dil felsefesi 7

Russell’ın Belirli Betimlemeler Kuramı
Russell’ın dil felsefesi Frege’nin anlam kuramına eleştirileri ile başlamaktadır. Frege’nin kuramında
bilindiği üzere adların hem göndergelerinden hem de duyumlarından bahsedilebilmektedir. Gönderge
bir adın işaret ettiği, gösterdiği nesne (somut bireysel) olmaktadır. Adların her zaman bir göndergesi
bulunmayabilir. Bir göndergesi olmayan, yani göndergesini gösteremediğimiz adlar, taşıyıcısı olmayan
adlar olarak bilinmektedir. Buna tipik örnekler olarak ‘melek’, ‘ruh’, ‘iyi’, ‘güzel’, ‘adalet’ gibi adlar
verilebilir. Böyle adlar iki adın birleşmesi veya bir sıfatla bir adın bir araya gelmesi gibi ad öbekleri
şeklinde de olabilir: ‘kanatlı at’, ‘altın dağ’, ‘yuvarlak kare’ gibi. Veya geçmişte yaşamış tarihsel
kişiliklerin adları ve keza mitolojik kahramanların adları ya da kurgusal söyleme ait karakterlerin adları
da yine taşıyıcısı olmayan adlardır: ‘Aristoteles’, ‘Odysseus’, ‘Gregor Samsa’ gibi. Frege’nin anlam
kuramında bu gibi adların bir göndergeleri bulunmasa dahi bir duyumlarının bulunduğu kabul edilir.
Dolayısıyla taşıyıcısı olmayan adlar anlamsız değildir, bir anlamları vardır ve bu anlam onların
duyumundan ibarettir.
sunma tarzı, aynı zamanda duyum, bu bir betimleme olabilir
Ad
(özel adlar, cins adlar, betimlemeler)
“Abdullah Gül’ün resmi”
Gönderge
(kişiler, nesneler)
gösterir
gösterir
Taşıyıcısı olan adlar
“Abdullah Gül”
gösterir
“Abdullah Gül’ün kravatının resmi”
Abdullah Gül olan kişi
gösterir
Taşıyıcısı olan adlar
“Abdullah Gül’ün kravatı”
gösterir
Abdullah Gül’ün kravatı olan nesne
Frege’ye göre, bir özel adın anlamı (anlam değeri) bir nesneyi işaret etmesidir, onun
göndergesidir (eğer gönderme yaptığı bir nesne gösterilebiliyorsa). Eğer böyle bir nesne
gösterilemiyorsa, o adın anlamı o nesneyi sanki varmış gibi sunma tarzıdır, yani onun
duyumudur.
gösterir
“Aristoteles’in resmi”
“Aristoteles”
gösterir
Böyle bir kişi yok, eskiden yaşamış ve ölmüş, dolayısıyla gösterdiği bir kişi yok
“Dünya’ya en uzak gök cismi”
gösterir
Böyle bir nesne yok, varsa bile gösterilemez ve ne olduğunu bilmiyoruz
Taşıyıcısı Olamayan Özel
Adlar
Aristoteles
Odysseus
Bu tür özel adların anlamını belirli betimlemeler verir.
Böyle adların (taşıyıcısı olmayan adlar) işaret ettiği bir
nesne gösterilemez ama Frege’ye göre yine de
anlamlıdırlar, bir anlamları vardır, çünkü bu durumda
anlam duyumdan ibarettir.
Gönderge, aynı zamanda, bir adın cümlenin doğruluk değerine yaptığı katkıyı da belirtmektedir.
Bilindiği üzere, doğruluk değeri, bir cümlenin doğru veya yanlış olması durumudur. Bir cümlede geçen
adların ancak bir göndergelerinin bulunması şartıyla bu cümlenin bir doğruluk değeri olabilmektedir.
Eğer cümlede geçen adlardan tek bir tanesinin bile bir göndergesi yoksa (yani taşıyıcısı olmayan bir
adsa) o cümle ne doğru ne de yanlış olabilmektedir, yani bir doğruluk değerine sahip olamamaktadır.
Bu husus, Frege’nin anlam kuramında, parçaların göndergeleri (yani adların, sözcüklerin göndergeleri)
bütünün göndergesini (yani cümlenin göndergesini) oluşturur denilerek ortaya konmaktadır
(bileşimsellik ilkesi). Bir cümlenin göndergesi ise, Frege’ye göre, onun doğruluk değeridir, yani doğru
veya yanlış olmasıdır. Dolayısıyla parçaların göndergelerinin bulunmadığı hallerde cümlenin doğru
veya yanlış sayılamayacağı, bu şekilde izah edilmektedir.
Duyum ise, Frege’ye göre, bir nesnenin (göndergenin) sunulma tarzı veya başka bir deyimle, onun
belirlenme tarzı veya biçimidir. Her ad, göndergesine belli bir biçim ve tarzda işaret eder/göndermede
bulunur, yani onu diğer nesneler içinden seçip ayırır. Örneğin aynı kişinin iki farklı adı veya unvanı
olabilir. Aynı kişi bir kısım arkadaşları arasında bir adla, başka grup tanıdıkları tarafından ise başka bir
adla tanınıyor olabilir. Bu iki farklı ad aynı kişiyi gösterse de, yani aynı göndergeye sahip olsa da, bu
kişiyi farklı biçimde bize sunmaktadırlar, dolayısıyla aynı kişiye dair farklı sunulma/belirlenme tarzları
olarak kabul edilirler.
Bir adın duyumunun ne olduğu sorusuna, Frege, bunun çoğu durumda bir betimleme ya da bir tasvir
olduğunu belirterek cevap verir. Mesela ‘Akşam Yıldızı’nın bir duyumu vardır ve bu duyum “akşam
semasındaki en parlak cisim” şeklinde bir betimleme olabilir. (betimlemelerle ilgili izah) Keza ‘Sabah
Yıldızı’ adının duyumu, benzer şekilde, “sabah semasındaki en parlak cisim” olabilir. Frege’ye göre bu
husus, kişilerin özel adları için de geçerlidir. Örneğin ‘Aristoteles’ adının duyumu ‘Platon’un öğrencisi’
olabilir, veya ‘Platon’un Stagiralı öğrencisi’, ‘Büyük İskenderin hocası’, ‘Büyük iskenderin Stagiralı
hocası’, ‘Platon’un öğrencisi ve Büyük İskenderin hocası’, vb. olabilir. Bunların hepsi de belirli bir
tarzda Aristoteles kişisine işaret etmektedir, dolayısıyla hepsi de bu adın duyumları olarak kabul
edilirler. Ancak, açıktır ki bir kişi Aristoteles’in Platon’a öğrencilik yaptığını bilebilir ama Büyük
İskender’e hocalık ettiğini bilmeyebilir. Yine bir başka kişi de Aristoteles’in Büyük İskender’e hocalık
ettiğini bilebilir ama Platon’a öğrencilik yaptığını bilmeyebilir. Şimdi böyle iki kişi için, Aristoteles adı
farklı duyumlara sahip olacak demektir. Oysa, az önce belirttiğimiz üzere, duyum göndergeyi belirler,
çünkü duyum göndergenin belirlenme tarzıdır. O halde duyumlar farklı olduğunda göndergeler de
farklıdır ve iki farklı duyum, birbirinden farklı iki göndergeyi seçip ayırır. İşte böyle bir durumda, bu iki
kişi için ‘Aristoteles’ adı aynı kişiyi gösteriyor olamaz. Oysa uygulamada, böyle örneklere rastlansa da
(yani ‘Aristoteles’ adının farklı duyumlarına sahip kişilere rastlansa da), aynı adın aynı kişiye
göndermede bulunup bulunmadığı gibi bir şüphe asla uyanmaz ve insanlar bu adı tamamen aynı
kişiye gönderme yapmak için kullanırken hiçbir sıkıntı yaşamazlar.
İşte Russell da Frege’nin anlam kuramının bütün bu sonuçlarından hareketle eleştirilerini
yöneltmektedir. Gördük ki Frege’ye göre, belirli betimlemeler birer özel ad işlevi yerine
getirmektedir. Çünkü her betimleme bir duyum sayılabilir ve aynı özel adlar gibi bir göndergeyi
belirlerler. Kısacası, bir nesneyi/bir göndergeyi seçip ayırma, sunma ve belirleme işlevi açısından özel
adlar ile betimlemeler arasında bir fark yoksa, bu durumda betimlemelerin de birer özel ad gibi
görülebilecekleri sonucuna ulaşırız. Russell böyle betimlemeler için kendi örneklerini vermektedir:
‘Fransanın Kralı’, ‘demir maskeli adam’, ‘dünyadan en uzak gök cismi’ ve ‘yakınsama hızı en yavaş
yakınsak seri’. Dikkat edilirse, bunların hepsi de işaret ettikleri bir nesnenin gösterilemediği
betimlemelerdir. Taşıyıcısı olmayan adlar gibi bunların da işaret ettikleri bir nesne bulunmaz. Russell,
taşıyıcısı olmayan adlarla veya işaret ettiği bir nesne gösterilemeyen betimlemelerle kurulan
cümlelerin, Frege’nin iddia ettiği gibi, doğru veya yanlış olamayacaklarını kabul etmez. Russell’a göre
bu cümlelerin bazıları açıkça yanlıştır. Mesela “Fransanın Kralı keldir” cümlesi Frege’ye göre ne doğru
ne de yanlıştır, çünkü ‘Fransanın Kralı’ betimlemesinin bir göndergesi yoktur. Oysa Rusell’a göre bu
cümle açıkça yanlıştır, çünkü Fransa cumhuriyetle yönetilmektedir ve bir kralı da yoktur. Sorun, bu
cümlenin gramatik yapısı itibarıyla bir varlık iddiası taşımıyor görünmesinden kaynaklanmaktadır.
Cümle Fransa’nın bir kralı olup olmamasından tamamen bağımsız şekilde bu kralın bir özelliğinden
bahsetmektedir. Yani görünüşte “Fransanın bir kralı vardır” veya “Fransanın bir kralı yoktur”
dememektedir.
Russell bunun tamamen görünüşte böyle olduğunu ama aslında bu cümlenin bir varlık iddiası
taşıdığını ileri sürmektedir. Ona göre işin aslını görebilmek için cümlenin gramatik biçimine değil ama
mantıksal biçimine bakmalıyız. Bunun için de bir mantıksal çözümlemenin uygulanması gerekir. Bu
mantıksal çözümleme uygulandığında cümlenin mantıksal biçimi/yapısı ortaya çıkar. Russell’a göre bu
cümlenin mantıksal biçimi üç tane yargıdan oluşmaktadır:
(1) Fransa’nın en az bir kralı vardır.
(2) Fransa’nın en çok bir kralı vardır.
(3) Bir şey Fransa’nın Kralı ise o şey keldir.
Yani görünüşte varlık iddiası taşımayan bu cümlenin, mantıksal-dilsel çözümleme uygulandığında,
örtük şekilde varlık iddiasında bulunduğu açığa çıkmaktadır. Dolayısıyla bu cümleyi bu üç yargı ile yer
değiştirmek, mantıksal bakış açısından meşrudur. Bunu yapabilmek için de bu üç yargının tek bir
mantıksal biçim altında birleştirilmesi gerekmektedir. Burada ‘F’ harfini ‘… Fransa’nın Kralıdır’
yüklemine ve ‘G’ harfini de ‘… keldir’ yüklemine işaret edecek şekilde seçtiğimizde yüklemler
mantığında bu üç yargıyı bir arada aşağıdaki biçimde gösterebiliriz:
x(Fx Gx)y (Fy x = y)
Bu mantıksal biçimin konuşma diline tercümesi şöyledir:
en az bir x vardır öyle ki x Fransa’nın Kralıdır ve x keldir ve her y için eğer y Fransa’nın Kralı ise
x = y’dir.
Buradaki “her y için eğer y Fransa’nın Kralı ise x = y’dir” ifadesi, birden fazla Fransa Kralı
olamayacağını söylemenin bir başka şeklidir. Yani bu mantıksal biçim iki kısımdan oluşuyor, birinci
kısım, yani ‘x(Fx Gx)’ ifadesi, bir varlık iddiasını öne sürüyor (bir Fransa Kralı vardır ve keldir), ikinci
kısım, yani ‘y (Fy x = y)’ ifadesi ise, bu Fransa Kralının tek bir kişi olduğunu, aynı anda iki tane
Fransa Kralı olamayacağını söylüyor. İşte şimdi bu yargının yanlış olduğunu söyleyebilir hale gelmiş
oluyoruz. Bu yargı yanlıştır, çünkü ‘x(Fx Gx)’ ifadesi yanlıştır, zira bunun içinde geçen ‘xFx’ kısmı
yanlıştır. Bu kısım, ‘en az bir Fransa Kralı vardır’ demektedir (yukarıdaki 1. yargı) ki açıkça yanlıştır.
Bu mantıksal gösterim, taşıyıcısı olmayan adlar gibi bir soruna da yol açmaz. Çünkü Russell’a göre bu
ifade ikinci dereceden bir fonksiyondur ve somut bir nesneye gönderme yapmamaktadır, ama birinci
dereceden bir fonksiyona gönderme yapmaktadır. Yüklemler mantığında ‘Fx’ veya ‘Gx’ gibi ifadeler
birinci dereceden fonksiyonlardır ve bunların nesnesi özel adlardır, yani bunlar özel adlara uygulanan
yüklemlerdir. Oysa ‘x(Fx Gx)y (Fy x = y)’ gibi bir ifade ise ikinci derece bir fonksiyondur ve
bunun nesnesi ise birinci derece fonksiyonlardır, yani ‘Fx’ veya ‘Gx’ gibi birinci derece fonksiyonlara
uygulanan bir yüklemdir. Yani bu ifade kendisine nesne olarak birinci derece fonksiyonları kabul ettiği
için somut bir bireysele gönderme yapmamış oluyor. Bu da, taşıyıcısı olmayan bir ad kullanmadığı
anlamına geliyor.
Russell’a göre, mantıksal analizin burada verilen bu örneğini, taşıyıcısı olmayan tüm adlara
genelleştirmek ve böylece dil felsefesinin en tartışmalı konusu olan taşıyıcısı olmayan adlar sorununu
bir takım fantastik ontolojilere gerek kalmadan halletmek mümkündür. Bunun için, bir taşıyıcısı olsun
veya olmasın, tüm özel adların, kısaltılmış bir belirli betimleme olarak görülmeleri gerekmektedir.