atatürk ve müzik - Beykent Gazete

10 KASIM YURTTA YAS, CİHANDA YAS.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 09.05'te İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda hayatını
kaybetti. Cenazesi büyük bir törenle Ankara'ya uğurlandı ve Atatürk 21 Kasım 1938 günü Ankara'da yapılan büyük bir törenle Ankara Etnografya Müzesi'ndeki
geçici kabrine konuldu. Bundan 15 yıl sonra da 10 Kasım 1953'te kendisi için yaptırılan Anıtkabir'deki ebedi istirahatgâhında toprağa verildi. (Mustafa Kemal
Atatürk – Vikipedia.)
-''RESMİ TEBLİĞ''Atatürk'ün sonsuzluğa göçtüğü gün Cumhuriyet Hükümeti, milli
yasın acısını her satırında ortaya koyan ve ulusun duygularını
dile getiren resmi bir tebliğ yayımladı. Bu tebliğ, o günün diliyle
şöyle: İSTANBUL, 10 (A.A) - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin
resmi tebliğidir: Müdavi ve müşavir tabiplerinin neşredilen son
raporu Atatürk'ün dünyaya gözlerini kapadığını bildirmektedir. Bu
acı hadise ile Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk milleti Ulu Şefini,
insanlık büyük evladını kaybetti. Milletimize içimiz yanarak bu
tarife sığmayan ziyanından dolayı en derin taziyelerimizi sunarız.
Kederlerimizin tesellisini ancak ve ancak onun büyük eserine
bağlılıkta ve aziz vatanımızın hizmetinde ararız. Şurasını da her
şeyden evvel beyan etmeliyiz ki, ölmez olan, onun büyük eseri
Cumhuriyet Türkiye'sidir. Hükümetimiz, içinde bulunduğumuz
bu mühim anda bugüne kadar olduğu gibi dikkatle vazife
başındadır. Müesses olan nizamı ve vaziyeti idame hususunu,
büyük Türk Milleti'nin hükümeti ile tek vücut olarak teyit ve temin
edeceğine şüphe yoktur. Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun 33'üncü
maddesi mucibince, Büyük Millet Meclisi Reisi Abdulhalik Renda,
Reisicumhur Vekâleti vazifesini deruhte etmiş ve ifaya başlamıştır.
Gene teşkilatı Esasiye Kanunu'nun 33'ncü maddesi mucibince,
Büyük Millet Meclisi derhal yeni Reisicumhur intihap edecektir.
Türkiye'nin büyük makamına Teşkilatı Esasiye Kanunu'na göre,
geçecek zatın etrafında hükümeti ile şanlı ordusu ile ve bütün
kuvveti ile Türk Milleti, sarsılmaz bir varlık olarak toplanacak ve
yükselmesine devam edecektir. Bugün ayrılığına ağladığımız Büyük
Şefimiz Atatürk, her vakit Türk Milleti'ne güvendi. Eserlerini bu
güvenle yaptı. İdamesi esbabını da istikbal ederek, güvenle büyük
milletimize bıraktı. Ebedi Türk Milleti, onun eserlerini ebediyetle
yaşatacaktır. Türk gençliği, onun kıymetli vediası olan Türkiye
Cumhuriyeti'ni daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir. Kemal
Atatürk, Türk'ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır.'' (T.C. 10
Kasım 1938 Resmi Tebliği – Anadolu Ajansı.)
Büyük Milli Matemimiz. Meclis bugün toplanıyor.
(Cumhuriyet Gazetesi – 11 Kasım 1938.)
GİDİYORSUN!
Seni iki defa gördüm. Birincisi, bundan on yıl evvel, Dolmabahçe’nin muayede
salonunda. Latin harfleri konferansının akşamıydı. Büyük avizeden yüzlerce
güneş yağıyordu. Bütün madenlerden ve yıldızlardan fırlayan parıltı içinde sen,
büfenin önünde idin. Bir parmaklık halinde seni çeviren hayranlarının ortasında,
elini beyaz çizgili lacivert pantolonuna koymuş, tarihi sarsan başının, öne doğru
müthiş kuvvetini saklayan yumuşak, tatlı, nazik eğilişe, saçının rengine uygun ve
aynı madendenmiş gibi çınlayan altın sesinle konuşuyordun. Sonra büyük sofranın
başına geçtin. Senin harp ve zafer menkıbelerini, senin ağzından ve ayakta
dinledik. Ağlayanlarımız vardı. Sabaha kadar bazen neşeli, bazen müstehzi, bazen
öfkeli ve bazen de muammalı, sen söyledin. Dokuz saat fasılasız seni dinledim,
seyrettim ve gözlerinin zümrüdünü, bir mahfazaya pırlanta koyar gibi hafızama
yerleştirmek için, bütün bakışlarını, sonra yüzünün bütün çizgilerini ve bütün
tavırlarını ezberledim. Seni yakından ikinci görüşüm, yine Dolmabahçe’de, bütün
halkla beraber, dündür. Dün, yine aynı salonda, gene seni tavaf ediyorduk. Fakat
avizen yanmıyordu. Sofran dağılmıştı. Altın başın ve altın sesin, içinde mavi
ufuklar yanan gözlerin yoktu. Hacmin, altında yattığın Türk Bayrağından daha
küçülmüş, manan ondan daha büyümüştü. Susuyordun. Fakat bana gene birçok
şeyler, daha büyük şeyler, daha derin şeyler söylüyorsun gibi geldi. Bu defa
muhatabın birkaç kişi değil, bütün millet, bütün tarih ve bütün istikbaldi. Bugün
gidiyorsun. Hani o ilk geldiğin zamanlarda kurulan taklar, hani o bütün şehrin
sevinç nidaları, hani o yaşa Gaziler, yaşa Ulu Önder, yaşa Büyük Kurtarıcı, yaşa
Atatürk, yaşalar? Hıçkırıktan boğuluyoruz. Gidiyorsun. Bir daha gelmeyeceksin.
Marmara solgun. Gölgeler çürüyor. Florya, uzakta, sensiz ve sessiz, mahzun
ve harap. Gidiyorsun. Fakat unutulmaz hatıran içimizde, her gün gözlerimiz
dalarak bekleyeceğiz ve içimizde istikbal edeceğiz. Ölüm seni bizden almadı, seni
derinleştirdi, içimizin köklerine sımsıkı saracak kadar derinleştirdi. İşte o kadar.
Değil mi Atatürk? İşte o kadar. (Peyami Safa – Cumhuriyet Gazetesi/19.11.1938.)
Babamızı Kaybettik. Büyük Şefimiz Hayata Gözlerini Yumdu. (Tan Gazetesi – 11
Kasım 1938.)
KURTARICINI VE EN BÜYÜK EVLADINI KAYBETTİN. TÜRK MİLLETİ SEN SAĞOL! (Ulus
Gazetesi – 11 Kasım 1938.)
Halkın sonsuz matemi. (Akşam Gazetesi – 11 Kasım 1938.)
TÜRK MİLLETİNİN BÜYÜK MATEMİ. (Son Telgraf Gazetesi - 10 Kasım 1938.)
Ulu Şefimiz Atatürk bu sabah 9.5’de öldü. (Haber Gazetesi – 10 Kasım 1938.)
İstanbul bugün bütün insanlığı öksüz bırakan Atasını ebediyete teşyi ediyor. (Son
Posta Gazetesi – 10 Kasım 1938.)
Atatürk gibi insanlar bir nesil için doğmadıkları gibi belli bir devre için de
doğmazlar. Onlar önderlikleriyle yüzyıllarca milletlerin tarihinde hüküm sürecek
insanlardır. Atatürk gibi dehalar sadece görünüşte ölürler. Oysa gerçekleştirdikleri
eserlerle daima hayattadırlar. (Tahran Gazetesi - 11 Kasım 1938.)
Dünya sahnesinden tarihin en dikkatli, çekici adamlarından biri geçti. (Chicago
Tribune Gazetesi - 11 Kasım 1938.)
Atatürk, Türk Milleti’nin ruhunda Türk Bayrağı gibi dalgalanan bir baştı. (Daily
Telegraph - 11 Kasım 1938.)
Atatürk’ün ölümü ile Yakın Doğu’nun gelişmesine birinci derecede etken olan son
derece kuvvetli bir şahsiyet kaybolmuştur. (Tribuna Gazetesi – 11 Kasım 1938.)
Çok, pek çok devrimciler görüldü. Fakat hiçbiri Atatürk’ün cesaret ettiği ve
muvaffak olduğu şeyi yapmadı. (Messager D’Athenes – 11 Kasım 1938.)
Almanya, Türk Milleti’nin bu ölçülmez derecede büyük ziyanından dolayı acısına
samimi olarak katılmaktadır. Atatürk bütün dünyanın hayran kaldığı bir kalkınma
yapan ilk devlet başkanı olmuştur. (Beobahter Gazetesi – 11 Kasım 1938.)
Atatürk’ün yurt kurtarıcı olduğunu, milletlerin en vefalısı olan Türkler asla
unutmayacaklardır. (Noeil Roger Gazetesi – 11 Kasım 1938.)
Dünya, bu savaş ve barış kahramanı büyük adamın ölümü ile yoksul düşmüştür.
(Pester Lioyd Gazetesi – 11 Kasım 1938.)
Avrupa, savaştan sonra belirmiş az sayıdaki yapıcı devlet adamlarından birini
kaybetti. (Spectator Gazetesi – 11 Kasım 1938.)
Atatürk’ün ölümü gerek Türkiye için gerekse bütün dostları için derinliği ölçülmez
bir kayıptır. (İzvestia Gazetesi – 11 Kasım 1938.)
Çökmüş bir ülkeye geçmişin tarihsel değerini geri veren Atatürk olmuştur.
(Massagero Gazetesi – 11 Kasım 1938.)
Atatürk’ün ölümü yalnız Türk Ulusu için değil. O’nun örneğine çok muhtaç olan
bütün doğu ulusları için de büyük kayıptır. (Eleyyam Gazetesi – 11 Kasım 1938.)
Atatürk’ün yaptıkları insanoğlunun kolay kolay yapabileceği şeylerden değildir. O;
büsbütün başka bir insandı. (El-Mısri Gazetesi – 11 Kasım 1938.)
‘’Atatürk 58 yaşında vefat etti; Türkler bugün yerine bir halef seçecekler’’ manşetiyle New York Times'ın 11 Kasım 1938 tarihli sayısında manşetten duyurulan
haberde, alt başlıklarda ‘’Ulusal Meclisin General İnönü'yü Başkan olarak seçmesi bekleniyor, ‘’Ülke yaslı’’, ‘’Kurucunun ideali doğrultusunda vurgulanan birlikYeni döneme barışçıl geçiş’’ denildi. Haberle birlikte yayınlanan yorum yazısında Atatürk bir "dâhi" olarak anıldı. (USA Sabah Gazetesi.)
GİZEM GÜNDOĞDU
ATATÜRK VE TİYATRO
Sanatın her dalı toplum için ve bireyler için önemlidir. Tiyatronun toplum için en faydalı yönü ise
seyircinin dâhil olabildiği bir sanat dalı olması ve samimiyetidir. Düşünceyi en faydalı yönden
eyleme sokabilmesidir. Sanatın geliştirici yönünü görmemizi sağlarken bize insanı tanıtır.
Cumhuriyet ilan edildiğinde İstanbul’da Dar ül Bedayi ve bazı özel tiyatrolar faaliyet halindeydi. Dar
ül Bedayi, 1931’de İstanbul Belediyesi’ne bağlandı. 1934’te ise adı “İstanbul Şehir Tiyatroları” oldu.
Tiyatro ve operetleriyle büyük ilgi çekiyordu. Tiyatro sanatının yurda yayılmasında Halkevlerinin
büyük hizmetleri görüldü. Ankara Halkevi sahnesinde Akın (1932), Çoban (1932), Mavi Yıldırım
(1932) oyunlarının ilk temsillerinde Atatürk de hazır bulundu. Ankara Devlet Konservatuarı Tatbikat
Sahnesi’nde gerçek anlamda ilk oyunların temsilinden sonra Ankara’da Devlet Tiyatrolarının kuruluşuna
giden yol açıldı.
1930’lar Atatürk’ün devletin çeşitli zor işlerin yanı sıra sahne sanatlarıyla da aynı oranda
ilgilendiği yıllardır. Oyunlar yazdırır, düzeltir, izler.
Galip Arcan’ın yazdığı “Sırat Köprüsü” adlı bir tiyatro oyununu izlemeye gitmiştir.
Başta mutludur. Biraz sonra sinirlenmeye başlar. Piyesin sonunda “Bana Galip Arcan’ı
çağırın” der. Galip Arcan gelince bu piyesi siz mi yazdınız diye sorar. Galip Arcan “Evet
Paşam” deyince “Hayır bu piyes Fleur D’orange adlı vodvilin aynen çevirisi, neden bunu
belirtmediniz” diyerek sitemlerini bildirecek kadar konuya hâkimdir.
Tarih 11 Nisan 1930. Paşa Marmara Köşkü’nde sanatçıları ağırlamaktadır. Muhsin
Ertuğrul ile baş başa kaldıklarında şöyle der “Siz beni ateşe mil terlik çağlarından beri
memleketimde görmeyi candan özlediğim bir hayali gerçekleştirdiniz. Şimdi ben devlet
reisi olarak soruyorum. Hükümetten ne istersiniz?
İsteyecek o kadar çok şey vardır ki, o zamanlar bin bir yokluk içinde kıvranılmaktadır.
Vergiler bel bükmektedir. Ama yeni oyuncuların yetişmediği, eskilerin de tek tek öldüğünü
gören Muhsin Ertuğrul, tiyatronun en önemli sorunu olarak gelecek kuşaklar davasını görür
ve kararlı bir ifadeyle;
“Bir tiyatro okulu açalım onu istiyoruz Paşam” der. Çok geçmeden Türk Tiyatrosunun temel
direği olan Devlet Konservatuarları kurulur ve devlet himayesinde tiyatro kurulması
çalışmaları başlatılarak Devlet Tiyatrolarının yolu açılır.
Bursa’da bir temsilden sonra Bedia Muvahhit ve Raşit Rıza’ya Anadolu’nun her köşesine
giderek sahne hayatını tanıtmalarını ve turnelere devam ederek halkı bilinçlendirme ve
aydınlatma görevini üstlenmelerini tavsiye eder ve bu konuda destek sözü verir.
Aslında Atatürk’ün coşkusundan etkilenen etrafından da bu konuda destek gelmektedir.
İşte bir örnek; Türkiye’nin meclise girebilen ilk ve tek köylü kadını olan Satı Kadın Ulus’ta
bir piyese davetlidir. Kapıda kalabalık bir grup köylüyü görünce ne beklediklerini sorar.
Onlar da içeride piyes denen bir şey olduğunu merak ettiklerini izlemeye geldiklerini ama
içeriye alınmadıklarını söylerler. Satı Kadın hemen kapıdaki görevliye sebebini sorar. Görevli
bu piyesin sadece protokole ve milletvekillerine oynanacağını söyleyince Satı Kadın halkı
göstererek “Bunlar milletin vekili değil ama asılları, derhal bunları içeriye alınız, gerekirse
ben dışarıda beklerim” diyerek hayatlarında ilk kez piyes izleyecek halkın içeri alınmasını
sağlayacaktır.
Ve en son 12 Nisan 1930 akşamı tüm sanatçılar için bir kabul veren Gazi Türk Cumhuriyeti’nin
hemen bütün erkânı ortasında sanatçılar için bir NUTUK okur. Bu Türk Tiyatrocularının her
hatırlayışlarında sevinç ve saadetle heyecanlandıracak yüksek bir hatıradır. Nutkun her cümlesi
duygu doludur ve hitabet sanatının bütün kudretini taşımaktadır.
Gazi nutkunu şu sözlerle bitirir.
“Efendiler! Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur
olabilirsiniz. Fakat sanatçı olamazsınız! Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından
biri kesilmiş demektir.”
Bu sözler üzerine heyecanlanan sanatçılar elini öpmek isteyince de şu muhteşem sözü
GÖKŞENİN KOŞAR
KÜÇÜK DÜNYALARDA BÜYÜK YANILGILAR
Bundan çok değil,91 sene öncesinden bahsediyoruz.Ortalama
bir insan ömrünün biraz fazlası.Bir asır bile değil.Dünya tarihine
göre kısa,dünyanın gelişmesiyle paralel olarak çok fazla olayın
sığdığı,milyonların kaderinin değiştiği 91 yıl...
Cumhuriyetimizin kuruluş yıldönümünü yeni kutladık,elimizde
bayraklar,dövizler,fenerler,ağzımızda sloganlarla büyük bir
coşkuyla yürüdük.Her milli bayramımızda olduğu gibi içlerinde
şükran duyulan,ağızlardan ismi,elimizden resmi düşmeyen en özel
isim,Mustafa Kemal Atatürk'tü.Onun hatırlanmasına,resminin
taşınmasına,adının hep bir ağızdan haykırılmasına şahit olmak
ne büyük bir gurur...Hatırlıyoruz,evet, fakat sadece yılın belli
zamanlarında.29 Ekim,19 Mayıs,10 Kasım...Fakat onu yılda birkaç
defa değil 365 günün her günü hatırlamak gerekmiyor mu?Bazıları
eleştiriyor "heryerde onun heykelleri,onun sözleri,onun portreleri
var" diye..Eğri oturup doğru konuşalım.21.yüzyılda ulaşılması
gereken yegane hedef "muasır medeniyetler seviyesine"
henüz yaklaşamadık bile.Bu durumda,uçurumun kenarında
yıkık bir ülkeyken bizlere modern ve çağdaş bir ülke hediye
eden,kendisini bize adamış bu güzide insanı hatırlamayacağız
da ne yapacağız?Herhalde Atatürk kadar bilimsel araştırma
yapılmış,kitap yazılmış başka bir insan daha yoktur.Elimizde
bunca mal zeme varken bu inat neden?Geleceğimizin anahtarı
tarihimizde saklı,ondan dersler alıp geleceği inşa etmek sadece biz
gençlerin elinde.
Dünyada bağımsız ve hür yaşayabileceğimiz başka bir Türkiye
Cumhuriyeti yok.Gelin,el ele verelim.Bu vatanı birlikte yükseklere
taşıyalım.Yunus Emre'nin söylediği gibi "Bölüşürsek tok
oluruz,bölünürsek yok oluruz" Önümüzde Atatürk gibi bir örnek ve
rol model varken bu hiçte zor değil.Ama bunu Atatürk'süz yapmayı
düşünenler,rahmetli Ahmet Taner Kışlalı’nın da demiş olduğu gibi
“kendi küçük dünyalarında büyük bir yanılgı içindeler”
BİLİNMEYENLER
Bugün kullandığımız geometri
terimlerinin isim babası bizzat
Atatürk'tür.Bu konuda 44 sayfalık bir
geometri kitabı yazmıştır.
Atatürk'ü dünyaya tanıtan ilk röportajı
Çanakkale Savaşları sırasında Ruşen
Eşref Ünaydın yapmıştır.
Atatürk'ün okuduğu kitap sayısı,resmi
kayıtlara göre 3997 dir.
Atatürk,bazı kıyafetlerini bizzat
kendisi tasarlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa,Picardie
Askeri Manevraları'nı izlemek için
Fransa'dayken,uçak gezisine katılacağı
sırada komutanı Ali Rıza Paşa'nın
ikazıyla uçağa binmemiş,uçak kısa süre
sonra düşmüş,kurtulan olmamıştır.
10 Ağustos 1915'te, Çanakkale'de
Mustafa Kemal'in kalbinin üstüne bir
şarapnel isabet etmiş,fakat isabet alan
yerdeki saati hayatını kurtarmıştır.
Atatürk'ün son sözü
"Aleykümselam"dır.
ALİ KARADİŞ
ATA’YA ÖZLEM.
Öyle bir ay düşünün ki sonbaharı sevmenize rağmen o ay hiç gelmesin. Öyle bir sayı düşünün ki birçok anlama gelsin ama özlem
vermesin, acı yaşatmasın. Saat 9 olsun ama hiç 5 geçmesin. Sonsuza kadar yaşasın mavi gözlü dev…
Şuan yanımızda olmasa da bize emanet bıraktığı vatan olduğu sürece; devrimleri, yenilikleri yaşadığı sürece Ulu Önderimiz asla
ölmeyecektir.
“Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.” Sözü çınlasın
kulaklarımızda. Her 10 Kasım sabahı saat 9 olsun ama 5 geçe söyleyelim o dillerden düşmeyen şiirimizi. “Atatürk ölmedi yüreğimde
yaşıyor.”
Efsaneler ölmez. Türk milletinin babası ölmez.
Aramızdan ayrılışının 76. Yılında şükran, gurur ve özlemle anıyoruz Ulu Önderimiz. Seni unutmadık, unutturmak isteyenlere inat
unutmayacağız. Bize emanet bıraktığın bu vatanı ilelebet yaşatacağımızdan hiç şüphen olmasın. Senin ve silah arkadaşlarının
ruhları şad olsun.
Ne mutlu Türküm diyene Ne mutlu Atamın evlatları bizlere…
BAŞAK KARAKOÇ
ATATÜRK VE SİNEMA
"Bu arada da Hakkı Saygıner bir anısında; 1937 yılında trakya manevraları
Sırasında Atatürk “İstiklâl” filminin genişletilmesi için kurulan heyette görevli
Nurettin Baransel’den “filmin tamamlanıp tamamlanmadığını” sorar. Hayır, film
Henüz tamamlanmamıştır. Peki sebep… Baransel bu sebebi şöyle izah eder:
-Size ait sahnelerin ekserisi hareketsiz resimlerden ibaret paşam.
Bu yüzden film tamamlanamadı.
Atatürk bir an kaşlarını çatar, sonra şu cevabı verir:
- Ben hayattayım. Milli mücadeleye ait bütün evrakım, kılıcım,
Çizmem hâlihazırda mevcut olduğuna göre çağırdığınız anda bana düşen
Vazife ve görevi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam
Memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır hatıraları
Canlandırırdım. Bu, milli vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin
Nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak bu filmde
Mümkün olacaktır"
Fakat kendisinin bu isteği gerçekleşmez çünkü isteğinden kısa bir süre sonra hastalanır. Lakin yaverlerine verdiği emir ile gereken boşlukların doldurulmasını
ister ve temsili çekimler yapılarak o boşluklar doldurulur.
Atatürk esasında sinemayı seven ve önem veren biriydi. Fakat kurduğu yeni ülkenin düzenini sağlamak ile meşgulken sinemaya ayıracak vakti yoktu. Biraz da
ülkedeburjuva kesiminin olmayışı ve diğer ülke liderlerinin sinemayı hep propoganda için kullanmış olmasından dolayı geri durmuş olabilir. Vakit ayırmayı
istediği zaman da kader izin vermemiş ve onu yataklara düşürmüştür. Perdelerde olan tek görüntüsü de İstiklal filmindeki halka seslenişidir. Kader onun
kamera karşısında oyunculuk yapmasına izin vermemiş, bizi büyük bir gururdan ve mutluluktan etmiştir. Olsun, perdelerde olmasa bile gönüllerde yer aldığı
için bunu dert etmiyoruz. Hatta yer alamamasına rağmen sinemanın ne kadar önemli bir icat olduğunu bilip desteklemesi bile yeterlidir.
"Sinema öyle bir keşiftir ki, gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların
Keşfinden çok dünya medeniyetinin vechesini değiştireceği görülecektir.
Sinema, dünyanın en uzak uçlarında oturan insanların birbirlerini tanımalarını,
Sevmelerini temin edecektir. Sinema insanlar arasındaki görüş, görünüş
Farklarını silecek; insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır.
Sinemaya lâyık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz"
İleri görüşlülüğünü bir daha göstermiş, benim gibi genç bir sinemacı için büyük bir gurur olmuştur bu söyledikleri. Bizde dediği gibi, genç sinemacılar olarak:
sinemaya layık olduğu ehemiyeti vermek için çabalıyoruz, her daim, izindeyiz.
VALERİİ EGE DESHEVYKH
İKİ MUSTAFA KEMAL’DEN BİRİ
“İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik,
geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal,
onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben
değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni
fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan
aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların
rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim,
onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir.
O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici
olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken
Mustafa Kemal odur!”
Bir ülkenin can bulma tablosunun ressamı, aynı
zamanda kangren kısmı kesip atan ve hastalığı
iyileştiren bir doktordu. O, Mustafa Kemal’di.
Tarih alışkanlıklarından vazgeçme ve işgallere
karşı direnme vaktiydi. Onun komutanlığında
acılar, yepyeni umutlara gebeydi. Kadınıyla,
erkeğiyle, yaşlısıyla, çocuğuyla büyük bir
seferberlikti verilen. Kazanılanda aynı şekilde
büyük bir zaferdi bunun sonucunda. Mustafa
Kemal için bir son değildi bu, bir başlangıçtı.
Gücü artık gerçek sahibine, halka verme
zamanıydı. Çağdaş bir Türkiye’nin temeliydi
yaptıkları, yapmaya çalıştıkları, bu ülkeye
kattıkları…
O ne sadece bir komutandı, ne de sadece bir
devlet adamı. Tek bir kişilikle tüm kimliklere
bürünen biriydi. Deniz gözleri onu her
düşünüşümüzde derin okyanuslara dönüşen,
devleşen biriydi.
Her 10 Kasım günü yaptığımız törenler; onun
ölümüne duyduğumuz üzüntüyü ifade etmek
için yapılan konuşmalardan, okunan şiirlerden
ibaret değil aslında. 10 Kasım başlı başına bir
yas günü değil, uyanışımızın devamlılığını
sağladığımız ve iki Mustafa Kemal’den biri
ESMA NUR ÇİNAN
olduğumuzu fark etmemizi sağlayan bir gün.
Uzun yıllar geçti vücudunun toprağa
karışmasından. İlelebet payidar kalacak
dediği Cumhuriyet bugün hala bu topraklarda
yaşamaya devam etmekte, topallaya topallaya
da olsa.
Ve Mustafa Kemal’in bir sözü hala hepimizin
kulaklarında çınlamakta: “Sakın kurtarıcı
bekleme, yoksa sana karşı olan vazifemi
yapamadım sayarım.”
MÜKEMMEL ÇOCUK
Tarihin en buruk günü belki. En tarifsiz acısı, en büyük yarası... Bir ülke değil bir dünya yitirdi aslında koskoca bir lideri. Aslında doğru olan onun yasıyla değil de
onun geride bıraktıklarıyla mutlu yaşayabilmek. Onlarca güzel özelliğinin yanında ben sizlere o mükemmel çocuk sevgisinden bahsetmek istiyorum.
Evet, 10 Kasımlar bir yas günü, hüzün seli. Ama ben bütün bunlardan sizi sıyırıp onun çocuklara olan büyük sevgisi ile ilgili bir anı anlatmak istiyorum.
''Atatürk bir okula gitmişti. Her zaman olduğu gibi bütün çocuklar etrafını sardı. Hepsi sevinç içinde onu alkışlıyordu. Yalnız küçük bir çocuk; bir kenara çekilmiş,
ilgisiz gibi duruyordu bu durum Atatürk'ün gözünden kaçmadı. Onu yanına çağırdı:
- ''Çocuğum, neden durgunsun? Bir derdin mi var? Hasta mısın?'' dedi.
Çocuk:
- ''Bir şeyim yok efendim'' dedi. Arkasını döndü, gözlerinden akan yaşları gizlice sildi.
Atatürk:
- ''Niçin ağlıyorsun yavrum? Sen ağlayınca ben çok üzülüyorum'' dedi.
Küçük çocuk, o vakit yaşlı gözlerini Atatürk'e çevirdi:
- ''Atam, seni böyle yakından görmek isterdik. Geldin, gördük, sevindik. Ama artık sıramızı savdık. Bir daha seni ne zaman göreceğiz? Ona ağlıyorum.''
Atatürk oradaki çocuklara baktı:
- ''Beni ne zaman görmek isterseniz, aynaya bakın. Siz Türk çocukları benim birer parçamsınız. Bende sizin'' dedi.''
Buradan da anlayabileceğimiz gibi o her cümlesinde her kelimesinde Türk milletine olan büyük bağlılığını dile getiriyor. Bizde bu şekilde bir nebze de olsa onun
anılarını canlı tutup ona olan bağlılığımızı göstermeye çalışıyoruz.
YAĞMUR ÇAĞLA ŞENGÜL
ANILARDA ATATÜRK VE SPOR
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Ulu önder
Mustafa Kemal Atatürk, çağdaş bir toplum
yaratmanın bütün unsurlarını tespit etmiş ve
gerekli çözüm yollarını da beraberinde Türk
Milleti'nin ve insanlığın hizmetine sunmuştur.
Bu bağlamda Mustafa Kemal Atatürk, çağdaş
batılı ülkeler seviyesine ulaşabilmek adına,
beden eğitimi ve spor faaliyetlerine büyük önem
vermiştir.
Sporcu kimliğiyle de bilinen Ulu önder Mustafa
Kemal Atatürk’ün, en sevdiği spor güreşti. Güreşi
her yönüyle teşvik ederken, spor sayesinde
zindelik ve güç kazanılacağını söylüyordu.
Yaşadığı dönemde sık sık güreş müsaadelerini
izleyen Atatürk, başarılı güreşçileri de tebrik edip
ödüllendirirdi. Bir defasında ağır sıklet dünya
şampiyonumuz Çoban Mehmet ile maç sonu
şakalaşmış ve ona şöyle demiştir; - Sen herkesi
kolayca yeniyorsun Mehmet, seninle güreş tutsak,
beni de yenebilir misin? - Çoban Mehmet'in cevabı
ise; "Sizi bütün dünya yenemedi Paşam, ben nasıl
yenebilirim?" şeklindeydi. Büyük Atatürk, Çoban
Mehmet'in bu cevabı karşısında duygulanmış ve
kendisini alnından öpmüştür. Her daim sporu
teşvik eden Mustafa Kemal Atatürk, dünyaya
örnek olması adına da birçok yenilik getirmiştir.
Sırasıyla bunlar beden eğitimin okullarda
programlı hale gelmesi, spor kulüplerinde sağlığın
korunması, spor kulüp başkanlarının siyasetin
dışında kalmaları ve beden eğitimi ders saatlerinin
arttırılmasıdır. Bununla da kalmayan Mustafa
Kemal Atatürk, sporla ilgili söylediği birçok sözü
ile sporculara örnek olmuştur. Bu sözlerden
bazıları da şunlardır; -Ben sporcunun zeki, çevik
ve aynı zamanda ahlaklısını severim. -Sizler yani
yeni Türkiye'nin genç evlatları, yorulsanız dahi
beni takip edeceksiniz. Dinlenmemek üzere
yürümeye karar verenler asla ve asla yorulmazlar;
Türk gençliği, gayeye, bizim yüksek idealimize
durmadan, yorulmadan yürüyecektir. -Açık ve
kesin olarak söyleyeyim ki sporda başarılı olmak
için bedensel dayanıklılık kazanmak kadar, halkın
sporun içeriğini ve değerini anlamış olması,
içtenlikle sevmesi ve ulusal bir görev olarak
görmesi gerekmektedir. "Spor, yalnız bedensel
yeteneklerin üstünlüğü sayılmaz. Kavrayış ve ahlâk
da bu işe yardım eder. Zekâsı ve kavrayışı az olan
güçlü kişiler, zekâsı ve kavrayışı yüksek düzeyde
olan daha az güçlülerle başa çıkamazlar. Ben
sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlâklısını
severim." "Zafer, zafer benimdir diyebilenin;
başarı, başaracağım diye başlayanın ve başardım
diyebilenindir." "Bütün dünya sporu çok önemli
görmektedir. Dünya için bu denli önemli olan
spor bizim için daha önemli olmalıdır. Çünkü spor
bir halk meselesidir, halkın gelişmesi ve küşayişi
meselesidir, hatta biraz da uygarlık meselesidir."
"Bütün millet ve memleket çocuklarını sporcu
yapabilmek için harcanan çalışmanın önemi ve
kutsallığı aynı derecede değerli ve önemlidir."
"Yorgunluk her insan ve her varlık için doğal
bir durumdur. Fakat insanda yorgunluğu
yenebilecek manevî bir güç vardır ki, işte bu
güç yorulanları dinlendirmeden yürütür. Sizler,
yani yeni Türkiye'nin genç evlâtları, yorulsanız
dahi beni takip edeceksiniz. Dinlenmemek
üzere yürümeye karar verenler asla ve asla
yorulmazlar; Türk gençliği amacına, bizim yüksek
idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir."
"Ulusların, çocuklarının sağlıklı ve gürbüz olması
için yaşadıkları bölgeye uygun sağlık koşullarını
sağlaması, devleti yöneten politik oluşumların en
birinci ödevidir..."
ÜMİT ŞENGÜN
NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!
"Milletimiz her güçlük ve zorluk karşısında durmadan ilerlemekte ve yükselmektedir. Büyük Türk milletinin bu yoldaki hızını, her vasıtayla arttırmaya
çalışmak, bizim hepimizin en kutlu vazifesidir."
M. Kemal Atatürk
Ata'mızın söylemiş olduğu şu satırlar bana bir yandan umutlandırırken üzülmeme de neden olmuyor değil. Üzülüyorum çünkü şuanda yükselmekte
olduğumuzu söyleyebilir miyiz Her güçlük ve zorluğa üşenmeden, sonuna kadar göğüs geriyor muyuz yoksa zoru görünce teslim olup kolaya kaçmıyor mu
birçoğumuz?
Beni üzen şey de tam olarak bu! Kolaya kaçmak yerinde saymaktır, elindekiyle yetinmektir bana kalırsa. Oysa sahip olduklarımızın farkında lığı içinde neden
daha iyisi için çabalamayalım? Olduğumuz yerde devam etmek yerine neden olmak istediğimiz yerde olmayalım? Ata'mızın bu sözünü anlamlı kılan, her bir
kelimesini anlamlandıran insanların olmasıydı. Hayal eden, düşünen, düşündüklerini gerçeğe dökmek ve insanlık adına bir şeyler katmak, faydalı olmak
isteyenlerin olmasıydı. Kısaca üşenmeyen ve üretken insanların olmasıydı. Şuanda olmadığını söylemiyorum ama zamanla daha da artması gerekirken o
zamana kıyasla o insanların sayısında azalma olduğu bir gerçek...
Beni umutlandıran yanı ise gerçekten umut verici olması! Hiçbir şey için geç değil arkadaşlar. Kapalı kutularımızdan çıkalım artık, çıkmayanların da çıkmasını
sağlayalım! Düşünelim, hayal edelim; kısaca YAŞAYALIM! Zorluklar karşısında içimizi karartmayalım; çünkü genciz ve güçlüyüz. Ata’mızın şu satırlarını anlamlı
ve doğru kılmak, kılmaya devam etmek dileğiyle... NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!
SENA KOÇ
O GÜN
Her şey 1881 yılında başladı. Aslında. Kim bile bilirdi ki Selanik'te küçük bir
evde doğan Kemal'in bir gün gelecek vatanını düşmanlardan kurtarmak için
büyük bir mücadele vereceğini.
O yıllarda Osmanlı hasta devlet olarak nitelendiriliyordu o kadar şeyle aynı
anda uğraşmak zorunda kaldı. Bir taratan geçmişte verilen kapütülasyonlar
bir taratan azınlıklar ve diğer yandan güçlenen ülkeler, Yorulmuştu Osmanlı
Devleti ve bir gün pes etti. Düşman ülkeler topraklarımızı acaba nasıl
paylaşsak diye düşünüyorlardı. Halk umudunu kaybetmişti, ellerinden
gelen bir şey olmadığını düşündükleri bir zamanda yavaş yavaş ülkemizi
topraklarımızı geri kazanmak için Mustafa Kemal kongreler düzenledi. Halkı
bilinçlendirdi cağresiz olmadıklarını hala bir umudun olduğunu anlattı.
İlk önce TBMM açtı, otoriteye karşı geldi. İstanbul hükümeti yayınladığı
bir fermanla Mustafa Kemal Atatürk’ü vatan haini ilan etti, ama o yinede
vazgeçmedi İstanbul hükümetine karşı yanındaki arkadaşlarıyla direndi.
Bir yandan halk direniyordu, küçük bir umutla kendi topraklarındaki
düşmanlarla çatışıyordu. Her kazanılan zaferde daha da umutları büyüyordu
ve sonunda o beklenen gün, onca zorluklara rağmen gelmişti. O gün tabiî ki
kurtuluş savaşıydı. Kadını erkeği çocuğu her yaştan insan vatanını korumak
için her şeyi yaptılar.
Şuan bastığımız bu topraklarda vatanını geri alabilmek için binlerce
şehidimizin kanı aktı. Ve Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde bu vatanı
geri kazandık.
Atatürk bu savaştan sonra birçok yenilik yaptı. Bu günlere geldiysek onun ileri
görüşlülüğü ve cesareti sayesindedir.
Artık kadın erkek eşitliği var çünkü kadınlara birçok hak tanındı,
kullandığımız Arap alfabesi yerine Latin alfabesi getirildi ve bunun gibi birçok
yenilik getirdi.
Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 1938 yılında genç bir yaşta aramızdan
ayrıldı.
Bu ülkeye onun gibi ileri görüşlü ve cesaretli başkada lider gelmedi.
O, bu vatanın umudu oldu.
Şuan bu kadar özgürce dolaşabiliyorsak bir bayan olarak her yerde hak
sahibiysek bu Mustafa Kemal Atatürk sayesindedir.
Atatürk 1938 yılında ölmüş olsa bile bizim hep kalbimizde yaşayacak sonsuza
dek...
NAİMA PAK
KASIM DA ‘YAS’ BAŞKA
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna önderlik yapan büyük komutan Mustafa
Kemal Atatürk 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 9'u 5 geçe Dolmabahçe
Sarayı’nda hayata gözlerini yumdu. Atatürk’ün ölümü Türk Milleti’ni büyük
bir yasa boğdu. Atatürk’ün ölümü sonrası hemen ertesi gün toplanan Türkiye
Büyük Millet Meclisi, Atatürk'ün silah arkadaşı ve 1937'ye kadar Türkiye
Cumhuriyet’i başbakanı olan Cumhuriyet Halk Partisi Malatya milletvekili
İsmet İnönü'yü 348 milletvekilinin oy birliği ile Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci
cumhurbaşkanlığına seçti.
Atatürk'ün naaşı 16 Kasım 1938 günü Türk Bayrağı ile örtülü bir katafalk
üzerinde Dolmabahçe
Sarayı’nın büyük tören salonuna konularak halkın ziyaretine açıldı. 19 Kasım
1938 günü Dolmabahçe Sarayı'nda cenaze namazı kılınarak gözyaşları
arasında Gülhane Parkı’na getirildi.
Naaşı, Yavuz Zırhlısı ile İzmit'e oradan da Ankara’ya uğurlandı. Ertesi gün (20
Kasım 1938) Ankara'da başta Cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmak üzere devlet
erkânı tarafından karşılanan cenaze TBMM önünde hazırlanan katafalka
konuldu. 21 Kasım 1938 günü hafif yağan yağmur altında başlayan bu büyük
törene yabancı devletler de katıldı. 12 milletvekili naaşı top arabasına yükledi
ve Büyük Komutan yaşlı gözler arasında geçici kabri olan Ankara Etnografya
Müzesi’ne götürüldü. .Anıtkabir'in yapımına 1944 yılında başlandı. İnşaat
aşaması oldukça uzun sürdü ve 1953 yılında tamamlanabildi. Ölümünden
15 yıl sonra 10 Kasım 1953'te Atatürk'ün cenazesi Ankara Etnografya
Müzesi'nden alınarak büyük bir merasimle Anıtkabir'e getirildi.
Atatürk, Türk’ün ve diğer pek çok milletin hafızasında daima izler bırakacak
büyük bir liderdi.
İLAYDA EZGİ GÜREŞ
ATATÜRK VE MÜZİK
Atatürk; ‘’Her milletin kendisine özgü gelenek, kendine göre milliği özellikleri
vardır. Hiçbir millet diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır...
Büyük Atatürk, yeni müzik kurumlarımızın açılmasında da öncülük etmeyi
sürdürmüştür. Osmanlı zamanından kalma mevcut müzik aletlerini
iyileştirmiş, modernleştirmiş ve gelişmiştir. Atatürk döneminde, çağdaş Türk
müziğinin geliştirilmesi için; ‘’Türk beşleri’’ diye adlandırılan kişilerden oluşan
ve müziğimizin bugünkü çağdaş seviyeye ulaşmasında büyük emeği geçen
sanatçılardan Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Ahmet Adnan Saygun, Necil
kazım Akses Devlet bursu ile müzik eğitimi için yurt dışına gönderilmişlerdir.
Ankara’da Musiki Muallim Mektebinin kurulmasından sonra Avrupa’ya başka
öğrenciler de gönderilmeye başlandı. Avrupa’daki eğitimini tamamlayan
genç sanatçılar, yurda döndükten sonra hem çağdaş anlamda müzik eserleri
bestelemiş hem de çeşitli müzik okullarında öğretmenlik yapmışlardır.
1934 yılın da’’ Milli Musiki ve Temsil Akademisi Kuruluş Kanunu’’ çıkarıldı.
‘’Müzik İnkılâbı’’nın programını yapmak için bir kurul oluştumdu. Bu konu
için Avrupa’dan getirilen uzmanlar çalışmalara başladılar. Ankara devlet
konservatuarından çağdaş besteci ve yorumcular yetiştirildi. Ayrıca Paul
Hindemith (Paul Hindemit) ve Bela Bartok gibi büyük müzik adamları da
Türkiye’de araştırma ve incelemeler yapmış ve müzik alanında kendilerinden
yararlanılmıştır. Atatürk’ün sağlığında başlatılan müziğimizin geliştirilmesine
yönelik çalışmalara ölümünden sonra da devam edilmiştir. 1948 yılında, üstün
yetenekli çocukların yurt dışına öğrenim görmeleri için özel bir yasa çıkarıldı.
Bu yasa doğrultusunda yurt dışına ilk gönderilen sanatçılar, Piyanist İdil Biret
ve Kemancı Suna Kandır. ATATÜRK bir konser sonrası yaptığı konuşmada;
"Halkın da müzik ihtiyacını düşünmek gerekir. Bize yeni bir müzik türü
lazımdır. Bu müzik özünü halk müziğinden alan, çok sesli bir müzik olacaktır.
Halkın müzik zevkinin gelişmesi için batı müziğine alışması ve bu müzikten
hoşlanması için, köklü bir müzik eğitimine ihtiyaç vardır. Ulusun ince
duygularını, düşüncelerini anlatan yüksek deyişlerini, söyleyişlerini toplamak,
onları genel müzik kurallarına göre işlemek gerekir, ancak Türk ulusal müziği
böyle yükselebilir, evrensel boyuta ulaşabilir. Kültür Bakanlığının buna
yeterince önem vermesini, kanunlarla desteklenmesini dilerim." demektedir.
Ayrıca Büyük Atatürk'ün en sevdiği şarkılar sıralaması şu şekildedir;
1-MANASTIR 2-YEMEN TÜRKÜSÜ 3-İZMİRİN KAVAKLARI 4-BÜLBÜLÜM (Trakya)
5-VARDAR OVASI 6-ÇANAKKALE İÇİNDE 7-YANIK ÖMER 8- KIRMIZI GÜLÜN ALI VAR
9-ALİŞİMİN KAŞLARI KARA 10-ŞAHANE GÖZLER ŞAHANE
İBRAHİM SÜMEN
Tarih 13 Kasım 1938 The Washington Post’un manşetlerinde Atatürk var:”Korkusuz Türk Lider Ülkesine Kendi
Başının Çaresine Bakmayı Öğretti!”
Ve üç fotoğraf. Birinin altında “Kemal Atatürk 1922’de Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı’na geldiğinde ülkesi
Avrupalı ve Asyalı güçlerin kontrolünde çaresiz bir piyondu. Geçtiğimiz hafta yaşamını yitiren Atatürk, aradan
güç siyaseti oyununda stratejik konumunu en iyi şekilde kullanan güçlü bir cumhuriyet, çağdaşlaşmış bir
ülke bıraktı” yazıyor. Aynı gazete diğer fotoğraflarda, Türkiye’nin gençlik örgütünün kızlı erkekli üyelerinden
bahsediyor ve “Ülke savunmasına yardımcı olmak için eğitim görüyorlar” diyor.
Fransa’da yayımlanan Le Figaro da 11 Kasım’da Mustafa Kemal’i manşetine taşıdı.”Cumhurbaşkanı Atatürk öldü”
dedi. Andre Pogny imzalı haberde” Bu büyük devlet adamı, bir insandı, hayatı şiddetle ve yoğun olarak seven bir
insan” diye anlatıldı.
Almanya’da yayınlanan Der Angriff gazetesinin 10 Kasım 1938’de manşeti yine Atatürk’e
ayrılmış. ‘Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk öldü’ başlığının altında ulu önderden ‘Modern
Türkiye’nin yaratıcısı’ diye bahsediliyor: “Kemal Atatürk’ün ölümüyle birlikte tarihin
en büyük adamlarından biride yaşama veda etmiş oldu. Atatürk, yıkılan Osmanlı
İmparatorluğu’nun yerine yeni Türkiye’yi kurmuştu. Yeni Türkiye, ‘hasta adam’ olarak
anılan Osmanlı Devleti’nden iç işlerinde sağlam ve dış dünyanın ilgisini çeken bir ülkeye
dönüşmesini yine Kemal Atatürk’e borçlu.”
The Observer, ‘ Atatürk’ başlığını kullandığı 13 Kasım 1938 tarihli sayısında hiçbir çağdaş ismin
Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk veya Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ismi kadar tartışma yaratmadığını
söylüyor. Aynı zamanda hiçbir çağdaş ismin de onun kadar saygı ve memnuniyet uyandırmadığını…
Gazete, son sözünde “Eğer diktatörler ve de demokratlar onun kadar büyük ve iyi olsaydılar, iki
sistem arasında ki o uzlaşmaz ideoloji çatışması zaten hiç ortaya çıkmazdı” diyor.
Yugoslavya’dan bir gazete:
Pravda…17 Kasım’da ‘ Yeni Türkiye’nin kurucusu önünde son kez!’ başlığını attı:”Kasım soluğu ve
Boğaziçi’nden esen dondurucu rüzgâr bile bu kalabalığı naşı görmekten alı koyamazdı. Hâlbuki
içeriye alınması başlamadan önce, arka sıralardaki kalabalığın görüntüsü hemen yakındaki Boğazın
sularının kabarmasını andırıyordu.”
AYŞE İREM KURTULUŞ
ATATÜRK FARKI…
Türk kadınları olarak mücadelemizin bugün hâlâ sürmek zorunda olduğunu
hatırlamak için derlenmiş bir haberdir.
"Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım,
milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek
verdim diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını
kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki
yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep
onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü
hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle
sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim."
"Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı
gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet
demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken
diğer bir organı işlemezse o sosyal toplum felçlidir.
"İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir
bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü
ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki
yarısı göklere yükselebilsin?"
30 Mart 1923 Vakit Gazetesi...
Şubat 1923...
1 Eylül 1925 İkdam Gazetesi
"Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başında bir bez, peştemal veya buna benzer bir şeyler asarak yüzünü, gözünü gizler ve yanında geçen erkeklere karşı
arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet
nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır."
1925 İnebolu gezisinde örtünen kadınlarla ilgili...
"Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur..."
18 Nisan 1935 İstanbul'da toplanan "Milletlerarası İlk Kadın Kongresi"...
güçlü olacağını öngörmüştür.
Türk kadını, evdeki medeni konumunu yetki
"Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl
ile işgal etmiş, iş hayatının her aşamasında
zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta
Türk kadınının siyasete, ekonomiye aktif katkısının
başarılar göstermiştir. Siyasi hayatla, Belediye
başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek
olması gerektiğine inanıp ülke kalkınmasına büyük
seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer
faziletle süslenip donanmaktır. Ben muhterem
yarar sağlayacağını da öngörmüştür.
de milletvekili seçme seçilme suretiyle haklarının
hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında
Kurtuluş Savaşında hürriyet mücadelesi veren
en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni
kalmayacak, aksine pek çok yönden onların
ve bunun için dişiyle, tırnağıyla savaşan, Milli
memleketlerin bir çoğunda, kadından esirgenen
üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle
Mücadeleye büyük katkısı olan Türk kadınının
bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu
donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna
eşitlik, eğitim ve entellektüel gelişimini
yetki ve lihakatle kullanacaktır."
kesinlikle emin olanlardanım."
tamamladığı taktirde genlerindeki kudretli
1935 yılında Türk Kadınına seçme ve seçilme hakkı Derlemeden de anlaşılacağı gibi Ulu Önder Büyük
kan sayesinde emsallerinden büyük farklar
Komutan ve en önemlisi ileri ve çağdaş bir dünya
tanınması vesilesi ile...
yaratacağını öngörmüştür.
görüşüne sahip Mustafa Kemal Atatürk eşitlikler ve
özgürlükler bağlamında Türk kadınının gerektiği
"Bu karar Türk kadınına sosyal ve siyasal hayatta
değeri, ilgiyi görmesi için çaba sarfetmiştir.
bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf
Türk kadınına hakettiği değeri, hakettiği saygıyı
içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk
gösterdiğimiz taktirde ülkemizin ilerleyişinin daha
kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir.
HEDİYE GÜNER
ETKİNLİK
10 KASIM'DA KÜLTÜR-SANAT
İstanbul, 10 Kasım günü kapsamında Atatürk’ü
bize anımsatmak için birçok etkinliğe ev sahipliği
yapacak. Ata'mızın ölüm yıl dönümünde onu
anmak için düzenlenen bu etkinliklerin listesini
sizlere şöyle sıraladım:
İlk olarak Sabancı Üniversitesi'nin düzenlediği "10
Kasım Atatürk'ü Anma" sergisinden bahsetmek
istiyorum. Sergi, Sabancı Üniversitesi tarafından
düzenleniyor. Sergi, Sabancı üniversitesi Sanat
ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi
Sabri Sayan'ın günün anlam ve önemine uygun
olarak paylaştığı 1938 yılının Kasım ayına ait
gazetelerden oluşacak. " 10 Kasım Atatürk'ü Anma
Etkinliği"nde sergilenecek olan bu gazeteleri
Sabancı Gösteri Merkezi'nde görmeniz mümkün
olacak.
Bir diğer sergi ise Sema Çevik Yıldırım tarafından
hazırlanan Atatürk'ün dünyadaki ve Türkiye'deki
büst ve heykellerinden oluşan fotoğraf sergisidir.
Kadıköy Belediyesi Halis Kurtça Kültür Merkezi'nde
sergilenecek olan fotoğraflar 10-17 Kasım
arasında görücülerini bekliyor olacak.
Son olarak size 29 Ekim-10 Kasım tarihleri arasında
Küçükçekmece Arena Park Alışveriş ve Yaşam
Merkezi’nde düzenlenmekte olan "Atatürk'ün
Fotoğrafları Sergisi"nden bahsetmek istiyorum.
Bu fotoğraf sergisinde, Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk'ün en yeni fotoğrafları ve şimdiye kadar
hiçbir yerde görülmemiş olan birbirinden farklı
fotoğrafları yer alacak. Bu sergide Mustafa Kemal
Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı sırasında ve Cumhuriyet
döneminde çekilen fotoğraflarını da görmek
mümkün olacak. Sergi, Arena Park’ın girişinde
bulunan alanda düzenleniyor.
Sergilerden sonra Ata’mızı andığımız bu matem
dolu günde düzenlenecek olan konserlerden
de bahsetmek istiyorum. İlk olarak, Kadıköy
Belediyesi Halis Kurtça Kültür Merkezi'nde
düzenlenecek olan Hande Soner Ürben’in
hazırladığı konser 10 Kasım'da saat 20.30'da
dinleyicileri ile buluşacak. Konser dinleyicilere
Mozart'tan Lloyd Webler, Stratus ve Napoli tenlere
kadar uzanan ve şarkılarla dopdolu bir müzik
ziyafeti yaşatacak.
Diğer konser ise Tenor Aykut Yılmaz'ın "ATA'MA
ŞARKILAR" adlı konseri. Konser, 5 Kasım akşamı
saat 20.30'da Caddebostan Kültür Merkezi'nde
düzenlenecek.
MELİKE ÇALKAP
KÜNYE
Yayın Sahibi : Beykent Üniversitesi
Genel Direktör : Batuhan Ekşioğlu
Genel Yayın Yönetmeni : Gizem Gündoğdu
Görsel Yönetmen : Cihan Şengül
Görsel Yönetmen Yardımcısı : Ümit Şengün
Yazı İşleri Müdürü : Özgür Pınar
Web Tasarım ve Dijital Medya Sorumlusu : Serdar Akbal
Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve
müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin,
en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum
etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl
ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için,
içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu
imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl
ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali
görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz
vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün
orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin
dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet
içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini,
müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret
içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit
içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini
kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki
asil kanda mevcuttur!
Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927