www.millidusunce.org Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı Kızılay/ANKARA Telefon: 0 (312) 231 31 94 Belgeç: 0 (312) 231 31 22 GENCAY GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi Yıl 3 Sayı 31 - Ağustos 2014 Ücretsiz e-dergi www.gencaydergisi.com [email protected] EŞİ NEVİN SOMUNCUOĞLU İLE SÖYLEŞİ / Emre SEVİNÇ SERVET AĞABEY! / Adil YILMAZ ASİSTANI SELDA SERİN İLE SÖYLEŞİ/ Emre SEVİNÇ BOZKIRIN ORTASINDA BİR LALE AÇTI / Ömer ÜNAL ERZİNCAN KAYARESİMLERİ VE SERVET SOMUNCUOĞLU – DENİZ ARSLAN İLE SÖYLEŞİ / Emre SEVİNÇ GELECEĞE YAZILANLAR / Aslıhan KAYA İZ’İN GÖLGESİNDE SOLUKLANAN ADAM / Alper Göktürk ŞAFAK BİR ÇAĞRI / Çağhan SARI GENÇLERDEN ÜMİTLİYDİ / Sefa Miraç DEMİRCİ SERVET HOCASIZ GEÇEN BİR SENE / Emre SEVİNÇ TAŞTAKİ TÜRK GÜNLERİ - 2014 KISA KISA SERVET SOMUNCUOĞLU SERVET HOCADAN ÖNEMLİ SÖZLER SERVET HOCAYI ÖZLEYEREK – DAMGALARIN MASALI GENCAY EŞİ NEVİN SOMUNCUOĞLU İLE SÖYLEŞİ Emre SEVİNÇ Nevin hanım, öncelikle söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz ve Gencay Dergisi’nin Servet SOMUNCUOĞLU özel sayısına verdiğiniz destek için teşekkürü borç biliriz. Topluluğu”’nun müzik çalışmalarına katılıyor, sık sık da evlerine konuk oluyordum, Bünyamin Ağabey ve eşi Behiye Abla’nın kızları gibiydim. Bünyamin Ağabey’in Radyoevinde çalışıyor olması ve cennet mekân Turan Hocamızın Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı vesilesiyle yollarımız Servet’le kesişmiş oldu. Bana evlenme teklifini yaparken: “hayatın şiirini yazalım ve yaşayalım seninle” dedi. Öyle ince ruhlu bir insandı. 29 Haziran 1991’de Servet’in köyünde yapılan düğünümüzle evlendik. Düğünümüzün özellikle köyde olmasını istemişti. Köyünü, insanlarını çok seviyor, geleneklere önem veriyor, yaşatmak istiyordu. 1992’de oğlumuz Sencer Burak dünyaya geldi. Ben size çok teşekkür ediyorum. Sevgili eşim Servet SOMUNCUOĞLU için özel sayı hazırlamanız ve onun çalışmalarını devam ettirme ve duyurma çalışmalarınızı takdir ediyor ve şükranlarımı sunuyorum. Servet hoca ile tanışma hikâyenizden başlayabilir miyiz? Taştaki Türklere ilgisi nasıl başladı Servet hocanın? Bir anda mı gerçekleşti yoksa bir süreç halinde mi oldu? Ben Servet’i tanıdığım ilk günden itibaren Türk Kültürü üzerine hep projeleri vardı. Tanıştığımız yıllarda Fındıkzade’de bir bodrum katında küçük bir evde oturuyordu. Daha o zamandan pek çok kitabı vardı. Sürekli okuyan, yazan, düşünen bir insandı. O günlerde bana şöyle söylemişti: “Ben yazar olacağım ya da siyaset yapacağım. Evimiz her durumda dergâh gibi olacak. Bunu kabul ediyorsan gel bana.” Tercihi zaman içinde yazarlık, fotoğrafçılık, belgeselcilikten yana oldu. Servet’le 30 Aralık 1988 günü sevgili Bünyamin AKSUNGUR Ağabeyin evinde tanıştık. Ben 21 yaşımda, Servet ise 24 yaşındaydı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde okuyordum. Servet, TRT İstanbul Radyosu’nda program yapımcısı olarak görev yapıyordu. Bünyamin Ağabeyin yönetiminde Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın “Türk Dünyası Müzik 1 GENCAY Düşünce anlamında ise her zaman siyasetin içinde oldu. İlk günlerden itibaren Türk Kültürü üzerine üreten birisiydi, Taştaki Türklere ilgisi ise zaman içinde oluştu. Net olarak ifade etmem gerekirse, Bursalı bir grup iş adamıyla Kazakistan’a yaptıkları bir gezide Tamgalı Say’ı görmesiyle eski Türk yazıtları ve kaya resimleri aşkı başladı. Onu tanıdığım günden beri fotoğraf çekiyordu, çekmeye devam etti hep. İlerleyen yıllarda ise “Türk Dünyası, Türk Kültürü ve Türk Tarihi fotoğrafçısı olacağım” dedi ve o tarihten sonra kalemi ve fotoğraf makinesiyle ömrünü TÜRK KÜLTÜRÜNE adadı. Onun ağzından “kültür paylaşıldıkça, tekrarlandıkça çoğalır, yaşar” sözünü defalarca duymuşumdur. Yaptığı tüm çalışmaları bu amaca hizmet eden, Türk kültür tarihinin kodlarını çözmeye, paylaşmaya ve duyurmaya yönelik işlerdi. 2004’ten sonra ise ömrü eski Türk yazıtları ve kaya resimleri yani Taştaki Türk izlerinin peşinde Baykal Gölü kıyılarından Macaristan’a kadar dağdan dağa devrilerek geçti. beni çok mutlu ediyor ve acımı bir nebze de olsa azaltıyor. Servet için yaşam yasası: Okumak, yazmak ve üretmekti. Yayımlanmış ilk kitabı olan “Don Kazakları”nda karşılıksız ve beklentisiz insan sevgisiyle çıktığı merak yolculuğunda ulaştığı hikâyeyi, Manyas, Akşehir Kazakları ve Kars Malakanlarının göç serüvenini anlattı. İkinci kitabı “Gallemit”te ise asker arkadaşı Muzaffer Hoca’nın dünyasından yaşadığımız yüzyıla ağıtını anlattı okuyucularına. Bu kitapların yanında “Adanmış Bir Ömür – Çetin Berkmen” ve Ressam Kâinat Barkan’ı anlatan “Kâinatın gözleri” yerini aldı. Defalarca gittiği saha çalışmalarına dayalı olarak Karlı Dağlardaki Sır, Damgaların Göçü Kurgan, Zamana Karşı – Kazdağı Koşuburnu Köyü Türkmenleri, Tamgalar – Dengizli adlı belgesel programları, belgesellere ek olarak Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler, Saymalıtaş Gökyüzü Atları, Damgaların Göçü Kurgan kitaplarını ortaya koydu. Ayrıca ülkemizin önemli keşif, coğrafya ve kültür yayını olan Atlas dergisinde muhtelif tarihlerde aynı konular çerçevesinde yazı ve fotoğrafları ile hazırladığı çalışmalar yayınlandı. Hoca Ahmet Yesevi ve Türkistan şehrini anlattığı “Türkistan’da Bir Gün” ile Kazakistan’da bulunmuş olan “Altın Elbiseli Adam” ı anlatan belgeselleri ile yine Türk Kültürünün farklı dönemlerini gösterdi bize. Bir Türkmen köyü olan Servet hocanın yaptığı birçok çalışma var ve uzun çalışmalar bunlar. Tamamını anlatmak zor ama bu çalışmaların en yakın şahidi olarak biraz özetleyebilir misiniz? Servet çok yönlü bir insandı. Onu kaybettikten sonra karşılaştığım herkese onu anlatabilme çabası oldu bende hep. Tanıyanlar zaten biliyorlardı, tanımayanlara ise keşke tanımış olsaydınız diye onu anlattım hep. Bir de şunu fark ettim, aslında o kadar çok kişi onu tanıyor ve çalışmalarını takip ediyorlarmış ki. Bu 2 GENCAY Koşuburnu Köyünde Düğün’ü çekmişti. Bu belgeseli ise maalesef onun ardından izleyebildik ekranlarda. En son Karadeniz Belgeseli çekiyordu. Hakk’a yürüyüşünden önce bu belgeselin ilk tur çekimlerinden dönmüş ve araya yıllık iznini alarak Karadeniz araştırmalarını pekiştirecek “Gürcistan” araştırma gezisini koymuştu. Bu araştırma gezisinden döndükten birkaç gün sonra da kaybettik onu. Servet hocanın önemli bir çalışma temposu vardı. Bunu hepimiz biliyoruz. Gerek alan çalışmalarında gerek masa başında uzun çalışmalar gerçekleştirdi. Bu çalışma temposunu biraz anlatır mısınız bize? Nasıl bir çalışma azmi vardı? Servet Somuncuoğlu çalışkandı, boş laf söylemez, çalışır, üretirdi. Onu tanıdığım günden beri hep projeleri vardı. Bu projeleri uygulamak için bir kişilik değil, üç-beş kişilik yaşadı. Bu aşk ve şevkle, bahar ve yaz aylarını araştırma gezilerinde geçiriyor, sonbahar ve kış aylarında masa başında bu çalışmalarını derliyor, yazılarını yazıyor, kitap çalışmalarını hazırlıyordu. Çektiği her fotoğrafın üzerinde, yazacağı her yazı için günlerce, gece yarılarına kadar çalışıyordu. Unkapanı Plakçılar Çarşısı’nın popüler kültürün merkezi olduğu günlerde, yapımcılara halk müziği ustalarımızın albümlerini yaptırarak, Türk Kültürüne ait değerlerin duyulması, Türk Kültürünün paylaşılarak çoğalması yolunda önemli adımlar attı. “Hamit Çine ve Parmak Curası”, “Mehmet Erenler-Efelerin Selamı” aklıma gelenler. En büyük şairlerimizden rahmetli Attila İLHAN’ ı kendi sesinden şiir albümü çıkartılmasına ikna ederek, “Ne Kadınlar Sevdim” ve “Ben Sana Mecburum” albümlerinin çıkmasını sağladı. ‘’Türkülerle Türkiye’’ albümünün genel yayın danışmanlığı ve metin yazarlığını yaptı. Sürekli “daha yapacak çok işimiz var, çok çalışmamız lazım” derdi gençlere. Yazın yapacağı Moğolistan, Rusya seyahatlerini en az altı ay önceden planlamaya başlar, bütün o zor yolculuklara her türlü hazırlığını kendisi yapmış olarak çıkardı. Karşılaştığı zorluklar bile onu yıldırmaz, moralini bozmadı. Biz işimize bakacağız der, aynı şevkle işine devam ederdi. Türk tarihinin bilinmeyenlerinin izinde yürüttüğü çalışmaları kapsamında Türkiye’nin çeşitli yerlerinde onlarca konferans verdi, çeşitli yerlerde Servet’in çalışmalarından fotoğraf sergileri açıldı. 2011 yılında Brezilya Sao Paola’da “Taştaki Türkler” fotoğraf sergisi açıldı ve kendisi de serginin açılışına gitmişti. Bütün çalışmalarında, çektiği her fotoğrafta, yazdığı her cümlenin ardında, öğrencilik yıllarından beri biriktirdiği yaklaşık 10.000 kitaplık kütüphanesi vardı. Ayrıca gençlik yıllarından itibaren yazdığı hikâyeleri, şiirleri ve çeşitli konularda kaleme aldığı yazıları vardı. Kısmet olursa bunları da yayına hazırlayıp, basılmasını sağlamak istiyorum. 3 GENCAY Türk tarihinin bilinmeyenlerine yelken açtı Servet hoca. Açıldıkça açıldı, çözdükçe çözdü. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz Türk tarihinin bilinmeyenlerini? yıllık ömrünün son 10 yılı sahada geçmiştir. Saha çalışmaları ile binlerce yıl önce dağların zirvelerinde başlayan, çok uzak zamanlardan günümüze yazılmış mektuplar olarak nitelediği kaya resimlerindeki Türk tarihinin kültür izlerini bizlere taşıdı ve gösterdi. Bu izlerin kaya resmi, damga, mezar taşı olarak Anadolu’da birçok alanda da var olduğunu görüp, Anadolu’nun çok eski bir Türk Yurdu olduğuna dikkat çekti. Ata ruhlarının seslerini taşıdı, duymak isteyenlere. Popülizme girmeden gerçekleri aktarmaya yönelik, verilere dayalı sağlam temeller üzerine oturtarak ilerledi. Kısaca ifade etmek gerekirse onun çalışmalarıyla, akademik çevreler ve makaleler içinde kalmış olan Türk Kültürünün antik dönemine bir kapı aralanmış oldu. Bilimsellikten ayrılmadan ama şiirsel bir üslup ile. Bu kapıdan, ben de dâhil pek çok kişi Servet’in çalışmaları ile haberdar oldu. Dolayısıyla, Türk tarihinin bilinmeyenlerini ben de onun tespitleriyle değerlendiriyorum. 2004’te çıktığı Kazakistan gezisinde gördüğü Tamgalı Say ve 2005’te gittiği Kırgızistan Saymalı Taş kaya resimleri ile Türk tarihinin bilinmeyenlerine yolculuğu başladı Servet’in. Ömrünü adadığı çalışmaları, muhteşem belgesel programları ve anıt eserler olarak niteleyebileceğimiz kitaplar bundan sonra çıktı ortaya. İnsanlık tarihinin en eski belgeleri, bilgiyi aradığı ilk entelektüel uğraşları olan kaya resimleri, damgalar, yazıtlar, mezar taşları peşinde yıllarca aralıksız koştu durdu. Uzun ve uzak yollara gidip, dağdan dağa devrildi, dağlarda olmadığı zamanlarda oraları özleyerek. “ Türk Tarihi henüz yazılmamıştır. Orhun Anıtları ise taşlar üzerindeki Türk Tarihi’nin son sözüdür ve bu anıtlardaki işlek Türkçeye, imlası oturmuş bir yazı sistemine ulaşana kadar geçen süreçte aramak lazım tarihimizin önsözünü…” Türk tarihinin antik dönemine ait bu alanda, Baykal Gölü kıyılarından Macaristan’a kadar geniş bir coğrafyada saha çalışması yapan ve veri toplayan başka bir kişi olmadı sanırım. Çalışma odasına astığı araştırma gezilerinin listesi bile boyunu aşmıştı. Ömrünün son on yılında yıllık izinlerinde tatile gitmek yerine Türk izlerinin olduğu coğrafyalarda Bu çalışmaları yürütürken gördüğü en acı gerçeği “Türk tarihi Türkler tarafından yazılmamış, Türk Tarihinin verileri Türkler tarafından ortaya konmamış, yabancıların verdiği kadar veri ve yaptığı yorumlarla öğretilmiş, aktarılmış” olması şeklinde ifade etmiştir konuşmalarında. Bu nedenle Türk Tarihinin en eski dönemlerine ait verileri toplamak için 49 4 GENCAY araştırma gezilerine çıktı hep. Milletine ve devletine karşı duyduğu entelektüel bir sorumluluktu bu onun ifadesiyle. her gün andı onu, ardından mektuplar yazdı. Burada sayamayacağım kadar çok, güzel yazılar yazıldı ardından. Başta sen olmak üzere pek çok genç hep yad ettiniz onu, çalışmalarını gündeme getirdiniz. Taştaki Türk etkinlikleri düzenlediniz, hepinize çok teşekkür ediyorum. Ben kalem erbabı değilim, bizim evin kalemi Servet’ti, ben de Hakk’a yürüdüğü günden beri seslendim ona her gün, kimseler duymadan. Servet, bütün o zor çalışma koşulları ve çalışmaları sırasındaki sert görünümünün altında çok ince bir ruha sahip bir insandı, gönül insanıydı. Ardından yazılanlardan haberdardır diye düşünüyorum. Onun için bir Hatıra Kitabı çıkarmayı düşünüyoruz. Onun için yazılmış her güzel cümle, söylenmiş her güzel söz benim için çok kıymetlidir. Ona değer veren, anısını yaşatmaya çalışan tüm dostlar, gençler çok değerlidir. Hepsini saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bugüne kadar ihmal edilmiş bu alanda, “Yüce Allah devletim ve milletim adına bu görevi bana verdi” duygusu ve inancı ile yürüttü çalışmalarını kendisine inanan dost ve arkadaşlarının desteği ile. Onun yüreğinde yaşadıklarını ve yüreğinin bu aşkla nasıl çarptığını Orhun Vadisi’ne gittiğinde duygularını anlattığı aşağıdaki satırlardan anlayabiliriz. “Bin üç yüz yıl öncesinden gelen sesi duyuyorum masmavi gökyüzü altında Orhun Vadisi’ne yaklaştıkça. İçimde bir heyecan fırtınası var. Dokunuyorum Kül Tegin yazıtına. Ellerimle, yüreğimle, gönlümle seviyorum. Anlatılması zor duygular. Yazıtın Türkçe yüzünde başka bir sevgiyi yaşıyorum. Anadilimin bin üç yüz yıl önce taşlara kazınmış seslerini duyuyorum. Sadece yaşanması gereken bir duygu bu, anlatılması, kelimelere dökülmesi çok zor. Kül Tegin anıtının gölgesine oturuyorum, bozkırın sessizliği uzayıp gidiyor, kimseler yok. O sessizlik içinde, bin üç yüz yıl öncesinin sesleri var sadece. O seslere, kendi sesimi katıyor ve atalarımın ruhları için duamı okuyorum; “Üç Kulhuvallahu bir Elham…” Daha önceki bir konuşmamızda Servet SOMUNCUOĞLU’nun çalışmalarının önemi kadar güzel insanlığına da dikkat çekmiştiniz. Bizler bu konuda da çok şeyler biliyoruz ama daha da aydınlanmak isteriz tabi. Benim ömrümün yarısından fazlası onunla birlikte geçti. Ona olan özlemimi, onun gönlümdeki yerini tarif etmem imkânsız. Her gün büyüyen bir hasret. Servet hocanın arkasından çok ağıtlar yakıldı, yazılar yazıldı, çalışmalar yapıldı. Bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz? Evet, onu tarif ederken bu sözü çok kullanıyorum ve seviyorum, “güzel insandı o.” Karşılaştığı, tanıştığı insanlarla hemen iletişim kurabilirdi. Çok güçlüydü bu yönü. Beraber çıktığımız pek çok seyahatte onun sayesinde yeni dostlar edinmiş ve gittiğimiz her yerde en güzel şekilde Ardından çok seslenen oldu ona; yazılar, mektuplar, şiirler, ağıtlar ile. Ongununu adlandırdı kıymetli bir dostu “TAŞLARIN HAKANI” diye. Can dostu, kıymetli AZİZ’i 5 GENCAY ağırlanmışızdır. Çok vefalıydı, yapılan hiçbir iyiliği unutmaz, her zaman dile getirirdi. Sahip olduğu imkânlarını etrafındakiler için sonuna kadar kullanmaya, dertlerine derman olmaya çalışırdı. Sezgileri ve öngörüleri güçlü birisiydi. Geçtiğimiz Mayıs ayında arkadaşlarımızla ‘Taştaki Türk Günleri’ni düzenledik ve Servet hocamızı andık. Sizden bu etkinlikler hakkında da bir değerlendirme alabilir miyiz? Bu etkinliklerde emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum. Katılamasam da takip ettim bütün etkinlikleri. Beni çok umutlandırdı çalışmalarınız. İnşallah bu alana olan ilgi ve yapılan çalışmalar artarak devam eder. Servet sağlığında hep şunu söylerdi: “Çalışmalarım, Gençlere, öğrencilere destek olmayı sever ve önem verirdi. Gençlere çalışmalarını, uzak diye bir yer olmadığını, yola çıkmaktan korkmamalarını söylerdi hep. Yaptığı her işi aşk ve şevkle, tutkuyla yapardı, çevresindeki herkesi etkiler ve inandırırdı. Karlı kara dağlar gibi yıkılmaz bir gönül adamı, Türk Dünyasına aşık, dağdan bozkıra, bozkırdan çöle koşan bir derviş. Türk dünyasının kayaları, taşları, dağları, çiçekleri, ata ruhları peşinde iz süren, gönlüne Türk Dünyasının, ata ruhlarının, Tanrı Dağlarının ateşi düşmüş bir bilge kişi, güzel insandı o. Onu yakından tanıyanların konuşmalarını dinlediğimizde Servet hocanın oldukça şaka seven, ince esprileri olan biri olduğunu dinliyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz, bir-iki anı anlatabilir misiniz? öğrendiklerim benimle birlikte mezara gitmemeli. Türk Tarihinin eski dönemlerine gençlerin ilgisi yüksek ve ben ilgi duyan gençlere aktarmak istiyorum bildiklerimi ve topladığım malzemeyi.” Servet çok zeki bir insandı. Zeki insanlar ince ve güzel espriler yapar ve espriden anlarlar. Bu konuda çocukluk arkadaşı ve yakın dostu Yusuf Yılmaz ARAÇ’la çok güzel anlaşırlardı. Birbirlerine Refik Halid KARAY’ın Şeftali Bahçeleri hikâyesinden esinlenerek “AZİZ” diye hitap ederlerdi. Son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? Onu o kadar özlüyorum ki, yokluğu gittikçe büyüyor içimde. Anlatmaya kelimeler yetmiyor. Hem bir yanımı, yaslandığım dağımı, eşimi kaybetmiş olmanın üzüntüsünü yaşıyorum hem de onun gibi çalışkan ve mert bir Türk evladını Türk Milleti kaybetti diye 6 GENCAY üzülüyorum. Türküleri çok severdi Servet, sevdiği türküleri dinleyip anıyorum onu ve türkülerimizin ne kadar gerçek duygulardan ortaya çıktığını idrak ediyorum her dinleyişimde. Belki halimi şu dizeler anlatır bir nebze. “Yaz bahar ayında bir od verdiler, yandım gittim ala karlı dağ iken. ”Yapacağı, yazacağı, anlatacağı o kadar çok şey vardı ki. Ama ne çare, Tanrı’dan gelene boynumuz kıldan ince. Zaten kendisi de har daim bu teslimiyet içindeydi Allah’a karşı. 2011 yılındaki Moğolistan çalışması sırasında Morun’da gün batımını anlatırken yazdığı aşağıdaki satırlar, o yoğun çalışmalar içinde bir taraftan da nasıl bir Allah’a teslimiyet içinde olduğunu gösteriyor. “Dağları nefes gibi çekiyorum içime, diyorum ki kendime. Sana artık ölmek zor olmamalı, dağların türküsünü duydun, dağlarla birlikte yıllardır nice türküler söyledin. Her dağın türküsü vardır dedin, uzak diye bir yer yoktur dedin, gittin ha gittin. Ata ruhlarımızın sesini duydun ve onlara dualar ettin. Bırak dağlarda yangın olsun ve yaşa gönlünce, bir daha ya görürsün ya göremezsin.” Servet’i bu vesileyle bir kez daha özlem ve rahmet dualarımla anıyorum. 7 GENCAY SERVET AĞABEY! Adil YILMAZ 1980’li yıllarda geçen çocukluğum, TV’den ziyade radyo başında geçerdi. O yıllarda sadece akşam olan TV yayınlarına nazaran hatırladığım kadarıyla sabah 05.00 civarı başlayan bir radyo yayını mevcuttu. İşte ben, okuldan eve dönüşlerim sırasında radyoyu açar, bir taraftan ödevlerimi yapar, diğer taraftan radyo programlarını dinlerdim. Bir programı dün gibi hatırlarım: “Tarih’in Büyük İhanetleri”. Kim bilir, belki bu program benim ilerleyen ve biraz da geç bir zamanda arkeolog ve tarihçi olmama vesile olmuştu. Bundan birkaç yıl önce, bu programı Servet Ağabey’in hazırladığını öğrendiğim zaman nasıl şaşırmıştım anlatamam. yayınladım. Bunlarla ilgili çalışmaları yapacak olanlar Türkologlar, tarihçiler ve arkeologlardır”. Bu şekilde hem işi uzmanlarına bırakıyor, hem de sunduğu eserlerin ciddi bir şekilde incelenmesini amaçlıyordu. Dikkat edilirse, kendisi tarihleme yapmaktan özellikle kaçınmıştı. Kitaplarında ve belgesellerinde verilen bazı tarihlendirmeler hep, daha önceden bilim adamlarınca yapılmış tarihlendirmelerdi. Bunun dışına çıkıp bol keseden tarih ileri sürmezdi. Aslında bu da kendisinin nasıl ciddi çalıştığını ve bilimsel ahlaka ne kadar titizlikle uyduğunun bir göstergesiydi. Yoksa Türk coğrafyası ve Amerika kıtasında gezdiği ve pek çoğunu ilk kez kendisinin gördüğü kaya resmi alanlarıyla alakalı bir alay tarihlendirme verebilir, buna da kimse kolay kolay “hayır” diyemezdi. Ancak Servet ağabey, bilimsel ahlaka son derece önem vererek başta tarihlendirme olmak üzere son ve kesin söz söylemeyi, konunun gerçek uzmanlarına bırakmıştır. Bu yüzdendir ki belgesel çalışmalarının tamamında, alanlarının önemli akademisyenleriyle çalışmıştır. Ve yine bu yüzden, Servet ağabeyin çalışmaları, Türk tarihiyle ilgili olduğu söylenen diğer bütün çalışmalardan ayrı bir yerde durur. Servet ağabeyin ardından yazdığım yazıda kendisiyle tanışma öykümüzü ve görüşmelerimizi anlatmıştım. Aramızdan ayrılışının 1. Yıl dönümünün yaklaştığı bu günlerde, biraz da mesleki açıdan Servet ağabeyi anlatmak isterim. Hepimizin bildiği gibi Servet ağabey, 10 yıllık çalışmalarını 3 ayrı kitap ve belgeselde topladı. Zaten kamuoyunun onu tanıması da bu sayede oldu. Kendisi her seferinde şunu söylerdi “Ben Türkoloji mezunuyum ancak, bu çalışmaları belgeselci gözüyle inceledim ve 8 GENCAY Servet Ağabey’in çalışmaları üniversitelerde tarih, Türk dili ya da arkeoloji okuyan pek çok genç öğrenciye yeni bir kapı araladı. O kendisine müracaat eden hiç kimseyi geri çevirmez, herkese çalışacakları alanla ilgili yardımcı olurdu. Bundan sonra gelecekler için, o yardımdan mahrum kalmak büyük kayıp. Yakınında olanlar, Servet ağabeyin daha büyük projelerinin olduğunu bilir. Bundan sonra o projeleri, bizler için zor da olsa, arkadan gelenler tamamlayacak. Zaman gelip Türk tarihi bittiğinde, Servet Somuncuoğlu’nun adı ve çalışmaları o tarihin önemli bir yerinde olacaktır. Tanrı Dağ’da, ataların yanındaki ruhu şâd olsun! T.T.K. 9 GENCAY SELDA SERİN İLE SÖYLEŞİ Emre SEVİNÇ Servet SOMUNCUOĞLU’nun asistanı olan Selda Serin hocamızın vefatının ardından onu anmaya anlatmaya devam etti. Gerçekleştirdiğimiz söyleşi için Gencay Dergisi adına teşekkürlerimle. yazınızda anlatmıştınız. Bunu genişleterek bir de burada anlatır mısınız? Eski Türk dili ve tarihine merakım olduğu için farklı kaynaklardan araştırmalar yapmakta idim. Yine çeşitli kaynakları tararken internette “Karlı Dağlardaki Sır” belgeselini gördüm. Merakla izlemeye başladım, okumuş olduğumuz Orhun abidelerini, Ötüken ormanını, destanlarımızın yazıldığı Altay ve Tanrı dağlarını ilk defa böyle görüyordum. Belgeselin beş bölümünü heyecanla izledim, o zamana kadar yönetmenin kim olduğundan haberim yoktu, jeneriğe baktığımda Servet Somuncuoğlu adını gördüm. Kim olduğunu, başka ne tür çalışmaları olduğunu öğrenmek için araştırdım. Ben yalnız bir belgesel yönetmeni olduğunu tahmin ederken önüme çok önemli kitaplar çıktı, ikisi roman Don Kazakları ve Gallemit diğeri ise kaya gibi bir çalışma “Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler” idi. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Memleketiniz, aileniz, eğitiminiz, nelerle ilgilenirsiniz vb. Aslen İzmir, Bergamalıyım, ancak babam astsubay olduğuna ben İstanbul’da doğdum. 2006-2010 yılları arasında Trakya Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okudum. Ardından Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili bölümünde yüksek lisansa başladım, Servet Somuncuoğlu’nun desteği ile “Kızıl, Tuva Müzesi, Yenisey Yazıtları” konulu yüksek lisans tezimi hazırladım. Şuanda da İstanbul Üniversitesinde Eski Türk Dili kürsüsünde doktora eğitimimi sürdürmekteyim. Gallemit ile Don Kazakları kitaplarını hemen edindim ve okudum. O süreçte, Türkoloji sohbetleri ettiğimiz, bilgi paylaşımı içinde olduğumuz Türkçe Öğretmeni Ömer Ünal da bana Servet hocadan bahsetti, “Orhun Abideleri Poster Seti”nden edinmek ister misin diye sordu ve bana Servet hocanın iletişim adreslerini verdi. Servet Somuncuoğlu ile tanışma hikâyenizi daha önce ''Türk Dünyası Araştırmaları-Tarih'' dergisindeki Servet hoca ile e-posta aracılığı ile iletişime geçtim ve poster setini aldım. Aradan bir zaman geçtikten sonra 10 GENCAY Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler kitabının ikinci baskısı yayınlandı. Kitabı almak için kendisi ile tekrar görüştüm, akademik çalışmalarımdan ve Türk kültürü üzerine araştırma yapmak, bu konuda ilerlemek istediğimden söz ettim. Hoca, koşulsuz beni doğrudan araştırmaya, çalışmaya sevk edecek konular önerdi. Ben dediği çalışmaları ve verdiği sorumlulukları yerine getirmeye çalıştım. bulunduk, düğün geleneklerini kayıt altına aldık. Oraya beni götürmesi, bana uyguladığı sınavlardan biri idi. “Eğer sıkı, disiplinli çalışır, bütün notları kaydedersen, seni Tuva’ya göndereceğim.” demişti. Ben de bu hırs ile düğünü takip ettim, gerekli notları aldım. Bu inceleme daha sonra Servet Somuncuoğlu ve Sinan Yaka yönetiminde “Koşuburnu Düğünü” adlı belgesel olarak TRT Belgesel kanalında yayınlandı. Marmara Üniversitesi’nde vermiş olduğu konferansta da hoca ile tanışma şerefine eriştim. Yüksek lisans tez konusu olarak “Yenisey Yazıtlarını” çalışmamı önerdi, danışmanım Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali de beni bu konuda destekledi. Böylece Servet Somuncuoğlu ile çalışmalarımız başlamış oldu. 2011 yazında Servet hocam ve oğlu Sencer Burak Somuncuoğlu ile birlikte Moğolistan’da yirmi günlük araştırma seyahati yaptık. Bu seyahat boyunca Türk yazıtlarının ve kaya resimlerini takip ettik, kayıt altına aldık. Hocanın Sencer Burak ile beni Moğolistan’a götürmesinde yine bir şartı vardı, döndükten sonra birlikte bir yazı hazırlayacaktık. Hocanın bu sözünü de yerinde tutarak Yeniçağ Gazetesinde dokuz sayı halinde “Atayurdun Bozkırlarında” adlı yazı dizisini hazırladık. Servet hoca benim gibi pek çok genç arkadaşımız ile iletişim halinde idi, amacı bildiklerini, tecrübelerini bizlerle paylaşmak ve Türk kültürünün gençler tarafından sevilmesini, araştırılmasını, çalışılmasını sağlamaktı. 10 Temmuz – 20 Ağustos 2012 tarihleri arasında bu sefer Moğolistan Gobi çölünden Rusya Altay dağlarına kadar Türk izlerini sürdük. Sencer Burak ve benim için eşsiz bir deneyim oldu. Türk tarihinin en önemli yaşam yerlerini, yazıtlarını, mezar alanlarını yerinde görme inceleme imkânına eriştik. Bizim için büyük bir tecrübe oldu. Benim oraları gitmemi, görmemi sağladığı için hocamı rahmet ve minnet duygularımla anıyorum. Ne tür çalışmalar yaptınız Servet hoca ile? Servet hoca ile ilk olarak “Çanakkale, Koşuburnu Tahtacı Türkmenleri”nin düğünlerine giderek derlemelerde 11 GENCAY Servet hocanın arkasından çok ağıtlar okundu, gözyaşları döküldü, yazılar yazıldı. Ona, ardından, gösterilen bu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? yalnız Türk hizmetlerdi. milleti adına yapılan Servet hocanın hep kullandığı bir cümle vardı “İnsan paylaştıkça çoğalır.” Bu sözü temel alarak elinde ne varsa maddi manevi, paylaşım içerisindeydi. Kadir kıymet bilindikten sonra, hiçbir zaman, bilgisini paylaşmaktan gocunmadı, çekinmedi. Servet Somuncuoğlu bir gönül insanı idi, herkes için ayrı bir yeri vardı. Araştırma seyahatlerinde ya da belgesel çekimlerinde köylüyle, ona rehberlik eden genç ile dost olurdu. Gittiği, çalıştığı her yer onun memleketi, insanları ise hemşerileri gibi olurdu. Dostluğu koşulsuz, sevgisi derin idi, vefa duygusu ise onu Servet yapan özelliklerindendi. Servet hoca ile olan güzel anılarınızdan anlatır mısınız biraz da? 2011 seyahatinde, Servet hoca, Sencer Burak ile beni iki gün önce Moğolistan’a gönderdi. Kendisi ise Türk Dil Kurumu’nun Ulanbatur’da düzenlediği kongre ekibi ile birlikte geldi. Biz Kazak Türkü rehberimiz ile iki gün boyunca şehri gezdik, müzeleri inceledik. Bu sebeple hocamın vefatının ardından sevenleri üzüntülerini, kederlerini dile getirdiler, şiirler, yazılar yazdılar. Halen bu paylaşımlar sürmekte… Servet hocanın üzerinde çalıştığı birçok kitap, belgesel, proje vb. vardı mutlaka. Bu çalışmalar devam ettirilecek mi? Bu çok merak ediliyor. Servet hoca ve TDK ekibi Ulanbatur’a indikten sonra Bilge Tonyukuk anıtını ziyarete gittiler. Biz de gençler olarak ayrı bir araba ile anıtın oraya gittik. Yani Servet hoca ile Bilge Tonyukuk anıtında buluştuk, her birimiz heyecanla birbirimize sarıldık. Hem tarihimin bengü taşı Tonyukuk’a kavuşmak hem de Servet hoca ile Türk tarihinin kutsal denebilecek atayurdu topraklarına buluşmak benim için unutulmayacak bir anıdır. Evet, planlanan pek çok çalışma vardı ayrıca kendi zihninde olan projeleri, hedefleri vardı… Yarım kalan “Koşuburnu Düğünü” belgeseli tamamlandı Mayıs ayında, TRT Belgeselde gösterildi. Şu anda da yarım kalan kitap çalışmaları sürdürülmekte, en yakın zamanda tamamlanacak. Servet hocanın çalışmalarına, başarılarına artı olarak pırlanta gibi de bir kalbi vardı. Bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz? Yine ‘’Türk Dünyası-Tarih’’ dergisinde ‘’Tek bir harf ya da damga için bile yüzlerce kilometreyi gitmekten, dağları tepeleri aşmaktan hiçbir zaman üşenmedi.’’ diyorsunuz. Bu konuda da anılarınız var mı? Bu pek çok kıymetli çalışması da bence onun kalbinin temizliğini ve Türklük ateşi ile attığını gösteriyor bize. Çünkü her bir çalışma büyük özveri ile gerçekleştirilen 12 GENCAY Aranılan bir yazıtı bulmak çölde su bulmak gibi bir mutluluk oluyordu hepimiz için. Bu sebeple zamandan ya da yorgunluktan usanmadan çalışmalar gerçekleştirildi. Bence Servet hocayı farklı kılan da bu özverisi oldu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz Taştaki Türkleri? Taştaki Türkler, Türk coğrafyasının, Türk izlerinin bize görsel olarak sunulduğu büyük bir çalışma. Bu hem dünyada hem de Türkiye’de bir ilk oldu. Sibirya’dan Anadolu’ya Türk tarihinin izleri gün ışığına çıkarıldı. Tarafsız bir üslupla bilim dünyasına, yeni çalışmaların yapılması için sunuldu. Türk tarihinin tekrar yazılması, değerlendirilmesi için bir milat olduğunu düşünüyorum. Hakikaten de öyle oldu, Servet hocanın bu çalışmaları hem bilim dünyasında hem de duyarlı Türk vatandaşında, Türk tarihine, kültürüne dair büyük bir merak oluşturmasını, farkındalık yaratmasını sağladı. Moğolistan’ın şartlarında bu hakikaten böyle. Bozkır coğrafyasında hem yol koşulları hem de kaya resmi ve yazıtların oldukça sarp yerlerde olmasından dolayı büyük emek harcanıyor. Gün doğumundan gün batımına kadar yazıtların olduğu yerlere ulaşmaya çalışıyoruz. Mesela Gobi Çölünde yer alan Del Uul yazıtlarını bulmak tüm günümüzü vadileri aşarak, kayaları tek tek arayarak geçirdik. Servet hoca çok disiplinli, titiz çalışan bir fotoğrafçı, araştırmacı idi. O sebeple en iyi kareyi alana kadar bir çizim, kaya resmi üzerinde dururdu. Eğer akşam ışığı gerekiyorsa akşama kadar bekler, sabah ışığı gerekiyorsa da o gece orada konaklar, sabah tekrar o alanın çekimini yapardı. Çünkü bir daha gelme imkânı ya olurdu ya da olmazdı… Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı? “Taştaki Türk Günleri” ile yapmış olduğunuz çalışmalar genç arkadaşlarımız ve üniversite çevrelerince büyük ilgi uyandırdı. Servet hocanın tek bir dileği vardı, kendi yaptığı çalışmaların kendisi ile birlikte mezara gitmemesi… Yani bu çalışmaların gençler tarafından sürdürülmesini diledi, bir nevî vasiyet etti. Ben de onun şu sözünü tekrarlamak istiyorum: “Çok çalışmamız lazım, daha yapacak çok işimiz var.” Hocamı rahmet dualarıma yâd ediyorum. Size ve emeği geçen tüm arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum… 13 GENCAY BOZKIRIN ORTASINDA BİR LALE AÇTI Ömer ÜNAL Hocam seni tanıdığımda yeniden bir lale açtı bozkırın ortasında. Bilgilerin, araştırmaların yolumu aydınlattı. Karlı Dağlardaki Sır’da tanıdım seni önce, sırları vardı dünyanın ve o sırları keşfedip ortaya çıkartacak insanlar olmalıydı elbette. İşte el değmemiş kayalardı seni bir bebeğin annesini bekler gibi bekleyen. Nasıl ki değeri yoktur incinin sedefin içinde gizliyken. Sen o incileri keşfettin hocam. Atalarımızdı Türk’ü vatansız ve öksüz bırakmamak için uğraşan. Sen de o kayaların yıllardır süregelmiş öksüzlüğünü dindirmiştin. Kayaların dili olsa da konuşsa şimdi, nice ağıtlar yakarlar ardından ve yankılanır gözyaşları güneş adamların, gökyüzü atlarının… ardından içimizdeki acının gözyaşlarına dönüştü. Orhun Irmağı’na damlıyor şimdi o yaşlar ve Tanrı Dağları’ndan bir kurt uluması geliyor göğe yalvaran. Saymalıtaş suskun şimdi. Seni bekliyorlardı atam Bilge Kağan’ın toprakları yeniden. Kayalar öksüz, ben ve diğer tüm dostların, arkadaşların hocasız kaldık. Türk’e yakışan bir yaşam öyküsüydü seninki. Öğütlerin, yoluna çıkan engellerle mücadele şeklin ve asla ama asla seni yolundan döndürmek isteyenlere takılmaman bana bıraktığın önemli bir miras oldu. Bir rüzgâr esti az önce, tenime değdiğinde anladım bozkırın ruhundan geldiğini bu rüzgârın, ters laleler bu kez boyunlarını senin ardından büktüler ve o yıllara direnen kayalar bir günde eridiler, güneş adam güneşe küser gibi oldu ve ardından senin Türk Tarihi’ne duyduğun inanç geldi aklıma, birden selam durdum gökyüzünde kayan yıldıza ve göğe kanatlanıp uçan gökyüzü atlarına… …ve şimdi seni düşünürken hocam bir lale açtı bozkırın ortasında… Sana bir fotoğraf göndermiştim bundan üç yıl kadar önce. Öğrencilerin tahtaya Göktürk abecesiyle yazdığı bir yazının fotoğrafıydı bu. Çok duygulandığını ve gözlerinin yaşardığını söylemiştin. İşte o gözyaşları bugün mutluluğun değil senin 14 GENCAY 15 GENCAY ERZİNCAN KAYARESİMLERİ ve SERVET SOMUNCUOĞLU – DENİZ ARSLAN İLE SÖYLEŞİ Emre SEVİNÇ Erzincan ve çevre illerde bir kültür elçisi olarak faaliyette bulunan Deniz ARSLAN, Servet SOMUNCUOĞLU’nun bu bölgedeki araştırmalarında desteğini esirgememiş ve yapılan çalışmalarda bulunmuştur. Kendisinden istediğimiz söyleşiyi de tereddütsüz kabul etmiş, Gerek Servet SOMUNCUOĞLU gerek de bölgedeki Türk eserleri hakkında önemli bilgiler sunmuştur. Gencay Dergisi olarak teşekkürlerimizle. Bizimki de o misal, hep öyleydi aile hayatımız. Hayata bütüncül bakan bir felsefeye sahibim. Servet hocamızdan, abimizden bildiğiniz gibi yaşamınızın, yaptığınız işler sayesinde sizden sonra da devam etmesi. ‘’Eserlerinizle yaşamak.’’ İşte bu felsefe ile yola çıktık. Arkeolojiye ve tarihe olan ilgimin dışında ticaret ile uğraşmaktayım. 8 yılı aşan bir zamandır ülkemizin çeşitli ilerinde faaliyet gösteren bir aile şirketimiz var. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? İşiniz, aileniz, yaşamınız? Arkeolojiye, dağda-bayırda gezmeye, fotoğraf çekmeye çok ilgilisiniz, bu ilgi nerede başladı, nasıl gelişti? Öncelikli olarak Servet hocamızı anmak ve onun açtığı bu yolda devam etmek onur verici… Memleketin coğrafi konumu sürükledi beni dağlara. Ortaokul dönemimde bisiklet turları düzenlerdik Munzur, Esence, Köhnem dağlarına. Geziye giderken sık sık mola verir, su-pınar bizim oraların değimiyle göze arardım. Bir defasında gözüme parçalanmış, turkuaz renkli Anfora parçaları çarptı. O dönemde bu, çok ilgimi çekmişti. Sonra bu ilgi bir ihtiyaca dönüştü. Ve bu olay hayatımın bütün akışını değiştirmiş oldu. Erzincan’da yaşıyorum. 2010 yılında evlilik makamına ulaştım. Yakın dönemde de gözlerinden ışıklar parıldayan, canım oğlum Arda Alp Arslan ailemize katıldı. Şu sözleri hatırlarsınız ‘’Gittiğim bütün yollardan hep ona döndüm’’ derdi bilge. Yaklaşık 12 yıldır Erzincan ve civar illerde gezi ve fotoğraf çalışmaları yaptım. Dağları araçla değil adım adım gezdim, inceledim, fotoğrafladım. Zamanla öyle bir noktaya 16 GENCAY geldik ki amatörce çektiğim bu fotoğraflar yazarlar, din adamları, belgeselciler tarafından ilgiyle karşılandı. Kayaresimleri açısından Erzincan’daki en önemli örnek ise Kemaliye’deki Dilli Vadisi’nde olanlardır. Burada da kayı, ok damgaları dağ keçisi, geyik, güneş kültü gibi figürler karşımıza çıkmaktadır. Servet hocanın Saymalıtaş’ta fotoğrafladığı figürlerle aynı figürlerdir bunlar. Peki bölgedeki durumda? kayaresimleri ne Bölgemizdeki kaya resimleri damgaları Erzincan’ın çeşitli ilçelerindedir. Özellikle Kemaliye, Tercan ilçelerimizde bu eserlerimiz yapayalnız durumdadırlar. Definecilerin, kaya falcılarının üzerinde pis oyunlar oynadıkları alanlar haline gelmişlerdir. Bu damgalar ve figürler bizim asıl sahip çıkmamız gereken tapu senetlerimizdir. Erzincan’da kayaresimlerinin bulunduğu yer hakkında bilgi verebilir misiniz, coğrafyası, doğası, tarihi nasıl mesela? Geniş bir yelpazeden Erzincan tarihini incelersek, şehir tarihi İpek Yolu’nun geçiş bölgesindedir. Bu şehri zengin yapılara sahip kılmıştır. Şehir defalarca depreme maruz kalmıştır. Yapıların bazıları yok olmuş bazıları zamana kafa tutmaktadır. Yeni bulduğunuz alanlar oldu mu hiç? Veya bulmak için çalışmalarınız oluyor mu? Sürekli gezi faaliyetlerimiz devam ediyor. Ulaşılması zor Mogolistan, Kırgızistan coğrafyasını aratmayan 3400 rakımlı dağlarda Türklerin izini sürüyoruz. Oldukça zor, çetin şartlarda geziyor ve yüzey kaya çalışmaları yapıp pano dövme tekniği ile kaya resimlerini arşivliyoruz. Hitit kayıtlarında burası için ‘Harabe Kent’ denilmiştir. Depremin etkisinden dolayı. Urartular döneminde karşımıza dünya tarihi açısından önemli bir yerleşke olan Erzincan Altıntepe çıkmaktadır. Kazı çalışmasında ciddi eserler gün yüzüne çıkmıştır. Roma döneminde yapılan kaya mezarlar, Kızlar Kalesi mevkiinde, aynı dönemde yapılan renkli mozaikler ise Altıntepe’dedir. Erzincan’da veya bölge konuya bir ilgi oluştu mu? halkında Açıkçası bölge halkı, yetkililer, yerel tarihçiler konudan habersiz. Yaptığımız çalışmaları Servet hocamız ile belgesel kitap çalışması yapacaktık. Ancak proje yarım kaldı. Tanıtımı yapılamadı. Çalışmaların devamı için elimizden geleni yapıyoruz. Sonraki dönemde şehir Selçuklu mezarları, Türk beyliklerine ait kervansaraylar, hanlar, hamamlar ile çevrilidir. En önemli yapılardan biri ise Saltuklu eseri olan Mamahatun Türbesi ve Kervansarayı’dır. Bu da Tercan ilçesindedir. 17 GENCAY Gelelim Erzincan’daki kayaresimlerinin kâşifi Servet SOMUNCUOĞLU’na, 2 haftalık gece-gündüz bir çalışmaydı. Ortaya çıkacak figürlerin, mezarların bu denli önemli olacağını o da tahmin etmemişti. Servet hoca ile tanışma hikâyenizden devam edelim, o süreç nasıl gelişti? Bilge Servet hoca, gezisi sırasında buraları fotoğraflayacak ve yorumlayacaktı. ‘’Erzincan, Sivas, Tunceli-Ölüm ve Atalar’’dı bu projenin ismi. Erzincan’da gördüğü bu motifler, bu mezarlar onu yıllarını verdiği Moğolistan, Kırgızistan, Rusya’daki Türk eserlerine götürmüştü. Kültür devamlılığı bunları, ta oralardan Erzincan’a kadar getirmişti. Çayırlı ilçesinde bir kurgan keşfetmiş ‘Burası Ahlat kadar önemli bir yer’ demişti. Kendisini belgesel çalışmaları, fotoğraf sanatçısı kimliği, kitapları aracılığı ile tanıdım. Araştırmalarımda bana yardımcı olabileceğini düşündüm. TRT Belgesel kanalını arayıp kendisi ile iletişime geçtim. Yeni tanıdığı beni, dakikalarca dinledi telefonda. Kendisine Erzincan’daki Mengücekli, Saltuklu, Akkoyunlu, Osmanlı mezar fresklerinden bahsettim. Ve doğunun incisi Erzincan’a davet ettim. Gel zaman git zaman aradan 4 yıl geçti. Bir gün beni aradı Servet hoca. ‘Deniz, yarın ordayım’ dedi. Tunceli-Pülümür’de bir köye gittik. Köylü amcaya sordu: -Bu mezarda kim yatar amca Köylü 80 yaşlarında: -Burada yatan benim dedemdir, babam defnetmiş. Servet hoca: -Peki senin etnik siyasi olarak kabulün nedir? Erzincan’a geldiğinde yıl 2013’tü. Türk mezarlarına, kervansaraylara hayran kaldı. Özellikle mezarlıklara gittiğimizde Kırgızistan ve Moğolistan’daki Türk mezarlarının burada da olduğunu söyledi. Koç başlı mezar geleneğiydi bu. Ve bu kültür devamlılığının Erzincan’a kadar geldiğini söyledi. Köylü amca: -Ben Kürdüm kurban İşte Servet hoca şaşkınlık içerisinde bana fısıldayarak: -Deniz’ciğim bu adam Türk oğlu Türk yahu. Ne tür çalışmalar yaptınız hoca ile? ‘Bizim tapu senetlerimiz bu mezarlıklardadır’ derdi hep. Bu bilgileri bizlere emanet etti. Hep bilgilerin gizli tutulmasını amaçlardı. Çünkü figürlerin Öncelikle benden Erzincan’daki bütün ilçeler ve köylerde keşif çalışması yapmak istediğini söyledi. Ortak bir gezi planladık. 18 GENCAY kırılacağı, tahrip yaşıyordu. edileceği endişesini Mamahatun Kervansarayı İpek yolu üzerindedir. Orta Asya’dan Anadolu’ya geçiş de bu yol üzerinden olmuş tarihte. Bu kervansarayda konaklayan Türkler yapmış olabilir bunları. Erzincan ve civar illerde 1500 üzerinde Türk balbalı bulmuştuk. Tercan bölgesinde Türk Yazısı ile bir yazıt bulduk. En çok buna şaşırıp-sevinmişti. Sert bir ses tonuyla ‘’Deniz’ciğim şimdiye kadar yaptığın gibi, bakmakla kalmayım görmeyi öğreneceksin.’’ Bu söz gözümüzü açmış, bizi uyandırmıştı. Bu yerde hala teknik bir çalışma yoktur. Kervansaray düğün salonu olarak işletime verilmiş ve bazı damgalar tahrip olmuştur. Peki, Servet hoca buradaki kayaresimlerini ilk gördüğünde yanında mıydınız/nasıl bir tepki verdi? Şöyle de bir anımız var: Bizim Türk balballarını, mezarlarını inceleyecektik. Tercan Mamahatun Kervansarayı’nda kendisi tecrübesinden ve göz aşinalığından yararlanarak bir keşif gerçekleştirdi. Aslında buradan daha önce de binlerce-yüzbinlerce insan gelip geçmişti. Ben de defalarca burada bulunmuştum. Ancak yıllardır yanıbaşımızda olan şeyi Bilge Servet keşfetmişti. Türk Yazısı ile kazınmış bir yazıttı bu. Bu anımıza ve keşfe ilk defa Gencay Dergisi’nde yer verdiğimizi de hatırlatmak isterim. Sayısız da damga vardı ayrıca burada. Servet hoca ile olan anılarınızdan anlatır mısınız biraz? Gezimizde bölgenin fotoğraf sanatçısı Erkan ERDEM de bulunuyordu. Biraz hüzünlü biraz da hissedercesine kısa sürede birçok eser incelemiştik. Hep beraber mezar taşları ile alakalı konuşurken: -Benim mezarımda 2 tane Ayyıldız olsun. Fatiha yazsın. Büyük, görkemli, siyah renkli olsun Dedi. Yorgunluğumuza rağmen bizi dinlendirmiyor sürekli ‘arkadaşlar zamanımız yok’ diyordu. Sanki bazı şeyleri biliyordu. 19 GENCAY Servet hoca nasıl değerlendirirdi Erzincan’daki kayaresimlerini? Servet hocanın Türk kayaresimlerine kattığı değer hakkında neler söylersiniz? Bir ezber söz konusuydu. Türklerin Anadolu’ya gelişi 1071’dir vb… Bilge Servet bu bilmişliği, kanıtlarını çalışmalarıyla ortaya koyarak değiştirmiştir. Bu ve bunun gibi çok örnek var tabi. Bir yandan Erzincan’da bu figürleri kimsenin keşfetmemesine şaşırmış bir yandan da sevinç içerisindeydi. Bu bölgedeki yetkililerden çok yakındı. Erzincan Müzesi’ne gittik. Müze kilitliydi. Her yer çöp içerisindeydi. Servet hocanın TRT Belgesel kimliğinden çekindiler biraz. Bir panik havası yaşandı. Ancak gezi ve çekim için iznimiz olup olmadığı soruldu. Servet hoca buna çok sinirlendi. Böyle birşeyi dünyanın hiçbir yerinde görmediğini belirtti. Servet hocanın vefat aldığınızda neler hissettiniz? Erzincan’daki bölgenin geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu bölgenin geleceği bizim elimizde tabi, buraları dünyaya tanıtabilmek de. Araştırmacıların bu bölgeye yönelmesini rica ediyorum. Her sohbetimde insanlara bu simgelerin ecdadımızın simgeleri olduğunu, kırılmaması gerektiğini bunların hazineler ile alakası olmadığını vurguluyorum. Halkımızın bu konuda bilinçlenmesi lazım. haberini Vefat haberini internet ortamında öğrendim. Kendi ailemden biri olarak görüyordum onu. Son zamanlarında bizimleydi. Yüzüne, sakallarına nur gelmiş, ışıldıyordu. Biliyordu sanki de hep ‘zamanımız yok diyordu’. Günlük saha çalışmalarımız 18 saati buluyordu. Zamanla yarışa girmişti adeta. Son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? Bize bırakılan bu bilgiler, bu eserler, damgalar, kayaresimleri anlatılmalı, yazılmalı. Koltuk-makam sahibi insanların biraz çalışma yapmalarını ve yapanlara destek olmaları temennisinde bulunuyorum. 20 GENCAY GELECEĞE YAZILANLAR Aslıhan KAYA Dikili taşlara, kayalara, heykellere, balballara, mühürlere; oyma dövme ve kazıma gibi usullerle işlenen yazıtlar genelde bir kişi veya olayı canı tutmak geleceğe aktarmak amacıyla meydana getirilir. Bunların yanı sıra yazıtlar mevcut milletin dili, tarihi, yaşayışı, inanışı ve estetik anlayışıyla o milletin ticari kültürel her alanda etkileşimde olduğu diğer milletlerle ilgili önemli bilgiler taşır. Dünyanın en köklü beş kültüründen biri sayılmasa da bulunup incelenmiş belge ve yazıtlar, kaya resimleri ve damgalar Türk kültürünün derinliklerini çok net ortaya koyar. Öyle ki bahsi olunan 5 köklü kültürün tam ortasında bulunup benliği yitirmemiş yok olmamış kaybolmamış bir kültür en iyisini hak eder. Taşlara yapılan oyma ve süslemelere “ Bediz” bunları yapan ustalara “Bedizci” denmiştir. Bedizcilerin etkileri mezar taşlarında, yazıtlarda kendini belli eder. Türkler her ne kadar savaşçı bir toplum olmuşlarsa da sanata ilgileri yadsınamayacak kadar büyük olmuştur. Balballardaki sanatkârane çizgiler ve eşsiz oymalar Türk kültürünün en anlamlı parçalarını oluşturmuştur. Lakin bu sanat anıtlarının yanı sıra süs veya hatıra olmak yerine halk görüp ibret alsın amacıyla dikilen “Devlet Yazıtları” vardır. Orhun Anıtları bunun en güzel örneği olmuştur. Yazıtlar Bilge Kağan’ın ili için dikilmiştir ve bir çeşit tapu işlevi görmüştür. Zaten yeni alınmış toprakların sınırlarını belirlemek amacıyla da yazıtlar dikilmiştir ve “Zafer Anıtı” adını da alan bu yazıtlar savaşın ve başarının serüvenine ait olmuştur. Türkler için sınırlar her zaman önem arz etmiştir ve bu yazıtlar bölgenin mührü olmuştur. Sınırı belirlemek hele ki Kağan için çok önemli sayılmış, buralara “Çit” denilen kazıklar çakılmış ve kağanın damgasını taşıyan taşlar koyulmuştur. Türkler mezar taşlarını bir zaman “Bengü” ismiyle anmışlardır. Zamanla “Mengü” demişlerdir ve Tanrıyı da bu isimle anmışlardır. Sade bu örnek bile yazıtların Türk budunda ne denli önemli olduğunu anlatmak için yeterlidir. “Bengü” sonsuz ve ölümsüz olan demektir. Sonsuzluk tanrıya gerektir ve bu sebeple asla yok olmayacak yazıtlarına da bu isimi uygun bulmuşlardır. Ölümsüz taşlara vurulmamış ün, ölümlü kulaklarda uzun yaşayamazdı. 21 GENCAY Taşlardaki yalın Tarih bilgileri, tarih yazıcıları da dâhil olmak üzere sosyal bilimcilerce hakkıyla araştırılmamış ve kullanılmamıştır. Bilimin birçok dalında yeni teoriler üretmek, ufuk açıcı ve geçmişle gelecek arasındaki yolu aydınlatıcı bu görev Servet Somuncuoğlu’na nasip olmuştur. Kaya resimlerini “Türklerin tarih öncesinden bugünlere bıraktıkları izler” olarak açıklayan Somuncuoğlu gerek kaleme aldığı eserlerle gerek keşif ve araştırmalarını açıkladığı belgesellerle kendisine düşen görevi fazlasıyla yerine getirmiş, Türk tarihinin bilinmeyenlerini açık etmiş ve Tarihçilerin, Türkologların önüne yeni ufuklar çizmiştir. Somuncuoğlu dur demiş ve gerçekleri Türk tarihine kazımıştır. Somuncuoğlu’na göre damgaların oluşması MÖ 10.000 ile MÖ 5000 arasında devam etmiştir. Kayalara çizilen resimler zamanla soyutlaşarak farklı boyut ve anlamlar kazanmıştır. Öyle ki resmedilen geyik veya dağ keçisi zamanla soyutlaşarak ebedi hayatı simgelemiştir. Zamanla soyutlaşan ve anlam kazanan damgalar uzun bir süre sonra ses değerlerine yani harflere dönüşmeye başlamıştır. Asılsız tahminlerle asimile edilmeye çalışılan Türk kültürünün soylu alfabesi bu şekilde meydana gelmiştir. Kültürü zedeleyici kaynaklar ve yaratmaya çalışılan menşei karmaşasına karşı Somuncuoğlu’nun bu tespitleri kültür kodlarımız konusunda ciddi önem arz eder. Türkler tarih boyunca farklı alfabeler kullanmışlarsa da öz harfleri Orhun yazıtlarına işlenmiş Göktürk Alfabesidir. Bu eski Türk runik alfabesinin ortaya çıkışıyla ilgili ise birçok kötü tahminlerde bulunulmuştur. Kimi kaynaklara göre: Runik yazı köken olarak İskandinav runiğinden, Finike alfabesinden, Arami yazısından, Hint menşeili Horoşti’den tüm bunların ve hatta daha fazlasının birleşmesinden oluşmuştur. Binlerce yıl önce Altay Dağları’nda oluşmaya başlamış olan bu kültür kodlarına günümüzde Anadolu’da da rastlanılmıştır. Bunun sebebi olarak Türklerin Anadolu’ya 1071’den daha önce gelmiş olmalarını işaret eden Somuncuoğlu bir kez daha çok bilinen tarihi bir olayın yanlışlığı duyurmuştur. Ankara’ya 80 km. mesafedeki Güdül Köyü’nde ortaya çıkan Türk damgaları MÖ 3000leri göstermiştir ve bu belge Türkler ile Anadolu coğrafyasının tanışıklığını binlerce yıl geriye çekmiştir. Ne mutlu ki bu uydurmaların ve Türklere mazilerini unutturma ve dahi değişiklerle anlatılarak asimile çabalarına yine 22 GENCAY Somuncuoğlu’na göre Türkler Anadolu’ya daha önce defalarca gelmiştir, kimisi burayı yurt edinmiş kimisi geri dönmüştür. Öyle ki 1071 de gelen Müslüman Türkler Anadolu’ya yelin önündeki yaprak gibi değil akrabalarının yanına gelmişlerdir. Bu konu yüzyıllar önce Herodotos tarafında da işaret edilmiştir. Ona göre İskitler “ kımız” içiyordu ve akrabaları arasında Tomris ismi vardı. Bunlarla beraber HakkâriGevaruk’ta bulunmuş kaya resimleri MÖ 5000lerde kazınmış olup Türk kültürü ile aynı kodlarda birleşmiştir. Bu çevrede bulunmuş geyik mezar taşları ve balballar da Türklerin Milattan önce Anadolu’da olduklarının bir kanıtıdır. Türkolog bu anıtların ilk örnek olamayacak kadar kusursuz olduğunu belirtir. Orhun Antları her Türk’ün okuyup anlaması, ders alması gereken bir abidedir. Çünkü o yazıtlarda atalarımızın hayatları sevinçleri üzüntüleri başarıları başarısızlıkları yer almaktadır. Muharrem Ergin Orhun’u şöyle anlatır: “Taşlar üzerine yazılmış tarih. Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması. Devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri. Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası. Türk askeri dehasının, Türk askerlik sanatının esasları. Türk gururun ilâhi yüksekliği. Türk feragat ve faziletinin büyük örneği. Türk içtimai hayatının ulvi tablosu. Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri. Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı. Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı numunesi. Türk milliyetçiliğinin temel kitabı. Bir kavmi bir millet yapabilecek eser. Asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık. Türk dilinin mübarek kaynağı. Türk yazı dilinin harikulade işlek örneği.Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser. İnsanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en manalı mezar taşları. Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan Çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı…” Son olarak Orhun yazıtlarından bahsetmek uygun düştü. Bizlere okullarda Tarih kitaplarında Orhun Anıtlarının yazılı Türk Tarihi’nin ilk belgeleri olduğu bildirildi. Fakat Somuncuoğlu’na göre Orhun Anıtları önsöz değil, Türklerin taşlar üzerindeki son sözüdür. Görülüyor ki Orhun yazıtları büyük bir birikimin ürünü ve son halidir. Göktürk alfabesi oluşana kadar hem damganın arkasında binlerce yıllık geçmişi vardır. Orhun Anıtlarının şahane üslubunu gören müthiş derinliğini hisseden her 23 GENCAY Günümüzde her çizginin her damganın ve hatta değerleri yüksek anıt ve resimlerin bilinçsiz ve umursamazca heba edilmesi güçlere karşı geçmişimize sımsıkı sarılmalıyız. Onlara benzemeye çalışmalı, onlar gibi konuşmalı, o töreye bağlanmalıyız. Atalarımızın yazdıklarını okumalı ve onları yazmalıyız. Atalarımızın dokunduğu taşlara dokunmalı, onları anlamaya çalışmalı onlar gibi olmalıyız. Kurtuluşun ve düzenin kaynağını bugün ya da yarında veya Emperyalist devletlerin tezgâhtarlığında değil dünümüzde, Orhun’un satır aralarında aramalıyız. Öyle bir geçmişe sahibiz ki biz Hunlarız, biz Göktürkleriz, biz Kürşadlarız, biz Tuğrullarız, biz ki Oğuzlarız. Biz asla düşmemiş düşürülememiş Dünya kültürüne adımızı kazımış, ülkü yoluna canları cananları şehit vermiş bir milletiz. Sırf bu gururları dahi bize yaşattıkları için bize taşlardaki tarihimizi miras bırakan atalarımıza çok şey borçluyuz. Öyle ki geçmişini bilmeyen geleceğini inşa edemez. Miraslarımızı canımız pahasına koruyup onları anladığımız gün Kızıl Elma’lar bizimdir! gerçek bir vahşet. Geçmişleri yitip gitmiş, atalarını ve tarihlerini asla bilememiş çok daha kötüsü onları unutmuş milletler arasında yaşıyoruz. Bu şartlar altında bize atalarımızı unutturmak amacıyla hayatımızın her yerine, dilimizdeki kelimelere dahi hükmetme çabasındaki 24 GENCAY İZ’İN GÖLGESİNDE SOLUKLANAN ADAM Alper Göktürk ŞAFAK “At ayağı külüğ ozanı dili çeviğ olur.” Onlar, o çocuklar, o kurt ve kanı karışık ışık çocuklar… Bir gün geldi kayın ağacının dar odacıklarına sığmaz oldular. Kurtsu bakıyorlardı, çalımlıydılar. Kurtsu yürüyorlardı; alımlıydılar Kaşları, gözleri yerinde birer yiğit delikanlıydılar heyyy; kurt donanımlıydılar. [Sonsuza Uyanan Taşlar] Türk tarihinin satırları derinlere gittikçe flûlaşır. Geniş bir coğrafyada uzun bir müddet konar-göçer yaşamış bir milletin kaçınılmaz kaderidir bu. Fakat bu aramaktan alıkoymaz Türk çocuğunu. Türk tarihi kalemden eski; sözlü tarih ise mitleşmiştir zamanla. Hareketli yaşam biçimimiz her ikisinin de okunmasını zorlaştırmış üzerine yapılan yorumları da güdük bırakmıştır. İster insan içgüdüsü diyelim ister yarına sesleniş… Yolculuğunun hikâyesini iz bırakarak anlatmış atalar. “Buradaydık” demenin âzametini genlerle aktarmaktan öte bir iş yapmışlar: Türk’ün adını sonsuza yazmışlar. Tarihin izi yalnız satırlarda sürülmez. Bâzen nehrin uğultusu, dağların yalnızlığı bir şeyler aksettirmeye çalışır. Böyle zamanlarda kendisine kulak kesilecek bir kâşif arar rüzgâr. Dinlemeyi bilenler ve kucaklaşmaya cesaret edebilenler sürebilir o izi. Dağlar, zirvesinde sakladığı sarp kayalıkları gösterir o cesur kâşife. Nehir, sırrını açar gibi kaynağından kana kana içirir serin sularından. Servet Somuncuoğlu nehirlerle konuşmayı, dağlarla kucaklaşmayı şiâr edinmiş ve duyduklarını anlatmaya ömrünü vakfetmiş bir Türk büyüğü… Türklük duygusunu binlerce yıl öteden günümüze aktaran bir kâşif… Sepetçioğlu’nun Sonsuza Uyanan Taşları’nı okuduğumda şekillenmişti iz’in ve tamgaların anlamı. Ardından tevâfuk eseri 2007 yılının Aralık ayında Atlas dergisinde “Taştaki Türkler” makalesi kafamdaki taşları da yerine oturtmama yardımcı oldu. Petrogliflerin bize dâir ipuçları Yazılandan öte, görünenden büyük. 25 GENCAY verebileceğini burada fark ettim ve Servet Somuncuoğlu’nun macerasını uzaktan tâkip etmeye başladım. Bir fen bilimci için iyi bir başlangıç yapmıştım ve tarih ötesindekileri öğrenme istediğimi mütevazı bir şekilde sürdürebilecek bir kaynağın başındaydım. Artık Atsız’ın Bozkurtlar’ı daha bir anlamlı, Ertuğrul Gazi’nin atası Kayı Han ete kemiğe bürünmüştü benim için. Servet Somuncuoğlu’nun yaptığı böyle bir şeydi. Onun uzun yolculukları, arayışları ve ardında bıraktıkları bir neslin ruhunu diri tutmaya, damarlarındaki kanın delice çalkalanmasına yetti. Kozmopolitliğin moda olduğu töreye sırt çevrilen bir çağda ‘arayan Türk gencinin’ îmânını diri tutan yine kıymetli hocamızın çalışmaları olmuştur. Yarınlara aktarmaksa boynumuzun borcu olsun. Yazılanın ardına düşmek, dokunmak ve kalemin söylediğinden öte şeyler duymak… Tanrıdağlarını ilk gördüğünde ‘durduramadım’ diye anlattığı gözyaşları mâveradan bir şeylere dokunduğuna ve duyduğuna kanıt değil midir? Tanrı Türk’ü Korusun. 26 GENCAY BİR ÇAĞRI Çağhan SARI Servet Somuncuoğlu'nun aramızdan ayrılışının birinci senesi doldu. Yaptığı çalışmaları ve ortaya koyduğu eserleri hakkında birçok yazı kaleme alınmakta ve yazılmaya devam edecektir. Ancak Servet Somuncuoğlu'nun bizlere bıraktığı eserler kuşaklara aktarılmadıkça onu yad etmek bir açıdan hep noksan kalacaktır. Tıpkı büyük hocamız Durmuş Hocaoğlu'nun vefatından sonra kitaplarının tekrar basılması için uzun uzadıya bir uğraş verilip tekrar baskıların sağlanması gibi benzer uğraş bizleri beklemekte mi bunu incelememiz lazım. Kitap Ambarı'nda da aynı stok durumu mevcut. Ayrıca Bilgeoğuz'dan çıkmış Gallemit isimli kitabı da yine tükenmiş olarak görülüyor. Bu eserin sadece e-kitap olarak İdefix'ten satışı söz konusu. Kitap Yurdu'nda ise Saymalıtaş Gökyüzü Atları mevcut görülüyor. Ayrıca Servet Somuncuoğlu'nun Ressam Kainat Barkan Pajonk ile röportajının bulunduğu Kainatın Gözleri kitabının da baskısı tükenmiş durumda. Ankara, İstanbul ve İzmir'deki büyük kitapçılardaki stok durumunun ne olduğu hakkında malumat sahibi olmamakla beraber bu yazının yazılması sırasında Eskişehir'deki tüm kitapçıları gezme imkânı oldu ve sadece bir kitapçıda bir adet Damgaların Göçü Kurgan eserinin olduğu görüldü. Servet Hocamızın eserlerini temin etmek istedik diyelim. İnternet üzerinden kitap almak için en çok bilinen ve işlem gören üç web sitesini esas alalım. Bunlar İdefix, Kitap Yurdu ve Kitap Ambarı. Uzun senelerdir hizmet veren bu sitelere eriştikten sonra eser-yazar arama kısmına Servet Somuncuoğlu yazalım. Evet, öyle görülüyor ki Servet Somuncuoğlu'nun geride bıraktığı eserlerin okunması ve aktarılması için ilk olarak tekrar baskılarının yapılması gerekiyor. Nitekim bu konuda nasıl bir girişimde bulunulabilir neler yapılır bilmiyoruz. Umarız bu noktada üstümüze düşeni yapmış oluruz ve tekrar basımlar için gerekli çağrıyı en azından başlatmış oluruz. İdefix'te TRT'ye yapılan belgeselin DVD'si ile İlke Basın Yayın'dan çıkan Damgaların Göçü Kurgan isimli eserini temin edebiliyoruz. Saymalıtaş Gökyüzü Atları ile Timaş tarafından yayınlanmış Don Kazakları eserleri tükenmiş durumda. 27 GENCAY GENÇLERDEN ÜMİTLİYDİ Sefa Miraç DEMİRCİ Türk tarihine olan ilgim rahmetli Servet Somunoğlu'nu bir televizyon programında izleyince daha da artmıştı. Servet Somuncuoğlu'nu tanımadan 1 yıl önce Erzincan'ın Tercan ilçesinde bulunan Mama Hatun Kümbeti’ni ziyaret etmiştim. Kervansaray ve kümbet duvarlarında pek çok damga, çizim ve yazı görmüş dikkatimi çektiği için fotoğraflarını çekmiştim. Daha sonra bunları Servet Somuncuoğlun'a göndermeye karar verdim. Çok beğenmişti, aslında Doğu Anadolu'nun bazı bölgelerini kapsayan bir projesinin olduğunu ve zaman kazandırdığını söyleyip bu çizimler hakkında daha çok bilgi verdi. Erzincan'dan döndüğümde bir gün Türk Eğitim-Sen'in Bursa'da "Taştaki Sırlar" adlı konferansına Servet Somuncuoğlu'nun davetli olduğunu öğrendim. O zamanlar lise 3. sınıf öğrencisiydim, okul çıkışı 3 arkadaşımı da yanıma alarak yetişebilmek için koştura koştura gitmiştik konferansa. Çok güzel sunum olmuştu kendimce notlar almıştım. Çıkışta yanına gidip konuşma fırsatını buldum. Genç yaşta bu ilginin kaynağını sormuştu, sevinçliydi. Biraz sohbet ettik, hepimize baktı ve; "Gençlerden ümitliyim bu duvarı biz deldik siz yıkacaksınız, Türk Tarihinin bilinmezliğini açığa çıkaracağız, bu yönden içim rahat" demişti gülümseyerek. Aslında tarihimizde eksik şeylerin, söylenmemiş doğruların olduğunu fark ettim. Sorgulamaya, araştırmaya başladım. Gördüm ki Türk tarihinin bilinmeyen daha önce pek fark edilmeyen ve üzerinde çok durulmayan bir yanı var. Bunu fark etmem daha çok ilgimi çekip bu konulara yöneltti beni. İnternet üzerinden iletişime geçtim kendisiyle, bu konularda daha çok bilgi aldım ve bilgi aldıkça da ilgimde arttı. Öyle ki en yoğun olduğu zamanlarda bile her soruma cevap veriyordu. Onun bu sözleri beni daha da heyecanlandırmıştı. Sonrasında hep iletişimde olduk zaten. Memleketim Erzincan'a tekrar gittiğimde dağlara, köylere düştü yolum yeni şeyler bulabilmek için. Resimler çekip gönderiyordum. Bir gün yine fotoğraf 28 GENCAY göndermek için iletişime geçmeye çalıştığımda vefat ettiğini öğrendim, inanamadım. Ama vazgeçmedim yılmadan gezip Türk kültürüne ait verileri belgelemeye devam ettim. Her şeyi Türklük için yapmış bin bir fedakârlıkla Türk tarihine ve Türklüğe hizmet etmiş ve bu yolda pek çok kaynak ortaya çıkarmış birinin ümidini boşa çıkarmamak için çok çalışmalıyız eminim ki o yapacaklarımızdan haberdar olacaktır, mekânı cennet olsun... 29 GENCAY SERVET HOCASIZ GEÇEN BİR SENE Emre SEVİNÇ Ah Servet hocam Ah… Peki, Kimdi Servet hoca? Vefatını duyunca ilk bu sözler dökülmüştü zihnimden içime doğru. Yine de inanamamıştım da odanın içinde bir o yana bir bu yana telaşla koşuştururken tanıdıklara sormuştum haber doğru mu diye... Hala da inanamıyorum gerçi. Bilgeydi Servet hoca… Türk tarihine ışık tutacak bir felsefe anlayışı, kuramları, ilkeleri, yöntemleri vardı. Kut almıştı Servet hoca… Bilge Kağan misali gece uyumaz, gündüz oturmazdı Türk milleti için. 1 sene geçmiş aradan. Yine bir sahur vakti ve ben yine onu yazıyorum. Hisliydi Servet hoca… Binlerce yıldır sessizce duran kayalar dillerini ona açmıştı. En güzel pozları ona vermişti çok sevdiği laleler. Hakkında bir yazı dizisi yazıyordum geçen sene bu günlerde. Dizinin ilk yazısını göndermiştim de ne kadar sevinmişti, mesaj atmış, övmüştü beni. İşte bana kalan tek hatıra Servet hocadan o cümleler. Keşke daha çok anımız olsaydı. Bir ‘Ruh Adam’dı Servet hoca… Bu dünyadan göçmesinin ardından ona gösterilen sevgi seli, hüzün fırtınası onun ‘Ruh Adamlığı’ ile alakalıydı. Ne hayallerimiz vardı. Türk tarihi, Türk Yazısı’nın gelişim süreci aydınlanacak, yazı öncesi geçmişimiz ortaya çıkacak, Türk inancı, Türk töresi, Türk bilimi gün yüzünü bulacaktı... O hayallerle ne geceler devirmiştik, ne akşamlar etmiştik. Tutarlıydı Servet hoca… İddialı konuşmadı hiçbir zaman. Hayalleri çoktu ama hayalleri ile de konuşmadı. Söylediği her sözün ardında duran uzun seyahatler, çekilmiş binlerce fotoğraf, Taştaki Türk’ü düşünerek sabahladığı yüzlerce gece vardı. Karşılık beklemedi Servet hoca… Kendi çıkarını düşünmedi hiç. Yaptığı seyahatler yıllık izinlerindeydi. Çektiği fotoğrafları Türk milletinin hizmetine sundu. Çalışmaları sivil insiyatif ile yapılmış çalışmalardı. Bizdendi Servet hoca… Türkoloji’yi belgeselleriyle, kitaplarıyla, içtenliğiyle halka ulaştırabilmişti. Bu hayallerimizi gerçekleştirecekti Servet hoca. Hayatının merkezine koymuştu Taştaki Türk’ü Servet hoca… ‘Bu benim yaşam 30 GENCAY biçimim’ diyordu. Gecesi gündüzüydü taşlar, hayaliydi, yaşamıydı, ‘’geleceğiydi’’. Yüreğimize, geceleri hayallerimize, ülkümüze, dualarımıza onu kattık. Onun açtığı yola derviş olduk. Şöyle diyor bir TV programında Servet hoca… ‘Sen sabret zaman sabretmez… uyuduğun haram… kalk… oturduğun haram’. 1 yıl geçti ya şimdi. Günler döndü, aylar aşıldı, mevsimler esti. Karlar yağdı, sonra bahar geldi, çiçekler açtı. Biz ise ne bir adım ileri atabildik ne de bir adım geri. Hep yanımızda hissettik onu. Bedenimiz belki bugünü yaşıyor. Ama biz, 6 Ağustos 2013’te kaldık. Yaptığımız her işi onu özleyerek yaptık ve yapacağız. Tıpkı onun çok sevdiği cennetmekân Turan Yazgan’ın ardından yaptığı gibi. Ruhun şad olsun hocam. Türk tarihine adanmış bir hayattı Servet hoca… Türk’ü aramış, Türk’e doğru koşmuş, Türk’ü bulmuştu. Türk tarihinin önüne gerilen o büyük duvarı kaya gibi ‘ağır’ 3 tane kitabıyla devirmiş, kendisinden sonra geleceklere yolu açmıştı. Yaktığın ateş sönmeyecek. Yunus misali, ateşe… odunlar taşıyacağız, Tanrı, Türk’ü Korusun ve Yüceltsin. … Güdül Kayaresimlerini ziyaret ettik Mayıs ayında. Servet hocanın ruhu da oradaydı. Kağan Panosu’nda karşıladı bizi. Orada karşıladı bizleri. Ağlaştık. Yolcu etti sonra. Ne görmüştük ne de duymuştuk o gün onu. Sadece hissetmiştik. Ruhu bizimleydi. Çalışmalarımızda, onu anmalarımızda hep bizi görsün, övsün diye diledik. 31 o GENCAY TAŞTAKİ TÜRK GÜNLERİ - 2014 sunduk. Hatta onlara da bazı çalışmalar yaptırdık ki elleri Türk Yazısı’na alışsın. TAŞTAKİ TÜRK ATEŞİ-Emre SEVİNÇ Bir ateş düşmüştü artık içimize, duramazdık. Taştaki Türk’tü bu ateşin ismi. Taştaki Türkleri ve onları bize tanıtan, emanet eden Servet hocamızı anmayı ve tanıtmayı görev bildik kendimize. Bir fotoğraf sergisi düşüncesiyle başladı her şey. Sonrasında bir avuç kar parçasının yuvarlanarak kocaman bir kartopuna dönüşmesi gibi büyüdü hayallerimiz. Çok hızlı gelişti ve düşündüklerimizin de üzerine geçti yaptığımız işler. Taştaki Türk Günleri’nden bahsediyorum sevgili okuyucular. Erzurum Palandöken Gençlik Merkezi’nin büyük katkıları sonucu ortaya çıkan bir etkinlik dizisi. Tek bir şehirde planlanmıştı ama kendiliğinden 5 şehre, birçok etkinliğe sahne oldu düşüncemiz. Muğla’da Melike HİSAR, Bolu’da Alper Göktürk ŞAFAK, İstanbul’da Selim UYSAL, Ankara’da Ayten ALTAYLI ve Mehmet Fatih ŞAHİN tuttu işin ucundan. Neler mi yaptık? Ben Erzurum’da neler yaptığımızdan bahsedeceğim. Diğer şehirler için de arkadaşlarıma bırakacağım kalemi, onlar anlatacak… ‘Türk Yazısı Temalı Sanatsal Çalışmalar’ etkinliği ile başladı Taştaki Türk Günleri. Ne güzel bir çalışma oldu. Türk motifleri ile süslediğimiz çalışmaları katılımcılara 32 GENCAY Bu ilk günümüzün sonunda kötü bir haberle karşılaşmıştık. Soma’da meydana gelen maden kazasında işçilerimiz maden altında kalmış ve yaşam savaşı veriyordu. Ertesi gün yapacağımız ‘Servet Somuncuoğlu Anısına Fidan Dikme’ etkinliğini Soma’da hayatını kaybeden işçilerimiz anısına da yaptık aynı zamanda. Bu etkinliğimize Giresun Eynesil’den, Servet hocamızın akrabaları dahi gelmişti. Çok Kut’lu bir gündü. Taştaki Türk Günleri 2015’te görüşmek dileği ile… BOLU - ALPER GÖKTÜRK ŞAFAK Sevgili Emre SEVİNÇ’in bir mesajıyla başladı her şey. Servet Somuncuoğlu ile ilgili bir düşüncesinden bahsediyor, benden yardım istiyordu. Ben de Servet hocamıza beslediğim hayranlık duygusunun da etkisiyle ne gerekiyorsa yapacağımı söyledim ve başladık işe. Soma’da meydana gelen bu kazada birçok işçi ağabeyimiz vefat etmişti. Bu nedenle daha önceden planladığımız ‘’Taştaki Türk Fotoğraf Sergisi’’ni de iptal etmek zorunda kaldık ve daha sonraki etkinlikler için bayrağı İstanbul’da Selim UYSAL ve Bolu’da Alper Göktürk ŞAFAK’a devrettik. İSTANBUL TAŞTAKİ TÜRKLER’İN PEŞİNDE BİR KAŞİF: SERVET SOMUNCUOĞLU - Selim UYSAL Servet Somuncuoğlu, yapılamaz denileni yapan, günümüzden binlerce yıl öncesine giden bir zaman kâşifi gibi, Türk tarihinin en eski belgelerini bizlere sunan ve bu özellikleriyle şimdiye kadar anlatılan tarihin bile değiştirilmesine neden olacak işler yapan biriydi. Etkinliğimizde, onun eşi, arkadaşları ve öğrencilerini ağırlamaktan ve Servet Hoca'yı birinci ağızlardan dinlemekten çok memnun olduk. Oldukça faydalı geçen ve katılan herkesin memnun kaldığı bir etkinlikti. Dilerim Servet Somuncuoğlu ve ortaya koydukları hem halk hem de bilim adamları tarafından gereken değeri görür, tarih kitaplarına da girerek çocuklarımıza ve gençlerimize yepyeni ufuklar açar. Taştaki Türk Günleri idi projenin adı. Bize yani Bolu’ya da bir sergi düşmüştü. Emre hazırladığı sergi fotoğraflarını gönderdi. Biz de Gençlik Kolları Başkanı olduğum Türk Ocakları Bolu Şubesi’ndeki dostlarımızla işe koyularak serginin gerçekleşmesini sağladık. Sergi, Bolu’nun tarihi bir mekânı olan Gülezler Konağı’nda gerçekleşti. Serginin 33 GENCAY açılışını Bolu Vali Yardımcısı Sayın Gürkan Karaman yaptı. Sergi bir gün olarak planlanmasına rağmen Gülezler Konağı yöneticilerinin yoğun isteği üzerine bütün haftaya yayıldı. Bu bizi daha da mutlu etti. senesinde en mutlu olduğun anları o akşam yaşadım diyebilirim. Türk Ocakları Bolu’ya teşekkürlerimle. Bolu’nun ardından bayrak Muğla’ya Melike Hisar’a geçiyordu… Bolu’da gerçekleştirdiğimiz bir başka etkinlik ise Servet SOMUNCUOĞLU’nun asistanı Selda SERİN’in ‘Taştaki Türkler’ hakkındaki sunumu oldu. Sergi sırasında Türk Ocaklı arkadaşlarımızla yaptığımız bir sohbet sırasında ortaya böyle bir fikir atılmıştı. Biz de bu fikri değerlendirerek Selda hanıma ulaştık. Kendisi tereddütsüz teklifimizi kabul ederek Bolu’ya geldi. Kendisine buradan da ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Bu sunum ile ilgili olarak Emre SEVİNÇ düşüncelerini aktaracağından sözü ben ona bırakmak istiyorum. MUĞLA TAŞTAKİ TÜRKLER MUĞLA’DA - Melike HİSAR Taştaki Türk Günleri 2015’te görüşmek dileği ile… BOLU SEVİNCİ- Emre SEVİNÇ Taştaki Türk Günleri’nin Erzurum ayağı bitmişti. Ama ben Ankara’daki etkinliklere de katılacaktım. Yolculuk Ankara’ya idi. Atladık geldik. Bolu’daki etkinlikler de ilgimizi çekmiyor değildi hani. Servet hocanın asistanı, Türkolog, sevgili Selda SERİN Bolu’da da bir sunum yapacağını söyleyince rotayı Bolu’ya çevirdim. Bolu’da Türk Ocakları’nın ev sahipliğinde Selda SERİN unutulmaz bir sunum yaptı. Taştaki Türkleri dinleyicilere dillendirdi. O akşam, zihnimde unutulmazlara girdi. Gerek Ocak’lı yöneticilerin gerek genç arkadaşlarımın konuya ilgisi, gözlerindeki takdir ışığı etkinliklerin amacına ulaştığını, emeklerimin karşılığını bulduğunu gösteriyordu. Taştaki Türk Günleri’nin ilk Türklük sevdası uğruna, ömrünü Türk tarihini araştırmaya adayan Servet Somuncuoğlu anısına ‘‘Taştaki Türkler Fotoğraf Sergisi’’ Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde açıldı. 34 GENCAY ‘‘Taştaki Türk Günleri’’ adı altında beş farklı şehirde çeşitli etkinlikler yapıldı. Muğla etkinliğimiz fotoğraf sergisi arkasından konferans ile devam etti. Yazımı Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ile bitirmek istiyorum, başka etkinlikler de görüşmek dileğiyle, esen kalın. Sergimizde, Türk kültür tarihi açısından çok önemli olan atalarımızın bize miras bıraktığı eserler Servet Somuncuoğlu’nun fotoğrafları ile sergilendi. Türk tarihinin en eski kaynakları olan Orhun Anıtları ve Türk entelektüel zekâsının bir ürünü olan Göktürk Alfabesinin oluşum süreci bu sergide takip edilebiliyordu. Ayrıca Emre Sevinç’in takdire değer tasarımları da sergiye farklı bir boyut kazandırdı. Türklük bilincinde olan insanların heyecanla gezdikleri bir sergi oldu. Sergideki ortam bizi binlerce yıl öncesine atalarımızın yaşadığı topraklara götürdü. Orhun Vadisi’ndeki muhteşem günbatımı, Türk adının taşlara kazındığı Orhun Anıtları... Bütün gün burada kalmak istedim. “Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” Bu güzel etkinlikten sonra bayrağı Ankara’ya tekrar Emre Sevinç’e devrettik. Taştaki Türk Günleri 2015’te görüşmek dileği ile… ANKARA ANADOLU’NUN ORTASINDA TAŞTAKİ TÜRKLER - Emre SEVİNÇ Erzurum, Bolu, İstanbul ve Muğla’nın ardından sıra Ankara’ya gelmişti. Ankara’da uzun zamandır planladığımız Servet hoca ile ilgili bir sunumumuz ve yine onun keşfettiği Güdül ilçesindeki kayaresimlerine gezimizi gerçekleştirecektik. Ama bu kadarla bitmiyordu. Okt. Dr. Rabia Aydın hocamız, adeta biraz önceki fotoğraflar konuşuyor, kendilerini anlatıyorlar gibi çok bilgi yüklü ‘’Taştaki Türkler’’ konferansını verdi. Bu etkinlik hem bize için hem de katılımcılara farklı bir boyutta yeni bilgiler kattı ve güzel birer anı oldu. TÜBAV’ın ev sahipliğinde gerçekleştirdiğimiz etkinlikte Selda SERİN bir sunum yaparken Prof. Dr. Dursun YILDIRIM, Prof. Dr. Nakış Karamağaralı, Prof. Dr. Ali AKAR gibi Servet Somuncuoğu dostları onu anlattı. Bu etkinliği gerçekleştiren Tübav yetkililerine teşekkürlerimle. Servet Somuncuoğlu’nu rahmetle anıyoruz ve bu kutlu yolda onun izinden, gerçek Türk tarihini arayışının peşinden gideceğimize söz veriyoruz. Bu etkinlikte olmak benim için gurur vericiydi. Katkılarından dolayı ‘‘Anadolu Kartalları Doğa ve Kültür Topluluğu’’ başkanı Burak Kara, başkan yardımcısı Servel Ulfan arkadaşlarıma ve konferans için Okt. Dr. Rabia Aydın hocamıza teşekkür ederim. 35 GENCAY Sıradaki etkinliğimiz ise uzun zamandır isteyip de yapamadığımız bir etkinlikti. Güdül Kayaresimleri Gezisi. Bu etkinliğimiz de oldukça eğlenceli ve yararlı geçti. Hasretini çektiğimiz kayaresimlerine dokunma fırsatı bulduk. Onları yakından görmek bize tahlil imkanı sundu. Ata ruhlarımızı selamladık. Sonuç olarak, 13-24 Mayıs tarihleri arasında gerek Taştaki Türkleri gerek de Servet Somuncuoğlu hocamızı anma fırsatı bulduk. Bu etkinliklerimiz sırasında yeni arkadaşlıklar kurduk ve mevcut arkadaşlıklarımızı genişlettik. Emeği geçen, övgülerini sunan, aynı yolda yürüdüğümüz tüm dostlarımıza selamlarımla. Taştaki Türk Günleri 2015’te görüşmek dileği ile. Tanrı Türkü Korusun. 36 GENCAY KISA KISA SERVET SOMUNCUOĞLU Onu Kağan Panosu’na götürdüğümde endişeliydim. Bunu beğenmeyebilir diye. Hocam sizi bunun için çağırdım dedim. Geldik Kağan Panosu’na, şöyle bir duraksadı, baktıı baktıı. ”Bana bir müsaade edin, bir sigara içeyim” dedi. Eee tabi ben de merak var. Soruyordum, ”hocam neresini beğenmedin”diye. Cemil bir dur, içeyim şu meredi” dedi. İçti sigarasını. O an açtı telefonu, birkaç kişiyi aradı. Telefondakilere şöyle nara atıyordu. ”Hocamm, hocamm Güdül’de değilim, sanki Orta Asya’dayım, Orta Asya’dayım”. Ben ferahladım tabi. Sonra ”Gel lan benim kahramanım seni bir öpeyim” dedi. Cemil SÖYLEMEZOĞLU-Güdül Kayaresimlerini Anlatırken Belgesel yapmak gönül işidir. Kalple yapılır bu iş. Hissetmenizi, ağlamanızı, üzülmenizi, gülmenizi, sevinmenizi, heyecanlanmanızı, insanlara anlatacak yeni şeyler için umutlanmanızı, zaman zaman coşmanızı gerektirir. Çelebi misali kaydettiklerinizi insanlara aktarmak için yanar tutuşur, sabırsızlanırsınız. 37 GENCAY Çok çalışır ve yine çok çalışırsınız. Benliğiniz belgesellerin içine girer, orada yaşar. Kendinize pek zaman ayırmazsınız. Başkaları aldıkları yeni arabalarla ya da giysilerle hava atar, siz de manevi ideallerinizle. Belgeselci dinlenmez yeni projelere yelken açar. Kalp bu kadar harekete dayanır mı? Dayanmadı işte… Zafer KARATAY Yiğitler, sessiz uçmaklığı seçerler. Bir garip döngü, bir bilinmez Tanrı buyruğu. Aslında yaşarken de sessiz, ama derindendirler. Tutkuları yakalanmayacak yükseklikte, Ülküleri, Göksel… Sesleri yitik… Aslında seslenirler de yalnızca duymak isteyenlere… Duyabilenlerden olmak ne mutlu! O taşların HAKANI… Taşları Türk yapan, Türk taşlarda Türk imi, Türk tamgası arayan, onları bulup, bedizleyip kaydeden… Kim bilir kaç taşın başında oturup, zamanı yitirmiş, taşla bir taşlaşmış, taşla bir kez daha Türkleşmiş, taşla bütünleşmiş…? Haldun Terzioğlu 38 GENCAY ‘Bugün bayram’ diyemedik! Arslan TEKİN Orhun’un kaynağından yudum yudum içerken, Sibirya’dan buraya diyecek sözün kaldı. Asya’nın dağlarında gök yeleli gezerken, Cümle bengü taşlarda Servet’çe izin kaldı. Taştaki Türkler olduk, kanatlandık aşk ile, Damgaların Göçü’yle yola çıktı kafile, Sayılı nefes bitti, ne söylesek nafile, Bizlere bıraktığın bir garip hüzün kaldı. Mehmet Ali KALKAN 39 GENCAY SERVET HOCADAN ÖNEMLİ SÖZLER -Eski çağ kültürleri sayılırken Mısır, Çin, Yunan, Mezopotamya, Hint sayılır. Devasa bir Türk kültürünü niye söylemezsiniz? … -Ben Öntürk tabirine çok katılmıyorum çünkü Türk’ün önü arkası, sağı solu olmaz, Türk Türktür. … -Eski Türk medeniyetinin dini vardır, dili vardır, ekonomik sistemi vardır, e o zaman siz bunu nasıl görmezden gelir, nasıl yok sayarsınız? … -En ilk köklerine ulaşmak insanın sinir uçlarına dokunur ve harekete geçirir toplumları. … -Bu kaya resmi alanları orasında burasında define var diye bilmem ne var diye defineciler tarafından tahrip ediliyor. Bunların hiçbirinde define yok, bunlar binlerce yıl önce yaşamış insanların duaları, dilekleri, ibadetleri. Çarpılırlar, çok fazla deşelemesinler. … -Bizim gençliğimizde okuduğumuz çizgi romanlar vardı, Teksas, Tommiksler, sonra onlar çeşitlendi. Biz o Teksas Tommiksleri, çizgi roman gibi okurken, aslında başka birilerinin tarihlerini öğrenmiş olduk. Nasıl öğrendik, onların bize sunduğu bölümlerini görerek öğrendik, öyle algıladık. Kırmızı urbalılar, İngiliz askerleri Amerika’yı işgal etmiş, çelik bilek var yani Teksas dediğimiz kişi, 40 GENCAY pazusu kuvvetli yarım post elbise giymiş ve İngiliz askerlerini sürekli döven birisi. Şimdi İngilizlerle Amerikalılar birlik olmuşlar dünyayı dövmeye çalışıyor ama bizim gençliğimizde okuduğumuz o çizgi romanlarda Teksas diye bir adam çıkıyor işgalci İngilizleri habire pataklıyordu. Ne öğreniyoruz, İngilizler Amerika’yı işgal etmiş vaktiyle. … -Ve Anadolu’da biz 150’den saymaya başlıyoruz, 149 nerede? -Roma, Bizans vesaire, ya bizim bir şeyimiz yok mu? Var, hem de Roma’yı, Bizans’ı katlayacak şeyler var. Yani bir Saymalıtaş tek başına bir İskenderiye kütüphanesidir, yani eski çağların en büyük kütüphanesidir tek başına. … -Orhun anıtları Türk tarihinin önsözü değil, Türkler’in taşlar üzerindeki son sözüdür. … -Taştan put yapmamış bir millettir Türkler. … -Türkler göçebe bir millet değil, Türkler göç eden bir millet. … -Gök tanrı dininde tartışmasız olarak tek tanrı inancı var. … -Bunlar taştan mektuplar, geçmişten günümüze yazılmış ve bunlar ata ruhlarımızın sesleri. … -Türkçeyle Altay gidebilirsiniz. dağlarına kadar buradan sadece Türkçe konuşarak … -Tarihin tek DNA’sı vardır o da mezar taşıdır. … -Orhun anıtlarında kullanılan alfabenin oluşması belki her harfin arkasında binlerce, yüz binlerce kaya resmi var. 41 GENCAY -Şaman kelimesi Türkçeye Sanskritçeden geçmiştir, bizde şaman yoktur, bizde kam vardır ve eski Türklerin dini, Türkler’in eski dini gök tanrı dinidir, Şamanizm değildir. Şaman ve Şamanizm ile bir paganlaştırma vardır. … -Türk tarihinin karanlıkta kalmış, sislenmiş, puslanmış gerçek ve o buzdağının altı gibi gerçek kısmı, kayaresimlerinin çözümlenmesiyle ortaya çıkacaktır. … -Ordu Mesudiye Esatlı Köyü’ndeki kaya resimlerine yapılan bir yorum “Vikingler Anadolu’ya geldi orada görüyorsunuz uçan at figürü var”, uçan at figürünü Viking gemisi gibi yorumluyor ama siz Asya’nın derinliğinde uçan at figürünü biliyorsanız... 42 GENCAY SERVET HOCAYI ÖZLEYEREK – DAMGALARIN MASALI Çizim: Emre SEVİNÇ 43 GENCAY 44 GENCAY AH! SERVET HOCAM AH… 45 GENCAY millikanal.com 46 GENCAY MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ’NİN SON KİTABINI MERKEZİMİZDEN TEMİN EDEBİLİRSİNİZ.
© Copyright 2024 Paperzz