yIi be a l S sga e Öz rau de n So www.istebilgi.de Nr. 24 · Juni | Juli 2014 Erstes deutsch-türkisches Magazin für die Wirtschafts- und Arbeitswelt Döner: Hızlı, hesaplı, sağlıklı Schnell, günstig, gesund Experten Interview Beispiele aus der Praxis UnternehmeN des Monats Prof. Dr. Maren Möhring, Universität Leipzig Güneş Döner Duruk Food Alice Premium Döner Önsöz | Vorwort v.l.n.r: 1.) Prof. Dr. Maren Möhring, Universität Leipzig; 2.) Ali Erdoğan, Geschäftsführer der Leonardo Group; 3.) Pelin Bilici, Geschäftsführerin der Duruk Food GmbH; 4.) Muzaffer Daşkın, Mitgründer der Güneş Döner GmbH Değerli okurlarımız, İşte Bilgi dergisinin bu sayısını Almanya’daki döner sektörüne ayırdık. Almanya’daki döner sektörü 1970’lerden beri sürekli büyüyerek ve gelişerek Almanya’daki tahtını sağlamlaştırdı. Türkiye’de tabakta yanında pilavla sunulan döner kebap burada Almanların ekmek arasında hızla tükettiği bir fast-food ürünü oldu. Öyle ki döner artık dünyaca tanınmış Mc Donalds, Burger King, Kentucky Fried Chickens gibi ünlü markaların cirolarını geride bırakıp Almanların en sevdiği hazır yiyecek haline geldi. Biz de bu nedenle bu sayımızı özel olarak bu dev sektörün geleceğine, sorunlarına ve bu sorunların çözüm yollarına ayırdık. Sektörde faaliyet gösteren çeşitli firmalarla yaptığımız röportajları ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz: Güneş Döner kurucularından Muzaffer Daşkın “Ucuz etin yahnisi olmaz“ sözleriyle döner sektörünün önemini vurguluyor ve kendisiyle yaptığımız röportajda sektörün sorunlarını aşmak için neler yaptıklarını açıklıyor. Erkek girişimcilerin ağırlıkta olduğu bir sektör olan döner sektöründe bir kadın yönetici olarak dikkat çeken Duruk Food Genel Müdürü Pelin Bilici ucuz gıdanın ne kadar tehlikeli olduğunu belirtiyor ve döner sektörünün kendini koruması gerektiğinin altını çiziyor. Güneş Döner ve Duruk Food ile yaptığımız röportajların yanısıra Leipzig Üniversitesi’nde ders veren Prof. Dr. Maren Möhring’le yaptığımız söyleşi, sektörün geçmişine ve geleceğine ışık tutmayı hedefliyor. Prof. Dr. Möhring Almanya’daki döner sektörünün karşı karşıya olduğu sorunları ve sektörün bu sorunların üstesinden nasıl gelebileceğini siz okuyucularımıza anlatıyor. 2 Konumuz Almanya’daki döner sektörü olunca, sizlere sektörde örnek gösterilebilecek bir başarı öyküsünü de anlatmak istedik. Bu sayımızda döneri Imbiss yiyeceği olmaktan çıkarıp prestijli bir gıda ürünü haline getiren Alice Premium Döner GmbH’nın hikayesini şirket kurucuları Ali Erdoğan, Perakende Satış Müdürü Anja Niggemann ve Proje Yöneticisi Mustafa Elcivan sizlerle paylaşıyor. Bütün bunların yanısıra bu sayımızda şirketlerin geleceğe emin adımlarla ilerlemelerini sağlayan markalaşma konusundan ve Kuzey Ren Vestfalya Eyaletine özel bir kredi türünden de bahsedeceğiz. İşte Bilgi olarak Almanya’daki döner sektörüne ayırdığımız bu özel sayının yanısıra önümüzdeki aylarda bu konuya özel bir arama konferansı düzenlemeyi planlıyoruz. Sektörün önde gelenleri ve uzmanların katılacağı bu konferansta sektörün sorunlarını masaya yatırıp çözümler hakkında hep beraber fikirler geliştirmeye çalışacağız. Konferans sonrasında elde edilen fikirlerden oluşan görüş belgesi halindeki kitapçık yetkili bakanlıklara sunulacak. Saygılar sunar, işlerinizde başarılar dileriz. İŞTE BİLGİ ekibi adına Ömer Sağlam ATİAD Genel Müdürü ve İşte Bilgi Proje Yöneticisi İçerik | Inhalt Liebe Leser, in dieser Sonderausgabe des İşte Bilgi Magazins nehmen wir die Dönerbranche unter die Lupe. Seit den 1970´ern hat sich der Döner einen festen Platz auf der Speisekarte der Kosumenten in Deutschland erobert. Der in der Türkei auf dem Teller, mit Reis als Beilage, servierte Döner Kebab hat sich in Deutschland in Form der Dönertasche zu einem der meist konsumierten Fast-Food-Produkte entwickelt und übertrumpft vom Umsatz her sogar die Riesen der Branche wie Mc Donalds, Burger King oder Kentucky Fried Chicken. Dabei hat die Branche auch mit diversen Problemen zu kämpfen. Angefangen bei dem Preisdruck durch den harten Konkurrenzkampf bis hin zur Entwicklung einer überzeugenden Kampagne für eine bessere Außendarstellung. Muzaffer Daşkın, Mitgründer der Güneş Döner GmbH meint „Billig-Fleisch eignet sich nicht fürs Ragout!” und spielt dabei auf ein türkisches Sprichwort an, das besagt: der Preis eines Produktes wirkt sich zwingend auf die Qualität aus. In der von Männern dominierten Branche eher eine Ausnahmeerscheinung, fordert Pelin Bilici, Geschäftsführerin der Duruk Food GmbH, häufigere staatliche Kontrollen der Dönerproduzenten, damit eine hohe Qualität sichergestellt werden kann. Das Interview mit Prof. Dr. Maren Möhring von der Universität Leipzig sollten vor allem Branchenteilnehmer aufmerksam lesen. Darin gibt sie nicht nur Hinweise darauf, wie man sich vor diversen Fleischskandalen am besten schützen kann. Sondern auch, was man als Branchenteilnehmer beachten sollte, um sich in dem schwierigen Sektor besser behaupten zu können. İçerik | Inhalt Giriş Yazısı | Einleitung Büyümeye doymayan bir sektör: Almanya’da Döner Sektörü | Wachstumsmotor der Fast-Food-Branche: Döner Uzman röportajı | Experteninterview Ergänzend zu dieser Sonderausgabe planen wir im Rahmen des İşte Bilgi Projekts eine Search Conference zur Dönerbranche. Dabei sollen Branchenteilnehmer zusammenkommen, sich über Probleme austauschen und mögliche Mittel und Wege daraus erörtern. 06 “Sadece dönerin değil, Türk mutfağının da imajı hak ettiği yerde olmalı!” | Döner ist mehr wert Sektörün İçinden: Güneş Döner | Beispiele aus der Praxis: Güneş Döner 09 “Ucuz etin yahnisi olmaz ise, ucuz dönerin hiç olmaz!” „Billig-Fleisch eignet sich nicht fürs Ragout!“ Sektörün İçinden: Duruk Food | Beispiele aus der Praxis: Duruk Food 12 “Kalite herşeyden önce gelir!” | „In der Qualität darf man keine Abstriche zulassen!” Ayın Girişimcisi | Unternehmer des Monats 14 Alice Premium Döner: Tasarımı İtalyan, lezzeti Türk, yönetimi Alman | Alice Premium Döner: italienisches Design, türkischer Geschmack und deutsche Leitung Başarının Anahtarı | Erfolgsfaktoren Ein Musterbeispiel für die Branche ist unser Unternehmen des Monats Alice Premium Döner GmbH. Ali Erdoğan, Geschäftsführer der Leonardo Group, hat mit der Umsetzung des Konzepts, den Döner in einem exklusiven Ambiente anzubieten, das geschafft, was Teilnehmer der Branche längst fordern: den Klassensprung in ein höheres Preissegment. 04 19 Markalaşmak Mükemmelleşmektir Markenbildung bedeutet Perfektionierung Finans Köşesi | Ratgeber Finanzen 22 Kuzey Ren Vestfalya Eyaletine Özel Bir Kredi: NRW/EU Mikro Kredi | NRW/EU.Mikrodarlehen Künye | Impressum 24 Wir wünschen Ihnen bei der Lektüre viel Spaß. Für das İŞTE BİLGİ-Team Ömer Sağlam ATIAD-Geschäftsführer und Projektleiter İşte Bilgi 3 Giriş Yazısı | Einleitung Büyümeye doymayan bir sektör: Almanya’da Döner Sektörü Almanya’daki ilk döner ne zaman nerede satıldı, döneri Türkiye’den buralara getirmek ilk kimin aklına geldi, bu konuda pek çok farklı iddia var. Bu iddialardan en yaygın olarak kabul göreni 1970’lerde dönerin ilk olarak Berlin’de ortaya çıktığı. Almanya’ya misafir işçi olarak gelen Kadir Numan Türkiye’de tabakta yediği döneri Berlin’de pide arasına sokmuş, salata ve baharatlar eşliğinde satmaya başlamış. Böylelikle farkında olmadan Almanya fast-food sektörünün geleceğini derinden etkileyecek bir adımın atılmasında ilk rolü oynamış. Sağlıklı fast-food Döner günümüzde sadece Türkiye ve Almanya’da değil, Avrupa’nın pek çok kentinde ve hatta Amerika Birleşik Devletleri’nde bile tanınan bir lezzet haline geldi. Dönerin bu kadar başarılı olmasının ve sevilmesinin bir çok nedeni var. Ama şüphesiz bunlardan en önemlisi piyasadaki diğer fast food ürünlerine göre daha sağlıklı ve daha hesaplı olması. Hijyenik koşullarda, gıda sağlık standartları dikkate alınarak üretilen bir döner taze, besleyici ve ucuz bir gıda ürünü. Bu nedenle de yıllardır Almanların gönlündeki yerini genişletmekte, pazarı büyümekte ve hatta pek çok dünya devi fast-food zincirini bile geride bırakan üretim ve satış rakamlarına ulaşmakta. Rakamlarla Almanya’daki Döner Sektörü Almanya’daki ve Avrupa’daki döner sektörünü rakamlar ışığında incelediğimiz zaman sektörün ne kadar muazzam bir kapasiteye ulaştığını hemen görebiliyoruz. Avrupa çapında yılda yaklaşık 122.000 ton döner üretiliyor. Sektör 140 orta ölçekli firma tarafından gerçekleştirilen bu üretim ve 16.000 satış noktası ile sadece Almanya’da yaklaşık 65.000 kişiye iş imkanı sağlıyor. Yıllık 3,5 milyar euroluk ciro döner sektörünün dünyaca tanınmış fast-food zincirlerinin bile önüne geçmesini sağladı. Yapılan farklı araştırmalar her gün yaklaşık her dört Almandan birinin döner yemeyi tercih ettiğini ortaya koyuyor. Hızlı büyümenin beraberinde getirdiği problemler Bu kadar kısa zamanda büyüyen döner sektörü çeşitli sorunlarla da karşı karşıya. Belirli aralıklarla patlak veren bozuk et skandalları ve bu skandallar sonrası gözlerin döne- 4 re çevrilmesi sektörün mücadele etmek zorunda olduğu en büyük problemlerin başında geliyor. Sektörün acilen ihtiyacı olan bir imaj düzeltmesi. Döner denilince akıllara sağlıklı ve hijyenik bir ürünün gelmesi gerekiyor. Döner üretiminin endüstrileşmesi ile paralel olarak işletmelerin yapılarının da gelişmesi gerekmekte. Bu gelişmeyi yakalayamayan ve hijyen standartlarını uygulamayan işletmeler sektörün adının zarar görmesini sağlıyor. Döner sektöründe yaşanan bir diğer sıkıntı da personel konusunda. Sektörde büyük bir kalifiye eleman açığı var. Gerek üretim gerekse satış alanında çalışan personelin daha iyi bir eğitimden geçirilmesi şart. Bu sayede döner sektörünün daha da büyümesi istihdama katkı sağlaması da kolaylaşacaktır. Sektörün büyümesi için bu sektörde faaliyet gösteren herkesin üzerine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirmesi ve döner sektörün büyümesi için hep beraber çaba sarfedilmesi gerekmektedir. n Giriş Yazısı | Einleitung Wachstumsmotor der Fast-Food-Branche: Döner Darüber, wann der erste Döner in Deutschland verkauft wurde und wer als erster auf die Idee kam, den Döner aus der Türkei nach Deutschland zu bringen, gibt es viele Spekulationen. Die weitverbreitetste und akzeptierteste davon ist, dass die Dönertasche, wie wir ihn heute kennen, in den 1970´ern zum ersten Mal in Berlin verkauft wurde. Kadir Numan, ein türkischer Gastarbeiter in Berlin, war es, der die Idee hatte, dem Kunden das türkische Tellergericht in Fladenbrot gekleidet, mit Salat garniert und vorsichtig gewürzt für den Schnellverzehr auf die Hand zu drücken. Wohl gänzlich unbewusst legte er damit den Grundstein für eine atemberaubende Erfolgsgeschichte der deutschen Gastronomie-Branche. Gesundes Fast-Food Der Döner ist heute nicht nur in der Türkei, sondern, neben Deutschland und vielen weiteren europäischen Staaten, auch in den USA von der Speisekarte nicht mehr wegzudenken. Es gibt gewiss viele Gründe für den Erfolg und die Beliebtheit des Döners. Vor allem, dass er eine preiswerte und vor allem gesündere Alternative zu anderen Produkten aus dem Fast-Food-Sektor darstellt, spielt dabei sicher eine wesentliche Rolle. Ein unter Beachtung der Gesundheitsvorschriften und Hygienestandards frisch zubereiteter Döner ist eine überaus nahrhafte und gesunde Mahlzeit. Aus diesen Gründen hat er zu Recht seinen festen Platz in der Gunst der deutschen Bevölkerung. Die deutsche Dönerbranche in Zahlen Welche Größe die Dönerbranche in Deutschland und Europa erreicht hat, wird deutlicher, wenn man sich die Zah- len anschaut. Europaweit werden jährlich etwa 122.000 Tonnen Döner produziert. Dabei wird die Produktion dieser Menge durch 140 mittelständische Dönerproduzenten realisiert. Allein in Deutschland sichert die Dönerbranche 65.000 Arbeitsplätze und erzielt einen Jahresumsatz von mehr als 3,5 Mrd. Euro. Dabei wächst der Umsatz von Jahr zu Jahr und überragt inzwischen sogar den Umsatz von manchen namhaften Fast-Food Ketten. Kein Wunder, laut diversen Umfragen isst jeden Tag mehr als jeder vierte Deutsche einen Döner. Das schnelle Wachstum und die damit einhergehenden Probleme Das schnelle Wachstum bringt aber auch diverse Probleme für die Branche mit sich. Beispielsweise sieht sie sich alle paar Jahre mit irgendeiner Form von Fleischskandal konfrontiert. Darunter leidet das Image. Die Branche braucht daher ein Imagewechsel. Wenn von Döner die Rede ist, sollten Verbraucher an gesundes und nahrhaftes Essen denken. Dafür hätte sich aber nicht nur die industrielle Dönerfleischherstellung weiterentwickeln müssen, sondern auch die Dönerläden. Der Ort, wo der Konsument mit dem Döner unmittelbar zusammentrifft. Läden die diese Entwicklung nicht mitgemacht haben und Mindesthygienestandards nicht einhalten, sind mitschuld am Imageproblem der Branche. Nur wenn alle Branchenvertreter sich Ihrer Verantwortung bewusst sind und gemeinsam an einem besseren Image arbeiten, kann dies auch tatsächlich gelingen. n 5 Uzman röportajı | Experteninterview “Sadece dönerin değil, Türk mutfağının da imajı hak ettiği yerde olmalı!” Prof. Dr. Maren Möhring, Universität Leipzig İşte Bilgi: 1970lerden günümüze kadar kısaca biraz dönerin tarihçesinden bahsedebilir miyiz? Prof. Dr. Möhring: 1970’lerde ilk olarak Berlin’de ortaya çıkan döner kebap kademeli bir şekilde Almanya’nın özellikle göçmen nüfusu yoğunlukta olan kentlerine yayılmaya başladı. 1980’lerin başında neredeyse bütün üniversite kentlerinde döner bulmak mümkündü. 1990’larda ise Doğu Almanya ve Batı Almanya’nın taşra olarak tanınmlanabilcek köşelerine kadar yayılarak bir patlama yaşadı. Döner 1980’lerin sonuna doğru hamburger ve currywurst’u da geride bırakarak en çok satılan Imbiss yiyeceği oldu. Deli dana hastalığı ve bozuk et skandalarından sonra her ne kadar satış rakamlarında ufak bir düşüş yaşansa da döner hala Almanya’nın en başarılı fast-food ürünü. Özellikle yabancı basında tam olarak Alman milli yemeği olarak lanse edilmese de Berlin’e has bir ürün olduğu konusunda herkes hemfikir. İşte Bilgi: Döner Almanya’da ne zaman ve nasıl bir fast food ürünü haline geldi? Prof. Dr. Möhring: Türkiye’de döner kebap 19. yüzyılın sonlarına doğru karşımıza çıkıyor. Fakat bildiğimiz anlamda değil, tabakta servis edilen, yanında pilav ve sebze ile yenilen bir yemek olarak. Almanya’da da ilk başta çeşitli Türk restoranlarında bu şekilde karşımıza çıkıyor. (Örneğin 1960’ların başında Frankfurt’taki “Bosporus am Main” restoranında) Dönerin ekmek içinde, elde yenilen bir fastfood ürünü halini almasında farklı yerel ve bölgelerüstü üretici ve tüketici faktörlerinin rolü var. Bu faktörlerden biri 1970’lerde Almanya’da artan işsizlikle mücadele için Türk göçmenlerinin daha fazla sayıda döner Imbiss gibi küçük gastronomi işletmeleri açmalarıydı. Başlangıçta bu işyerleri Türk nüfusunun yoğun olarak yaşadığı şehirlerde ve bölgelerde kar getiriyordu, özellikle Berlin ve burada da özellikle Kreuzberg semtinde. Bu işyerlerinin ilk hedefleri Türk kökenli müşterilerken bu hedef hızla değişti. Döner 6 satıcıları hızla açık pazar için üretime geçtiler ve ürünlerini Türk olmayan Berlinlilerin tüketim alışkanlıklarına göre düzenlediler. Böylelikle döner Almanların geleneksel olarak sadece Berlin’de değil, diğer Alman şehirlerinde de severek tükettikleri köfte, currywurst ve sosis gibi sokakta çabucak elde yenilen fast-food ürünleri arasındaki yerini aldı. İşte Bilgi: Geçtiğimiz yıllara baktığımız zaman sektörde nasıl bir değişim/gelişim gözlemleniyor? Prof. Dr. Möhring: Döner sektörü sürekli bir değişim içerisinde. 1970’ler ve 80’lerde döner bir Türk yiyeceği olarak satılırken 1990’lara geldiğimizde sektörde bir “McDonaldslaşma” gözlemliyoruz. Sosyolog Ayşe Çağlar’ın da tespit ettiği gibi pek çok Imbiss sahibi döner için yeni bir imaj yaratmaya çalıştı ve bu noktada kendilerine örnek olarak dünya markası McDonalds’ı seçtiler. Satış alanları ona göre tasarlandı (etnik izler yok edildi), Imbiss’lerin isimleri “McKebap” ya da “Mister Kebap” şeklinde değiştirildi, kısmen ironik olsa da, kendilerine örnek aldıkları bu başarılı Amerikan fast-food zinciri gibi olmak istediler. Ürün çeşitliliğine gelirsek; mesela deli dana krizi tavuk dönerin daha çok tercih edilmesine neden oldu. Şu anda döner yapımında farklı bir çok et kullanıldığı gibi bunların sunulduğu ekmekler, içine konulan soslar da büyük bir çeşitlilik gösteriyor. Bu açıdan bakınca “döner” adı altında tek tip bir ürün düşünmek artık mümkün değil. İşte Bilgi: Gerek Almanya’da gerek Avrupa’da ne zaman bir bozuk et skandalı patlak verse, konu dönüp dolaşıp dönere geliyor. Sektör bu tarz skandallardan nasıl etkileniyor ve kendini bu tarz skandallardan nasıl koruyabilir? Prof. Dr. Möhring: Her ne kadar tüm gıda skandallarında olduğu gibi, zamanla çoğu tüketici ve üreticinin eski alışkanlıklarına döndüklerini düşünsek de, bu tarz skandallar sektörü şüphesiz zor durumda bırakıyor. Özellikle basında döner sektörünün inanılmaz bir fiyat baskısı altında olduğu ve bu sebepten ötürü kalitesiz et kullandığı gibi bir izlenim var. Bu tarz önyargılardan korunmanın tek yolu etin hangi yollardan, kimden aldındığını ve etin kalitesini kesin bir şekilde ispat edebilmektir. Tabii bu tarz bir şeffalık ve çok kaliteli et kullanımı (mesela organik) dönerin fiyatının da artmasına sebep olacaktır. Uzman röportajı | Experteninterview İşte Bilgi: Döneri diğer fast food ürünleri arasından sıyırmak, imajını düzeltmek için neler yapmak lazım? Prof. Dr. Möhring: Gastronomi alanında iyi bir imaj elde etmenin tek yolu konu olan yiyeceği ya da ülkenin tüm mutfağını daha yüksek bir standarda taşımaktır, yani fastfood alanını terk etmektir. Böylelikle daha kaliteli malzemeler kullanılarak hazırlanan yemek daha seçkin bir ortamda sunulabilir. Mesela İtalyan mutfağı bunu başardı. Örneğin pizzayı çok seçkin ve kaliteli mekanlarda yiyebiliyorsunuz. İşte bu nedenden dolayı pek çok defa dönerin imajının da tıpkı İtalyan gıda ürünlerinin imajının düzeldiği gibi düzeltilmesi talep edildi. Genel anlamda yapılması gereken çok büyük bir çeşitlilik ve farklılık gösteren Türk mutfağının Almanya’da tanınırlığını arttırmak ve tek bir gıda ürününe konsantre olunmasını önlemektir. Fakat fiyat baskısı ve yoğun rekabet ortamı bu traz denemeleri pek mümkün kılmadığından döner sektörü için böyle bir adımı atmak çok zor. İşte Bilgi: Dönerde fiyat kalite ilişkisi ne kadar önemli? Prof. Dr. Möhring: Bana göre dönerde fiyat kalite ilişkisi çok önemli. Kaliteli malzemelerin fiyatı yüksek oluyor. Ama maalesef Almanya’da yemek için, bir kereliğine de olsa, fazladan para ödemek pek yaygın bir davranış türü değil. Başka ülkelere baktığımızda gıda ürünleri için yapılan harcamaların çok daha fazla olduğunu görüyoruz. İşte Bilgi: Ekmek arası dönerin fiyatı ortalama 1,50 - 3,50 Euro arasında değişiyor. Sizce diğer fast-food ürünleriyle kıyaslandığı zaman, içindeki salata ve sosları da gözönünde tutarsak, bu fiyat normal mi? Prof. Dr. Möhring: Bu fiyat çok düşük. Mesela İsviçre’de durum böyle değil. Almanya’da döner fiyatının çok altında satılmakta. İşte Bilgi: Sizce Almanya’daki döner sektörünün karşı karşıya olduğu başlıca sorunlar neler? Prof. Dr. Möhring: Bence sektörün en büyük sorunu dönerin ucuz, sıradan bir fast-food ürünü haline gelmiş olmasıdır. Dönerin, prensipte taze malzemeler kullanılarak hazırlandığında, ekmeği ve salatasından öte, çok besleyici bir yiyecek olduğu gerçeği gözden kaçmaktadır. Bunun yanısıra dönerin uluslararası bir şekilde toplu bir şekilde üretilmesi pek çok sorunu da beraberinde getiriyor. Bunlardan biri de fiyatların mümkün olduğu kadar düşük tutulmaya çalışılması. İşte Bilgi: Bu sorunların çözümü için neler yapılabilir? Prof. Dr. Möhring: Dönerin imajının ve bununla beraber fiyatının yükseltilmesi, yani dönerin değerlenmesini sektörün tek başına gerçekleştirmesi zor. Çünkü burada ihtiyaç olan tüm Türk mutfağını kapsayan bir imaj yenilemesi. Almanya’daki pek çok insan farklı yöresel Türk yemeklerinin ne kadar çeşitlilik gösterdiğinin ve ne kadar ilginç yemeklerin olduğunun farkında değil maalesef. Bence gastronomide trend ekolojik sistemi koruyarak yerel olarak üretilmiş (mesela slow-food) ve sağlıklı bir beslenme sunan ürünlere doğru yöneliyor. McDonald’s bile restoranlarında geniş bir salata çeşitliliği sunuyor. Sundukları ürünlerin kalite ve tazeliğini öne çıkarmak Imbiss’ler için de mantıklı olabilir, böylece yeni müşteriler de kazanabilirler. İşte Bilgi: Önümüzdeki 10 yıla baktığımızda döner sektörünün geleceğini nasıl görüyorsunuz? Prof. Dr. Möhring: Genel olarak gastronomi alanına baktığımızda, bilhassa Imbiss’lerdeki çalışma saatlerinin çok kötü olduğunu, maaşların da düşük olduğunu görüyoruz. Bu nedenle kalifiye eleman bulmak çok zor. Şüphesiz ki sektörde yine yığılma süreçleri yaşanacak ama tek tük faaliyet gösteren Imbiss’lerin de pazarda tutunmaya devam edeceğini düşünüyorum. Markalaşma kalite standartlarının yüksek tutulmasına ve şeffaf bir ortam oluşmasına imkan sağlayabilir, tabii markalaşma ister istemez ürünün fiyatının da artmasına neden oluyor. Prof. Dr. Maren Möhring Leipzig Üniversitesi Karşılaştırmalı Modern Avrupa Kültür ve Toplum Tarihi Bölümünde öğretim üyesi. 2011 yılında Köln Üniversitesi’nde “Almanya’daki Yabancı Gastronominin Tarihçesi” konulu doçentlik tezini yazdı. Kitap haline getirilen çalışma 2012 yılında Oldenbourg Yayınevi tarafından “Fremdes Essen” “Yabancı Yemek” adıyla basıldı. Kitap 2012 senesinde Kültürlerarası çalışmalar için verilen Augsburg Bilim Ödülü’nün ve 2013’te de yemek sanatı için verilen bilimsel bir ödülün sahibi oldu. n Döner ist mehr wert Prof. Dr. Maren Möhring ist Professorin für Vergleichende Kultur- und Gesellschaftsgeschichte des modernen Europa an der Universität Leipzig. Sie wurde 2011 mit einer Studie über die Geschichte der ausländischen Gastronomie in der Bundesrepublik Deutschland an der Uni- 7 Uzman röportajı | Experteninterview versität zu Köln habilitiert. Das Buch ist 2012 beim Oldenbourg-Verlag unter dem Titel „Fremdes Essen“ erschienen und wurde u.a. 2012 mit dem Augsburger Wissenschaftspreis für Interkulturelle Studien und 2013 mit dem Wissenschaftspreis Kulinaristik ausgezeichnet. Wir haben Prof. Möhring zur Dönerbranche befragt und geben ihre Antworten zusammengefasst wieder: Über die jüngere Geschichte und den Siegeszug des Döners in Deutschland ¼¼ Anfang der 1970er beginnt der Döner als Fast Food, serviert in einer Teigtasche seinen Siegeszug in Berlin und verbreitet sich sukzessive in der gesamten Bundesrepublik. ¼¼ Anfangs primär auf eine türkische Kundschaft gerichtet, beginnen die dortigen Betriebe schnell auch für den sog. offenen Markt zu produzieren und orientierten sich zunehmend an den lokalen Konsumgewohnheiten der nicht-türkischen Berliner. So reagierte der Döner als Fast Food auf die deutsche Vorliebe, schnell etwas auf der Straße zu essen, wie es für die traditionsreiche Kultur der Buletten-, Curry- und Bockwurststände (nicht nur) in Berlin typisch war und ist. ¼¼ Gegen Ende der 1980er Jahre wird der Döner Kebab zum meist verkauften Imbissgericht und weist höhere Verkaufszahlen auf als der Hamburger oder die Currywurst. ¼¼ Noch heute stellt der Döner eines der erfolgreichsten Fast Food-Produkte in der Bundesrepublik dar und gilt, gerade wenn man sich ausländische Berichterstattungen anschaut, als „Nationalgericht“ – wenn nicht Deutschlands, so doch zumindest Berlins. ¼¼ In den 1990er Jahren setzt, wie die Soziologin Ayșe Çağlar herausgestellt hat, eine ‘McDonaldisierung’ der Branche ein. Zahlreiche Imbissbetreiber versuchen, ein neues Image für den Döner zu kreieren und orientierten sich an dem erfolgreichen Global Player McDonalds. Verkaufsräume wurden entsprechend umgestaltet (‚ent-ethnisiert‘, wenn man so will) und umbenannt, erhielten Namen wie „McKebap“ oder „Mister Kebap“. ¼¼ U.a. die BSE-Krise führt dazu, dass sich z.B. der Tavuk bzw. Chicken Döner immer mehr durchsetzt. (Gammel-) Fleischskandale und wie sich Branchenteilnehmer schützen können Fleischskandale treffen die Branche schwer, wobei – wie bei allen Lebensmittelskandalen – die Empörung nach einiger Zeit deutlich abschwächt und die meisten, Kunden wie Produzenten, zum business as usual zurückkehren. 8 Effektiv schützen kann man sich gegen solche Vorwürfe nur, wenn die Lieferwege klar benannt werden und die Qualität des Fleisches nachgewiesen werden kann. Eine solche Transparenz und ein Zurückgreifen auf hochwertiges (gar Bio-) Fleisch würde den Preis des Döners aber selbstverständlich drastisch erhöhen. Problem der Branche Grundlegendes Problem der Branche ist, dass der Döner zum Inbegriff für billiges, nebenbei verzehrtes Fast Food geworden ist. Dass es sich bei dem Gericht, nicht zuletzt wegen der Salat- und Brotbeigabe, um eine vollwertige Mahlzeit aus – zumindest prinzipiell - frischen Zutaten handelt, ist aus dem Blick geraten. Wie man das Image aufwerten könnte Ein besseres Image erzielt man in der Gastronomie eigentlich nur, wenn es gelingt, mit einem Gericht bzw. einer ganzen Küche in ein höheres Preissegment vorzudringen, also letztlich den Fast Food-Bereich zu verlassen. Dann können qualitativ höhere Zutaten verwendet und das Gericht in einem gehobenen Ambiente serviert werden. Der italienischen Gastronomie ist dieser Schritt gelungen; Pizza gibt es mittlerweile in sehr verfeinerter und exklusiver Form. Aus genau diesem Grund ist ja bereits des Öfteren eine „Toskanisierung“ des Döners gefordert worden. Es müsste generell darum gehen, die unglaublich vielfältige und ausdifferenzierte türkische Küche in Deutschland bekannt(er) zu machen und die hiesige Reduktion auf ein Produkt zu überwinden. Für die Dönerbranche allein ist das schwierig, zumal wenn die harte Preiskonkurrenz Experimente unterbindet. Fachkräftemangel und die Zukunft der Dönerbranche Wie generell in der Gastronomie und v.a. im Imbiss bereich, sind die Arbeitszeiten ungünstig und die Bezahlung ist nicht gut. Qualifiziertes Personal zu finden, ist und bleibt daher schwierig. Sicherlich wird es weitere Konzentrationsprozesse geben; aber auch einzelne Imbissbetreiber werden sich am Markt halten können. Markenbildung könnte zur Einhaltung von Qualitätsstandards genutzt werden, sollte zu mehr Transparenz führen – und m.E. zwangsläufig zu höheren Preisen des Endprodukts. Sind 1,50 € und 3,50 € für eine Dönertasche, inklusive der bekannten Beilagen, im Vergleich zu den Preisen der anderen Fast-Food-Angebote angemessen? Der Preis für einen Döner ist viel zu niedrig. Der Döner wird in Deutschland weit unter Wert verkauft! n Sektörün İçinden: Güneş Döner | Beispiele aus der Praxis: Güneş Döner “Ucuz etin yahnisi olmaz ise, ucuz dönerin hiç olmaz!” Muzaffer Daşkın İşte Bilgi: 1993 senesinde döner üretim piyasasına girmeye nasıl karar verdiniz? Neden döner sektörüne yatırım yapmak istediniz? Muzaffer Daşkın: Güneş Döner´i kurmadan önce ben ve ortağım hazır döner sektöründe işçi olarak çalışıyorduk. Almanya’da bulunduğumuz bölgede ve diğer bölgelerdeki hazır döner talebinin fazlalığını gördük. Aşırı bir talep var ama yeterli miktarda arz yoktu. Piyasada üretici firma eksikliği bulunmaktaydı. Biz Güneş Döner kurucuları zaten sektörün içindeydik. Piyasadaki arz talep dengesinin oluşturduğu boşluğu bir fırsat olarak düşündük ve kendi imalathanemizi kurarak, döner sektörüne 1993 yılında giriş yaptık. İşte Bilgi: Bundan yaklaşık 20 yıl önce, ilk başladığınızda piyasa nasıl bir durumdaydı, şimdi nerede? Muzaffer Daşkın: Biz bu sektöre 1993 yılında girdik. O zamanlarda hazır döner imal eden firma sayısı azdı. Hazır yeni bir üründü. Bizim çalıştığımız firmalar, lokantalar vb işletmeler döneri elle sararlardı. Bu ise zaman kaybıydı. Ayrıca elde sarılan dönerde belirli bir kaliteyi yakalamak ve devam ettirmek her daim mümkün değildi. Hazır döner, döner satan iş yerleri için bir yenilik, kolaylık ve daha hijyendi. 1993 yılında piyasada boşluk vardı. Rekabet nerede ise hiç yoktu. Sipariş üzeri çalışırdık. Pazarlama ihtiyacımız olmazdı. Gelen siparişler bizim imalatımızdan fazla olduğu günler olurdu. Ancak şimdi hazır döner firma sayısı arttı. Rekabet başladı. Bizim oralarda yanlış bir söz vardır: “Köşedeki dönerci çok kazanıyorsa karşısına da sen aç” Almanya’da da aynı mantıkla hazır dönerciler çoğaldı, rekabet başladı. Yeni pazarlar ve yeni müşteriler bulma ihtiyacı doğdu. Bugün artık yoğun rekabet ortamında daha kaliteli, daha leziz ve daha temiz, müşteri odaklı ürün elde etmek gerekiyor. İşte Bilgi: Her sektörde olduğu gibi kalifiye eleman döner sektöründe de bir firmanın dikkat etmesi gereken en önemli konuların başında geliyor. Siz personel alımında nelere dikkat ediyorsunuz? Muzaffer Daşkın: Kalifiye eleman bizim sektör için olmazsa olmazdır. Bizim işimiz tatdır, lezzettir, memnuniyettir. Yoldan geçen herhangi birini alıp imalathaneye sokamazsınız. Bizim sektörde ustalık vardır, hamaratlık vardır, hijyen vardır, yetenek vardır. Biz Güneş Döner olarak öncelikle yetişmiş belirli bir ustalığı olan kişilerle çalışmak isteriz. Öncelik sanattır bizde. Biz bu firmanın kurucuları olarak imalathaneden geldiğimiz için, bizimle çalışacak olan elemanlarımızın CV lerini alırız. Ön araştırmasını yaparız. Bizle çalışmaya uygun karakterde ve nitelikte ise mülakata tabi tutarız. Burada ahlak, çalışkanlık ve dürüstlük gibi konuları değerlendiririz. Bu aşamayı da geçen eleman deneme ve ürün geliştirme ünitemizde çalışmaya başlar. Ustalarımızın gözetiminde 15 günlük çalışması sonrasında uygun bulunanlar işe alınır. İşte Bilgi: Almanya’daki döner sektörü her ne kadar herkesin pastadan pay almasını sağlayabilecek kadar büyük bir sektör olsa da, rekabet oldukça fazla. Güneş Döner olarak rakiplerinizden sıyrılmak için neler yapıyorsunuz? Muzaffer Daşkın: Güneş Döner olarak biz rakiplerimizle rekabetimizi kalitemizle, ismimizle ve markamızla yapıyoruz. 20 yıldır sektörün içinde olan firmamız, kendi kalitesini ispatlamış belirli bir müşteri memnuniyetine ulaşmıştır. Ancak gelişen değişen dünya koşullarına ayak uydurarak, ulusal ve uluslararası teknolojik gelişmeleri takip eder, çağdaş uygulamaları ürün kalitesine yansıtırız. Bu da bize piyasada öncelik kazandırır. İşte Bilgi: Üretici olarak bozuk et skandalları, sektörün genel anlamda hijyen sıkıntısı yaşadığı önyargısı sizi nasıl etkiliyor? Muzaffer Daşkın: Bozuk et skandalları bizi birebir değil, ama piyasayı etkilediği için, dolaylı olarak etkilemektedir. Biz imalatımızda kullandığımız eti özel testlerden geçirir, kalitesini ve tazeliğini kontrol eder öyle alırız. Ancak piyasaya yeni giren firmalar kurumsal firmalarla rekabet edemedikleri için fiyat faktörünü kullanıyorlar. Ucuz fiyatla ürün çıkartıyorlar. Bu durumlarda ise kalitesiz ve bozuk etlerin kullanılması mümkündür. Bizim atalarımız “Ucuz 9 Sektörün İçinden: Güneş Döner | Beispiele aus der Praxis: Güneş Döner etin yahnisi olmaz!” derdi. Ucuz etin yahnisi olmaz ise, ucuz dönerin hiç olmaz. Biz Güneş Döner olarak müşteri memnuniyetinden, kaliteden, hijyenden ve iş güvenliğinden ödün vermediğimiz için tercih sebebiyiz. İşte Bilgi: Sizce Almanya’daki döner sektörünün karşı karşıya olduğu sorunlar neler? Muzaffer Daşkın: Maalesef sektörün en önemli sorunu kalifiye eleman eksikliği. Firmalar arası transferler veya başka sektörlere kayma var. Ayrıca Almanya’da irili ufaklı 400‘den fazla hazır döner imalatçısı bulunmaktadır. Bu firmalar arasında her daim rekabet sürmektedir. Ama bu rekabet tatlı rekabet olmalı, bir üst birlik oluşturulmalıdır. İşte Bilgi: Bu sorunların çözümü için neler yapılabilir? Muzaffer Daşkın: Öncelikle döner sektörünü canlı tutmak için gıda denetimlerinin çok ciddi yapılması gerekmektedir. Hijyen kurallarına uymayan, insan sağlığını düşünmeyen, hijyen nedir bilmeyen firmaların piyasadan temizlenmesi gerekmektedir. Tek ses tek vücut olmak için üretici birliğimizin kurulması sorunlarımızın ve gelecek planlarımızın yapılmasında bizlere öncülük etmesi sağlanmalıdır. İşte Bilgi: Güneş Döner olarak gelecekteki hedefleriniz neler? On sene sonra firmanızı nasıl bir konumda görüyorsunuz? Muzaffer Daşkın: Günümüzde tüketiciye artık çok seçenek sunulmaktadır. Bu kadar markanın ve seçeneğin bol olduğu bir pazarda, işletmecilerin işi gerçekten çok zor. İnovasyona yönelmek ve sürekli olarak tüketicinin karşısına farklılılarla çıkmak birinci önceliğimizdir. Ayrıca Güneş Produktionsstätte von Güneş Döner in Gelsenkirchen 10 Döner olarak şu anda Almanya’ya hitap etmekteyiz. Kalitemizden ödün vermeden çağın gereklerine ve teknolojisine uygun olarak kapasite artırımına gitmeyi, kapasite artırımı ile pazar payımızı artırarak ihracaat yapmayı planlıyoruz. Tabii sektör krizlere mahkum olmaz ise. n „Billig-Fleisch eignet sich nicht fürs Ragout!“ Güneş Döner wurde 1993 von Muzaffer Daşkın und seinem Partner gegründet. Zuvor waren sie als Arbeiter in der Dönerproduktion beschäftigt. Schnell merkten sie, dass die Nachfrage nach fertigen Dönerspießen das Angebot bei weitem überstieg. Sie die Chance und vollzogen mit der Gründung von Günes Döner den Einzug in die Branche. Damals, vor ca. 20 Jahren, gab es nur eine geringe Anzahl an Dönerproduzenten auf dem Markt. Fertige Dönerspieße waren etwas Neuartiges. Die Restaurants und Imbisse für die Muzaffer Daşkın und sein Partner gearbeitet hatten, stellten die Spieße noch selber her. Das war mit enormem Zeitaufwand verbunden. Zudem war es bei selbstgemachten Spießen nur selten möglich eine bestimmte Qualität zu gewährleisten. Fertige Dönerspieße bedeuteten für die Dönerimbisse und –restaurants eine wirkliche Erleichterung und waren deutlich hygienischer. Es gab zu der Zeit wenig Wettbewerb. Man produzierte auf Auf- Sektörün İçinden: Güneş Döner | Beispiele aus der Praxis: Güneş Döner tragsbasis. Eine Vermarktung der Dönerspieße war nicht notwendig. Oft kam es vor, dass die Aufträge die Produktionskapazitäten bei weitem überstiegen. Mittlerweile gibt es jedoch eine Vielzahl von Mittbewerber auf dem Markt. Ganz nach dem Motto „Wenn ein Dönerverkäufer in der Ecke Gewinne macht, dann eröffne auch du einen Laden in seiner unmittelbaren Nähe!” haben sich die Anzahl der Dönerproduzenten in Deutschland und damit der Wettbewerb stark erhöht. Die Suche nach neuen Märkten und Kunden wurde erforderlich. Die Wettbewerbssituation führt aber auch dazu, dass man heute qualitativ, geschmacklich und hygienisch bessere, an den Bedarf des Kunden ausgerichtete, Produkte herstellen muss. Qualifiziertes Personal ist für die Branche sehr wichtig. Bei Günes Döner ist man sich darüber bewusst, dass nicht jeder für die Branche geeignet ist. Bewerber müssen talentiert und tüchtig sein. Zudem müssen sie ein ausgeprägtes Verständnis für Sauberkeit haben. Deshalb werden offene Stellen auch sehr sorgfältig besetzt. Bewerber durchlaufen vor der Einstellung verschiedene Phasen. Aufgrund der Bewerbungsunterlagen werden zunächst Vorabinformationen eingeholt. Wenn man der Meinung ist, dass der Bewerber die nötigen charakterlichen und für den Beruf sonst notwendigen Eigenschaften aufweist, lädt man ihn zum Vorstellungsgespräch ein. In dem Gespräch versucht man einen Ersteindruck hinsichtlich der Motivation, der Leistungsbereitschaft und Vertrauenswürdigkeit des Bewerbers zu gewinnen. Hat man nach dem Vorstellungsgespräch immer noch einen positiven Eindruck vom Bewerber, bekommt er die Gelegenheit eine 15-tägige Probearbeit anzutreten. Sollten die aufsichtsführenden Meister mit den Leistungen zufrieden sein, wird der Kandidat eingestellt. Von den Mittbewerbern versucht sich Güneş Döner durch höhere Qualität, den Namen und der Marke abzuheben. In den knapp 20 Jahren seit der Gründung hat sich Güneş Döner durch die gebotene Qualität ein hohes Ansehen unter den Kunden erarbeitet. Güneş Döner hat dabei stets auch die nationalen und internationalen Entwicklungen sowie die neuen technischen Errungenschaften der Branche im Blick. Sollte eine Innovation die Qualität der Produkte erhöhen können wird in diese, ohne lange zu zögern, investiert. So schafft man es, der Konkurrenz immer einen Schritt voraus zu sein. Fleischskandalen gewappnet zu sein, wird das für die Produktion verwendete Fleisch bei Güneş Döner ständig einer strengen Qualitäts- und Frischekontrolle unterzogen. „Neue Mitbewerber auf dem Markt, die es schwer haben, sich gegen etablierte Produzenten durchzusetzen, versuchen über den Preis Fuß zu fassen und bringen Billig-Produkte auf den Markt. In solchen Fällen ist es möglich, dass nicht mehr frisches oder gar verdorbenes Fleisch angeboten wird”, warnt Muzaffer Daşkın. Im Türkischen gäbe es ein Sprichwort: „Ucuz etin yahnisi olmaz!“, was übersetzt etwa „Billig-Fleisch eignet sich nicht fürs Ragout!“ bedeuten würde und erinnert daran, dass man für vernünftiges Fleisch auch bereit sein muss, mehr Geld auszugeben. Daşkın ergänzt das Sprichwort weiter und meint: „Wenn sich Billig-Fleisch schon nicht fürs Ragout eignet, dann eignet es sich erst recht nicht für einen Döner!” Weiter stellt Daşkın klar, dass Güneş Döner von den Kunden deshalb bevorzugt werde, weil sie in Sachen Kundenzufriedenheit, Qualität, Hygiene und Arbeitsschutz keinerlei Kompromisse eingehen würden. Eines der größten Probleme der Branche sei jedoch der Fachkräftemangel. Das führe teilweise dazu, dass sich Produzenten gegenseitig die Arbeitskräfte abwerben würden. „Insgesamt gibt es an die 400 Dönerfleischproduzenten in Deutschland, der Wettbewerb ist immens!”, bringt Daşkın seine Sorgen zum Ausdruck . Damit die Dönerbranche lebhaft weiterbestehen kann, sei es zudem unumgänglich, häufiger Lebensmittelkontrollen durchzuführen. Anbieter die die erforderlichen Standards nicht einhalten, müssten vom Markt genommen werden, wünscht sich Daşkın. Bei Güneş Döner sei man sich bewusst darüber, dass man gegen die Vielzahl von Mitbewerbern nur bestehen kann, wenn man kreativ bleibt, moderne Technologien einsetzt und den Kunden innovative Produkte anbietet. Derzeit sei man nur in Deutschland aktiv. Künftig wolle man jedoch die Produktion erhöhen und Dönerfleisch auch exportieren, um so den Marktanteil zu steigern. Nur in der Qualität werde man auf keinen Fall Zugeständnisse machen. n Von (Gammel-) Fleischskandalen sieht man sich bei Güneş Döner nur indirekt betroffen. Da in solchen Zeiten der Dönerkonsum insgesamt abnehme, spüre man die Auswirkungen auch bei Güneş Döner. Um vor solchen 11 Sektörün İçinden: Duruk Food | Beispiele aus der Praxis: Duruk Food Pelin Bilici “Kalite herşeyden önce gelir!” İşte Bilgi: Almanya’daki Türk girişimcilerin sayısı 92 bini buluyor. Ve bu başarılı girişimcilerin arasında kadınların sayısı da artışta. Sizin adınız da döner sektörünün prensesi olarak anılıyor Pelin Hanım. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? İşte Bilgi: Almanya’daki döner sektörü oldukça ciddi paraların döndüğü muazzam ve uzunca bir geçmişi olan bir sektör. Duruk Food gibi yeni bir firma sektörde bu kadar uzun yıllar çalışmış firmaların arasından sıyrılmak için neler yapıyor? Pelin Bilici: Ben 1984 İzmir Bornova doğumluyum. Almanya’ya 15 yaşında geldim. Türkiye’de Anadolu Lisesi’ne gitmekte olduğumdan ileri seviyede İngilizce ve biraz da Almanca bilgim vardı. 18 yaşında Wuppertal Üniversitesi’nde iktisat eğitimine başladım. Üniversiteye devam ederken babamın yanında çalışıyordum. Önceleri yardım için birkaç saat, sonra part-time olarak sonra da tam gün olarak. 2010 senesinden beri de işlerin başındayım diyebiliriz. Bu sektörde kadınlara pek fazla rastlanmadığından sanırım benim için “döner sektörünün prensesi” gibi bir yakıştırmada bulunuyorlar. Aslında keşke sektörde bu örnekler artsa. Çünkü ilerlemenin yolu kadın gücünün artmasından yani üretime katılmasından geçiyor. Kadınların üretimde olması, bu alanı erkeklerle paylaşması verimliliği arttıracak ve geleceğin iyiye gitmesine katkıda bulunacaktır. Pelin Bilici: Verimliliğe ve karlılığa odaklanıyoruz. Döner haricindeki çeşitlerimizi arttırmaya ve fark yaratmaya çabalıyoruz. Örneğin köfte çeşitleri, Chicken Chicka, bunlara ek olarak Schwarma yapma hazırlıklarımız var. Talep olursa pişmiş ve donuk döner isteklerine yönelebiliriz. Büyük rakiplerimizin aksine müşterilerimizin özel isteklerini yerine getirebilme esnekliğimiz bize avantaj sağlıyor. İşte Bilgi: Bundan 5 yıl önce işleri devraldığınızda Duruk Food nasıl bir noktadaydı, şimdi nerede? Pelin Bilici: Geçtiğimiz senelerde sadece firmamıza makina ve kamyon bazında yatırımlarımızı yapıp daha sağlam bir noktaya geldiğimizi söyleyebilirim. Ancak pazar payımızı arttırmakta zorlandığımız da kesin bir gerçek. Bunun nedenlerini ise dünya genelindeki daralma, fiyat baskısı ve aşırı rekabet olarak görüyorum. İşte Bilgi: Personel alımında nelere dikkat ediyorsunuz? Pelin Bilici: Kim hevesli, heyecanlı, enerji dolu ise ve de pozitif bir kişiliğe sahipse, kadın erkek ayrımı yapmadan, hayır demeden işe alıyor ve bir hafta ile bir ay arasında bir deneme sürecine tabi tutuyoruz. Eğer kişi bu süre içerisinde işini güzel yapıyor, ekiple uyum içinde çalışabiliyorsa ve kendisi de bizimle çalışmaktan memnunsa yolumuza devam ediyoruz. 12 İşte Bilgi: Bozuk et skandalları, imbisslerdeki hijyen eksikliklikleri konuları gündeme gelince gözler hemen dönere çevriliyor. Siz üretici olarak bu olaylardan nasıl etkileniyorsunuz? Pelin Bilici: Bozuk et skandalları gıda sektörünün en önemli sorunlarından biri. Bu bir dünya problemi ve insan sağlığını en çok etkileyen konu. Biz kalitesi düşük, şüpheli etleri almamakla hem kendimizi hem de tüketiciyi koruyoruz. Etlerimizi hep tanıdığımız ve bildiğimiz firmalardan alıyoruz. Bu tarz skandalların önlenmesi için et satanların devlet tarafından kontrol edilmesi gerekiyor. Gıdanın ucuzunun tehlikeli olduğu akıldan çıkarılmamalıdır, kaliteden çalınmamalıdır. İşte Bilgi: Sizce Almanya’daki döner sektörünün karşı karşıya olduğu sorunlar neler? Pelin Bilici: Avrupa’da 150 orta ölçekli firma yılda 125 bin ton döner üretmektedir. 3,5 milyar Euroluk yıllık ciro yapmaktadır. Döner sektörü dünyanın en çok ilgi gören ve en çok yatırım yapılan sektörlerinden biri. Sektörde aslında çok büyük bir potansiyel var ama markalaşma yok. Piyasadaki aşırı rekabet, fiyat dengesinin olmaması, kaliteyi arttırınca fiyat artışı yapamama, sağlık standartlarının düşük olması gibi konular sektörün en büyük sorunları. İşte Bilgi: Bu sorunların çözümü için neler yapılabilir? Pelin Bilici: Sağlıklı beslenmede sorumlu davranmak önemli. Tüketiciye sunulan ürünün hijyenik olması, kaliteli olması gerekiyor. Dönerciliğin mesleki eğitim olarak tanınması gerekiyor. Bu hem sektördeki kaliteyi arttıracak hem de yaklaşık 50 bin kişiye iş imkanı sağlayacaktır. Sektörün İçinden: Duruk Food | Beispiele aus der Praxis: Duruk Food İşte Bilgi: Duruk Food olarak gelecekteki hedefleriniz neler? Pelin Bilici: Öncelikle kiracılıktan kurtulup kendimize ait yeni bir işyeri satın alma projemiz var. Kendi işyerimizle beraber reklam ve müşteri kapasitemizi arttırma planlarımızı da devreye sokacağız. Tabii ki Konya vergi rekortmeni olan ortağımız Duruk’ların desteği de bizim için çok önemli. Onlardan alacağımız destekle önümüzdeki yıllarda daha da büyümeyi ve pazar payımızı arttırmayı hedefliyoruz. n „In der Qualität darf man keine Abstriche zulassen!” Pelin Bilici ist 1984 in Izmir – Bornova / Türkei geboren. Nach Deutschland reiste sie mit 15 Jahren ein. Mit 18 nahm sie das Studium der Wirtschaftswissenschaften an der Universität in Wuppertal auf. Zunächst nur nebenbei, dann in Vollzeit arbeitete sie in der Firma ihres Vaters. Seit 2010 hat sie eine leitende Position inne und zeichnet sich für die Buchhaltung und die Finanzen der Duruk Food GmbH verantwortlich. Sie wird auch als „Prinzessin der Döner branche” bezeichnet. Dies sei, so glaubt sie, darauf zurück zu führen, dass die Branche von Männern dominiert wird. Diesen Umstand bedauert sie sehr und wünscht sich einen größeren Frauenanteil. Sie ist überzeugt, dass dies eine positive Auswirkung auf die der Branche hätte. Um den Betrieb zu festigen hat die Duruk Food GmbH in den letzten Jahren vor allem in die Produktionsmaschinen und Lieferwagen investiert. Allerdings sieht Pelin Bilici Probleme in der Steigerung des Marktanteils. Gründe dafür seien u.a. die generelle Konsolidierung der Branche und der hohe Preisdruck durch den starken Wettbewerb. Flexibilität, auch kurzfristig, auf spezielle Kundenwünsche reagieren zu können, seien gegenüber größeren Wettbewerbern von Vorteil. Beim Personal achtet man darauf, dass die Chemie stimmt: Die Bewerber durchlaufen eine, bis zu einem Monat andauernde, Probearbeitsphase. Stellt sich dabei heraus, dass er oder sie eine gute Arbeit leistet, teamfähig ist und mit der Arbeit zufrieden ist, setzt man die Zusammenarbeit fort. Um die hohe Produktqualität sicherzustellen, bezieht man bei Duruk Food das zu verarbeitende Fleisch immer von bekannten und vertrauenswürdigen Geschäftspartnern. Um den immer wieder aufkommenden Gammelfleischskandalen einen Riegel vorzuschieben fordert Pelin Bilici eine staatliche Kontrolle der Fleischproduzenten: „Es darf nicht vergessen werden, dass billige Lebensmittel gefährlich sein können. In der Qualität darf man keine Abstriche zulassen!” Pelin Bilici stellt fest, dass die Branche viel Potential bietet. Allerdings sei es nur schwer möglich eine Marke zu gründen, geschweige denn zu etablieren. Auf Grund des enormen Wettbewerbs sei es fast unmöglich die zusätzliche Qualität auf den Preis umzulegen. Das sei ein ernsthaftes Problem. Zudem fordert sie einen staatlich anerkannten Ausbildungsberuf in der Dönerbranche. Das würde ihrer Ansicht nach den Qualitätsstandard erhöhen und zu mehr qualifizierten Arbeitsplätzen führen. Künftig möchte man bei Duruk Food in eine größere und eigene Produktionshalle umziehen. Geplant sind auch mehr Investitionen in die Werbung, um den Kundenkreis zu erhöhen. Dazu sei aber Unterstützung von den Partnern aus Konya (Türkei) sehr wichtig. Mit der Unterstützung aus der Türkei könne man das Wachstum fortsetzen und den Marktanteil erhöhen. n Um trotzdem erfolgreich in der Branche zu bleiben und sich vom Wettbewerb abzuheben achtet man bei Duruk Food darauf die Produktivität und damit die Gewinn margen zu steigern. Sichergestellt wird das dadurch, dass man auf eine breite Produktpalette setzt und diese stetig erweitert. Beispielhaft sind dafür die unterschiedlichen Köfte-Sorten und „Chicken Chicka” (Variationen von geschnetzeltem Hühnchenfleisch). Derzeit laufen zudem die Vorbereitungen für die Einführung von Schawarma (ein Fleischgericht der arabischen Küche). Vor allem die 13 Ayın Girişimcisi | Unternehmen des Monats Ali Erdoğan (rechts ım Bıld) mıt einem Teil seines Teams Alice Premium Döner: Tasarımı İtalyan, lezzeti Türk, yönetimi Alman İşte Bilgi: Yıllardır köşe başlarındaki büfelerde, pek de görünümüne özen gösterilmeden satılan fast food yiyeceği döneri daha seçkin bir konseptle müşterilere sunma fikri nasıl doğdu? Ali Erdoğan: Biz zaten Leonardo Group olarak yıllardır gastronomi alanında başarıyla faaliyet göstermekte olan bir firmayız. Bu başarımızı gören, ciddiyetli çalışma ahlakımızı bilen, alışveriş merkezleri işleten bir firma yeme içme köşelerinde yer alacak daha elit bir döner restoranı açma fikriyle bize geldi. Seçkin, kaliteli alışveriş merkezlerinde faaliyet gösterecek şık bir dizayna sahip bir döner restoranı için konsept geliştirmemizi istedi. Biraz düşünüp taşındıktan sonra bu fikir bizim de aklımıza yattı ve profesyonel bir ekiple bir konsept geliştirmeye başladık. Yaklaşık altı aylık bir çalışmadan sonra konsepti hazırladık ve ilk restoranımızı 2011 yılında Essen’de mini bir deneme olması amacıyla açtık. İşte Bilgi: Peki Düsseldorf’un oldukça zengin ve seçkin bir yeri olan Königsallee’de ilk restoranınızı açtığınızda nasıl tepkilerle karşılaştınız? Mustafa Elcivan: Farklı tepkilerle karşılaştık. Düsseldorf’taki açılış özellikle basının oldukça ilgisini çekti. Bu kadar seçkin ve pahalı bir alışveriş merkezininin yemek kısmında bir “dönerci” açılması herkesin ilgisini çeken bir haber oldu ve oldukça ses getirdi doğrusu. Müşteriler 14 bağlamında bakacak olursak, genel olarak insanların ilgisi oldukça fazlaydı, hala da öyle. Olumlu tepkilerle karşılaştık ve karşılaşmaya da devam ediyoruz. İşte Bilgi: Yani Premium Döner buraya entegre oldu diyebilir miyiz? Mustafa Elcivan: Premium Döner buraya entegre oldu demek doğru olmaz çünkü Premium Döner zaten burası için tasarlandı. Yiyecek bölümündeki diğer restoranlara bakarsanız da bunu zaten göreceksinizdir. Restoranımızın iç tasarımını ünlü İtalyan mimar Carlo Filippi yaptı. Yüksek kaliteli mobilyalar, müşterinin kendisini rahat hissetmesini sağlayacak her türlü imkan ve şık bir dizayn. Zaten dışarıdan baktığınız zaman alışagelen, kafanızda yarattığınız o köşebaşındaki dönerci görüntüsü burada yok. O nedenle gelen müşteri de kendisini dönercide değil de şık bir restoranda hissediyor. Ayrıca döner zaten kaliteli bir ürün. Eğer belirli hijyenik standartlar çerçevesinde üretilip sunulursa döner son derece sağlıklı, besleyici ve taze bir gıda ürünü. İşte Bilgi: Konfor ve mekan tasarımı bir restoran için önemli konular. Bir diğer önemli konu da personel. Restoranlarınızda çalışacak personeli seçerken nelere dikkat ediyorsunuz? Mustafa Elcivan: Gerek mutfakta, gerek tezgah başında gerekse serviste çalışacak elemanlarımızı büyük bir titiz- Ayın Girişimcisi | Unternehmen des Monats likle seçmeye özen gösteriyoruz. Çalışanların hepsinin Türk olması ya da Türkçe bilmesi gibi bir kriterimiz yok. Önemli olan mekana ve konsepte uyum sağlamaları. Hizmet ve kalitenin aynı çizgide ilerleyebilmesi için kendi bünyemizde bir “Döner Akademisi” bile kurduk. İşte Bilgi: “Döner Akademisi” kulağa ilginç geliyor. Bu “akademi” fikri nasıl ortaya çıktı? Mustafa Elcivan: “Döner Akademisi” olağan toplantılarımızın birinde, bir beyin fırtınası yaparken ortaya çıktı. Tam olarak kimden çıktı, nasıl çıktı hatırlamıyorum, pek de önemi yok. Bizimle çalışmaya başlayan elemanları yaklaşık 3 ila 6 ay arasında süren bir eğitimden geçiyor, işin bütün püf noktalarını, nelere dikkat etmesi gerektiğini, herşeyi öğreniyor. Bu sürenin sonunda elemanın bize uyup uymadığını öğreniyoruz ve eğer beraber çalışmaya karar vermiş isek de tasarladığımız konsepte uyan, ürün kalitemizi aksatmadan sunan nitelikli bir eleman yetiştirmiş oluyoruz. Bu eğitim sürecini bitirenlere sertifika gibi bir şey verme imkanımız var mı diye de araştırdık ama maalesef olumlu bir sonuç elde edemedik. İşte Bilgi: Dönerde fiyat kalite ilişkisi ne kadar önemli? Mustafa Elcivan: Dönerde fiyat kalite ilişkisi çok önemli. Çünkü fiyat ne kadar düşerse kalite de o kadar düşüyor maalesef. Öyle yerlerde, öyle koşullarda döner üretiliyor ki inanamazsınız! Sağlıklı, kaliteli, hijyenik bir döner yemek istiyorsanız fiyatına bakmayacaksınız. Buraya gelen müşteri, bizim hedef aldığımız müşteri de zaten fiyatı çok önemsemiyor. Bizde dönerin fiyatı ortalama 4,30 euro. Bu dışarıdaki, köşebaşlarındaki imbisslerle kıyasladığınız zaman ilk başta kulağa pahalı gelebilir, ama biz kendimizi imbisslerle kıyaslamıyoruz. Müşterilerimiz de bunu yapmıyor. Zaten civardaki restoranlara da bakıp kıyasladığınız zaman bizim döner fiyatımızın o kadar yüksek olmadığını göreceksiniz. Buraya gelen müşterilerimiz fiyattan önce atmosfere önem veriyor. Sevdiği bir köşe var, orada oturmak istiyor, yemeğe ayırdığı kısa bir süre var ve bu sürede rahat, konforlu bir ortamda oturmak istiyor. Belki yemeğinin yanında bir kadeh şarap içmek istiyor, bu gibi faktörler fiyatın ilk etapta öne çıkmasını engelliyor. Ama bunun nedeni müşterilerimizin kalite ve hijyen standartlarımızdan şüphe etmesi değil. Bu tarz skandallarının akabinde medyada genel olarak ete karşı bir tiksinti, bir önyargı algısı uyandırılıyor. Ben ilk etaptaki satışlardaki düşüşün buna bağlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu tarz skandalların hemen arkasından gelen o birkaç günlük süre geçtikten sonra restoran yine normal bir şekilde işlemeye devam ediyor. Mustafa Elcivan: Bizim zaten bu konuda bir korkumuz yok. Bizim için müşteri memnuniyeti ilk sırada. Sağlık Bakanlığı tarafından sürekli olarak denetleniyoruz. Tarafsız denetleme şirketleriyle de çalışıyoruz, DEHOGA sürekli denetliyor. Etimizi aldığımız firmaya güveniyoruz, onlar da denetleniyor. Durum böyle olunca tabii ki bu skandallar bizi sadece kısa süreliğine, ete karşı oluşan o korku geçene kadarki birkaç gün için, etkiliyor. İşte Bilgi: Sizce Almanya’daki döner sektörünün karşı karşıya olduğu sorunlar neler? Anja Niggemann: Almanya’daki döner sektörünün çözmesi gereken ciddi temel sorunları var. Ve bence bu sorunların en başında da hijyen eksikliği ve malzeme kalitesi, özellikle de et kalitesinin bozukluğu geliyor. Bunun da en önemli nedeni rekabet ve fiyat baskısı. Dönerin etini mutfakta kendi hazırlayanlar var, dönerin imajını zedeleyen bu yerlerin kapatılması gerek. Markalaşmış bir satış tarzı yok, çok az firma konseptle çalışıyor. Sattığınız ürünün imajı geliştirdiğiniz konsepte bağlı, nerede sattığınıza, restoranınızı nerede açtığınıza bağlı. Bunun dışında tabii bir yeri işletiyorsanız belirli bir standardınızın olması lazım, birisi gelip sizi denetlemeden önce sizin kendi kendinizi denetlemeniz lazım. İşte Bilgi: Bu sorunların çözümü için neler yapılabilir? Anja Niggemann: Bu sorunların çözümü için dönerin gerek üretim gerek satış alanında aktif olarak rol alan herkesin sorumlu davranması gerekiyor. Özellikle de hijyen konusunda standartların iyileştirilmesi, denetimlerin daha sıkı bir şekilde yapılması gerekiyor. Döner imajının düzeltilip ucuz ve sağlıksız, köşebaşında yenen bir fast food ürününden çıkıp, sınıf atlaması gerekiyor. İşte Bilgi: Almanya’da ne zaman bir bozuk et skandalı patlak verse, konu dönüp dolaşıp dönere geliyor. Bunu en son at eti skandalında da yaşadık. Siz bu tarz skandallardan nasıl etkileniyorsunuz? Mustafa Elcivan: Biz de zaten Alice Premium Döner olarak kendi adımıza bunu başarmaya çalıştık ve başardığımızı da düşünüyorum. Anja Niggemann: Bu tarz skandallardan sektördeki herkes gibi ilk etapta biz de olumsuz olarak etkileniyoruz. İşte Bilgi: Alice Premium Döner’i önümüzdeki on sene içinde nerede görüyorsunuz? Hedefleriniz neler? 15 Ayın Girişimcisi | Unternehmen des Monats Ali Erdoğan: Ben önümüzdeki on sene içerisinde döner sektörünün çok gelişeceğini ve iyiye gideceğini düşünüyorum. Konsepte sahip restoranların sayısının artacağını, bizim konseptimizin de kopyalanacağını düşünüyorum. Ama bu güzel bir şey, çünkü taklitler orijinallerini yaşatır. Hep beraber bu sektörün daha iyi bir noktaya gelmesini sağlayabiliriz. Biz önümüzdeki on sene içinde Almanya’nın tüm büyük şehirlerinde bir şube açmış olmayı hedefliyoruz, diğer döner restoranlarına örnek olmayı hedefliyoruz. Ve tabii ki döneri daima ileriye, daha farklı, daha ileri bir seviyeye taşımayı amaçlıyoruz. n Alice Premium Döner: italienisches Design, türkischer Geschmack und deutsche Leitung Unter dem Namen „Alice Premium Döner“ (was soviel bedeutet wie „Premium Döner nach Ali´s Art“) bietet die Leonardo Group den Döner, das eigentlich als Fast-Food bekannte Gericht, in der Düsseldorfer Königsallee an. Wir führten ein Interview mit dem CEO der Leonardo Group Ali Erdoğan, der Verkaufsleiterin Anja Niggemann und dem Projektleiter Mustafa Elcivan. Ein Unternehmen, das Einkaufszentren an Top-Standorten betreibt, trat mit der Idee an die Leonardo Group heran. Diesem war bekannt, dass die Leonardo Group schon seit zig Jahren in der Gastronomie-Branche erfolgreich aktiv ist und stets ein hohes Maß an Disziplin an den Tag legt. Der Auftrag bestand darin, ein Konzept für ein Döner-Restaurant zu entwickeln, das in auserwählten Einkaufszentren mit anspruchsvoller Kundschaft eröffnet werden soll und ein entsprechend anspruchsvolles Design aufweisen müsse. Die Idee fand Zuspruch. Mit 16 einem professionellen Team begann man anschließend ein Konzept zu entwerfen. Nach etwa 6 Monaten intensiver Arbeit stand das neuartige und erfolgversprechende Konzept. Dieses wurde in 2011 zunächst als Testfiliale in der Stadt Essen eröffnet. Auf die Eröffnung der Filiale in der Königsallee in Düsseldorf gab es unterschiedliche Resonanzen. Vor allem die Medien berichteten gern über einen „Dönerladen“ in der luxuriösen Königsallee. Das Feedback der Konsumenten war und ist insgesamt sehr positiv. „Da Premium Döner ohnehin speziell für hohe Ansprüche entwickelt wurde, fügt es sich sehr gut in das Gesamtbild der Königsallee ein. Das Design wurde durch den renommierten italienischen Innenarchitekten Carlo Flippi entworfen. Die hochwertigen Möbel, das schicke Ambiente sowie die Gesamtpräsentation sorgen dafür, dass sich die Gäste bei Premium Döner nicht wie in einem typischen Ayın Girişimcisi | Unternehmen des Monats Dönerimbiss fühlen. Ohnehin ist der Döner an sich ein sehr hochwertiges, weil frisches, gesundes und nahrhaftes Gericht. Er muss nur entsprechend präsentiert und angeboten werden.“, begründet Mustafa Elcivan das positive Feedback der Königsallee Besucher. Aber auch in der Auswahl des Personals geht man bei Premium Döner sehr gründlich vor. Egal ob in der Küche, bei der Bedienung oder hinter der Theke, jede Position wird mit größter Sorgfalt besetzt. Dabei kommt es nicht darauf an, ob der Bewerber Türkisch sprechen kann. Wichtig ist nur, dass er in das Team und das Gesamtkonzept passt. Damit ein gewisser Qualitätsstandard, auch unter der Belegschaft, aufrechterhalten wird, bietet das Unternehmen interne Schulungen an. Neue Angestellte durchlaufen dabei eine spezielle 3 bis 6 Monate andauernde Ausbildung. In dieser Zeit werden Sie mit allen wichtigen Aufgaben und Abläufen bei Alice Premium Döner vertraut gemacht. So stellt man qualifiziertes Personal, mit zum Unternehmen passenden Eigenschaften, sicher. Die Möglichkeit den Personen, die diese Ausbildungsphase durchlaufen haben, ein offiziell anerkanntes Zertifikat vergeben zu können, wurde der Leonardo Group zu ihrem Bedauern bisher verwehrt. Nach Meinung von Mustafa Elcivan hängt beim Döner die Qulaität direkt vom Preis ab. „Je niedriger der Preis eines Döners ist, desto schlechter ist leider auch die Qualität!” gibt er zu bedenken. „Wenn Sie einen gesundheitlich unbedenklichen und qualitativ hochwertigen Döner essen möchten, dann dürfen Sie beim Preis nicht geizen!” rät der erfahrene Manager. Für die Kundschaft von Alice Premium Döner spielt der Preis keine große Rolle. Wichtiger sind das gemütliche Ambiente und der gebotene Service. Aber auch die Möglichkeit, bei Bedarf, auch mal ein Glas Wein zur Mahlzeit trinken zu können, wird geschätzt. Im Schnitt kostet ein Döner bei Alice Premium Döner 4,30 €. Was sich im Vergleich zu den Imbisspreisen zunächst teuer anhört, relativiert sich schnell, wenn man sich die direkte Konkurrenz anschaut. Diverse (Gammel-) Fleischskandale treffen auch Alice Premium Döner. „Die Berichterstattungen in den Medien führen bei den Menschen zu einem allgemeinen Ekelgefühl gegenüber Dönerfleisch, Das ist aber nur von kurzer Dauer. Bereits einige Tage später normalisieren sich die Besucherzahlen wieder und das Geschäft im Restaurant nimmt seinen normalen Gang”, hat Anja Niggemann beobachtet. Damit keinerlei Zweifel hinsichtlich der Qualität bei Alice Premium Döner aufkommen, unterwirft man sich, neben 17 Ayın Girişimcisi | Unternehmen des Monats Defizite bestehen, muss man sich zumindest eigene Standards setzen und sich einer Selbstkontrolle unterziehen”, resümiert Anja Niggemamm. „Um diese Probleme zu lösen, müssen alle Beteiligten der Branche Verantwortung übernehmen. Vor allem die Einhaltung der Hygienevorschriften sollte besser kontrolliert werden. Der Döner muss sich vom Billig-Fast-Food Image lösen und den Klassensprung schaffen”, fordert die erfahrene Verkaufsleiterin. „Das Ziel von Alice Premium Döner war es genau diesen Klassensprung zu bewerkstelligen. Ich denke, dass wir das hinbekommen haben”, zeigt sich Mustafa Elcivan erfreut. staatlichen, regelmäßig auch freiwilligen Qualitätskon trollen durch unabhängige Institutionen wie beispielsweise DEHOGA. „Die Branche leidet sehr unter dem starken Wettbewerb und dem dadurch verursachten Preisdruck. Sie hat sehr viele ernstzunehmende Probleme. Geschäfte, die dem Image der Branche schaden, gehören geschlossen. Nur wenige Unternehmen arbeiten konzeptionell. So etwas wie Markenbildung gibt es nicht. Das Image eines Produktes hängt aber unmittelbar vom Konzept, der Umgebung und dem Standort des Geschäftes ab. Wenn da Die Belegschaft von Alice Premium Döner in der Königsallee in Düsseldorf 18 „Die Dönerbranche wird sich künftig weiter zum Besseren entwickeln. Die Zahl der konzeptionell arbeitenden Restaurants wird sich erhöhen. Ich denke auch, dass unser Konzept kopiert werden wird. Aber das ist etwas schönes. Nachahmungen lassen das Original weiterleben. Gemeinsam können wir es schaffen, dass die Branche eine bessere Stellung bekommt. In den nächsten 10 Jahren wollen wir in allen Großstädten Deutschlands eine Filiale eröffnet haben und dabei eine Vorbildfunktion einnehmen. Wir sind stets immer bemüht das Image des Döners aufzuwerten”, blickt Ali Erdoğan zuversichtlich in die Zukunft. n Başarının Anahtarı | Erfolgsfaktoren Markalaşmak Mükemmelleşmektir Marka olmak, markalaşmak, iş hayatında ayakta kalmak ve uzun ömürlü olmak için çok önemli faktörler. Marka olan şirketler birçok avantaja sahip oluyor ve kendilerine değer katıyor. İş hayatında başarılı olmuş iş adamlarına baktığımızda markalaşmayı önemsediklerini, bu alana yatırım yaptıklarını görüyoruz. Markalaşmaya yapılan yatırım şirketlere gelecekte fazlasıyla geri dönmekte ve şirketlerin uzun ömürlü olmasını sağlamakta. Marka olmanın avantajları ¼¼ Marka olmanın en önemli avantajlarından biri, tüketicinin zihnindeki soru işaretlerini azaltmasıdır.Tüketici marka olmuş bir ürün veya hizmeti alırken daha az düşünür. Ürünü alırken ürünün arkasındaki markanın gücünü hisseder. Bir sorun yaşayacağı zaman yalnız olmadığını düşünür. Marka olan ürünün diğerlerine göre daha kaliteli olacağına inanır. Ve tüm bu faktörler satın alma kararını hızlandırır. ¼¼ Markalaşmak, kendine özgü bir kimlik kazanmaktır. Eğer markalaşma süreci doğru şekilde yürütülürse bu süreç sonunda ürün farklılaşacaktır, piyasadaki diğer ürünlerden ayrışacaktır. Bu da rakiplerinizin arasından sıyrılmanızı sağlayacaktır. ¼¼ Markalaşmak aslında şirket için yapılan bir yatırımdır. Başlangıç aşaması maliyetlidir. Reklam, pazarlama faaliyetleri, ürün geliştirme için yapılan çalışmalar ilk aşamada gözünüzü korkutabilir. Fakat belirli bir süre sonra bu çalışmaların karşılığını görmeye başlarsınız. Yapılan harcamalar telafi edilir ve daha fazlasını kazanırsınız. Ve bu kazanç istikrarlı bir hale gelir. ¼¼ Tüketiciler marka olan ürünlere daha fazla para ödemekten çekinmezler. Çünkü tüketiciler marka olan ürünleri diğerlerine göre daha değerli görürler. Ve daha fazla ödenmesini hak ettiklerini düşünürler. Bu şekilde marka olan firmaların kar marjları yükselir. Belirli bir sürenin sonunda daha fazla kazandıklarını görürsünüz. ¼¼ Markalaştığınızda şirketiniz daha güçlü bir hale gelir. Uzmanlaştığınız için şirketiniz eskisinden daha güçlü olur. Markalaşan şirketler zor dönemleri, krizleri ve sıkıntıları daha kolay atlatırlar. Çünkü eksikleri diğer şirketlere göre daha azdır ve kendilerine güç veren, arkasına sığınabilecekleri bir isimleri vardır. Aile şirketleri neden markalaşamıyor? Aile şirketlerinin markalaşamamasının önündeki en büyük engel vizyon eksikliği. Şirketi yönetenlerin büyük bir kısmı ilk kuşak. Bu kısım genelde kendi işlerini yapmış, dışarıda yeterince tecrübe edinmemiş kişilerden oluşuyor. Dünya o kadar hızlı değişiyor ki bu değişime ayak uyduramayanlar geride kalıyor. Değişime ayak uydurabilmek için vizyonunuzun geniş olması gerekiyor. Marka olamayan aile şirketlerinin en büyük sorunu vizyon. Yani ne yapacaklarını, nereye gideceklerini bilmiyorlar. Ellerinde yeterli strateji ve yol haritası yok. Böyle olunca da belirli aşamaya geliyor, ondan sonra tıkanıyorlar. Bu tıkanmayı önlemek ve ilerleyebilmek için aile şirketlerinin başındaki birinci kuşak yöneticilerin öncelikle yetkilerini paylaşmayı öğrenmeleri gerekiyor. Özellikle çocuklara sadece sorumluluk değil, şirketin geleceğiyle ilgili karar alma 19 Başarının Anahtarı | Erfolgsfaktoren yetkisinin de verilmesi çok önemli. Ego savaşlarına yer vermeden başarıyı paylaşmayı öğrenmek gerek. İç çekişmeler aile şirketlerinin büyümesinin önündeki en büyük engel. Bir şirket nasıl markalaşır? Her şirket marka olamıyor çünkü marka olmanın gerektirdiği bazı unsurlar var. Marka olmanın gerektirdiği yapı ve ihtiyaç duyulan özellikler sağlanırsa ve konunun uzmanı birinden destek alınırsa markalaşma süreci daha başarılı geçiyor. Peki nedir bu unsurlar, marka olmak için nelere ihtiyaç var? ¼¼ Yönetim Vizyonu: Markalaşma yönetimden başlar. Çalışan kalitesi iyi de olsa, yönetim vizyon sahibi değilse, o şirket marka olamıyor. ¼¼ Üretim Yapısı: Bir şirketin markalaşabilmesi için üretim yapısını çözüp, kendi içinde sistemler oluşturması gerekir. Üretim farklılaşmanın ilk adımıdır. Markalaşmanın özünde de farklılaşma vardır.O yüzden markalaşmak isteyen bir şirket üretimini güçlendirmeli ve ürün farklılaştırma kısmına yoğunlaşmalıdır. ¼¼ İnsan Kaynakları: İnsan kaynakları bir şirketin her noktasında önemli bir etkiye sahiptir. İşinde iyi insanlarla çalışırsanız daha başarılı sonuçlar alırsınız. Daha verimli bir şirketiniz olur ve daha çok kazanırsınız. Nitelikli çalışan kadrosu başlangıçta maliyetli gibi gelebilir. Fakat uzun vadeye bakıldığında nitelikli çalışan her zaman aldığından daha fazlasını kazandırır. ¼¼ Satış-Pazarlama Ağı: Şirketlerde satışın parayı getirdiği düşünülür. Bu yüzden daha çok satışa önem verilir. Fakat asıl para kazandıran pazarlamadır. Çünkü pazarlama sayesinde yeni müşterilere ulaşırsınız. Satış mevcut yapınızın güçlenmesini ve gelirlerinizin artmasını sağlar. Pazarlama ise şirketinize yeni müşteriler kazandırarak, şirketinizin uzun ömürlü olmasını, ayakta kalmasını sağlar. Markalaşmaya karar veren bir şirket, satış ve pazarlama stratejisini oluşturmalıdır. Daha sonra bu strateji doğrultusunda işinin uzmanı insanlardan oluşan ekipler kurulmalıdır. ¼¼ 20 Reklam: Reklam, markanın cilasıdır. Diğer unsurları reklam yatırımları ile desteklerseniz markanızı parlatırsınız. Fakat diğer unsurlarda zayıfken reklam yatırımı ile markalaşmaya çalışırsanız hızla iflas edersiniz. Çünkü şirket yeterli donanıma sahip değilse, reklam firmaya zarar verebilir. O yüzden reklam tek başına markalaşmayı sağlamaz. n Markenbildung bedeutet Perfektionierung Eine Marke zu sein oder die Entwicklung zu einer Marke ist für die Langlebigkeit eines Unternehmens bzw. für das Bestehen in der Geschäftswelt ein wichtiger Faktor. Eine Marke zu sein bringt eine Vielzahl von Vorteilen mit sich und bietet einen messbaren Mehrwert für das Unternehmen. Für ein Großteil von Unternehmern ist es daher sehr wichtig in den Aufbau einer Marke zu investieren. Denn die Investitionen rentieren sich in der Regel sehr schnell. Zudem sorgt eine Marke dafür, dass sich ein Unternehmen langfristig am Markt hält. Die Vorteile einer Marke ¼¼ Einer der wichtigsten Vorteile einer Marke ist, dass bestimmte Fragezeichen in den Köpfen der Verbraucher nicht auftauchen. Beim Kauf eines Markenproduktes macht sich der Verbraucher weniger Gedanken. Er verspürt beim Kauf einer Markenware ein „gewisses Vertrauen” die er mit der Marke verbindet. Er glaubt, dass die Markenware besser ist, als vergleichbare Waren ohne Marke. Eine Marke beschleunigt seine Kaufentscheidung. ¼¼ Wenn die Phase der Markenbildung richtig verläuft, wird sich das Markenprodukt von anderen unterscheiden. Das Produkt wird im Idealfall unverwechselbar werden. Die Marke wird dafür sorgen, dass man sich von seinen Mitbewerbern positiv abhebt. Başarının Anahtarı | Erfolgsfaktoren ¼¼ ¼¼ ¼¼ Die Markenbildung bedeutet eine Investition in das Unternehmen. Die Aufbauphase ist kostspielig. Die Ausgaben für Werbung, Marketing und Produktentwicklung könnten zunächst abschreckend wirken. Nach einer gewissen Zeit wird man jedoch feststellen, dass sich der Aufwand gelohnt hat. Die Ausgaben werden sich rentieren. Die Marke wird sich in höheren und anhaltenden Gewinnen widerspiegeln. Die Konsumenten sind bereit für ein Markenprodukt mehr zu zahlen. Für sie ist ein Markenprodukt wertvoller als ein Markenloses. Sie glauben, dass der höhere Preis für ein Markenprodukt gerechtfertigt ist. Das wiederum führt zu höheren Gewinnmargen. Ein Unternehmen wird durch die Markenbildung stärker. Solche Unternehmen überstehen auch Krisenzeiten leichter und schneller als markenlose Unternehmen. Sie weisen in der Regel weniger unternehmerische Defizite auf und können sich unter dem Schutzmantel der Marke begeben. geben sind kann eine Marke erzeugt werden. Dabei kann es hilfreich sein, mit Experten zusammenzuarbeiten. Aber welches sind diese Elemente? ¼¼ Visionäre Unternehmensführung: Die Markenbildung beginnt bei der Unternehmensführung. Auch wenn die Qualität der Belegschaft sehr hoch sein sollte, kann keine Marke gebildet werden, wenn es der Unternehmensführung an Visionen fehlt. ¼¼ Produktionsstruktur: Damit eine Marke entsteht, müssen passende Produktionsstrukturen vorhanden sein oder geschaffen werden. Ein Unternehmen, das eine Marke erzeugen möchte, muss in erster Linie Wert darauf legen sich in der Produktion von anderen zu unterscheiden. ¼¼ Qualifizierte Mitarbeiter: Die Belegschaft ist für ein Unternehmen immer ein wichtiger Faktor. Unternehmen, die mit qualifiziertem Personal arbeiten, erzielen immer ein besseres Ergebnis. Sie sind produktiver und sorgen für mehr Gewinn. Eine Fachkraft kann zunächst teuer erscheinen. Langfristig betrachtet sind Fachkräfte aber immer rentabler. ¼¼ Verkaufs- und Marketingstrategien: Viele glauben, dass nur der Verkauf von Produkten und Dienstleistungen Geld in das Unternehmen bringt. Der größte Geldbringer ist dabei das Marketing. Durch das Marketing erreicht man neue Kunden. Mit einem größeren Kundenstamm ist man unabhängiger und kann auch Krisenzeiten besser überstehen. Auf dem Weg zur Markenbildung müsen Unternehmen deshalb neben der Verkaufsstrategie auch eine Marketingstrategie entwickeln. Für die Umsetzung dieser Strategien sollten spezielle Teams gebildet werden. ¼¼ Werbung: Werbung ist die „Politur” einer Marke. Wenn die anderen Elemente der Markenbildung mit Werbung unterstützt werden, erhalten diese einen besonderen Glanz. Ohne ausreichende Berücksichtigung der anderen Elemente wird aber auch eine Investition in die Werbung nicht viel bringen. Es wären vergebliche Ausgaben. Deshalb darf die Werbung unterstützend, aber nie allein eingesetzt werden. n Warum Familienunternehmen selten Marken generieren Das größte Hindernis, warum Familienunternehmen selten eine Marke generieren ist, dass die Firmenlenker in der Regel aus der ersten Generation stammen. Sie haben das Unternehmen aufgebaut und haben oft keinen Blick dafür, was außerhalb des Unternehmens geschieht. Die jenigen aber, die nicht mit der Zeit gehen und den Wandel mitmachen, bleiben meist zurück. Es braucht eine unternehmerische Vision, um den Wandel zu erkennen und mitzugehen. Die Unternehmen, die keine Marke generieren, haben meist auch keine langfristigen Ziele. Fehlt es aber an diesen Zielen, gelangen sie an einen Punkt, ab dem sie nicht mehr vorankommen. Es kommt zum Stillstand. Um dem vorzubeugen müssen die Firmenlenker der ersten Generation lernen, Aufgaben zu teilen. Vor allem ihren Kindern dürfen sie nicht nur Verantwortung übertragen. Sie müssen auch befugt sein Entscheidungen hinsichtlich der künftigen Entwicklung des Unternehmens zu treffen. Wie ein Unternehmen zu einer Marke wird Nicht jedes Unternehmen kann zu einer Marke werden. Es gibt diverse Elemente die bei der Markenbildung vorausgesetzt werden. Nur wenn die, für die Bildung einer Marke notwendigen, Strukturen und Eigenschaften ge- 21 € Finans Köşesi | Ratgeber Finanzen Kuzey Ren Vestfalya Eyaletine Özel Bir Kredi: NRW/EU Mikro Kredi Her sayımızda siz değerli okuyucularımızı finans konusunda bilgilendirmeye çalışıyoruz. Finans ve işyeri denilince akla ilk gelen kavramlar teşvik ve krediler. Eğer bir iş kurmak ya da mevcut işinizi geliştirmek istiyorsanız pek çok farklı teşvik seçeneğinden faydalanabilirsiniz. Almanya’da başvurulabilecek eyalet, federal ve Avrupa Birliği düzeyinde çok sayıda teşvik ve kredi programı bulunuyor. Bu sayımızda sizlere NRW/EU Mikrodarlehen - Kuzey Ren Vestfalya/AB mikro kredisinden bahsedeceğiz. ¼¼ Hayallerinize doğru küçük bir destek Aklınızda harika bir iş modeli var, ama gerek danışmanlık alacak gerekse başlangıç adımını atacak paranız yok mu? Eğer kuracağınız işyeri Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nde ise sorun değil! Çünkü NRW Bank toplamda 25.000 Euro’luk bir mikro kredi ile küçük çapta işyeri kurmak isteyen girişimcileri destekliyor. NRW mikro kredi oldukça hızlı ve basit bir finans aracı. Kredinin en önemli avantajı tüm başvuru sürecinin tek bir merkezden; STARTERCENTER NRW üzerinden yürümesi. Eğer yapmak istediğiniz iş gelecek vaad ediyorsa ve nitelikleriniz işi yürütebileceğinizi gösteriyorsa çok beklemeden mikro kredinize kavuşabilirsiniz. ¼¼ Krediden kimler yararlanabilir? ¼¼ Merkezi Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nde olmak şartıyla bireysel firma ya da serbest meslek sahibi olarak faaliyet gösterecek bir işyeri kuranlar ¼¼ Beş yıldan az bir süredir merkezi Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nde olan ve küçük çaplı bir bireysel firma olarak faaliyet gösteren şirketler ¼¼ Bu iki seçeneğin yanısıra KRV mikro kredi, eğer eski işin etkilenmemesi ve bozulmaması şartı yerine getiriliyorsa, yeni başlanılacak başka bir serbest mesleği de destekleyebiliyor Şartlar Kendi işinize doğru giden yolu mikro kredi ile desteklemek istiyorsanız yerine getirmeniz gereken iki şart var. Başvuru süreci ve başvuru öncesinde gerçekleşecek danışmanlık hizmetlerinin STARTERCENTER NRW üzerinden işlemesi gerekiyor. Bunun yanısıra şirketin kurulum aşamasındaki ilk iki sene boyunca “Go! Senior Coaching NRW” ağında çalışan tecrübeli bir danışmanın size eşlik etmesi gerekiyor. Mikro kredi: 22 ¼¼ ¼¼ ¼¼ ¼¼ ¼¼ ¼¼ 5.000 ila 25.000 Euro arasında verilmekte Kredinin tamamı bir kerede verilebiliyor Şirket harcamalarının %100 oranında finanse edilmesi mümkün Geri ödeme süresi 6 yıl ve ilk 6 ay geri ödeme gerekmiyor Tüm süre boyunca sabit faiz oranı Ekstra masraf olmadan tüm kredinin zamanından önce bir kerede ya da parça parça geri ödenmesi mümkün 25.000 Euro’yu geçmemek kaydıyla krediye iki kere başvurulabiliyor Kredi hakkında daha geniş bilgi almak için 0800-12 45 444 nolu ücretsiz bilgi hattımızdan bize ulaşabilirsiniz. n Finans Köşesi | Ratgeber Finanzen € NRW/EU. Mikro darlehen Kleines Geld für große Vorhaben Möchten Sie sich mit einem kleinen Geschäft oder einer Dienstleistung selbstständig machen? Sie haben schon gegründet, sind noch nicht länger als 5 Jahre auf dem Markt und möchten ihr Geschäft erweitern? Für Ihr Vorhaben würden maximal 25.000 Euro als Starthilfe ausreichen? Dann könnte ein NRW/EU.Mikrodarlehen genau das Richtige für Sie sein: ¼¼ Wer wird gefördert? ¼¼ Gefördert werden Existenzgründer mit Hauptwohnsitz in Nordrhein-Westfalen, die ebendort als Einzelunternehmen oder Freiberufler gründen ¼¼ Kleinstunternehmen in Form des Einzelunternehmens mit Sitz in Nordrhein-Westfalen, die vor weniger als fünf Jahren ihre Geschäftstätigkeit aufgenommen haben Eine erneute Selbstständigkeit kann unterstützt werden, sofern eventuelle Verpflichtungen aus vorherigen Gründungen das aktuelle Vorhaben nicht belasten und weiterhin erfüllt werden können. Was wird gefördert? Gefördert werden Vorhaben von Gründern und Kleinstunternehmen, die einen nachhaltigen Erfolg erwarten lassen. Den Ideen sind keine Grenzen gesetzt. Sie reichen von der klassischen Gastronomie über Einzelhandelsunternehmungen bis hin zu Online-Shops und Friseursalons. Wie wird gefördert? Um ein Mindestmaß an Erfolg sicherzustellen wird mit dem NRW/EU.Mikrodarlehen der Weg in die Selbstständigkeit unter zwei wesentlichen Voraussetzungen gefördert: ¼¼ ¼¼ Vor Beginn des Vorhabens Beratung und Antrag stellung im/über STARTERCENTER NRW sowie dessen positives Votum Begleitberatung des Gründungsvorhabens während der ersten zwei Jahre, etwa durch einen Senior Coach aus dem Netzwerk „Go! Senior Coaching NRW“. Bei der Erweiterungs-/Wachstumsfinanzierung von Kleinstunternehmen kann die NRW.BANK eine Begleitberatung fordern. Konditionen ¼¼ Darlehen von 5.000 bis 25.000 Euro ¼¼ Auszahlung des kompletten Darlehens in einer Summe ¼¼ Finanzierungsanteil von bis zu 100 Prozent der Betriebsausgaben ¼¼ Laufzeit: sechs Jahre, die ersten sechs Monate sind tilgungsfrei ¼¼ Fester Zinssatz über die gesamte Laufzeit ¼¼ Vorzeitige (Teil-) Rückzahlung jederzeit und kostenlos möglich ¼¼ Zweimalige Antragstellung möglich, sofern beide Darlehen zusammengerechnet 25.000 Euro nicht übersteigen. Wie gehen Sie vor? Die Beratung und das komplette Antragsverfahren läuft über ein STARTERCENTER NRW. Das STARTERCENTER NRW leitet Ihren Antrag mit allen nötigen Unterlagen an die NRW.BANK weiter. Nach positivem Votum können Sie mit Ihrer Selbständigkeit beginnen. Sie wollen mehr wissen? Mehr über das NRW/EU.Mikrodarlehen finden Sie unter: www.nrwbank.de/mikrodarlehen Das STARTERCENTER NRW in Ihrer Nähe finden Sie unter: www.startercenter.nrw.de Quelle: www.nrwbank.de n Bildnachweis: Titelseite: iStockphoto.com/gbh007 (links oben); iStockphoto.com/Kevin Landwer-Johan (links unten), S.4: iStockphoto.com/Shaiith, S.5: iStockphoto.com/ARSELA, S.19: iStockphoto.com/mattjeacock, S.20: iStockphoto.com/cifotart, S.22: iStockphoto.com/Nikada, S.23: iStockphoto. com/aaron007. Alle anderen mit freundlicher Genehmigung der jeweiligen Urheber. 23 Avrupa Türk İşadamları ve Sanayicileri Derneği Verband Türkischer Unternehmer und Industrieller in Europa Association of Turkish Businessmen and Industrialists in Europe Kendİ İşİnİzİ Kurmak, İşyerİnİzİ korumak veya GENİŞLETMEK mİ İstİyorsunuz? Möchten Sie sich selbständig machen oder Ihre Existenz sichern und erweitern? meslekİ YAŞAMINIZDA İlerlemek mİ İstİyorsunuz? Möchten Sie sich beruflich qualifizieren und weiterentwickeln? www.istebilgi.de Almanya’dakİ küçük ve orta ölçeklİ Türk İşletmelerİne yönelİk bİlgİlendİrme, danIşma ve destek merkezİ Bundesweiter Informations- und Beratungsdienst für türkische KMU in Deutschland Ücretsiz Danışma Hattı | Kostenfreie Hotline 0800 -12 45 444 Künye | Impressum ATİAD e.V. Avrupa Türk İşadamları ve Sanayicileri Derneği Verband Türkischer Unternehmer und Industrieller in Europa ATİAD Yönetim Kurulu adına, Yönetim Kurulu Başkanı Für den ATİAD-Vorstand, der Vorstandsvorsitzende: Aziz Sarıyar İşte Bilgi Almanya‘daki Küçük ve Orta Ölçekli Türk İşletmelerine Yönelik Bilgilendirme, Danışma ve Destek Merkezi Bundesweiter Informations- und Beratungsdienst für türkische KMU in Deutschland Yönetim ve koordinasyon | Leitung und Koordination Ömer Sağlam (V.i.S.d.P. ) Redaksiyon | Redaktion Gökçe Göksu Lokman Özkan Ömer Sağlam Tasarım | Gestaltung Dörte Stein, muntumedia İletişim | Kontakt Wiesenstr. 21 · D - 40549 Düsseldorf Telefon: (0211) 50 21 21 Telefax: (0211) 50 70 70 E-Mail: [email protected] Internet: www.atiad.org Internet: www.istebilgi.de Bu hizmet, Federal Çalışma ve Sosyal İşler Bakanlığı ve Avrupa Sosyal Fonu tarafından desteklenmektedir. Gefördert durch das Bundesministerium für Arbeit und Soziales und den Europäischen Sozialfonds. EUROPÄISCHE UNION
© Copyright 2024 Paperzz