HABERLER Aralık 2014 1 köprü Bosphorus Chronicle’ın Ekidir. “İkizlerimi sadece doğdukları gün gördüm.” -Mathew Rose Röportajı “Bilgisayarlar her yerde ve hiçbir yerde olacaklar.” Dr. Michio Kaku -Turkcell Teknoloji Zirvesi “Vapurların balıkçılarla, Seyyar satıcıların kornalarla, Kedilerin martılarla atıştığı, Her köşesi farklı tınlayan şehre Caz geri geldi.” -Şehrin Caz Hali yazısından İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı Hangi Tip RC Öğrencisisin? Lise 12’lerin dönem gezisinin ayrıntıları “Lüzumsuz Adamın Evi”nde. Geçmişten Geleceğe Kütüphane “Spent-Ex” Grubu Hakkında Her Şey Mr. Gee’den Burç Yorumları Taksim’in Bilinmeyen Yanları Önder Kaya ile Tarih Gezisi Öğrenci İşleri Dekan Yardımcısı Mr. LaRaia: “Anneme görevimden bahsettiğim zaman çok güldü ve ‘Sen mi?’ dedi… Arkadaşlarıma da ‘İnanabiliyor musun, disiplinle ilgileniyor!’ diyor.” 2 HABERLER Keşfedilmemiş İstanbul Okulun temposunun yoğunlaşmaya başladığı şu günlerde her RC öğrencisi kafasını yüzlerce sayfalık kitaplardan maalesef ki kaldıramıyor. Denklemler arasına gömülmüş günlerimiz, ödevler ve kurslarla dolu hafta sonlarımız ile var gücümüzle çalışıyoruz; fakat hayat bunlardan ibaret değil, İstanbul da öyle. İstanbul, hem İstanbullular hem de yatılılar için her boş zamanda keşfedilecek mekanlarla dolu. Aslına bakılırsa yaşadığımız şehri pek de tanımıyoruz. Her gün okula giderken uykulu gözlerle bakmaya aşina olduğumuz caddelerin arkasında kalan hayatın pek de farkında değiliz. Asıl İstanbul, sokaklarda gizli. Bizimle gizli kalmış İstanbul’u keşfetmeye var mısınız? kafeleri gözünüze çarpar. Önce içinize ferahlatan elmalı nargile kokusu zaman geçtikçe hafiften içinizi baymaya başlar. Adeta yaz akşamları İstanbul’da karşılaşabileceğiniz her tarzdan insanın Koşuyolu Parkı: Tertemiz buluştuğu ortak mekandır. Geleneksel görüntüsüyle insanlara huzur veren lezzet peşinden koşmaktan tenleri Koşuyolu Parkı yürüyüş esnasında kızarmış turistlerden tutun eline gitarını dinlenmenizi sağlıyor. Eskiden at alıp bir şarkı mırıldanan gence kadar yarışları için kullanılan parkuru şimdi farklı birçok insanla karşılaşabilirsiniz. insanlar yürüyüş için kullanıyor. Kanlıca: Çok sık vapur seferleri Cezayir Sokağı: Beyoğlu’nun hareketli düzenlenmese de Kanlıca’ya direkt ve kültürel havasını barındıran giden vapurlar günün belli saatlerinde bu merdivenli sokak, Beyoğlu’yla çalışmaktadır. Vapurdan inince sizi ünlü Tophane’yi birbirine bağlıyor. Kanlıca yoğurdunu tadabileceğiniz Kenardaki kafelerden de Fransız küçük aile çay bahçeleri karşılar. Sol kültürünün yansıdığını görebiliriz. tarafa doğru ilerlediğinizde çoğunlukla bölge halkının el yapımı ürünleri sattığı küçük ama bir o kadar samimi pazar yeri dikkatinizi çekiyor. Sokaklarında ilerledikçe belleklerimizde unutmaya yüz tutmuş, hatta hiç rastlayamadığımız sokaklar karşımızı çıkıyor. Dar, eski, bir o kadar da samimi… Adeta küçük bir kasaba gibi. Tabii ki gitmişken Kanlıca yoğurdu yemeden dönmeyin. Stesli günlerin sonunda bir yemek, tatlı veya kahve molası vermek isterseniz Büyük Ada: Büyük Ada’yı zaten gidebileceğiniz birçok sevimli mekan var: herkes biliyordur; ama deniz kıyısında vakit geçirmeyi bırakıp J’adore: Taksim’in ara sokaklarında Birlik Meydanı’ndan Yüce Tepe’ye çikolatakolik müşterilerini bekleyen çıkmayı denerseniz, mükemmel bir sevimli bir dükkan. İçeri girdiğinizde manzarayla karşılaşırsınız. Bu tepede burnunuza gelen çikolata kokusuyla Aya Yorgi ve Hristos Manastırları yer sizi kendine bağlar. Meyvelerden alıyor. Aya Yorgi kilisesinin yanındaki ve brownie parçacıklarının üzerine lokantalarda lezzet, kültür ve manzara çikolata sosuyla oluşturulmuş özel üçlüsüne aynı anda sahip olabilirsiniz. bir tatlısı olan bu çatı katı dükkanı, küçük bir tatlı molası için ideal. Karaköy: Karaköy’ün tadı sokaklarda çıkıyor. Zürafa sokağından küçük pasajlarına, kafelerinden manzarasına keşfedilecek güzelliklerle dolu. İskeleye arkanızı dönüp şehre baktığınızda yaşadığınız şehri size yeniden anlatacak bir muhit. Nereden geliyorsanız gözünüze bir başka görünür. Rıhtımdan biraz ilerleyince nargile Üzerimizden tır gibi geçen bir haftanın sonunda yorgunluğumuzu geçirmek ve temiz havayla buluşmak için pazar günlerimizi açık alanlarla geçirebiliriz. Köprü Evşen Güleç Melisa Oğuz Halil Lahmacun: Misafirlerine yıllardır sıcaklığını sunan bir Kadıköy lokantası. Nesli Türker “Halil Abi” tarafından 1981 yılında açılan bu tecrübeli gevrek(kıtır) lahmacunda bir ekol, geleneksel mutfağımızın en başarılı tatlarını sunuyor. Kendi Karanlıkta Diyalog: Gayrettepe yaptıkları ayranı denemenizi öneririz. Metro İstasyonu’nda bulunan bu parkur size bir buçuk saatliğine görme Zamane Kahvesi: Suadiye’de engellilerin yaşadıklarını tecrübe etme bulunan Zamane Kahvesi, çeşitli şansı verirken farkındalığınızın da tatlılar denemek için güzel bir adres. artmasını amaçlayan sosyo-kültürel Samimi ve sevimli dekorasyonu, bir platformdur. Biletler Biletix’te. sakin havası ve tabii ki waffle’larıyla Cadde’nin en sevilen kafelerinden biri. Mandabatmaz Kahvesi: Görmüş geçirmiş havasıyla bol köpüklü kahvelerini sizlere sunan bu mekanda mutlaka sizinle hikâyesini paylaşmak isteyen birileri vardır. Mehmet Abi bu insanların başında gelir ve sizinle uzun uzun muhabbet eder. Burada tanıdık yüzler görürseniz bu kişiler yazarlar, şairler veya karikatüristler olabilir. Hepinize İyi Eğlenceler… Arada bir kültür molası vermek isterseniz, müzelere göz atabilirsiniz. Şehrimiz birçok sergi, çalıştay ve atölyeye ev sahipliği yapıyor, bunlardan güncel olanları şöyle: Sabancı Müzesi: Sabancı Müzesi şu zamanlarda Joan Miro’nun Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar sergisiyle meraklılara kapılarını açtı. Kuruluşunun 10. yılını kutlayan Sabancı Müzesi’nin etkinliklerini bu yıl takip etmenizi öneririz. Pera Müzesi: Pera müzesinin güncel sergileri olan “Polonya Sanatında Oryantalizm”, “Kesişen Dünyalar”, “Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri” ve “Kahve Molası”nı ziyaret etmenizi öneriyoruz. Aralık 2014 Alıntı Fotoğraflar: -http://www.bennebileyim.tk/570-cezayirsokagi-cezayir-cikmazi-%7C-beyogluistanbulda-yer-alan-merdivenli-cikmaz-sokak. html -https://irs2.4sqi.net/img/ general/152x152/14870636_fauegvvFkIoZzp_ zhIn3EnrVokSmkeeZgbn0i9F9qgM.jpg -http://gazetesu.sabanciuniv.edu/tr/2014-09/ joan-miro-sakip-sabanci-muzesinde -http://www.mastylecare.org/wp-content/ uploads/2014/02/DID.jpg HABERLER 3 Cecile Popp’la Röportaj Köprü: Merhaba Ms. Popp, ilk sorumla başlamak istiyorum. Profesyonel olarak yazmaya ne zaman başladınız? Cecile Popp: Kendimi profesyonel bir yazar olarak adlandırabileceğimi zannetmiyorum. Ama çocukken bile, hikâye yazmaktan hoşlanırdım. Okul dışında yazı yazdım mı bilmiyorum ama yaratıcı yazarlık, hikâye yazma her yıl müfredatın bir parçasıydı. Zaten okumak ve yazı yazmak; lise, üniversite ve iş hayatımın da her zaman bir parçası olmuştu. Her zaman yapmak istediğim, yöneldiğim, seçtiğim alanlardı. K.: Peki, başka ilgi alanlarınız var mı? Müzik, resim, spor gibi? C.P.: Evet, var. Ama maalesef, hayatıma dengeli bir şekilde yansımıyorlar. Tablolara bakmayı severim, sanat galerilerine gitmekten hoşlanırım. Yılda iki–üç defa sergiye gitsem, benim için yeterli olur. Aktif ve hareketli olmaktan, spot yapmaktan da hoşlanırım, ama düzenli bir şekilde sporla ilgilenmiyorum. Lisedeyken spor yaptım. 35 yaşıma kadar düzenli olarak koşardım. Ama artık koşamıyorum. Kemiklerimi zedeledim. Ama köpeğimle yürüyüşler yapıyorum, bisiklet sürüyorum. Hatta bütün ailem için bisiklet almak istiyorum, böylece Belgrad Ormanları’na gidip, bisiklet sürebiliriz mesela. K.: Yani spor ve resim düzenli ve sürekli olarak uğraştığınız aktiviteler değil, ama yazmak ciddi olarak ilgilendiğiniz bir uğraş? C.P.: Evet, mesela bir takımın üyesi değilim. Yazmak, öncelik verdiğim tek şey. Bu yüzden haftada birkaç gün yazı yazmaya çalışıyorum. Öğrencilerimle yazıyorum, Yazarlık Kulübü’yle yazıyorum. Robert Kolej öğretmenlerinden oluşan bir grubumuz vardı. Yaklaşık 7 kişi, ayda bir kez buluşup yazdıklarımızı paylaşırdık ama grubumuz dağıldı. Tekrar böyle bir şey yapmayı isterdim. K.: Bu gerçekten çok iyi bir imkan olurdu. Peki, gerçekten “kaliteli yazı” diyebileceğiniz parçalarınız var mı? C.P.: Elbette var. Google Drive’ımda, bitmiş parçalarımın bulunduğu klasörler var. Hâlâ üzerinde çalıştığım parçalar için klasörler var. Hızlı Yazılar (Quick Writes) adlı bir klasörüm var, üzerinde çalıştığım parçalardan oluşuyor. Mavi bir defterim var, onda da gene üzerinde çalıştığım, geri dönebileceğim yazılarım var. Küçük bir defterim var, ona fikirlerimi yazıyorum. Bitmiş ve üzerinde çalıştığım parçaların olduğu klasörlerin içinde; bir uzun yazılarımın olduğu, bir de kısa hikâyelerimin bulunduğu iki klasör var. Çocuklar için hikâyelerimin olduğu başka bir klasör ve yazdığım her şeyle ilgili olan bir klasör var; bu klasör daha çok Türkiye’yle ilgili, Türkiye’de Hayat gibi. Bazen eğer bazı temalarla ilgili yeterli sayıda yazı yazarsam, onları da temalarına göre sınıflandırıyorum. Benim için bir sonraki adım ise, bunlardan bazılarını tekrardan düzenledikten sonra bir yere göndermek ve bastırmak. Bu dileğimi daha gerçekleştirmedim, ama yapmak istediğim bu. K.: Bir sonraki sorum da bununla ilgiliydi, onu da cevaplamış oldunuz. Yani yazdıklarınızı bastırmayı düşünüyorsunuz? C.P.: Tabii ki, yani bastırmak isterim. Ama temel hedefim bu değil. Çünkü bastırmak için yazı yazmıyorum, yazı yazmayı sevdiğim için yazıyorum. Ama en azından bastırmayı da denemezsem, biraz yarım kalmış hissederim. Yine de, hiç bastıramasam da sorun değil. K.: Düşüncesi bile güzel. Peki, yazı yazarken daha çok belirli bir konu hakkında yazmayı mı tercih edersiniz, yoksa o anda aklınıza gelen düşünceleri mi yazarsınız, ilk düşünceler gibi? C.P.: İki şekilde de yazarım, duruma göre değişir. Her zaman kullandığım bir yöntem yok. Günlük yazılarım ilk düşünceler şeklinde olur, bu yöntem daha çok işe yarıyor bende. Ama bazen, bir fikirim olur ve onunla ilgili aklıma gelenleri yazarım; gene ilk düşünceler gibi. Ama biraz ARALIK 2014 daha odaklanmış bir biçimde. Örneğin çocuklar için bir hikâye olacaksa, başından sonuna kadar yazıp bitirmeye çalışırım. Sonra geri dönüp düzenlerim. Veya başka bir hikâye için, otururum ve bu sefer ilk düşünceler değildir yazdıklarım. Belirli bir konuda yazarım, ileride ne olacağını ve nasıl biteceğini düşünürüm. Yani, hangi şekilde yazacağım duruma göre değişir. Bazen de bir fikrim vardır, mesela, bir yabancının gözünden Türkiye, halk otobüsüne binme deneyimi, gibi. Bu fikir hakkında düşünürüm. Otobüse binmekle ilgili bir deneme yazısı mı yazmak istiyorum, yoksa bu yazıyı daha büyük bir parçanın içine mi katmak istiyorum; şehirde gezinmek veya İstanbul’da toplu taşıma gibi. Sadece keşfetmeye çalışırım; nasıl göründüğünü bilmek, kulağa nasıl geldiğini veya nasıl hissettirdiğini. Bazen ortaya çıkan şey sıkıcı ve gereksizdir, çöptür. Bazen de bu sıkıcı ve işe yaramaz yazının içinde, başka bir yazıya dahil edebileceğin bir–iki harika cümle veya gerçekten anlamlı bir paragraf vardır. K.: Peki, yazdığınız belirli bir tür var mı? C.P.: Yazılarımın çoğu, kişisel deneme gibi diyebilirim. Gerçekte, adını hatırlamıyorum ama, kişisel deneme ve edebi eserin karışımı olan bir tür var. Yani kurgu değil ama kurgu gibi yazılmış. Bu türü çok seviyorum. Bir de kısa hikâyeleri. K.: En önemli olduğunu düşündüğüm sorulardan birine geldik. Sizce, yazmak için belirli bir ruh hali içerisinde olunması gerekiyor mu? Mesela üzgünken daha iyi yazılır veya mutluyken yazı yazmak istemezsin şeklinde? C.P.: Şu an söyleyeceğim şey benim benimsediğim fikir ama benim orijinal fikrim değil. Bunu profesyonel yazarlar söylüyor. Eğer yazmak konusunda ciddiysen, daha iyi olabilmek için sıkça alıştırma yapman gerekir. Yani, sen öğrencisin, ben de öğretmen. Okula geliriz ve görevlerimizi yerine getirmek zorundayız. Senin görevlerin derslere girmek, Köprü Sezin Esen öğretmeni dinlemek. Benim görevlerim; ders hazırlamak, öğretmek ve sorularınızı yanıtlamak. Farklı günlerde, farklı ruh halleri içerisinde olabilirim ama yine de görevlerimi yerine getirmek zorundayım. Gerçekten de başarılı ve ünlü yazarların yazma alışkanlıklarını araştırırsan, birçoğu her gün aynı saatte, az çok aynı zaman aralığında ve aynı yerde yazı yazmışlardır. Bu yazma disipliniyle ilgili bir şey. Bana göre yazmaya başladığında, zaten belirli bir moda giriyor, “Oh, bugün yazasım geldi.” diyorsun. Zaten, yazı yazmak zordur, o yüzden hiçbir zaman yazı yazasın gelmez; hiçbir roman, birisine çok ilham geldiği için yazılmamıştır. Çünkü bu ilham bir yerden sonra kaybolur ve bir duvara çarparsın. İlhamın seni dürtmesini bekleyip pes edersen, hiçbir zaman başaramazsın. Ama disiplinli olursan… Şöyle düşün, sen bir koşucusun ve her gün koşmaya gidiyorsun, koşasın gelmese bile. Kendini koşunun ritmine kaptırırsın ve o koşu iyi bir koşu olur. Yazmak da böyledir, oturur ve yazarım; bazı günler yazdıklarım, diğerlerine göre daha iyidir ve daha mutlu olurum. Ama her ruh halinde yazarım. K.: Peki, en sevdiğiniz yazar kimdir ve neden? C.P.: Birkaç tane favori yazarım var; ama en sevdiğim Micheal Ondaatje derdim, Kanadalı–Sri Lankalı yazar ve onun romanı, “In The Skin Of A Lion”; bütün zamanlar için favorim. Bir de anılarından oluşan kitabı, “Running In The Family”. Micheal Ondaatje benim en sevdiğim yazarlardan biri, çünkü diğer favori yazarlarım gibi o da farklı türlerle oynuyor. Eserleri birbirine benzemiyor. Micheal Ondaatje ayrıca “The English Patient”ı yazdı, belki duymuşsundur. Filmi pek çok Oscar ödülü aldı ama ilk başta bir romandı. Ve diğer eserlerinden 4 çok farklı, hiçbirine benzemiyor. Bir de Margaret Akwood var, onu da seviyorum ama yazdığı her şeyi sevdiğimi söyleyemem. Onu çok takdir ediyorum, çünkü çok yönlü, düşünceli ve üretken birisi, birçok eseri var. Evet, bu iki yazar, benim en sevdiklerim. K.: Peki bu yazarların kitaplarını birden çok kez okudunuz mu? Ya da herhangi bir kitabı birden çok okur muydunuz, okunmalı mıdır? C.P.: Ben, çok nadiren kitapları tekrar okurum. Filmleri de, çok nadiren tekrardan izlerim. Birden fazla okuduğum çok az kitap var. Mesela, “In The Skin Of A Lion”, onu bir kereden fazla okudum. Ama bir şeyi birden fazla kere okumanın birçok yararı olduğuna inanıyorum; hele de üzerinde çalışacaksanız, o kitabı tekrardan okumalısınız. HABERLER K.: Ama deneme yazmak gibi değil, yani edebi bir şekilde? C.P.: Elbette, mesela birçok kere okuduğum kitaplar, Robert Kolej’de öğrettiğim kitaplar. Tekrardan okuduğum her seferde, biraz daha zevk aldım ve daha fazla şey öğrendim, daha çok şey gördüm. Yani kitapları tekrardan okumak; hele de bir yazar olarak, kaliteli edebi eserleri okumak, tekrar ve tekrar size daha çok şey katar, daha çok anlamanızı sağlar. Sadece ben tekrardan okumuyorum, çünkü okumaya o kadar istekli, açım ki; okuyabildiğim kadar çok okumak istiyorum. Maalesef okumak için çok zamanım yok ve okunacaklar listem o kadar uzun ki asla bitiremeyeceğimi düşünüyorum. Bu yüzden, okuduğum bir şeyi tekrar mı okusam, yoksa yeni bir şey mi okusam sorularıyla karşı karşıya kaldığımda, yeni şeyleri tercih ediyorum. K.: Ve son olarak, yazmak ve okumak sizin için ne ifade ediyor? Kendi sözcüklerinizle tanımlayabilir misiniz? C.P.: Yazmak, benim için iki yönlü bir şey. Duyduklarımı, gördüklerimi ve gözlemlediklerimi, başka insanların belki göremediği, duyamadığı şeyleri, bana özel olanları kâğıda dökmek. Aynı zamanda yazmak; anlama, fark etme süreci benim için. Yazdığıma bağlı olarak bazen iyileştirici, rahatlatıcı, bazen de sadece olayları, nesneleri farklı şekillerde görebilme yolu. Okumak ise birçok şeyle ilgili. Başka bir ortama Müzikaller ve Fikir Paylaşımı Müzikaller hakkında bilgi sahibi olma konusunda çaba sarf ettim. Ve edindiğim bilgiler doğrultusunda sizinle bunları paylaşmak istiyorum. Tam bir müzikal sevdalısı değilim ama müzikal dinlemek insana huzur veriyor. Kendi adıma konuşmam gerekirse bana müzikali sevdiren “Phantom of The Opera”dır. Müzikaller anlamı olan hikâyelerin bestelenip şarkı halinde seslendirilmesidir. Phantom of the Opera’yı bana sevdiren konusuyla şarkıların müthiş bir uyum içinde olması beni çok etkiledi. Ondan sonra Fransızca müzikaller de dinlemeye başladım. Benim için güzel bir adımdı. İstanbul’da sahnelenen bir müzikali de takip etme şansım oldu. Etkileyici bir müzikal olmadı ama orada oturup oyuncuların ve operacıların gerçekte nasıl hissler yaşadığına tanık oldum. Canlı izlemenin, internette izlemekten daha heyecan verici olduğu ise bir gerçek. Müzikalleri takip eden ve müzikaller konusunda gerçekten bilgi sahibi olduğunu düşündüğüm arkadaşım Alper ile de bir söyleşi yaptım. Onunla beraber İstanbul’da Zorlu Centre’da yapılan “Beauty and Beast” isimli müzikali izledik.Yani hem izledik hem dinledik. Benim ilk canlı müzikal deneyimim olduğu için memnun kalmıştım. Bir de Alper’in düşncelerini duymak istedim. Çünkü bu onun ilk müzikal deneyimi değil. MERT: Evet Alper, bugün seninle müzikaller hakkında söyleşi yapacağımdan bahsettim. Nasılsın heycanlı mısın bunun için? ALPER: Ehhh… Aslında oldukça heyecanlıyım. İlk defa birisi benimle böyle bir söyleşi yapıyor. MERT: Heyecanlanmana sevindim Alper, bu da benim ilk söyleşim. İkimiz içinde güzel bir deneyim olacak sanırım. ALPER: Hadi başlayalım o zaman … MERT: Alper, senin müzikalleri çok sevdiğini biliyorum peki sana müzikalleri sevdiren ne oldu? ALPER: Öncelikle müzik benim hayatımda çok önemli bir yere sahip. Müzikaller de müziğin hayran bırakıcı oyunculuklarla birleşmesiyle oluşuyor. Bu yüzden müzikaller, her izlediğimde beni inanılmaz derecede etkiliyor ve hayran bırakıyor. Müzikaller aynı zamanda duyguları açığa çıkarmanın en etkili yollarından biri benim açımdan. MERT: Bu sözlerinle gerçekten müzikallerin hayatının anlamı olduğunu okuyuculara açıkladın. Müzikaller hakkında pek bir şey Köprü bilmeyenlere hangi müzikalleri izlemelerini önerirsin? ALPER: Öncelikle herkese; bana müzikalleri sevdiren, daha doğrusu beni müzikal izlemeye başlatan “Notre Dame De-Paris” müzikalini tavsiye ediyorum. Gerçekten hem hikâyesi, hem müzikleriyle insanı kendine hayran bırakıyor bu müzikal. İkinci tavsiyem ise “Phantom of The Opera” olacaktır herkese. Phantom of The Opera’da beni Notre Dame De Paris’ten farklı olarak etkileyen şey 25.yıl kutlamasında Ramin Karimloo’nun Phantom (hayalet) rolünde yaptığı usta oyunculuktu. Sadece oyunculuğuyla değil, her duyguya hitap eden müzikleriyle de insanı derinden etkiliyor bu müzikal. Eğer bu müzikallerle müzikal izlemeye başlarsanız, benim gibi bir müzikal aşığına dönüşebilirsiniz. MERT: Alper kesinlikle Phantom of the Opera izlenesi bir müzikal; ben de bu müzikali izleyerek müzikallere karşı ilgi duymaya başladım. Ben genelde müzikalleri youtube’dan izliyorum ve sadece bir kere canlı izleme imkanım oldu. Sen hayatın boyunca kaç defa müzikalleri canlı izleme fırsatı yakaladın? ALPER: Geçen sene Zorlu Centre’da Notre Dame de Paris’i büyük bir heyecanla izledim ve gerçekten Aralık 2014 girmek ve hatta nerede olduğunu bile unutmak, sadece başka dünyalara geçiş yapmak. Ben çok fazla fantastik roman okumam, ama zaten türünün ne olduğu önemli değil. Ayrıca okumak benim için dil, yapı ve kelimelere bakarak eğlenmek; mesela farklı insanların kelimeleri nasıl farklı şekillerde kullandıklarını görmeyi seviyorum. Hatta bazı yazarlar kelimeleri kullanırken çok yaratıcı ve özgün, bu dışarıya yansıyor. Okumak beni her zaman rahatlatan ve mutlu eden bir eylem. K.: Röportajımız burada sona ermiştir. Bizimle fikir ve görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkürler. Mert Kocagil bu müzikalin işleyişi gerçekten çok zevkliydi. Konunun içine girip Notre Dame’ı hissediyordunuz. Bu sene de Beauty and Beast’e 2 kere gittim. İlk gidişim ailemle birlikteydi, ikinci gidişim sen ve arkadaşlarlaydı. Bence Beaty and Beast o kadar etkileyici değildi ama orada izlemek başka tabii. MERT: Evet, seninle beraber izledik. Benim için güzel bir deneyimdi. Notre Dame de Paris’i bana gösteren kişi sendin ve gerçekten çok müthişti, ben de internetten izledim. Sen bu kadar çok müzikal izledin bu kadar çok karakter yapısını seyrettin, peki sen bir müzikal karakteri olsan kimi tercih ederdin? Özel bir nedeni varsa açıklar mısın? ALPER: Bir müzikal karekteri olmak istesem Phantom of The Opera’dan Phantom olurdum. Çünkü Phantom of The Opera’yı izlerken Phantom ‘ın gizemi beni çok etkilemişti.Bu nedenle her zaman Phantom’a bir hayranlık beslemişimdir. Onun bende yarattığı değişik histen dolayı olsa gerek. MERT: Vaaaooov. Alper’ciğim bana zaman ayırdığın için ve sabırla sorularımı yanıtladığın için çok teşekkür ederim. Müzikle bağın hiç kopmasın. ALPER: Rica ederim. Benim içinde bir zevkti. HABERLER 5 Şehrin Caz Hali Vapurların balıkçılarla, Seyyar satıcıların kornalarla, Kedilerin martılarla atıştığı, Her köşesi farklı tınlayan şehre Caz geri geldi. Farklı tınılar ve kadife seslerin cenneti olan caz müziği, 24.Akbank Caz Festivaliyle 23 Ekim- 2 Kasım tarihleri arasında tüm sevenleriyle buluştu. Dünyanın farklı yerlerinden gelen sanatçılar, çeşitli şehirlerde konserler verdi. Bu sanatçılar arasında dünyaca tanınmışların olduğu gibi, yeni keşfedilmiş olan genç sesler de vardı. Bu festival boyunca geniş kapsamlı bir konser programı, dans ve gitar yapımı gibi enteresan konuları içeren atölye çalışmaları, sanatçıların katıldığı paneller, cazlı brunch’lar, kampüste caz konserleri ve liselerde caz atölyeleri gerçekleştirildi. Liselerde caz atölyeleri Robert Kolej’in de içinde bulunduğu sekiz okulda gerçekleşti. Okulumuzda 27 Ekim tarihinde düzenlenen caz atölyesine öğrenciler tarafından ilgi büyüktü. Ercüment Orkut ve Ediz Hafızoğlu’nun katıldığı atölyede öğrenciler caz müziğini ve enstrümanlarını daha yakından tanıma fırsatını elde etti . Atölyenin soru cevap şeklinde hazırlanmış olması, öğrencilerin atölye sırasındaki katımını arttırdı. Eğer bu seneki caz atölyesini kaçırdıysanız, dert etmeyin, çünkü bu atölye okulumuzda her sene düzenlenmekte. Caza karşı bir ilginiz var, ama hangi sanatçının sizin tarzınıza uyduğunu bilmiyorsanız, Akbank Caz Festivali’ne katılan sanatçılardan seçtiğim bazı örnekler belki hoşunuza gidebilir. *Jamie Cullum: Dünyaca tanınmış bir sanatçı olan Jamie Cullum genç yaşta olmasına rağmen birçok ödül sahibidir. Pop, rock gibi farklı müzik çeşitlerinden olan şarkıları cazla birleştiren sanatçının konserlerindeki görsel şov da paha biçilmezdir.Jamie Cullum ilginizi çektiyse Rihanna’nın parçası olan “Don’t stop the music”’e yaptığı “cover”ı dinlemenizi tavsiye ederim. *Chet Faker: Chet Faker bu festivalin cazla en az ilgisi olan sanatçılarından biri. Genellikle “electronica” adı verilen müzikle ilgilenen sanatçının boğuk sesi ve enteresan klipleri ilgi çekicidir. Ayrıca Faker’ın hipster tarzı da onu farklı kılmakta. Rolling Stone dergisi tarafından 2013 yılında “En İyi Bağımsız Sanatçı” seçilen Chet Faker ilginizi çektiyse; “Talk is Cheap” adlı şarkısını dinleyebilirsiniz. Fotoğraflar: Dilara Zenel Zeynep Karababa *Yasmine Hamdan: Bu festivaldeki en ilginç sanatçılardan biri olan Lüban asıllı Yasmine Hamdan, Ortadoğunun ilk indie/elektronik grubu olan “Soapkills”in üyelerinden biri. Hamdan’ın kıvrak sesi ve müziğinin tınısı PJ Harvey’in anımsatır. Eğer Yasmine Hamdan ilginizi çektiyse; “Beirut” şarkısını beğenebilirsiniz. Kaynakça: 24. Akbank Caz Festivali Tanıtım Broşürü Yaz Konserleri Bu yaz pek çok değişik konser oldu güzel ülkemizde; özellikle rock konserleri. Bunlardan en önemlileri şüphesiz Rock Off Festivali ve “Metallica by Request” oldu. Bu iki yaz eğlencesinde kâh Amon Amarth ile coştuk, kâh Metallica ne istersek onu çaldı, kâh da Megadeth-Trust’un nakaratını Dave Mustaine ile tekrarladık. Tabii ki yaz bitiminden hemen sonra Lady Gaga’nın da bize bir sürprizi oldu. Gelin bir bakalım... Bahsettiğim üç konserden ilki, 13 Temmuz’da gerçekleşen, şu anda bile tarihini ezberden söylediğim ve bizzat gittiğim “Metallica by Request” oldu. Metallica’nın ilk gelişi değildi bu, ancak bu konserin ayrı bir özelliği vardı: Ne istersek onu çaldılar. Evet, doğru. Oylama ile seçilen ilk 17 şarkı ve 2014 bestesi yeni şarkıları “Lords of Summer”ı çaldılar. Türkiye’nin sayılı metal gruplarından Pentagram’ın ön grup olarak çıktığı bir konserdi, gerisini siz düşünün. Girdik sıraya, “5’te açılacak kapı.” dediler. 8’de nihayet içeri girebilmiştik. 40.000 kişilik konser bu, üç saatte anca içeriye girebildik. Bir de sabahtan beri bekleyenler vardı, bayağı işkenceydi. O sıcağın altında en son 500 mL’lik soğuk su 10 TL’ye bile “kapış kapış” satılıyordu ve neredeyse bir izdiham vardı. Girdik içeri, biletleri gösterdik, önce bir Pentagram coşturdu. Yarım saat sonra o metal efsanesi “Ecstasy of Gold” eşliğinde girdiler ve ne olduğunu bile anlamadan Master of Puppets’a eşlik ederken bulduk kendimizi. En son hatırladığım ise Seek and Destroy’un son nakaratı, James’in kutularca pena fırlatması ve elimizdeki kocaman siyah balondu. Teknik anlamda gördüğüm en güzel konserdi. Ekranlar mükemmeldi. Ses ve şarkı seçimi olarak, tecrübe ettiğim en müthiş konserdi, diyebilirim. Konserler zinciri Rock Off Festivali hakkında ise arkadaşım Levent Serin’den yardım aldım. Kendisi İzmir’de yaşıyor ve bu tür konserlere bizzat gidiyor. Metallica’ya da benimle birlikte gelmişti. Genel olarak Megadeth’in estirdiği konsere, Amon Amarth ve aynı zamanda Türkiye’de ilk kez sahne alan Gojira’nın da damga vurduğunu görüyoruz. Megadeth ile ilgili kısmı direkt olarak Levent’in ağzından aktarayım size: “Megadeth dediğim gibi klasikti. Dave Mustaine sololar attı ve bir Megadeth konserinde ilk kez ekranlarla karşılaştım. Güzel olmuştu ama bir Metallica ekranları gibi değildi. ARALIK 2014 Diğer alt gruplara da güzel bir ilgi vardı, Metallica konserindeki gibi Pentagram çıktığında “Kim bunlar?” diye söylenen insanlar yoktu” Gerçekten de Metallica’ya gelen insan kitlesi sadece “metalhead” dediğimiz kişiler olmadığı için böyle soru işaretleri oluşmuştu. Özellikle Gojira’dan etkilenen Levent, birkaç hafta boyunca sadece Gojira dinlemişti. Aynı zamanda Amon Amarth’ın sahnesinden etkilendiğini belirten Levent, Megadeth’in sahnesi konusunda ise, benzer bir şekilde: “Ses sistemi iyiydi; bütün enstürmanları güzel ve temiz bir şekilde duyuyorduk. Megadeth’e tabii daha fazla özen vardı ama alt gruplarda da iyi bir ses vardı. Bir de ilk gün feci yağmur yağmıştı. Festivali iptal edebilirdi ama etmediler bunlar dolayı teşekkür ederiz onlara :)” şeklinde bir cevap verdi bana. Festivalin de genel olarak güzel olduğu bilgisini aldıktan sonra gelelim Little Monster’lara gelen bombaya: LADY GAGA. Neredeyse hiç pop dinlemesem de bu derecede bir konsere yer vermemek Köprü Barış Can Ünal olmazdı diye düşünüyorum. Yine bu konuda RC ’18 yatılı 9. sınıf öğrencisi Mert Özbay ile kısaca görüştüm. Kendisi dekora tam puan verirken hayranlar hakkında şöyle bir yorum yaptı: “Konsere gelen çoğu insan Lady Gaga hayranıydı ve de bu nedenle herkes oldukça heyecanlıydı. Hayranları da Lady Gaga gibi ilginç ve sıradışı kıyafetlerle konsere gelmiştiler. Cosplay yapanlar vardı. Şov oldukça başarılıydı ve herkes mutluydu. Sadece başta arkada olanlar olmak üzere bazı insanlar sahneyi görmekte sıkıntı çektiler.” Ünlü şarkılarından derleme yapan Lady Gaga, tam zamanında Monster’larını ayağa kaldırmış gibi görünüyor. Genel olarak bizim için dolu dolu ve eğlenceli bir yaz oldu. Şu anda önümüzde Metallica veya Megadeth kadar ünlü bir grubun konseri yok. Ancak her an bir sürpriz olabilir. Konser takvimini takip edin. 6 HABERLER Mr. Becker ile Röportaj Barış Can Ünal MR. BECKER İLE RÖPORTAJ Bildiğiniz üzere, Ms. Bakkegard’ın vedasının ardından RC Tiyatrosu’nun yönetmeni Mr. Becker oldu. Çiçeği burnunda yönetmenimiz ve aynı zamanda tecrübeli, farklı yönleriyle dikkat çeken ve tam bir kitap aşığı olan öğretmenimizle bir röportaj yapmak istedik. Mr. Becker’ın SK’daki yeni ofisine gittim ve bir kaç soru sordum. Barış Can Ünal: Öncelikle RC tiyatrosunun yeni yönetmeni olmak nasıl bir duygu? Mr. Becker: Şimdi mi, yoksa kabul ettiğim zaman mı? BCÜ: Aslında bakarsanız ikisi de. Mr. B: İlk kabul edildiğim zaman, hem coşkulu, ama aynı zamanda çok korkunç bir his vardı çünkü Darcy Bakkegard gibi diğer bütün eski öğretmenleri çok sevdim. Çok iyi öğretmenlerdi ve onlarla sık sık çalışıyordum. Ama uzun zamandan beri de tiyatroyla ilgileniyorum ve sonunda buradayım, yani gerçekten tiyatro vasıtasıyla öğrenciler etkilenebilir ve değiştirilebilir. Ben de bu sürece katılmak istedim. Şimdi, yavaş yavaş daha iyi hissediyorum ve her gün çocuklara gerçekten çok faydalı şeyler vermek istiyorum, ve tabii çocukların bir şeyleri kendileri yaratması lazım ve her gün kendisi hakkında yeni bir şeyler öğrenmesi lazım. Ve inşallah ben onlara yardım edebilirim. BCÜ: Ayrıca tiyatronun nasıl gittiğini de merak ediyoruz. Birkaç gün önce sizle görüştüğümde zor ve yoğun demiştiniz. Gerçekten de öyle mi? Ve bu iş sizi ne kadar mutlu ediyor? Mr. B: Bir insan kendi yolunu değiştirirse her zaman daha genç hissediyor. Ve aynı zamanda hep daha çok öğrenmeye çalışıyor; bu yüzden yaşlı ve yorgun hissediyor. Bu hisleri her gün yaşıyorum. Ve gerçekten çok, çok güzel bir şey. BCÜ: Yani size tecrübe kazandırıyor. Mr. B: Tabii ki. Yani çok okudum ve çalıştım tiyatro hakkında ama tiyatro öğretmedim bu okulda. Bu yüzden hazırlık ve 9. sınıfları eğittikten sonra çok farklı bir şey, yani çok WOW dersi ve Film dersi öğrettim ve bir nedenle tiyatroya her zaman çok saygı gösteriyorum ve çok iyi bir iş yapmak istiyorum her zaman. Bu yüzden kendime biraz baskı uyguluyorum. BCÜ: Yani öncesinde tiyatroya bir ilginiz vardı. Mr. B: Tabii, tabii ki. Öncesinde tiyatroya gitmeyi çok seviyordum ve filmin tersine tiyatro anında Köprü oluyor, değil mi? Filmde hata yaparsan, her zaman düzeltebilirsin . Ama tiyatro canlı; bu yüzden o tecrübe; seyirci, oyuncu ve yönetmen için daha hevesli ve heyecanlı. BCÜ: Geçen seneki WOW öğretmenim idiniz, ancak öğrendik ki bu göreve geldikten sonra WOW dersini bırakmışsınız. Bu sizde nasıl bir his uyandırıyor? Mr. B: Hâlâ hazırlıklarla çalışıyorum Creative Arts dersinde ama biliyorsun, her gün aynı sınıfa girince aile gibi hissediyor insan. Her gün sizleri görüyordum; bazen sen yoruldun, bazen ben yoruldum; bazen ben çok heyecanlı, bazen sen çok heyecanlıydın. Ve her gün bir şeyler yaşıyorduk, değil mi? Ama şimdiki hazırlıkları haftada 1 kez görüyorum mesela. Ve tam aile gibi hissetmiyorum; ama onlar haftada bir kez gelince, o bir derste elimden geldiği kadar çok şey vermek istiyorum onlara. O zaman da çok coşkulu çalışıyorum tabii ki. Ama biraz melankoli hissediyorum çünkü Hazırlık sınıfı çok farklı bir şey; başlangıçta herkes çok utangaç, ancak yıl devam ettikçe değişiyorsunuz. Ve o en son ayı biraz özleyeceğim galiba. Son ay herkes daha iyi Aralık 2014 anlaşıyor birbiriyle. Yani bu sene gerçek baba veya amca gibi hissetmeyeceğim. Çünkü her gün onlarla bir şey paylaşamayacağım. Ama, yani Robert Koleji Tiyatro Kulübü’yle ilgili çok samimi bir his var, Modern Drama da öğretiyorum. Onlarla yavaş yavaş sıcak bir ortam oluşturuyoruz. BCÜ: Peki, çok sosyal bir insan olduğunuzu biliyoruz. Spor, müzik, tiyatro... Kitap okumayı da çok seviyorsunuz. En baştan başlasak, sporu çok seviyorsunuz. Sürekli yapıyorsunuz. Genel olarak nasıl gidiyor spor programınız, yani nasıl spor yapıyorsunuz? Ve ayrıca spora yeni başlayanlar için de söylemek istediğiniz bir kaç şey var mı? Mr. B: Ben çocukluğumdan beri spor yapıyordum, her mevsimde de farklı spor yapıyordum. Mesela sonbaharda Amerikan futbolu, kışın basketbol, ilkbahar tenis ve yazın beyzbol gibi. Ve bütün sene de yüzüyordum. Bu yüzden bir alışkanlık oldu bende; her gün biraz spor yapamazsam , yorgunken bile, bir eksiklik hissediyorum. Her zaman söylüyorum; her gün terlemem lazım. Terlemek beynimi açıyor. Yani spor şimdi güzel gidiyor okulda; kızlar Flag Football takımıyla gurur duyuyorum. 30 oyuncu var şu an. Sizler her zaman otobüstesiniz, yani sen Allaha şükür yatılısın, ama diğer öğrenciler her zaman otobüsteler. Bu yüzden bazen spor yapamıyorlar tabii ki; ama bence haftada 3-4 kere, öğrenci çok meşgul olsa bile, 30 dakika spor yapabilirse çok iyi hisseder kendini. Mesela otobüste ödev yaparsa evde biraz spor yapabilir. Özellikle 12. sınıflar konusunda endişe duyuyorum. Çünkü bence eğer biraz spor yapabilirlerse her gün, tabii ki daha iyi okuyup çalışabilirler sınavlar için. Ama o kadar çok baskı var ki, çok spor yapmıyor ve yavaş yavaş düzenleri HABERLER değişiyor ve iyi okuyamıyorlar çünkü spor yapmıyorlar. Keşke daha çok zaman ayırabilseler spora. BCÜ: Yani spor beyni açıyor diyorsunuz. Mr. B: Bence böyle. Bu yüzden 12. sınıfların spor yapması lazım. 20 dakika olsa bile. BCÜ: Peki müzik konusuna gelecek olursak, Mr. Welch ve Mr. La Raia ile oluşturduğunuz “Spent-Ex” adlı gruptan haberdarız ve grubu merak etmeye başladık çünkü son zamanlarda Zorlu Center’da çıkmışsınız mesela, yani yavaş yavaş grup ünlü olmaya başlıyor; özellikle okul içerisinde. Grupta işler nasıl gidiyor şu an? Mr. B: Bana göre biraz tembeliz şimdi, daha çok prova yapmalıyız ama biliyorsun, 35-40 şarkı falan, kendi orijinal şarkılarımızı besteledik, o konuda gurur duyuyorum tabii ki. Evet, Zorlu Center’da çaldık ve yeni bir hayran geldi, Lisa Johnson adında, burada çalışan bir hanım ve onun oğlu geldi ve çocuk deli gibi dans etti. Çok mutlu oldum, yani çocuk bile olsa bizim “punk rock” tarzını beğenebilir. “Punk rock” çalıyoruz genel olarak, yakında bir konserimiz daha olacak Taksim’de daha ünlü bir grupla konser vereceğiz. Ama aslında biz yaşlı olsak bile heyecan verici ve coşturucu şeyler yapıyoruz sanat ile. Yani bazen insanlar 40 yaşında olunca “eh yoruldum, her şeyi bırakacağım; yazmayı, müziği, sporu bırakacağım...” moduna giriyorlar ama biz hâlâ heyecan verici şeyler çalıp tutkumuzu canlı tutuyoruz. BCÜ: Müzik de önceden hayatınızın bir parçasıydı herhalde? Mr. B: Evet, eskiden biz hepimiz ya DJ’lik yapıyorduk ya gazetede müzik hakkında yazıyorduk ya da konser tanıtımı yapıyorduk... Yani her zaman müzik endüstrisiyle bir bağlantımız vardı. Türkiye’ye geldiğim zaman, bir nedenle birbirimizi bulduk ve müzik yapmaya başladık. BCÜ: Peki önceden Mr. Welch ile nasıl bir ilişkiniz vardı? Mr. B: İyi bir soru, biliyorsun ben eskiden üniversitedeyken Mr. Welch ile buluştum. O benim uzmanımdı, ben onun çırağı oldum. Bir gün Mr. Welch biraz depresif hissetmişti, o zaman ben de dedim ki: “Haydi o zaman bir rock grubu kuralım! Sen çocukluktan beri bir punk rock çalmak istiyordun, ama hiç denemedin. Bir rock grubu kurmalıyız.” Ve kurduk. Ve yine tesadüfen eski sanat öğretmeni John Dew’a: “Sen bir şeyler çalar mısın?”diye sordum. Yanıtı: “Davul çalıyorum.”oldu. Çok şaşırdım o an ve ne tür müzik sevdiğini sordum ve o da “punk rock” dedi. Gruba girmesini teklif ettim, o da kabul etti. Böyle oldu. Andy LaRaia da bir gün kafeteryada gitar çaldığından bahsetmişti ve ona da grupta yer almasını teklif ettik, “Tamam” dedi. Böyle gelişti her şey. Tamamen rastgele olan bir değişmiyor ve o zaman da çok misafirperverlerdi. Aynı zamanda ben orada hiçbir gün kendimi rahat hissetmedim. Çünkü her zaman misafir gibi hissediyordum. Çok yalnızdım. O zamanlar küçük bir köyde yaşıyordum, 500 küsür kişinin yaşadığı bir köy. Ve görevim de oradaki herkese İngilizce öğretmekti. Yani dağlık bir köyde çalışıyordum. Ve o zaman da eğlence olarak her akşam dağ tırmanışı yapıyordum. O kadar. BCÜ: Orada da sporu çözmüşsünüz. Mr. B: Doğal spor. (Gülüşmeler) BCÜ: Peki son olarak, “Köprü” gazetesi olarak bu sayıdaki konumuz “kitap”. Sizin çok sevdiğiniz bir şey kitap. Pıtırcık. (Gülüşmeler) (Kendisi geçtiğimiz sene “Pıtırcık”ı okurdu ve bize anlatırdı.) şey. Mr. Vierling ile de eskiden beri müzik yapıyordum. Ve Mr. Arey ile. BCÜ: Onlar ne çalıyor? Siz bas çalıyorsunuz, ... Mr. B: Mr. LaRaia gitar çalıyor, eskiden farklı bir grupta Mr. Vierling bateri, Mr. Arey gitar ve ben bas çalıyorduk. Şimdi o grup yok. 12 sene önce yaptık. Ve çok konser verdik. BCÜ: Peki, sizinle ilgili ayrı bir konuya girecek olursak, hazırlıkta birçok hikâye anlatmıştınız. Bu hikâyelerden bazıları da bir süre yaşadığıız Japonya ile ilgiliydi. Japonya sizce nasıl bir yer? Mr. B: İstanbul ile karşılaştırırsak Japonya bana çok zor ve garip gelmişti. Japonya bir ada. Bu yüzden farklı kültürlerden etkilenmiyor. Kendi kültürü çok Mr. B: Hâlâ okuyorum. (Gülüşmeler) BCÜ: Gerçekten mi? Kaç sayfa o kitap? Mr. B: 60 sayfa. Ben 42. sayfadayım. BCÜ: Her neyse, konumuz kitap ve kitap okumayı çok sevdiğinizi biliyorum. Peki, kitap deyince aklınıza ne geliyor? Kitap kelimesi sizde ne çağrıştırıyor, birkaç cümlede söyleyebilir misiniz? Mr. B: Koku; ses, sayfaların sesi; kaçmak, andan kaçmak ve beyin. BCÜ: Yani, bu kelimeler size neden kitabı çağrıştırıyor, onu da anlatabilir misiniz kısaca? Mr. B: Koku, kitap ilk açıldığında gelen koku. Bilgisayarlarda okumak istemiyorum, çünkü kokusu yok. O kitap kokusunu çok ARALIK 2014 Köprü 7 seviyorum ve bazen lekeler, notlar oluyor. Bir keresinde okuduğum bir kitapta Mr. Gee’nin yazdığı notlar vardı. Kütüphanede kitap okuyordum ve o notları gördüm. Çok güzel bir şekilde gelmişti bana o kitap. Koku, tarihi demek oluyor yani. Sanki başka birinin pantolonunu giyiyormuş gibi. Eski kitapları tercih ediyorum, yeni kitap hiç almıyorum. Bazı insanlar sadece yeni kitapları severler. Ses; yani o hareketi seviyorum. Sayfaların çevrilmesi falan. Tabii ki bilgisayarda “klik klik” yapıyorsun, ama sevmiyorum onu. Beyin dedim; çünkü mesela bazı kitaplar 1500 sayfadır, 1500 sayfa kadar beynini açar insanın. Çok etkileniyorum. Daha da çok sayfa da olabiliyor ancak biraz editörler de kesiyor. Ve kaçmak; biliyorsun sosyal bir insanım ama başka insanlarla da takılmayı çok istemiyorum bazen. Dışarıda gezerken yanımda her zaman bir kitap oluyor. Çünkü kafamda bir fikrim yoksa, hemen kitaptan bir fikir alıp onun üstüne düşünebilirim. Kafam boşken kendimden nefret ediyorum. Bu yüzden kitaplardan her zaman bir düşünce almak istiyorum. Kaçmak da böyle. BCÜ: Özellikle bu çok ilgimi çekti. Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Mr. B: Rica ederim, memnun oldum. HABERLER 8 Fuara Gel 33. İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı 8-16 Kasım tarihleri arasında Büyükçekmece’deki Fuar ve Kongre Merkezi’nde gerçekleşti. Fuarın bu yılki teması Türk sinemasının 100. yılına ithafen “Sinemamızın 100 Yılı”idi. Bu yıl fuarın Onur Yazarı 1970’den beri sinema yazıları ve eleştirileriyle tanınan Atilla Dorsay’dı. Türkiye ve yurtdışından toplam 850 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katıldığı fuar, bu yılın konuğu Macaristan’ın tanınmış sinemacı ve edebi simalarını da biraraya getirerek kültürler arası bir sentez yaratmak niyetindeydi. Onur konuğu Macaristan 8-11 Kasım tarihleri arasında fuarın Uluslararası Salon’unda 35 ülkeden diğer yayınevleri ve yurtdışından 40 yazarla beraber etkinliklerini gerçekleştirdi. Tema dahili ve dışında söyleşi, panel ve dinletiler toplamda 270’i dolaylarındaydı; yani bu 9 gün dolu dolu geçti TÜYAP’ta. Fuardaki bir başka dikkat çeken etkinlik de bu yılın Nisan ayında kaybettiğimiz Gabriel Garcia Marquez’in anma töreni. Kolombiya Büyükelçiliği’nin 15 Kasım Cumartesi gerçekleştirdiği bu törene Jaime Ahelin (Marquez’in kurduğu IberoAmerican New Journalism Vakfı Genel Müdürü) ve yazar Seçkin Selvi de katıldı. Fuar her türden ziyaretçisi için bir çok farklı etkinlik imkanı da sundu. Mutfak meraklıları için 8-11 Kasım Lüzumsuz Adamın Evi Türk Dili ve Edebiyat Bölümünün düzenlediği 12. Sınıf Burgazada gezisi dönem ruhunu pekiştiren bir anıydı. Vapur yolculuğundan bisiklet turuna kadar bütün dönemin birlikte zaman geçirmesi anlatmaya değer bir gün oldu. Vapur yolculuğunu anlatırken göz kamaştıran denizden bahsetmeye gerek bile yok. Dikkatimi çeken şey ki eminim bütün dönem için de bu böyledir, muhabbetler ve danslardı. Bu vapur yolculuğu hepimize hazırlık yılının sonundaki boğaz turunu hatırlattı. Dolayısıyla eğlendirirken, geçen zamanı ve geleceği de düşündüren bir yolculuk oldu. Kumanyalarımızı aldıktan sonra sınıflara dağılıp adayı turlamaya başladık. Uzun, yokuşu çıktıktan sonra Sait Faik Müzesi’nin önünde durduk. Fakat müze küçük olduğundan her sınıf sırayla müzeye girebilecekti. Müzeye gireceğimiz saati öğrendikten sonra zaman gelene kadar kısa bir Burgazada turu yapmaya karar verdik grupça. Yol boyunca Sait Faik öykücülüğünden, hayatından ve müzeden bahsettik ve sonunda adanın daha da yukarısında bulunan meşhur Kalpazankaya restoranına ulaştık. Deniz manzarasının muazzam bir şekilde tarihleri arasında “Mutfak” ta yemek yazarları ve blogger’larının canlı olarak yemek sundukları, söyleşi yapacakları bu etkinlik TÜYAP tarihinde bir ilkti. Çocuk ve gençler içinse özel söyleşiler ve atölye çalışmalarına katılmak mümkündü. Ziyaret saatlerini arttıran fuar, hafta içi günlerde 10.00-19.00; haftasonu ise 10.00-20.00 saatlerinde ziyarteçileri kabul etti. Giriş ise biz öğrenciler ve öğretmenlere ücretsizdi. TÜYAP’ın gördüğü yoğun ilgi ve fuarın muazzam boyutu beni her seferinde şaşırtıyor. Bilinçli bir okurun pek çok şekilde faydalanabileceği bu etkinlik, ziyaretçisi için, Türkiye’de okuryazarlık bilincinin gelişmesi için elinden geleni yapıyor. E bize de gitmek düşüyor. TÜYAP 2015’te görüşmek üzere! Kaynak: www.istanbulkitapfuari. com Damla Cinoğlu tadına varılabildiği bu restoranda oturduk ve büyüleyen manzaranın tadını çıkardık. Tekrar aşağı doğru indiğimizde müzeye ziyareet saatimizin hâlâ gelmediğini fark ederek bisiklet kiraladık ve eğimli yollarda bisikletle ada turumuza devam ettik. numaradaki evde yaşamış. Burgazada onun için hem ilham kaynağı hem de dinlenme ortamı olmuş. Ölümünden bir yıl önce de bu köşkü Darüşşafaka Cemiyeti’ne bağışlamış. Annesinin isteği üzerine 22 Mayıs 1959 tarihinde köşk müze olarak hizmete açılmış. Öğlene doğru, yemek yedikten sonra, müzeye girme sırası nihayet bize geldi ve müze girişindeki Sait Faik heykelinin yanında bekledik. Sait Faik Abasıyanık, 1906 yılında Adapazarında doğmuş, babasının vefatı ardından annesiyle yazları Burgazada’da Çayır Sokak 15 Giriş katında evin yemek salonu bulunmaktaydı. Büyük bir yemek masası, üzerinde Sait Faik’in kullandığı porselenler ve yanında da işlemelerle bezenmiş antika bir dolap sergilenmekteydi. İkinci katta merdivenin hemen karşısında Sait Faik’in mütevazı Köprü Ayşenaz Toptaş Aralık 2014 odası konumlanmıştı. Odanın içerisinde yatağı, yatağın üzerinde son kullandığı pijaması, çalışma masası ve evin yan bahçesine bakmakta olan bir cam vardı. Bu kattaki diğer odalardaki panolarda Sait Faik’in hayatından kesitler ve Darüşaffaka Cemiyetinin tarihine dair bilgiler yazmaktaydı. Cam raflarda kitaplarının farklı yıllardaki basımlarına yer verilmişti. Üçüncü katta ortada tek bir deri koltuk bulunan ve deniz manzarası gören bir oda vardı. Sait Faik’in muhtemel ilham odası olan bu odanın yanındaki odada bir duvarı baştan aşağı çekmecelerle kaplı ve her çekmecesinin içinde Faik’in yazdığı ve ona yazılmış mektuplar sergilenmekteydi. Bodrum katta ise Sait Faik’in kitaplarını ve onunla ilgili araştırma kitaplarını barındıran bir kitaplık bulunmaktaydı. Burada belirli aralıklarla çeşitli atölyeler gerçekleştirilmekte ve ilgili okurların araştıma yapmasına izin verilmektedir. Sait Faik’in edebiyatıyla ilgilenen herkesin müzeyi görmesini tavsiye ederim! HABERLER 9 Mr. Gee ile burçlar Köprü: Genel olarak, röportajımız sizin burçlara olan ilginiz ve gelecek planlarınız hakkında olacak. Burçlarla başlamamız daha doğru olur herhalde. Burçlara olan ilginiz ne zaman, nasıl ve niçin başladı? Mr Gee: Bana inanmayacaksınız ama adını <John the Baptist>’a değiştiren bir adama rastladım ve burçlara çok ilgiliydi. Beni Linda Goodman adında bir kitap okumaya zorladı ve hayatıma o kadar uydu ki sonunda burçlara inanmaya başlamış oldum onun sayesinde. K: Ne zamandı peki bu? Mr. G.: Bu 1972 yılındaydı. K: Peki siz kaç yaşındaydınız? Mr. G.: Ben 22 yaşındaydım. K: Uzun zaman olmuş. Mr.G.: Çok uzun zaman oldu, evet. Geçen gece 1982 yılından günlüğüme göz gezdiriyordum. Hayatımın yarısına denk geliyor. Çok garip bir his. K: Peki ya şimdi, insanların burçlarını tahmin edebiliyor musunuz? Mr.G.: Yok, hayır. K: Ama insanların doğumgünlerini ve burçlarını ezberliyorsunuz o zaman. Mr.G.: Bazen tahminde bulunuyorum. 12’ de 1 ihtimal nasılsa, değil mi? K: İnsanlar sizin hep tahmin ettiğiniz düşünüyorlar! K: Benimkini ilk bakışta bilmiştiniz! Mr.G.: Çoğunlukla sınıf içinde buluyorum ya da öğreniyorum. Kimlerin Boğa olduğunu bulmalısınız. Bu bir numaralı tavsiye. K: Peki ya iki numaralı tavsiye? Mr.G.: Yok! Sadece kimin hangi burca sahip olduğunu bulmalısınız ve aradan Boğaları ayırmalısınız. K: Sizin burcunuz nedir? Mr.G.: Ben Yengeç burcuyum. K: En sevdiğiniz burç nedir? Mr.G.: Kesinlikle Oğlak burcu çünkü benim burcumun tam tersi. Kendi burcunuzun tam tersiyle iyi anlaşırsınız. Benim küçük oğlum da Oğlak. K: Peki en kötü burç nedir? Mr.G.: (fısıltıyla) Boğa. K: Boğa burcu Yengeç burcu ile yakın mıdır? Mr.G.: - Hayır değil. Sadece boğa en tehlikeli burçtur çünkü kızınca boynuzları çıkar. K: Ya Akrep? Onlar da can yakmazlar mı? Mr.G.: G- Hayır, Akrepler sadece küçük bir iz bırakırlar. Can yakmaz değil mi? K: Beni tahmin edebilir misiniz? Mr.G.: Akrep diye düşünüyordum fakat tahmin edemeyeceğim. K: Ben Kova burcuyum. Mr.G.: Aa, anladım. Hayatı herkesten 50 sene ilerde yaşarsınız. Aslında burçlara olan ilgimin temeli sınıfta eğlence yaratması. K: Gelecek planlarınızdan bahsedebilir misiniz? Mr.G.: Öncelikle İsveç’e, Gothenburg(????)’a geri dönmeyi planlıyorum. Sonra da belki, eğer yeterli parayı biriktirebilirsem (!!!), İzlanda’ya taşınmayı planlıyorum! K:Ve bolca Sigur Ros dinleyeceksiniz. Mr.G.: Onları zaten şimdi de dinliyorum… K: Ne zaman olacak bu planlar peki? Mr.G.: Seneye Temmuz ayında. Öncelikle emekli olmam lazım. Türkiye’de 65 yaşından sonra zaten öğretmenlik yapılamıyor. Yüksek ihtimalle İsveç’de çalışmaya devam edebilirim. K: Peki okulumuzun öğrenci profili hakkında ne düşünüyorsunuz, burçları hakkında özellikle? Mr.G.: Hep kontrol ederim ve ona uygun hareket ederim. Hep kullandığım bir kitap var ve cinsiyetlere göre de burç farklılıklarını anlatıyor. Eğer bana sınıfta zorluk çıkaran bir öğrenci olursa, onun burcunu kontrol edip ona göre davranırım. Böylelikle neden o şekilde davrandığına bir anlam verebilirim. Kadın ve erkekler arasında o kadar farklılık var ki! Mesela hep müdürleri kontrol ederim. Bay Jones terazi mesela! Çok akıllıdırlar. K: Çalışma arkadaşlarınız da kontrol ediyor musunuz? Mr.G.: Tabii ki. Mesela Mr. Laria Akrep. K: Bu sizi nasıl etkiliyor? Mr.G.: Çok iyi anlaşıyoruz. İkimizde su grubuna ait olduğumuz için uyumluyuz. Fakat onlar çoğunlukla burçlara inanmıyorlar. K: Sizi özellikleriyle etkileyen insanlar oldu mu, hiç bu insan kesin bu burçtan olmalı dediğiniz oldu mu? Mr.G.: Evet. Geçen sene bir öğrencimle sınıfta sorun yaşıyorduk çünkü çok çalışmıyordu ve aramızda bir öğretmen-öğrenci çatışması olmuştu. Ona sinirleniyordum ve birbirimize bağıracak noktaya gelmiştik. Sonra birden benimle konuşmamaya başladı. Sınıfta suratıma bakmazdı, hiçbir şey demezdi, bütün ders önüne bakardı. O da bir Boğa’ydı. Ben Damla Cinoğlu Derin Arduman Özu Rişvanoğlu de gidip kendi kitabımdan Boğa Çocuğu kısmına baktım. Öğrendim ki onlara bağırmak; onları itmek, sıkıştırmak hiçbir zaman işe yaramayacak şeyler. Yapılması gereken şey gidip onlara kol atmak ve biraz şefkat göstermek. Benimle konuşmayan öğrenciye bir gün gittim ve hiçbir şey demeden kol attım. Her şey çözülüverdi. Böyle olması çok iyi oldu çünkü ona “Küçük bir kız gibi davranmayı bırak artık!” gibi şeyler demeyi düşünüyordum. Onunla dalga geçmeyi düşünüyordum. İyi ki yapmamışım, hiç işe yaramazmış. Tüm ilişkimizi bitirirmiş. Burçlar benim için özellikle öğrencilerle hayat kurtarıcı oluyor. K: Ya kadınlarla? Mr.G.: Yengeç burcu bir kız arkadaşım olmuştu. Ben de yengecim. Bu burcun kadınlarının hepsi delidir. Ruhsal durumları çabuk değişir. Yengeç ay tarafından yönetilir. Ayın değişkenliği gibidirler. Benim kız http://ilgiliforum.com/resim/2008/08/30/28434_hangi_burc_hangi_gun_dogmus.gif ARALIK 2014 Köprü 10 HABERLER arkadaşım da… deliydi. Bir kere de yay burcu bir kadınla bir ilişkim olmuştu… Yay burçlarına hiçbir zaman çok yaklaşmayın, bütün astroloji kitaplarının söylediği de budur. K: O zaman hangi burç iyidir? Mr.G.: Benim için Oğlak. K: Peki sizin burcunuzun pozitif ve negatif özellikleri nedir size göre? Mr.G.: Pozitif… Dünyadaki herkesten daha çok sırrımız vardır ve kimseye de söylemeyiz. Ama herkes gelip bize sırlarını anlatır. Biz her zaman herkesin sırlarını öğreniveririz ama kimse bizimkileri bilmez. Bu bana çok olur mesela, tanımadığım insanlar bile bazen gelip bana içlerini açarlar, bütün problemlerini anlatırlar ben de dinlerim. Sonra, çok sezgiselizdir. Mesela, sınıfta bir şey söylerim ve genelde doğru şeyi doğru anda söylemişim gibi hissederim. Sadece şanstır, söyleyiveririm ama hep işe yarayan sınıftaki akışı güzel etkileyen şeyler olurlar. Negatifse; çok endişeleniriz ve bu genelde ilerlememizin önüne geçer. Çünkü sürekli endişeleniriz ve önümüzü kapatırız. Bir de sahiplenici bir yanımız vardır. Benim olan her şeyin düzenli, tertipli bir şekilde önümde olmasını isterim. K: Yeni bir sınıfa ilk defa girdiğinizde ne yaparsınız? Mr.G.: Ne yapacağım hakkında çok fazla düşünmem. Burçlar her zaman başlamak için iyi bir konudur, ilgi çeker. Aradaki buzların erimesini sağlar. Böyle durumlarda bir şeyler yapmak lazım. Utangaç olmak bir işe yaramaz. Bir yorum yaparım ve aradaki buzlar erir. K: Benim de bir arkadaşımın burcunu tahmin etmiştiniz. Mr.G.: Evet, evet. Bence sen bir Akrep’sin. K: Hayır. Ben bir Kova’yım. Neden Akrep dediniz? Mr.G.: Bakışlarından çıkarmıştım. Akrep’ler insanlara gözlerini dikerler. K: Yeniden geleceğinize dönelim. İzlanda’da ne yapmak istiyorsunuz? Neden oraya gidiyorsunuz? Türkiye’den sıkıldınız mı? Mr.G.: Çünkü orası çok güzel, çok temiz ve çok ilginç. K: Her burcun bir dakikalık bir özetini verir misiniz? Mr.G.: Tamam. Koç’la başlayalım. Ateş grubundan. Ben bir Yengeç’im, su grubundan. Ama biz çok iyi anlaşırız. Koç’lar sadece kendilerini düşünürler. Onlarla olmak kolaydır çünkü onların sizi düşünmediğini bilirsiniz. Onlarlayken rahatlayabilirsiniz. Aslan’lar ateş grubundanlar. Onlarla anlaşmak kolaydır. Büyük egoları vardır. Onlara iyi davranırsanız ve onlara koca bir kedi muamelesi yaparsanız “Prrrr, prrrr” yapmalarını sağlayabilirsiniz. Bunu severler. Yay’lar zorlardır çünkü ne düşündüklerini bilemezsiniz. Akılları sürekli farklı bir yöne gider. Size şaşırtan şeyler söyleyebilirler. Zor bir burçtur. En büyük oğlum bir Yay. Boğa, Damla gibi kızlar… Dikkatli olmalısın çünkü çok iyilerdir, çok tatlılardır. Ancak sakın onlara ters bir harekette bulunmayın. Bu benim mottomdur. Buna inanırım, hem de çok. Onları asla sinirlendirmeyin. Başak’lar değişkenlerdir. Bir zamanlar Başak burcu bir kız arkadaşım vardı. Omurgası sanki paslanmaz çelikten yapılmıştı. Bu demektir ki yumuşak görünüşlerinin altında çok güçlü ve serttirler. Ancak üzgün bir burç. Başak burcu olanlarda hep üzücü bir yan vardır. Oğlak benim ev sevdiğimdir. En küçük oğlum bir Oğlak. Yengeç’in tam tersidir. Çok güçlü ve kararlılardır, dağın tepesine ulaşan keçilerdir onlar. Çocukken bile yaşlı oldukları söylenir. Bu benim oğluma çok uyuyor. İkizler... İkizler hakkında pek bir şey bilmiyorum. Karım Hepimizin heyecanla beklediği ve camların üzerine yapıştırılan kâğıtların yırtıkları arasından baktığımız kütüphanemiz yakın zamanda yeniden açılacak. Kavuşma günü yaklaştıkça insanların kafasındaki sorular da artıyor. Kütüphanenin yeni görüntüsü nasıl olacak? Kitaplar nasıl yerleştirilecek, oturma yerleşimi nasıl yapılacak? Eskisinden daha mı güzel olacak? Müze eskisi gibi mi kalacak yoksa farklı bir müze mi bizleri bekliyor? Daha bir sürü soru hepimizin aklında ve yanıtlanmayı bekliyor. Elbette bu soruların cevabını kütüphane açılana kadar veremeyiz ama bu konuda tahminler yürütebiliriz. Bizler, Robert Kolej öğrencilerine kütüphane hakkındaki düşüncelerini, kütüphaneden beklentilerini ve kütüphanenin kapalı olmasını onların nasıl etkilediğini sorduk. Düşüncelerini paylaşan arkadaşalrımızdan Nazlı Yurdakul, hava karardığında kütüphanenin ışıklarının yakıldığını ve camlardan yansıyan 150.Yıl bayraklarının görüntüsünü çok etkileyici bulduğunu söyledi. Bu görüntünün çok görkemli olduğunu ve onu heyecanlandırdığını bizlerle paylaştı. L12 öğrencisi olan Atakan Baltacı da kütüphanenin açılması için heyecanlananlar arasında. Kütüphanenin yokluğunu çok fazla hissettiğini ve önceki yıllarda alıştığı gibi kütüphaneye gidemeyince kendini boşlukta hissettiğini belirtti. L11 öğrencisi Ece Toprak da kütüphane görevlilerinin heyecanından çok etkilendiğini anlattı, onların heyecanınının kendisini de heyecanlandırdığını söyledi. Bazı öğrencilerse kütüphanenin eski tarihi havasını yitirip yitirmeyeceğini merak ediyor. Aslında okul başladığında açılması planlanan ama ancak Aralık ayında açılacak olan kütüphanemizde gördüğümüz ilk gelişme kapıların camlı olması. Geçen sene yapılan oylamanın sonucu olarak yerin gri halıyla döşendiğini görebiliyoruz ve tabii ki siyah sütunları. Akıllarda kalan soru ise yeni gelen eşyaların kütüphaneyi eskisinden ne kadar farklı hale getireceği. L11 öğrencisi Sercan Sürgün, kütüphanenin eski atmosferini yakalayamayacağını düşünüyor. Ona göre kütüphanenin eski KADAR sessiz bir yer Tarihi mi Yoksa Yeni Kütüphane mi? Köprü Aralık 2014 bir İkizler. Ama bir İkizler’e benzemiyor. İkizler’in bir şey olmasını beklerim ve o öyle değil. Yani ben İkizler’i bilmiyorum. Onları hiç anlamıyorum. Bunu söylemeliyim. Terazi’ler çok, çok zeki ve entellektüellerdir. Mr. Jones ve Mr. Christensen birer Terazi. Genelde dengesiz oldukları söylenir ama bundan ben pek emin değilim. Terazi’leri hiç anlayamıyorum. Onlar hava grubundan ve ben (su grubundan olarak) onların en iyi arkadaşım olacağını söyleyemem. Kova su grubundandır. Pardon, hava. Hava demek istedim. Su taşıyıcısının burcu olmasına rağmen... Kova’ları da pek anlayamamışımdır. Her şeyin başında olmak zorundalardır. Yengeç’ler çok yumuşaklardır aslında. Mrs. Halıcıoğlu ve Ms. Kelly... O sağlam duruşlarını görürsünüz ama içlerinden yumuşacıklardır. Akrep’ler tuhaf insanlardır. Burçlara inanmazlar. Mr. Hayes, Mr. Laraia ve Mr. Rau Akrep burcundanlar. Burçlara şüpheyle yaklaşırlar. Balık, iki balıktan oluşur. Su grubu... Onlarla hep çok iyi anlaşırım. Balık kadınlarının gerçek kadınlar olduğunu söylerler. Annem bir Balık’tı. Onlarla birlikte olmak kolaydır. Lal Tüzman Alara Gebeş olamayacakmış.Tayfun Gür ise “Ünlü düşünür Herakleitos’a katılıyorum, her şeyin özü değişimdir.” diyor. Bizler de ders çalışabilmek için kütüphaneye kavuşmaya can atıyoruz. Yeni kütüphanemizin olumlu ya da olumsuz yönleri ne olursa olsun biz kütüphaneyi çok merak ediyoruz ve o kattan her geçişimizde gelişmeleri takip ediyoruz. Şu an tek beklentimiz, bir an evvel kütüphanemize kavuşmak. HABERLER 11 Robert Kolej Kütüphanesinin Geçmişi ve Geleceği Robert Kolej kurulduğu ilk günden bu yana her zaman kütüphanesiyle bir olmuş, eğitimde kitaba erişimin öneminin en iyi şekilde vurgulandığı bir mekân olma özelliğini korumuştur. Bu sebepten dolayı da tarih boyunca Robert Kolej’in geçirdiği değişimler ve içinden geçtiği süreçlerden kütüphane doğrudan etkilenmiştir. Robert Kolej 1863 yılında dört öğrenci ve beş öğretmenle Bebek’teki geçici yerinde Dr. Cyrus Hamlin tarafından kurulduğunda, Harvard Üniversitesi’nin bağışı olan 200 kitapla kütüphanenin ilk temelleri atılmıştı. Okulun açılmasından bir süre geçtikten sonra kütüphaneye ayırılan yaklaşık $2.000’lık bir bütçe sayesinde genişletilen koleksiyondaki kitap sayısı, okul 1871 yılında şimdiki yerine taşındığında 5.000’e ulaşmıştı fakat henüz okulda kütüphane olarak kullanıma ayrılmış bir yer yoktu, kitaplar değişik odalarda dağınık bir şekilde duruyordu. Robert Kolej tarihinde ilk defa okuldaki tüm kitapları bir araya toplayan ve onları kataloglara kaydeden ilk kütüphaneci kolejin 1897 mezunu ve 55 yıllık kütüphanecisi Kaspar Tüygil’dir. Göreve geldiği zaman sayısı birkaç bin olan kitap sayısı 1952 yılına kadar 40.000’e ulaşmış, Boğaziçi Üniversitesi’nin kurulmasıyla da 100.000’i geçmiştir. Yine 1863 yılında, Kolej’in kurulmasından birkaç ay sonra Amerikan Kız Koleji açıldı. Okulun kurucularından olan Caroline Borden, kendi kitapları da dahil olmak üzere tüm mal varlığını okula bağışlamıştır. Amerikan Kız Koleji, 1876 yılında Üsküdar’a taşınana kadar yaklaşık 300 kitaba sahipti. Müdireliği devralan Mary Mills Patrick anılarında okuldaki kitap sayısının büyük bir hızla katlanarak arttığını ifade eder. 1914 yılında Kız Koleji Arnavutköy’deki bugünkü yerine taşındığında eğitime dört ana binayla başlamıştı ve o yıllarda kütüphane okulun ana binası olan Gould Hall’un içinde yer almaktaydı. Eğitimin orta ve lise şeklinde ayrıldığı dönemlerde okuldaki kütüphaneler de ayrıydı. Orta kütüphanesi 1925 yılında Bingham Hall’da kurulmuştu. Okula 1961 yılında yapılan bir bağışla genişletilme çalışmaları yapıldı ve kütüphane iki kata yayıldı. Erkek Koleji’nde ise öğrencilerin kullanımına sunulan ilk düzgün ve kitapların kayıtlarının sistematik bir şekilde tutulduğu kütüphane 1932 yılında kurulan Van Millingen Kütüphanesi’dir. Kütüphaneye adını veren Van Millingen uzun yıllar okulda tarih dersleri vermiş bir tarih profesörüydü. 1971 yılında Robert Kolej kızlı erkekli eğitim vermeye başladı, erkek öğrenciler Arnavutköy’deki kampüse geldiler. 1992 yılında orta öğretim kaldırılınca lise kütüphanesi ve orta kütüphane birleşti. Erkeklerin 1971 yılında okula gelmesiyle de artan kitaplar için daha geniş bir alana ihtiyaç duyulmasıyla 1960’larda tiyatro salonu, 1970’lerde ise spor salonu olarak kullanılan alan kütüphaneye dönüştürüldü. Kütüphanenin güncel mekânı burasıdır. Yıllar içinde teknolojinin ilerlemesiyle kitapların kaydının alınması ve ödünç verilmesinde kullanılan sistemler de değişmeye, daha çok teknolojiden yararlanılmaya başlandı. İlk defa 1995 yılında kitapların elektronik ortamda bir kaydı oluşturuldu ve yaklaşık 40.000 kitap sisteme girildi. Yine aynı yıllarda eskiden başvurulan (elle çekmecelerde kitap arama) kartlı katalog yöntemine yavaş yavaş veda edildi. (Okulun kütüphanesi 1995 yılından itibaren gerekse kitapların ödünç veriliş yolu, gerekse de görünüş bakımından büyük bir değişim geçirmedi.) Aynı yılda bir de sınıf eklenmesiyle kütüphanede ders işleme dönemi başladı. Robert Kolej Kütüphanesi barındırdığı kitapların yanı sıra 1990’lı yıllarda geniş bir plak koleksiyonuna da sahipti. Teknolojinin gelişmesiyle yıllar içinde plaklar yerlerini sırasıyla VCD’lere ve DVD’lere bıraktı. Şu anda da kütüphane içinde geniş çaplı yenilenme devam etmekte. Bu yenilenme kütüphanenin 1995 yılından itibaren geçirdiği en büyük değişiklik olma özelliğini taşıyor. Çağa ayak uydurmak amacı güden bu proje öğrencilere daha fazla çalışma, buluşma ve tartışma alanı vermeyi amaçlamakta. Kütüphane içinde yapılan yeni düzenlemeyle kütüphanenin alt katına sessiz konuşarak rahatça grup çalışmalarının yapılabileceği masalar yerleştirilecek. Masalara yer açabilmek için de tüm raflar duvarlara monte edilmiş durumda. Özellikle de non-fiction ve Türkçe yapıtların bulunduğu bölümdeki tüm kitaplar, duvarlardaki raflara yerleştirileceğinden öğrencilerin çalışabileceği yerler iki katına çıkarılmış olacak. Ders çalışmak için masa ve sandalyelerin yanı sıra rahat mobilyaları da kullanabileceğiz. Öğrencilere daha fazla çalışma alanı yaratmak için yapılan en büyük değişikliklerden bir tanesi de eskiden kütüphanecilerin ofisi olarak kullanılan bölümün yeniden düzenlenerek geniş ve daha rahat bir sınıf haline Aslı Doğa Munzur getirilmiş olması. Kütüphane çalışanları ise aynı yerlerinde, giriş kapısının hemen yanında bulunuyor olacaklar. Kütüphaneye girdikten hemen sonra dikkati çeken şeylerden birisi de süreli yayınların kapının yakınına yerleştirilmesi olacak. Herkesin heyecanla beklediği bir başka konu da kütüphane balkonunun durumu. Kütüphane açıldığında rahat koltuklarıyla balkon öğrencilerin kullanımına açılmış olacak. Kütüphanedeki temel değişikliklerden bir başkası da üst katın tamamen sessiz çalışmaya ayrılmış olması. Bu bölümde ders çalışmak için sessiz bir yere ihtiyaç duyan öğrenciler oldukça rahat edebilirler. Sayısı artırılan masalar sayesinde de kütüphanenin üst katı daha fazla insana hizmet verebilecek. Ayrıca iç duvarlara monte edilen ses emici paneller sayesinde de makul bir düzeyde başkalarını rahatsız etmeden konuşabilmek mümkün olacak. Girişte göze çarpan bir başka değişiklik de yerin yaklaşık 30 santim yükselmiş olması. Kütüphanedeki her şey gibi elektrik ve ısıtma sistemleri de büyük değişimlerden geçti, yeri değişen kablolar için de böyle bir değişiklik yapılası uygun görüldü. Her ne kadar kütüphanede çoğu şey değişse de kütüphanenin ana mimari yapısı değişmedi. Bu yüzden hâlâ geçmişi andıran özelliğini kaybetmiş değil. Öğrencilerine sunduğu okuma, düşünme ve araştırma olanakları ile kütüphane Robert Kolej’in en önemli merkezlerinden biri ve yepyeni haliyle bizi karşılayacak. Bu yazının hazırlanmasında katkıda bulunan Şiir Türsan, Nilüfer Göksan, Maura Kelly, Atakan Aydın, Cara Keyman ve Andrew Tingleff’a teşekkürler. Kullanılan kaynaklar: Robert Kolej’in Kızları, Hester Donaldson Jenkins, Çev. Ayşe Aksu, Dergah Yayınları, Mayıs 2008. Robert Kolj Uğrunda Bir Ömür, Cyrus Hamlin, Çev. Ayşe Aksu, Dergah Yayınları, Kasım 2012. Fotoğraf: Robert Kolej sitesi, kütüphane kategorisi ARALIK 2014 Köprü 12 HABERLER Boğaziçi’nin İncileri Yalılar ve Hikâyeleri Alp Altınyurt Robert Kolej’e Arnavutköy kapısından gelenlerin her gün yanından geçtiği, İstanbul Boğazı’nı seyredenlerin gözlerini kamaştıran, yüzyıllar önce deniz kıyısına inşa edilmiş iki veya üç katlı yapılardır yalılar. Osmanlı döneminin saray erkânından önemli kişiler için yapılmış, yeri geldiğinde daha önemli kişilere tahsis edilmiş, dönemin ihtişamını ve sahiplerinin mevkiini simgelemişlerdir. Osmanlı döneminde yapılan yalılardan günümüze yaklaşık 360 yapı ulaşmıştır. Bu yapılar çoğunlukla Avrupa kıyısındaki Arnavutköy, Bebek, Emirgan, Ortaköy, Yeniköy semtleri ile Anadolu yakasında Kuzguncuk, Kandilli, Vaniköy ve Kanlıca semtlerinde sıralanırlar. Birçok yalı bazen bir siyasi nedenden dolayı veya dönemin önemli kişileri tarafından yapılan baskılar sonucu, bazen yaşanan maddi zorluklardan dolayı asıl sahipleri ve selefleri tarafından el değiştirmiştir. Osmanlı’nın çöküş döneminde yapılan bu yapıların dönemin kendisi gibi kendine özgü hikâyeleri vardır. İşte bunlardan bazıları; Esma Sultan Yalısı Ortaköy Camii’nden birkaç metre uzaklıkta bulunan, dışarıdan bakıldığında harabe ve içine girilemeyecek kadar kötü durumda olduğu izlenimini veren, fakat içerisi çelik konstrüksiyon ve camla kaplanmış yalıdır. İsmini I. Abdülhamid’in kızı Esma Sultan’dan alır. Dönemin zorluklarında yaptırılan bu yalı Esma Sultan’a tahsis edildiğinde sultan daha 10 yaşındadır. Yalı ilk önce okul, sonra 1975’e kadar kömür deposu olarak kullanıldı. Böyle güzel bir yalıyı kömür deposu olarak kullanmanın cezası 1975’te depoda çıkan ve bütün yalıyı etkisi altına alan yangınla ödendi. Yalı onlarca yıl harabe olarak kaldıktan sonra bir otel tarafından satın alınarak toplantı ve organizasyonlar için onarılmıştır. Televizyonlarda da Esma Sultan Yalısı’nı görmek mümkündür. Güneri Civaoğlu’nun sunduğu Şeffaf Oda programında mekân olarak seçilmiştir. haber.mynet.com esmasultan.themarmarahotels.com Yılanlı Yalı Bebek’e yolu düşenlerin en az bir kere gözünün takıldığı, ahşap bir yapının altındaki beton yapıya anlam verilemeyen ve isminden de anlaşılacağı gibi ilginç bir yapıdır. İsminin hikayesi II. Mahmud’un yalıyı istemesine dayanır. Rivayete göre II. Mahmud dönemin hariciye (dışişleri) nazırının yalısını pek beğenmiş ve ortak tanıdıkları Said Efendi’ye bildirmiştir. Said Efendi de arkadaşının yalısını korumak için yalının yılanlı olduğunu uydurmuştur. Tarihte ünvan olarak kıdemli kişilerin II. Mahmud gibi yalıları sahiplerinden istediği görülür. Kıdemli bir devlet adamının isteğinin geri çevrilmesi Osmanlı Devleti’nin geleneklerince yanlış olduğundan birçok zaman bu istekler kabul edilmiştir. Yalı 1964’te çıkan bir yangında yanmış, 1980’lerde ahşap kısmı restore edilse de bir kısmı beton ve taşla yeniden inşa edilmiştir. Yeniköy ve Arnavutköy Yalıları İsimlerden bu yalıların iki tane olduğunu düşünülse de bu yalılar bir mimari geleneği temsil etmektedir. Okulumuza gelirken Arnavutköy sahilinde birbirine yapışık ince ve uzun yapılar görmüşsünüzdür. Bu yapıların genel ismi Arnavutköy yalıları olup, dönemin gayrimüslim şahısları tarafından yaptırılmış yapılardır. Mimarilerine göre müslümanların yalıları gibi bahçesi olmayıp birbirine bitişik ve uzundurlar. Aynı mimari Yeniköy’de ve Sarıyer’in kuzeyindeki yerleşim yerlerinde bulunan eski yalılarda da görülür. Arnavutköy’deki yalıların Yeniköy’dekilerden farklı olarak önlerinden sahilyolu geçmektedir. tr.wikipedia.org Köprü Aralık 2014 HABERLER 13 Boğaziçi’nin İncileri Yalılar ve Hikâyeleri Afif Ahmed Paşa Yalısı Yalı, diğer yalılardan farklı bir tarihe sahiptir. Agatha Christie’nin İstanbul’a geldiğinde Pera Palas’ta kaldığı bilinir fakat bu yalıda da misafir edilmiştir. “Orient Ekspresi’nde Cinayet” romanına burada devam etmiştir. Sahibi de o dönemlerde Pera Palas’ın sahibi olan Misbah Muhayyeş’tir. Sadece bu özelliği ile değil sinemadaki rolü ile de tanınır. Müjde Ar’ın Bihter karakterini canlandırdığı Aşk-ı Memnu’nun ilk sinemaya uyarlandığı film bu yalıda çekilmiştir. turkishclass.com Yedi-Sekiz Hasan Paşa Yalısı Asaf Paşa Yalısı olarak da bilinir, fakat ismini sahibi Hasan Paşa’nın imzasından alır. Hasan Paşa Muhafız Alayı’nda iken dönemin padişahının bulunduğu gemiyi batmaktan kurtarınca teğmenliğe, sonra Çırağan baskınında padişahı öldürecek olan Ali Suavi’nin kafasına odunla vurarak bir kez daha padişahı kurtararak mareşal(müşir) olur. Okuma-yazma bilmediğinden onu Hasan isminin yedi ve sekiz harflerinin bir araya gelerek yazıldığına inandırırlar ve imzasını öyle atar. Okuması olmasa da devlete böyle hizmet eden ve padişaha saygınlığı ile bilinen Hasan Paşa’nın sahip olduğu Beşiktaş’ta bulunan bir fırın da vardır. Bu yüzden hem Hasan Paşa hem de mülkleri bu sıfatla anılır. kulturistanbul.blogspot.com haber.mynet.com Tophane Müşiri Zeki Paşa Yalısı Yalının mimarı Pera Palas, Heybeliada’daki Marmara Tıp Fakültesi binası, yakın bir zaman önce yıkılan Emek sineması, zamanın Osmanlı yabancı borçlarının kaydedildiği komiserlik olan Düyun-u Umumiye’si şimdi İstanbul Erkek Lisesi olan binaları da tasarlayan Alexandre Vallaury’dir. Liseleri gezerken İstanbul Lisesi’ne uğrayanlar iki bina arasındaki benzerlikleri karşılaştırabilirler. Yalı üç kat olsa dahi görünürde en az dört katlı bir bina yüksekliğindedir. Bugün Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün altında yer alan ve yalıdan çok şatoya benzeyen bu yapıda aksilikler hiç bitmemiştir. Tophane Müşiri (topçu sınıfı mareşali) Zeki Paşa tarafından yaptırılmış, Paşa’nın parası yetmeyince bizzat Paşa II. Abdülhamid’den para istemiştir. II. Abdülhamid’in güvendiği paşalardan biri olduğu için isteği gerçekleştirilmiş ve uygun miktarda para verilmiştir. Zeki Paşa yalı bitince görevinden alınmış, damadı Ali Bey fikirlerinden dolayı İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerince linç edilmiştir. Yalının diğer sahibesi Padişah I. Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan İstanbul’un işgal edilişinden sonra Fransa’ya gitmiş, sürgün ilan edilince bir daha ülkesine geri dönememiştir. Sabiha Sultan’ın ayrılışından sonra yalı Zeki Paşa’nın ailesine kaldı. Şu anda Zeki Paşa’nın yalısında hak sahibi olan aile üyeleri yalıyı 120 milyon dolar ile satmayı düşünmektedir. Amerikan veya İngiliz menşeili bir otel zincirinin yalıyı almak için anlaşmayı sağladıkları ve gerekli kanun maddesini bekledikleri söylenmektedir. ARALIK 2014 Köprü HABERLER 14 Mr. Rose ile Röportaj Bu yıl İngilizce bölümüne birçok yeni öğretmen katıldı. Mathew Rose ise bu öğretmenlerden biri. İstisnasız her ders Mr. Rose’un her konudaki derin bilgilerine, merakına ve analizlerine hayran kalıyoruz. Bize önemsiz gelen herhangi bir detay aslında çok önemli bir şey olabiliyor ve Mr. Rose bunu bize gösteriyor. Onu daha iyi tanımak için, aklımızdaki soruları sorarak onu okulla da tanıştırmak istedik. Ona siz de hayran kalacaksınız. Köprü: Türkiye’ye yolculuğunuz nasıl başladı? Eşinizden ve yeni doğan çocuklarınızdan uzak kalmak zor değil mi? Mathew Rose:Türkiye’ye yolculuğum eski bir öğrencimin anne babasıyla başladı. Onlar Almanya’da öğretmenlik yapmışlardı ve öğretmenlik yapmak için İstanbul’a taşınan arkadaşları vardı. Arkadaşlarıyla iletişim kurduk ve onlar da bizi Türkiye’deki okullara bakmak için özendirdiler. Robert Kolej’i bulduğum zaman buradaki öğrenci sayısı ve birlikte çalışacağım öğretim üyeleri okulla aramda doğal bir uyum oluşmasını sağladı. Bu değişikliğin zor kısmı yeni doğan ikizlerimizin beklenmedik erken doğumu oldu. Onları doğdukları gün gördüm, fakat o zamandan beri sadece Skype’tan iletişim kurabiliyoruz. Uzakta kalmayı dayanılabilir kılan tek şey ikizlerin eskiden büyükannelerinin çalıştığı hastanedeki kuvözde e kstra ve özel bakıma tabi tutulduklarını bilmek. K:Üniversitede ne okudunuz, nerede okudunuz? MR:Vanderbilt’te dört yıl İngiliz Edebiyatı okudum. Sonra iki sene daha okumak için Virginia Üniversitesi’ne gittim. Fakat bundan sonra, öğretmenlik yapmak üzere ayrılmadan önce, Virginia Üniversitesi’nde bir süre daha kalarak Din ve Edebiyat üzerine bir doktora programında çalıştım. K:Kaç dil biliyorsunuz? Anladığımız kadarıyla birden fazla dili iyi konuşabiliyorsunuz. MR:Almancayı İngilizce kadar iyi konuşurum. Fransızca ve İtalyanca da konuşabilirim ama iki dili de seviye aksanlarda konuşurum. Bu dillerde daha çok bir okuyucu olduğumu söyleyebilirim. Latince de öğrenmiştim ve onu da bir okuma dili olarak kullanırım. Türkçe öğrenmeyi planlıyorum, ama henüz gerçekleşmedi. Türkiye’yi özel olarak seçmiştik çünkü Türkçe’yi aile dil birikimimize eklemek istedik. K:Robert Kolej’den önce nerelerde öğretmenlik yaptınız? MR:Virginia Üniversitesi’nde bazı serbest dersler verdim ve daha sonra Fishburne’de, Charlottesville’in hemen dışında olan özel bir lisede öğretmenlik yaptım. Ögrencilere okul kampüsünde iki tane üniversite dersi verdim ve aynı zamanda onuncu ve onbirinci sınıflara öğretmenlik yaptım. K: Sizin her konudaki bilginiz karşısında derslerde büyüleniyoruz. Bu konu bilim Köprü de olabiliyor, tarih de, edebiyat da. Geçenlerde ise okuldaki bir matematik yarışmasında ödül aldığınıza göre matematikle de ilgilisiniz. Bu kadar çok şeyi nasıl öğrenebildiniz? MR: Ben iyileştirilemez derecede meraklıyım. Doğduğumdan beri her şey hakkında her şeyi bilme gibi naçiz bir gayeye sahibim. Bunun açık bir sekilde imkansiz olması, buna girişimde bulunmamın keyfini çıkaramayacağım anlamına da gelmiyor. Bir ögretmen olarak en değer verdigim şey Robert Kolej’deki gibi eşit derecede farklı öğrencilerle çalışabilmek. Yeteneği olan herhangi bir kişi odaklanarak belli bir alanda uzmanlaşabilir. En büyüleyici bulduğum şey ise burada, Robert Kolej’de, şiire gerçekten ilgi duyan fakat üniversitede tıp okumayı planlayan ve ayrıca orkestrada çalan öğrencilerle tanışabilecek olmanız. Bu tip öğrencilere karşı özel bir sempatim var çünkü benim ilgi alanlarım da çok geniş. Fizik uzmanı olan, akşamları tarih kitapları okuyan ve müzikle ilgilenen bir babayla büyüdüm. Bu sebeple İngilizce öğretirken matematiğe ve bilime ilgi duymam bana mantıklı geliyor. Dürüst olmak gerekirse merak benim doğamda var. Ayrıca, bir öğretmen olarak öğrettiğim şeylerle başka konular arasında bağlantı kurmayı seviyorum çünkü bu öğrettiğim şeyin bahsettiğim tüm konularda kalıcı olmasını sağlıyor. K:Ders dışında nelere ilgi duyarsınız? MR:Başlıca ilgi alanlarımı doğada yürüyüş, bisiklet sürmek ve kürek çekmek oluşturuyor. Yemek yapmayı da severim. Yalan söylemeyeceğim, Türkiye’deki yemekler en çok heyecan duyduğum şeyler arasındaydı. K:Öğrenciyken hangi kulüplere veya takımlara katıldınız? MR:Lisedeyken tenis ve golf oynadım ve üniversitedeyken kürek çektim. Aralık 2014 Ali Yağız Ayla Ece Kantemir K:Öğretmen olmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz? MR:Öğretmen olmaya İngilizce üzerine yüksek lisans yaparken karar verdim. İngilizce Bölümü yüksek lisans öğrencilerine bir birikimleri olsun diye öğretmenlik görevleri veriyordu. Bununla birlikte, bir edebi eser hakkında bir araştırma yayınlayacağıma aynı eseri sınıfın önünde anlatmaktan daha çok keyif alacağımı çok çabuk fark ettim. Hemen hemen her gün öğrencilerimden öğrendiğim şeyler tartıştığımız kitaplara olan bakış açımı genişletmeme yardım ediyordu. Buna bayılıyordum. K:Robert Kolej öğrencileriyle ilgili şu ana kadarki izlenimleriniz nelerdir? MR:Dünyadaki en ilginç ve yetenekli insanların bazıları burada bir binada toplanmışlar. Hangi öğrencinin sizi önemli olmadığını düşündükleri ve saklanmış yetenekleriyle ne zaman şaşırtabileceğini bilmediğiniz gerçeğini seviyorum. K:Eğer Robert Kolej’de öğrenci olsaydınız hangi dersleri alırdınız? MR:Dürüst olmak gerekirse ilgi alanlarım doğuştan çok geniş olduğu için her şeyi almak isterdim ve zaman kısıtlı olduğu için hayal kırıklığına uğrardım. Robert Kolej öğrencilerinin bu kadar çeşit arasından ders seçebilmelerine hayran kaldım. Mr. Rose’a bizimle röportaj yapmayı kabul ettiği için çok teşekkür ederiz. Onun Robert Kolej’e ve öğrencilerine ileride ne kadar çok şey katabileceğinden hiç şüphemiz yok. Kendisine Türkiye ve Robert hayatında başarılar dileriz. HABERLER 15 Bir Caddenin Hikâyesi İstiklâl Caddesi’nden her gün yaklaşık 400 bin kişi geçiyor. Eminim herkes, bir kez olsun bu işlek caddenin daracık yollarında yürümüş, yaklaşan tramvayın sesini duymuş, etrafındaki insanların koşuşturması karşısında hayrete düşmüştür. Ancak birçoğumuz, bu koşuşturma içinde kafamızı yoldan kaldırıp çevremizdekilere dikkat etmiyor, gördüğümüz yapıtların geçmişini düşünmüyoruz. Aslında bu cadde, içinde binbir türlü tarihi eseri ve insanı barındıran ve aynı zamanda daha farklı amaçlara da hizmet edebilen İstanbul’un en metropolitan yerlerinden biridir. Biz de tarih kulübü olarak, tarihe tanıklık etmiş bu caddeye Önder Kaya ile birlikte bir gezi düzenledik. Öncelikle meydandaki Atatürk heykelinden başlayan gezimize küçük bir yemek molası vermek için İstiklâl’ın arka sokaklarından birinde menemeniyle ünlü Lades isimli lokantada durduk. Burası salaş ve caddedeki çoğu mekan gibi özünü korumayı amaçlayan bir muhallebiciydi aslında. Hepimiz sahanda servis edilen meşhur menemenlerini denedik ve oldukça lezzetli bulduk. Karnımızı doyurduktan sonra buradan ayrılıp gezimize kaldığımız yerden devam ettik. Sonraki durağımız yine bir yemek mekanı oldu. Bu sefer, 1888’den beri, yani Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından günümüze dek hizmet vermiş Hacı Abdullah Lokantası’na girdik. İçeride göze ilk çarpan detay büyük, cam, onlarca yıllık kavanozlar ve içlerindeki rengarenk turşular oldu. Ardından ise orada yemek yemiş her milletten ve yaştan ünlü insanların isimleri dikkatimizi çekti. Anne ve babalarımızdan dinlediğimiz bu asırlık mekandaki yemeklerin tadına bakamasak da orada bulunmak bile bize bir tarihin içine daldığımızı hissetirmeye yetti. Yemeklerden uzak ilk durağımız Hüseyin Ağa Camii’ydi. Bu camii, 1596 yılında Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştı ve günümüze dek birçok kez onarımdan geçirilmişti. 1834 yılında Sultan II. Mahmud’un isteği üzerine camii ve 1938 yılında bazı vakıfların işbirliği ile caminin duvarları onarılmıştır. Caminin içine girememiş olsak da tek minareli ve şadırvanlı bir cami olduğunu görebildik. Caminin şadırvanı, Mimar Sinan’ın bir eseridir; ancak bu cami için yapılmamıştır, Sinan Paşa Camii’nden buraya taşınmıştır. Gölcük Depremi ve Demirören Holding’in Hüseyin Ağa Camii’nin temeline verdiği zarardan ötürü 2011 yılında restorasyona alınmıştır. Restorasyona büyük meblağlar harcanmasına rağmen caminin orijinal mimarisinde yer almayan birçok yenilik yapıldığı için maalesef bu tarihi eser de tarihinden büyük bir parça kaybetmiştir. meydanın çağdaşlaştırılmasında önemli bir aşama olmuştur. Taksim’in alıştığımız “meydan” karakterini kazanması ise İtalyan heykeltraş Pietro Canonica’nın yaptığı, 1928’de açılan Cumhuriyet Anıtı’yla olmuştur. Sergide bu anıtın açılışına katılan binlerce insanın, anıtın üstündeki yıldız desenli örtünün kaldırılışını beklerken çekilmiş fotoğrafları mevcut. Zamanında İstanbul’a yapılması planlanan büyük park için iki yer önerilmiş, biri Tarihi Yarımada’da diğeri ise TaksimMaçka arasındaki otuz hektarlık alanmış. Zamanın İstanbul Valisi Lütfü Kırdar, 1943 yılında parkı açmış. Bu parka İsmet İnönü’nün heykelinin dikilmesi planlanmış ve hatta heykel yapılmış; ancak hiçbir zaman bu parktaki yerini alamamış. Sebeplerinden biri de parkın yüksek konumu yüzünden, İsmet Paşa’nın heykelinin meydanda bulunan Bu kez de caddenin tarihini Atatürk heykeline tepeden öğrenmek için Pera Müzesi’nin bakacak olmasıymış. Uzun süre yanındaki Suna ve İnan Kıraç depoda bekletilen heykel, daha Vakfı İstanbul Araştırmaları sonra Maçka’daki Taşlık Parkı’na Enstitüsü’nün yolunu tuttuk. dikilmiş. Eğer daha sonraları farklı Robert Kolej’in 150. yılı için nedenlerle park için ayrılan arazi düzenlenen serginin de satılmasaymış, bugün taksimin gerçekleştiği mekanda, “Taksim: her yerinden Boğaz rahatça İstanbul’un Kalbi” isimli sergiyi görebiliyor durumda olabilirmiş. ziyaret ettik. Burada, Taksim Yapımına 1949’da başlanan Meydanı’nın 19. yüzyıl’dan Atatürk Kültür Merkezi’nin 1969’da 1960’a uzanan süreçte geçirdiği tamamlanmasıyla bugünkü değişim ve dönüşümleri yansıtan kimliğine kavuşan Taksim fotoğraflar, planlar ve haritalar Meydanı; hâlâ milli bayramların görmek mümkündü. kutlandığı, insanların görüş ve 17. ve 18. yüzyıllarda, mezarlıkları, fikirlerini ifade ettiği, İstanbul’un gezinti yerleri, kahvehaneleri ve en önemli toplumsal ve kültürel su dağıtım merkezi ile tanınan, merkezlerinden biri olmayı adını çeşitli semtlere su “taksim” sürdürüyor. etmesinden alan Taksim bölgesi, 19. yüzyıl başında III. Selim’in Bir sonraki durağımız ise 1914 yaptırdığı Topçu Kışlası’yla askeri yılında “Pera Kulübü” adı altında bir işlev de kazanmış, yeni rejimin kurulan, günümüzde Beyoğluspor hızla inşa edildiği 20. yüzyılda ise olarak bilinen kulübün ana Cumhuriyet’in en kuvvetli temsil binasıydı. Şu anda amatör alanlarından birine dönüşmüştür. ligde mücadele eden bu takım Osmanlı Devleti’nden sonra aslında 1964 yılına kadar Süper askeri işlevini yitiren, ortasındaki Lig’deydi; ancak daha sonra alanın Taksim Stadyumu adıyla düşüşe geçti. Binaya girdiğimizde spor müsabakalarına ayrılan duvarlardaki eski fotoğraflar kışlanın 1940’ta yıktırılarak yerini, bizi şaşırtmaya yetti; fakat kupa “İnönü Gezisi”ne, şimdiki adıyla odasını gördükten sonra hiçbirimiz Taksim Gezi Parkı’na bırakması şaşkınlığımızı gizleyemedik. ARALIK 2014 Köprü Mert Düşünceli Elif Ece Acar Odanın her duvarında hem futbol hem basketbol hem de voleybol dallarında yüzlerce kupa yer almaktaydı. Ayrıca, öğrendiğimize göre hepimizin saygı duyduğu Lefter Küçükandonyadis de bir zamanlar bu takımda oynamaktaydı. Daha ilginci ise Rum oyuncuların ağırlıkta olduğu bu takımın Yunanistan’da da AEK adlı bir takımın öncüsü olduğunu öğrenmemizdi. Açılımı “Athlitiki Enosis Konstantinouspoleos” yani İstanbul Atletik Birliği olan bu takımın da Beyoğluspor’un da formalarının sarı-siyah olması bir rastlantı olmasa gerek. Daha sonra yine aynı binada bulunan spor salonlarını gördükten sonra bu tarih kokan binaya ve takımına gönül vermiş çalışanlarına veda ettik. Daha sonra Beyoğluluların ve müptelalarının uğrak noktası olan tarihi Üçyıldız Şekerlemecisi’ne gittik. Burası 1926 yılında üç arkadaşın ortaklığında açılmıştı ve adını da bu üç arkadaştan almıştı. Bu şekerlemecide özel lokumlar, reçeller, jöleler, badem ezmesi ve akide şekeri gibi pek çok çeşit bulunuyor. Bugün dükkânı şekerlemecinin esas kurucusu Ahmet Fikri Dörtler’in oğlu Feridun Dörtler işletiyor. Bu şekerlemeci açıldığında Beyoğlu’nun ikinci şekerlemecisi olma ünvânını kazanmış, ilki de hepimizin bildiği Hacı Bekir Şekerlemecisi. Önder Kaya’nın önerisi üzerine biz de buradan meyveli jöle aldık. Ayrıca unutulmaya yüz tutmuş sakızla yapılan lohuk adlı Rum tatlısını da burada bulabilirsiniz. Bu tatlı durağının ardından gezimize geri döndük. Taksim’e gelip de azınlık okullarını görmeden olmaz diye düşündükten sonra Zoğrafyon HABERLER 16 Ortaokulu ve Lisesi’ni görmeye gittik. İstanbul’da faaliyet gösteren üç Rum Lisesi’nden biri olan Zoğrafyon Lisesi ilk mezunlarını 1899 yılında vermiş. İstanbul’un en köklü liselerinden biri olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Okul adını, zamanında on bin altın lirasını bağışlayan Hristaki Zoğrafos’tan almaktadır. Okulun kuruluş amacı ise Galatalı banker ve tüccarlara yabancı dil bilen nitelikli muhasebeciler yetiştirmekti. Okul en parlak dönemlerini 1960’larda 350 civarı öğrencisi bulunurken yaşamıştı. Bu sayı her geçen yıl daha da azalıyor. Günümüzde 42 öğrenciyle ve 20 öğretmenle eğitimini sürdürmektedir. Bu kadar az öğrenciye rağmen en kalabalık Rum okuludur. Daha sonra Özel Zapyon İlköğretim Okulu’na ve Özel Esayan Kız Lisesi’ne gittik. Aynı caddede karşı karşıya duran bu iki okulun da diğer azınlık okullarıyla aynı sorundan müzdarip olmaları oldukça ironik bir durum. İstiklal Caddesi’nin az bilinen ya da unutulmaya yüz tutmuş Teknoloji Zirvesi 12-13 Kasım tarihlerinde Haliç Kongre Merkezinde gerçekleşen Turkcell Teknoloji Zirvesi 12 bin konuk ve 200’den fazla konuşmacıya ev sahipliği yaptı. Ben de Kaan sayesinde Teknoloji Zirvesi’ne katılan binlerce şanslı insandan biriydim. Yaş ortalamasının oldukça altında olmama rağmen bu konferansta çok kaliteli, değerli ve öğretici iki gün geçirdim. Siz Köprü okurlarına da olabildiğince içinde bulunduğum bu güzel ortamı yansıtmak isterim. Teknoloji Zirvesi’nin ilk günü inanılmaz başarılı ses ve ışık yapıtları ve lokantalarını gezip gördükten sonra tarihle beslenen bu semte hayran olmamak elde değil. Bugün eski Topçu Kışlası’nın bulunduğu yerde yer alan Gezi Parkı’ndan başlayan gezimizde Hüseyin Ağa Camii gibi dört yüz yıldır sapasağlam -birkaç restorasyon dışında- işlevini sürdüren yerlerin yanı sıra Beyoğlu Spor Kulübü ve azınlık okulları gibi unutulmaya yüz tutmuş kurumları da ziyaret ettik. İstiklâl Caddesi gezimizin İstanbul Araştırmalar Enstitüsü’ndeki “Taksim: İstanbul’un Kalbi” kazanmak için geleceği doğru tahmin sergilenen birçok yaratıcı proje etmek ve iyi bir takım olabilmek arasında benim en çok ilgimi çeken gerektiğini anlattı. Son zamanlarda bir sosyal sorumluluk projesiydi. okuduğu ve çok etkilendiği Daniel Bugün fiyatı yaklaşık 20 bin TL bir el James Brown’un “The Boys in the protezini çoğu ihtiyaç sahibi fiyatı Boat” kitabındaki 1929 ekonomik yüksek olduğundan satın alamıyor. bunalımından derince etkilenmiş Bu sorun üzerine “5 Dakika” adlı bir fakir ama tutkulu dokuz gencin Türk şirket, 3Boyutlu yazıcılarla, 200 başarı hikâyesinden yola çıkan TL civarı bir maaliyetle protez eller Ciliv, şirketlerin de ancak iyi bir basarak ihtiyacı olanlara yardım ekip ve takım oyunuyla başarıya etmeyi planlıyor. Gözlemlediğim ulaşabileceklerini vurguladı. kadarıyla çok basit bir mekaniği olan bu protez eller, bilekteki bükme Ciliv’in konuşmasından sonra hareketiyle beş parmağın kavrama Türkiye’de ilki düzenlenen İstanbul hareketini sentezlemiş. Robohand Mini Maker Faire’e geçtik. Turkcell adlı bu protezi takan bir kişi bir bardağı tutmak istediğinde bileğini bükerek, cismi kavrayabiliyor. Fuarda ilgimi çeken bir başka proje ise bir langırt tutkunu olarak LangırtArena’ydı. Basit bir langırt masanı biraz geliştirerek ve içine birkaç sensör koyarak çok şaşalı bir masa futboluna dönüştürmüşler. Türkçe konuşan maç spikeri ve otomatik top veren, skor tutan langırt sistemi de masanın fiyatını 5000 TL’ye yükseltmiş. Henüz seri üretime geçirilmemiş olan projenin futbol tutkunlarıyla dolu ülkemizde, geleceğin kantinlerinde, oyun gösterileriyle yapılan büyük açılışla Teknoloji Zirvesi ortaklığında alanlarında yerini alacağını tahmin başladı. Kullanılan müzikler, kısa yine Haliç Kongre Merkezi'nde ediyorum. filmler, efektlerle zirve sahnesinin gerçekleşen ve yaklaşık 100 projenin Peki Türkiye’nin ilk “Maker bir moda şovundan eksik kalır yanı yer aldığı bu fuarda 7’den 70’e, Fuarı” gerçekleşmiş, Türkiye’de yoktu. Açılıştan sonra ana sahnede çocuktan yetişkine herkesi görmek makerlık bu kadar yayılmışken, Turkcell Kurumsal Pazarlama ve Satış mümkündü. kimse mi oturup bunun adını Genel Müdür Yardımcısı Selen Kocabaş Fuar alanına girerken bizi elinde Türkçeleştirelim dememiş? Hayır bizlere “Hoşgeldin.” diyerek, sahneye çikolatalarla uzaktan kumandalı sevgili okuyucular, elbette “maker” Turkcell CEO’su Süreyya Ciliv’i davet bir robot karşıladı. İnsansı robotun terimi Türkçeleştirilmek istenilmiş etti. Ciliv, "Yeni Dünyada Kazanmak" tasarımını çok takdir etmemiş ancak yeterince açıklayıcı bir kelime başlıklı konuşmasında yeni dünyada olsak da mizahını beğendik. Fuarda bulunamamış. Peki nedir bu maker? Köprü Aralık 2014 adlı sergiyle aynı zamana denk gelmesi bu deneyimimizi daha da güzel kılmıştı. Ayrıca, İstiklâl Caddesi’nin yapıtaşlarından Üç Yıldız Şekerleme, Hacı Abdullah Lokantası ve Lades Menemen’de de vakit geçirebilmiş olmamız geziyi tamamlayan unsurlardandı. Bu geziyi mümkün kılan ve bize tüm bu bilgileri kazandırmış olan Önder Kaya’ya çok teşekkür ediyoruz. Şule Kahraman Maker hareketi 3Boyutlu yazıcılarla birlikte yaygınlaşmış bir DIY (Do It Yourself) yani “Kendin Yap” kültürü. Maker hareketinin kurucularından Dale Dougherty'nin de söylediği üzere makerlığın temelinde 'rekabet yerine paylaşım, para yerine yetenek, yoğun ezber bilgi yerine deneyim' var. Zirvenin ilk gününü öğleden sonra çeşitli oturumlara girerek kapadık ancak son girdiğimiz oturuma değinmeden geçemeyeceğim. Türkiye’nin ilk ve en büyük maker portallı makersturkiye.com’un kurucusu Ongun Tan, Bager Akbay (Maker Dojo TheEventsetter), Osman Koç (iskele47 Makerspace Sanatçı / Mühendis) ve Ahmet Alpat’ın (Istanbul Hackerspace) ev sahipliği yaptığı panelde, Türkiye’de HABERLER 17 çoktan buna benzer bir teknoloji kullanarak tehdit hakkında bir gözlük sayesinde hemen bilgi alabiliyormuş. İnternet lensler sayesinde de sınavların Turkcell Teknoloji Zirvesi ikinci artık mümkün olmayacağını çünkü günü yine ilk günkü gibi büyük bütün bilgilerin artık tam anlamıyla bir açılış töreniyle başladı. Günün gözümüzün önünde olacağını belirtti. ilk konuşmacısı bizim Lise Live Gelecekte duvar kağıtlarının sahnelerinden tanıdığımız Kaan ince ve ucuz kağıt bilgisayarlardan Göksal’dı. RC Makers kulubü ortak olacağını anlatan Kaku, “Ayna, ayna, kurucusu Kaan, bu kez Turkcell söyle bana” diyerek duvardan her türlü Kurumsal Pazarlama Genel Müdür bilgiyi alabileceğimizi ve hatta ücretsiz Yardımcısı Yiğit Kulabaş’la beraber sağlık hizmeti bile alabileceğimizi Teknoloji Zirvesi’nde sahnedeydi. açıkladı. Kaku’ya göre gelecekte Kulabaş y ve z jenerasyonu arabaların GPS, radar ve çipler olarak tanımladığı “Mobil Nesil” oturumunda, z jenerasyonundan Turkcell Teknoloji Zirvesi’nde en çok Kaku oturumunda “gelecek 20 yılı” sayesinde sürücülere ihtiyacı Kaan’ın kendini 140 kelimede ilgi çeken konuşmacılardan biriydi. anlattı. Gelecek 20 yılda, hatıraları olmayacakmış. Silikon Vadi’sinde böyle bir araç deneyimini anlatan Kaku, bu anlatmasını istedi. Kaan kendini Kendisinden basında genç girişimci yükleyebilecek, rüyalarımızı, araçların çok yakında caddelerde de tek kelimeyle bir “maker” olarak diye bahsedilen bu 18’liği kim bilir hayallerimizi fotoğraf haline yerlerini alacaklarını söyledi. tanımladı. Konuşmasında iş daha ne konferanslar, ne projeler, getirebilecek teknolojiye sahip dünyasından katılımcılara “Maker ne kabuller bekliyor? Umarım onun olacakmışız. Moore’s Kanunu’ndan Gelecekte kazananların Hareketi” hakkında bilgi verirken yola çıkarak, 2020 yılında bir gibi değerli bir arkadaşı, Robert kendi yaptıkları, ürettiklerinden çipin değerinin sadece bir metelik entellektüel kapitalizmi benimseyen camiasının bir üyesini daha nice milletler, tekrar etmeyen işlerde de örnekler gösterdi. Ayrıca Kaan güzel yerlerde görürüz. Kaan’la ilgili olacağını ve milyonlarca çipin çalışanlar; yetenek, deneyim, konuşmasında, okulumuz Türk Dili merak ettikleriniz varsa web sitesini dünyamıza yayılmış olacağını ve Edebiyatı öğretmeni Aydemir (kaangoksal.com) ziyaret edebilir ya söyledi. “Bilgisayarlar her yerde ve önsezi, yenilik ve liderlik kullanan Doğan’la fikir alışverişi sonucunda da teneffüste sıkıştırıp sorabilirsiniz hiçbir yerde olacaklar.” diyen Kaku meslekler olacağını iddaa eden Kaku, kaybedenlerinse tamamıyla ortaya çıkan ve Kaan’ın öz şiiri odağa (bence). gelecekte bilgisayar kelimesinin tekrarlayan işçilerin, entellektüel alarak tasarladığı ve bastığı 3B bile kullanılmayacağını belirtti. cisimleri de sunarak, iş dünyasına öz Kaan’ın ilham verici konuşmasından 2020’den sonrasını Silikon sonrası kapitalizmi anlamayan orta sınıf ve meta fetişizme (commodity capitalism) şiiri de anlatmış bulundu. sonra sahne ünlü fizikçi ve fütürist Dr.devir olarak adlandıran Kaku, bağlı kalan yarım ülkeleri olacağını 3B yazıcıdan bastığı parçalarla kendi Michio Kaku’nundu. Michio Kaku’yu bu devirde kuantum hesaplama söyledi. 3B yazıcısını yaptığını söylediğinde ve fizik alanında yazdığı popüler bilim ve yapay zekanın büyük rol Turkcell Teknoloji Zirvesi, yine kendi üretimi quadrocopter’ını kitaplarından ya da izlediğiniz çeşitli oynayacağını anlattı. Bilgisayar Michio Kaku ve Kaan’ın inanılmaz gösterdiğinde seyirciler daha da belgesellerden biliyor olabilirsiniz. devrimini şu şekilde adımladı: büyülendiler. Benim için Teknoloji Bilmeyenler için Kaku, dünyanın Adım 1: Mainframe (Anabilgisayar) konuşmalarıyla ve İstanbul Mini Maker Faire’le benim için unutulmaz iki gün Zirvesi’nin zirve noktası Kaan’ın kendi yaşayan en zeki adamlarından biri Adım 2: PC (Kişisel Bilgisayar) quadrocopter’ını havada kaldırdığı olarak kabul ediliyor. Beyaz kısa saçlı Adım 3: Internet ve Cloud(Bulut) oldu. Teknoloji Zirvesi bir maker olarak ufkumu genişleten ve yaratıcılığımı andı. O an suratındaki gülümseme Asyalı profesorün İmkânsızın Fiziği Bilgisiyar tetikleyici, motive edici müthiş ve kendinden emin duruşu, özgürlük (Physics of the Impossible-2008), Adım 4: Görünmez Bilgisayar bir konferanstı. Kaan’a muhteşem anıtını anımsatıyor bana. Gelecek 2020’de herkesin internet göz Geleceğin Fiziği (Physics of the konuşması ve bana böyle bir fırsatı elinde tuttuğu quadrocopter gibi lensleri olacağını tahmin eden Future) ve Beynin Geleceği (The nice icatlar ve o, quadrocopterı gibi Future of the Mind-2014) adlı eserleri Kaku, bu teknolojiden çok da uzak sunduğu için tekrar teşekkür ederim. geleceğini de parmaklarının arasında New York Times çok satan kitaplar olmadığımızı belirtti. Kaku’nun sıkıca tutuyordu aslında. söylediklerine göre, ordu listesine girmiştir. maker hareketinin yayılışından, hackerspace ve makerspacelerin yeterli olmadığından bahsettiler. Samimi, sevecen ve kendinden emin tavırlarıyla ve ilginç hikâyesiyle salondaki beş bin kişinin de gönlünü fetheden Kaan konuşmasında daha 18’inde kurduğu şirketinden bahsetti ve eğitimin önemine değindi. Her cümlesinden sonra alkış alan Kaan, iş dünyasından katılımcıların büyük beğenisini kazandı. 14-15 Kasım tarihli günlük gazetelerde arkadaşın boy boy fotoğraflarını ve “Yoğurt kaplarından yaptığımız saksıları şimdi 3B yazıcılarla basıyoruz.” sözünü okumuş olabilirsiniz çünkü ARALIK 2014 Köprü HABERLER 18 Öğrenciler için gidilebilecek mekanlar: SIRÇACI 14 YENİKÖY Pelin Sazak http://sonradangurme.biz/ wp-content/uploads/2014/04/ sircaci14__________.jpg Sahil kenarında belki başta gözünüze çarpmayan ama gerek ortamının samimiyeti, gerek çalışanların müşteriye ilgisiyle gidip görülmeye değer bir mekandır. Siparişinizin yanına ilave olarak birçok şeyin getirildiği ve şık servisiyle iştahları açan Sırçacı 14, önce gözlerimizi sonra midelerimizi güzelce doyurmaktadır. Şahsen tavsiye ettiğim tatlısı ise tobleronelu cheesecake. Müthiş toblerone tadı ve yoğunluğunun cheesecake tabanında birleşmesi ve özel nutella sosunun üstünde gezinmesi sonucunda açığa çıkan eşsiz bir lezzet. Tatlı krizinize son nokta! Ortalamanın üstünde fiyatları olan bu mekan için özel günlerde gidilmeye değer yorumunu yapabileceğim. http://img.gecce.com/2014/04/30/ resim-163106WH.jpg HARDAL NİŞANTAŞI İdil Kara- Uğur Emek Atiye Sokakta yer alan Hardal’ı bulmakta hiç sıkıntı çekmeyecekseniz ve emin olun kısa bir sürede ayağınız buraya alışacaktır. İster Atiye sokağın üzerinde isterseniz de arka tarafında sokaktan isole olan bahçesinde oturup keyifli vakit geçirebilirsiniz. Garsonların yavaş ve ilgisiz olması ne kadar rahatsız edici olsa da yemekleri sizi memnun edebilir. Genellikle kalabalık olduğundan yer bulmakta sıkıntı çekebilirsiniz ve servisin yavaşlığı sinirlerinizi bozsa da beklediğinizin sonucunu almak keyfinizi yerine getirebilir. Diğer Hardallara oranla en iyisinin Nişantaşı’ndaki olduğunu söyleyebilirim. Arkadaşlarınızla oturup samimi bir kahvaltının tadına varabilir ya da sinema sonrası bir şeyler atıştırabilirsiniz. CASITA BEBEK Pelin Sazak http://crazyyetwise.files.wordpress.com/2012/12/114.jpg?w=690&h=459 Bebek’in atmosferinden biraz uzakta kalmış, belki gözlere pek çarpmayan ama iç dekorasyonuyla müşteriye içine çeken orjinal bir mekan. Fiyatları ortalamadır. Sarı renklerinin ağırlıkta kullanıldığı Casita’nın hamur işi yemeklerinin lezzetti dillerden düşmüyor. Casita’nın meşhur ferayesini denemediyseniz çok şey kaçırmışsınızdır. Yolunuz düşerse denemenizi şiddetle tavsiye ederim. Yemek sonrası tatlı için bile uğrayabilirsiniz Casita’ya. Seyfi Dursunoğlu’nun Casita’ya özel tatlısı olan Huysuz Virjinin de tatlı ihtiyacınızı yeteri kadar karşılayacaktır. Eğer Bebek’te Midpoint ya da Kırıntı’dan çok sıkıldıysanız Casita bir farklılık yaratmak için değer bir mekan. VALONİA BEŞİKTAŞ İdil Kara İçeri girdiğiniz anda kendinizi çikolata diyarına düşmüş gibi hissedeceksiniz. Eğer benim gibi bir çikolata aşığıysanız Valonia’ya bayılacaksınız. Yemekleri hakkında pek bir fikrim olmamasına rağmen tatlılarının çok iyi olduğunu söyleyebilirim. Adresi bulmakta sıkıntı çekmeyeceksiniz. Fiyatları uygun ve Beşiktaş’taki dersanelere de yakın olduğundan dershane öncesi motivasyona ihtiyacınız varsa buraya uğramalısınız. Popüler tatlılarından biri olan ıslak keki kesinlikle denemelisiniz. Genellikle kalabalık olan Valonia’da özellikle haftasonları yer bulmak ve uzun saatler oturmak biraz zor. Servisi ne kadar iyi olmasa da tatlıları için bu durum göz ardı edilebilir. Beşiktaş’a yolunuz düşerse uğrayın, derim. BAYLAN BEBEK Pelin Sazak http://www.baylangida.com/images/content/bebek-baylan-1.jpg Herhalde Baylan’ı duymayan kalmamıştır. İlk şubesinin Kadıköy’de olduğu ama Bebek’deki manzarasını hiçbir yerle değişmeyeceğimiz bir mekan. Dürüst olmam gerekirse abartıldığı kadar olağanüstü bir mekan olduğunu düşünmüyorum. Birbirinden çeşitli tatlı menüsüyle size karar vermekte sıkıntılı anlar yaşatan Baylan’da sakın ama sakın tiramisu yemeyi denemeyin. Tam bir krema yığını olan tiramisunun tadı gerçekten sizde hayal kırıklığı yaratabilir. Cheesecake konusunda ise umduğum tadı yakaladığımı düşünmüyorum ve kesinlikle daha güzellerini yedim. Buı kadar eleştiri yeter sanırım. Sonuçta orası Baylan değil mi? Gerek piramit pastası, gerek tartları ve çikolatalarıyla damaklarda güzel bir tat bırakabilmeyi başarabilir. Her Robert öğrencisinin mutlaka gittiği ya da gideceği bir yer. Köprü Aralık 2014 HABERLER 19 KASAP DÖNER LEVENT Pelin Sazak http://images.akamai.mekanist.net/place/w_500/3be4066e953126567878abfbd74ff822.jpg Büyük ihtimalle Kasap Döner’i gidilecek yerler arasından çok sıradan bulmuş ya da “Bunun burada ne işi var?” gibi yorumda bulunmuş olabilirsiniz. Fakat öğrencilerin gidebileceği yerler listesinde olmasının sebebi sadece dönerinin güzel olması değil ama trileçe adındaki arnavut tatlısının çok başarılı olması. Evet! Dönercide tatlı pek mantıklı gelmese de inanın bana trileçesi gerçekten damağınızda unutamayacağınız bir tat bırakacak. Üstündeki karamel sosuyla eşsiz lezzeti yakalamış bu hafif tatlı, döner üstüne de çok güzel gitmektedir. Trileçeyi aynı zamanda Baylan’da da bulabilirsiniz. Şahsen Kasap Döner’in trileçesini daha taze bulduğumu da belirtmek isterim. ANY ARNAVUTKÖY İdil Kara Any Arnavutköy’de yeni açılmasına rağmen perşembe akşamı gittiğimde hiç yer olmaması beni şaşırttı. Kalabalık olmasına rağmen kısa bir sürede yer bulup oturabildik ve garsonların hızlı ve ilgili olması akşamı keyifli kılan ögelerden sadece birkaçı. Sıcak ortamı ve özgünlüğüyle kendinizi rahat hissedebileceğiniz Any’e haftanın her saatinde gidilebilir. İsterseniz pazar sabah kahvaltısına, isterseniz cuma akşamı isterseniz ise cumartesi öğle yemeğine gidin, sonuç hoşnut kalacaksınız. Kısa bir sürede popüler olmayı başaran Any, haftasonları müzikle beraber daha da kalabalık ve eğlenceli. Sokağın üzerinde olmasına rağmen gürültünün sohbetinizi engellememesi de ayrı bir avantaj. Arnavutköy’de balıkçılara gitmekten sıkıldıysanız Any’i denemenizi tavsiye ederim. PASTEL BEBEK Pelin Sazak Boğaziçi Üniversite’sini geçtikten hemen sonra, pek göze çarpmayan bir mekan. Okul çıkışı sessiz ve huzurlu bir yere gidip ders çalışmak mı istiyorsunuz? Ya da daha hiç başlamadığınız bir yazıyı yazmanız mı gerekiyor? Pastel bunun için mükemmel ve huzur dolu bir mekan. Okul çıkışı geç bir saatte gittiğim için mi bilemiyorum ama tatlı çeşitiğinin azlığı sizi şaşırtabilir. İnternet sitelerinde birbirinden güzel tatlı resimleri olduğu halde akşama doğru arkadaşlarımla gittiğimizde umduğumuz kadar çeşit bulamadık. Her şeye rağmen kafa dinlemek, saatlerce oturup konuşmak, çayınızdan yudumlamak ya da sessizce ders çalışmak için gerçekten çok ideal ve fiyatları açısından da uygun bir yer. Robert’in yoğun temposundan uzaklaşmak için daha ne duruyorsunuz? https://lh3.googleusercontent.com/-TBskTC0CnOs/UydDHHF3BlI/AAAAAAAAEmw/ JbvU6X3BkLQ/s640/blogger-image--785327292.jpg PRESS KARAKÖY İdil Kara Ufak ama sıcak atmosferiyle Karaköy’ün ara sokaklarında olan Press sıklıkla gittiğim bir mekan. Öncellikle garsonların ilgili ve sempatik olmaları sizi buraya bağlıyor. Günümüzde çoğu yerin aksine garsonlar güleryüzlü ve hızlı. Kahve çeşitliliğinin fazla olması size kahvenizi seçerken zorluk yaşatabilir. Benim favorilerimden biri aromatik ve sert tadıyla Kenya kahvesi. Eğer oreo aşığıysanız kesinlike mekanın popüler tatlılarından biri olan oreolu cheesecakei veya oreolu kahvesini denemelisiniz. Oreolu cheesecake dışında Press popüler tatlılarından biri olan kırmızı kadife kekini de deneyebilirsiniz. Burayı sempatik ve orjinal kılan özelliklerden birkaçı ise masaların numarası değil adlarının olması ve servis kağıtlarının üzerinde esprili sözlerin yer alması. İçeride bulunan salıncağa oturup kahve ve kitap ikilisini en kısa zamanda gerçekleştirmenizi öneririm. Pelin Sazak İdil Kara ARALIK 2014 Köprü 20 HABERLER Carpe Diem Bu başlık herkese tanıdık geldi değil mi? Oscar ödüllü büyük aktör Robin Williams’ı tanımayan, en azından bir-iki filmini izlemeyen elbette yoktur. Ne yazık ki usta oyuncuyu geçtiğimiz Ağustos ayında kaybettik. Yazıma, hem Robin Williams’ı bir kez daha hatırlamak hem de yazacaklarıma, sinemada bir başyapıt sayılabilecek “Ölü Ozanlar Derneği”, orijinal adıyla “Dead Poets Society” filminin, nedendir bilmem şu sıralar sık sık aklıma gelmesi nedeniyle, filmdeki unutulmaz “Carpe Diem” sözüyle başladım. Latince’den Türkçe’ye çevirisi “Yaşadığın günü kavra”. Vakit varken tomurcukları topla, Zaman hâlâ uçup gidiyor. Ve bugün gülümseyen bu çiçek, Yarın ölüyor olabilir... Yeni öğretim yılımız başladı. Aslında geçen yıl, bizler hazırlıktayken, kulaktan kulağa, ağızdan ağza dolaşan “9. sınıf çok zor” sözü, sene başında beni de düşündürmedi değil. Ama bizler, zaten “zor”a antrenmanlı olduğumuz için çok da etkili olmadı bu düşünce. SBS’den zaferle çıkmışız. Az şey mi? “Çok zor”luğun da, daha en az on yıl peşimizi bırakmayacağının bilincindeyiz. Bu nedenle çok kasmaya gerek yok, diye düşünüyorum. Zaten elimizden gelenin en iyisini yapacağız. Hepimizin gelecekle ilgili farklı beklentileri, hayalleri var; biliyorum. İyi bir üniversite, severek yapacağımız iyi bir iş, iyi bir kazanç… Ama aslında bütün bu “iyi”leri, “mutlu” bir yaşam için istediğimizi unutmamak gerek. Fakat ne yazık ki “Bu gün yaşadığın en güzel şey neydi?” diye sorsak kendimize, belki verecek bir cevap bulamayacağız. Belki de bu soruyu her gün sormalıyız kendimize. Sormalıyız ki yaşamımızın içindeki güzel anları fark edebilelim. “Mutlu olmak” kavramının aslında anı yaşamakla ilgili olduğunun farkındalığına varalım. Dead Poets Society , “Ölü Ozanlar Derneği” filminde, John Keating -Robin Williams- çok başarılı ve farklı bir edebiyat öğretmenidir. Katı disiplinliyle tanınan, bir o kadar da başarılı öğrenci yetiştiren Welton Academy’de öğretmenlik yapmaya başlar. Bay Keating, öğrencilerini edebiyat ve şiirin büyülü dünyasıyla tanıştırır. Onlara özgür olmayı, dünyaya farklı açılardan bakmayı, hayatı anlamlı kılmayı öğretmeye çalışır. Filmin en unutulmaz sahnesi, Bay Keating’in öğrencilerine, okul koridorundaki eski öğrencilerin fotoğraflarını gösterdiği sahnedir. Her gün defalarca önlerinden geçtikleri halde fark etmedikleri eski fotoğraflara bakarken öğrenciler, edebiyat öğretmenleri Bay Keating şunları söyler: “Evet, birçok kere buradan geçtiniz ama onlara gerçekten bakmadınız. Sizden farklı değiller. Aynı saç modeli. Tıpkı sizler gibi coşku dolular; sizler gibi yenilmez hissediyorlar kendilerini. Dünya onlar için bir istiridye, çok büyük şeyler başaracaklarına inanıyorlar. Sizler gibi gözleri umutla dolu. Peki yapabileceklerini yapmak için yaşamaya çok mu geç başladılar? Çünkü bunlar artık çiçeklere gübre oldu. Ama eğer dikkatle dinlerseniz size fısıldadıklarını duyarsınız. Hadi yaklaşın dinleyin. Duyuyor musunuz? “Carpe diem…” Yaşadığınız günü kavrayın çocuklar; hayatınızı olağandışı yapın…” Belki bu noktada yine çok önemli, sinemada başyapıt sayılabilecek diğer bir Oscar ödüllü Robin Williams filminden de söz etmek gerekiyor. “Can Dostum” , orijinal adı “Good Will Hunting” olan 1997 yapımı bu filmde Robin Williams başrolü Matt Damon’la paylaşıyor. Film son derece etkileyici bir başarı öyküsüdür. Filmde Matt Damon –Will Hunting-, Massachusetts Üniversitesinde hademelik yapan “dahi” denebilecek bir IQ’ya sahip biridir. Karıştığı bir Köprü kavga nedeniyle hapis cezası alır. Onun zekasının farkında olan bir üniversite profesörü sayesinde hapis cezasından kurtulur. Ancak, öfke kontrolü için bir terapist tarafından tedavi edilmesi şartı konmuştur. Derken Will’le terapist Sean Maguire’ın –Robin Williamsyolları kesişir. Filmin devamından söz etmeyeceğim. İzlememiş olan arkadaşlara mutlaka izlemelerini öneririm. Çünkü her sahnesi izlenmeye değer. Ama bir sahne var ki gerçekten oldukça düşündürücü: Terpist Sean Maguire’nin muayenehanesine götürülen Will, duvardaki bir tabloyla ilgili patavatsızca, terapistin canını sıkan yorumlar yapar. Bu davranışa karşı, bir sonraki buluşmalarında, terapist Sean Maguire, Will’e şu sözlerle karşılık verir: “Önceki gün resmimle ilgili bana söylediklerini düşündüm. Gece boyunca bunu düşündüm ve sonra bir şeyi fark ettim. Ve derin bir uykuya daldım. Neyi fark ettim biliyor musun? Sen daha çocuksun. Konuştuğun şeyler hakkında en ufak bir fikrin yok. Sana sanat hakkında bir şey sorsam, bana her kitaptan örnekler verebilirsin. Michelangelo hakkında çok şey biliyorsundur. Çalışmaları, yaşam felsefesi, siyasi görüşleri, her ayrıntıyı… Ama Sistine kilisesindeki o kokuyu bana tarif edemezsin. Çünkü orada durup o güzel tavana hiç bakmadın, görmedin. Belki sana savaşı sorsam, bana Shakespeare’in sonelerinden biriyle karşılık verirsin. Ama sen bir savaş yaşamadın. En iyi arkadaşını kollarında kaybetmedin. Sana sevgiyi sorsam, şiirle karşılık verirsin. Ama bir kadının gözlerinin içine hiç bakmamışsındır. Kendini çaresiz hissetmemişsindir. Sonsuza kadar sevmek nedir, bilemezsin. Her şeyi yaşarsın; kanseri bile… İki ay hastanede onun yanında Aralık 2014 Barış Can Ünal olup, elini tutmak nedir, bilemezsin… Doktorlar senin gözlerinde ziyaret saatinin anlamsızlığını görürler. Sevdiğin birini kaybetmedin… Çünkü bu, ancak kendinden daha çok birini sevdiğinde ortaya çıkar. Senin hiçbir şeyi sevecek kadar cesur olduğunu sanmıyorum. Sana bakınca zeki ve kendine güvenen birini görmüyorum; korkak, ukala, değersiz bir çocuk görüyorum. Ama sen bir dahisin; bunun farkındayım. Kimse duygularının derinliğini bilemez. Ama sen, sadece bir resme bakıp hakkımda her şeyi bildiğini sandın. Ve hayatımı yorumladın. Seni ilk gördüğümde, anlamadım mı sanıyorsun? Duygularını, kim olduğunu… Çünkü Oliver Twist okumam buna engel mi oluyor? Şahsen sana hiç değer vermiyorum. Neden dersen, senden hiçbir şey öğrenemem kendinden söz etmediğin sürece, kim olduğundan. O zaman senden etkilenirim.” İki güzel, iki etkileyici film… Ayrı ayrı filmler olsalar da, mesaj yine aynı… Yaşamla, insanlarla ilgili çok şey öğrenmek, çok kitap okumak elbette çok önemli. Kimse bunun aksini söyleyemez. Ama bu yaşamı, insanları çözmüş olmak anlamına gelmiyor. Dokunmak gerekiyor… Hissetmek gerekiyor… Yaşam, denizde yüzmek gibi belki de… Sığ sularda oynamak, yüzmek anlamına gelmez. Ucundan, kıyısından da tutunmak da, yaşamak anlamına gelmiyor. Çok zor bir 9., 10., 11. veya 12. sınıf geçecek bizim için… Bunları çok uzun yıllardır çok kişi başarıyla bitirdi. Bizler için de öyle olacak. Ama şunu hep hatırlayalım : Carpe diem… HABERLER 21 Hangi Tip RC öğrencisisin? Aşağıdaki soruları cevapla ve hangi tip RC öğrencisi olduğunu öğren! en iyi şekilde yararlanıp kendimi geliştirmek. 1- En sevdiğin ders nedir? a)Matematik/Fizik/Kimya/Biyoloji b)Beden Eğitimi c)Boş ders d)İngilizce/ ASL / Sanat 8-Okul günlerinde ne kadar uyursun? a)Ödevlerime göre değişir. b)7-8 saat. c)4-5 saat d)Kendime ayırdığım süreye göre değişir. 2-Teneffüslerde ne yaparsın? a)Sınıfta ders çalışırım. b)Maç izlerim. c)Arkadaşlarımla büyük kantindeyimdir. d)THP’lerimle uğraşırım/ kütüphanede zaman geçiririm. 3-Okulumuzda ders dışı etkinliği olarak ne yaparsın? a)Ders dışı etkinlik mi? O kadar zamanım yok. b)Fitness veya bir spor takımı c)Eğlenceli bir kulüp olsun yeter. d)Akademik bir kulüp (MUN, BC, JA, EYP, RCDS, Köprü...) 4-Öğretmenlerin seni nasıl tanımlar? a)Akademik olarak başarılıdır. b)Dersle ilgilenmez. c)Dersin düzenini bozar. d)Projelerde çok yaratıcıdır. 5-Bir sene içinde en çok kaç tane alıkoyma cezası aldın? a)Tabii ki de hiç yok./ Bir tane yanlışlıkla almıştım. b)5-6 c)Saymadım. d)2-4 6-En yakın arkadaşınla genelde ne yaparsın? a)Buluşup ders çalışırız. b)Spor takımında hep birlikteyiz. c)Sınıfta, yaptığımız haylazlıkları anlatırız. d)Kitap, müzik, film tartışmaları yaparız. 9-Boş derste ne yaparsın? a)Konu tekrarı yaparım. b)Dünkü maçı tartışırım. c)Arkadaşlarımla sohbet ederim. d)Takip ettiğim dizinin yeni çıkan bölümünü izlerim. 10-Öğretmeninden ne beklersin? a)Derslerinin verimli geçmesini. b)Benimle aynı takımı tutmasını. c)Yaptıklarımı fark etmemesini. d)Kültürel olarak bana bir şeyler katmasını. 11-Okulda bir şeyi değiştirebilecek olsan bu ne olurdu? a)Projeler yerine daha çok yazılı değerlendirme olurdu. b)Derslerde hareket etmek için ara verilirdi. c)Daha çok boş ders! d)Sanatla ilgili dersler her sene zorunlu olurdu. 12-Robert Kolej’le ilgili yorumun? a)Dersler zorlayıcı ama çalışan başarır. b)Yorucu bir tempoya sahip ama eğlenceli. c)Dersler bahane, teneffüsler şahane! d)Entelektüel olarak geliştiğimi hissediyorum. A Şıkları Çoğunluktaysa: Tipik RC Öğrencisi Robert Kolej’de geçirdiğin günlerin 7-RC hayatında en önem verdiğin şey ne? a)Yapabildiğim en yüksek ortalamaya sahip olmak. b)Spor alanlarında kendimi kanıtlamak. c)Bol bol arkadaş edinip çevre yapmak. d)Okulumuzda bize verilenlerden ARALIK 2014 sadece eğlenmek için olmadığının farkındasın. Gelecekle ilgili planların var ve bunları gerçekleştirmek için elinden geleni yapıyorsun. Akademik başarı senin için çok önemli ve bunun düzenli çalışmayı ve bazı etkinliklerden vazgeçmeyi gerektirdiğinin farkındasın. Öğretmenlerinle ilişkin çok iyi ve örnek gösterilen bir öğrencisin. Ortalamanı yüksek tutarken RC’deki günlerinin tadını çıkarmayı da ihmal etme. Derslerine ve etkinliklere ayırdığın zamanı dengeleyerek bir yandan başarıyı yakalayabilir bir yandan ileride özleyeceğin bu günlerin keyfini çıkarabilirsin. B şıkları çoğunluktaysa: Sportif RC Öğrencisi Robert Kolej’de sadece akademik başarının prim yapmadığının farkındasın ve okuldaki ders dışı etkinliklerden elinden geldiğince yararlanmaya çalışıyorsun. Okulda eğlenerek geçirdiğin zaman, senin için akademik başarıdan bir tık daha önde bundan dolayı da seni mutlu edecek sportif faaliyetlere yöneliyorsun. Unutma ki bu etkinliklere verdiğin önem kadar akademik başarına da önem vermelisin çünkü günün sonunda sen de Robert Kolej’den ayrılıp üniversite yollarına düşeceksin. Hem derslerine hem de spor etkinliklerine zaman ayırmak çok da güç değil; tüm olay bu ikisini dengelemekte. C Şıkları çoğunluktaysa: Haylaz RC Öğrencisi Senin için Robert Kolej’in anlamı arkadaşların. Okula gelmek senin için bir eğlence ve arkadaşların derslerden önce geliyor. Derslerde yaptığın haylazlıklarla sınıf arkadaşlarını güldürüyorsun ve sınıfın vazgeçilmezisin. Öğretmenlerinle aran çok iyi olmasa da bunu kendine dert etmiyorsun çünkü akademik başarının hayatında çok da büyük bir yeri yok. Seni her etkinlikte ve alıkoyma cezasında görmek Köprü Nehir Türkarslan Simay Yazıcıoğlu mümkün. Sorumluluklarını ve ileriyi düşünmeden Robert’teki günlerinin keyfini sonuna kadar çıkarıyorsun. Her ne kadar mezun olduktan sonra hiç bitmeyecek arkadaşlıkların ve anlatacak mükemmel anıların olsa da geleceğini de düşünmen senin için çok önemli. Robert Kolej’deki öğreniminden sonra da başarılı olman gerekli ve bunu ancak derslerine de önem vererek yapabilirsin. Her zamanki gibi aktif olarak bunu yapman senin için yorucu olacaktır ama ileride buna değdiğini göreceksin. Öğretmenlerinle de arana iyi tutmaya çalış, sana dersler dışında da çok şey katabilirler. D Şıkları Çoğunluktaysa: Entel Dantel RC Öğrencisi Robert Kolej’in bilgi ve kültür bakımından çok zengin olduğunun farkındasın ve elinden geldiğince okulumuzun bu hazinesinden faydalanmaya çalışıyorsun. Öğretilenden daha fazlasını öğrenme isteğin ve çaban senin kişisel gelişimin için oldukça önemli. Elde ettiğin bu sofistike görünümün şöyle bir dezavantajı var: farklı lisedeki bir öğrenci senin “Robertli” birikiminden dolayı sana “kibirli, burnu havada liseli” ön yargısıyla yaklaşıp ona göre muamele yapıyor. Sana tavsiyemiz bu ön yargıyı kırman yönünde olacak: birikiminin ve kişisel gelişiminin seni burnundan kıl aldırmayan bir tip yapmasına izin verme. Sahip olduğun entelektüel seviyeden dolayı diğer insanları küçük görmek, her zaman olumlu sonuçlara yol açmayabilir. 22 HABERLER Esra Ürtekin ile Röportaj Okullar açıldı. Her sabah zar zor kalkıp tekrardan okulun yolunu tutmaya başladık. Ama okulda bizi bazı değişiklikler bekliyordu. Bu değişikliklerden biri de okulda olmayan öğretmenlerdi. Geçen yıl emekli olan Türk Edebiyatı- Dil ve Anlatım dersi öğretmenimiz Esra Ürtekin’le emekliliği hakkında sizler için bir röportaj yaptık. *Köprü: Geçen okul dönemi *Köprü: Okulumuzun emekli oldunuz, emekliliğiniz İdil Akpınar beğendiğiniz yönleri hakkında nasıl geçiyor? neler söyleyebilirsiniz? Esra Ürtekin: Emekliliğim Zeynep Esra Ürtekin: Beğendiğim çok henüz çok yeni. İstanbul’a Karababa özelliği var. Sağlam yapısı, Ekim ayının ortasında geldim. duruşu yani ruhu olan bir Oldukça dolu ve uzun bir yaz Nil Özervarlı eğitim kurumu Robert Kolej. yaşamak bana çok iyi geldi. Yıllardır aramıza katılan her- Gönlümce okuyor, geziyor kes kendi renkleri ve zengin- ve yıllarca biriktirdiğim İdil Kara likleriyle hep o duruşa katıldı, “yapamadıklarım” listembu sağlam yapının bir parçası dekileri yapmaya çalışıyorum. Emeklilikten Önceki oldu. Daha bitmedi *Köprü: Emekli olduğunuz bölüm Çok kültürlü bir okul, birçok süre boyunca, okulu ya da yabancı arkadaşımız var. öğretmenliği özlediniz mi? *Köprü: Bu yıl son seneniz ne Birbirimizin kültürüne, ge*Köprü: Siz çok aktif bir yazık ki. Bu kararı nasıl verdi- leneklerine saygıyla baktık öğretmendiniz, ders dışında da niz? ve birbirimize hep bir şeyler birçok etkinliği düzenliyor ya Esra Ürtekin: Ben mesleğini kattık. Gelenekle modernliğin da katılıyordunuz; emekliliğe çok seven bir öğretmenim. Mesleğimden emekli Esra Ürtekin: Evet, bu yıl bir arada bulunduğu çok başlayınca boşluğa düşmüş olmadım ki Öğretmenlik emekli olmaya karar verdim. kültürlü zengin bir ortamı var gibi hissettiniz mi? bırakılabilecek bir meslek Ne yazık ki diyemiyorum Robert Kolej’in. sizin gibi (gülüyor) çünkü Esra Ürtekin: Emekliliği değil. Şimdi YGS ve LYS’ye bunu ben arzu ettim. Çok *Köprü: Sevgi çemberi farklı aktiviteler yapabilmek hazırlık dersleri veriyorum. Yine öğrencilerim var yani. da seviniyorum bu kararı uygulaması sizi diğer için istedim ben Boşluğa RC’de uzun yıllar seçmeli verdiğim için. Ben işimi çok öğretmenlerden ayıran düşmedim çünkü kararımı severek çalıştım bunca yıldır. şeylerden sadece bir taverirken yapmak istediklerimi Dil Anlatım derslerinde öğrencilerimin üniversite Öğretmenlik bitirilebilecek bir nesi. Sevgi çemberine nasıl de düşünmüştüm büyük meslek değil. Emekli olmaya başladınız ve bu fikir nasıl ölçüde. Sadece önceliklerimin sınavına hazırlanmalarına karar verdim ama öğretme oluştu? yeri değişti. Ailem, iş dışındaki destek oldum. Bu birikimi, deneyimi rafa kaldırmak hem işini başka yerlerde yapmaya sosyal hayatım, hobilerim devam edeceğim galiba. Esra Ürtekin: Bunu yıllar önce daha ön planda artık. Farklı kendime hem de bundan Sokaktaki insanın, esnafın ya katıldığım bir seminerde ortamlarda yine etkinlikler nasibini alacak öğrencilere haksızlık olmaz mıydı? da hiç bilmediğim yerlerdeki öğrenmiştim. Zaman zaman düzenliyor ya da olanlara Sözün kısası siz sevgili çocukların da eğitime ihtiyacı unutsam da aklıma geldikçe katılıyorum. öğrencilerimle geçirdiğim olduğunu düşünüyorum. Bu sınıflarımda uyguladığım yüzden ben onları eğitmeye güzel bir kaynaşma, birbirini devam edeceğim sanırım. anlama yöntemi olduğunu düşünüyorum. Bence biz *Köprü: Bu seneki Meslektaş birbirine güzel şeyler söyTakdiri Ödülü’nü aldığınızı lemeyi ihmal eden bir toplubiliyoruz. Bu ödülü alırken neler muz. Buna ben de dahilim. hissettiniz? Zaman zaman söylemeyi unuttuğum ya da ertelediğim Esra Ürtekin: Çok mutlu güzel sözler için hayflandığım oldum elbette. Herolur. Elimden geldiğince güzel biri birbirinden değerli gördüklerimizi paylaşalım arkadaşlarımın gözündeki istiyorum. Bu öğrenilebilir yerimi görmenin yanı sıra bir şey. Sizler de birbirinizle beni kutlayan herkesin “Bunu ilgili güzellikleri paylaştıkça çoktan hakketmiştiniz!” birbirinizi daha bir sahiplenidemesi beni daha da mutlu yor ve sevgileri yarınlara etti, onurlandırdı. Hele hele bırakmamaya başlıyorsunuz ödülden haberi olan eski gibi geliyor bana. öğrencilerimin ve şimdiki öğrencilerimin övgü dolu sözleri ayaklarımı yerden kesti EMEKLİLİK SONRASI mutluluktan. Köprü Aralık 2014 HABERLER hiçbir anı dünyalara değişmem. Ben RC’de çoook mutlu oldum sizlerle, arkadaşlarımla ve yaptıklarımla. Dağarcığım öyle güzelliklerle dolu ki bana ömür boyu yeter. Hala birileri beni “Tifes olacak değil mi bu yıl?” ya da “Okulumuzun kitaba ihtiyacı var, gönderebilir misiniz?” diye arıyor.Bu da yaptıklarımın iz bıraktığını ve unutulmayan önemli işler olduğunu gösteriyor. Yaptığım her şeyi severek ve isteyerek yaptım ben. ( Tifes benim yıllarca düzenlediğim RC tiyatro festivali idi. Türkiye çapında müthiş bir organizasyondu. Diğeri de CIP başlamadan önceki dönemde danışmanlığını yaptığım sosyal yardımlar ile ilgili.) 23 Çok huzurluyum bu nedenle. Öğrencilerime hep “insanlar kendilerine iyi gelen insanlarla dostluk kurmaları. birbirini sevmek zorunda RC; ruhunu , öğrencilerini, çalışanlarını çok iyi tanıdığım değildir ama saygı duymak ve sevdiğim bir okul. Buradan zorundadır” derdim. Ama ben *Köprü: Geçen sene İdil Kara gelecek kısa süreli görevleri onları hep çok sevdim. Bu da ile yaptığınız röportajınızdan bir alıntımız var. “Emekli olmaya beni çoğalttı. her zaman zevkle yaparım karar verdim; ama öğretme ama emekliliği ben seçtim ve halimden memnunum. En *Köprü: RC öğrencilerine bir işini başka yerlerde yapmaya devam edeceğim galiba. azından şimdilik. Sonrasını tavsiyeniz var mı? Sokaktaki insanın, esnafın ya bekleyip göreceğiz da hiçbir bilmediğim yerlerdeki çocukların da eğitime ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden ben onları eğitmeye devam edeceğim galiba.” Bu söylediklerinizi gerçekleştirme imkânı buldunuz mu, kendinize yeni hedefler belirlediniz mi? Esra Ürtekin: Geçen gün bir alışveriş merkezinde yürüyen merdivenlerin üzerinde aşağı-yukarı koşan çocukları kenara çekip yaptıklarının yanlışlığını onlara nasıl anlattıysam, duruma kulak misafiri olan bir genç “Siz öğretmensiniz galiba.” dedi. Artık siz karar verin bu işi gerçekleştirip gerçekleştiremediğime. Hedefim değil de arzum, yaşayabildiğim her anı gönlümce değerlendirmek ve yine çevreme, ülkeme ve insanlığa yararlı olmaya devam etmek. *Köprü: RC’de geçirdiğiniz yıllardan biraz söz eder misiniz?Eğer imkânınız olsa Robert Kolejde öğretmenliğe geri döner miydiniz? Esra Ürtekin: Yirmili yaşlarımdaydım RC’ye başladığımda. Burada büyüdüm, burada ideallerimi gerçekleştirme olanağı buldum, sağlam dostluklar edindim. Hayatımın çok önemli bir kısmını geçirdiğim bu kurumu *Köprü: Siz öğrencileriyle seviyorum. Emeklerimin kat yakın ilişkiler kuran bir kat karşılığını aldım manevi öğretmendiniz, olarak. Topluma hizmet projel- emekliliğinizde erinden, tiyatro festivaline, öğrencilerinizle görüşüyor enerji tasarrufu komitesinden musunuz? disiplin kuruluna , törenler düzenlemeye kadar pek Esra Ürtekin: Gerek sizler çok şey yaptım. RC’de emek gerek mezun öğrencilerimle vermediğim alan kaldı mı bil- elbette görüşüyorum. Baemiyorum. Kişisel gelişimden, zen ziyaretime geliyorlar eğitim alanındaki değişimleri bazen telefonla arıyorlar öğrendiğim seminer, sembazen de sanal ortamda pozyum ne varsa, kendime görüşmelerimiz oluyor. Sizler ve dolayısıyla öğrencilerime benim çocuklarımsınız ve aktarılabilecek, hepsine iyilik haberlerinizin beni ne katıldım, edindiğim her şeyi de kadar mutlu ettiğini anlatapaylaştım sizlerle. mam. ARALIK 2014 Esra Ürtekin: Var elbette. RC çok iyi ve olanakları çok Deneyimlerinizi bizimle paylaştığınız ve bize zaman geniş olan bir okul. Burada oldukları süreçte öğrencilerin, ayırdığınız için tekrar teşekkür ederiz. sosyal ve akademik açıdan Ben teşekkür ederimRC kendilerini geliştirmek için çaba göstermeleri gerektiği aileme sevgiler. kanısındayım. Böyle yapanların daha sonraki hayat başarılarına çok tanık oldum. Bence buradaki her öğrenci kendisinin ne kadar özel olduğunun bilinciyle hareket etmeli, bunun haklı gururunu taşımalı. RC’deki çocuklarıma önerim, sevdikleri işi yapmaları; sevdikleri, olumlu enerjisi olan, Köprü HABERLER 24 Mr. Laraia ile Röportaj Köprü: Merhaba Mr. Laraia! Bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz:) Bize RC’deki yeni görevinizden bahseder misiniz? Mr. Laraia: Ben de teşekkür ederim! Yeni görevim, öğrenci işleri dekan yardımcılığı. Ms. Halıcıoğlu’na yardım ediyorum. Okulda disiplini sağlamak için iki kişiye gerek olduğunu düşünmüyorum, çok fazla problemle karşılaşmıyoruz bence. Davranışlarının bilincinde olan, iyi öğrencilerimiz var. Sadece bir sorun olduğu zaman o sorunla daha çok ilgilenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Nasıl çözebileceğimizi neden böyle bir sorunumuz olduğunu sorgulamanın önemli olduğuna inanıyorum. Köprü: Öğrenciyken hiç müdüre gönderildiniz mi ya da alıkoyma cezası aldınız mı? Mr. L. - (güldü) Evet… Çok kez.. Köprü: Daha önce biraz anlatmıştınız, okulu çok seven bir öğrenci değilmişsiniz. Şu anda yönetim kurulundasınız, nasıl hissediyorsunuz? Mr. L- Biraz değişik. Anneme görevimden bahsettiğim zaman çok güldü ve “Sen mi?” dedi… Arkadaşlarıma da “İnanabiliyor musun, disiplinle ilgileniyor!” diyor. Onun için de biraz tuhaf oldu. Ama benim öğrencilik zamanımdan daha farklı bir sistem var şu an. Siz bizden daha farklısınız, daha farkındasınız. Öğretmenliğe ilk başladığımda hep öğrenci olduğum zamanları düşündüm. Hâlâ da düşünüyorum. Nasıl gerildiğimi, endişelendiğimi, matematiği, sınav dönemlerini hatılıyorum… Sizinle daha rahat empati kurmamı sağlıyor. Eğer öğretmen olduğunda gençliğini ve öğrenciliğini unutursan iyi bir şey yapmış olmazsın, diye düşünüyorum. Öğrencilerimin yardıma ihtiyacı olduğunda bana gelmesi ve onlara yeni bilgiler öğrettiğimi görmek muhteşem bir duygu. Sonuç olarak, evet biraz ilginç bir durum ve garip hissediyorum; ama öğretmenliği çok seviyorum ve bunu yapmaktan gurur duyuyorum. Köprü: Öğrencileriniz olarak bizimle empati kurduğunuzu hissedebiliyoruz. Yüz ifademizden sıkıldığımızı ya da başka bir şey söylemek istediğimizi fark edip konuyu değiştiriyorsunuz, daha eğlenceli şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. Bunun sebebi de kendi öğrencilik yıllarınızın aklınıza gelmesi mi? Mr. L: Evet, sanırım öyle. İnsanların yüzünü okumamız gerektiğini düşünüyorum, özellikle karşılarındaysak. Sınıfta konuşurken, sesli okuma yaparken, öğrencileri eğlendirmeye çalışırken, dinleyiciyi bilmeli ona göre davranmalıyız. Eğer çok yorulmuşlarsa, oflayıp pufluyorlarsa artık durman gerektiğini bilmelisin. Dediğiniz gibi bunun empatiyle ilgisi var, çünkü aynı zamanda empati, dinlemektir. Benim hayat felsefem “İnsanlar her zaman onlara nasıl davrandığınızı hatırlar.” sözüdür. Eğer insanlara kötü, acımasızca, ihmalkar davranırsan bunu hatırlarlar; aynı zamanda eğer onlara iyi davranırsanız, değer verirseniz bunu da hatırlarlar. Bunu bana Editörler Alara Gebeş Elif Ece Acar Şule Kahraman Tasarım Editörü Tulya Elif Bekişoğlu Yazarlar Damla Cinoglu Derin Arduman Greti Barokas Zeynep Can Aksoy Aysenaz Toptas Eda Ozkok Alara Gebeş Elif Ece Acar Elize Aslan Melisa Selin Yaylali Mert Ali Dusunceli Ozlem Lal Tuzman Rojin Idil Erdogdu Sule Kahraman Ali Yagiz Ayla Alp Altunyurt Asli Doga Munzur Asli Kocer Defne Gungor Ece Kantemir Evsen Gulec Hatice Pelin Sazak Köprü babam öğretmişti. Babam ABD Hükümetinde Savunma Bakanlığı’nda çalışıyordu, çok yüksek bir mertebesi vardı. Ancak konuşmalarında hiçbir zaman başardığı işleri anlatmazdı, onlarla övünmezdi; her zaman “İnsanlar nasıl davrandığını hatırlar.” derdi. Bu benim çok hayran olduğum bir özellikti çünkü babam ünlü ve önemli insanlara konuşma yapıyordu ve onlara hep bu sözden bahsediyordu. Bu yüzden bu söz benim için çok önemlidir. Dolayısıyla; her zaman empati kurmak, insanların davranışlarınızı hatırlayacağını düşünmek gerekir. Köprü: Okuldaki yeni görevinizden dolayı öğrencilerin size karşı tutumunda ne gibi farklılıklar gördünüz? Mr. L: Bunu şu aralar gözlemliyorum, anlamaya çalışıyorum. Yeni işimden sonra neredeyse tüm sınıfları gezip yeni görevimi açıkladım. Benim için çok iyi oldu çünkü artık birçok öğrenci beni gördüklerinde bana selam veriyor. Bu beni çok mutlu ediyor. Henüz kimseye ceza vermedim; bu yüzden henüz olumsuz bir etki görmedim. Bunu eski okulumda yaşadım, birçok kez öğrencileri disipline yollamam gerekti ve benden gerçekten nefret eden öğrencilerim vardı. Ancak benim yapabileceğim bir şey yoktu, okulun kurallarına karşı gelmişlerdi. Ama henüz bu okulda böyle olumsuz tepkiler olmadı. Idil Akpinar Idil Kara Irem Akcal Irem Dalfiliz Melisa Oguz Nesli Turker Nezihe Ezgi Menzi Nil Ozervarli Ozsu Risvanoglu Simay Yazicioglu Zeynep Karababa Zeynep Nehir Turkarslan Baris Can Unal Cisenur Geyik Ezgi Okutan Nil Özervarlı İdil Akpınar Köprü: Gelecekte öğrenci işleri dekan yardımcısı olarak mı, öğretmen olarak mı, yoksa her iki şekilde de mi devam etmek istersiniz? Mr. L: Her ikisini de yapmak istiyorum. Eğer bu okulda devam edeceksem, yeni görevler de denerim; çünkü yeni tecrübeler kazanmak, değişiklik yapmak önemli. Sürekli aynı işi yaparak devam etmek benim için yerinde saymaktır, ben olabildiğince kendimi geliştirmek istiyorum. Mr. Jones ve Ms. Halıcıoğlu bana güzel şanslar verdiler. Bunlardan birisi geçen hafta okulumuzu New York’tan ziyerete gelen komiteyle ilgilenmekti, bu benim için büyük bir şanstı. Gerçek anlamda okulun nasıl yürütüldüğünü görmüş oldum, çok iyi bir deneyimdi. Yeni görevim de benim için çok iyi bir tecrübe oldu. Yeni tecrübeler kazanmak, kendime yeni hedefler koymayı seviyorum. Sonuç olarak her ikisini de yapmak istiyorum, hem sınıf içinde olmayı hem de idari işlerde karar almayı; hatta idarede biraz daha yükselmeyi istiyorum çünkü okul hakkında birçok fikrim var ve bunları gerçekleştirebilmek istiyorum, tabii bunun için çok çalışmam ve zaman ayırmam gerektiğini biliyorum. Köprü: Bize zaman ayırdığınız ve bu güzel tecrübelerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederiz, yeni işinizde başarılar. Mr. L: Ben teşekkür ederim. Fatma Aysu Sarigul Hatice Sezin Esen Mert Yilmaz Kocagil Yayının Konusu: Okul Gazetesi Yayının Dili: Türkçe Sorumlu Öğretmenler Yayının Türü: Yerel, Melek Giray İnce Süreli Serya Karapınar Yayının Süresi: Aylık İmtiyaz Sahibi Özel Amerikan Robert Yönetim Lisesi Özel Amerikan Robert Güler Kamer Lisesi Kuruçeşme Caddesi No. 87 Sorumlu Müdür Arnavutköy/İstanbul Güler Kamer Tel: +90 (212) 359 22 22 Aralık 2014
© Copyright 2024 Paperzz