Dergiyi Bilgisayarınıza İndirmek İçin Lütfen Buraya

www.millidusunce.org
Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı
Kızılay/ANKARA
Telefon: 0 (312) 231 31 94
Belgeç: 0 (312) 231 31 22
GENCAY
GENCAY
Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi
Yıl 3 Sayı 31 - Ağustos 2014
Ücretsiz e-dergi
www.gencaydergisi.com
[email protected]
EŞİ NEVİN SOMUNCUOĞLU İLE SÖYLEŞİ / Emre SEVİNÇ
SERVET AĞABEY! / Adil YILMAZ
ASİSTANI SELDA SERİN İLE SÖYLEŞİ/ Emre SEVİNÇ
BOZKIRIN ORTASINDA BİR LALE AÇTI / Ömer ÜNAL
ERZİNCAN KAYARESİMLERİ VE SERVET SOMUNCUOĞLU – DENİZ ARSLAN İLE
SÖYLEŞİ / Emre SEVİNÇ
GELECEĞE YAZILANLAR / Aslıhan KAYA
İZ’İN GÖLGESİNDE SOLUKLANAN ADAM / Alper Göktürk ŞAFAK
BİR ÇAĞRI / Çağhan SARI
GENÇLERDEN ÜMİTLİYDİ / Sefa Miraç DEMİRCİ
SERVET HOCASIZ GEÇEN BİR SENE / Emre SEVİNÇ
TAŞTAKİ TÜRK GÜNLERİ - 2014
KISA KISA SERVET SOMUNCUOĞLU
SERVET HOCADAN ÖNEMLİ SÖZLER
SERVET HOCAYI ÖZLEYEREK – DAMGALARIN MASALI
GENCAY
EŞİ NEVİN SOMUNCUOĞLU İLE
SÖYLEŞİ
Emre SEVİNÇ
Nevin
hanım,
öncelikle
söyleşi
teklifimizi kabul ettiğiniz ve Gencay
Dergisi’nin Servet SOMUNCUOĞLU özel
sayısına
verdiğiniz
destek
için
teşekkürü borç biliriz.
Topluluğu”’nun
müzik
çalışmalarına
katılıyor, sık sık da evlerine konuk
oluyordum, Bünyamin Ağabey ve eşi
Behiye
Abla’nın
kızları
gibiydim.
Bünyamin
Ağabey’in
Radyoevinde
çalışıyor olması ve cennet mekân Turan
Hocamızın Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı vesilesiyle yollarımız Servet’le
kesişmiş oldu. Bana evlenme teklifini
yaparken: “hayatın şiirini yazalım ve
yaşayalım seninle” dedi. Öyle ince ruhlu
bir insandı. 29 Haziran 1991’de Servet’in
köyünde yapılan düğünümüzle evlendik.
Düğünümüzün özellikle köyde olmasını
istemişti. Köyünü, insanlarını çok seviyor,
geleneklere önem veriyor, yaşatmak
istiyordu. 1992’de oğlumuz Sencer Burak
dünyaya geldi.
Ben size çok teşekkür ediyorum. Sevgili
eşim Servet SOMUNCUOĞLU için özel sayı
hazırlamanız ve onun çalışmalarını devam
ettirme ve duyurma çalışmalarınızı takdir
ediyor ve şükranlarımı sunuyorum.
Servet hoca ile tanışma hikâyenizden
başlayabilir miyiz?
Taştaki Türklere ilgisi nasıl başladı
Servet hocanın? Bir anda mı gerçekleşti
yoksa bir süreç halinde mi oldu?
Ben Servet’i tanıdığım ilk günden itibaren
Türk Kültürü üzerine hep projeleri vardı.
Tanıştığımız yıllarda Fındıkzade’de bir
bodrum katında küçük bir evde
oturuyordu. Daha o zamandan pek çok
kitabı vardı. Sürekli okuyan, yazan,
düşünen bir insandı. O günlerde bana
şöyle söylemişti: “Ben yazar olacağım ya
da siyaset yapacağım. Evimiz her durumda
dergâh gibi olacak. Bunu kabul ediyorsan
gel bana.” Tercihi zaman içinde yazarlık,
fotoğrafçılık, belgeselcilikten yana oldu.
Servet’le 30 Aralık 1988 günü sevgili
Bünyamin AKSUNGUR Ağabeyin evinde
tanıştık. Ben 21 yaşımda, Servet ise 24
yaşındaydı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümünde okuyordum.
Servet,
TRT
İstanbul
Radyosu’nda
program
yapımcısı
olarak
görev
yapıyordu.
Bünyamin
Ağabeyin
yönetiminde Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı’nın
“Türk
Dünyası
Müzik
1
GENCAY
Düşünce anlamında ise her zaman
siyasetin içinde oldu. İlk günlerden
itibaren Türk Kültürü üzerine üreten
birisiydi, Taştaki Türklere ilgisi ise zaman
içinde oluştu. Net olarak ifade etmem
gerekirse, Bursalı bir grup iş adamıyla
Kazakistan’a yaptıkları bir gezide Tamgalı
Say’ı görmesiyle eski Türk yazıtları ve
kaya resimleri aşkı başladı. Onu tanıdığım
günden beri fotoğraf çekiyordu, çekmeye
devam etti hep. İlerleyen yıllarda ise “Türk
Dünyası, Türk Kültürü ve Türk Tarihi
fotoğrafçısı olacağım” dedi ve o tarihten
sonra kalemi ve fotoğraf makinesiyle
ömrünü TÜRK KÜLTÜRÜNE adadı. Onun
ağzından
“kültür
paylaşıldıkça,
tekrarlandıkça çoğalır, yaşar” sözünü
defalarca duymuşumdur. Yaptığı tüm
çalışmaları bu amaca hizmet eden, Türk
kültür tarihinin kodlarını çözmeye,
paylaşmaya ve duyurmaya yönelik işlerdi.
2004’ten sonra ise ömrü eski Türk
yazıtları ve kaya resimleri yani Taştaki
Türk izlerinin peşinde Baykal Gölü
kıyılarından Macaristan’a kadar dağdan
dağa devrilerek geçti.
beni çok mutlu ediyor ve acımı bir nebze
de olsa azaltıyor.
Servet için yaşam yasası: Okumak, yazmak
ve üretmekti.
Yayımlanmış ilk kitabı olan “Don
Kazakları”nda karşılıksız ve beklentisiz
insan
sevgisiyle
çıktığı
merak
yolculuğunda ulaştığı hikâyeyi, Manyas,
Akşehir Kazakları ve Kars Malakanlarının
göç serüvenini anlattı.
İkinci kitabı “Gallemit”te ise asker
arkadaşı Muzaffer Hoca’nın dünyasından
yaşadığımız
yüzyıla
ağıtını
anlattı
okuyucularına.
Bu kitapların yanında “Adanmış Bir Ömür
– Çetin Berkmen” ve Ressam Kâinat
Barkan’ı anlatan “Kâinatın gözleri” yerini
aldı.
Defalarca gittiği saha çalışmalarına dayalı
olarak Karlı Dağlardaki Sır, Damgaların
Göçü Kurgan, Zamana Karşı – Kazdağı
Koşuburnu Köyü Türkmenleri, Tamgalar –
Dengizli adlı belgesel programları,
belgesellere
ek
olarak
Sibirya’dan
Anadolu’ya Taştaki Türkler, Saymalıtaş
Gökyüzü Atları, Damgaların Göçü Kurgan
kitaplarını ortaya koydu. Ayrıca ülkemizin
önemli keşif, coğrafya ve kültür yayını olan
Atlas dergisinde muhtelif tarihlerde aynı
konular çerçevesinde yazı ve fotoğrafları
ile hazırladığı çalışmalar yayınlandı. Hoca
Ahmet Yesevi ve Türkistan şehrini
anlattığı “Türkistan’da Bir Gün” ile
Kazakistan’da bulunmuş olan “Altın
Elbiseli Adam” ı anlatan belgeselleri ile
yine Türk Kültürünün farklı dönemlerini
gösterdi bize. Bir Türkmen köyü olan
Servet hocanın yaptığı birçok çalışma
var ve uzun çalışmalar bunlar.
Tamamını anlatmak zor ama bu
çalışmaların en yakın şahidi olarak
biraz özetleyebilir misiniz?
Servet çok yönlü bir insandı. Onu
kaybettikten sonra karşılaştığım herkese
onu anlatabilme çabası oldu bende hep.
Tanıyanlar
zaten
biliyorlardı,
tanımayanlara ise keşke tanımış olsaydınız
diye onu anlattım hep. Bir de şunu fark
ettim, aslında o kadar çok kişi onu tanıyor
ve çalışmalarını takip ediyorlarmış ki. Bu
2
GENCAY
Koşuburnu Köyünde Düğün’ü çekmişti. Bu
belgeseli ise maalesef onun ardından
izleyebildik ekranlarda. En son Karadeniz
Belgeseli çekiyordu. Hakk’a yürüyüşünden
önce bu belgeselin ilk tur çekimlerinden
dönmüş ve araya yıllık iznini alarak
Karadeniz araştırmalarını pekiştirecek
“Gürcistan” araştırma gezisini koymuştu.
Bu araştırma gezisinden döndükten birkaç
gün sonra da kaybettik onu.
Servet hocanın önemli bir çalışma
temposu vardı. Bunu hepimiz biliyoruz.
Gerek alan çalışmalarında gerek masa
başında uzun çalışmalar gerçekleştirdi.
Bu çalışma temposunu biraz anlatır
mısınız bize? Nasıl bir çalışma azmi
vardı?
Servet Somuncuoğlu çalışkandı, boş laf
söylemez, çalışır, üretirdi. Onu tanıdığım
günden beri hep projeleri vardı. Bu
projeleri uygulamak için bir kişilik değil,
üç-beş kişilik yaşadı. Bu aşk ve şevkle,
bahar ve yaz aylarını araştırma gezilerinde
geçiriyor, sonbahar ve kış aylarında masa
başında
bu
çalışmalarını
derliyor,
yazılarını yazıyor, kitap çalışmalarını
hazırlıyordu. Çektiği her fotoğrafın
üzerinde, yazacağı her yazı için günlerce,
gece yarılarına kadar çalışıyordu.
Unkapanı Plakçılar Çarşısı’nın popüler
kültürün merkezi olduğu günlerde,
yapımcılara halk müziği ustalarımızın
albümlerini yaptırarak, Türk Kültürüne ait
değerlerin duyulması, Türk Kültürünün
paylaşılarak çoğalması yolunda önemli
adımlar attı. “Hamit Çine ve Parmak
Curası”, “Mehmet Erenler-Efelerin Selamı”
aklıma gelenler. En büyük şairlerimizden
rahmetli Attila İLHAN’ ı kendi sesinden şiir
albümü çıkartılmasına ikna ederek, “Ne
Kadınlar
Sevdim”
ve
“Ben
Sana
Mecburum”
albümlerinin
çıkmasını
sağladı. ‘’Türkülerle Türkiye’’ albümünün
genel yayın danışmanlığı ve metin
yazarlığını yaptı.
Sürekli “daha yapacak çok işimiz var, çok
çalışmamız lazım” derdi gençlere. Yazın
yapacağı Moğolistan, Rusya seyahatlerini
en az altı ay önceden planlamaya başlar,
bütün o zor yolculuklara her türlü
hazırlığını kendisi yapmış olarak çıkardı.
Karşılaştığı zorluklar bile onu yıldırmaz,
moralini bozmadı. Biz işimize bakacağız
der, aynı şevkle işine devam ederdi.
Türk tarihinin bilinmeyenlerinin izinde
yürüttüğü
çalışmaları
kapsamında
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde onlarca
konferans verdi, çeşitli yerlerde Servet’in
çalışmalarından fotoğraf sergileri açıldı.
2011 yılında Brezilya Sao Paola’da
“Taştaki Türkler” fotoğraf sergisi açıldı ve
kendisi de serginin açılışına gitmişti.
Bütün
çalışmalarında,
çektiği
her
fotoğrafta, yazdığı her cümlenin ardında,
öğrencilik yıllarından beri biriktirdiği
yaklaşık 10.000 kitaplık kütüphanesi
vardı.
Ayrıca gençlik yıllarından itibaren yazdığı
hikâyeleri, şiirleri ve çeşitli konularda
kaleme aldığı yazıları vardı. Kısmet olursa
bunları da yayına hazırlayıp, basılmasını
sağlamak istiyorum.
3
GENCAY
Türk tarihinin bilinmeyenlerine yelken
açtı Servet hoca. Açıldıkça açıldı,
çözdükçe
çözdü.
Siz
nasıl
değerlendiriyorsunuz Türk tarihinin
bilinmeyenlerini?
yıllık ömrünün son 10 yılı sahada
geçmiştir. Saha çalışmaları ile binlerce yıl
önce dağların zirvelerinde başlayan, çok
uzak zamanlardan günümüze yazılmış
mektuplar
olarak
nitelediği
kaya
resimlerindeki Türk tarihinin kültür
izlerini bizlere taşıdı ve gösterdi. Bu izlerin
kaya resmi, damga, mezar taşı olarak
Anadolu’da birçok alanda da var olduğunu
görüp, Anadolu’nun çok eski bir Türk
Yurdu olduğuna dikkat çekti. Ata
ruhlarının seslerini taşıdı, duymak
isteyenlere.
Popülizme
girmeden
gerçekleri aktarmaya yönelik, verilere
dayalı sağlam temeller üzerine oturtarak
ilerledi. Kısaca ifade etmek gerekirse onun
çalışmalarıyla, akademik çevreler ve
makaleler içinde kalmış olan Türk
Kültürünün antik dönemine bir kapı
aralanmış oldu. Bilimsellikten ayrılmadan
ama şiirsel bir üslup ile. Bu kapıdan, ben
de dâhil pek çok kişi Servet’in çalışmaları
ile haberdar oldu. Dolayısıyla, Türk
tarihinin bilinmeyenlerini ben de onun
tespitleriyle değerlendiriyorum.
2004’te çıktığı Kazakistan gezisinde
gördüğü Tamgalı Say ve 2005’te gittiği
Kırgızistan Saymalı Taş kaya resimleri ile
Türk tarihinin bilinmeyenlerine yolculuğu
başladı
Servet’in.
Ömrünü
adadığı
çalışmaları,
muhteşem
belgesel
programları ve anıt eserler olarak
niteleyebileceğimiz kitaplar bundan sonra
çıktı ortaya. İnsanlık tarihinin en eski
belgeleri, bilgiyi aradığı ilk entelektüel
uğraşları olan kaya resimleri, damgalar,
yazıtlar, mezar taşları peşinde yıllarca
aralıksız koştu durdu. Uzun ve uzak
yollara gidip, dağdan dağa devrildi,
dağlarda olmadığı zamanlarda oraları
özleyerek.
“ Türk Tarihi henüz yazılmamıştır. Orhun
Anıtları ise taşlar üzerindeki Türk
Tarihi’nin son sözüdür ve bu anıtlardaki
işlek Türkçeye, imlası oturmuş bir yazı
sistemine ulaşana kadar geçen süreçte
aramak lazım tarihimizin önsözünü…”
Türk tarihinin antik dönemine ait bu
alanda,
Baykal
Gölü
kıyılarından
Macaristan’a kadar geniş bir coğrafyada
saha çalışması yapan ve veri toplayan
başka bir kişi olmadı sanırım. Çalışma
odasına astığı araştırma gezilerinin listesi
bile boyunu aşmıştı. Ömrünün son on
yılında yıllık izinlerinde tatile gitmek
yerine Türk izlerinin olduğu coğrafyalarda
Bu çalışmaları yürütürken gördüğü en acı
gerçeği “Türk tarihi Türkler tarafından
yazılmamış, Türk Tarihinin verileri
Türkler tarafından ortaya konmamış,
yabancıların verdiği kadar veri ve yaptığı
yorumlarla öğretilmiş, aktarılmış” olması
şeklinde ifade etmiştir konuşmalarında.
Bu nedenle Türk Tarihinin en eski
dönemlerine ait verileri toplamak için 49
4
GENCAY
araştırma gezilerine çıktı hep. Milletine ve
devletine karşı duyduğu entelektüel bir
sorumluluktu bu onun ifadesiyle.
her gün andı onu, ardından mektuplar
yazdı. Burada sayamayacağım kadar çok,
güzel yazılar yazıldı ardından. Başta sen
olmak üzere pek çok genç hep yad ettiniz
onu, çalışmalarını gündeme getirdiniz.
Taştaki Türk etkinlikleri düzenlediniz,
hepinize çok teşekkür ediyorum. Ben
kalem erbabı değilim, bizim evin kalemi
Servet’ti, ben de Hakk’a yürüdüğü günden
beri seslendim ona her gün, kimseler
duymadan. Servet, bütün o zor çalışma
koşulları ve çalışmaları sırasındaki sert
görünümünün altında çok ince bir ruha
sahip bir insandı, gönül insanıydı.
Ardından yazılanlardan haberdardır diye
düşünüyorum. Onun için bir Hatıra Kitabı
çıkarmayı düşünüyoruz. Onun için
yazılmış her güzel cümle, söylenmiş her
güzel söz benim için çok kıymetlidir. Ona
değer veren, anısını yaşatmaya çalışan tüm
dostlar, gençler çok değerlidir. Hepsini
saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Bugüne kadar ihmal edilmiş bu alanda,
“Yüce Allah devletim ve milletim adına bu
görevi bana verdi” duygusu ve inancı ile
yürüttü çalışmalarını kendisine inanan
dost ve arkadaşlarının desteği ile. Onun
yüreğinde yaşadıklarını ve yüreğinin bu
aşkla nasıl çarptığını Orhun Vadisi’ne
gittiğinde duygularını anlattığı aşağıdaki
satırlardan anlayabiliriz.
“Bin üç yüz yıl öncesinden gelen sesi
duyuyorum masmavi gökyüzü altında
Orhun Vadisi’ne yaklaştıkça. İçimde bir
heyecan fırtınası var. Dokunuyorum Kül
Tegin yazıtına. Ellerimle, yüreğimle,
gönlümle seviyorum. Anlatılması zor
duygular. Yazıtın Türkçe yüzünde başka
bir sevgiyi yaşıyorum. Anadilimin bin üç
yüz yıl önce taşlara kazınmış seslerini
duyuyorum. Sadece yaşanması gereken bir
duygu
bu,
anlatılması,
kelimelere
dökülmesi çok zor. Kül Tegin anıtının
gölgesine oturuyorum, bozkırın sessizliği
uzayıp gidiyor, kimseler yok. O sessizlik
içinde, bin üç yüz yıl öncesinin sesleri var
sadece. O seslere, kendi sesimi katıyor ve
atalarımın ruhları için duamı okuyorum;
“Üç Kulhuvallahu bir Elham…”
Daha önceki bir konuşmamızda Servet
SOMUNCUOĞLU’nun
çalışmalarının
önemi kadar güzel insanlığına da
dikkat çekmiştiniz. Bizler bu konuda da
çok şeyler biliyoruz ama daha da
aydınlanmak isteriz tabi.
Benim ömrümün yarısından fazlası onunla
birlikte geçti. Ona olan özlemimi, onun
gönlümdeki yerini tarif etmem imkânsız.
Her gün büyüyen bir hasret.
Servet hocanın arkasından çok ağıtlar
yakıldı, yazılar yazıldı, çalışmalar
yapıldı. Bu konuda bir şeyler söylemek
ister misiniz?
Evet, onu tarif ederken bu sözü çok
kullanıyorum ve seviyorum, “güzel insandı
o.” Karşılaştığı, tanıştığı insanlarla hemen
iletişim kurabilirdi. Çok güçlüydü bu yönü.
Beraber çıktığımız pek çok seyahatte onun
sayesinde yeni dostlar edinmiş ve
gittiğimiz her yerde en güzel şekilde
Ardından çok seslenen oldu ona; yazılar,
mektuplar, şiirler, ağıtlar ile. Ongununu
adlandırdı kıymetli bir dostu “TAŞLARIN
HAKANI” diye. Can dostu, kıymetli AZİZ’i
5
GENCAY
ağırlanmışızdır. Çok vefalıydı, yapılan
hiçbir iyiliği unutmaz, her zaman dile
getirirdi. Sahip olduğu imkânlarını
etrafındakiler
için
sonuna
kadar
kullanmaya, dertlerine derman olmaya
çalışırdı. Sezgileri ve öngörüleri güçlü
birisiydi.
Geçtiğimiz
Mayıs
ayında
arkadaşlarımızla
‘Taştaki
Türk
Günleri’ni
düzenledik
ve
Servet
hocamızı andık. Sizden bu etkinlikler
hakkında da bir değerlendirme alabilir
miyiz?
Bu etkinliklerde emeği geçen herkese
şükranlarımı sunuyorum. Katılamasam da
takip ettim bütün etkinlikleri. Beni çok
umutlandırdı çalışmalarınız. İnşallah bu
alana olan ilgi ve yapılan çalışmalar
artarak devam eder. Servet sağlığında hep
şunu söylerdi: “Çalışmalarım,
Gençlere, öğrencilere destek olmayı sever
ve önem verirdi. Gençlere çalışmalarını,
uzak diye bir yer olmadığını, yola
çıkmaktan korkmamalarını söylerdi hep.
Yaptığı her işi aşk ve şevkle, tutkuyla
yapardı, çevresindeki herkesi etkiler ve
inandırırdı. Karlı kara dağlar gibi yıkılmaz
bir gönül adamı, Türk Dünyasına aşık,
dağdan bozkıra, bozkırdan çöle koşan bir
derviş. Türk dünyasının kayaları, taşları,
dağları, çiçekleri, ata ruhları peşinde iz
süren, gönlüne Türk Dünyasının, ata
ruhlarının, Tanrı Dağlarının ateşi düşmüş
bir bilge kişi, güzel insandı o.
Onu
yakından
tanıyanların
konuşmalarını dinlediğimizde Servet
hocanın oldukça şaka seven, ince
esprileri olan biri olduğunu dinliyoruz.
Bu konuda neler söylemek istersiniz,
bir-iki anı anlatabilir misiniz?
öğrendiklerim benimle birlikte mezara
gitmemeli.
Türk
Tarihinin
eski
dönemlerine gençlerin ilgisi yüksek ve ben
ilgi duyan gençlere aktarmak istiyorum
bildiklerimi ve topladığım malzemeyi.”
Servet çok zeki bir insandı. Zeki insanlar
ince ve güzel espriler yapar ve espriden
anlarlar. Bu konuda çocukluk arkadaşı ve
yakın dostu Yusuf Yılmaz ARAÇ’la çok
güzel anlaşırlardı. Birbirlerine Refik Halid
KARAY’ın Şeftali Bahçeleri hikâyesinden
esinlenerek “AZİZ” diye hitap ederlerdi.
Son olarak söylemek istediğiniz bir
şeyler var mı?
Onu o kadar özlüyorum ki, yokluğu
gittikçe büyüyor içimde. Anlatmaya
kelimeler yetmiyor. Hem bir yanımı,
yaslandığım dağımı, eşimi kaybetmiş
olmanın üzüntüsünü yaşıyorum hem de
onun gibi çalışkan ve mert bir Türk
evladını Türk Milleti kaybetti diye
6
GENCAY
üzülüyorum. Türküleri çok severdi Servet,
sevdiği türküleri dinleyip anıyorum onu ve
türkülerimizin
ne
kadar
gerçek
duygulardan ortaya çıktığını idrak
ediyorum her dinleyişimde. Belki halimi şu
dizeler anlatır bir nebze. “Yaz bahar
ayında bir od verdiler, yandım gittim ala
karlı dağ iken. ”Yapacağı, yazacağı,
anlatacağı o kadar çok şey vardı ki. Ama ne
çare, Tanrı’dan gelene boynumuz kıldan
ince. Zaten kendisi de har daim bu
teslimiyet içindeydi Allah’a karşı. 2011
yılındaki Moğolistan çalışması sırasında
Morun’da gün batımını anlatırken yazdığı
aşağıdaki satırlar, o yoğun çalışmalar
içinde bir taraftan da nasıl bir Allah’a
teslimiyet içinde olduğunu gösteriyor.
“Dağları nefes gibi çekiyorum içime,
diyorum ki kendime. Sana artık ölmek zor
olmamalı, dağların türküsünü duydun,
dağlarla birlikte yıllardır nice türküler
söyledin. Her dağın türküsü vardır dedin,
uzak diye bir yer yoktur dedin, gittin ha
gittin. Ata ruhlarımızın sesini duydun ve
onlara dualar ettin. Bırak dağlarda yangın
olsun ve yaşa gönlünce, bir daha ya
görürsün ya göremezsin.”
Servet’i bu vesileyle bir kez daha özlem ve
rahmet dualarımla anıyorum.
7
GENCAY
SERVET AĞABEY!
Adil YILMAZ
1980’li yıllarda geçen çocukluğum, TV’den
ziyade radyo başında geçerdi. O yıllarda
sadece akşam olan TV yayınlarına nazaran
hatırladığım kadarıyla sabah 05.00 civarı
başlayan bir radyo yayını mevcuttu. İşte
ben, okuldan eve dönüşlerim sırasında
radyoyu açar, bir taraftan ödevlerimi
yapar, diğer taraftan radyo programlarını
dinlerdim. Bir programı dün gibi
hatırlarım: “Tarih’in Büyük İhanetleri”.
Kim bilir, belki bu program benim
ilerleyen ve biraz da geç bir zamanda
arkeolog ve tarihçi olmama vesile olmuştu.
Bundan birkaç yıl önce, bu programı
Servet Ağabey’in hazırladığını öğrendiğim
zaman nasıl şaşırmıştım anlatamam.
yayınladım. Bunlarla ilgili çalışmaları
yapacak olanlar Türkologlar, tarihçiler ve
arkeologlardır”. Bu şekilde hem işi
uzmanlarına bırakıyor, hem de sunduğu
eserlerin ciddi bir şekilde incelenmesini
amaçlıyordu. Dikkat edilirse, kendisi
tarihleme yapmaktan özellikle kaçınmıştı.
Kitaplarında ve belgesellerinde verilen
bazı tarihlendirmeler hep, daha önceden
bilim
adamlarınca
yapılmış
tarihlendirmelerdi. Bunun dışına çıkıp bol
keseden tarih ileri sürmezdi. Aslında bu da
kendisinin nasıl ciddi çalıştığını ve bilimsel
ahlaka ne kadar titizlikle uyduğunun bir
göstergesiydi. Yoksa Türk coğrafyası ve
Amerika kıtasında gezdiği ve pek çoğunu
ilk kez kendisinin gördüğü kaya resmi
alanlarıyla alakalı bir alay tarihlendirme
verebilir, buna da kimse kolay kolay
“hayır” diyemezdi. Ancak Servet ağabey,
bilimsel ahlaka son derece önem vererek
başta tarihlendirme olmak üzere son ve
kesin söz söylemeyi, konunun gerçek
uzmanlarına bırakmıştır. Bu yüzdendir ki
belgesel
çalışmalarının
tamamında,
alanlarının önemli akademisyenleriyle
çalışmıştır. Ve yine bu yüzden, Servet
ağabeyin çalışmaları, Türk tarihiyle ilgili
olduğu
söylenen
diğer
bütün
çalışmalardan ayrı bir yerde durur.
Servet ağabeyin ardından yazdığım yazıda
kendisiyle
tanışma
öykümüzü
ve
görüşmelerimizi anlatmıştım. Aramızdan
ayrılışının 1. Yıl dönümünün yaklaştığı bu
günlerde, biraz da mesleki açıdan Servet
ağabeyi anlatmak isterim.
Hepimizin bildiği gibi Servet ağabey, 10
yıllık çalışmalarını 3 ayrı kitap ve
belgeselde topladı. Zaten kamuoyunun
onu tanıması da bu sayede oldu. Kendisi
her seferinde şunu söylerdi “Ben Türkoloji
mezunuyum ancak,
bu çalışmaları
belgeselci
gözüyle
inceledim
ve
8
GENCAY
Servet
Ağabey’in
çalışmaları
üniversitelerde tarih, Türk dili ya da
arkeoloji okuyan pek çok genç öğrenciye
yeni bir kapı araladı. O kendisine müracaat
eden hiç kimseyi geri çevirmez, herkese
çalışacakları alanla ilgili yardımcı olurdu.
Bundan sonra gelecekler için, o yardımdan
mahrum kalmak büyük kayıp.
Yakınında olanlar, Servet ağabeyin daha
büyük projelerinin olduğunu bilir. Bundan
sonra o projeleri, bizler için zor da olsa,
arkadan gelenler tamamlayacak. Zaman
gelip Türk tarihi bittiğinde, Servet
Somuncuoğlu’nun adı ve çalışmaları o
tarihin önemli bir yerinde olacaktır.
Tanrı Dağ’da, ataların yanındaki ruhu şâd
olsun!
T.T.K.
9
GENCAY
SELDA SERİN İLE SÖYLEŞİ
Emre SEVİNÇ
Servet SOMUNCUOĞLU’nun asistanı olan
Selda Serin hocamızın vefatının ardından
onu anmaya anlatmaya devam etti.
Gerçekleştirdiğimiz söyleşi için Gencay
Dergisi adına teşekkürlerimle.
yazınızda
anlatmıştınız.
Bunu
genişleterek bir de burada anlatır
mısınız?
Eski Türk dili ve tarihine merakım olduğu
için farklı kaynaklardan araştırmalar
yapmakta idim. Yine çeşitli kaynakları
tararken internette “Karlı Dağlardaki Sır”
belgeselini gördüm. Merakla izlemeye
başladım, okumuş olduğumuz Orhun
abidelerini,
Ötüken
ormanını,
destanlarımızın yazıldığı Altay ve Tanrı
dağlarını ilk defa böyle görüyordum.
Belgeselin beş bölümünü heyecanla
izledim, o zamana kadar yönetmenin kim
olduğundan haberim yoktu, jeneriğe
baktığımda Servet Somuncuoğlu adını
gördüm. Kim olduğunu, başka ne tür
çalışmaları olduğunu öğrenmek için
araştırdım. Ben yalnız bir belgesel
yönetmeni olduğunu tahmin ederken
önüme çok önemli kitaplar çıktı, ikisi
roman Don Kazakları ve Gallemit diğeri ise
kaya gibi bir çalışma “Sibirya’dan
Anadolu’ya Taştaki Türkler” idi.
Bize biraz kendinizden bahseder
misiniz?
Memleketiniz,
aileniz,
eğitiminiz, nelerle ilgilenirsiniz vb.
Aslen İzmir, Bergamalıyım, ancak babam
astsubay olduğuna ben İstanbul’da
doğdum. 2006-2010 yılları arasında
Trakya Üniversitesi’nde Türk Dili ve
Edebiyatı bölümünü okudum. Ardından
Marmara
Üniversitesi,
Türkiyat
Araştırmaları
Enstitüsü,
Türk
Dili
bölümünde yüksek lisansa başladım,
Servet Somuncuoğlu’nun desteği ile “Kızıl,
Tuva Müzesi, Yenisey Yazıtları” konulu
yüksek lisans tezimi hazırladım. Şuanda da
İstanbul Üniversitesinde Eski Türk Dili
kürsüsünde
doktora
eğitimimi
sürdürmekteyim.
Gallemit ile Don Kazakları kitaplarını
hemen edindim ve okudum. O süreçte,
Türkoloji sohbetleri ettiğimiz, bilgi
paylaşımı içinde olduğumuz Türkçe
Öğretmeni Ömer Ünal da bana Servet
hocadan bahsetti, “Orhun Abideleri Poster
Seti”nden edinmek ister misin diye sordu
ve bana Servet hocanın iletişim adreslerini
verdi.
Servet Somuncuoğlu ile tanışma
hikâyenizi daha önce ''Türk Dünyası
Araştırmaları-Tarih''
dergisindeki
Servet hoca ile e-posta aracılığı ile
iletişime geçtim ve poster setini aldım.
Aradan bir zaman geçtikten sonra
10
GENCAY
Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler
kitabının ikinci baskısı yayınlandı. Kitabı
almak için kendisi ile tekrar görüştüm,
akademik çalışmalarımdan ve Türk
kültürü üzerine araştırma yapmak, bu
konuda ilerlemek istediğimden söz ettim.
Hoca,
koşulsuz
beni
doğrudan
araştırmaya, çalışmaya sevk edecek
konular önerdi. Ben dediği çalışmaları ve
verdiği sorumlulukları yerine getirmeye
çalıştım.
bulunduk, düğün geleneklerini kayıt altına
aldık. Oraya beni götürmesi, bana
uyguladığı sınavlardan biri idi. “Eğer sıkı,
disiplinli
çalışır,
bütün
notları
kaydedersen, seni Tuva’ya göndereceğim.”
demişti. Ben de bu hırs ile düğünü takip
ettim, gerekli notları aldım. Bu inceleme
daha sonra Servet Somuncuoğlu ve Sinan
Yaka yönetiminde “Koşuburnu Düğünü”
adlı belgesel olarak TRT Belgesel
kanalında yayınlandı.
Marmara Üniversitesi’nde vermiş olduğu
konferansta da hoca ile tanışma şerefine
eriştim. Yüksek lisans tez konusu olarak
“Yenisey Yazıtlarını” çalışmamı önerdi,
danışmanım Prof. Dr. Emine Gürsoy
Naskali de beni bu konuda destekledi.
Böylece
Servet
Somuncuoğlu
ile
çalışmalarımız başlamış oldu.
2011 yazında Servet hocam ve oğlu Sencer
Burak
Somuncuoğlu
ile
birlikte
Moğolistan’da yirmi günlük araştırma
seyahati yaptık. Bu seyahat boyunca Türk
yazıtlarının ve kaya resimlerini takip ettik,
kayıt altına aldık. Hocanın Sencer Burak ile
beni Moğolistan’a götürmesinde yine bir
şartı vardı, döndükten sonra birlikte bir
yazı hazırlayacaktık. Hocanın bu sözünü
de yerinde tutarak Yeniçağ Gazetesinde
dokuz
sayı
halinde
“Atayurdun
Bozkırlarında” adlı yazı dizisini hazırladık.
Servet hoca benim gibi pek çok genç
arkadaşımız ile iletişim halinde idi, amacı
bildiklerini,
tecrübelerini
bizlerle
paylaşmak ve Türk kültürünün gençler
tarafından sevilmesini, araştırılmasını,
çalışılmasını sağlamaktı.
10 Temmuz – 20 Ağustos 2012 tarihleri
arasında bu sefer Moğolistan Gobi
çölünden Rusya Altay dağlarına kadar
Türk izlerini sürdük. Sencer Burak ve
benim için eşsiz bir deneyim oldu. Türk
tarihinin en önemli yaşam yerlerini,
yazıtlarını, mezar alanlarını yerinde görme
inceleme imkânına eriştik. Bizim için
büyük bir tecrübe oldu. Benim oraları
gitmemi, görmemi sağladığı için hocamı
rahmet ve minnet duygularımla anıyorum.
Ne tür çalışmalar yaptınız Servet hoca
ile?
Servet hoca ile ilk olarak “Çanakkale,
Koşuburnu
Tahtacı
Türkmenleri”nin
düğünlerine
giderek
derlemelerde
11
GENCAY
Servet hocanın arkasından çok ağıtlar
okundu, gözyaşları döküldü, yazılar
yazıldı. Ona, ardından, gösterilen bu
ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
yalnız Türk
hizmetlerdi.
milleti
adına
yapılan
Servet hocanın hep kullandığı bir cümle
vardı “İnsan paylaştıkça çoğalır.” Bu sözü
temel alarak elinde ne varsa maddi
manevi, paylaşım içerisindeydi. Kadir
kıymet bilindikten sonra, hiçbir zaman,
bilgisini
paylaşmaktan
gocunmadı,
çekinmedi.
Servet Somuncuoğlu bir gönül insanı idi,
herkes için ayrı bir yeri vardı. Araştırma
seyahatlerinde
ya
da
belgesel
çekimlerinde köylüyle, ona rehberlik eden
genç ile dost olurdu. Gittiği, çalıştığı her
yer onun memleketi, insanları ise
hemşerileri gibi olurdu. Dostluğu koşulsuz,
sevgisi derin idi, vefa duygusu ise onu
Servet yapan özelliklerindendi.
Servet hoca ile olan güzel anılarınızdan
anlatır mısınız biraz da?
2011 seyahatinde, Servet hoca, Sencer
Burak ile beni iki gün önce Moğolistan’a
gönderdi.
Kendisi ise Türk Dil
Kurumu’nun Ulanbatur’da düzenlediği
kongre ekibi ile birlikte geldi. Biz Kazak
Türkü rehberimiz ile iki gün boyunca şehri
gezdik, müzeleri inceledik.
Bu sebeple hocamın vefatının ardından
sevenleri üzüntülerini, kederlerini dile
getirdiler, şiirler, yazılar yazdılar. Halen bu
paylaşımlar sürmekte…
Servet hocanın üzerinde çalıştığı birçok
kitap, belgesel, proje vb. vardı mutlaka.
Bu çalışmalar devam ettirilecek mi? Bu
çok merak ediliyor.
Servet hoca ve TDK ekibi Ulanbatur’a
indikten sonra Bilge Tonyukuk anıtını
ziyarete gittiler. Biz de gençler olarak ayrı
bir araba ile anıtın oraya gittik. Yani Servet
hoca ile Bilge Tonyukuk anıtında buluştuk,
her birimiz heyecanla birbirimize sarıldık.
Hem tarihimin bengü taşı Tonyukuk’a
kavuşmak hem de Servet hoca ile Türk
tarihinin kutsal denebilecek atayurdu
topraklarına
buluşmak benim için
unutulmayacak bir anıdır.
Evet, planlanan pek çok çalışma vardı
ayrıca kendi zihninde olan projeleri,
hedefleri vardı… Yarım kalan “Koşuburnu
Düğünü”
belgeseli tamamlandı Mayıs
ayında, TRT Belgeselde gösterildi. Şu anda
da yarım kalan kitap çalışmaları
sürdürülmekte, en yakın zamanda
tamamlanacak.
Servet
hocanın
çalışmalarına,
başarılarına artı olarak pırlanta gibi de
bir kalbi vardı. Bu konuda bir şeyler
söylemek ister misiniz?
Yine ‘’Türk Dünyası-Tarih’’ dergisinde
‘’Tek bir harf ya da damga için bile
yüzlerce kilometreyi gitmekten, dağları
tepeleri aşmaktan hiçbir zaman
üşenmedi.’’ diyorsunuz. Bu konuda da
anılarınız var mı?
Bu pek çok kıymetli çalışması da bence
onun kalbinin temizliğini ve Türklük ateşi
ile attığını gösteriyor bize. Çünkü her bir
çalışma büyük özveri ile gerçekleştirilen
12
GENCAY
Aranılan bir yazıtı bulmak çölde su bulmak
gibi bir mutluluk oluyordu hepimiz için.
Bu sebeple zamandan ya da yorgunluktan
usanmadan çalışmalar gerçekleştirildi.
Bence Servet hocayı farklı kılan da bu
özverisi oldu.
Siz nasıl değerlendiriyorsunuz Taştaki
Türkleri?
Taştaki Türkler, Türk coğrafyasının, Türk
izlerinin bize görsel olarak sunulduğu
büyük bir çalışma. Bu hem dünyada hem
de Türkiye’de bir ilk oldu. Sibirya’dan
Anadolu’ya Türk tarihinin izleri gün ışığına
çıkarıldı. Tarafsız bir üslupla bilim
dünyasına, yeni çalışmaların yapılması için
sunuldu. Türk tarihinin tekrar yazılması,
değerlendirilmesi için bir milat olduğunu
düşünüyorum. Hakikaten de öyle oldu,
Servet hocanın bu çalışmaları hem bilim
dünyasında hem de duyarlı Türk
vatandaşında, Türk tarihine, kültürüne
dair büyük bir merak oluşturmasını,
farkındalık yaratmasını sağladı.
Moğolistan’ın şartlarında bu hakikaten
böyle. Bozkır coğrafyasında hem yol
koşulları hem de kaya resmi ve yazıtların
oldukça sarp yerlerde olmasından dolayı
büyük emek harcanıyor. Gün doğumundan
gün batımına kadar yazıtların olduğu
yerlere ulaşmaya çalışıyoruz. Mesela Gobi
Çölünde yer alan Del Uul yazıtlarını
bulmak tüm günümüzü vadileri aşarak,
kayaları tek tek arayarak geçirdik. Servet
hoca çok disiplinli, titiz çalışan bir
fotoğrafçı, araştırmacı idi. O sebeple en iyi
kareyi alana kadar bir çizim, kaya resmi
üzerinde dururdu. Eğer akşam ışığı
gerekiyorsa akşama kadar bekler, sabah
ışığı gerekiyorsa da o gece orada konaklar,
sabah tekrar o alanın çekimini yapardı.
Çünkü bir daha gelme imkânı ya olurdu ya
da olmazdı…
Son olarak eklemek istediğiniz bir
şeyler var mı?
“Taştaki Türk Günleri” ile yapmış
olduğunuz çalışmalar genç arkadaşlarımız
ve üniversite çevrelerince büyük ilgi
uyandırdı. Servet hocanın tek bir dileği
vardı, kendi yaptığı çalışmaların kendisi ile
birlikte mezara gitmemesi… Yani bu
çalışmaların
gençler
tarafından
sürdürülmesini diledi, bir nevî vasiyet etti.
Ben de onun şu sözünü tekrarlamak
istiyorum: “Çok çalışmamız lazım, daha
yapacak çok işimiz var.” Hocamı rahmet
dualarıma yâd ediyorum. Size ve emeği
geçen tüm arkadaşlarımıza teşekkür
ediyorum…
13
GENCAY
BOZKIRIN ORTASINDA BİR LALE AÇTI
Ömer ÜNAL
Hocam seni tanıdığımda yeniden bir lale
açtı
bozkırın
ortasında.
Bilgilerin,
araştırmaların yolumu aydınlattı. Karlı
Dağlardaki Sır’da tanıdım seni önce, sırları
vardı dünyanın ve o sırları keşfedip ortaya
çıkartacak insanlar olmalıydı elbette. İşte
el değmemiş kayalardı seni bir bebeğin
annesini bekler gibi bekleyen. Nasıl ki
değeri yoktur incinin sedefin içinde
gizliyken. Sen o incileri keşfettin hocam.
Atalarımızdı Türk’ü vatansız ve öksüz
bırakmamak için uğraşan. Sen de o
kayaların yıllardır süregelmiş öksüzlüğünü
dindirmiştin. Kayaların dili olsa da
konuşsa şimdi, nice ağıtlar yakarlar
ardından ve yankılanır gözyaşları güneş
adamların, gökyüzü atlarının…
ardından içimizdeki acının gözyaşlarına
dönüştü. Orhun Irmağı’na damlıyor şimdi
o yaşlar ve Tanrı Dağları’ndan bir kurt
uluması geliyor göğe yalvaran.
Saymalıtaş
suskun
şimdi.
Seni
bekliyorlardı
atam
Bilge
Kağan’ın
toprakları yeniden. Kayalar öksüz, ben ve
diğer tüm dostların, arkadaşların hocasız
kaldık. Türk’e yakışan bir yaşam
öyküsüydü seninki. Öğütlerin, yoluna
çıkan engellerle mücadele şeklin ve asla
ama asla seni yolundan döndürmek
isteyenlere takılmaman bana bıraktığın
önemli bir miras oldu.
Bir rüzgâr esti az önce, tenime değdiğinde
anladım bozkırın ruhundan geldiğini bu
rüzgârın, ters laleler bu kez boyunlarını
senin ardından büktüler ve o yıllara
direnen kayalar bir günde eridiler, güneş
adam güneşe küser gibi oldu ve ardından
senin Türk Tarihi’ne duyduğun inanç geldi
aklıma, birden selam durdum gökyüzünde
kayan yıldıza ve göğe kanatlanıp uçan
gökyüzü atlarına… …ve şimdi seni
düşünürken hocam bir lale açtı bozkırın
ortasında…
Sana bir fotoğraf göndermiştim bundan üç
yıl kadar önce. Öğrencilerin tahtaya
Göktürk abecesiyle yazdığı bir yazının
fotoğrafıydı bu. Çok duygulandığını ve
gözlerinin yaşardığını söylemiştin. İşte o
gözyaşları bugün mutluluğun değil senin
14
GENCAY
15
GENCAY
ERZİNCAN KAYARESİMLERİ ve
SERVET SOMUNCUOĞLU – DENİZ
ARSLAN İLE SÖYLEŞİ
Emre SEVİNÇ
Erzincan ve çevre illerde bir kültür elçisi
olarak faaliyette bulunan Deniz ARSLAN,
Servet SOMUNCUOĞLU’nun bu bölgedeki
araştırmalarında desteğini esirgememiş ve
yapılan
çalışmalarda
bulunmuştur.
Kendisinden istediğimiz söyleşiyi de
tereddütsüz kabul etmiş, Gerek Servet
SOMUNCUOĞLU gerek de bölgedeki Türk
eserleri
hakkında
önemli
bilgiler
sunmuştur.
Gencay
Dergisi
olarak
teşekkürlerimizle.
Bizimki de o misal, hep öyleydi aile
hayatımız.
Hayata bütüncül bakan bir felsefeye
sahibim. Servet hocamızdan, abimizden
bildiğiniz gibi yaşamınızın, yaptığınız işler
sayesinde sizden sonra da devam etmesi.
‘’Eserlerinizle yaşamak.’’ İşte bu felsefe ile
yola çıktık.
Arkeolojiye ve tarihe olan ilgimin dışında
ticaret ile uğraşmaktayım. 8 yılı aşan bir
zamandır ülkemizin çeşitli ilerinde faaliyet
gösteren bir aile şirketimiz var.
Bize biraz kendinizden bahseder
misiniz? İşiniz, aileniz, yaşamınız?
Arkeolojiye, dağda-bayırda gezmeye,
fotoğraf çekmeye çok ilgilisiniz, bu ilgi
nerede başladı, nasıl gelişti?
Öncelikli olarak Servet hocamızı anmak ve
onun açtığı bu yolda devam etmek onur
verici…
Memleketin coğrafi konumu sürükledi
beni dağlara. Ortaokul dönemimde bisiklet
turları düzenlerdik Munzur, Esence,
Köhnem dağlarına. Geziye giderken sık sık
mola verir, su-pınar bizim oraların
değimiyle göze arardım. Bir defasında
gözüme parçalanmış, turkuaz renkli
Anfora parçaları çarptı. O dönemde bu, çok
ilgimi çekmişti. Sonra bu ilgi bir ihtiyaca
dönüştü. Ve bu olay hayatımın bütün
akışını değiştirmiş oldu.
Erzincan’da yaşıyorum. 2010 yılında
evlilik makamına ulaştım. Yakın dönemde
de gözlerinden ışıklar parıldayan, canım
oğlum Arda Alp Arslan ailemize katıldı. Şu
sözleri hatırlarsınız ‘’Gittiğim bütün
yollardan hep ona döndüm’’ derdi bilge.
Yaklaşık 12 yıldır Erzincan ve civar illerde
gezi ve fotoğraf çalışmaları yaptım. Dağları
araçla değil adım adım gezdim, inceledim,
fotoğrafladım. Zamanla öyle bir noktaya
16
GENCAY
geldik ki amatörce çektiğim bu fotoğraflar
yazarlar, din adamları, belgeselciler
tarafından ilgiyle karşılandı.
Kayaresimleri açısından Erzincan’daki en
önemli örnek ise Kemaliye’deki Dilli
Vadisi’nde olanlardır. Burada da kayı, ok
damgaları dağ keçisi, geyik, güneş kültü
gibi figürler karşımıza çıkmaktadır. Servet
hocanın
Saymalıtaş’ta
fotoğrafladığı
figürlerle aynı figürlerdir bunlar.
Peki bölgedeki
durumda?
kayaresimleri
ne
Bölgemizdeki kaya resimleri damgaları
Erzincan’ın çeşitli ilçelerindedir. Özellikle
Kemaliye,
Tercan
ilçelerimizde
bu
eserlerimiz yapayalnız durumdadırlar.
Definecilerin, kaya falcılarının üzerinde pis
oyunlar oynadıkları
alanlar haline
gelmişlerdir. Bu damgalar ve figürler bizim
asıl sahip çıkmamız gereken tapu
senetlerimizdir.
Erzincan’da
kayaresimlerinin
bulunduğu yer hakkında bilgi verebilir
misiniz, coğrafyası, doğası, tarihi nasıl
mesela?
Geniş bir yelpazeden Erzincan tarihini
incelersek, şehir tarihi İpek Yolu’nun geçiş
bölgesindedir. Bu şehri zengin yapılara
sahip kılmıştır. Şehir defalarca depreme
maruz kalmıştır. Yapıların bazıları yok
olmuş bazıları zamana kafa tutmaktadır.
Yeni bulduğunuz alanlar oldu mu hiç?
Veya bulmak için çalışmalarınız oluyor
mu?
Sürekli gezi faaliyetlerimiz devam ediyor.
Ulaşılması zor Mogolistan, Kırgızistan
coğrafyasını aratmayan 3400 rakımlı
dağlarda Türklerin izini sürüyoruz.
Oldukça zor, çetin şartlarda geziyor ve
yüzey kaya çalışmaları yapıp pano dövme
tekniği ile kaya resimlerini arşivliyoruz.
Hitit kayıtlarında burası için ‘Harabe Kent’
denilmiştir. Depremin etkisinden dolayı.
Urartular döneminde karşımıza dünya
tarihi açısından önemli bir yerleşke olan
Erzincan Altıntepe çıkmaktadır. Kazı
çalışmasında ciddi eserler gün yüzüne
çıkmıştır. Roma döneminde yapılan kaya
mezarlar, Kızlar Kalesi mevkiinde, aynı
dönemde yapılan renkli mozaikler ise
Altıntepe’dedir.
Erzincan’da veya bölge
konuya bir ilgi oluştu mu?
halkında
Açıkçası bölge halkı, yetkililer, yerel
tarihçiler konudan habersiz. Yaptığımız
çalışmaları Servet hocamız ile belgesel
kitap çalışması yapacaktık. Ancak proje
yarım
kaldı.
Tanıtımı
yapılamadı.
Çalışmaların devamı için elimizden geleni
yapıyoruz.
Sonraki dönemde şehir Selçuklu mezarları,
Türk beyliklerine ait kervansaraylar,
hanlar, hamamlar ile çevrilidir. En önemli
yapılardan biri ise Saltuklu eseri olan
Mamahatun Türbesi ve Kervansarayı’dır.
Bu da Tercan ilçesindedir.
17
GENCAY
Gelelim Erzincan’daki kayaresimlerinin
kâşifi Servet SOMUNCUOĞLU’na,
2 haftalık gece-gündüz bir çalışmaydı.
Ortaya çıkacak figürlerin, mezarların bu
denli önemli olacağını o da tahmin
etmemişti.
Servet hoca ile tanışma hikâyenizden
devam edelim, o süreç nasıl gelişti?
Bilge Servet hoca, gezisi sırasında buraları
fotoğraflayacak
ve
yorumlayacaktı.
‘’Erzincan,
Sivas,
Tunceli-Ölüm
ve
Atalar’’dı bu projenin ismi.
Erzincan’da gördüğü bu motifler, bu
mezarlar onu yıllarını verdiği Moğolistan,
Kırgızistan, Rusya’daki Türk eserlerine
götürmüştü. Kültür devamlılığı bunları, ta
oralardan Erzincan’a kadar getirmişti.
Çayırlı ilçesinde bir kurgan keşfetmiş
‘Burası Ahlat kadar önemli bir yer’ demişti.
Kendisini belgesel çalışmaları, fotoğraf
sanatçısı kimliği, kitapları aracılığı ile
tanıdım. Araştırmalarımda bana yardımcı
olabileceğini düşündüm. TRT Belgesel
kanalını arayıp kendisi ile iletişime geçtim.
Yeni tanıdığı beni, dakikalarca dinledi
telefonda.
Kendisine
Erzincan’daki
Mengücekli, Saltuklu, Akkoyunlu, Osmanlı
mezar fresklerinden bahsettim. Ve
doğunun incisi Erzincan’a davet ettim. Gel
zaman git zaman aradan 4 yıl geçti. Bir gün
beni aradı Servet hoca. ‘Deniz, yarın
ordayım’ dedi.
Tunceli-Pülümür’de bir köye gittik. Köylü
amcaya sordu:
-Bu mezarda kim yatar amca
Köylü 80 yaşlarında:
-Burada yatan benim dedemdir, babam
defnetmiş.
Servet hoca:
-Peki senin etnik siyasi olarak kabulün
nedir?
Erzincan’a geldiğinde yıl 2013’tü. Türk
mezarlarına, kervansaraylara hayran
kaldı. Özellikle mezarlıklara gittiğimizde
Kırgızistan ve Moğolistan’daki Türk
mezarlarının burada da olduğunu söyledi.
Koç başlı mezar geleneğiydi bu. Ve bu
kültür devamlılığının Erzincan’a kadar
geldiğini söyledi.
Köylü amca:
-Ben Kürdüm kurban
İşte Servet hoca şaşkınlık içerisinde bana
fısıldayarak:
-Deniz’ciğim bu adam Türk oğlu Türk
yahu.
Ne tür çalışmalar yaptınız hoca ile?
‘Bizim
tapu
senetlerimiz
bu
mezarlıklardadır’ derdi hep. Bu bilgileri
bizlere emanet etti. Hep bilgilerin gizli
tutulmasını amaçlardı. Çünkü figürlerin
Öncelikle benden Erzincan’daki bütün
ilçeler ve köylerde keşif çalışması yapmak
istediğini söyledi. Ortak bir gezi planladık.
18
GENCAY
kırılacağı, tahrip
yaşıyordu.
edileceği
endişesini
Mamahatun Kervansarayı İpek yolu
üzerindedir. Orta Asya’dan Anadolu’ya
geçiş de bu yol üzerinden olmuş tarihte.
Bu kervansarayda konaklayan Türkler
yapmış olabilir bunları.
Erzincan ve civar illerde 1500 üzerinde
Türk balbalı bulmuştuk. Tercan bölgesinde
Türk Yazısı ile bir yazıt bulduk. En çok
buna şaşırıp-sevinmişti. Sert bir ses
tonuyla ‘’Deniz’ciğim şimdiye kadar
yaptığın gibi, bakmakla kalmayım görmeyi
öğreneceksin.’’ Bu söz gözümüzü açmış,
bizi uyandırmıştı.
Bu yerde hala teknik bir çalışma yoktur.
Kervansaray düğün salonu olarak işletime
verilmiş ve bazı damgalar tahrip olmuştur.
Peki,
Servet
hoca
buradaki
kayaresimlerini
ilk
gördüğünde
yanında mıydınız/nasıl bir tepki verdi?
Şöyle de bir anımız var: Bizim Türk
balballarını, mezarlarını inceleyecektik.
Tercan Mamahatun Kervansarayı’nda
kendisi
tecrübesinden
ve
göz
aşinalığından yararlanarak bir keşif
gerçekleştirdi. Aslında buradan daha önce
de binlerce-yüzbinlerce insan gelip
geçmişti. Ben de defalarca burada
bulunmuştum.
Ancak
yıllardır
yanıbaşımızda olan şeyi Bilge Servet
keşfetmişti. Türk Yazısı ile kazınmış bir
yazıttı bu. Bu anımıza ve keşfe ilk defa
Gencay Dergisi’nde yer verdiğimizi de
hatırlatmak isterim. Sayısız da damga
vardı ayrıca burada.
Servet hoca ile olan anılarınızdan
anlatır mısınız biraz?
Gezimizde bölgenin fotoğraf sanatçısı
Erkan ERDEM de bulunuyordu. Biraz
hüzünlü biraz da hissedercesine kısa
sürede birçok eser incelemiştik.
Hep beraber mezar taşları ile alakalı
konuşurken:
-Benim mezarımda 2 tane Ayyıldız olsun.
Fatiha yazsın. Büyük, görkemli, siyah
renkli olsun
Dedi. Yorgunluğumuza rağmen bizi
dinlendirmiyor
sürekli
‘arkadaşlar
zamanımız yok’ diyordu. Sanki bazı şeyleri
biliyordu.
19
GENCAY
Servet hoca nasıl değerlendirirdi
Erzincan’daki kayaresimlerini?
Servet hocanın Türk kayaresimlerine
kattığı
değer
hakkında
neler
söylersiniz?
Bir ezber söz konusuydu. Türklerin
Anadolu’ya gelişi 1071’dir vb… Bilge
Servet
bu
bilmişliği,
kanıtlarını
çalışmalarıyla
ortaya
koyarak
değiştirmiştir. Bu ve bunun gibi çok örnek
var tabi.
Bir yandan Erzincan’da bu figürleri
kimsenin keşfetmemesine şaşırmış bir
yandan da sevinç içerisindeydi. Bu
bölgedeki yetkililerden çok yakındı.
Erzincan Müzesi’ne gittik. Müze kilitliydi.
Her yer çöp içerisindeydi. Servet hocanın
TRT Belgesel kimliğinden çekindiler biraz.
Bir panik havası yaşandı. Ancak gezi ve
çekim için iznimiz olup olmadığı soruldu.
Servet hoca buna çok sinirlendi. Böyle
birşeyi
dünyanın
hiçbir
yerinde
görmediğini belirtti.
Servet
hocanın
vefat
aldığınızda neler hissettiniz?
Erzincan’daki
bölgenin
geleceği
hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bu bölgenin geleceği bizim elimizde tabi,
buraları
dünyaya
tanıtabilmek
de.
Araştırmacıların bu bölgeye yönelmesini
rica ediyorum. Her sohbetimde insanlara
bu simgelerin ecdadımızın simgeleri
olduğunu,
kırılmaması
gerektiğini
bunların hazineler ile alakası olmadığını
vurguluyorum. Halkımızın bu konuda
bilinçlenmesi lazım.
haberini
Vefat
haberini
internet
ortamında
öğrendim. Kendi ailemden biri olarak
görüyordum onu. Son zamanlarında
bizimleydi. Yüzüne, sakallarına nur gelmiş,
ışıldıyordu. Biliyordu sanki de hep
‘zamanımız yok diyordu’. Günlük saha
çalışmalarımız 18 saati buluyordu.
Zamanla yarışa girmişti adeta.
Son olarak söylemek istediğiniz bir
şeyler var mı?
Bize bırakılan bu bilgiler, bu eserler,
damgalar,
kayaresimleri
anlatılmalı,
yazılmalı. Koltuk-makam sahibi insanların
biraz çalışma yapmalarını ve yapanlara
destek
olmaları
temennisinde
bulunuyorum.
20
GENCAY
GELECEĞE YAZILANLAR
Aslıhan KAYA
Dikili taşlara, kayalara, heykellere,
balballara, mühürlere; oyma dövme ve
kazıma gibi usullerle işlenen yazıtlar
genelde bir kişi veya olayı canı tutmak
geleceğe aktarmak amacıyla meydana
getirilir.
Bunların yanı sıra yazıtlar
mevcut milletin dili, tarihi, yaşayışı, inanışı
ve estetik anlayışıyla o milletin ticari
kültürel her alanda etkileşimde olduğu
diğer milletlerle ilgili önemli bilgiler taşır.
Dünyanın en köklü beş kültüründen biri
sayılmasa da bulunup incelenmiş belge ve
yazıtlar, kaya resimleri ve damgalar Türk
kültürünün derinliklerini çok net ortaya
koyar. Öyle ki bahsi olunan 5 köklü
kültürün tam ortasında bulunup benliği
yitirmemiş yok olmamış kaybolmamış bir
kültür en iyisini hak eder.
Taşlara yapılan oyma ve süslemelere “
Bediz” bunları yapan ustalara “Bedizci”
denmiştir. Bedizcilerin etkileri mezar
taşlarında, yazıtlarda kendini belli eder.
Türkler her ne kadar savaşçı bir toplum
olmuşlarsa
da
sanata
ilgileri
yadsınamayacak kadar büyük olmuştur.
Balballardaki sanatkârane çizgiler ve eşsiz
oymalar Türk kültürünün en anlamlı
parçalarını oluşturmuştur. Lakin bu sanat
anıtlarının yanı sıra süs veya hatıra olmak
yerine halk görüp ibret alsın amacıyla
dikilen “Devlet Yazıtları” vardır. Orhun
Anıtları bunun en güzel örneği olmuştur.
Yazıtlar Bilge Kağan’ın ili için dikilmiştir
ve bir çeşit tapu işlevi görmüştür. Zaten
yeni alınmış toprakların sınırlarını
belirlemek amacıyla da yazıtlar dikilmiştir
ve “Zafer Anıtı” adını da alan bu yazıtlar
savaşın ve başarının serüvenine ait
olmuştur. Türkler için sınırlar her zaman
önem arz etmiştir ve bu yazıtlar bölgenin
mührü olmuştur. Sınırı belirlemek hele ki
Kağan için çok önemli sayılmış, buralara
“Çit” denilen kazıklar çakılmış ve kağanın
damgasını taşıyan taşlar koyulmuştur.
Türkler mezar taşlarını bir zaman “Bengü”
ismiyle anmışlardır. Zamanla “Mengü”
demişlerdir ve Tanrıyı da bu isimle
anmışlardır. Sade bu örnek bile yazıtların
Türk budunda ne denli önemli olduğunu
anlatmak için yeterlidir. “Bengü” sonsuz ve
ölümsüz olan demektir. Sonsuzluk tanrıya
gerektir ve bu sebeple asla yok olmayacak
yazıtlarına
da
bu
isimi
uygun
bulmuşlardır. Ölümsüz taşlara vurulmamış
ün, ölümlü kulaklarda uzun yaşayamazdı.
21
GENCAY
Taşlardaki yalın Tarih bilgileri, tarih
yazıcıları da dâhil olmak üzere sosyal
bilimcilerce hakkıyla araştırılmamış ve
kullanılmamıştır. Bilimin birçok dalında
yeni teoriler üretmek, ufuk açıcı ve
geçmişle
gelecek
arasındaki
yolu
aydınlatıcı
bu
görev
Servet
Somuncuoğlu’na nasip olmuştur. Kaya
resimlerini “Türklerin tarih öncesinden
bugünlere bıraktıkları izler” olarak
açıklayan Somuncuoğlu gerek kaleme
aldığı
eserlerle
gerek
keşif
ve
araştırmalarını açıkladığı belgesellerle
kendisine düşen görevi fazlasıyla yerine
getirmiş, Türk tarihinin bilinmeyenlerini
açık etmiş ve Tarihçilerin, Türkologların
önüne yeni ufuklar çizmiştir.
Somuncuoğlu dur demiş ve gerçekleri
Türk tarihine kazımıştır. Somuncuoğlu’na
göre damgaların oluşması MÖ 10.000 ile
MÖ 5000 arasında devam etmiştir.
Kayalara
çizilen
resimler
zamanla
soyutlaşarak farklı boyut ve anlamlar
kazanmıştır. Öyle ki resmedilen geyik veya
dağ keçisi zamanla soyutlaşarak ebedi
hayatı simgelemiştir. Zamanla soyutlaşan
ve anlam kazanan damgalar uzun bir süre
sonra ses değerlerine yani harflere
dönüşmeye
başlamıştır.
Asılsız
tahminlerle asimile edilmeye çalışılan
Türk kültürünün soylu alfabesi bu şekilde
meydana gelmiştir. Kültürü zedeleyici
kaynaklar ve yaratmaya çalışılan menşei
karmaşasına karşı Somuncuoğlu’nun bu
tespitleri kültür kodlarımız konusunda
ciddi önem arz eder.
Türkler tarih boyunca farklı alfabeler
kullanmışlarsa da öz harfleri Orhun
yazıtlarına işlenmiş Göktürk Alfabesidir.
Bu eski Türk runik alfabesinin ortaya
çıkışıyla ilgili ise birçok kötü tahminlerde
bulunulmuştur. Kimi kaynaklara göre:
Runik yazı köken olarak İskandinav
runiğinden, Finike alfabesinden, Arami
yazısından, Hint menşeili Horoşti’den tüm
bunların ve hatta daha fazlasının
birleşmesinden oluşmuştur.
Binlerce yıl önce Altay Dağları’nda
oluşmaya başlamış olan bu kültür
kodlarına günümüzde Anadolu’da da
rastlanılmıştır. Bunun sebebi olarak
Türklerin Anadolu’ya 1071’den daha önce
gelmiş
olmalarını
işaret
eden
Somuncuoğlu bir kez daha çok bilinen
tarihi bir olayın yanlışlığı duyurmuştur.
Ankara’ya 80 km. mesafedeki Güdül
Köyü’nde ortaya çıkan Türk damgaları MÖ
3000leri göstermiştir ve bu belge Türkler
ile Anadolu coğrafyasının tanışıklığını
binlerce
yıl
geriye
çekmiştir.
Ne mutlu ki bu uydurmaların ve Türklere
mazilerini unutturma ve dahi değişiklerle
anlatılarak asimile çabalarına yine
22
GENCAY
Somuncuoğlu’na göre Türkler Anadolu’ya
daha önce defalarca gelmiştir, kimisi
burayı yurt
edinmiş kimisi
geri
dönmüştür.
Öyle ki 1071 de gelen
Müslüman Türkler Anadolu’ya yelin
önündeki yaprak gibi değil akrabalarının
yanına gelmişlerdir. Bu konu yüzyıllar
önce Herodotos tarafında da işaret
edilmiştir. Ona göre İskitler “ kımız”
içiyordu ve akrabaları arasında Tomris
ismi vardı. Bunlarla beraber HakkâriGevaruk’ta bulunmuş kaya resimleri MÖ
5000lerde kazınmış olup Türk kültürü ile
aynı kodlarda birleşmiştir. Bu çevrede
bulunmuş geyik mezar taşları ve balballar
da Türklerin Milattan önce Anadolu’da
olduklarının bir kanıtıdır.
Türkolog
bu
anıtların
ilk
örnek
olamayacak kadar kusursuz olduğunu
belirtir. Orhun Antları her Türk’ün okuyup
anlaması, ders alması gereken bir
abidedir. Çünkü o yazıtlarda atalarımızın
hayatları sevinçleri üzüntüleri başarıları
başarısızlıkları yer almaktadır. Muharrem
Ergin Orhun’u şöyle anlatır: “Taşlar
üzerine yazılmış tarih. Türk devlet
adamlarının millete hesap vermesi,
milletle hesaplaşması. Devlet ve milletin
karşılıklı vazifeleri. Türk nizamının, Türk
töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek
Türk kültürünün büyük vesikası. Türk
askeri dehasının, Türk askerlik sanatının
esasları. Türk gururun ilâhi yüksekliği.
Türk feragat ve faziletinin büyük örneği.
Türk içtimai hayatının ulvi tablosu. Türk
hitabet sanatının erişilmez şaheseri.
Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı.
Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı
numunesi. Türk milliyetçiliğinin temel
kitabı. Bir kavmi bir millet yapabilecek
eser. Asırlar içinden millî istikameti
aydınlatan ışık. Türk dilinin mübarek
kaynağı. Türk yazı dilinin harikulade işlek
örneği.Türklüğün en büyük iftihar vesilesi
olan eser. İnsanlık âleminin sosyal
muhteva bakımından en manalı mezar
taşları. Dünyanın bugün belki de en büyük
meselesi olan Çin hakkında 1250 sene
evvelki Türk ikazı…”
Son olarak Orhun yazıtlarından bahsetmek
uygun düştü. Bizlere okullarda Tarih
kitaplarında Orhun Anıtlarının yazılı Türk
Tarihi’nin ilk belgeleri olduğu bildirildi.
Fakat Somuncuoğlu’na göre Orhun Anıtları
önsöz değil, Türklerin taşlar üzerindeki
son sözüdür. Görülüyor ki Orhun yazıtları
büyük bir birikimin ürünü ve son halidir.
Göktürk alfabesi oluşana kadar hem
damganın arkasında binlerce yıllık geçmişi
vardır. Orhun Anıtlarının şahane üslubunu
gören müthiş derinliğini hisseden her
23
GENCAY
Günümüzde her çizginin her damganın ve
hatta değerleri yüksek anıt ve resimlerin
bilinçsiz ve umursamazca heba edilmesi
güçlere
karşı
geçmişimize
sımsıkı
sarılmalıyız. Onlara benzemeye çalışmalı,
onlar
gibi
konuşmalı,
o
töreye
bağlanmalıyız. Atalarımızın yazdıklarını
okumalı ve onları yazmalıyız. Atalarımızın
dokunduğu taşlara dokunmalı, onları
anlamaya çalışmalı onlar gibi olmalıyız.
Kurtuluşun ve düzenin kaynağını bugün ya
da yarında veya Emperyalist devletlerin
tezgâhtarlığında
değil
dünümüzde,
Orhun’un satır aralarında aramalıyız. Öyle
bir geçmişe sahibiz ki biz Hunlarız, biz
Göktürkleriz,
biz
Kürşadlarız,
biz
Tuğrullarız, biz ki Oğuzlarız. Biz asla
düşmemiş
düşürülememiş
Dünya
kültürüne adımızı kazımış, ülkü yoluna
canları cananları şehit vermiş bir milletiz.
Sırf bu gururları dahi bize yaşattıkları için
bize taşlardaki tarihimizi miras bırakan
atalarımıza çok şey borçluyuz. Öyle ki
geçmişini bilmeyen geleceğini inşa
edemez. Miraslarımızı canımız pahasına
koruyup onları anladığımız gün Kızıl
Elma’lar bizimdir!
gerçek bir vahşet. Geçmişleri yitip gitmiş,
atalarını ve tarihlerini asla bilememiş çok
daha kötüsü onları unutmuş milletler
arasında yaşıyoruz. Bu şartlar altında bize
atalarımızı
unutturmak
amacıyla
hayatımızın her yerine, dilimizdeki
kelimelere dahi hükmetme çabasındaki
24
GENCAY
İZ’İN GÖLGESİNDE SOLUKLANAN
ADAM
Alper Göktürk ŞAFAK
“At ayağı külüğ ozanı dili çeviğ olur.”
Onlar, o çocuklar, o kurt ve kanı
karışık ışık çocuklar… Bir gün geldi
kayın ağacının dar odacıklarına sığmaz
oldular.
Kurtsu
bakıyorlardı,
çalımlıydılar.
Kurtsu
yürüyorlardı;
alımlıydılar
Kaşları, gözleri yerinde birer yiğit
delikanlıydılar
heyyy;
kurt
donanımlıydılar.
[Sonsuza Uyanan Taşlar]
Türk tarihinin satırları derinlere gittikçe
flûlaşır. Geniş bir coğrafyada uzun bir
müddet konar-göçer yaşamış bir milletin
kaçınılmaz kaderidir bu. Fakat bu
aramaktan alıkoymaz Türk çocuğunu.
Türk tarihi kalemden eski; sözlü tarih ise
mitleşmiştir zamanla. Hareketli yaşam
biçimimiz her ikisinin de okunmasını
zorlaştırmış üzerine yapılan yorumları da
güdük bırakmıştır. İster insan içgüdüsü
diyelim
ister
yarına
sesleniş…
Yolculuğunun hikâyesini iz bırakarak
anlatmış atalar. “Buradaydık” demenin
âzametini genlerle aktarmaktan öte bir iş
yapmışlar:
Türk’ün
adını
sonsuza
yazmışlar.
Tarihin izi yalnız satırlarda sürülmez.
Bâzen nehrin uğultusu, dağların yalnızlığı
bir şeyler aksettirmeye çalışır. Böyle
zamanlarda kendisine kulak kesilecek bir
kâşif arar rüzgâr. Dinlemeyi bilenler ve
kucaklaşmaya cesaret edebilenler sürebilir
o izi. Dağlar, zirvesinde sakladığı sarp
kayalıkları gösterir o cesur kâşife. Nehir,
sırrını açar gibi kaynağından kana kana
içirir serin sularından.
Servet
Somuncuoğlu
nehirlerle
konuşmayı, dağlarla kucaklaşmayı şiâr
edinmiş ve duyduklarını anlatmaya
ömrünü vakfetmiş bir Türk büyüğü…
Türklük duygusunu binlerce yıl öteden
günümüze aktaran bir kâşif…
Sepetçioğlu’nun Sonsuza Uyanan Taşları’nı
okuduğumda şekillenmişti iz’in ve
tamgaların anlamı. Ardından tevâfuk eseri
2007 yılının Aralık ayında Atlas dergisinde
“Taştaki Türkler” makalesi kafamdaki
taşları da yerine oturtmama yardımcı oldu.
Petrogliflerin
bize
dâir
ipuçları
Yazılandan öte, görünenden büyük.
25
GENCAY
verebileceğini burada fark ettim ve Servet
Somuncuoğlu’nun macerasını uzaktan
tâkip etmeye başladım. Bir fen bilimci için
iyi bir başlangıç yapmıştım ve tarih
ötesindekileri
öğrenme
istediğimi
mütevazı bir şekilde sürdürebilecek bir
kaynağın başındaydım. Artık Atsız’ın
Bozkurtlar’ı daha bir anlamlı, Ertuğrul
Gazi’nin atası Kayı Han ete kemiğe
bürünmüştü benim için.
Servet Somuncuoğlu’nun yaptığı böyle bir
şeydi.
Onun uzun yolculukları, arayışları ve
ardında bıraktıkları bir neslin ruhunu diri
tutmaya, damarlarındaki kanın delice
çalkalanmasına yetti.
Kozmopolitliğin
moda olduğu töreye sırt çevrilen bir çağda
‘arayan Türk gencinin’ îmânını diri tutan
yine kıymetli hocamızın çalışmaları
olmuştur.
Yarınlara
aktarmaksa
boynumuzun borcu olsun.
Yazılanın ardına düşmek, dokunmak ve
kalemin
söylediğinden
öte
şeyler
duymak… Tanrıdağlarını ilk gördüğünde
‘durduramadım’ diye anlattığı gözyaşları
mâveradan bir şeylere dokunduğuna ve
duyduğuna kanıt değil midir?
Tanrı Türk’ü Korusun.
26
GENCAY
BİR ÇAĞRI
Çağhan SARI
Servet
Somuncuoğlu'nun
aramızdan
ayrılışının birinci senesi doldu. Yaptığı
çalışmaları ve ortaya koyduğu eserleri
hakkında birçok yazı kaleme alınmakta ve
yazılmaya devam edecektir. Ancak Servet
Somuncuoğlu'nun bizlere bıraktığı eserler
kuşaklara aktarılmadıkça onu yad etmek
bir açıdan hep noksan kalacaktır. Tıpkı
büyük hocamız Durmuş Hocaoğlu'nun
vefatından sonra kitaplarının tekrar
basılması için uzun uzadıya bir uğraş
verilip tekrar baskıların sağlanması gibi
benzer uğraş bizleri beklemekte mi bunu
incelememiz lazım.
Kitap Ambarı'nda da aynı stok durumu
mevcut. Ayrıca Bilgeoğuz'dan çıkmış
Gallemit isimli kitabı da yine tükenmiş
olarak görülüyor. Bu eserin sadece e-kitap
olarak İdefix'ten satışı söz konusu. Kitap
Yurdu'nda ise Saymalıtaş Gökyüzü Atları
mevcut
görülüyor.
Ayrıca
Servet
Somuncuoğlu'nun Ressam Kainat Barkan
Pajonk ile
röportajının bulunduğu
Kainatın Gözleri kitabının da baskısı
tükenmiş durumda. Ankara, İstanbul ve
İzmir'deki büyük kitapçılardaki stok
durumunun ne olduğu hakkında malumat
sahibi olmamakla beraber bu yazının
yazılması sırasında Eskişehir'deki tüm
kitapçıları gezme imkânı oldu ve sadece
bir kitapçıda bir adet Damgaların Göçü
Kurgan eserinin olduğu görüldü.
Servet Hocamızın eserlerini temin etmek
istedik diyelim. İnternet üzerinden kitap
almak için en çok bilinen ve işlem gören üç
web sitesini esas alalım. Bunlar İdefix,
Kitap Yurdu ve Kitap Ambarı. Uzun
senelerdir hizmet veren bu sitelere
eriştikten sonra eser-yazar arama kısmına
Servet Somuncuoğlu yazalım.
Evet,
öyle
görülüyor
ki
Servet
Somuncuoğlu'nun
geride
bıraktığı
eserlerin okunması ve aktarılması için ilk
olarak tekrar baskılarının yapılması
gerekiyor. Nitekim bu konuda nasıl bir
girişimde bulunulabilir neler yapılır
bilmiyoruz. Umarız bu noktada üstümüze
düşeni yapmış oluruz ve tekrar basımlar
için gerekli çağrıyı en azından başlatmış
oluruz.
İdefix'te TRT'ye yapılan belgeselin DVD'si
ile İlke Basın Yayın'dan çıkan Damgaların
Göçü Kurgan isimli eserini temin
edebiliyoruz. Saymalıtaş Gökyüzü Atları ile
Timaş tarafından yayınlanmış Don
Kazakları eserleri tükenmiş durumda.
27
GENCAY
GENÇLERDEN ÜMİTLİYDİ
Sefa Miraç DEMİRCİ
Türk tarihine olan ilgim rahmetli Servet
Somunoğlu'nu bir televizyon programında
izleyince daha da artmıştı.
Servet Somuncuoğlu'nu tanımadan 1 yıl
önce Erzincan'ın Tercan ilçesinde bulunan
Mama Hatun Kümbeti’ni ziyaret etmiştim.
Kervansaray ve kümbet duvarlarında pek
çok damga, çizim ve yazı görmüş dikkatimi
çektiği için fotoğraflarını çekmiştim. Daha
sonra bunları Servet Somuncuoğlun'a
göndermeye
karar
verdim.
Çok
beğenmişti, aslında Doğu Anadolu'nun
bazı bölgelerini kapsayan bir projesinin
olduğunu ve zaman kazandırdığını
söyleyip bu çizimler hakkında daha çok
bilgi verdi. Erzincan'dan döndüğümde bir
gün Türk Eğitim-Sen'in Bursa'da "Taştaki
Sırlar"
adlı
konferansına
Servet
Somuncuoğlu'nun
davetli
olduğunu
öğrendim. O zamanlar lise 3. sınıf
öğrencisiydim, okul çıkışı 3 arkadaşımı da
yanıma alarak yetişebilmek için koştura
koştura gitmiştik konferansa. Çok güzel
sunum olmuştu kendimce notlar almıştım.
Çıkışta yanına gidip konuşma fırsatını
buldum. Genç yaşta bu ilginin kaynağını
sormuştu, sevinçliydi. Biraz sohbet ettik,
hepimize baktı ve; "Gençlerden ümitliyim
bu duvarı biz deldik siz yıkacaksınız, Türk
Tarihinin bilinmezliğini açığa çıkaracağız,
bu
yönden
içim
rahat"
demişti
gülümseyerek.
Aslında tarihimizde eksik şeylerin,
söylenmemiş doğruların olduğunu fark
ettim. Sorgulamaya, araştırmaya başladım.
Gördüm ki Türk tarihinin bilinmeyen daha
önce pek fark edilmeyen ve üzerinde çok
durulmayan bir yanı var. Bunu fark etmem
daha çok ilgimi çekip bu konulara yöneltti
beni. İnternet üzerinden iletişime geçtim
kendisiyle, bu konularda daha çok bilgi
aldım ve bilgi aldıkça da ilgimde arttı. Öyle
ki en yoğun olduğu zamanlarda bile her
soruma cevap veriyordu.
Onun bu sözleri beni daha da
heyecanlandırmıştı.
Sonrasında
hep
iletişimde olduk zaten. Memleketim
Erzincan'a tekrar gittiğimde dağlara,
köylere düştü yolum yeni şeyler
bulabilmek
için.
Resimler
çekip
gönderiyordum. Bir gün yine fotoğraf
28
GENCAY
göndermek için iletişime geçmeye
çalıştığımda vefat ettiğini öğrendim,
inanamadım. Ama vazgeçmedim yılmadan
gezip Türk kültürüne ait verileri
belgelemeye devam ettim. Her şeyi
Türklük için yapmış bin bir fedakârlıkla
Türk tarihine ve Türklüğe hizmet etmiş ve
bu yolda pek çok kaynak ortaya çıkarmış
birinin ümidini boşa çıkarmamak için çok
çalışmalıyız
eminim
ki
o
yapacaklarımızdan haberdar olacaktır,
mekânı cennet olsun...
29
GENCAY
SERVET HOCASIZ GEÇEN BİR SENE
Emre SEVİNÇ
Ah Servet hocam Ah…
Peki, Kimdi Servet hoca?
Vefatını duyunca ilk bu sözler dökülmüştü
zihnimden içime doğru. Yine de
inanamamıştım da odanın içinde bir o
yana bir bu yana telaşla koşuştururken
tanıdıklara sormuştum haber doğru mu
diye... Hala da inanamıyorum gerçi.
Bilgeydi Servet hoca… Türk tarihine ışık
tutacak bir felsefe anlayışı, kuramları,
ilkeleri, yöntemleri vardı.
Kut almıştı Servet hoca… Bilge Kağan
misali gece uyumaz, gündüz oturmazdı
Türk milleti için.
1 sene geçmiş aradan. Yine bir sahur vakti
ve ben yine onu yazıyorum.
Hisliydi Servet hoca… Binlerce yıldır
sessizce duran kayalar dillerini ona
açmıştı. En güzel pozları ona vermişti çok
sevdiği laleler.
Hakkında bir yazı dizisi yazıyordum geçen
sene bu günlerde. Dizinin ilk yazısını
göndermiştim de ne kadar sevinmişti,
mesaj atmış, övmüştü beni. İşte bana kalan
tek hatıra Servet hocadan o cümleler.
Keşke daha çok anımız olsaydı.
Bir ‘Ruh Adam’dı Servet hoca… Bu
dünyadan göçmesinin ardından ona
gösterilen sevgi seli, hüzün fırtınası onun
‘Ruh Adamlığı’ ile alakalıydı.
Ne hayallerimiz vardı. Türk tarihi, Türk
Yazısı’nın gelişim süreci aydınlanacak, yazı
öncesi geçmişimiz ortaya çıkacak, Türk
inancı, Türk töresi, Türk bilimi gün yüzünü
bulacaktı... O hayallerle ne geceler
devirmiştik, ne akşamlar etmiştik.
Tutarlıydı Servet hoca… İddialı konuşmadı
hiçbir zaman. Hayalleri çoktu ama
hayalleri ile de konuşmadı. Söylediği her
sözün ardında duran uzun seyahatler,
çekilmiş binlerce fotoğraf, Taştaki Türk’ü
düşünerek sabahladığı yüzlerce gece vardı.
Karşılık beklemedi Servet hoca… Kendi
çıkarını düşünmedi hiç. Yaptığı seyahatler
yıllık izinlerindeydi. Çektiği fotoğrafları
Türk
milletinin
hizmetine
sundu.
Çalışmaları sivil insiyatif ile yapılmış
çalışmalardı.
Bizdendi Servet hoca… Türkoloji’yi
belgeselleriyle, kitaplarıyla, içtenliğiyle
halka ulaştırabilmişti.
Bu hayallerimizi gerçekleştirecekti Servet
hoca.
Hayatının merkezine koymuştu Taştaki
Türk’ü Servet hoca… ‘Bu benim yaşam
30
GENCAY
biçimim’ diyordu. Gecesi gündüzüydü
taşlar, hayaliydi, yaşamıydı, ‘’geleceğiydi’’.
Yüreğimize,
geceleri
hayallerimize,
ülkümüze, dualarımıza onu kattık. Onun
açtığı yola derviş olduk.
Şöyle diyor bir TV programında Servet
hoca… ‘Sen sabret zaman sabretmez…
uyuduğun haram… kalk… oturduğun
haram’.
1 yıl geçti ya şimdi. Günler döndü, aylar
aşıldı, mevsimler esti. Karlar yağdı, sonra
bahar geldi, çiçekler açtı. Biz ise ne bir
adım ileri atabildik ne de bir adım geri.
Hep yanımızda hissettik onu. Bedenimiz
belki bugünü yaşıyor. Ama biz, 6 Ağustos
2013’te kaldık.
Yaptığımız her işi onu özleyerek yaptık ve
yapacağız. Tıpkı onun çok sevdiği
cennetmekân Turan Yazgan’ın ardından
yaptığı gibi.
Ruhun şad olsun hocam.
Türk tarihine adanmış bir hayattı Servet
hoca… Türk’ü aramış, Türk’e doğru
koşmuş, Türk’ü bulmuştu. Türk tarihinin
önüne gerilen o büyük duvarı kaya gibi
‘ağır’
3
tane
kitabıyla
devirmiş,
kendisinden sonra geleceklere yolu
açmıştı.
Yaktığın ateş sönmeyecek.
Yunus misali,
ateşe…
odunlar
taşıyacağız,
Tanrı, Türk’ü Korusun ve Yüceltsin.
…
Güdül Kayaresimlerini ziyaret ettik Mayıs
ayında. Servet hocanın ruhu da oradaydı.
Kağan Panosu’nda karşıladı bizi. Orada
karşıladı bizleri. Ağlaştık. Yolcu etti sonra.
Ne görmüştük ne de duymuştuk o gün onu.
Sadece hissetmiştik. Ruhu bizimleydi.
Çalışmalarımızda, onu anmalarımızda hep
bizi
görsün,
övsün
diye diledik.
31
o
GENCAY
TAŞTAKİ TÜRK GÜNLERİ - 2014
sunduk. Hatta onlara da bazı çalışmalar
yaptırdık ki elleri Türk Yazısı’na alışsın.
TAŞTAKİ TÜRK ATEŞİ-Emre SEVİNÇ
Bir ateş düşmüştü artık içimize,
duramazdık. Taştaki Türk’tü bu ateşin
ismi. Taştaki Türkleri ve onları bize
tanıtan, emanet eden Servet hocamızı
anmayı ve tanıtmayı görev bildik
kendimize.
Bir
fotoğraf
sergisi
düşüncesiyle başladı her şey. Sonrasında
bir avuç kar parçasının yuvarlanarak
kocaman bir kartopuna dönüşmesi gibi
büyüdü hayallerimiz. Çok hızlı gelişti ve
düşündüklerimizin de üzerine geçti
yaptığımız işler.
Taştaki Türk Günleri’nden bahsediyorum
sevgili okuyucular. Erzurum Palandöken
Gençlik Merkezi’nin büyük katkıları
sonucu ortaya çıkan bir etkinlik dizisi. Tek
bir
şehirde
planlanmıştı
ama
kendiliğinden 5 şehre, birçok etkinliğe
sahne oldu düşüncemiz. Muğla’da Melike
HİSAR, Bolu’da Alper Göktürk ŞAFAK,
İstanbul’da Selim UYSAL, Ankara’da Ayten
ALTAYLI ve Mehmet Fatih ŞAHİN tuttu işin
ucundan.
Neler mi yaptık?
Ben Erzurum’da neler yaptığımızdan
bahsedeceğim. Diğer şehirler için de
arkadaşlarıma bırakacağım kalemi, onlar
anlatacak…
‘Türk Yazısı Temalı Sanatsal Çalışmalar’
etkinliği ile başladı Taştaki Türk Günleri.
Ne güzel bir çalışma oldu. Türk motifleri
ile süslediğimiz çalışmaları katılımcılara
32
GENCAY
Bu ilk günümüzün sonunda kötü bir
haberle karşılaşmıştık. Soma’da meydana
gelen maden kazasında işçilerimiz maden
altında kalmış ve yaşam savaşı veriyordu.
Ertesi
gün
yapacağımız
‘Servet
Somuncuoğlu Anısına Fidan Dikme’
etkinliğini Soma’da hayatını kaybeden
işçilerimiz anısına da yaptık aynı zamanda.
Bu etkinliğimize Giresun Eynesil’den,
Servet hocamızın akrabaları dahi gelmişti.
Çok Kut’lu bir gündü.
Taştaki Türk Günleri 2015’te görüşmek
dileği ile…
BOLU - ALPER GÖKTÜRK ŞAFAK
Sevgili Emre SEVİNÇ’in bir mesajıyla
başladı her şey. Servet Somuncuoğlu ile
ilgili bir düşüncesinden bahsediyor,
benden yardım istiyordu. Ben de Servet
hocamıza
beslediğim
hayranlık
duygusunun da etkisiyle ne gerekiyorsa
yapacağımı söyledim ve başladık işe.
Soma’da meydana gelen bu kazada birçok
işçi ağabeyimiz vefat etmişti. Bu nedenle
daha önceden planladığımız ‘’Taştaki Türk
Fotoğraf Sergisi’’ni de iptal etmek zorunda
kaldık ve daha sonraki etkinlikler için
bayrağı İstanbul’da Selim UYSAL ve
Bolu’da Alper Göktürk ŞAFAK’a devrettik.
İSTANBUL
TAŞTAKİ TÜRKLER’İN PEŞİNDE BİR
KAŞİF: SERVET SOMUNCUOĞLU - Selim
UYSAL
Servet Somuncuoğlu, yapılamaz denileni
yapan, günümüzden binlerce yıl öncesine
giden bir zaman kâşifi gibi, Türk tarihinin
en eski belgelerini bizlere sunan ve bu
özellikleriyle şimdiye kadar anlatılan
tarihin bile değiştirilmesine neden olacak
işler yapan biriydi. Etkinliğimizde, onun
eşi,
arkadaşları
ve
öğrencilerini
ağırlamaktan ve Servet Hoca'yı birinci
ağızlardan dinlemekten çok memnun
olduk. Oldukça faydalı geçen ve katılan
herkesin memnun kaldığı bir etkinlikti.
Dilerim Servet Somuncuoğlu ve ortaya
koydukları hem halk hem de bilim
adamları tarafından gereken değeri görür,
tarih kitaplarına da girerek çocuklarımıza
ve gençlerimize yepyeni ufuklar açar.
Taştaki Türk Günleri idi projenin adı. Bize
yani Bolu’ya da bir sergi düşmüştü. Emre
hazırladığı sergi fotoğraflarını gönderdi.
Biz de Gençlik Kolları Başkanı olduğum
Türk
Ocakları
Bolu
Şubesi’ndeki
dostlarımızla işe koyularak serginin
gerçekleşmesini sağladık.
Sergi, Bolu’nun tarihi bir mekânı olan
Gülezler Konağı’nda gerçekleşti. Serginin
33
GENCAY
açılışını Bolu Vali Yardımcısı Sayın Gürkan
Karaman yaptı. Sergi bir gün olarak
planlanmasına rağmen Gülezler Konağı
yöneticilerinin yoğun isteği üzerine bütün
haftaya yayıldı. Bu bizi daha da mutlu etti.
senesinde en mutlu olduğun anları o
akşam yaşadım diyebilirim. Türk Ocakları
Bolu’ya teşekkürlerimle.
Bolu’nun ardından bayrak Muğla’ya Melike
Hisar’a geçiyordu…
Bolu’da gerçekleştirdiğimiz bir başka
etkinlik ise Servet SOMUNCUOĞLU’nun
asistanı Selda SERİN’in ‘Taştaki Türkler’
hakkındaki sunumu oldu. Sergi sırasında
Türk Ocaklı arkadaşlarımızla yaptığımız
bir sohbet sırasında ortaya böyle bir fikir
atılmıştı. Biz de bu fikri değerlendirerek
Selda hanıma ulaştık. Kendisi tereddütsüz
teklifimizi kabul ederek Bolu’ya geldi.
Kendisine buradan da ayrıca teşekkür
etmek istiyorum. Bu sunum ile ilgili olarak
Emre
SEVİNÇ
düşüncelerini
aktaracağından sözü ben ona bırakmak
istiyorum.
MUĞLA
TAŞTAKİ TÜRKLER MUĞLA’DA - Melike
HİSAR
Taştaki Türk Günleri 2015’te görüşmek
dileği ile…
BOLU SEVİNCİ- Emre SEVİNÇ
Taştaki Türk Günleri’nin Erzurum ayağı
bitmişti. Ama ben Ankara’daki etkinliklere
de katılacaktım. Yolculuk Ankara’ya idi.
Atladık geldik. Bolu’daki etkinlikler de
ilgimizi çekmiyor değildi hani. Servet
hocanın asistanı, Türkolog, sevgili Selda
SERİN Bolu’da da bir sunum yapacağını
söyleyince rotayı Bolu’ya çevirdim.
Bolu’da Türk Ocakları’nın ev sahipliğinde
Selda SERİN unutulmaz bir sunum yaptı.
Taştaki Türkleri dinleyicilere dillendirdi. O
akşam, zihnimde unutulmazlara girdi.
Gerek Ocak’lı yöneticilerin gerek genç
arkadaşlarımın konuya ilgisi, gözlerindeki
takdir ışığı etkinliklerin amacına ulaştığını,
emeklerimin
karşılığını
bulduğunu
gösteriyordu. Taştaki Türk Günleri’nin ilk
Türklük sevdası uğruna, ömrünü Türk
tarihini araştırmaya adayan Servet
Somuncuoğlu anısına ‘‘Taştaki Türkler
Fotoğraf Sergisi’’ Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde
açıldı.
34
GENCAY
‘‘Taştaki Türk Günleri’’ adı altında beş
farklı şehirde çeşitli etkinlikler yapıldı.
Muğla etkinliğimiz fotoğraf sergisi
arkasından konferans ile devam etti.
Yazımı Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’ün
sözleri ile bitirmek istiyorum, başka
etkinlikler de görüşmek dileğiyle, esen
kalın.
Sergimizde, Türk kültür tarihi açısından
çok önemli olan atalarımızın bize miras
bıraktığı eserler Servet Somuncuoğlu’nun
fotoğrafları ile sergilendi. Türk tarihinin
en eski kaynakları olan Orhun Anıtları ve
Türk entelektüel zekâsının bir ürünü olan
Göktürk Alfabesinin oluşum süreci bu
sergide takip edilebiliyordu. Ayrıca Emre
Sevinç’in takdire değer tasarımları da
sergiye farklı bir boyut kazandırdı.
Türklük bilincinde olan insanların
heyecanla gezdikleri bir sergi oldu.
Sergideki ortam bizi binlerce yıl öncesine
atalarımızın yaşadığı topraklara götürdü.
Orhun Vadisi’ndeki muhteşem günbatımı,
Türk adının taşlara kazındığı Orhun
Anıtları... Bütün gün burada kalmak
istedim.
“Büyük devletler kuran ecdadımız büyük
ve şümullü medeniyetlere de sahip
olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek,
Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için
bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını
tanıdıkça daha büyük işler yapmak için
kendinde kuvvet bulacaktır.”
Bu güzel etkinlikten sonra bayrağı
Ankara’ya tekrar Emre Sevinç’e devrettik.
Taştaki Türk Günleri 2015’te görüşmek
dileği ile…
ANKARA
ANADOLU’NUN ORTASINDA TAŞTAKİ
TÜRKLER - Emre SEVİNÇ
Erzurum, Bolu, İstanbul ve Muğla’nın
ardından
sıra
Ankara’ya
gelmişti.
Ankara’da uzun zamandır planladığımız
Servet hoca ile ilgili bir sunumumuz ve
yine onun keşfettiği Güdül ilçesindeki
kayaresimlerine
gezimizi
gerçekleştirecektik.
Ama bu kadarla bitmiyordu. Okt. Dr. Rabia
Aydın hocamız, adeta biraz önceki
fotoğraflar
konuşuyor,
kendilerini
anlatıyorlar gibi çok bilgi yüklü ‘’Taştaki
Türkler’’ konferansını verdi. Bu etkinlik
hem bize için hem de katılımcılara farklı
bir boyutta yeni bilgiler kattı ve güzel birer
anı oldu.
TÜBAV’ın
ev
sahipliğinde
gerçekleştirdiğimiz etkinlikte Selda SERİN
bir sunum yaparken Prof. Dr. Dursun
YILDIRIM, Prof. Dr. Nakış Karamağaralı,
Prof. Dr. Ali AKAR gibi Servet Somuncuoğu
dostları onu anlattı. Bu etkinliği
gerçekleştiren
Tübav
yetkililerine
teşekkürlerimle.
Servet Somuncuoğlu’nu rahmetle anıyoruz
ve bu kutlu yolda onun izinden, gerçek
Türk
tarihini
arayışının
peşinden
gideceğimize söz veriyoruz. Bu etkinlikte
olmak benim için gurur vericiydi.
Katkılarından dolayı ‘‘Anadolu Kartalları
Doğa ve Kültür Topluluğu’’ başkanı Burak
Kara, başkan yardımcısı Servel Ulfan
arkadaşlarıma ve konferans için Okt. Dr.
Rabia Aydın hocamıza teşekkür ederim.
35
GENCAY
Sıradaki etkinliğimiz ise uzun zamandır
isteyip de yapamadığımız bir etkinlikti.
Güdül
Kayaresimleri
Gezisi.
Bu
etkinliğimiz de oldukça eğlenceli ve yararlı
geçti. Hasretini çektiğimiz kayaresimlerine
dokunma fırsatı bulduk. Onları yakından
görmek bize tahlil imkanı sundu. Ata
ruhlarımızı selamladık.
Sonuç olarak,
13-24 Mayıs tarihleri arasında gerek
Taştaki Türkleri gerek de Servet
Somuncuoğlu hocamızı anma fırsatı
bulduk. Bu etkinliklerimiz sırasında yeni
arkadaşlıklar
kurduk
ve
mevcut
arkadaşlıklarımızı genişlettik.
Emeği geçen, övgülerini sunan, aynı yolda
yürüdüğümüz
tüm
dostlarımıza
selamlarımla.
Taştaki Türk Günleri 2015’te görüşmek
dileği ile.
Tanrı Türkü Korusun.
36
GENCAY
KISA KISA SERVET SOMUNCUOĞLU
Onu Kağan Panosu’na götürdüğümde endişeliydim. Bunu beğenmeyebilir diye. Hocam
sizi bunun için çağırdım dedim. Geldik Kağan Panosu’na, şöyle bir duraksadı, baktıı
baktıı. ”Bana bir müsaade edin, bir sigara içeyim” dedi. Eee tabi ben de merak var.
Soruyordum, ”hocam neresini beğenmedin”diye. Cemil bir dur, içeyim şu meredi” dedi.
İçti sigarasını. O an açtı telefonu, birkaç kişiyi aradı. Telefondakilere şöyle nara atıyordu.
”Hocamm, hocamm Güdül’de değilim, sanki Orta Asya’dayım, Orta Asya’dayım”. Ben
ferahladım tabi. Sonra ”Gel lan benim kahramanım seni bir öpeyim” dedi.
Cemil SÖYLEMEZOĞLU-Güdül Kayaresimlerini Anlatırken
Belgesel yapmak gönül işidir.
Kalple yapılır bu iş.
Hissetmenizi, ağlamanızı, üzülmenizi, gülmenizi, sevinmenizi, heyecanlanmanızı,
insanlara anlatacak yeni şeyler için umutlanmanızı, zaman zaman coşmanızı gerektirir.
Çelebi misali kaydettiklerinizi insanlara aktarmak için yanar tutuşur, sabırsızlanırsınız.
37
GENCAY
Çok çalışır ve yine çok çalışırsınız.
Benliğiniz belgesellerin içine girer, orada yaşar. Kendinize pek zaman ayırmazsınız.
Başkaları aldıkları yeni arabalarla ya da giysilerle hava atar, siz de manevi ideallerinizle.
Belgeselci dinlenmez yeni projelere yelken açar.
Kalp bu kadar harekete dayanır mı?
Dayanmadı işte…
Zafer KARATAY
Yiğitler, sessiz uçmaklığı seçerler. Bir garip döngü, bir bilinmez Tanrı buyruğu. Aslında
yaşarken de sessiz, ama derindendirler. Tutkuları yakalanmayacak yükseklikte, Ülküleri,
Göksel…
Sesleri yitik…
Aslında seslenirler de yalnızca duymak isteyenlere…
Duyabilenlerden olmak ne mutlu!
O taşların HAKANI…
Taşları Türk yapan, Türk taşlarda Türk imi, Türk tamgası arayan, onları bulup,
bedizleyip kaydeden…
Kim bilir kaç taşın başında oturup, zamanı yitirmiş, taşla bir taşlaşmış, taşla bir kez daha
Türkleşmiş, taşla bütünleşmiş…?
Haldun Terzioğlu
38
GENCAY
‘Bugün bayram’ diyemedik!
Arslan TEKİN
Orhun’un kaynağından yudum yudum içerken,
Sibirya’dan buraya diyecek sözün kaldı.
Asya’nın dağlarında gök yeleli gezerken,
Cümle bengü taşlarda Servet’çe izin kaldı.
Taştaki Türkler olduk, kanatlandık aşk ile,
Damgaların Göçü’yle yola çıktı kafile,
Sayılı nefes bitti, ne söylesek nafile,
Bizlere bıraktığın bir garip hüzün kaldı.
Mehmet Ali KALKAN
39
GENCAY
SERVET HOCADAN ÖNEMLİ SÖZLER
-Eski çağ kültürleri sayılırken Mısır, Çin, Yunan, Mezopotamya, Hint sayılır.
Devasa bir Türk kültürünü niye söylemezsiniz?
…
-Ben Öntürk tabirine çok katılmıyorum çünkü Türk’ün önü arkası, sağı solu
olmaz, Türk Türktür.
…
-Eski Türk medeniyetinin dini vardır, dili vardır, ekonomik sistemi vardır, e o
zaman siz bunu nasıl görmezden gelir, nasıl yok sayarsınız?
…
-En ilk köklerine ulaşmak insanın sinir uçlarına dokunur ve harekete geçirir
toplumları.
…
-Bu kaya resmi alanları orasında burasında define var diye bilmem ne var diye
defineciler tarafından tahrip ediliyor. Bunların hiçbirinde define yok, bunlar
binlerce yıl önce yaşamış insanların duaları, dilekleri, ibadetleri. Çarpılırlar, çok
fazla deşelemesinler.
…
-Bizim gençliğimizde okuduğumuz çizgi romanlar vardı, Teksas, Tommiksler,
sonra onlar çeşitlendi. Biz o Teksas Tommiksleri, çizgi roman gibi okurken,
aslında başka birilerinin tarihlerini öğrenmiş olduk. Nasıl öğrendik, onların bize
sunduğu bölümlerini görerek öğrendik, öyle algıladık. Kırmızı urbalılar, İngiliz
askerleri Amerika’yı işgal etmiş, çelik bilek var yani Teksas dediğimiz kişi,
40
GENCAY
pazusu kuvvetli yarım post elbise giymiş ve İngiliz askerlerini sürekli döven birisi.
Şimdi İngilizlerle Amerikalılar birlik olmuşlar dünyayı dövmeye çalışıyor ama
bizim gençliğimizde okuduğumuz o çizgi romanlarda Teksas diye bir adam çıkıyor
işgalci İngilizleri habire pataklıyordu. Ne öğreniyoruz, İngilizler Amerika’yı işgal
etmiş vaktiyle.
…
-Ve Anadolu’da biz 150’den saymaya başlıyoruz, 149 nerede?
-Roma, Bizans vesaire, ya bizim bir şeyimiz yok mu? Var, hem de Roma’yı, Bizans’ı
katlayacak şeyler var. Yani bir Saymalıtaş tek başına bir İskenderiye
kütüphanesidir, yani eski çağların en büyük kütüphanesidir tek başına.
…
-Orhun anıtları Türk tarihinin önsözü değil, Türkler’in taşlar üzerindeki son
sözüdür.
…
-Taştan put yapmamış bir millettir Türkler.
…
-Türkler göçebe bir millet değil, Türkler göç eden bir millet.
…
-Gök tanrı dininde tartışmasız olarak tek tanrı inancı var.
…
-Bunlar taştan mektuplar, geçmişten günümüze yazılmış ve bunlar ata
ruhlarımızın sesleri.
…
-Türkçeyle Altay
gidebilirsiniz.
dağlarına
kadar
buradan
sadece
Türkçe
konuşarak
…
-Tarihin tek DNA’sı vardır o da mezar taşıdır.
…
-Orhun anıtlarında kullanılan alfabenin oluşması belki her harfin arkasında
binlerce, yüz binlerce kaya resmi var.
41
GENCAY
-Şaman kelimesi Türkçeye Sanskritçeden geçmiştir, bizde şaman yoktur, bizde
kam vardır ve eski Türklerin dini, Türkler’in eski dini gök tanrı dinidir, Şamanizm
değildir. Şaman ve Şamanizm ile bir paganlaştırma vardır.
…
-Türk tarihinin karanlıkta kalmış, sislenmiş, puslanmış gerçek ve o buzdağının
altı gibi gerçek kısmı, kayaresimlerinin çözümlenmesiyle ortaya çıkacaktır.
…
-Ordu Mesudiye Esatlı Köyü’ndeki kaya resimlerine yapılan bir yorum “Vikingler
Anadolu’ya geldi orada görüyorsunuz uçan at figürü var”, uçan at figürünü Viking
gemisi gibi yorumluyor ama siz Asya’nın derinliğinde uçan at figürünü
biliyorsanız...
42
GENCAY
SERVET HOCAYI ÖZLEYEREK –
DAMGALARIN MASALI
Çizim: Emre SEVİNÇ
43
GENCAY
44
GENCAY
AH! SERVET HOCAM AH…
45
GENCAY
millikanal.com
46
GENCAY
MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ’NİN SON KİTABINI
MERKEZİMİZDEN TEMİN EDEBİLİRSİNİZ.