7,%%ò0$.$/( Prof. Dr. Selim Uzunoglu Anne Sütü Keşfedilmeye Devam Ediliyor Anne sütü, bebeğin bağırsağında farklı genlerin okunmasına yol açıyor. 2010 yılında yayınlanan bir araştırma öncesine kadar, anne sütünün çocuğu moleküler seviyede nasıl koruduğu ve barsakların gelişmesine nasıl yardımcı olduğu bilinmiyordu. Anne sütü mü, yoksa hazır mamalar mı daha iyi konusundaki tartışmalara bir cevap, İllinois Üniversitesindeki beslenme konusunda çalışan araştırmacılardan geldi. Araştırmacılar, 22 sağlıklı yeni doğan bebekten 12 bebeği anne sütüyle, 10 bebeği de hazır mamalarla beslediler. Sonra bebeklerin gaitalarından toplanan barsak hücrelerinden haberci mRNA’ları izole ettiler. Bir seri moleküler tekniğe aktive edildiğini gösterdi. Bebeğin yediği şeylerdeki farkın, barsaklardaki genetik yolakların farklı şekilde okunmasına da yol açtığı ilk defa ortaya kondu(12). Farklılık birkaç genle sınırlı olmayıp, yüzlerce genin okunması, bebeğin beslenme şeklinden etkilenmişti. Bu tespit gelecekte, bebek mamalarının kompozisyonunun nasıl daha çok süte benzer hale getirilebileceğine dair çalışmalara da ışık tutacaktır. Bebeklerde, bağırsak gelişiminin ilk dönemlerinde, barsakta sadece anne sütünün olması, bebekleri bakteri ve virüslere karşı koruyucu bir zırh oluşturmaktadır. Vücudu yabancı patojen mikroorganizmalardan korumak için immün cevaba ihtiyaç da büyük ölçüde ortadan kalkmaktadır. Araştırmalar, ayrıca, mide-bağırsak fonksiyonlarının modülasyonunda vazifeli genlerin transkripsiyonel aktivasyonu/baskılanmasının yenidoğanda gelişime bağlı olarak, epigenetik mekanizmalarla düzenlendiğini ortaya çıkarmıştır. dayalı işlemlerden sonra, mRNA profillerini mikroarray yöntemiyle karşılaştırdılar. Oksijen yetersizliğine hücresel cevapta vazifeli gen, anne sütüyle beslenen çocuklarda ifade edilirken, hazır mamayla beslenenler de aktif kullanımda değildi (okunmuyordu). Barsaklarda oksijen yetersizliği, bir çeşit barsak iltihabı olan nekroza yol açan enterocolitisin (NEC) gelişme ihtimalinin olduğunun göstergesidir. Buna bağlı ölümlerin görülme sıklığı da Amerika’da %10 civarındadır. Bunun yanında, bağışıklık sistemini koruyucu genler, anne sütüyle beslenen çocuklarda okunurken, hazır mamayla beslenen çocukların barsak hücrelerinde ise bu genler okunmuyordu. Sonuçlar, anne sütü ve hazır mama ile beslenen bebeklerin bağırsaklarında, farklı gen gruplarının Bu güncel ilmi tespitler, Yüce Beyan’da süte neden yer verildiğine de ışık tutmaktadır. Küresel Sağlık Global Health 28 7,%%ò0$.$/( Sütkardeşi haramlığının hikmeti ve ne gibi mekanizmaları bozduğu son zamanlara kadar iyi bilinmemekteydi. Aynı sütü emen ve farklı anne babadan gelen bebeklerin, aynı anneyi emme sonucunda limbik sistemlerine kayıt olan duyguların benzer olacağı, anneye ait kokunun iki ayrı bebekte ileride karı-koca olmaya mani karakterler geliştirebileceği, annenin sütüne has kimyevî terkibin bazı karakterleri bozacağı gibi teoriler kurulmuş, fakat tam açıklığa kavuşturulamamıştır. Ancak son zamanlarda yapılan yeni bir araştırma sütkardeşliğinin mahzurlarına ait oldukça kuvvetli bilgiler sunmaktadır. Açarsak, anne sütündeki mikrokeseciklerin ( mikrovezikül) içinde anne genomunda okunan aktif genlerin haberci RNA transkriptleri ( yaklaşık 14000 adet gene ait) ile bu transkriptleri bebeğin DNA’sına monte etmede kullanılan tersine transkriptaz enzimini ihtiva ettiği bulundu. Anne sütündeki bu mikrokesecikler, süt transkriptomu olarak da tanımlanır. Anne genlerinin bebeğe aktarılmasında şimdiye kadar bilenmeyen yeni bir yoldur. Bu ise çok şaşırtıcı bir buluştu. Zira bu şekilde annenin genomu bebeğinin genomuna taşınıyordu. Bir başka açıdan ise, anne sütündeki mikrokesecikler, RNA tabanlı gen dağıtım sistemi olarak vazife görüyorlardı. Bebeğin genomuna aktarılan anne genleri, yeni geldikleri hücreler tarafından aktif olarak kullanılabiliyordu. Dolayısıyla anne sütüyle beslenme sürecinde emziren annenin aktif genleri, bebeğe taşınıyordu. Bu yeni buluş, semavi dinlerin sütkardeşlerin birbirine haram olmasının hikmetini de anlamamızı kolaylaştırır. Çünkü aynı sütanneden emzirilen bebekler, genomlarında ortak genleri paylaşmaktadırlar. Bu ortak genler de kullanılmayan değil, aksine annenin aktif olarak kullandığı genlerin transkriptleridir. Anne sütündeki mikrokesecikler RNA içeren virüslere benzer. Anne sütü içinde bulunan mikrokeseciklerin içinde ne olduğu ve ne işe yaradığı hususunda çok çeşitli hipotezler üretilmişti. Ancak son yıllarda anne sütünde bulunan mikrokeseciklerin içinde anne genomunda okunan aktif genlerin haberci RNA transkriptleri ( yaklaşık 14000 adet gene ait) ile bu transkriptleri bebeğin hücrelerine girdiğinde bunları bebeğin DNA’sına monte etmede kullanılan tersine transkriptaz enzimini ihtiva ettiği bulundu. Bu yönüyle mikrokesecikler, RNA virüslerine benzemekteydi. Bu ise çok şaşırtıcı bir buluştu. Zira bu şekilde annenin genomu bebeğinin genomuna taşınıyordu. Bir başka açıdan ise, anne sütündeki mikrokesecikler, RNA tabanlı gen dağıtım sistemi olarak vazife görüyorlardı. Bebeğin genomuna aktarılan anne genleri, yeni geldikleri hücreler tarafından aktif olarak kullanılabiliyordu. M.Kemal IRMAK ve arkadaşlarının kaleme aldığı bir makale de anne sütünün gelecekte, gen tedavisinde kullanılabileceğine işaret ediliyordu. Dolayısıyla anne sütüyle beslenme sürecinde emziren annenin aktif genleri, bebeğe taşınıyordu. Allah’ın koyduğu bu biyolojik mekanizma ise kalıtsal hastalıkların tedavisinde veya gen tedavisinde yeni ufuklar açıyordu. Açarsak, kalıtsal bir genetik hastalığı olan bebek doğar doğmaz, sağlıklı bir sütanneye verilir ve onun tarafından 6 ay ile 2 yıl arasında emzirilirse, hastalıklı genlerin yerini sağlıklı sütanneden mikrokeseciklerle bebeğe taşınan ve bebeğin genetik kütüphanesine monte edilen sağlıklı genler alacak ve bebek böylece iyileşecektir. Her birinin içinde yaklaşık anne genomundan 14000 adet transkript bulunur. Bu açıdan anne sütündeki mikrokesecikler süt transkriptomu olarak da tanımlanır. Annenin genlerinin bebeğe aktarılmasında şimdiye kadar bilenmeyen yeni bir yoldur. Bu mikro kesecikler, özel bir endositozis sinyal yolağı ile bebeğin hücrelerinin içine girerler. RNA muhteviyatını bebeğin hücrelerinin içinde çekirdeğe boşaltırlar. Bu mikrokesecikler, mide ve bağırsaktaki asidik ortamdan etkilenmezler, parçalanmazlar. En yüksek asid olan mide asitine de dirençli olup, bağırsaklardan emilerek kan yoluyla hücrelere taşınırlar. İnsan genomunun büyük bir yüzdesinin ( %40-50) hareketli DNA elementlerinden, (transpozon ve retrotranspozon) oluştuğu dikkate alındığında, gen aktarımının sadece döllenme ve üreme yoluyla olmadığı, bebeğin gelişimi ve yaşamı süresince de genlerin aktarılabileceğine işaret eder. İnsandaki bu mobil DNA elementlerinin büyük bir kısmının kaynağı da anne sütündeki yaklaşık 14000 transkriptome kütüphanesi olabileceğine dair güçlü hipotezler vardır. Bu anne sütüyle beslenen çocukların annelerinden aldıkları doku ve organlar çocuğa daha iyi uyum sağlarken, anne sütüyle yeterince beslenmeyen çocukların annelerinden aldıkları doku ve organları kabul etmede zorlanmalarının sebebini de açıklar. Anne sütü yoluyla annesinin aktif genetik bilgisini alan çocukların hem gelişimleri daha hızlı olmasının hem de bağışıklık sistemlerinin güçlü olmasının hikmeti de ortaya konulmuştur. 29 Küresel Sağlık Global Health 7,%%ò0$.$/( Anne sütünde bulunan mikroveziküllerde annenin transkriptomunun ( yaklaşık 14000 transkript) yeni doğan yavrunun genomuna anne sütüyle veya sütanneliğiyle aktarıldığı bulundu. Sütanneliği kalıtsal hastalıkların tedavisinde önemli bir sıçrama olabilecek. İnsan genomunun %40-50 si retrotranspozonlardan oluşuyor. Mikroveziküller mide asitlerine de dirençli. Bu ise semavi dinlerin sütkardeşlerin birbirine haram olmasının hikmetini de anlamamızı kolaylaştırır. Çünkü aynı sütanneden emzirilen bebekler, genomlarında ortak genleri paylaşmaktadırlar. Bu ortak genler de kullanılmayan değil, aksine annenin aktif olarak kulandığı genlerin transkriptleridir. Ayrıca anne sütünde çocuğun gelişimi için gerekli bütün protein, karbohidrat ve vitaminler yanında, çok şaşırtıcı bir şekilde embriyonik kök hücrelerine benzer kök hücreler de bulunduğu gösterildi ki, bu kök hücreler, doku ve organ yenilenmesinde son derece önemli. Benzer kök hücreler, süt veren meme dokusunda da bulunmaktadır. Doğurganlığını kaybeden veya süt vermeyen meme dokularında ise bu kök hücrelere rastlanmamaktadır. Dolayısıyla anne sütü, embriyonik kök hücre deposu olarak da vazife görmektedir. Bu kök hücreler, aile içinde doku harabiyetli hastalığı olan kişilerin tedavisinde önemli bir şifa vesilesi olabilecektir. 2011 yılında Yapılan ön çalışmalarda anne sütünden elde edilen kök hücrelerin insandaki birçok doku ve organın (kemik, sinir, kalb, pankreas dokularının) gelişebileceği üç farklı hücre tipine farklılaşabildiği gösterilmiştir. Dolayısıyla yakın gelecekte kök hücrelerin yeni kaynağı embryo ve düşük yapmış fetuslar yerine anne sütündeki kök hücreler olacaktir. Araştırmalar anne sütündeki hücrelerin yaklaşık % 30’luk diliminin kök hücre olduğunu göstermektedir. Fare ve maymunlarda yapılan deneylerde anne sütündeki bu hücrelerin kan dolaşımına geçtiğini ve bütün vücuda yayıldığını göstermiştir. Bu ise anne sütüyle beslenen bebeklerde organ gelişiminin daha hızlı ve sağlıklı olabileceğini göstermektedir. Çünkü anneden sütle gelen kök hücreler, doku ve organ gelişimini hızlandırmaktadır. Küresel Sağlık Global Health 30 Anne sütündeki yeni mikro RNA’lar anne sütünün faydalarında ince ayar fonksiyonu görmektedirler. Anne sütünün faydası belki de bu mikroRNA’lardan kaynaklanıyor olabilir. Anne sütündeki yeni bulunan mikro RNA’lar, bebeğin metabolizmasını ve bağışıklık sistemini düzenleyen genlerin aktivasyonunu, açılıp kapanmasını düzenlerler. Bu mikroRNA’lar bebeğin mide ve bağırsaklarında parçalanmaz ve bebeğin hücrelerine girerek, orada genlerin okunmasını düzenlerler. Dolayısıyla anne, sütün içindeki mikro RNA’lar aracılığıyla yavrusunun genlerini ve gelişimini düzenler. Çünkü henüz yeni doğan bebekte metabolizma ve bağışıklık sistemi gelişmediği için, anne memelerinden akan şifa vesilesi sütüyle çocuğunun sağlıklı gelişiminde de rol alır. Ayrıca bebekler yetişkinlerde olduğu gibi, bağırsaklarında yardımcı bakterilere ve floraya sahip değildirler. Anne sütünde bulunan mikro RNA’ların bakterilerin fonksiyonunu yerine getirebileceği ön görülmektedir. Allah’ın koyduğu ve yeni keşfedilen bu biyolojik mekanizma, kalıtsal hastalıkların tedavisinde veya gen tedavisinde yeni ufuklar açıyordu. Açarsak, kalıtsal bir genetik hastalığı olan bebek doğar doğmaz, sağlıklı bir sütanneye verilir ve onun tarafından 6 ay ile 2 yıl arasında emzirilirse, hastalıklı genlerin yerini sağlıklı sütanneden mikrokeseciklerle bebeğe taşınan ve bebeğin genetik kütüphanesine monte edilen sağlıklı genler alacak ve bebek böylece iyileşebilecektir. Bu açıdan anne sütü yakın gelecekte hem gen naklinde ve tedavisinde hem de çeşitli ilaçları veya eksik molekülleri taşıyıcı bir sistem olarak da kullabilecektir.
© Copyright 2024 Paperzz