Russell’ın Belirli Betimlemeler Kuramı Russell’ın dil felsefesi Frege’nin anlam kuramına eleştirileri ile başlamaktadır. Frege’nin kuramında bilindiği üzere adların hem göndergelerinden hem de duyumlarından bahsedilebilmektedir. Gönderge bir adın işaret ettiği, gösterdiği nesne (somut bireysel) olmaktadır. Adların her zaman bir göndergesi bulunmayabilir. Bir göndergesi olmayan, yani göndergesini gösteremediğimiz adlar, taşıyıcısı olmayan adlar olarak bilinmektedir. Buna tipik örnekler olarak ‘melek’, ‘ruh’, ‘iyi’, ‘güzel’, ‘adalet’ gibi adlar verilebilir. Böyle adlar iki adın birleşmesi veya bir sıfatla bir adın bir araya gelmesi gibi ad öbekleri şeklinde de olabilir: ‘kanatlı at’, ‘altın dağ’, ‘yuvarlak kare’ gibi. Veya geçmişte yaşamış tarihsel kişiliklerin adları ve keza mitolojik kahramanların adları ya da kurgusal söyleme ait karakterlerin adları da yine taşıyıcısı olmayan adlardır: ‘Aristoteles’, ‘Odysseus’, ‘Gregor Samsa’ gibi. Frege’nin anlam kuramında bu gibi adların bir göndergeleri bulunmasa dahi bir duyumlarının bulunduğu kabul edilir. Dolayısıyla taşıyıcısı olmayan adlar anlamsız değildir, bir anlamları vardır ve bu anlam onların duyumundan ibarettir. sunma tarzı, aynı zamanda duyum, bu bir betimleme olabilir Ad (özel adlar, cins adlar, betimlemeler) “Abdullah Gül’ün resmi” Gönderge (kişiler, nesneler) gösterir gösterir Taşıyıcısı olan adlar “Abdullah Gül” gösterir “Abdullah Gül’ün kravatının resmi” Abdullah Gül olan kişi gösterir Taşıyıcısı olan adlar “Abdullah Gül’ün kravatı” gösterir Abdullah Gül’ün kravatı olan nesne Frege’ye göre, bir özel adın anlamı (anlam değeri) bir nesneyi işaret etmesidir, onun göndergesidir (eğer gönderme yaptığı bir nesne gösterilebiliyorsa). Eğer böyle bir nesne gösterilemiyorsa, o adın anlamı o nesneyi sanki varmış gibi sunma tarzıdır, yani onun duyumudur. gösterir “Aristoteles’in resmi” “Aristoteles” gösterir Böyle bir kişi yok, eskiden yaşamış ve ölmüş, dolayısıyla gösterdiği bir kişi yok “Dünya’ya en uzak gök cismi” gösterir Böyle bir nesne yok, varsa bile gösterilemez ve ne olduğunu bilmiyoruz Taşıyıcısı Olamayan Özel Adlar Aristoteles Odysseus Bu tür özel adların anlamını belirli betimlemeler verir. Böyle adların (taşıyıcısı olmayan adlar) işaret ettiği bir nesne gösterilemez ama Frege’ye göre yine de anlamlıdırlar, bir anlamları vardır, çünkü bu durumda anlam duyumdan ibarettir. Gönderge, aynı zamanda, bir adın cümlenin doğruluk değerine yaptığı katkıyı da belirtmektedir. Bilindiği üzere, doğruluk değeri, bir cümlenin doğru veya yanlış olması durumudur. Bir cümlede geçen adların ancak bir göndergelerinin bulunması şartıyla bu cümlenin bir doğruluk değeri olabilmektedir. Eğer cümlede geçen adlardan tek bir tanesinin bile bir göndergesi yoksa (yani taşıyıcısı olmayan bir adsa) o cümle ne doğru ne de yanlış olabilmektedir, yani bir doğruluk değerine sahip olamamaktadır. Bu husus, Frege’nin anlam kuramında, parçaların göndergeleri (yani adların, sözcüklerin göndergeleri) bütünün göndergesini (yani cümlenin göndergesini) oluşturur denilerek ortaya konmaktadır (bileşimsellik ilkesi). Bir cümlenin göndergesi ise, Frege’ye göre, onun doğruluk değeridir, yani doğru veya yanlış olmasıdır. Dolayısıyla parçaların göndergelerinin bulunmadığı hallerde cümlenin doğru veya yanlış sayılamayacağı, bu şekilde izah edilmektedir. Duyum ise, Frege’ye göre, bir nesnenin (göndergenin) sunulma tarzı veya başka bir deyimle, onun belirlenme tarzı veya biçimidir. Her ad, göndergesine belli bir biçim ve tarzda işaret eder/göndermede bulunur, yani onu diğer nesneler içinden seçip ayırır. Örneğin aynı kişinin iki farklı adı veya unvanı olabilir. Aynı kişi bir kısım arkadaşları arasında bir adla, başka grup tanıdıkları tarafından ise başka bir adla tanınıyor olabilir. Bu iki farklı ad aynı kişiyi gösterse de, yani aynı göndergeye sahip olsa da, bu kişiyi farklı biçimde bize sunmaktadırlar, dolayısıyla aynı kişiye dair farklı sunulma/belirlenme tarzları olarak kabul edilirler. Bir adın duyumunun ne olduğu sorusuna, Frege, bunun çoğu durumda bir betimleme ya da bir tasvir olduğunu belirterek cevap verir. Mesela ‘Akşam Yıldızı’nın bir duyumu vardır ve bu duyum “akşam semasındaki en parlak cisim” şeklinde bir betimleme olabilir. (betimlemelerle ilgili izah) Keza ‘Sabah Yıldızı’ adının duyumu, benzer şekilde, “sabah semasındaki en parlak cisim” olabilir. Frege’ye göre bu husus, kişilerin özel adları için de geçerlidir. Örneğin ‘Aristoteles’ adının duyumu ‘Platon’un öğrencisi’ olabilir, veya ‘Platon’un Stagiralı öğrencisi’, ‘Büyük İskenderin hocası’, ‘Büyük iskenderin Stagiralı hocası’, ‘Platon’un öğrencisi ve Büyük İskenderin hocası’, vb. olabilir. Bunların hepsi de belirli bir tarzda Aristoteles kişisine işaret etmektedir, dolayısıyla hepsi de bu adın duyumları olarak kabul edilirler. Ancak, açıktır ki bir kişi Aristoteles’in Platon’a öğrencilik yaptığını bilebilir ama Büyük İskender’e hocalık ettiğini bilmeyebilir. Yine bir başka kişi de Aristoteles’in Büyük İskender’e hocalık ettiğini bilebilir ama Platon’a öğrencilik yaptığını bilmeyebilir. Şimdi böyle iki kişi için, Aristoteles adı farklı duyumlara sahip olacak demektir. Oysa, az önce belirttiğimiz üzere, duyum göndergeyi belirler, çünkü duyum göndergenin belirlenme tarzıdır. O halde duyumlar farklı olduğunda göndergeler de farklıdır ve iki farklı duyum, birbirinden farklı iki göndergeyi seçip ayırır. İşte böyle bir durumda, bu iki kişi için ‘Aristoteles’ adı aynı kişiyi gösteriyor olamaz. Oysa uygulamada, böyle örneklere rastlansa da (yani ‘Aristoteles’ adının farklı duyumlarına sahip kişilere rastlansa da), aynı adın aynı kişiye göndermede bulunup bulunmadığı gibi bir şüphe asla uyanmaz ve insanlar bu adı tamamen aynı kişiye gönderme yapmak için kullanırken hiçbir sıkıntı yaşamazlar. İşte Russell da Frege’nin anlam kuramının bütün bu sonuçlarından hareketle eleştirilerini yöneltmektedir. Gördük ki Frege’ye göre, belirli betimlemeler birer özel ad işlevi yerine getirmektedir. Çünkü her betimleme bir duyum sayılabilir ve aynı özel adlar gibi bir göndergeyi belirlerler. Kısacası, bir nesneyi/bir göndergeyi seçip ayırma, sunma ve belirleme işlevi açısından özel adlar ile betimlemeler arasında bir fark yoksa, bu durumda betimlemelerin de birer özel ad gibi görülebilecekleri sonucuna ulaşırız. Russell böyle betimlemeler için kendi örneklerini vermektedir: ‘Fransanın Kralı’, ‘demir maskeli adam’, ‘dünyadan en uzak gök cismi’ ve ‘yakınsama hızı en yavaş yakınsak seri’. Dikkat edilirse, bunların hepsi de işaret ettikleri bir nesnenin gösterilemediği betimlemelerdir. Taşıyıcısı olmayan adlar gibi bunların da işaret ettikleri bir nesne bulunmaz. Russell, taşıyıcısı olmayan adlarla veya işaret ettiği bir nesne gösterilemeyen betimlemelerle kurulan cümlelerin, Frege’nin iddia ettiği gibi, doğru veya yanlış olamayacaklarını kabul etmez. Russell’a göre bu cümlelerin bazıları açıkça yanlıştır. Mesela “Fransanın Kralı keldir” cümlesi Frege’ye göre ne doğru ne de yanlıştır, çünkü ‘Fransanın Kralı’ betimlemesinin bir göndergesi yoktur. Oysa Rusell’a göre bu cümle açıkça yanlıştır, çünkü Fransa cumhuriyetle yönetilmektedir ve bir kralı da yoktur. Sorun, bu cümlenin gramatik yapısı itibarıyla bir varlık iddiası taşımıyor görünmesinden kaynaklanmaktadır. Cümle Fransa’nın bir kralı olup olmamasından tamamen bağımsız şekilde bu kralın bir özelliğinden bahsetmektedir. Yani görünüşte “Fransanın bir kralı vardır” veya “Fransanın bir kralı yoktur” dememektedir. Russell bunun tamamen görünüşte böyle olduğunu ama aslında bu cümlenin bir varlık iddiası taşıdığını ileri sürmektedir. Ona göre işin aslını görebilmek için cümlenin gramatik biçimine değil ama mantıksal biçimine bakmalıyız. Bunun için de bir mantıksal çözümlemenin uygulanması gerekir. Bu mantıksal çözümleme uygulandığında cümlenin mantıksal biçimi/yapısı ortaya çıkar. Russell’a göre bu cümlenin mantıksal biçimi üç tane yargıdan oluşmaktadır: (1) Fransa’nın en az bir kralı vardır. (2) Fransa’nın en çok bir kralı vardır. (3) Bir şey Fransa’nın Kralı ise o şey keldir. Yani görünüşte varlık iddiası taşımayan bu cümlenin, mantıksal-dilsel çözümleme uygulandığında, örtük şekilde varlık iddiasında bulunduğu açığa çıkmaktadır. Dolayısıyla bu cümleyi bu üç yargı ile yer değiştirmek, mantıksal bakış açısından meşrudur. Bunu yapabilmek için de bu üç yargının tek bir mantıksal biçim altında birleştirilmesi gerekmektedir. Burada ‘F’ harfini ‘… Fransa’nın Kralıdır’ yüklemine ve ‘G’ harfini de ‘… keldir’ yüklemine işaret edecek şekilde seçtiğimizde yüklemler mantığında bu üç yargıyı bir arada aşağıdaki biçimde gösterebiliriz: x(Fx Gx)y (Fy x = y) Bu mantıksal biçimin konuşma diline tercümesi şöyledir: en az bir x vardır öyle ki x Fransa’nın Kralıdır ve x keldir ve her y için eğer y Fransa’nın Kralı ise x = y’dir. Buradaki “her y için eğer y Fransa’nın Kralı ise x = y’dir” ifadesi, birden fazla Fransa Kralı olamayacağını söylemenin bir başka şeklidir. Yani bu mantıksal biçim iki kısımdan oluşuyor, birinci kısım, yani ‘x(Fx Gx)’ ifadesi, bir varlık iddiasını öne sürüyor (bir Fransa Kralı vardır ve keldir), ikinci kısım, yani ‘y (Fy x = y)’ ifadesi ise, bu Fransa Kralının tek bir kişi olduğunu, aynı anda iki tane Fransa Kralı olamayacağını söylüyor. İşte şimdi bu yargının yanlış olduğunu söyleyebilir hale gelmiş oluyoruz. Bu yargı yanlıştır, çünkü ‘x(Fx Gx)’ ifadesi yanlıştır, zira bunun içinde geçen ‘xFx’ kısmı yanlıştır. Bu kısım, ‘en az bir Fransa Kralı vardır’ demektedir (yukarıdaki 1. yargı) ki açıkça yanlıştır. Bu mantıksal gösterim, taşıyıcısı olmayan adlar gibi bir soruna da yol açmaz. Çünkü Russell’a göre bu ifade ikinci dereceden bir fonksiyondur ve somut bir nesneye gönderme yapmamaktadır, ama birinci dereceden bir fonksiyona gönderme yapmaktadır. Yüklemler mantığında ‘Fx’ veya ‘Gx’ gibi ifadeler birinci dereceden fonksiyonlardır ve bunların nesnesi özel adlardır, yani bunlar özel adlara uygulanan yüklemlerdir. Oysa ‘x(Fx Gx)y (Fy x = y)’ gibi bir ifade ise ikinci derece bir fonksiyondur ve bunun nesnesi ise birinci derece fonksiyonlardır, yani ‘Fx’ veya ‘Gx’ gibi birinci derece fonksiyonlara uygulanan bir yüklemdir. Yani bu ifade kendisine nesne olarak birinci derece fonksiyonları kabul ettiği için somut bir bireysele gönderme yapmamış oluyor. Bu da, taşıyıcısı olmayan bir ad kullanmadığı anlamına geliyor. Russell’a göre, mantıksal analizin burada verilen bu örneğini, taşıyıcısı olmayan tüm adlara genelleştirmek ve böylece dil felsefesinin en tartışmalı konusu olan taşıyıcısı olmayan adlar sorununu bir takım fantastik ontolojilere gerek kalmadan halletmek mümkündür. Bunun için, bir taşıyıcısı olsun veya olmasın, tüm özel adların, kısaltılmış bir belirli betimleme olarak görülmeleri gerekmektedir.
© Copyright 2024 Paperzz