Başyazı Faylardaki enerji birikimlerinin depremlere yol açması gibi, sosyal ortamlardaki öfke birikimleri de toplumsal sarsılmalara neden olur. Toplumsal sarsılma uygun şekilde dengelenemez ise toplumsal yarılmalar ortaya çıkar. Toplumsal yarılmalar istenmeyen unsurlara davetiye çıkartmak anlamına gelir. Her esen rüzgârla birlikte ortamda bulunan toz-toprak, pis-pas vb. her ne var ise yarıklara dolar ve dişler arasında kalan yemek artıkları gibi toplumsal bünyeye rahatsızlık verir. Sosyal ortamlardaki öfke birikimleri kendiliğinden oluşmaz. Genelde aynı ortamda birlikte bulunan güçlü yapı ile zayıf yapı arasındaki etkileşim temelinde şekillenir. Güçlü yapının zayıf yapıya yönelik olumsuz tutumu/ tutumları öfkenin çimlenmesi, yeşermesi, yayılması ve tüm ortamı kaplamasında belirleyici rol oynar. Öfkenin kapladığı ortamlarda, “sosyal tutuşma” için bir “sosyal kıvılcım” yeterli olabilmektedir. “Gezi eylemleri” bu bağlamda düşünülebilir. Gezi Parkında, yeşil doku üzerinde oluşan “sosyal kıvılcım”ın tetiklediği “sosyal tutuşma” hem ulusal hem de küresel boyutta dikkat çekici bir etki meydana getirmiş, hatta başlangıçtaki amacının dışına taşarak toplumsal bünyeyi olabildiğince hırpalama sürecine girmiştir. Şimdi esas olan, söz konusu sosyal tutuşmayı ateş topuna dönmeden söndürmenin yol ve yordamlarını bulabilmektir. Görüldüğü kadarıyla sosyal tutuşmaların söndürülmesinde “tazyikli su” veya “biber gazı” yeterince etkili olamamakta, hatta daha da alevlendirici bir etki meydana getirmektedir. Bu durumda sosyal tutuşmayı söndürmede “kaba aklı” kullanmanın bir anlam ifade etmediği anlaşılmaktadır. Böyle durumlarda “parti aklı” da pek etkili olmaz. Zira “parti aklı” doğası gereği yanlıdır. Toplumu bizimkiler ve ötekiler olarak algılar. Dolayısıyla toplumsal yaralara merhem olma yeterliliği düşüktür. Bu özelliğinden dolayı “parti aklı” “kaba akıl” ile aynı yolda birleşir. Böyle durumlarda diğerlerine göre en etkili araç “devlet aklı” olabilir. Ancak burada “nasıl devlet” sorusu akla gelebilir. Elbette “ceberut devlet” bir çözüm aracı olamaz. Zira böyle bir devlet “kaba akıl” ile hareket eder ve idaresi altında bulunan insanlara zulüm ve gözyaşından başka bir şey sunmaz. Toplumların ihtiyaç duyduğu akıl “insan odaklı devlet aklı”dır. “İnsan odaklı devlet aklı” öncelikle insanın saadetini ve insan üzerinden da toplumun saadetini esas alan bir akıldır. “Dicle kenarında bir kurt bir kuzuyu yese, hesabı benden sorulur” hassasiyetine sahip devlet adamlarının yönettiği bir devletin aklıdır. Böyle bir devlet idare etmekle yükümlü olduğu insanını “tazyikli su” ile kendisinden uzaklaştırmaz. Böyle bir devlet kendi insanına “biber gazı” sıkma durumuyla karşı karşıya kalmaz. 1 KOOPERATİFLERDE BAZI SORUNLAR YUMAĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Dr. Oktay TUNCAY * Kooperatifler, serbest piyasa ekonomisinin hakim olduğu günümüz toplumunda, küçük tasarrufların birleştirilerek bir finansman kaynağı haline getirilmesini, mülkiyetin tabana yayılmasını ve tüketicinin korunmasını sağlayan bir araç olarak, sosyal politika açısından büyük önemi olan kurumlardır. Üretici ile tüketici arasındaki ilişkileri dengede tutabilme ve küçük tasarrufları yatırıma kanalize edebilme özellikleri nedeniyle, kooperatifçiliğin önemi, gelişmekte ve sanayileşmekte olan ülkelerde her geçen gün artmaktadır. Günümüzde kamusal ve özel alandan ayrı olarak üçüncü bir sektör olarak kabul edilen kooperatifçilik, uygulama farklılıkları olmasına karşın dünyanın her yerinde, her çeşit ekonomik ve toplumsal ortamlarda görülmektedir. Kooperatifçiliğin bütün ekonomik ve toplumsal sistemlerde rahatça uygulanabilen bir esnekliğe sahip olması, bunun en büyük nedenidir. Ülkemizin ekonomik ve toplumsal kalkınmasında kooperatifçilik, çok kullanılan bir model olup, özellikle tarımsal amaçlı kooperatifler, bu alanda etkin görevler üstlenmişlerdir. Tarım sektörünün; ülke nüfusunun % 45’ini, toplam istihdamın % 40’ını, Gayri Safi Milli Hasıla ve ihracatın büyük bir bölümünü temsil ettiğini dikkate alacak olursak bu etkinliğin nedeni anlaşılır. Ülkemizde kooperatif hareketinin gelişmesindeki gecikmenin nedenleri; halkın bilinçlendirilmemesi, ön araştırmanın yapılmaması, finansman sorunları, devlet ko* Araştırmacı Yazar ([email protected]) 2 operatif ilişkilerinin düzensizliği, üst örgütlenme sorunları, ve benzer sorunlar olarak sıralanabilir. Ülkemizde kooperatifçiliğin gelişmesini engelleyen nedenlerin başında, üretici ve tüketicinin yeterince bilinçlendirilememiş olması gelmektedir. Devletin yakın ilgisinden uzun süre yoksun kalan kooperatifçilik, Avrupa’dan çok sonraları, ancak 20. Yüzyılın başlarında tanınmaya başlanmış, ancak hep aynı çevrede kalmıştır. Kooperatifçilik zaman içinde ve gecikerek gelişmiştir. Örneğin tüketim kooperatiflerinin ilk denemelerinde başarılı sonuçlar alınmasına rağmen, halkın bilinçlendirilmemesi sonucu faaliyetler uzun ömürlü olmamıştır. İlk girişimlerde belirli bir kitleye ve halka inilememesi de, bu denemelerin başarı şansını azaltmıştır. Kişisel kaynakların yetersizliği ve bir araya toplanamaması, birlikte hareketin ekonomik sonucu olan kooperatifçiliğin gerçekleşmesini engellemiştir. Dolayısıyla ortakların ekonomik gereksinimlerini, bireysel harekete göre çok daha doyurucu biçimde gidermek ne fiyat düzeyini ne de hizmetin niteliğini yeterince etkilemek olanaklı olmamıştır. Kooperatif harekete katılımın azlığı ve katılanların da sorumluluklarını gereği gibi yerine getiremeyişleri karşısında kooperatifçilik, ortaklığın yükümlülüklerini karşılayacak ölçüden uzak kalmış ve ortağın kooperatife bağlılığı ile yeni katılımlar azalmıştır. Kooperatifçiliğin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için kooperatifçiliğin ne olduğunun toplumun bütün kesimlerine anlatılmasıyla olanaklıdır. Diğer bir sorun da ön araştırmanın yapılmamasıdır. Kooperatif kurulmadan önce, o yörede yaşayanların bir ön araştırma yaparak kooperatifin kurulmasına gereksinim olup olmadığı, kooperatifin iş hacmi, pazar durumu, finansmanı ve personel durumunun araştırması yapılmalı ve konular bir raporda belirtilmelidir. Raporun değerlendirilmesi ile bir kooperatifin kurulmasına gereksinim olduğu ve başarılı çalışabileceği sonucuna ulaşılması durumunda kooperatifin kuruluş işlemlerine başlanmalıdır. Ülkemizde ön araştırma genellikle tüm boyutları ile yapılmamakta ve başarılı olmasının mümkün olup olmayacağı, belirsiz bir ortamda kooperatifler kurulmaktadır. Özellikle kırsal kesimde yaşayanların ön araştırma yapma konusunda sorunları olabilir. Bunun için devletin bu çalışmayı kooperatif kurmak isteyenler adına yapması ve halka durumu bildirmesi gerekir. Ayrıca finansman sorunu Türk Kooperatifçiliğinin en önemli sorunlarından birisidir. Ülkemizdeki kooperatiflerin büyük çoğunluğu, kredi olanaklarının ve öz sermayenin yetersizliği nedeniyle finansman güçlüğüyle karşılaşmaktadırlar. Düşük ortaklık payları ve bunların tam ödenememesi ve sermaye birikimini özendirecek unsurların yetersizliği öz sermaye açısından sorun doğurmakta, özel finansman kuruluşlarının yetersizliği ise kredi olanakları açısından da sorun yaratmaktadır. Kooperatiflere ayrılan kredilerin yetersizliği, kısa süreli faizleri ise kooperatiflerin kazançlarını engelleyecek derecede yüksektir. Oysa kooperatifler için kredi ve sermaye birikimi çok önemlidir.53 Güdümlü kooperatifçiliğin olmaması için devletin bu konuda uzun vadeli kredi kaynakları yaratması sorunun çözümünde etkili olabilecektir. Kooperatifçiliğin finansman sorununun çözümü için ilk akla gelen; ortaklık paylarının arttırılmasıdır. Fakat, kooperatif ortakları genellikle küçük üreti- ci ve tüketiciler olduğundan, yasal olarak yüklenilebilecek ortaklık sınırı artırılsa bile, ortaklık paylarının fazla artması beklenilmemelidir. Buna rağmen kooperatiflerin öz sermayelerinin artırılmasının yasalar ve eğitim yoluyla özendirilmesinde yarar vardır. Finansman ve kredi sorunu, ancak yönetim ve finansmanına kooperatifler ve üst örgütlerinin egemen olacağı bir Kooperatifler Bankası kurularak çözülebilir. Ancak böyle bir bankanın kurulması için çalışmalar olmasına rağmen sonuç alınamamıştır. Böyle bir bankanın kurulması sorunu tamamen çözmeyecektir. Çünkü ülkemizdeki kooperatiflerin yasalarına baktığımız zaman çoğu hala devletin vesayeti altındadır. Bu durumda devletin kooperatifler bankasının yönetimine her zaman müdahale edebileceği ve demokratik kooperatiflerin egemen olamayacakları bir bankanın kurulacağı ortadadır. Belirtilen nedenlerle özellikle Tarım Satış ve Tarım Kredi Kooperatiflerinin yasalarında yapılacak değişikliklerle bu kooperatiflerin bağımsızlığı sağlanmalıdır. Kurulacak kooperatifler bankasına mutlaka mevduat toplama yetkisi verilmelidir. Çünkü banka tarım kredi kooperatiflerini finanse edecek, tarım kredi kooperatifleri ise çiftçilere kredi verecektir. Devletin uzun vadeli ve ucuz kredi sağlaması, karşılıksız yardımda bulunması ve bunun için gerekli ödeneği ayırması gerekmektedir. Devlet kooperatif ilişkilerinin de vesayetin ortadan kalkmadığı bir gerçektir. Ülkemizde Devlet kooperatif ilişkilerinin düzensizliği özellikle mevzuat ve uygulamada kendisini göstermektedir. Tarımsal kooperatiflerle ilgili yasalar çok önceden yürürlüğe girmesine rağmen kooperatiflerle ilgili temel yasa ancak 1969 yılında yürürlüğe girmiştir. Siyasi iktidarların kendi politikaları için kullandıkları kooperatiflerin, ortak olmayanlara da hizmet götürmesi nedeniyle kooperatifler zor duruma düşürülmektedirler. 3 Oysa devlet anayasada tanımlanmış kooperatifçilik ile ilgili uygulamaları her alanda desteklemeye çalışmalıdır. Kooperatifçilik eğitimi sınırlı ve dar bir çerçevede yürütülmektedir. Az sayıdakii kooperatifçilik meslek okulları, bazı üniversitelerde lisans ve yüksek lisans seviyesinde okutulan kooperatifçilik dersleri dışında, eğitim faaliyetleri devletin dışında yürütülmektedir. Finansal desteğin olduğu, kooperatifçilik eğitimi veren kurumların oluşturulduğu, mevzuatın yeniden düzenlendiği, güdümlü kooperatifçiliğin olmadığı, dış piyasada rahat rekabet edebilecek ve sonuçta ağır devlet müdahalesinin olmadığı bir kooperatifçilik anlayışı geliştirilmelidir. 1969 yılında çıkarılan 1163 sayılı yasada yeterli hükümler olmasına rağmen üst örgütlenme henüz tamamlanmış değildir. Doktrinde en önemli sorunlardan biri olarak görülen üst örgütlenme sorunu kooperatiflerin dikey olarak örgütlenmesini ifade eder. Kooperatiflerin serbest piyasa mekanizması içerisinde rekabetçi bir yapıya kavuşturulması için üst örgütlenme çok önemlidir. Henüz gelişme devresinde olan ve bugüne 4 kadar ancak çeşitli bölge birlikleri ile bazı merkez birliklerinin kurulabildiği ülkemizde 1163 sayılı yasada tanımlanmış olan Türkiye Milli Kooperatifler Birliği ise 1990 yılında kurulmuş; ancak 1991 yılında faaliyete geçebilmiştir. Ancak bütün kooperatifleri bünyesinde toplayamamıştır. Sosyal devlet olmanın gereklerinden biri olan üst örgütlenmede devletin kendine düşen görevleri yaptığı söylenemez. Devlet, hükümetlerinde etkisiyle üst örgütlenmeyi istenildiği gibi gerçekleştirememiş, hatta çoğu kez kösteklemiştir. Bu nedenlerle kooperatifler küçük ölçekli faaliyetten ve bunun olumsuz etkilerinden kurtulamamışlardır. Bunun sonucunda kooperatiflerin en önemli işlevlerinden kooperatif etki ile rekabet etkisi işlevsiz hale gelebilmektedir. Üst örgütlenme sorununun çözülebilmesi için en önemli aşama Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin üst örgütlenme, eğitim ve araştırma, denetim, finansman ve mevzuat sorunlarının çözümünde etkin hale getirilmesi olacaktır. Gümrük Birliği’ne dahil olan ve AB’ye aday olan Ülkemiz kooperatiflerinin dış pazarlarda güçlü bir yer bulmaları için üst örgütlenme sorununun çözülmesi şarttır. KOOPERATİFLEŞME HAREKETİNİN İNŞASI İÇİN DERSLER* Emrah ÇELİK ** Bu çalışmada “For All The People (Halk İçin)” kitabının yazarı John Curl ile 2012 sonbaharında Michael Johnson tarafından yapılmış bir söyleşiyi okuyacaksınız. tarihi üzerinde derinlemesine yaptığı araştırmada, kooperatifçilik hakkında birçok ilişki tespit etmiş ve kooperatifçiliği bir değer sistemi ve bir hareket olarak incelemiştir. Ayrıca kooperatifçiliği Pm Yayıncılık, John Curl’un 550 sayfalık istihdam yaratabilen bir sektör oluşu ve “Kooperatifçilik, Kooperatifleşme Hareketi demokrasinin iş dünyasındaki yerinin Ve Eyalet Sisteminin Tarihi” isimli kitabının artmasındaki katkıları bakımından da ikinci baskısını yayınladı. Bu söyleşi, GEO değerlendirmiştir.” Steve Leikin, Pratik temsilcisi Michael Johnson ile kitabın yazarı Hayalciler (Practical Utopians) isimli John Curl arasında yapılmıştır ve kitabının kitabın yazarı. ikinci baskısındaki yenilikler ile kitapta bahsedilen ABD’deki kooperatif tarihinin Halk İçin isimli kitabının ikinci baskısı 21. Yüzyıl kooperatifçilik ekonomisinin üzerine; nasıl oluşturulması gerektiği hakkında MJ: John, önce kitabın ikinci baskısının yazarın önerilerini içermektedir. ilkine göre farklılıklarını konuşarak John’un hayatı bir nevi kooperatiflerde başlayalım. Bu konuda neler söylemek geçmiştir. California’da bulunan Heartwood istersin? isimli ağaç işletmeciliği kooperatifinin 30 yıl boyunca üyesi olan John Curl, aynı zamanda JC: İkinci baskıda üç ek bölüm var. Bunlar; California’nın Berkeley kasabasında 1. Makale ve roman yazarı Ismael Reed’in yaşamaktadır. Bunun yanında birçok farklı önsözü kooperatifin de üyesi olan John, bir tarihçi olmasının yanı sıra şair, doğramacı, sosyal 2. Son dört yılda meydana gelen gelişmeleri aktivist ve hatta şehir planlamacısıdır. ifade ettiğim yeni bir giriş Söyleşiyi gerçekleştiren Michael Johnson da kooperatifçilik hakkında bilgi ve birikim 3. Yaklaşık 100 sayfadan oluşan ve 1970’lerdeki gıda sisteminin doğuşu ve sahibidir. ortadan kalkmasının ifade edildiği ve bu “John Curl’ün “For All the People(Halk alanda başarılı iki merkez olan Bay ve İçin)” isimli kitabı çok kıymetlidir. John Minneapolis bölgeleri hakkında yaptığım Curl’ün yaptığı iş daha öncede hiç kimse araştırma raporlarının bulunduğu bir ilave tarafından yapılmamıştır. John, Amerika bölüm. Gıda sistemi hareketi, ABD’deki natürel ve organik gıda kavramları * Bu çalışma http://www.geo.coop/story/lessons-buildtarihinin başlangıcına tekabül eden ve bu ing-co-operative-movement (10.05.2013) adresinde yayınlanan Lessons for Building a Co-operative Movement kavramlarla ilişkili olan bir yaklaşımdır. A GEO Interview with John Curl, Fall 2012, by Michael Johnson künyeli mülakattan yararlanılarak hazırlanmıştır. * Yüksek Lisans Öğrencisi ([email protected]) MJ: “%1 ve %99”(toplumdaki zengin ve fakir sınıfı ifade eden bir metafor) 5 metaforu senin ABD’deki kooperatifçilik sınıf olarak tanınmanın ötesinde tarihte ekonomisinin yükseliş ve düşüşlerini ifade önemli bir yer aldığını tekrar duymak güzeldi. eden hikayen ile ne kadar örtüşüyor? JC: Bir saniyeliğine bahse konu metaforu bir yana koyarsak, kooperatifçilik ekonomisinin günümüzde malvarlığı veya geliri sınırlı nüfusun yarısı için önemli bir alternatif olabileceğini söyleyebilirim. JC: Küçük ölçekli bağımsız çiftçiler ve yevmiye usulü ile çalışan işçiler, 19. Yüzyılın özellikle son dönemlerinde çok yakın bir ilişki içerisindeydiler. Ancak bu ilişki kurumsal tarımdan önceki dönemde gerçekleşmiştir. Günümüzde küçük ölçekli Tarihsel perspektifte %1 ve%99 metaforu ve bağımsız bir çiftçi olarak yaşamak çok Amerikan İç Savaşı’nı takip eden yıllarda zordur ve bu tarz çiftçilerin hepsi farklı ortaya çıkmıştır. O dönemde zenginlik, mesleklere yönelmişlerdir. Bu nedenle bu büyük ölçüde sınırlı sayıdaki şahısların gruptaki çiftçilerin birçoğu yevmiye usulü sahip olduğu bir kavramdı. Çalışan işçiliğin nasıl olduğunu hala bilmektedirler. nüfus ise büyük bir yoksulluk içindeydi. Amerikan kapitalizmi ülke üzerindeki Fakat sizin de söylediğiniz gibi %1 ve %99 baskınlığını artırdıkça, bu durum, işçi ve bir metafordur. Bunlar gerçek istatistiki çiftçi kesiminin büyük tepkisini çekiyor ve bilgilere dayanmamaktadır. Belirli noktaları bu zümreler kapitalizme karşı çıkıyorlardı. tespit edebilmek için rakamlar kitapta yer Bu gruplar kooperatifçilik tabanlı bazı almaktadır ve herhangi bir istatistiki analiz kurum ve kuruluşlar ile kapitalizmin sınıfı ile en ufak bir ilişki taşımamaktadır. etkisini azaltmaya çalıştılar. Ancak zengin ABD’deki sınıf yapısı sübjektif, aldatıcı ve kesim, onların kooperatiflerini ortadan sürekli değişken bir durumdadır. kaldırınca, işçi ve çiftçiler bu sefer seçim politikaları ile tekrar güç kazanma ABD’deki Kooperatifçiliğin Uzun Tarihi çabasına girdiler. Bu dönem, çalışan halkın Kitabınızda dikkatimi çeken kurum ve kuruluşlarının ortadan tamamen MJ: konulardan biri de ABD’deki kooperatifçilik kaldırılması ve soyguncu baronların zaferi ile son buldu. Yine de, bu dönem kendi ve kooperatif işçiliği tarihinin 1800’lerin hayallerinin peşinden giden sıradan öncesine dayanmasıydı. Bunun tarihimiz üzerinde ve insan yaşamına dair insanların etkileyici dramları ile doludur. yansımaları nasıl olmuştur? Günümüzdeki %1 ve %99 metaforu ise, ABD’deki zenginliğin büyük sayıdaki JC: Kooperatifçilik başka bir deyişle gruplardan küçük elit şahıslara doğru hızlı işbirliği, insan toplumunun temellerinden bir şekilde yer değiştirmesi gerçeğinden biridir. Günümüzde birçok toplum, uzun ortaya çıkmıştır. Büyük sayıdaki nüfus bir süreden beri küçük otoriter gruplar fakirleşip dışlanırken, küçük bir grubun ise tarafından deforme edilmiş ve baskı para ve sermaye etrafında gücü topladığı altına alınmıştır. Ancak kooperatifçiliğin dinamikleri yaşam için vazgeçilmez görülmektedir. olduğundan dolayı varlıklarını MJ: “Çalışan işçi ve çiftçi nüfus” ifadenizi sürdürmüştür. Şu şekilde ifade etmeliyim iki nedenden dolayı çok beğendim. ki, kooperatifçilik bir normdur, çünkü Birincisi, bu iki grup arasındaki güçlü bağı bastırılabilir ancak tamamıyla ortadan neredeyse unutmaya yüz tutmuştuk. kaldırılamaz. Kooperatifçiliğin temel yapısı Aslında bu konuyla ilgili daha sonra size insanda, çocukluktan itibaren içgüdüsel farklı bir soru soracağım. İkincisi, bu iki olarak gelişir. Bir parkta toplanarak bir grubun göz ardı edilmeden bir ekonomik oyun organize eden çocukların durumuna, 6 düzenli olarak bir araya gelen bir grup müzisyenin yaptığı doğaçlama müziğe veya genç ebeveynlerin çocukları için oyun grupları oluşturmasına bakıldığında, bütün bu durumlarda insanların; özgürlük, demokrasi ve eşitlik merkezli aktiviteleri spontane bir şekilde, kendi kendilerine organize ettikleri görülmektedir. Birçok insan işbirliğini iş yaşamlarının dışında, kendi özel yaşantılarında, aileleri, arkadaşları veya sosyal çevreleri ile birlikte tecrübe ederler. Fakat işbirliği içgüdüsü adeta doğru zamanı bekleyen bir tohum gibi insanın içinde her zaman baki kalır. Baskıcı bir toplum son bulduğunda, yeni nesil kabuğunu kırar ve kendi dünyasını yeniden inşa eder. Bu yaratıcı eylem her zaman karşılıklı yardım ve işbirliğine dayanır. Kooperatifçiliğin ABD tarihindeki yerine gelince; Amerika’nın tarihinin karşılıklı yardım ve işbirliğini teşvik eden bir yapıda olduğu söylenebilir. Amerika kıtasının yerlileri işbirliği ve kabile kolektivizmine önem vermekteydi. Daha sonraki dönemde, dünyanın dört bir yanından bu kıtaya göç eden göçmenlerin tamamı da hayatlarına adeta sıfırdan başlamak durumunda kaldılar. Bu durumdaki halk kendi kaynaklarını, diğerlerinin de kullanımına sunarak ortak bir havuzda, karşılıklı yardımlaşma sayesinde kendilerini kalkındırmaya, fakirlikten ve baskıcı durumlardan kurtarmaya çalıştılar. O dönemde batıya giden trenlerin birçoğu işbirliğinin bir göstergesiydi. Göçmenler yeni bir kasaba oluşturacağı zaman, bu durum öncelikli olarak karşılıklı yardım ve işbirliğine dayanıyordu. Amerika’ya gelen hiç kimsenin maaşlı köle olmak gibi bir amacı yoktu. Bazı durumlarda, endüstriyel işçiler baskıya maruz kalabiliyorlardı. Bu gibi durumlar nedeniyle kooperatiflerin de içinde bulunduğu dernek ve kurumlar sayesinde kötü durumdakilere yardım edebildikleri bir sistem kurdular. Birçok işçi için kooperatifler, kendi endüstrilerinde özgürlüğe giden bir yol konumundaydı. Bu süreç, İşçi Şövalyeleri (Knights of Labor)’nin kapitalist sistemi ortadan kaldırmak için eyalet kooperatifleri kurulmasını planlaması ile sonuçlandı. Ancak kırsal alanlardaki kooperatifçiliğin önemini nihayet anlayan ve bu alanlardaki kooperatifçilik gelişimine destek veren devlet, özellikle Yeni Görüş (New Deal)2 döneminde, endüstriyel alandaki kooperatifçiliğe yeterli desteği vermedi. Çünkü bu alandaki işçi dayanışması mevcut maaş sistemine meydan okur nitelikteydi ve bu durum kurumun gücünü tehdit etmekteydi. Kooperatifçilikte İşçi Ve Çiftçi Hareketleri MJ: Kitapla alakalı olarak benim ilgimi çeken iki konu daha var: a) 19. Yüzyılın sonlarında bir diğer deyişle hırsız baronların ve bankerlerin baskın olduğu ve tüm ABD’yi etkisi altına alan endüstri devrimi sürecinde, çiftçi ve şehirde çalışan işçilerin arasındaki kuvvetli ilişki b) O dönemdeki gelen işçi ve çiftçiler arasındaki kuvvetli bağın oluşmasında işçi ve tüketici kooperatiflerinin rolü Bu iki konuyu biraz daha açmanız mümkün mü? Ayrıca bugünkü önem derecesini yitirmiş yapımızdan kurtulabilmek için bahsettiğiniz tarihten hangi dersleri çıkarabiliriz? Örneğin, bahsettiğiniz tarihte yeni, bölgesel ve ekolojik tarım yapan çiftçiler ile günümüzün 2 Büyük Bunalım adı verilen ve 1929 yılından itibaren bütün dünyayı etkisi altına alan ekonomik krizin sürdüğü 1932 yılında, ABD’de yapılan başkanlık seçimini F. D. Roosevelt kazandı. Cumhuriyetçi Parti’nin başkanı Hoover’den görevi devralan yeni başkan Roosevelt’in ABD ekonomisini bunalımdan çıkarmak için uygulamaya koyduğu ekonomik, sosyal ve siyasal nitelikli önlemlerin tümüne “New Deal” (Yeni Görüş) adı verilmektedir. 7 kooperatifçilik ve işçilik akımları arasında kurulan kooperatifler, kendilerine yönelik bir bağlantı kurabilmek mümkün mü? bir tehdit veya saldırı olduğunda da seçim politikaları üzerindeki etkinliklerini JC: Çiftçiler ve endüstriyel işçiler arasındaki kullanarak Amerikan tarihindeki en başarılı kuvvetli bağı anlayabilmenin yolu, 1862 “üçüncü” parti olan Popülist Parti çatısı yılında İç Savaş döneminde Abraham altında bir araya geldiler. Lincoln döneminde yapılan ve ülkenin batısındaki milyonlarca dönüm araziyi Fakat bu günkü şartlar altında bunu gönüllü kimselerin kullanımına açan ve oluşturabilmek artık mümkün değildir. bu alan üzerinde çiftçilik yapmalarına Tarih her zaman kendine ait özel şartlar imkân tanıyan Homestead Kanunu’nu3 ile müsemmadır. Günümüzde ekolojik anlamaktan geçer. Savaştan sonra ülkenin tarım yapan çiftçiler, işçi kooperatifleri kuzeyinden çok sayıda asker batıya göç ve işçi hareketleri; sürdürülebilir, sosyal ederek bu kanundan faydalanarak çiftçilik ve ekonomik adalet ortak paydasında yapmaya başladılar. Asker ailelerinden bir araya gelerek daha büyük bir hareket çiftçilik yapmak istemeyenler de endüstri oluşturmaktadırlar. Mesela, ekolojik sektöründe işçi olarak çalıştılar. Bu sayede tarım yapan bir çok çiftçi “gıda adaleti” halk iki dünya hakkında da bilgi sahibi hareketi ile günümüzün “gıda çölü” oldu. İşçiler ve çiftçiler, aynı düşmana karşı haline gelen fakir ülkelerine gıda yardımı savaştıklarının farkına vardılar. Savaştan yapmaktadırlar. Bu yardımın büyük bir sonraki dönemde ortaya çıkan hırsız bölümü pazarlar ve dükkânlar aracılığıyla baronlar (Robber Barons), doğuda bulunan yapılmaktadır. Pazarlar, bölgesel ve kar endüstri sektörü işçilerini maaşlı birer köle amacı gütmeyen topluluklar ile ilintili haline getirirken, demiryolu baronları olan işbirlikçi bir yapıya sahiptir. Organik ise, fahiş oranlardaki nakliye ücretleri tarım yapan küçük bir çiftlik ile bir matbaa ve arazi ipoteği karşısında kredi veren arasında organizasyonel bir ilişki olmasını bankalar aracılığıyla çiftçileri adeta tutsak beklemek gerçekçi değildir. Ancak her etmişlerdi. Bu arada doğudaki fabrikalara ikisi de birbirinin ürün veya hizmetini çok sayıda göçmen işçi dolduruluyordu. kullanmaya eğilimlidir ve bunun adı Fakat Amerika’ya göçen bu vatandaşların karşılıklı yardımdır. hayallerini maaşlı bir köle olmak değil, çiftçi olmak süslüyordu. Bu nedenle işçi ve Memeliler Ve Dinozorlar: Doğru Ölçülere çiftçiler adeta doğal bir müttefik oldular. Ulaşıyorlar Böylece iki grup da kendi alanlarında kooperatifçiliğe başladılar. Çiftçiler, daha önce bankalar, işletmeler ve demiryolları tarafından kontrol altında tutulan tedarik, üretim ve dağıtım alanlarında kooperatifler kurdular. Endüstriyel işçiler ise, kendi endüstrilerinde işveren ve ticari şirketlerin tuzaklarından kurtulabilmek maksadıyla, işçi ve tüketici kooperatifleri kurdular. İşçiler ve çiftçiler tarafından 3 Homestead Kanunu, 1862′de ABD Kongresinden geçen bir yasadır. Bu yasaya göre her çiftçi, beş yıl fiilen ekip biçmek koşuluyla, 160 acre’lık bir hazine toprağının (homestead) sahibi olabiliyordu. 8 MJ: Şimdiki ile 125-150 yıl öncesinin çalışan nüfusu arasındaki işbirliği ilişkisini ortaya koymak beraberinde yeni soruları da gündeme getiriyor. Görünüşe bakılırsa, kooperatifçilik hareketleri ve radikal sendikalaşma 19. Yüzyılın başlarında zirve yapmış. Hiç şüphe yok ki, sendikalaşma ve kooperatifçiliğin o dönemki önemi ve büyüklüğü günümüzdeki yapıyla taban tabana bir zıtlık içerisinde. Günümüzdeki işçi kooperatifleri sosyal ve ekonomik açıdan çok küçük bir öneme sahip ve sendikalar da buna paralel olarak büyük bir düşüş içerisinde. • Sizce bu değerlendirmem doğru için mevcut sistemin tamamen ortadan kaldırılması gerekmektedir. mu? • Eğer doğruysa gelecek değerlendirmeniz nasıl olur? • Yoksa bu tarz soruları nesiller arası süreç çerçevesinde mi değerlendirmemiz gerekir? • Aynı zamanda, son zamanlarda Mondragon4 ve Birleşmiş Çelik İşçileri arasında gerçekleştirilen işbirliğini kooperatifçiliğin gelecekteki önemini artırmaya yönelik pozitif bir çaba olarak değerlendirebilir miyiz? JC: Devletin kırsal ve tarım alanında faaliyet gösteren kooperatiflere yönelik teşviki, Yeni Görüş (New Deal) döneminin parçası olarak bir devlet politikası haline gelmiştir. 1930’larda kırsal Amerika, kooperatifçilik sayesinde büyük bir değişim ve dönüşüm sürecine girmiştir. Kooperatifler, tarım alanındaki tedarik ve dağıtımın yanı sıra, ABD’nin kırsal bölgelerine elektrik ile sulama ve içme için kullanılabilecek suyun getirilmesini sağlamıştır. Kooperatifler günümüzde de devlet tarafından desteklenen ve özellikle kırsal alanda günlük yaşantının bir parçası haline gelen yapıdadır. Bu yüzden 21. Yüzyılda büyük ölçekte bir değişimin yapılması kaçınılmazdır. Mevcut ekonomik sistem, nüfusun giderek artması, durumu ciddi ölçüde değiştirebilecek nitelikteki iklim değişiklikleri ve zengin ile fakir arasında gittikçe büyüyen bir fark ile baş edebilecek nitelikte değildir. Küçük miktardaki elit zengin kesim ile büyük orandaki ötekileştirilmiş kesim arasında büyük bir uçurum meydana gelmiştir. İşte kooperatifçiliğin yeni yapısını oluşturacak kesim de bu marjinalleştirilmiş kesimdir. Bu grup, karşılıklı yardım ve işbirliği ilkesi ile ekonomik ve politik kurumlar oluşturacaktır. Aslında hayatta kalabilmek için başka çareleri de yoktur. Bu arada sosyal aktivistleri ve öngörü sahibi bazı kimseler, bu ortamın arka planını hazırlamaktadırlar. Birleşmiş Milletlerin yardım faaliyetleri sayesinde, bir dünya kooperatifçilik hareketi ortaya çıkmaktadır. Bu hareket; kooperatif aktivistleri, işçi hareketi, kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşları ve devlet tarafından desteklenen kooperatiflerin işbirliğine dayanan bir ekonomik kalkınma stratejisidir. Yeni yüzyılda kaynakların etkin ve verimli kullanıldığı başarılı ve sürdürülebilir bir dünyayı yaratabilmek için gerekli olan da bu şekilde karşılıklı yardıma Evet, sendikaların keskin düşüşü, emek dayanan akımların varlığıdır. karşıtı kanuni düzenlemeler sebebiyle devam etmektedir. Bazı legal kısıtlamalar Evet, Mondragon ve Birleşmiş Çelik İşçileri sendika yapılarını güçsüzleştirmiştir. Ayrıca arasındaki işbirliği, bu alandaki önem paranın baskınlığına dayanan mevcut seçim artışının bir göstergesidir. Birçok sendika, sistemi, yapılacak olan kanunların da aynı yapıları, amaçları ve görevleri hakkında yolda devam edeceğine işaret etmektedir. yeniden değerlendirme yapmaktadırlar. Büyük ölçekte bir değişimin gerçekleşmesi Bu değerlendirmeden çıkacak sonuç ise; sendikaların en temelde, çalışanları arasında karşılıklı yardımlaşmaya dayanan 4 Model işçilerin girişimciliğini üstlendiği, yönetiminde etkin olduğu sanayi üretimine yönelik bir ko- bir organizasyon olduklarıdır. Bu nedenle operatiftir. Yöresel ekonomik gücün sağlanması için asıl amaçları da, üyeleri ve çalışan yerel sanayinin kurularak geliştirilmesine ve yörede personeli için daha iyi hayat standartları istihdam imkânlarının artırılarak işsizliğin önlenme- sağlayabilmek olmalıdır. sine yönelik bir modeldir. 9 MJ: John, “21. Yüzyılda büyük ölçekte bir değişim kaçınılmazdır” ve “mevcut sistemin tamamen ortadan kaldırılması gerekir” demekle çok iddialı açıklamalar yapıyorsunuz. Bu konuda lütfen biraz daha açıklayıcı olabilir misiniz? JC: Bu ekonomik sistemin uzun vadede sürdürülebilir olabilmesi için tek şart, büyük ve yaygın ölçüde bir baskının hâkim olmasıdır. Bu baskı günümüzde kapalı kapılar ardında gizli bir şekilde yapılmaktadır. Evlerinden birer birer çıkmak zorunda bırakılan insanların varlığı bu baskı ve engellemenin göstergesidir. Bugün uygulanan yol budur, baskı için illa sokaklarda tankların dolaşması gerekmez. Mevcut ekonomik sistem işlevsizdir ve bu yapının gelecekteki hali de; küçük bir grup elitin zenginliğine zenginlik kattığı, fakirliğin artarak devam ettiği ve bir zamanlar “orta direk” diye nitelendirilen ve toplumun büyük bir bölümünü oluşturan kesimin de gelecekte fakir olarak adlandırılacağı şekilde olacaktır. Çünkü bizim kullandığımız araçlar ve maksadımız, aynı zamanda bizim sonumuzu yansıtmaktadır. Biz yeni dünyayı, başarılı olabileceğimiz ölçüde yaratmak zorundayız. Bu sayede eski sistem, kendi ağırlığı altında yok olup gitmeye mahkûm olacaktır. Bu bizim otomatik olarak kazanacağımız anlamına gelmez. Dünya çok daha kötü ve barbarlığın egemen olduğu bir döneme de girebilir. Büyük sosyal değişim zamanlarında kazanmak veya kaybetmek gibi iddialar söz konusu değildir. Fakat bence bir nesil yetişecek ve torunlarımızın geleceği için daha iyi bir dünya yaratacaklardır. MJ: John, bu konuda son bir ilave yapmak istiyorum. Bizim şiddet içermeyen bir yapıda olmamız gerektiğini ve yeni dünyayı başarılı olabileceğimiz ölçüde inşa etmemiz durumunda, eski sistemin kendi ağırlığı altında çökeceğini ifade ettiniz. Bu ifadeyle bir kooperatifçilik sistemi inşa etmek için uygulanabilecek bir stratejiyi mi kastettiniz? Eğer öyleyse daha önce de bahsettiğimiz 1930’lardaki Birçok sosyal direniş buna benzer şartlara Amerika’nın kırsal alandaki değişimi bu maruz kalan, bir zamanlar iyi bir hayat konuda bize neler tavsiye etmektedir? standardına sahip olup da sonradan bu şartların değiştirilerek, imkânların JC: ABD’deki işçi kooperatifleri Birleşmiş ellerinden alındığı durumlarda meydana Milletler direktiflerine uyarak, devlet ve gelmiştir. Öte yandan insanlar, kabul sivil toplum kuruluşlarındaki müttefikleri edilebilecek herhangi bir alternatifleri ile iyi bir ortaklık kurmalıdırlar. Çünkü ancak olmadığı zaman, zor da olsa kendilerine bu sektörlerin desteği ile kooperatifler, dayatılan şartları kabul etmek durumunda mevcut dünya düzenini değiştirmek için kalmaktadırlar. Belki bir kereliğine, bu tarz gerekli olan güce sahip olabilirler. durumlarda çeşitli eylemler ve protesto gösterilerinde bulunabilirler. Ancak bu, Evet, kırsal Amerika’daki Yeni Düzen genellikle sadece bir sinir harbidir ve müttefikliği döneminde kurumsallaşmış yapıcı manada hiçbir değişiklik meydana kooperatifler, her ne kadar banka getirmez. Yalnızca radikal anlamda öngörü sektörünün yapısal olarak etkin bir rol sahibi bazı gruplar, farklı bir ekonomik üstlendiği nitelikte olsalar da bir rol sistemi uygulamanın mümkün olduğuna modeldir. Mevcut ekonomik düzene uyum toplumu ikna ederlerse, yapısal anlamda sağlayabilecek karşıt kurumlar meydana değişiklikle sonuçlanabilecek eylemler ve getirmeye ihtiyaç vardır. Her geçen gün sayılarını artırmamız gereken bu kurumlar, gösteriler yapılabilir. mevcut sektörden izole edilmiş bir yapıda Bizimkisi şiddet içermeyen bir direniştir. olmamalıdır. Toplumda ötekileştirilmiş 10 ve ana akım ekonomik sistemin dışına çıkarılmış kimselerin olduğu gibi, baskıcı çalışma koşullarından bunalmış ve bu şartları değiştirmek isteyen kimselerin de kurabileceği kurumlar mevcuttur. İnsanlar beraber çalışmayı, kaynaklarını bir havuz içerisinde toplayarak paylaşmayı ve karşılıklı olarak birbirlerine yardım etmeyi öğrendiklerinde, daha güçlü ve müreffeh olacağız. Güçlü bir kooperatifçilik hareketi, dönüşüm için gerekli ivmeye sahip sosyal bir güç olabilir. Ana akım kapitalist sistemin kısa bir süreç içerisinde ortadan kalkabileceğini düşünmüyorum. Bununla olabildiğince yaşayabilmek için gerekli planlamayı yapmak durumundayız. Ancak bu süreç kaçınılmaz bir şekilde ani yükseliş ve düşüşlerin yaşandığı bir döngü içerisine girecektir. Kooperatifçilik sektörü de bu ani yükseliş ve düşüş eğilimlerinden etkilenecektir, ancak bu etki kapitalist işletmelerin yaşayacağı etkiden çok daha azdır. Şimdiki gibi düşüş zamanları, kooperatifçilik sektörü için bir uyarıcı bir dürtü niteliğindedir. Büyük Bunalım (Great Recession) süreci en azından bu nesil boyunca etkisini devam ettirecek yeni bir normalleşme süreci olabilir. Eski sistem kendi ağırlığı altında çökecektir sözümle neyi kastettiğimi anlatmaya çalışayım. Dünyadaki mevcut ana akım ekonomik sistemin değişimini ilk çağlardaki devasa dinozorların baş edilemeyecek derecede gelişmelerine benzetiyorum. Bilim adamları dinozorların yaşadığı çağda, memelilerin küçük kürklü yaratıklar olduğunu ve kuşların ise küçük ve az tüylü dinozorlar olduğunu ortaya koydular. O dönemdeki devasa dinozorlar ise hayvanlar âlemindeki bu yeni dünya düzeni ile alakasız bir fiziksel yapıda oldukları zaman kendi ağırlıkları altında yok olup gitmişlerdir. Bu durum, bu yüzyılın kooperatifçilik hareketi için bir model oluşturabilir. MJ: Dinozorlar ve memeliler hakkında söyledikleriniz geçenlerde okuduğum bir konuyu aklıma getirdi. Kültürel yapıdaki değişimleri inceleyen bu konuşma metninde konuşmacı John G. Bennett, “daha fazlası daha iyidir” söylemini çürütmek için dinozorlar ve memelileri örnek olarak gösteriyordu. Bu konuda memeliler hakkında iki konuya vurgu yapıyordu. Birincisi “daha büyük” olmak yerine “doğru büyüklükte” olmalarıydı. Evrim teorisinin de bunu destekler nitelikte “daha büyük” yerine “daha uygun” nitelikteki bir değişimi öngördüğü ifade ediliyordu. İkincisi ise, memelilerin yaşamsal faaliyetlerini gerçekleştirebilmek için daha küçük hücre ve organlara sahip olmalarıydı. Bu konuda bir şeyler eklemek ister misiniz? JC: Gelişimini yeterli ölçüde devam ettirebilmek, hem bireysel hem de kurumsal anlamda kooperatifçilik hareketi için başarıya giden yolda hayati öneme sahiptir. Kapitalist işletmeler “geliş veya öl” şeklindeki sonsuz sarmal içerisinde faaliyet gösterirler. Bu ilke geçmişte de birçok kooperatif tarafından benimsenmiştir. Ancak sürdürülebilir başarı için bu model reddedilmelidir. Merkezileştirilmiş ve dikey yapıdaki bir kooperatif birçok nedenle çöküş yaşayabilir. Bu bir iflas veya kapitalizm tarafından ele geçirilmek suretiyle olabilir. Sürekliliği olan ve başarılı bir hareketin yapısı ise birbirine paralel olarak bağlı özerk kooperatiflerden oluşmaktadır. Bu yapı yatay bir gelişimi öngörmektedir. Her kooperatif, kendi “doğru ölçüsünü” bulmalı ve bununla yetinmeyi bilmelidir. Kooperatifçilik, bir değil binlerce merkezi olan ve sınırları çizilmemiş yapıda bir harekettir. Amerika ve dünyadan birçok insan kooperatifçiliğin, dönüşüm sürecine katkı ihtimalinin farkına varmaya başlamışlardır. Bu, zamanı gelmiş bir düşünceler topluluğudur. Bu alanda binlerce yaratıcı düşünce, farklı perspektiflerden yaklaşmak suretiyle çalışma yapmaktadır. Oluşan dinamik süreç bize bağlı olup, bu alandaki sınır 11 sahip olduğumuz hayal gücüdür. 21. yüzyıl: Birlikte çalışan Amerika’nın gelişmesine yardımcı oluyor MJ: “Böyle mi olmak zorunda?” isimli kısa bölümde, işçi kooperatifleri konusunun yalnızca marjinalleştirilip ötekileştirilmediğini aynı zamanda ekonomik planlamanın dışında bırakıldığını söylemişsiniz. Bu çok iddialı bir söylem. Fakat kitabınızda konu ile ilgili detay vermemişsiniz, rica etsem bu konuyu biraz açabilir misiniz? JC: Yeni Görüş gereğince, şehir ve endüstriyel işçi kooperatifleri ABD ekonomik planlaması dışında bırakılırken, kırsal bölge ve çiftçi kooperatifleri bu planlamaya dâhil edilmiştir. İki grup arasındaki fark çok keskindir. Kırsal alanda, Amerika’nın gelişebilmesinin devletin bu alandaki kooperatifleri desteklemesinden geçtiği konusunda ulusal bir görüş birliğine varılmıştır ve bu destek gerçekleştirilmiştir. Bu durumun tam tersi ise maaş sisteminin kalesi durumunda olan şehirler ve endüstriyel alanlarda meydana gelmiştir. Yeni Görüş, şehirlerdeki kooperatiflere yaptığı promosyon ve teşvikleri kesmiş ve bu sayede endüstriyel kapitalizmi tekrar canlandırmaya çalışmıştır. kooperatifçiliğinin ulusal bir politika ile benimsenmesinden geçmektedir. Bunun anlamı da; mevcut ekonomik sistemi, daha büyük sayıdaki işçi kooperatifleri ve diğer sosyal işletmelere açmak ve bu sayede milyonlarca insanın, birbirlerinin ürettiği mal ve hizmetlerden faydalanarak daha iyi iş imkânlarına sahip olmasını sağlamaktır. Son yıllarda işçi kooperatifleri hareketi, kalabalık bir şekilde sesini daha fazla duyurmaya başlamıştır. Ancak şu anda insanların artık eski cevapların yeterli olmadığına iyiden iyiye kanaat getirmeye başladığı bir dünya düzeni içerisindeyiz. Bu düzende çocuklarımız ve torunlarımız için yeni bir dünya inşa edebilmek amacıyla, mantıklı bir şekilde ve engin bir öngörü ile geleceğin ekonomik sistemini yeniden dizayn etmek zorundayız. MJ: John, müsaade edersen bu noktadan biraz daha ilerlemek istiyorum. Anlayabildiğim kadarıyla Yeni Görüş sisteminin kırsal alandaki kooperatifçilik başarısının günümüzde büyük oranda değiştiği görülüyor. Elbette ki kırsal alandaki bu yatırımın birçok faydası da olmuştur. Ancak Yeni Görüş’ün desteklediği bu tarımsal kooperatiflerin büyüyerek devasa boyutta endüstriyel birer tarımsal iş kolu haline geldiğini söylemek yanlış mıdır? Bu iş kolları ki, demokratik olmayan, Şu anki durum ise çok farklıdır. On yıllardır maaşlı birer kooperatif yapısındadır. Amerikalılar esnek bir orta direk yapısına Bence Wikipedia internet sitesindeki şu 5 ve gelişen bir refah seviyesine sahiptir. linke bakılırsa benim söylediklerim ciddi İkinci Dünya Savaşı’na katılan ülkelerin anlamda söz konusu görünüyor. ABD hariç hepsi ekonomik bir çöküş JC: Michael, en büyük tarımsal yaşarken, ABD bu alanda ayakta kalabilen tek ülke olması sayesinde refah seviyesini kooperatifler bile kurumsal anlamda artırmıştır. Ancak, Amerikalılara bu refah ve endüstriyel bir tarımsal işletme değillerdir. zenginliğin kapitalizm sayesinde oluştuğu Çünkü küçük veya büyük bir tarımsal şeklinde bir yalan söylenmiş ve halk kooperatifin sahibi kendi üyeleridir. kandırılmıştır. Ancak bu oyunun sonu artık Endüstriyel tarım işletmelerinde ise bütün gelmiştir. Çünkü kapitalizm, ABD’deki küçük diğer kapitalist kuruluşlarda olduğu gibi bir grup elit kesime zenginlik sağlarken, sahiplik yatırımcı ve hisse ortaklarınındır. diğer bütün halkı fakirleştirmiştir. Bu Tarım kooperatiflerinin tipik üyeleri aile sistemi değiştirerek, en az zararla süreçten 5 İnternet: http://en.wikipedia.org/wiki/Agricultuçıkmanın yolu ise, karşılıklı yardım ve işçi ral_cooperative Erişim tarihi: 15.06.2013 12 çiftlikleridir. Büyük tarımsal kooperatifler ise bütün büyük demokratik kurumlarda olduğu gibi bazı kurumsal problemler yaşayabilirler. Etkinlik ve verimliliği sağlayabilmek için küçük bir grup üzerinde kuvvet merkezi oluşturabilirler. Bu da zaman zaman kurumsal bir şekilde üyelerinin görüşünü almadan karar verebilir. Fakat bu sorunlar bir kooperatifte çok az meydana gelir. Burada en karmaşık konu iş gücüdür. Tarımsal kooperatifler patronluktan ziyade işletme sahipliği esasına göre faaliyet göstermektedir. Senin söylediğin listedeki tarımsal kooperatiflere baktığımda da bunların hiçbirinin kooperatif yapısını terk etmediğini ve hala gerçek kişilere hizmet ettiğini görüyorum. Hepsi de çiftçilere hizmet veriyorlar. Bu anlamda kooperatifler, aile çiftliklerinin varlıklarının devam ettirebilmeleri için en büyük desteği vermektedir. Senin bahsettiğin bu listenin haricinde, sayısız çoklukta bağımsız çiftlikler, kendi ürünlerini pazarlayabilmek için kooperatif yapıyı kullanmakta ve bu sayede çiftliklerinin endüstriyel tarım işletmeleri tarafından ele geçirilmelerine engel olmaktadırlar. için ikinci söylediğim sonuç daha olasıdır. Bence bu konuda tablo biraz karışıktır. Kar amacı gütmeyen dernek ve vakıfların, işçi kooperatiflerinin başarısı yolunda en büyük destekçisi olacağını düşünüyorum. Sosyal örgütlerin yapılarında işçi kooperatiflerinin ve toplumun birer paydaş olacağı bir toplum yapısı olmalıdır. Bu tipteki kooperatiflerin ekonomik kalkınma aracı olarak görüleceği ve bu sayede yoksulluğun ortadan kaldırılacağına inanan bir toplum olmalıdır. Okullar ve hastaneler gibi en büyük hizmet kuruluşlarının mal ve hizmet alımlarında yerel işçi kooperatiflerine öncelik ve kolaylıklar sağlaması gerektiği kanaatindeyim. Modern çevreci kuruluşların yeni alanlar keşfetmek konusunda işçi kooperatiflerine yardımcı olmaları gerektiğini düşünüyorum. Bence bu büyük bir şemsiye altında yapılacak, geniş ölçekli bir projedir. Gençliğe ilham verecek ve onlar için yeni yaratıcı imkânlar sağlayacaktır. İşbirliğinin zorluklarını kabul etmek MJ: Son olarak sormak istediğim soru şu: Bu soruyu herhangi bir kimseyi suçlamak için değil, daha iyi seviyede işbirliğini nasıl sağlayabilirdik konusunu merak ettiğim için soruyorum ve senin de işçi MJ: Tamam, müsaadenle devam kooperatiflerindeki geçmiş tecrübelerine ediyorum. John, söyler misiniz işçi dayanarak soruyu cevaplamanı rica kooperatifleri ve işbirliği/dayanışma ediyorum. 200 yıllık ABD tarihine hareketleri Amerikan politikasında etkili bakıldığında, kooperatifçilik hareketinin bütün paydaşlarını da hesaba katarak, bir güç olsa idi ne olurdu? hangi noktalarda hatalı yapıldığını JC: Bence dünya ekonomi sistemi bir çöküş düşünüyorsun ve bugünkü durumda bu içerisindedir ve bu çöküş yakın tarihte de hareketin önemini nerede görüyorsun? devam edecektir. Mevcut sistem var olan sorunlar ile başa çıkamayacak niteliktedir. JC: Bence aktivistler herkesin politikacı Tarihsel açıdan bakıldığında, bir çöküş, olmadığını ve olamayacağını kabul etmek genellikle katı ve otoriter bir rejim ile durumundalar. İnsanlara olduğu gibi sonuçlanır. Fakat bu çöküş aynı zamanda, davranmalı ve onlardan yapabileceklerinin sistem hakkında tekrar değerlendirme üzerinde bir beklentide bulunmamalısınız. yapan ve sistemi yeniden dizayn eden Bu adı üzerinde karşılıklı bir yardım sürecidir. harekete geçirilmiş bir halkı da beraberinde Bazı insanlar kendilerinden başka birini getirebilir. ABD gibi gelişmiş bir sivil toplum göremiyorlar. Bu insanlar kooperatifçilik 13 için uygun değillerdir. Bazıları yalnızca kendi aileleri veya akrabaları dışındaki insanları dışlamaktadır. Bazıları ise kendilerini etnik, milliyetçi, dini, hatta bir takım sosyal grupların(sanatçı fanları, hayvan sever gruplar, spor takımları gibi) üyesi olarak nitelendirmektedir. Bir diğer uç grup da çok kültürlü ve uluslararası toplumlardır. Bu gruplar kendilerini global insanlık ailesinin bir parçası olarak tanımlamaktadır. Bu ifade zaman zaman galaksi ölçeğine kadar yükselebilmektedir. Birçoğumuz herhangi bir yerde ve bir şeylerin arasındayız. Her birimiz kendimize layık gördüğümüz katkıya ihtiyaç duyarken, başka birinin yoluna da taş koymadan bunu adil bir şekilde yapmak isteriz. Bu nedenle gerçek dışı beklentiler genellikle büyük hezeyanlar ile sonuçlanır. Bir grup halinde veya bire birde bütün insanların rekabetçi bir anlayışta olmadığını kabul etmek gerekir. 1974 yılında faaliyetine başlayan benim kooperatifimde çok çeşitli insanlarla tanıştım. Örneğin bu insanların bir bölümü yaşadığı çevrenin belirlenmesi anlayışını benimsemiş kimselerdi. Bu kimseler kendi görev alanlarının net bir şekilde belirlenmesini istiyordu. Bizim çalışma sistemimiz ise buna aykırıydı. 14 Çünkü biz boşta olan personelin bir diğer alanda görev yapabilmesini öngören bir işletmeydik. Bu tarz anlayışa sahip personel ise bu yapıya ayak uydurmakta zorlanıyor ve en kısa süreçte yeni bir işe girmeye çalışıyordu. Genelleme yapmak gerekirse, başarılı bir işbirliği sürecinde herkes kendisini rahat hissettiği bir alan istemektedir. Bu spor takımlarında veya bir orkestrada da böyledir. İki kişi birlikte çalışamıyorsa, grup yeni bir planlama yapmak veya problemi olan kişi veya kişileri bünyelerinden ayırmak zorundadır. Bu çok büyük bir iş değildir, aksine insan yaratılışının bir gereğidir. İşbirliği veya daha geniş bir ifadeyle kooperatifçilik anlayışı herkese göre değildir. Çeşitlilik iyidir, ancak toplumda yalnız kimseler için de bir alan olmak zorundadır Burada kritik olan husus, bu yalnız kimselerin toplumun kontrolünü ele geçirmelerine izin verilmemesidir. Büyük resimden bakıldığında, işbirliği içerisinde çalışmak toplumun yaşam kalitesini artıracaktır. Hayat sıkıcı iş koşulları içerisinde heba edilmeyecek kadar kısa ve çabuk geçmektedir. Bunun aksine, günlük aktivitelerde işbirliği ve karşılıklı yardım içerisinde sürdürülen bir yaşam ise iyi harcanmış demektir. Ayrıca bu size kendinizi iyi hissettirir. VERGİ ZİYAN’INI ÖNLEMEDE SAYIŞTAY - MALİYE BAKANLIĞI İŞBİRLİĞİ S. Tunahan BAYKARA * GİRİŞ Vergiler her ülkede olduğu gibi ülkemizde de en önemli gelir kaynaklarından birisi ve asli gelir unsurlarındandır. Yine vergiler bir çok ülkede bütçe harcamalarının en önemli kaynağıdır. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nda açıkça tarif edilen Vergi ziyaı, Devletin gelir kaybının vergisel boyutudur. Verginin niteliği itibariyle kamunun bir gelir kaynağı olması vergi ziyaının kamu zararı boyutunun da değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Çünkü vergi ziyaı ile kamu kaynağında artışa engel olunması sonucu kamu zararı ortaya çıkacaktır. Vergilendirme işlemleri Maliye Bakanlığı (Gelir İdaresi Başkanlığı) tarafından yerine getirilmektedir. Bu anlamda vergi ziyaını önleme, vergi ziyaına sebep olan unsurları ortadan kaldırma ve vergi ziyaını önleyici idari yaptırım ve cezaları uygulama yetkisi 213 sayılı Vergi Usul Kanunu çerçevesinde Maliye Bakanlığı tarafından kullanılmaktadır. Makalemizde; vergi ziyaının vergi gelirlerini azaltıcı etkisiyle birlikte ortaya çıkan kamu zararının minimize edilmesinde Sayıştay ve Maliye Bakanlığının nasıl bir işbirliği içinde olması gerektiği ve bu işbirliğinin sonucu ortaya çıkacak etkinlik izah edilmeye çalışılacaktır. Sayıştay denetim ve yargısının anayasal dayanağı olan 1982 Anayasasının 160’ ıncı maddesinde; VERGİ ZİYAI & KAMU ZARARI İLİŞKİSİ “ Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir….. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 341 inci maddesinde Vergi Ziyaı; ….Mahallî idarelerin hesap ve işlemlerinin denetimi ve kesin hükme bağlanması Sayıştay tarafından yapılır…” Hükümleri yer almakta olup Sayıştay’ın diğer denetim ve yargı yetkileri gibi gelir denetimi yetkisinin de anayasal dayanağı ilgili maddedir. Bu anlamda Sayıştay vergi ziyaını gelir denetiminin bir parçası olarak kamu zararı boyutuyla denetlemekte ve kesin hükme bağlamaktadır. * Yüksek Lisans Öğrencisi ([email protected]) “Mükellefin veya sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden, verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eder…” şeklinde tariflendirilmiştir. Aynı maddede yukarıdaki tanımlamanın devamında; “..Şahsi, medeni haller veya aile durumu hakkında gerçeğe aykırı beyanlar ile veya sair suretlerle verginin noksan tahakkuk ettirilmesine veya haksız yere geri verilmesine sebebiyet vermek de vergi ziyaı hükmündedir….” Denilerek maddedeki genel tanımdan başka nelerin vergi ziyaı olarak kabul edileceği hüküm altına alınmıştır. 15 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun “Kamu zararı” başlıklı 71 inci maddesinde kamu zararının tanımı ve kamu zararının belirlenmesinde nelerin esas alınacağı yer almaktadır. İlgili maddede kamu zararının tanımı olarak ; “Kamu zararı; kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır.” İfadelerine yer verilmiştir. Vergilerin ülkemiz için en önemli kamu gelir kaynağı olduğundan hiç şüphe yoktur. Bu anlamda mükellefin veya sorumlu pozisyonunda olan kamu kurumlarının vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden vergilerde ve doğal olarak kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması vergi ziyaının kamu zararının en önemli sebeplerinden birisi olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. SAYIŞTAY YARGISINDA ve MALİYE BAKANLIĞINDA VERGİ ZİYAINA UYGULANAN YAPTIRIMLAR Sayıştay Yargısında 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nda “Sayıştay’ın görevleri” başlıklı 5 inci maddesinin (b) bendinde; “Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin; gelir, gider ve mallarına ilişkin hesap ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığını denetler, sorumluların hesap ve işlemlerinden kamu zararına yol açan hususları kesin hükme bağlar.” Denilerek Sayıştay’ın kamu zararına ilişkin denetiminin kanuni dayanağı, anayasal dayanağı olan 1982 Anayasası’nın 160 ıncı maddesine paralel olarak düzenlenmiştir. Sayıştay denetimi sonucunda tespit edilen 16 kamu zararı, incelenen belge ve defterlerde mevcut olan veya doğrudan inceleme sonucu ortaya çıkan tutarı ifade etmektedir. Yani kamu zararının nedeninden çok (vergi, fiyat farkı ödemesinin vb olması) sonuçta kamu zararına sebep olunması önemlidir. Bu anlamda tespit edilen kamu zararının nedeniyle ilgili diğer mevzuatlarda öngörülen ceza ve faiz gibi yaptırımlar incelenen konuyla ilgili toplam kamu zararının hesabında dahil edilmemektedir. Örneğin Sayıştay Yargısı sonucunda, denetimde tespit edilen vergi ziyaı kaynaklı kamu zararının tazminine karar verildiği takdirde sadece ziya uğratılan verginin aslı için tazminine karar verilmekte, sonuçta Vergi Usul Kanunu’nda vergi ziyaı için öngörülen ceza bu hesaba dahil olmamaktadır. Uygulama mevzuat açısından doğru olmakla birlikte nihai kamu geliri ve hazine menfaatleri açısından bakıldığında ve bu arada cezaların da bir kamu geliri olduğu2 düşünülürse tek başına verilen bu tazmin kararı yeterli olmamaktadır. Sayıştay Yargısı sonucunda tazminine karar verilen kamu zararının sorumlularca ödenmemesi durumunda öngörülen yaptırımlar ise 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nun 9 uncu ve 53 üncü maddelerinde belirtilmiştir. İlgili kanunun “Kamu İdareleri ve Görevlilerinin Sorumluluğu” başlıklı 9 uncu maddesinde sorumlular hakkında maaş kesintisi, usule göre görevden uzaklaştırılarak haklarında gerekli soruşturma veya kovuşturma yapılması öngörülmektedir. Ziyaa uğratılan verginin Sayıştay yargısınca kamu zararı olarak tazminine hüküm verilmesi neticesinde uygulanacak faiz ve tahsil usulüyle ilgili olarak 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nun “İlamların İnfazı” başlıklı 53 üncü maddesinde ise; “(1) Sayıştay ilamları kesinleştikten sonra doksan gün içerisinde yerine getirilir. İlam hükümlerinin yerine getirilmesinden, ilamların 2 6183 Sayılı AATUHK “Kanunun şümulü” başlıklı birinci maddesinde cezaların amme alacağı kapsamında olduğu açıkça yazılmıştır. gönderildiği kamu idarelerinin üst yöneticileri sorumludur. (2) İlamlarda gösterilen tazmin miktarı hüküm tarihinden itibaren kanuni faize tabi tutularak, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre tahsil olunur.” Hükümleri yer almaktadır. Maliye Bakanlığında 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 344 üncü maddesinde Vergi Ziyaı Cezası şu şekilde ifade edilmiştir: “341 inci maddede yazılı hallerde vergi ziyaına sebebiyet verildiği takdirde, mükellef veya sorumlu hakkında ziyaa uğratılan verginin bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilir. Vergi ziyaına 359 uncu maddede yazılı fiillerle3 sebebiyet verilmesi halinde bu ceza üç kat, bu fiillere iştirak edenlere ise bir kat olarak uygulanır. Vergi incelemesine başlanılmasından veya takdir komisyonuna sevk edilmesinden sonra verilenler hariç olmak üzere, kanuni süresi geçtikten sonra verilen vergi beyannameleri için bu madde uyarınca kesilecek ceza yüzde elli oranında uygulanır.” Ayrıca Tespit edilen bu vergi ziyaı ile ilgili olarak Vergi Usul Kanunu mad 112’ye göre son yapılan tarhiyatın tahakkuk tarihine kadar Gecikme Faizi uygulanacaktır. VERGİ ZİYAININ SAYIŞTAY YARGISI ve MALİYE İNCELEMESİ SONUCUNUN HAZİNE MENFAATİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Değerlendirmenin örnek olay bazında yapılması konunun daha iyi anlaşılmasını sağlaya3 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 359 uncu maddesi “Kaçakçılık Suçları ve Cezaları” ile ilgilidir. caktır. Örnek Olay: Kültür ve Tanıtım alanında faaliyet gösteren ve Yüzde 90 hissesi X Belediyesine ait olan Y Kültür Şirketi4 kentin tanıtım filmi için sözleşme şartları gereği senaristine telif hakkı olarak brüt 200.000 TL ödemede bulunmuştur. Ödemeye esas sözleşmede anlaşmanın brüt tutar üzerinden yapıldığı anlaşılmaktadır. Ödeme yapılırken herhangi bir vergi kesintisi yapılmamıştır. İlgili Vergi Mevzuatı: Serbest meslek faaliyeti; sermayeden ziyade şahsi mesaiye ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan işlerin işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır. Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancıdır. Serbest meslek faaliyetini mutat meslek halinde ifa edenler, serbest meslek erbabıdır. Serbest meslek faaliyetinin yanında meslekten başka bir iş veya görev ile devamlı olarak uğraşılması bu vasfı değiştirmez. (193 sayılı Gelir vergisi kanunu mad. 65 ve 66) Senaryo yazma hizmetinin sermayeden ziyade şahsi mesaiye ilmi veya mesleki bilgi ve ihtisasa dayanması, Senaryo yazma hizmetinin 193 sayılı GVK 18. maddede ayrıca zikredilmesi bu hizmetin serbest meslek faaliyeti olması ve senaristlerin de serbest meslek erbabı olması sonucunu doğurmaktadır. Söz konusu kamu kurumunun satın aldığı bu hizmet Gelir Vergisi Kanunu Mad 18 e göre istisna kapsamında sayılan serbest meslek kazançlarındandır. Ancak yine aynı kanun maddesinin atıfta bulunduğu GVK madde 94/2-a’ya göre gelir vergisi stopajı yapılması gerekmektedir.5 4 İlgili Şirket, 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nun “Denetim Alanı” başlıklı 4. Maddesinin (b) bendine göre Sayıştay denetimine tabidir. 5 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu mad 94’te ilgili Kamu Şirketi stopaj yapmakla mecbur kılınanlar arasındadır. 17 Yapılması gereken stopaj oranı ise 2009/14592 nolu Bakanlar Kurulu Kararına göre6 yüzde 17’ dir. İlgi vergi mevzuatına göre senaryo telif hakkı olarak senariste ödenen brüt 200.000 TL üzerinden yüzde 17 gelir vergisi tevkifatı yapılmalıydı. Yani yapılması gereken tevkifat 200.000*17/100 = 34.000 TL’dir. A-İş Birliği Olmadan Sayıştay ve Maliye İncelemesi Sonuçları 1) Sayıştay Yargısı Sonucu Sayıştay yargısı sonucu sadece vergi aslı olan 34.000 TL için tazmine hükmolunacaktır. Sayıştay tarafından verilen hükümden öncesi geçen süreye ilişkin ve ziya uğratılan vergiden dolayı, yani kamu zararı için bir ceza uygulanmayacaktır. Verilen tazmin hükmü neticesinde tahsil aşamasında 6085/53 ün 2’nci bendi gereği İlamda gösterilen 34.000-TL hüküm tarihinden itibaren kanuni faize tabi tutularak, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre tahsil olunacaktır. Görüldüğü üzere burada dikkat edilmesi gereken diğer husus, Sayıştay İlamı ile hükme bağlanan 34.000 TL, amme alacağı olarak takip usulüne tabi olmamaktadır. Maliye İncelemesi Sonucu İnceleme elemanlarınca7 düzenlenecek inceleme raporuna istinaden; Belediye Şirketi ilgili tevkifatı yapıp Muhtasar Beyanname ile beyan etmediği için, VUK mad 30/1 “Vergi beyannamesi kanuni süresi geçtiği halde verilmemişse” gereği vergi resen tarh edilecektir. Resen Tarh Edilmesi Gereken Vergi : 34.000 6 03.02.2009 tarih ve 27130 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. 7 213 sayılı Vergi Usul Kanunu Mad. 135’e göre vergi in- celemesi; Vergi Müfettişleri, Vergi Müfettiş Yardımcıları, ilin en büyük mal memuru veya vergi dairesi müdürleri tarafından yapılır.Gelir İdaresi Başkanlığının merkez ve taşra teşkilatında müdür kadrolarında görev yapanlar her hal ve takdirde vergi inceleme yetkisini haizdir. 18 TL dir. Kesilmesi Gereken Vergi Ziyaı Cezası : 34.000 TL, yani ziyaına sebep olunan verginin bir katıdır.8 Gecikme Faizi : VUK madde 112 ye göre (Dava konusu yapılmaması halinde) normal vade tarihinden son yapılan tarhiyatın tahakkuk tarihine, dava konusu yapılması halinde yargı organın kararının tebliğ tarihine kdr (6183 sayılı kanundaki gecikme zammı oranında) gecikme faizi hesaplanır. Bu sürenin toplam 10 ay olduğu ve Gecikme Faizi oranının9 1,40 olduğu varsayımı altında 34.000*10*1,40/100 = 4.760 TL Gecikme Faizi Hesaplanır. Buna göre Toplam 34.000 (resen tarh edilen vergi aslı) + 34.000 (vergi ziyaı cezası) + 4.760 (Gecikme Faizi) = 72.760-TL’lik bir tutar hazineye gelir olarak girecektir. Ve 72.760-TL lik bu tutarı oluşturan vergi, vergi ziyaı cezası ve gecikme faizi kalemlerinin tamamı 6183 sayılı AATUHK’a göre amme alacağı kabul edilmiş olup takip ve tahsil usulü bu kanuna göre yapılacaktır. Yani ödenmesinde gecikme olması halinde ayrıca 6183 e göre Gecikme Zammı uygulanacaktır. -Sayıştay Yargısı ve Maliye İncelemesinin İşbirliği Sonucunda; Sayıştay vergi ile ilgili kamu zararı tespitlerinde yargılama sonucunda vergi aslı ile ilgili olarak kamu zararının tahsiline hükmetmesi yanında ilgili bakanlık olan Maliye Bakanlığına yazılmasına dair karar verirse sonuçta ortaya hazine menfaatleri açısından ve vergi ziyaının önlenmesi adına daha caydırıcı bir tablo çıkacaktır. Buna göre; 8 213 sayılı VUK 341 ve 344 üncü maddesine göre 1 kat vergi ziyaı cezası verilir. 9 19/10/2010 tarihli ve 27734 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 12/10/2010 tarihli ve 2010/965 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının eki Kararın 1 inci maddesiyle gecikme zammı oranı her ay için ayrı ayrı uygulanmak üzere % 1,40 olarak belirlenmiştir. Gecikme faizi oranı da 213/112 gereği gecikme zammı oranı kadardır. Sayıştay Yargılaması neticesinde; -Vergi aslı için 34.000 TL kamu zararının tahsiline hükmolunacak ve Maliye Bakanlığı vergi incelemesi neticesinde; - 34.000 TL vergi ziyaı cezası ile birlikte, 4760 TL Gecikme Faizi hesaplayacaktır. Toplamda 72.760 TL lik bir gelir hazine kasasına girecektir. Bu seçeneğin yanında, Sayıştay’ın denetimlerinde vergi ziyaı ile ilgili bir durumla karşılaşılması sonucunda doğrudan Maliye Bakanlığına inceleme için yazılması da diğer bir seçenektir. Görüldüğü üzere her iki seçenek sonucu ortaya çıkacak 72.760 TL lik tutar, tek başına Sayıştay Yargısı ile 34.000 TL kamu zararına hükmolunması seçeneğine göre hazine menfaati açısından çok daha gelir getirici ve vergi ziyaını önlemede daha caydırıcıdır. SONUÇ Vergi gelirleri ülkemiz için en önemli gelir kaynağıdır. Kamu harcamalarının en önemli kaynağı olan bu gelir türünde meydana gelecek kayıp ve kaçak Devletin harcama ve gelir denetiminde yetkili kurumları arasında işbirliğiyle daha asgari seviyelere çekilebilecektir. Çeşitli nedenlerle ortaya çıkan vergi ziyaı, vergi hasılatında erozyona neden olmaktadır. İşte bu vergi erozyonunu önlemek adına Sayıştay Yargısı’nın, makalede örnek bazında da açıklandığı üzere, vergi ile ilgili kamu zararına neden olan hususları soyut ve somut anlamda Maliye Bakanlığı ile paylaşması, bu iki kurum arasında birlikte denetim projeleri geliştirilmesi, denetimlerde tespit edilen bulguların paslaşılması özel anlamda hazine menfaatleri genel anlamda kamu yararı açısından önem arz etmektedir. 19 SOSYAL AĞLAR Cengiz YARDİBİ (1) Cem Cihangir ÜSTÜN (2) Cengiz AYDEMİR (3) Erol ALKAN (4) Kamuran KURU (5) Muhammet BARAN (6) Facebook, Twitter, Linkedln vb tüm insanların girdikleri sitelere bakarsak insanların gerçekten bir şeyleri paylaşmayı çok sevdiklerini anlamak çok kolay. İstediğimiz özelliklerimizi biz yazarız, göstermek istediğimiz fotoğrafları biz seçer yerleştiririz bu sitelere, hangi okullara gittiğimizi, nelerden hoşlandığımızı, medeni durumumuzu, gurur duyduğumuz çocuklarımızı nette paylaşmayı, sevmediklerimize sitemlerimizi, evlendiğimizi, doğum günlerimizi ve hatta ihanetleri hiç çekinmeden bu sitelerde ifşa ederiz, ilerisini düşünmeden. Bu sayede birçok kişiye erişebildiğimiz gibi başımıza pek çok musibet de açılabilir, hatta çetelerin eline düşenler, kötü yola düşenler, nette eşini aldatanlar. Eskiden belki de kişilerle sınırlı sorunlar, bu yolla tüm insanlara bulaşan ve gittikçe genişleyen sorunlar kümesine dönüştü bile. Bu durum sadece bu mecralarda kalmıyor ta- insani eğilim ve buna imkan sağlayan ve her gün üstsel olarak genişleyen teknoloji, sadece kapasite değil erişim araçları, ve lokasyon olarak da nerede ise sınırsız hale gelmekte. Bu kapsamda her an her yerde ve her şekilde bir network erişim olanağı yanı başımızda, notebook’tan, notepad’e, sonra telefonlara, sonra televizyon cihazları, sonra google gözlükler, sonra doğrudan beyne chipler, sonra… bi olarak. Her alanda kullanıma açık olan bu (1) Emekli Subay ([email protected]) (2) Türkiye Kalkınma Bankası ([email protected]) (3) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ([email protected]) (4) 3. cü Sınıf Emniyet Müdürü ([email protected]) (5) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ([email protected]) (6) TC Gümrük Bakanlığı ([email protected]) 20 Diğer taraftan bu paylaşımlarla ilgili olarak diğer insanlarla ilgili olayları öğrenme takıntımızı da ortaya koymuş oluyoruz. Diğer insanların özel hayatlarına girip eskiden sadece mahalle dedikoducuları ile sınırlı ve çok kısıtlı bilgi ortamını okyanuslara dönüşmüş halde her an erişebilir halde önümüzde bulabildiğimiz için çok daha derinlere dalmada her gün rekorlar kırabiliyoruz. Milyonlarca sosyal-network erişim sağlanabiliyor internet vasıtası ile. Bunlardan hemen logolarından çocukların bile tanıyabileceği yaygın ve meşhur olanları: Dünya üzerinde her gün binlercesi eklenmek üzere 4.8 miyar mobil erişimci olduğu gerçeği 4.2 milyar diş fırçası kullanıcısı ile karşılaştırıldığında, bazı telefonların diş fırçalamayı bile bilmeyenler tarafından kullanıldığını bilmek, pazarlama açısından daha 600 milyon diş fırçasının mobil cihazlar aracılığı ile yapılacak reklamla satışının sağlanabileceği sonucu çıkarmak gibi birçok karşılaştırmalı fayda yaratabileceği görülmekte. Facebook daha 5-6 yıl öncesine kadar okul arkadaşına erişim aracı iken, şimdi nerede ise tüm firmalar facebook üzerinden ilan ve işlem yapıyorlar. Firmalar sosyal network potansiye- lini kullanmak için her gün daha derinlere dalıyorlar. Bu nedenle de pazarlamacılar ve firmalar bu ağların gerçek kudretini bilimsel açıdan da öğrenmek istiyor. Bu kapsamda araştırmacıların yeni modeller geliştirerek bunların sonuçlarını gösteren yayınlar giderek artmakta. Facebook ve diğer sosyal sitelerle ilgili aşağıda verilen bilgiler süratle güncelliğini yitirmekte ve artmaktadır: Bu siteler elde edilen ilgi ve potansiyeli devam ettirmek ve artırmak adına sürekli yeni alanlar oluşturmak zorundalar. Oluşturulan bu yeni alanlar toplumun ve iş dünyasının iş modellerini ve stratejilerini etkileyecek enstrümanlar oluşturmaktadır. Facebook, Mark Zuckerberg Aylık aktif kullanıcı yaklaşık 850 milyon, Her gün 250 milyon foto yüklenmekte, 425 milyon mobil kullanıcı, 100 milyar bağlantı %57 bayan kullanıcı, eğer girilen bilgiler doğru ise, Twitter, Jack Dorsey 465 milyon üzeri hesap sayısı, Günlük 190 milyon tweet, Hergün eklenen hesap sayısı 1 milyon, Linkedln, Reid Hoffman Her saniye 2 yeni üye ilave 60 milyon üye sayısı, %60 ABD dışından, 2011 yılında 4.2 milyar arama yapılmış, Youtube, Chad Hurley, Steve Chen, ve Jawed Karim Üçüncü en çok ziyaret edilen site, 900 milyon kullanıcı Günlük 2 milyar görüntü Ortalama Youtube kullanıcısı her gün 15 dakika sitede kalmakta, Her gün 900,000 video yüklenmekte 21 Bu konuda aşağıdaki tablo ilgili siteler ve ülkelere göre istatistikler sosyal sitelerin pazarlamadan propagandaya, duyurudan eğlenceye kadar ne kadar etkin kullanıldığı ve kullanan ülkelere göre 2012 sonu itibarı ile göstermektedir. Sosyal Siteleri Kullanan Kişi Oranları Evet Kullanıyorum Sosyal siteleri kullandınızmı Herhangibir site 56% Facebook 54% LinkedIn 13% Twitter 10% Google+ 8% Kullanım verileri Data Dünya çapında Facebook kullanıcı sayısı 1.2 milyar Bu siteleri kullananların 18-24 yaş arası oranı 98% Dünyadaki Facebook kullanıcılarının oranı 11% Bir insanın ortalama bir ayda Facebook’at harcadığı zaman 15 saat Facebook telefonla giriş yapan insan sayısı 250 milyon YouTube kullanıcı sayısı aylık 490 milyon YouTube karşısında aylık harcanan toplam saat 2.9 milyar Wikipedia tarafından yayınlanan tolam makale sayısı 17 milyon AFlickr dakikada yüklenen ortalama fotoğraf adedi 3,000 Ortalama günlük tweet sayısı 190 milyon 10 yaş altı Facebook kullanıcı oranı 25% Güvenli olmayan sitelere giren genç oranı 59% Sosyal sitelere en fazla angaje olan 10 ülke Aylık ortalama kullanım-saat Israil 11.1 Arjantin 10.7 Rusya 10.4 Türkiye 10.2 Şili 9.8 Filipinler 8.7 Kolombiya 8.5 Peru 8.3 Venezuella 7.9 Kanada 7.7 ABD 7.6 Bu konuda referans olarak belirtilen iki çalışma incelenmiş ve fazla teknik detaya girmeden sonuçlar bir istatistikçi ya da tez sunumcusu dilinden değil çok basit anlaşılabilir ve sonuca 22 yönelik olarak bu makalede açıklanmaya çalışılmıştır. Ancak makaledeki çalışma, modeller, ortaya konan hipotezler ve bu hipotezlerin çoklu irdelenmesi çok teknik düzeyde oldu- rak bu kadar etkili bir olgunun. ğundan, ancak konu ile ilgili akademik inceleme yapacak kişiler tarafından referans olarak incelenmesi ve anlaşılabilmesi mümkün görünmektedir. Ancak yine de teknik bir destek kapsamında makale konusu, önsöz ve sonuç bölümlerinde çıkarımlar burada tercüme edilmeye çalışılmıştır. Referans olarak verilen ilk makalede muhtelif faktörlerin çoklu ilişkilerini belirlemek üzere modellemede kulanılmak üzere entegre istatistik bir çerçeve oluşturmuşlar. Bu model yaklaşımı birçok farklı yönü ile hem etkenleri hem de ilişkileri belirlemek amacı ile iki uygulama için hiyerarşik bayesian metodu geliştirmişler: ilk uygulamada yeni bir ürün geliştirme faaliyetine katılan yöneticiler arasında sıralı iletişim metodu kullanma, ikinci uygulamada ise, müzisyenler arasındaki bir işbirliği sosyal-ağını kullanmışlar. İncelenen referans dokümanlar: 1. Modeling Multiple Relationships in Social Networks Authors: Asim Ansari, Oded Koenigsberg, Florian Stahl Çeşitli modellerle ilgili kurulan beş adet hipotez incelenmesi sonrası sonuç olarak; Source: Journal of Marketing Research, Volume 48, Number 4 (August 2011) Sosyal-ağlara ilişkin artan ilgi büyüdükçe, pazarlama uzmanları bu tip ağların ilişki yapısını anlamaya ve tahmine daha fazla ilgilendikleri belirtilmektedir. Bu çalışma da doğrultu ve şiddet olarak değişen çoklu ilişki ile ilgili metodolojik bir çerçeve geliştirdiklerini ortaya koymaktadır. Page Numbers: 713 - 728 Firmalar sosyal-ağlardaki bu potansiyeli pazarlama alanında kullanmak istemekteler. Bu nedenle pazarlamacılar bahse konu sosyalağların kullanıcılar üzerinde oluşturabileceği etkiler ve bunların sonuçlarını anlama konusunda çalışmalar yapmaya itmekte, tabi ola- İlk uygulama da yeni bir ürün geliştirme faaliyetleri sırasında profesyoneller arasındaki iletişim paterni üzerideki müdahalelerin etkileri incelenmiş. Elde edilen sonuçlar, bizim oluşturduğumuz çerçevedeki çeşitli komponentlerin, asıl hipotezlerin net bir şekilde değerlendirilmesinde gerekli olduğunu açıkça göstermektedir. İkinci uygulamada, çeşitli tiplerin çoklu ilişkisini modelleme üzerinde odaklaşmışlar. Burada, internet üzerinden müzik indiriminde 23 1. Bunların ürün satışı üzerindeki farklı etkileri 2. Buların ömür boyu etkileri 3. Karşılıklı etkileşimler ağırlıklı ilişkilerin sıklık ve yoğunluğunun modellenmesinin ne kadar kritik olduğunu göstermişler. Aksi taktirde yapısal karekteristik ve tahmin performansının önemli sorunları olabileceği ortaya konulmuş. 2. Online Social Interactions: A Natural Experiment on Word of Mouth Versus Observational Learning Authors: Yubo Chen, Qi Wang, Jinhong Xie Source: Journal of Marketing Research, Volume 48, Number 2 (April 2011) Şaşırtıcı bir şekilde, WOM negatif etkisinin pozitif etkisinden çok daha fazla olduğu, pozitif OL bilgisinin satışları önemli oranda artırabileceği fakat negatif OL’nin hiçbir etkisinin olmadığı ortaya konulmuş, bu makalede. Ancak; bu çalışmada WOM negatif etkisinin çok daha etkili olmasının şaşırtıcı bulunması ilginç, çünkü nerede ise çalışma hayatına girdiğim günden beri, bir ürün ya da firma hakkında yaşanacak bir olumsuzluğun onlarca kişiyi etkileyebileceği, ancak olumlu geri beslemenin çok daha az etkide olacağı sürekli pazarlama piyasasında kullanılan çok mutat bir söz olduğunu görmekteyim. Page Numbers: 238 - 254 Bu çalışmada tüketicilerin satınalma kararlarının başkalarının fikirlerinden, sözlü, ağızdan ağza, bilgiler (WOM) ve/veya diğerlerinin hareketleri ya da ve gözlemlerden öğrenme (OL) yolu ile iki şekilde etkilenebileceği belirtilmektedir. Bilgi teknolojilerinin bugüne kadar bu iki tip sosyal etkileşimin kullanımı ve yönetimine ilişkin çok geniş fırsatlar sunmasına rağmen, araştırmacılar bunların rekabet üzerindeki etkilerinin ortaya çıkarılması konusunda sorunlar yaşamışlar ve bu iki olgunun birbirinden farkları ve etkileşimleri konusunda sınırlı kavramlar ortaya koyabilmişlerdir. Yazar bu iki tip sosyal etkileşimle ilgili olarak üç konu ortaya koyarak incelemeyi gerçekleşmiştir: 24 Bu rakamlar sosyal-network kullanımlarının halen ne kadar yaygın ve etkin olduğunu, gelecekte tamamen bunlar üzerine kurulu bir sistem strateji ve iş modellerinin oluşacağını açıkça göstermektedir. Bu konuda Pazarlama ve İşletme guruları olarak adlandırılan bazı yazarların hala eski faktörleri ve kuvvetler savunduğu ve internet sadece bu klasik yöntemleri destekleyici bir teknoloji olarak görmeleri şaşırtıcıdır. Bu alanlarda kitaplar ve makaleler yazan ve bilimsel ve akademik kişiler tarafından izlenen bu yayınlara ait tercümelerin, ülkemiz kullanıcılara erişimi için geçen zamanı da göz önüne aldığımızda, internet ve sosyal network konusunun, pazarlama olsun, üretim olsun, tüm kurumsal konularda ayrı bir kuvvet olarak görülmesi ve buna göre iş modelleri, stratejiler ve sistemler kurulmasının gerekliliği açıktır. 21. YÜZYILIN ÖRGÜTLENME BİÇİMİ: İNFORMAL NETWORKLER/ AĞBAĞLAR Tolga ÇAL * Ağbağ organizasyon yapıları, herbiri belirli bir fonksiyonda ya da bir faaliyet konusunda uzmanlaşmış işletmelerin tanımlanmış rol ve sorumluluklar ile bir araya gelmesi ve bir örgütler ağının oluşturulmasını ifade etmektedir (Sayli, vd., 2006: 32). Günümüzde networkler/ ağbağlar giderek periyodik olarak incelenen konular arasında yer almaktadır. Miles (1989: 9’den aktaran Özdemir, 2010: 262), ağbağları, 21. yüzyılın örgütlenme biçimi olarak açıklar. Çünkü bilişim çağında bilgi, güçtür. Firmalar bu gücü ağbağlar vasıtasıyla daha kolay elde edilebilirler. Ayrıca ağbağlar, belirsiz ve çalkantılı çevrelere uygulanabilecek çözümler olarak görülürler (Miles ve Snow, 1986’den aktaran Özdemir, 2010: 262). Bazı bilim adamları ağbağları, piyasa ile hiyerarşi arasındaki bir hibrid organizasyon şekli olarak ifade ederler (Jarillo, 1988: 34, 35; Thorelli, 1986: 37; Williamson, 1991: 270, 27’den aktaran Özdemir, 2010: 262); fakat yönetim ve organizasyon alanındaki literatür, hibrid organizasyonları ağbağlardan ayırmaktadır. Çünkü hibridler çoğu zaman formel organizasyonları ve formel ilişkileri (Borys ve Jemison, 1989: 235; Miles ve Snow, 1986: 64’den aktaran Özdemir, 2010: 262) ifade ederken, ağbağlar, formel ekonomik organizasyonlardan ve düzenlemelerden çok informel niteliği bulunabilen ve gelişmekte olan sistemlerdir * Gazi Ün. İİBF Kamu Yön. A.B.D. doktora öğrencisi ([email protected]) (Özdemir, 2010: 262). Ağbağ, fütüristler için bir vizyon olarak başlar, firma kuramcıları açısından gerçekleştirilebilir bir olgu haline gelir ve bugün için ağbağ firma yöneticileri açısından bir ekonomik gereklilik olur. Ağbağlar, yeni bir örgütsel yapı olarak ortaya çıkmış ve 1980’li yılların ortalarına kadar ekonomilerde egemenliklerini sürdürmüş olan hiyerarşik firmaların yerini almıştır. 1980’li yıllarda dünyadaki piyasalar, hızlı bir şekilde değişmiş; - ki teknolojiler, bu piyasalara hizmet etmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Bugün firmalar, piyasanın baskılarına ve rakiplerin yeniliklerine karşı daha hızlı hareket ederek ve ürün ya da hizmet maliyetlerini eşzamanlı denetleyerek ve hatta gerektiği zaman fiyatları düşürerek piyasaya uyum sağlayabilir hale gelmişlerdir. Organizasyonları yönetmede geleneksel mantığın, doğrusal ve hiyerarşik yaklaşımın yerine giderek ilişkiler ağı kurma yönünde artan bir eğilim vardır. Firmalar, giderek ademi merkezi bir yapıya kavuşmaktadır. Çalışanlar, karşı karşıya oldukları belirli koşullar altında uygun kararlar alma konusunda güçlendirilmektedir. Ortak bir amaca bağlı olmaya dayalı olan motivasyon konusuna artan bir ilgi vardır (Burnes ve Hakeem, 1995’den aktaran Özdemir, 2010: 263). Çalışanlar gerek firma içinde gerekse firma dışında bir şebeke sözleşmesi kurarak güçlerini artırabilirler ve rollerini tam olarak tanımlayabilirler (Gharajedaghi ve Ackoff, 25 1984’den aktaran Özdemir, 2010: 263). Bu bağlamda bir organik örgütsel yapının ortaya çıktığı söylenebilir; - ki bu yapıda organizasyon, hiyerarşi yerine birbirine bağlı bir süreçler akışı olarak tasarlanır (Özdemir, 2010: 263). Düzenleme okulu ve coğrafya çalışmaları gibi radikal kökenlerden gelen birçok yazarın, kapitalizmin günümüzdeki biçimlerini incelerken bölgelerin artan hareketliliğini ele alan çalışmalar yaptığı görülmektedir. Fordizmin bir ulusal üretim sistemi olarak bitişi; bölgelerin bir yönetim düzeyi olarak kurulmaları; şebeke/ ağbağ toplumlarının ortaya çıkışı; ulus-devletlerin içinin boşalması; küreyerelleşme (glocalization) ve son olarak da çeşitli yeniden ölçeklenme tezleri bölgeler konusunu kuramsal olarak incelemek çabasındadırlar (Aygül, 2009: 70). Daha kuramsal çalışmalara baktığımızda ise yenibölgeci olarak nitelendirilebilecek kuramsal eserlerin arasında bölgelerin temel bağlantılarının kendi devletlerinden çok küresel ekonomi ile olduğunu düşünen ya da artık günümüzde devletler yerine şebekelerin (ağbağ, network) yönetimi olduğunu iddia eden yazarları saymak mümkündür (Aygül, 2009: 72). Küreselleşme sonucunda müşteri, rekabet ve değişim kavramları ön plana çıkmıştır. Örgüt kültürü de hız, yenilik, esneklik, kalite, hizmet ve maliyete önem vererek değişmek zorundadır. İşletmelerin uluslar arası alanda rekabet gücünü sürdürebilmesi için küresel dünyanın gerektirdiği özelliklere sahip yöneticileri ve çalışanları istihdam etmesi gerekir. Toplam kalite anlayışı, değişim mühendisliği, güçlendirme, şebeke ve sanal örgütler gibi yeni kavram ve oluşumlar küreselleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu kavramlarla belirtilen uygulamalar örgütün değer, norm ve inançları üzerinde etkili olmakta, bunla26 rı değiştirmektedir (Ataman, 2003: 28). Sosyal sermayenin, işletme yönetiminde, siyasal bilimlerde ve sosyolojide çekirdek bir kavram olarak öne çıktığı görülmektedir (Burt, 2000’den aktaran Sargut, 2006: 3). Sosyal sermaye, insan sermayesinin bağlamsal tamamlayıcısı olarak da algılanabilir. Sosyal sermaye metaforu, iyi durumda olan bireylerin daha iyi bağlantıları olduğunu anlatmaktadır (Sargut, 2006: 3). Birçok yazara göre sosyal sermaye, karşılıklı tanışıklık ve tanıma sonucu oluşmuş ve az çok kurumsallaşmış kalıcı ilişkiler ağdüzeneğine sahip olmanın birey ya da gruba sağladığı gerçek ya da sanal kaynakların tümüdür (Sargut, 2006: 3). İnsan sermayesi bireylerin niteliğini belirtir. Oysa sosyal sermaye bireyler arasında yaratılan bir niteliğe işaret eder (Sargut, 2006: 3). Ayrıca insan sermayesi bireysel yeteneklerle ilişkiliyken, sosyal sermaye olanaklarla ilişkilidir (Burt, 1997:339). Sosyal sermayenin iki temel dayanağı olduğu görülmektedir. Bunlardan birincisi bağlantılar ve ağdüzenekleridir; genellikle aktörlerin kaynaklara ulaşmalarını sağlar. Bağlantılar olmadan ağdüzeneklerini düşünmek olanaksızdır. Bağlantılar bir ağdüzeneği oluşturabilmek için bir arada olmak zorundadırlar (Sargut, 2006: 4). Sosyal sermayenin kuramsal çerçevesini oluşturan kuramlar, sosyal ağlar temelinde gelişmiştir. Sosyal ağ kuramlarını genel olarak Granovetter’in Zayıf Bağların Gücü, Burt’un Yapısal Boşluk Kuramı, Coleman’ın Sosyal Kapalılık Kuramı ve Lin’in Sosyal Kaynaklar Kuramlarıyla incelemek mümkündür (Özdemir, 2008: 83). Granovetter (1973, 1983), zayıf bağların gücünü teorik olarak ilk inceleyenler arasındadır. Bireyler arası bağların zayıf olmasının, bireyin belli hedeflere yönelik eylem- leri için daha etkin bir sosyal sermayeye ulaşmasını sağladığını savunan Granovetter (1973: 1361), bireyler arasındaki bir bağın gücünü şu şekilde tanımlar: “Bir bağın gücü, bağı biçimlendiren zamanın miktarının, duygusal yoğunluğunun, içtenliğinin ve karşılıklı yükümlülüklerin bir kombinasyonudur” (Özdemir, 2008: 83). Burt (1992), bağın gücünü kendi kuramında bir adım ileriye götürerek ağ konumları bağlamında konuyu incelemiştir. Burt, yapısal boşluk kuramıyla sosyal sermayeyi ele almaktadır. Bu kuram, sosyal sermayenin ağlardaki aracılık fırsatlarının nasıl bir fonksiyonu olduğunu açıklamaktadır; bir başka ifadeyle, sosyal bir yapıda birbirini tanımayan bireyler arasında aracılık yapan kişinin elde ettiği bilgi ve kontrol avantajları ile sosyal sermayeyi tanımlamaktadır. Burt için ağ yapılarının iki önemli yararı vardır: bilgi ve kontrol (Özdemir, 2008: 84). Toplumsal mesafe kavramını toplumsal ağyapı çözümlemesi (TAÇ) çalışmalarında ilk kullanan araştırmacılardan olan Burt (1976), bir toplumsal ağyapıda birbirilerine doğrudan bağlı olmasa da aynı ağyapı konumunu paylaşan bireyler arasındaki mesafeyi toplumsal mesafe olarak isimlendirmektedir. Burt (1976), bireylerin bir toplumsal ağyapıda aynı konumu paylaşma durumunu ise söz konusu bireylerin ağdaki diğer bireyler ile birbirlerine benzer ilişkiler kurmalarına göre tanımlamaktadır. Birbirine doğrudan bağlı bireyler arasındaki mesafe bireysel bir mesafedir. Burt için iki birey arasındaki toplumsal mesafe ancak ağdaki diğer bireyler üzerinden kurgulanabilir (Beyhan, 2011: 210). 2012: 83). Dolayısıyla bu aracı aktörler, bir ağın ortak iyisini yansıtan örtük bilgiye ulaşabilir ve bunu kendi ağlarına taşıyabilirler (ve/veya tersi). Ancak bir ağın örtük bilgisine ulaşabilmek için o ağda ilişki kurduğu aktör için güvenilir durumda olmak ne kadar önemli ise bu ilişki dolayısıyla edindiği bilgiyi kendi ağında benimsetebilmek için buradaki aktörler için de güvenilir olmak o kadar önemlidir. Öyleyse aracı rolündeki aktörler, farklı ağlar için kendilerini güvenilir olarak sunabilen, kolay uyumlanabilen aktörler olmalıdır (Şenyuva ve Gönül, 2012: 83). Sosyal Kapalılık Kuramıyla birlikte Coleman, yapısal boşlukların tersine sosyal ağların kapalı olmasını; ancak kapalı ağlarda işbirliği, güven gibi esasların gelişebileceğini ifade etmiştir. Ağların kapalı olması, etkin normların mevcudiyetini güçlendirecek ve güvenilirliği artıracaktır. Ağlarda kapalılık olduğu sürece bilgi paylaşımı kolaylaşacaktır. Yakın, sıkı bağlardan oluşan kapalı ağlar, insanların birbirlerine güvenmeleri durumunda yaşayacakları riskleri azaltacaktır (Coleman, 1990: 318-321’den aktaran Özdemir, 2008: 84). Sosyal Kaynaklar Kuramının sahibi Lin (2001) ise sosyal ağ özellikleri ve yapıları konusunda asıl belirleyici olanın bireyin hangi amaca ulaşmak istediği olduğunu belirtmiştir. Örneğin, önemli bir bilgiye ulaşılmak isteniyorsa yapısal boşluk veya zayıf bağlar; karşılıklı güven ve işbirliği oluşturulmak isteniyorsa yakın, sıkı, kapalı bir ağ daha faydalı olabilmektedir. Bu kuramın üzerinde durduğu bir diğer nokta ise bireylerin pozisyonunun, aynı zamanda ilişki kurdukları kişilerin pozisyonlarının bireylerin ulaşacağı kaynakları etkilemesidir (Özdemir, 2008: 84). Ağlar arasında köprüyü kuran aracılar, bir ağda yerleşik olmakla birlikte, diğer ağ ya da ağlardaki bazı aktörlerle zayıf bağlara Sosyal sermayenin ikinci boyutu ilişkisel sahip olan kişilerdir (Burt, 1992; Granovet- boyuttur; bu boyut içerisinde güven, güter, 1985’den aktaran Şenyuva ve Gönül, venilirlilik, karşılıklılık normu gibi unsur- 27 lar bulunmaktadır. Bilginin yaratılmasında ağların önemi büyüktür; fakat bu ağlarda güven ilişkisinin gelişmesi hepsinden önemlidir. Fırsatçılığın azalması ve işbirlikçi davranışların gelişmesi için güven, bilginin paylaşıldığı ve yaratıldığı ağlarda yer almalıdır. Özellikle örtük bilginin hafızalarda, becerilerde, tecrübelerde yer alması nedeniyle örtük bilginin aktarılması için uzun süreli bir etkileşime, güvene ve bağlılığa gerek vardır (Özler, Ergün ve Gümüştekin, 2004’den aktaran Özdemir, 2008: 87). Bilgi yaratmanın bireyler arası sosyal etkileşimle gerçekleştiği düşünüldüğünde, sosyal sermayenin ilişkisel boyutu oldukça belirleyici olmakta ve güçlü bir etken olarak çalışmalarda yerini almaktadır. Bireylerin sahip olduğu ilişkilerin içeriği ve kalitesi, bilgi akışı ve paylaşımına yönelik davranış ve tutumları etkilemektedir (Özdemir, 2008: 87). Örgütlerde biçimsel resmi yapıların yanında, biçimsel ve resmi olmayan yapılar da bulunmaktadır. İnformel örgüt denilen ve biçimsel olmayan yapılar sosyal ihtiyaçlar nedeniyle doğal gruplaşmalardan oluşmaktadır (Matteson, 2002’den aktaran Arabacı, vd. 2012: 174). Bu yapılar örgütsel iletişim sürecinde etkili olmaktadır. Formel iletişim, örgütün formel yanını işletir ve ana kanal olarak hiyerarşiyi kullanır. İnformel iletişim kişiler arası ilişkiler ağı yoluyla çalışır ve örgütün informel yanını işletir. İnformel iletişim, üyelerin örgüte karşı takındıkları tutumların bir göstergesidir (Bursalıoğlu, 2005: 114’den aktaran Arabacı, vd. 2012: 174). Bütün örgütlerde, insanların çeşitli toplumsal ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde etkileşim içinde olduğu informel ilişki ağları bulunur (Morgan, 1998: 210-211’den aktaran Arabacı, vd. 2012: 174). bilgi akışının nasıl sağlanacağı, yazılı metinlerle ortaya konmuştur. Bilinmektedir ki formel örgütlerde formel iş ilişkilerinin yanı sıra, zamanla informel iş ilişkileri de ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla informel yapılanmaları önlemek veya ortadan kaldırmak mümkün değildir (Koçel, 2011: 532’den aktaran Uzun, 2012: 211). Tüm bürokratik örgütlerde formel ilişki ağlarının yanı sıra informel ilişki ağları da görülmektedir (Uzun, 2012: 211). Formel iletişim sistemi her zaman informel iletişim ağı ile desteklenir. İnformel iletişim, örgüt üyelerinin kişisel ve sosyal ilişkilerine dayanır. İnformel örgüt ve onun iletişim sistemi örgütsel amaçlardan çok bireysel amaçlara göre ayarlanmıştır (Aydın, 2005: 161’den aktaran Arabacı, vd. 2012: 174). Formel iletişim önceden belirlenen kurallar çerçevesinde sürdürülen bilgi akışını sağlarken, informel iletişim kanalları önceden belirlenmeyen resmi olmayan iletişimi gerçekleştirmektedir. Bu iki yapının ve iletişimin birlikte hareket etmesi kaçınılmaz bir süreçtir. İnformel örgüt, bu yapı içinde olanlar için bir tatmin unsuru, bir destek ve haberleşme kaynağıdır ve iletişime, işlerin halledilmesine yardımcı olur, çalışanların iş tatminini arttırır ve formel örgütü tamamlar. Bunun yanında informel örgüt kontrol edilebilir olmaması nedeniyle zaman zaman standart işleri aksatır, yönetimden gelen emirlerin etkisini azaltır, çalışanların moral seviyesini düşürür ve onları yeniliklerden soğutur (Thompson, 2003: 106-114’den aktaran Arabacı, vd. 2012: 174). Biçimsel olmayan gruplar yönetim tarafından herhangi bir müdahale olmadan kendiliğinden oluşan arkadaşlık, tanışıklık, dostluk ve ortak çıkar gruplarıdır. Biçimsel olmayan gruplar iş yerlerinde kişilerin birFormel iş ilişkilerinde, genellikle bilgi ve birleri ile sosyal bağ kurma ihtiyaçlarının 28 doğrultusunda doğal bir biçimde oluşurlar. Bu tarz sosyal oluşumlar genellikle aktörlerin akademik veya profesyonel geçmişleri, arkadaşları ile tanıdıkları, paylaşılan deneyimler veya hobiler gibi ortak noktalar çerçevesinde gelişirler (Bueno, Salmador ve Rodriguez, 2004: 557’den aktaran Sözen ve Esatoğlu, 2010: 115). Asıl güç mücadeleleri, dayanışma ve iş birliklerinin gerçekleştiği gruplar, biçimsel olmayanlardır (Sözen ve Esatoğlu, 2010: 115). larda bir başka önemli unsur, ağın yoğunluk düzeyidir. Yoğunluk, bir ağda mevcut bağlantıların olası tüm bağlantılara oranı anlamına gelmektedir (Jablin ve Putnam, 2001’den aktaran Sözen ve Esatoğlu, 2010: 118). İnformel ilişki ağları formel ilişki ağlarının aksine belirli kurallar içerisinde şekillenmezler. Çünkü kişilerin veya kurumların iç dinamiklerine bağlı olarak ortaya çıkarlar. Dolayısıyla doğal bir süreç olarak karşımıza Karşılıklılık düşüncesinin ağbağ’ın temelini çıkan bu informel ilişki ağları, neo-klasikoluşturan bir rehber ilke olduğunu tartışılır. çiler tarafından olumlu görülürken (Uzun, Ağbağ’ın her üyesi, kurulacak olan güven- 2012: 211), Aytaç’ın (2004: 200) da ifade den dolayı bir üstünlük elde etme isteğin- ettiği gibi rasyonel örgüt kuramcıları taraden çok diğer taraflara karşı bir sorumluluk fından olumsuz görülmektedir. duygusu hisseder (Özdemir, 2010: 262). Johnson’a (1994: 111- 122) göre ise inforSosyal ağ düzeneklerinde merkezîlik, aktör- mel iletişim, formel iletişim kanallarından lerin yapı içerisindeki etkililiğini gösteren daha doğru bilgi sağlamaktadır. Barutçu ve en önemli unsurlardan birisidir. Ağ içerisin- Haşıloğlu’na göre ise informel ilişkiler, forde merkezîlik, en bilinen anlamıyla aktörün mel kontrolden uzak olmasına rağmen sodiğerleriyle olan doğrudan bağlantılarının run çözmede ve eşgüdümü sağlamada dasayısı anlamına gelmektedir. Kavram daha ha önemli bir role sahiptir (Barutçu ve Haaçık bir biçimde ifade edilirse, bir çalışanın şıloğlu, 2010: 7–8). Doğal olarak informel örgüt içerisinde çevresinin ne kadar ge- ilişkiler formel örgütlere veya iş ilişkilerine niş olduğunu gösterir (Sözen ve Esatoğlu, ek iletişim/ farklı iletişim kanalları sağlar. 2010: 115- 116). Ağ analizlerinde bireyler Belki de bu sayede hayatlar bir nebzede olarasındaki ilişkiler tek yönlü (asimetrik) ya sa demir kafes (Weber)’lerde yaşamaktan da çift yönlü (simetrik) olarak kabul edile- kurtulmuş olmaktadır. Özellikle insan ögebilir. Asimetrik bir ağda A elemanı B elema- sinin önem kazandığı bilgi toplumunda, nı ile sosyal ilişki içerisinde olabilir ancak, B sosyal ilişki ağları/ konseptleri iş verimliliği elemanı A elemanı ile herhangi bir sosyal için önemli bir yere sahiptir. Aslında bu ilişbağının olmadığını düşünebilir. Eğer, her kiler ağı, insanın doğal ilişkiler sisteminin iki taraf da birbirleriyle sosyal bağlarının doğal bir sürecidir (Uzun, 2012: 212). olduğunu düşünürse, ilişki çift yönlü olarak kabul edilir. Ağ ilişkilerinin simetrik olarak Biçimsel olmayan iletişim (dedikodu, söyyapılandığının varsayılması durumunda ise lenti) öncelikle çalışanların işleri ve kenA elemanından B elemanına doğru olan dileri hakkında konuşmaya ilişkin psikolotek yönlü olan bağ çift yönlü olarak kabul jik ihtiyaçlarını giderir, örgüt ve çalışanlar edilir. Bir sosyal ağda aktörler arasındaki hakkında yönetimin ihtiyaç duyduğu hailişkiler simetrik olarak kabul edilmezse iki yati geri bildirimi sağlar, ayrıca örgütün farklı merkezîlik kavramı ortaya çıkacaktır ruhu ve sağlığı konusunda üst yönetimi (Sözen ve Esatoğlu, 2010: 116). Sosyal ağ- bilgilendirir. Dedikodu ve söylenti örgütte 29 bir değişim söz konusu ise, yeni bir bilgi varsa, yüz yüze iletişim örgüt içinde rahatlıkla kurulabiliyorsa ve çalışanlar gruplar halinde bir arada ise önemli bir bilgi kaynağı olarak da işlemektedir. Biçimsel olmayan iletişim kanallarında dolaşan yönetim mesajları, çalışanların anlayabileceği şekilde oluştuğu için önemli bir bilgi kaynağıdır. Temel işlevi sosyal ilişkilerin korunması, örgüt içinde dağıtılması olan dedikodu ve söylenti, sosyal etkileşimden kaynaklandığından, insanlar gibi dinamik, kararsız ve değişken bir yapıdadır. Doğal iletişim olarak da adlandırılan bu iletişim türü, zaman zaman biçimsel iletişimi destekleyerek örgüt amaçlarına hizmet eden yararlar sağlamaktadır. Hatta günümüzde bazı firma yönetimleri, örgüt içinde çabuk yayılmasını istedikleri mesajlar ve duyurular için bu iletişim kanalını tercih etmektedir. Birçok şirkette ‘kulak gazetesi’ çalışanların şirkette olup bitenlere ilişkin tek bilgi kaynağıdır (Walsh, 1987: 37’den aktaran Arabacı, vd. 2012: 176). Bir ağın ortak iyisi sadece o ağın içindeki aktörlerce bilinen, ulaşılabilen faydaları içerdiği için bu ağın örtük bilgisidir. Örtük bilgi o ağ içinde kodlanmamış ama yayılmış bilgi iken, diğer ağlar için yayılmamış bilgidir. Oysa, aracılar, bu bilgiyi transfer ederek diğer ağlara da yayılmasını sağlarlar (Şenyuva ve Gönül, 2012: 83). bilginin anlamı değişmiş; bilgi artık aletlere, süreçlere ve ürünlere uygulanan araçlar haline gelmiştir. Saint-Simon’un görüşlerinden önemli ölçüde etkilenen A.Comte da bu ifadeleri destekler şekilde sanayi toplumunu bilim adamlarının ve sanayicilerin egemen olduğu toplum olarak tanımlamaktadır (Dura ve Atik, 2002: 29’den aktaran Uzun, 2012: 212). Bu değişimler üretimde tezgâhtan fabrikaya geçişi, tarım dışı faaliyetlerin artışını, işbölümünü, çalışma hayatında menfaat birliklerini, kitle eğitimini ve yeni iş ilişkilerini zihnimize yerleştirmiştir. Böylece endüstrileşme yeni sosyal ve ekonomik ilişkiler ağı yaratmıştır (Uzun, 2012: 212). Bu çerçevede, neo-klasik örgüt teorisyenleri ve doğal sistem kuramcıları klasik örgüt teorisyenleri ve rasyonel örgüt kuramcılarının aksine, formel örgütlerde işgörenlerin ortaya koydukları informel ilişkilere daha fazla önem vermişlerdir (Aytaç, 2004: 200). Mayo ve arkadaşlarının yaptığı deneylerde, kişisel ilişkiler (informel ilişkiler) ve iletişimin işletmeler için ne kadar önemli olduğu ortaya konmuştur. Öyle ki yapılan çalışmalar örgüt içi informel ilişkilerin örgüt etkinliğini (Whyte, 1956; Lundberg vd., 1970: 436’den aktaran Uzun, 2012: 214) ve verimliliğini (Yılmaz, 2007: 115’den aktaran Uzun, 2012: 214) artırdığını göstermektedir. Solmaz da (2004: 68’den aktaran Uzun, 2012: 214) bu bağlamda informel ilişkilerin sosyal tatmini, sosyalleşmeyi ve bilgi aktarımını kolaylaştırdığından söz etmektedir. Aynı zamanda büyük şirketlerin personel seçimlerinde kişinin sosyal hayatını da (ailevi ilişkileri) kriterlerden biri olarak kabul etmeleri (Imai, 1994) informel ilişkilere yapılan bir atıftır ( Uzun, 2012: 214). Endüstri toplumu kavramı ikinci dünya savaşından sonra önem kazanmıştır. Özellikle endüstri toplumu/ devrimi bize dev fabrikaları ve köyden kente (kentleşme) göçü çağrıştırmaktadır. Endüstri toplumu; işin aileden ayrıldığı, rasyonalizmin geliştiği, kentleşmenin yoğun yaşandığı ve bürokratik örgütlenmenin belirginleştiği bir toplum biçimidir. Endüstri devrimi aynı zamanda, üretim tekniklerinin evrimi olarak Birlikte çalışan kişiler kadar farklı alanlarda da ifade edilebilir. Çünkü sanayi devrimi ile farklı firmalarda çalışan kişiler de birbirle30 rinden işle ilgili önemli bilgileri öğrenmektedir (Özcan, 2011: 51’den aktaran Uzun, 2012: 215). Bu konuda Altan (2011) teknoparklardaki firma yetkililerinin veya çalışanlarının sigara molasında karşılaştıkları kişilerle kurdukları iletişimler sayesinde yeni fikirlerin ve ortaklıkların oluştuğunu söylemektedir ve bu olguyu Altan (2011) sigara kardeşliği olarak nitelendirmektedir (Uzun, 2012: 215). lığın ağ ilişkilerinin niteliğinden daha öncelikli olduğunu vurgulamaktadır (Sağsan, vd. 2010: 146). madan gerçekleşen zayıf bağların, yapıyı kapalılıktan kurtararak aktörlere bilgi akışını sağladığını ifade etmektedir. Bourdieu (1986), Coleman (1988) ve Podolny (2001), taraflar arasındaki güvene dayalı güçlü bağların detaylı bilgilerin aktarımını sağlayarak taraflara fayda yarattığını ileri sürmektedirler. Burt (1992) ise yapı içerisinde birbiriyle bağlantısı olmayan taraflar arasında köprü kuran aracılık rollerinin aktörlere yapıdaki bilgi akışını kontrol etme yönünde avantaj kazandırdığını ve aracı- Fredricks (2003), sosyal sermayeyi inşa etmede sosyal ağları yapılandırmayı en önemli liderlik davranışı olarak ele almakta ve liderlerin buradan işe başlaması gerektiğini vurgulamaktadır. Cohen ve Prusak’a (2001) göre ise oluşan her türlü iletişime zemin hazırlayan ağlar işbirliğini sağlamada etkilidir. İşbirliğini sağlamada çalışanlara ortak mekân ve zaman imkânları sağlayarak sosyal paylaşıma ve sosyal ağlar oluşturmalarına zemin hazırlamak bu bakım- Sosyal sermaye ile toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkiyi, Burt (2000), yönetici seviyesinde olanlarla gerçekleştirdiği çalışmasında araştırmış ve erkeklerin yapısal boşluklar bakımından zengin olan ortamlarda başarı gösterirken, kadınların, daha kısıtlı ve küçük ağbağların olduğu örgütlerde daha Piyasalardaki iletişim kopukluklarının gi- fazla başarılı olduğunu bulmuştur (Başak derilmesinde aracıların, zayıf bağları kul- ve Öztaş, 2010: 32). lanarak (Granovetter, 1985) bilgi taşıma rolü dolayısıyla, ağ düzenekleri içinde ve Aynı ağbağlar içinde kadınlar ve erkeklerin arasında güvenin tesis edilmesinde önemli yer aldıkları alanların başında iş ortamları aktörler oldukları düşünülmektedir (Özen gelmektedir. Bu ağbağlar içerisinde ise etve Aslan, 2006’den aktaran Şenyuva ve kileşmeler genellikle mesleki pozisyonlar Gönül, 2012: 78). Bu durum özellikle kişi üzerinden (hemşire-doktor, sekreter-yö– örgüt bütünleşmesinin yüksek olduğu ve netici gibi) kurulmaktadır (Ridgeway ve Lokişisel ilişkilerin önemli ve ön planda bu- vin, 1999: 196’den aktaran Başak ve Öztaş, lunduğu küçük ve orta ölçekli işletmeler- 2010: 31). de daha geçerli olabilecektir (Şenyuva ve Aracı sosyal sermayenin oluşumunda önGönül, 2012: 78). Aynı zamanda, güvenin celikli belirleyicinin toplumsal cinsiyetten oluşması açısından aracıların sahip olduğu ziyade sınıf olduğu görülmektedir (Başak ve taşıdığı bilgi, ilişkinin diğer tarafınca gü- ve Öztaş, 2010: 52). Aynı doğrultuda, Gravenilir algılanırsa kabul görecektir. İlettiği novetter (1973), aracı sosyal sermayenin bilgiye güvenilmesini sağlayan ise aracının özellikle üst sosyoekonomik sınıflarda son ne kadar güvenilir algılandığıdır (Şenyuva derece güçlü olabileceğini, ancak, alt düve Gönül, 2012: 78). zey sosyo-ekonomik gruplarda aracı sosyal Granovetter (1973), çoğunlukla ticari ni- sermayenin düşük olduğunu göstermiştir telikli olan ve sosyal bağlantıya gerek kal- (Başak ve Öztaş, 2010: 52). 31 dan önemlidir. Yöneticilerin, bu bağlamda gösterebilecekleri en etkili sosyal sermaye davranışları olarak, çalışanların odalarında ve daha çok informal toplantılarla bir araya gelmelerini sağlamaktır. Ayrıca, çalışanlar arasında karşılıklı ev ziyaretleri ve sosyal aktiviteler düzenlenmesi aktif sosyal ağlar inşa etme ve işbirliği imkânları oluşturması bakımından oldukça önemli sosyal sermaye yatırımları olarak değerlendirilebilir (Ekinci ve Karakuş, 2011: 549- 550). lü bağlar, bilginin nasıl sosyal sistem vasıtasıyla kapsamlı olarak dağıtılabileceğini gösterir. Güçlü bağlar, bilgiyi grup içinde hızlı bir şekilde yayar. Buna karşılık zayıf bağlar, bilgiyi grubun sınırının ötesine götürür. İşte bu yüzden zayıf bağlar içinde yok olan sosyal sistem, parçalanabilir ve uyumsuz hale gelebilir (Özdemir, 2010: 263). Anlamlı, sık tekrar eden ve uzun süreli ilişkiler, dayanışma ve işbirliğini artırır ve bunun sonucu ortaya çıkan normlar, denetim Özellikle kriz dönemlerinde, örgütlerin bu- mekanizması ve güven sayesinde kolleknunla baş edebilmesi veya en az etkiyle tif hareketin maliyeti azalır, gruplaşma ve krizden çıkabilmesiyle ilgili alternatif çö- tehditlerle mücadele kolaylaşır, maddi ve züm, son yıllarda yaygın olarak kullanılan manevi destek bulunur (Başak ve Öztaş, entelektüel sermayenin bir unsuru olan 2010: 34). sosyal sermayeyle ilişkilidir. Böyle bir sermaye içerisindeki sosyal ilişkilerin yerleşik- Fuller, Love ve Thomas (2004), birçok araşlik derecesi, bu ilişkilerin oluşturduğu ağ tırmacının; işbirlikleri, ittifaklar, ağdüzedüzenekleri, düzenekler içerisindeki veya nekleri gibi oluşumların içinde yer almanın arasındaki sosyal bağların zayıf veya güçlü önemli ölçüde karşılıklı güven talep ettiği yönleri ile yapısal boşlukları; örgütün piya- konusunda hemfikir olduklarını vurgusadan elde edeceği enformasyonun niteli- lamaktadırlar. Bahsedilen güven biçimi, ğine bağlıdır. Örgütün kriz dönemlerinde, ağdüzeneği içinde yer alan aktörlerin karpiyasadan elde edeceği enformasyonun şılıklı mal, hizmet, kaynak ve bilgi alışverişmiktarı ve niteliği ile sektör içerisindeki lerinden ortaya çıkan beklenmedik fayda sosyal sermayesi arasında doğru bir orantı ve maliyetlerin paylaşılmasında önem taşımaktadır (Şenyuva ve Gönül, 2012: 80). bulunmaktadır (Sağsan, vd. 2010: 151). Temel hedefler, kaynakların etkin biçimde Örgütler, iktisadi eylemlerini gerçekleştiredağıtılması ve faaliyetlerin koordinasyonu- bilmek ve rekabetçi avantajlar elde edebilmek amacıyla gerekli kaynaklara ulaşımladur (Genç, 2008: 165). rını sağlayabilmek için kendilerini örgütler Ağbağlarda bilgi arama davranışını belir- arası ağdüzeneği ilişkileri içine konumlanleyen önemli faktörler arasında ilişkilerin dırma eğilimi içindedirler (Şenyuva ve Gööğrenilen nitelikleri, özellikle başkalarının nül, 2012: 78). ne bildiklerini bilebilmek, başkalarının bilgisinin kıymeti ve başkalarına erişebilmek Formel iletişimin yetersiz kaldığı ortamlarolarak tespit edilmiştir (Borgatti ve Cross, da, informel iletişim ortaya çıkar (Kazancı, 2004: 269’den aktaran Arabacı, vd. 2012: 2003: 440’den aktaran Öztaş, 2007: 84). 174). İnformel haberleşme kanalları sadeBilgiyi ağbağ içinde bir sosyal sistem vasıta- ce haber taşımakla kalmaz, deneyimleri sıyla hızlı bir şekilde aktarabilme yeteneği, paylaşmak, yenilikleri öğrenmek ve aktaronun sosyal yapısına bağlıdır. Zayıf ve güç- mak, işbirliği yapmak, yeni fikirlere destek 32 bulmak, fikir alışverişinde bulunmak amacıyla da sık ve yoğun olarak kullanılmaktadır (Thompson, 2003: 112-115’den aktaran Arabacı, vd. 2012: 174). Formel iletişim sistemi ne kadar bozuk olursa, informel iletişim ve söylenti o derecede artmaktadır (Bursalıoğlu, 2005: 114’den aktaran Arabacı, vd. 2012: 174). destekler ve onlar, iş değişikliklerini düşük bir maliyetle hızlı bir şekilde karşılayabilirler. Ağbağ, ekonomik faaliyetleri organize etmenin farklı bir yolunu oluşturur. Çünkü yeni ekonomide firmaların yaşamları için önemli başarı faktörlerinden biri; küresel ağbağ oluşturabilme kapasitesidir (Lloyd, 1996’den aktaran Özdemir, 2010: 263). Çalışma hayatında yapılan dedikodunun yol açtığı sonuçlar aşağıdaki gibi özetlenebilir (http://tr.wikipedia.org/wiki/ Dedikodu): Ağbağların günümüz açısından neden önemli oldukları konusunda literatürde çeşitli açıklamalar vardır. Her şeyden önce çevre hızlı bir şekilde değişmekte ve gelişmektedir. İşte çevre ne kadar dinamik ve karmaşık olursa, şebekelere duyulan gereksinim o kadar çok olmakta ve şebekelerin önemi o derece artmaktadır. Çünkü belirsiz ve karmaşık olan bir çevrede firmaların tek başlarına başarılı olabilmeleri gerçekten çok zordur. O halde firmalar, başarılı olmak istiyorlarsa, onların tedarik zinciri ortaklarıyla birlikte daha büyük bir çevikliğe ulaşmaları gereklidir (Özdemir, 2010: 264). • Üretimi azaltır ve zaman kaybı yaratır. • Güven ve moral erozyonuna neden olur. • İnsanlar arasında doğru olmayan bilgilerin dolaşmasından kaynaklanan sinirlilik hali. • Çalışanlar arasında gruplaşmalar. • Duyguların zarar görmesi. • İyi çalışanların bu olumsuz ortamdan kaynaklı işi bırakması. İnformel iletişimin birçok faydası vardır ve genellikle ihtiyaçlara yönelik ortaya çıkar, ancak söylenti ve dedikodulara dikkat edilmesi gerekir (Arabacı, vd. 2012: 176). Küreselleşme, ağbağ kullanımının beklenenin üzerinde bir artış gösterdiği anlamına gelmektedir ve ağbağ, varolan küresel ekonomiyle baş edebilmek için en uygun örgütsel düzenleme biçimi olarak görülebilir (Zeffane, 1995: 32’den aktaran Özdemir, 2010: 263). Ağbağ, küreselleşmenin ayrılmaz bir parçası olmaktadır. Bir şebeke yaklaşımını kabul eden firmalar, büyüme üstünlüğüne ve fırsatlarına sahip olabilir: Ağbağ, ulusal ve bölgesel sınırların dışında yeni piyasalar, yeni bölümler ve yeni uygun yerler bulabilmeleri konusunda firmaları 21. yüzyılın rekabet ortamı hem işletmeler hem de çalışanlar açısından sürekli yeni durumlara adapte olmayı, proje bazında çalışma ve şebeke örgütler içinde yer almayı gerektirmektedir. Müşterinin memnuniyeti ancak süreç odaklı düşünen ve çalışan, iç müşteri memnuniyeti sağlayan, bütüne hakim olan çalışanların yer aldığı bir yapıda mümkün olacaktır (Ataman, 2003: 31). Böyle bir yapı 21. yüzyılın modern yönetim anlayışının gerekleri olan etkinliği ve verimliliği getirecektir. KAYNAKÇA Arabacı, İ.B., Sünkür, M. ve Şimşek, Z. F. (2012), “Öğretmenlerin Dedikodu ve Söylenti Mekanizmasına İlişkin Görüşleri: Nitel Bir Çalışma”, Educational Administration: Theory and Practice, 18 (2), ss. 171-190. Ataman, G. (2003), “Örgüt Tasarımında Yeni Tek- 33 niklerin Lisansüstü Eğitim Üzerindeki Etkileri”, Marmara Üniversitesi, İ.İ.B.F. İşletme Bölümü, ss. 27- 37. Aygül, C. (2009), “Bölgeler Üzerine Tezler”, MEMLEKET Siyaset Yönetim, Cilt: 4, ss. 69-85. Aytaç, Ö. (2004), ‘Örgütler: Sosyolojik Bir Perspektif’, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 14, ss. 189–217. Barutçu, E. ve Haşıloğlu, S.B. (2010), “Organizasyonlarda İnternet’in İnformal ve Viral İletişim Aracı Olarak Kullanımı”, İnternet Uygulamaları ve Yönetimi Dergileri, 1, ss. 5-16. Başak, S. ve Öztaş, N. (2010). “Güven Ağbağları, Sosyal Sermaye ve Toplumsal Cinsiyet”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 12/1, ss. 27-56. Beyhan, B. (2011), “Toplumsal - Bilişsel Yakınlık ve İşgücü Hareketliliği: Hemşehrilik Bağları Üzerinden Bir İrdeleme”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11, ss. 199–238. Burt, R.S. (1976). Positions in Networks. Social Forces, 55 (1), ss. 93-122. Burt, R.S. (2000). “The Network Structure of Social Capital”. Research in Organizational Behavior, (ed.) R.I. Sutton, B.M. Staw, Greenwich, CT: JAI Press, pp. 22. Dura, C. ve Atik, H. (2002), “Bilgi Toplumu Bilgi Ekonomisi ve Türkiye”, Literatür Yayınları. Ekinci, A. ve Karakuş, M., (2011), “Okul Müdürlerinin Sosyal Sermaye Liderliği Davranışlarının Öğretmenler Arasındaki Sosyal Sermaye Düzeyine Etkisi”, Educational Administration: Theory and Practice, 17 (4), ss. 527-553. Genç, N. F. (2008), “Kriz İletişimi: Marmara Depremi Örneği”, Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Selçuk İletişim, 5, ss. 161- 175. Imai, Masaaki; Kaizen- Japonya’nın Rekabetteki Başarısının Anahtarı, (Çev/Ed.: Brisa Gurubu), 1994. Johnson J.D., Donohue W.A., & Johnson S. (1994). Differences Between Formal and Informal Communication Channels, The Journal of Business Communication, 31(2), pp. 111- 122. Lundberg, G. A.; Schrag, Clarence C.; Larsen, Otto N.; Sosyoloji, Cilt:1, Çev: Özer Ozankaya, Türk Siyasi İlimler Der. Yay. No:19, Ankara, 1970. Miles, R. E. (1989). “Adapting To Technology and Competition: A New Industrial Relations System For The 21st Century”, California Management 34 Review, 31(2), ss. 9-28. Miles, R. E. ve Snow, C. C. (1986). “Organizations: New Concepts For New Forms”, California Management Review, 28(3), ss. 62-74. Özdemir, A. A., (2008), “Sosyal Ağ Özellikleri Bakış Açısıyla Sosyal Sermaye ve Bilgi Yaratma İlişkisi: Akademisyenler Üzerinde Yapılan Bir Alan Araştırması”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8 (2), ss. 81- 102. Özdemir, L., (2010), “Şebeke Organizasyon Nedir, Ne Değildir?”, Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, 20, ss. 260 – 271. Öztaş, N. (2007), “Sosyal Sermayenin Ağbağ Kuram(lar)ı: Dayanışmacı ve Aracı Sosyal Sermaye”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 40, ss. 79- 98. Ridgeway, L.C., L. Smith-Lovin (1999). “The Gender System and Interaction”. Sağsan, M., Yücel, R. ve Sözen, C. (2010), “Küresel Krizin Aşılmasında Alternatif Bir Yol: Sosyal Sermayede Enformasyon Edinimi ve Kullanım Kapasitesi”, Bilgi Dünyası, 11(1), ss. 140- 154. Sargut, S. (2006), “Sosyal Sermaye: Yapının Sunduğu Bir Olanak Mı, Yoksa Bireyin Amaçlı Eylemi Mi?”, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, (12), ss. 1-13. Sayli, H., Kurt, M. ve Baytok, A. (2006), “Şebeke (Network) Organizasyon Yapılarının Rekabet Gücü Kazandırma Rolü ve Afyonkarahisar Mermer Sektöründe Bir Uygulama Örneği”, Dumlupınar Üniversitesi Soyal Bilimler Dergisi, 16, 31- 46. Sözen, C. H. ve Esatoğlu, A. E., (2010), “Sosyal Ağ Kuramlarının Bakış Açısıyla Örgütlerde Çatışma Yönetimi”, Stratejik Araştırmalar, 8 (15), ss. 109134. Şenyuva, Z. ve Gönül, Ö. Ö. (2012), “Örgütler Arası İlişkilerde Bilginin Paylaşım Sürecinde Özgözlemciliğin Güvene Etkisi”, Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 7(1), ss. 75- 96. Uzun, H. (2012), “Üretim Sürecinde İnformel İlişkiler”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 22 ss. 210–218. Whyte, William F. (1956), ‘Human Relations: A Progress Report’, Harvard Business Review, 34, ss.125-132. DÜNDEN BUGÜNE JAPONYA “Öğrenmenin Japonca karşılığı olan manabu sözcüğünün aslı, manebu, yani taklit etmektir.” Serhat SAATCİ * yapay bir değişim içinde mi tanımlıyordu? Henüz dağılmayan bu muğlâklık hem Japonya’nın modern tarihi uluslararası çev- uluslararası toplumlar hem de Japonya’nın redeki bir ülkenin öyküsüdür. Japonya ile kendisi için sınırsız bir önem taşımaktadır.2 Batı dünyası arasında 1850’lerde başlayan Bu noktada, Japonların geçmişlerinin inceetkin bağlantılar her ikisi için de önemli ol- lenmesi önem kazanmaktadır. muştur. Japonya’nın yakın tarihine ilişkin Antik Dönem herhangi bir tartışma için onun dünya düzeni içindeki yerinin önemi, uygun bir baş“Bir yaşama sanatı ustası, işi ve eğlencesi, lama noktası olacaktır. Japonya’nın coğrafi çalışması ve boş zamanı, beyni ve bedeni, uzaklığı önceleri komşularıyla bile temaseğitimi ve teneffüsü, aşkı ve inancı aralarının asgariye inmesine neden olmuştu; sında ciddi bir ayrım yapmaz. Hangisinin yalnızca 150 yıl önce Japonya dünyanın en hangisi olduğunun fakında bile değildir. O soyutlanmış ülkelerinden biriydi. Soyut- sadece o anda ne yapıyorsa, onu en iyi bilanma mirası temel önemini korumaktadır. çimde yapmaya çalışır. Çalışıyor mu yoksa Japon toplumu çok özel bir tarihsel gelişim eğleniyor mu sorusunun cevabını başkasıbağlamında anlaşılması gereken özel yön- na bırakır. Kendisine göre o, her ikisini birlerini geliştirmiş ve derin bir eşsizlik duygu- likte yapmaktadır.”3 su, ayrılık ve soyutlanma temel unsur haline gelmiştir. Soyutlanmadan uzaklaşma Japon Takım Adalarına, adaların hala Asya değişimi farklı biçimlerde yorumlanmıştır. Kıtasının bir parçası olduğu dönemde, yani Japonya kendini, uluslararası anlaşmalarını 100 bin yıl önce ilk olarak yerleşilmişti. Argörüşüp ayarlayarak daha kozmopolit bir keolojik araştırmalar, Yontma Taş Devrinde bakış açısı sağlamak için, içerdeki öncelik- takımadalarda yaşamış insanların temelde leri ve kaygıyı geniş uluslararası düzenin ta- avcılık ve toplayıcılıkla geçindiklerini ortaya çıkarmaktadır. Bunda 10 bin yıl önce lepleriyle dengeleyen diğer birçok ulustan bu dönemde zarif taş aletler yapılmış, ok biri olarak mı, yoksa Batının tekniğini, kenve yay kullanılarak ileri avlanma teknikleri di kültürel eşsizliğinin ve toplumsal düzenigeliştirilmiş ve yemek pişirmek ve saklanin temel değişmezlik duygusunu koruyup mak için toprak kaplar üretilmiştir. Jomon güçlendirerek alan ve ne olacağı kestirileStili(sicim desenli kapların) ardından MÖ meyen düşman dünyada ayakta kalabil8000 ile MÖ 300 yılları arasındaki dönem mek için soyutlanmanın daha kurnaz bir biçimindeki ham ve artık geçerli olmayan 2 www.akintarih.com/Japonya Giriş * Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü Lisans Öğrencisi ([email protected]) 3 Lester Thurow, Kıran Kırana, Japonya, Avrupa ve ABD arasında Yaklaşan Ekonomik Savaş, AFA Yayınları, 1994, s.23. 35 Jomon Dönemi olarak adlandırılır. 1192’ye kadar devam edecek olan Heian döneminin başlangıcını ifade eder. Bu, MÖ 300 ile MS 300 yılları arasına rast- Japonya’da sanatsal gelişmenin görüldüğü layan ve çömlekçi çarkında seramik- muazzam dönemlerden biriydi. 9.yüzyılın lerin üretildiği döneme Yayoi Dönemi sonlarına doğru Çin ile ilişkiler kesilmiş denmiştir. Bu dönemde işbölümü, ve Japon uygarlığı kendi özel niteliğini ve yöneten ile yönetilenler arasındaki ayrılık formunu bulmaya başlamıştı. derinleşmiş ve ülkede pek çok küçük Bu dışarıdan getirilmiş kavramların yadevlet kurulmuştur. vaş yavaş aslında Japon stiliymiş gibi gös4.yüzyılda yavaş yavaş küçük devletler terildiği bir asimilasyon ve adaptasyon birleşti ve tüm milleti yöneten güçlü yönetimiydi. Bu yöntemin en tipik örnepolitik otorite Yamato’da ( şimdiki Ne- ği, Japon yazısının Heian Dönemi’ndeki ra Eyaleti) merkez kurdu. 4.ve 6. Yüzyıllar gelişimidir. Çince yazımındaki güçlük, arasında Kore yoluyla tanınan, Budizm ve yazarları v rahipleri, Çince formlara dayalı Konfüçyusculuğu kapsayan Çin Kültürünün iki ayrı hece sistemi üretmeye itti. Heian yanı sıra tarımda da büyük gelişmeler gö- Dönemi’nin ortalarına doğru “kana” adı rüldü. 4.yüzyılın sonlarından itibaren Ko- verilen bu fonetik alfabe geliştirilmiş ve re Yarımadasındaki Krallıklar ile Japonya Çince üslubunun yerini alarak gelişen saf arasında ilişkiler başlamıştır. Aslında Çin’in Japon stili edebiyata ışık tutmuştur. Hanedanlığı’nda geliştirilen gemi yapımı, tabaklama, metal işçiliği ve dokuma gibi İncelik ve nezaket, Başkentteki yaşama endüstriyel sanatlar Kore yoluyla ülkeye damgasını vurmuştur. Saray sanatsal tanıtılmıştır. Temeli resim yazısına dayanan ve sosyal zevklere dalmış, bu arada Çince yazım biçimi kabul edildi ve bu vesi- eyaletteki savaşçı klanlar üzerindeki leyle Japonlar, Konfüçyüs felsefesini, astro- otoritesi giderek zayıflamıştır. Krallığın nomi ve takvimin işleyişini ve tıbbın ilkele- etkin kontrolü aşama aşama elden çıkarrini öğrendiler. Budizm, 538 yılında Çin ve ken; bu Japonya’nın çalkantılı orta çağında, Kore yoluyla Hindistan’dan Japonya’ya gel- soyları eski imparatorlara kadar uzanan iki di. Çin hükümet sistemi, Japon yöneticile- rahip askeri olan Minamotolar ile Tairalar rinin, üzerine kendi sitemlerini kurdukları için bir ödül olmuştur. Sonunda Minamotolar 1185’te İç Deniz’de destansı Dannoubir model olmuştur. ra çarpışmasında rakip klanı imha ederek 8. yüzyılın başlarında, ülkenin ilk daimi hakim olmuşlardır. başkenti Nara’da kurulmuştu. 710’dan 784’e kadar, 70 yıldan uzun bir süre Japon Feodal Dönem İmparatorluk ailesi burada oturmuş ve gi4 derek otoritesini tüm ülkeye benimsetmiş- “Müzik değişince dans da değişir.” tir. O zamana kadar başkent veya payitaht Minamoto’ların zaferi, etkin politik gücün şimdiki Nara, Kyoto ve Osaka şehirleri ara- kaynağı olan kraliyet tahtının yok edilsında sık sık yer değiştiriyordu. mesini ve askeri yöneticilerce, bir başka 794 yılında, Çin’in o zamanki başkenti mo- deyişle birbiri ardına gelen Shogunlarca del alınarak, Kyoto’da yeni bir başkent in- sürdürülen 7 yüzyıllık feodal yönetimin şa edildi. Başkentin Kyoto’ya taşınması, 36 4 Japon Atasözü başlangıcını belirlemiştir. olan ülke sanatına damgasını vurmuştur. 1192 yılında muzaffer Minamoto ailesinin başı Yoritomo, shogunluğu – yani askeri hükümeti- şimdiki Tokyo yakınlarındaki Kamakura’da kurdu ve önceden beri Kyoto’daki imparatorların elinde bulunan yönetim yetkisini üzerine aldı. Barışçıl sanatlara olan bağlılığı ile Kyoto’nun çöküşünün göz önünde bulundurulmasına tepki olarak, Kamakura’daki shougunluk tüm topraklarda, özellikle uzak eyaletlerdeki sabırsız klanlar üzerinde etkin kontrolü yeniden sağlayabilmek için gerekli disiplin ile savaşçı sanatlarla meşguliyeti ve sertliği teşvik etmiştir. Yorimoto Shougunluğu olarak da bilinen Kamukura Dönemi’nde, bir şhougunluk yolu ve Japon şövalyeliği olan bushido etkili oldu. 200 yıllık yönetimin ardından, Muromachi’deki Shougunluk, ülkenin diğer kesimlerindeki rakip klanların, kendi otoritesine karşı giderek büyüyen meydan okumalarıyla karşı karşıya kalmıştır. 16.yüzyılın sonlarına doğru, Japonya yücelik uğruna savaşan bölgesel beylikler yüzünden bir iç savaşla parçalanmıştı. Düzen, 1590’da büyük general Toyotomi Hideyoshi tarafından yeniden kuruldu. Hideyoshi, 1592 ve 1597’de Kore’ye, her ikisi de Çinlilerin ve Korelilerin direnci karşısında başarısızlığa uğrayan iki istila hareketi başlatmıştı. Onun Japonya’yı uzlaştıran ve birleştiren çalışmaları, Tukugawa Shoungunluğu’nun kurucusu Tokugawa Ieyasu tarafından da pekiştirilmiştir. Japon şatolarının en ünlülerinin inşası da bu iç savaşların yaşandığı geçiş evresine rastlamaktadır. 1213 yılında gerçek güç, Minamotolar’dan Yoritomo’nun eşinin ailesi olan Hojolar’ageçti; ve Shougun vekili olarak 1333’e kadar Kamakura’da askeri hükümeti yürüttüler. Moğollar, bu süre zarfında biri 1274 ve ikincisi 1281’de olmak üzere kuzey Kyushu’ya iki defa saldırdılar. Zayıf güçlerine rağmen, Japon Savaşçıları, yerlerini başarıyla muhafaza ettiler ve istilacıların iç kısımlara girmelerini önlediler. Her iki saldırı teşebbüsünde de meydana çıkan ve donanmalarının büyük kısmını mahveden tayfunların ardından Moğol güçleri Japonya’dan çekildi. 1333’ten 1338’e kadar süren imparatorluk yönetiminin kısa ömürlü restorasyonunun ardından Kyoto, Muromachi’de Ashikaga Ailesi tarafından yeni bir askeri hükümet kuruldu. Muromachi dönemi, 1338’den 1573’e kadar, iki yüzyıldan uzun sürdü. Bu dönem zarfında Bushido’nun sert disiplini, estetik ve dini faaliyetlerde ifaesini bulmuş ve bugün bile başta gelen özelliği klasik anlamda sadelik ve kontrol yeteneği Tecrit İçinde Birlik “ Japonya konusu bu mektupların çerçevesine girecek gibi değil. Sana sadece bizdeki kimi efsanelerin asılsızlığını anlatmak için yazdım.” (Niyazi Berkes, 1976)5 Kendini Japonya’nın etkin yöneticisi olarak kabul ettiren Ieyasu, Shogunluğunu 1603’te şimdi Tokyo olarak bilinen Edo’da kurdu. Bu Japon tarihinin önemli bir noktasıydı. Ieyasu, gelecek 1265 yıl için özellikle politik ve sosyal kanunlar olmak üzere halkın yaşantısının her yönüyle tasarlandığı bir kalıp yarattı. Ieyasu’nun tesis ettiği sosyal ve politik yapının entegrasyonunu korumanın bir yolu olarak, 1639’da Tokugawa Shoungunluğu, Japonya’nın kapılarını dış dünyaya fiili şekilde kapatarak şiddetli bir adım attı. İlk Ba5 Bozkurt Güvenç, Japon Kültürü, İş Bankası Yayınları, 2.baskı, 1983, s.4 37 tılılar Japonya kıyılarına bir önceki yüzyılda Muromachi Dönemi’nde ulaştılar. Ülkeye ateşli silahları tanıtan Portekizli tacirler, 1543’te Japonya’nın güneybatısında küçük bir adaya yerleştiler. Sonraki birkaç yıl içinde bunları, Saint Francis Xaviar önderliğinde Cizvit Misyonerleri ve İspanyol grupları takip etti. Hollandalı ve İngiliz tüccarlar da Japon topraklarında yerleştiler. Avrupalıların bu akınlarının Japonya üzerinde çok derin etkileri oldu. Bu misyonerler, özellikle Japonya’nın güneyinde çok sayıda kişinin inanç değiştirmesine sebep oldu. Shougunluk, Hıristiyanlığın, birlikte geldiği ateşli silahlar kadar patlayıcı bir potansiyel teşkil edebileceğini fark etti. Sonunda Hıristiyanlık yasaklandı ve Tokugawa Shogunluğu, Nagasaki Limanı’ndaki küçük Dejima adası içinde yaşayan bir avuç Hollandalı tüccar, Nagasaki’deki yaşayan Çinliler ve arasına Kore Lee Hanedanlığı’ndan gelen resmi elçiler dışında yabancıların ülkeye girişini yasakladı. İki buçuk asır boyunca Japonya’nın, dış dünya ile tek ilişkisi bu insanlardı. Ülkenin uzun kapalılık dönemi süresinde Japon bilim adamları, Dejima’daki tüccarlar vasıtasıyla batılı tıp ve bilimlerle ilgili temel bilgileri edinebiliyorlardı. 1853’te ABD’den Komodor Matthew C.Perry 4 gemiden oluşan bir filo ile Tokyo Körfezine girdi. Ertesi yıl tekrar gelerek Japonları, ülkesi ile dostluk antlaşması yapmaya ikna etmeyi başardı. Bunu, aynı yıl Rusya, İngiltere ve Hollanda ile yapılan benzer antlaşmalar izledi ve böylece Japonya bir kez daha dış ilişkilere açıldı. Bu antlaşmalar, dört yıl sonra ticari antlaşmalara çevrildi ve benzeri bir antlaşma Fransa ile imzalandı. Bu olayların etkisiyle, feodal yapının esaslarını zayıflatan sosyal ve politik akımların baskısı arttı, Tokugawa Shogunluğu’nun feodal sisteminin 1867’de çöküşüne kadar yaklaşık 10 yıl büyük kargaşa yaşandı ve 1868’de Meiji Restorasyonu ile tam hakimiyet imparatora geri verildi. Modern Dönem “ Babamın büyükbabası 11. Kuyuzaemon, yeni fikirlerden hoşlanırmış. Yirminci yüzyılın başında Meiji döneminde, bir Fransız’ı Japonya’ya davet ederek şarap yapımını öğrenmiş. Büyük bir hevesle, sakinin yanı sıra Batı tarzı şarap üretimine başlamış. Japonya o dönemde, içine kapanık geçen 250 yıllık bir dönemi geride bırakıyordu İmparatorluk Yönetiminin Rotasyonu ve dünyaya açılıyordu. Her türlü yenilik moda olmuştu ve İmparator Meiji, Japon“ 1869 yılında Japonya’da en çok satan kiları Batıyı örnek almaya, batı yaşam tarzı tabın adı Seiyo Jido’ydu. Yani, Batı Dünyave teknolojisini öğrenmeye teşvik ediyorsının koşulları.” 6 du. Tokyo’da balolar veriliyor, sarayda bile Japonya, 18.yüzyılın sonlarında ve Avrupa giysileri giyilip saçlar Batılılar gibi 19.yüzyılın başlarında, dış dünyaya kapıla- taranıyordu.”7 rını açması için giderek artan bir baskının Meiji Dönemi ( 1868-1912) ülke tarihinin altına girdi. İçeride, Ieyasu tarafından oluşen çok dikkate değer dönemlerinden biturulan katı sosyal ve politik yapı, gelişen ridir. İmparator Meiji hükümdarlığında, zamanın neden olduğu gerilimleri hissetJaponya, modern endüstrileri, modern meye başlıyordu. politik kurumları ve modern toplum 6 Edwin P.Hoyt, Japonya, Asker Bir Ulusun İntiharı, Sabah Kitapları,1995, s.15 38 7 Akio Morita, Bir Japon Mucizesi: SONY, İlgi Yayınları,1989,s.179 modeli ile sadece birkaç on yılda, batıda Bu dönem umut veren bir atmosfer içinde yüzyıllar almış modern bir ulus yaratma başladı. Endüstri bir taraftan büyümeye debaşarısını gösterdi vam ederken, politik hayatta, parlamenter hükümetin sağlam kökler saldığı görüldü. İmparator Meiji, saltanatının ilk yılların- Ancak yeni faktörlerin rahatsız edici etkisi da, imparatorluğun başkentini Kyoto’dan, başladı. Dünyadaki ekonomik durgunluk önceki federal hükümetin merkezi olan ülkenin ekonomik yaşamını tedirgin etEdo’ya taşıdı. Şehrin adı “doğu başkenti” ti. Çeşitli skandalların çıkmasından sonra, anlamında Tokyo olarak değiştirildi. Kabi- kamuoyunun siyasal partilere olan güveni ne ve iki aşamalı yasama kurulunu belirle- azaldı. Aşırı uçlar bu durumdan yararlandıyen bir anayasa resmen ilan edildi. Feodal lar ve askeri muhalifler dönemin getirdiği dönemde toplumun bölündüğü eski sınıf kargaşalarının sunduğu fırsatları yakaladıdüzeni kaldırıldı. Ülkenin tamamı, enerji ve lar. Siyasi partilerin etkileri sürekli azaldı. istekle kendin modern batılı medeniyetle- Lugouquao Olayı’nın Çin ile savaşın çıkmarin adaptasyonuna ve incelenmesine verdi. sına yol açmasından sonra partiler, savaşın Meiji Restorasyonu, yüzyıllar boyunca ar- başarısı için tek platformda işbirliği yaparak kasında enerji ve gücü biriktirmiş bir bara- birleşmeye zorlandılar. Nihayet çözüldüler jın çatlaması gibiydi. Bu enerjinin aniden ve bunların yerine milli parti kuruldu. Mecsalınıvermesiyle ortaya çıkan büyük dal- lisin fonksiyonlarının lastik mührünkünden galar ve heyecanlar, kendilerini deniz aşırı daha da aza indirilmesiyle, sonunda 1941 hissetmelerine yol açtı. Ülke 19.yüzyıl sona savaşının patlamasına neden olan olayların ermeden, Japonya’nın galibiyetiyle sonuç- akışına parlamenter bir engel konamadı. lanan 1894-95 Çin-Japon Savaşına girdi. 1945’ten Günümüze Savaş sonunda Çin’den kazanılanlardan biri de Taiwan’dı. Japonya bundan on yıl sonra, “ Japonya’nın Doğu Asyalılar için Anglo1904-05 Rus-Japon savaşında tekrar galip sakson boyunduruğu dışında bir Doğu Asgelerek, 1875’te Kurile Adaları’na karşılık ya kurma arzusu, Alman-İtalyan ruhunun Rusya’ya bıraktığı Güney Sakhalin’i geri aldı Avrupa’da Yeni Düzen kurma arzusuyla ve Mançurya’ya olan özel ilgisi tekrar günaynı zamana gelmiştir. Anglosakson pendeme geldi. Kore üzerinde etkili olabilecek çesinden uzak ve gücüne yakışır bir gelediğer güçleri dışladıktan sonra, Japonya ilk cek peşindeki ülkemizin beklediği an en önce 1905’te Kore’yi kendi idaresine aldı, nihayet önünde durmaktadır.” ( Bir Japon sonra da 1910’da ilhak etti. Gazetesi’nden, 1949) 8 Aydınlatıcı ve yaratıcı yönetimiyle yıllar boAğustos 1945’te savaşmaktan bitkin düşyu ulusun şekil değiştirmesine rehber olan müş Japonya, müttefik güçlerin teslimiyet İmparator Meiji, Birinci Dünya Savaş’ı çıkşartlarını kabul etti ve İmparator’un emri madan önce 1912’de öldü. 1902 Anglo-Jaile halk silahları bıraktı. Teslimiyetten sonra pon Birliğinin koşulları altında savaşa giren altı yıldan daha uzun bir süre Japonya, teJaponya, savaş sonunda dünyanın büyük melde Amerika olmak üzere müttefiklerin gücü olarak tanındı. İmparator Meiji’nin kontrolü altında kaldı. yerine geçen İmparator Toisho’yu 1926’da tahta çıkan İmparator Hirohito dönemi iz8 Edwin P.Hoyt, Japonya, Asker Bir Ulusun İntiharı, ledi ve Showa dönemi başladı. s.158 39 General Douglas Mac Arthur yönetimindeki işgal kuvvetlerinin komutasında çeşitli sosyal v politik reformlar yapıldı. Tarım alanları eski sakinlerinin lehine olacak şekilde yeniden paylaştırıldı. İşçilere sendika kurma ve grev hakkı verildi. Zaibatsu denen aile bağlarına dayanan büyük holdingler kapatıldı. Kadınlara oy kullanma hakkının yanı sıra bazı haklar da tanındı. Toplantı, konuşma ve din özgürlüğü garanti altına alındı. 1947’de yeni liberal anayasa yürürlüğe girmiştir. tamamen kurtulmuştu. 1964 Tokyo Olimpiyatları, Japon halkının yeni güveninin ve ülkenin uluslar arası toplulukta artan varlığının sembolüydü. Japonya 1945’ten bu yana iç politikada dikkate değecek şekilde istikrar sağlamıştır. 1947-48 arasında kısa dönemli sosyalist hükümet dışında, muhafazakarlar mecliste daimi çoğunluğu teşkil ettiler. 1960’ların ortalarında sonra, Japonya içte ve dışta çeşitli problemlerle karşı karşıJaponya’nın yenilenmiş bir devlet olarak uluslar arası topluluğa dönmesi anlamı- ya kalmaya başladı. Acil hayati ihtiyaçlana gelen San Francisco Barış Antlaşması rın karşılanmasıyla birlikte halk, özellikle 1951’de imzalandı. Japonya bu antlaşmay- yaşam standardının gibi başlıca hedefler la, işgal altındayken yasaklanan dış ilişkiler aramaya başladı. Öğrenciler okullarından ve üniversitelerinden açıkça hoşnutsuzlukurma hakkını yeniden kazandı. ğunu ifade ettiler. Çeşitli toplumsal gruplar Savaş sonrasında hemen yapılması geresosyal eşitsizliğin düzeltilmesini istediler. ken işlerden biri de ekonominin iyileştirilmesiydi. Japonya ABD’nin de desteği ile, 1970’lerde yavaş gelişen ekonomiye buluülkenin serbest çok taraflı uluslar arası nan geçici çareler, giderek sertleşen ulusticarete katılmasını sağlayan çeşitli uluslar arası çevre ile birlikte, yaşam biçimlelar arası organizasyonlarda kabul edildi. rine ve düşüncelerine değişiklik getirerek 1960’ların ortalarında Japonya ekonomik olarak, dünya açık pazarlarında rekabet Japon insanının hayatını büyük ölçüde etkiledi. Değerler daha çeşitli ve değişik şeedebilecek kadar güçlendi. killere büründü. 1972’de Okinawa’nın ABD Japonya, ekonominin iyileştirilmesine yönetiminden tekrar Japonya’ya dönüşü paralel olarak uluslar arası durumun da ve Çin Halk Cumhuriyeti ile uzmanlaşmasiyasi açıdan yenilenmesi için çaba harcanın sağlanması 1970’li yılların iki önemli dı. 1956’da BM’ye kabul edilen Japonya, ekonomik ve sosyal forumların yanı sıra olayıdır. Dünya ekonomisindeki rolüne geuluslar arası politika konusunda da giderek lince, Japonya, pazarlarını liberalleştirmek daha etkin, katılımcı hale geldi. ABD ile gü- için çeşitli tedbirler almıştır. venlik konusunda düzenlemeler ilk olarak Japonya’nın artan ulusal gücü ve diğer ül1951’de imzalandı ve 1960’da karşılıklı olakelerin Japonya’nın ulusal rolündeki gerak yenilendi. 1960’ların ortalarında savaş tazminatı tamamen ödenmişti. Uzun süren lişmeler konusunda beklentileri ışığında, görüşmeler zincirlerinin ardından 1965’te hükümet, 1980’lerin ortalarından itibaren Japonya, Kore Cumhuriyeti ile resmi ilişki- dünya topluluklarına yapacağı yardımları lerini başlattı. Yenilgiden yalnız 20 yıl sonra genişletme yolunda olumlu tutumlar serJaponya savaşın yıkıntısından neredeyse gilemektedir. 40 ALTERNATİF TURİZM İMKÂNLARI OLUŞTURMADA MİKRO GİRİŞİMLER Eriman TOPBAŞ * Farklı kültürlere mensup insanların turizm hareketleri vesilesiyle birbirleriyle etkileşim halinde bulunmaları turizmin sosyal boyutunu oluşturmaktadır. Turizm olayının sunduğu bu imkân sayesinde insanlar, kendi kültürleri dışında insan yapılarını gözlemlemekte ve kendi sosyal yapılarını karşılaştırma fırsatı yakalamaktadırlar. Böylece kendi sosyal yapılarının artılarını Başka bir ülke, şehir ve bölgeden gelen ve eksilerini daha iyi değerlendirebilir hale Turizm kelimesi, gündelik yaşam ortamı dışında belli süreler dâhilinde tatil amaçlı insan hareketliliğini temsil eden bir kavramdır. Tatil amaçlı insan hareketliliği, yöneldiği yörelerde değişik etkiler meydana getirmektedir. Bu etkileri; ekonomik, sosyal ve kültürel olmak üzere üç boyutta toplamak mümkündür. insanlar geldikleri yerlerde kaldıkları süre içerisinde belli miktarlarda harcamalar yapmak suretiyle yöreye belli düzeyde bir ekonomik katkı sağlamaktadırlar. Ülkelerin gayri safi milli gelirleri içerisinde “turizm gelirleri” kalemine yer vermeleri turizmin ciddi anlamda bir ekonomik boyuta sahip olduğunun göstergesi kabul edilebilir. * Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi ([email protected]) gelmektedirler. Buradan hareketle insani oluşumların evrensel kodlarını algılamada daha iyi bilişsel imkânlar elde etmektedirler. Turizmin bir diğer boyutunu ise kültür oluşturmaktadır. Kültürü, “bireyin çevresiyle etkileşimi sonucu ortaya koyduğu somut ve soyut değerler bütünü” olarak düşündüğümüzde, turizm etkinliğini bu bağlamda hem yeni kültürel değerlerin üretilme41 sinde hem de mevcut kültürel değerlerin tüketilmesinde önemli bir insan faaliyeti olarak değerlendirebiliriz. Turizm faaliyetlerinin yoğun yaşandığı bölgelerde, kültürlenme ve kültürleşme süreçlerinin birlikte yaşandığı gözlenmektedir. Dolayısıyla, bu davranışlar sergilemektedirler. Ülkemizin hemen her yerinde makro boyutta turizm faaliyeti gerçekleştiren girişimcilerin yanında, girişimci olarak mikro boyutta turizm etkinlikleri yürüten kişiler de görülmektedir. Bu yazıda sizi Bolu’da, hem yerli hem yörelerde belli bir süre sonra mevcut insan davranışları repertuarına yeni yeni insan davranışlarının eklenmesi doğal bir süreç olarak kabul edilebilir. Bu yöreler aynı zamanda yerel kültürel değerlerin küresel kanallarla buluşarak evrensel değerlere dönüşme imkânı bulduğu ortamlar olma özelliğini de taşımaktadır. de yabancı turistlere hizmet sunan bir mikro turizmcinin “ekolojik köy” yaklaşımlı turizm hakkındaki görüşleri ile buluşturmak istiyorum. Tatil günlerimizin çoğunluğunu kullandığımız bu mevsimde alternatif tatil olarak işimize yarayabilir, diye düşünüyorum. Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de turizm faaliyetlerini kendi koşulları çerçevesinde değerlendirip bir kıymete dönüştürme çabasında olan değişik özelliklere sahip girişimcilere rastlamak mümkündür. Bunlardan bazıları turizm kavramını kendi hobileri ile bütünleştirip yepyeni bir yaklaşım geliştirirken bazıları da gidişata uygun 42 Bir mikro turizm girişimcisi olarak tanımlayabileceğim Sinan Olguner, tatil yapmak isteyen kişilere “Tatil Köyü mü, Köy Tatili mi?” sorusunu yöneltiyor. Sorunun cevabına yönelik olarak bizimle şu bilgileri paylaşıyor: “Ülkemizdeki yaygın tatil anlayışı olan deniz-kum-güneş üçlüsü hayatım boyunca hiç ilgimi çekmemiştir. Bunda doğup büyüdüğüm yer olan Mudurnu’nun ormanlarla, göllerle ve yemyeşil çayırlarla kaplı doğasının etkisi büyüktür. Çocukluğumda yaz tatili demek köydeki rahmetli dedemlerin yanına gitmek, onlarla tarlaya gidip tırmık çekmek, bostana gidip çapa yapmak, sebzeleri sulamak, eriği kirazı dalından koparıp yemek, eşekle gezmek, yumurtayı sabah kümesten kendi elimle alıp, yeni sağılmış sütle, taze tereyağı ve koyun peyniri ile birlikte yemek demekti. Çocukluğumda tatillerde köye gitmek ya maddi imkânsızlıklar nedeniyle yapılmış bir tercihti ya da günümüzden daha sıkı olan aile bağlarının bir sonucu olarak aile büyüklerinin unutulmadığının bir göstergesiydi. Sebep her ne olursa olsun sonuçta çocukluk yıllarımda doğayla baş başa, şehrin gürültüsünden uzak, tüm besinlerin organik olduğu, günümüzün moda deyimiyle “ekolojik” bir köy tatili yapıyormuşuz da farkında değilmişiz. Bizim bu tatil şeklimiz bugün alternatif turizm başlığı altında seyahat acentelerinin web sayfalarında kendine geniş yer bulmuş durumda. Ülkemizin dört bir yanında bu amaçla hizmet veren dağ evleri, çiftlik evleri, yayla evleri, köy evleri ve benzeri kırsal turizm merkezleri bulunuyor. Son yıllarda hem ulusal hem de Avrupa Birliği hibe fonları ile kırsal turizm yatırımları önemli ölçüde desteklenmektedir. Bu fonların en dikkat çekeni ise Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu tarafından kullandırılan hibe kredileri; kurum 2013 yılı için 400.000 Avro’ya kadar hibe kredisi verebiliyor. Bu fonların verilmesindeki ortak amaç turizmi kırsala yaymak ve kırsal kesimin kalkınmasına yardımcı olmak. Ama ne yazık ki Bolu bu kapsamda desteklenen iller asında değil ve birçok potansiyel kırsal turizm girişimcisinin bundan şikâyetçi olduğunu biliyorum. Güzel ülkemde insanların öyle olanakları olsun ki ailecek bir hafta sonu atlayıp Abant’a, Gölcük’e, Seben’e, Mudurnu’ya, Mengen’e, Gerede’ye gitsinler. Orada yamaçtaki bir köy evinde kalsınlar iki gün, sabah erkenden bir yürüyüşe çıksınlar dağa 43 doğru, döndüklerinde ev sahibi Nuriye teyze kahvaltıyı hazırlamış olsun, kahvaltıdaki yumurta kümesten daha sabah alınmış, süt alt sokaktaki Hacer ninenin ineğinden taze sağılmış, peynir Münevver teyzenin kendi imalatı olsun, ekmek tandırdan çıkarılsın sıcak sıcak. Öğlen uykusundan sonra bu insanlar Mehmet amcanın bahçesini çapalamasına yardım etsinler, odun kessinler, sobayı yakıp uzansınlar bir köşeye. Akşamüstü köy kahvesinde bir çay içsinler, akşam yemeğini yöresel yemeklerin sunulduğu köy odasında yesinler, tarhana ya da kızılcık çorbasıyla başlayıp zeytinyağlı sarmalarla, keşli cevizli makarnayla, pazı dolması, armut hoşafıyla doyursunlar karınlarını. Ertesi gün meşhur Bolu pazarını gezsinler, çeşit çeşit sebze ve meyveleri, inek, keçi ya da koyun peynirini, patatesli köy ekmeğini, salçaları ve adlarını hiç bilmedikleri ilginç ürünleri görsünler, köylülerle sohbet etsinler, beğendiklerini alıp şehre götürsünler, şehirde bir iki gün onları yesinler. Tatil bittiğinde yorgunluktan ölmüş, güneşten soyulmuş, havuzdan, denizden mikrop kapmış, kulağı, gözü iltihaplanmış olacaklarına tazelenmiş olarak dönsünler evlerine ve bu minik tatili çevrelerindeki herkese anlatsınlar. Ben isterim ki, güzel ülkemin her bölgesinde her yöresinde yapılabilsin bu, mevsim yaz olsun, kış olsun, bahar olsun; Tire bazen Manisa’nın Salihlisi olsun, bazen Ankara’nın Beypazarı, bazen Çanakkale’nin Dardanos’u, bazen Antalya’nın Beycik’i, bazen Doğubayazıt’ın Altıntepe’si, bazen 44 Çarşamba’nın Karaağaç’ı olsun. Köy evi, dağ evi, bazen çiftlik evi, bazen yayla evi olsun. Kimi zaman odun kesen tatilciler kimi zaman kiraz toplasınlar. Kimi zaman narenciye, kimi zamansa çay; hatta kimi zaman arkeolojik kazılara katılsınlar, kovanlardan bal ayırsınlar, inekleri sağsınlar, keçileri otlatsınlar, kimi zamansa yemekleri yapsınlar. Köylüler tatilcilere, tatilciler köylülere alışmış olsunlar, sonrası tercih meselesi” şeklinde görüşlerini dile getiren Olguner, baştaki sorusunu tekrarlıyor “tatil köyü mü yoksa köy tatili mi?” Tatilinin bir kısmını doğayla baş başa geçirmek isteyenler için, Bolu’nun doğal ortamında bulunan “ekolojik” bir ev iyi bir ev sahipliği yapabilir. Doğal insan davranışlarına olan hasretimizi ekolojik evin komşularıyla giderebiliriz. Ekolojik ortam, belki de, büyük şehrin hengâmesi içerisinde derinlere gömülen değerlerimizin biraz daha yüzeye çıkmasına, hatta o değerlerimizle buluşmamıza vesile olabilir. Bu az bir şey mi? Elbette ki, değil. Mekanik bir ortamdan, insani bir ortama gitmek, yapay ortamlardan doğal ortamlara gitmek, aslında doğal yapımızla buluşmak anlamına gelmez mi? İnsana alternatif turizm etkinliği sunan mikro turizmcileri kutluyorum. Schumacher’in kitabına da isim olan “Küçük Güzeldir” ifadesini mikro turizm girişimciliği için de kullanabiliriz. “Küçük Güzeldir”. TKK ÜYESİ ŞAİR YAŞAR FARUK İNAL’IN ARDINDAN Nail TAN * Türk Kooperatifçilik Kurumunun 431 numaralı üyesi (Üyeliğe kabul tarihi: 16 Mart 1971) şair, yazar Yaşar Faruk İnal’ın öldüğünü 16-24 Ekim 2012 tarihleri arasındaki Bulgaristan gezimizin başlangıcında, yurt içindeki son durağımız Kırklareli’nde İLESAM İl Temsilcisi şair Alaeddin İkican’dan öğrendim. Ankara’da yaşadığı yıllarda çok sık görüştüğümüz Yaşar Faruk İnal’ın evlenip Kırklareli’ye yerleştiğini biliyordum. Alaeddin Bey’e “Tanıyor musun?” diye sorduğumda; “Tanımam mı, dostumdu. Çok iyi bir şairdi. Kırklareli’ye sanat adına çok şeyler verdi. Ne yazık ki, bu yılın baharında kaybettik.” deyince çok üzüldüm. Oysa, telefonla arayıp “Kırklareli’deyim.” demek istiyordum. Kooperatifçi şair dostumuz, 16 Nisan 2012 Pazartesi günü 78 yaşında Hakk’a yürümüş ve cenazesi aynı gün Hızırbey Camisi’nde kılınan öğle ve cenaze namazlarının ardından Kırklareli Şehir Mezarlığı’nda toprağa verilmişti. Alaeddin Bey’den ölümü üzerine Kırklareli basınında çıkan yazıların kopyalarını rica ettim. Üyesi olduğu TKK’nin Karınca dergisinde ölümünü dostlarına duyurmak için. Eksik olmasın, Alaeddin Bey istediğim bilgileri 19 Aralık 2012 tarihinde e-posta ile gönderdi. Bilgilerimi, ansiklopedilerden derlediklerimi ekleyerek bu anı yazısını üzüntüyle kaleme alıyorum. İnal, 24 Nisan (TC kimlik belgesine göre 25 Nisan) 1934 tarihinde Bursa’nın İnegöl ilçesinde doğdu. 93 Harbi (1877-1878) sonrası Bosna Hersek’ten Bursa’ya göç etmiş bir aileye mensup olup babası Ljubki kökenli manifaturacı Hüseyin Bey, annesi ise Saray* Araştırmacı, Yazar ([email protected] bosna kökenli Fatma Hanım’dır. Babası Hüseyin Bey, Çanakkale Savaşları’na katılmış ve Müstecip Onbaşı’yla tanışmış bir gaziydi. İlkokul ve ortaokulu Bursa İnegöl’de bitirdi. Bursa Erkek Lisesindeki öğrenimini yarıda bırakıp çalışma hayatına atıldı. Vekil öğretmenlik, İnegöl Belediyesinde memurluk, Yenişehir Sümerbank Mağazasında yöneticilik yaptıktan (1966-1968) sonra Ankara’ya yerleşti. Afyonkarahisar Milletvekili, TKK üyesi şair Osman Attila’nın desteğiyle Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Basın Bürosunda göreve başladı. Yine Osman Attila’nın teşvikiyle TKK’ ye üye oldu. Basın bürosunda zamanla tecrübe edinerek Basın Müşavirliğine yükseldi. 1979 yılında emekliye ayrıldı, ikinci defa evlenerek Kırklareli’ye yerleşti. Kırklareli gazetelerinde köşe yazıları yazdı. İlin sanat hayatına canlılık getirdi. Birçok tanınmış şair ve yazarı Kırklareli’ye davet etti. İl Genel Meclis üyeliğine seçilerek, ilin kalkınmasına da katkıda bulundu. İnal, sanat hayatına şiirle başladı. İlk şiiri, şair Ahmet Muhip Dıranas’ın yönettiği Çocuk dergisinde 1946 yılında basıldığında henüz 12 yaşındaydı. Ortaokul ve lise yılla- 45 rında da şiir yazmayı sürdürdü. Sanat değeri yüksek ilk şiiri Peyami Safa’nın yayımladığı Türk Düşüncesi dergisinde 1960 yılında yayımlanınca şairliğine güveni arttı. İlk şiir kitabı Çiganka’yı bu güven sonucu 1961’de yayımladı. İnegöl Belediyesinde çalışırken 1961-1964 yılları Arasında Elif adlı bir edebiyat dergisi çıkardı. 43 sayı yayımlanan bu dergide Bursa Eğitim Enstitüsündeki öğrencilik yıllarımda (1960-1962) ve daha sonra edebiyat öğretmenliği yaparken benim de şiir ve yazılarım basılmıştı. 1969 yılında Ankara’ya yerleşince sanat çevresi genişledi. Başta Hisar olmak üzere Türk Dili, Çağrı, Kemalist Ülkü, Ilgaz, Eflatun, Defne, Ajans Türk, Düşlem ve Metin gibi önemli edebiyat dergilerinde yayımlanan şiirleriyle ünü ülke geneline yayıldı. 1970’li yılların başında TRT Ankara Radyosunda yayımlanan Uykudan Önce programının metin yazarlığını yaptı. Hisar dergisi şairleri arasında yer alarak; “Yaşayan Türkçeyle, anlamlı, yeniliğe açık şiir anlayışı”nı benimsedi. Şiir kitaplarının yanı sıra çocuklara yönelik masal kitapları da yazdı, antolojiler yayımladı. Basılmış kitapları şunlardır: • Çiganka: Şiirler, İnegöl 1961. • Şiir Bursa: Antoloji, İnegöl 1961. • İki Mustafa Kemal: Antoloji, Bursa 1961. Dört baskısı daha yapıldı (1963, 1964, 1972 ve 1974). • Elif’e Masallar: Masallar, Ankara 1973, (İkinci bsl. 1974) • 50. Yılda Türk Sanayii: Ankara 1973. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Yayını olup kitabı hazırlayan kurulun üyesidir. • 50. Yılda Atatürk ve Bayram Şiirleri: Ankara 1973, (İkinci bsl. 1977). • Kooperatifçinin Kitabı: Ankara 1976. • Setbaşı Köprüsü: Şiirler, Ankara 1977. • Nuran Öğretmen: Şiirler, Ankara 1977. 46 • Masal Bahçesi: Masallar, Ankara 1977. • Kasabam: İnegöl Şiirleri, Yenişehir 1992. • Tahta Kuşlar: Şiirler, Yenişehir 1993. • Mostar Köprüsü: Şiirler, Yenişehir 1995, Kırklareli Valiliği Yayını. • Türk’ün Yaşam Atlası: Şiirler, Yenişehir 1998. • Nilüfer Çiçeği Bursa: Şiirler, İstanbul 2007. Rahmetli şair iki defa evlendi. Birinci eşinden kızı Elif, ikinci eşinden de oğlu Hüseyin dünyaya geldi. Kızı Elif’in adını dergisine verdi. Elif’e Masallar’ı da kızı için yazdı. Son yıllarda parkinson hastalığına yakalanmıştı. Torunları Engin ve Özge yaşama sevinciydi. İnal, üye olduğu 1971 yılından itibaren Türk Kooperatifçilik Kurumunun çalışmalarına hevesle katıldı. Ankara’da yaşadığı yıllarda Kurumun çeşitli organlarında da görev aldı. Denetleme Kurulu üyeliği (1975-1976), Basın ve Halkla İlişkiler Çalışma Kurulu üyeliği (1977-1979), Araştırma Çalışma Grubu üyeliği (1977) yaptı. Karınca yazı kurulunda çalıştı. Karınca’da pek çok yazı ve şiiri yayımlandı. Kırklareli’ye yerleşince Karınca’ya gönderdiği yazılar seyrekleşti. Kooperatifçiliği yürekten benimsemişti. Kooperatif kuruluşlarının bir bölümü (Yapı Kooperatifleri, Küçük Sanayi Kooperatifleri gibi) Basın Müşavirliğini yaptığı Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Teşkilatlanma Genel Müdürlüğü tarafından denetlenmekteydi. Resmî görevi dolayısıyla da kooperatifçilikle ilgileniyordu. Bu sebeple, 1976 yılında Kooperatifçinin Kitabı adlı bir kılavuz kitap yayımladı. Kurumumuzun yanı sıra meslek kuruluşu olarak İLESAM ve TYS’nin de üyesiydi. Şair kooperatifçi Yaşar Faruk İnal’ı geç de olsa rahmetle, saygıyla anıyoruz. Durağı, şair dostlarının yanı olsun! geçmiş zaman olur ki... 47 48
© Copyright 2024 Paperzz