M.Kemal ATATÜRK Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. Ne Mutlu Türküm Diyene. Şubat 2013 Yıl : 78 Sayı : 914 ISSN : 1300-1450 Şubat 2013 Yıl : 78 Sayı : 914 ISSN : 1300-1450 YIL : 78 SAYI : 914 Şubat 2013 Başyazı 1 9 Selçuk ALPARSLAN İSLAM FELSEFESİNDE KOOPERATİFÇİLİK 3 Eriman TOPBAŞ KOOPERATİFLER ve SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA Prof.Dr. Harun TANRIVERMİŞ Doç.Dr. Mehmet ARSLAN Doç. Dr. M.Akif ÖZER Nurettin PARILTI Ahmet BAYANER Muharrem ÇETİN Rasih DEMİRCİ Hikmet KAVRUK Mehmet Akif ÖZER Adnan TEPECİK Eriman TOPBAŞ 1271 sk. www.koopkur.org.tr adm [email protected] 37 Birol BUMİN GÖNLÜM GÜLER 34 M. Ziya GÖZLER DEVLET TARIMDA MAHO AĞA MI OLDU? 31 Nezih DEMİRTEPE BÜYÜK KOOPERATİFÇİ MİTHATPAŞA'NIN 1863'TE KURDUĞU ZİRAAT BANKASI KAFKASLARDA GENİŞLİYOR 30 Ayhan ÜNGÖR ARAMIZDAN AYRILIŞININ ONBEŞİNCİ YILINDA: BÜYÜK KOOPERATİFÇİ "KASIM ÖNADIM" 24 Yeter DEMİR USLU İNSAN KAYNAKLARI PLANLAMASI AÇISINDAN İŞ ANALİZLERİNİN ÖNEMİ 18 Ahmet ÇATLI İŞBİRLİĞİNDE YENİ BİR YAKLAŞIM : STRATEJİK ORTAKLIK 11 M. Akif ÖZER KİŞİSEL VE ÖRGÜTSEL İMAJ YÖNETİMİ 46 Met n DEMİRSOY Türk Dünyasından Haberler 41 İ. Akın ŞEHİRLİOĞLU ÇALIŞMANIN VE BAŞARILI OLMANIN KURALLARI 38 Sefer Aşır ERASLAN GÜZELLİĞİN ON PARA ETMEZ, BENDEKİ BU AŞK OLMASA! "Aşık Veysel" Doç.Dr. Mehmet Akif ÖZER Veli ÇELEBİ Osman BOSTAN Turgut AĞIRNASLIGİL Hüsnü POYRAZ Prof.Dr. İhsan ERDOĞAN Özdemir ÜNSAL 27.02.2013 Dergimizde yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Başyazı İnsan ihtiyaçları, ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisine göre; maddi ihtiyaçlar, sosyal ihtiyaçlar ve manevi ihtiyaçlar olarak sınıflandırılmakta olup, maddi ihtiyaçların ilk sırasında gelen fiziksel ihtiyaçları da yemek- içmek, giyinmek ve barınmak oluşturmaktadır. Fiziksel ihtiyaçların karşılanabilme durumuna göre de insanların yaşam standartları; gelirlerine paralel olarak yoksulluk sınırı ile ayrılmış olup bu sınırın altında kalanlar için açlık sınırı kullanılmakta iken; üzerinde kalanlar ise hassas yoksul değil, yoksul değil ve varlıklı şeklinde bir sınıflandırma yapılmaktadır. Yoksulluk sınırı, yeterli hayat standardında yaşayabilmek (yemek-içmek, giyinmek, barınmak, eğitim, sağlık vb.) için gerekli olan enaz gelir miktarı iken; açlık sınırı sağlıklı bir biçimde beslenebilmek ( yemek-içmek) için gerekli olan en az gelir miktarıdır. Nitekim, Ülkemizde TÜİK verilerine dayalı olarak farklı kurumlarca hesaplanan ( dört kişilik bir aile için) açlık sınırı rakamları ortalaması yaklaşık 1.000 TL iken, yoksulluk sınırı rakamları ortalaması da yaklaşık 3.000 TL’dir. Bu rakamlara göre, ülkemiz nüfusununun %25’i yani her dört kişiden biri yoksulluk sınırı altında yaşamakta (yeme-içme, barınma, eğitim, sağlık ihtiyaçlarını insani şartlarda karşılayamamakta) iken; yoksulluk sınırında yaşayanların 1/5’i de açlık sınırı altında ( asgari şartlarda günlük alması gereken gıdayı alamayarak) yarı aç yarı tok yaşamaktadır. Yoksulluk sınırı altında yaşayanların dünya nüfusunun %40’nı oluşturduğunu gören Birleşmiş Milletler; “ yeryüzündeki açlık, gıda ve gelir dağılımındaki adaletsizlik ve küresel krizler ile mücadelede en önemli araç kooperatiflerdir” sloganı ile 2012 yılını Milletlerarası Kooperatifler Yılı olarak ilan etmişti. Nitekim, Dünya genelinde bir milyardan fazla insan, ortağı bulundukları yaklaşık 750.000 kooperatifleri aracılığı ile yoksullukla mücadele etmektedirler. Ülkemizde de yaklaşık sekiz milyon kooperatif ortağı kurmuş oldukları yaklaşık 80.000 kooperatif ile aynı mücadele içindedirler. 1 Nitekim, Türkiye’de her dört kişiden birisinin yoksulluk sınırı altında gelir sahibi olduğu ve özellikle açlık sınırı altında gelir sahibi olup da Türk Milletinin geleneksel yardımlaşma kültürü ile aç kalmalarının önlendiği gerçekleri dikkate alınarak olsa gerek; Türk Kooperatifçiliğinin temel kanunu olan ve 1969 yılında kanunlaşan 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’ndan sonra, Türk Kooperatifçiliğinin adeta anayasası sayılabilecek mahiyette Türk Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planı hazırlanarak, 17 Ekim 2012 tarihinde kanunlaştırılmış ve TC.Hükümetinin Başbakanı tarafından kamuoyu ile paylaşılmıştır. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı önderliğinde, kooperatifçilikle ilgili diğer iki bakanlığında katılımı da olmak üzere üç bakanlık tarafından sahiplenilen ve özellikle de Başbakanlığında ilgi alanında olan kooperatifçilik 2002 yılından beri ilk defa devletçe gündeme getirilmiştir. Keza, bu çalışmanın ve kooperatifçiliği sahiplenmenin; Birleşmiş Milletler teşkilatınca, “ yeryüzündeki açlık, gıda ve gelir dağılımındaki adaletsizlik ve küresel krizler ile mücadelede en önemli araç olarak kooperatifler seçilmişlerdir” beyanı ve 2012 yılını Milletlerarası Kooperatifler Yılı olarak ilan etmesi ile eşanlı ve paralel olması çok manidardır! Yani, sonuç olarak, gelinen nokta; ülkemizde yoksulluğun giderek arttığının farkında olunduğunun ve kabulünün ve de yoksullukla mücadele için önemli bir araç olan kooperatif davranışın ve kooperatif işletmelerin misyonlarının anlaşıldığının göstergesi olarak kabul edilebilir. 2 KOOPERATİFLER ve SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA * Eriman TOPBAŞ ** Kalkınma İçinde bulunduğumuz çağ biriciktir, tektir: Hiçbir zaman kalkınma olayı bizi bunca sorunlarla karşı karşıya getirmemiştir ve hiçbir zaman kalkınma modellerimiz bağlamla bu kadar az uyumlu olmamıştır. En zengin ülkelerle en fakir ülkeler arasındaki, hatta aynı ülke içindeki en zenginlerle en fakirler arasındaki uçurumlara dikkatimizi çeken eserler artık ortalıkta gözükmüyor. En belirgin sapma, gezegenimizde yaşayan farklı canlıların ayakizlerini ayıran sapmadır (1). Yılda kişi veya ulus başına, hektar olarak ifade etmek gerekirse, ayakizi, varlığımızı sürdürmek ve ürettiğimiz atıkları emmek için gerekli toprak alanıdır. Kişi başına düşen alan miktarı; Kanada’da 4,3, ABD’de 5,1, Hindistan’da 0,4 ve dünyada 1,8 hektardır. Su an için 6 milyar insandan her biri için 5,1 hektarlık ayakizi alanı hesaplansaydı, ancak dünyamız gibi üç gezegen insanlığın bu ihtiyacını karşılayabilirdi. Oysa dünya nüfusu ve aynı şekilde ayakizi de çoğalırken yaşanılabilir toprak azalıyor, yaşanabilir alan küçülüyor ve kullanılan alan artıyor. Böyle giderse bir müddet sonra 10 gezegene ihtiyaç duyacak duruma geleceğiz. * Bu yazı, Michel Lafleur tarafından yazılmış olan “Les cooperatifs au coeur du developpement durable” isimli çalışmadan çevirilerek hazırlanmıştır. ** Yrd. Doç.Dr.,Gazi Ü. Eğitim Fak. ([email protected]) Simdi yolun sonu! Kalkınma tipimiz ve ritmimiz pek uygun görünmüyor. Daha şimdiden iki gezegen açığımız var. Böyle bir açığı nasıl oluşturabildik? Hükümetlerimiz ve işletmelerimiz bizlerin de suç ortaklığı ile çok büyük bir yönetim hatası yapmışlardır; bu hata meselelerin yalnızca mali cephesinin dikkate alınmasından kaynaklanmıştır. İki gezegenlik açık, doğal ve sosyal sermayenin hesaba dâhil edilmemiş olmasından dolayı ortaya çıkmıştır. Bunları hesaba nasıl dâhil edebiliriz? Bunu yapmak için çok geç kalmadık mı? Sürdürülebilir Kalkınma ve Kurumların Yönetimi Bizim kalkınma olgumuz, araştırmacıları yalnızca ekonomik kıstasları temel alan geleneksel anlayış üzerinde yeniden düşünmeye ve kalkınma olgusuna topluma ve çevreye saygı kıstaslarını dâhil etmeye itmiştir. Sürdürülebilir kalkınma kavramı bu bağlamda ortaya çıkmıştır. Sürdürülebilir kalkınma kavramı “gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılama kapasitelerini tehlikeye atmadan mevcut ihtiyacı karşılayabilecek bir kalkınma”(2) olarak tanımlanmaktadır. Bu kavramın, iktisadi, toplumsal ve çevresel olmak üzere birbiriyle ilişkili üç dinamik bileşeni vardır. Bu teze göre, bir faaliyetin aynı anda bu üç unsur üzerinde olumlu etkisi varsa yalnızca o zaman bir kalkınma söz konusudur. 3 Bu tanım, çok sayıda yoruma yol açmıştır. Dolayısıyla sürdürülebilir kalkınma ile ilgili yüzlerce tanım bulunabilir. Fakat genel olarak sürdürülebilir kalkınma kavramına ait beş boyuttan bahstmek mümkündür (3). Birbirine bağımlılık: Kalkınma problemleri sistematik olarak birbirleriyle bağlantılı ve birbirlerine bağımlıdırlar; Kapsayıcılık: Kalkınma sürdürlebilir kalkınmanın üç boyutunu, yani ekonomik, çevresel ve toplumsal boyutlarını kapsamalıdır. Hakkaniyet: İnsani faaliyetler, bugün veya yarın, herhangi bir karşılık olmadan paraya transfer edilmemeli veya kaynakların mülkiyeti kendi üzerine geçirilmemelidir; ayrıca, sürdürülebilir kalkınma eylemleri üretilen zenginliklerin eşit bir şekilde dağıtımını sağlamalıdır; İhtiyat: Sürdürülebilir kalkınma eylemleri tercihinde, çevrenin destek ve kendini yenileme kapasitesi açısından kalkınmayı telafisi imkânsız bir şekilde etkileyebilecek eylemlerden sakınılmalıdır; Güvenlik: Her türlü kalkınmanın hedefi, mevcut ve gelecek nesiller açısından yük- sek, temiz ve güvenli bir yaşam kalitesine katkı sağlamak olmalıdır. Kuruluşlarımızın yönetimine ilişkin düşüncemizin başlangıç noktası olarak, kuruluşların sürdürülebilir kalkınmanın özgün boyutları üzerindeki etkisini hesaba katarak, sürüdürülebilir kalkınmanın etkisini ele alacağız. Geleneksel olarak, bir işletme hakkında yapılan araştırmalarda işletmelerin farklı fonksiyonları ile onun mali sonuçları arasındaki ilişkiye bakılır. Bu araştırmalar, temel olarak liberal kalkınma modelinin bir başka şekilde ifade edilmesinden ve görünmez elin maksimize edilmesinden, yönetsel analizin geleneksel dayanağı olarak pay sahiplerinin paylarının maksimize edilmesinden başka bir şey değildir. Eğer yönetici kendi işletmesinin karını en yüksek düzeye çıkartmaya odaklanırsa, o ister istemez piyasa üzerinden kıt kaynaklarımızın en uygun kullanım yollarını araştıracaktır. Liberal ütopyaya göre, geleneksel ticari kuruluşların kalkınma modeli esas itibariyle yatırımlar üzerinden en fazla kazanç elde etme yollarını araştırmaya dayanmaktadır. Buna karşılık, bu kâr araştırması çoğu zaman yeni iş alanları oluş- Şekil 1. Kalkınma ve yönetimin geleneksel çerçevesi 4 turmak suretiyle toplum için bir zenginlik üretmelidir. Bir yatırımcı iş alanı yaratmak suretiyle yatırımı üzerinden maksimum kâr elde ettiğinde, işletme projesinin kazançlı olduğu konusunda bir mutabakat oluşur. Bu yatırım kârları iş alanı oluşturan kişinin zararına olduğunda eleştiriler yapılmaya başlar. Çevre konusunda mutabakat o kadar açık değildir. Dolayısıyla, bazı durumlarda, çevre zararına mali iş alanı oluşturmak suretiyle mali kazanç elde etme durumlarının hoş karşılandığı ve hatta teşvik edildiği kalkınma projeleri görülmektedir. Kyoto protokolüne meydan okumalar bu gerçekliği çok iyi bir şekilde ortaya koymaktadır. Yatırımdan kâr elde etme araştırmasında iki gerçeklik göze çarpar: Çalışma bağlantısıyla yapılan yatırımlar ve çalışma bağlantısı olmadan yapılan yatırımlar. Birinci durumda, hissedar kendi sermayesi ile çalışır, o hem yatırımcı hem de yöneticidir. Yatırım yaptığı kuruluşta çalışır, çalışanları, müşterileri ve topluluğu ile sürekli temas halindedir. Diğer yatırımcı tipinin başka bir gerçekliği vardır, çünkü onun yatırım nesnesiyle doğrudan hiç bir ilişkisi yoktur. O ne işçileri, ne müşterileri ve ne de yatırım yaptığı topluluğu tanır. Onun için önemli olan maksimum kârdır, sektör pek önemli değildir. Sonuç olarak, yatırımlarının kârlılığı genelde bir standart haline gelir ve bu standart bağlamında her iyi yönetici finansal sermayenin daha kârlı kuruluşlara kaçacağını zorunlu olarak bilir. Her iki durumda da meydana getirilen değer, yani üretim maliyeti ve satış fiyatı arasındaki kazanç (kâr) sermaye sahipleri arasında paylaşılır. Yönetim alanındaki çalışmalar neredeyse sadece bu ilişkiye dayanmaktadır: Personnel yönetimi, pazarlama, strateji ve işletme kârlarının doruklaştırılması vb arasındaki ilişkiler. Yönetim alanındaki araştırmaların çoğunluğu sorunu sadece bu tek amaca göre analiz etmeye çalışmaktadır (Aktouf, 2002) ve Gladwin et Kennelly (1997)’e göre (3), bu durum teknoloji merkezli anlayış çerçevesinde tanımlanan ontolojik pozisyonlarla özetlenebilir. Sürdürülebilir kalkınma sorunlarıyla ilgili olarak, yönetim/kalkınma paradoksu olduğu gibi duruyor ve nispeten çok az araştırmacı yönetim ve kalkınma arasındaki ilişki üzerinde çalışmaktadır. Bununla birlikte, Henry Mintzberg gibi yönetim alanında çalışan yazarlardan bazıları bu paradoksu çözmek için uğraşmakta ve liberal kalkınmayı temel alan kuruluşların temel rollerinde bir değişiklik önermektedirler. “Ekonomistler ve hissedarlar denetimlerini ellerine geçirdikten sonra, kuruluşlar amaç değiştirdiler. Etkililik ve verimlilik onların varoluş nedenlerini unutturdu: Biz onları kendimize hizmet etmeleri için yaratmış olduk. Ve şimdi biz onları zenginleştirmek için çalışıyoruz (4).” Mintzberg (1999)’e göre, yönetimle ilgili çalışmalar vatandaşlara hizmetin bu temel ilkesini yeniden görmek zorundadır. Mintzberg, hissedarların özkaynaklarını maksimize etme amacı güden özel sektör mantığının yönetim modellerinin hepsinde yer aldığını ve bunun bizi kaygıverici sapmalara sürüklediğini belirtmektedir. İşletmelerin kalkınma üzerindeki etkilerine ilişkin olarak, her zaman benzer tespitler yapan Paul Hawken, yönetimin en önemli güncel problematiği gibi görünen şeyi tanımlar. “Ticari şirketler, gezegen üzerinde baskın kurumlar oluşturduklarından dolayı insanlığın toplumsal ve çevresel sorunlarını kesinlikle dikkate almak zorundadırlar. Günümüzde, sanayi toplumunda ortaya koyduğumuz her davranış yalnızca çevrenin bozulmasına yol açmaktadır, niyetimiz ne olursa olsun, tersinin doğru olacağı, iyliğin gün gibi aşikâr olduğu, gündelik yaşam ve çalışma faaliyetlerinin daha iyi bir dünya 5 kurmak için, bilinçli bir fedakârlıkla değil tamamen doğal olarak birikeceği bir sistem tasarlamamız gerekir. […] Ortaya çıkan soru şu: Çevrelerindeki dünyayı doğrudan ya da dolaylı olarak tahrip etmeden gelişen verimli işletmeler kurabilir miyiz? (5)” Yönetim ve Sosyal Eşitlik Hawken’ın eleştirisinden esinlenen aktörler ve araştırmacılar, yönetim ve çevre arasındaki ilişki sorununu incelemek için teknosantirizm paradigmasının öncüllerini aşmaya çalışmaktalar. Dürasantrizm bu akımın öncüllerini özetler (Marteen, 2001; Gladwin, 2000; Elkington, 1998; Gladwin et Kennelly, 1997; Kennelly, Krause, 1995; Hawken, 1995; Purgec, Park, Montuori, 1995). Bu işletmelerin yönetimine ilişkin temel sorun, işletmenin çevreye karşı sorumluluğunu dikkate almak ve işletmenin karlılık düzeyini muhafaza ederek sorumluluğunu yerine getirmesinde yenilikçi çözümler bulmaktır. Buradan, işletmelerin yönetimi ve çalışmasına ilişkin yeni ilkeler ve yeni yollar ortaya çıkabilir. “Doğa ile adım adım” anlayışı bu akımın kalbidir. Yönetim ve Sosyal Adalet Bir asrı aşkın bir süreden beri, kurumların yönetimini ve kalkınma olgusunu tasarlamanın bir başka yolu bulunmaktadır: Kooperatifler. İnsanların ihtiyaçlarına dayalı bir anlayış. Bu anlayışa göre, sermaye amaç değil bir araçtır ve artı değerler (veya kapitalist dilde kâr) sermayeye göre dağıtılmaz. Kooperatif, “mülkiyeti müşterek ve yönetimi demokratik bir biçimde icra edilen bir işletme aracılığı ile kendi özlemlerini, ekonomik, sosyal ve ortak kültürel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla gönüllü olarak bir araya gelmiş kişilerin oluşturduğu özerk bir birliktir” (6). Bu tip girişimcilik, bazı düşü- 6 nürlerin doğmakta olan kapitalizmin eksiklikleri hakkında yaptıkları eleştirileri takiben meydana gelmiştir. İlk başarılı kooperatif, İngiltere’de kurulan Roşdal Adil Öncüler Derneğidir (la Société des équitables pionniers de Rochdale). Bu kooperatif, dönemin bazı düşünürlerinin (Fourier, King, Owen, Saint-Simon, Buchez, Plockboy, Proudhon, etc. ) bir sentezi sonucu oluşturulmuştur. Roşdal öncüleri, kalkınma dinamiği çerçevesinde yer alan kalkınma ilkelerini somut bir biçimde uygulamayı başardılar. Doğmakta olan kapitalizmin eksikliklerine ilişkin bu eleştiriler ve bunların belli ilkelere dönüştürülmesi yenilikçi bir kalkınma anlayışından ileri gelmektedir. Kooperatiflerin temel değerleri bağlamında şekillenen bir anlayış; görev alma, kişisel ve karşılıklı sorumluluk, demokrasi, eşitlik, hakkaniyet ve dayanışma. Kurucuların düşüncelerine sadık olan kooperatif üyeleri, dürüstlük, açıklık, sosyal sorumluluk ve diğerkâmlık temelli bir ahlakı da benimsemişlerdir. Bu temel değerler, zaman içinde gelişerek bugünkü yedi kooperatif ilkesini meydana getirirler ve bu ilkeler kooperatiflerin kalkınma anlayışlarını uygulamaya koymalarında yol gösterici bir rol oynarlar. Bu eleştiriler, genelde iki ana tema etrafında yoğunlaşır. Birincisi sermayenin rolüyle ilgilidir. Yazarlar, doğmakta olan kapitalist sistemi işletmenin tüm kârlarını sermaye sahiplerine vermesinden dolayı kınamaktadırlar, zira sermaye sahipleri bu zenginliğin oluşmasına, mali yatırımlarının dışında, gerçekte katılmamışlardır. Bu düşünürlere göre, bir ülkenin zenginliğinin oluşmasında sadece sermaye yoktur, zenginliğin oluşmasında emek ve tüketim de yer almaktadır. Sermaye sahipleri hakkında Saint-Simon’un meşhur benzetmesi bu düşünceyi çok güzel bir biçimde özetlemektedir (7). Bu yazarlar, emeksiz gelirin veya aracıların ürüne her hangi bir artı değer ilave etmeden ürün be- deline artı fiyat eklemelerinin meşru olmadığını belirtmektedirler. Özet olarak, işletmenin kârının hepsine sermaye sahiplerinin tek başlarına sahip olmaları eleştirilmiştir. Yazarlara göre, sermaye gelişmenin tek itici gücü, tek karar vericisi ve tek yararlanıcısı olmamalıdır. Bundan dolayı aşağıdaki kooperatif ilkeleri ortaya çıkmıştır: 1. Karar vericiler, işçiler (kooperatif çalışanı), tüketiciler (tüketici kooperatifi) veya üreticiler (üretici kooperatif) olarak kooperatifin amacına katkıda bulunanlar olacaklardır. Bu insanlar kendilerine karşı sorumlu olan temsilcilerini seçerler. Oy kullanma hakkını kullanmada sadece üyelik yeterli olmalıdır, yatırılan para miktarı belirleyici olmamalıdır. Sonuç olarak, kararların amacı paraya değil, üyelerin ihtiyaçlarına yönelik olmalıdır. Demokratik güç bağlamında, birinci kooperatif ilkesi ortaya çıkmaktadır: Kooperatifte her üye bir oya sahiptir. 2. Kooperatifin kuruluşu ve gelişmesi için gerekli olan para kendi üyeleri tarafından temin edilmelidir. Bu sermaye kooperatifin varlık nedeni olmamasından dolayı, her üye üyelerce kararlaştırılmış sınırlı bir pay alacaktır. Ayrıca, yılsonu fazlalıkları, kooperatif üyelerinin yatırdıkları paraya göre değil, kullanım oranlarına göre dağıtılacaktır; üyeler paylaşılmayacak bir rezer oluşturacaklar ve bu rezerv kooperatifin devredilemez bir kısmı ve topluluğunun mirası olacaktır ve sonuçta yılsonu kârlarının bir kısmı topluluğun muhtelif faaliyetlerine tahsis edilebilecektir. Bu bağlamda, ikinci kooperatif ilkesi ortaya çıkmaktadır: Her üye kooperatife ekonomik katkıda bulunur. 3. Kooperatif, tüm faaliyetlerinde, devletle veya başka kurumlarlarla olan muhtemel ortaklıklarında, bu kuruluşlar karşısında kendi üyelerinin demokratik gücünü mu- hafaza etmeli ve kooperatifin bağımsızlığını sağlamalıdır. Kooperatifin ortaklıkları, kararlarını kendi hedefine göre almada kooperatifin kapasitesini hiçbir zaman tehlikeye sokmamalıdır. Bu bağlamda, üçüncü kooperatif ilkesi ortaya çıkmaktadır: Kooperatif özerk ve bağımsız olmalıdır. İkinci olarak, eleştiriler bu değişimin düzenlenmesiyle ilgilidir. Kalkınma sorunlarının çözümü için gerekli değişimleri yapmak için düzenlemenin olası en iyi şekli üzerinde düşünmekteyiz. Önerilen muhtelif çözümleri üç grupta toplayabiliriz. Birinci görüş, sendikal düzenlemelerle çalışanların haklarının korunması üzerinde durmaktadır. İkinci görüş, bir sosyalist/komünist örgütlenmeyle toplumsal yapıda önemli değişimleri önermektedir. Üçüncü görüş, bu kooperatifçi görüş, kooperatif kuruluşu gibi girişimci bir çözüm önermektedir. Girişimci ekol yanlıları, sanayicilerin ve burjuva sınıfının zenginliklerine rağmen işçi sınıflarının yaşadıkları fakirlik durumunu ortaya koyup, insanın insan tarafından sömürülmesini dile getiriyorlardı. Onlara göre, yalnızca işçi sınıfı tarafından yapılacak bir devrim mevcut durumu tersine çevirebilirdi; hükümetlere veya sermaye sahiplerine güvenilemezdi. Bu sömürülen kesim, kendi kalkınmalarının bizzat sahipleri olmalıydılar, birbirleriyle dayanışma içerisinde bulunmalıydılar ve herkesin dinamik bir demokrasi çerçevesinde bu kalkınma sürecine katılmalarına müsade etmeliydiler. Bu durumda, belirtilen esaslara dayalı bir girişimci kurum oluşturmak gerekirdi. Bu anlayıştan hareketle ortaya çıkan diğer kooperatif ilkeleri şunlardır: 4. Kooperatifin temel düşüncesi, müşterek bir ihtiyaca sahip olan insanları özgürce bir araya toplamaktır. Ortak ihtiyaç, bir ürüne veya hizmete erişmek (tüketici kooperatifleri), bir ürünü satmak (üretici kooperatifleri) 7 veya kendisine bir iş bulmak (işçi kooperatifleri) olabilir. Bir kooperatif çatısı altında bir araya gelen bu insanlar, bunu yaparak, kooperatifçilik değerlerine göre bir proje oluşturmak ve geleneksel pazarın kendi yararlarına çözmediği bir problemi (çok düşük ücret, kötü beslenme, çok yüksek fiyat, vb.) çözmek isteyebilirler. Fakat bir kooperatifte, kooperatif projesine olumlu katkıda bulunmak isteyecek başka kişilerin aleyhine olacak şekilde, belli bir grup insanın yalnızca kendilerine bir çıkar elde etmek için bir araya gelmemesi gerekir. Bu nedenle kooperatife giriş her zaman serbest ve açık olmalıdır. Aynı şekilde, bir kişinin kooperatife grime isteğini geri çevirmede hiç bir ayrımcı yaklaşım söz konusu olmamalıdır. Bu bağlamda, dördüncü kooperatif ilkesi ortaya çıkmaktadır: Kooperatife üyelik gönüllü ve herkese açık olmalıdır. 5. Kooperatif, kendine özgü değerler ve ilkelere sahip bir kuruluş biçimi olmasından dolayı, üyelerinin, yöneticilerinin ve çalışanlarının, herkesin optimum desteğini elde etmek için, kooperatifin doğasını ve dinamizmini çok iyi anlamalarını sağlamalıdır. Kooperatif, kooperatif projesinin yapısı hakkında kamuoyunu bilgilendirmelidir. Bu bağlamda, beşinci kooperatif ilkesi ortaya çıkmaktadır: Kooperatif paydaşlarını eğitmeli ve komuoyunu bilgilendirmelidir. 6. Kooperatif kendisini dış dünyaya kapatmamalıdır, aksine, üyelerine daha iyi hizmet verebilmek ve kooperatifçiliği güçlendirmek amacıyla federasyon ve konfederasyona dâhil olmalıdır. Bu bağlamda, altıncı kooperatif ilkesi ortaya çıkmaktadır: Kooperatif diğer kooperatiflerle işbirliği yapmalıdır. 7. Çevre sorunlarının ortaya çıkmasıyla birlikte, kooperatifler kendi tarzlarında kendi toplumlarının sürüdürülebilir kalkınmalarına katkı sağlamalıdırlar. Bu bağlamda, yedinci kooperatif ilkesi ortaya çıkmaktadır: 8 Kooperatif çevreye duyarlı olmalıdır. Bu ilke, kooperatif ilkelerine 1995 tarihinde eklenmiştir. Kooperatif projesinin kalkınma vizyonunu özetleyen ve bu tip bir işletmenin yönetimine rehberlik eden yedi ilke bunlardan ibarettir. Kaynaklar (1) Voir le concept d’empreinte écologique ( Bkz. Ekoloji kavramı): (www.agir21.org) (2) La commission mondiale sur l’environnement et le développement: Notre avenir à tous (Dünya çevre ve kalkınma komisyonu : Hepimize ait geleceğimiz). Montréal, Éditions du Fleuve, 1987, p. 37. (3) Gladwin, T. N. et Kennely, J. J., «Sustainable development: a new paradigm for management theory and pratice» (Sürdürülebilir kalkınma: yönetim teorisi ve uygulamasında yeni bir paradigm), Bansal, P. et Howard, E., Business and the natural environment, Londres, Butterworth-Heineman, p. 13 à 19. (4) D. Bérard, Mintzberg, «La théorie prend trop de place!» (Teori çok fazla yer alıyor !), L’Actualité, 1999, juin, p. 15. (5) P. Hawken, L’écologie du marché (Pazar ekolojisi), 1995, p. 20-21. (6) Alliance coopérative internationale (Uluslararası Kooperatifler Birliği) , Déclaration sur l’identité coopérative (Kooperatif Kimliği Hakkında), 1995 (7) Voir sur le site de l’Université Lumière de Lyon (Bkz. Université Lumière de Lyon sitesi) İSLAM FELSEFESİNDE KOOPERATİFÇİLİK Selçuk ALPARSLAN * Dünyayı kurtaracak, ekonomik dengeyi kuracak ülkeleri refah seviyesine getirecek ve açları açlıktan, işsizleri işsizlikten kurtaracak olan en büyük doktrin KOOPERATİFÇİLİKTİR. Birlik, beraberlik, dayanışmanın simgesi olan kooperatifçilik rüzgarları ülkemizde ve İslam dünyasında 14 asırdır esmektedir. Dünyada bizler için iki dil konuşulur, biri Türk Dili diğeri ise İslam Dilidir. Fanatik dincilikten uzak, radikal dinciliğe yakın bir tasarım içinde Türkiye’mizi Medeni millet eşdeğerine getirmek mümkündür. Asırların en büyük ışık vericisi, kompütürlerin ve bilgisayarların ortak görüşü, Allah’ın sevgilisi Yüce Peygamberimiz Hazreti Muhammet insanlara ne güzel mesajlar vermiştir. Bu mesajlar dünyada ilk kooperatifçilik emirleridir. İşte bu emirlerin en büyüğü fitre zekat ve kurbandır. Bu birlik, beraberlik ve yardımlaşmanın en muhteşem örneği değildir de nedir. Rochdale, Raiffeisen veya Schultze, Delitcz gibi Batılı kooperatif teorisyenlerinin ana noktası bu alternatiftir. Görülüyor ki batı doğunun imajlarını çalmış, kendisine mal etmiştir. Ahi Evran loncalığın temellerini iki yüz sene evvel atmıştır. Masonluk ve Rotaryenliğe de yol gösteren Ahiliğin ana prensipleridir. Ahilikte kaynayan büyük kazan İslamcı insanların işbirliği, ahlak, hoşgörü ve sevgi dünyası kooperatifçilik meşalesi ve manevi mimarlarının kooperatifçi Türk evliyalarının ve düşünürlerinin eseri olduğu ortaya çıkmıyor mu? Eğer, fitre, zekat, kurban müessesi ülkemizde dört dörtlük uygulansa ülkemizde ne fakir kalır, ne de fukara. İslam Dini emrediyor. Fitre verirken herkes gücüne göre versin. İster arpadan, ister buğdaydan, isterse üzümden istersen hur* Araştırmacı, Yazar ([email protected]) madan ver. Herkesin cebine göre, ayağını yorganına göre uzat, damlaya damlaya göl olur, ak akçe kara gün içindir. Hangimiz atalarımızın ekonomik özdeyişlerine uyuyoruz, sefahat o biçim, adam 2.000 TL maaş alıyor, 1.000 Tl’ye çizme, bir televizyonu var, ikinciyi hatta üçüncüyü alıyor, tutum yok, bütçe yok, herkes borçlanmaktan zevk alıyor, belki enflasyonist ülkelerin gerçek yüzü budur. Zekat veriniz, işte fevkalade ilginç bir İslam görüşü, seksen gramdan fazla altını olan, her kırk gram için zekatını verse, bugün altının gramı 100 TL. civarında. Herkesin karısının, kızının hatta kendisinin bile altını var. Türk toplumu altın takıya asırlardır önem verir. Yastık altı veya saklanan altınları şöyle bir hesaplayın. Her yıl aşağı yukarı on altı milyar lira civarında bir zekat geliri temin edilecektir. Bu güzel ellerde bir kooperatif aracılığıyla Zekat kooperatifleri kurulsa. Bu paralarla düşkünlere, fakirlere, güçsüzlere, kimsesiz ihtiyaçlara sakat çocuklara ÖZÜRLÜ KÖYLERİ VE SOSYAL AMAÇLI MİNİ KENTLER yapılsa Türkiye sosyal yaralarının büyük bir bölümünü kapatır. Hangi hükümet olursa olsun. Bu yaklaşımları tarih sayfalarına altın varakla yazılır. Fitre vereceksin adam bulamıyorsun… Hele büyük metropol şehirlerde bu işi organize eden, tabii, çarpıcı, kötü zihniyetli düşüncelerin yer aldığı bir merkezde değil, inançlı, imanlı, gerçekten içlerinde Allah korkusu olan insanların organizasyonunda, hele hele planlı ve programlı bir çizgi içerisinde ZEKAT KOOPERATİFLERİ GERÇEĞİ ULAŞMAZ MI? Birde bunun içine fitreyi eklerseniz Türkiye sefaletten kurtulur. Arabistan, Endonezya, Japon Müslümanları böyle tip belki ismi değişik yardım sandıklarıyla harikalar yaratmaktadır. Batı Dünyasında Kilise ve Havraların çalışmaları akıl alıcı gibi değil. Cuma namazından çıkarsanız hep camiler için yardım makbuzları çalışır. Hiç özürlüler, hastalar, himayeye muhtaç insanlar, sorumlu çocuklar için hiç 9 makbuz kesen gördünüz mü? peratifçilik .. Bütün dünya namaz kılma alanıdır.. Kıbleni tespit et, namazını kıl. İster dağda olsun, ister bayırda, ister ovada, ister çimende, ister bahçede kıl.. Devenin hatta, katırın üstünde kıl.. Dünyanın en büyük tasavvufi zikriyatı bizim dinimizdir. Ama ne yazık ki, bir takım din goygoycuları, o güzel dinimizi berbat etmişlerdir. Birtakım skolastik, kapkara görüşlerle kendilerini din ilahı sayanlar, bir çok yerlerde boy gösterip, dinin hep sıkıcı, karanlık ve katı kurallarını insanlara yansıtma çabasını kullanmışlar ve insanları dinden soğutma şekline getirmişlerdir. Hele bir de Kurban olayı, yılda evine bir defa bile et girmeyen insanlara tanıklık ediyorum. Büyük şehirlerde kurban kesilir, apartman sakinleri arasında kurbanlık et deplasmanı başlar. O, ona, bu buna budun veya kaburganın iyi yerini verme yarışı vardır. Kurban kesen ev sahiplerinin büyük bir bölümü etin üç parçasını dağıtır, diğerini kendisine ayırır bir de üç aylık kavurmasını yapar. Ben bunları gördüm yaşadım. Halbuki, bu da bir elde toplanmalı, ne yapılmalı.. Nasıl Kurban derileri toplanıyorsa, etler de bir vakıf veya kurulacak yardım kooperatifleri tarafından alınmalı, muhtarlar kanalıyla fakirlik olanlara verilmeli. Bu örnekler çoğaltılabilir. Ben mesela, kendi arkadaşımla bu işi güzel bir programa bağladık. Kurbanımızı kesiyoruz, arabamızın arkasına 10’ar veya 15’er parçaya bölüp poşetleyip, Valilikten veya yerel yönetimlerden fakir yöreleri tespit edip dağıtıyoruz. Zaten Kurban kesiminin esas prensibi de bu değil mi. Güçsüz veya fakir isterse bu konu yurt dışından gelen soydaşlarımıza, ülkemize mülteci olarak sığınan binlerce fakire, ister Hristiyan olsun, İster Budist.. İslamiyet’in en büyük adımı yoksulu ve fukarayı sevindirmek, mutlu etmek değil mi. Bunun için büyük sınırlarda veya soydaşlarla ilgilenen bakanlık veya kuruluşlarla temas edilir. Bu kooperatifçilik yaklaşımımız dünya milletlerine örnek olacaktır. Halbu ki, İslamiyet; dinlerin en son, modern, bağnazlıktan uzak, geniş bir dünya görüşü içinde rahatlık, çalışkanlık, huzur, temizlik, yardımlaşma birlik, beraberlik parolası veren en büyük dini sistemidir. Her üç yüz metre mesafede bir cami yapıp hayrını alacaksan, gözleri görmeyen, felçli, beyinsel özürlü, parklarda bahçelerde yatan, içinde iç çamaşırı olmayan, pantolonu lime lime zavallıyı barındırmak için toplanan paralarla onlara barınaklar yapıp, üzerine hayır sahiplerinin isimleri yazılarak, sonsuza kadar bu hoş kalan kubbede bir eser bırakılması ne güzel değil mi.. Türkiye’de şu anda 81.984 cami ve 20 binin üzerinde mescit vardır. Kuran kursları hızla açılmaktadır. İmam Hatip Okulları, liseleri, İlahiyet Fakülteleri zaten yeterince din adamı yetiştirmiyor mu? Eğer o gariban, sorunlu, canımız ciğerimiz Anadolumuz insanına açacağımız bu çok anlamlı, duygusal ve Yüce Allah’ımızın huzurunda çok makbule geçecek, bu çağrışımı hutbelerde vermeliyiz. Vaizlerimize büyük işler düşmektedir. Bundan daha büyük bir sevap alınacağına ben şahsen inanmıyorum. O kadar çok gizli fakirimiz var ki, İnanın Ankara’nın bir çok gecekondularında içyağı ve bağırsak yağını eritip ekmeğine süren Müslüman kardeşlerimiz var. Nerede yardım eli, bir bardak rakıya, bir paket sigaraya yılda en az 2500-3000 TL veren bu insanlar bu paranın yüzde onunu yani 25-30 TL’ye gıda ve yiyecek alsalar düşünün ihtiyaç sahibi kaç ailenin masrafları karşılanmaz mı.. Bu zincirleme kooperatifçilik hareketi bir tane aç fakir insan bırakır mı.. İşte İslamcılık.. İşte koo- 10 Bir de benim merak ettiğim bir konu var, din adamları açıklasınlar, yüzyıllardır Allah rızası için kesilen kurban niye Arap ülkesinde, Haccül Haremeyn’de kesilir. Her yıl 70.000 civarında vatandaşımız Kutsal yörelere gidiyor, burada Allah Rızası için kesilen yetmiş bin kurbanın bizim canımız ciğerimiz, Türkümüz, Müslümanımızın boğazından aşağı gitse, 70.000 deri Türk Hava Kuvvetlerimize veya yardım kooperatiflerine ulaşsa, bundan daha iyi yardım olabilir mi… Olmaz.. 40 kilo etten 70.000 koyunun ağırlığı yaklaşık üç milyon kilo yapar, yani üç milyon tane insanın evine işsizin veya dar gelirlinin midesine girecektir. ZEKAT, FİTRE VE KURBAN KOOPERATİFLETRİ Devletin yardım seven insanların ve Diyanet Vakfı’nın ortak çalışmaları ile daha da büyüyecektir. KİŞİSEL VE ÖRGÜTSEL İMAJ YÖNETİMİ M. Akif ÖZER * Toplumsal ve örgütsel yaşamda kişileri ve örgütleri etkili ve başarılı kılan niteliklerin başında, kişinin veya örgütlerin başkalarıyla iyi anlaşıp anlaşmadığına, uyumlu ve geçimli olup olmadığına ve iyi bir imaj bırakıp bırakmadığına bakılması gelmektedir. Bu nedenle, sosyal yaşamda olduğu gibi çalışma ve yönetim yaşamında da kişiler ve örgüler açısından imaj yönetiminin önemi çok fazladır. Bu çalışmada gerek kişiler gerekse de örgütler açısından oldukça önemli olan imaj yönetimini inceleyeceğiz. Özellikle örgüt yönetiminde bu modern yönetim tekniğinden nasıl yararlanabileceği sorusuna cevap aramaya çalışacağız. İmaj Yönetimi Kişiye ve örgüte, karakteri ve gerçeği ile örtüşmeyen bir maske takmak yerine, kişinin ve örgütün sahip olduğu etkili ve değerli özelliklerin, yavaş yavaş ortaya çıkarılmasına çalışmak ve bu özelliklerin kişinin ve örgütün kendisine has bir tarz ile sunulmasını sağlamak (Çakır, 2006:5) imaj yönetimi olarak adlandırılmaktadır. İmaj yönetimine önem veren kişi ve örgütler, kendi güçlü ve zayıf yönlerini iyi bilmekte ve davranışlarını iyi bir izlenim bırakacak şekilde ayarlamaktadırlar. Bunun tam tersini yapan insanlar ve örgütler de vardır. Başkalarının üzerinde bıraktıkları izlenime ve etkiye hiç aldırmadan, davranışlarını hiç kontrol etmeden, gereken dikkati ve hassasiyeti göstermeden hareket eden kişi ve örgütler (Peker-Aytürk, * Doç. Dr. Gazi Ün. İİBF Kamu Yönetimi Böl. ([email protected]) 2002:127) bilerek ya da bilmeyerek olumsuz izlenimler oluşturmakta ve başarılı imaj yönetimine acilen ihtiyaç duymaktadırlar. İmaj yönetimi doğrudan yapılabilecek ve uygulanabilecek bir yönetim tekniği değildir. Çünkü örgütün imajı ve saygınlığı sürekli ilişkiler sonucu kazanılan veya kaybedilen bir değerlendirmedir. Bu değerlendirmeyi de insanlar yapar. Dolayısıyla, imaj yönetimi ancak ya gerçek anlamıyla iyi imajı ve saygınlığı gerektiren ilişkilerle ve bu ilişkilerin tanıtımıyla yapılır ki eğer bu, halkla ilişkilerin yaptığı egemen iş pratiği olsaydı, halkla ilişkilerin kendisinin imaj problemi olmazdı. Ya da, halkla ilişkilere günümüzde sağladığı negatif imajı veren pratikler dizisiyle yapılır. Bu pratiklerde aslında istenen hiç veya çok az veya göstermelik bir şeyler vererek, sosyal psikolojinin motivasyon ve algı oyunlarıyla, özü değiştirmeksizin veya özün doğasına dokunmaksızın, biçimler üzerinde oynayarak özün imajını değiştirme sağlanmaya çalışılır. Böylece, örneğin sigaranın kanser yapan, çevreyi kirleten, iğrenç kokular salan özünün üzerine açık hava, eğlence, gençlik, oyun, özgürlük, statü, klas gibi imajlarla kılıf geçirilerek “imaj mühendisliği” yapılır. Görüldüğü gibi imaj yönetimi gerçek materyal ilişkiler yapısını anlatan bir karaktere sahip olabileceği gibi, bu temeli gizleyen veya olduğundan farklı gösteren sahte imajlara da sahip olabilir. Bunlardan hangisinin ne ölçüde seçildiği, öncelikle etik konusu değil, öncelikle çıkarlar ve bu çıkarlarla biçimlenen ticari\ endüstriyel kültürün konusudur (Erdoğan, 2007:1). 11 Örgütlerde imaj yönetimi çalışmaları bir kereye mahsus olmamalıdır. İmaj yönetiminden beklenen örgütsel faydaların sağlanabilmesi için sürekli ve istikrarlı bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Kişi ve örgütlerin, meslek, pozisyon, hedefler ve hedef kitlesi doğrultusunda bir imaj oluşturmak için profesyonel bir yardım alması akıllıca bir yoldur. Kendisini başlangıçta, alanında uzmanlaşmış imaj danışmanlarına, hedefler büyüdükçe de, halkla ilişkiler uzmanlarına teslim etmesi en doğru yaklaşım olacaktır (Çakır, 2006:5). Genel olarak hayatımızda bir kural olarak; kendimizi niyetlerimize göre, başkalarını ise görünüşlerine, hareketlerine ve sözlerine göre değerlendiririz (Peker-Aytürk, 2002:136). Bundan dolayı görünüşler, hareketler ve sözlerin algılanışını düzenleyen imaj yönetimi hem kişiler hem de örgütler açısından çok önemlidir. Bu önem toplumsal yaşam kadar örgütsel yaşam için de geçerlidir. Örgütsel yaşamda da ilk izlenim çok önemlidir. Çünkü ilk izlenim etkileyici ve kalıcıdır. İlk izlenim için ikinci bir şans yoktur. Bu yüzden ilk izlenime çok önem verilmektedir (Peker-Aytürk, 2002:135). İmaj yönetiminin temel hedefi de ilk izlenimleri etkilemek ve olumlu hale getirmektir. İmaj yönetiminde ilk izlenim kadar son izlenim de önemli ve etkilidir. Çünkü insanların alıp götüreceği izlenim, kişinin bıraktığı son izlenimidir. Son izlenimler de, son görünüşün, son sözlerin, son fikirlerin, son hareketlerin ve yapılan son işlerin toplamıdır (Peker-Aytürk, 2002:138). İmaj yönetimi uygulamaları, ilk ve son izlenime bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmakta ve özellikle son izlenim üzerine vurucu etki yaparak, karşı tarafın algılamasını kontrol altına almaya uğraşmaktadır. İmaj Oluşturma Süreci Müşterilerle ve çalışanlarla iletişimde etkili olmak, müşterilerin ve çalışanların örgüte güven duymasını sağlamak, müşterilerle ve diğer hedef kitlelerle duygusal bir bağ kur- 12 mak amacıyla güçlü bir örgüt imajı oluşturmak için dört unsur gerekmektedir: • Alt yapı kurmak: Örgütlerde gerekli olan değişimleri gerçekleştirmek ve bu yolla, oluşturulacak imajı sağlam bir alt yapı üzerine kurmak çok önemlidir. Bu süreçte iyi bir vizyon ve misyon belirlenmeli, belirlenen hedeflere ulaşmada çalışanların sahip olması gereken standartlar ve görevler belirlenmelidir. • Dış imaj oluşturma: Ürün kalitesi, beş duyu ile hissedilebilin somut imajın oluşturulması ve reklam-sponsorluk-medya ile ilişkiler aracılığıyla oluşturulur. • İç imaj oluşturmak: İç hedef kitlelerine yöneliktir. Örgütün çalışanlar üzerindeki imajıdır. Olumsuz iç imaj, kaybedilen müşteri ve sadakatsiz çalışan demektir. • Soyut imaj oluşturmak: Soyut imaj, müşteri tatmini ve sadakati yoluyla ve örgütün sosyal sorumluluk sahibi bir kurum olduğunun hedef kitlelerce algılanmasıyla oluşur (Tengilimoğlu-Öztürk, 2004:233-235). Yukarda sayılan unsurlar tamamlanırsa imaj oluşturma süreci başlatılır. Önce mevcut durum analizi yapılır. Burada araştırılacak olanlar yerel ürün ve faaliyet gösterilen alanın imajı ve müşteri ile çalışanların sahip oldukları imajdır. Daha sonra ulaşmak istenilen durumun analizi yapılır. Bunun için örgüt kimliği yönelimleri ve örgütsel felsefeye göre bir vizyon tarifinde bulunularak, gelecekteki imajın ne şekilde olması isteniyorsa, tarifi yapılır. Ardından istenilen imaja uygun örgüt kimliği tedbirlerinin seçilmesi ve uygulanması gerekir. Burada da hedef grupların görüşleri ve uygulama esnasında karşılaşılabilecek olan engeller ve sorunlar belirlenir. En son aşamada ise imaj değişikliği analizi yapılır. Belli bir süre sonraki değişim analiz edilir (Okay, 2005:258-259). Söz konusu aşamalarda imaj oluştururken; yönetimin kalitesi, ürün ve hizmetlerin kalitesi, uzun dönemli yatırımların kalitesi, yeni buluşlar, finansal açıdan sağlamlık, yetenekli insanları işe alma ve geliştirme becerisi, örgüt kaynaklarının akılcı kullanımı ve toplumsal ve çevresel sorumluluk (Tengilimoğlu-Öztürk, 2004:228) gibi etmenlere dikkat etmek gerekir. İmaj yönetiminde ayrıca örgütsel imajın oluşumunu etkileyen faktörlere karşı her zaman hazırlıklı olmak gerekmektedir. Örgüt üst yönetimi bu faktörleri bilmeli, analiz etmeli ve değerlendirebilmelidir. İmaj oluşumunu etkileyen faktörleri de şu şekilde belirtebiliriz (Tengilimoğlu-Öztürk, 2004:230-232): • Örgütün ürettiği mal ve hizmetler: Üretilen mal ve hizmetlerin fiyatı, teknolojik seviyesi, dağıtımı, kullanım kolaylığı ve satış sonrası hizmetler, imaj oluşumunda etkilidir. • Örgütün görünümü: Bu kapsamda örgütün fiziki yapısıyla ilgili olan, logosu, yazı karakteri, binaların mimarisi, çevre düzenlemesi ve temizliği, renkler, standartlar, ilanlar, basılı materyaller, personelin kıyafeti gibi özellikler değerlendirilir. • Örgüt kültürü: Örgüt üyeleri tarafından benimsenen ve paylaşılan değerler, inançlar, normlar ve alışkanlıklar bütününe örgüt kültürü denir. Örgüt kültürü, çalışanların yönetime katılması, istenilenlerin kolaylıkla yaptırılması, yeni değer ve anlayışların benimsetilmesi için onların, örgütteki kültürel değerleri ve ilkeleri bilmelerini gerekli kılan bir süreçtir. Bu anlamda, özellikle yöneticiler, gerek örgüt içinde gerekse örgütü çevreleyen bireylerin davranışlarını ve kültürlerini bilmek zorundadır. • Örgüt iklimi: Örgütün psikolojik ortamıdır. Örgüt içindeki bireylerin davranışlarını etkileyen, örgütün farklılığını ortaya koyan ve onu tanımlayan özellikler toplamıdır. İdeal örgüt iklimi; inanılırlık, güvenirlik, açıklık, içtenlik, yardımseverlik, katılımcılık ve dolayısıyla doyum ve beklenti düzeylerinin yoğun olduğu yapılardır. Örgütün iç bünyesin- de yaşanan olumlu gelişmeler, doğal olarak örgütün olumlu imajında da etkili bir rol oynamaktadır. • Örgütün iletişim ağı: Ortak iletişim materyallerinin kullanılması, kurulan iletişimin anlamlı ve tam olmasına imkan sağlar. Örgütün kullandığı iletişim ağının kusursuz olarak işlemesi, hem içerdeki hem de dışarıdaki insanların zihnindeki örgüt imajını olumlu şekilde etkilemektedir. • Örgütün sosyal sorumluluğu: Örgütler, eğer çevreye karşı sorumlu kuruluşlar olarak güçlü bir örgütsel imaj oluşturmak istiyorlarsa; üst yönetim, çevreye karşı hassas olacaklarına ve çevre için bir takım girişimlerde bulunacaklarına dair doğru taahhütlerde bulunmalıdır. Çevrecilik bütün örgüt tarafından bir iş yapma yolu olarak benimsenmeli, bir ürün veya hizmetin yaşam eğrisi boyunca, sağlık, güvenlik ve çevreye yaptığı etkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Örgüt ayrıca çevreyi geliştirecek ve korumaya yardım edecek yeni ürünler ve yöntemler geliştirmelidir. Kişisel İmaj Yönetimi Kitleselleşen her kavrama, gerçekte ona ait olmayan anlamlar da yüklenir. Kişisel imaj kavramı da 1980 sonrasının popüler kavramlarından birisi olmuştur. Ancak kavrama olan ilginin artması, olur olmaz her yerde, ilgili ilgisiz herkes tarafından kullanılmasına, dolayısıyla da içeriğinin boşalmasına neden olmuştur. Günümüzde imaj yönetimi uygulamaları içinde kişisel imaj yönetiminin ayrı bir yeri vardır. Çünkü imaj yönetiminde önemli olan kişi ve örgütlerin kendilerini yönetebilmeleridir. Özellikle çalışma yaşamında kendinizi daha iyi yönetebilmek için, kişinin davranışlarını kontrol etmesi, yöneticiyle ilişkileri daha iyi değerlendirmesi gerekir. Ayrıca kişi belirlediği amacını başkalarına açıkladı- 13 ğı zaman davranışlarını daha kolay yönetir. Bununla beraber kişiler, başarıları sağlayan davranışlarını artırabilir, başarıyı ve verimi düşüren davranışları azaltabilir veya düzeltebilir (Peker-Aytürk, 2002:128). Kişisel imaj, kişinin kendisini gerçekte hiç olamayacağı kadar iyi göstermek demek değil, kendisini iletişimin tüm imkânlarını kullanarak olabildiğince doğru ve etkileyici bir şekilde ifade etmektir. Kendini gizleyip insanları daha hızlı ve kolay kandırmak için maske takmak demek değil, içimizde saklı gerçek kimliğimizi açığa çıkarmaktır. Kişisel imaj basit bir süslenme süreci değil, işimizi iyi yapmanın ve iyi bir kariyer oluşturmanın temelidir. Başka bir deyişle nasıl algılanıyorsak, öyle biliniriz. İnsanların bize davranış şekli, bizim ne olduğumuzdan daha çok, bizi nasıl bildiklerine bağlıdır. Bu konuda yapılan araştırmalar ilk izlenimlerin 30 saniye ila 4 dakika gibi kısa bir sürede oluştuğunu, ilk izlenimlerin %55‘ini görüntü ve beden dili, %38’ini konuşma ve ses tonu, %7’sini de ne söylendiğinin oluşturduğunu göstermektedir. İlk izlenimlerin önemi, sonradan gelen izlenimleri etkilemesidir. Kişiler gündelik yaşamlarında aldıkları eğitimler vs. den dolayı mükemmel, çok yetenekli ve becerikli kişiler olabilirler. Ancak özellikle iş hayatına girdiklerinde bu özelliklerini etkili şekilde taşıyıp sunabilecekleri iyi bir pazarlama aracına ihtiyaç duyarlar. Bu etkili pazarlama aracı da kişisel imajlarıdır. Kişisel imajın yanlış algılanması veya olumsuzluk taşıması, kişi hakkında negatif düşünceleri doğurmakta, negatif düşünceler negatif duyguları; negatif duygular ise negatif tavır ve davranışlara yol açmaktadır (Çakır, 2006:5). Bu durum ise kişiler arası ilişkileri zedelemekte ve iletişimi yok etmektedir. Kişisel imaj; kişinin kendisini nasıl gördüğünü gösteren öz imaj, başkalarının kişiyi nasıl gördüğünü içeren algılanan imaj (Tengili- 14 moğlu-Öztürk, 2004:224) ve kişinin kendisini nasıl görmek ve başkalarına nasıl göstermek isteğini ortaya koyan istenen yani ideal imajdan oluşur (Çakır, 2006:5). İlke olarak, insanlar kendilerini niyetlerine göre, başkalarını ise görünüşlerine, hareketlerine ve sözlerine göre değerlendirirler. Örneğin bir kişi hatalı olsa da, suç işlemiş olsa da, kendisini daima niyetine göre değerlendirir. Oysa aynı kişi başkasını değerlendirirken onun niyetine bakmaz, dışsal görünümüne, sözlerine, tavır ve hareketlerine bakar. Bu nedenle sübjektif de olsa, insan ilişkilerinde ve iletişimde ilk görünüşün, ilk sözün ve ilk hareketin kişileri değerlendirmede önemli bir yeri vardı. Bu yüzden, kişinin ilk görünüşteki kılık kıyafet gibi ortaya koyduğu izlenimi, kişisel imajını oluşturan dışsal öğelerdir. Kişisel imajı oluşturan faktörlerin başında gelen ilk izlenimde; kişi hakkındaki imaj birkaç dakikada edinilen bilgiler ışığında algılamaların sonucunda ortaya çıkar ve bu etki ilk izlenimi oluşturur. Bu süreçte; öncelikli etki (kişilerin yaşantıları, anlayışları ve mantıkları çerçevesinde karşısındaki kişiyi tabi tuttuğu ilk değerlendirme) önyargılar (yeni tanışılan biri hakkında varsayımlar yapılarak çıkarımlarda bulunulması), görünüş (giyim tarzı, saç modeli, kullanılan aksesuar gibi, karşılaşılan kişinin görüntüsü), ayrıca mimikler, konuşma tarzı, davranışlar ve iletişim becerisi belirleyicidir (Tengilimoğlu-Öztürk, 2004:226-227). Kişisel imajı oluşturan öğeler; görünüş, duruş, iletişim tarzı, beden dili ile kişi hakkında alınan bilgiler, duyumlar ve söylemlerdir. Kişinin olumlu görünümü ve davranışı, kişinin saygınlığını sağlar. Davranış, kişinin imajıdır. Hayatta kabul görmenin ve takdir edilmenin ölçütü, kişinin görevindeki becerisi ve başarısı olması gerekirken, bütün insanlar ve özellikle yöneticiler dış görünüşe fazla önem verirler (Peker-Aytürk, 2002:136). Yukarda sayılan tüm faktörler kişisel imaj yö- netiminin kişilere olan getirileri konusunda kısmen fikir vermektedir. Ancak bu konuyu, literatürde kişisel imajı profesyonelce oluşturarak neler kazanılabileceğini şöyle özetleyerek bitirelim (Erdoğan, 2007:2): olmalarına bağlıdır. İnsanlar veya örgütler, yaşadıkları çevrede iyi bir imaj sahibi olmak isterler. İnsanların sahip oldukları imajlarını yaşadıkları çevre belirler ve insana imaj dış çevreden gelmektedir (Karaköse, 2008:3). • Yeteneklerle hak edilenlerin, görünümle kaybedilmesinin önüne geçilir. Örgütsel imaj, örgüt kimliği etkilerinin çalışanlar, hedef gruplar ve kamuoyu üzerindeki neticesidir ve örgüt hakkında düşünce, örgütün tanınırlığı, örgütün prestiji ve örgütün diğerleriyle ya da rakipleriyle karşılaştırılabilirliği gibi dört ana noktayı kapsamaktadır (Okay, 2005:245). Yani örgütsel imaj, örgüt kimliği oluşturma çabaları sonucu meydana gelmektedir (Tengilimoğlu-Öztürk, 2004:226). Örgüt kimliğini oluşturmak için düzenlenen, gerçekleştirilen örgüt felsefesi, örgütsel dizayn, örgütsel davranış ve iletişim çabaları neticesinde oluşan kimlik, örgütsel imajı şekillendirmektedir (Okay, 2005:245). • Kişiyi en etkili şekilde sunar, iş görüşme ve anlaşmalarında hak ettiğini almayı sağlar. • Kişi, etkili bir imaja sahip olduğunu düşünerek öz güvenini güçlendirebilir. • Kişi iyi görünerek kendini daha iyi hisseder ve mutlu olabilir. • Kişi, imaj yönetimi ile insanlar üzerinde yoğun ve güçlü bir etki bırakabilir. • Başkalarının sizi sevmeleri, saymaları ve güven duymaları kolaylaştırılabilir. Örgütsel İmaj Yönetimi Günümüzde müşteriler için önemli olan örgütlerin nasıl olduğu değil, örgütün nasıl olduğuna inandıkları algıdır. Hizmeti sunanlar ile örgüte dışardan bakanların görüşleri genellikle farklı olmaktadır. Hatta yöneticiler çoğunlukla toplumun örgütle ilgili düşüncelerini araştırma gereği duymamaktadır. Oysa ki örgütün başarısını, diğer etkenler yanında toplumun beklentileriyle ne kadar buluştukları da etkileyecektir (Tengilimoğlu-Öztürk, 2004:219). Örgütler, itibarlarını güçlendirmek ve bunu daha da kalıcı hale getirebilmek amacıyla; paydaşlarının kimler olduğunu ve onlar tarafından nasıl algılandıklarını, piyasadaki rakiplerine göre nasıl bir itibara sahip olduklarını, rakiplerine göre güçlü ve zayıf yönlerini ve paydaşlarıyla etkileşimde kullanacağı yöntemleri çok iyi tespit etmek zorundadırlar. Yöneticilerin bunu başarabilmeleri, örgütsel imajı yönetebilecek bilgi birikimine sahip Bu süreçte örgütler, olumlu imaj algılamalarına yol açabilmek için örgütsel imaj yönetimini sağlamaya uğraşırlar. Bunun için kullanılan halkla ilişkilerin temel hedefi, yaratıcılığı ve örgütsel imajın korunmasını sağlamaktır. Örgütler özelikle çalışanları ve ortakları ile birlikte arzu edilen imaja kavuşabilmek için uğraşırlar. Örgütlerin kendi içlerindeki ve çevrelerindeki değişiklikler, imaj yönetimini de sürekli tehdit etmektedir. Örgütler bu değişiklikleri anlamalı ve bunlara tepki vermelidirler (Massey, 2003:6). Genel olarak örgütsel imaj yönetimi üç aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamada, örgütler ortakları ile birlikte kendisine bir imaj oluşturmaktadır. İkinci olarak eğer örgüt bir imaj oluşturma konusunda başarılı olmuşsa, bunu korumak için uğraşacaktır. İmajı korumak süreklilik arz eden bir durumdur ve devamlı ortaklarla ve çalışanlarla iletişimi gerektirir. Bu süreçte başarılı olabilmek için örgütler özellikle ortaklarıyla sürekli bir geri bildirim içinde olmalıdırlar ve kendi iletişim stratejilerini de bu duruma göre uyarlamalıdırlar. Eğer bu süreçte başarısız olunursa, 15 örgütsel imaj yönetimi tehdit altında kalır. Örgütsel imaj yönetiminin üçüncü aşaması ise, restorasyon aşamasıdır. Çünkü örgüt iki aşamada oldukça tecrübe kazanmıştır ve bu süreçlerde yapılan hatalar tekrar edilmemeye çalışılır ve bu hataların verdiği zararlar giderilmeye uğraşılır. İlk iki süreçteki kriz çok fazla olduğu için, imaj yönetiminde söz konusu üçüncü aşamaya geçen örgüt sayısı oldukça azdır. Örgütler bu aşamayı geçerlerse, başarılı bir imaj gerçekleştirebilmek için stratejik iletişim tekniklerini uygulamaya sokmak zorunda kalırlar. Bu süreçte başarılı olurlarsa da imajlarını korumak için uğraşırlar. Ancak başarısız olunursa örgütün yapılandırılması gündeme gelir. Örgütsel imaj oluşmasında, kişiler arası iletişim, söylentiler ve dedikodu gibi örgütün yakın kontrolü dışındaki uygulamalar da potansiyel olarak etkilidir. Ancak kurumsal imaj, ürünün ve hizmetin kişisel deneyimi, sonuçlandırdığı memnuniyet duygusu, verilen paraya değmesi gibi faktörlerden oldukça yoğun etkilenmektedir. Bir örgütün imajı bireyden bireye farklılık gösterebilir. Hatta aynı kişide bile karakter olarak çok taraflılık veya çelişkiler taşıyabilir. Örneğin, olaylara dayanan bilgi, duygusal tutumlarla zıtlık taşıyabilir. O nedenle, imaj durağan kalmaya zorlanmamalıdır. Çünkü zaman içerisinde değişime uğrayabilir (Tengilimoğlu-Öztürk, 2004:220). Örgütsel imaj, kişilerin örgütlere genel bakışlarını gösterir ve kişilerin örgütle ilgili bilgilenme derecelerini ve örgütsel inançlarını yansıtır. Örgütsel imaj, tüketicilerin, yatırımcıların, çalışanların reaksiyonlarını yansıtır. Bundan dolayı örgütsel imaj çok yönlü bir kavramdır. Çünkü örgütler; işverenler, çalışanlar, hissedarlar, müşteriler gibi farklı aktörlerinden etkilenir ve bu aktörlerin davranışlarına göre şekillenir. Yöneticiler ve yatırımcılar daha çok örgütlerin ekonomik imajı 16 ile ilgilenirler. Toplum, örgütleri gördükleri sosyal işlevlerle değerlendirir ve buna göre örgütsel imajı değerlendirir. Müşteriler ve tüketiciler ise örgütsel imajı mal hizmet sağlanması açısından ele alır. Tüm bunların yanında örgütlerin istihdama yönelik bir imajları da bulunmaktadır (Lievens, 2005:2). Örgütsel imaj, örgütün ilişkide bulunduğu grupların algılamaları sonucunda meydana gelen olumlu ya da olumsuz düşünceler bütünüdür. Kişilerin örgütler hakkında duydukları, gördükleri yada doğrudan örgütle ilişki kurduklarında edindikleri kanının görüntüsü örgüt imajı olmaktadır (Tengilimoğlu-Öztürk, 2004:220). Bu imaj, ürünün veya hizmetin kişisel deneyimi, sonuçlandırıcı memnuniyet duygusu, verilen paraya değmesi gibi faktörlerden oldukça yoğun etkilenmektedir (Meech, 2002:135). Örgütsel imajın tek bir temas türüyle oluşturulması pek mümkün değildir. Bir örgüte ilişkin imajımız, elamanlarının bize nasıl davrandığı, benzer kuruluşlarda olan temaslarının izlenimleri, örgütün geçmişi, ürün tipi ve gerçekleştirdiği iletişime bağlı olacaktır (Tengilimoğlu-Öztürk, 2004:229). 21. yüzyılda artık örgütler, örgütsel imajı kavramının önemini anlamışlardır. Örgütsel imaj, örgütün diğer pazarlama ve yönetim çabaları doğrultusunda elde ettiği başarı seviyesi üzerinde doğrudan etkisi olan, çok önemli bir stratejik kavram haline gelmiştir. Tutarlı bir örgüt imajının, örgütün bütün bölümlerine entegre edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Artık günümüzde örgütler pazarlama ve halkla ilişkiler konularıyla çok yakından ilişkisi bulunan örgüt imajının yönetilmesi gerektiğine inanmaktadırlar (Tengilimoğlu-Öztürk, 2004:222). Örgütsel imajın yararlarının ortaya çıkmasıyla örgütler daha çok reklam yapmaya başlamışlar, tanıtımlarına daha fazla özen göstermişlerdir. Amaç, örgütlerin ilişkide olduğu ve başarısı için olumlu ilişki kurması gereken gruplara, olumlu, güçlü, sağlam bir görüntü vermektir (Hofsoos, 1999:65). Bu süreçte tüm örgütler; kuruluşlarından bugüne kadar ürettikleri ürünlerin kalitesinin, verdikleri hizmetlerin, düzenledikleri etkinliklerin, kazandıkları başarıların, işçi işveren ilişkilerindeki davranışlarının, çevre ilişkilerindeki duyarlılıklarının, dolaşıma soktukları ürünlerinin, markalarının ve bu süreçte izledikleri tanıtım politikalarının, örgütsel imajlarını oluşturan temel faktörler (Saruhan-Özdemirci, 2003:476) olduğunu da unutmamalıdırlar. Aksi takdirde örgütün karşılaşacağı herhangi bir krizin etkisi beklenenden çok daha fazla olacaktır. Çünkü krizler daha çok negatif sonuçlar doğuran, önemli ve tahmin edilemeyen olaylardır (Tutar, 2004:14). Bu olay ve sonuç, örgütte çalışanlara ürünlere, finansal duruma ve örgüt imajına önemli derecede zarar verebilmektedir. Bu sırada uğranılacak imaj kayıplarının telafisi çok zor olmakta, çoğu zaman yönetim krizlerini aşmayı başaran örgütler, imajı iyi yönetemedikleri için, uğranılan imaj kayıplarının bir sonucu olarak, sert rekabet koşullarına dayanamamakta ve piyasadan çekilmek zorunda kalmaktadırlar. KAYNAKÇA • ÇAKIR, Özlem; Profesyonel Yaşamda Kişisel İmaj ve Yaşam Etiketi, İstanbul, 2006. • ERDOĞAN, İrfan; “Halkla ilişkilerde halkla ilişkiler kavramının erozyonu”, http://law.ankara.edu.tr/~erdogan/ (30-03-2007). • HOFSOOS, Emile; Reklam ve Yönetim, Çev. A. Haykır, Öteki Yay., İstanbul, 1999. • KARAKÖSE, Turgut; “Örgütlerde İtibar Yönetimi”, www.akademikbakıs (10.01.2008). • LIEVENS, Filip; “Organizational Image/ Reputation”, In press Encyclopedia of Industrial and Organizational Psychology, edited by S. Rogelberg and C. Reeve, Sage Publications, Belgium, 2005. • MASSEY, Joseph Eric; “A Theory of Organizational Image Management: Antecedents, Processes & Outcomes”, Paper presented at the International Academy of Business Disciplines Annual Conference, held in Orlando, April, 2003. • MEECH; Peter; “Kurumsal Kimlik ve Kurumsal İmaj”, Çev. G. Isıt vd., Halkla İlişkilerde Eleştirel Yaklaşımlar, Der.J.L.Etong-M.Pieczko, Vadi Yay., Ankara, 2002. • OKAY, Ayla; Kurum Kimliği, MediCat Kitapları, İstanbul, 2005. • PEKER, Ömer-N.AYTÜRK; Yönetim Becerileri, Yargı Yay., Ankara 2002. • SARUHAN Ş.Can- A. ÖZDEMİRCİ; “Kurum, Ürün ve Marka İmajının Oluşmasında Popüler Kültürün Yeri ve Önemi”, 11. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi, Afyon Kocatepe Ün., İİBF Yay. No:57, 22-24 Mayıs, 2003. • TENGİLİMOĞLU, Dilaver-Yüksel ÖZTÜRK; İşletmelerde Halkla İlişkiler, Seçkin Yay., Ankara, 2004. • TUTAR, Hasan; Kriz ve Stres Yönetimi, Seçkin Yay., Ankara, 2004. 17 İŞBİRLİĞİNDE YENİ BİR YAKLAŞIM : STRATEJİK ORTAKLIK Ahmet ÇATLI * Stratejik Ortaklık 20. yüzyılın son evrelerinden itibaren işletme olmayanlar ve dolaylı da olsa alakası bulunmayanlar için gerek yazılı ve görsel medyadan, gerekse çevreden fısıltı gazetesi tabir edilebilecek konuşmalardan her geçen gün sayısı artmış ve artmakta olan şekilde duyulmaya ve görülmeye başlanmıştır. İşletme ve çevresi için ve bunlarla dolaylı da olsa alakadar olanlarımız için ise yine aynı dönemlerden (1990) itibaren ciddi şekilde dikkat celbettirecek bir unsur olduğu konuşulmaya, araştırılmaya ve girişilmeye başlanmıştır. Aslen stratejik ittifak, joint venture, şirket evlilikleri olarak mutlaka içeriğini bilsek de bilmesek de duymuş olduğumuz birtakım farklı isimlerde kendisini duymuş olsak da, bazı yazarların ihtilafı olmasına rağmen en azından hepsinin bir mantıktan türediğini inkar etmemekte mahzur yoktur diyebiliriz. Strateji ve ortaklık kelimelerinden, bu çalışmanın seviyesi itibariyle ortaklık kelimesinin tarihsel, sosyal ve sosyo-kültürel birtakım boyutları anlatılmaya gerek olmadığı düşünülse de, strateji kelimesinin yine aynı türden unsurlar içinde doğuşu, kullanılışı, şirketler için kullanılış ve önemi ve son çeyrek asırdır hayatımızda olan stratejik ortaklıklarda ki fonksiyonu irdelenerek konuya bağlanmıştır. Bunun içinde strateji kelimesinin haddinden fazla alanlarda haddinden fazlaca kullanılmasının önemsendiği belirtilmelidir. Ayrıca böyle çok kullanılan bazı kelimeleri yerinde kullanamadığımız hususu da düşünülerek bu çalışmada anlam ve içeriğinin anlatılması önemi haiz görülmüştür. Çok * Giresun Üniversitei, Pazarlama Bölümü Öğretim Görevlisi, ([email protected]) 18 çeşitli kaynakların da cem’ olan bu çalışma içerisinde alıntılar yaparken konu bütünlüğünü kaybetmemek açısından bazı kelimelerin atlanılması ve/ya işletme ve başlık çerçevesinde ele alınması amacıyla birtakım kelimelerin bu dile çevrilmesi lüzumu doğmuştur. Örneğin; Cumhuriyet tarihiöizin en genç subayı ve 60 ihtilalinin plan ve icrasında görevli rahmetli Muzaffer Özdağ’ın ASAM’dan çıkarttığı eserinde neredeyse tamamen askeri içerikli terimler anlam bütünlüğünü bozmadan çıkartılarak aktarılmıştır. Çünkü Türkiye’nin ilk ve en büyük strateji kuruluşunun, ‘strateji’ kelimesi tanımının paylaşılması hasletinin, birkaç kelimesinin –anlam bütünlüğü içerisinde işletme diline çevrilerek kullanılması düşüncesine perçinlemiştir. Kaldı ki, çalışmanın içerisinde görüleceği üzere strateji kelimesinin, yüzyıllar öncesinden gelen askeri bir terim olmasının da konuya zarar vermeyeceği çağrışımını uyandırmıştır. Ayrıca belki şirket evlilikleri, joint venture gibi iş ortaklıkları farklı bağlamlarda değerlendiren uzman görüşlerinin olması nedeniyle aynen aktarılmış olsa da, stratejik ittifaklar başlığında yer alan makalenin stratejik ittifaklar geçen cümleleri okuyucuda kafa karışıklığı yaratmaması bab’ında stratejik ittifak değil de stratejik ortaklık diye bahsedilmesinde mahzur görülmeyerek cüz’i bir insiyatif kullanılmıştır. GİRİŞ Bir meselenin kavranmasında; onun içerdiği kelimelerin anlamını kavramak onun içerikteki anlamını kavramakta, kullanışını öğren- menin önemi bir kenara yeni kavram olan stratejik ortaklık konusunun incelendiğinde bir kavram kargaşası, uzman görüşleri farkları vs. olacağından dolayı kendi orjinimizi oluşturarak orjinallik yaratmak adına anlam ve bilgi içeriği önem kazanmıştır. Değişimin dijital değişimin orta noktasında olduğumuz dönemde bilgi teknolojisi zaman ve uzaklık kavramlarını ortadan kaldırmaktadır. Dünya ekonomisinde geleneksel yerel odaklı düşüncesinin yerini, kompleks işletmecilik faaliyetleri ve sistemin bütün olarak ele alınması düşünceleri yer almaktadır. Dijital değişim yüksek iletişimleri, yüksek iletişimler pazar oyuncularının –işletmeler, hükümet, çalışanlar- ilişkilerini birbirine bağımlı kılmaktadır. Taraflar arasındaki ilişkilerin birbirine bağımlı hale geldiği bu noktada, çoğu kez bir tarafın ortaya koymak istediği bir fikri ya da projeyi uygulayabilmesi için başka taraflara ihtiyaç duyacaktır. Ortaya konulmak istenilen fikir ya da projede nasıl bir yol izleneceğini stratejiler gösterecektir. Ama stratejiyi belirlemek onu uygulamaya geçirmekte çoğu zaman yetersiz kalacak, taraf kendine ittifaklar arayışı içine girecek, bulduğu ortakları ile belirlemiş olduğu stratejisini paylaşacak ve birlikte o stratejiyi hayata geçirecek ya da öncelikle ortaklarını belirleyerek stratejileri birlikte hazırlayacaklardır. Aslında ortaklık kavramı illa “el ele vermek” olarak da algılanılmamalıdır. Sonuç olarak örgütler açık bir sitemdir ve çevresel unsurlarla etkileşim halinde olup, uyumlu hareket etmelidir. İşte bu uyum aslında “ortak hareket etme” kavramını da beraberinde getirecektir. Ortaklık kavramının “belirlenen stratejiyi faaliyete geçirme sürecinde ilişkide bulunulacak taraflarla uyum içerisinde hareket etme” olduğu da yadsınılmaması gereken bir gerçektir. Strateji kavramı yüzyıllar boyunca askeri bir sözcük olarak kullanılmıştır. Askeri bağlamda strateji, düşmanın ne yapabileceğini veya ne yapamayacağını belirleyerek, bu doğrultuda genel bir plan yapmak, kendi güçlerini yerleştirerek gerektiğinde harekete geçirmek demektir. ‘Taktik’ten farklı olarak daha makro, geniş lokal almayışı ile beraber, noktasal hedef ve amaç içermeyişi, ince ayrıntılar yerine kilit kelimelerle başlıklar vurgusu ağırlıklı olması yani bir deyimle örgütün kılcallarının değil ana damarlarının görev ve yetkilerini sunmasıdır. Ayrıca çok teknik içerikli değil daha gelecekteki olması durum bağlamıyla emir verir. Nasıl yapması değil ne yapacağı hususiyetini sunar. Strateji deyimi kökeninde (strategos) general, başkan (stratos-agosos) ordu komutanı, serdar. Serasker, başkomutan, anlamını taşıyan sözcüklerden türevlendiği için, askeri gücü harp hedeflerine yöneltmede, askerlik sanatında usta kişi, bilge kişi anlamında kullanımı daha yaygındır. Bu kavram; yönetim alanında ise XX. yüzyılın ikinci yarısında kullanılmaya başlanmıştır. Strateji, burada da benzer yaklaşımla, işletmenin çevresiyle ilişkilerini düzenleyen ve rekabet üstünlüğü sağlayabilmek amacıyla kaynaklarını harekete geçiren bir teknik anlamındadır2. Yine aynı kavram, risk içermeyici minimum maliyet hedeflerini içerir. Aslen askeri olmakla birlikte esasen bilim ve sanat temalı olduğunu subay kökenli Özdağ da askeri içerikli anlatımının hemen arkasından belirtmiştir. Strateji ve stratejik sözcüklerinin her ahvalde büyük birlik sevk ve idaresini, yüksek sevk ve idareyi, durumun genel gidişine, kesin sonuca müessir olacak önemde bir kuvveti ve harekatı ilgilendirdiği, çağrıştırdığı belirgindir3. 2 Adem Öğüt, Tahir Akgemci, M. Tahir Demirsel, Stratejik İnsan Kaynakları Yönetimi Bağlamında Örgütlerde İşgören Motivasyonu Süreci, S.281. 3 Muzaffer Özdağ, Stratejik Düşüncenin Sivil ve 19 Stratejik düşünme ve planlamayı, uygulamayı; strateji bilimi ve sanatını elzem kılan hususlar, hayatın kanuniyetlerinden kaynaklanmaktadır4 . Bu amaca kıyasıya bir kırışma ile değil, ancak dirayetle uygulanan stratejik planlama ve harekatla, yüksek strateji ile yüksek organizasyon sanatı ile erişilir. İşletmeler açısından düşünüldüğünde, hususiyetle değişkenlikler ve rekabetlerle mücadelesinde dış çevrenin çok önemi vardır. ‘Strateji, bir işletmenin değişen bir dış çevrede kaynaklarını en etkin bir şekilde nasıl kullanacağının tanımlanmasıdır. Başarılı bir işletmenin, çevresi içinde varlığını devam ettirebilmek için toplumun gereksinimlerini en iyi şekilde karşılaması gerekmektedir. Lojistik dış kaynaklama dahi stratejik bir karardır. Bu karar iç ve dış çevre faktörlerinden etkilenmektedir5. İnsan ve toplum hayatının önem taşıyan emek, sermaye, zaman tahsisi ile sistemli planlı çaba sarf edilmesini gerektiren her faaliyet dalında doğru bir stratejinin belirlenmesi elzemdir7. Stratejik düşüncenin mantığı şudur6: Hayat kuvvete dayanır. Kuvvetin doğru kullanımı ile sürdürülebilmektedir. Hudutsuz bir kuvvete sahip olunamayacağı gibi kuvvetsiz yaşamak da mümkün değildir. Kuvvetin israfı, tükenmesi; tahribi yıkımı getirir. Amaca erişmek için kuvvet kullanmak gerektiğinde engel ve tehdit oluşturan zıt güçlere karşı kullanılabilecek kuvvet hudutludur. Kuvvet kullanmanın, sarfiyatın maliyeti çok yüksektir. Eşit şartlarda direkt karşılaşma; kırılmayı (zayiatı), maliyeti yükseltir. Amaca erişmeyi zorlaştırır. Tehlikeye düşürür. Rekabet edilenlerin, güç üstünlüğüne sahip olmasına veya amaçlarımıza engel olan denk güç çıkarmasına rağmen karşılıklı kırışma ve boğazlaşmaya girmeden, kayda değer bir güç kaybına uğramadan asgari maliyetle etkisizleştirmek, yenmek gerekir. Bu mümkündür. Askeri Hayatta Kullanılması, Ankara, 2000, s.7 4 Özdağ, a.g.e., s.7. 5 Meltem Onay, Hatice Sibel Kara, Lojistik Dış Kaynaklama Uygulamalarının Örgüt Performansı Üzerine Etkileri, Ege Akademik Bakış / Ege Academic Review 9 (2) 2009: 597. 6 Özdağ, a.g.e., s.7-8. 20 Stratejik ortaklıklarda bahis mevzuu olan strateji için belki de –tıpkı her işletme için – en önemli hususu timing yani zamanlamadır. Zaman mefhumu; dünyada hemen hemen tekel (monopol) piyasaların bitmesinden ve korkunç rekabet unsuru, gücün hayati unsuru olarak karşımıza çıkar. ‘Strateji; kuvveti, zamanı, mekanı, prensipleri doğru kullanarak rakibin üstün gücüne galip gelme, bu neticeyi asgari maliyetle elde etme hüneridir’8 Stratejik düşüncelerin tümünde ayrılmaz bir öğe olan zamanın, zamanlamanın varlığı, hayatta ve rekabette başarının asli bir unsuru olduğu önemle bilinmeli, belirlenmelidir. Varlık, hayat, zaman ve mekanla mukayettir9. Bu konuyla ilgili hem THY-Star Alliance hem de Türk Telekom-Havelsan gibi yerli dev işletmelerin stratejik ortaklığını inceleyerek stratejik bir örnek ele almış olan Öge, yorumunda; ‘örnekler de bize gösteriyor ki işletmeler tarafından çeşitli amaçlarla kurulan stratejik ortaklıklar, belirli bir anlaşma ve belirli bir zaman dilimini kapsayacak şekilde ve çok iyi tanımlanmış bir amaç üzerinde mutabık kalmak suretiyle yapılmaktadır10,’ demiş ve doğal olan amaç dışında zaman kavramının bu kapsamda önemini atfetmiştir. Örgütlerde ve ortaklıklarda strateji; ilk bakışta 7 Özdağ, a.g.e., s.8. 8 Özdağ, a.g.e., s.12. 9 Özdağ, a.g.e., s.12. 10 Ercan Öge, Stratejik İttifaklar, İstanbul Aydın Üniversitesi, s.3. gözümüze plan gibi gelebilir. Ancak avam bir tabirle ifade edilecek olursa, aslında planın zekisidir. Hedeflere ulaşmada bir işletmenin çeşitli yollarından birisi gibi ve fakat salt bir yol değil ek olarak geçmişinden geleceğine ve çevresine olanı raporlama ve de geliştirmedir. Örgütsel strateji, başarılı bir örgütsel performansa ulaşmak için yönetim tarafından tasarımlanan hareket tarzları ve yaklaşımlardan oluşmaktadır. Strateji, yönetsel işler için bir oyun planıdır. Yöneticiler; örgütün, işlerini nasıl yürüteceği ve hedeflerine nasıl ulaşacağını belirlemek için stratejiler üretirler. Esasen; optimal strateji ve optimal uygulama, optimal yönetimin en doğru göstergeleridir11 Stratejik ortaklığın da strateji gibi yalnızca bir yol, ortaklık, birleşme ve/ ya ittifak olamadığının ve öncesinin olması gerekir. Bu ‘önce’ tabiri geçmiş demektir. Bu geçmişten haberdar olmak anlamına da gelir. Ayrıca öncelik(ler) manasını da içerir. ‘Günümüzde, küresel boyuttaki teknolojik ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak örgütsel ölçekler büyümekte ve daha karmaşık yapı ve faaliyet sistemlerine yönelmektedir. Bu gelişmeler sonucunda, yöneticilerin başarılı olabilmeleri için, karşılaşacakları tehditler ve fırsatlara ilişkin önceden bilgi sahibi olmaları, öngörülerde bulunarak rasyonel stratejiler belirlemeleri ve bu stratejileri etkin bir şekilde uygulamaları gerekmektedir. Bu nedenle tüm dünyada stratejik yönetimin önemi giderek artmaktadır12 direrek kontrol etmeye yönelik kararlar ve faaliyetler bütünüdür. Başka bir deyişle, stratejik yönetim, stratejilerin planlanması için gerekli araştırma, inceleme, değerlendirme ve seçim çabalarını; planlanan bu stratejilerin uygulanabilmesi için işletme içi her türlü önlemin alınarak yürürlüğe konulmasını; daha sonra da yapılan çalışmaların kontrol edilerek değerlendirilmesiyle ilgili faaliyetleri kapsayan bütünsel bir süreçtir14 Örgütte stratejik yönetimin uygulanmasının amacı, örgütün fiziksel, örgütsel, beşeri ve teknolojik kaynaklarının örgüte bir rekabet üstünlüğü sağlayacak biçimde düzenlenmesidir. Stratejik yönetim, hem kamusal örgütlere, hem özel örgütlere, hem gönüllü teşekküllere ve hem de hayır kurumlarına kendine özgü modellerle uygulanabilmektedir15 Stratejik yönetim, işletmenin kendisini revize etmesini, rakipleri ile arasındaki farklılıkları belirlemesini, eksik yönlerine göre önlemler almasını ve güçlü olduğu alanlarda yetkinlik kazanmasını sağlamaktadır. Stratejik yönetim konseptinden yoksun işletmeler, finansal sermayelerini ve insan kaynaklarını etkin bir biçimde kullanamamakta, kararlarını vizyon gereklilikleri yerine günlük politikalar üzerinde temellendirmekte ve konjonktürel dalgalanmalardan olumsuz yönde etkilenmektedirler16. Stratejik yönetim, etkin stratejiler geliştirmeye, uygulamaya ve sonuçlarını değerlen- Birtakım koruyuculuklara ve ticari kısıtlayıcı önlemlere rağmen globalizasyon süreci etkisi ülke ekonomileri ve işletme faaliyetlerini derinden etkilemektedir. Aktif üretim faktörlerinin, zamansal ve mekansal etkilerinin yansıması olarak, bilgi, beceri ve kalifiye özelliklerin hızla eskimesi nedeniyle sürekli yenilenebilme, eğitim ve bunlar için takip zorunluluk olmuştur. Ancak maliyeti nedeniyle özellikle KOBİ’ler için bu durum büyük yük yaratmıştır.(SSEO 75) Hatta bu maliyet- 11 Öğüt, Akgemci, Tahir, a.g.e., S.281. 12 Öğüt, Akgemci, Tahir, a.g.e., S.281. 13 Özdağ, a.g.e., s.14. 14 Öğüt, Akgemci, Tahir, a.g.e., S.281. 15 Öğüt, Akgemci, Tahir, a.g.e., S.282. 16 Öğüt, Akgemci, Tahir, a.g.e., S.282. Stratejik düşüncenin hayati önem taşıyan bir içeriği de, öncelikleri tespit etmektir. Planlama, kaynak ve kuvvetin tevzii ile hudutlu kalmaz. Önceliklerin tespitini, zamanlamayı, eş zamanlamayı da kapsar13 21 leri karşılamada oldukça rahat olabilecek işletmeler dahi, özellikle ileri teknoloji gerektiren sektörlerde faaliyet yürütüyorsa, hem maliyeti farklı açıdan taşımamak için, hem ağır rekabet koşulları karşısında tutunabilmek için hem de mevcut küresel süreçte her alanın her yörenin ve her tekniğin etkileşimine tek başına yetişmesinin mümkün olamaması dolayısıyla, ortaklık kurum ve mevzuatına göre daha dışsal ve fakat dönemsel işbirliği havasına göre daha içsel bir yol ile tam paylaşımdan uzak, bireyselliği, özgürlüğü ve hatta ismi korunaklı bir çözüm ve çıkış yoluna sürüklenmiştir. İşte stratejik ortaklık tüm mantaliteler ışığında keşfedilmiştir. Optimum yararlanıldığı takdirde yarattığı sinerji ile sorunu olmayan işletmelerin de kullanması gerektiğini işaret eder. belirli bir anlaşma ve belirli bir zaman dilimini kapsayacak şekilde ve çok iyi tanımlanmış bir amaç üzerinde mutabık kalmak suretiyle yapılmaktadır. Stratejik ittifak kurmak suretiyle işletmeler kendi yeteneklerini ittifak kapsamında belirlenen konu üzerinde yoğunlaştırmakta, böylece hem bir değer hem de sinerji yaratma amacı içine girmektedirler. ‘Stratejik ittifaklar kurmak suretiyle işletmeler kendi yeteneklerini ortaklık kapsamında belirlenen konu üzerinde yoğunlaştırmakta, böylece hem bir değer hem de sinerji yaratma amacı içine girebilmektedir’(ittifak3)‘Genel bir tarifle stratejik ortaklık; işletmeler arasında çeşitli şekillerde ortaya çıkan dayanışma ve kaynak birleştirme faaliyetidir.(SSEO77). Pek tabii çeşitli yazarların çeşitli tarifleri vardır. Bu yeni bir terim olmasındandır. Ana gövdesinde hemen hemen ihtilaf olmamakla birlikte bu çalışmanın ileri safhalarında görüleceği üzere, özellikle sınırları hususunda ve hangi ortaklıkların stratejik ortaklık içinde tanımlanacağında hali hazırda birtakım görüş ayrılıkları mevcuttur. Son bir tanım olarak; Ülgen,Bartol,Yoshino ve Koçel’in tanımlamalarını verip harmanlayıp yorumlayarak bir tanım çıkartan Öge’nin tanımını alacak olursak; ‘iki veya daha fazla işletmenin kendileri- 22 ni hem stratejik olarak konumlandırma hem de öz yeteneklerini karşılıklı yarar sağlayacak şekilde bazı amaçlar üzerinde birleştirdikleri işbirliği anlaşmaları17’olarak verilebilmektedir. Stratejik ortaklıkta çoğunlukla değer katma potansiyeline sahip olunur. İnsan ve soyut sermayenin öneminin artması nedeniyle stratejik ortaklığında değeri artmaktadır. Temel olarak şirketin üst düzey tecrübeli yöneticilerince sağlanır ve örgütlerin stratejik hazırlığının analizi, stratejilerin hayata geçirilmesi ve iş stratejilerine girdi vermeyi içerir18. Bir stratejik ortaklık oluşturma işlevine büründüyseniz birçok değişimin ve/ya uyumun başında insan kaynaklarınızda yapmanız gereken uyum yer alır. Başta motive süreci ve değişimin; işveren tarafından çalışanlara, mevkilerine göre anlatılması ve önce zihinlerde bu radikal sayılabilecek değişimlerin yapılması şarttır. ‘Bir stratejik ortak olunmasıyla insan kaynakları fonksiyonu daha hazla değer katma potansiyeline kavuşacaktır. Stratejik ortaklığın amacına baktığımızda; insan kaynakları iş stratejileri üzerine önemli etkisi bulunur, insan kaynakları sistemleri iş performansını yürütür. Süreçleri; bilgi yönetimi, taşeronlaştırma, örgüt geliştirme üzerine odaklanma, değişim yönetimi, insan kaynakları süreçleriyle iş stratejilerini birbirlerine bağlama. insan kaynakları stratejik planlama ve değişim yönetimindeki ana katkıcıdır. Kendisini dönüştürme ve geliştirmenin ötesinde örgütü de geliştirmeye yardımcı olur19. 17 Hasan İbicioğlu, İşletmelerde İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesinde Stratejik Sektörel Eğitim Organizasyonları Modeli, Süleyman Demirel Üniversitesi, İİBF, Cilt :7, Sayı: 1, 2002, s.75-76. 18 Tamer Keçecġoğlu, İnsan Kaynakları Profesyonellerinin Gelecekteki Rollerine Farklı Bakış Açıları, Ege Akademik Bakış / Ege Academic Review 7(2)2007, S.520. 19 Keçecioğlu, a.g.e., s.524. Stratejik ortaklıklardaki temel felsefe; ‘ maliyetleri düşürme, yeni pazarlara girme, yeni teknoloji kullanma, yeni ürün geliştirme, yasal ticari engellerin etkisini hafifletme olsa da birtakım dezavantajları da vardır20.: Bu yolu suya, birileri mutlak bulduracaktır. Türk bilim adamları ve müteşebbisleri bu suyun akımına ne kadar hizmet eder, emek verir ve yol açarsa o denli kazançlı çıkacaklardır. Firmalar kendi elleriyle kendilerine rakip yaratırlar Bugünün dünyası özgürlük, bireyselleşme ve kişisel menfaatlere özen gösterdiği ölçüde ters orantlı olarak iş dünyasında da ortaklıkları evlilikleri, birleşimleri zaruri kılmakta ve çok güçlü olunduğu düşünülse de yalnız kalanları silmektedir. İki işletme kültürü arasındaki farklılıkların çatışma ortamı doğurması Hukuki yapının belirsizliği Temel yeteneğin farklı ülkelerdeki firmalar kayması o ülkenin endüstri dalının içinin boşalması anlamına gelmektedir. İşletmeler arasında çeşitli şekillerde ortaya çıkan dayanışma ve kaynak birleştirme faaliyetlerinin genel adı olan stratejik ortaklıklar, işletmelere daha hızlı pazara girme, düşük maliyetler ve risk paylaşımı gibi konularda önemli avantajlar sağlamaktadır. SONUÇ ‘Global rekabetin artması ile birlikte işletmelerin pazardaki bilgi ve kaynaklara tek başına sahip olmaması nedeniyle stratejik birliktelikler oluşturma gayretleri artmıştır. Küreselleşen dünyamızın sürekli bir değişim, karmaşıklık, belirsizlik durumu hakimdir. İşte bu noktada işletmeler bir araya gelerek, sinerji yaratacak şekilde rekabetin etkisini azaltmaya çalışacaklardır’21. Her şey (kavram kargaşası, uzman ihtilafları, vs.) bir yana stratejik ortaklıklar, yeni bir literatür olduğu düşünülen bütün bu olumsuzluk olarak nitelendirilebilecek verilere rağmen günümüzün kaçınılmaz bir gerçeği olarak reel-politik gereği üstüne gidilmesi, hem teorik hem pratik alanda daha yoğunlaşılması gereklidir. Su akacak ve yolunu bulacaktır. 20 Belgin Aydıntan, G.Ü. İşletme Bölümü, Yüksek Lisans Programı Ders Notları, s.6. 21 Aydıntan, a.g.e., s.6. KAYNAKÇA AYDINTAN Belgin, G.Ü. İşletme Bölümü, Yüksek Lisans Programı Ders Notları. İBİCİOĞLU Hasan, İşletmelerde İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesinde Stratejik Sektörel Eğitim Organizasyonları Modeli, Süleyman Demirel Üniversitesi, İİBF, Cilt :7, Sayı: 1, 2002. KEÇECĠOĞLU Tamer, İnsan Kaynakları Profesyonellerinin Gelecekteki Rollerine Farklı Bakış Açıları, Ege Akademik Bakış / Ege Academic Review 7(2)2007. ONAY Meltem, KARA Hatice Sibel, Lojistik Dış Kaynaklama Uygulamalarının Örgüt Performansı Üzerine Etkileri, Ege Akademik Bakış / Ege Academic Review 9 (2) 2009. ÖGE Ercan, Stratejik İttifaklar, İstanbul Aydın Üniversitesi. ÖĞÜT Adem, AKGEMCİ Tahir, DEMİRSEL M. Tahir, Stratejik İnsan Kaynakları Yönetimi Bağlamında Örgütlerde İşgören Motivasyonu Süreci. ÖZDAĞ Muzaffer, Stratejik Düşüncenin Sivil ve Askeri Hayatta Kullanılması, Ankara, 2000. 23 İNSAN KAYNAKLARI PLANLAMASI AÇISINDAN İŞ ANALİZLERİNİN ÖNEMİ Yeter DEMİR USLU * GİRİŞ İşletmelerde insan kaynağı, verimliliğin ve kalitenin anahtarıdır. Öyleyse bu kaynaktan en etkin şekilde yararlanmak ve onu geliştirmek işletmenin birincil amaçlarında yerini almalıdır. Özellikle insan kaynakları yönetiminin temel işlevlerinin stratejik olarak planlanması öncelikli işletme amacı olmalıdır. İnsan kaynakları yönetiminin ilk işlevi olarak ortaya çıkan insan kaynakları planlaması, organizasyonun insan kaynağı ihtiyacının temel planlama sürecidir. Temelde insan kaynakları planlamasının başarısı, büyük oranda insan kaynakları bölümünün insan planlamasını organizasyonun işletme planlaması ile ne kadar yakından ilişkilendirdiğine bağlıdır. Organizasyonlar gelecek için plan yaparlarken insan kaynakları yöneticisi, insan kaynakları planlaması ile organizasyonun stratejik iş planlaması arasında bir ilişki kurmak durumundadır. Neden İnsan Kaynakları Planlaması? “İnsan kaynakları planlaması örgütün gelecekte ihtiyaç duyacağı personelin nitelik ve nicelik açısından önceden belirlenmesi ve bu ihtiyacın nasıl ve ne derecede karşılanabileceğinin saptanması faaliyetlerinin tümüdür. İnsan kaynakları planlaması örgütün aşırı ya da eksik personelle çalışmasını önler, çevre* Yard.Doç.Dr.Ordu Ünv.İ.İ.B.F ([email protected]) 24 sel değişimlere örgütün uyum sağlayabilmesi için personelle ilgili faaliyetleri yönlendirir. Örgütler her geçen gün giderek daha karmaşık hale geldiğinden, karmaşıklıkla başa çıkabilecek uzman personele ihtiyaç duymaktadırlar. Bu amaçla uzmanlaşmış personel işe alınmakta ya da mevcut personelin mevcut bir maliyet karşılığında eğitilmesi yoluna gidilmektedir. Uzman personelin işlerini terk etmeleri durumunda yerlerinin doldurulması güçleşmektedir. Diğer taraftan iş görenlerin haklarını koruyan yasalar ve toplu pazarlık, toplu sözleşme, sendikal haklar gibi konulardaki gelişmeler, ekonominin ya da işletmenin durgunluk veya gerileme dönemlerinde personelin işten çıkarılmasın zorlaştırmıştır. İşe alma ve işten çıkarma sorunları nedeniyle işletmelerin insan kaynağı ihtiyaçlarını en iyi şekilde planlamaları zorunlu olmuştur. İnsan kaynakları planlaması geleceğe ait bir çalışma olduğu için büyük ölçüde örgüt içi ve dışı değişkenlere ilişkin tahminlere dayanmaktadır. Örgüt içi personel hareketleri(emekli olma, terfiler, işten ayrılmalar, yer değiştirmeler vb.), örgütün geleceğe ilişkin yatırım, büyüme, küçülme planları, ürün çeşitlendirmesi, insan kaynaklarının istihdamı ve geliştirilmesi için finansal kaynaklardan ayrılabilen pay gibi örgüt içi değişkenler, örgüte alınacak veya örgütten çıkarılacak personelin nitelik ve sayısı hakkında karar vermeyi etkilemektedir. Örgüt dışı değişkenler ise, örneğin emek piyasasındaki arz ve talep durumu, eğitim düzeyinde meydana gelen gelişmeler, teknolojik yenilik- ler, toplumda işe ilişkin tutum ve değerlerin değişmesi, genel ekonomik durum, rekabet koşullarındaki değişmeler gibi çeşitli makro ekonomik ve sosyo-kültürel değişkenler olabilmektedir. Tahminlerin iyi yapılması hem örgüt hem de toplum açısından insan kaynağının en uygun kullanımına imkân vereceği için örgütlerde insan kaynağı planlamasına önem verilmelidir.”(Yüksel, 2004: 68). İnsan kaynakları planlaması, işletmeler açısından verimliliği, dolayısıyla karlılığı etkileyen ve belirleyen temel öğelerden sayılır. Çünkü planlama, yalnız personel sayısından tasarrufu gerçekleştirecek bir gider düşürücü rolü oynamaz aynı zamanda işin niteliğine göre uygun işgören seçiminin ve istihdamının da gerçekleştirilmesiyle etkin üretimin oluşturulmasında temel rol oynar. Bu olgu ise uygulamada işletme açısından verim artışı, dolayısıyla kar artışı getirecektir. Başka bir deyişle, işletmenin, uzun dönemdeki başarısı, istihdam ettiği işgücünün niteliğine bağlıdır diyebiliriz. İnsan kaynakları planlaması yapmayan bir örgütün, sahip olduğu insan kaynağını gelişigüzel kullanması söz konusu olduğu gibi, personel alımı, terfi, nakil ve işe son verme gibi örgütün hayati faaliyetleri olarak nitelendirilebilecek işlemlerini de tamamen keyfi ve duygusal esaslara göre yapacağı düşünülebilir. Böyle bir durumda olan örgütlerin, nitelikli mal veya hizmet üretmeleri beklenemeyeceği gibi, rekabet ortamında veya kamuoyunun nitelikli hizmet beklentilerinin giderek arttığı günümüzde bu tür örgütlerin uzun dönemde varlıklarını sürdürmeleri mümkün olmayacaktır. Bu bağlamda insan kaynakları planlaması, gelecekteki personel ihtiyacının nitelik ve nicelik yönünden belirlenmesi, örgütsel değişimin yönlendirilmesi, yüksek bilgi ve beceri düzeyine sahip personelin temini ve örgütte tutulması gibi hususlarda önem taşıdığını söyleyebiliriz. Ayrıca insan kaynakları planlaması, üst dü- zey yöneticilerin örgüt stratejilerini belirlemelerinde, örgütün şu andaki durumunun saptanmasında, geleceğe yönelik düşüncelerinin neler olduğunun ortaya konulması bakımından da önem taşımaktadır. Bu nedenlerle belirli büyüklükteki örgütlerin, gerek kamu kesiminde, gerekse özel kesimde olsun, girdileri üretime dönüştürebilmek ve amaçlarını gerçekleştirebilmek için bilimsel yöntem ve teknikleri kullanarak, insan kaynakları planlarını yapmak zorunluluğu vardır. İş Analizleri ve Önemi “Örgütlerde geçmişte uygulanan geleneksel yönetim biçimi, işletmecilik ve diğer ilgili alanlarda meydana gelen yeniliklere uygun olarak değişmiş bulunmaktadır. Bir iş örgütünde çalışanların daha etkili bir biçimde yönetilmeleri koşulu, artan rekabet ortamı, beşeri ilişkiler alanındaki gelişmeler, nüfusun artması, insanların öğrenim ve eğitim düzeylerinin yükselmesi ve buna bağlı olarak beklenti ve isteklerinin değişmesi gibi nedenlerden dolayı ortaya çıkmış bulunmaktadır. Değişen yapı içinde insan kaynağı nasıl etkili bir biçimde yönetilecektir? Bu sorunun cevabı, kısmen insan kaynakları yönetiminin başarıyla yürütülmesinde bulunabilir. Bunun için tüm insan kaynakları yönetimi işlevlerinin gereğince yerine getirilmesinde temel bir rol oynayan iş analizi sürecinin ele alınması gerekir. İnsan kaynakları yöneticisi, bir işletme içerisindeki beşeri kaynakların etkili kullanımını sağlamak amacıyla insan kaynakları planlaması süreci içerisinde tasarlanmış programların yürütümünde ve geliştirilmesinde, işler hakkında elde edilen verilere göre hareket eder. Bu veriler, kısmen örgüt planlaması süreciyle geliştirilir; kısmen de iş analizi süreci sonunda elde edilir. Gerçekten bugünün insan kaynakları yöneticileri, sosyal bilimler ile mühendislik ve üretim koşullarını uzlaştırma yoluna giderek, işlerin tasarlanmasına, 25 çalışma rollerinin geliştirilmesine ve dolayısıyla etkinliği sağlamaya çaba gösterirler. Bu konuda örgütsel amaçlardan, örgüt planlamasından ve iş analizinden yararlanılır. Örgüt planlaması, daha çok üst kademelere ilişkin rol gerekleriyle ve yönetsel hiyerarşi içinde beklenen davranışın tanımlanmasıyla ilgilidir. İş analizi bu sürecin genellikle örgüt planlamasıyla yapılandan daha özel ve ayrıntılı olarak yürütülmesini sağlar. İş analiziyle sağlanan bu tip ayrıntıların yönetsel işlerde bile yararlı olmasından dolayı bazı işletmeler, yönetim kademelerindeki birçok pozisyon için rol gereklerini saptayacak iş analizi tekniklerinden yararlanmaktadır. Kısaca, örgüt planlamasına karşın, işler hakkından daha özel bilgi ve ayrıntıları sağlayan iş analizinin yapılmasına da gerek vardır. Bunun yanı sıra, iş analizi, sadece en basit işler için değil, aynı zamanda üst kademe yönetim işlerinin düzenlenmesinde de yardımcı bir rol oynamaktadır. Önemini belirttiğimiz iş analizi, işleri tanımlama ve kaydetme ile işi ifa etmek için zorunlu olan becerileri ve diğer gerekleri belirtme sürecidir. Burada tanımlanan ve kaydedilenler; bir işin amacı, o işin başlıca görev ve ödevleri ve işin içinde ifa edildiği koşullardır. İş analizi sonucunda ortaya çıkarılan ve çeşitli amaçlarla kullanılan belgelerden birisi, iş tanımlarıdır. İş tanımı, belirli bir işte yapılması gereken görevlerin, ödevlerin ve davranışların yazılı bir ifadesidir. Başka bir deyişle iş tanımı, bir işte ifa edilen temel görevlerin bir ya da iki sayfalık özeti olup o işe ilişkin rol beklentilerinin bir parçasını oluşturur. İkinci belge ise, iş gerekleridir. İş gerekleri, bir işi yapacak kişilerin sahip olmaları gereken niteliklerin belirtildiği bir belgedir.” (Bingöl, 2010: 84) “İş analizi, bir işin yerine getirilmesi için gerekli olan koşulların, niteliklerin, yeteneklerin ve faaliyetlerin incelenmesidir. İş analizi için yapılmış olan farklı tanımlamalar mev- 26 cuttur. İş analizi, işgörenler tarafından tek tek ya da toplu olarak yerine getirilen işin ayrıntılı biçimde incelenmesini amaçlar. İş analizi, bir iş için gerekli olan görev, sorumluluk ve faaliyetlerin yeterli bir şekilde yapılması için işgörenin sahip olması gereken bilgi, yetenek ve becerilerin sistematik bir araştırılmasıdır. Tanımdan da anlaşıldığı gibi iş analizinde, iş hakkında detaylı bilgi toplanarak işin daha verimli olarak yerine getirilmesinin araştırılması yapılır.” (Güngör, 2006: 3) Tüm iş analizi tanımlarında ortak olan nokta iş analizlerinin iş ile ilgili bilgi toplaması ve daha sonra bu bilgileri sistematikleştirerek kullanıcıya sunmasıdır.” (Gümüş, 2005: 9) İyi bir iş analizi yapılmaksızın insan kaynakları yönetiminin diğer işlevlerini yerine getirmek mümkün olsa dahi sonuçları açısından yararsız ve verimsiz olabilir. Yapılan bir iş analizi, işin neden, nasıl, ne zaman, nerede yapıldığını, neyin yapılmasının bir sonucu olduğunu ve o iş için ne ölçüde ve ne tür yetenek, bilgi ve tecrübe gerektiğini gözler önüne sereceğinden, işletmedeki mevcut insan kaynağından azami şekilde faydalanmak isteyen yöneticiler için bir başvuru kaynağı niteliğinde olacaktır. Bir insan kaynakları yöneticisi, işletme içerisindeki beşeri kaynakların etkili kullanımını sağlamak amacıyla tasarlanmış programların yürütülmesi ve geliştirilmesinde, işler hakkında elde edilen verilere göre hareket eder. Bir işletmede yerine getirilen çok sayıda iş dikkate alındığında, iş analizinin ne denli karmaşık, çok boyutlu, zaman alıcı ve maliyetli bir çalışma olduğu ortaya çıkar. Bu güç uğraşa, iş analizinin süreklilik boyutunu da eklemek gerekir. İş analizi süreklilik isteyen bir çalışmadır. Yaşamını sürekli kılmak isteyen hiç bir işletme, çevresindeki ve iş koşullarındaki değişikliklere duyarsız kalamaz. Böylece daha önce yapılan iş analizleri belirli dönemlerde elden geçirilmiş olur. İş analizinden elde edilen bilgiler, stratejik insan kaynakları yönetim sisteminin önemli bir parçası olan personel bilgi sisteminin de temel taşlarını oluşturur.“(Güngör, 2006: 4–5) “İş analizleri uzun ve yorucu bir süreç sonunda hazırlanıyor olmasına rağmen işletmelere birçok açıdan fayda sağlamaktadır. Genel olarak iş analizi verilerinin işletmelere sağladığı yararlar: • Diğer insan kaynakları fonksiyonlarına temel olma, • İş dizaynı çalışmalarına temel olma, • Verimliliği arttırma, • Yasal dayanak olarak kullanılma, • Meslek standartlarının belirlenmesine katkı sağlama, • Çalışanların motivasyonunu arttırma, şeklinde sıralanabilir.” (Bingöl, 2010: 169). İŞ ANALİZLERİNİN İNSAN KAYNAKLARI PLANLAMASI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ “İş analizi insan kaynağının planlanması aşamasında işletmelere, ihtiyaç duydukları verileri tekrar araştırmaya gerek kalmadan sağlaması bakımından faydalı olmaktadır. İş analizi her iş ile ilgili olarak o işi yapmak için nelerin zorunlu olduğu ve bu işi yapacak kişilerde nelere ihtiyaç olduğu bilgilerini işletmelere vermektedir. Bu bilgiler de İKP faaliyetinde ana veri olarak kullanılmaktadır. İnsan kaynakları ile ilgili detaylı bilgilerin iş analizinden temin edilmesi hem zaman hem de emek yönünden işletmeye büyük kolaylık getirmektedir. İş analizi verileri “yer planlaması ” ve “iş yükü analizi” çalışmalarında kullanılarak da İKP faaliyetine katkı sağlar. Yer planlaması, örgütteki insan kaynakları gereksinmesinin, örgüt içindeki işyerlerinin sayısına dayandırılarak açıklanmasıdır. İş yükü analizi ise, bir işin bitirilmesi için gerekli olan personel sayısının saptanması amacı ile o işin yapılması için gerekli olan zamanın, o işi yapmakla yükümlü bir işgörenin harcayacağı zamana bölünmesi yöntemidir. Hem yer planlaması yöntemi hem de iş yükü analizi yöntemi uygulamalarında iş analizi verilerini temel almaktadır. Bu iki yöntem ile çıkacak sonuçlar birbiri ile pekiştirilerek de işgören gereksinmeleri bilimsel yöntemlerle saptanabilmektedir.” (Gümüş, 2005: 67) “İş analizi, insan kaynakları yönetiminin alt yapısını oluşturur. Personel tedariki ve seçimi, ücretlendirme, iş değerlemesi, eğitim ve geliştirme, performans değerlemesi vb. süreçlerin yürütülmesinde iş analizi ile elde edilen veriler kullanılır.” (Bingöl, 2011: 84). İnsan kaynakları planlanmasının başlangıcını, faaliyetin yapılma sebebinin ortaya konulması oluşturur. Bunların başında da örgütün gelecekte ihtiyaç duyacağı işgücü gereksiniminin ortaya konulması gelmektedir. Ayrıca verimliliğin artırılması, maliyetlerin azaltılması, çalışanların bilgi, beceri ve yeteneklerinden azami derecede yararlanılması gibi amaçlar da tespit edilebilir. Amaçların belirlenmesinden sonra mevcut işgücünün durumu değerlendirilerek gereksinimler ve kaynakların yeterli olup olmadığı ortaya konulmalıdır. Örgütün mevcut durumunun tespitinde üç farklı boyutta çalışma yapılır. Birinci boyut; çalışanların yetenek, deneyim, kişilik ve bilgi düzeyleri gibi kişisel özellikleri analiz edilir. İkinci boyut; örgütte yapılmakta olan işler analiz edilerek görev tanımları yapılır. Üçüncü boyut; yapılmış olan iş tanımlamalarından faydalanarak işler ile çalışanların karşılaştırılması yapılır(Şimşek&Öge, 2011: 60). İnsan kaynakları yönetiminin ilk aşamasını oluşturan insan kaynaklarının planlanmasında, örgütün belirlenmiş amaçlarına ulaşmak için yapılan plan ve programlara göre hangi miktarda işgörene ihtiyaç olduğu ve ne oranda karşılanabileceği önemli bir işlemdir. Bu kapsamda öncelikle işgücünün genel bir en- 27 vanteri çıkarılarak, daha sonra beceri envanteri yapılmalı ve emeklilik, ayrılma, terfi, nakil gibi nedenlerle oluşan boşalmalar tahmin edilmelidir. Örgütün işgücü ihtiyacını tahmin etmede iş analizleri büyük faydalar sağlamaktadır. Karmaşık ve detaylı bir yapıya sahip örgütler iş analizinin yapılmasını zorunluluk haline getirmektedir. Mevcut örgüt yapısı işgörenlerin tür ve niteliğini belirler ve aralarındaki ilişkileri ortaya çıkartır. Bu durum iş analizi için bir başlangıç oluşturur ve analiz sonuçlarına göre örgütün yapısının yeniden belirlenmesini gerektirebilir. Örgütün gelecekte ihtiyaç duyacağı işgören 28 ihtiyacının belirlenmesi maksadıyla iş analizi verilerinden yararlanmak mümkündür. İş analizi verileri örgütte bulunan işlerin neler olduğunu, işlerin diğerleriyle olan ilişkilerini, işlerin kaç işgören tarafından yerine getirildiğini ve önemini ortaya koyar. Böylece örgütteki her kademedeki işgörenlerin ücret düzeyleri, sayısı, yaşı, cinsiyeti, öğrenim düzeyi, kıdemi, beceri düzeyi ve tecrübe seviyesi tespit edilebilir(Şimşek&Öge, 2011: 68). İş analizinin temel amacı, insan kaynaklarının temel faaliyetlerini etkin olarak yerine getirebilecek verileri toplamak ve bu verileri yazılı hale getirmektir. İş analizleri ve insan kaynakları planlaması arasındaki ilişki Şekil1’de gösterilmiştir. SONUÇ Rekabete dayanan ekonomik bir sistem içerisindeki işletmeler, her şeyden önce yeniliği, ilerlemeyi, çevreye intibakını veya çevre ile karşılıklı uyum içinde olmasını sağlayan, meydana gelen değişiklikleri kontrol altına alan bir yönetime sahip olmak durumundadırlar. Günümüzde, işletmelerin devamlılığının sağlanması ve rakiplerinden üstün konuma gelmeleri ancak çalışanlarına yani insan kaynağına verdiği değerle mümkün olmaktadır. Örgütlerin en önemli unsurunun, örgütün insan kaynağı olduğu çoğu işletme tarafından artık kesin olarak kabul edilmektedir. Geçmişte, sadece maliyet unsuru olarak, hatta makinelerin bir parçası olarak görülen insanın, zamanla örgütün verimliğini arttıran ve örgütün amacına ulaşmasını sağlayan en önemli unsuru olduğunun farkına varılmıştır. İnsanın karmaşık ve sürekli gelişen bir yapıya sahip olması insan yönetimini oldukça zorlaştırmıştır. Her olayın merkezinde insan olması nedeniyle de “İnsan Kaynakları Yönetimi” oldukça geniş bir kapsam alanına hâkim hale gelmiştir. Genişleyen bu kapsam içerisinde “İnsan Kaynakları Planlaması” daha profesyonel bir çerçevede ele alınmaya başlamış olması nedeniyle kendisine İnsan Kaynakları Yönetiminde belirgin bir yer edinmiştir. Genel anlamda yarını bugünden görme işi olan “Planlama”nın yapılabilmesi için gerekli olan “Veri”, İnsan Kaynakları Planlamasında “İş Analizi” şeklinde vazgeçilmez bir unsur olarak kendisini göstermiştir. KAYNAKÇA AKTEPE E.(2005), İşletmecilik Bilgileri, Ankara: Kalıpsan Ofset BİNGÖL D.(2010), İnsan Kaynakları Yönetimi, İstanbul: Beta Yayınları. GÖKSEL A. v.d.,.(2003)(a), Çağdaş İşletme Teknikleri, Ankara: Fersa Matbaacılık, GÖKSEL A. v.d.,.(2003)(b), İşletmecilikte Çağdaş Yönelimler, Ankara: Fersa Matbaacılık GÜNGÖR E.(2006), Örgütlerde İş Analizi ve Keşan Belediyesinde Örnek Bir Uygulama, Balıkesir Üniversitesi, S.B.E.Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. GÜMÜŞ B.(2005), İş Analizinin İnsan Kaynakları Yönetimi Açısından Önemi ve Diğer İnsan Kaynakları Fonksiyonları ile Olan İlişkisi, Eskişehir, Eskişehir Anadolu Üniversitesi. ŞİMŞEK Ş. S. ÖGE,(2011), İnsan Kaynakları Yönetimi, Konya: Eğitim Kitabevi. YÜKSEL Ö.(2006), Davranış Bilimleri, Ankara: Baran Ofset YÜKSEL Ö.(2006), İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: Fersa Matbaacılık. 29 ARAMIZDAN AYRILIŞININ ONBEŞİNCİ YILINDA: BÜYÜK KOOPERATİFÇİ “KASIM ÖNADIM” Ayhan ÜNGÖR * Kooperatifçilik çalışmalarının ana merkezi Esnaf Kefalet Kredi Kooperatiflerinin duayeni ülkemizde kooperatifçilik alanının emekçisi Kasım ÖNADIM ağabeyin ölümünün üzerinden 15 yıl geçti. Tatlı üslubu ile sevenlerine duyuramadığı ilkelerini, şimdi artık çalışma arkadaşları olan Fehmi GENÇ, Kadir AKGÜL, Selahattin HÜNÜ esnafın isteklerini duyurmaktadır. Sevginin bir damarı olan iyilik, akıl ve iradenin güçlü inançların mayalandığı bir gönül esnaf ortamında filiz verir. Rahmetli, çevre arkadaşları ile birlikte olmaktan, onların aralarında bulunmaktan, yardımlarına koşmaktan zevk alan bir özellik taşırdı. Nusret Namık UZGÖREN, Celal UZEL, Basri İMECE, Sururi ÖZBAY, Celalettin ÇUBUKÇU, Kazım SEÇER, Mustafa TURNA gibi kooperatifçi dervişler grubunun da derin öncülerinden biri idi. Oturumların beklenen kişisiydi. Yaşantısında kooperatifçi kurum ve kuruluşlara yaptığı hizmetler, yasal girişimler unutulmayacaktır. Türk Kooperatifçilik Kurumunun eski değerli başkanlarından rahmetli Nurettin HAZAR’ın söyleyişlerinde “onun kooperatifçiliğe bağlılığı, titizliği her türlü takdirin üzerindedir” derdi. Esnafla, sanatkarla adeta bütünleşmiştir. Kefalet, kredi, sosyal güvence, Bağ-Kur konuşma sözcükleri idi. Ankara Memurlar Tüketim Kooperatifinin mutlaka hatıra olarak da olsa yaşamasını isterdi. Atatürk’ü seven ve kooperatifçilik ilkelerine inanan bir grubun çalışmalarına yardımcı olmak amacı ile, esnafın teşkilat merkezinde kooperatife bila ücret bir mekan tahsis etmişti. Bununla kalmaz, her esnaf genel kurullarında gündem içerisinde, hatıra kooperatifin sesi* Tarihi Misyon Ankara Memurlar Tüketim Kooperatifi Başkanı ([email protected]) 30 ni daima duyurmak, başkanı olan ben Ayhan ÜNGÖR’ü tanıtmak daha tecrübe kazanmasını sağlamak amacıyla, mutlaka toplantılarda konuşmamı isterdi. Ben de keyifle konuşurdum. Rahmetli, bu ilkeli grubun yönetiminde yıllarca görev alarak, sözlerini, inançlarını yansıtmayı da ihmal etmedi. Bu tavrı ile Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 21 Nisan 1925 yılında kurucu olduğu 22 sicil no’lu misyon kooperatifin yaşamasında, yasal durumunu muhafaza etmesinde, sınavı kazanmasında büyük payı vardır. Vefatından sonra görev alan arkadaşlarda aynı inanç içerisinde bulunmaktadırlar. Onlara da en derin saygılarımızı sunuyoruz. Tüketim kooperatiflerinin iller düzeyinde en fazla birim kooperatif türü olarak başkentte kurulu olması üzerine üst birliğinin harekete geçirilmesine inanırdı. Bu işlevinde benim tarafımdan yürütülmesinde büyük ısrar ederdi. Onun bu hareketi örgütleme arzusunu ve yapıcı, müteşebbis kişiliğini sergilemektedir. Büyük Millet Meclisinde dört kez Bursa Milletvekili olarak girmesi, 1163 sayılı kooperatifler kanununun 77. maddesi görüşmesiyle Türkiye Milli Kooperatifler Birliği’nin kurulmasında ve kooperatifler yasasının çıkarılmasında, Bağ-Kur ve sosyal güvence yasaları, sosyal sigortalar kurumu kurulması, Esnaf ve Sanatkarlar Sosyal ve Sigortalar Kanunu teklifleri çalışmaları olmuştur. Büyük kooperatifçinin “yarış atı pistte ölür.” sözü ilkesi olmuştur. Ömrünü tamamladıktan sonra tam 15 yıl geçti. O, Türkiye’ yi Türkiye yapan ilke ve inkılaplara bağlı idi. Disiplinli, prensipli bir aile reisi idi. Temiz toplum özlemi içerisinde aramızdan ayrıldı. Değerli esnafın önderi, esnaf emin ellerde yerinde rahat uyu, ruhun şad olsun. BÜYÜK KOOPERATİFÇİ MİTHATPAŞA’NIN 1863’TE KURDUĞU ZİRAAT BANKASI KAFKASLARDA GENİŞLİYOR... Nezih DEMİRTEPE * Türkiye’nin tartışılmaz “en büyük” finans kuruluşu olan T. C. Ziraat Bankası bildiğiniz üzere 20 Kasım 1863 günü (şu an Sırbistan Cumhuriyeti sınırları içinde kalan) Şehir Köyü (Pirot) kasabasında önce “Memleket Sandıkları” ardından “Menafi Sandıkları” adı altında ve ülkemizin ilk “kooperatifi” olarak, Tuna Valisi Mithat PAŞA tarafından kuruldu. Günümüzde de hizmetlerini T.C. Ziraat Bankası olarak sürdüren bu millî kuruluşumuz, kurulduğu topraklar olan Balkanlardan sonra Kafkaslarda da şube ağını genişletiyor. Türkiye’de halen (Ekim 2012 itibarıyla) 1.520 şubesi bulunan T.C. Ziraat Bankası, ilk yurt dışı ünitesini 1964 yılında ‘o tarihteki adı’ Kıbrıs Cumhuriyeti olan Lefkoşa’da hizmete soktu. Bunu takiben 1965 yılında öncelikle Avrupa’ya şube açmaya başlayan Banka, bu çerçevede ilk yurt dışı şubesini 1975’te Almanya’da açtı. Frankfurt/Main’deki bu şubeyi; Berlin, Hannover, Münih ve Stutgart’ta sürdürdü. Bunun ardından; İngiltere (Londra), Hollanda (Rotterdam) ve İsviçre (Zürih), Amerika * Araştırmacı, Yazar ([email protected]) Birleşik Devletleri’ndeki (New-York) adlarıyla “Dış Şubeler” hizmete açıldı. Banka son aylarda Almanya’da merkez Frankfurt Main olmak üzere daha da geliştirdi. Bu çerçevede“Ziraat Bank İnternational A.G.” adıyla hizmet veren Bankanın halen; Frankfurt Main’deki merkez şubesinin dışındaki şubelerinin bulunduğu şehirler şöyle; Hamburg, Köln, Hannover, Berlin, Duisburg, Stutgart, Münih, Nürnberg ve Essen. T. C. Ziraat Bankası’nın Avrupa’nın ‘en küçük’ devletlerinden olan Lüksemburg’un da başşehri Lüksemburg şehrinde de şubesinin hizmete girdiğini belirtmeliyiz. T.C. Ziraat Bankası, son yıllarda kurulduğu bölge olan Avrupa kıtasının Balkanlar kesimine yöneldi. Burada önce Makedonya’nın başşehri Üsküp’te, ardından Bulgaristan’ın Başşehri Sofya’da birer şube açtı. Ardından Bosna-Hersek’in başşehri Saray Bosna’da bir şube açan T.C. Ziraat Bankası, 2008 yılında Yunanistan’ın önce Gümülcine şehrinde yeni bir şube hizmete soktu. 31 Balkanlarda şube ağını genişleten T.C.Ziraat Bankası, 2009 yılı sonunda, Bulgaristan, Makedonya, Bosna-Hersek ve Yunanistan’daki birer şubesine, yenilerini ekledi. Bugün itibarıyla Bankanın Balkanlarda şubelerinin bulunduğu ülke ve şehirler şöyle; Makedonya (Başkent: Üsküp’te merkez şube) Kalkandelen, Gostivar, Üsküp-Türk Çarşısı ve Üsküp-Ramstore Mağazası Alt Şube. Bulgaristan (Başkent: Sofya’da merkez şube) ve Filibe. Bosna-Hersek (Başkent: Saray-Bosna’da merkez şube) “İcra Müdürü: İndira PASİC ve Özcan ASANOĞLU”, Tuzla, Zenica, İlidza, Mostar, Bihac, Travnik, Ferhadija, Butmir, Maglaj, Visoko, Vogosca, Lukavac, Konjic, Novi Grad, Tesanj, Novo Saraybosna Ofisi, Ranica, Kakanj, Hadzici ve Zelenih Beretki Ofisi. Yunanistan (Başkent Atina’da merkez şube), Selanik ve Gümülcine. 32 Bankanın 1964’den bu yana Kıbrıs’ın başkenti Lefkoşa’da bulunan şubesi ile 20 Temmuz 1974’deki Barış Harekâtı sonrasında yapısını değiştirildi. Halen T.C. Ziraat Bankası’nın Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’nin başşehri Lefkoşa’da bir merkez şubesi bulunuyor. Bankanın bu merkez şubesine bağlı şubeler de şunlar: Paşaköy, Yakın Doğu Üniversitesi Alt Şubesi, Girne, Gazi Magosa ve Güzelyurt. T.C. Ziraat Bankası Kafkaslar’da Bankanın, bu çerçevede Kafkaslar ve diğer bölgelerdeki hizmet ağını yaygınlaştırma çalışmalarına da göz atalım. T.C. Ziraat Bankası’nın Rusya Federasyonu’nun Başşehri Moskova’da da 22 yıl önce açılmış bir “Ortak Banka”sı bulunmakta. Genel Müdürlük düzeyinde olan bu şubenin Genel Müdürlüğünü Zafer Basri YÜKSEL üstlenmekte. ZİRAAT MOSCOW BANK (CJSC) adlı bu üniteyi, ‘Sovyetler Birliği2nin dağılma- sından sonra oluşan ülkelerde de hizmet yaygınlaştırma faaliyeti devam etti. Bu çerçevede T. C. Ziraat Bankası ayrıca; Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan’da da yerel ortaklarla hizmet vermekte. Azerbaycan’da AZER-TÜRK BANK ASC adını taşıyan başkent Bakü’deki bu üniteye bağlı; Gence ve Bakü-Samet Vurgun Kücesi (şehri) olarak “Alt Şubeler” bulunmakta. Yine Bakü’deki merkez şubeye bağlı olarak, Azerbaycan’ın “Özek Bölgesi” olan Nahcıvan’ın başşehri durumundaki Nahcıvan Kücesi (şehri) içinde de “Alt Şube” yapılanması mevcut. Bankanın Kazakistan’ın başşehri Astana’daki merkezinde KAZAKİSTAN ZİRAAT INTERNATIONAL BANK olarak hizmet ünitesine bağlı olan Çimkent’te “Alt Şube” bulunmakta. Türkmenistan’ın başşehri Aşkabat’taki TÜRKMEN TURKISH JOİNT STOCK COMMERCİAL BANK adlı merkez ünitesine bağlı olarak; Yimpaş Alışveriş Merkezi, Gülistan Pazarı Döviz Bürosu, Paytagt Pazarı Döviz Bürosu, Türkmen Türk Ticaret Bankası Döviz Bürosu ile Daşoğuz Western Union Bürosu da hizmet vermekte. Bankanın Özbekistan’da UZBEKİSTANTURKİSH BANK (UT BANK) adlı ünitesine bağlı Dombirabat semtinde Minibank bürosu da bulunmakta. Öte yandan 1994’te Gürcistan’ın başşehri Tiflis’te “Türkiye Emlak Kredi Bankası”nın “Temsilciliği” olarak açılan Bankanın, 2001’de kapanması ve T. C. Ziraat Bankası’na devri sonunda T. C. Ziraat Bankası’nın bu “Temsilciliği” artık “Dış Şube” haline getirdiğini görüyoruz. Geçtiğimiz aylarda İLESAM olarak organize edilen bir araştırma gezisi sırasında ziyaret ettiğimiz Gürcistan’da Bankanın bu şubesini de ziyaret ederek, kapsamlı bilgiler alma şansımız oldu. Bankanın Tiflis’ten sonra sanırız, Batum ve Kuteysi’de de “Temsilcilik” açması gündemdedir. Ülkemiz kooperatifçiliğinin en büyük destekçisi olan T. C. Ziraat Bankası, Türkiye’nin en köklü bankası olarak yakında; Balkanlarda Sırbistan başşehri Belgrat ve Arnavutluk’un başşehri Tiran’da da şube açması beklenmekte. T.C. Ziraat Bankası’nın (1993’te) Körfez ülkelerinden birisi olan Bahreyn’in Başşehri Manama’da da bir şubesi açılmış, ancak uzun ömürlü olmayan bu “Dış Şube” dört yıl sonra kapatılmıştı. Ancak Bankanın; Saudi Arabistan’ın başşehri Cidde’de 2011 yılında açılan “Dış Şubesi”nin ardından, Medine ve Taif’te de şube açması gündemde. Öte yandan, Pakistan’ın en büyük şehri Karaşhi’de “Temsilcilik” ünitesi hizmete girerek, hem ülkemiz ve hem de o ülke ekonomisine katkıda bulunmaya başladığını kaydetmeliyiz. Bu faaliyetlerin ardından komşumuz İran’ın başşehri Tahran’da Bankanın “Dış Temsilcilik” ünitesi açıldığını görmekteyiz. Yine diğer komşumuz Irak’ta, savaş sonrası Bankanın hizmet girişimleri olmakta. Bu çerçevede ilk olarak başkent Bağdat’ta 2011 yılında ilk “Dış Şube” açıldı. 2013 yılı programında T. C. Ziraat Bankası’nın Musul ve Erbil’de “Dış Temsilcilik” açması bekleniyor. Banka 2013 yılında ise; Ürdün, Libya, Suriye ve Katar’da da birer adet “Dış Şube” açmayı programına koymuş bulunuyor. Ancak ‘Arap Baharı’ çerçevesinde Suriye’nin başşehri Şam ve Libya’nın başşehri Trablusgarp’ta açılacak şubeler ertelenmiş durumda. Yazımızı; şu an 149. hizmet yılına ulaşmış Bankamızın, 150 yılına da başarıyla ulaşmasını temenni ederek tamamlayalım. 33 DEVLET TARIMDA MAHO AĞA MI OLDU? M. Ziya GÖZLER * Bilindiği üzere tarım, halkın temel gıda maddelerinin üretimini gerçekleştiren, milli gelir ve ihracata önemli katkısı olan, köylünün ve çiftçinin geçimini sağlayan ve sanayi sektörüne de yardımcı olan hayati değere haiz bir sektördür. Türkiye gibi, topraklarının %36’sı (bugün için) tarıma elverişli olan ve yüz milyon insanı besleyen ülkeler için de, tarım vazgeçilmesi asla düşünülemeyecek bir sektördür. Ülkemiz nüfusunun yaklaşık %35’İ tarımla uğraşmakta ve 2012 rakamları ile de tarımın GSYİH’ daki payı da %8.2 civarında bulunmaktadır. Bu pay, 1968’de %33.5, 1988’de 18.9, 2002’de 11.9, 2005’de 10.2, 2007’de 8.6 ve 2010’da 9.1 olmuştur. Bu payın giderek azalması takip edilmekte olan tarım politikalarının bir neticesidir. Günümüzde tarım gelişmişliğin değil geri kalmışlığın bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Gelişmiş ülkeler, bilim ve teknoloji (bilgi toplumu) ve sanayide çok önemli adımlar atarken, tarımda kaliteyi düşüren, sağlıksız ve fakat verimi artıran tohumlarla tarım ülkelerinin karşısına çıkmaktadırlar. Aslında buradaki politikanın temelinde, dünya nüfusunun mevcut yöntemlerle beslenemeyeceği tezi bulunmaktadır. Makineleşen emperyal devletlerin tarıma el attıkları açıkça görülmektedir. Mesela Anadolu’nun tabii yerel tohumları, yerini hibrit tohumlara bırakmış ve ülkenin bütünü de GDO’lu ürünlere adeta teslim olmuştur. Kullanılan hibrit tohumların veriminin yüksek olduğunu kabul etmek gerekir. 1 domates tohumundan yaklaşık 25 kg. * Dr. , Jeo. Yük. Müh. ([email protected]) 34 domates elde edildiği de bir gerçektir. Bu çok kârlı bir üretim biçimidir. Ancak insan sağlığına ve üretimimize etkisi son derece menfidir. Bilim adamları tarafından yıllardır tartışılan ve neticeleri itibariyle tarımımızı kötü yönde etkileyen bu tarım politikasının terk edilmesi fikri her ne hikmetse hiç kabul görmemiştir. Tarım sektörünün ülke ekonomik hayatına katkıları hiçbir şekilde göz ardı edilmemelidir. Bilgi toplumu olacağız diye sanayi yatırımlarından, sanayi toplumu olacağız diye tarım sektöründen vazgeçmemizin neticeleri ülkemiz için çok yakın gelecekte büyük sıkıntıları beraberinde getirecektir. 1929’da dünyayı sarsan ekonomik kriz sonrası hemen her ülkede uzun süre korumacı iktisadi politikalar uygulanmaya başlamıştır. Bu sebeple ülkemizde de 1980 yılına dek bu politikanın uygulandığını söyleyebiliriz. Tarımda da devletin üreticiye büyük destekleri olmuş ve neticede Türkiye tarımda iyi bir seviyeye gelmiştir. Bu politikanın temelinde sübvansiyonlar, ucuz krediler, destekleme alımları ve taban fiyatı belirleme gibi üreticiyi koruma tedbirleri bulunmaktadır. Tarlada bırakınız pulluğu, evinde doğru dürüst ısıtma araç ve gereçleri olmayan üreticiye yardımcı olmak iktisadi açıdan doğru politikalar olarak kabul edilmelidir. Ancak 1980 sonrası ülkede her alanda uygulanmaya başlanan serbest piyasa ekonomisi kurallarından tarım sektörü de nasibini almış, her türlü devlet desteği kaldırılmaya başlamış, üreticiler girdi fiyatlarının yüksekliğinden ürünlerinden hak ettiklerini kazanamamışlar, tüketici de serbest piyasa değerlerinden dolayı yüksek fiyatlarla karşı karşıya kalmıştır. Kısacası bu işten pek kimse memnun olmamıştır. Korumacılık anlayışının yavaş yavaş terk edilmesi sonrası devlet, tarımda modern üretim tekniklerinin kullanılmasını, kooperatifçiliği ve ihraç ürünlerinin yetiştirilmesi ve diğer bazı konularda öncülük etmeyi gündeme getirmiştir. Aslında bu ve buna benzer tedbirler devletin desteği ile daha iyi sonuçlar verebilirdi. Diğer taraftan 2000’li yıllarda sonra destekleme politikaları getirdiği mali yükler, hedeflere ulaşılamaması ve kalkınmayı engelleyen unsurlar arasında görülmeye başlamış ve AB ile olan ilişkiler sebebiyle de tarımda yeni bir döneme girilmiştir. Netice olarak köylü ve çiftçi kaderi ile baş başa bırakılmıştır. 9 Aralık 1999 tarihli IMF Niyet Mektubundaki şu maddeler çok dikkat çekicidir: 1. Uygulanmakta olan mevcut destekleme politikalarından vazgeçilerek yerine küçük üreticiyi hedef alan araziye dayalı doğrudan gelir desteği sistemine geçilmesi, 2. Hububat, tütün ve şeker pancarı fiyatlarının dünya fiyatları ile uyumlu olması ve zaman içinde destekleme alımlarının kaldırılması, 3.(4) Hükümetin çiftçilere verdiği kredi sübvansiyonlarının aşamalı olarak kaldırılması, 4.(5) Gübre ve diğer girdi sübvansiyonlarının 2000 ve 2001’de nominal olarak sabit tutulması ve daha sonra tamamen kaldırılması. Görüldüğü gibi AB macerası, ülkemizi tarımda da yalnızlığa itmiş ve tarım ürünlerinde de maalesef ithalatın giderek artığı bir ülke haline getirmiştir. Gençlik yıllarımızda AET’ için ‘’Onlar Ortak biz Pazar’’oluruz diye bir görüşümüz vardı. Yıllar sonra bunun doğru olduğu ortaya çıktı. 2010 yılında AB ülkeleri krizden sarsılırken, Türkiye AB’den 61 milyar euroluk ithalat yapmış buna mukabil ihracatı 42 milyar euroda kalmıştır. Böylece dış ticarette 19 milyar euroluk bir açık meydana gelmiştir! 10.7.2010 tarihli bir günlük gazetede yer alan şu haber tarımda bazı önemli aksaklıkların olduğunu bize göstermesi bakımından önemlidir. Haber aynen şöyledir: ’’ATO’nun hazırladığı tarım ithalatı raporunda Yunanistan’ın yüzölçümünün iki katı büyüklüğünde tarım alanına sahip olan Türkiye’nin Yunanistan ve ABD’den pamuk, Rusya’dan buğday, Fransa’dan arpa, Mısır’dan pirinç, Ukrayna’dan mısır, Sri Lanka’dan çay, İtalya’dan bakla, Çin’den sarımsak, Panama’dan muz, Meksika’dan nohut, Kanada’dan mercimek ithal ettiğine dikkat çekti. Türkiye 100’ü aşkın ülkeden tarım ürünleri ithalatı yapmaktadır. 1980’lerin başında Türkiye’nin tarım ürünleri ihracatı 2 milyar dolar seviyesinde iken, ithalatı sadece 50 milyon dolar olduğu dikkat çekilen raporda, 30 yıl sonra gelinen noktada tarım ürünleri ihracatı 4,3 milyar dolar, ithalatı ise 4,5 milyar dolara ulaşmıştır.’’ Diğer taraftan TÜİK’in verilerine göre 2012 yılında bir önceki yıla göre buğday üretimi %7,8 azalarak 20.100.000 ton, arpa üretimi %6,6 azalarak 7.100.000 ton, çeltik üretimi %2,2 azalarak 880.000 ton ve mısır üretimi %9,5 artarak 4,6 milyon ton olmuştur. Ayrıca, diğer tarım ürünlerinin bazılarında artışlar olurken bazılarında da düşüşler görülmektedir. Diğer taraftan ülkemizde 2000 yılında bulunan büyük baş hayvan sayısı yaklaşık 11.239.000 iken bu sayı 2011 yılında 12.400.00 olmuş, 2000 yılındaki küçükbaş hayvan sayısı 35.666.000 civarında iken 2011’de bu sayı 32.300.000 olmuştur. Bu rakamlar ülkenin nüfus artışı, büyüklüğü, tarım ürünleri ve hayvancılıkla ilgili ithalat-ihracat değerleri dikkatle incelendiğinde bir şeylerin eksik olduğunu, ters gittiğini veya yanlış yapıldığını ortaya koymaktadır. Türkiye acaba giderek kendini doyuran bir ülke olma özeliğini kaybetmekte midir? Kendi öz kaynakları olan tohumlarla üretim yapan tarım, yerini ithal tohumlara terk ettiği için mi tarım gücünü kaybetmiştir? Tek 35 kullanımlık hibrit, melez tohumların kullanılması verim bakımından belki iyi sonuçlar verebilir. Öyle ki, bir tek domates tohumundan 25 kg. domates elde edildiği bilinen bir gerçektir. Bu kârlı bir iş olabilir. Ancak üretilen ürünün insan sağlığını tehdit ettiği hep unutulan bir sonuçtur. Tarımda Anadolu’nun yerel tohumlarına zaman geçirmeden dönmek şart olmuştur. Bir tarafta hibrit tohumlarla, diğer tarafta GDO’lu ürünlerle beslenen bir toplumun akıl ve vücut sağlılığı ne kadar yerinde olur düşünmeye gerek var mıdır? Türkiye 2009 yılında 28 milyon dolarlık arpa, 135 milyon dolarlık mısır, 1 milyar dolarlık pamuk ve 27 ülkeden de 902 milyon dolarlık buğday ithal etmiştir. Diğer taraftan TZD Başkanı İ. Yetkin, 126 ülkeden 133 değişik meyve ve sebze ithal edildiğini gazetelere verdiği bilgilerden öğreniyoruz. Yetkin, 2011 yılının 7 ayında 512 bin ton ürün ithal edildiğini ve 380 milyon dolar ödendiğini ifade etmiştir. Türkiye’nin taze soğan, sarımsak, marul, lahana, turp, biber, karpuz, üzüm, armut, portakal, kiraz, nar ithal etmesi pek iç açıcı bir durum olması gerek. Bu ithalatlar acaba sadece çok zenginler için mi yapılmıştır? 2013 yılı bütçe müzakereleri sırasında bir milletvekilinin şu sözleri de bizleri düşünmeye sevk etmek mecburiyetindedir: ’’… tarım sektörü ihmal edilmiş, çiftçimiz, üreticimiz yoksulluğa mahkûm edilmiştir. On yılda tarım alanlarında 2,5 milyon hektar bir azalma söz konusudur. 2002’de 1 litre mazot 1 lira, 1 kg. buğday 35 kuruş yani, 3,5 kg. buğday ile 1 litre mazot alınabiliyordu. Bugün mazot 4,24 lira, buğday 60 kuruş. 7 kg buğday ile ancak 1 litre mazot alınabiliyordu, bu %50 kayba işaret ediyor. Tarımda kullanılan mazot için çiftçinin ödediği ÖTV ve KDV tutarı 7 milyar 840 milyon lira, eski parayla yaklaşık 8 katrilyon lira. Peki, buna karşılık çiftçiye ödediğiniz mazot desteği ne kadar? 600 milyon lira, yani eski parayla 600 trilyon lira veriyorsunuz.’’ ABD’de devletin üreticiye olan maddi desteği 60 milyar dolar mertebesindedir. ABD’de 36 deki üreticiden çok daha az satın alma gücü olan Türk üreticisine devletin katkısı ise 3 milyar dolardır. Aslında bu oranın ters olması gerekmez mi? Diğer taraftan Türk köylüsü ve çiftçisi endüstriyel tarıma mahkûm hale getirildi. Özellikle de küçük üreticiler geleneksel tarımdan uzaklaştırıldı. Böylece geleneksel beslenme yerini endüstriyel beslenmeye bıraktı. Bu durum hayvancılıkta da böyledir. Bütçe görüşmeleri sırasında bir milletvekilinin söyledikleri iktidarı eleştirmenin ötesine geçiyor ve çiftçiyi Kibar Feyzo’ya devleti de Maho Ağa’ya benzetiyordu. Ancak söyledikleri doğru ise durum hiç de iç açıcı değildir. Milletvekili 2488 sayılı Tarım Kanunundan bahisle şunları açıklıyor milletin kürsüsünden: ’’… ona bir 21. Madde koydunuz. Dediniz ki, milli gelirin %1’inden aşağı destekleme vermeyeceğiz. Bravo tebrik ederiz. Ama 2007’den bu yana o çıkarttığınız kanunun 21. Maddesine uymadınız, köylüye milli gelirin %1’i kadar destek vermediniz. 36,4 milyar lirayı gasp ettiniz, vermediniz… Türk çiftçisini aldatıyorsunuz… Yazık değil mi Türk köylüsüne? Yazık, çiftçi Kibar Feyzo, hükümet Maho Ağa olmuş.’’ TOBB Tarım Kurulunun tarım ürünlerinin ihracat ve ithalat durumu ile tarıma yapılacak destek konusunun ele alındığı toplantıdaki görüş ve önerileri, tarımda işlerin iyi gitmediğini açıkça göstermektedir. Bu toplantıda, 1.Pamuğun stratejik bir ürün olarak ilan edilmesi, destekleme priminin dünya ülkeleri seviyesine çıkarılması, kalitenin artırılması ve kontaminasyonun önlenmesi, 2. Vergi kaçağının önlenmesi için çeltikte uygulanan %1 KDV’nin pirinçte de uygulanması, 3. Türkiye’de çay üretimi yeterlidir, kaçak giren çayların engellenmesi, 4. Zeytin ve zeytinyağında arz fazlalığı önümüzdeki yıllarda olacağı için pazarlarda sorunlarla karşılaşılmaması gibi öneriler yer almaktadır. Netice itibariyle, 1980 sonrası uygulanan yanlış ya da eksik tarım politikaları, üreti- cilerden çekilen destekler (ki, bu destekler üreticiye verilmedi ise nerelere verilmiştir), tarımla ilgili kitlerin hemen her özelleştirmede olduğu gibi aceleye getirilmesi, tarım girdilerinin tarım kuruluşlarından alınmaması (tohum, gübre), tarım topraklarının ticari bir kazanç yeri olmaktan çıkıp insanların sadece geçimini sağlayan yerler haline gelmeleri, üretim maliyetlerinde girdilerin yüksek olması ve üreticinin satış sonrası hakkını alamaması ve tarımda kooperatifçiliğin uluslararası boyutta gelişememesinden dolayı Türk köylüsünün ve çiftçisinin durumunun iyi olmasından bahsetmek mümkün görülmemektedir. Orta sınıfın giderek kan kaybettiği bir ortamda üretici de günlük yaşamayı kabul etmiştir. TÜİK’in verilerine göre Türkiye’de tasarruf mevduatı 1 milyon TL olan kişi sayısı 51.161’dir. Orta sınıfı temsil eden memur, işçi, köylü, emekli ve diğerleri hiçbir zaman bu sayının içinde yer alamayacağı açıkça görülmektedir. Ülkede 51.161 kişinin zengin olması neyin aczini göstermektedir acaba? Edebiyatta, resimde, heykelde, müzikte şaheserler ortaya koyamıyoruz, sanayide montajın ötesine geçemiyoruz, uçaklar, uçak gemileri yapamıyoruz, ülke ihracatını hiçbir zaman ithalatın önüne geçiremiyoruz, ülkede vergi adaletini kuramıyoruz, bölgeler arası kalkınmışlık dengesini sağlayamıyoruz. Velhasıl dünyaya biz de varız diyecek hiç bir şeye sahip değiliz. Ama tarımda yapılacak yeni hamlelerle ülkenin şahlanışı kısa bir zamanda sağlanabilir. Türkiye yeniden kalkınan bir ülke durumuna gelecekse ve bir yerden başlanacaksa bu yer tarım olmalıdır. Bu atılımı sağlayacak olan güç, ülkeyi yönetenlerin aklı ve iradesi, ülkenin toprağı, toprağı işleyecek olanların azmi ve o toprağın bereketidir. Gönlüm Güler Bir garib, bir gönül ve bir ömür Yüce Allah’ın takdiridir, o nasıl isterse ömrü öyle sürdürür Bu garibin yüce Allah sevdası hep gönlünde durur Yüce sevda, Birol kulunun gönlünü güldürür Bana verdiğin sevda önemli bir görevi duyurur Hakka inan, gönlündeki teraziyi iyi kullan buyrulur Yolum sevda yoludur, bu yol mutluluğumdur Yüce sevda, Birol kulunun gönlünü güldürür Sevda ile sonbahar bahara dönüşür Yalnızlık kaybolur Allah dostlar ile buluşur Keder yok olur, neşe ile gündüzlere kavuşulur Yüce sevda, Birol kulunun gönlünü güldürür Allah sevdası ile bir ömür sürdürülür Gerçek sensin, sevdan seni sevenleri güzelliklere götürür Senin izninle hayırlı günler görülür Yüce sevda, Birol kulunun gönlünü güldürür Prof. Dr. Birol BUMİN 30.03.2011-Ankara 37 GÜZELLİĞİN ON PARA ETMEZ, BENDEKİ BU AŞK OLMASA! “Aşık Veysel” Sefer Aşır ERASLAN * Altının değerini ancak altından anlayan, gerçek sarraf bilir. Altın bu tür sanat erbabının elinde değer kazanır. Yine o işin erbabı, ustası olmayanların elinde ise basit bit metal hükmündedir. Altının değerli oluşunu en güzel anlayan yine sarraftır. Öyleyse bazı şeyler erbabının, uzmanının elinde değerli, onun nazarında sevgilidir. Bir şeyin talibi çoksa değeri de o nispette çoktur,çok sevilir. Sevmek değer vermektir. Değerli buluğumuzu severiz. Sevmeye değer bulmadıklarımıza her iki kıymeti hasretmeyiz. Ne kadar güzel olursan ol, sen bendeki sevmeye, aşka nail olamamışsan ne güzelsin, ne de değerlisin. Sendeki farklılığı, güzelliği ilk önce ben fark ettim. Öyleyse benim için hem değerlisin hem de sevgilisin. Ancak sana değer verişimden sakın benim sana sonsuz bir aşk ile bağlandığımı da zannetme. Çünkü Karacoğlan “Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca” diyor. Yani başkasının güzelinden bana ne. Bana ne başaksının değer verdiğinden. O eskilerin söylediği gibi “komşunun tavuğu komşuya kaz görünmez bana. Çünkü onun olan her neyse ona ait olup benimkisi özelliği her ne olursa olsun bana ait oluşu ile en değerli, en güzel olanıdır. Birisinin lebiderya yalısından bana ne, benim mütevazi bahçeli evim en güzel, en değerli yalıdan da değerlidir. Senin en lüks arabandan bana ne, bana içine sığışmakta zorluk çektiğimiz o küçücük yerli * Araştırmacı, Yazar ([email protected]) 38 araç seninkinden de değerli, sevimli ve güzeldir. Sebep bana ait oluşudur. Öyleyse başkasının şahsına ait olan herkesin değer verdiği şeyler benim için değersiz ve güzellikle alakası olmayan bir varlıktır. Güzellik izafidir. Moda tabiri ile görecelidir. Yani herkese göre değişiklikler arz ederek,farklı kıymet ölçülerine haizdir. Bu kişiden kişiye değişen, farklılıklar arz eden sevme, güzel görme, beğenme arzuları güzelliğin şahsi olduğunu, sevmenin değer vermenin de kişisel olacağını ifade eder.Kuzguna yavrusunun anka görülmesi de bundandır. Sevdiklerimizi ya bir çıkar için veya gelecekteki bir beklenti için veyahut da hiç bir beklentimiz olmadan sadece güzel olduğu için severiz, değer veririz. Mesela, uçsuz -bucaksız engin yeşiliyle ormanı sevmek.. O masmavi dünya olan denizin sonsuzluğu... Hele şelalenin kendi başına hiç usanmadan ve ritmini hiç bozmadan yıllarca aynı şekilde çağlayıp akması ve ses çıkarması...Üzerine karların yağdığı çam ağaçlarının yeşil-beyaz görüntüsü...Karşılıksız sevdiklerimizden en önemlisi de bunca güzeli Yaratan’ın güzelliği...Kim görmek istemez, kim o güzelliğin nuruyla nurlanmak istemez ki...Çünkü Yüce Yaratan her yarattığı mahlukatı özenerek ve en güzel şekliyle yaratmıştır. Bunu yaratırken önünde bir emsal, bir örnek, bir hedef yoktu. Güzellik salonuna gidenler, “kaşlarım filanınkisi gibi olsun, dudaklarım şununki gibi olsun, burnum da bununkisine benzesin” diye bir özenilen ve karşıda duran hedef güzel ve güzellik vardır. Bu hedefe ulaşınca iş biter, mükemmele ulaşıldığı zannedilerek mücade- le bırakılır.Yüz metrede yarışıp da ipi birinci göğüsleyen sporcuya” hadi devam et “derseniz olmaz. Çünkü hedefe varılmış, arzular hakikat olmuş, her şey tamam olmuştur. Milleti “çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak” için çabalarsanız o hedefe varınca yarış biter. Lakin hedefi çağdaş seviyenin de üzeri olarak tespit ederseniz çalışmak, gayret etmek, yarışmak hiç bitmeyecektir.Yani gülü, sümbülü, laleyi, leylakları...velhasıl bütün çiçekleri yaratırken en güzel halde yaratmıştır. Bu, “şunun gibi olsaydı, şurası böyle olsaydı” denilebilecek bir eksik tarafı kalmadan yaratıldığı için onlara Yaratan’ın güzelliği aksetmiştir.Çünkü “Allah güzeldir, güzeli sever.”Yer yüzünde keşfedilmeyi bekleyen daha nice güzellikler vardır hayran olacağımız, seveceğimiz, değerli bulacağımız. Aklı ile o müthiş teleskopları, uzay araçlarını bularak uzayın sonsuzluğunda yolculuğa çıkanların hayretler içerisinde kalışlarıyla da bizler donup kalıyoruz anlatılanlar karşısında. Dünyamızdaki en küçük zerrecikler olan mikropları mikroskop denilen bir aletle incelediğimiz zaman, karşımıza çıkan durumun taaccübü ile neler diyeceğimizi şaşırıyoruz. Bunca güzelliğe rağmen daha nice güzellik ve değerli şey keşfetmemizi beklemektedir. Öyleyse sonsuz güzelliğe sahip olan Yaratan, eşi benzeri olmayan güzellikler yaratmış ve insana verdiği akılla “düşün ve idrak et” diyerek kendi varlığından habersiz nasipsizleri ikaz etmiştir. Bu ikaz elbette düşünen, idrak edecek muhakeme edecek donanıma sahip olanlar için şart koşulmuştur. Mecnunlar, aklını kaçıran, divaneler, hayvanlar ve cansızlar bu sorumluluktan vareste tutulmuşladır. Yüce Yaratan’ın yarattığı güzellikler yek pare ve bir armoni içerisindedirler. Güzelliğin bazı unsurları bir varlıkta, diğer başka unsurları öbür varlıkta değildir. Her mahluk en güzel bir şekilde yaratılırken, insan oğlu ise “ahseni tagvim”(en güzel bir yaratılış) üzere yaratıl- mış güzeller güzelidir. Bütün bunları yaratırken “Cemil, Cemal, Latif, Kerim...sıfatları gereği gibi yaratmıştır. “Mukadder” sıfatı gereği üzere ,”ol” dediği zaman, olmuştur her şey heman. Hem de en güzel vasıfta... Değersiz bulduklarımız sevmeyiz. Niçin sevelim ki onca değerli ve güzel varken bu olumsuzu. Severek değer verdiklerimiz en üst rütbeye “gönül köşkümüzün baş köşesine” yerleştirerek “bak sana ne kadar da değer veriyorum Çünkü sen güzelsin, benim olan güzelsin. Bu benim olmak demek mutlak mülkiyet sahibi olmak değildir. Manevi bağlarla bağlanmış bir gönüldaşlık vardır arada. Yakup peygamber Yusuf’ çok severdi. Ona değer verirdi. Çünkü O rüyasında gördüğü ile Yaratan tarafından da seviliyor, değerli bulunuyordu. Bunu bilen Yakup, diğer evlatlarının aksine O’na pek çok değer verirdi. Çocukları da bu sevgiyi, değerli bulmayı kıskanır. Bu durumu yok etmek veya en alt seviyeye indirmek için plan üstüne plan kurdular. Önce kaybolduğunu” söyleyip değerlinin kayboluşu ile babalarının sevgisinin kendilerine döneceğini zannettiler. Ancak Yakup “Yusuf’um,yavrum!”diye ağlarken, gözyaşı dökerken sevgisi daha da artıyordu.Yusuf’u kuyuya atarak onun bir çukurda yok olup gideceğine inanarak, “yok hükmünde değersiz bir varlık” haline geldiğine inandılar. Hele Yusuf’un köle olarak satılması en değersizleştirme operasyonuydu. Daha dün babaları nezdinde en değerli olan insan şimdi köle durumundaydı. Satılıyordu köle pazarında. Ama buna da sabrederek “her şey Allah’tan” deyip boyun eğdi. Saraya satılması, ayrı bir değersizleştirme işi. Hizmetkar yapılması en düşük seviye olarak düşünülürken O, bir süre sonra sarayın sahibi, hakimi ve meliki oldu. Züleyha’nın tasallutuna karşı nefsini koruyarak, nefsin arzularına sabrederek büyük bir imtihan verdi. Zindana atılmasına da sabretti. Bu değersizleştirme, itibarsızlaştırma da 39 onun sabrı, tahammülü ve katlanması neticesinde memleketine melik olarak dönüp değerlerin en büyüğüne, makamların en müthişine, sevgilerin en güzeline nail oldu. Baba Yakup’un nazarında onun değeri düşmedi hiçbir zaman. Sevgisi azalmadı asla. Bilakis artarak zirve yaptı. Kardeşleri de bu değersizleştirme operasyonundan kendileri hüsrana uğrayarak çıktılar. Güzelde kusur arayanlar da onun kusurlu oluşundan değil, kendisine yüz vermemesindendir. İlgi gösterseydi onun nazarında da “en güzel, put gibi güzel,but-i rana..” olma makamına ulaşacaktı. Sevgisi azalanlar, değersizleşenler, kıymet-i harbiyesi kalmayanlar, sevmediklerimiz veya sevgimizi karşılığını alamadıklarımızdır. Değer verme ile sevme her ikisi de birbirine paralel olarak artar veya eksilir. Çok sevip de değersiz bulmak eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Sevgi ve değer verme karşılıklı olara birbirini mıknatıs misali çekerler. İki yarım, bir bütün olabilmek, birbirini değerli kılmak için yani tam olmak için harekete geçerler. Güzellikte tam, değerli olmakta tam, her şeyde yekpare. Severken yazılı olmayan, gönülden bakış ve tavırlarla eda ile karşılıklı bir mutabakata varılır. Ben seni, senin tavırlarını, cilvelerini, edanı velhasıl bir bütün olarak sevdim, değerli buldum, senin de beni aynı seviyeye ulaştırdığına inanarak sana bağlandım.”İşte güzel ile güzel bir sözleşme metni...Şayet sevemez isek, karşımızdakinin bizi sevdiğinden emin olamaz isek,sevip/sevmediğimizden emin değil isek o zaman ya “elektrik alamadım, aramızda karşılıklı bir sinerji oluşmadı..” gibi bahanelerle bu sevgisizliği açığa vururuz. Karşılıklı güvensizlik bu halin oluşmasının tek sebebidir. Oysa güzel ve değerli olduğuna inanarak yola çıkıp da yarı yolda bırakmak elbette duyguları dumura uğramamış insanları akıl dışıdır. Toprak suya hasret olup, ona muhtaç olup, ona aşk derecesinde bağlanıp da gök yüzün- 40 de durması mümkün olabilir mi? Büyük bir aşkla kucak açtığı yağmur damlaları, su zerrecikleri artık asumana tonlarca yük gibi ağır ve taşınamaz olur. O da koşarcasına sevdiği ile kucaklaştırarak didara erer.Toprak suyu, su toprağı değerli bulmasaydı hangi kuvvet onları bir araya getirerek rızıkların yeşermesine sebep olabilirdi ki? Bulutların hasreti de böyledir. Günlerce ayrı kalan bulutlar, onca hasretliğin neticesinde öylesine bir aşkla, sıcaklıkla kucaklaşırlar ki bu kavuşmadan çıkan ateş yıldırım olur, şimşek olur, saikalar olup yere düşer. Bu kucaklaşmanın kıvılcımları yerde isabet ettiği talihsizleri yakar.Ya bu kucaklaşma esnasında oluşan sese ne demeli. Kulakları sağır edercesine çıkan ses, bize bir şeylerin müjdecisi olur, habercisi olur. Bulutlar birbirini değerli bulmasalardı onları hangi kuvvet kucaklaştırırdı ki? Bir zamanlar Yeşilçam flimlerinde en çok işlenen konu, fakir kız/zengin erkek, zengin kız/ fakir erkek gibi iki zıddı bira araya getirerek fayda sağlama işi yapılırdı. Biraz da istismar kokan bir tavırla yaparlardı. Kız zengin ailenin değerli bulduğu , sevdiği, makam sahibi, derece sahibi bir varlık. Lakin erkek hem değersiz, hem de güzellikten nasipsiz. Çünkü aile ona değer vermediğini dış kapıda bekleterek gösteriyor. Kız oğlanı severek değerli bularak, gönül köşküne yerleştirerek ona bir maka, bir derece, bir rütbe kazandırma gayretlerini gösteriyor. Sonunda aile istemese de, sevmese de, değersiz ve güzel bulmasa da katlanıyor, sabrediyor ve bekliyor. Ta ki onu yeniden değersizleştirene kadar. Zaten yeniden değersizleşirse ayrılık da kapıda hazır beklemektedir. Nasıl ki güller içerisinde, gül’den güzeli gül’den değerlisi yoksa o değerli ve güzeli yaratan Allah kim bilir ne kadar da güzeldir. Unutmayalım ki “Allah güzeldir. güzeli sever”. Güzel işler yapalım,güzel işlerle meşgul olalım. ÇALIŞMANIN VE BAŞARILI OLMANIN KURALLARI İ. Akın ŞEHİRLİOĞLU * Çalışma hayatının genel kanunları: Okuyucum her işin ve mesleğin kendi bünyesine göre çalışma ve işleme usul ve kuralları vardır. Bunu meslek sahipleri bilir. Bir de fizik ve fikri her nevi iş ve çalışma hayatının ve genellikle başarılı olmanın, düşünen aklın şaşmaz kanunları halinde, birtakım genel ve rasyonel düz turları vardır ki, ben burada bunlardan benim bildiğim kadarını açıklayacağım. • Çalışmak için uygun gün ve saat bekleme. Bil ki, her gün ve her saat çalışmanın en uygun zamanıdır. • Çalışmak için uygun, yer ve köşe arama. Bil ki, her yer ve her köşe çalışmanın en uygun yeridir. • Bir günde ve bir zamanda yapman lazım gelen bir işi (bir dersi, bir vazifeyi) ertesi güne bırakma. Zira her günün derdi gibi, işi de kendine yeter. • Bir zamanda yalnız tek bir iş yap, yalnız bir ders, bir kitap, hatta bir fasıl üzerinde çalış. Ta ki, dikkatin ve kuvvetin yayılıp zayıflamasın. Bir zamanda birden fazla iş yapayım diyen, hiçbirini tam ve temiz yapamaz. Dünyaca tanınmış olan büyük İslam mütefekkiri “İmam-ı Gazali’ye “İhya-i Ulum” adlı muazzam eserini nasıl bir çalışma ile vücuda getirdiğini sormuşlar: Bir zamanda yalnız bir bahis, bir konu üzerinde çalıştım” demiş. • Başladığın bir işi (bir dersi, bir kitabı, bir vazifeyi) yapıp bitirmeden başka bir işe (derse, kitaba ve vazifeye) başlama. Yarıda kalan * Emekli Ziraat Mühendisi ([email protected]) iş, başlanmamış demektir. • Bir günün işini (dersini, vazifesini) bitirdikten sonra ertesi gün ne iş yapacağına karar ver. Yahut, hiç olmazsa çalışmaya başlamadan evvel, hangi iş (ders, kitap) üzerinde çalışacağını düşünüp kararlaştır ve çalışmaya bu kararla otur. • Bir işe başlamadan, bir dersi öğrenmeye, bir kitabı okumaya oturmadan evvel düşün ve çalışman için gerekli olan şeyleri yanında ve elinin altında bulundur. Ta ki, ikide bir kalem, kağıt aramaya kalkıp da dikkatin dağılmasın. • Bir işe başlamadan evvel o işi (dersi, vazifeyi, kitabı) en kısa bir zamanda, en kolay ve en temiz bir şekilde nasıl yapmak, nasıl öğrenip etüd etmek mümkün olduğunu iyice düşünüp hesapla. • Çalıştığın bir iş (bir ders, bir kitap, bir yazı) üzerinde herhangi bir güçlüğü yenmeden bir adım bile gerileme. Ve bil ki, yılgınlık maskeli bir tembelliktir. Gene bil ki, çalışma sevgisi güçlükleri yenmekten doğar ve kuvvetlenir. Güçlüğü yenmekten hasıl olan manevi zevk, eşsiz bir zevktir. Emin ol ki, harpte zafer ve işte başarı yılmayanındır. Sebat önünde güçlükler erir ve imkansız görünen, mümkün olur. • Bir dersi, bir kitabı en basit elemanlarına, kısım, fasıl ve bahislerine ayır. Sıra ile her bahsi iyice ve noksansızca anlayıp öğrenmeden öbür bahse geçme. Fasıllar ve bahisler bir kör gibi yürü. Yani attığın adımı iyice basmadan öbürünü atma. 41 • Devamlı ve planlı çalış. Ve her gün aynı saatlerde mutlaka çalışmaya otur. Çalışmayı uzun süre kesip terk etme. Hasta ve yorgun değilsen tatil aylarında bile yavaş ve az da olsa çalış ki, çalışma alışkanlığı körlenmesin ve tekrar çalışmaya koyulmak için zahmet çekmeyesin. • Bir iş üzerinde yorulursan dinlenmek için işini değiştir ve çalışma hızını yavaşlat. Fakat dinlenme bahanesi ile, asla boş oturma. Boş oturanın içi, işlemeyen demir gibi, pas tutar. • Verimli çalışmayı sakın iş üzerinde geçirdiğin zamanla ölçüp de, eh bugün şu kadar saat çalıştım, yetişir deme. Çalışmanın sonucuna ve öğrendiğine bak. • Fikri çalışmalar için, aynı saatlerde devamlı ve düzenli bir surette günde iki üç saat bile yeterlidir. Büyük İslam düşünürü İbn-i Sina, dünyaca meşhur olan Kitabu-ş Şifa’sını, her gün, sabah namazından sonra Bağdat’taki bir caminin büyük kandili altında oturarak, kuşluk vaktine kadar, yani takriben iki saat çalışmak suretiyle vücuda getirmiştir. Meşhur İngiliz düşünürü Spencer, muazzam eserlerini, günde iki saat çalışarak yazmıştır. Her sene bin, bin ikiyüz sahifelik eser veren Fransız edibi Emile Zola’ya bu başarısının sırrını sormuşlar: “Her gün yalnız üç saat çalışır ve yazarım” demiş. • Sabırlı ol, genç dostum, Damlaya damlaya göl olur ve aynı noktaya düşen damlacıklar, zamanla mermeri bile deler. • Bir işe başladığın, bir dersi öğrenmeye, bir kitabı okumaya koyulduğun zaman telaş edip sabırsızlanma. Sakin ve metin ol. Yol al, fakat acele etme. Sindirerek çalış ve öğren. • İşinde ve dersinde herhangi bir fikri noktayı küçümseyerek ihmal edip geçme. Küçük ihmalden bazen büyük zararlar doğduğunu unutmayın. • Gece yatağına uzandığın zaman, o gün ne 42 yaptığını ve yarın ne yapacağını kendine sormadan uyuma. • Her gün iyi bir eserden yüksek sesle beş on sahife oku. Bu sayede konuşma söz söyleme yeteneğin gelişir. • Rastladığın edebi, felsefi bazı güzel parçaları ezberle. Bu sayede hem kelime ve ifade hazinen zenginleşir hem de hafızan kuvvetlenir. • Çalıştığın bir dersin, bir kitabın fasıl ve bahislerini bitirdikçe, kitabı kapayıp, okuduğunu ezberden özet halinde not et. Bir dersi, bir kitabı en iyi anlayıp öğrenmenin yolu, onu bu şekilde yazmaktır. • Bir dersten öğrendiğin, bir kitaptan okuduğun fasıl ve bahisleri arkadaşlarınla ezberden müzakere ve münakaşa et. Bu suretle hem zekan işler ve öğrendiğin hazım olur, hem hafızan kuvvetlenir; hem de düzgün konuşma ve fikirlerini açık olarak ifade etme yeteneği kazanırsın. • Dikkat et: Sözlerin ve yazıların kısa, açık ve anlamlı olsun. • Fikri çalışmanın herkesin mizacına göre değişen verimli ve eşref saatleri vardır. Bunlar bazı kimseler için sabahın erken saatleri, bazıları için de öğleye doğru, öğleden sonra, gece saatleridir. Kendini yokla ve senin eşref saatlerin hangileri ise, bunları hiçbir eğlenceye feda edip kaçırma. • Okuduğun bir kitapta rastladığın güzel bir parçayı veya orijinal bir fikri yerini ve sahifesini işaret ederek not et. Bu suretle biriktirdiğin notları bir dosyaya ve bir fiş kutusuna sırasıyla yerleştir. Bir yazı yazmak veya bir eser yapmak istediğin zaman, bu notlar senin için bir malzeme hazinesi olur. • Bir konu hakkında bir yazı veya bir eser yazmağa karar verdiğin zaman, evvela bu konu üzerinde evvelce yazılmış eserleri oku. Ta ki yazılmış ve söylenmiş şeyleri tekrar edip ömrünü israf etmeyesin. luğun iki azgın düşmanıdır. • Gök kubbe altında yepyeni hiçbir fikir yoktur. En yeni fikir, eski bir fikrin yeni bir elbise giymiştir. • Dost kazanmak için cömert ol. Bil ki cimrinin dostu yoktur. • Her şeyden evvel, ana dilini iyi konuşmayı ve iyi yazmayı öğren. İnsan için en faydalı olanı kendi ana dilidir. • Dil bilgisi bir amaç değil, bir araçtır. Asıl amaç olan, fikir zenginliğidir. • Kişinin kıyöeti dilinin altında ve kaleminin ucunda gizlidir. Onu söz ve yazı açığa vurur. • Bir işi yapıp yapmamakta kararsızlığa düştüğün vakit, iki şıktan her birinin fayda ve zararlarını iyice hesapla. Faydası çok, zararı az olan şıkkı tercih et. • Bir işe öfkeli ve sinirli iken karar verme. Bekle öfken geçsin. Zira öfke ile kalkan zararla oturur. • Çok konuşma. Yerinde ve özlü konuş. Kıymet ve tesir çok sözde değil, yerinde ve özlü sözdedir. • Kimsenin yüzüne karşı söyleyemediğini arkasından söyleme ve bilki arkadan konuşma korkaklığın en kötü şeklidir. • Kimsenin cahiliğini yüzüne vurma. Bil ki insanları en çok kızdıran ve gücendiren, cahilliklerinin yüzlerine vurulmasıdır. • Yalan söyleme. Yalan söyleyen yakalanma korkusu içinde yaşayan hırsız gibidir. • Daima olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol. Olduğundan fazla görünmek isteyen, karşısındakilere kendi ahmaklığını göstermemiş olur. • Kimseye karşı kin tutma ve kimsenin başarı ve mutluluğunu kıskanma, fakat onlara özen, öyle bir başarı ve mutluluğa erişmeye çalış. Özenmek gelişmenin şartıdır. Kin ve kıskançlık ise, iç ferahlığının, sağlık ve mutlu- • Gençlik güzelliğine şans denilen kör kuvvet bile aşıktır. Gençliğini boş yere harcama, onu kıymetlendirmeyi bil. • Herkesçe beğenilen asıl güzellik, ahlak güzelliğidir. Çünkü ahlakı güzel insan her yaşta güzeldir. • Ahlakını güzelleştirmeye daima çalış. Ahlak güzelliği insan için en kıymetli bir servettir. • En yakın arkadaşınla bile şakaların zarif olsun. • Dost ol, öyle ki sana da dost olsunlar. • Dostluğunu kötü günde göster ki kötü gün dostu bulasın. • Dostlarına vefalı, düşmanlarına müsamahalı ol ve yere yıktığın düşmanını tekmeleme, âlicenaplık göster. Vefa ve âlicenaplık yüksek ahlakın iki parlar şiarıdır. • Büyüklere hürmet et ki büyüdüğün zaman sende küçüklerden hürmet göresin. • Kadınlara hürmet et. Düşün ki, kadınlık insanlığın anasıdır. • Ana baba ahı alma. Ana baba ahının zehirini içen kurtulamaz. • Yaşlıların tecrübesinden faydaları ve tecrübe edilmişi yeniden tecrübeye kalkışma ki pişman olmayasın. • Sonunda pişman olacağın bir işi başında düşün. Pişmanlık, ahmaklıktır. • Küçüklere şefkat göster ki, büyüdükleri zaman onlardan şefkat görmeye hakkın olsun. • Boşuna iddia ve inat etme. Gerçeği ara ve 43 sev. Gerçek sevgisi, insan için, sevgilerin en yükseğidir. • Kibirli olma. Kibirli insan herkesi kendisinden uzaklaştırır. • Kusurlarını kendin gör ki, onları tamir ve ikmal edebilesin. • Alçak gönüllü ol. Mütevazi insan, meyve ağacına benzer. Meyve dalının yere eğilmesi meyvesinin çokluğundandır. • Başarınla gururlanma. Bil ki, gurur gelecekteki başarılarının en büyük düşmanıdır. • Hayatta cesur ol. Fakat bil ki, cesaret gözü kapalı tehlikeye atılmak değildir. • Başkasının düşünce ve inançlarına hürmet et ki, başkası da seninkine hürmet etsin. • Kendine yapılmasını istemediğin bir muameleyi başkasına yapma ki, başkası da sana karşı aynı şekilde hareket etmesin. • Kendine iyilik yapılmasını istersen, başkalarına iyilik yap. • İyiliğe karşı iyilik adalettir. İyiliğe karşı kötülük cinayettir. Kötü lüğe karşı iyilik en güzel davranıştır ve insanlığın en yüksek derecesidir. • Düşenin elinden tut ki, sende düştüğün zaman tutacak el bulasın. • Sözlerin tatlı, tavırların zarif olsun. • Başkalarından gördüğün kötülük, seni iyilik yapmaktan alıkoymasın. İyilik ibadettir. 44 • Herkesin özendiği pırlanta gibi, kıymet sahibi ol. Korkma, yerde kalmazsın. • Kendinden üsttekilere değil, kendinden alttakilere bak, rahat edersin. • İşinde ve sözünde doğruluktan ayrılma. • Çalış, daima çalış, fakat hırsı bırak. Zira hırs, verimli çalışmanın, sağlık ve mutluluğun düşmanıdır. • Hayatın ve tutacağın yol hakkında şüpheye ve kararsızlığa düşüp de bir ışık aradığın zaman, fikrini ve reyini soracağın kimseyi iyi seç. Düşün ki, isabetsiz bir fikirden hareket ederek verdiğin karardan bütün ömür boyunca pişmanlık duyman mümkündür. Fakat isabetli bir fikirden aldığın ışık da bütün ömrünce yolunu aydınlatır. ( Not: Yazarın 1954 yılından bu yana çeşitli zamanlarda çeşitli yazılardan tesbit ettiği notlar.) Orta Asya Ülkeleri için 2013 Zor Bir Yıl Olacak http://turkkazak.com, 14 Aralık 2012 Almatı’da “Kazakistan - Özbekistan: Diplomatik İlişkilerin Kurulmasının 20. Yılı” konulu konferans esnasında Kazakistan ve Özbekistan arasındaki ilişkiler başta olmak üzere Orta Asya ülkelerinin mevcut durumu da değerlendirildi. Konferansta Orta Asya’da bölgesel güvenliği, iki ülke arasında derinleşen ekonomik ve ticari ilişkilerin yanı sıra su ve enerji alanında işbirliği ile ilgili konular ele alındı. Konferansa iştirak eden Kazakistan Strateji Araştırma Enstitüsü Müdürü Bulat Sultanov, geçen yaz aylarında bölgede etkili olan kuraklık nedeniyle 2013 yılının, Orta Asya ülkeleri oldukça zor olacağını belirtti. Sultanov, “Dünyada tahıl ekimi gerçekleştirilen Kazakistan, Rusya, Kanada ve ABD’de görülen kuraklık sorunu bizi endişelendiriyor. Bu sorun gıda fiyatlarının artmasına neden oldu. Önümüzdeki yılın Ocak-Şubat dönemi Orta Asya ülkeleri için oldukça zor geçecek. Kazak un ihracatına bağımlı olan Tacikistan’ın durumu özellikle zor, çünkü fakir insanların ana yemeği çay ve ekmektir.” dedi. Hatırlanacağı üzere, Kazakistan’da bu sene buğday hasadı önceki yılın neredeyse yarısı ölçüsünde toplandı. 2011 yılında toplam 29 milyon ton buğday hasadı kaldırılırken, 2012’de bu rakam 15 milyon tona ulaşmadı. Avrasya Kalkınma Belediyeler Birliği Türkiye Eş Başkanlığında Bişkek’te Kuruldu http://www.gokgazete.com, 13 Aralık 2012 Avrasya Kalkınma Belediyeler Birliği, Avrasya Kalkınma Platformu çatısı altında çalışmalarına Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te başladı. Orta Asya, Ortadoğu ve Balkanları içine alan büyük Avrasya coğrafyasının şehirlerinin inşası artık Avrasya Kalkınma Belediyeler Birliği eliyle olacak. Uzun zamandır Avrasya Kalkınma Platformu bünyesinde devam eden kurulum çalışmaları sonuçlandı. Türkiye’den büyükşehir belediye başkanları ve il belediye başkanlarının da yer aldığı Avrasya Kalkınma Belediyeler Birliği’nin merkezi, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek oldu. Birliğin yönetim kurulu, iki günlük Kırgızistan ziyaretinde başta Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev ve meclis başkanı ile görüştü. Sonrasında, Avrasya Belediyeler Birliği’nin genel sekreterliğine Bişkek Milletvekili Kalmatov Anorbek Baratovich getirilirken, eş başkanlığa da Elazığ Belediye Başkanı Süleyman Selmanoğlu getirildi. Avrasya Kalkınma Platformu Genel Başkanı 88 TÜRK YURDU • OCAK 2013 • SAYI: 305 Hasan Cengiz, bölgede bu yerel yönetim birlikteliği ile ilişkilerin daha da pekişeceğini vurguladı. Ünlü Yazar Aytmatov Anılıyor http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr, 12 Aralık 2012 Kırgızistan’ın kuzeyindeki Talas eyaletinin Şeker köyünde 12 Aralık 1928’de dünya gelen dünyaca ünlü Kırgız yazar, merhum Cengiz Aytmatov, 84. doğum gününde çeşitli etkinliklerle anılıyor. Kırgızistan parlamentosu, Cengiz Aytmatov’un doğum günü olan 12 Aralık’ın, bundan sonra ülkede “Yazarlar Günü” olarak kutlanmasına karar verdi. Başkentteki “Manas” sinema salonunda, Aytmatov’un anısına, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), Baltık ülkeleri ile Gürcistan’ın katılımıyla II. kısa film festivali düzenlendi. Üç gün sürecek film festivalinde 11 film gösterilecek. Ayrıca bazı üniversitelerde Cengiz Aytmatov’un hayatını konu alan konferanslar düzenlendi. Bişkek’te de Aytmatov’un eserlerinden sinemaya uyarlanan filmlerin yer aldığı film haftası başladı. Aytmatov, bir Rus televizyon kanalının belgesel çekimleri için gittiği Tataristan’ın başkenti Kazan’da 16 Mayıs’ta ani böbrek rahatsızlığı nedeniyle hastaneye kaldırılmıştı. Yazar, 18 Mayıs’ta ambulans uçakla Almanya’ya nakledilmişti. Aytmatov, Almanya’nın Nürnberg kentinde tedavi gördüğü hastanede, 10 Haziran 2008 yılında hayatını kaybetmişti. KKTC’ye Ekonomik Destek http://www.etikhaber.com, 12 Aralık 2012 KKTC’ye 3 milyar lira katkı öngörülen ‘’Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti-Türkiye Cumhuriyeti 20132015 Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolü’’ ile reel ve özel sektörün güçlendirilmesi amaçlanıyor. KKTC Maliye Bakanı Ersin Tatar, KKTC’ye 3 milyar lira katkı öngörülen ‘’Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti-Türkiye Cumhuriyeti 2013-2015 Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolü’’ ile reel ve özel sektörün güçlendirilmesinin amaçlandığını belirtti. Son protokolle ekonominin kayıt altına alınması, mali istikrarın sağlanması, bütçe mekanizmaları ve reel sektörün performansının artırılması gibi önemli aşamaların sağlandığını dile getiren Tatar, ekonomide dünyada yaşanan tüm sıkıntılara rağmen tatminkâr bir büyümenin elde edildiğini ifade etti. KKTC Maliye Bakanı Ersin Tatar, ‘’Bu ekonomik işbirliği protokolünde 300 milyon liralık paranın, kamu borçlarına ödenek olarak sağlanması programa yeni bir boyut getirdi’’ dedi. 45 Kazakistan Milli Günü Ankara’da Kutlandı http://www.bugun.com.tr, 11 Aralık 2012 Kazakistan, Milli Günü’nü Ankara’da düzenlenen resepsiyonla kutladı. Resepsiyona Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Cemil Çiçek ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da katıldı. ‘Kazakistan Milli Günü’ JW Marriot Otel’de verilen resepsiyonla kutlandı. Kazakistan’ın Ankara Büyükelçisi Canseyit Tüymebayev’in ev sahipliğinde gerçekleşen resepsiyona, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Anayasa Mahlemesi Başkanı Haşim Kılıç, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Mustafa İsen, AK Parti Genel Sekreteri Haluk İpek ve TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu katıldı. TBMM Başkanı Çiçek ve Başbakan Yardımcısı Bozdağ ve beraberindekiler, üzerinde ‘21. Kazakistan Milli Günü’ yazan pastayı kesti. Konuklar, resepsiyonda Kazakistan’ın yöresel yemeklerinin tadına baktı. ŞİÖ Zirvesi Sona Erdi http://www.etikhaber.com, 5 Aralık 2012 Kırgızistan’ın ev sahipliğinde Bişkek’te düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Başbakanlar Zirvesi sona erdi. Kırgızistan Başbakanı Cantoro Satıbaldiyev’in başkanlığında yapılan ŞİÖ Zirvesine katılan Çin Başbakanı Ven Ciabao, Rusya Başbakanı Dmitriy Medvedev, Kazakistan Başbakanı Serik Ahmetov, Tacikistan Başbakanı Akil Akilov ve Özbekistan Başbakan Yardımcısı Rustam Azizov toplantıya ilişkin ortak bildiri yayımladı. Bildiriye göre, örgütün 2013 yılı bütçesi kabul edildi, Kalkınma Fonu ve Kalkınma Bankası’nın kurulmasına ilişkin çalışmaların başlatılmasına karar verildi. Zirvede, doğal afetlerde yardımlaşmayı öngören protokol ile telif haklarının korunmasını içeren gümrük hizmetleri işbirliği memorandumu imzalandı. Başbakan Satıbaldiyev, düzenlediği basın toplantıda, zirvenin verimli geçtiğini belirterek, “Ağırlıklı olarak ekonomi konuştuk” dedi. Satıbaldiyev, ŞİÖ Genel Sekreterliği görevinin Rusya’ya geçtiğini ifade etti. Toplantıda, ŞİÖ başbakanlarının konuşmasının ardından gözlemci statüsüne sahip Moğolistan, İran, Afganistan, Pakistan ve Hindistan yetkililerine de söz verildi. Azerbaycan’ın Guba Şehrinde Türk Şehitliği Açıldı http://www.gokgazete.com, 23 Kasım 2012 Azerbaycan’ın Guba şehrine bağlı İgrik köyünde 1918’de şehit olan 2 Türk askerinin yaptırılan şehitliği törenle açıldı. Kafkas İslam Ordusu’nun şehit olan söz konusu 2 askeri için yaptırılan şehitliği düzenlenen törenle açıldı. Törene Türkiye’nin Bakü Büyükelçisi İsmail Alper Coşkun, Guba Valisi Mübariz Ağayev, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve İgrik köyü 46 sakinleri katıldı. Tören saygı duruşu ve iki ülke milli marşlarının okunması ile başladı. Törende konuşan Türkiye Büyükelçiliği Askeri Ateşesi Korgeneral Yücel Karauz, Kafkas İslam Ordusu’nun Azerbaycan’a katkıları hakkında bilgi verdi. Azerbaycan’da bin 130 Türk şehidinin olduğunu bildiren Karauz, şehitlerin anılarını yaşatmak istediklerini vurguladı. Askeri Ateşe, ülkede bulunan 8 adet şehitlik ve 16 mezarlığın, Azerbaycan ve Türkiye kardeşliğinin sarsılmaz bir nişanesi olduğunu ifade etti. Guba Valisi Mübariz Ağayev’de iki ülke kardeşliğinin 1918’den daha eski olduğunu belirterek uluslararası arenada gururla Türkiye ile kardeş olduklarını, ifade ettiklerini bildirdi. Ağayev “Biz dünyada tek değiliz bizim dünyada Türkiye gibi bir kardeşimiz var” dedi. Büyükelçi Alper Coşkun ise iki ülke ilişkilerine en büyük katkı sağlayanların şehitler olduğunu söyledi. Coşkun şahadetlerinden 94 yıl sonra dahi olsa bu şekilde anarak ve onların zamanında yaptıkları eşsiz fedakârlığı gelecek nesillere aktarmak için burada bir mekân oluşturmanın, vefanın gereği olduğunu söyledi. Turan Yazgan Belgeseli Tanıtıldı http://www.gokgazete.com, 22 Kasım 2012 Akmescit’te bulunan İsmail Gaspıralı Kütüphanesinde Kırım Tatar Kadınlar Birliği’nin Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı Başkanı Prof. Dr. Turan Yazgan hakkında hazırladığı belgesel tanıtıldı. Belgeselin tanıtımına Kırım Tatar Milli Meclisi Başkan yardımcısı Remzi İlyasov, Kırım Tatar Kadınlar Birliği Başkanı Safinar Cemileva, Kırım Tatar Milli Meclisi Dış İlişkiler Bölümü Başkanı Ali Hamzin, Cemile Kırım Tatar dans topluluğu başkanı Cemile Osmanova, Kırım Tatar Kütüphanesi Bilim Çalışmaları Bölümü Başkanı Lilya Kadırova katıldı. Safinar Cemileva, “Turan Yazgan, yaklaşık 18 yıl boyunca Kırım Tatar Kültürünün yeniden canlandırılması ve gelişmesi için çok iş yapan bilim adamı, araştırmacıdır. Biz, bu belgeseli kendisine yaptığı işlerden, yıllar boyu süren dostluktan dolayı teşekkür etmek için, kendisini unutmadığımızı göstermek için hazırladık.”dedi. Lilya Kadırova, Turan Yazgan’ın Kırım Tatar kültürü ve toplumunun gelişimine çok önemli katkıda bulunduğunu, dile getirdi. Remzi İlyasov, Kırım Tatar öğrencilerinin Turan Yazgan’ı tanımaları için bu belgeselin eğitim programına dâhil edilmesini teklif etti. 20 dakikalık belgesel, Turan Yazgan’ın faaliyetini konu alıyor. Filmde Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Safinar Cemileva, Cemile Osmanova Turan Yazgan’a teşekkürlerini bildiriyor. Belgeselde Turan Yazgan’ın başkan olduğu Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı’nın düzenlediği festivallerden görüntüler kullanıldı. Hazırlayan: Metin DEMİRSOY SAYI: 305 • OCAK 2013 • TÜRK YURDU 89 TÜRK KOOPERATİFÇİLİK KURUMU GENEL KURUL İLANI Türk Kooperatifçilik Kurumu Derneğimizin 2012 yılı Olağan Genel Kurul toplantısı aşağıdaki gündem ile 23 Mart 2013 Cumartesi günü saat 11:00’de Türk Kooperatifçilik Kurumu toplantı salonunda (Ceyhun Atıf Kansu Caddesi 1271. Sok. Nu: 35/9-10 Balgat/ANKARA) yapılacaktır. Çoğunluk sağlanamaması durumunda aynı gündem ile 30 Mart 2013 Cumartesi günü saat 11:00’de aynı adreste tekrar yapılacaktır. Üyelerimize duyurulur. Prof. Dr. Nevzat AYPEK Türk Kooperatifçilik Kurumu Yönetim Kurulu Başkanı GÜNDEM 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. Açılış Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı Başkanlık Divanının Seçilmesi Açılış Konuşması 30 yılını dolduran üyelere plaket takdimi 2012 Yılı Faaliyet Raporu ve Denetim Raporunun okunması ve müzakere edilmesi Yönetim ve Denetim Kurullarının İbrası 2013 yılı çalışma programı ve bütçe teklifinin görüşülmesi 2013 yılı Çalışma programı bütçesinde gerektiğinde gider ödemeleri arasında aktarma ve değişiklik yapmaya, fasıllar ve bölümler açmaya ve kapatmaya ilişkin Yönetim Kuruluna yetki verilmesi, 10. Kurum üyelerine ödenecek yolluk ve yevmiye ile Kurum organlarında görev alanlara ve kurum personeline ödenecek ücretleri belirlemek üzere Yönetim Kurulunun yetkili kılınması, 11. Kurum mülkiyetinde bulunan arsaların üzerine bina yapılması, kat karşılığı verilmesi, satılması veya benzer şekilde değerlendirilmesi, ayrıca yeniden gayrimenkul satın alınması, satılması, bağışlanması ve intifa ve irtifak haklarının tesisi ve devredilmesi hususunda Yönetim Kuruluna yetki verilmesi, 12. Yabancı ülkeler kooperatif kuruluşlarıyla kooperatifçilik konusunda teknik, bilimsel, eğitim, kültürel ve sair konularda işbirliği yapmak veya işbirliğini veya koordinasyon hizmetlerini öngören protokol ile sair anlaşmalar imzalamak konusunda Yönetim Kuruluna yetki verilmesi, 13. Kuruma yeni üye kabulü ve mevcut üyelerden üyelik şartlarını kaybedenlerin üyeliklerinin sona erdirilmesi konularında Yönetim Kuruluna yetki verilmesi, 14. Yönetim Kurulu tarafından hazırlanan Türk Kooperatifçilik Kurumu Basın Yayın Araştırma Danışmanlık ve Eğitim Hizmetleri İşletmesi sermaye’nin 150.000-TL. arttırılarak 300.000TL. ye çıkarılması 15. Dilek ve Temenniler, 16. Kapanış 47 TÜRK KOOPERATİFÇİLİK EĞİTİM VAKFI GENEL KURUL İLANI Türk Kooperatifçilik Eğitim Vakfı 2012 yılı Olağan Genel Kurul toplantısı aşağıdaki gündem ile 30 Mart 2013 Cumartesi günü saat 12.00‘de Türk Kooperatifçilik Kurumu toplantı salonunda (Ceyhun Atıf Kansu Caddesi 1271. Sokak Nu: 35/9-10 Balgat/ ANKARA) yapılacaktır. Çoğunluk sağlanamaması durumunda aynı gündem ile 06 Nisan 2013 Cumartesi günü saat 12:00’de aynı adreste tekrar yapılacaktır Üyelerimize duyurulur. Prof. Dr. Nevzat AYPEK Türk Kooperatifçilik Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı GÜNDEM 1. 2. 3. 4. 5. Açılış Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı Başkanlık Divanının Seçilmesi Açılış Konuşması 2012 Yılı Faaliyet Raporu, Bilanço ve Gelir Gider Tablosu ile Denetim Kurulu Raporunun okunması ve müzakere edilmesi 6. Faaliyet Raporu, Bilanço ve Gelir Gider Tablosu ile Denetim Kurulu Raporunun Onaylanması, 7. Yönetim ve Denetim Kurullarının İbrası 8. 2013 Yılı Çalışma Programı ve Bütçe Teklifinin Görüşülmesi 9. Gayrimenkul Alım ve Satımıyla İlgili Yönetim Kuruluna Yetki Verilmesi 10. Yönetim, Denetleme ve Çalışma Kurullarına Ödenecek Ücretlerin Tespiti İçin Yönetim Kuruluna Yetki Verilmesi 11. 2013 Yılı Bütçesinde Gerektiğinde Gider Ödemeleri Arasında Aktarma ve Değişiklik Yapmaya, Fasıllar ve Bölümler Açmaya ve Kapatmaya İlişkin Yönetim Kuruluna Yetki Verilmesi 12. Denetleme kurulu üyelerininin seçilmesi 13. Dilek ve Temenniler, 14. Kapanış 48
© Copyright 2024 Paperzz