ENFORMASYON enformasyon Bir Tarih Bir Kuram Bir Tufan James Gleıck Çeviren Ümit Şensoy ISBN 978-605-5090-42-5 © James Gleick, 2011 Orijinal adı ve yayıncısı: The Information, Pantheon Books, New York Türkçe yayın hakları Onk Ajans Ltd. tarafından sağlanmıştır. Optimist Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti. Sertifika no. : 11970 Telefon : 0216 481 29 17-18 Faks : 0216 521 10 64 e-posta: [email protected] www.optimistkitap.com facebook.com/optimistkitap twitter.com/optimistkitap www.youtube.com/OptimistKitap www.optimistkitapblog.com Optimist yayın no.: 360 Konu : Bilim ve Düşünce Yayına hazırlayan: Mutlu Dinçer Basım : Şubat 2014, ‹stanbul Düzelti : Öykü Örnekal Düzenleme : Nermin Uçar Vatan Sertifika no. : 13137 Baskı ve cilt : Tor Ofset San. Tic. Ltd. Şti. Hadımköy Yolu Akçaburgaz Mah. 4. Bölge 9. Cadde 116. Sokak. No: 2 Esenyurt - ‹STANBUL Tel: 0212 886 34 74 Eski biletlerde bırakın yola çıktığınız yeri, gideceğiniz yer bile yazmazdı. Ne üzerinde herhangi bir tarih gördüğünü, ne de yolculuk süresiyle ilgili bir ibare bulunduğunu anımsıyordu. Tabii şimdi her şey bambaşkaydı. Ne kadar çok bilgi yer alıyordu. Archie bunun nedenini merak ediyordu. —Zadie Smith Geçmiş dediğimiz şey bitler üzerine kuruludur. —John Archibald Wheeler içindekiler Önsöz 9 1. Konuşan Davullar 18 2. Sözün Sürekliliği 32 3. İki Lügat 52 4. Düşüncenin Gücünü Dişlilere Aktarmak 76 5. Yeryüzü İçin Bir Sinir Sistemi 117 6. Yeni Kablolar, Yeni Mantık 153 7. Enformasyon Kuramı 184 8. Enformasyon Dönemeci 210 9. Entropi ve Cinleri 241 10. Yaşamın Şifresi 257 11. Mem Havuzuna Doğru 277 12. Rastgelelik Mantığı 290 13. Enformasyon Fizikseldir 317 14. Tufandan Sonrası 333 15. Her Gün Yeni Haberler 355 Sonsöz 368 Teşekkür 380 Notlar 381 Kaynakça 423 önsöz İletişimin başlıca sorunu, bir noktada seçilen bir mesajı başka bir noktada tamtamına ya da aşağı yukarı aynı şekilde yeniden üretmektir. Mesajlar çoğunlukla anlamlıdır. —Claude Shannon (1948) dönüm noktası olacak 1948 sonrasında, insanlar Claude Shannon’ın çalışmalarına esin kaynağı olan net amacı görebileceklerini sandılar, ama bu sonradan fark edildi. Onun bakışı farklıydı: Zihnim sürekli gezer durur ve ben gece gündüz hep farklı şeyler düşünürüm. Tıpkı bir bilimkurgu yazarı gibi, “Acaba öyle değil de şöyle olsaydı, nasıl olurdu?” diye kafa yorarım.1 Aslına bakarsanız, 1948 yılı aynı zamanda Bell Telefon Laboratuvarları’nın, içi boş bir tüpten beklenmeyecek şeyler başaran “hayret uyandıracak ölçüde basit bir cihaz” olan minik bir elektronik yarıiletkenin icadını duyurduğu yıldı. Bu parlak şerit öyle küçüktü ki, yüz tanesi bir insanın avucuna sığabiliyordu. Mayıs ayında bilim insanları bu icada bir isim vermek üzere bir komite oluşturdular; komitenin New Jersey-Murray Hill’deki kıdemli mühendislere gönderdiği oy pusulalarında bazı seçenekler sıralanıyordu: yarıiletken triyot…iyotatron…transistor (varistor ile transkondüktans sözcüklerinin karışımı).2 Şanslı isim transistör oldu. Bell Laboratuvarları basın açıklamasında “Bunun elektronikte ve elektrikli iletişimde büyük bir etki yapacağını sanıyoruz” dedi; ne var ki gerçek bir kez daha tahminleri fersah fersah geride bıraktı. Transistör, teknolojiyi minyatürleştirme ve olağanüstü yaygınlaşma sürecine sokarak bir elektronik devriminin ateşini yaktı ve yaratılmasına öncülük eden üç kişiye Nobel Ödülü kazandırdı. Laboratuvarın gözdesi oldu. Ama buna rağmen, aynı yıl gerçekleştirilen gelişmeler arasında önem bakımdan ikinci derecede kaldı. Transistör sadece bir donanımdı. 9 10 Önsöz Ondan daha derin ve temel nitelikte bir icat, The Bell System Technical Journal dergisinin Temmuz ve Ekim sayılarına yayılan yetmiş dokuz sayfalık bir yazıyla tanıtıldı. Kimse basın açıklamasıyla uğraşmadı. Hem basit hem de gösterişli bir adı vardı—“Matematik İletişim Kuramı”—ve içerdiği mesajı özetlemek hayli zordu. Ama dünyanın çevresinde dönmeye başladığı bir dayanak noktası olup çıktı. Transistör gibi, bu gelişme için de yeni bir sözcük üretilmişti: Bu kez bir komitenin değil, yaratıcısı otuz iki yaşındaki yazar Claude Shannon’ın seçtiği bit sözcüğü. Bugün bit tıpkı uzunluk, ağırlık, hacim ve zaman ölçü birimleri gibi, miktar belirleyici temel ölçü birimi olarak onların yanında yerini almıştır. Peki, ama neyin ölçü birimi? Shannon bu soruya, sanki ortada ölçülebilir ve niceliği belirlenebilir bir enformasyon varmış gibi, “Enformasyon ölçü birimi” diye yanıt verdi. Shannon sözüm ona Bell Laboratuvarları matematik araştırma grubuna bağlıydı, ama daha çok kendine çalışıyordu.3 Grup New York’taki genel merkezden ayrılıp New Jersey banliyösünde göz kamaştırıcı yeni yerine taşınınca; o, arka cephesi Hudson Nehri kıyısındaki sanayi bölgesine, ön cephesi ise Greenwich Village’ın girişine bakan West Street’teki, on iki katlı köhne tuğla binadaki iç karartıcı, küçük tek göz odasını bırakmadı. İşe gidip gelirken yollarda vakit kaybetmekten hoşlanmadığı gibi, gece kulüplerinde caz çalan klarnetçileri dinlediği şehir merkezini seviyordu. Caddenin karşısındaki iki katlı eski Nabisco fabrikasındaki Bell Laboratuvarları mikrodalga araştırma grubunda çalışan genç bir kadınla mazbut biçimde flört ediyordu. Çevresindeki insanların gözünde akıllı bir genç adamdı. MIT’den ayrılır ayrılmaz, kendini laboratuvarın savaş çalışmaları içinde bulan Shannon, ilk olarak uçaksavar silahları için otomatik ateşleme kontrol yönlendiricisi geliştirme çalışmalarına katıldıktan sonra, gizli iletişimin kuramsal temellerine—kriptografi—odaklanmış ve X Sistemi denilen Winston Churchill ile Başkan Roosevelt arasındaki özel telefon hattının güvenliği için matematiksel kanıtlar üretme görevini üstlenmişti. Şimdi müdürleri, aslında tam olarak neyle uğraştığını pek anlamadıkları halde, onu kendi haline bırakmaya karar vermişlerdi. AT&T yüzyıl ortalarında, araştırma bölümünden bir an önce doyurucu sonuçlar talep etmiyordu. Matematik ya da astrofizik alanında belirli bir ticari hedef gözetmeyen araştırmalar yapmalarına ses çıkarmıyordu. Gerçi yine de modern bilimin pek çok öğesi bir şekilde, şirketin son derece geniş kapsamlı, tekelci ve nerdeyse tüm alanları kucaklayan misyonuna, doğrudan ya da dolaylı olarak bağlanıyordu. Ne var ki, ilgi alanı o kadar geniş Önsöz 11 olduğu halde, telefon şirketinin asıl konusu dikkat odağından kaçmaktaydı. 1948 yılında Bell Sistemi’nin 222 milyon kilometre uzunluğundaki kablo ağı ve 31 milyon telefon cihazı üzerinden, günde 125 milyonu aşkın görüşme gerçekleştiriliyordu.4 Nüfus İdaresi bu bilgileri “Amerika Birleşik Devletleri’nde İletişim” başlığı altında yayınlıyordu, ancak aslında bu kaba sayılabilecek bir iletişim ölçütüydü. Nüfus idaresi birkaç bin radyo, bir-iki düzine kadar televizyon yayınının, bunların yanında gazete, kitap, broşür ve postanın da hesabını tutuyordu. Posta idaresi de kendi kanalından geçen mektup ve gönderilerin sayımını yapıyordu; peki ama, Bell Sistemi’nin taşıdığı şey acaba tam olarak hangi birimle sayılmalıydı? Görüşmelerle olmadığı kesin; sözcüklerle de değil, karakterlerle de. Elektrikle olabilirdi belki. Şirkette görev yapan mühendisler elektrik mühendisiydi. Elektriğin ses taşıma işlevi gördüğünü, insanların ağzından çıkan sesin havadaki dalgalar halinde telefonun ağızlığından geçerek elektrik dalgasına çevrildiğini herkes anlayabiliyordu. Telefonun—şimdiden antika haline gelen, bir önceki teknoloji olan—telgrafı geri plana itmesini sağlayan başlıca unsur bu dönüşümdü. Telgraf başka bir dönüşüme dayanıyordu: Sesler değil, aslında kendisi de bir bakıma bir kodlama olan yazılı alfabe temelinde, nokta ve çizgilerden oluşan bir şifreleme sistemi. Gerçekten de, yakından bakıldığında, bir dizi soyutlama ve dönüşüm zinciri görülüyordu: Noktalar ve çizgiler alfabedeki harfleri simgeliyordu; harfler sesleri simgeliyor ve bir araya gelip sözcükleri meydana getiriyorlardı. Sözcükler son tahlilde, en doğrusu filozoflara bırakılması gereken, birtakım anlam zeminlerini temsil ediyorlardı. Bell Sistemi bunlardan yoksundu, ama şirket ilk matematikçisini 1897 yılında işe almıştı: Göttingen ile Viyana’da eğitim görmüş Minnesota’dan George Campbell. Hemen ilk günlerde telefon iletişimini sekteye uğratan bir problem üzerinde çalışmaya başladı. Sinyaller devreler arasından geçerken bozuluyordu; mesafe arttıkça bozulma da artıyordu. Campbell’ın buna bulduğu çözüm kısmen matematik kısmen de elektrik mühendisliği alanına giriyordu.5 Patronlar aradaki ayrıma fazla takılmamayı öğrendiler. Shannon’ın kendisi de öğrencilik yıllarında mühendis mi yoksa matematikçi mi olması gerektiğine bir türlü karar verememişti. Bell Laboratuvarları için istese de istemese de devreler ve röleler konusunda pratik bir işlevi vardı, ama onu asıl mutlu eden iş simgesel soyutlama alanındaki çalışmasıydı. İletişim mühendislerinin çoğu uzmanlıklarını, ses yükseltme ve modülleme, faz distorsiyonu ve sinyalin gürültüye dönüşmesi gibi fiziksel sorunlara odaklıyorlardı. Oysa Shannon oyunlar ve bulmacalardan hoşlanırdı. Şifreler, çocukluğundan beri Edgar Allan Poe okuyan Shannon’ı bü- 12 Önsöz yülerdi. Kırıntı toplayan kuşlar gibi, ipuçlarını birer birer toplardı. MIT’de araştırma asistanlığındaki ilk yılında devasa döner dişliler, şaftlar ve çarklarla denklemleri çözebilen Vannevar Bush’un Türevsel Çözümleyici adını verdiği yüz tonluk ilkel bir bilgisayarda çalıştı. Yirmi iki yaşındayken on dokuzuncu yüzyıla ait bir fikri, George Boole’un mantık cebiri fikrini elektrik devrelerinin tasarımına uyarlayan bir tez kaleme aldı. (Mantık ve elektrik—garip bir bileşim doğrusu.) Daha sonra matematikçi ve mantıkçı Hermann Weyl’le çalıştı ve ondan kuramın ne olduğunu öğrendi: “Kuramlar bilince, verili olanı geride bırakarak, yine de yalnızca simgelerde kendini gösteren en ileri noktayı temsil etmek üzere, ‘kendi gölgesinin üzerinden atlama’ olanağı verir.”6 1943 yılında bir kriptografi görevi için Bell Laboratuvarları’na gelen İngiliz matematikçi ve şifre çözücü Alan Turing, Shannon’la arada bir öğle yemeklerinde görüşerek, yapay düşünce makinelerinin geleceği üzerine görüş alışverişinde bulundu. (Turing “Shannon bir Beyine yalnızca veri değil kültürel öğeler de yüklemek istiyordu!” diyor. “Ona müzik çalmak istiyor.”)7 Shannon’ın yolu, MIT’de ders aldığı ve 1948 yılında iletişim ve kontrol araştırması “sibernetik” denen yeni bir disiplin önerisi getiren Norbert Wiener’la da kesişti. Bu sırada Shannon, televizyon sinyalleri üzerinde, farklı bir bakış açısından özel bir önemle duruyordu: Daha hızlı iletim olanağı elde etmek için, içeriği az çok daha yoğunlaştırma ya da sıkıştırmanın mümkün olup olamayacağını sorguluyordu. Mantık ile devreler yeni, melez şeyler üretmek üzere iç içe geçirilmişti; keza şifreler ile genler de. Böylece Shannon kendine özgü bu yoldan ilerleyerek, ulaştığı birçok ipucu arasında kurduğu bağlantılarla bir çerçeveye ulaşma arayışı içinde, bir enformasyon kuramı çatmaya başladı. Yirminci yüzyılın başlarında ortalığı pırıl pırıl parlayan, vızıl vızıl öten bir hammadde bolluğu sarmıştı: Harfler ve mesajlar, sesler ve imgeler, haberler ve talimatlar, rakamlar ve olgular, sinyaller ve işaretlerle, birbiriyle bağlantılı türlerden oluşan devasa bir karmaşa. Posta, kablo ya da elektromanyetik dalgalar aracılığıyla devamlı hareket halindeydiler. Ama ortada bunca şeyi ifade edebilecek bir sözcük yoktu. Shannon, 1939 yılında MIT’den Vannevar Bush’a yazdığı bir notta, “Ara sıra, istihbaratın [intelligence] iletilmesiyle ilgili genel sistemlerin bazı temel özelliklerinin analizi üzerinde çalışıyorum.”8 İstihbarat: bu çok eski, esnek bir terimdi. Sir Thomas Elyot bu terimi on altıncı yüzyılda “şimdilerde, mektup ya da mesajla karşılıklı anlaşmak ya da randevulaşmak için kullanılan zarif bir Önsöz 13 sözcük”9 diye tanımlamıştı. Gerçi daha sonraları başka anlamlar da üstlendi. Derken, özellikle telefon laboratuvarlarında bir-iki mühendis enformasyon sözcüğünü kullanmaya başladı. Bu sözcüğü teknik bir anlam ifade edecek şekilde kullanıyorlardı: enformasyon miktarı ya da enformasyon ölçüsü gibi. Bu kullanım şeklini Shannon da benimsedi. Bilimsel amaçlar açısından enformasyon özel bir anlam taşıyordu. Üç yüzyıl önce, Isaac Newton antika ve muğlak sözcükleri—kuvvet, kütle, hareket, hatta zaman—kendine mal edip onlara yeni anlamlar verinceye kadar, yeni fizik disiplini fazla ilerleme gösteremedi. Newton bu terimleri niceliğe dönüştürerek, matematik formüller için kullanıma uygun hale getirdi. O güne kadar hareket sözcüğü (örneğin) enformasyon kadar yumuşak ve kapsayıcı bir terim olagelmişti. Aristotelesçiler için hareket sözcüğü çok geniş kapsamlı bir olgular ailesini kucaklamaktaydı: Bir şeftalinin olgunlaşması, bir taşın düşmesi, bir çocuğun büyümesi, bir cesedin çürümesi gibi. Çok zengin bir içerikti bu. Newton yasalarının uygulanabilmesi ve bilimsel devrimin başarıya ulaşabilmesi için hareketin içerdiği çeşitliliğin ayıklanması gerekiyordu. On dokuzuncu yüzyılda enerji sözcüğü buna benzer bir dönüşüm geçirmeye başladı: Doğa filozofları bu sözcüğü zindelik ve yoğunluk içeren bir anlamda kullanmaya başladılar. Enerjiyi fizikçilerin doğaya bakışında temel bir konuma oturtarak, ona matematiksel bir öz kazandırdılar. Aynı şey enformasyonun başına da geldi. Bir saflaştırma ayini zorunluydu. Ve ardından, basit, arınmış, bitlerle sayılabilen bir hale geldikten sonra, enformasyon artık her yerde karşımıza çıkar oldu. Shannon’ın kuramı enformasyon ile belirsizlik, enformasyon ile entropi ve enformasyon ile kaos arasında köprü oluşturdu. Buradan kompakt disk ile faks makinesine, bilgisayar ile siberâleme ve Moore yasası ile dünyanın her yerindeki Silikon Vadilerine doğru yol alındı. Enformasyon işleme süreciyle birlikte, enformasyon depolama ve enformasyon kurtarma faaliyetleri başladı. İnsanlar Demir Çağı ile Buhar Çağı’nın ardından gelen yeni dönemi onun adıyla anar oldular. Marshall McLuhan 1967’de bu süreci “Yiyecek toplayan insan, enformasyon toplayan insan olarak bambaşka bir şekilde yeniden ortaya çıktı”10 diye yorumladı.* O bu sözleri yazdığı sırada, bilişim ve siberâlemin şafağı henüz sökmek üzereydi. * Ve kuru bir ifadeyle şöyle ekler: “Bu rolüyle elektronik insan, göçebelikte Paleolitik atalarından pek de geri kalmaz.”
© Copyright 2024 Paperzz