Yrd. Doc. Dr. Nazmi Çeşmeci Tören Konuşması

ATATÜRK’Ü SEVMEK VE ANLAMAK – 10 KASIM 2014
Yrd.Doç.Dr.Nazmi Çeşmeci
Piri Reis Üniversitesinin Fakülteleri ve Meslek Yüksek Okulu bölüm ve
programlarında öğrenim görebilmek için hazırlık sınıfında bulunan Sevgili
gençler,
Her biriniz en az 9 yıldır 10 kasımlarda O’nun manevi huzurunda saygı
duruşu yaparak Atatürk’ü anmış, ayrıca çeşitli sınıflarda Atatürk İlkeleri
ve İnkılap Tarihi dersleri görmüş olan bilgili gençlersiniz. Size anlatılan ve
ileride anlatılacak olan konularda hepiniz bilgi sahibisiniz. Bu gün de ben
sizlere bu konudaki düşünce ve görüşlerimi anlatacağım. Ancak
anlatacaklarımın önemli bir kısmı “Atatürkü Anlamak” üzerinde
yoğunlaşacaktır. Evet Atatürk hakkında çok şey biliyoruz, O’na Tüm
dünya gibi biz de hayranız ve bu gün sahip olduğumuz imkanların hemen
hepsini bize sağlayan bu büyük insana minnet borçluyuz. O’nu
seviyoruz. Bu konularda kuşkum yok. Ama O’nu yeterince tanıyor ve
anlıyor muyuz? Bu konuda ise kuşkularım var. Uzun yıllardır her 10
kasım haftasında girmekte olduğum tüm derslerin ilk 15 dakikasını bu
konuya ayırıp, öğrencilerime “Atatürk ve Atatürkçülük“ hakkındaki
görüşlerini yarım sayfa içinde anlatmalarını istemeyi bir alışkanlık haline
getirdim. Müteakiben bu yarım sayfalık görüşleri okuduğumda, bu
konudaki görüşlerimizin bir bütünlük içinde olmadığını gözlemledim.
Bu gün, hem Atatürk hakkındaki bilgilerimizi tazeleyeceğim hem de
Atatürk ve Atatürkçülük’ten ne anlamalıyız konusundaki görüşlerimi,
O’nun sözlerine atıf yaparak sunacağım.
Atatürk’ü genellikle; zaferler kazanmış bir Komutan ve Devlet Adamı
yönleriyle tarihe mal olmuş bir şahsiyet olarak tanırız, ki bu elbette
doğrudur.
Bu özellikleri ile Atatürk dünya çapında saygı gören bir şahsiyettir.
Hemen bir kaç örnek vermek mümkündür.
1938’de, Amerikalı General Mc.Arthur’a en zor anında “Şu an hiç birinizi
değil, o büyük istidatı ile Mustafa Kemal’i yanımda görmek için neler
vermezdim.” sözlerini dile getirten MUSTAFA KEMAL,
1
30 Ağustos 1922 Zaferi’nden sonra yabancı bir şaire “Tanrı bir topluma
yardımcı olmak, onun elinden tutmak isterse; başına MUSTAFA KEMAL
PAŞA gibi bir önder getirir...” dizelerini yazdırtan hayranlığı oluşturan
MUSTAFA KEMAL’
VEYA;
1971 yılında, Haiti Cumhurbaşkanına vasiyetinde “Bütün ömrüm
boyunca Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alarak yaşamış
olmaktan dolayı mutluyum” ifadelerini yazdıran MUSTAFA KEMAL
ATATÜRK.
O’nu daha çok asker Atatürk veya Devlet Adamı Atatürk olarak
tanıdığımız doğrudur. Ama, Haiti’den Hindistan’a, İngiltere’den
Avustralya’ya kadar; her kıtada, her an, dostundan düşmanına kadar
herkeste; sevgi, minnet, güven ve özlemi aynı sıcaklıkta tutabilen;
evrensel büyüklükte bir insan olduğu gerçeğini bilmek, bunu kavramak,
unutmamak ve unutturmamak da görevimizdir..
Belçika’nın Ankara Büyükelçisi yalın bir şekilde ne güzel dile getirmiştir:
“Ben Ankara’da iken daima güneşe bakardım. Fakat güneşi ufukta değil;
Çankaya’da görürdüm. Çünkü asıl güneş, “Çankaya’daki Atatürk” denilen
güneşti.”
O, her aşamada genç ve dinamik bir eylem adamı olarak yaşamıştır; 35
yaşında General,
40 yaşında Başkomutan,
42 yaşında Cumhuriyeti ilan eden,
44 yaşında Şapka ve Kıyafet Devrimini yapan,
46 yaşında Nutuk’u yazan,
47 yaşında Türk Alfabesini yürürlüğe koyan GENÇTİR.
O’ kazanılan mucizevi zaferlerden sonra, köhnemiş bir devlet yapısından
genç ve modern bir devlet yapısına geçmeyi sağlayan köklü reformları
başarmıştır.
Yaygın kanaatin aksine, söz konusu reformlarla ilgili girişimler daha
önce de yapılmıştı. Sistemin köhnediğini, devletin artık mevcut şekliyle
2
ayakta tutulamayacağını anlayabilen bazı basiretli Osmanlı devlet
adamları 150 yıl öncesinden reform denemelerine başlamışlardı. Bu
konudaki en önemli kilometre taşı, 1773 yılında Sultan I. Abdülhamit’in
Fransız uzmanların da görev aldığı, çağdaş anlamda ilk mühendislik
eğitimine başlanmasını sağlamasıdır. Mühendishane-i Bahriyi Hümayun,
yani Deniz Mühendislik Mektebi, zamanın önceliği olarak askeri
denizciliğe yönelikti. Bu gün Sadece Deniz Harp Okulunda değil İstanbul
Teknik Üniversitesinin kapısında da bu tarih yazılıdır. Daha sonra 19.
Y.Y. reformları denenmiştir. Bazı alanlarda mesafe alınmış olsa da tam
başarı sağlanamamıştır. Resim yapan padişahlar, piyanoda klasik batı
müziği çalışan Prensesler bu yenilikleri topluma mal edememişlerdir.
Hukuk alanında yapılmak istenen reformlar toplumun bazı kesimleri
tarafından gösterilen direnç nedeniyle hep yarım kalmıştır.Bütün bu
iyileştirmelerin, köklü devrimler olarak yerleşmesi ancak Atatürk’ün
dehası ile mümkün olabilmiştir.
Zaman O’nu yakamızda, kalbimizde, gözyaşlarımızda taşıdığımız kadar;
öneri ve görüşlerini, eylem ve davranışlarımıza taşımanın ve O’nu
DOĞRU anlamanın da zamanıdır
Şimdi de, O’nun hedeflerini anlamaya çalışalım. O’nun büyük hedefi yüz
yıllardır geri kalmış toplumu her alanda “Çağdaş uygarlık düzeyinin
üstüne çıkarmaktır”. Bu nasıl mümkün olacaktır? Hangi yöntemler ve
ilkelerle bu büyük hedefe ulaşılabilecektir?
En öncelikli ilke ruhunu “Yurtta sul, cihanda sulh” özdeyişinden alan
“Barış”tır. Uygarlık ve teknolojileri örnek alınan ülkelerin dahi ulusal
çıkarlarını geliştirmek için savaşa hazırlandıkları bir tarih diliminde bu ilke
büyük bir insanlık ideali olarak ortaya çıkmıştır. Alnında mucizevi savaş
zaferlerinin parıltısı olan bir önderin savaşı böylesine aşağıladığını tarih
yazmış mıdır?;
“... Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir.”
“Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların
düşmanıyız”
İkinci ilke “Eğitim” dir.
“Eğitimdir ki, bir ulusu ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde
yaşatır, ya da bir ulusu esaret ve sefalete terkeder “
3
Ve eğitimin amacı;
Milli Eğitim’in gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok
memlekete ahlâklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılâpçı, olumlu, atılgan,
başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli,
hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç
yetiştirmektir.
Ve eğitimciler, öğretmenler;
“Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet, sizden “fikri hür,
vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister”
Ve kadın hakları;
“İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir.
Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de
kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı
toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?”
Toplumdaki başarısızlığın sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz
ihmal ve kusurdan doğmaktadır.
“Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar
üzerinde göklere yükselmeye layıksın”
Ve geleceğin büyükleri, dünyada ilk kez kendilerine bayram verilen
çocuklar;
“Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı,
ilkbal nurusunuz. Yurdu asıl nura gark edecek sizsiniz. Kendinizin ne
kadar mühim ve kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız.
Sizlerden çok şeyler bekliyoruz”
Sanata verilen önem;
“Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki
tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme
yolunda yeri yoktur”,“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri
kopmuş demektir”
Yaratıcılığa değer vermek;
4
“İnsanların hayatına, faaliyetine egemen olan kuvvet, yaratma icat
yeteneğidir”
Bu araçlar ile çağdaş uygarlık düzeyine doğru ilerlenirken, araçların
enerjisi nasıl sağlanacak, toplumun damarlarına işlemiş olan atalet nasıl
yenilecektir?
Ve çalışmak,
“Çalışmadan, yorulmadan, başarmadan rahat yaşamanın yollarını
alışkanlık hâline getirmiş milletler, evvelâ haysiyetlerini, sonra
hürriyetlerini, en sonunda da istikballerini kaybetmeye makhûmdurlar”
Dinin toplum hayatındaki yeri;
“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir.
Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz
sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor,
kasde ve fiile dayanan taassupkâr hareketlerden sakınıyoruz”
Karanlıklar içinde önümüzü görmeyi ve “Çağdaş uygarlık düzeyi”
hedefine ulaşmayı sağlayacak yol gösterici ise ancak “Bilim”dir;
“Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, başarı için, en hakiki
mürşit bilimdir, fendir. Bilim ve fenden başka yol gösterici aramak
gaflettir, dalalettir”
“Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir”
“Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin”
Unutmayalım ki Cumhuriyetin, Devrimlerin, varlığımızın ve geleceğimizin
korunmasının tek yolu, bizzat kendi sözleri ile vücut bulan bu Atatürkçü
Düşünce Sistemidir.
Sevgili öğrenciler,
Sizler, ülkemizin tek denizcilik ihtisas üniversitesinin bölüm ve
programlarında öğretim görerek denizciliğin çeşitli alanlarında görev
alacak ve ülkemizin büyük ideali olan çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşmasına katkıda bulunacaksınız. Büyük önderin, denizcilikle ilgili
direktifi genellikle bilinir. Ancak, Türk ve Dünya denizciliğine kültürel
alandaki önemli bir katkısı daha vardır. Geçtiğimiz yıl Piri Reis Dünya
5
haritasının 500. Yılı Birleşmiş Milletler Unesco tarafından kutlanmıştı. Bu
konudaki çalışmalarım esnasında rastladığım pek bilinmeyen bir gerçeği
sizlerle paylaşmak istiyorum. 1929 yılında Atatürkün direktifi ile Topkapı
Sarayı müzeye çevrilmiştir. Müzedeki eşyaların envanteri çıkarılırken
ceylan derisine çizilmiş olan haritaya rastlanır. Müze müdürü Edhem
Eldem bey, o sırada İstanbul’da bir konferansta bulunan Alman Profesör
Kahle ile doğrulamayı yaptıktan sonra Atatürk’e bilgi ulaştırır. Atatürk
haritayı derhal Ankaraya getirterek inceler ve Devlet Basımevine
haritanın çoğaltılması, Haritanın da müzede özenle korunması talimatını
verir. Bu gün, Ülkemiz ve Dünya denizciliği için çok önemli olan bu eserin
ortaya çıkarılması ve korunmasında kültür sanat ve bilime böylesine
önem veren Büyük Atatürk’ün katkısı vardır. O haritanın kaybolup
gitmemesi sayesinde belki de Türkiyenin ilk Denizcilik Üniversitesine Pİri
Reis adı verilebilmiştir.
Atatürk’ün denizcilik konusundaki direktifi ise şöyledir:
« En güzel coğrafî vaziyette ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye ;
endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek
kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bilmeliyiz ; denizciliği, Türkün
büyük millî ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız»
Sözlerimi, hepimize hitap eden ve O’nun idealini özetleyen sözleriyle
tamamlıyorum.
“İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal...
İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil,
bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü
için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil
ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin
içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması
ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!”
Saygılar Sunarım.
Yrd.Doç.Dr.Nazmi Çeşmeci
6
7