Köprü Aralık 2014

HABERLER
Aralık 2014
1
köprü
Bosphorus Chronicle’ın Ekidir.
“İkizlerimi sadece
doğdukları gün gördüm.”
-Mathew Rose Röportajı
“Bilgisayarlar her yerde ve hiçbir
yerde olacaklar.” Dr. Michio Kaku
-Turkcell Teknoloji Zirvesi
“Vapurların balıkçılarla,
Seyyar satıcıların kornalarla,
Kedilerin martılarla atıştığı,
Her köşesi farklı tınlayan şehre
Caz geri geldi.”
-Şehrin Caz Hali yazısından
İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı
Hangi Tip RC Öğrencisisin?
Lise 12’lerin dönem gezisinin ayrıntıları
“Lüzumsuz Adamın Evi”nde.
Geçmişten Geleceğe
Kütüphane
“Spent-Ex” Grubu
Hakkında Her Şey
Mr. Gee’den Burç
Yorumları
Taksim’in Bilinmeyen Yanları
Önder Kaya ile Tarih Gezisi
Öğrenci İşleri Dekan Yardımcısı Mr. LaRaia: “Anneme görevimden
bahsettiğim zaman çok güldü ve ‘Sen mi?’ dedi… Arkadaşlarıma da
‘İnanabiliyor musun, disiplinle ilgileniyor!’ diyor.”
2
HABERLER
Keşfedilmemiş İstanbul
Okulun temposunun yoğunlaşmaya başladığı şu günlerde her RC öğrencisi kafasını yüzlerce sayfalık kitaplardan
maalesef ki kaldıramıyor. Denklemler arasına gömülmüş günlerimiz, ödevler ve kurslarla dolu hafta sonlarımız
ile var gücümüzle çalışıyoruz; fakat hayat bunlardan ibaret değil, İstanbul da öyle. İstanbul, hem İstanbullular
hem de yatılılar için her boş zamanda keşfedilecek mekanlarla dolu. Aslına bakılırsa yaşadığımız şehri pek de
tanımıyoruz. Her gün okula giderken uykulu gözlerle bakmaya aşina olduğumuz caddelerin arkasında kalan hayatın
pek de farkında değiliz. Asıl İstanbul, sokaklarda gizli. Bizimle gizli kalmış İstanbul’u keşfetmeye var mısınız?
kafeleri gözünüze çarpar. Önce içinize
ferahlatan elmalı nargile kokusu zaman
geçtikçe hafiften içinizi baymaya
başlar. Adeta yaz akşamları İstanbul’da
karşılaşabileceğiniz her tarzdan insanın
Koşuyolu
Parkı:
Tertemiz buluştuğu ortak mekandır. Geleneksel
görüntüsüyle insanlara huzur veren lezzet peşinden koşmaktan tenleri
Koşuyolu Parkı yürüyüş esnasında kızarmış turistlerden tutun eline gitarını
dinlenmenizi sağlıyor. Eskiden at alıp bir şarkı mırıldanan gence kadar
yarışları için kullanılan parkuru şimdi farklı birçok insanla karşılaşabilirsiniz.
insanlar yürüyüş için kullanıyor.
Kanlıca: Çok sık vapur seferleri
Cezayir Sokağı: Beyoğlu’nun hareketli düzenlenmese de Kanlıca’ya direkt
ve kültürel havasını barındıran giden vapurlar günün belli saatlerinde
bu merdivenli sokak, Beyoğlu’yla çalışmaktadır. Vapurdan inince sizi ünlü
Tophane’yi
birbirine
bağlıyor. Kanlıca yoğurdunu tadabileceğiniz
Kenardaki kafelerden de Fransız küçük aile çay bahçeleri karşılar. Sol
kültürünün yansıdığını görebiliriz. tarafa doğru ilerlediğinizde çoğunlukla
bölge halkının el yapımı ürünleri sattığı
küçük ama bir o kadar samimi pazar
yeri dikkatinizi çekiyor. Sokaklarında
ilerledikçe belleklerimizde unutmaya
yüz tutmuş, hatta hiç rastlayamadığımız
sokaklar karşımızı çıkıyor. Dar, eski,
bir o kadar da samimi… Adeta küçük
bir kasaba gibi. Tabii ki gitmişken
Kanlıca yoğurdu yemeden dönmeyin.
Stesli günlerin sonunda bir yemek, tatlı
veya kahve molası vermek isterseniz
Büyük Ada: Büyük Ada’yı zaten gidebileceğiniz birçok sevimli mekan var:
herkes biliyordur; ama deniz
kıyısında vakit geçirmeyi bırakıp J’adore: Taksim’in ara sokaklarında
Birlik Meydanı’ndan Yüce Tepe’ye çikolatakolik müşterilerini bekleyen
çıkmayı denerseniz, mükemmel bir sevimli bir dükkan. İçeri girdiğinizde
manzarayla karşılaşırsınız. Bu tepede burnunuza gelen çikolata kokusuyla
Aya Yorgi ve Hristos Manastırları yer sizi kendine bağlar. Meyvelerden
alıyor. Aya Yorgi kilisesinin yanındaki ve brownie parçacıklarının üzerine
lokantalarda lezzet, kültür ve manzara çikolata sosuyla oluşturulmuş özel
üçlüsüne aynı anda sahip olabilirsiniz. bir tatlısı olan bu çatı katı dükkanı,
küçük bir tatlı molası için ideal.
Karaköy: Karaköy’ün tadı sokaklarda
çıkıyor. Zürafa sokağından küçük
pasajlarına, kafelerinden manzarasına
keşfedilecek güzelliklerle dolu. İskeleye
arkanızı dönüp şehre baktığınızda
yaşadığınız şehri size yeniden anlatacak
bir muhit. Nereden geliyorsanız
gözünüze bir başka görünür.
Rıhtımdan biraz ilerleyince nargile
Üzerimizden tır gibi geçen bir haftanın
sonunda yorgunluğumuzu geçirmek
ve temiz havayla buluşmak için pazar
günlerimizi açık alanlarla geçirebiliriz.
Köprü
Evşen Güleç
Melisa Oğuz
Halil Lahmacun: Misafirlerine yıllardır
sıcaklığını sunan bir Kadıköy lokantası.
Nesli Türker
“Halil Abi” tarafından 1981 yılında açılan
bu tecrübeli gevrek(kıtır) lahmacunda
bir ekol, geleneksel mutfağımızın
en başarılı tatlarını sunuyor. Kendi
Karanlıkta Diyalog: Gayrettepe
yaptıkları ayranı denemenizi öneririz.
Metro İstasyonu’nda bulunan bu
parkur size bir buçuk saatliğine görme
Zamane
Kahvesi:
Suadiye’de
engellilerin yaşadıklarını tecrübe etme
bulunan Zamane Kahvesi, çeşitli
şansı verirken farkındalığınızın da
tatlılar denemek için güzel bir adres.
artmasını amaçlayan sosyo-kültürel
Samimi ve sevimli dekorasyonu,
bir platformdur. Biletler Biletix’te.
sakin havası ve tabii ki waffle’larıyla
Cadde’nin en sevilen kafelerinden biri.
Mandabatmaz Kahvesi: Görmüş
geçirmiş havasıyla bol köpüklü
kahvelerini sizlere sunan bu mekanda
mutlaka sizinle hikâyesini paylaşmak
isteyen birileri vardır. Mehmet Abi bu
insanların başında gelir ve sizinle uzun
uzun muhabbet eder. Burada tanıdık
yüzler görürseniz bu kişiler yazarlar,
şairler veya karikatüristler olabilir.
Hepinize İyi Eğlenceler…
Arada bir kültür molası vermek isterseniz,
müzelere göz atabilirsiniz. Şehrimiz birçok
sergi, çalıştay ve atölyeye ev sahipliği
yapıyor, bunlardan güncel olanları şöyle:
Sabancı Müzesi: Sabancı Müzesi
şu zamanlarda Joan Miro’nun
Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar sergisiyle
meraklılara
kapılarını
açtı.
Kuruluşunun 10. yılını kutlayan
Sabancı Müzesi’nin etkinliklerini
bu yıl takip etmenizi öneririz.
Pera Müzesi: Pera müzesinin güncel
sergileri olan “Polonya Sanatında
Oryantalizm”, “Kesişen Dünyalar”,
“Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri” ve “Kahve
Molası”nı ziyaret etmenizi öneriyoruz.
Aralık 2014
Alıntı Fotoğraflar:
-http://www.bennebileyim.tk/570-cezayirsokagi-cezayir-cikmazi-%7C-beyogluistanbulda-yer-alan-merdivenli-cikmaz-sokak.
html
-https://irs2.4sqi.net/img/
general/152x152/14870636_fauegvvFkIoZzp_
zhIn3EnrVokSmkeeZgbn0i9F9qgM.jpg
-http://gazetesu.sabanciuniv.edu/tr/2014-09/
joan-miro-sakip-sabanci-muzesinde
-http://www.mastylecare.org/wp-content/
uploads/2014/02/DID.jpg
HABERLER
3
Cecile Popp’la Röportaj
Köprü: Merhaba Ms. Popp, ilk
sorumla başlamak istiyorum.
Profesyonel olarak yazmaya ne
zaman başladınız?
Cecile Popp: Kendimi
profesyonel bir yazar
olarak adlandırabileceğimi
zannetmiyorum. Ama çocukken
bile, hikâye yazmaktan
hoşlanırdım. Okul dışında yazı
yazdım mı bilmiyorum ama
yaratıcı yazarlık, hikâye yazma
her yıl müfredatın bir parçasıydı.
Zaten okumak ve yazı yazmak;
lise, üniversite ve iş hayatımın da
her zaman bir parçası olmuştu.
Her zaman yapmak istediğim,
yöneldiğim, seçtiğim alanlardı.
K.: Peki, başka ilgi alanlarınız var
mı? Müzik, resim, spor gibi?
C.P.: Evet, var. Ama maalesef,
hayatıma dengeli bir şekilde
yansımıyorlar. Tablolara bakmayı
severim, sanat galerilerine
gitmekten hoşlanırım. Yılda iki–üç
defa sergiye gitsem, benim için
yeterli olur. Aktif ve hareketli
olmaktan, spot yapmaktan da
hoşlanırım, ama düzenli bir şekilde
sporla ilgilenmiyorum. Lisedeyken
spor yaptım. 35 yaşıma kadar
düzenli olarak koşardım. Ama
artık koşamıyorum. Kemiklerimi
zedeledim. Ama köpeğimle
yürüyüşler yapıyorum, bisiklet
sürüyorum. Hatta bütün ailem için
bisiklet almak istiyorum, böylece
Belgrad Ormanları’na gidip,
bisiklet sürebiliriz mesela.
K.: Yani spor ve resim düzenli
ve sürekli olarak uğraştığınız
aktiviteler değil, ama yazmak ciddi
olarak ilgilendiğiniz bir uğraş?
C.P.: Evet, mesela bir takımın üyesi
değilim. Yazmak, öncelik verdiğim
tek şey. Bu yüzden haftada birkaç
gün yazı yazmaya çalışıyorum.
Öğrencilerimle yazıyorum, Yazarlık
Kulübü’yle yazıyorum. Robert
Kolej öğretmenlerinden oluşan bir
grubumuz vardı. Yaklaşık 7 kişi,
ayda bir kez buluşup yazdıklarımızı
paylaşırdık ama grubumuz dağıldı.
Tekrar böyle bir şey yapmayı
isterdim.
K.: Bu gerçekten çok iyi bir imkan
olurdu. Peki, gerçekten “kaliteli
yazı” diyebileceğiniz parçalarınız
var mı?
C.P.: Elbette var. Google
Drive’ımda, bitmiş parçalarımın
bulunduğu klasörler var. Hâlâ
üzerinde çalıştığım parçalar için
klasörler var. Hızlı Yazılar (Quick
Writes) adlı bir klasörüm var,
üzerinde çalıştığım parçalardan
oluşuyor. Mavi bir defterim var,
onda da gene üzerinde çalıştığım,
geri dönebileceğim yazılarım
var. Küçük bir defterim var, ona
fikirlerimi yazıyorum. Bitmiş ve
üzerinde çalıştığım parçaların
olduğu klasörlerin içinde; bir
uzun yazılarımın olduğu, bir de
kısa hikâyelerimin bulunduğu
iki klasör var. Çocuklar için
hikâyelerimin olduğu başka bir
klasör ve yazdığım her şeyle ilgili
olan bir klasör var; bu klasör daha
çok Türkiye’yle ilgili, Türkiye’de
Hayat gibi. Bazen eğer bazı
temalarla ilgili yeterli sayıda yazı
yazarsam, onları da temalarına
göre sınıflandırıyorum. Benim için
bir sonraki adım ise, bunlardan
bazılarını tekrardan düzenledikten
sonra bir yere göndermek ve
bastırmak. Bu dileğimi daha
gerçekleştirmedim, ama yapmak
istediğim bu.
K.: Bir sonraki sorum da bununla
ilgiliydi, onu da cevaplamış
oldunuz. Yani yazdıklarınızı
bastırmayı düşünüyorsunuz?
C.P.: Tabii ki, yani bastırmak
isterim. Ama temel hedefim
bu değil. Çünkü bastırmak için
yazı yazmıyorum, yazı yazmayı
sevdiğim için yazıyorum.
Ama en azından bastırmayı
da denemezsem, biraz yarım
kalmış hissederim. Yine de, hiç
bastıramasam da sorun değil.
K.: Düşüncesi bile güzel. Peki,
yazı yazarken daha çok belirli bir
konu hakkında yazmayı mı tercih
edersiniz, yoksa o anda aklınıza
gelen düşünceleri mi yazarsınız, ilk
düşünceler gibi?
C.P.: İki şekilde de yazarım,
duruma göre değişir. Her zaman
kullandığım bir yöntem yok.
Günlük yazılarım ilk düşünceler
şeklinde olur, bu yöntem daha
çok işe yarıyor bende. Ama bazen,
bir fikirim olur ve onunla ilgili
aklıma gelenleri yazarım; gene
ilk düşünceler gibi. Ama biraz
ARALIK 2014
daha odaklanmış bir biçimde.
Örneğin çocuklar için bir hikâye
olacaksa, başından sonuna kadar
yazıp bitirmeye çalışırım. Sonra
geri dönüp düzenlerim. Veya
başka bir hikâye için, otururum
ve bu sefer ilk düşünceler değildir
yazdıklarım. Belirli bir konuda
yazarım, ileride ne olacağını ve
nasıl biteceğini düşünürüm. Yani,
hangi şekilde yazacağım duruma
göre değişir. Bazen de bir fikrim
vardır, mesela, bir yabancının
gözünden Türkiye, halk otobüsüne
binme deneyimi, gibi. Bu fikir
hakkında düşünürüm. Otobüse
binmekle ilgili bir deneme yazısı
mı yazmak istiyorum, yoksa bu
yazıyı daha büyük bir parçanın
içine mi katmak istiyorum; şehirde
gezinmek veya İstanbul’da toplu
taşıma gibi. Sadece keşfetmeye
çalışırım; nasıl göründüğünü
bilmek, kulağa nasıl geldiğini veya
nasıl hissettirdiğini. Bazen ortaya
çıkan şey sıkıcı ve gereksizdir,
çöptür. Bazen de bu sıkıcı ve işe
yaramaz yazının içinde, başka bir
yazıya dahil edebileceğin bir–iki
harika cümle veya gerçekten
anlamlı bir paragraf vardır.
K.: Peki, yazdığınız belirli bir tür
var mı?
C.P.: Yazılarımın çoğu, kişisel
deneme gibi diyebilirim. Gerçekte,
adını hatırlamıyorum ama, kişisel
deneme ve edebi eserin karışımı
olan bir tür var. Yani kurgu değil
ama kurgu gibi yazılmış. Bu
türü çok seviyorum. Bir de kısa
hikâyeleri.
K.: En önemli olduğunu
düşündüğüm sorulardan birine
geldik. Sizce, yazmak için belirli
bir ruh hali içerisinde olunması
gerekiyor mu? Mesela üzgünken
daha iyi yazılır veya mutluyken
yazı yazmak istemezsin şeklinde?
C.P.: Şu an söyleyeceğim şey
benim benimsediğim fikir ama
benim orijinal fikrim değil. Bunu
profesyonel yazarlar söylüyor.
Eğer yazmak konusunda ciddiysen,
daha iyi olabilmek için sıkça
alıştırma yapman gerekir. Yani,
sen öğrencisin, ben de öğretmen.
Okula geliriz ve görevlerimizi
yerine getirmek zorundayız.
Senin görevlerin derslere girmek,
Köprü
Sezin Esen
öğretmeni dinlemek. Benim
görevlerim; ders hazırlamak,
öğretmek ve sorularınızı
yanıtlamak. Farklı günlerde, farklı
ruh halleri içerisinde olabilirim
ama yine de görevlerimi yerine
getirmek zorundayım. Gerçekten
de başarılı ve ünlü yazarların
yazma alışkanlıklarını araştırırsan,
birçoğu her gün aynı saatte, az
çok aynı zaman aralığında ve
aynı yerde yazı yazmışlardır. Bu
yazma disipliniyle ilgili bir şey.
Bana göre yazmaya başladığında,
zaten belirli bir moda giriyor, “Oh,
bugün yazasım geldi.” diyorsun.
Zaten, yazı yazmak zordur, o
yüzden hiçbir zaman yazı yazasın
gelmez; hiçbir roman, birisine çok
ilham geldiği için yazılmamıştır.
Çünkü bu ilham bir yerden sonra
kaybolur ve bir duvara çarparsın.
İlhamın seni dürtmesini bekleyip
pes edersen, hiçbir zaman
başaramazsın. Ama disiplinli
olursan… Şöyle düşün, sen bir
koşucusun ve her gün koşmaya
gidiyorsun, koşasın gelmese
bile. Kendini koşunun ritmine
kaptırırsın ve o koşu iyi bir koşu
olur. Yazmak da böyledir, oturur ve
yazarım; bazı günler yazdıklarım,
diğerlerine göre daha iyidir ve
daha mutlu olurum. Ama her ruh
halinde yazarım.
K.: Peki, en sevdiğiniz yazar kimdir
ve neden?
C.P.: Birkaç tane favori yazarım
var; ama en sevdiğim Micheal
Ondaatje derdim, Kanadalı–Sri
Lankalı yazar ve onun romanı,
“In The Skin Of A Lion”; bütün
zamanlar için favorim. Bir de
anılarından oluşan kitabı,
“Running In The Family”. Micheal
Ondaatje benim en sevdiğim
yazarlardan biri, çünkü diğer
favori yazarlarım gibi o da farklı
türlerle oynuyor. Eserleri birbirine
benzemiyor. Micheal Ondaatje
ayrıca “The English Patient”ı yazdı,
belki duymuşsundur. Filmi pek çok
Oscar ödülü aldı ama ilk başta bir
romandı. Ve diğer eserlerinden
4
çok farklı, hiçbirine benzemiyor.
Bir de Margaret Akwood var, onu
da seviyorum ama yazdığı her şeyi
sevdiğimi söyleyemem. Onu çok
takdir ediyorum, çünkü çok yönlü,
düşünceli ve üretken birisi, birçok
eseri var. Evet, bu iki yazar, benim
en sevdiklerim.
K.: Peki bu yazarların kitaplarını
birden çok kez okudunuz mu? Ya da
herhangi bir kitabı birden çok okur
muydunuz, okunmalı mıdır?
C.P.: Ben, çok nadiren kitapları
tekrar okurum. Filmleri de, çok
nadiren tekrardan izlerim. Birden
fazla okuduğum çok az kitap var.
Mesela, “In The Skin Of A Lion”, onu
bir kereden fazla okudum. Ama bir
şeyi birden fazla kere okumanın
birçok yararı olduğuna inanıyorum;
hele de üzerinde çalışacaksanız, o
kitabı tekrardan okumalısınız.
HABERLER
K.: Ama deneme yazmak gibi
değil, yani edebi bir şekilde?
C.P.: Elbette, mesela birçok kere
okuduğum kitaplar, Robert
Kolej’de öğrettiğim kitaplar.
Tekrardan okuduğum her seferde,
biraz daha zevk aldım ve daha
fazla şey öğrendim, daha çok şey
gördüm. Yani kitapları tekrardan
okumak; hele de bir yazar
olarak, kaliteli edebi eserleri
okumak, tekrar ve tekrar size
daha çok şey katar, daha çok
anlamanızı sağlar. Sadece ben
tekrardan okumuyorum, çünkü
okumaya o kadar istekli, açım ki;
okuyabildiğim kadar çok okumak
istiyorum. Maalesef okumak için
çok zamanım yok ve okunacaklar
listem o kadar uzun ki asla
bitiremeyeceğimi düşünüyorum.
Bu yüzden, okuduğum bir şeyi
tekrar mı okusam, yoksa yeni bir
şey mi okusam sorularıyla karşı
karşıya kaldığımda, yeni şeyleri
tercih ediyorum.
K.: Ve son olarak, yazmak ve
okumak sizin için ne ifade
ediyor? Kendi sözcüklerinizle
tanımlayabilir misiniz?
C.P.: Yazmak, benim
için iki yönlü bir şey.
Duyduklarımı, gördüklerimi
ve gözlemlediklerimi, başka
insanların belki göremediği,
duyamadığı şeyleri, bana özel
olanları kâğıda dökmek. Aynı
zamanda yazmak; anlama, fark
etme süreci benim için. Yazdığıma
bağlı olarak bazen iyileştirici,
rahatlatıcı, bazen de sadece
olayları, nesneleri farklı şekillerde
görebilme yolu. Okumak ise birçok
şeyle ilgili. Başka bir ortama
Müzikaller ve Fikir Paylaşımı
Müzikaller hakkında bilgi
sahibi olma konusunda çaba sarf
ettim.
Ve edindiğim bilgiler
doğrultusunda sizinle bunları
paylaşmak istiyorum. Tam
bir müzikal sevdalısı değilim
ama müzikal dinlemek insana
huzur veriyor. Kendi adıma
konuşmam gerekirse bana
müzikali sevdiren “Phantom of
The Opera”dır. Müzikaller anlamı
olan hikâyelerin bestelenip
şarkı halinde seslendirilmesidir.
Phantom of the Opera’yı bana
sevdiren konusuyla şarkıların
müthiş bir uyum içinde olması
beni çok etkiledi. Ondan sonra
Fransızca müzikaller de dinlemeye
başladım. Benim için güzel bir
adımdı. İstanbul’da sahnelenen
bir müzikali de takip etme şansım
oldu. Etkileyici bir müzikal olmadı
ama orada oturup oyuncuların ve
operacıların gerçekte nasıl hissler
yaşadığına tanık oldum. Canlı
izlemenin, internette izlemekten
daha heyecan verici olduğu ise bir
gerçek.
Müzikalleri takip eden ve
müzikaller konusunda gerçekten
bilgi sahibi olduğunu düşündüğüm
arkadaşım Alper ile de bir
söyleşi yaptım. Onunla beraber
İstanbul’da Zorlu Centre’da
yapılan “Beauty and Beast” isimli
müzikali izledik.Yani hem izledik
hem dinledik. Benim ilk canlı
müzikal deneyimim olduğu için
memnun kalmıştım. Bir de Alper’in
düşncelerini duymak istedim.
Çünkü bu onun ilk müzikal
deneyimi değil.
MERT: Evet Alper, bugün seninle
müzikaller hakkında söyleşi
yapacağımdan bahsettim. Nasılsın
heycanlı mısın bunun için?
ALPER: Ehhh… Aslında oldukça
heyecanlıyım. İlk defa birisi
benimle böyle bir söyleşi yapıyor.
MERT: Heyecanlanmana sevindim
Alper, bu da benim ilk söyleşim.
İkimiz içinde güzel bir deneyim
olacak sanırım.
ALPER: Hadi başlayalım o zaman
…
MERT: Alper, senin müzikalleri
çok sevdiğini biliyorum peki sana
müzikalleri sevdiren ne oldu?
ALPER: Öncelikle müzik benim
hayatımda çok önemli bir yere
sahip. Müzikaller de müziğin
hayran bırakıcı oyunculuklarla
birleşmesiyle oluşuyor. Bu yüzden
müzikaller, her izlediğimde beni
inanılmaz derecede etkiliyor
ve hayran bırakıyor. Müzikaller
aynı zamanda duyguları açığa
çıkarmanın en etkili yollarından
biri benim açımdan.
MERT: Bu sözlerinle gerçekten
müzikallerin hayatının anlamı
olduğunu okuyuculara açıkladın.
Müzikaller hakkında pek bir şey
Köprü
bilmeyenlere hangi müzikalleri
izlemelerini önerirsin?
ALPER: Öncelikle herkese; bana
müzikalleri sevdiren, daha
doğrusu beni müzikal izlemeye
başlatan “Notre Dame De-Paris”
müzikalini tavsiye ediyorum.
Gerçekten hem hikâyesi, hem
müzikleriyle insanı kendine
hayran bırakıyor bu müzikal. İkinci
tavsiyem ise “Phantom of The
Opera” olacaktır herkese. Phantom
of The Opera’da beni Notre Dame
De Paris’ten farklı olarak etkileyen
şey 25.yıl kutlamasında Ramin
Karimloo’nun Phantom (hayalet)
rolünde yaptığı usta oyunculuktu.
Sadece oyunculuğuyla değil, her
duyguya hitap eden müzikleriyle
de insanı derinden etkiliyor bu
müzikal. Eğer bu müzikallerle
müzikal izlemeye başlarsanız,
benim gibi bir müzikal aşığına
dönüşebilirsiniz.
MERT: Alper kesinlikle Phantom
of the Opera izlenesi bir müzikal;
ben de bu müzikali izleyerek
müzikallere karşı ilgi duymaya
başladım. Ben genelde müzikalleri
youtube’dan izliyorum ve sadece
bir kere canlı izleme imkanım
oldu. Sen hayatın boyunca kaç
defa müzikalleri canlı izleme
fırsatı yakaladın?
ALPER: Geçen sene Zorlu Centre’da
Notre Dame de Paris’i büyük bir
heyecanla izledim ve gerçekten
Aralık 2014
girmek ve hatta nerede olduğunu
bile unutmak, sadece başka
dünyalara geçiş yapmak. Ben çok
fazla fantastik roman okumam,
ama zaten türünün ne olduğu
önemli değil. Ayrıca okumak
benim için dil, yapı ve kelimelere
bakarak eğlenmek; mesela
farklı insanların kelimeleri nasıl
farklı şekillerde kullandıklarını
görmeyi seviyorum. Hatta bazı
yazarlar kelimeleri kullanırken
çok yaratıcı ve özgün, bu dışarıya
yansıyor. Okumak beni her zaman
rahatlatan ve mutlu eden bir
eylem.
K.: Röportajımız burada
sona ermiştir. Bizimle fikir ve
görüşlerinizi paylaştığınız için çok
teşekkürler.
Mert Kocagil
bu müzikalin işleyişi gerçekten
çok zevkliydi. Konunun içine girip
Notre Dame’ı hissediyordunuz.
Bu sene de Beauty and Beast’e 2
kere gittim. İlk gidişim ailemle
birlikteydi, ikinci gidişim sen ve
arkadaşlarlaydı. Bence Beaty and
Beast o kadar etkileyici değildi
ama orada izlemek başka tabii.
MERT: Evet, seninle beraber
izledik. Benim için güzel bir
deneyimdi. Notre Dame de Paris’i
bana gösteren kişi sendin ve
gerçekten çok müthişti, ben de
internetten izledim. Sen bu kadar
çok müzikal izledin bu kadar çok
karakter yapısını seyrettin, peki
sen bir müzikal karakteri olsan
kimi tercih ederdin? Özel bir
nedeni varsa açıklar mısın?
ALPER: Bir müzikal karekteri
olmak istesem Phantom of The
Opera’dan Phantom olurdum.
Çünkü Phantom of The Opera’yı
izlerken Phantom ‘ın gizemi beni
çok etkilemişti.Bu nedenle her
zaman Phantom’a bir hayranlık
beslemişimdir. Onun bende
yarattığı değişik histen dolayı
olsa gerek.
MERT: Vaaaooov. Alper’ciğim bana
zaman ayırdığın için ve sabırla
sorularımı yanıtladığın için çok
teşekkür ederim. Müzikle bağın
hiç kopmasın.
ALPER: Rica ederim. Benim içinde
bir zevkti.
HABERLER
5
Şehrin Caz Hali
Vapurların balıkçılarla,
Seyyar satıcıların kornalarla,
Kedilerin martılarla atıştığı,
Her köşesi farklı tınlayan şehre
Caz geri geldi.
Farklı tınılar ve kadife seslerin cenneti
olan caz müziği, 24.Akbank Caz
Festivaliyle 23 Ekim- 2 Kasım tarihleri
arasında tüm sevenleriyle buluştu.
Dünyanın farklı yerlerinden gelen
sanatçılar, çeşitli şehirlerde konserler
verdi. Bu sanatçılar arasında dünyaca
tanınmışların olduğu gibi, yeni
keşfedilmiş olan genç sesler de vardı.
Bu festival boyunca geniş kapsamlı bir
konser programı, dans ve gitar yapımı
gibi enteresan konuları içeren atölye
çalışmaları, sanatçıların katıldığı paneller,
cazlı brunch’lar, kampüste caz konserleri
ve liselerde caz atölyeleri gerçekleştirildi.
Liselerde caz atölyeleri Robert Kolej’in
de içinde bulunduğu sekiz okulda
gerçekleşti. Okulumuzda 27 Ekim
tarihinde düzenlenen caz atölyesine
öğrenciler tarafından ilgi büyüktü.
Ercüment Orkut ve Ediz Hafızoğlu’nun
katıldığı atölyede öğrenciler caz müziğini
ve enstrümanlarını daha yakından
tanıma fırsatını elde etti . Atölyenin
soru cevap şeklinde hazırlanmış
olması, öğrencilerin atölye sırasındaki
katımını arttırdı. Eğer bu seneki caz
atölyesini kaçırdıysanız, dert etmeyin,
çünkü bu atölye okulumuzda her sene
düzenlenmekte.
Caza karşı bir ilginiz var, ama hangi
sanatçının sizin tarzınıza uyduğunu
bilmiyorsanız, Akbank Caz Festivali’ne
katılan sanatçılardan seçtiğim bazı
örnekler belki hoşunuza gidebilir.
*Jamie Cullum: Dünyaca tanınmış bir
sanatçı olan Jamie Cullum genç yaşta
olmasına rağmen birçok ödül sahibidir.
Pop, rock gibi farklı müzik çeşitlerinden
olan şarkıları cazla birleştiren sanatçının
konserlerindeki görsel şov da paha
biçilmezdir.Jamie Cullum ilginizi çektiyse
Rihanna’nın parçası olan “Don’t stop the
music”’e yaptığı “cover”ı dinlemenizi
tavsiye ederim.
*Chet Faker: Chet Faker bu festivalin
cazla en az ilgisi olan sanatçılarından
biri. Genellikle “electronica” adı verilen
müzikle ilgilenen sanatçının boğuk
sesi ve enteresan klipleri ilgi çekicidir.
Ayrıca Faker’ın hipster tarzı da onu farklı
kılmakta. Rolling Stone dergisi tarafından
2013 yılında “En İyi Bağımsız Sanatçı”
seçilen Chet Faker ilginizi çektiyse; “Talk is
Cheap” adlı şarkısını dinleyebilirsiniz.
Fotoğraflar: Dilara Zenel
Zeynep Karababa
*Yasmine Hamdan: Bu festivaldeki en
ilginç sanatçılardan biri olan Lüban asıllı
Yasmine Hamdan, Ortadoğunun ilk
indie/elektronik grubu olan “Soapkills”in
üyelerinden biri. Hamdan’ın kıvrak sesi
ve müziğinin tınısı PJ Harvey’in anımsatır.
Eğer Yasmine Hamdan ilginizi çektiyse;
“Beirut” şarkısını beğenebilirsiniz.
Kaynakça: 24. Akbank Caz Festivali
Tanıtım Broşürü
Yaz Konserleri
Bu yaz pek çok değişik konser
oldu güzel ülkemizde; özellikle rock
konserleri. Bunlardan en önemlileri
şüphesiz Rock Off Festivali ve
“Metallica by Request” oldu. Bu iki
yaz eğlencesinde kâh Amon Amarth
ile coştuk, kâh Metallica ne istersek
onu çaldı, kâh da Megadeth-Trust’un
nakaratını Dave Mustaine ile
tekrarladık. Tabii ki yaz bitiminden
hemen sonra Lady Gaga’nın da bize
bir sürprizi oldu. Gelin bir bakalım...
Bahsettiğim üç konserden ilki, 13
Temmuz’da gerçekleşen, şu anda
bile tarihini ezberden söylediğim
ve bizzat gittiğim “Metallica by
Request” oldu. Metallica’nın ilk gelişi
değildi bu, ancak bu konserin ayrı bir
özelliği vardı: Ne istersek onu çaldılar.
Evet, doğru. Oylama ile seçilen
ilk 17 şarkı ve 2014 bestesi yeni
şarkıları “Lords of Summer”ı çaldılar.
Türkiye’nin sayılı metal gruplarından
Pentagram’ın ön grup olarak çıktığı
bir konserdi, gerisini siz düşünün.
Girdik sıraya, “5’te açılacak
kapı.” dediler. 8’de nihayet içeri
girebilmiştik. 40.000 kişilik konser
bu, üç saatte anca içeriye girebildik.
Bir de sabahtan beri bekleyenler
vardı, bayağı işkenceydi. O sıcağın
altında en son 500 mL’lik soğuk su 10
TL’ye bile “kapış kapış” satılıyordu ve
neredeyse bir izdiham vardı. Girdik
içeri, biletleri gösterdik, önce bir
Pentagram coşturdu. Yarım saat
sonra o metal efsanesi “Ecstasy
of Gold” eşliğinde girdiler ve ne
olduğunu bile anlamadan Master
of Puppets’a eşlik ederken bulduk
kendimizi. En son hatırladığım ise
Seek and Destroy’un son nakaratı,
James’in kutularca pena fırlatması ve
elimizdeki kocaman siyah balondu.
Teknik anlamda gördüğüm en güzel
konserdi. Ekranlar mükemmeldi. Ses
ve şarkı seçimi olarak, tecrübe ettiğim
en müthiş konserdi, diyebilirim.
Konserler zinciri Rock Off
Festivali hakkında ise arkadaşım
Levent Serin’den yardım aldım.
Kendisi İzmir’de yaşıyor ve bu
tür konserlere bizzat gidiyor.
Metallica’ya da benimle birlikte
gelmişti. Genel olarak Megadeth’in
estirdiği konsere, Amon Amarth
ve aynı zamanda Türkiye’de ilk kez
sahne alan Gojira’nın da damga
vurduğunu görüyoruz. Megadeth ile
ilgili kısmı direkt olarak Levent’in
ağzından aktarayım size: “Megadeth
dediğim gibi klasikti. Dave Mustaine
sololar attı ve bir Megadeth
konserinde ilk kez ekranlarla
karşılaştım. Güzel olmuştu ama
bir Metallica ekranları gibi değildi.
ARALIK 2014
Diğer alt gruplara da güzel bir ilgi
vardı, Metallica konserindeki gibi
Pentagram çıktığında “Kim bunlar?”
diye söylenen insanlar yoktu”
Gerçekten de Metallica’ya gelen
insan kitlesi sadece “metalhead”
dediğimiz kişiler olmadığı için
böyle soru işaretleri oluşmuştu.
Özellikle Gojira’dan etkilenen Levent,
birkaç hafta boyunca sadece Gojira
dinlemişti. Aynı zamanda Amon
Amarth’ın sahnesinden etkilendiğini
belirten
Levent,
Megadeth’in
sahnesi konusunda ise, benzer bir
şekilde: “Ses sistemi iyiydi; bütün
enstürmanları güzel ve temiz bir
şekilde duyuyorduk. Megadeth’e
tabii daha fazla özen vardı ama alt
gruplarda da iyi bir ses vardı. Bir de
ilk gün feci yağmur yağmıştı. Festivali
iptal edebilirdi ama etmediler
bunlar dolayı teşekkür ederiz onlara
:)” şeklinde bir cevap verdi bana.
Festivalin de genel olarak güzel
olduğu bilgisini aldıktan sonra
gelelim
Little
Monster’lara
gelen bombaya: LADY GAGA.
Neredeyse hiç pop dinlemesem de bu
derecede bir konsere yer vermemek
Köprü
Barış Can Ünal
olmazdı diye düşünüyorum.
Yine bu konuda RC ’18 yatılı 9.
sınıf öğrencisi Mert Özbay ile
kısaca görüştüm. Kendisi dekora
tam puan verirken hayranlar
hakkında şöyle bir yorum yaptı:
“Konsere gelen çoğu insan Lady
Gaga hayranıydı ve de bu nedenle
herkes oldukça heyecanlıydı.
Hayranları da Lady Gaga gibi ilginç
ve sıradışı kıyafetlerle konsere
gelmiştiler. Cosplay yapanlar
vardı. Şov oldukça başarılıydı ve
herkes mutluydu. Sadece başta
arkada olanlar olmak üzere bazı
insanlar sahneyi görmekte sıkıntı
çektiler.”
Ünlü şarkılarından
derleme yapan Lady Gaga,
tam zamanında Monster’larını
ayağa kaldırmış gibi görünüyor.
Genel olarak bizim için dolu dolu
ve eğlenceli bir yaz oldu. Şu anda
önümüzde Metallica veya Megadeth
kadar ünlü bir grubun konseri yok.
Ancak her an bir sürpriz olabilir.
Konser takvimini takip edin.
6
HABERLER
Mr. Becker ile Röportaj
Barış Can
Ünal
MR. BECKER İLE RÖPORTAJ
Bildiğiniz üzere, Ms.
Bakkegard’ın vedasının ardından
RC Tiyatrosu’nun yönetmeni Mr.
Becker oldu. Çiçeği burnunda
yönetmenimiz ve aynı zamanda
tecrübeli, farklı yönleriyle dikkat
çeken ve tam bir kitap aşığı olan
öğretmenimizle bir röportaj
yapmak istedik. Mr. Becker’ın
SK’daki yeni ofisine gittim ve bir
kaç soru sordum.
Barış Can Ünal: Öncelikle RC
tiyatrosunun yeni yönetmeni
olmak nasıl bir duygu?
Mr. Becker: Şimdi mi, yoksa kabul
ettiğim zaman mı?
BCÜ: Aslında bakarsanız ikisi de.
Mr. B: İlk kabul edildiğim zaman,
hem coşkulu, ama aynı zamanda
çok korkunç bir his vardı çünkü
Darcy Bakkegard gibi diğer bütün
eski öğretmenleri çok sevdim.
Çok iyi öğretmenlerdi ve onlarla
sık sık çalışıyordum. Ama uzun
zamandan beri de tiyatroyla
ilgileniyorum ve sonunda
buradayım, yani gerçekten tiyatro
vasıtasıyla öğrenciler etkilenebilir
ve değiştirilebilir. Ben de bu sürece
katılmak istedim. Şimdi, yavaş
yavaş daha iyi hissediyorum ve
her gün çocuklara gerçekten çok
faydalı şeyler vermek istiyorum, ve
tabii çocukların bir şeyleri
kendileri yaratması lazım ve her
gün kendisi hakkında yeni bir
şeyler öğrenmesi lazım. Ve inşallah
ben onlara yardım edebilirim.
BCÜ: Ayrıca tiyatronun nasıl
gittiğini de merak ediyoruz. Birkaç
gün önce sizle görüştüğümde zor
ve yoğun demiştiniz. Gerçekten
de öyle mi? Ve bu iş sizi ne kadar
mutlu ediyor?
Mr. B: Bir insan kendi yolunu
değiştirirse her zaman daha genç
hissediyor. Ve aynı zamanda hep
daha çok öğrenmeye çalışıyor; bu
yüzden yaşlı ve yorgun hissediyor.
Bu hisleri her gün yaşıyorum. Ve
gerçekten çok, çok güzel bir şey.
BCÜ: Yani size tecrübe
kazandırıyor.
Mr. B: Tabii ki. Yani çok okudum
ve çalıştım tiyatro hakkında ama
tiyatro öğretmedim bu okulda.
Bu yüzden hazırlık ve 9. sınıfları
eğittikten sonra çok farklı bir şey,
yani çok WOW dersi ve Film dersi
öğrettim ve bir nedenle tiyatroya
her zaman çok saygı gösteriyorum
ve çok iyi bir iş yapmak istiyorum
her zaman. Bu yüzden kendime
biraz baskı uyguluyorum.
BCÜ: Yani öncesinde tiyatroya bir
ilginiz vardı.
Mr. B: Tabii, tabii ki. Öncesinde
tiyatroya gitmeyi çok seviyordum
ve filmin tersine tiyatro anında
Köprü
oluyor, değil mi? Filmde
hata yaparsan, her zaman
düzeltebilirsin . Ama tiyatro canlı;
bu yüzden o tecrübe; seyirci,
oyuncu ve yönetmen için daha
hevesli ve heyecanlı.
BCÜ: Geçen seneki WOW
öğretmenim idiniz, ancak
öğrendik ki bu göreve geldikten
sonra WOW dersini bırakmışsınız.
Bu sizde nasıl bir his uyandırıyor?
Mr. B: Hâlâ hazırlıklarla
çalışıyorum Creative Arts
dersinde ama biliyorsun, her
gün aynı sınıfa girince aile gibi
hissediyor insan. Her gün sizleri
görüyordum; bazen sen yoruldun,
bazen ben yoruldum; bazen ben
çok heyecanlı, bazen sen çok
heyecanlıydın. Ve her gün bir
şeyler yaşıyorduk, değil mi? Ama
şimdiki hazırlıkları haftada 1 kez
görüyorum mesela. Ve tam aile
gibi hissetmiyorum; ama onlar
haftada bir kez gelince, o bir
derste elimden geldiği kadar çok
şey vermek istiyorum onlara. O
zaman da çok coşkulu çalışıyorum
tabii ki. Ama biraz melankoli
hissediyorum çünkü Hazırlık sınıfı
çok farklı bir şey; başlangıçta
herkes çok utangaç, ancak yıl
devam ettikçe değişiyorsunuz.
Ve o en son ayı biraz özleyeceğim
galiba. Son ay herkes daha iyi
Aralık 2014
anlaşıyor birbiriyle. Yani bu sene
gerçek baba veya amca gibi
hissetmeyeceğim. Çünkü her gün
onlarla bir şey paylaşamayacağım.
Ama, yani Robert Koleji Tiyatro
Kulübü’yle ilgili çok samimi
bir his var, Modern Drama da
öğretiyorum. Onlarla yavaş yavaş
sıcak bir ortam oluşturuyoruz.
BCÜ: Peki, çok sosyal bir insan
olduğunuzu biliyoruz. Spor, müzik,
tiyatro... Kitap okumayı da çok
seviyorsunuz. En baştan başlasak,
sporu çok seviyorsunuz. Sürekli
yapıyorsunuz. Genel olarak nasıl
gidiyor spor programınız, yani
nasıl spor yapıyorsunuz? Ve ayrıca
spora yeni başlayanlar için de
söylemek istediğiniz bir kaç şey
var mı?
Mr. B: Ben çocukluğumdan beri
spor yapıyordum, her mevsimde
de farklı spor yapıyordum.
Mesela sonbaharda Amerikan
futbolu, kışın basketbol, ilkbahar
tenis ve yazın beyzbol gibi. Ve
bütün sene de yüzüyordum.
Bu yüzden bir alışkanlık oldu
bende; her gün biraz spor
yapamazsam , yorgunken bile,
bir eksiklik hissediyorum. Her
zaman söylüyorum; her gün
terlemem lazım. Terlemek
beynimi açıyor. Yani spor şimdi
güzel gidiyor okulda; kızlar
Flag Football takımıyla gurur
duyuyorum. 30 oyuncu var şu an.
Sizler her zaman otobüstesiniz,
yani sen Allaha şükür yatılısın,
ama diğer öğrenciler her zaman
otobüsteler. Bu yüzden bazen
spor yapamıyorlar tabii ki; ama
bence haftada 3-4 kere, öğrenci
çok meşgul olsa bile, 30 dakika
spor yapabilirse çok iyi hisseder
kendini. Mesela otobüste ödev
yaparsa evde biraz spor yapabilir.
Özellikle 12. sınıflar konusunda
endişe duyuyorum. Çünkü bence
eğer biraz spor yapabilirlerse
her gün, tabii ki daha iyi okuyup
çalışabilirler sınavlar için. Ama o
kadar çok baskı var ki, çok spor
yapmıyor ve yavaş yavaş düzenleri
HABERLER
değişiyor ve iyi okuyamıyorlar
çünkü spor yapmıyorlar. Keşke
daha çok zaman ayırabilseler spora.
BCÜ: Yani spor beyni açıyor
diyorsunuz.
Mr. B: Bence böyle. Bu yüzden 12.
sınıfların spor yapması lazım. 20
dakika olsa bile.
BCÜ: Peki müzik konusuna gelecek
olursak, Mr. Welch ve Mr. La Raia
ile oluşturduğunuz “Spent-Ex”
adlı gruptan haberdarız ve grubu
merak etmeye başladık çünkü
son zamanlarda Zorlu Center’da
çıkmışsınız mesela, yani yavaş
yavaş grup ünlü olmaya başlıyor;
özellikle okul içerisinde. Grupta
işler nasıl gidiyor şu an?
Mr. B: Bana göre biraz tembeliz
şimdi, daha çok prova yapmalıyız
ama biliyorsun, 35-40 şarkı
falan, kendi orijinal şarkılarımızı
besteledik, o konuda gurur
duyuyorum tabii ki. Evet, Zorlu
Center’da çaldık ve yeni bir hayran
geldi, Lisa Johnson adında,
burada çalışan bir hanım ve
onun oğlu geldi ve çocuk deli gibi
dans etti. Çok mutlu oldum, yani
çocuk bile olsa bizim “punk rock”
tarzını beğenebilir. “Punk rock”
çalıyoruz genel olarak, yakında
bir konserimiz daha olacak
Taksim’de daha ünlü bir grupla
konser vereceğiz. Ama aslında biz
yaşlı olsak bile heyecan verici ve
coşturucu şeyler yapıyoruz sanat
ile. Yani bazen insanlar 40 yaşında
olunca “eh yoruldum, her şeyi
bırakacağım; yazmayı, müziği,
sporu bırakacağım...” moduna
giriyorlar ama biz hâlâ heyecan
verici şeyler çalıp tutkumuzu canlı
tutuyoruz.
BCÜ: Müzik de önceden hayatınızın
bir parçasıydı herhalde?
Mr. B: Evet, eskiden biz hepimiz
ya DJ’lik yapıyorduk ya gazetede
müzik hakkında yazıyorduk ya da
konser tanıtımı yapıyorduk... Yani
her zaman müzik endüstrisiyle
bir bağlantımız vardı. Türkiye’ye
geldiğim zaman, bir nedenle
birbirimizi bulduk ve müzik
yapmaya başladık.
BCÜ: Peki önceden Mr. Welch ile
nasıl bir ilişkiniz vardı?
Mr. B: İyi bir soru, biliyorsun ben
eskiden üniversitedeyken Mr.
Welch ile buluştum. O benim
uzmanımdı, ben onun çırağı
oldum. Bir gün Mr. Welch biraz
depresif hissetmişti, o zaman
ben de dedim ki: “Haydi o
zaman bir rock grubu kuralım!
Sen çocukluktan beri bir punk
rock çalmak istiyordun, ama
hiç denemedin. Bir rock grubu
kurmalıyız.” Ve kurduk. Ve yine
tesadüfen eski sanat öğretmeni
John Dew’a: “Sen bir şeyler çalar
mısın?”diye sordum. Yanıtı: “Davul
çalıyorum.”oldu. Çok şaşırdım o an
ve ne tür müzik sevdiğini sordum
ve o da “punk rock” dedi. Gruba
girmesini teklif ettim, o da kabul
etti. Böyle oldu. Andy LaRaia
da bir gün kafeteryada gitar
çaldığından bahsetmişti ve ona da
grupta yer almasını teklif ettik,
“Tamam” dedi. Böyle gelişti her
şey. Tamamen rastgele olan bir
değişmiyor ve o zaman da çok
misafirperverlerdi. Aynı zamanda
ben orada hiçbir gün kendimi
rahat hissetmedim. Çünkü her
zaman misafir gibi hissediyordum.
Çok yalnızdım. O zamanlar küçük
bir köyde yaşıyordum, 500 küsür
kişinin yaşadığı bir köy. Ve görevim
de oradaki herkese İngilizce
öğretmekti. Yani dağlık bir köyde
çalışıyordum. Ve o zaman da
eğlence olarak her akşam dağ
tırmanışı yapıyordum. O kadar.
BCÜ: Orada da sporu çözmüşsünüz.
Mr. B: Doğal spor. (Gülüşmeler)
BCÜ: Peki son olarak, “Köprü”
gazetesi olarak bu sayıdaki
konumuz “kitap”. Sizin çok
sevdiğiniz bir şey kitap. Pıtırcık.
(Gülüşmeler) (Kendisi geçtiğimiz
sene “Pıtırcık”ı okurdu ve bize
anlatırdı.)
şey. Mr. Vierling ile de eskiden beri
müzik yapıyordum. Ve Mr. Arey ile.
BCÜ: Onlar ne çalıyor? Siz bas
çalıyorsunuz, ...
Mr. B: Mr. LaRaia gitar çalıyor,
eskiden farklı bir grupta Mr.
Vierling bateri, Mr. Arey gitar ve
ben bas çalıyorduk. Şimdi o grup
yok. 12 sene önce yaptık. Ve çok
konser verdik.
BCÜ: Peki, sizinle ilgili ayrı bir
konuya girecek olursak, hazırlıkta
birçok hikâye anlatmıştınız. Bu
hikâyelerden bazıları da bir süre
yaşadığıız Japonya ile ilgiliydi.
Japonya sizce nasıl bir yer?
Mr. B: İstanbul ile karşılaştırırsak
Japonya bana çok zor ve garip
gelmişti. Japonya bir ada. Bu
yüzden farklı kültürlerden
etkilenmiyor. Kendi kültürü çok
Mr. B: Hâlâ okuyorum.
(Gülüşmeler)
BCÜ: Gerçekten mi? Kaç sayfa o
kitap?
Mr. B: 60 sayfa. Ben 42.
sayfadayım.
BCÜ: Her neyse, konumuz kitap
ve kitap okumayı çok sevdiğinizi
biliyorum. Peki, kitap deyince
aklınıza ne geliyor? Kitap kelimesi
sizde ne çağrıştırıyor, birkaç
cümlede söyleyebilir misiniz?
Mr. B: Koku; ses, sayfaların sesi;
kaçmak, andan kaçmak ve beyin.
BCÜ: Yani, bu kelimeler size
neden kitabı çağrıştırıyor, onu da
anlatabilir misiniz kısaca?
Mr. B: Koku, kitap ilk açıldığında
gelen koku. Bilgisayarlarda
okumak istemiyorum, çünkü
kokusu yok. O kitap kokusunu çok
ARALIK 2014
Köprü
7
seviyorum ve bazen lekeler, notlar
oluyor. Bir keresinde okuduğum
bir kitapta Mr. Gee’nin yazdığı
notlar vardı. Kütüphanede kitap
okuyordum ve o notları gördüm.
Çok güzel bir şekilde gelmişti
bana o kitap. Koku, tarihi demek
oluyor yani. Sanki başka birinin
pantolonunu giyiyormuş gibi.
Eski kitapları tercih ediyorum,
yeni kitap hiç almıyorum. Bazı
insanlar sadece yeni kitapları
severler. Ses; yani o hareketi
seviyorum. Sayfaların çevrilmesi
falan. Tabii ki bilgisayarda
“klik klik” yapıyorsun, ama
sevmiyorum onu. Beyin dedim;
çünkü mesela bazı kitaplar 1500
sayfadır, 1500 sayfa kadar beynini
açar insanın. Çok etkileniyorum.
Daha da çok sayfa da olabiliyor
ancak biraz editörler de kesiyor.
Ve kaçmak; biliyorsun sosyal bir
insanım ama başka insanlarla da
takılmayı çok istemiyorum bazen.
Dışarıda gezerken yanımda her
zaman bir kitap oluyor. Çünkü
kafamda bir fikrim yoksa, hemen
kitaptan bir fikir alıp onun üstüne
düşünebilirim. Kafam boşken
kendimden nefret ediyorum. Bu
yüzden kitaplardan her zaman bir
düşünce almak istiyorum. Kaçmak
da böyle.
BCÜ: Özellikle bu çok ilgimi çekti.
Bize zaman ayırdığınız için çok
teşekkür ederim.
Mr. B: Rica ederim, memnun
oldum.
HABERLER
8
Fuara Gel
33. İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı
8-16 Kasım tarihleri arasında
Büyükçekmece’deki Fuar ve
Kongre Merkezi’nde gerçekleşti.
Fuarın bu yılki teması Türk
sinemasının 100. yılına ithafen
“Sinemamızın 100 Yılı”idi. Bu yıl
fuarın Onur Yazarı 1970’den beri
sinema yazıları ve eleştirileriyle
tanınan Atilla Dorsay’dı. Türkiye ve
yurtdışından toplam 850 yayınevi
ve sivil toplum kuruluşunun
katıldığı fuar, bu yılın konuğu
Macaristan’ın tanınmış sinemacı
ve edebi simalarını da biraraya
getirerek kültürler arası bir
sentez yaratmak niyetindeydi.
Onur konuğu Macaristan 8-11
Kasım tarihleri arasında fuarın
Uluslararası Salon’unda 35
ülkeden diğer yayınevleri ve
yurtdışından 40 yazarla beraber
etkinliklerini gerçekleştirdi.
Tema dahili ve dışında söyleşi,
panel ve dinletiler toplamda 270’i
dolaylarındaydı; yani bu 9 gün
dolu dolu geçti TÜYAP’ta.
Fuardaki bir başka dikkat
çeken etkinlik de bu yılın Nisan
ayında kaybettiğimiz Gabriel
Garcia Marquez’in anma töreni.
Kolombiya Büyükelçiliği’nin 15
Kasım Cumartesi gerçekleştirdiği
bu törene Jaime Ahelin
(Marquez’in kurduğu IberoAmerican New Journalism Vakfı
Genel Müdürü) ve yazar Seçkin
Selvi de katıldı.
Fuar her türden
ziyaretçisi için bir çok farklı
etkinlik imkanı da sundu. Mutfak
meraklıları için 8-11 Kasım
Lüzumsuz Adamın Evi
Türk Dili ve Edebiyat Bölümünün
düzenlediği 12. Sınıf Burgazada
gezisi dönem ruhunu pekiştiren
bir anıydı. Vapur yolculuğundan
bisiklet turuna kadar bütün
dönemin birlikte zaman geçirmesi
anlatmaya değer bir gün oldu.
Vapur yolculuğunu anlatırken göz
kamaştıran denizden bahsetmeye
gerek bile yok. Dikkatimi çeken
şey ki eminim bütün dönem için
de bu böyledir, muhabbetler ve
danslardı. Bu vapur yolculuğu
hepimize hazırlık yılının sonundaki
boğaz turunu hatırlattı. Dolayısıyla
eğlendirirken, geçen zamanı
ve geleceği de düşündüren bir
yolculuk oldu.
Kumanyalarımızı aldıktan sonra
sınıflara dağılıp adayı turlamaya
başladık. Uzun, yokuşu çıktıktan
sonra Sait Faik Müzesi’nin önünde
durduk. Fakat müze küçük
olduğundan her sınıf sırayla
müzeye girebilecekti. Müzeye
gireceğimiz saati öğrendikten
sonra zaman gelene kadar kısa bir
Burgazada turu yapmaya karar
verdik grupça. Yol boyunca Sait
Faik öykücülüğünden, hayatından
ve müzeden bahsettik ve sonunda
adanın daha da yukarısında
bulunan meşhur Kalpazankaya
restoranına ulaştık. Deniz
manzarasının muazzam bir şekilde
tarihleri arasında “Mutfak” ta
yemek yazarları ve blogger’larının
canlı olarak yemek sundukları,
söyleşi yapacakları bu etkinlik
TÜYAP tarihinde bir ilkti. Çocuk
ve gençler içinse özel söyleşiler
ve atölye çalışmalarına katılmak
mümkündü.
Ziyaret saatlerini arttıran fuar,
hafta içi günlerde 10.00-19.00;
haftasonu ise 10.00-20.00
saatlerinde ziyarteçileri kabul
etti. Giriş ise biz öğrenciler ve
öğretmenlere ücretsizdi.
TÜYAP’ın gördüğü yoğun
ilgi ve fuarın muazzam boyutu
beni her seferinde şaşırtıyor.
Bilinçli bir okurun pek çok şekilde
faydalanabileceği bu etkinlik,
ziyaretçisi için, Türkiye’de okuryazarlık bilincinin gelişmesi için
elinden geleni yapıyor. E bize de
gitmek düşüyor. TÜYAP 2015’te
görüşmek üzere!
Kaynak: www.istanbulkitapfuari.
com
Damla Cinoğlu
tadına varılabildiği bu restoranda
oturduk ve büyüleyen manzaranın
tadını çıkardık.
Tekrar aşağı doğru indiğimizde
müzeye ziyareet saatimizin hâlâ
gelmediğini fark ederek bisiklet
kiraladık ve eğimli yollarda
bisikletle ada turumuza devam
ettik.
numaradaki evde yaşamış.
Burgazada onun için hem ilham
kaynağı hem de dinlenme ortamı
olmuş. Ölümünden bir yıl önce de
bu köşkü Darüşşafaka Cemiyeti’ne
bağışlamış. Annesinin isteği
üzerine 22 Mayıs 1959 tarihinde
köşk müze olarak hizmete açılmış.
Öğlene doğru, yemek yedikten
sonra, müzeye girme sırası nihayet
bize geldi ve müze girişindeki Sait
Faik heykelinin yanında bekledik.
Sait Faik Abasıyanık, 1906 yılında
Adapazarında doğmuş, babasının
vefatı ardından annesiyle yazları
Burgazada’da Çayır Sokak 15
Giriş katında evin yemek salonu
bulunmaktaydı. Büyük bir yemek
masası, üzerinde Sait Faik’in
kullandığı porselenler ve yanında
da işlemelerle bezenmiş antika
bir dolap sergilenmekteydi.
İkinci katta merdivenin hemen
karşısında Sait Faik’in mütevazı
Köprü
Ayşenaz
Toptaş
Aralık 2014
odası konumlanmıştı. Odanın
içerisinde yatağı, yatağın
üzerinde son kullandığı pijaması,
çalışma masası ve evin yan
bahçesine bakmakta olan bir
cam vardı. Bu kattaki diğer
odalardaki panolarda Sait
Faik’in hayatından kesitler ve
Darüşaffaka Cemiyetinin tarihine
dair bilgiler yazmaktaydı. Cam
raflarda kitaplarının farklı
yıllardaki basımlarına yer
verilmişti. Üçüncü katta ortada
tek bir deri koltuk bulunan ve
deniz manzarası gören bir oda
vardı. Sait Faik’in muhtemel
ilham odası olan bu odanın
yanındaki odada bir duvarı
baştan aşağı çekmecelerle kaplı
ve her çekmecesinin içinde
Faik’in yazdığı ve ona yazılmış
mektuplar sergilenmekteydi.
Bodrum katta ise Sait Faik’in
kitaplarını ve onunla ilgili
araştırma kitaplarını barındıran
bir kitaplık bulunmaktaydı.
Burada belirli aralıklarla çeşitli
atölyeler gerçekleştirilmekte
ve ilgili okurların araştıma
yapmasına izin verilmektedir.
Sait Faik’in edebiyatıyla ilgilenen
herkesin müzeyi görmesini
tavsiye ederim!
HABERLER
9
Mr. Gee ile burçlar
Köprü: Genel olarak, röportajımız
sizin burçlara olan ilginiz ve
gelecek planlarınız hakkında
olacak. Burçlarla başlamamız daha
doğru olur herhalde. Burçlara olan
ilginiz ne zaman, nasıl ve niçin
başladı?
Mr Gee: Bana inanmayacaksınız
ama adını <John the Baptist>’a
değiştiren bir adama rastladım
ve burçlara çok ilgiliydi. Beni
Linda Goodman adında bir kitap
okumaya zorladı ve hayatıma o
kadar uydu ki sonunda burçlara
inanmaya başlamış oldum onun
sayesinde.
K: Ne zamandı peki bu?
Mr. G.: Bu 1972 yılındaydı.
K: Peki siz kaç yaşındaydınız?
Mr. G.: Ben 22 yaşındaydım.
K: Uzun zaman olmuş.
Mr.G.: Çok uzun zaman oldu,
evet. Geçen gece 1982 yılından
günlüğüme göz gezdiriyordum.
Hayatımın yarısına denk geliyor.
Çok garip bir his.
K: Peki ya şimdi, insanların
burçlarını tahmin edebiliyor
musunuz?
Mr.G.: Yok, hayır.
K: Ama insanların doğumgünlerini
ve burçlarını ezberliyorsunuz o
zaman.
Mr.G.: Bazen tahminde
bulunuyorum. 12’ de 1 ihtimal
nasılsa, değil mi?
K: İnsanlar sizin hep tahmin
ettiğiniz düşünüyorlar!
K: Benimkini ilk bakışta
bilmiştiniz!
Mr.G.: Çoğunlukla sınıf içinde
buluyorum ya da öğreniyorum.
Kimlerin Boğa olduğunu
bulmalısınız. Bu bir numaralı
tavsiye.
K: Peki ya iki numaralı tavsiye?
Mr.G.: Yok! Sadece kimin hangi
burca sahip olduğunu bulmalısınız
ve aradan Boğaları ayırmalısınız.
K: Sizin burcunuz nedir?
Mr.G.: Ben Yengeç burcuyum.
K: En sevdiğiniz burç nedir?
Mr.G.: Kesinlikle Oğlak burcu
çünkü benim burcumun tam tersi.
Kendi burcunuzun tam tersiyle iyi
anlaşırsınız. Benim küçük oğlum
da Oğlak.
K: Peki en kötü burç nedir?
Mr.G.: (fısıltıyla) Boğa.
K: Boğa burcu Yengeç burcu ile
yakın mıdır?
Mr.G.: - Hayır değil. Sadece boğa
en tehlikeli burçtur çünkü kızınca
boynuzları çıkar.
K: Ya Akrep? Onlar da can
yakmazlar mı?
Mr.G.: G- Hayır, Akrepler sadece
küçük bir iz bırakırlar. Can yakmaz
değil mi?
K: Beni tahmin edebilir misiniz?
Mr.G.: Akrep diye düşünüyordum
fakat tahmin edemeyeceğim.
K: Ben Kova burcuyum.
Mr.G.: Aa, anladım. Hayatı
herkesten 50 sene ilerde
yaşarsınız. Aslında burçlara olan
ilgimin temeli sınıfta eğlence
yaratması.
K: Gelecek planlarınızdan
bahsedebilir misiniz?
Mr.G.: Öncelikle İsveç’e,
Gothenburg(????)’a geri dönmeyi
planlıyorum. Sonra da belki, eğer
yeterli parayı biriktirebilirsem (!!!),
İzlanda’ya taşınmayı planlıyorum!
K:Ve bolca Sigur Ros
dinleyeceksiniz.
Mr.G.: Onları zaten şimdi de
dinliyorum…
K: Ne zaman olacak bu planlar
peki?
Mr.G.: Seneye Temmuz ayında.
Öncelikle emekli olmam lazım.
Türkiye’de 65 yaşından sonra zaten
öğretmenlik yapılamıyor. Yüksek
ihtimalle İsveç’de çalışmaya
devam edebilirim.
K: Peki okulumuzun öğrenci profili
hakkında ne düşünüyorsunuz,
burçları hakkında özellikle?
Mr.G.: Hep kontrol ederim ve
ona uygun hareket ederim.
Hep kullandığım bir kitap var
ve cinsiyetlere göre de burç
farklılıklarını anlatıyor. Eğer bana
sınıfta zorluk çıkaran bir öğrenci
olursa, onun burcunu kontrol edip
ona göre davranırım. Böylelikle
neden o şekilde davrandığına
bir anlam verebilirim. Kadın ve
erkekler arasında o kadar farklılık
var ki! Mesela hep müdürleri
kontrol ederim. Bay Jones terazi
mesela! Çok akıllıdırlar.
K: Çalışma arkadaşlarınız da
kontrol ediyor musunuz?
Mr.G.: Tabii ki. Mesela Mr. Laria
Akrep.
K: Bu sizi nasıl etkiliyor?
Mr.G.: Çok iyi anlaşıyoruz. İkimizde
su grubuna ait olduğumuz
için uyumluyuz. Fakat onlar
çoğunlukla burçlara inanmıyorlar.
K: Sizi özellikleriyle etkileyen
insanlar oldu mu, hiç bu insan
kesin bu burçtan olmalı dediğiniz
oldu mu?
Mr.G.: Evet. Geçen sene bir
öğrencimle sınıfta sorun
yaşıyorduk çünkü çok
çalışmıyordu ve aramızda bir
öğretmen-öğrenci çatışması
olmuştu. Ona sinirleniyordum ve
birbirimize bağıracak noktaya
gelmiştik. Sonra birden benimle
konuşmamaya başladı. Sınıfta
suratıma bakmazdı, hiçbir şey
demezdi, bütün ders önüne
bakardı. O da bir Boğa’ydı. Ben
Damla
Cinoğlu
Derin
Arduman
Özu
Rişvanoğlu
de gidip kendi kitabımdan
Boğa Çocuğu kısmına baktım.
Öğrendim ki onlara bağırmak;
onları itmek, sıkıştırmak hiçbir
zaman işe yaramayacak şeyler.
Yapılması gereken şey gidip
onlara kol atmak ve biraz şefkat
göstermek. Benimle konuşmayan
öğrenciye bir gün gittim ve
hiçbir şey demeden kol attım.
Her şey çözülüverdi. Böyle
olması çok iyi oldu çünkü ona
“Küçük bir kız gibi davranmayı
bırak artık!” gibi şeyler demeyi
düşünüyordum. Onunla dalga
geçmeyi düşünüyordum. İyi ki
yapmamışım, hiç işe yaramazmış.
Tüm ilişkimizi bitirirmiş. Burçlar
benim için özellikle öğrencilerle
hayat kurtarıcı oluyor.
K: Ya kadınlarla?
Mr.G.: Yengeç burcu bir kız
arkadaşım olmuştu. Ben de
yengecim. Bu burcun kadınlarının
hepsi delidir. Ruhsal durumları
çabuk değişir. Yengeç ay
tarafından yönetilir. Ayın
değişkenliği gibidirler. Benim kız
http://ilgiliforum.com/resim/2008/08/30/28434_hangi_burc_hangi_gun_dogmus.gif
ARALIK 2014
Köprü
10
HABERLER
arkadaşım da… deliydi. Bir kere
de yay burcu bir kadınla bir ilişkim
olmuştu… Yay burçlarına hiçbir
zaman çok yaklaşmayın, bütün
astroloji kitaplarının söylediği de
budur.
K: O zaman hangi burç iyidir?
Mr.G.: Benim için Oğlak.
K: Peki sizin burcunuzun pozitif ve
negatif özellikleri nedir size göre?
Mr.G.: Pozitif… Dünyadaki
herkesten daha çok sırrımız vardır
ve kimseye de söylemeyiz. Ama
herkes gelip bize sırlarını anlatır.
Biz her zaman herkesin sırlarını
öğreniveririz ama kimse bizimkileri
bilmez. Bu bana çok olur mesela,
tanımadığım insanlar bile bazen
gelip bana içlerini açarlar, bütün
problemlerini anlatırlar ben de
dinlerim. Sonra, çok sezgiselizdir.
Mesela, sınıfta bir şey söylerim ve
genelde doğru şeyi doğru anda
söylemişim gibi hissederim. Sadece
şanstır, söyleyiveririm ama hep
işe yarayan sınıftaki akışı güzel
etkileyen şeyler olurlar. Negatifse;
çok endişeleniriz ve bu genelde
ilerlememizin önüne geçer. Çünkü
sürekli endişeleniriz ve önümüzü
kapatırız. Bir de sahiplenici bir
yanımız vardır. Benim olan her
şeyin düzenli, tertipli bir şekilde
önümde olmasını isterim.
K: Yeni bir sınıfa ilk defa
girdiğinizde ne yaparsınız?
Mr.G.: Ne yapacağım hakkında
çok fazla düşünmem. Burçlar
her zaman başlamak için iyi
bir konudur, ilgi çeker. Aradaki
buzların erimesini sağlar. Böyle
durumlarda bir şeyler yapmak
lazım. Utangaç olmak bir işe
yaramaz. Bir yorum yaparım ve
aradaki buzlar erir.
K: Benim de bir arkadaşımın
burcunu tahmin etmiştiniz.
Mr.G.: Evet, evet. Bence sen bir
Akrep’sin.
K: Hayır. Ben bir Kova’yım. Neden
Akrep dediniz?
Mr.G.: Bakışlarından çıkarmıştım.
Akrep’ler insanlara gözlerini
dikerler.
K: Yeniden geleceğinize
dönelim. İzlanda’da ne yapmak
istiyorsunuz? Neden oraya
gidiyorsunuz? Türkiye’den
sıkıldınız mı?
Mr.G.: Çünkü orası çok güzel, çok
temiz ve çok ilginç.
K: Her burcun bir dakikalık bir
özetini verir misiniz?
Mr.G.: Tamam. Koç’la başlayalım.
Ateş grubundan. Ben bir
Yengeç’im, su grubundan. Ama
biz çok iyi anlaşırız. Koç’lar sadece
kendilerini düşünürler. Onlarla
olmak kolaydır çünkü onların
sizi düşünmediğini bilirsiniz.
Onlarlayken rahatlayabilirsiniz.
Aslan’lar ateş grubundanlar.
Onlarla anlaşmak kolaydır.
Büyük egoları vardır. Onlara iyi
davranırsanız ve onlara koca
bir kedi muamelesi yaparsanız
“Prrrr, prrrr” yapmalarını
sağlayabilirsiniz. Bunu severler.
Yay’lar zorlardır çünkü ne
düşündüklerini bilemezsiniz.
Akılları sürekli farklı bir yöne
gider. Size şaşırtan şeyler
söyleyebilirler. Zor bir burçtur.
En büyük oğlum bir Yay. Boğa,
Damla gibi kızlar… Dikkatli
olmalısın çünkü çok iyilerdir, çok
tatlılardır. Ancak sakın onlara
ters bir harekette bulunmayın.
Bu benim mottomdur. Buna
inanırım, hem de çok. Onları
asla sinirlendirmeyin. Başak’lar
değişkenlerdir. Bir zamanlar
Başak burcu bir kız arkadaşım
vardı. Omurgası sanki paslanmaz
çelikten yapılmıştı. Bu demektir
ki yumuşak görünüşlerinin
altında çok güçlü ve serttirler.
Ancak üzgün bir burç. Başak
burcu olanlarda hep üzücü bir
yan vardır. Oğlak benim ev
sevdiğimdir. En küçük oğlum bir
Oğlak. Yengeç’in tam tersidir.
Çok güçlü ve kararlılardır, dağın
tepesine ulaşan keçilerdir onlar.
Çocukken bile yaşlı oldukları
söylenir. Bu benim oğluma çok
uyuyor. İkizler... İkizler hakkında
pek bir şey bilmiyorum. Karım
Hepimizin heyecanla
beklediği ve camların üzerine
yapıştırılan kâğıtların
yırtıkları arasından baktığımız
kütüphanemiz yakın zamanda
yeniden açılacak. Kavuşma günü
yaklaştıkça insanların kafasındaki
sorular da artıyor. Kütüphanenin
yeni görüntüsü nasıl olacak?
Kitaplar nasıl yerleştirilecek,
oturma yerleşimi nasıl yapılacak?
Eskisinden daha mı güzel olacak?
Müze eskisi gibi mi kalacak
yoksa farklı bir müze mi bizleri
bekliyor? Daha bir sürü soru
hepimizin aklında ve yanıtlanmayı
bekliyor. Elbette bu soruların
cevabını kütüphane açılana
kadar veremeyiz ama bu konuda
tahminler yürütebiliriz.
Bizler, Robert Kolej
öğrencilerine kütüphane
hakkındaki düşüncelerini,
kütüphaneden beklentilerini ve
kütüphanenin kapalı olmasını
onların nasıl etkilediğini
sorduk. Düşüncelerini paylaşan
arkadaşalrımızdan Nazlı Yurdakul,
hava karardığında kütüphanenin
ışıklarının yakıldığını ve
camlardan yansıyan 150.Yıl
bayraklarının görüntüsünü
çok etkileyici bulduğunu
söyledi. Bu görüntünün çok
görkemli olduğunu ve onu
heyecanlandırdığını bizlerle
paylaştı. L12 öğrencisi olan Atakan
Baltacı da kütüphanenin açılması
için heyecanlananlar arasında.
Kütüphanenin yokluğunu çok
fazla hissettiğini ve önceki
yıllarda alıştığı gibi kütüphaneye
gidemeyince kendini boşlukta
hissettiğini belirtti. L11 öğrencisi
Ece Toprak da kütüphane
görevlilerinin heyecanından
çok etkilendiğini anlattı, onların
heyecanınının kendisini de
heyecanlandırdığını söyledi.
Bazı öğrencilerse
kütüphanenin eski tarihi havasını
yitirip yitirmeyeceğini merak
ediyor. Aslında okul başladığında
açılması planlanan ama ancak
Aralık ayında açılacak olan
kütüphanemizde gördüğümüz ilk
gelişme kapıların camlı olması.
Geçen sene yapılan oylamanın
sonucu olarak yerin gri halıyla
döşendiğini görebiliyoruz ve
tabii ki siyah sütunları. Akıllarda
kalan soru ise yeni gelen eşyaların
kütüphaneyi eskisinden ne
kadar farklı hale getireceği.
L11 öğrencisi Sercan Sürgün,
kütüphanenin eski atmosferini
yakalayamayacağını düşünüyor.
Ona göre kütüphanenin
eski KADAR sessiz bir yer
Tarihi mi Yoksa Yeni Kütüphane mi?
Köprü
Aralık 2014
bir İkizler. Ama bir İkizler’e
benzemiyor. İkizler’in bir şey
olmasını beklerim ve o öyle değil.
Yani ben İkizler’i bilmiyorum.
Onları hiç anlamıyorum. Bunu
söylemeliyim. Terazi’ler çok,
çok zeki ve entellektüellerdir.
Mr. Jones ve Mr. Christensen
birer Terazi. Genelde dengesiz
oldukları söylenir ama bundan
ben pek emin değilim. Terazi’leri
hiç anlayamıyorum. Onlar hava
grubundan ve ben (su grubundan
olarak) onların en iyi arkadaşım
olacağını söyleyemem. Kova
su grubundandır. Pardon,
hava. Hava demek istedim. Su
taşıyıcısının burcu olmasına
rağmen... Kova’ları da pek
anlayamamışımdır. Her şeyin
başında olmak zorundalardır.
Yengeç’ler çok yumuşaklardır
aslında. Mrs. Halıcıoğlu ve Ms.
Kelly... O sağlam duruşlarını
görürsünüz ama içlerinden
yumuşacıklardır. Akrep’ler tuhaf
insanlardır. Burçlara inanmazlar.
Mr. Hayes, Mr. Laraia ve Mr. Rau
Akrep burcundanlar. Burçlara
şüpheyle yaklaşırlar. Balık, iki
balıktan oluşur. Su grubu...
Onlarla hep çok iyi anlaşırım.
Balık kadınlarının gerçek kadınlar
olduğunu söylerler. Annem bir
Balık’tı. Onlarla birlikte olmak
kolaydır.
Lal Tüzman
Alara Gebeş
olamayacakmış.Tayfun Gür ise
“Ünlü düşünür Herakleitos’a
katılıyorum, her şeyin özü
değişimdir.” diyor.
Bizler de ders
çalışabilmek için kütüphaneye
kavuşmaya can atıyoruz. Yeni
kütüphanemizin olumlu ya
da olumsuz yönleri ne olursa
olsun biz kütüphaneyi çok
merak ediyoruz ve o kattan her
geçişimizde gelişmeleri takip
ediyoruz. Şu an tek beklentimiz,
bir an evvel kütüphanemize
kavuşmak.
HABERLER
11
Robert Kolej Kütüphanesinin Geçmişi ve Geleceği
Robert Kolej kurulduğu ilk
günden bu yana her zaman
kütüphanesiyle bir olmuş,
eğitimde kitaba erişimin öneminin
en iyi şekilde vurgulandığı bir
mekân olma özelliğini korumuştur.
Bu sebepten dolayı da tarih
boyunca Robert Kolej’in geçirdiği
değişimler ve içinden geçtiği
süreçlerden kütüphane doğrudan
etkilenmiştir.
Robert Kolej 1863 yılında dört
öğrenci ve beş öğretmenle
Bebek’teki geçici yerinde Dr. Cyrus
Hamlin tarafından kurulduğunda,
Harvard Üniversitesi’nin bağışı
olan 200 kitapla kütüphanenin
ilk temelleri atılmıştı.
Okulun açılmasından bir süre
geçtikten sonra kütüphaneye
ayırılan yaklaşık $2.000’lık bir
bütçe sayesinde genişletilen
koleksiyondaki kitap sayısı,
okul 1871 yılında şimdiki yerine
taşındığında 5.000’e ulaşmıştı
fakat henüz okulda kütüphane
olarak kullanıma ayrılmış bir yer
yoktu, kitaplar değişik odalarda
dağınık bir şekilde duruyordu.
Robert Kolej tarihinde ilk defa
okuldaki tüm kitapları bir araya
toplayan ve onları kataloglara
kaydeden ilk kütüphaneci
kolejin 1897 mezunu ve 55 yıllık
kütüphanecisi Kaspar Tüygil’dir.
Göreve geldiği zaman sayısı birkaç
bin olan kitap sayısı 1952 yılına
kadar 40.000’e ulaşmış, Boğaziçi
Üniversitesi’nin kurulmasıyla da
100.000’i geçmiştir.
Yine 1863 yılında, Kolej’in
kurulmasından birkaç ay sonra
Amerikan Kız Koleji açıldı. Okulun
kurucularından olan Caroline
Borden, kendi kitapları da dahil
olmak üzere tüm mal varlığını
okula bağışlamıştır. Amerikan
Kız Koleji, 1876 yılında Üsküdar’a
taşınana kadar yaklaşık 300 kitaba
sahipti. Müdireliği devralan Mary
Mills Patrick anılarında
okuldaki kitap sayısının büyük
bir hızla katlanarak arttığını
ifade eder. 1914 yılında Kız Koleji
Arnavutköy’deki bugünkü yerine
taşındığında eğitime dört ana
binayla başlamıştı ve o yıllarda
kütüphane okulun ana binası
olan Gould Hall’un içinde yer
almaktaydı. Eğitimin orta ve lise
şeklinde ayrıldığı dönemlerde
okuldaki kütüphaneler de ayrıydı.
Orta kütüphanesi 1925 yılında
Bingham Hall’da kurulmuştu.
Okula 1961 yılında yapılan bir
bağışla genişletilme çalışmaları
yapıldı ve kütüphane iki kata
yayıldı.
Erkek Koleji’nde ise öğrencilerin
kullanımına sunulan ilk düzgün ve
kitapların kayıtlarının sistematik
bir şekilde tutulduğu kütüphane
1932 yılında kurulan Van Millingen
Kütüphanesi’dir. Kütüphaneye
adını veren Van Millingen uzun
yıllar okulda tarih dersleri vermiş
bir tarih profesörüydü.
1971 yılında Robert Kolej kızlı
erkekli eğitim vermeye başladı,
erkek öğrenciler Arnavutköy’deki
kampüse geldiler. 1992 yılında
orta öğretim kaldırılınca lise
kütüphanesi ve orta kütüphane
birleşti. Erkeklerin 1971 yılında
okula gelmesiyle de artan
kitaplar için daha geniş bir alana
ihtiyaç duyulmasıyla 1960’larda
tiyatro salonu, 1970’lerde ise
spor salonu olarak kullanılan
alan kütüphaneye dönüştürüldü.
Kütüphanenin güncel mekânı
burasıdır.
Yıllar içinde teknolojinin
ilerlemesiyle kitapların kaydının
alınması ve ödünç verilmesinde
kullanılan sistemler de
değişmeye, daha çok teknolojiden
yararlanılmaya başlandı. İlk defa
1995 yılında kitapların elektronik
ortamda bir kaydı oluşturuldu
ve yaklaşık 40.000 kitap sisteme
girildi. Yine aynı
yıllarda eskiden başvurulan (elle
çekmecelerde kitap arama) kartlı
katalog yöntemine yavaş yavaş
veda edildi. (Okulun kütüphanesi
1995 yılından itibaren gerekse
kitapların ödünç veriliş yolu,
gerekse de görünüş bakımından
büyük bir değişim geçirmedi.)
Aynı yılda bir de sınıf eklenmesiyle
kütüphanede ders işleme dönemi
başladı.
Robert Kolej Kütüphanesi
barındırdığı kitapların yanı
sıra 1990’lı yıllarda geniş bir
plak koleksiyonuna da sahipti.
Teknolojinin gelişmesiyle yıllar
içinde plaklar yerlerini sırasıyla
VCD’lere ve DVD’lere bıraktı.
Şu anda da kütüphane içinde
geniş çaplı yenilenme devam
etmekte. Bu yenilenme
kütüphanenin 1995 yılından
itibaren geçirdiği en büyük
değişiklik olma özelliğini taşıyor.
Çağa ayak uydurmak amacı güden
bu proje öğrencilere daha fazla
çalışma, buluşma ve tartışma
alanı vermeyi amaçlamakta.
Kütüphane içinde yapılan yeni
düzenlemeyle kütüphanenin alt
katına sessiz konuşarak rahatça
grup çalışmalarının yapılabileceği
masalar yerleştirilecek. Masalara
yer açabilmek için de tüm raflar
duvarlara monte edilmiş durumda.
Özellikle de non-fiction ve Türkçe
yapıtların bulunduğu bölümdeki
tüm kitaplar, duvarlardaki raflara
yerleştirileceğinden öğrencilerin
çalışabileceği yerler iki katına
çıkarılmış olacak. Ders çalışmak
için masa ve sandalyelerin
yanı sıra rahat mobilyaları da
kullanabileceğiz.
Öğrencilere daha fazla çalışma
alanı yaratmak için yapılan en
büyük değişikliklerden bir tanesi
de eskiden kütüphanecilerin
ofisi olarak kullanılan bölümün
yeniden düzenlenerek geniş ve
daha rahat bir sınıf haline
Aslı Doğa
Munzur
getirilmiş olması. Kütüphane
çalışanları ise aynı yerlerinde,
giriş kapısının hemen yanında
bulunuyor olacaklar. Kütüphaneye
girdikten hemen sonra dikkati
çeken şeylerden birisi de süreli
yayınların kapının yakınına
yerleştirilmesi olacak.
Herkesin heyecanla beklediği
bir başka konu da kütüphane
balkonunun durumu. Kütüphane
açıldığında rahat koltuklarıyla
balkon öğrencilerin kullanımına
açılmış olacak.
Kütüphanedeki temel
değişikliklerden bir başkası da üst
katın tamamen sessiz çalışmaya
ayrılmış olması. Bu bölümde ders
çalışmak için sessiz bir yere ihtiyaç
duyan öğrenciler oldukça rahat
edebilirler. Sayısı artırılan masalar
sayesinde de kütüphanenin üst
katı daha fazla insana hizmet
verebilecek. Ayrıca iç duvarlara
monte edilen ses emici paneller
sayesinde de makul bir düzeyde
başkalarını rahatsız etmeden
konuşabilmek mümkün olacak.
Girişte göze çarpan bir başka
değişiklik de yerin yaklaşık
30 santim yükselmiş olması.
Kütüphanedeki her şey gibi
elektrik ve ısıtma sistemleri de
büyük değişimlerden geçti, yeri
değişen kablolar için de böyle bir
değişiklik yapılası uygun görüldü.
Her ne kadar kütüphanede çoğu
şey değişse de kütüphanenin
ana mimari yapısı değişmedi.
Bu yüzden hâlâ geçmişi andıran
özelliğini kaybetmiş değil.
Öğrencilerine sunduğu okuma,
düşünme ve araştırma olanakları
ile kütüphane Robert Kolej’in en
önemli merkezlerinden biri ve
yepyeni haliyle bizi karşılayacak.
Bu yazının hazırlanmasında
katkıda bulunan Şiir Türsan,
Nilüfer Göksan, Maura Kelly,
Atakan Aydın, Cara Keyman ve
Andrew Tingleff’a teşekkürler.
Kullanılan kaynaklar:
Robert Kolej’in Kızları, Hester Donaldson Jenkins, Çev.
Ayşe Aksu, Dergah Yayınları, Mayıs 2008.
Robert Kolj Uğrunda Bir Ömür, Cyrus Hamlin, Çev. Ayşe
Aksu, Dergah Yayınları, Kasım 2012.
Fotoğraf: Robert Kolej sitesi, kütüphane kategorisi
ARALIK 2014
Köprü
12
HABERLER
Boğaziçi’nin İncileri Yalılar ve Hikâyeleri
Alp Altınyurt
Robert Kolej’e Arnavutköy kapısından gelenlerin her gün yanından geçtiği, İstanbul Boğazı’nı seyredenlerin gözlerini kamaştıran, yüzyıllar önce
deniz kıyısına inşa edilmiş iki veya üç katlı yapılardır yalılar. Osmanlı döneminin saray erkânından önemli kişiler için yapılmış, yeri geldiğinde daha
önemli kişilere tahsis edilmiş, dönemin ihtişamını ve sahiplerinin mevkiini simgelemişlerdir. Osmanlı döneminde yapılan yalılardan günümüze
yaklaşık 360 yapı ulaşmıştır. Bu yapılar çoğunlukla Avrupa kıyısındaki Arnavutköy, Bebek, Emirgan, Ortaköy, Yeniköy semtleri ile Anadolu yakasında
Kuzguncuk, Kandilli, Vaniköy ve Kanlıca semtlerinde sıralanırlar. Birçok yalı bazen bir siyasi nedenden dolayı veya dönemin önemli kişileri
tarafından yapılan baskılar sonucu, bazen yaşanan maddi zorluklardan dolayı asıl sahipleri ve selefleri tarafından el değiştirmiştir. Osmanlı’nın
çöküş döneminde yapılan bu yapıların dönemin kendisi gibi kendine özgü hikâyeleri vardır. İşte bunlardan bazıları;
Esma Sultan Yalısı
Ortaköy Camii’nden birkaç metre uzaklıkta bulunan, dışarıdan bakıldığında harabe ve içine girilemeyecek
kadar kötü durumda olduğu izlenimini veren, fakat içerisi çelik konstrüksiyon ve camla kaplanmış yalıdır.
İsmini I. Abdülhamid’in kızı Esma Sultan’dan alır. Dönemin zorluklarında yaptırılan bu yalı Esma Sultan’a
tahsis edildiğinde sultan daha 10 yaşındadır. Yalı ilk önce okul, sonra 1975’e kadar kömür deposu olarak
kullanıldı. Böyle güzel bir yalıyı kömür deposu olarak kullanmanın cezası 1975’te depoda çıkan ve bütün
yalıyı etkisi altına alan yangınla ödendi. Yalı onlarca yıl harabe olarak kaldıktan sonra bir otel tarafından
satın alınarak toplantı ve organizasyonlar için onarılmıştır. Televizyonlarda da Esma Sultan Yalısı’nı görmek
mümkündür. Güneri Civaoğlu’nun sunduğu Şeffaf Oda programında mekân olarak seçilmiştir.
haber.mynet.com
esmasultan.themarmarahotels.com
Yılanlı Yalı
Bebek’e yolu düşenlerin en az bir kere gözünün takıldığı, ahşap bir yapının altındaki beton
yapıya anlam verilemeyen ve isminden de anlaşılacağı gibi ilginç bir yapıdır. İsminin hikayesi
II. Mahmud’un yalıyı istemesine dayanır. Rivayete göre II. Mahmud dönemin hariciye (dışişleri)
nazırının yalısını pek beğenmiş ve ortak tanıdıkları Said Efendi’ye bildirmiştir. Said Efendi de
arkadaşının yalısını korumak için yalının yılanlı olduğunu uydurmuştur. Tarihte ünvan olarak
kıdemli kişilerin II. Mahmud gibi yalıları sahiplerinden istediği görülür. Kıdemli bir devlet adamının
isteğinin geri çevrilmesi Osmanlı Devleti’nin geleneklerince yanlış olduğundan birçok zaman bu
istekler kabul edilmiştir. Yalı 1964’te çıkan bir yangında yanmış, 1980’lerde ahşap kısmı restore
edilse de bir kısmı beton ve taşla yeniden inşa edilmiştir.
Yeniköy ve Arnavutköy Yalıları
İsimlerden bu yalıların iki tane olduğunu düşünülse de bu yalılar bir mimari geleneği temsil
etmektedir. Okulumuza gelirken Arnavutköy sahilinde birbirine yapışık ince ve uzun yapılar
görmüşsünüzdür. Bu yapıların genel ismi Arnavutköy yalıları olup, dönemin gayrimüslim şahısları
tarafından yaptırılmış yapılardır. Mimarilerine göre müslümanların yalıları gibi bahçesi olmayıp
birbirine bitişik ve uzundurlar. Aynı mimari Yeniköy’de ve Sarıyer’in kuzeyindeki yerleşim yerlerinde
bulunan eski yalılarda da görülür. Arnavutköy’deki yalıların Yeniköy’dekilerden farklı olarak
önlerinden sahilyolu geçmektedir.
tr.wikipedia.org
Köprü
Aralık 2014
HABERLER
13
Boğaziçi’nin İncileri Yalılar ve Hikâyeleri
Afif Ahmed Paşa Yalısı
Yalı, diğer yalılardan farklı bir tarihe sahiptir. Agatha Christie’nin İstanbul’a geldiğinde Pera Palas’ta
kaldığı bilinir fakat bu yalıda da misafir edilmiştir. “Orient Ekspresi’nde Cinayet” romanına burada
devam etmiştir. Sahibi de o dönemlerde Pera Palas’ın sahibi olan Misbah Muhayyeş’tir. Sadece bu
özelliği ile değil sinemadaki rolü ile de tanınır. Müjde Ar’ın Bihter karakterini canlandırdığı Aşk-ı
Memnu’nun ilk sinemaya uyarlandığı film bu yalıda çekilmiştir.
turkishclass.com
Yedi-Sekiz Hasan Paşa Yalısı
Asaf Paşa Yalısı olarak da bilinir, fakat ismini sahibi Hasan Paşa’nın imzasından alır. Hasan Paşa Muhafız
Alayı’nda iken dönemin padişahının bulunduğu gemiyi batmaktan kurtarınca teğmenliğe, sonra Çırağan
baskınında padişahı öldürecek olan Ali Suavi’nin kafasına odunla vurarak bir kez daha padişahı kurtararak
mareşal(müşir) olur. Okuma-yazma bilmediğinden onu Hasan isminin yedi ve sekiz harflerinin bir araya
gelerek yazıldığına inandırırlar ve imzasını öyle atar. Okuması olmasa da devlete böyle hizmet eden ve
padişaha saygınlığı ile bilinen Hasan Paşa’nın sahip olduğu Beşiktaş’ta bulunan bir fırın da vardır. Bu yüzden
hem Hasan Paşa hem de mülkleri bu sıfatla anılır.
kulturistanbul.blogspot.com
haber.mynet.com
Tophane Müşiri Zeki Paşa Yalısı
Yalının mimarı Pera Palas, Heybeliada’daki Marmara Tıp Fakültesi binası, yakın bir zaman önce
yıkılan Emek sineması, zamanın Osmanlı yabancı borçlarının kaydedildiği komiserlik olan Düyun-u
Umumiye’si şimdi İstanbul Erkek Lisesi olan binaları da tasarlayan Alexandre Vallaury’dir. Liseleri
gezerken İstanbul Lisesi’ne uğrayanlar iki bina arasındaki benzerlikleri karşılaştırabilirler. Yalı üç
kat olsa dahi görünürde en az dört katlı bir bina yüksekliğindedir. Bugün Fatih Sultan Mehmet
Köprüsü’nün altında yer alan ve yalıdan çok şatoya benzeyen bu yapıda aksilikler hiç bitmemiştir. Tophane Müşiri (topçu sınıfı mareşali) Zeki Paşa tarafından yaptırılmış, Paşa’nın parası yetmeyince bizzat
Paşa II. Abdülhamid’den para istemiştir. II. Abdülhamid’in güvendiği paşalardan biri olduğu için isteği
gerçekleştirilmiş ve uygun miktarda para verilmiştir. Zeki Paşa yalı bitince görevinden alınmış, damadı
Ali Bey fikirlerinden dolayı İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerince linç edilmiştir. Yalının diğer sahibesi
Padişah I. Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan İstanbul’un işgal edilişinden sonra Fransa’ya gitmiş, sürgün
ilan edilince bir daha ülkesine geri dönememiştir. Sabiha Sultan’ın ayrılışından sonra yalı Zeki Paşa’nın
ailesine kaldı. Şu anda Zeki Paşa’nın yalısında hak sahibi olan aile üyeleri yalıyı 120 milyon dolar ile
satmayı düşünmektedir. Amerikan veya İngiliz menşeili bir otel zincirinin yalıyı almak için anlaşmayı
sağladıkları ve gerekli kanun maddesini bekledikleri söylenmektedir.
ARALIK 2014
Köprü
HABERLER
14
Mr. Rose ile Röportaj
Bu yıl İngilizce bölümüne birçok
yeni öğretmen katıldı. Mathew
Rose ise bu öğretmenlerden biri.
İstisnasız her ders Mr. Rose’un
her konudaki derin bilgilerine,
merakına ve analizlerine hayran
kalıyoruz. Bize önemsiz gelen
herhangi bir detay aslında çok
önemli bir şey olabiliyor ve Mr.
Rose bunu bize gösteriyor. Onu
daha iyi tanımak için, aklımızdaki
soruları sorarak onu okulla da
tanıştırmak istedik. Ona siz de
hayran kalacaksınız.
Köprü: Türkiye’ye yolculuğunuz
nasıl başladı? Eşinizden ve yeni
doğan çocuklarınızdan uzak
kalmak zor değil mi?
Mathew Rose:Türkiye’ye
yolculuğum eski bir öğrencimin
anne babasıyla başladı. Onlar
Almanya’da öğretmenlik
yapmışlardı ve öğretmenlik
yapmak için İstanbul’a taşınan
arkadaşları vardı. Arkadaşlarıyla
iletişim kurduk ve onlar da bizi
Türkiye’deki okullara bakmak
için özendirdiler. Robert Kolej’i
bulduğum zaman buradaki öğrenci
sayısı ve birlikte çalışacağım
öğretim üyeleri okulla aramda
doğal bir uyum oluşmasını sağladı.
Bu değişikliğin zor kısmı yeni
doğan ikizlerimizin beklenmedik
erken doğumu oldu. Onları
doğdukları gün gördüm, fakat o
zamandan beri sadece Skype’tan
iletişim kurabiliyoruz. Uzakta
kalmayı dayanılabilir kılan tek şey
ikizlerin eskiden büyükannelerinin
çalıştığı hastanedeki kuvözde e
kstra ve özel bakıma tabi
tutulduklarını bilmek.
K:Üniversitede ne okudunuz,
nerede okudunuz?
MR:Vanderbilt’te dört yıl İngiliz
Edebiyatı okudum. Sonra iki
sene daha okumak için Virginia
Üniversitesi’ne gittim. Fakat
bundan sonra, öğretmenlik
yapmak üzere ayrılmadan önce,
Virginia Üniversitesi’nde bir süre
daha kalarak Din ve Edebiyat
üzerine bir doktora programında
çalıştım.
K:Kaç dil biliyorsunuz? Anladığımız
kadarıyla birden fazla dili iyi
konuşabiliyorsunuz.
MR:Almancayı İngilizce kadar iyi
konuşurum. Fransızca ve İtalyanca
da konuşabilirim ama iki dili de
seviye aksanlarda konuşurum.
Bu dillerde daha çok bir okuyucu
olduğumu söyleyebilirim. Latince
de öğrenmiştim ve onu da bir
okuma dili olarak kullanırım.
Türkçe öğrenmeyi planlıyorum,
ama henüz gerçekleşmedi.
Türkiye’yi özel olarak seçmiştik
çünkü Türkçe’yi aile dil
birikimimize eklemek istedik.
K:Robert Kolej’den önce nerelerde
öğretmenlik yaptınız?
MR:Virginia Üniversitesi’nde
bazı serbest dersler verdim
ve daha sonra Fishburne’de,
Charlottesville’in hemen dışında
olan özel bir lisede öğretmenlik
yaptım. Ögrencilere okul
kampüsünde iki tane üniversite
dersi verdim ve aynı zamanda
onuncu ve onbirinci sınıflara
öğretmenlik yaptım.
K: Sizin her konudaki
bilginiz karşısında derslerde
büyüleniyoruz. Bu konu bilim
Köprü
de olabiliyor, tarih de, edebiyat
da. Geçenlerde ise okuldaki bir
matematik yarışmasında ödül
aldığınıza göre matematikle de
ilgilisiniz. Bu kadar çok şeyi nasıl
öğrenebildiniz?
MR: Ben iyileştirilemez derecede
meraklıyım. Doğduğumdan
beri her şey hakkında her şeyi
bilme gibi naçiz bir gayeye
sahibim. Bunun açık bir
sekilde imkansiz olması, buna
girişimde bulunmamın keyfini
çıkaramayacağım anlamına da
gelmiyor. Bir ögretmen olarak
en değer verdigim şey Robert
Kolej’deki gibi eşit derecede
farklı öğrencilerle çalışabilmek.
Yeteneği olan herhangi bir kişi
odaklanarak belli bir alanda
uzmanlaşabilir. En büyüleyici
bulduğum şey ise burada, Robert
Kolej’de, şiire gerçekten ilgi duyan
fakat üniversitede tıp okumayı
planlayan ve ayrıca orkestrada
çalan öğrencilerle tanışabilecek
olmanız. Bu tip öğrencilere karşı
özel bir sempatim var çünkü
benim ilgi alanlarım da çok geniş.
Fizik uzmanı olan, akşamları
tarih kitapları okuyan ve müzikle
ilgilenen bir babayla büyüdüm.
Bu sebeple İngilizce öğretirken
matematiğe ve bilime ilgi
duymam bana mantıklı geliyor.
Dürüst olmak gerekirse merak
benim doğamda var. Ayrıca, bir
öğretmen olarak öğrettiğim
şeylerle başka konular arasında
bağlantı kurmayı seviyorum çünkü
bu öğrettiğim şeyin bahsettiğim
tüm konularda kalıcı olmasını
sağlıyor.
K:Ders dışında nelere ilgi
duyarsınız?
MR:Başlıca ilgi alanlarımı
doğada yürüyüş, bisiklet sürmek
ve kürek çekmek oluşturuyor.
Yemek yapmayı da severim. Yalan
söylemeyeceğim, Türkiye’deki
yemekler en çok heyecan
duyduğum şeyler arasındaydı.
K:Öğrenciyken hangi kulüplere
veya takımlara katıldınız?
MR:Lisedeyken tenis ve golf
oynadım ve üniversitedeyken
kürek çektim.
Aralık 2014
Ali Yağız
Ayla
Ece
Kantemir
K:Öğretmen olmaya ne zaman ve
nasıl karar verdiniz?
MR:Öğretmen olmaya İngilizce
üzerine yüksek lisans yaparken
karar verdim. İngilizce Bölümü
yüksek lisans öğrencilerine
bir birikimleri olsun diye
öğretmenlik görevleri veriyordu.
Bununla birlikte, bir edebi
eser hakkında bir araştırma
yayınlayacağıma aynı eseri sınıfın
önünde anlatmaktan daha çok
keyif alacağımı çok çabuk fark
ettim. Hemen hemen her gün
öğrencilerimden öğrendiğim
şeyler tartıştığımız kitaplara olan
bakış açımı genişletmeme yardım
ediyordu. Buna bayılıyordum.
K:Robert Kolej öğrencileriyle ilgili
şu ana kadarki izlenimleriniz
nelerdir?
MR:Dünyadaki en ilginç ve
yetenekli insanların bazıları
burada bir binada toplanmışlar.
Hangi öğrencinin sizi önemli
olmadığını düşündükleri ve
saklanmış yetenekleriyle
ne zaman şaşırtabileceğini
bilmediğiniz gerçeğini seviyorum.
K:Eğer Robert Kolej’de öğrenci
olsaydınız hangi dersleri alırdınız?
MR:Dürüst olmak gerekirse ilgi
alanlarım doğuştan çok geniş
olduğu için her şeyi almak
isterdim ve zaman kısıtlı olduğu
için hayal kırıklığına uğrardım.
Robert Kolej öğrencilerinin
bu kadar çeşit arasından ders
seçebilmelerine hayran kaldım.
Mr. Rose’a bizimle röportaj
yapmayı kabul ettiği için çok
teşekkür ederiz. Onun Robert
Kolej’e ve öğrencilerine ileride ne
kadar çok şey katabileceğinden hiç
şüphemiz yok. Kendisine Türkiye
ve Robert hayatında başarılar
dileriz.
HABERLER
15
Bir Caddenin Hikâyesi
İstiklâl Caddesi’nden her gün
yaklaşık 400 bin kişi geçiyor.
Eminim herkes, bir kez olsun bu
işlek caddenin daracık yollarında
yürümüş, yaklaşan tramvayın
sesini duymuş, etrafındaki
insanların koşuşturması karşısında
hayrete düşmüştür. Ancak
birçoğumuz, bu koşuşturma
içinde kafamızı yoldan kaldırıp
çevremizdekilere dikkat etmiyor,
gördüğümüz yapıtların geçmişini
düşünmüyoruz. Aslında bu cadde,
içinde binbir türlü tarihi eseri
ve insanı barındıran ve aynı
zamanda daha farklı amaçlara
da hizmet edebilen İstanbul’un
en metropolitan yerlerinden
biridir. Biz de tarih kulübü olarak,
tarihe tanıklık etmiş bu caddeye
Önder Kaya ile birlikte bir gezi
düzenledik.
Öncelikle meydandaki Atatürk
heykelinden başlayan gezimize
küçük bir yemek molası vermek
için İstiklâl’ın arka sokaklarından
birinde menemeniyle ünlü Lades
isimli lokantada durduk. Burası
salaş ve caddedeki çoğu mekan
gibi özünü korumayı amaçlayan bir
muhallebiciydi aslında. Hepimiz
sahanda servis edilen meşhur
menemenlerini denedik ve
oldukça lezzetli bulduk. Karnımızı
doyurduktan sonra buradan
ayrılıp gezimize kaldığımız yerden
devam ettik. Sonraki durağımız
yine bir yemek mekanı oldu.
Bu sefer, 1888’den beri, yani
Osmanlı İmparatorluğu’nun son
yıllarından günümüze dek hizmet
vermiş Hacı Abdullah Lokantası’na
girdik. İçeride göze ilk çarpan
detay büyük, cam, onlarca
yıllık kavanozlar ve içlerindeki
rengarenk turşular oldu. Ardından
ise orada yemek yemiş her
milletten ve yaştan ünlü insanların
isimleri dikkatimizi çekti. Anne
ve babalarımızdan dinlediğimiz
bu asırlık mekandaki yemeklerin
tadına bakamasak da orada
bulunmak bile bize bir tarihin içine
daldığımızı hissetirmeye yetti.
Yemeklerden uzak ilk durağımız
Hüseyin Ağa Camii’ydi. Bu
camii, 1596 yılında Hüseyin
Ağa tarafından yaptırılmıştı
ve günümüze dek birçok kez
onarımdan geçirilmişti. 1834
yılında Sultan II. Mahmud’un
isteği üzerine camii ve 1938
yılında bazı vakıfların işbirliği ile
caminin duvarları onarılmıştır.
Caminin içine girememiş olsak
da tek minareli ve şadırvanlı
bir cami olduğunu görebildik.
Caminin şadırvanı, Mimar Sinan’ın
bir eseridir; ancak bu cami
için yapılmamıştır, Sinan Paşa
Camii’nden buraya taşınmıştır.
Gölcük Depremi ve Demirören
Holding’in Hüseyin Ağa Camii’nin
temeline verdiği zarardan
ötürü 2011 yılında restorasyona
alınmıştır. Restorasyona büyük
meblağlar harcanmasına rağmen
caminin orijinal mimarisinde yer
almayan birçok yenilik yapıldığı
için maalesef bu tarihi eser
de tarihinden büyük bir parça
kaybetmiştir.
meydanın çağdaşlaştırılmasında
önemli bir aşama olmuştur.
Taksim’in alıştığımız “meydan”
karakterini kazanması ise İtalyan
heykeltraş Pietro Canonica’nın
yaptığı, 1928’de açılan Cumhuriyet
Anıtı’yla olmuştur. Sergide bu
anıtın açılışına katılan binlerce
insanın, anıtın üstündeki yıldız
desenli örtünün kaldırılışını
beklerken çekilmiş fotoğrafları
mevcut. Zamanında İstanbul’a
yapılması planlanan büyük park
için iki yer önerilmiş, biri Tarihi
Yarımada’da diğeri ise TaksimMaçka arasındaki otuz hektarlık
alanmış. Zamanın İstanbul Valisi
Lütfü Kırdar, 1943 yılında parkı
açmış. Bu parka İsmet İnönü’nün
heykelinin dikilmesi planlanmış
ve hatta heykel yapılmış; ancak
hiçbir zaman bu parktaki yerini
alamamış. Sebeplerinden biri
de parkın yüksek konumu
yüzünden, İsmet Paşa’nın
heykelinin meydanda bulunan
Bu kez de caddenin tarihini
Atatürk heykeline tepeden
öğrenmek için Pera Müzesi’nin
bakacak olmasıymış. Uzun süre
yanındaki Suna ve İnan Kıraç
depoda bekletilen heykel, daha
Vakfı İstanbul Araştırmaları
sonra Maçka’daki Taşlık Parkı’na
Enstitüsü’nün yolunu tuttuk.
dikilmiş. Eğer daha sonraları farklı
Robert Kolej’in 150. yılı için
nedenlerle park için ayrılan arazi
düzenlenen serginin de
satılmasaymış, bugün taksimin
gerçekleştiği mekanda, “Taksim:
her yerinden Boğaz rahatça
İstanbul’un Kalbi” isimli sergiyi
görebiliyor durumda olabilirmiş.
ziyaret ettik. Burada, Taksim
Yapımına 1949’da başlanan
Meydanı’nın 19. yüzyıl’dan
Atatürk Kültür Merkezi’nin 1969’da
1960’a uzanan süreçte geçirdiği
tamamlanmasıyla bugünkü
değişim ve dönüşümleri yansıtan
kimliğine kavuşan Taksim
fotoğraflar, planlar ve haritalar
Meydanı; hâlâ milli bayramların
görmek mümkündü.
kutlandığı, insanların görüş ve
17. ve 18. yüzyıllarda, mezarlıkları, fikirlerini ifade ettiği, İstanbul’un
gezinti yerleri, kahvehaneleri ve
en önemli toplumsal ve kültürel
su dağıtım merkezi ile tanınan,
merkezlerinden biri olmayı
adını çeşitli semtlere su “taksim”
sürdürüyor.
etmesinden alan Taksim bölgesi,
19. yüzyıl başında III. Selim’in
Bir sonraki durağımız ise 1914
yaptırdığı Topçu Kışlası’yla askeri
yılında “Pera Kulübü” adı altında
bir işlev de kazanmış, yeni rejimin kurulan, günümüzde Beyoğluspor
hızla inşa edildiği 20. yüzyılda ise
olarak bilinen kulübün ana
Cumhuriyet’in en kuvvetli temsil
binasıydı. Şu anda amatör
alanlarından birine dönüşmüştür. ligde mücadele eden bu takım
Osmanlı Devleti’nden sonra
aslında 1964 yılına kadar Süper
askeri işlevini yitiren, ortasındaki
Lig’deydi; ancak daha sonra
alanın Taksim Stadyumu adıyla
düşüşe geçti. Binaya girdiğimizde
spor müsabakalarına ayrılan
duvarlardaki eski fotoğraflar
kışlanın 1940’ta yıktırılarak yerini, bizi şaşırtmaya yetti; fakat kupa
“İnönü Gezisi”ne, şimdiki adıyla
odasını gördükten sonra hiçbirimiz
Taksim Gezi Parkı’na bırakması
şaşkınlığımızı gizleyemedik.
ARALIK 2014
Köprü
Mert
Düşünceli
Elif Ece Acar
Odanın her duvarında hem futbol
hem basketbol hem de voleybol
dallarında yüzlerce kupa yer
almaktaydı. Ayrıca, öğrendiğimize
göre hepimizin saygı duyduğu
Lefter Küçükandonyadis de
bir zamanlar bu takımda
oynamaktaydı. Daha ilginci ise
Rum oyuncuların ağırlıkta olduğu
bu takımın Yunanistan’da da AEK
adlı bir takımın öncüsü olduğunu
öğrenmemizdi. Açılımı “Athlitiki
Enosis Konstantinouspoleos” yani
İstanbul Atletik Birliği olan bu
takımın da Beyoğluspor’un da
formalarının sarı-siyah olması
bir rastlantı olmasa gerek. Daha
sonra yine aynı binada bulunan
spor salonlarını gördükten sonra
bu tarih kokan binaya ve takımına
gönül vermiş çalışanlarına veda
ettik.
Daha sonra Beyoğluluların ve
müptelalarının uğrak noktası olan
tarihi Üçyıldız Şekerlemecisi’ne
gittik. Burası 1926 yılında üç
arkadaşın ortaklığında açılmıştı
ve adını da bu üç arkadaştan
almıştı. Bu şekerlemecide özel
lokumlar, reçeller, jöleler, badem
ezmesi ve akide şekeri gibi pek çok
çeşit bulunuyor. Bugün dükkânı
şekerlemecinin esas kurucusu
Ahmet Fikri Dörtler’in oğlu Feridun
Dörtler işletiyor. Bu şekerlemeci
açıldığında Beyoğlu’nun ikinci
şekerlemecisi olma ünvânını
kazanmış, ilki de hepimizin bildiği
Hacı Bekir Şekerlemecisi. Önder
Kaya’nın önerisi üzerine biz de
buradan meyveli jöle aldık. Ayrıca
unutulmaya yüz tutmuş sakızla
yapılan lohuk adlı Rum tatlısını
da burada bulabilirsiniz. Bu tatlı
durağının ardından gezimize geri
döndük.
Taksim’e gelip de azınlık
okullarını görmeden olmaz diye
düşündükten sonra Zoğrafyon
HABERLER
16
Ortaokulu ve Lisesi’ni görmeye
gittik. İstanbul’da faaliyet
gösteren üç Rum Lisesi’nden
biri olan Zoğrafyon Lisesi ilk
mezunlarını 1899 yılında vermiş.
İstanbul’un en köklü liselerinden
biri olduğunu söylersek yanılmış
olmayız. Okul adını, zamanında
on bin altın lirasını bağışlayan
Hristaki Zoğrafos’tan almaktadır.
Okulun kuruluş amacı ise Galatalı
banker ve tüccarlara yabancı dil
bilen nitelikli muhasebeciler
yetiştirmekti. Okul en parlak
dönemlerini 1960’larda 350 civarı
öğrencisi bulunurken yaşamıştı. Bu
sayı her geçen yıl daha da azalıyor.
Günümüzde 42 öğrenciyle
ve 20 öğretmenle eğitimini
sürdürmektedir. Bu kadar az
öğrenciye rağmen en kalabalık
Rum okuludur. Daha sonra Özel
Zapyon İlköğretim Okulu’na ve
Özel Esayan Kız Lisesi’ne gittik.
Aynı caddede karşı karşıya
duran bu iki okulun da diğer
azınlık okullarıyla aynı sorundan
müzdarip olmaları oldukça ironik
bir durum.
İstiklal Caddesi’nin az bilinen
ya da unutulmaya yüz tutmuş
Teknoloji Zirvesi
12-13 Kasım tarihlerinde Haliç
Kongre Merkezinde gerçekleşen
Turkcell Teknoloji Zirvesi 12 bin
konuk ve 200’den fazla konuşmacıya
ev sahipliği yaptı. Ben de Kaan
sayesinde Teknoloji Zirvesi’ne katılan
binlerce şanslı insandan biriydim.
Yaş ortalamasının oldukça altında
olmama rağmen bu konferansta çok
kaliteli, değerli ve öğretici iki gün
geçirdim. Siz Köprü okurlarına da
olabildiğince içinde bulunduğum bu
güzel ortamı yansıtmak isterim.
Teknoloji Zirvesi’nin ilk günü
inanılmaz başarılı ses ve ışık
yapıtları ve lokantalarını gezip
gördükten sonra tarihle beslenen
bu semte hayran olmamak elde
değil. Bugün eski Topçu Kışlası’nın
bulunduğu yerde yer alan Gezi
Parkı’ndan başlayan gezimizde
Hüseyin Ağa Camii gibi dört
yüz yıldır sapasağlam -birkaç
restorasyon dışında- işlevini
sürdüren yerlerin yanı sıra
Beyoğlu Spor Kulübü ve azınlık
okulları gibi unutulmaya yüz
tutmuş kurumları da ziyaret ettik.
İstiklâl Caddesi gezimizin İstanbul
Araştırmalar Enstitüsü’ndeki
“Taksim: İstanbul’un Kalbi”
kazanmak için geleceği doğru tahmin sergilenen birçok yaratıcı proje
etmek ve iyi bir takım olabilmek
arasında benim en çok ilgimi çeken
gerektiğini anlattı. Son zamanlarda bir sosyal sorumluluk projesiydi.
okuduğu ve çok etkilendiği Daniel Bugün fiyatı yaklaşık 20 bin TL bir el
James Brown’un “The Boys in the
protezini çoğu ihtiyaç sahibi fiyatı
Boat” kitabındaki 1929 ekonomik yüksek olduğundan satın alamıyor.
bunalımından derince etkilenmiş
Bu sorun üzerine “5 Dakika” adlı bir
fakir ama tutkulu dokuz gencin
Türk şirket, 3Boyutlu yazıcılarla, 200
başarı hikâyesinden yola çıkan
TL civarı bir maaliyetle protez eller
Ciliv, şirketlerin de ancak iyi bir
basarak ihtiyacı olanlara yardım
ekip ve takım oyunuyla başarıya
etmeyi planlıyor. Gözlemlediğim
ulaşabileceklerini vurguladı.
kadarıyla çok basit bir mekaniği
olan bu protez eller, bilekteki bükme
Ciliv’in konuşmasından sonra
hareketiyle beş parmağın kavrama
Türkiye’de ilki düzenlenen İstanbul hareketini sentezlemiş. Robohand
Mini Maker Faire’e geçtik. Turkcell adlı bu protezi takan bir kişi bir
bardağı tutmak istediğinde bileğini
bükerek, cismi kavrayabiliyor.
Fuarda ilgimi çeken bir başka
proje ise bir langırt tutkunu olarak
LangırtArena’ydı. Basit bir langırt
masanı biraz geliştirerek ve içine
birkaç sensör koyarak çok şaşalı bir
masa futboluna dönüştürmüşler.
Türkçe konuşan maç spikeri ve
otomatik top veren, skor tutan
langırt sistemi de masanın fiyatını
5000 TL’ye yükseltmiş. Henüz seri
üretime geçirilmemiş olan projenin
futbol tutkunlarıyla dolu ülkemizde,
geleceğin kantinlerinde, oyun
gösterileriyle yapılan büyük açılışla Teknoloji Zirvesi ortaklığında
alanlarında yerini alacağını tahmin
başladı. Kullanılan müzikler, kısa
yine Haliç Kongre Merkezi'nde
ediyorum.
filmler, efektlerle zirve sahnesinin gerçekleşen ve yaklaşık 100 projenin Peki Türkiye’nin ilk “Maker
bir moda şovundan eksik kalır yanı yer aldığı bu fuarda 7’den 70’e,
Fuarı” gerçekleşmiş, Türkiye’de
yoktu. Açılıştan sonra ana sahnede çocuktan yetişkine herkesi görmek makerlık bu kadar yayılmışken,
Turkcell Kurumsal Pazarlama ve Satış mümkündü.
kimse mi oturup bunun adını
Genel Müdür Yardımcısı Selen Kocabaş Fuar alanına girerken bizi elinde
Türkçeleştirelim dememiş? Hayır
bizlere “Hoşgeldin.” diyerek, sahneye çikolatalarla uzaktan kumandalı
sevgili okuyucular, elbette “maker”
Turkcell CEO’su Süreyya Ciliv’i davet bir robot karşıladı. İnsansı robotun terimi Türkçeleştirilmek istenilmiş
etti. Ciliv, "Yeni Dünyada Kazanmak" tasarımını çok takdir etmemiş
ancak yeterince açıklayıcı bir kelime
başlıklı konuşmasında yeni dünyada olsak da mizahını beğendik. Fuarda bulunamamış. Peki nedir bu maker?
Köprü
Aralık 2014
adlı sergiyle aynı zamana denk
gelmesi bu deneyimimizi daha
da güzel kılmıştı. Ayrıca, İstiklâl
Caddesi’nin yapıtaşlarından Üç
Yıldız Şekerleme, Hacı Abdullah
Lokantası ve Lades Menemen’de
de vakit geçirebilmiş olmamız
geziyi tamamlayan unsurlardandı.
Bu geziyi mümkün kılan ve bize
tüm bu bilgileri kazandırmış
olan Önder Kaya’ya çok teşekkür
ediyoruz.
Şule Kahraman
Maker hareketi 3Boyutlu yazıcılarla
birlikte yaygınlaşmış bir DIY (Do It
Yourself) yani “Kendin Yap” kültürü.
Maker hareketinin kurucularından
Dale Dougherty'nin de söylediği
üzere makerlığın temelinde 'rekabet
yerine paylaşım, para yerine
yetenek, yoğun ezber bilgi yerine
deneyim' var.
Zirvenin ilk gününü öğleden sonra
çeşitli oturumlara girerek kapadık
ancak son girdiğimiz oturuma
değinmeden geçemeyeceğim.
Türkiye’nin ilk ve en büyük maker
portallı makersturkiye.com’un
kurucusu Ongun Tan, Bager Akbay
(Maker Dojo TheEventsetter),
Osman Koç (iskele47 Makerspace
Sanatçı / Mühendis) ve Ahmet
Alpat’ın (Istanbul Hackerspace) ev
sahipliği yaptığı panelde, Türkiye’de
HABERLER
17
çoktan buna benzer bir teknoloji
kullanarak tehdit hakkında bir gözlük
sayesinde
hemen bilgi alabiliyormuş. İnternet
lensler sayesinde de sınavların
Turkcell Teknoloji Zirvesi ikinci
artık mümkün olmayacağını çünkü
günü yine ilk günkü gibi büyük
bütün bilgilerin artık tam anlamıyla
bir açılış töreniyle başladı. Günün
gözümüzün önünde olacağını belirtti.
ilk konuşmacısı bizim Lise Live
Gelecekte duvar kağıtlarının
sahnelerinden tanıdığımız Kaan
ince ve ucuz kağıt bilgisayarlardan
Göksal’dı. RC Makers kulubü ortak
olacağını anlatan Kaku, “Ayna, ayna,
kurucusu Kaan, bu kez Turkcell
söyle bana” diyerek duvardan her türlü
Kurumsal Pazarlama Genel Müdür
bilgiyi alabileceğimizi ve hatta ücretsiz
Yardımcısı Yiğit Kulabaş’la beraber
sağlık hizmeti bile alabileceğimizi
Teknoloji Zirvesi’nde sahnedeydi.
açıkladı. Kaku’ya göre gelecekte
Kulabaş y ve z jenerasyonu
arabaların GPS, radar ve çipler
olarak tanımladığı “Mobil Nesil”
oturumunda, z jenerasyonundan
Turkcell Teknoloji Zirvesi’nde en çok Kaku oturumunda “gelecek 20 yılı” sayesinde sürücülere ihtiyacı
Kaan’ın kendini 140 kelimede
ilgi çeken konuşmacılardan biriydi. anlattı. Gelecek 20 yılda, hatıraları olmayacakmış. Silikon Vadi’sinde böyle
bir araç deneyimini anlatan Kaku, bu
anlatmasını istedi. Kaan kendini
Kendisinden basında genç girişimci yükleyebilecek, rüyalarımızı,
araçların çok yakında caddelerde de
tek kelimeyle bir “maker” olarak
diye bahsedilen bu 18’liği kim bilir hayallerimizi fotoğraf haline
yerlerini alacaklarını söyledi.
tanımladı. Konuşmasında iş
daha ne konferanslar, ne projeler, getirebilecek teknolojiye sahip
dünyasından katılımcılara “Maker ne kabuller bekliyor? Umarım onun olacakmışız. Moore’s Kanunu’ndan
Gelecekte kazananların
Hareketi” hakkında bilgi verirken
yola çıkarak, 2020 yılında bir
gibi değerli bir arkadaşı, Robert
kendi yaptıkları, ürettiklerinden
çipin değerinin sadece bir metelik entellektüel kapitalizmi benimseyen
camiasının bir üyesini daha nice
milletler, tekrar etmeyen işlerde
de örnekler gösterdi. Ayrıca Kaan
güzel yerlerde görürüz. Kaan’la ilgili olacağını ve milyonlarca çipin
çalışanlar; yetenek, deneyim,
konuşmasında, okulumuz Türk Dili merak ettikleriniz varsa web sitesini dünyamıza yayılmış olacağını
ve Edebiyatı öğretmeni Aydemir
(kaangoksal.com) ziyaret edebilir ya söyledi. “Bilgisayarlar her yerde ve önsezi, yenilik ve liderlik kullanan
Doğan’la fikir alışverişi sonucunda da teneffüste sıkıştırıp sorabilirsiniz hiçbir yerde olacaklar.” diyen Kaku meslekler olacağını iddaa eden
Kaku, kaybedenlerinse tamamıyla
ortaya çıkan ve Kaan’ın öz şiiri odağa (bence).
gelecekte bilgisayar kelimesinin
tekrarlayan işçilerin, entellektüel
alarak tasarladığı ve bastığı 3B
bile kullanılmayacağını belirtti.
cisimleri de sunarak, iş dünyasına öz Kaan’ın ilham verici konuşmasından 2020’den sonrasını Silikon sonrası kapitalizmi anlamayan orta sınıf ve
meta fetişizme (commodity capitalism)
şiiri de anlatmış bulundu.
sonra sahne ünlü fizikçi ve fütürist Dr.devir olarak adlandıran Kaku,
bağlı kalan yarım ülkeleri olacağını
3B yazıcıdan bastığı parçalarla kendi Michio Kaku’nundu. Michio Kaku’yu bu devirde kuantum hesaplama
söyledi.
3B yazıcısını yaptığını söylediğinde ve fizik alanında yazdığı popüler bilim ve yapay zekanın büyük rol
Turkcell Teknoloji Zirvesi,
yine kendi üretimi quadrocopter’ını kitaplarından ya da izlediğiniz çeşitli oynayacağını anlattı. Bilgisayar
Michio Kaku ve Kaan’ın inanılmaz
gösterdiğinde seyirciler daha da
belgesellerden biliyor olabilirsiniz. devrimini şu şekilde adımladı:
büyülendiler. Benim için Teknoloji Bilmeyenler için Kaku, dünyanın
Adım 1: Mainframe (Anabilgisayar) konuşmalarıyla ve İstanbul Mini Maker
Faire’le benim için unutulmaz iki gün
Zirvesi’nin zirve noktası Kaan’ın kendi yaşayan en zeki adamlarından biri Adım 2: PC (Kişisel Bilgisayar)
quadrocopter’ını havada kaldırdığı olarak kabul ediliyor. Beyaz kısa saçlı Adım 3: Internet ve Cloud(Bulut) oldu. Teknoloji Zirvesi bir maker olarak
ufkumu genişleten ve yaratıcılığımı
andı. O an suratındaki gülümseme Asyalı profesorün İmkânsızın Fiziği Bilgisiyar
tetikleyici, motive edici müthiş
ve kendinden emin duruşu, özgürlük (Physics of the Impossible-2008),
Adım 4: Görünmez Bilgisayar
bir konferanstı. Kaan’a muhteşem
anıtını anımsatıyor bana. Gelecek
2020’de herkesin internet göz
Geleceğin Fiziği (Physics of the
konuşması ve bana böyle bir fırsatı
elinde tuttuğu quadrocopter gibi
lensleri olacağını tahmin eden
Future) ve Beynin Geleceği (The
nice icatlar ve o, quadrocopterı gibi Future of the Mind-2014) adlı eserleri Kaku, bu teknolojiden çok da uzak sunduğu için tekrar teşekkür ederim.
geleceğini de parmaklarının arasında New York Times çok satan kitaplar olmadığımızı belirtti. Kaku’nun
sıkıca tutuyordu aslında.
söylediklerine göre, ordu
listesine girmiştir.
maker hareketinin yayılışından,
hackerspace ve makerspacelerin
yeterli olmadığından bahsettiler.
Samimi, sevecen ve kendinden emin
tavırlarıyla ve ilginç hikâyesiyle
salondaki beş bin kişinin de gönlünü
fetheden Kaan konuşmasında daha
18’inde kurduğu şirketinden bahsetti
ve eğitimin önemine değindi. Her
cümlesinden sonra alkış alan Kaan,
iş dünyasından katılımcıların büyük
beğenisini kazandı. 14-15 Kasım
tarihli günlük gazetelerde arkadaşın
boy boy fotoğraflarını ve “Yoğurt
kaplarından yaptığımız saksıları
şimdi 3B yazıcılarla basıyoruz.” sözünü
okumuş olabilirsiniz çünkü
ARALIK 2014
Köprü
HABERLER
18
Öğrenciler için gidilebilecek mekanlar:
SIRÇACI 14 YENİKÖY
Pelin Sazak
http://sonradangurme.biz/
wp-content/uploads/2014/04/
sircaci14__________.jpg
Sahil kenarında belki başta gözünüze çarpmayan ama gerek ortamının samimiyeti, gerek
çalışanların müşteriye ilgisiyle gidip görülmeye değer bir mekandır. Siparişinizin yanına ilave
olarak birçok şeyin getirildiği ve şık servisiyle iştahları açan Sırçacı 14, önce gözlerimizi sonra
midelerimizi güzelce doyurmaktadır. Şahsen tavsiye ettiğim tatlısı ise tobleronelu cheesecake.
Müthiş toblerone tadı ve yoğunluğunun cheesecake tabanında birleşmesi ve özel nutella sosunun
üstünde gezinmesi sonucunda açığa çıkan eşsiz bir lezzet. Tatlı krizinize son nokta!
Ortalamanın üstünde fiyatları olan bu mekan için özel günlerde gidilmeye değer yorumunu
yapabileceğim.
http://img.gecce.com/2014/04/30/
resim-163106WH.jpg
HARDAL NİŞANTAŞI
İdil Kara- Uğur Emek
Atiye Sokakta yer alan Hardal’ı bulmakta hiç sıkıntı çekmeyecekseniz ve emin olun kısa bir sürede ayağınız
buraya alışacaktır. İster Atiye sokağın üzerinde isterseniz de arka tarafında sokaktan isole olan bahçesinde
oturup keyifli vakit geçirebilirsiniz. Garsonların yavaş ve ilgisiz olması ne kadar rahatsız edici olsa da
yemekleri sizi memnun edebilir. Genellikle kalabalık olduğundan yer bulmakta sıkıntı çekebilirsiniz ve
servisin yavaşlığı sinirlerinizi bozsa da beklediğinizin sonucunu almak keyfinizi yerine getirebilir. Diğer
Hardallara oranla en iyisinin Nişantaşı’ndaki olduğunu söyleyebilirim. Arkadaşlarınızla oturup samimi bir
kahvaltının tadına varabilir ya da sinema sonrası bir şeyler atıştırabilirsiniz.
CASITA BEBEK
Pelin Sazak
http://crazyyetwise.files.wordpress.com/2012/12/114.jpg?w=690&h=459
Bebek’in atmosferinden biraz uzakta kalmış, belki gözlere pek çarpmayan ama iç dekorasyonuyla
müşteriye içine çeken orjinal bir mekan. Fiyatları ortalamadır.
Sarı renklerinin ağırlıkta kullanıldığı Casita’nın hamur işi yemeklerinin lezzetti dillerden düşmüyor.
Casita’nın meşhur ferayesini denemediyseniz çok şey kaçırmışsınızdır. Yolunuz düşerse denemenizi
şiddetle tavsiye ederim. Yemek sonrası tatlı için bile uğrayabilirsiniz Casita’ya. Seyfi Dursunoğlu’nun
Casita’ya özel tatlısı olan Huysuz Virjinin de tatlı ihtiyacınızı yeteri kadar karşılayacaktır.
Eğer Bebek’te Midpoint ya da Kırıntı’dan çok sıkıldıysanız Casita bir farklılık yaratmak için değer bir
mekan.
VALONİA BEŞİKTAŞ
İdil Kara
İçeri girdiğiniz anda kendinizi çikolata diyarına düşmüş gibi hissedeceksiniz. Eğer benim gibi bir
çikolata aşığıysanız Valonia’ya bayılacaksınız. Yemekleri hakkında pek bir fikrim olmamasına
rağmen tatlılarının çok iyi olduğunu söyleyebilirim. Adresi bulmakta sıkıntı çekmeyeceksiniz.
Fiyatları uygun ve Beşiktaş’taki dersanelere de yakın olduğundan dershane öncesi motivasyona
ihtiyacınız varsa buraya uğramalısınız. Popüler tatlılarından biri olan ıslak keki kesinlikle
denemelisiniz. Genellikle kalabalık olan Valonia’da özellikle haftasonları yer bulmak ve uzun
saatler oturmak biraz zor. Servisi ne kadar iyi olmasa da tatlıları için bu durum göz ardı edilebilir.
Beşiktaş’a yolunuz düşerse uğrayın, derim.
BAYLAN BEBEK
Pelin Sazak
http://www.baylangida.com/images/content/bebek-baylan-1.jpg
Herhalde Baylan’ı duymayan kalmamıştır. İlk şubesinin Kadıköy’de olduğu ama Bebek’deki
manzarasını hiçbir yerle değişmeyeceğimiz bir mekan. Dürüst olmam gerekirse abartıldığı kadar
olağanüstü bir mekan olduğunu düşünmüyorum. Birbirinden çeşitli tatlı menüsüyle size karar
vermekte sıkıntılı anlar yaşatan Baylan’da sakın ama sakın tiramisu yemeyi denemeyin. Tam
bir krema yığını olan tiramisunun tadı gerçekten sizde hayal kırıklığı yaratabilir. Cheesecake
konusunda ise umduğum tadı yakaladığımı düşünmüyorum ve kesinlikle daha güzellerini yedim.
Buı kadar eleştiri yeter sanırım. Sonuçta orası Baylan değil mi? Gerek piramit pastası, gerek tartları
ve çikolatalarıyla damaklarda güzel bir tat bırakabilmeyi başarabilir. Her Robert öğrencisinin
mutlaka gittiği ya da gideceği bir yer.
Köprü
Aralık 2014
HABERLER
19
KASAP DÖNER LEVENT
Pelin Sazak
http://images.akamai.mekanist.net/place/w_500/3be4066e953126567878abfbd74ff822.jpg
Büyük ihtimalle Kasap Döner’i gidilecek yerler arasından çok sıradan bulmuş ya da “Bunun burada
ne işi var?” gibi yorumda bulunmuş olabilirsiniz. Fakat öğrencilerin gidebileceği yerler listesinde
olmasının sebebi sadece dönerinin güzel olması değil ama trileçe adındaki arnavut tatlısının çok
başarılı olması. Evet! Dönercide tatlı pek mantıklı gelmese de inanın bana trileçesi gerçekten
damağınızda unutamayacağınız bir tat bırakacak. Üstündeki karamel sosuyla eşsiz lezzeti
yakalamış bu hafif tatlı, döner üstüne de çok güzel gitmektedir.
Trileçeyi aynı zamanda Baylan’da da bulabilirsiniz. Şahsen Kasap Döner’in trileçesini daha taze
bulduğumu da belirtmek isterim.
ANY ARNAVUTKÖY
İdil Kara
Any Arnavutköy’de yeni açılmasına rağmen perşembe akşamı gittiğimde hiç yer olmaması beni şaşırttı.
Kalabalık olmasına rağmen kısa bir sürede yer bulup oturabildik ve garsonların hızlı ve ilgili olması akşamı
keyifli kılan ögelerden sadece birkaçı. Sıcak ortamı ve özgünlüğüyle kendinizi rahat hissedebileceğiniz Any’e
haftanın her saatinde gidilebilir. İsterseniz pazar sabah kahvaltısına, isterseniz cuma akşamı isterseniz
ise cumartesi öğle yemeğine gidin, sonuç hoşnut kalacaksınız. Kısa bir sürede popüler olmayı başaran Any,
haftasonları müzikle beraber daha da kalabalık ve eğlenceli. Sokağın üzerinde olmasına rağmen gürültünün
sohbetinizi engellememesi de ayrı bir avantaj. Arnavutköy’de balıkçılara gitmekten sıkıldıysanız Any’i
denemenizi tavsiye ederim.
PASTEL BEBEK
Pelin Sazak
Boğaziçi Üniversite’sini geçtikten hemen sonra, pek göze çarpmayan bir mekan. Okul çıkışı sessiz ve
huzurlu bir yere gidip ders çalışmak mı istiyorsunuz? Ya da daha hiç başlamadığınız bir yazıyı yazmanız
mı gerekiyor? Pastel bunun için mükemmel ve huzur dolu bir mekan. Okul çıkışı geç bir saatte gittiğim
için mi bilemiyorum ama tatlı çeşitiğinin azlığı sizi şaşırtabilir. İnternet sitelerinde birbirinden güzel
tatlı resimleri olduğu halde akşama doğru arkadaşlarımla gittiğimizde umduğumuz kadar çeşit
bulamadık. Her şeye rağmen kafa dinlemek, saatlerce oturup konuşmak, çayınızdan yudumlamak
ya da sessizce ders çalışmak için gerçekten çok ideal ve fiyatları açısından da uygun bir yer. Robert’in
yoğun temposundan uzaklaşmak için daha ne duruyorsunuz?
https://lh3.googleusercontent.com/-TBskTC0CnOs/UydDHHF3BlI/AAAAAAAAEmw/
JbvU6X3BkLQ/s640/blogger-image--785327292.jpg
PRESS KARAKÖY
İdil Kara
Ufak ama sıcak atmosferiyle Karaköy’ün ara sokaklarında olan Press sıklıkla gittiğim bir mekan.
Öncellikle garsonların ilgili ve sempatik olmaları sizi buraya bağlıyor. Günümüzde çoğu yerin
aksine garsonlar güleryüzlü ve hızlı. Kahve çeşitliliğinin fazla olması size kahvenizi seçerken zorluk
yaşatabilir. Benim favorilerimden biri aromatik ve sert tadıyla Kenya kahvesi. Eğer oreo aşığıysanız
kesinlike mekanın popüler tatlılarından biri olan oreolu cheesecakei veya oreolu kahvesini
denemelisiniz. Oreolu cheesecake dışında Press popüler tatlılarından biri olan kırmızı kadife kekini
de deneyebilirsiniz. Burayı sempatik ve orjinal kılan özelliklerden birkaçı ise masaların numarası
değil adlarının olması ve servis kağıtlarının üzerinde esprili sözlerin yer alması. İçeride bulunan
salıncağa oturup kahve ve kitap ikilisini en kısa zamanda gerçekleştirmenizi öneririm.
Pelin Sazak
İdil Kara
ARALIK 2014
Köprü
20
HABERLER
Carpe Diem
Bu başlık herkese tanıdık
geldi değil mi? Oscar ödüllü büyük
aktör Robin Williams’ı tanımayan,
en azından bir-iki filmini
izlemeyen elbette yoktur. Ne
yazık ki usta oyuncuyu geçtiğimiz
Ağustos ayında kaybettik.
Yazıma, hem Robin Williams’ı
bir kez daha hatırlamak hem
de yazacaklarıma, sinemada bir
başyapıt sayılabilecek “Ölü Ozanlar
Derneği”, orijinal adıyla “Dead
Poets Society” filminin, nedendir
bilmem şu sıralar sık sık aklıma
gelmesi nedeniyle, filmdeki
unutulmaz “Carpe Diem” sözüyle
başladım. Latince’den Türkçe’ye
çevirisi “Yaşadığın günü kavra”.
Vakit varken tomurcukları topla,
Zaman hâlâ uçup gidiyor.
Ve bugün gülümseyen bu çiçek,
Yarın ölüyor olabilir...
Yeni öğretim yılımız
başladı. Aslında geçen yıl, bizler
hazırlıktayken, kulaktan kulağa,
ağızdan ağza dolaşan “9. sınıf
çok zor” sözü, sene başında beni
de düşündürmedi değil. Ama
bizler, zaten “zor”a antrenmanlı
olduğumuz için çok da etkili
olmadı bu düşünce. SBS’den zaferle
çıkmışız. Az şey mi? “Çok zor”luğun
da, daha en az on yıl peşimizi
bırakmayacağının bilincindeyiz.
Bu nedenle çok kasmaya gerek
yok, diye düşünüyorum. Zaten
elimizden gelenin en iyisini
yapacağız.
Hepimizin gelecekle
ilgili farklı beklentileri, hayalleri
var; biliyorum. İyi bir üniversite,
severek yapacağımız iyi bir iş, iyi
bir kazanç… Ama aslında bütün
bu “iyi”leri, “mutlu” bir yaşam için
istediğimizi unutmamak gerek.
Fakat ne yazık ki “Bu gün yaşadığın
en güzel şey neydi?” diye sorsak
kendimize, belki verecek bir cevap
bulamayacağız. Belki de bu soruyu
her gün sormalıyız kendimize.
Sormalıyız ki yaşamımızın içindeki
güzel anları fark edebilelim.
“Mutlu olmak” kavramının aslında
anı yaşamakla ilgili olduğunun
farkındalığına varalım.
Dead Poets Society , “Ölü
Ozanlar Derneği” filminde, John
Keating -Robin Williams- çok
başarılı ve farklı bir edebiyat
öğretmenidir. Katı disiplinliyle
tanınan, bir o kadar da başarılı
öğrenci yetiştiren Welton
Academy’de öğretmenlik yapmaya
başlar. Bay Keating, öğrencilerini
edebiyat ve şiirin büyülü
dünyasıyla tanıştırır. Onlara özgür
olmayı, dünyaya farklı açılardan
bakmayı, hayatı anlamlı kılmayı
öğretmeye çalışır.
Filmin en unutulmaz
sahnesi, Bay Keating’in
öğrencilerine, okul koridorundaki
eski öğrencilerin fotoğraflarını
gösterdiği sahnedir. Her gün
defalarca önlerinden geçtikleri
halde fark etmedikleri eski
fotoğraflara bakarken öğrenciler,
edebiyat öğretmenleri Bay
Keating şunları söyler:
“Evet, birçok kere buradan
geçtiniz ama onlara gerçekten
bakmadınız. Sizden farklı
değiller. Aynı saç modeli. Tıpkı
sizler gibi coşku dolular; sizler
gibi yenilmez hissediyorlar
kendilerini. Dünya onlar için
bir istiridye, çok büyük şeyler
başaracaklarına inanıyorlar.
Sizler gibi gözleri umutla dolu.
Peki yapabileceklerini yapmak
için yaşamaya çok mu geç
başladılar? Çünkü bunlar artık
çiçeklere gübre oldu. Ama
eğer dikkatle dinlerseniz size
fısıldadıklarını duyarsınız.
Hadi yaklaşın dinleyin.
Duyuyor musunuz? “Carpe
diem…” Yaşadığınız günü
kavrayın çocuklar; hayatınızı
olağandışı yapın…”
Belki bu noktada yine çok
önemli, sinemada başyapıt
sayılabilecek diğer bir Oscar
ödüllü Robin Williams filminden
de söz etmek gerekiyor. “Can
Dostum” , orijinal adı “Good Will
Hunting” olan 1997 yapımı bu
filmde Robin Williams başrolü
Matt Damon’la paylaşıyor. Film
son derece etkileyici bir başarı
öyküsüdür. Filmde Matt Damon
–Will Hunting-, Massachusetts
Üniversitesinde hademelik
yapan “dahi” denebilecek bir
IQ’ya sahip biridir. Karıştığı bir
Köprü
kavga nedeniyle hapis cezası alır.
Onun zekasının farkında olan bir
üniversite profesörü sayesinde
hapis cezasından kurtulur. Ancak,
öfke kontrolü için bir terapist
tarafından tedavi edilmesi şartı
konmuştur. Derken Will’le terapist
Sean Maguire’ın –Robin Williamsyolları kesişir.
Filmin devamından
söz etmeyeceğim. İzlememiş
olan arkadaşlara mutlaka
izlemelerini öneririm. Çünkü
her sahnesi izlenmeye değer.
Ama bir sahne var ki gerçekten
oldukça düşündürücü: Terpist Sean
Maguire’nin muayenehanesine
götürülen Will, duvardaki bir
tabloyla ilgili patavatsızca,
terapistin canını sıkan yorumlar
yapar. Bu davranışa karşı, bir
sonraki buluşmalarında, terapist
Sean Maguire, Will’e şu sözlerle
karşılık verir:
“Önceki gün resmimle
ilgili bana söylediklerini
düşündüm. Gece boyunca
bunu düşündüm ve sonra
bir şeyi fark ettim. Ve derin
bir uykuya daldım. Neyi fark
ettim biliyor musun? Sen daha
çocuksun. Konuştuğun şeyler
hakkında en ufak bir fikrin
yok. Sana sanat hakkında
bir şey sorsam, bana her
kitaptan örnekler verebilirsin.
Michelangelo hakkında çok
şey biliyorsundur. Çalışmaları,
yaşam felsefesi, siyasi
görüşleri, her ayrıntıyı…
Ama Sistine kilisesindeki o
kokuyu bana tarif edemezsin.
Çünkü orada durup o güzel
tavana hiç bakmadın,
görmedin. Belki sana savaşı
sorsam, bana Shakespeare’in
sonelerinden biriyle karşılık
verirsin. Ama sen bir savaş
yaşamadın. En iyi arkadaşını
kollarında kaybetmedin.
Sana sevgiyi sorsam, şiirle
karşılık verirsin. Ama bir
kadının gözlerinin içine hiç
bakmamışsındır. Kendini
çaresiz hissetmemişsindir.
Sonsuza kadar sevmek
nedir, bilemezsin. Her şeyi
yaşarsın; kanseri bile… İki
ay hastanede onun yanında
Aralık 2014
Barış Can
Ünal
olup, elini tutmak nedir,
bilemezsin… Doktorlar
senin gözlerinde ziyaret
saatinin anlamsızlığını
görürler. Sevdiğin birini
kaybetmedin… Çünkü bu,
ancak kendinden daha çok
birini sevdiğinde ortaya çıkar.
Senin hiçbir şeyi sevecek
kadar cesur olduğunu
sanmıyorum. Sana bakınca
zeki ve kendine güvenen
birini görmüyorum; korkak,
ukala, değersiz bir çocuk
görüyorum. Ama sen bir
dahisin; bunun farkındayım.
Kimse duygularının derinliğini
bilemez. Ama sen, sadece
bir resme bakıp hakkımda
her şeyi bildiğini sandın. Ve
hayatımı yorumladın. Seni
ilk gördüğümde, anlamadım
mı sanıyorsun? Duygularını,
kim olduğunu… Çünkü Oliver
Twist okumam buna engel mi
oluyor? Şahsen sana hiç değer
vermiyorum. Neden dersen,
senden hiçbir şey öğrenemem
kendinden söz etmediğin
sürece, kim olduğundan. O
zaman senden etkilenirim.”
İki güzel, iki etkileyici film…
Ayrı ayrı filmler olsalar da,
mesaj yine aynı… Yaşamla,
insanlarla ilgili çok şey öğrenmek,
çok kitap okumak elbette çok
önemli. Kimse bunun aksini
söyleyemez. Ama bu yaşamı,
insanları çözmüş olmak anlamına
gelmiyor. Dokunmak gerekiyor…
Hissetmek gerekiyor… Yaşam,
denizde yüzmek gibi belki de…
Sığ sularda oynamak, yüzmek
anlamına gelmez. Ucundan,
kıyısından da tutunmak da,
yaşamak anlamına gelmiyor.
Çok zor bir 9., 10., 11.
veya 12. sınıf geçecek bizim için…
Bunları çok uzun yıllardır çok kişi
başarıyla bitirdi. Bizler için de öyle
olacak. Ama şunu hep hatırlayalım
: Carpe diem…
HABERLER
21
Hangi Tip RC öğrencisisin?
Aşağıdaki soruları cevapla ve hangi
tip RC öğrencisi olduğunu öğren!
en iyi şekilde yararlanıp kendimi
geliştirmek.
1- En sevdiğin ders nedir?
a)Matematik/Fizik/Kimya/Biyoloji
b)Beden Eğitimi
c)Boş ders
d)İngilizce/ ASL / Sanat
8-Okul günlerinde ne kadar
uyursun?
a)Ödevlerime göre değişir.
b)7-8 saat.
c)4-5 saat
d)Kendime ayırdığım süreye göre
değişir.
2-Teneffüslerde ne yaparsın?
a)Sınıfta ders çalışırım.
b)Maç izlerim.
c)Arkadaşlarımla büyük
kantindeyimdir.
d)THP’lerimle uğraşırım/
kütüphanede zaman geçiririm.
3-Okulumuzda ders dışı etkinliği
olarak ne yaparsın?
a)Ders dışı etkinlik mi? O kadar
zamanım yok.
b)Fitness veya bir spor takımı
c)Eğlenceli bir kulüp olsun yeter.
d)Akademik bir kulüp (MUN, BC,
JA, EYP, RCDS, Köprü...)
4-Öğretmenlerin seni nasıl
tanımlar?
a)Akademik olarak başarılıdır.
b)Dersle ilgilenmez.
c)Dersin düzenini bozar.
d)Projelerde çok yaratıcıdır.
5-Bir sene içinde en çok kaç tane
alıkoyma cezası aldın?
a)Tabii ki de hiç yok./ Bir tane
yanlışlıkla almıştım.
b)5-6
c)Saymadım.
d)2-4
6-En yakın arkadaşınla genelde ne
yaparsın?
a)Buluşup ders çalışırız.
b)Spor takımında hep birlikteyiz.
c)Sınıfta, yaptığımız haylazlıkları
anlatırız.
d)Kitap, müzik, film tartışmaları
yaparız.
9-Boş derste ne yaparsın?
a)Konu tekrarı yaparım.
b)Dünkü maçı tartışırım.
c)Arkadaşlarımla sohbet ederim.
d)Takip ettiğim dizinin yeni çıkan
bölümünü izlerim.
10-Öğretmeninden ne beklersin?
a)Derslerinin verimli geçmesini.
b)Benimle aynı takımı tutmasını.
c)Yaptıklarımı fark etmemesini.
d)Kültürel olarak bana bir şeyler
katmasını.
11-Okulda bir şeyi değiştirebilecek
olsan bu ne olurdu?
a)Projeler yerine daha çok yazılı
değerlendirme olurdu.
b)Derslerde hareket etmek için ara
verilirdi.
c)Daha çok boş ders!
d)Sanatla ilgili dersler her sene
zorunlu olurdu.
12-Robert Kolej’le ilgili yorumun?
a)Dersler zorlayıcı ama çalışan
başarır.
b)Yorucu bir tempoya sahip ama
eğlenceli.
c)Dersler bahane, teneffüsler
şahane!
d)Entelektüel olarak geliştiğimi
hissediyorum.
A Şıkları Çoğunluktaysa: Tipik RC
Öğrencisi
Robert Kolej’de geçirdiğin günlerin
7-RC hayatında en önem verdiğin
şey ne?
a)Yapabildiğim en yüksek
ortalamaya sahip olmak.
b)Spor alanlarında kendimi
kanıtlamak.
c)Bol bol arkadaş edinip çevre
yapmak.
d)Okulumuzda bize verilenlerden
ARALIK 2014
sadece eğlenmek için olmadığının
farkındasın. Gelecekle ilgili
planların var ve bunları
gerçekleştirmek için elinden
geleni yapıyorsun. Akademik
başarı senin için çok önemli
ve bunun düzenli çalışmayı ve
bazı etkinliklerden vazgeçmeyi
gerektirdiğinin farkındasın.
Öğretmenlerinle ilişkin çok iyi ve
örnek gösterilen bir öğrencisin.
Ortalamanı yüksek tutarken
RC’deki günlerinin tadını çıkarmayı
da ihmal etme. Derslerine ve
etkinliklere ayırdığın zamanı
dengeleyerek bir yandan başarıyı
yakalayabilir bir yandan ileride
özleyeceğin bu günlerin keyfini
çıkarabilirsin.
B şıkları çoğunluktaysa: Sportif RC
Öğrencisi
Robert Kolej’de sadece akademik
başarının prim yapmadığının
farkındasın ve okuldaki ders dışı
etkinliklerden elinden geldiğince
yararlanmaya çalışıyorsun. Okulda
eğlenerek geçirdiğin zaman,
senin için akademik başarıdan
bir tık daha önde bundan dolayı
da seni mutlu edecek sportif
faaliyetlere yöneliyorsun. Unutma
ki bu etkinliklere verdiğin önem
kadar akademik başarına da önem
vermelisin çünkü günün sonunda
sen de Robert Kolej’den ayrılıp
üniversite yollarına düşeceksin.
Hem derslerine hem de spor
etkinliklerine zaman ayırmak çok
da güç değil; tüm olay bu ikisini
dengelemekte.
C Şıkları çoğunluktaysa: Haylaz RC
Öğrencisi
Senin için Robert Kolej’in anlamı
arkadaşların. Okula gelmek senin
için bir eğlence ve arkadaşların
derslerden önce geliyor. Derslerde
yaptığın haylazlıklarla sınıf
arkadaşlarını güldürüyorsun
ve sınıfın vazgeçilmezisin.
Öğretmenlerinle aran çok iyi
olmasa da bunu kendine dert
etmiyorsun çünkü akademik
başarının hayatında çok da büyük
bir yeri yok. Seni her etkinlikte
ve alıkoyma cezasında görmek
Köprü
Nehir
Türkarslan
Simay
Yazıcıoğlu
mümkün. Sorumluluklarını ve
ileriyi düşünmeden Robert’teki
günlerinin keyfini sonuna kadar
çıkarıyorsun. Her ne kadar mezun
olduktan sonra hiç bitmeyecek
arkadaşlıkların ve anlatacak
mükemmel anıların olsa da
geleceğini de düşünmen senin
için çok önemli. Robert Kolej’deki
öğreniminden sonra da başarılı
olman gerekli ve bunu ancak
derslerine de önem vererek
yapabilirsin. Her zamanki gibi
aktif olarak bunu yapman senin
için yorucu olacaktır ama ileride
buna değdiğini göreceksin.
Öğretmenlerinle de arana iyi
tutmaya çalış, sana dersler dışında
da çok şey katabilirler.
D Şıkları Çoğunluktaysa: Entel
Dantel RC Öğrencisi
Robert Kolej’in bilgi ve kültür
bakımından çok zengin olduğunun
farkındasın ve elinden geldiğince
okulumuzun bu hazinesinden
faydalanmaya çalışıyorsun.
Öğretilenden daha fazlasını
öğrenme isteğin ve çaban senin
kişisel gelişimin için oldukça
önemli. Elde ettiğin bu sofistike
görünümün şöyle bir dezavantajı
var: farklı lisedeki bir öğrenci
senin “Robertli” birikiminden
dolayı sana “kibirli, burnu havada
liseli” ön yargısıyla yaklaşıp ona
göre muamele yapıyor. Sana
tavsiyemiz bu ön yargıyı kırman
yönünde olacak: birikiminin ve
kişisel gelişiminin seni burnundan
kıl aldırmayan bir tip yapmasına
izin verme. Sahip olduğun
entelektüel seviyeden dolayı
diğer insanları küçük görmek,
her zaman olumlu sonuçlara yol
açmayabilir.
22
HABERLER
Esra Ürtekin ile Röportaj
Okullar açıldı. Her sabah
zar zor kalkıp tekrardan okulun
yolunu tutmaya başladık. Ama
okulda bizi bazı değişiklikler
bekliyordu. Bu değişikliklerden
biri de okulda olmayan
öğretmenlerdi. Geçen yıl
emekli olan Türk Edebiyatı- Dil
ve Anlatım dersi öğretmenimiz
Esra Ürtekin’le emekliliği
hakkında sizler için bir röportaj
yaptık.
*Köprü: Geçen okul dönemi
*Köprü: Okulumuzun
emekli oldunuz, emekliliğiniz
İdil Akpınar
beğendiğiniz yönleri hakkında nasıl geçiyor?
neler söyleyebilirsiniz?
Esra Ürtekin: Emekliliğim
Zeynep
Esra Ürtekin: Beğendiğim çok henüz çok yeni. İstanbul’a
Karababa
özelliği var. Sağlam yapısı,
Ekim ayının ortasında geldim.
duruşu yani ruhu olan bir
Oldukça dolu ve uzun bir yaz
Nil Özervarlı
eğitim kurumu Robert Kolej. yaşamak bana çok iyi geldi.
Yıllardır aramıza katılan her- Gönlümce okuyor, geziyor
kes kendi renkleri ve zengin- ve yıllarca biriktirdiğim
İdil Kara
likleriyle hep o duruşa katıldı, “yapamadıklarım” listembu sağlam yapının bir parçası dekileri yapmaya çalışıyorum.
Emeklilikten Önceki
oldu.
Daha bitmedi
*Köprü: Emekli olduğunuz
bölüm
Çok kültürlü bir okul, birçok
süre boyunca, okulu ya da
yabancı arkadaşımız var.
öğretmenliği özlediniz mi?
*Köprü: Bu yıl son seneniz ne Birbirimizin kültürüne, ge*Köprü: Siz çok aktif bir
yazık ki. Bu kararı nasıl verdi- leneklerine saygıyla baktık
öğretmendiniz, ders dışında da
niz?
ve birbirimize hep bir şeyler birçok etkinliği düzenliyor ya Esra Ürtekin: Ben mesleğini
kattık. Gelenekle modernliğin da katılıyordunuz; emekliliğe çok seven bir öğretmenim.
Mesleğimden emekli
Esra Ürtekin: Evet, bu yıl
bir arada bulunduğu çok
başlayınca boşluğa düşmüş
olmadım ki  Öğretmenlik
emekli olmaya karar verdim. kültürlü zengin bir ortamı var gibi hissettiniz mi?
bırakılabilecek bir meslek
Ne yazık ki diyemiyorum
Robert Kolej’in.
sizin gibi (gülüyor) çünkü
Esra Ürtekin:  Emekliliği değil. Şimdi YGS ve LYS’ye
bunu ben arzu ettim. Çok
*Köprü: Sevgi çemberi
farklı aktiviteler yapabilmek hazırlık dersleri veriyorum.
Yine öğrencilerim var yani.
da seviniyorum bu kararı
uygulaması sizi diğer
için istedim ben Boşluğa
RC’de uzun yıllar seçmeli
verdiğim için. Ben işimi çok
öğretmenlerden ayıran
düşmedim çünkü kararımı
severek çalıştım bunca yıldır. şeylerden sadece bir taverirken yapmak istediklerimi Dil Anlatım derslerinde
öğrencilerimin üniversite
Öğretmenlik bitirilebilecek bir nesi. Sevgi çemberine nasıl
de düşünmüştüm büyük
meslek değil. Emekli olmaya başladınız ve bu fikir nasıl
ölçüde. Sadece önceliklerimin sınavına hazırlanmalarına
karar verdim ama öğretme
oluştu? yeri değişti. Ailem, iş dışındaki destek oldum. Bu birikimi,
deneyimi rafa kaldırmak hem
işini başka yerlerde yapmaya
sosyal hayatım, hobilerim
devam edeceğim galiba.
Esra Ürtekin: Bunu yıllar önce daha ön planda artık. Farklı kendime hem de bundan
Sokaktaki insanın, esnafın ya katıldığım bir seminerde
ortamlarda yine etkinlikler nasibini alacak öğrencilere
haksızlık olmaz mıydı?
da hiç bilmediğim yerlerdeki öğrenmiştim. Zaman zaman düzenliyor ya da olanlara
Sözün kısası siz sevgili
çocukların da eğitime ihtiyacı unutsam da aklıma geldikçe katılıyorum.
öğrencilerimle geçirdiğim
olduğunu düşünüyorum. Bu sınıflarımda uyguladığım
yüzden ben onları eğitmeye güzel bir kaynaşma, birbirini
devam edeceğim sanırım.
anlama yöntemi olduğunu
düşünüyorum. Bence biz
*Köprü: Bu seneki Meslektaş birbirine güzel şeyler söyTakdiri Ödülü’nü aldığınızı
lemeyi ihmal eden bir toplubiliyoruz. Bu ödülü alırken neler muz. Buna ben de dahilim.
hissettiniz?
Zaman zaman söylemeyi
unuttuğum ya da ertelediğim
Esra Ürtekin: Çok mutlu
güzel sözler için hayflandığım
oldum elbette. Herolur. Elimden geldiğince güzel
biri birbirinden değerli
gördüklerimizi paylaşalım
arkadaşlarımın gözündeki
istiyorum. Bu öğrenilebilir
yerimi görmenin yanı sıra
bir şey. Sizler de birbirinizle
beni kutlayan herkesin “Bunu ilgili güzellikleri paylaştıkça
çoktan hakketmiştiniz!”
birbirinizi daha bir sahiplenidemesi beni daha da mutlu
yor ve sevgileri yarınlara
etti, onurlandırdı. Hele hele bırakmamaya başlıyorsunuz
ödülden haberi olan eski
gibi geliyor bana. öğrencilerimin ve şimdiki
öğrencilerimin övgü dolu
sözleri ayaklarımı yerden kesti EMEKLİLİK SONRASI
mutluluktan.
Köprü
Aralık 2014
HABERLER
hiçbir anı dünyalara
değişmem. Ben RC’de
çoook mutlu oldum sizlerle, arkadaşlarımla ve
yaptıklarımla. Dağarcığım
öyle güzelliklerle dolu ki bana
ömür boyu yeter. Hala birileri
beni “Tifes olacak değil mi
bu yıl?” ya da “Okulumuzun
kitaba ihtiyacı var, gönderebilir misiniz?” diye arıyor.Bu
da yaptıklarımın iz bıraktığını
ve unutulmayan önemli
işler olduğunu gösteriyor.
Yaptığım her şeyi severek ve
isteyerek yaptım ben. ( Tifes
benim yıllarca düzenlediğim
RC tiyatro festivali idi. Türkiye
çapında müthiş bir organizasyondu. Diğeri de CIP
başlamadan önceki dönemde
danışmanlığını yaptığım sosyal yardımlar ile ilgili.)
23
Çok huzurluyum bu nedenle. Öğrencilerime hep “insanlar kendilerine iyi gelen insanlarla dostluk kurmaları.
birbirini sevmek zorunda
RC; ruhunu , öğrencilerini,
çalışanlarını çok iyi tanıdığım değildir ama saygı duymak
ve sevdiğim bir okul. Buradan zorundadır” derdim. Ama ben *Köprü: Geçen sene İdil Kara
gelecek kısa süreli görevleri onları hep çok sevdim. Bu da ile yaptığınız röportajınızdan
bir alıntımız var. “Emekli olmaya
beni çoğalttı.
her zaman zevkle yaparım
karar verdim; ama öğretme
ama emekliliği ben seçtim
ve halimden memnunum. En *Köprü: RC öğrencilerine bir işini başka yerlerde yapmaya
devam edeceğim galiba.
azından şimdilik. Sonrasını tavsiyeniz var mı?
Sokaktaki insanın, esnafın ya
bekleyip göreceğiz
da hiçbir bilmediğim yerlerdeki
çocukların da eğitime ihtiyacı
olduğunu düşünüyorum. Bu
yüzden ben onları eğitmeye
devam edeceğim galiba.” Bu
söylediklerinizi gerçekleştirme
imkânı buldunuz mu, kendinize yeni hedefler belirlediniz
mi?
Esra Ürtekin: Geçen gün
bir alışveriş merkezinde
yürüyen merdivenlerin
üzerinde aşağı-yukarı koşan
çocukları kenara çekip
yaptıklarının yanlışlığını
onlara nasıl anlattıysam,
duruma kulak misafiri olan
bir genç “Siz öğretmensiniz
galiba.” dedi. Artık siz karar
verin bu işi gerçekleştirip
gerçekleştiremediğime.
Hedefim değil de arzum,
yaşayabildiğim her anı gönlümce değerlendirmek ve yine
çevreme, ülkeme ve insanlığa
yararlı olmaya devam etmek.
*Köprü: RC’de geçirdiğiniz
yıllardan biraz söz eder
misiniz?Eğer imkânınız olsa
Robert Kolejde öğretmenliğe
geri döner miydiniz?
Esra Ürtekin: Yirmili
yaşlarımdaydım RC’ye
başladığımda. Burada
büyüdüm, burada ideallerimi
gerçekleştirme olanağı buldum, sağlam dostluklar edindim. Hayatımın çok önemli bir
kısmını geçirdiğim bu kurumu *Köprü: Siz öğrencileriyle
seviyorum. Emeklerimin kat
yakın ilişkiler kuran bir
kat karşılığını aldım manevi
öğretmendiniz,
olarak. Topluma hizmet projel- emekliliğinizde
erinden, tiyatro festivaline,
öğrencilerinizle görüşüyor
enerji tasarrufu komitesinden musunuz?
disiplin kuruluna , törenler
düzenlemeye kadar pek
Esra Ürtekin: Gerek sizler
çok şey yaptım. RC’de emek
gerek mezun öğrencilerimle
vermediğim alan kaldı mı bil- elbette görüşüyorum. Baemiyorum. Kişisel gelişimden, zen ziyaretime geliyorlar
eğitim alanındaki değişimleri bazen telefonla arıyorlar
öğrendiğim seminer, sembazen de sanal ortamda
pozyum ne varsa, kendime
görüşmelerimiz oluyor. Sizler
ve dolayısıyla öğrencilerime benim çocuklarımsınız ve
aktarılabilecek, hepsine
iyilik haberlerinizin beni ne
katıldım, edindiğim her şeyi de kadar mutlu ettiğini anlatapaylaştım sizlerle.
mam.
ARALIK 2014
Esra Ürtekin: Var elbette.
RC çok iyi ve olanakları çok Deneyimlerinizi bizimle
paylaştığınız ve bize zaman
geniş olan bir okul. Burada
oldukları süreçte öğrencilerin, ayırdığınız için tekrar teşekkür
ederiz.
sosyal ve akademik açıdan
Ben teşekkür ederimRC
kendilerini geliştirmek için
çaba göstermeleri gerektiği aileme sevgiler.
kanısındayım. Böyle
yapanların daha sonraki
hayat başarılarına çok tanık
oldum. Bence buradaki her
öğrenci kendisinin ne kadar
özel olduğunun bilinciyle
hareket etmeli, bunun haklı
gururunu taşımalı.
RC’deki çocuklarıma önerim,
sevdikleri işi yapmaları; sevdikleri, olumlu enerjisi olan,
Köprü
HABERLER
24
Mr. Laraia ile Röportaj
Köprü: Merhaba Mr. Laraia! Bizimle
röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için
teşekkür ederiz:) Bize RC’deki yeni
görevinizden bahseder misiniz?
Mr. Laraia: Ben de teşekkür ederim!
Yeni görevim, öğrenci işleri dekan
yardımcılığı. Ms. Halıcıoğlu’na
yardım ediyorum. Okulda disiplini
sağlamak için iki kişiye gerek
olduğunu düşünmüyorum, çok
fazla problemle karşılaşmıyoruz
bence. Davranışlarının bilincinde
olan, iyi öğrencilerimiz var.
Sadece bir sorun olduğu zaman
o sorunla daha çok ilgilenmemiz
gerektiğini düşünüyorum. Nasıl
çözebileceğimizi neden böyle bir
sorunumuz olduğunu sorgulamanın
önemli olduğuna inanıyorum.
Köprü: Öğrenciyken hiç müdüre
gönderildiniz mi ya da alıkoyma
cezası aldınız mı?
Mr. L. - (güldü) Evet… Çok kez..
Köprü: Daha önce biraz
anlatmıştınız, okulu çok seven bir
öğrenci değilmişsiniz. Şu anda
yönetim kurulundasınız, nasıl
hissediyorsunuz?
Mr. L- Biraz değişik. Anneme
görevimden bahsettiğim zaman
çok güldü ve “Sen mi?” dedi…
Arkadaşlarıma da “İnanabiliyor
musun, disiplinle ilgileniyor!” diyor.
Onun için de biraz tuhaf oldu. Ama
benim öğrencilik zamanımdan daha
farklı bir sistem var şu an. Siz bizden
daha farklısınız, daha farkındasınız.
Öğretmenliğe ilk başladığımda
hep öğrenci olduğum zamanları
düşündüm. Hâlâ da düşünüyorum.
Nasıl gerildiğimi, endişelendiğimi,
matematiği, sınav dönemlerini
hatılıyorum… Sizinle daha rahat
empati kurmamı sağlıyor. Eğer
öğretmen olduğunda gençliğini
ve öğrenciliğini unutursan iyi
bir şey yapmış olmazsın, diye
düşünüyorum. Öğrencilerimin
yardıma ihtiyacı olduğunda
bana gelmesi ve onlara yeni
bilgiler öğrettiğimi görmek
muhteşem bir duygu. Sonuç
olarak, evet biraz ilginç bir
durum ve garip hissediyorum;
ama öğretmenliği çok seviyorum
ve bunu yapmaktan gurur
duyuyorum.
Köprü: Öğrencileriniz olarak
bizimle empati kurduğunuzu
hissedebiliyoruz. Yüz
ifademizden sıkıldığımızı ya
da başka bir şey söylemek
istediğimizi fark edip konuyu
değiştiriyorsunuz, daha
eğlenceli şeyler yapmaya
çalışıyorsunuz. Bunun sebebi
de kendi öğrencilik yıllarınızın
aklınıza gelmesi mi?
Mr. L: Evet, sanırım öyle.
İnsanların yüzünü okumamız
gerektiğini düşünüyorum,
özellikle karşılarındaysak.
Sınıfta konuşurken, sesli
okuma yaparken, öğrencileri
eğlendirmeye çalışırken,
dinleyiciyi bilmeli ona
göre davranmalıyız. Eğer
çok yorulmuşlarsa, oflayıp
pufluyorlarsa artık durman
gerektiğini bilmelisin. Dediğiniz
gibi bunun empatiyle ilgisi var,
çünkü aynı zamanda empati,
dinlemektir. Benim hayat
felsefem “İnsanlar her zaman
onlara nasıl davrandığınızı
hatırlar.” sözüdür. Eğer insanlara
kötü, acımasızca, ihmalkar
davranırsan bunu hatırlarlar;
aynı zamanda eğer onlara iyi
davranırsanız, değer verirseniz
bunu da hatırlarlar. Bunu bana
Editörler
Alara Gebeş
Elif Ece Acar
Şule Kahraman
Tasarım Editörü
Tulya Elif Bekişoğlu
Yazarlar
Damla Cinoglu
Derin Arduman
Greti Barokas
Zeynep Can Aksoy
Aysenaz Toptas
Eda Ozkok
Alara Gebeş
Elif Ece Acar
Elize Aslan
Melisa Selin Yaylali
Mert Ali Dusunceli
Ozlem Lal Tuzman
Rojin Idil Erdogdu
Sule Kahraman
Ali Yagiz Ayla
Alp Altunyurt
Asli Doga Munzur
Asli Kocer
Defne Gungor
Ece Kantemir
Evsen Gulec
Hatice Pelin Sazak
Köprü
babam öğretmişti. Babam
ABD Hükümetinde Savunma
Bakanlığı’nda çalışıyordu,
çok yüksek bir mertebesi
vardı. Ancak konuşmalarında
hiçbir zaman başardığı işleri
anlatmazdı, onlarla övünmezdi;
her zaman “İnsanlar nasıl
davrandığını hatırlar.” derdi.
Bu benim çok hayran olduğum
bir özellikti çünkü babam ünlü
ve önemli insanlara konuşma
yapıyordu ve onlara hep bu
sözden bahsediyordu. Bu yüzden
bu söz benim için çok önemlidir.
Dolayısıyla; her zaman
empati kurmak, insanların
davranışlarınızı hatırlayacağını
düşünmek gerekir.
Köprü: Okuldaki yeni
görevinizden dolayı öğrencilerin
size karşı tutumunda ne gibi
farklılıklar gördünüz?
Mr. L: Bunu şu aralar
gözlemliyorum, anlamaya
çalışıyorum. Yeni işimden
sonra neredeyse tüm sınıfları
gezip yeni görevimi açıkladım.
Benim için çok iyi oldu çünkü
artık birçok öğrenci beni
gördüklerinde bana selam
veriyor. Bu beni çok mutlu
ediyor. Henüz kimseye ceza
vermedim; bu yüzden henüz
olumsuz bir etki görmedim.
Bunu eski okulumda yaşadım,
birçok kez öğrencileri disipline
yollamam gerekti ve benden
gerçekten nefret eden
öğrencilerim vardı. Ancak
benim yapabileceğim bir şey
yoktu, okulun kurallarına karşı
gelmişlerdi. Ama henüz bu
okulda böyle olumsuz tepkiler
olmadı.
Idil Akpinar
Idil Kara
Irem Akcal
Irem Dalfiliz
Melisa Oguz
Nesli Turker
Nezihe Ezgi Menzi
Nil Ozervarli
Ozsu Risvanoglu
Simay Yazicioglu
Zeynep Karababa
Zeynep Nehir
Turkarslan
Baris Can Unal
Cisenur Geyik
Ezgi Okutan
Nil Özervarlı
İdil Akpınar
Köprü: Gelecekte öğrenci işleri
dekan yardımcısı olarak mı,
öğretmen olarak mı, yoksa her
iki şekilde de mi devam etmek
istersiniz?
Mr. L: Her ikisini de yapmak
istiyorum. Eğer bu okulda devam
edeceksem, yeni görevler de
denerim; çünkü yeni tecrübeler
kazanmak, değişiklik yapmak
önemli. Sürekli aynı işi yaparak
devam etmek benim için yerinde
saymaktır, ben olabildiğince
kendimi geliştirmek istiyorum.
Mr. Jones ve Ms. Halıcıoğlu bana
güzel şanslar verdiler. Bunlardan
birisi geçen hafta okulumuzu New
York’tan ziyerete gelen komiteyle
ilgilenmekti, bu benim için büyük
bir şanstı. Gerçek anlamda okulun
nasıl yürütüldüğünü görmüş oldum,
çok iyi bir deneyimdi. Yeni görevim
de benim için çok iyi bir tecrübe
oldu. Yeni tecrübeler kazanmak,
kendime yeni hedefler koymayı
seviyorum. Sonuç olarak her ikisini
de yapmak istiyorum, hem sınıf
içinde olmayı hem de idari işlerde
karar almayı; hatta idarede biraz
daha yükselmeyi istiyorum çünkü
okul hakkında birçok fikrim var
ve bunları gerçekleştirebilmek
istiyorum, tabii bunun için çok
çalışmam ve zaman ayırmam
gerektiğini biliyorum.
Köprü: Bize zaman ayırdığınız ve bu
güzel tecrübelerinizi paylaştığınız
için çok teşekkür ederiz, yeni işinizde
başarılar.
Mr. L: Ben teşekkür ederim.
Fatma Aysu Sarigul
Hatice Sezin Esen
Mert Yilmaz Kocagil
Yayının Konusu: Okul
Gazetesi
Yayının Dili: Türkçe
Sorumlu Öğretmenler Yayının Türü: Yerel,
Melek Giray İnce
Süreli
Serya Karapınar
Yayının Süresi: Aylık
İmtiyaz Sahibi
Özel Amerikan Robert Yönetim
Lisesi
Özel Amerikan Robert
Güler Kamer
Lisesi Kuruçeşme
Caddesi No. 87
Sorumlu Müdür
Arnavutköy/İstanbul
Güler Kamer
Tel: +90 (212) 359
22 22
Aralık 2014