Değer Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır Mart 2014 Yıl: 1 Sayı: 3 Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi Sesleniş Gazetesi Ekidir Ücretsizdir 04 Atatürk ve Vatanseverlik 10 Aile Ziyareti 12 İstiklâl Şairi Akif 18 Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer. Ne büyüksün kü, kanın kurtarıyor Tevhid’i; Bedrin aslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Çanakkale'de Birlik Ruhu 28 TV, Şiddet ve Toplum Vatan bizim, ülke bizim, el bizim Emin ol ki her çalışan kol bizim Ayyıldızlı bayrak bizim, mal bizim Söyle Veysel öğünerek, överek. Âşık Veysel Mart 2014 D eğer BAŞYAZI Kıymetli okurlarım, İnfaz hizmetlerimizin önemli unsurlarından olan iyileştirme hizmetlerinin bir parçası olan dergimizin bu sayısında da sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Ceza infaz kurumlarımızda yaşanan kalabalıklaşmanın 150.000’i geçtiği bu günlerde, kurumlarımızda huzur ve sükunun sağlanmasında, infaz ve iyileştirme hizmetlerinin aksatılmadan yürütülmesinde görev yapan personelimize teşekkür ediyorum. Yine kendilerine sunulan eğitim, iyileştirme ve işyurdu hizmetlerine katılımları ile bu faaliyetlerimizi anlamlı hale getiren, diğer infaz hizmetlerinin yürütülmesinde personelimizin işlerini kolaylaştıran, gayretlerimize olumlu geri dönüşlerde bulunarak hizmetlerimizin amacına ulaştığını görmemizi sağlayan hükümlü ve tutukluları tebrik ediyorum. Bu anlamda 2013 yılında, değişik tip ve modellerdeki ceza infaz kurumlarımızda barındırılan hükümlü ve tutuklulardan mesleki eğitim ve işyurdu hizmetlerine toplam 61.239 kişiyi dahil ederek, bu kişilerin meslek edinmiş olarak tahliye sonrasına hazır hale getirilmesini, yönlendirmelerimiz sayesinde ilk orta ve yüksek öğrenime dahil ettiğimiz kişi sayısının her geçen gün artmasının haklı gururunu sizlerle paylaşıyorum. Yaptığımız görev; ceza infaz kurumlarımızda bulunan yaklaşık 150.000 hükümlü ve tutuklu, denetimli serbestlik tedbiri altında bulunan yaklaşık 200.000 kişi ile bunların ailelerini de düşündüğümüzde faaliyetlerimizin doğrudan 2.000.000 dan fazla kişiyi ilgilendirmektedir. Bu nedenle üzerimizdeki sorumluluğun farkında olarak çalışmalarımızı hız kesmeden sürdürüyoruz. Mart ayı, bir yandan bahar bayramı ile hayatın canlanışını haberdar ederek içimize farklı bir mutluluk getirirken, diğer yandan da Çanakkale Zaferi ve İstiklal Marşı’nın kabulünün yıldönümünü de içinde barındırması nedeniyle vatan ve millet sevgimizin doruklara çıktığı bir ay olma özelliğini taşıyor. Anadolu’nun vatan haline getirilmesinde atalarımız büyük bedeller ödedi ve bizler de hâlâ ödemeye devam ediyoruz. Bu düşünceler vatan sevgimizi ve vatana hizmetteki motivasyonumuzu artırıyor. Mart ayının sosyal kültürel faaliyetler yönü ile kurumlarımızda dolu dolu ve coşkulu geçeceğini öngörüyorum. Bu nedenle faaliyetleri yürütecek olan arkadaşlarımıza başarılar dilerken hükümlü ve tutuklularımızın da aktif katılımını bekliyorum. Bilindiği üzere kurumlarımızda annesinin yanında kalmakta olan çok sayıda çocuğumuz bulunmaktadır. Bu çocuklarımızın kreşe devam ederek, gelişimlerini en iyi şekilde tamamları hususunda hepimize önemli sorumluluklar düşmektedir. Bu konuda cezaevi ortamının olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi için çocuklarımıza ve annelerine her türlü destek sağlanmaktadır. Bu vesile ile Genel Müdürlüğümüz bünyesinde görev yapan tüm kadın personelimizin ve tüm kadın hükümlü ve tutukluların Dünya kadınlar gününü kutluyorum. Enis Yavuz YILDIRIM Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü 1 D eğer D eğer Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi Yıl: 1 Sayı: 3 Mart 2014 Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır YAYIN KURULU Burhanettin ESER (Yayın Kurulu Başkanı) Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdür Yardımcısı Vehbi Kadri KAMER Eğitimden Sorumlu Daire Başkanı Mustafa DOĞAN Tetkik Hakimi Ramazan GÜNŞAN Şube Müdürü Melike ÖNBAŞ Alpaslan DEMİR Tuncay KARACA Evren TANRIKULU Metin KARTAL Mustafa Serdar ÖZGÜN Süleyman KARAKUŞ Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Naci BİLMEZ Editör İlhan GÜLER Grafik Tasarım Fatih ŞAFAK Sahibi Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Adına Ali Turan KARADAĞ Kurum Müdürü Baskı Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Matbaası İstanbul Yolu 15.Km Hava Müzesi Karşısı Şaşmaz / Ankara Tel: (0312) 278 7610 Faks: 278 25 68 Yayın Türü Yerel Süreli Yayın Basım Tarihi: 07/03/2014 İletişim Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Konya Yolu No:70 06330 Beşevler/ANKARA Tel: 0312 204 13 75 Faks: 223 43 91 e-posta: [email protected] Web: www.cte.adalet.gov.tr Sesleniş Gazetesinin Ayda Bir Yayımlanan Kültür Ekidir 2 Mart 2014 İÇİNDEKİLER 06 08 12 15 17 18 24 26 28 38 48 STRESİ ALAN YİYECEKLER ÇANAKKALE'DE KADIN KAHRAMANLAR İSTİKLÂL ŞAİRİ MEHMET AKİF ÇOCUK YETİŞTİRME YAKLAŞIMLARI MAZERET YOK ÇANAKKALE'DE BİRLİK RUHU KAÇ YIL GEÇTİ? PEYGAMBERİMİZLE AŞILIYOR ZORLUKLAR TELEVİZYON, ŞİDDET VE TOPLUM YİĞİDİN HARMAN OLDUĞU İL; YOZGAT GÖZYAŞLARININ DİLİ Mart 2014 D eğer EDİTÖR’DEN Merhaba, dergimizin Mart sayısı ile yine beraberiz, Mart ayı, eşlere, sevgililere ve annelere yani kadınlarımıza özel bir gün olan dünya kadınlar gününü, baharın habercisi bahar bayramını içinde barındırıyor. Vatan sevgimizin, milli birlik ve beraberliğimizin göstergelerinden olan, ulus olarak tarihimizin en büyük kahramanlıklarından Çanakkale Zaferi’ni bu ayda kutluyoruz. Tabi ki yedi düvele meydan okuyan, çetin günlerden alnının akıyla çıkan şanlı ecdadımızın hürriyet hikayesinin anlatıldığı İstiklal Marşı’nın kabulü de Mart ayına rast gelmektedir. Bir kimsenin doğup büyüdüğü; bir milletin hakim olarak üzerinde yaşadığı, barındığı toprak bütününe vatan denilmektedir. Vatan sevgisi öylesine güçlü bir değerdir ki, buna sahip olan kişi üzerinde doğup büyüdüğü ve hayatını geçirdiği, atalarını bağrına gömdüğü bu topraklar için, gerektiğinde sevdiklerini bir daha görememe, gelecekle ilgili planlarından ve hayallerinden vazgeçme uğrana, yani her şeyini feda ederek şehitliğe kanat çırpabilmektedir. Vatan sevgisi, bu yönüyle en asil, en yüce sevgilerden biridir 04 ATATÜRK VE VATANSEVERLİK Bir şairimiz; ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,Toprak eğer uğrunda ölünüyorsa vatandır’. der. Ne güzel der, işte bu şiir tam bizim vatanımız için söylemiştir. Dünya üzerinde başka bir millet gösterilemez ki, bizim kadar vatanı için can vermiş olmasın. İstiklal Marşı şairimiz vatanımız ile milletimizin bir beden ve ruh olduğunu şu dizesinde ne güzel anlatır: "Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda. Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda." Evet ''Değer'' dergisinin bu sayısında yukarıdaki sözlerimizden de anlaşıldığı üzere vatanseverlik teması ele alındı.Yine bu sayımızda da birbirinden bilgilendirici, öğretici konularla sizlerle birlikteyiz. Dergimize bu ay; vatanseverliği ve milliyetperverliği ile tüm dünyaya ve Türk Milleti'ne örnek olmuş Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Atatürk'ün vatan ve millet sevgisi en önemli başlıklarımızdan biri olarak yer aldı. 8 Mart Dünya Kadınlar Gününden , 18 Mart Çanakkale Zaferine geçiş yaptığımız yazımızda Çanakkale'nin görünmeyen kahramanları 'kadınlar' gün yüzüne çıkıyor. İnsan tek başına yaşayamaz düsturu doğrultusunda akraba ziyaretinin önemi ve psiko-sosyal yönüne dikkat çekmeyi unutmadık. 10 AİLE ZİYARETİ Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden ve yiğitler diyarı olarak bilinen Yozgat’a bir gezi düzenledik. Bu ay dergimizin okur kitlesinin büyük bir kısmını oluşturan hükümlü ve tutuklularımıza da bir yer ayırdık, onların seslerini duyurabilmeleri için “Sizden Gelenler Köşesi” açtık. Hepsi bu kadar da değil; İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy hayatı, çocuk yetiştirmede önemli yaklaşımlar, sıkça başvurduğumuz mazeret üretmenin olumsuz sonuçları ve kurtulmanın yolları, tarihimizde destansı mücadelelere sahne olan Çanakkale Zaferindeki birlik ruhu,uzman psikolog dilinden televizyonun çocuklar ve toplum üzerindeki etkileri, Harp Mecmuasından dokunaklı hikayeler, hepsi birbirinden değerli olan tema odaklı kitaplarımızın tanıtımı, okuyunca hem güldüren hem düşündüren fıkralar, ilginç yönleriyle smokinli hayvanlar olarak bilinen penguenler, farklı duygularla akan gözyaşlarının farklı mahiyetlerde olduğu... gibi nice birbirinden bilgilendirici ve öğretici yazıları istifadenize sunduk. Bu vesile ile kurumlarımızda görev yapan kadın personelimizin, kadın hükümlü ve tutuklularımızın “Dünya Kadınlar Gününü” kutluyoruz. 20 AKİF’TEKİ MEHMETÇİK SEVGİSİ Sizleri dergimizle baş başa bırakırken bir sonraki sayımızda "Sağlıklı Yaşam" teması ile karşınızda olmayı umuyoruz. Gelecek sayıda buluşmak ümidiyle… 3 D eğer Toplum Mart 2014 Atatürk ve Vatanseverlik M illet, genel kabul gören anlamıyla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğudur. Milletin üzerinde yaşadığı toprak da vatan olarak adlandırılır. Vatan yalnızca üzerinde yaşanılan toprak parçası olarak algılanamaz; bir insanın hayatında sahip olduğu en önemli varlıklardan birisidir. Millet ve vatanın her insan için anlamı büyüktür. Bireyi güçlü kılan temel, ait olduğu milletin kültür birikimi, tarihi, geleneksel özellikleri gibi unsurlardır. Milletin devamlılığını sağlayan ana öğe de, vatanın bölünmez bütünlüğünün korunmasıdır. Türk Milleti'nin vatanına olan sevgisi ve bağlılığı tarihsel bir gerçektir ve milletimizi diğer milletler arasında üstün kılan en asil özelliklerden birisidir. Bununla birlikte her Türk, milletinin menfaatlerini kendi menfaatlerinden, milletinin geleceğini kendi geleceğinden üstün tutan bir anlayışa, derin bir millet sevgisine sahiptir. Türklerin, diğer tüm milletlere örnek olması gere- 4 Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Atatürk de vatanseverliği ve milliyetperverliği ile tüm dünyaya ve Türk Milleti'ne örnek olmuş bir insandır. Son derece mütevazı bir kişiliğe sahip olan Atatürk, kendisinin sahip olduğu üstün özelliklerini hep milletinin kendisine kazandırdığı özellikler olarak görmüştür. Mart 2014 D eğer ken vatan ve millet sevgisi, bize şanlı tarihimizin en önemli miraslarından birisidir. Vatan ve millet sevgisi, çok asil sevgilerdir ve Türk Milleti için kutsal değerlerdir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Atatürk de vatanseverliği ve milliyetperverliği ile tüm dünyaya ve Türk Milleti'ne örnek olmuş bir insandır. Son derece mütevazı bir kişiliğe sahip olan Atatürk, kendisinin sahip olduğu üstün özelliklerini hep milletinin kendisine kazandırdığı özellikler olarak görmüştür. Aynı şekilde kazanılan zaferleri ve elde edilen başarıları da hep milleti ile birlikte gerçekleştirdiğinin bilincinde olmuş, bunları daima milletine mal etmiştir. Konuşmalarında ve yazılarında bu noktanın altını önemle çizmiştir. "Benim hayatta yegane fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir" diyerek Türk olmaktan gurur duyduğunu ifade etmiştir. Atatürk, yaşamı boyunca vatan ve millet sevgisinin önemi üzerinde durmuş, Türk Milleti'ne duyduğu derin saygı ve sevgiyi önemle vurgulamıştır. "Ne mutlu Türküm diyene" sözü, kuşkusuz çok üstün bir sevginin simgesidir. Atatürk, vatan ve millet sevgisinin üstünlüğü ile tanınan, bu sevgisi sayesinde tarihi başarılara imza atmış bir lider, büyük bir devlet adamı idi. Gerek Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan büyük zaferlerin, gerekse bağımsızlığın kazanılmasının ardından ekonomide ve sosyal hayatta katedilen ilerlemelerin temel kaynağı Atamızın vatanına duyduğu derin sevgi ve milletine karşı hissettiği güçlü bağlılıktı. Koşullar ne kadar zor, durum ne kadar umutsuz gibi gözükse de, vatanı ve milleti için her zaman yapacak bir şeyi olduğuna inanan büyük bir insandı. Atatürk'ün hayatı incelendiğinde, tüm yaşamı boyunca en büyük amacının Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak olduğu ve bu yolda yapılan büyük mücadelenin de derin bir vatan ve millet sevgisinden ilham aldığı açıkça görülecektir. Gerçek sevgi ve bağlılık olmadan, böylesine büyük başarılar elde edilemeyeceği açıktır. Bir insan vatanını korumak ve kurtarmak için verdiği mücadelede hiçbir zorluktan yılmıyor, en içinden çıkılmaz gibi görünen durumlar karşısında dahi akılcı ve etkili çözümler üretebiliyor, zafere olan inancını ve azmini a sla kaybetmiyor ise, bu, uğrunda mücadele verdiği değerlere sarsılmaz bir bağlılık duyduğunun en önemli göstergesidir. Atatürk'ün ideali, bağımsız bir vatan üzerinde, güçlü bir milli birlik anlayışına sahip bir millet ortaya çıkarmak ve bu milletin hiçbir engel tanımadan çağdaşlaşma yolunda ilerlemesini sağlamaktır. Türk Milleti'nin çağdaş milletler seviyesine yükselmesi gerektiğine inanan, bu düzeye çıkma hakkına sahip bir millet olduğu gerçeğini tam anlamı ile kavramış olan Atatürk, vatan ve millet sevgisi sayesinde, kimsenin düşünemeyeceği, düşünse bile gerçekleştirmesinin mümkün olamayacağı bir başarı kazanmıştır. "Türklerin vatan sevgisi ile dolu göğüsleri, düşmanların melun ihtiraslarına karşı daima bir duvar gibi yükselecektir" sözleri ile vatanseverliğin önemine dikkat çeken Atatürk, milletini seven, milletine sadık ve milletine güvenen gerçek bir Türk milliyetçisidir. Ve şu önemli gerçek de göz ardı edilmemelidir ki; vatanını ve milletini herşeyin üstünden tutan, bu derin sevgi için gerektiğinde kendi canını dahi tehlikeye atan Büyük Atatürk'ün bize bıraktığı en önemli miraslardan biri vatanseverlik ve millet aşkıdır. Atamızın bizlere bıraktığı büyük mirası onun bizden beklediği gibi değerlendirebilmek, ülkemizi onun bize bıraktığı noktadan hep daha ileriye götürebilmek, Türk Milleti'ni, tarihine yakışır bir makama ulaştırabilmek için yapılması gereken, Atamızın izinden yürümektir. Tüm vatanseverlerin ve gerçek Türk milliyetçilerinin kendilerine örnek alabilecekleri en güzel örnek, hiç şüphesiz Atatürk'tür. Atatürk ise, "Benim, Türk Milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar" sözleri ile bize hedefe ulaşacak en kısa yolu göstermektedir Kaynak : www.turkansiklopedi.com 5 D eğer Bilim Psikoloji Şehir hayatı strese girme yaşını düşürdü Uzm. Psik. Dan. Sait Özdemir, stresin 7 yaşına kadar düştüğünü belirterek, "Bunun nedeni çocuklar için katı ve acımasız bir hayat sunan şehir hayatıdır." dedi. Özdemir, kendilerinin tarlalarda büyüdüğünü, doya doya toprakla oynama zevkini tattıklarını ifade ederek, "Bizden sonraki nesil seralarda büyüdü. Yeni yetişen nesil ise cam fanuslarda büyümek zorunda bırakılıyor. Her yer taş yığını, ayaklarımız toprağa değmiyor. Vücudumuzdaki elektriği alacak, tabiri caizse topraklama yapacak kadar toprak bile yok. Tarih Mart 2014 Toplum İznik Gölünde 1600 yıllık kilisi bulundu Çanakkale 100.Yıl Marşı'na yoğun talep Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şahin, yaptığı açıklamada, İznik ve çevresindeki hava çekimlerinden elde edilen fotoğraflarda, "Senato Sarayı" olarak tanımlanan alanın 500 metre doğusunda, göl kıyısından 20 metre açıkta anıtsal yapı kalıntısının fark edildiğini belirtti. Bazilikanın, M.S 740 depremindeki çökmenin etkisiyle göl sularına gömüldüğü tahmin ediliyor. Çanakkale Savaşları'nın 100. yılı olan 2015'teki etkinliklerde kullanılmak üzere marş bestelenmesi amacıyla Basın Yayın ve Enformasyon İl Müdürlüğünce başlatılan çalışma yoğun ilgi gördü. Müdürlük yetkililerine telefonla ulaşan pek çok müzisyen, marşı bestelemeye talip olduğunu bildirdi Bu yiyecekler stresi alıyor Hatice Tuba Çetinkaya Gün içinde ne çok şeyin sıkıntısını, stresini yaşıyoruz. Yaramazlık yapan çocuğa, kötü kokuların karıştığı toplu taşıma araçlarına, sokak düğünlerine, sıcak havaya, yoğun trafiğe, hatta bazen “Gözünün üstünde kaşın var.” diyene bile sinirlenebiliyoruz. Bir de bunların yanına yapmamız gereken ama yetiştiremediğimiz işler eklenince vay halimize! “Çok stresliyim.” gibi bir nedeni de arkamıza alıp esiyor gürlüyoruz. Acaba yaşadığımız yoğun stresten kurtulmak için birilerine kızmak, küfür etmek, kötü alışkanlıklar edinmek ya da anti-depresan kullanmak dışında çözüm yok mu? Aklımıza takılan bu soruları uzmanlara yönelttik ve ondan stres yönetimini kolaylaştıran besinlerin neler olduğunu öğrendik. Doğal yollarla da stresimizi yönetip daha dingin ve huzurlu olabiliyormuşuz meğer. Kuru baklagiller Kuru fasulye, nohut, barbunya gibi sindirimi geç olan besinler özellikle öğleden sonraki gerginliklerimiz için ideal. Öğle ve akşam yemeği arasındaki zamanın uzadığı yaz günlerinde, açlık kan şekerimiz düşürebiliyor. Kan şekerimiz düşünce daha gergin oluyoruz. Öğlen kuru baklagilleri tükettiğimizde ise kan şekerimiz daha uzun süre 6 dengede kalıyor ve daha az geriliyoruz. Bu gıdalar, sinir sistemimizin sağlığı için gerekli B vitamini açısından da oldukça zengin. Bitki çayları Özellikle melisa ve sarı kantaron çayları rahat uyumamıza yardımcı oluyor. Uykusuzluk, stres yapıcı unsurların başında geldiğinden bu çayların üzerimizde gevşetici etkisi çok işe yarıyor. Ancak uyku verdiğinden bunları gündüz değil de akşam yatmadan önce tüketmeyi tercih etmeliyiz. Melisa ve kantaron gibi stresimizi azaltmaya yardımcı olan papatya ve rezene çaylarını ise gün içerisinde içebiliriz. Kuruyemişler Kuruyemiş deyince kastımızın çekirdek çitlemek olmadığını belirtelim önce. Fındık, ceviz, bademin diğer kuruyemişlerden farklı etkileri var. Mutluluk hormonu ‘seratonin’ salgılanmasına yardımcı olan bu ara öğün besinleri, antioksidan etkili E vitamini açısından zengin. Magnezyum yetersizliğinde kaslarımız daha çabuk gerginleşir. Magnezyum içeren fındık, ceviz ve bademi tüket- Mart 2014 D eğer Aile Herkes aynı sofraya buyursun Amerika’da yapılan bu araştırmayla, bilhassa akşam yemeğini beraber yiyen ailelere mensup gençlerin, kötü arkadaş gruplarından uzak durdukları ve madde bağımlısı kişilerle daha az arkadaşlık kurdukları belirlendi. Bu durum, hazır ve ayaküstü yemek yeme tarzının gittikçe yaygınlaştığı günümüz toplumları için oldukça dikkat çekici... Beslenme Yavaş ye, ağır çiğne kilo ver ABD’deki Texas Üniversitesi’nden bilim insanları yavaş yavaş yemenin kalori alımını azalttığını kanıtladıklarını açıkladı. Deneylerde iyice çiğneyerek ve her lokmadan sonra çatal kaşıklarını bırakarak yiyen kişilerin yemek masasından kalktıklarında ortalama 88 kalori daha az tükettiğini ve kendilerini daha tok hissettiğini gördüklerini söyledi. mek stresi önleyici etkiye sahip. Ayrıca kuruyemişler, sahip oldukları bitkisel Omega-3 ile kalbimizi koruyorlar. Bitter çikolata Çikolatanın mutluluk verici etkisini çoğumuz biliyoruz zaten. Öğleden sonra atıştırma olarak 20-30 gram bitter çikolata, hem salgılattığı seratoninle bizi mutlu ediyor hem de kalp sağlığımıza destek veriyor. Tahıllar Bu başlığa aslında beyaz ekmeği sevenlerin dikkat etmesi gerek. Çünkü beslenme düzenimizde alışkın olmadığımız yulaf ezmesi, kepeği veya bisküvisi, arpa, müsli, tam tahıllı ekmekler kan şekerini diğer karbonhidrat kaynaklarına göre daha uzun süre dengeliyor. B vitamini açısından da oldukça zengin bu besinleri sadece ekmek olarak değil çorbalara katarak, haşlamasını ya da lapasını yaparak da tüketebiliriz. Öğle ve ikindi vakitleri bu tahıllardan faydalanmak için ideal zaman dilimi. Antioksidan meyveler Gün içinde yiyip içtiklerimizden, hatta teneffüs ettiğimiz havadan bile birçok toksin alıyoruz. Antioksidanlar bunları vücudumuzdan atmamıza ve gevşememize yarıyor. En güçlü antioksidan meyveler, koyu kırmızı renkte olan annelerimizin “Kan yapar.” dedikleri; Toplum Uyuşturucudan tedavi görenlerin sayısı arttı Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi ve Eğitim Merkezlerine başvuran hastalara ilişkin Sağlık Bakanlığı istatistikleri, dikkat çekici sonuçlar ortaya çıkardı. Uyuşturucudan tedavi görenlerin sayısı yüzde bin 781 arttı. kiraz, vişne, ahududu, böğürtlen, dut, yaban mersini ve nar. Ayrıca C vitamini açısından zengin olan kavun, karpuz, ananas da antioksidan etkiye sahip. Düşük şeker içeriği, düşük kalorisi ve yüksek C vitaminiyle kiviyi de unutmamalı. Acı biber İnsanın acının, tatlı etkisi göstereceğine inanası gelmiyor ama acı biber, vücutta mutluluk veren ‘endorfin’ hormonunun salgılanmasını hızlandırıyor. İçerdiği pigment sayesinde vücut ısımızı artırıyor, metabolizmamızı hızlandırıyor. Bunun için en acı biberi bulmamız gerekmiyor elbette. Acının vücut sıcaklığımızı artıracak düzeyde olması yeterli. Acı biberi yemeklerimizin içinde ya da baharat olarak kullanabiliriz. 7 Toplum D eğer Mart 2014 Çanakkale'de KADIN KAHRAMANLAR Çanakkale’de, Türk ordusu, yokluk ve yoksulluk içinde büyük bir direniş göstererek büyük bir zafer kazanmıştır. Bu zaferin kahramanları ve hikâyeleri kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu savaşta olağanüstü işler başaran kadın kahramanlar da bulunmaktadır. Bunlar arasında Nezahat Onbaşı, Hatice Hanım, Zeynep Mido Çavuş, Başhemşire Safiye Hüseyin Elbi gibi isimler yer almaktadır. Ç anakkale Zaferi'nin görünmeyen kahramanları 'kadınlar' gün yüzüne çıkıyor. İşte 8 Mart’tan 18 Mart’a Çanakkale'nin kahraman kadınları... 8 Mart’ı geride bıraktığımız bugünler, kadınların günümüzdeki statülerine kavuşmak için ne kadar zorlu bir mücadeleden geçtiklerini hatırlamak için iyi bir vesile. Öte yandan, içinde bulunduğumuz ay, kadınların sadece bireysel hakları için değil, küresel mücadelelerde, savaşta, cephede ve cephe gerisinde de etkin roller icra ettiklerini öğrenme fırsatı sunuyor. Çünkü bu ay, aynı zamanda Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü olarak kutlanan 18 Mart’ı da içeriyor. 8 Mart’tan kalkıp 18 Mart’a çevirdiğimiz projektörler Çanakkale Savaşı’nın cevval kadınlarını aydınlatıyor. Çanakkale ile ilgili yabancı kaynaklar, askerlerin mektupları ve anılarından, keskin nişancı kadın savaşçıların varlığından bahsediyor. Bizim kaynaklarımız ise Nezahat Onbaşı gibi, savaşta önemli yararlılıklar göstermiş ve sonra Meclis tarafından rütbeye layık görülmüş kadınların bulunduğuna işaret ediyor. Çanakkale Savaşı ile birlikte İnönü muhabereleri ve Kurtuluş Savaşı’na iştirak eden Mücahide Hatice Hanım, Kosova’dan gelerek savaşa katılan ve şehit düşen Zeynep Mido Çavuş, Çanakkale’den İstanbul’a yaralı taşıyan Reşit Paşa Vapuru’nunbaş hemşiresi Safiye Hüseyin Elbi, Türk yaralıları tedavi ederken yaşanan bombardımanla can veren Alman hemşire Erica, Çanakkale’nin kadın kahramanları arasında yer alıyor. Savaşı takip eden 50 gazeteci arasındaki tek kadın Bulgar kökenli WandaZembrzuskayı da unutmayalım! Onlar savaşın çeşitli dönemlerinde yer alarak kendi mücadelelerini verdiler. Bu 8 Mart ertesinde, 18 Mart’a, bir de bu açıdan bakma vakti geldi de geçiyor diye düşündük. 18 Mart tarihi, Türkiye için tarihî bir zaferdir. Çanakkale’de tarihçilerin tabiriyle 7 düvele karşı savaşan Türk ordusu, dönemin şartlarında, yokluk ve yoksulluk içinde büyük bir direniş göstermiş, sonuçta da büyük bir zafer kazanmıştır. Bu zaferin kahramanları ve hikâyeleri kuşaktan kuşağa aktarılır. İşte bu tabloda, Seyit Onbaşı, Ezineli Yahya Çavuş gibi isimlerin yanında, onlar kadar ön planda ve sayıca fazla olmasa da kadın kahramanlar bulunuyor. Kendisine daha sonra TBMM tarafından Onbaşı unvanı verilen Nezahat Onbaşı, Çanakkale’den sonra Türkiye’yi cephe cephe dolaşan Hatice Hanım, Kosova’dan gelerek savaşa katılan Zeynep Mido Çavuş, 8 Mart 2014 D eğer Çanakkale’den İstanbul’a yaralıları taşımak için hastaneye dönüştürülen Reşit Paşa Vapuru’nun başhemşiresi Safiye Hüseyin Elbi, bu isimler arasında bulunuyor. Askerlik çağındaki tüm erkeklerin savaşa çağrıldığı bu dönemde, cephe gerisindeki fedakârlık ise genelde kadınlara düşer. Ancak cephe gerisindeki fedakârlıklarla yetinmeyen bazı kadınların, bizzat cepheye giderek savaşta yer aldıkları biliniyor. Bu çerçevede, Çanakkale Savaşındaki kadınların öykülerini toplayan Zümrüt Sönmez, Savaşın Kadınları isimli kitabında, kadınların nasıl bir rol aldığını aktarıyor. Hilali Ahmer (Kızılay) Hanımlar Merkezinin teşviki ve ilanları ile dernek merkezine giderek cephe gerisi hizmeti sunan kadınlar, bununla da sınırlı kalmıyor. Bir kısmı cephede, sıcak çatışmaların yaşandığı ortamlarda sağlık hizmetlerini sunuyor, bir kısmı da omuz omuza savaşmayı tercih ediyor. Hatta, keskin nişancı olarak cephenin en ön safında yer alıyorlar. Ancak, bu yöndeki bilgilere Türk arşivlerinde değil, yabancı kaynaklarda rastlanıyor. Örneğin, Avusturyalı piyade er J.C.Davies, annesine yazdığı mektupta, keskin nişancı bir Türk kızının karşı taraftan pek çok askeri vurduğunu, gün batmadan kendisinin de bir Avusturyalı tarafından vurulduğunu söylüyor. 19-21 yaşındaki genç kızın bedeninden, ölü olarak ele geçirildiğinde 51 kurşun çıkmış. Çanakkale Savaşında gerek keskin nişancı olarak ön saflarda gerekse diğerleriyle birlikte omuz omuza çarpışan kadınların yer aldığı halde bu isimlerin neden kayıtlara geçmediğini tarihçiler o günkü toplum yapısına bağlıyor. Çünkü dönemin koşullarında kadınlar çok fazla ön planda değildi. Hatta, Anafartalar’dan başlayarak Kurtuluş Savaşına kadar pek çok cephede boy gösteren Mücahide Hatice Hanımın ismini Ahmet olarak duyurması da bunu açıklıyor. Nezahat Onbaşı Ne çeyiz ne de madalya sahibi oldu Annesi vefat ettiği için babası Albay Hafız Halit Bey ile birlikte cepheden cepheye koşan Nezahat Onbaşı’nın serüveni, çocukluk yıllarında başlıyor. 8 yaşında cephelerle tanışan Nezahat’in rütbesini aldığı savaş, Gediz Cephesi’ndeki bir çatışmadır. Babası Halit Bey’in kumandasındaki 70. alay zor anlar yaşamaktadır. Aralarından cepheden kaçmayı düşünenler bile olur. Atıyla 600 kişilik alayın önünü kesen Nezahat, Ben babamın yanında ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz? diyerek kalmalarını ve savaşın kazanılmasını sağlar. Bu nedenle onbaşı rütbesini alan Nezahat, Meclis’in kendisine öngördüğü çeyiz ya da madalyayı ise ömrü boyunca göremez. Çünkü unutulup gitmiştir. Mücahide Hatice Hanım Türkiye’yi cephe cephe dolaştı Anafartalar’da 56. fırkada mücadele eden Hatice Hanımı herkes erkek zannediyordu. Çünkü, tanınmamak ve savaş dışında kalmamak için erkek ismi kullanarak, kendisinin Ahmet ismiyle çağrılmasını istemişti. Anafartalar’dan sonra diğer muharebelere de katılan Hatice Hanım, İzmir’de Yunanlılara esir düşer. Buradan Manisa’ya kaçan ve Bandırma üzerinden İstanbul’a geçen kadın asker, buradan sonra da İnönü Muharebeleri’ne katılır. Kurtuluş Savaşı boyunca pek çok cephede boy gösteren Hatice Hanım, Kütahya cephesinde, Çay ve Dumanlı Pınar muharebelerinde de bulunmuştur. Zeynep Mido Çavuş Kosova’nın gönüllü kahramanı Osmanlı’nın verdiği savaşta sadece Türkiye sınırları içindeki kadınlar rol almadı. Bunun dışında da eski Osmanlı topraklarından gelerek savaşa katılan kadınlar olmuştu. Kosova’dan gelerek gönüllü olarak Çanakkale savaşında bulunan Zeynep Mido Çavuş, bunlardan biridir. Ailesi Kosova’da bulunan ve savaşa katılmak üzere tek başına gelen Zeynep Çavuş’un şehit düştüğü ve İzmit’te heykelinin olduğu iddia ediliyor. Safiye Hüseyin Elbi Reşit Paşa Vapuru’nun yardım meleği İngiltere’de deniz ataşeliği yapan Ahmet Paşa’nın kızı olan Safiye Hüseyin Elbi, Avrupa’da eğitim almış ilk hemşirelerdendir. Çanakkale Savaşı’nda gönüllü hemşirelik yapan Elbi, hastane gemisine dönüştürülen vapurlardan biri olan Reşit Paşa Vapuru’nda görev alır. Burada yaşananları, Reşit Paşa’ya bindik. Çanakkale’ye geldik, Akbaş mevkiinde demirledik. Hastaları, yaralıları toplamaya başladık. Ne yaralılar, ne yaralılar. Şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım. sözleriyle aktaran Elbi, Balkan savaşlarında da bulunmuştur. Hemşire Erica Hem dikti hem de yaraları sardı Doktor Ragıp Bey’in eşi olan Alman asıllı hemşire Erica’nın, savaşın en şiddetli anında köylü kadınlar arasında birliktelik sağlayarak orduya destek olduğu belirtiliyor. Orduya kıyafet, yorgan, yastık, çadır dikiminde rol alan hemşire Erica, köydeki kadınlardan sağladığı dikiş makinesiyle kendisi de pek çok şey dikmiş. Türk yaralıları tedavi ederken de, hastane ve hasta bakım yerlerini bombalayan düşmanın top mermisiyle can vermiş. Çanakkale’de Yalova köyü mezarlığında bulunuyor. www.milliyet.com.tr 9 Aile D eğer Mart 2014 Aile aaaaaaaaaaaaa aaaaaaaaaaa Dr. Sait Şahin İ nsan tek başına yaşayamaz. İnsanlarla münasebet, hayata mânâ ve güzellik katar. Bunun için insan hayatının çok mühim yönlerinden biri, insanlarla kurulan yakınlıklar ve bunlara yüklenen mânâlardır. Yakınlık kurmak, insanî duygulardandır. Akrabalık milletlerarası münasebetlerde de aranan bir mefhumdur. Akrabalık, doğuştan veya sonradan kazanılmıştır. Akrabalar bir yönüyle kaderin yakın kıldıklarıdır. Zira kan akrabalarını kimse kendisi seçmez. Akrabalar genetik açıdan birbirine benzer. Bilinen kan akrabalığına hısımlık ve süt yoluyla eklenen akrabalıklar da katılır. Evlenme ile başlayan hısımlık, çocukların olması ile kan akrabalığına dönüşür. Çocuklar sebebiyle taraflar arasında kan bağı, başka bir deyişle genetik bağ oluşur. Akrabalar, insanın ilk tanıdığı, sevdiği, insanî münasebetlerini geliştirdiği, şirin ve sıcak bakışlardan oluşan çevresidir. Onların varlığı insana moral destek sağlar. Bu ilk münasebetler müsbet ve menfî yönleriyle neredeyse ömür boyu sürecek alışkanlıkların ve insanlarla münasebetlerin temel kriterini teşkil eder. Bir gençten beklenilenler arasında, ailesine ve akrabasına faydalı olması vardır. Yapılan hayırlı işlerin yakınlara da faydası dokunur. Aksine serseri olan bir kişi, öncelikle akrabalarına zarar verir. Vatanına ve milletine faydalı olan biriyle önce akrabası iftihar eder. Tecritte, yalnızlıkta, hastalıkta yahut gurbette akrabanın yüzü, şefkati ve ilgisi aranır. Akraba münasebetleri, aynı soydan gelenlerin âdeta yeniden birbirini keşfidir. Bu ilişkilerin sosyal, ekonomik, 10 psikolojik, dinî ve beşerî yönleri vardır. Akrabalık münasebetlerinin psiko-sosyal yönü Çocuklar, aile ve akrabalık münasebetlerinden büyük ölçüde etkilenir. İnsanın sevinç ve üzüntülerinin kaynağı, çoğunlukla aile ve akrabalarıyla ilgilidir. İnsanın sosyal tecritten kurtulmasının en kolay ve tabii yollarından biri, akrabalarla irtibatın koparılmamasıdır. Sosyal hayatın temeli, akrabalar arasındaki sıcak münasebetlerin varlığıdır. İçtimaî yönden akrabalık bağlarının gücü, millet olmanın ve sağlam karakterlerin geliştirilmesinin teminatıdır. Yaşlılıkta akraba ve tanıdıklarla yakın münasebeti devam ettirme çok daha önemlidir. Hayatın bu döneminde yalnız kalan bir kişinin kendisini yönetmesi zor olabilir. Bu zorluk karşısında yaşlı kişi, günlük faaliyetlerini Mart 2014 D eğer ziyareti mümkün olduğunca devam ettirmek için akrabalarından yardım alabilir. Şehirleşme ve akraba yardımlaşması Şehirleşme ve şehre göç ile birlikte köylerde hayat tarzı değişimi meydana gelmekte, ayrıca aile yapısının, fonksiyonlarının ve akrabalık bağlarının çözülmesi gibi neticeler ortaya çıkmaktadır. ‘’Şehirleşme akrabalık bağlarını zayıflatıyor.’’ iddiası, bizim toplumumuz için fazla geçerli değildir. Aksine şehirleşmenin toplumumuzda akrabalık münasebetlerinin canlanmasına vesile olduğu söylenebilir. Şehre göç edenlerin genellikle akrabalarına yakın yerlere yerleşmeleri, şehir hayatında karşılaştıkları problemlerin çözümünde, geleneksel yardımlaşma ve dayanışma yoluyla birbirlerine destek sağlamaktadır. Böylece yabancılaşma, suçluluk, alkolizm gibi menfî durumlar kısmen engellenmektedir. Şehirde çalışmak durumunda kalan annenin, çocuğuna bakma vazifesinin genellikle anneanne veya babaanne tarafından üslenilmesi, münasebetlere başka bir yön kazandırmıştır. Şehre göç, kendini yalnız hisseden ferdin, akrabalarını özlemesini sağlamakta, önceden farkına varmadığı sevgilerin ortaya çıkmasına vesile olmaktadır. Netice Kısacası, ‘’Değer verdiğimiz münasebet kalıplarını nasıl sürdürebiliriz ve yenilerini nasıl kurabiliriz?’’ sorusuna cevap aramaya aile ve akrabadan başlamalıyız. Ne mutlu akrabasına karşı iyi muamelede bulunanlara ve onları unutmayıp hal ve hatırlarını soranlara. ÇOCUK EĞİTİMİNDE BAZI ÖNERİLER • Çocuğunuz, güçlü yanlarını ve olumlu özelliklerini farkedip, ona bundan gurur duyduğunuzu hissettirin. • Çocuğunuzun güçlü yanlarını, yeteneklerini ve ilgilerini öğretmeniyle paylaşın. • Çocuğunuzdan ne beklediğinizi ve geleceği hakkındaki düşüncelerinizi onunla konuşun. • Aileler ve öğretmenler için düzenlenen bilgi edinebileceğiniz konferanslara katılmak için çabalayın. • Aile kültürünüzü, değerlerinizi ve annebabalık deneyimlerinizi çocuğunuzun okuluyla paylaşın. • Çocuğunuzun arkadaşlarıyla ve onların aileleriyle tanışın.. • Çocuğunuzla okul günü, ev ödevleri, arkadaş ilişkileri hakkında konuşun. • Kendi ilgilerinizi, hobilerinizi ve yeteneklerinizi çocuğunuzla paylaşın. • Çocuğunuz izlediği çizgi filmleri onunla birlikte izlemeye çalışın. Filmde gördükleri hakkında onun düşünce ve duygularını dinleyin. Anlamadığı ya da tanımadığı şeyler hakkında onu bilgilendirin. (Unutmayın! bu yöntem çocuğu televizyonun istenmeyen etkilerinden korumak için etkili bir yoldur). • Kütüphane, hayvanat bahçesi müze ya da parklara gidin, bunlar eğlenceli öğretici deneyimlerdir. • Okul yararına kermes, sergi vb. organizasyonların düzenlenmesine yardımcı olun ve böyle etkinliklere katılmaya çalışın. Kaynak: 100 Waysforparentsto be involved in theirchild'seducation. National PTA www.pta.org 11 Örnek Hayatlar D eğer Mart 2014 İstiklâl Şairi Mehmet Akif Bu marş - insanı heyecanlara gark eden müthiş bir duygu çağlayanı olduğu gibi aynı zamanda, aziz milletimizin, Müslüman olup öz ve has benliğini bulduktan sonra kazandığı bütün değerleri, yücelikleri ve güzellikleri de tespit edip dile getiren; hepimizin yaşama gayesini tespit ve ilan eden, muazzam bir bildiri ve bir milli yemindir. HAYATI Mehmet Akif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında, İstanbul'un Fatih ilçesinin Sarıgüzel semtinde doğmuş ve 27 Aralık 1936 Pazar günü, saat 19.45'te Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda vefat etmiştir. Mehmet Akif’in babası Mehmet Tahir Efendi (1826–1888) ve annesi Emine Şerife Hanım'dır (1836– 1926). Mehmet Tahir Efendi çocuk yaşta Arnavutluk'tan İstanbul'a gelerek tahsil etmiş ve Fatih Medresesi müderrisliğine kadar yükselmiş âlim ve arif bir zattır. Annesi ise aslen Buharlı olan Tokatlı bir aileye mensuptur. TAHSİL HAYATI Mehmet Akif, dört yaşında iken Fatih'te Emir Buharı mahalle mektebine (yuva) gönderildi ve tahsil hayatına başladı. Burada iki sene ve sonra sırasıyla üç sene ibtidâî 12 (ilkokul), üç sene rüştiye (ortaokul) ve üç sene mülkiye idadisine (lise), sonra da iki sene (gündüzcü olarak) Ahırkapı'da ve iki sene (yarılı olarak) Halkalı'da olmak üzere, dört sene de Baytar Mektebi'ne (Veterinerlik Fakültesi) devam etti. 1893'te mektebin ilk mezunu ve birincisi olarak diploma aldı. Mehmet Akif, resmi tahsilin dışında, çok bilgili ve şuurlu bir zat olan babası başta olmak üzere birçok âlimden devamlı olarak ders okumuş ve kendisini yetiştirmiştir. Lisana karşı bilhassa kabiliyeti bulunduğundan, devamlı çalışarak Arapça, Farsça ve Fransızcayı, edebiyatlarını takip edecek ve tercümeler yapacak kadar iyi öğrenmiştir. Çocukken başladığı hafızlık çalışmalarını, bir müddet ara verdikten sonra, yirmi yaşında iken kendi kendine tamamlamış ve Kur'an-ı Kerim'i ezberlemiş- tir. Mısır'daki son seneleri de Kur'an meali ile meşgul olarak geçmiştir. BULUNDUĞU VAZİFELER Tahsilini tamamladıktan sonra, Ziraat Vekâleti Baytarlık şubesinde vazifeye başlamıştı. İlk dört sene Rumeli, Anadolu ve Arap bölgelerinde dolaşarak baytarlık yaptı. Yirmi yıllık bir memuriyetten sonra bir başkasına yapılan haksızlık üzerine istifa ettiğinde, aynı şubenin müdür muavinliği vazifesinde bulunuyordu. Öğretmenlik hayatına 1906'da Halkalı Baytar Mektebi'ne "kitabet-i resmiye" (resmî yazışma usulü) dersi muallimliği ile başladı. 1908'den sonra ise Edebiyat Fakültesi ile Darülhilâfe Medresesi'nde "Osmanlı Edebiyatı" müderrisliğinde bulundu. Mütareke devrinde, "İslamiyet'i doğru olarak halka öğretmek, yanlış bilgileri gidermek ve İslam ahlakını korumak” için Şeyhülislamlık'a bağlı olarak kurulmuş bir "İslam Da- Mart 2014 nışma, Tebliğ ve İrşad İlim Heyeti" olan "Darülhikmet-il İslamiyye"de üye ve başkâtip (genel sekreter) olarak çalıştı (Ağustos 1918 - Nisan 1920) ve bu kuruluşun yayın organı olan "Cerîde-î İlmiyye"yi idare etti. İstiklal Savaşı'nı yapan Birinci Millet Meclisi'nde milletvekili olarak vazife gördü. Mısır'da 1929 yılından 1936'ya kadar, Kahire Üniversitesi'nde Türkçe Hocalığı yaptı. Bütün ömrünü okuyarak ve okutarak geçirdi. Yirmi beş yaşında iken İsmet Hanım'la (1878¬1944) evlenen Mehmet Akif'in üç kızı ve iki oğlu olmuştur. ŞİİR HAYATI Lise yıllarında şiirle meşgul olmaya başlamıştı. Baytar Mektebi'nin son senelerinde bu kabiliyetini ilerletti Türkçeye ve aruz veznine hâkim olmuştu. Arkadaşlarına uzun manzum mektuplar yazıyordu. Önceleri, Ziya Paşa, Muallim Naci ve Namık Kemal gibi eski üstatlar tarzında şiirler nazmederken, daha sonra kendi üslûbunu bularak onların tesirinden uzaklaşmıştır. Şairliğinin ilk devresinde yazdığı, yayınlanmamış binlerce mısralık eski şiirlerini yok etmiştir. Bunlardan elde sadece, bazı dostlarının defterlerinde bulunan veya çeşitli dergilerde daha önce çıkmış olan, iki bin mısra kadarı kalmıştır. Bu eski şiirlerini "Safahat" (Safhalar, Hayattan Manzaralar) adını verdiği şiir kitabına da almamıştır. BURDUR VE BİGA'DAN MEBUS SEÇİLMESİ Mehmet Akif'in Burdur'dan mebus seçilmesine, o sırada yeni seçilmiş olan bir mebusun istifa etmesi ve Mustafa Kemal Paşa'nın onun yerine Akif Bey'in yazılmasını istemesi, sebep olmuştur. İSTİKLAL MARŞI Yazdığı şiir, 12 Mart 1921'de, Meclis kararı ile “İstiklal Marşı" olarak kabul olunmuştu. İstiklal Marşımızın yazılma hadisesi de hem milletimize hem de merhuma tam olarak yakışan bir özellik ve güzellik göstermektedir. Genel Kurmay'ın Milli Eğitim Bakanlığı’na müracaat ederek, "Bu savaşımızın manasını anlatacak, halka ve askere heyecan verecek D eğer ve diğer milletlerde bulunan milli marşlara denk olacak bir marş" istemesi üzerine, Milli Eğitim Bakanlığı bütün kuruluşlarına genelge ile bildirdiği gibi gazetelere de ilan vererek “Birinci seçilenin sözlerine 500 ve bestesine 500 lira olmak üzere mükâfat” koyarak, bir müsabaka açtı. Müsabakaya 724 şiir geldi. Akif Bey, işin içinde para olduğu için, herkes kendisinden istemesine rağmen, bir şey yazmadı. Hâlbuki o sırada bir paltosu bile yoktu ve çok soğuklarda arkadaşının (Baytar Prof. Şefik Kolaylı) paltosunu ödünç alıyordu. Sonunda Akif Bey'i, kendisine "para vermeyeceklerini" söyleyerek razı ettiler ve işte bu ihlas ve samimiyet ile, muhteşem "İstiklal Marşı"mız kaleme alındı. Akif Bey, mükâfat olarak ayrılan parayı, Darülmesai (İşevi) adlı, Hilal-i Ahmer'e (Kızılay) bağlı bir derneğe verdirmiştir. İSTİKLAL MARŞI'NIN MANASI Bu marş - insanı heyecanlara gark eden müthiş bir duygu çağlayanı olduğu gibi aynı zamanda, aziz milletimizin, Müslüman olup öz ve has benliğini bulduktan sonra kazandığı bütün değerleri, yücelikleri ve güzellikleri de tespit edip dile getiren; hepimizin yaşama gayesini tespit ve ilan eden, muazzam bir bildiri ve bir milli yemindir. Bunun böyle olduğu, on kıt'alık İstiklal Marşı şiirinin, Büyük Millet Meclisi'nde ilk defa okunduğu 1 Mart ve resmen kabul olunup iki defa üst üste okutulduğu 12 Mart 1921 tarihli celselerinde, ayakta ve her kıt' ası uzun uzun alkışlanarak dinlenilmiş olmasından da bellidir. Hepsi, o günlerin, dini ve milli Müsabakaya 724 şiir geldi. Akif Bey, işin içinde para olduğu için, herkes kendisinden istemesine rağmen, bir şey yazmadı. Hâlbuki o sırada bir paltosu bile yoktu ve çok soğuklarda arkadaşının (Baytar Prof. Şefik Kolaylı) paltosunu ödünç alıyordu. Sonunda Akif Bey'i, kendisine "para vermeyeceklerini" söyleyerek razı ettiler ve işte bu ihlas ve samimiyet ile muhteşem "İstiklal Marşı"mız kaleme alındı. Akif Bey, mükâfat olarak ayrılan parayı, Darülmesai (İşevi) adlı, Hilal-i Ahmer'e (Kızılay) bağlı bir derneğe verdirmiştir. 13 D eğer kültürü iyi bilen seçkin kimselerinden olan ve o sırada savaşın heyecanı içinde bulunan Birinci Meclis topluluğunun bu takdir ve alkışı çok önemlidir. HASTALIĞI, ÖLÜMÜ VE MEZARI Akif Bey, son üç yılında Kahire Üniversitesi'nde Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Ancak Mısır'da uzun müddet kalan yabancılara bilhassa musa1lat olan "siroz hastalığına tutulmuş ve durumu ağırlaşınca, 17 Haziran 1936'da İstanbul'a dönmüştür. İstanbul'da yine Abbas ve Said Halim Paşa ailelerinin yardımıyla tedavi olunmuşsa da şifa bulamamış ve 27 Aralık 1936 tarihinde vefat etmiştir. Hastalığında da resmi bir alaka görmeyen İstiklal Şairi'nin cenazesi, birkaç kişi ve çıplak bir tabutla Beyazid Camii'ne getirilmiş; ancak vefatını duyan ve ağlayarak koşup gelen "üniversiteli gençler tarafından bayrağa ve Kâbe örtüsüne sarılarak, etrafında nöbete durulmuştur. Namazdan sonra mezarlığa kadar tabutu omuzlarda götürülen bu büyük insan ve büyük Müslüman’ın naaşı, kefenin üzerine bayrak sarılarak ve "İstiklal Marşı okunarak kabrine konulmuştur. Kabri bugün Edirnekapısı'ndaki "Şehitlik"te “Mehmet Akif Ersoy Meydanı"ndadır. ESERLERİ Safahat, 1911; Süleymaniye Kürsüsünde, 1911; Hakkın Sesleri, 1912; Fatih Kürsüsünde, 1913; Hatıralar, 1917; Âsım, 1919; Gölgeler, 1933. www.burdur.gov.tr Mart 2014 Çanakkale Şehitlerine Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’yaKaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızcatehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârıhayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkelesbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. (...) Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... Bedr'inarslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? 'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. 'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridânamıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizenilebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânıSalâhaddin'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber. Mehmet Akif Ersoy 14 Mart 2014 D eğer Çocuk Çocuk yetiştirmede dört boyutlu yaklaşım Çocuklar 1¸5-2 yaşından itibaren gelişim özelliklerine ve bireysel farklılıklarına uygun olarak sorumluluk alabilmelidir. Anne babalar ve eğitimciler gerek kıyamamaktan gerekse yeterli bilgiye sahip olmadıkları için çocuklara ne tür sorumluluklar yükleyeceklerini tam olarak ortaya koyamamaktadır. Mehmet Köroğlu Anne babalar¸ çocuklarını fedakârca geleceğe hazırlama gayreti içindedirler. Ancak bu gayreti gösterenlerin birçoğu¸ çocuğu için yaptığı fedakârlıkların karşılığını alamayıp büyük bir hüsran yaşamaktadır. Çocuğuna karşı etki ve otoritesini kaybeden anne babaların hemen her gün; kızgınlık¸ öfke¸ pişmanlık¸ çaresizlik¸ acizlik¸ güvensizlik ve tükenmişlik gibi duygularla baş başa kalmaları mukadderdir. Böyle olunca da kimileri pes eder¸ kimileri sebeplere sarılır suçlu arar¸ kimileri psikolojik savunma mekanizmalarını kendisine kalkan eder¸ kimileri sorumluluktan kaçıp problemi eşine yükler. Ebeveynler ve eğitimciler çocuk eğitimi konusunda yaşanan problemleri azaltmak ya da ortadan kaldırmak arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Ebeveynlerin ‘Çocuk Eğitiminde Dört Boyutlu Yaklaşım Tarzı' şeklinde adlandırabileceğimiz sistemi uygulayarak sağlıklı çocuk yetiştirme konusunda başarıya ulaşmaları mümkündür. Çocuk Yetiştirmede Geçerliliği Kanıtlanmış Dört Boyutlu Sistem 1. Kaliteli ve Düzenli İlgi Anne-baba ya da çocuğa bakan kimseler¸ çocuğun hayatta en çok güveneceği kişilerdir. Aralarındaki birliktelik ya da ayrılık durumu çocuğu doğrudan etkiler. Göle düşen damla bir noktaya düşer fakat damlanın oluşturduğu dairesel etki çok geniş alanlara yayılır. Aynı bu şekilde anne-babadan çocuğa yansıyan küçük bir olumsuzluk çocukta yıkıcı etkiler meydana getirebilir. Kaliteli ilgiye başlamadan önce anne baba çocukla ilgili her konuda¸ birlikte hareket etmeye karar vermelidir. Çocuğu dünyaya getirmek sadece annenin yapacağı bir şey olmadığı gibi onu yetiştirmek de sadece annenin sorumluluğunda değildir. Baba bu ortak sorumluluktan asla kaçınmamalıdır. Beslenme kalitesi ve düzeni beden sağlığını ne kadar etkilerse¸ kaliteli ve düzenli anne-baba ilgisi de çocuğun ruh sağlığını o oranda etkileyecektir. 2. Tutarlı Yaklaşım Anne-babayı çocuk karşısında en zayıf düşüren şey kendi koyduğu kuralı kendisinin bozmasıdır. Bu durum çocuğa karşı tutarsız yaklaşım güçsüzlük¸ acizlik¸ karmaşa¸ güvensizlik ve belirsizlik getirir. Kararlı ve dengeli yaklaşım ise güven¸ istikrar¸ emniyet¸ tatmin ve huzur getirir. Tutarlı yaklaşım; kullanmasını kısıtladığınız bir imkân¸ yemesine izin vermediğiniz bir yiyecek ya da sergilemesini tasvip etmediğiniz herhangi bir davranışla ilgili evde¸ çarşıda¸ düğünde¸ tatilde¸ akşam¸ sabah¸ üzgün ve yorgun olduğunuzda; kısacası her zaman¸ her yer ve şartta yaklaşık aynı tepkileri verebilmektir. Çocuğa karşı tutarlı davranış sergilemeyi başarmış anne babanın ne kadar güçlü olduğunu rakamlarla ifade etmekte mümkündür. Birlikte davranan anne baba çocuğa karşı onbir kuvvetindedir. Onbir ile birin farkını aldığımız zaman on kat fark söz konusudur. Anne babanın çocuğuna karşı ortak tavır sergilemesi onları daima on kat güçlü kılacaktır. Anne-baba aralarında fikir ve uygulama çatışması içinde ise çocuk anne ya da babayı teke tek mücadelede çoğu zaman alt edebilecektir. 3. Sorumluluk Kazandırmak "Kimin çocukları naz içinde yetiştirilirse o kimseye ağlamak düşer¸ keder ona mukadderdir." (Yusuf Has Hacip) Çocuklar 1¸5-2 yaşından itibaren gelişim özelliklerine ve bireysel farklılıklarına uygun olarak sorumluluk alabilmelidir. Anne babalar ve eğitimciler gerek kıyamamaktan gerekse yeterli bilgiye sahip olmadıkları için çocuklara ne tür sorumluluklar yükleyeceklerini tam olarak ortaya koyamamaktadır. Çocuklarına yapabileceği işleri yaptırmayan¸ yüklenebileceği sorumluluğu yüklemeyen ya da çocuğun yaşına uygun sorumlulukları- 15 D eğer nı kendileri üstlenen anne ve babalar çocuklarına bilinçsiz bir şekilde çok büyük haksızlık yapmaktadır. Elbisesi¸ masa¸ halı kirlenir ve temizleme işi çıkar ya da kendi yediği yeterli olmaz zayıf kalır düşüncesiyle çocuğun yemeğini kendisi yediren anneler bilinçsiz bir şekilde beceri kazanmasını engellediği için çocuğa çok büyük haksızlık etmektedir. İki yaşından sonra başlayan bağımsız gelişim ihtiyacını engellemektedir. Çocuk için beceri her şeydir. Beceri başarıyı¸ başarı özgüven ve mutluluğu getirir. 4. Olumlu Özelliklerini Ortaya Çıkarmak Çocukların ihtiyaçları sadece yemek¸ oynamak ve yatmaktan ibaret değildir. Öyle olsaydı yuvalarda kalan çocukların ileriki yaşamlarında davranış bozuklukları ve ruh sağlığı açısından daha riskli olması beklenmezdi. Günümüzde yuvalarda bu üç ihtiyacın evden daha sistematik olarak karşılandığını biliyoruz. Ancak yuvalarda kalan çocukların sevgi¸ ilgi¸ değer ve fark edilme gibi ihtiyaçları için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Çocuk ister yuvada ister aile ortamında olsun yokluğuna tahammül edemeyeceği; bedensel ve ruhsal tüm ihtiyaçlarını gidermek¸ ona bakım verenin boynunun borcudur. Çocuklar çevresindeki yetişkinlerden hep şunu beklerler; beni sevsin¸ bana değer versin¸ beni anlasın¸ beni olduğum gibi kabul etsin¸ beni hep hatırlasın¸ benim olumlu özelliklerimi fark etsin. Temel ihtiyaçlarını giderip¸ süslü ifadelerle seni seviyorum¸ sen benim için çok değerlisin demek yerine; karşılıklı top atmak¸ onu kucaklayıp gıdıklamak ya da çizdiği resimdeki evin pencerelerinden bahsetmekle daha çok şey yapmış olacaksınız. Samanlıkta iğne arar gibi¸ çocukta güzele odaklanmalı ve çocukta fark ettiğimiz bütün güzellikleri ona yansıtmalıyız. Bir işi normalden daha kısa sürede bitirmesi¸ misafirlere "hoş geldiniz" demesi¸ ortada olan bir malzemeyi kaldırması¸ defterin bir sayfasına özenle yazmış olması¸ siz söylemeden televizyonu kapatması¸ oyundan hep geç gelirken bir gün erken dönmesi¸ sizi zorlamadan yatağına girmesi¸ evde işlerinizi kolaylaştıracak küçük yardımlarda 16 Mart 2014 bulunması¸ yaptığı hatayı paylaşması ve daha birçok şey… Küçük bir hikâye… Kadir yazılı sınavdan 40 almış. Sonucu öğrenince itiraz etmiş: - Ama öğretmenim! Sınavda sorduğunuz tüm soruları biliyordum. İsterseniz şimdi cevap verebilirim. Öğretmen: - Bildiklerini kâğıda dökmen gerekiyordu Kadirciğim. Performans¸ bilmekten bambaşka bir şey! Bu hikâyede size ait bir şeyler var mı¸ ne dersiniz? Mart 2014 D eğer Kişisel gelişim Mazeret yok... Sıkışık bir durumdan kurtulmak için arada bir herkes bir mazeret üretir. Ancak mazeret uydurmak bir alışkanlık ve ikinci bir tabiat haline geldiğinde elinizi ayağınızı bağlar. Bir süre sonra mazeretler sizin hayattan ve yaptığınız işten tat almanızı önler. Faruk Türkoğlu* Mazeret üretimi ve başkalarını haksız yere suçlama kültürü insanlık tarihi kadar eskidir. Bir başarısızlık durumunda hatayı başkalarında, kullandığı araçlarda veya ortamda bulan kişi, özgüveninin zedelenmesini önlemek ister. Açıkça ve mertçe “Ben başarısız oldum” diyemeyen kişi, itibarını korumak için bulabildiği mazeretleri arka arkaya sıralar. Bir kez mazeret üretmeye başlayan kişi bu huyunu kolay kolay bırakamaz. Çünkü mazeretçilik, bir uyuşturucu madde gibi önce insanı rahatlatır ama sonraları şiddetli bir bağımlılığa yol açar. Olumsuz sonuçlar Mazeret üretme kültürünün ve ataletin yaygınlaşması aşağıdaki olumsuz sonuçlara yol açar: - İnsanlar, sorunların çözümünü, neredeyse mucizevi güçlere sahip olacağını düşündükleri kişilerden bekler. - Mazeret üretenin gözü dışarıdadır ve kendi hata ve zaaflarını görmek için aynaya bakmaz. Herkes bir başkasını suçladığı için kimse kendi tutum ve davranışlarını değiştirmeye çalışmaz. İnsanlar, hatalarının bilincine varamadığı için de onları düzeltemez. - Mazeret üretimi bir bulaşıcı hastalık gibidir. Sizin mazeretinizi ben, benimkini de siz hoş gördüğünüz için görünürde bir çatışma ortamı yoktur ama bu sahte huzur ortamı sorunları çözümsüz bırakır. - Bir şeyi yapmamak için gösterilen bahanelerin çokluğu insanların cesaretini kırar, onları daha karamsar yapar. Mazeret, yetersizliğin itirafıdır; Mazeret bir itiraftır. Başarısızlığa kılıf uydurmak isteyenler, önlerine çıkabilecek engelleri ve riskleri işe başlarken dikkate almadıklarını kendi ağızları ile kamuoyuna duyurmuş olur. Hem yetersiz olan hem de bu yetersizliğinin bilincinde olmayanlara da kimse güvenmez. Mazeret üretiminin temelinde tembellik, yalancılık, karamsarlık, korku, dirençsizlik, bilgisizlik gibi kişisel zaaflar yatar. MAZERETLERİN ZİNCİRİNDEN NASIL KURTULUNUR Sıkışık bir durumdan kurtulmak için arada bir herkes bir mazeret üretir. Ancak mazeret uydurmak bir alışkanlık ve ikinci bir tabiat haline geldiğinde elinizi ayağınızı bağlar. Bir süre sonra mazeretler sizin hayattan ve yaptığınız işten tat almanızı önler. Çırpındıkça çaresizlik-karamsarlık bataklığında daha derinlere çekilirsiniz, Sizin ürettiğiniz mazeretler bir süre sonra daha inandırıcı olarak yine size döner. “Mazeret üretimi-edilgenlik-atalet-çözümsüzlük-sorunların birikmesi-yeni mazeretlerin bulunması” şeklinde devam edip giden kısırdöngünün zincirlerinden kurtulmak istediğinizde aşağıdaki önerilerden yararlanabilirsiniz: - Kendinize ve beraber çalıştığınız kişilere mazeret üretme yasağı koyun. - Başkalarının uydurma mazeretlerini kabul etmeyin ve onları tatsız da olsa gerçeği söylemeye teşvik edin. - Kendinizi derinlemesine tanıyın. Mazeret üreterek kendinizi aldatmak yerine gerçeklerle yüzleşin. Kendinizi tüm zaaf ve erdemlerinizle tanımaya gayret edin. Aynaya baktığınızda kendi hatalarınızı itiraf edebilecek cesaretiniz olsun. - Başkalarını suçlayarak değiştiremeye- ceğinize göre istediğiniz sonucu almak için kendi tutum ve davranışlarınızı değiştirmeye bakın. - Sorumluluk alın, parmağınızı taşın altına koymaktan korkmayın. Omzunuza bir sorumluluk yüklendiğinde yere daha sağlam basabilirsiniz. - Bir işe başlarken tüm engelleri ve riskleri ayrıntılı olarak analiz edin. Farklı senaryolar hazırlayarak geleceğin getireceği her tür olumsuzluğa karşı önceden bir önlem düşünün. Hiç beklenmeyen bir aksilik ortaya çıksa bile bunu işin bir cilvesi kabul edip, mazeret üretme tuzağına düşmeyin. - İşi ve makamı layık olana verdiğinizde daha az mazeret duyarsanız. İşinizde çalışanları değerlendirirken kıdem ve yaş yerine performansı esas aldığınızda mazeretler azalır. - Başkalarını işaret parmağınızla suçladığınızda, diğer üç parmağınızın sizi gösterdiğini unutmayın. - İçinde yaşadığımız kritik günlerde hepimiz için iki yol var: Ya ataletimize bahane üretip problemin bir parçası olacağız ya da bir şeyler yapıp çözümün... Siz belki de haklı olan mazeretlerinizi unutarak çözümün bir parçası olmaya gayret edin. 17 Toplum D eğer Mart 2014 Tarihimiz destansı mücadelelerle bezeli. Birçok savaşın altında hüzün, insanüstü gayret, fedakârlık, civanmertlik bulmak mümkün. 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası’nda gerçekleşen, Osmanlı Devleti ile İtilaf devletlerini karşı karşıya getiren Çanakkale deniz ve kara savaşları da bunlardan biri. Üç kıtada hüküm süren bir devletin son nefesinde yazılır Çanakkale destanı. Cihan Yenilmez Bastığımız topraklar birçok destansı mücadeleye şahit. 97 yıl önceki Çanakkale Savaşı da bunlardan biri. Kurşunun ırk tanımadığı bu savaşta, bu toprakların çocukları birlikte mücadele verdi. Gelecek nesillere hâl dili ile kardeşliğin, birliğin nasıl yaşandığını gösterdiler... Azametli bahtsız kıtanın, şanlı ve talihsiz bir devletin değerli evlatlarıydı onlar. Kosova’da, İstanbul’da, Belgrat’ta, Niğbolu’da destansı mücadeleler verdiler. Sırası gelince de Viyana önlerine dayandılar. Aşk ve şevklerinde azalma olunca geri çekilmeler baş gösterdi. Yüzyıllarca huzurla yönetilen topraklar bir bir veda etmeye başladı Devlet-i Osmaniye’ye. Ve iş 1. Dünya Savaşı’nda ölüm-kalım noktasına kadar vardı. Asırlardır Âlem-i İslâm’ın bayraktarlığını yapan şanlı devlet, yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Ama o devletin ciğerpareleri boş durmadı. Çanakkale, Sarıkamış, Yemen, Kut-ülAmare, Süveyş, Hicaz’da bir hilal uğruna toprağın bağrına düştüler. Kimler yok tu ki aralarında. Diyarbakırlı Rojat, ErzumluMutiullah, Urfalı Devran, İzmirli Mehmet, Rizeli Dursun, Sivaslı Haydar, Giritli Rauf, Kırımlı Faik, Prizrenli Sarı, Trablusgarplı Abdülhamit… Türk, Kürt, Arap, Laz, Gürcü, Çerkez, Arnavut, Makedon, Boşnak, Romen… Irkın ne önemi vardı ki, dava bir olduktan sonra! Tarihimiz destansı mücadelelerle bezeli. Birçok savaşın altında hüzün, insanüstü gayret, fedakârlık, civanmertlik bulmak mümkün. 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası’nda gerçekleşen, Osmanlı Devleti ile İtilaf devletlerini karşı karşıya getiren Çanakkale deniz ve kara savaşları da bunlardan biri. Üç kıtada hüküm süren bir devletin son nefesinde yazılır Çanakkale destanı. Fizikî anlamda küçük, jeopolitik anlamda büyük toprakların savunması için binlerce Mehmet toprağın bağrına düşer. Ve I. Dünya Savaşı’nın en kanlı cephesi olur bu küçük yer. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İbrahim Güran Yumuşak, 1. Dünya Harbi’nde Osmanlı Devleti’nin toplam zayiatının (şehit, yaralı, kayıp, esir) bir milyona yakın olduğunu, bunların üçte birlik kısmının Çanakkale’de verildiğini anlatıyor. İstanbul’un kilidi olarak görülen Çanakkale büyük bir ruh ile müdafaa edilir. Bu sebeple mücadeleye Anadolu’nun tüm vilayetlerinden Meh- 18 Çanakkale'de metçik katılır. Zorlu savunmada hemen hemen her il şehit verir. İbrahim Güran Yumuşak, şehirlere göre şehit sayısını şöyle açıklıyor: “Çanakkale Savaşları’nda en çok şehit veren il 3274 ile Bursa. Balıkesir 3003, Konya 2683, Kastamonu 2527, Denizli 2258, Manisa 2174, Çanakkale 1787, Ankara 1772, Aydın 1746, İzmir 1720, Trabzon 175, Kayseri 771, Diyarbakır 49, Erzurum 109, Urfa 383, Nevşehir 525 şehit verdi.” Savaşa sadece Anadolu topraklarından değil Osmanlı Devleti’nin terk etmek zorunda kaldığı diyarlardan da katılanlar olur. Kosova, Bosna, Arnavutluk, Üsküp, Trablusgarp, Trablus, Tebriz, Şam bu diyarlardan sadece birkaçı. Muharebeye Sırp hakimiyetinde olan Kosova’dan yoğun bir katılım gerçekleşir. Yeni Pazar, Yeni Varoş, İpek, Gora, Prizren, Priştine, Üsküp ve Kalkandelen taburları destek verir. Doç. Dr. Yumuşak’ın verdiği bilgiye göre, Anadolu dışından Çanakkale’ye gelip şehit düşenlerin sayısı ise şöyle: “Suriye-Filistin: 787, Lübnan-Irak: Mart 2014 D eğer birlik ruhu 117, Arabistan-Yemen: 10, Libya-Tunus-Mısır: 23, Afganistan-İran-Kafkasya: 11, Yunanistan: 45, Bulgaristan: 21, Arnavutluk: 27, Makedonya: 31, Kosova: 65.” ÇANAKKALE’DEN ALINACAK EN BÜYÜK DERS: KARDEŞLİK Türkiye’den savaşa katılanların etnik unsurlarına baktığımızda, resmî kaynakların bunları ayırmadığını görüyoruz. Çünkü asırlardan beri etle kemik gibi halklar, İstanbul’un fethinde, Viyana önleri, Kosova meydanı ve Çaldıran’da bir arada olduğu gibi Çanakkale, Sarıkamış ve Yemen’de de omuz omuzaydı. Dolayısıyla Türkiye’deki her etnik kimlikten şehit, Çanakkale topraklarında yan yana yatıyor. Çanakkale Savaşları, birlik ve beraberliğin yenilmez bir güç olduğunun ispatı, bunu anlamlı bir örnek: “Orada Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Laz, Çeçen, Boşnak gibi Devlet-i Aliye içindeki bütün tebaa, yan yana ve gönül gönüle mücadele etti. Balkan Savaşı gazisi Boşnak Şükrü Binbaşı’nın annesiyle olan diyaloğu, iman gayretinin bütün etnik aidiyetleri nasıl aşıp geçtiğini çok net anlatır bize. Annesi, ‘Oğlum, yaraların yeni iyileşti. Ne işin var şimdi Çanakkale’de?’ diyerek onu durdurmaya çalışır. Oğlu ise şöyle karşılık verir: ‘Anneciğim, Çanakkale İstanbul’un kilididir. Eğer o kilit kırılırsa, sade payitaht değil, ırz, namus, din, iman hepsi birden payimal olur. Seni de burada (Üsküp) koruyabilmem için Çanakkale’ye gitmem gerekiyor.’ Şükrü Binbaşı, savaşta şehit düşer.” Sadece Müslümanlar değildir Çanakkale’de vatan savunmasında bulunan. Rum, Ermeni ve Süryani olan gayrimüslimler de cephelerde vatan müdafaası için çarpışır. Genellikle cephe gerisinde yardımcı birliklerde görev yapan bu askerlerden, Genelkurmay Başkanlığı’nın kayıtlarına göre 100’ü hayatını kaybeder. Vehbi. Bunlardan birinin 57. Alay doktorlarından Dimitriyati olduğunu belirtiliyor. Savaşta yaralanan Dimitriyati, kan kaybından ölmek üzere olduğu bir anda, yanındaki sıhhiye çavuşuna dönerek, “Bak Ali! Şimdi ben ölünce, gavurmavur diye düşünüp, başka bir yere gömmeyesiniz. Ben burada şehit Mehmetçiklerle koyun koyuna olmak istiyorum.” diyerek gelecek nesillere örnek olur. Hikâyelerden de anlıyoruz ki sadece kahramanlık ve fedakârlık değil, şanlı mücadelede galip gelen en önemli erdemlerden biri de kardeşlikti. Çanakkale, insanların ya dinde kardeşimiz ya da yaratılışta bir eşimiz olduğu bilinci verir. Zafer, bu bilinçle, tek yürek, tek bilek olmuş insanların şahlanışıdır. Eğer orada, ırkçılık, etnik kimlik ön plana çıksaydı, ne o birlik sağlanabilir ne de öyle muhteşem bir başarıya imza atılabilirdi. Almamız gereken en önemli ders; ırkçılığa asla pirim vermemektir. İnsan kendi seçimi ve eseri olmayan bir halinden dolayı övünmemeli ya da aşağılanmamalı. Zira üstün ırk yoktur. Üstünlük, geldiğimiz kökten değil, ancak ahlâklı ve dürüst olmakla kazanılır. Bu inancın sonucu olan Çanakkale yıllar geçse de bize birlik, bütünlük ve kardeşlik dersi vermeye devam ediyor. Çanakkale Savaşı’ndan alınacak birçok ders vardır şüphesiz. Doç. Dr. Yumuşak, ırkçılık söylemlerinin yükselmeye başladığı günümüzde Çanakkale’deki ruhu iyi anlamak gerektiğini ifade ediyor: “Çanakkale Zaferi’nde her kesimin kendisinden bir parça bulması mümkün. Kurşunun etnik kimlik tanımadığı, Türk’ün, Kürt’ün, Laz’ın, Arap’ın omuz omuza mücadele verdiği, dindarlar için hilafetin korunduğu, milliyetçiler için vatanın müdafaa edildiği bir yerdir Çanakkale. Dolayısıyla tüm etnik ve ideolojik kesimler bu zaferde kendilerini bulur ve haklı olarak onu sahiplenir. Çanakkale Zaferi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının en büyük paydasını oluşturan ortak bir değeridir. Bu nedenledir ki Çanakkale, Türkiye’dir.” Tıpkı diğer cephelerde olduğu gibi Çanakkale’de de ‘Bedrin Aslanları’ misali omuz omuza vuruşanlar yine Türkler, Kürtler, Araplar, Çerkezler, Arnavutlar, Lazlardan başkası değildi. Ankara, Afyon, Adana, Batum, Zaho, Buhara, Yemen, Hindistan, Trablusgarp, Cezayir’den koşup gelenler şu an ‘toprak diyerek basıp geçtiğimiz’ yerlerin altında yatıyor. Onlar, kurtardıkları vatanın harçlarını oluşturan kardeşliği, yıllar geçmesine rağmen hal diliyle anlatmaya devam ediyor. 19 D eğer Tarih Mart 2014 MEHMET AKİF’TEKİ MEHMETÇİK SEVGİSİ Prof. Dr. Mehmet Çelik Akif, Allah Resulü’nün bu duasında, İslam’ın istikbalini ve kaderini görmüş; Çanakkale’deki savaşın da sıradan bir savaş olmadığını, İslâm’ın istikbal ve kaderini tayin edecek, Hilâl’in Haç karşısında var olma/yok olma mücadelesi olduğunun idrakindedir. Bu nedenle Çanakkale’deki Mehmetçik’in Bedir’deki Sahabe ile aynı şuur ve idealle ortak bir paydada yer aldığını görmüştür. 20 B aşlığa bakarak ilk anda şu akla gelebilir: İstiklâl Marşı’mızın yazarı, milli şairimiz, bağımsızlık savaşı verdiğimiz bir süreçte, Mehmetçik’in verdiği o olağanüstü mücadeleye şahit olmuş birisi olarak, Mehmetçik’e büyük sevgi duymasından daha tabii ne olabilir! Bu düşünce doğru. Ancak, bu sevginin ölçüsü maalesef hak ettiği ölçüde toplumun büyük kesimi tarafından, hatta geçin toplumun büyük kesimini, aydınlar tarafından tam anlamıyla anlaşılmış mıdır derseniz, buna olumlu cevap verebilmek pek de mümkün değildir. Mart 2014 D eğer Genel anlamda toplumun ve aydınların kahir ekseriyeti Akif’teki Mehmetçik sevgisinin farkındadırlar. Ama bu farkındalık yüzeysel bir farkındalıktır. Bunun yanında Allah’la problemli bazı beyin ve ruhların Akif’in Çanakkale Şehitlerine ithaf ettiği şiirindeki: mücadelesine benzetmiştir. Konu rahat anlaşılsın diye, önce biraz Bedir’den bahsedelim, sonra da Akif’in bu Mehmetçik aşk ve sevgisini anlatalım. Hicret’in henüz birinci yılında Bedir’de Mekkeli müşrikler ile Müslümanlar karşı karşıya gelirler. Mekkeli müşriklerin sayısı bin civarındadır, MüslüNe büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi manların sayısı üç yüz civarında. Sayı üstünlüğü Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi. ortadadır. Mısralarından hareketle “Mehmetçiği nasıl Arap İki ordu karşılıklı savaş düzenine geçer: çapulcuları bedevilere” benzetir hezeyanları, diğer İslam ordusunun sancağını taşıyan Ebu Huzeytaraftan dini bilgi ve birikimleri İslâm’ı idrak etmeye fe atının üzerinde en öndedir. Karşısındaki müşrik dahi yetmeyen dindar kılıklı zavallıların “Mehmetçik’i ordusunun sancağını taşıyan ise Utbe b. Rabia’dır. nasıl sahabe ile mukayeUtbe, Ebu Huzeyfe’nin se eder!” zırvalamaları… Biz insanlık tarihindeki savaşlara baktığımızbabasıdır. Biribirilerini yok bizi bu konuyu kısaca da da, hemen hepsi şan, şöhret, ülke topraklarıetmek üzere karşı karşıya olsa kaleme almaya mecnı genişletmek, intikam, ganimet…vb. birkaç gelen iki ordunun sancakbur etmiştir. nedene dayanır. Bunun tek istisnası Bedir’dir. tarları baba ile oğuldur. Konuya bir tespitle Ebu Huzeyfe babasının Bedir, Tevhid’in Şirk karşısındaki var olma/ başlayalım: Akif, sadece hemen arkasında en ön yok olma savaşıdır. Akif, Çanakkale’yi bu kabir şair değil, bir İslâm safta elinde kılıcıyla kartegoride gördüğü için, Mehmetçiğin buradaki âlimidir. İtikadî ve amelî deşi Velid’i de fark eder. mücadelesini, Bedir’deki sahabenin mücayönden Kur’an’ı yaşayan, Ebu Huzeyfe’nin delesine benzetmiştir. sahabe meşrepli bir Müshemen arkasında lümandır. Kur’an’ın tarif Hz. Peygamber vardır. ve idealize ettiği bir mümin Peygamber’in sağında amcası Hamza yer almaktipidir. tadır. Peygamberin tam karşısında ise diğer amcaBu tespitten sonra şu soruyu soralım: Akif, Ça- sı Abbas görülmektedir. Abbas ile Hamza bilindiği nakkale’deki Mehmetçik’i neden Malazgirt’teki, gibi kardeştiler. Hz. Peygamber’in solunda Ebu Niğbolu’daki, İstanbul’un Fethindeki, Mohaç’ta- Bekir vardır. Ebu Bekir’in tam karşısında ise oğlu ki kahramanlarla mukayese etmez de, Bedir’deki Abdurrahman yer almıştır. Ebu Bekir’in yanında Müslümanlarla eder? Tarihteki savaşlara baktığı- Mus’ab b. Ümeyr vardı. Mus’ab’ın tam karşısında mızda Bedir, savaş bile sayılmaz. Bir tarafta bin ise kardeşi Ebu Aziz b. Ümeyr elinde kılıç ve kalkakişilik bir kuvvet, diğer tarafta üç yüz kişilik bir kuv- nıyla durmaktadır. Hz. Hamza’nın yanında yeğeni vet; lojistik ve savaş araç-gereçleri açısından da iki Hz. Ali vardır. Tam karşılarında ise Ali’nin ağabeyi taraf da klasik anlamda bir ordu/asker sayılmazlar. Akil yer almaktadır. Bu listeyi daha fazla uzatmanın Olsa olsa köy kavgası kategorisinde yer alabilir. anlamı yoktur. Baba oğula, kardeş kardeşe, amca/ Peki, o halde neden Bedir?.. dayı yeğene karşı… Biz insanlık tarihindeki savaşlara baktığımızda, Bu insanları Bedir’de karşı karşıya getihemen hepsi şan, şöhret, ülke topraklarını geniş- ren nedir peki?.. Şan, şöhret, malletmek, intikam, ganimet…vb. birkaç nedene da- mülk gibi dünyevî gaye yanır. Bunun tek istisnası Bedir’dir. Bedir, Tevhid’in mi?.. Şirk karşısındaki var olma/yok olma savaşıdır. Akif, Çanakkale’yi bu kategoride gördüğü için, Mehmetçiğin buradaki mücadelesini, Bedir’deki sahabenin 21 D eğer Elbette hayır!.. Bu, Tevhid’le Şirk’in var olma/yok olma mücadelesidir. Bu manzarayı derin bir hüzünle seyreden Allah’ın Resulü hemen kendisi için kurulan komuta çadırına girer, iki rekat namaz kılar ve ellerini semaya kaldırır: “…Ya Rabbî! Peygamberlerine yardım sözünü, bana da özel olarak zafer va’dini yerine getirmeni talep ediyorum: Eğer şu bir avuç Müslüman helâk olursa, yeryüzünde sana secde eden kimse kalmayacaktır!” Akif, Allah Resulü’nün bu duasında, İslam’ın istikbalini ve kaderini görmüş; Çanakkale’deki savaşın da sıradan bir savaş olmadığını, İslâm’ın istikbal ve kaderini tayin edecek, Hilâl’in Haç karşısında var olma/yok olma mücadelesi olduğunun idrakindedir. Bu nedenle Çanakkale’deki Mehmetçik’in Bedir’deki Sahabe ile aynı şuur ve idealle ortak bir paydada yer aldığını görmüştür. Çanakkale geçilirse, sadece İstanbul’un, hilafetin pay-i tahtının işgal edileceğini düşünmemiş, tüm İslâm dünyasının târ u mâr olacağını görmüştür. Çanakkale’de Mehmetçiğin akan kanının, tıpkı Bedir’de Allah Resulünün de belirttiği gibi, Sahabenin akan kanı ile aynı ideal içindir: Küfrün karşısında Tevhid’i kurtarmak!.. Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek; İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar… O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor. Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi, Bedrin arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. İslâm’ın istikbali ve Tevhid’in kıyamete kadar dünyayı aydınlatması için canlarını seve seve veren Mehmetçik’e, bu muazzez şehitlere son görevini yapmak için Akif, bir türbe inşa etmeye karar verir. Tarihteki tüm türbeler, başta Sinan’ınkiler ol- 22 Mart 2014 mak üzere hepsi gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçer. Hepsi muhteşem sanat eserleridir. Fakat Akif, bunların hiç birini Mehmetçik’e layık görmez! Ruhunun hayal alemlerinde Mehmetçik’e bir türbe inşa eder: Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın! Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab… Seni ancak ebediyetler eder istiâb. “Bu, taşındır” diyerek Kâbe’yi diksem başına Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyla Kanayan lâhdine çeksem bütün ecramıyla Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli süreyyâ’yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına, Türbedâr’ın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüz’ün fecr ile avizeni lebriz etsem, Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana… Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana… Akif, Beytullah’ı mezar taşı yapsa da, gökkubbeyi ridâ olarak Mehmetçiğin lahdine çekse de, mor bulutları bu türbeye tavan yapsa da, mehtabı fecre kadar ona türbedar yapsa da… böyle bir türbenin dahi Mehmetçik’in yaptıkları karşısında, Ona layık olamayacağını haykırır: Sen ki son Ehl-i Salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili Sultanı Selahaddini Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran… Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran. O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, asâra gömülsen taşacaksın… Heyhât!.. Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihan… Ve, bu muazzez şehitlere ebedî istirahâtgâhları için layık türbelerini işaret eder: Ey Şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber! Mart 2014 D eğer Kişisel Gelişim Farkı fark edenin hayatı farklı olur Ömür ismini verdiğimiz zorlu yol üç gündür; dün geldi geçti, yarın meçhuldür. O halde ömür sermayemiz bir gündür; o da bugündür. Bunu hiç unutmamalıyız. Unutmamamız gereken bir gerçek daha var: Farkı fark edenin hayatı farklı olur. Y azı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür. Biraz yaklaşınca, bu kişinin sahile vuran deniz yıldızlarını, okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır: ”Neden deniz yıldızlarını okyanusa atıyorsun”? diye sorar. Genç adam yanıtlar: ”Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler”. Yazar sorar: ”Kilometrelerce sahil, binlerce deniz yıldızı var. Ne fark eder ki”? Genç adam eğilir, yerden bir deniz yıldızı daha alır, okyanusa fırlatır. ”Onun için fark etti ama… ” der. İnsanoğlu yeryüzünde en donanımlı varlık olarak yaratılmıştır. Bu özellik, onun değerini ve diğer varlıklar arasındaki seçkin yerini gösterir. Aynı zamanda o harika bir sanat eseridir. Sahip olduğu irade ile, şu muhteşem kainatta sergilenen, her biri kudret mucizesi olan mükemmel eserleri üstünkörü bir bakışla geçiştirmemeli. Düşünme, insanın en belirleyici vasfıdır. Onun içindir ona ”düşünen canlı„ derler. Düşünmeli yaptığı ve yapmaktan kaçındığı şeyleri. Değerlendirmeli ona sunulan her fırsatı. Çıkarmalı umursamazlığı hayat sözlüğünden. Ve boşvermişlikten uzak durmalı yürüdüğü yolda. Anlam katmalı hayatına, uzun ama bir o kadar da kısa olan ömrüne. Hayat hızla geçen zaman dilimidir. Göz açıp kapayana kadar bitiveriyor çoğu zaman. Bu hızla akıp giden saatler içerisinde, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor insan. Çocukluğunda gençliği, ona erişince olgunluğu istiyor. Olgunluğa erdikten sonra, hiç istemese de yaşlılık çalıyor ömrünün kapısını. Ve bitiveriyor çok uzun sanılan ömür sermayesi. Geride sadece yapılan iyilikler veya kötülükler bırakılıyor. Oysa bir çok fırsat geçiyor insanoğlunun eline. Hayat birçok seçme şansı veriyor herkese. Her an bir takım seçimler yapmak zorunda kalıyor insan. Ama ne yazık ki bazen bu şanslarını tutarsızca harcayabiliyor. En basitinden, ne içersin gibi bir soruya bile ”Fark etmez” cevabını verebiliyor. Oysa basit olan sorulara geçiştirme babında verilen bu alışılmış cevaplar hayatının ilerleyen dönemlerinde büyük bir kapsama alanını sahipleniyor. Gün geliyor, birine ne iş yaparsın diye sorulduğunda alınan cevap ne iş olsa yaparım tarzında oluyor. Herkesin geçmişi ve geleceği “fark edilmez” seçenekleri ile doludur. Oysa ”fark etmez” kelimelerin arkasına sığınınca ortaya çıkan sonuçlar çok fark edilir oluyorlar. Aynen şu olaydaki gibi: Genç adam arkadaşını ziyarete gitmişti. Koyu bir sohbet ortamında arkadaşı ona “Ne içersin?” diye sordu. O da “Fark etmez!” dedi. Daha sonra arkadaşı, “Peki o zaman. Çay mı kahve mi desem?” diye teklifini yeniledi. Genç adam tekrar, “Bana hepsi uyar. Sen bir şeyler getir de beraber içeriz.” dedi. Arkadaşı mutfağa geçtiğinde ona ders verecek bir içecek hazırlamayı düşündü. Elinde bulunan sert bitki çaylarından kekik ve anasonu alıp karışık iki bitki çayını hazırladı. Genç adamın çayı dudaklarına götürmesiyle geri çekmesi bir olmuştu. “Bu da ne?” diye sordu. Arkadaşının yü- zünde bir tebessüm vardı. Ben buna ‘fark etmez’ içeceği diyorum. dedi. Hazırlanan fark etmez karışımı, yüzünde fark edilir bir değişime sebep olmuştu. Hayatımızda birçok yerde bu diyalog yaşanıyor ve içinde geçen klasik ”Fark etmez” kelimeleri birçok kişinin başına iş açıyor. Ne yazık ki sonradan fark ediliyor sonuçlar. Birçok soruların cevabı meşhur “Fark etmez” kelimeleridir. Çay mı içersin, kahve mi?- Fark etmez, Hangi filme gidelim?- Fark etmez, Bu gün ne yapalım?- Fark etmez, Televizyonda ne seyredelim?- Fark etmez, Hangi kitabı alayım?- Fark etmez v.s. Oysa kişilikli yaşam “fark ediş” ile gerçekleşir. Gündelik hayatta karşılaştığımız bir sürü sorun oluyor. Bazen bu sorunların cevaplarını düşünmek bile istemiyoruz. ”Fark etmez” diyoruz gayri ihtiyari. Fark eder aslında ama bunu düşünmek istemiyoruz. Bir ”fark etmez” çıkıveriyor ağzımızdan. Ama çoğumuzun hayatında yaptığı en büyük hata yapmadığı veya istemeden yaptığı şeyler oluyor. Oysa umursamadan yaptığımız işlerin sonucu ne olacağını asla bilemiyoruz. Ne var ki, sahip olduğumuz ve emek harcadığımız her türlü maddi, manevi ne varsa çok değerlidir. Hayatımızda göz ardı edeceğimiz ve boş vereceğimiz tek saniye bile yoktur aslında. Hiç birşeyi umursamamak, dertleri askıya almak, hayatı sallamak kolay ama bir o kadar da tehlikelidir. Hayat boşvermişliklerle harcanacak kadar uzun değildir. Her şeyi askıya alıp sallamak hiç bir şeyi çözmez. Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmeli insan. Ancak böyle farklı olur diğer canlılardan. Fark etmeli bir çok şeyi geç olmadan. Onun için fark etmeyen şey başkaları için çok şey fark edebileceğini fark edebilmeli. Ömür ismini verdiğimiz zorlu yol üç gündür; dün geldi geçti, yarın meçhuldür. O halde ömür sermayemiz bir gündür; o da bugündür. Bunu hiç unutmamalıyız. Unutmamamız gereken bir gerçek daha var: Farkı fark edenin hayatı farklı olur. Kaynak: http://umitdergisi.com 23 Tarih D eğer Mart 2014 KAÇ SENE Diyanet İşleri Başkanlığı kurulması üzerinden 90 sene geçti. 6 Mart 1995 3 Mart 1924 Türkiye Yeşilay Cemiyeti kurulması üzerinden 94 sene geçti. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki “Gümrük Birliği Anlaşması” imzalanması üzerinden 19 sene geçti. 8 Mart 1403 5 Mart 1920 Cumhuriyet dönemi Türk öykücülüğünün önemli ismi Ömer Seyfettin ölümünün üzerinden 94 sene geçti. Yıldırım Bayezid Akşehir’de vefatının üzerinden 611 sene geçti. 8 Mart 1921 6 Mart 1920 Mehmet Âkif Ersoy’un şiiri, TBMM’de İstiklâl Marşı olarak kabul edilmesi üzerinden 93 sene geçti. 12 Mart 1921 24 Antep’e TBMM’ce “Gazi” unvanı verilmesi üzerinden 93 sene geçti. Mart 2014 D eğer GEÇTİ? Erzincan’da 6,8 şiddetinde meydana gelen depremde 653 kişi ölümü 3850 kişinin yaralanması üzerinden 22 sene geçti. 8 Mart 1948 13 Mart 1992 Ünlü halk ozanı Âşık Veysel Şatıroğlu ölümünün üzerinden 41 sene geçti. Dünyada “Morbus Behçet” veya “Behçet Hastalığı” diye bilinen deri hastalığını ortaya çıkarmasıyla tanın ünlü tıp bilginimiz Profesör Hulusi Behçet ölümünün üzerinden 66 sene geçti. 10 Mart 1876 21 Mart 1973 Boğaz Köprüsü’nün 57. ünitesinin de yerine konulmasıyla şehrin Asya ve Avrupa yakaları birbirine bağlanması üzerinden 41 sene geçti. Telefonun icadı ve ilk denemesinin yapılması üzerinden 138 sene geçti. 10 Mart 1954 26 Mart 1973 2. İnönü Zaferi kazanılması üzerinden 93 sene geçti. Türkiye UNICEF’e (Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu) kabul edilmesi üzerinden 60 sene geçti. 31 Mart 1922 25 D eğer Din Mart 2014 Peygamberimlizle BİR DUA Allah'ım! Yaptığım ve yapacağım gizli ve aşikâr işlediğim israf ettiğim ve benden daha iyi bildiğin günahlarımı bağışla. Sen Mukaddim (Öne alan) ve Muahhirsin (geciktirensin). Senden başka ilah yoktur. Müslim (1/534) Zeynep Kaçmaz Hayat denizinde hadiselerin darbesiyle sarsılıyor, sorunlarımızın içinde boğulabiliyoruz. Ne var ki Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) hayatı, sıkıntılarımızın çözümünde geniş ufuklar açacak uygulamalarla dolu. Mevsimler üç ayda bir değişir; fakat insan ömründeki mevsimler bırakın üç ayı, bazen üç dakika içinde bile değişebiliyor. Gün oluyor işlerimiz yolunda gidiyor, gün oluyor “Bu halin içinden nasıl çıkacağım?” diye kara kara düşünüyoruz. Bazen bu sıkıntılı sürecin üstesinden gelemeyip, bunalımlara giriyor, nefsimizin yanlış telkinlerine uyabiliyoruz. Oysaki Peygamberimiz sosyal, ailevî, dinî, siyasî konularda karşılaştığı zorlukları aşmada başvurduğu uygulamalarla bize yol gösteriyor. Müminler olarak her zaman dayanıklı olmamız, şartlar ne şekilde olursa olsun ümitsizliğe kapılmamamız gerektiğini hatırlatıyor bize Ufuk İnsanı. Biz de O’nun (s.a.v) hayatındaki belli başlı handikapları hangi yöntemlerle aştığını görelim istedik. Her işte dua ve tevekkülü esas aldı Resûlullah (s.a.v) her türlü işinde dua ve tevekkülle iç içeydi. Zihni yapacağı işin planıyla meşgulken, gönlü İlahî iradeyle bağlantılıydı. Çünkü her şeyin Yüce Allah’ın kontrolünde olduğunu biliyordu. Zira O’nun (cc) iznini almadan, O’ndan yardım istemeden olayların yönünü değiştirmek mümkün değil. Peygamberimiz, ashaba nasıl dua edileceğini öğreterek tavsiyelerde bulunurdu. Örneğin hicret esnasında, Sevr Mağarası’nda saklandıkları esnada Hz. Ebû Bekir’in sıkıntılı hali üzerine Resûlullah kendisine diz çöktürerek, gözleri kapalı bir şekilde kalp atışlarıyla “Allah Allah” demesini söyleyip telkinde bulundu. Bunları yapan Hz. Ebû Bekir ferahladı. Başka bir hadis-i şerife göre Osman İbnAs’ın Müslüman olduğundan beri vücudunda hissettiği ağrılardan şikâyet etmesi üzerine Hz. Peygamber, ona vücudunun ağrıyan yerine elini koyup üç defa “Bismillah” demesini, yedi defa da “Bendeki bu hastalığın şerrinden, ileride yenilip elem ve hüzün vermesinden Allah’ın izzet ve kudretine sığınırım.” demesini tavsiye etti. Ailesi en büyük yardımcısıydı Resûlullah’a verilen peygamberlik görevi birçok zorluk ve sıkıntı- 26 yı beraberinde getiriyordu. O’nun (s.a.v) bu zorlu süreci aşmadaki en önemli yardımcısı Hz. Hatice Validemiz’di. Hz. Hatice, Peygamberimiz’inrisaletine inananların ilki olması sebebiyle de Efendimiz’in ilk ve en büyük destekçisi oldu, davasına güç kattı. Bütün malını eşinin davası uğrunda harcadı, hayatta olduğu müddetçe kendisine yardımcı oldu. Herkesin kendisinden yüz çevirdiği bir sırada güzel muamele ve nasihatleri ile Gönüller Sultanı’nı teselli edip huzura kavuşturdu. Hz. Aişe Validemiz 2 bin hadis rivayet ederek, bazı âlimlerin ifadesiyle İslam ahkâmının (hükümler) yaklaşık üçte birine kaynaklık etti. Onun Nebiler Serveri ve İslam’a hizmeti de böyle oldu. Hz. Fatıma ise her zaman babasının en büyük destekçilerinden biriydi. Mesela Uhud Savaşı’nda Resûlullah yaralanmıştı, Hz. Fâtıma Validemiz, hemen O’nu (a.s) tedavi etti. Akrabalık ve dostluk bağları kuvvetliydi Akrabalık bağlarımızın kopmak üzere olduğu günümüze inat Efendimiz bazı sıkıntılarını akraba ve dostlarının desteği ile aştı. Amcası Ebu Talib, en büyük dostu Hz. Ebubekir ve diğerleri güçlerinin yettiği kadar hep O’na (s.a.v) yardımcı oldu. Mesela Akabe biatları boyunca amcası Hz. Abbas, yeğeni Hz. Muhammed’in yanında bulunarak Resûlullah’ın işini teminat altına almaya önem verdi. Biat edenlerin Hz. Muhammed’i düşmanlarına karşı koruyup koruyamayacaklarından emin olmak istedi. Mutmain olmadan yeğenini onlara teslim etmedi. Hz. Abbas bu tavrıyla, Medinelilere, Hz. Muhammed’in kimsesiz olmadığını, arkasında O’nu kollayan yakın akrabalarının Mart 2014 D eğer aşılıyor zorluklar BİR HADİS Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter. Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58. bulunduğunu ve yeğenine sonuna kadar destek vereceğini anlatmak istedi. Efendimiz de hısım ve dostlarına her zaman önem verdi, onların yanında oldu. Sabır en güvenli sığınağıydı Sabırsız kimseler sürekli darlık içindedir. Biraz zorluk karşısında bile sıkıntı duyarlar. Oysa sabırlı olmak nefsin iyi bir iş yapmak veya fenalıktan kaçınmak için meşakkate tahammül kuvveti, imtihan zamanında en güvenli sığınak. Resul-i Ekrem (s.a.v), musibete karşı sabır gücünü artırmak ve Allah’tan yardım istemek için namaz kılardı. Ayrıca Sa’d b. EbiVakkas’ınPeygamberimiz’e sorduğu sorunun cevabı da sabrı arttıran nitelikte. Sa’d b. EbiVakkasResûlullah’a “Hangi insanların başına gelen belâ daha şiddetli olur?” diye sorduğunda Hz. Peygamber, “Peygamberler, sonra sırasıyla (Allah katında) rütbece en üstün olandır. Kul; dindarlığının durumuna göre belâya uğrar. Eğer dininde kuvvetli ise belası şiddetli olur ve şayet dindarlığında gevşeklik-zayıflık olursa dindarlığı derecesine göre belâya uğrar. Belâ kuldan ayrılmaz. Nihayet kul üzerinde hiç günah kalmayarak yeryüzünde dolaşınca belâ onun peşini bırakır.” buyurdu. En kolay olanı tercih ederdi Hz. Peygamber (s.a.v) dünya işlerinde iki iş arasında muhayyer bırakıldığında, o iş günah olmadığı müddetçe, muhakkak onların en kolay olanını tercih etti. Her zaman güçlük çıkarmayıp kolaylık gösterirdi, ashabına da bunu tavsiye ederdi. Nitekim bir gün bir bedevînin mescitebevletmesi üzerine oradakiler ona ceza vermeye kalktı. Ora- da bulunan Resûlullah da onu bırakmalarını, kirlettiği yerin üzerine bir kova su dökmelerini istedi. Ardından ashaba kendilerinin ancak kolaylık göstericiler olarak gönderildiklerini, güçlük çıkaranlar olarak gönderilmediklerini hatırlattı. Böylece mescide bevletmek gibi kötü bir durum karşısında dahi oraya su döktürerek olayı tatlıya bağladı. Adil olmayı emrederdi Günümüzde özellikle miras gibi konular aile içinde kırgınlık ve kavgalara yol açıyor. Hz. Peygamber (s.a.v) bu sorunu büyükleri adil olmaya yönlendirerek çözüyordu. Nitekim sahabelerden biri oğluyla birlikte Efendimiz’in yanına gelerek “Sahip olduğum bir köleyi bu oğluma verdim.” demesi üzerine Resûlullah, “Buna verdiğini diğer çocuklarına da verdin mi?” diye sorar. Baba “Hayır vermedim.” deyince Peygamberimiz, “O halde hibenden dön.” buyurur. Bir diğer rivayette de “Allah’tan korkunuz; çocuklarınız arasında adaletli davranınız.” der. Kanaatkârlığı kurtuluşa ermek olarak görürdü Nebiler Nebisi (s.a.v); Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen, Allah’ın kendisine verdiği nimete kanaat eden kimsenin kurtuluşa ereceğini müjdeledi. Öyle ki ganimet mallarını kimine verip kimine vermemek suretiyle dağıttı. Mal vermediği kişilerin ileri geri konuştuklarını duyan Hz. Peygamber, aslında mal vermediklerinin, verdiklerinden daha sevgili olduğunu; bazı kimselerin kalbinde tama’ ve sabırsızlık gördüğünü, bazı kimseleri de Allah’ın kalplerinde yarattığı kanaatla baş başa bıraktığını bildirdi. Kalpleri İslam’a ısındırılacak kişilere, gönüllerinde mala karşı düşkünlük olanlara, onların zaaflarından doğacak hatalardan korunmak maksadıyla ikramda bulunmak nebevî uygulamadır. Her işi dikkat ve titizlikle yapardı Hz. Peygamber’in her konuda dikkatli ve titiz olması, O’nu (s.a.v) başarıya götürmesinin yanında zor durumların aşılmasını da sağladı. Resûlullah, kararlılığı ile her türlü tereddütü ortadan kaldırırdı. Ayrıca işe başlamadan önce iş bölümü yapar, kendisi de görev alırdı. Örneğin Hendek Savaşı’ndan önce hendek kazımında ashabıyla birlikte çalıştı. Kazı esnasında işin sıkıntısını gidermek amacıyla şiirler söyledi, sahabenin neşelenip azimle çalışmasına vesile oldu. 27 Sosyoloji D eğer Mart 2014 Televizyon, şid İletişimde başarısızlık, sadece insanlarda olan/yaşanan bir olgu değildir. Bu başarısızlıklar türler arası farklılıklar gösterse de doğada var olan ortak bir paydayı gözler önüne koyar: “geri bildirim eksikliği”. Uzman psikolog Serap Altekin televizyonun çocuklar ve toplum üzerindeki zararlı etkilerinden, medyanın ve ebeveynlerin üstüne düşen görevlerden bahsediyor. Medyadaki şiddet içeren yayınların olumsuz etkileriyle ilgili gözlem ve araştırmalar uzun yıllardır süregelmektedir. Yapılan araştırmalar, medyada yayınlanan, özellikle de televizyonda yer alan şiddet olaylarının, toplum genelindeki saldırganlık oranları üzerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir artışı tetiklediğini ortaya koymaktadır. Bu olumsuz etki özellikle, işsizlik, ekonomik kriz ve politik belirsizliklerin olduğu az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde daha belirgindir. Bireysel boyutta ise, 0-6 yaşlar arası çocuklar ve 13-21 yaşları arasındaki ergenler bu yayınlardan ve olumsuz modellerden en fazla etkilenen, yüksek risk grubunda yer almaktadırlar. Gerek bireysel gerekse toplumsal boyutta, söz konusu olumsuz etkileri minimuma indirgeyebilmek adına; medya mensupları, aileler ve uzmanların bilinçli ve sağduyulu bir işbirliği içinde olabilmesi önemlidir. Medyanın değerlerimizi, tutum ve davranışlarımızı şekillendirmede ne denli bir etkileyici güç olduğunu, son yıllarda basına ve klinik ortamlarımıza yansıyan birçok vaka örneği ile daha da net bir biçimde gördük. İçinde "bu akşam ölürüm, beni kimse tutamaz" sözleri geçen bir şarkının ardından köprüden atlayan ergenleri, "temel içgüdü" ve "testere" filmlerinin ardından gördüklerinin aynısını uygulayan genç insanları, tecavüz sahnelerini oyun zannedip arkadaşları üzerinde uygulamaya kalkan çocukları, "erkekliğin kitabını yeniden yazan" delikanlıları ve onlara hayranlık duymayı öğrenen, adeta tokat yemeyi hayal eden genç kızları, ve tabii ki "kurtlar vadisi" ile birlikte mafya olmaya iyiden iyiye öykünen "Polat"ları, "Çakır"ları sanırım hepimiz farkediyoruz. Günümüzde televizyon, tüm kitle iletişim araçları içerisinde belki de en kolay erişilen ve en yaygın kullanılan araç olması nedeniyle, en etkili öğrenme kanalı olarak da dikkat çeker. Çocuklar ve ergenler gittikçe daha fazla vakitlerini televizyon ve bilgisayar karşısında geçirmeye başladılar. Başta televizyon programları, filmler, çizgifilmler, diziler ve bilgisayar oyunları olmak üzere, tüm kitle iletişim araçlarında yer alan şiddet, vahşet ve saldırganlık son yıllarda dikkat çekici ve düşündürücü bir hal almıştır. Buna paralel artan ve özellikle çocuklar ve gençler arasında yaygınlaşan, öldürme, 28 yaralama, kavga, taciz, tecavüz ve tehdit gibi şiddet olayları; medyada yer alan şiddetin çocuklar ve ergenler üzerindeki etkisini araştırmanın gerekliliğinin altını çizmiştir. Doğrudan nedensel bir ilişkiden söz etmek zor olmakla birlikte, yapılan bilimsel araştırmalar; televizyon ve medyada izlenen şiddetin, gerek kısa gerekse uzun vadede, çocukların duygu, düşünce, değer, tutum ve davranışları üzerinde, tetikleyici, hızlandırıcı ve özendirici bir etki gösterdiğini açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu bu etki 5 ana boyutta tanımlanabilir; 1. Çocuklar ve ergenler, model alma ve sosyal öğrenme yolu ile televizyonda izledikleri diyalogları, sözleri, tutum ve davranışları taklit eder ve öğrenirler. Televizyondaki program ve dizilerdeki kahramanlarla özdeşleşerek, onlar gibi Mart 2014 D eğer ddet ve toplum konuşmaya, onlar gibi davranmaya, onlar gibi varolmaya öykünürler. 2. Şiddeti ve saldırganlığı bir "problem çözme" yöntemi, bir "varolma" şekli ve bir "kendini ifade etme" yolu olarak benimsemeye başlarlar. Şiddete, saldırganlığa, ölüme, acıya vb. karşı duyarsızlaşmaya, tepkisizleşmeye, adeta bağışıklık kazanmaya başlarlar. Bu kavramlar, bu görüntüler ve bu davranışlar gittikçe normalleşmeye ve kabul görmeye başlar. Kurbanla, yani acı çekenle empati kurma yetilerini yavaş yavaş kaybederler. 4. Kızgınlık, öfke, kin, nefret, hiddet, intikam gibi duyguları hem daha sık hem de daha yoğun hissetmeye, yaşamaya ve dışavurmaya başlarlar. 5. Dünyayı ve hayatı tanımaya anlamaya ve öğrenmeye çalıştıkları bu gelişim dönemlerinde; algıları ve düşünce kalıpları "iyiler - kötüler", "kahramanlar - antikahramanlar" olarak katı ve çarpık bir şekilde bölünmüş bir hal alır; gerçekçi ve işlevsel olmaktan uzaklaşır. TV izleme süreleri arttıkça; doğru ile yanlışı, gerçek ile kurguyu, olasıile imkansızı, uygun ile uygunsuzu ayırt etmekte zorlanmaya başlarlar. http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisim/psikoloji/klinik. htm#tvsiddetvetoplum 29 Edebiyat D eğer Mart 2014 Harp Mecmuasından mektup var İkinci kampana çalınmış olmalı ki vagonlara inen binen yok. Fakat askerî trenlerin ikinci kampanalarıyla üçüncü kampanaları arasında epeyce zaman geçtiğini biliriz. Sivil yolcu trenlerinin ân-ı hareketini ihtar eden kondüktörlerin “Tamam, tamam” nidaları askerî bir trenin harekete hazır olduğunu itham edemez. O sağdan saydıran, mevcudun adedini anlatan başka bir usule, başka bir ‘tamam’a tâbi olduğundan askerî memurlar bütün mevcudiyetleriyle çalışıyorlar, vazifelerini ikmâle uğraşıyorlardı. Trenin tam karşısında ve kapısı açık kırk beşlik bir vagonun hizasında bir karaltı vardı, oraya mıhlanmış duruyordu. Abdulkadir Kemal bu karaltının ne olduğunu anlamak istemişti, evvela nöbetçidir diye hükmetti. Hakikatte bu bir evlâd-ı vatan bekleyen şefkatli bir anneydi. Yanına yaklaştığı vakit, 30 vücudu manevi kederlerin büktüğü bellerin rükû şeklini andırır bir şekilde biraz önüne doğru eğilmişti. Elinde bir değnekcik sırtında bağlı bir torba vardı. Karaltı, kendisinin sessiz lisanına ve inleyen kalbine tercüman olan mukaddes bir maksadla canlı bir abide gibi orada kakılmış kalmış bir Türk anasıydı. Yıldırımların salıverdiği kuvvetli projektörlerinaydınlığı sararmış, çizgili çehresini gösterdi. Başındaki örtü ıslanmış, çenesine, şakaklarına akçıl saçlarınayapışmıştı. Şimşek çaktığı her kısa zaman aralığında gözleri vagona yöneliyordu.Abdulkadir yaklaştı: - Valide burada ne duruyorsun? Sualiyle aşağıdaki konuşma başladı: - Şimendiferde asker oğlum var;onu geçirmeye, selametlemeye geldim. - Oğlun kimdir, nerelidir? - Söğüt’ün Akgünlü köyünden, Osmancığın ana yatağından Mahmudoğlu Hüseyin... - Çağırayım mı, görmek istiyor musun? - Ona bir sözüm var, söyleyecektim. Zahmet olmazsa, sana duâ ederim. Abdulkadir vagona koştu. Bir künye okudu. Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Bir ses: - Efendim. Benim Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Akgünlü’den. - Gel oğlum, seni anan görmek istiyor. Delikanlı vagondan atladı. Şimşeğin ışığı altında seçilebilen levendine bir vücud, filiz gibi bir boy, Hüseyin Polat, müheykel gibi hazır ol vaziyetinde sağ el selam ve ihtiram mevkiinde Abdulkadir’in karşısında emre âmâde idi. Bera- berce yürüdüler. Muhterem validenin karşısında durdular. Hüseyin anasının elini öptü. Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki: - Hüseyin... Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şibka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.” dedi. Hüseyin bu sözleri kalbinin en derin ahd ve vefa yerine gömdüğünü îma eden bir saygı ile dinlemişti. Anasını ve Abdulkadir’i selamladı, gitti. Abdulkadir, bu büyük ruhlu kadınla yalnız kalmıştı, sordu: - Valide demek ki sizin soyun erkekleri hep şehit oldular öyle mi? - Yalnız bizim soy değil, oğul. Elli yıldır köylü, mezarlığa delikanlı gömemedi. Din dursun da; ko biz hep ölelim. - Şimdi köyünüzde hiç erkek yok mu? - Köyümüz bütün erkek dolu. Bizi beğenemediniz mi, hiçbir işimiz geri kalmadı. Evvelden nasılsak yine öyleyiz, bağrımıza kara taş bağladık düşman mahvoluncaya kadar dayanacağız. Yaradanım bana o günü göstermeden canımı almasın dedi. Abdulkadir bu ulu validenin karşısında donmuş kalmıştı. Dayanamadı, gözlerinden iki iftihar damlası salıverdi ve bir iman ve kanaatle şu sözleri söyleyerek ayrıldı: Milleti doğuran da ana, yaşatan da. Türk anası hâlâ oradaydı, trenin hareketini bekliyordu. Harp Mecmuası Sayı: 17, s. 267, 269. D eğer Mart 2014 Deyimler ATEŞ PAHASI Vaktiyle Osmanlı hükümdarlarından biri maiyetiyle avlanmaya çıkmış. Bir ceylanın peşinden koşarken, vakit bir hayli ilerlemiş ve gün batmaya yüz tutmuş. Bu sırada gök kararmış, ortalığı şiddetli bir rüzgâr ve ardından da savruntulu bir yağmur bastırmış. Hünkâr ve adamları, en yakın kulübeye kendilerini zor atmışlar. Meğer sığındıkları kulübe odunculuk yapan bir garibe aitmiş. Adamcık onları içeri almış. Sultan her ne kadar adamı tedirgin etmemek için kim olduklarını söylememiş ise de oduncu durumu kavramış ve ocağa büyük odunlar atıp kulübeyi iyice ısıtmış. Dışarıda hem ıslanıp hem üşüyen padişah ve adamları bu durumdan pek memnun kalmışlar ve geceyi orada rahatça geçirmişler. Hatta bir ara hünkâr, — Doğrusu şu ateş bin altın eder, diye söylenmiş. Ertesi gün yola çıkacakları vakit, padişah oduncuya sormuş: — Efendi! Bizi ihya ettin, harlı ateşin sayesinde geceyi pek rahat geçirdik. Söyle bakalım borcumuz ne kadar? Oduncu, fırsatı değerlendirmenin zamanıdır deyip rayici yüksek tutmuş: — Bin altın beyzadem! Vekilharç hemen atılmış: — Ne masraf ettin ki bin altın istersin bre densiz? — Sabaha kadar ateşi aynı kıvamda tuttum. Böyle dağ başında bu ateş az bulunur. — Ama ateş bu denli pahalı mıdır? O sırada padişah vekilharcına dönüp: — Ağa, demiş, ateş iyiydi, şimdi pahasını verin! Oduncunun bu tavrı halk arasında şüyu bulunca, değerinin üstünde fiyat biçilen şeyler hakkında "ateş pahası" denilmeye başlanmış ve giderek deyimleşmiş. Umulana göre çok pahalı bulunan fiyatlar hakkında bugün dahi "ateş pahası" denir. AVCUNU YALAMAK Umduğumuz bir nimet ele girmediği zamanlarda söylenilen bu deyim, eskiden kadınlar arasında yaygın iken bilahare çıkış noktası unutulup erkekler tarafından da kullanılır olmuştur. Eskiden hamile kadınların aş erme (aş yermek) dönemleri ile bebekli hanımların süt dönemlerinde canlan çekip de ulaşamadıkları bir şey olursa, göğüslerinin şişeceği veya sütlerinin kesileceğine dair bir inanış mevcutmuş. Fakirlik, yasaklama, sıhhî gerekler, vs. yönünden bir şeyi canı çektiği hâlde ondan tadamayan bir kadın, sanki onu tadıyormuşçasına sağ avucunun içini yalar ve böylece nefsini köreltir, istediği nimeti yediğini farz edermiş. Aynı uygulamanın çocuklara yönelik bir versiyonu da imrendikleri yiyecekten onlara bir tadımlık da olsa ikram etmektir. Eğer ikram edilmezse çocuğun bir yerlerinin şişeceği söylenir ki bu ifade, galiba kadınların göğüs şişmesi ile aynı olsa gerektir. BAĞDAT GİBİ DİYAR OLMAZ Dilimizdeki "Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz." sözünün aslı muhtemelen "Ane gibi yar; Bağdat gibi diyar olmaz." şeklindedir. Çünkü sözün aslındaki Ane kelimesi, Bağdat yakınlarındaki sarp bir uçurumun kuşattığı dik bir geçidin adıdır. Bağdat gibi (güzel) şehir, Ane gibi de (sarp, ama manzaralı) yar (uçurum) olmaz, demeye gelir. Ancak siz Bağdat'ın Osmanlı Türk'ü için önemine bakınız ki oradaki Ane'yi anne yapıvermiş. Tıpkı "Yanlış hesap Bağdat'tan döner." sözüyle Bağdat'ın eskiden beri bir ilim merkezi olduğunun altının çizilmesi gibi. Kaynak: Prof. Dr. İskender Pala, "İki Dirhem Bir Zekirdek 31 Edebiyat BENİM GÖZLERİM GÖRECEĞİNİ GÖRDÜ O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok hasara uğrayan Rumeli Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan beri muharebenin en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı zaman yine motora atlayıp Çimenlik İskelesinden karşı sahile hareket etti. Cephaneliği berhava olan tabyanın durumu hazindi. İstihkâm yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip “Ne var evlat ?” diye sordu. Nefer hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu. “Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?” O zaman nefer tok sesiyle “Üzülmeyin efendim” diye cevap verdi. “Benim gözlerim göreceğini gördü” ( Evet düşman gemilerine tam isabet kaydedilmiş ve Ocean destroyeri hareket edemez hale getirilmişti.) Cevat Paşa sessiz sessiz ağlıyordu. D eğer Mart 2014 SAĞ KOLUMU KAYBETTİM AMA SOL KOLUM VAR Seddülbahir ve Conkbayır'ın büyük kahramanlarından biride Bombacı Mehmet Çavuş 'tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu, İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen yakalar, karşı tarafa fırlatır ve zararını kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları bir kaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş 'un iadesini önlemeye çalışmışlardı. İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş 'un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla hastaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Sağ kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da pekâlâ iş görebilirim. Beni müteessir eden ve yüne kıtama iltihak edip düşmanla çarpışmama mani olan şey, yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz, affedeniz muhterem kumandanım.." "ÇANAKKALE PARASI" ÖZEL KASADA KORUNUYOR Çanakkale Savaşı sırasında Yahudi bir tüccardan kamyon lastiği almak için verilen "yüzlük kaime", Emniyet Genel Müdürlüğünde özel kasada muhafaza ediliyor. Anadolu tarihinin dönüm noktasını oluşturan Çanakkale Savaşı, birçok kahramanlık hikayelerini de barındırıyor. Bunlardan biri de savaşta kullanılan araçlara lastik almak üzere görevlendirilen zabıt namzedi Mehmet Muzaffer'in yaşadıkları. Komutanlarının emri üzerine lastik almak üzere İstanbul'a gelen Mehmet Muzaffer, aradığı lastikleri Karaköy'de Yahudi bir tüccarda bulur. O yıllarda İstanbul'da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardır ve lastikleri ise yok denecek kadar azdır. Yahudi tüccarla anlaşan Muzaffer, lastikler için ödenecek parayı almak üzere Erkan-ı 32 Harbiye'ye gider ama eli boş döner. Mehmet Muzaffer, 1. Dünya Savaşı'nın başlarından itibaren çıkarılan ve karşılıklarının harpten sonra altın olarak ödeneceği yazılan "evrakı nakdiye"nin basımında kullanılan kağıdın aynısını Karaköy'de tedarik eder, bütün gece çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek güzellikte de taklit eder. "Bedeli Dersaadet'te altın olarak tesviye olunacaktır" ibaresi yerine ise "Bedeli Çanakkale'de altın olarak tesviye olunacaktır" yazar. Mehmet Muzaffer, 100 altın karşılığındaki "yüzlük kaime"yi tüccara verir ve lastikler, Sirkeci'den Çanakkale'ye gidecek gemiye yüklenir. Birkaç gün sonra Yahudi tüccar elindeki parayı bozdurmak üzere Osmanlı Bankasına gider ama bozulmaz çünkü sahtedir. Mart 2014 D eğer Edebiyat Sakarya Türküsü İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir. Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat; Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur, Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur. Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük? Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! .. Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya! Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya? İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal. Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal, Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan; Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan. Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu; Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna; Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler. Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su; Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl! Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl! Sakarya, sâf çocuğu, mâsumAnadolunun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız; Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz; Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz! Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya; Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! .. Necip Fazıl Kısakürek 33 D eğer Edebiyat Vatan Destanı O kadar dolu ki toprağın şanla, Bir değil, sanki bin vatan gibisin. Yüce dağlarına çöken dumanla Göklerde yazılı destan gibisin. Hep böyle bulutlar içinde başın, Hilâli kucaklar her vatandaşın. Geçse de asırlar, tazedir yaşın, O kadar leventsin, fidan gibisin. Çiçeksin, bayılır kuşlar kokundan, Her dalın bir yay ki zümrüt okundan Müjdeler fısıldar Ergenekon'dan: Bu sese gönülden hayran gibisin. Ey bütün cihana bedel Türkeli, Açtığın cenklerin yoktur evveli. Tarih bir nehir ki coşkundur seli. Sen ona nisbetle, umman gibisin. Bir yandan hep böyle taştın, köpürdün, Bir yandan cefalı bir ömür sürdün, Fakat ne derece ezildinse dün. Şimdi gene tunçtan kalkan gibisin. Bir insan nihayet kemikle ettir, Bu et, bu kemiğe can hürriyettir. En büyük hürriyet Cumhuriyettir, Demek şimdi sen bir cihan gibisin. Ey ana toprağı, ey Anadolu, Açıldı önünde terakki yolu. Hamdolsun her yanın bereket dolu, Cennette bir yeşil meydan gibisin. Yeni bir ay ördün al bayrağına, Girdin en sonunda irfan bağına, Medeni hayatın nur ırmağına Ezelden susamış ceylan gibisin. Halit Fahri Ozansoy 34 Mart 2014 Mart 2014 D eğer Edebiyat Bir Hikaye... KINALI HASAN Y üzbaşi Sırrı Bey, ikindi vakti yeni gelen erleri teftiş ederken, içlerinde bir tanesinin saçinin bir tarafikinalanmişoldugunu görür ve takilir: “Hiç erkek kinalanir mi? Mehmetçik: Buraya gelmeden evvel, anam kinalamiştikomutanim” der ve sebebini bilmedigini ilave eder.Komutaninistegi üzerine anasina haber salar, “Niye benim saçimikinaladin?” Gelen cevabi mektupta şunlar yazar: “Ey gözümün nuru Hasan'ım, Köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alevyanıyor.Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın... Ben, senin anan isem. Beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü.Allah, bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor... Sen bu ailenin seçilmiş kurbanisin... Hasan'ım, söyle zabit efendiye... Bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır... Ben de seni evlatlarımın arasından vatana kurban adadım.Onun için saçını kınalamıştım... El-hükmü billah. Allah, seni İsmail Peygamber'in yolundan ayırmasın. Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktir. Gözlerinden öperim... Anan - Hatice” GAZİ MEHMET AŞKIN'IN ANLATTIKLARI “İngiliz donanması Saroz'dan top atışları ile bize son derece ağır kayıplar verdiriyordu.Böyle bir atıştan sonra, aynı, birlikte silah arkadaşım Recep Eniştemin iki ayağı kopmuş çalıların üzerinde gördüm, henüz sağ idi.Yanına kadar gidebildim.Onu o vaziyette görünce ağlamaya başladım. Henüz ruhunu teslim etmeyen Recep Eniştem: “Kardeşim niçin böyle ah edip aglarsin, benim cigerimidaglarsin! Allah' in verdiginemerhaba! Takbir- i Rabbani böyle imiş! Onun kazasi geri çevrilmez ve hükmüne mani yoktur. Elimizden ne gelir. Arzuladigim savaş yolunda oldu.O saadet bana yeter! Sen sagkalirsan, anamin elini benim içinde öp! Emzirdigi sütleri helal etsin!” dedikten sonra: “Başimikibleyedogru çevir!” diye bildi... Ruhu çoktan uçmuştu... “Halil, bölükte süngü hücumuna kalkmıştı, ağır bir yara alarak yanıma yıkıldı.Birmütted sessiz kaldı ve sonra: “Ahiretlik ölümüm yaklaştı, öldükten sonra cesedimi geriye götürtme, buraya ellerinle göm! Üzerimde harbediniz! Ta ki Gazilerin ayak seslerini Allah! Allah! Nidalarını rahatlıkla duyayım!” dedi ve gülerek ruhunu teslim etmişti “Karayürekderesi'ne doğru iniyorduk: Bir akşam beni keşif kolu çıkardılar bu derenin yatağında geziniyordum.Çok susamış idim. Dere şırıldıyordu, mataramı doldurdum. Birkaç yudum içtiğimde, içtiğim suyun tadı çok başka idi avucuma mataradan su aldığımda, matarama doğdurduğum suyun kan olduğunu anladım.” İNSANLIK DERSİ Çanakkale Savaşlar'ında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor: "Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.Hiçunutmam. Savaş sahasında döğüş bitmişti.Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaliyatvermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım.Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi göleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu.Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık: - Niçin öldürmek istediğin askere ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi: "Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı.Birşeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı.Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün". Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım.Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı.O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim.Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutan ot tıkamıştı.Az sonra ikisi de öldüler..." Fransız Generali BRIDGES Çanakkale Savaşları komutanı. 35 Tarih D eğer Mart 2014 Çanakkale'de bir nesli kaybettik Halkın maddi-manevi tüm imkanlarını seferber ederek Türk ve dünya tarihine adını altın harflerle yazdırdığı Çanakkale Savaşları, bir dönemin okumuş, eğitim almış neslinin de kaybolmasına yol açtı. Osmanlı Devleti’nin 250 binden fazla kayıp verdiği cephede, yaklaşık 10 bin üniversiteli ve 70 bin orta öğretim öğrencisi şehit düştü. H alkın maddi-manevi tüm imkanlarını seferber ederek Türk ve dünya tarihine adını altın harflerle yazdırdığı Çanakkale Savaşları, bir dönemin okumuş, eğitim almış neslinin de kaybolmasına yol açtı. Osmanlı Devleti’nin 250 binden fazla kayıp verdiği cephede, yaklaşık 10 bin üniversiteli ve 70 bin orta öğretim öğrencisi şehit düştü. Galatasaray, Kayseri, Konya, Sivas lisesinde son sınıf okuyan ve eli silah tutan bütün öğrenciler cepheye gitti. Şimdi bu liseler Çanakkale'de şehit düşen öğrencilerinin kimliklerini arıyor. Halkın maddi-manevi tüm imkanlarını seferber ederek Türk ve dünya tarihine adını altın harflerle yazdırdığı Çanakkale Savaşları, bir dönemin okumuş, eğitim almış neslinin de kaybolmasına yol açtı. Osmanlı Devleti’nin 250 binden fazla kayıp verdiği cephede, yaklaşık 10 bin üniversiteli ve 70 bin orta öğretim öğrencisi şehit düştü. 36 Selçuk Üniversitesi (SÜ) İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Caner Arabacı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Çanakkale Cephesi’nin, 1. Dünya Savaşı’nın en önemli cephesi olduğunu söyledi. Dar bir alanda 500 binin üzerinde insan kaybının yaşandığı Çanakkale Cephesi’nin İstanbul’a açılan kapı olması nedeniyle büyük önem taşıdığını ifade eden Arabacı, sözlerini şöyle sürdürdü: ”Çanakkale gittiği zaman, İstanbul gidecek. İstanbul’un alınması, emperyalist devletlerin İslam alemindeki hakimiyetini sağlayacaktı. Milletimiz bu kastı, bu niyeti çok iyi anladı. Onun için Çanakkale’de; Konya’dan, Erzurum’dan, Van’dan, Filibe’den, Mestanlı’dan, Bağdat’tan, Kudüs’ten, Yemen’den ve bütün İslam aleminden şehitler verildi. Bu yönüyle Çanakkale, İslam aleminde bütünleşmenin, dayanışmanın, emperyalizme karşı direnişin bir sembolüdür.” -Konya Lisesi 3 yıl mezun vermedi- Arabacı, Çanakkale Savaşları’nda, yaşına bakılmaksızın kilosu 45’in üzerinde herkesin cepheye alındığını dile getirerek, yüksek okul olan ”Hukuk Mektebi”nin memur Mart 2014 D eğer olan talebeleri dışında bütün öğrencilerinin cepheye gittiğini anımsattı. Cepheye gönderilmeleri nedeniyle lise öğrencilerinin de oldukça azaldığını belirten Arabacı, 1889 yılında açılan Konya Lisesi’nin, 1914-15 öğretim yılında 25 mezun verirken, ertesi yıl mezun sayısının sadece iki kişiye düştüğüne dikkati çekti. Çanakkale Savaşları sırasında öğrencileri derslerine devam edemediği için Konya Lisesi’nin sonraki yıllarda mezun veremediğini vurgulayan Arabacı, şunları kaydetti: ”Türkiye’nin en eski liselerinden Konya Lisesi, 1918-1920 yılları arasında hiç mezun vermedi. O dönemde Galatasaray, Kayseri Lisesi gibi bazı liseler de mezun veremedi. Çünkü eli silah tutan, askere alındı. Bu konuda rakamlar çok iç acıtıcı. Çanakkale Cephesi’nde yaklaşık 10 bin üniversiteli, 70 bin orta öğretim öğrencisi şehit düştü. Yani 250 binin üzerindeki kaybın içinde bir dönemin okumuş nesli, eğitim almış nesli de bulunuyordu. Bu, Türk milletinin dünya çapında devlerle büyük kavgasıdır.” -İngiliz generalin ilginç yaklaşımı- Arabacı, Çanakkale’de eğitilmiş nesil kaybedildiği için ilkokul mezunlarının savaştan sonra öğretmen yapıldığını aktararak, şunları söyledi: ”İngiliz generali Oglander’in bir tespiti var; ’Çekildik... Çanakkale’yi geçemedik ama Türk milletinin genç neslini, eğitimli neslini, çiçeğini yok ettik. Dolayısıyla geleceğini yok ettik. Bellerini zor doğrulturlar’. Bu görüş, İngiliz kastının bir yansımasıdır” ifadesini kullandı. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin de hatıratında; ”Annem bize kahvaltılarda derdi ki, ’Türkiye, Anadolu çok güzel bir ülke, Türklere layık değil” cümlelerine yer verdiğini hatırlatan Arabacı, sözlerine şöyle devam etti: ”Bu, Şark meselesine sıradan bir İngiliz kadının bakışı. Anadolu’ya, Türkiye’ye bakışta İngiliz’in, Rus’un, Fransız’ın, Alman’ın pek bir farkı yok. 1. Dünya Savaşı yıllarında paylaşım anlaşmalarına ve işgal bölgelerine dikkat edildiğinde, bu durum çok net görülmektedir. Bu nedenle Türk milletinin evlatları gayretli, çalışkan, yüksek düşünceli, üretken ve güçlü olmak mecburiyetindedir.” ÖĞRENCİLERİNİN KİMLİKLERİNİ ARIYORLARLAR SİVAS’ta 1887 yılından bu yana eğitim veren Sivas Lisesi, tüm son sınıf öğrencilerinin 1915 yılında gönüllü olarak katıldıkları Çanakkale Savaşı’nda şehit düşmesi nedeniyle o yıl mezun veremedi. Arşiv taramasında savaş yılı mezuniyet verilmediğini belirleyen okul yönetimi şimdi o isimleri tespit etmek için araştırma başlattı. Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı Sivas Kongresi’ne ev sahipliği yapan ve günümüzde müze olarak kullanılan 121 yıllık tarihi bina 1915 yılında Sivas Erkek Lisesi olarak hizmet veriyordu. Çanakkale Savaşı başladığında o lisenin son sınıf öğrencileri eğitimlerini bırakıp gönüllü olarak cepheye koştu. Henüz bıyıkları dahi terlemeyen ancak yürekleri vatanları için atan o öğrenciler cephede kahramanca savaştı. Savaş kazanıldı ama o lisesilerin tümü şehit düştü. 18 İSİMSİZ KAHRAMAN Sivas Lisesi, tüm öğrencilerinin şehit düşmesi nedeniyle 1915 yılında tek bir mezun bile veremedi. Yaşları 15 ile 17 arasındaki o şehitlerden geriye isim dahi kalmadı. Çünkü liseli şehitler okullarına geri dönemedekleri için diploma defterine isimleri yazılamadı. 1915’te 18 şehit veren Sivas Lisesi bugün o öğrencilerini isimsiz kahramanlar olarak anıyor. O dönem Sivas Lisesi’nin bölgeye hizmet veren bir eğitim kurumu olması nedeniyle şehit düşen öğrencilerin çevre illerdenden kente gelen öğrenciler olabileceği de düşünülüyor. İSİMLER ARAŞTIRILIYOR 1915 yılında okulun son sınıf öğrencilerinin Çanakkale Savaşı’na katıldığını ve bir daha dönmediklerini ifade eden Sivas Lisesi Müdürü Osman Yekeler, öğrencilerinin o yıl şehit düştüğünü söyledi. Yekeler, şunları söyledi: "Bu okula müdür olduktan sonra arşivi incelemeye başladım. Sivas Lisesi’nin kurulduğu günden itibaren verdiği mezunların isimlerinin yer aldığı 125 yıllık Osmanlıca bir defter buldum. Bu defterde 1913 ile 1914 arasında Sivas Lisesi’nin mezun verdiği öğrencilerin isimleri yer alıyor. Ancak 1915 yılı diploma defterinde boş bulunuyor. Ardından 1916 mezunlarının ismi yer alıyor. Çünkü o senenin son sınıf öğrencileri Çanakkale’ye gitmiş ve şehit olmuşlar. Onların dönüşleri olmamış, Allah mekanlarını cennet etsin. Şu an, Çanakkale’ye gidip şehit olan öğrencilerimizin isimlerini tespit etmeye çalışıyoruz. 125 yıllık Osmanlıca bir defterdeki yazıyı okumakta zorlanıyoruz. Okulumuzdan 18 şehit olduğu söyleniyor. Ama onların isimlerini de diploma defterine yazmamışlar, o sayfayı boş bırakmışlar. Kütükten bulmamız gerekecek, onun için uğraşıyoruz." O dönem savaşa Türkiye’den 5 lisenin öğrenci gönderdiğini belirten Yekeler, "Sivas Lisesi ile birlikte İstanbul Galatasaray Lisesi, Erzurum Lisesi, Kastamonu Lisesi ve Konya Lisesi de o yıl mezun verememiş" diye konuştu. Kaynak: www.milliyet.com.tr 37 Gezi D eğer Mart 2014 Anadolu'nun en eski yerleşim yeri YOZGAT Yozgat, Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Alişar Höyüğünde 5000 yıl öncesine ait eserler bulunmuştur. Yozgat’ın tarihi kronolojisine baktığımızda; Hititlerin, Friglerin, Kimmerlerin, Perslerin, Kapadokya Krallığının, Galatların, Doğu Roma ve zaman zaman İslam ordularının hâkimiyetinde kaldığını görürüz. Yozgat; Orta Kızılırmak Bölümü’nde sahip olduğu doğal güzelliklerin yanı sıra, yöresel özellikleri ve tarihi yapılarıyla Hitit’den Osmanlı’ya uzanan zengin kültürel çeşitliliğin somutlaştığı mekan. Anadolu’da merkezi bir konumda yer alan Yozgat, geniş bir kültürel yelpazeye sahiptir; zengin mutfağıyla damak zevkinize, özgün türküleriyle duygularınıza hitap eder. Tarihi Yozgat, Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Alişar Höyüğünde 5000 yıl öncesine ait eserler bulunmuştur. Yozgat’ın tarihi kronolojisine baktığımızda; Hititlerin, Friglerin, Kimmerlerin, Perslerin, Kapadokya Krallığının, Galatların, Doğu Roma ve zaman zaman İslam ordularının hâkimiyetinde kaldığını görürüz. Yozgat İli toprakları Anadolu’da ilk siyasi birliği kuran ve Anadolu’da tarih devrinin başlangıcı sayılan Hitit’lerin sınırları içerisinde en kalabalık yerleşim merkezlerinden biriydi. Bozok(Yozgat) çevresinde Türk - İslam izleri Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra başlar. 1728’de Çapanoğullarından Ahmet Ağa, Yeni İl Has Mütesellimliği’ne getirilmiştir. 1741 yılında, Bozok Mütesellimliği görevine atanan Çapanoğlu Ahmet Ağa, bundan sonraki yıllarda etkinliğini komşu sancaklarda da duyurmuştur. Osmanlı Devleti’nce 1745’de “Kapıcıbaşılı” payesiyle ödüllendirilen Ahmet Ağa, Yozgat ve yöresinde bazı bayındırlık hareketlerine girişerek, halkın desteğini kazanmaya 38 özen göstermiştir. Çapanoğulları, merkezi yönetimle uyum içinde olmayı sürdürmüşler; 1755’de İstanbul’da ortaya çıkan et sıkıntısını gidermek üzere koyun göndermeleri karşılığında Bozok Sancağı malikâne olarak Çapanoğlu Ahmet Ağa’ya verilmiştir. Yozgat, 1320 m yükseklikte olan Bozok Platosu üzerinde kurulmuş bir kenttir. İlkçağın önemli başkentlerinin ortasında kurulan Yozgat, ayrıca önemli yol kavşaklarının üzerindedir. Doğu ile Batıyı birbirine bağlayan Kral Yolu; Yozgat yakınlarında (Tavium ve Muşallim), güney (Adana) ile kuzeyi (Samsun ) birbirine bağlayan Kadim Yol Sorgun’dan geçer. Ayrıca Selçuklu döneminin İpek Yolu ve Osmanlı Döneminin yolları ile Ordu Yolu bu ilin topraklarından geçer. Coğrafya Mart 2014 D eğer İç Anadolu Bölgesi’nde, kuzeyden Çorum, Amasya, Tokat; ğı, Behramşah Kalesi (Akdağmadeni), Saat Kulesi, Karabıyık doğudan Sivas; güneyden Kayseri, Nevşehir, Kırşehir ve batıdan Köprüsü ve Sarıkaya Roma Kalıntıları ilimizin geçmişten günüKırıkkale ile çevrili olan Yozgat’ın denizden yüksekliği 1300m. müze taşıdığı tarihi miraslarıdır. Kerkenes Harabeleri Pteria(Antik Kent), olup, yüzölçümü 14037 km²dir. Yozgat yöresinde, yazların kurak ve sıcak, kışların soğuk ve sert geçtiği karasal iklim hakimdir. Büyüknefes(Tavium), Çadırhöyük (Sorgun Peyniryemez Köyü) Genel olarak Temmuz ve Ağustos en sıcak aylardır. İle bağlı 13 ve Yenifakılı Damlalı Yer Altı Kompleksleri ilimizin geçmişten ilçe vardır. Bunlar Akdağmadeni, Aydıncık, Boğazlıyan, Çandır, günümüze taşıdığı antik kentler açık hava müzesini oluşturur. Karslıoğlu Konağı, Hayri İnal Konağı, Miralay Şerifbey Çayıralan, Çekerek, Kadışehri, Saraykent, Sarıkaya, Sorgun, Konağı(Sakarya İlköğretim Okulu), MuteŞefaatli, Yenifakılı ve Yerköy’dür. ber Divanlıoğlu Konağı, Salim KorkYozgat İlinin Adı Bir rivayete maz Konağı, Hacı Ozan Konağı, Bir rivayete göre, Yozgat Sagöre, Yozgat Saray Köyünden itiilin konak kültürünün köşe ray Köyünden itibaren aşağıbaren aşağıdan yukarıya doğru kat kat yükselişintaşlarıdır. dan yukarıya doğru kat kat den ve rakımının yüksekliğinden dolayı önceleri yöreye “YüzMerkez Çapanoğlu yükselişinden ve rakımıkat” denildiği, zamanla bu isim söylene söylene “Yozgat” halini aldığı Camii, Başçavuş Camii, nın yüksekliğinden dolayı önceleri yöreye “Yüzkat” bilinmektedir. Birinci TBMM'de Kütahya Milletvekili tarafından ve- Osmanpaşa Emirci Sultan Türbesi, Çandır-Şah denildiği, zamanla bu isim rilen önerge ile Yozgat adı Bozok olarak değiştirilmiş, 23 Haziran Sultan Hatun Türbesi, söylene söylene “Yozgat” 1927 tarihinde Bozok Mebusu Süleyman Sırrı İÇöz Bey ve Çayıralan Çerkez Bey Türhalini aldığı bilinmektedir. arkadaşlarının verdiği bir önerge ile Bozok ismi besi ilimizde İslam eserlerinin Birinci Büyük Millet Meclisintekrar Yozgat olmuştur. dönemlerinden günümüze ulaşan de Kütahya Milletvekili tarafından çok nadir örneklerindendir. Akdağmaverilen önerge ile Yozgat adı Bozok deni Kilisesi gibi mekânlar, inanç turizmi yöolarak değiştirilmiş, 23 Haziran 1927 tarihinde Bozok Mebusu Süleyman Sırrı İÇÖZ Bey ve arkadaşlarının ver- nünden ilin önemini artırmaktadır. Termal Turizm diği bir önerge ile Bozok ismi tekrar Yozgat olmuştur. İlde antik dönemde “AquaeSarvenae” veya “Bazilika TherTarihi - Kültürel ve Doğal Güzellikler Yozgat’ta; Barındırdığı flora çeşidi ve hayvan türleri, ende- ma” adıyla anılan ve Roma Döneminde hamam olarak kullanılmik bitki çokluğu ile öne çıkan ülkemizin ilk Milli Parkı olan mış kalıntılar arasında tonozlu mekâna geçişi sağlayan kemer Çamlık Milli Parkı’nda, Kafkas Çamı (PinusnigraArn. Subsp. dizileriyle, bunun üzerindeki boğa başı motifli süslemeler olan Pallasiana) 400 – 500 yaşlarında karaçam türü ile dikkat çek- antik hamamlarve Roma kalıntıları Sarıkaya ilçemizdedir.Bu mektedir. Aydıncık ilçemizde bulunan macera turizmcilerinin ve ilçe Kültür ve Turizm Bakanlığınca Termal Turizm Merkezi ilan doğa turizminin birçok türü için oldukça uygun olan Kazankaya edilmiş olup, birçok hastalığa iyi gelen şifalı sulara sahip modern kaplıcalar turizme hizmet vermektedir. Bunun yanı sıra BoKanyonu; 1871 tarihinde yapılmış ve günümüzde Yozgat evlerinin tipik örneği olarak öne çıkan ve şu anda 7682 adet arkeolojik ğazlıyan, Sorgun ve Yerköy ilçelerinde Kültür ve Turizm Bakanve etnografik eseri sergileyen Yozgat Müzesi Nizamoğlu Kona- lığınca Termal Turizm merkezi ilan edilmiş olup, bu ilçelerde 39 D eğer turizme hizmet veren Bakanlık ve Belediye belgeli termal ve konaklama tesisleri bulunmaktadır. ÇAMLIK MİLLİ PARKI Çamlık Milli Parkı 1958 yılında Yüksek İcra Vekilleri Heyetinin 05.02.1958 tarih ve 4/9909 sayılı kararı ile mili park ilan edilmiş ve tapuya şerh konularak, belediyeye ait olan bu alanın 49 yıllığına izin ve irtifak hakkı Orman Bakanlığına devredilmiştir. Halen tescilli olarak 264 hektar olan Çamlık Milli Parkı, Türkiye’nin ilk milli parkı’dır. Yozgat Çamlığı Milli Parkı 1982 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Kafkas Çamı (PinusnigraArn. Subsp. Pallasiana) denilen 400 – 500 yaşlarında Karaçam türünü barındırmaktadır. Bu çam türü Türkiye’de sadece Çamlıkta bulunmakta ve halen tohum verebilmektedirler. Ayrıca Çamlıkta 43 familya ve 144 cins içinde toplam 212 bitki türü yaşamakta olup, bunların içinde 30 yakın endemik tür bulunmaktadır. Bu nedenle Yozgat Çamlığında botanik turizm potansiyeli de bulunmaktadır. Milli Parkta yine Orta Anadolu’nun mevcut bilinen hayvan türlerinin yanında Beyaz Kartal olarak bilinen, Amerika’ya has 40 Mart 2014 Altın Kartallar 1992 yılına kadar görülmekte idi. SAAT KULESİ Çarşı içerisi merkezde bulunan saat kulesi, 1897 yılında dönemin belediye başkanı Ahmet Tevfiki Zade tarafından Yozgatlı Şakir ustaya yapılmıştır. Şehrin orta yerinde kurulmuş, kare pirizma şeklinde uzun bir kuledir. Aşağıdan yukarıya doğru genişleyen enine silmelerle altı kata bölünen kulenin üst kısmı şerefe gibi bir terasla çevrilidir. En üst kısımda çan şeklinde bir külah vardır. Saat çanı 250 kg. ağırlığında olup, her yarım ve tam saatte isabetli olarak (çalar) vurur. Kuleye çıkış kuzeyden, yuvarlak kemerli kapıdan olur. Şerefeli kısmın altında üç kat aşağı doğru her katta küçük yuvarlak kemerli bir pencere bulunur. BÜYÜK CAMİİ (ÇAPANOĞLU) Köseoğlu Mahallesinde olan ve iki kısımdan meydana Mart 2014 D eğer gelen caminin birinci kısmı Çapanoğlu Mustafa Bey tarafından 1779 tarihinde yaptırılmış olup, 1795’de kardeşi Süleyman Bey tarafından genişletilmiştir. İnşaatından 16 yıl sonra yapılan bu ilave ile cami, iç cami ve dış cami olmak üzere 2 kısımdan oluşmuştur. İç cami beyaz dış cami ise açık kahverengi kesme taşlardan yapılmıştır. Birçok özellikleri ayrı olan bu kısım birbiriyle uyumlu niteliktedir. Camide canlı renkler kullanılarak yapılan motifler kubbelerin sanatsal ve görsel estetiğini destekler niteliktedir. Bu gün camiye girerken en dıştaki küçük giriş revakındaki, kapının iki yanındaki kemer aynalıklarında, simetrik iki ağaç arasında binalar olmak üzere tasvirler göze çarpar. Bunlardan birinde kule ve büyük yapılar, diğerinde tek minareli bir camii ve yine saray olduğu düşünülen yapılar işlenmiştir. Bunların Yozgat görüntüleri olduğu tahmin ediliyor. Kule saat kulesine, tek minareli camii bu caminin kendisini temsil etse gerektir. Yapı tasvirleri başarılı sayılır. Ağaçlardan natüralist diyebileceğimiz bir doğrulukla verilmiştir. Yalnız tepeler ve üzerindeki otlar minyatür resimlerin özelliklerini taşımaktadır. Bu revakın tonozlarında, kubbe ve pandantiflerinde kıvrık dallar yapraklar kaplar içinde çiçek motifleri ve çeşitli meyveler tasvir edilmiştir. İçeride bu büyük ek mekândan asıl hareme, yapının ilk taç kapısı olan ve mihrap, minberi gibi renkli mermerle barok üslupta hazırlanan zengin ve görkemli giriş kompozisyonundan geçilir FATİH (KİLİSE) CAMİİ İstanbullu oğlu mahallesinde olan camii, Çapanoğlu (Büyük) camisinin kuzeybatısında olup ona 150m. Uzaklıkta ve uzun süre değişik amaçlarla kullanılan kilise 1996’da Fatih Camii adıyla camiye çevrilmiştir. Harim doğu-batı doğrultusunda iki sıra üçayakla üç nefe bölünmüştür. Neflerin üzeri beşik tonozla örtülmüştür. Orta nef daha geniş tutulmuştur. Sütunlar yüksek kare kaideler üzerine oturur. Köşeleri volütlü ince başlıkları vardır. Doğuda dışarı taş- mayan bir apsis yanlarında pastaforiom hücreleri bulunur. Batıda ise güney ve kuzey kanada doğru galeri gibi uzanan U şeklinde bir mahfili vardır. Güney cephede bir mihrap nişi açılmıştır. İç mekânı dikey eksende yer alan geniş yuvarlak kemerli alt ve üst pencereler aydınlatır. Batıda üç bölümlük bir narteks vardır. Narteksin üzeri düz tavanla örtülmüştür. Narteks bugün önü camekânla kapatılmış üç yuvarlak kemerle dışarı açılır. Narteks güneye ve kuzeye doğru dikdörtgen şeklinde taşan ve çift katlı bir dış görünüşe sahiptir. Narteksin kuzeybatısında çan kulesi yer alır. Fatih (Kilise) Camii kırma çatılı ve profili ince saçaklıdır. Camiin iç ve dışında süsleme yoktur. YOZGAT MÜZESİ (NİZAMOĞLU KONAĞI) Yozgat Merkez İstanbulluoğlu Mahallesindedir. 1871 de yapılan iki katlı binanın, taban ve duvarları ahşaptır. Uzun yıllar konut olarak kullanılmış, bir müddet Kız Sanat Okulu ve bir dönem de Tekel Deposu olarak hizmet vermiştir. 1985’te müze olarak ziyarete açılan konakta çok sayıda etnografik eser bulunmaktadır. Müzeye ait bahçe içerisinde iki bina bulunmaktadır. Bu binalardan biri idari, diğeri ise eserlerin teşhir edildiği Müze binasıdır. Müze gerek ahşap işçiliğinden gerekse geç devir resim sanatından çeşitli örnekler sunar. Sergilenen resimler oldukça ilgi çekicidir. Konular arasında; ormanlık bir kıyıda görülen çoban ve sürüsü, ağaçlı koylar, ağaçlar arasındaki bir köy; çeşmeden su içen çoban ve atları, Yozgat’ın geçirdiği bir yangınla ilgili sahneler ve bazı savaş sahneleri sayılabilir. Müze’de sergilenen resimlerde bütün dinlerde kutsal kabul edilen kişi ve olayların tasvir edilmiş olması, konağı tüm semavi din mensupları için cazibe merkezi haline getirmiştir. Müzede etnoğrafik ve arkeolojik eserler sergilenmekte olup, bu eserlerin çoğunluğu yöresel nitelik taşımaktadır. Ayrıca binanın içerisinde bir ihtisas kütüphanesi mevcuttur. Müzede envanterli toplam 7682 adet eser bulunmaktadır. www.yozgatilkulturturizm.gov.tr 41 D eğer Kitap Mart 2014 Kitap Tanıtımı ÇANAKKALE MAHŞERİ Mehmet NİYAZİ Savaşla ilgili romanlar ya stratejik bir yerdeki direnişi, yahut da bir askerin yaşadıklarını anlatarak savaşın tamamı hakkında fikir verirler, daha çok da cephe gerisindeki acıları dile getirirler. Mehmed Niyazi; bir yerin veya bir kişinin değil, Çanakkale Savaşı' nınromanını yazmıştır. Roman ilk atılan mermiyle başlıyor, bütün cephelerinde sonuna kadar devam ediyor. Yazarımıza göre tarihi roman gerçeğe sadık kalmalıdır; ancak o atmosferi okuyucuya teneffüs ettirmek için malzeme kabilinden tarihe mal olmayacak kahramanlar kullanılabilir; ama Çanakkale' de o kadar çok kahraman var ki, buna da gerek duymamıştır. OSMANCIK Tarık Buğra "Osmanlı'nın sırrı nedir" sorusunun cevabını arayan yazarın Osmanlı kuruluş döneminin dinamiklerini ve felsefesini bugünkü dille inşa ettiği romandır. Duvarları süsleyen "Ey Osmancık; beğsin. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; güceniklik bize, gönül alma sana; suçlama bizde, katlanma sende; bundan böyle, yanılgı bize, hoş görmek sana; aciz bize, yardım sana; geçimsizlikler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adalet sana; kötü göz bize, şom ağız bize, haksız yorum bize, bağışlama sana. Ey Osmancık bundan böyle, bölmek bize, bütünlemek sana; üşengenlik bize, gayret sana; uyuşukluk bize, rahat bize, uyarmak şevklendirmek, gayretlendirmek sana" gibi sözler bu kitabın eseridir. GÜN OLUR ASRA BEDEL Cengiz Aytmatov Cengiz Aytmatov’un bütün dünyada geniş yankılar uyandıran bu romanı, yürek paralayan, tüyler ürperten bir haykırıştır. Fakat umutsuz bir çırpınış değil, aynı zamanda tutsaklığa karşı bir meydan okuyuştur… Romanda derin ve temiz aşklar, efsane ve masallar, KGB’nin acımasız uygulamaları, okuru heyecandan heyecana sürükler. Aytmatov, o eşsiz anlatım gücü ile “insanlarımızı mankurt olmaktan kurtaralım” mesajını vermektedir. Neden mankurt? Bunu romanda anlatılan bir Nayman efsanesinden öğreniyoruz: Juan-Juan’lar, tutsak ettikleri genç savaşçılara, akıl almaz bir işkence usulü ile geçmişlerini unuttururlar. Geçmişini unutan tutsak, artık bir “mankurt”tur. Anasını babasını, çocuklarını bile tanımaz. Yeni efendisinin emriyle ve ona yaranmak için öz anasını öldürmekten çekinmez… Bu kadar da değil… Aytmatov, birbirinden ilginç ve sürükleyici konuları bütünleştirerek sunmasını en iyi bilen yazardır. TARİHİMİZ VE BİZ Prof. Dr. İlber Ortaylı Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek Tarih yapan milletlerden biri olarak biz Türkler tarih bilincine ne derece sahibiz? Geçmiş belgelerimize ne kadar yakın, ne ölçüde uzağız? Prof. Dr. İlber Ortaylı derin vukufiyeti ve benzersiz üslubuyla bizi tarihimizle tanıştırıyor, yüzleştiriyor. Osmanlı'nın klasik dönemini, XVIII ve XIX. asırlardaki toplumsal ve siyasal panoramayı, bugünkü Avrupa'yı var eden koşulları, Türk, Rus ve Japon modernleşme yolculuklarını, kısacası dünya medeniyetinin kökenlerini gözler önüne seriyor 42 Mart 2014 D eğer ONLAR DA İNSANDI Cengiz Dağcı "Evet, onlar da insandır! Pavlenko'lar, İvan'lar, Kostyürk'ler, Vasil Dimitroviç'ler, Stepan'lar, belki bunu gülünç görecekler; ama nasıl görürlerse görsünler, ben eserimi tekrar sakin bir dua ile bitirmek istiyorum. Romanımı kapatırken: "Tanrım!" diyorum. "Onlar da insan!" Acı onlara! Kendileri gibi, başkalarının da insan olduklarına inandır onları!" Ötekiler, o hayvan gibi sürülüp götürülenler... Onlar da insandı." SAFAHAT Mehmet Akif Ersoy Mehmet Akif Ersoy Safahat Külliyâtı, milletimizin irfânının, düşünce ve duygularının, sevinç ve acılarının bir mesnevisi, iman ve kahramanlıklarının bir destanı, geçmişimizden geleceğimize uzanan ışıklı yolun en mûtemed bir rehberidir. DİRİLİŞ ÇANAKKALE 1915 Turgut Özakman Tarihin en eski milletlerinden birinin dirilişi... Ateşten geçerek, kan içinde, bir daha uyumamak, benliğini unutmamak, kandırılmamak, sömürülmemek, ezilmemek, ölmemek üzere çığlık çığlığa dirilişi... AVRUPA'NIN 50 BÜYÜK YALANI Mustafa Armağan Mustafa Armağan, Osmanlı tarihi ve yakın tarih üzerine kaleme aldığı bir düzine kitaptan sonra bu defa projektörünü Avrupa tarihinin karanlık bölgelerine tutuyor. Bu çalışmayla yalnız Avrupa tarihinin bilinmeyenleri ortaya çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda kendi yüzümüzün de bir kısmının aydınlandığını fark ediyorsunuz. Eşitsiz olarak, adeta bir ast-üst ilişkisi içinde kurgulanan Osmanlı ve Avrupa tarihleri, olmaları gereken eşit konuma yerleştiriliyor. Türk aydınının 1,5 asırdır peşinde koştuğu ‘Avrupa mucizesi’ yalanı, farklı ve şaşırıcı yönleriyle bu kitapta birer birer deşifre edilip ortaya konuluyor. 99 SORUDA OSMANLI Erol Özbilen Dr. Erol Özbilgen’in, Bütün Yönleriyle Osmanlı adlı hacimli eseri umulanın üzerinde ilgi görmüş ve kısa sürede temel başvuru kitapları arasında yerini almıştı. Bunun üzerine Bütün Yönleriyle Osmanlı kitabı esas alınarak bu kitap ortaya çıktı. Kitap, harem’den padişahların gündelik yaşamına, devletteşkilatından ordunun yapılanmasına, devşirmelerden yeniçerilere, taşradan şehir yaşantısına... kadar merak edilen tüm konuları genel okuyucuya yönelik formatta ele alıyor ve anlatıyor. 43 Değişim D eğer Mart 2014 DEĞİŞEN YAŞAMLAR M.G geriye dönüp eski hayatına baktığında işlediği suçtan dolayı çok pişmanlık duyduğunu ancak her bir hayat imtihanından kendisine çok ders çıkardığını ifade etmektedir. 44 Ceza infaz kurumunda eğitim aldı şimdi kepçe operatörlüğü yapıyor İşlemiş olduğu suç neticesinde aldığı ceza sonucu 2002 yılında Ceyhan Ceyhan Açık Ceza İnfaz Kurumuna giren M.G ilk zamanlar çok zor günler geçirir. Bulunduğu ortama alışmakta ilk zamanlar oldukça zorlanır. Günlerin boş boş geçtiğini fark eden M.G artık bir şeyler yapmanın gerektiğini düşünür. Zamanla kurumda içerisinde gerçekleştirilen faaliyetlere katılmaya başlar. Koğuş ortamında sürekli bulunmanın kendisine hiç bir şey kazandırmayacağına karar veren M.G Ceyhan Açık Ceza İnfaz Kurumunda bulunan makine operatörlüğü iş ve meslek kursuna katılır. Bu cezaevinde kaldığı sürece makine operatörü olarak görevlendirilir. Maddi olarak da durumu çok iyi sayılmazdı. Kurs sonucunda makine operatörlüğü belgesine sahip olan M.G kısa bir süre sonrada tahliye olma zamanı gelmiştir. 2004 yılında Ceyhan Açık Ceza İnfaz Kurumundan tahliye olan M.G artık yeni hayatında da ceza infaz kurumunda sahip olduğu mesleğini devam ettirme düşüncesindeydi. Tahliye olur olmazda kurumda elde ettiği makine operatörlüğü belgesi sayesinde Osmaniye Valiliğinde makine operatörü olarak işe başlayan M.G hem kendisine hem de eşi ve çocuklarına daha güzel bir hayat sunma imkana sahip olduğu için çok mutlu olmuştu. Daha sonra sırasıyla Kahramanmaraş Belediyesinde görev alan M.G Ceyhan Açık Ceza İnfaz Kurumunda katılmış olduğu iş ve meslek kursunun faydalarından yararlanarak Kahramanmaraş Belediyesinde göreve başlayan M.G son olarak şuanda Elbistan’da faaliyet gösteren özel bir firmada makine operatörü olarak hayatını devam ettirmektedir. M.G geriye dönüp eski hayatına baktığında işlediği suçtan dolayı çok pişmanlık duyduğunu ancak her bir hayat imtihanından kendisine çok ders çıkardığını ifade etmektedir. Kısacası hataların çok iyi bir öğretmen olduğunu dile getirmektedir. Son olarak da ceza infaz kurumlarında bulunan tüm hükümlü ve tutuklulara geçmiş olsun dileklerini gönderiyor ve ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutukluların sahip olduğu zamanın kıymetini iyi bilmelerini, hayatın her anını çok iyi değerlendirmelerini ve kurumlarındaki tüm eğitim-iyileştirme, iş ve meslek kurslarına katılmalarını şiddetle tavsiye ediyor. Mart 2014 D eğer Bilgi GERÇEKLER GÜLÜMSEYİN DEĞERİNİZ ARTSIN Duygularımızın çevremizdeki insanlara sirayet ettiği bir gerçek. Fakat bu duygu etkileşimi sadece yakınlarımızla olmuyor. Sokağa çıktığınızda tanımadığınız insanlara daha güler yüzlü olmayı denediğinizde bunu fark edebilirsiniz. Çünkü bilim adamları, tanımadığınız kişilere gülümsemenin insanlar arasındaki bağı güçlendirdiğini, onları görmezden gelmenin ise anında olumsuz etkilere yol açtığını yaptıkları deneyle kanıtlandı. Societyfort he Study of Motivation dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, gülümsemeyerek selam verilen kişiler, kimsenin suratına bakmadığı kişilere kıyasla kendilerini insanlara daha bağlı ve yakın hissediyor. Aksi halde insanlar psikolojik bir acı çekiyor hatta bu acı fiziksel boyuta da genişleyebiliyor. Hatta bazı araştırmalar, yalnızlığın daha zayıf bir bağışıklık sistemine veya atardamarların sertleşmesine sebep olduğunu gösteriyor. İYİLİK BULAŞICI MI? “İyilik insandan insana bulaşabilir mi?” Bu soruya Deneysel Sosyal Psikoloji Dergisi, merhametli bir davranışa tanık olan kişilerin, olayın hemen sonrasında başkalarına karşı daha merhametli davranma ihtimalinin arttığı cevabını veriyor. Belki de bizi teşvik etmesi için ara sıra iyi bir örneği görmeye ihtiyacımız var. Başka bir araştırmaya göre ise insanlarda merhamet duygusu her zaman yararlı değil. Zira acıya bizzat tanık olunan durumlarda yardım etmek için empati duygusunu köreltmek gerekebilir. Hiroşima’daki nükleer saldırı sonrası kurtarma görevlilerinin ancak merhamet etmeyi bıraktıktan sonra işlerini yapabilmeleri buna örnek. Bütün bu bilimsel açıklamaları kabul etmeyenler de var. Çünkü kimileri her canlıya olağanüstü fedakârlık gösterirken kimileri de kendi çocuklarına bile fedakârlık yapmıyor. UYKUSUZLUK HASTALIĞA DAVETİYE ÇIKARIYOR İsveçli bilim insanları, uykusuzluğun Alzheimer, Parkinson ve MS gibi beyin hastalıklarıyla ilişkili olduğunu tespit etti. İsveç Uppsala Üniversitesi’nde yürütülen araştırma, düzenli uykunun beyin sağlığına olumlu katkı sağladığını ortaya koydu. Beyin sakin uyku sürecinde kendi toksinlerinden daha kolay arınıyor. Yetersiz uyku ise beyin dokusuna zarar veriyor. Çalışmaya göre, bir gece uykusuz kalmak beyne başa alınan ağır bir darbe kadar hasar veriyor. Ayrıca yeterli uykunun alınmadığı gecenin ertesindeki IQ seviyesinin normalden daha düşük olduğu düşünülüyor. Çoğu bilim insanı düzensiz uykunun hastalıklara sebebiyet verdiği tezini savunuyor. Ayrıca uzmanlar, gece uyunup gündüz yaşanmasını öneriyorlar 45 Bilgi D eğer Mart 2014 DÜNYANIN EN YAŞLI AĞAÇLARI Teneffüs ettiğimiz tertemiz havanın, hayatta kalmak için ihtiyacımız olan besinlerin, kullandığımız enerjinin kaynağı büyük ölçüde bitkilerdir. Çarpıcı güzellikteki manzaraların, etkileyici kokuların ve gözalıcı renklerin kaynağı da bitkilerdir. İnsan hayatında çok önemli yeri olan bitkiler, 500 binden fazla çeşidiyle Allah’ın insanın faydasına sunduğu sınırsız hazinelerdendir. İnsanlar için binlerce yıldır bu faydalarını sunan ağaçlardan bazıları şunlardır: Bristlecone Çamı Dünyada yaşayan en yaşlı ağaçlardan biri olan Kaliforniya’daki Bristlecone çamı, 4 bin 800 yaşındadır. Çok yavaş büyüyen bu ağacın en belirgin özelliği çok yoğun bir reçinesinin olmasıdır. Ağacın uzun bir yaşam sürmesinde Allah’ın bu canlılarda yarattığı bu savunma mekanizmasının da büyük etkiswi vardır. Çünkü bitki bu yoğun reçinesi sayesinde böceklerin ve mantarların işgaline karşı kendini koruyabilir. Zoroastrian Sarv (Sarv-e-Abarkooh) İran’ın Abarkooh bölgesinde yaşayan bu ağaç ortalama 4 bin yaşındadır. Bir selvi türü olan bu ağaç 82 metre yüksekliğinde 59 metre çapındadır. Allah’ın bu bitkileri çok uzun ömürlü olarak yaratmasında pek çok hikmetler vardır. Kuşkusuz bu hikmetlerden biri de insanı düşünmeye sevk etmesidir. Ağaçları binlerce yıl yaşatan Rabbimiz’in yeryüzünün halifeleri olarak tanımladığı insanı ortalama 70-80 yıl yaşatması aslında insanın asıl hayatının dünya olmadığını ahiret olduğunu hatırlatmaktadır. Llangernyw Yew 35 milyon yıldır yeryüzünde var olan ve evrimin olmadığının en büyük delillerinden biri olan bu ağacın bilinen en yaşlı türü 3 bin 600 yaşındadır. Bir porsuk ağacı türü olan bu ağaç, Kuzey Galler’de yer alır. Oldukça geniş olan ağacın gövdesi 10.75 m’dir. Kerestesi oldukça pahalı 46 olan bu ağaç çatı malzemesi olarak kullanılır Alerce ağacı 1993’teW Şili’de And dağlarının eteğinde bulunan yapraklarını dökmeyen bu dev ağaç, 45 metreye kadar uzar. Gövde genişliği ise her yıl sadece bir milimetre genişleyerek çapı 3 metreden daha büyük hale gelmiştir. Bu yaprak dökmeyen dev ağaç, 3 bin 500 yaşındadır. Senator Florida’da tropikal Big Tree Parkı’nda palmiyelerle beraber bulunan bu heybetli bataklık selvisi, 5 bin 100 metreküplük hacmi ile Amerika’daki en büyük bataklık selvisidir. 37 metrelik bu dev ağaç 3 bin 200 yaşındadır. Patriarca de Floresta 3 bin yaşındaki bu ağaç, 1997 yılındaki fırtınaya yenik düşerek yıkılmıştır. Alıshan Sacred Yaşının 2 bin ve 4 bin civarında olduğu sanılan bu ağaç, Sicilya’daki Etna Yanardağı civarında yer alır. General Sherman 82 metre uzunluğu ile 27 katlı bir bina ile aynı boyutta olan bu sekoya ağacının gövde çevresi 30 metreyi aşar. Kaliforniya’daki Sekoya Ulusal Parkı’nda bulunan bu ağacın yaşı 2 bin 300 ile 2 bin 700 arasındadır. Bu ağacın odunundan 5 milyar kibrit yapmak mümkündür. Yaprakları mavimsi yeşil olan bu ağacın kızıl kahverengi kabukları, yer yer 61 cm kalınlığındadır. Ağacın ağırlığı 2030 tondur. Jomon Sugi 24 metrelik uzunluğu ve 16 metrelik çevresi ile bu Japon Sediri, Japonya’da Yakushima adasının en yüksek dağının kuzey eteğinde yer alır. Ağaç halkaları ile yapılan çalışmalarda, bu ağacın yaşının 7 bine kadar çıkacağı tahmin edilmektedir. www.bilimveteknoloji.org Mart 2014 D eğer Canlılar Alemi Canlılar alemi Smokinli bir hayvan PENGUEN Önlerinde yürümeleri gereken yüzlerce kilometre buzlu yol vardır ve onlar bir adımda yalnızca 10 cm ilerleyebilir. Ama dakikada 120 adım atarlar. Yürümekten yorulunca da beyaz göğüsleri üzerine yatıp bacaklarını bir kürek gibi kullanarak kızakla kayar gibi yol alırlar. S mokinli bir hayvan: Penguen Antartika’da uzun kutup gecesi güneşin ufuktan yükselmesiyle biter ve altı ay sürecek gündüz başlar. Çok geçmeden smokinlerini giymiş penguen sürüleri, kısa bacakları üzerinde hoplayarak ilerlemeye başlar. Önlerinde yürümeleri gereken yüzlerce kilometre buzlu yol vardır ve onlar bir adımda yalnızca 10 cm ilerleyebilir. Ama dakikada 120 adım atarlar. Yürümekten yorulunca da beyaz göğüsleri üzerine yatıp bacaklarını bir kürek gibi kullanarak kızakla kayar gibi yol alırlar. Hedeflerine varınca bir çukur kazar, çevresini taştan bir duvarla çevirir ve çukurun içine girerek beklemeye başlarlar. Bekledikleri şudur: Güneşin kendilerine erkek ya da dişi olduklarını bildirmesi. O zamana kadar cinsiyetlerinden haberleri yoktur. Güneş ışığı cinsiyet bezlerini harekete geçirir. Böylelikle hormonlardan biri daha fazla salgılanmaya başlar. Cinsiyetlerinin ne olduğunu ancak o zaman anlarlar. Penguenler, geleneklerine göre gagasına bir taş alarak törenle dişinin önüne koyar. Oralarda taş çok nadir olduğundan bundan daha mükemmel bir düğün hediyesi yoktur. Şayet dişi taşı kaldırır ve eğilip kalkarsa erkek dişiyi tavlamıştır. Fakat taş olduğu yer- de kalırsa erkek penguen başka bir kız arar. Dişi yumurtladıktan sonra yuvadan ayrılamaz. Çünkü büyük martılar, yumurta ve yavrular için büyük bir tehlikedir. Kuluçka süresince anne ve baba yemek bile yemez. Ancak yavrular çıktıktan sonra baba penguen, balık tutmaya gidebilir. Yürüyemeyecek duruma gelene kadar midesini doldurur. Yuvada gagasını ardına kadar açarak yavruları besler. Yavrular, mart ayı gelinceye kadar yüzmeyi, dalmayı, balık tutmayı, yürümeyi kısacası bir penguenin bilmesi gereken her şeyi öğrenmiş olur. Çok geçmeden Antarktika yazı sona erer. Kışın gelişiyle penguenlerin cinsel güdüleri de söner. Artık penguenler için kışı geçirecekleri yerlere yürüme zamanı gelmiştir. Yüz binlerce penguenden oluşmuş sürü, gürültüyle yol aldıkça, arkada bıraktıkları kıyı altı aylığına sessizliğe ve karanlığa gömülür. Penguenlerin bu hali bize, dünya yazı ve kışını hatırlatır. Evet, dünya da tıpkı Antartika yazında kıyıların şenlendiği gibi şenlenir. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler, cinler, melekler ve bilmediğimiz daha nice varlıklar. Ne var ki bu yazın bir de kışı olacaktır. Ve kışın gelmesiyle birlikte herkes başka bir âleme göç etmek zorunda kalacaktır. Hem de her şeylerini kıyıda bırakarak. 47 Bilim-Teknoloji D eğer Mart 2014 Gözyaşlarının Dili Hüzün kaynaklı gözyaşı Uzun bir aradan sonra, beklenmedik bir anda kavuşan kişilerin gözyaşı Emeklilik, bir evlâdın evlilik töreni gibi insan hayatında bir dönemin bittiği, yeni bir dönemin başladğı zamalada dökülen gözyaı Bütün gözyaşları aynı özellikte midir? 100'den fazla gözyaşı örneğinin kurutulmasından sonra standart mikroskopla alınan görüntüler, farklı duygularla akan gözyaşlarının aynı mahiyette olmadığını gösteriyor. R ose L. Fisher isimli fotoğraf sanatçısı, farklı açılardan yakaladığı fotoğraflarla dikkat çekiyor. 2010'da ilk baskısı yapılan Arı (Bee) isimli fotoğraf albümü, bize arıları daha yakından tanıma fırsatı veriyor. Gözümüzle fark edemediğimiz güzellikleri görmemize sebep olan bu çalışma, biz insanların tekrardan düşünmeye sevk etmesi bakımından oldukça önemli. Fisher'ın son çalışması gözyaşları üzerine... Eserin hareket noktası enteresan: Bütün gözyaşları aynı özellikte midir? 100'den fazla gözyaşı örneğinin kurutulmasından sonra standart mikroskopla alınan görüntüler, farklı duygularla akan gözyaşlarının aynı mahiyette olmadığını gösteriyor. Hislerin ve ruh hâlimizin vücudumuza tesiri ile alâkalı çalışma yapanlara yeni ufuklar açacak sözkonusu fotoğraflar, herkese faklı düşünceler ilham ediyor... İşte fotoğraflarla temaşa şöleni.. http://www.rose-lynnfisher.com/index.html Çok gülme sebebiyle akan gözyaşı Soğanın sebep olduğu gözyaşı 48 Göz kapaklarının açılıp kapanması esnasında gözün zarar görmesini engellemeye vesile bazal gözyaşı Yarışma kazanma, büyükbir başarı elde etme gibi insan hayatında beklenmedik sevinçlerin tetiklenmesiyle dökülen gözyaşı Mart 2014 D eğer Gökyüzü neden mavidir? Güneşten gelen ışığın kırmızıdan mora kadar bütün renkleri içerdiğini artık biliyoruz. Şimdi de Güneş’ten gelen ışığın atmosferden geçerden başına gelenlere bir bakalım. Atmosferimiz temel olarak nitrojen (%78) ve oksijen (%21) gazlarından oluşuyor. Geriye kalan %1’in çoğunluğunu argon gazı ve su oluşturuyor. Ayrıca atmosferde başka parçacıklar, toz, kül, polen ve okyanuslardan dolayı tuz bulunuyor. Atmosferi oluşturan maddelerin kompozisyonu yer, zaman, yükseklik, iklim vs. gibi etkilere de bağlı olarak farklılıklar gösterebiliyor. Işık atmosferden geçerken ortamdaki parçacıklardan etkileniyor. Bu etki parçacıkların büyüklüğüne ve ışığın dalgaboyuna bağlı olarak farklı şekilde kendini gösteriyor. Eğer parçacıklar ışığın dalgaboyundan çok daha küçükse Rayleigh saçılması oluyor ve küçük dalgaboyları parçacıklarla etkileştiklerinde her yöne doğru yayılıyor. Bu durum atmosferdeki gaz molekülleri ve görünür ışık için geçerli. Burada iki anahtar nokta var: 1. Saçılan ışık her yönde yayılıyor. 2. Gaz molekülleriyle ışığın etkileşmesinde küçük dalgaboyları (yani mavi ve mor) daha fazla tercih ediliyor. bir yol takip ediyor olduğundan bu etkiyi daha fazla görüyoruz ve Güneş’in rengi daha kırmızıya dönük oluyor. Güneş’ten uzağa doğru baktığımızda ise atmosferden geçerken yön değiştirmiş yani saçılmış olan dalgaboylarını görüyoruz yani maviyi… Peki, gökyüzünü neden mor değil de mavi olarak görüyoruz? CD spektroskop’la değişik ışık kaynaklarına baktığımızda her rengin parlaklığının aynı olmadığını görmüştük. Güneş’ten gelen ışıkta da mor ışık mavi ışıktan daha az bulunuyor, dolayısıyla saçılma daha etkili olarak mavi ışık için gerçekleşiyor. Gökyüzünün mor değil de mavi görünmesi aynı zamanda gözümüzün maviyi daha etkili olarak algılamasıyla da ilgili. Gökyüzünde mavinin saçılması etkisini sınıf içerisinde basit bir uygulamayla izleyebiliriz. Kaynak: BİLİM EĞİTİMİNDE ASTRONOMİ Dr. Defne Üçer Şaylan Doç. Dr. Ersin Göğüş Yani daha büyük dalgaboyları nispeten etkileşmeden yollarına devam ediyorlar. Aşağıdaki şekle bakalım. Güneş’ten gelen ışık farklı yönlerde yayılıyor. Atmosfere girdiğinde mavi/mor ışık en fazla saçılıyor. Ali Güneş’e doğru baktığında mavi/mor ışık saçılmış olduğundan Güneş’i beyaz değil sarımsı olarak görüyoruz. Hatta Güneş ufka yaklaştığında bize ulaşan Güneş ışınları daha uzun 49 D eğer Sağlık Belinizdeki ağrıyı dindirin Mart 2014 Sağlık Köşesi Bel ağrısından yakınan kişiler, birçok hareketten kaçınmak zorunda. Çünkü günlük yaşamdaki bazı hareketler kolay görünmesine rağmen dikkat edilmediği takdirde bel ağrısını artırıyor. Oysa günlük hareketlerimizde yapacağımız ufak değişikliklerle bu rahatsızlıktan büyük ölçüde kurtulabiliriz. Zeynep Kaçmaz Bel ağrısından yakınan kişiler, birçok hareketten kaçınmak zorunda. Çünkü günlük yaşamdaki bazı hareketler kolay görünmesine rağmen dikkat edilmediği takdirde bel ağrısını artırıyor. Oysa günlük hareketlerimizde yapacağımız ufak değişikliklerle bu rahatsızlıktan büyük ölçüde kurtulabiliriz.Bel neden ağrır? tek kullanılarak veya ellerle uyluk itilmeli. OTURMA-KALKMA Vücuda yeterli destek sağlamayan bir kanepe veya koltukta uzun süre oturmak, Omurgamız, omur adı verilen 33 kemikten oluşur. Kafa tabanında kuyruk sokumuna kadar uzanır. Baş ve vücudu desteklemek üzere bir silindir şeklinde gelişir. Çevresini kaslar, bağlar ve diğer dokular sarar. EV SÜPÜRME Bel ağrısını ufak hareketlerle önlemenin yolları Süpürge vücuda yapıştırılarak tutulmamalı. Öne doğru eğilme veya uzanma yerine ayak ve bacaklar hareket ettirilmeli. Masa ve sandalyenin altı süpürülecekse kalça ve dizler bükülmeli. Bel dengeli durumda tutulmalı. Ayağın bir tanesinin vücudu dengeli tutacak şekilde her zaman önde olmasına dikkat edilmeli. Gittikçe daha az hareket eden, taşıtlara mahkûm olan ve fastfood yeme alışkanlık edinen toplumumuzda en fazla yükü ‘bel’ üstleniyor. Bu durumda belimizin sağlığı için neler yapmalıyız? YATMA Bacaklar yataktan indirilmeli ve kalktığımız yöndeki kolumuz ile yatağımızdan destek alarak vücut kaldırılmaya çalışılmalı. Eğilme sırasında ağrı artabilir. Bu sebeple kalkarken mümkün olduğu kadar yatağın kenarına yaklaşılmalı. Ayaklar yere konulmalı. Bir des- 50 Bacaklar, omuzlarla aynı düz-lemde olacak biçimde, bir ayak diğerinin hafif önünde ayakta durulur. Ayaklar yarı çömelme durumuna getirilir, vücut hafifçe yüke doğru eğilir. Kalçadan bükülerek yük yakına getirilir. Baş ve omuzlar tutularak yük kaldırılır. Bel hareket ettirilmez, cisim vücuda yakın tutularak kaldırma işlemi gerçekleştirilir. Bulaşık yıkarken tabakları kendinize yakın tutun. Bu, dik durmayı sağlar. Ağır bulaşıklar kaldırılmamalı, kaydırılmalı. Bulaşık makinesini doldurur-ken, yıkanacak bulaşıklar, önce makinenin yanındaki tezgâha yerleştirilir. Bir diz bükülür, makine doldurulur. Diz bükmek, eğilmeyi önler. Ayağa kalkarken, makine destek olarak kullanılmalı. Bir omuru normal pozisyonunda tutan bağ ya da kaslar zayıfladığında, omurga bütünlüğünü yitirir. Böylece ağrı oluşur. YATAKTAN KALKMA YÜK KALDIRMA BULAŞIK YIKAMA Stres, gerilim, ağır kaldırma, eklem rahatsızları gibi birçok faktör sebebiyle bel ağrısı yaşanabilir. Yatak vücudun gömülmesini engelleyecek kadar sert, sırt eğrilerini koruyacak kadar yumuşak olmalı. Yastık, enseye destek vermeli. Kuş tüyü veya fiber yastıklar tercih edilmeli. Dizleri göğse doğru çekerek yatmak kişiyi geçici süre rahatlatabilir. Alttaki bacak düz tutulur, diğer bacak bükülür. İki bacak arasına yerleştirilecek bir yastıkla kişi daha da rahatlayabilir. dımcı olur. Nelere dikkat edilmeli? bele ek bir yük bindirir. Baş, omuzların arasında çökmüş bir biçimde oturulmamalı. Döner iskemlede bacakları açarak oturmak belin yükünü azaltabilir. Bele destek veren bir iskemle ya da koltukta oturulmalı. ARABAYA BİNME Yüz, dışa bakacak şekilde koltuğa oturulmalı. Hafifçe ayaklar bükülür, baş ve omuzlarla öne doğru dönerek ayaklar arabanın içine sokulur. Direksiyon, destek gibi kullanılır. Omuz ve kalçalar birlikte hareket ettirilmeli. Araba kullanırken bel hafifçe arkaya doğru yaslanmalı. Koltuk öne kaydırılarak, öne eğilme azaltılmalı. Koltuğa yerleştirilen yastık da eğimi sağlamaya yar- 1- Ayakta çalışırken beldeki çöküklüğü hafifletmek için ayak iskemlesi kullanın. 2- Yürürken vücut ağırlığınızı ayak parmaklarınız üzerinde değil, topuklarınız üzerinde taşıyın. 3- Günlük hareketlerde veya yük kaldırırken karın kaslarınızı gergin tutun. 4- Uzun süre aynı pozisyonda kalmamaya dikkat edin. 5- Belinizle değil, ayaklarınızla dönün. 6- Omurga ve sırt kaslarınızı güçlendiren egzersizler yapın. Mart 2014 D eğer Portakal, kış yorgunluğunu gideriyor Nemli hava, kalbi soğuk havadan daha çok etkiliyor Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi’nden Doç. Dr. Hakan Poyrazoğlu, kalp sağlığı açısından nemli havanın soğuk havadan daha tehlikeli olduğunu söylüyor. Türkiye’nin çok soğuk bir yer olmadığına dikkat çeken Poyrazoğlu, soğuk havanın kalbe bir zararının olmadığını anlatıyor. Tedbir alınırsa normal koşullarda soğuk havanın insan sağlığı açısından risk oluşturmadığını belirten Hakan Poyrazoğlu, şunları kaydediyor: “Halk arasında ‘soğuk hava kalbe zararlıdır’ diye bir anlayış var ama bu çok doğru değil. Özellikle nemli iklimde yaşa- yanlar daha çok sorun yaşar. Mesela çocukluktan itibaren yaşanan romatizmal hastalık, ileride kalp sağlığına olumsuz etki yapar. Romatizma ve sızı gibi rahatsızlıklara ise nemli ortamlar neden olur. Genel olarak aileden genetik olarak gelen bir kalp rahatsızlığı yoksa çevresel faktörlere, beslenme biçimine ve spor alışkanlığına dikkat edilmeli.” Kayısıdaki mükemmel sır Kayısının günümüzde kurusunun, dirisinin pek çok yararı bilinmektedir, başlıcaları şunlardır; Kayısı besleyici ve iştah açıcıdır. Bol miktarda demir içerdiğinden kansızlığa iyi gelir. Vücuttaki zararlı maddelerin uzaklaştırılmasına yardımcı olur. Başta akciğer ve cilt kanseri olmak üzere kansere karşı koruyucudur. Vücuda kuvvet verir. Bedensel ve zihinsel yorgunluğu giderir. Özellikle gelişme çağındaki çocuklara faydalıdır. Raşitizm Dişlerinizi günde en az iki kez fırçalayın gibi gelişme bozukluklarını önler. Hastaların iyileşmesini hızlandırır. Sinirleri sakinleştirir ve uyku verir. Migrene karşı da iyi gelir. Ayrıca cildi besler, nemlendirir ve yumuşatır. İki kaşık pekmez beyne iyi geliyor Uzmanlara göre, pekmez günlük kalsiyum, demir, potasyum ve magnezyum ihtiyacının büyük bir kısmını karşılıyor. Pekmez, hastalıklara karşı koruyucu, hasta olduktan sonra da tedavi edici özelliğinin yanı sıra, hızla kana karışabiliyor ve acil enerji ihtiyacını giderebiliyor. İki yemek kaşığı pekmez; insan vücudu için çok değerli olan 2 miligram demir, 80 miligram kalsiyum ve 58 kcal enerji içerirken, günlük vitamin ihtiyacının da yüzde 20’sini karşılıyor. Bir sigara ömürden 5 dakika kısaltıyor Bir araştırmaya göre, sigaraya harcanan para ile Türkiye'de yılda 4 fabrika yapılabiliyor. Sigara dumanında vücut için zararlı 4 binden fazla madde bulunuyor ve bunlardan en tehlikelileri nikotin, karbonmonoksit, katran. İçilen bir sigara insan yaşamından 5 dakikayı kısalttıyor. Havaların soğumasıyla birlikte bağışıklık sistemi zayıflayan kişilerde üst solunum yolu hastalıklarında önemli bir artış gözleniyor. Özellikle C vitamininin bağışıklık sistemi üzerinde önemli bir etkisi olduğunu ifade eden uzmanlar, bir bardak portakal suyunun her gün tüketilmesi gerektiğini vurguluyor. Portakal gibi C vitamini içeren meyveler, aynı zamanda vücut yorgunluğunu da gideriyor. Uzmanlar, “Bebeğe yeterli glikoz verilmediği takdirde beyin gelişmesinde duraklama veya yetersizlik olabilir. Kana çok kolay geçen ve beynin tek enerji kaynağı olan glikoz, pekmezde yeterince bulunmaktadır.” diyorlar. Dişlerin günde iki kez mutlaka fırçalanması gerektiğini belirten uzmanlar, fırçalama süresinin ise en az 2 dakika olması uyarısında bulunuyor. Ayrıca, sağlıklı dişler için fırçalama işleminde dikkat edilmesini tavsiye ediyor. Dişlerin ağızda süt dişi görüldüğü andan itibaren fırçalanması gerektiğini ifade eden uzmanlar: çocuklara bu alışkanlığın küçük yaşlarda kazandırılmasının gerektiğini, günde iki kez düzenli olarak, an az iki-üç dakika süresince fırçalamaya özen gösterilmesini, diş fırçalarını başkalarıyla paylaşılmamasını ve en geç altı ayda bir değiştirilmesini belirtiyor. Diş fırçası kuru olmalı ve üzerine çok az macun sürülmeli. Diş fırçası 45 derecelik açı yapacak biçimde tutulmalı ve fırçalama yumuşak hareketlerle daireler çizecek biçimde, ön dişlerden arka dişlere doğru yapılmalı. Dişlerin iç yüzeyleri süpürme hareketi yapacak şekilde, çiğneme yüzeyleri ise fırça, diş dizisi boyunca ileri geri hareket ettirilerek fırçalanmalı. Dişlerin tüm yüzeyleri mutlaka temizlenmeli. 51 Edebiyat D eğer Mart 2014 UMUT Sen benim efkar dağıtmak için yaktığım sigaram İçimi ısıtmak için yudumladığım çay gibisin Sen benim hücrelerde çektiğim tesbih Mapus damında attığım voltam gibisin. Sen benim soframdaki ekmeğim, tuzum aşım Her türlü zorlukta dik duran başım gibisin Sen benim kör karanlıkta yol gösteren ışığım, Adını bildiğim ama dokunamadığım yar gibisin. Sen benim cefa çekerken umutla beklediğim Hiç bir şartta beni terk etmeyen dost gibisin Sen benim ömrüm boyunca ilk ve son aşkım Yaşamım sonunda bitecek tek varlığımsın, Çünkü sen, Çünkü sen bitmeyen umudumsun. Mehmet Çelik Akşehir T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu SEN GELMEDİN Gündüzler geceye döndü, Sözcükler heceye döndü, Şiirler dizeye döndü, Sen gelmedin sevdiğim ... Ovalar dağlara döndü, Asmalar bağlara döndü, Yıllarım çağlara döndü, Sen gelmedin sevdiğim ... Damlalar ırmağa döndü, Gönüller yanmağa döndü, Sözlerim caymağa döndü, Sen gelmedin sevdiğim ... Yazlarım ayaza döndü, Saçlarım beyaza döndü, Sözlerin niyaza döndü, Sen gelmedin sevdiğim ... Ağaçlar meyveye döndü, Yürekler sevdaya döndü, Gerçekler hülyaya döndü, Sen gelmedin sevdiğim ... Erdemoğlu aşkından Kereme döndü, Sağlığı tükendi vereme döndü, Dünyası depreme döndü, Sen gelmedin sevdiğim ... Fatih Erdem Niğde E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 52 KENDİN İÇİN Uzaklaşmak gerekir yakınlaşmak için Hatırlamak gerekir hatırlanmak için Ağlamak gerekir açılmak için Anmak gerekir anılmak için Susmak gerekir duymak için Anlamak gerekir anlatmak için Öğrenmek gerekir öğretmek için Ekmek gerekir biçmek için İnanmak gerekir ibadet için Çalışmak gerekir yaşamak için Dinlemek gerekir anlamak için Sende dinle ve hayatı anla kendin wiçin Kamil Uysal Kartal H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Mart 2014 D eğer YOKLUĞUNA SERENAT 3 Sensizliğin ortasındayım yine sevgilia Cebimde eskiden kalan bir hasret Dudaklarımda adını yad eden bir türkü var... Yokluğunun kasvetli hüznü baki bu sene de Bu sene de bahar geç gelecek demek... Unutmak gibi kaygılarım olmadı benim Sahip çıktım ruhumu törpüleyen mirasa Bir yanım küf tutarken, Bir yanım çürüdü, Unutmadım unutamadım belki Bir adın kaldı baki, Bir de yokluğun... Kansız bir ihtilal yaşadı yüreğim Sürgünlere yollandım kendi memleketimde Ne sokağından geçebildim, Ne karşıma çıkabileceğin yollardan yürüdüm Bir firari gerillaydım Amaç sen, araç sen, Başımı koparacak düşman sen... Tadı yok yemeklerin, Filmlere gülmelerin, Şarkılarda dans etmenin Biraz da dediği gibi şairin Herkeste sen vardın, Hiç kimselerde sen... Yokluğunun sonsuz boşluğuna saldım kendimi Ne gelmen kaygısı kaldı, Ne benden gidebilmen. Öyle yetim , Öyle Öksüz, Öyle sensiz, Öyle seninle bir ömür kalacak ellerimde... Tüketebilene aşk olsun Sen dolu sensizliğimi... Adnan Akkaya İnfaz ve Koruma Memuru Hatay E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Güzel Söz Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın. Mevlana HAYAL GÖZLÜM Sana gerçeklerim kadar düşler getirdim Gel uyu şimdi kollarımda Gerçeğin esmerliğini azalsın düşlerim Ben aslında sana Düş gibi gerçekler yaşatmak istedim Haydi kalk hayal gözlüm Sana yeni bir gün hazırladım Şöyle salına salına genç ömrümün sokaklarından Biliyorsun senin kentlerinin İlk sokağı ben olmalıydım Haydi kalk hayal gözlüm Sana demli bir çay hazırladım Açmak için iznini almaya geldi tomurcuklarım Haydi kalk Geç kalmışlığın bütün hüzünlerini paylaşdım Haydi kalk hayal gözlüm Sevgini tespih ettim dilime Tuzunu karıştır bütün maviliklerime Kalk sürekli barış getir gecelerime Haydi kalk hayal gözlüm Mahmur bir şiir gibi dalan odama Neyim varsa getirdim sana Yanlızlığım son bulsun Hayal gözlüm ..... Rıza Altunbay Akşehir Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 53 Nükte D eğer Mart 2014 a Fıkra FATİH'İN YİĞİTLERİ Bir gün Cennet'in kapıları şiddetle vurulmuş: - Güm GümGüm!! İçeriden seslenmişler: - Kim o? - Dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses: " Biz İstanbul'u fetheden Fatih'in yiğitleriyiz! " İçeriden hoş geldiniz diyerek kapılar ardına kadar açılmış ve yiğitleri içeriye buyur etmişler. Her şey çok güzel gidiyormuş. Ta ki, 40 yıl geçinceye kadar. Bir gün kapılar yine şiddetle çalınmış: - Güm güm güm!!! - İçeriden sormuşlar: "Kim o?" - Dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses: "Biz İstanbul'u fetheden Fatih'in yiğitleriyiz!" - İçeriden hemen cevaplamışlar: "Hadi len! Onlar 40 yıl önce geldi!" - Dışarıdan yine ses gelmiş: " Biz mehter takımıyız ancak geldik!!! KEŞKE SARI ÖKÜZÜ VERMESEYDİK Bir gün aslanlar toplanmış. "ya lafta ormanlar kralıyız açlıktan öleceğiz. maymunlara saldırsak daldan dala kaçıyor. fillere saldırsak fazla büyükler, kuş desen uçuyor, ceylan desen kaçıyor, balık desen yüzüyor. ne yapacağız biz" demiş bir tanesi. "öküzlere saldıralım" diye öneri gelmiş genç bir aslandan. "iri yarı görünüyorlar ama, ne pençeleri var, ne dişleri... tam dişimize göre" ama düşündükleri gibi olmamış. Organize bir şekilde takım savunması yapan öküzlere yaklaşamamışlar bile. Bakmışlar açlıktan ölecekler, gururlarını şereflerini bir kenara bırakıp tilkiye danışmışlar. "o iş kolay" demiş tilki. "siz beni onların yaşadığı otlakların prensi yapın yeter." çaresiz kabul etmiş aslanlar. Tilki eline beyaz bir bayrak alıp barış elçisi gibi öküzlerin arasına gitmiş. "saygıdeğer öküz kardeşlerim" demiş, "aslında aslanlar uysaldır, sizi de çok seviyorlar. ama şu aranızdaki sarı öküz var ya, sarı öküz, işte sorun o... görünce tahrik oluyorlar, canları çekiyor, verin şu sarı öküzü, kurtulun kardeşim, huzur içinde yaşayın!" öküzler düşünmüş taşınmış. bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığından yola çıkarak sarı öküzü vermeyi kabul etmişler. aslanlar da afiyetle yemişler. Bir iki gün sonra yine gelmiş tilki. "bakın gördüğünüz gibi, saldırılar kesildi, mutlu mutlu yaşıyorsunuz" demiş ve eklemiş: "ama şu benekli öküz var ya, benekli öküz, o burada olduğu sürece size rahat yüzü yok arkadaş, canları çekiyor, verin, kurtulun!" Öküz heyeti tekrar toplanmış, nizam-i alem için benekli öküzü de vermişler. Devam eden günlerde tilki gelmeye devam etmiş, kuyruğu uzun olanı...burnu beyaz olanı...semiz olanı...günler böyle devam etmiş. otlak seyrelmiş, aslanlar güçlenmiş. Daha tilki gelmemiş. gerek kalmamış çünkü. doğrudan aslanın biri gitmiş öküzlerle görüşmeye. "hanginizi istersem onu vereceksiniz, alem buysa kral benim adamı hasta etmeyin" demiş. otların arasında tek tük kalmış, korkudan tir tir titreyen öküzler "keşke sarı öküzü hiç vermeseydik" demişler. İş işten geçmiş tabi... 54 BEN KİM OLDUĞUMU BİLİYORUM Yaşlı bir adam, sabah erken evinden çıkmış yolda ilerlerken, bir bisikletlinin kendisine çarpması ile yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış. Sokaktan geçenler, yaşlı adamı hemen en yakın sağlık birimine ulaştırmışlar. Hemşireler, adamcağızın yarasına pansuman yapmışlar, ama 'biraz beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler. Yaşlı adam huzursuzlanmış ve acelesi olduğunu, tetkik istemediğini söylemiş. Hemşireler merakla acelesinin sebebini sormuşlar. Adamcağız da: 'Karım huzur evinde kalıyor, her sabah onunla kahvaltı etmeye giderim, geç kalmak istemiyorum.' demiş. 'Karınızın, siz gecikince merak edeceğini düşünüyorsunuz herhalde.' demiş bir hemşire. Adam üzgün bir ifade ile 'ne yazık ki karım alzheimer hastası ve benim kim olduğumu bilmiyor.' demiş. Hemşireler hayretle: 'Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor, neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşturuyorsunuz? ' demişler. Adam buruk bir sesle 'ama ben onun kim olduğunu biliyorum.' demiş. İŞİNE GÖRE EVLÂT Doğumevi bekleme salonuna hemşire koşarak girer, ilk sırada oturan adama yaklaşarak: - Sizi tebrik ederim, ikiz çocuğunuz oldu, der. - Ne tesadüf, der adam. - Minnesota İkizleri - Basketbol Takımındayım. Bir saat sonra, aynı hemşire yine koşarak gelir: - Mr.Smith ismini anons eder. Mr.Smith yerinden heyecanla doğrulur. Hemşire: - Artık üçüz babasısınız, der. Mr. Smith şaşırır ve 'Olacak şey değil, ben de 3M şirketinde çalışıyorum' der. Hemşire bir daha göründüğünde üçüncü adama: 'Eşiniz dördüz doğurdu, kutlarım' der. Adam da şaşkınlıkla 'Ben de Dört Mevsim Otelinde çalışıyorum' der. O sırada yanında oturmakta olan adam hafif baygınlık geçirerek oturduğu yerden aşağı doğru kayar, yetişip müdahale eden hemşire sorar: 'İyi misiniz, ne oldu size?' Adam kendine gelmeğe çalışarak doğrulur: 'Temiz havaya ihtiyacım var, 101 Dalmaçyalı mağazasının müdürüyüm de...' Mart 2014 D eğer ÇENGEL BULMACA KOLAY SUDOKU ORTA ZORLUKTA SUDOKU Bulmaca: Mehmet Acar GEÇEN AYKİ BULMACALARIN CEVAPLARI 55 D eğer Bulmaca Mart 2014 KARE BULMACA SOLDAN SAĞA 1 - Ne kadar süreceği belli olmaksızın sürüp giden, kronik -Güneş doğmadan önceki alacakaranlık, fecir 2 - Avuç içi - Aşağı derece. 3 - Nemi olan, az ıslak, rutubetli - Nezir. 4 - Sonra, sonradan, daha sonra, sonraları. 5 - Sinirler - Bir Meyve. 6 - Tren vagonlarını çeken makine 7 - İşaret - Yasaklama - Dar, uzun va hafif bir yarış kayığı. 8 - Lezzet - Pamuktan dokunmuş basma - Bir nota. 9 - Töre bilimi - Manevi bakımdan. 10 - Görevden alma - Geniş toprağı olan büyük konut. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1 - Anlayış. 2 - Aza - Badem şerbeti3 - Güzel ve iri çiçekli, çok yıllık bir süs bitkisi - İnce, keskin ses. 4 - Yağ uru - İlgi eki. 5 - Kır hayatı içindeaşk konusunu işleyen kısa şiir -Saçın küçük tutamlar biçiminde değişik renklerde boyanmış durumu. 6 - Neonun sembolü - Çok ortaklı. 7 - İnsanda üzüntü, sıkıntı olmama durumu, huzur - Mücevherlerde kullanılan yüksek değerli cevher. 8 - Sağlama, elde etme - Sodyumun sembolü. 9 - Gelir getiren mülk - Derinliği her yerinde aynı olan sığ su alanı. 10 - Cimri Kürekle yürütülen dar, uzun, hafif tekne. SOLDAN SAĞA 1 - Köy evi veya köy görünüşü veren, kırsal Ham ipekten yapılmışastarlık kumaş. 2 - Görme Engelli - Düzgün ve iyi konuşma yeteneği 3 Pudralık 4 - Ruhsal Gerilim - Bazen kimi vakit. 5 - Çabuk davranan, çevik - Uzak Doğu'da yetişen Amerika elmasından çıkan zamk. 6 - Kaval, baldır ve uyluk kemiğinin birleştiği yer - Dalkavuk. 7 - Açıklamalar - İğne yapraklı bir orman ağacı. 8 - Metal olmayan element Bir Nota. 9 - Suçu bağışlamak - Erkek kardeş. 10 - Aykırı, karşıt, ters - Bir gemi veya uçağın izleyeceği yol YUKARIDAN AŞAĞIYA 1 - Genellikle halk türkülerinden ve milli ezgilerden oluşturulmuş müzik eseri - Beddua. 2 - Ummaktan doğan güven duygusu, ümit - Göreceli. 3 - Osmanlı İmparatorluğunda Başbakan. 4 - Geri çevirme - Hiçbir işe yaramadan yok olma, boşa gitme 5 - Karar verme yetkisi. 6 - Yağmur, yaz yağmuru - Taşıt dizisi.7 - Eşi olmayan, biricik - Bir çoğul eki. 8 Klasör - Bir nota. 9 - İlkel bir silah - Onur kırma, onura dokunma.10 - Elektrik geriliminde evre Görüntülerin filme alınmasını sağlayan alet 56 Biz bu cennet vatanı, geçmiş nesillerden emanet, gelecek nesillerden ödünç aldık!.. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü 2014 Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik, Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.
© Copyright 2024 Paperzz