KMLK, KTDAR VE MEKN SYONZM`N MEKNLA LKS

BÖLGESEL GELİŞMELER
KİMLİK, İKTİDAR VE MEKÂN:
SİYONİZM’İN MEKÂNLA İLİŞKİSİ ÜZERİNE
1967’de gerçekleşen 6 Gün Savaşı neticesinde Ürdün’den Doğu Kudüs’ü ve Batı Şeria’yı,
Mısır’dan da Gazze’yi alan İsrail, bu tarihten itibaren neredeyse sistematik olarak konut yıkımlarını gerçekleştirmekte. Söz konusu tarihten bu yana, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’de
25,000’den fazla konutu yıktığı ve dolayısıyla 160,000’den fazla insanı evsiz bıraktığı tahmin ediliyor.
Ceyhun ÇİÇEKÇİ
2
015 yılının Ocak ayında Birleşmiş Milletler tarafından
açıklanan rakamlara göre
İsrail, sadece 2014 yılı içerisinde
1000’den fazla insanın evsiz kalmasına sebep olan konut yıkımları
gerçekleştirmiştir. İsrail ordusunun
güvenlik ihtiyaçları, ilgili konutların gerekli izinlere sahip olmayışları gibi sebeplerle gerçekleştirilen
yıkımlar, aslında bahsi geçen gündelik ihtiyaçlardan-gerekçelerden
görece uzak ve daha teorik bir arka
68
planı da ihtiva etmesi açısından incelenmeye değerdir.
İktidar ve Mekân
Devletlerin en mühim bileşeni,
üzerinde egemenlik tesis edebileceği mekânı/toprağı haiz olmaktan
geçiyor. Bu bağlamda yeryüzündeki her devlet, belirli bir toprak
parçası üzerinde iktidar pratiklerini
her yeni günde hayata geçirmekte
ve bu yolla, yöneten-yönetilen ilişkisini yeniden üretmekte ve nihai
kertede, iktidarını tescil ettirmektedir. Gündelik hayatta da sıklıkla
karşılaşılan ve fakat sıradanlaştığı
üzere dikkat çekmeyen pek çok uygulama, aslında devletlerin iktidar
pratiklerinin birer yansıması olarak
tecessüm etmektedir.
İktidar odağı olarak devlet, ‘hâkim’ olduğu mekânda temsil ettiği
ya da kurguladığı kimlik açısından
kendisine ait ve kontrol mekanizmalarını önceleyen bir mimariyi tercih etmektedir. Bu sebeple,
Mart-Nisan Cilt: 7 Sayı: 67
ancien regime’e ait mekânlar dönüştürülmekte, silikleştirilmekte
ve mekânın ‘yeni sahiplerinin’ tercihlerine göre yeniden şekillendirilmektedir. Bu dönüşümler, mimarinin toplumsal hafızayla olan
girift ilişkisi de göz önünde bulundurularak düşünülürse, iktidarın
kendini kabullendirme/dayatma
süreçleri olarak da okunabilir.
Yukarıda anılanlar ışığında,
kitlelerin fiziki kontrolü öncelikle
yaşadıkları mahalle, ilçe veya şehirlerden başlamaktadır. Bu mekânlardaki mimari tercihler, iktidarın
istikrarına ve kurumsallaşmasına
da yardımcı olmaktadır. Bir kentin
meydanları, yolları veya binaların
dizilimi dahi (bitişik nizam vd.) bir
mekânın kontrolü açısından kritik
bir rol oynarlar. Bu açıdan bakıldığında kent mimarileri, devletler
açısından her daim stratejik bir
alan olmuştur.
Siyonist Deneyim
Bir mekân olarak Filistin toprakları
ve bu mekânın kontrolü/denetimi
de, üzerine inşa edilen iktidar odağı
olarak İsrail devleti açısından kritik
önemdedir. Yukarıda anlatılanlar
da göz önünde bulundurulursa,
İsrail sınırları içerisinde bulunan
kentlerin (özellikle Arap nüfusun
yoğunlukla bulunduğu) son yüzyıl
içerisinde geçirdikleri dönüşümün
anlaşılması da kolaylaşabilir.
Tel Aviv gibi Yishuv (devlet
öncesi Yahudi toplumu) döneminde ve sonrasında ihya edilen
şehirlerin kimliği, ağırlıklı olarak
İsrail devletinin kimliğini ve tercihlerini de yansıtmaktadır. Fakat
Tel Aviv’in güneyinde kalan ve
bir Arap mekânı olarak Yafa’nın
(günümüzde Tel Aviv ile oldukça
entegre) Yahudileştirilmesi, süreç
içerisinde gerçekleştirilmiştir. Salt
Mart-Nisan Cilt: 7 Sayı: 67
Müslüman Araplardan ziyade çeşitli dinlere mensup insanların da
yaşadıkları bu Arap mekânı, tarihi
akışa paralel olarak dönüştürülmüş
ve günümüzde kentin Arap kimliği
müzeleştirilmiş ve dolayısıyla karikatürleştirilmiştir.
Kudüs gibi semavi dinler açısından oldukça önemli bir coğrafya
da benzer yaklaşımlarla dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Özellikle
6 Gün Savaşı (1967) neticesinde
İsrail kontrolü altına giren Doğu
Kudüs’teki çalışmalar, bu bölgede
bulunan Arapların meskenlerine
yönelik satın almadan yıkıma kadar geniş bir yelpazedeki politikaları kapsamaktadır. Böylece kentin doğu bölgesindeki Arap varlığı
hem demografik hem de mimari
anlamda görünmezleştirilmeye çalışılmaktadır.
Batı Şeria’daki uygulamalar da
oldukça değerli bir örneklem sunmaktadır. İsrail’in 6 Gün Savaşı
neticesinde işgal ettiği Batı Şeria,
günümüzde üzerine inşa edilen
yerleşimlerin ve karayollarının stratejik konuşlandırılması, güvenlik
bariyerleri ve kontrol noktaları gibi
uygulamalar vasfıyla Arapların bir
diğeriyle temasını kısıtlamakta ve
dolayısıyla ortak bir kimliğin üretimine, kitleselleşmesine ve politik
anlamda dışa vurumuna ket vurmaktadır. Batı Şeria’daki bu uygulamalar, Gazze’de görece entegre
bir mekânda yaşayan Müslüman
Arapların ‘Filistin davasında’ öncü
bir rol oynamasına da zemin hazırlamaktadır.
Ayrıca İsrail, kendi sınırları içerisinde yaşamlarını sürdüren Bedevilere yönelik olarak da benzer bir
politikayı uygulamaktadır. Bedevilerin devlet denetiminden azade bir
hayat sürmeleri, önüne geçilmesi
gereken stratejik bir hedef olarak
algılanmıştır. Bu bağlamda, göçebe
bir hayat tarzına sahip Bedevilere
minyatür şehirler inşa edilmiş ve
yerleşik bir hayata geçmeleri kolaylaştırılmıştır. Fakat bu planlamalar,
Bedevilerin kitlesel ilgisine mazhar
olamamış ve söz konusu şehirlerin
bir kısmı atıl kalmışlardır.
Birleşmiş Milletler’in geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamaya
göre İsrail, Kudüs ve Batı Şeria’da
gerçekleştirdiği yıkımlar neticesinde, sadece 2014 yılı içerisinde
1,177 Filistinliyi evsiz bırakmış
bulunuyor. Sadece 2015 yılının
başından bu yana gerçekleştirdiği
yıkım sayısı ise 77’yi buluyor. Söz
konusu politikanın güncel yansımaları olmakla birlikte uzunca da
bir geçmişi var. 1967’de gerçekleşen 6 Gün Savaşı neticesinde
Ürdün’den Doğu Kudüs’ü ve Batı Şeria’yı, Mısır’dan da Gazze’yi
alan İsrail, bu tarihten itibaren
neredeyse sistematik olarak konut
yıkımlarını gerçekleştirmekte. Söz
konusu tarihten bu yana, İsrail’in
Batı Şeria ve Gazze’de 25,000’den
fazla konutu yıktığı ve dolayısıyla
160,000’den fazla insanı evsiz bıraktığı tahmin ediliyor.
Makalenin girişinde de ifade
edildiği üzere, İsrail’in kontrol
ettiği topraklardaki yıkım politikası, İsrail ordusunun güvenlik
ihtiyaçları ya da ilgili yapıların
gerekli izinleri haiz olmaması nedeniyle meşrulaştırılmakta ve hayata geçirilmektedir. Fakat burada
belirtilen husus, zahiri bir nitelik
arz ediyor. Yukarıda da değinildiği
üzere, kimlik-iktidar-mekân ilişkisi, söz konusu politikanın temel
motivasyonunu teşkil ediyor. Bir
kurucu ideoloji olarak Siyonizm,
bu ilişkiden azade değil...
Arş. Gör., Çanakkale 18 Mart
Üniversitesi
69