Mayıs 2012 Yıl : 77 YIL : 77 SAYI : 905 Mayıs 2012 Sayı : 905 Mayıs 2012 Yıl : 77 ISSN : 1300-1450 Başyazı 1 Yeter DEMİR USLU TÜRKİYENİN FINDIK KOOPERATİFLERİ BİRLİĞİ: FİSKOBİRLİK 3 Adnan KIRALİ TARIM SATIŞ KOOPERATİFLERİ VE BİRLİKLERİNİN DÜNÜ BUGÜNÜ VE GELECEĞİ 5 Sayı : 905 ISSN : 1300-1450 Prof.Dr. Harun TANRIVERMİŞ Doç.Dr. Mehmet ARSLAN Ahmet BAYANER Muharrem ÇETİN Rasih DEMİRCİ Hikmet KAVRUK Nurettin PARILTI Adnan TEPECİK Eriman TOPBAŞ Mehmet YEŞİLTAŞ Osman BOSTAN Turgut AĞIRNASLIGİL SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLENMESİNDE PANKOBİRLİK GERÇEĞİ 13 Oktay TUNCAY TARIM SATIŞ KOOPERATİFLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER 17 Hazırlayan: Halim UTLU KOOPERATİFLERDEN HABERLER 22 Nail Tan FOTOĞRAFLARLA TÜRK KOOPERATİFÇİLİK KURUMU TARİHİNDEN SAYFALAR II 28 H.Rıdvan ÇONGUR Ölüm Yıldönümünde AHMET TUFAN ŞENTÜRK 31 M. ZİYA GÖZLER TÜRKLER'İN SOFRALARINDAKİ YEMEKLER 37 Sefer AŞIR ERASLAN KOMŞULARIMI ARIYORUM 42 GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ 46 30.05.2012 Dergimizde yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Doç.Dr. Mehmet Akif ÖZER Veli ÇELEBİ Turgut AĞIRNASLIGİL Hüsnü POYRAZ Prof.Dr. İhsan ERDOĞAN Özdemir ÜNSAL Başyazı Dünya ekonomisinin globalleşme eğilimi, gelişen teknoloji ile de desteklenen son 25 yılda işletmelerde finans fonksiyonu büyük bir değişim göstermiştir. Değişimden tüm ülkeler ve tüm sektörler payını almıştır. Tabi olarak en hızlı büyüme ve gelişme gösteren sektör finans sektörü olmuştur. Yeni finansal kurumlar ve araçlar geliştirilmiş, dünyadaki sektörel gelişme eğilimi aynen ülkelerin finans sektörüne yansımıştır. Bu gelişmeler sonucu, işletmelerde finans yöneticisinin gerek yatırım gerekse finanslama karar sürecinde seçenekleri artmıştır. Bu seçenekler; leasing, factoring, forfaiting, forward-futures, options, swaps (finansal türevler) ve ventur capital olarak sayılabilir. Günümüzde işletmeler mevcut ve yeni geliştirilecek bu teknik ve enstrümanlar ile faaliyetlerinin sürdürmektedirler ve sürdürecekler. Finasal tekniklerde futures, standart miktar ve kalitede bir varlığın önceden belirlenmiş bir fiyattan gelecekte belirli bir tarihte teslim etme ya da teslim almaya ilişkin yasal bir sözleşmedir. Futures sözleşmelerin dayandığı ya da yazıldığı varlık fiziksel bir mal olabileceği gibi finansal bir girişim ya da gösterge de olabilir. Futures sözleşmeler, organize borsalarda işlem gören standart sözleşmeler olup; ticari riskleri azaltmaktadır. Futures sözleşmeleri dayandığı ya da yazıldığı ürüne göre; finansal futures ve emtia futures olarak ikiye ayrılmaktadır. Emtia futures sözleşmeler, belli standarttaki belli bir ürünün, ileri bir tarihte sözleşmenin yapıldığı tarihte sabitlenen bir fiyat üzerinden teslim edilmesi veya teslim alınması taahhüdünü içeren bir sözleşmedir. Tanımdan da anlaşılacağı gibi bir sözleşmede iki taraf vardır. Bu taraflardan satıcı durumda olanın pozisyonuna short, alıcı durumda olanın pozisyonuna long denmektedir. Satıcı durumda olan taraf vade tarihinde nakit karşılığı mal teslimini, alıcı durumda olan taraf ise vade tarihinde mal karşılığı nakit teslimini kabul etmektedir. Emtia futures sözleşmeler ile taraflar fiyat değişikliklerine karşı korunmalarının yanı sıra; üretimde sürekli gelişme, verimliliğin artması, tarımsal ürünlerde kendi kendine yeterlilik ve dinamik bir yapının oluşması, laboratuvar, uluslararası kalite, analiz ve örneklem metotlarının kullanımının yaygınlaşması, çok sayıda alıcı ve satıcının serbest rekabet şartları altında işlem yapması nedeni ile gerçek rayiç bedellerin tespit edilmesi, ters yönlü işlemler ile ürün pozisyonlarının kapatılabilmesi, küçük teminatlar ile büyük satışların ve alışların gerçekleşmesi, finansal teminatlar nedeni ile tarafların tam güvencede olması, üretici, ihracatçı, alıcı ve satıcının stoklama maliyetlerinin en aza indirilmesi ve ekonomiye ve piyasalara likidite kazandırma gibi avantajlara da sahip olurlar. Emtia futures sözleşmeler; tarımsal ürünler, enerji ve metaller olmak üzere üç temel gruba ayrılmaktadır. Özellikle tarımsal futures sözleşmelere, tarımsal ürünler ve canlı hayvanlar konu olmaktadır. Hal böyle olunca özellikle tarımsal futures sözleşmeler 1 genelde kooperatifler ve özelde Tarım Satış Kooperatifleri için ticari riskleri yönetmek için bir araç olabilir. Çünki, pazarlama kooperatifleri de denilen tarım satış kooperatiflerinin amacı; üreticilerin (ortaklarının) karşılıklı yardımlaşma dayanışma ve kefalet suretiyle tarımsal faaliyetleri ile ilgili ihtiyaçlarını karşılamak, ürünlerini iyi şartlarda değerlendirmek ve ekonomik menfaatlerini korumaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için, ortaklarının girdilerini alıp, iç ve dış pazarlarda en iyi şartlarda değerlendirmek, gerekirse ürünleri işleyip mamul hale getirerek piyasaya sürmek ve ortaklarının üretim için ihtiyaç duyduğu her çeşit üretim faktörünü temin etmek durumundadır. Ayrıca, tarım satış kooperatifleri üreticilerin yalnız ürünlerini satmakla kalmaz, o ürünlerin iyileşmeleri ve standardizasyonları için onlara teknik yardımlarda da bulunur. Ancak, Türk Tarım Satış Kooperatifçiliği sisteminde; birim tarım satış kooperatifi ve tarım satış kooperatifi birlikleri olarak örgütlenmişlerdir. Merkez Birliği örgütlenmesini gerçekleştiremediklerinden; ölçek ekonomisi ve sinerjetik etki kooperatif birliği düzeyinde kalmıştır. Dolayısıyla, kooperatif davranışın gereği olan üst örgütlenmesini dahi tamamlayamayan Türkiye Tarım Satış Kooperatiflerinin yeni finansal teknikleri kullanamama ve piyasa şartlarında özel sektör işletmeleri ile rekabet edememe riskleri vardır. Dolayısıyla, Türkiye Tarım Satış Kooperatiflerinin piyasa şartlarında ayakta durabilmesi, rekabet edebilmesi, yeni finansal teknikleri kullanabilmesi, oto finansman sağlayabilmesi ve etkin yönlendirici bir denetim yapabilmesi için; sektör içindeki ve özel sektördeki işletmelerce kullanılan modern işletmecilik ve finansman tekniklerini 80 yılı aşan tecrübesi ışığında kullanmalıdır. Zaten, ilgili yasaları ile modern işletmecilik için gerekli hukuki altyapı da oluşturulmuş durumdadır. Böylece, tarım satış kooperatiflerine yönetsel serbestlik verilirken diğer taraftan kamusal finanslamadan vazgeçilerek ekonominin üstünlüğü ilkesi doğrultusunda işletmecilik kuralları dahilinde finanslama yapmaları getirilmiştir. Bu bağlamda, Türkiye Tarım Satış Kooperatiflerinin finansal türevleri kullanma imkan ve zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Çünki, piyasa kurallarına göre faaliyet gösterecek her iktisadi birim sistematik riske maruzdur. Sistematik riskin kaynakları olan; faiz riskini, döviz kuru riskini ve pazar riskini minimize etmede kullanılacak enstrümanlardan biri de finansal türevlerdir. Sözgelimi, emtia futures sözleşmeleri bir yandan iç ve dış satış sürecinde olası riskleri minimize edilebilirken, diğer yandan kooperatif ortaklarının çeşitli tarımsal ihtiyaçlarının tedariki sürecinde olası riskler de minimize edilebilir. Sonuç olarak, yaklaşık 560.000 ortağın kurduğu 325 birim kooperatif ve kooperatiflerin kurduğu 17 Birlik’ten oluşan örgütlenmiş Türk Tarım Satış Kooperatifçiliği; merkez birliğini kurarak üst örgütlenmesini tamamladığında kooperatif davranışın gereği ve sonucu olarak ölçek büyüyecek ve rekabet edebilmenin gereği pazarlama, finans, yönetim ve denetim alanlarında profesyonel hizmet alınabilecek ve rekabet üstünlüğü sağlanarak, amaç realizasyonu daha hızlı, daha yaygın ve daha yüksek oranlarda gerçekleşebilecektir. 2 TÜRKİYENİN FINDIK KOOPERATİFLERİ BİRLİĞİ: FİSKOBİRLİK Yeter DEMİR USLU * Kooperatifler genellikle tarımsal (kırsal) kooperatifler ve tarım dışı (kentsel) kooperatifler olmak üzere iki gruba ayrılır. Tarım kooperatifleri değişik biçimde sınıflandırılmaktadır. Genelde ortaklara götürülen hizmetlere ( satış, kredi, üretim vb) göre kooperatiflere isim verilir. Kooperatif; kredi, girdi temini, pazarlama gibi hizmetlerden birini yerine getiriyorsa, diğer hizmetleri sınırlı olsa da, tek amaçlı kooperatif olarak isimlendirilir. Kooperatif birden fazla konuda (ürün pazarlama, kredi temini, girdi alımı, arazi veya makinelerin ortak kullanımı gibi) faaliyet gösteriyorsa çok amaçlı kooperatif adını alır. (Direk vd., 2007: 7) Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri, çok çeşitli aşamalardan geçtikten sonra esas kimliklerini 21.10.1935 tarih ve 2834 sayılı “Tarım Satış kooperatifleri ve Birlikleri” kanunu ile kazanmış ve 1937 yılında hazırlanan Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri tip ana sözleşmeleri ile kurulmaya ve çeşitli birlikler dahilinde örgütlenmeye başlamışlardır. ((Müftüoğlu ve Aydos, 2001: 38) 2834 ve 3186 sayılı kanunlara göre faaliyette bulunan Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri, kendi kooperatif ortaklarının ürünlerini değeri pahasına satın alıp, bunları bazı işlemlerden geçirdikten sonra iç ve dış piyasalarda satarak değerlendirmek ve böylece meydana gelen fiyat farklarını üreticilere yansıtmak amacıyla kurulmuşlardır. (Ersen, 2007: 49) * Yrd. Doç. Dr. Ordu Üniversitesi, İ.İ.B.F. İşletme Bölümü Türkiye’de tarım satış kooperatifleri pamuk, üzüm, kayısı, incir, zeytin ve zeytinyağı, fındık, fıstık, gül ve gülyağı, yağlı tohumlar, kırmızıbiber ve baklagiller, tiftik ve yapağı gibi çeşitli tarım ürünlerinin üreticilerden alımı ve değerlendirilmesi konularında faaliyette bulunmaktadır. Tarım satış kooperatiflerinin pazar etkinliği dikkate alındığında ise fındıkta %36 oranında pazar payına sahip oldukları görülmektedir (İnan, 2008: 126) Fiskobirliğin açılımı, Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’dir. 10 Ekim 1935 tarihinde, Ankara’da Birinci Ulusal Fındık Kongresi toplanmış ve iki gün sonra da “Tarım Satış Kooperatifleri Ve Birlikleri Kanunu ve Tarım Satış Kooperatifi Anamukavelenamesi” adını taşıyan 2834 sayılı kanun kabul edilerek 2 Kasım 1935 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun, genel gerekçesi “Zirai faaliyet istihsal şubelerinin hangisinde olursa olsun, en ehemmiyetli safha, ticari safhadır. Bir kelime ile satıştır. Yalnız istihsalde bulunmak başlı başına gaye değildir. Yapılan istihsali beynelminel piyasaların verdiği imkan dahilinde verimli şartlarda satabilmek lazımdır. Satılmayacak, sürülemeyecek bir istihsale para ve emek sarfetmek, şahsi ve milli bir israftır” şeklinde belirtilmiştir. Bu gerekçeye istinaden; 13 Haziran 1938’de Ordu, 17 Haziran 1938’de Giresun, Bulancak ve Keşap, 7 Temmuz 1938’de Trabzon Kooperatifleri kurulmuştur. Bu 5 Kooperatif 28 Temmuz 1938 tarihinde kısa adı Fiskobirlik olan Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliğini kurmuşlardır. Fiskobirlik ve bağlı Kooperatifler 28.07.1938 tarihinden 30.04.1985 tarihine 3 kadar 2834 sayılı, 30.04.1985 tarihinden 16.06.2000 tarihine kadar 3186 sayılı ve 16.06.2000 tarihinden itibaren ise 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun ve bu Kanunlara istinaden Bakanlar Kurulunca çıkartılan Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliği Ana sözleşmelerine göre faaliyetlerini sürdürmektedir. 4572 Sayılı Kanununun geçici 1/A maddesi gereği ise, yeniden yapılandırma programı kapsamında sürdürdüğü faaliyetlerini 03.01.2006 tarihinden itibaren 4572 sayılı yasa ve Tarım Satış Kooperatifleri Birliği Ana sözleşmesi hükümlerine göre özerk olarak sürdürmektedir. Fiskobirlik; kurulan 53 kooperatife ortak toplam 233.820 fındık üreticisi ile başta Karadeniz sahil kentlerinde olmak üzere kendi nam ve hesabına fındık alım satımını gerçekleştiren bir organizasyondur. Fiskobirlik, ortaklarının ürünlerine sürekli satış olanağı ve pazarlar yaratmak, piyasaya istikrar getirmek, fındığın yurtiçi ve yurtdışı pazarlarını en iyi biçimde değerlendirmek, üretimini kontrollü ve bilimsel yöntemlerle geliştirmek, üretim araçları sağlamak, standartlara uygun, yüksek kaliteli ürün teslimini teşvik etmek, fındığın ülke içerisinde tüketimini özendirme, fındık ihracatını artırmak, bu amaçla ürün çeşitlendirme ve geliştirme projeleri üretmek üzere kurulmuştur. Fiskobirlik, ülkemizde üretilen fındığın kalitesini artırmak, ihtiyaca göre yeni ürünler ortaya koymak gibi amaçlar yanında ülkemizin geleneksel ihraç ürünleri arasında yer alan fındığı pazara daha kaliteli ulaştırabilme, dolayısıyla ihracatının sürdürülebilir olması için üreticiyi bilinçlendirme görevini de eksiksiz yerine getirmektedir. Bu bağlamda, Fiskobirlik, ülkemizde üretilen fındığın, işlenmesi suretiyle ürün kalitesini ve çeşitliliğini artırmak, damak zevkine yeni tatlar sunmak, hammadde, yarı işlen- 4 miş ve mamul ürünlerle ülke ekonomisine daha büyük katkı sağlamak amacıyla, 1981 yılında “ Entegre Fındık İşleme Tesisi”ni hizmete almıştır. Bu tesis, 2002 yılından bu yana Fiskobirlik Entegre Fındık İşleme Sanayi ve Tic. A.Ş. adı altında Birlik iştiraki olarak çalışmalarına devam etmektedir. Şirket bünyesinde bulunan, yüksek teknolojili tam otomatik Fındık İşleme Fabrikası yıllık 33.420 tonluk iç fındık işleme kapasitesiyle, tüketici ve gıda sanayine birçok fındık mamulünü üretmektedir. Şirketin ürünlerini her geçen gün daha fazla tüketiciye ulaştırma çabalarına yoğun bir şekilde devam etmektedir, bu anlamda yeni yatırımlar ve projelerle kapasitesini arttırmakta ve teknolojisini yenilemektedir. Yine birlik bünyesinde Mart 2004 tarihinde F.K.B. Sigorta Aracılık. Hizmetleri Tic. Ltd. Şti. kurularak, Birliğin ve bağlı kooperatiflerin sigorta işlemleri yapılmaya başlanmıştır. Birlik bünyesinde fındık yağ üretimi yapan Ordu Yağ Sanayi A.Ş. adı altında yağ üretimi yapan ve Fiskomar A.Ş. adı altında perakende sektöründe faaliyet gösteren iki adet iştirak daha bulunmaktadır. Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği FİSKOBİRLİK, iç pazar dışında fındığın en büyük tüketicisi olan Avrupa ülkelerine de açılmaya başlamıştır. Fiskobirlik Efit A.Ş. ile iç pazara çeşitli fındık ve mamulleri sunan Fiskobirlik, Almanya merkezli bir firma ile işbirliğine giderek dış pazarda da adını duyurma hedefindedir. Bu sayede fındığın ihracatı artırılarak ekonomiye önemli bir katkı sağlanacaktır. Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; Fiskobirlik, hem iç hem de dış pazarda fındığın tüketimini özendirilmesi, kaliteli fındık üretimi yapılması ve ürün çeşitliliği-yeniliği gibi konularda önemli bir role sahiptir. TARIM SATIŞ KOOPERATİFLERİ VE BİRLİKLERİNİN DÜNÜ BUGÜNÜ VE GELECEĞİ Adnan KIRALİ * I. Birlikler Hakkında Genel Bilgiler a. Birliklerin Kısa Tarihçesi Ülkemizde, incir üreticilerince 1913 yılında kurulan “Aydın Kooperatif İncir Müstahsilleri Ortaklığı”, tarım satış kooperatiflerinin ilk çıkış noktasını oluşturmuştur. 1935 yılında yürürlüğe giren 2834 sayılı Kanunla kuruluşları için gerekli yasal zemin sağlanan bu Kuruluşlar halen, 58 ilde 23 ürün konusunda ve yaklaşık 540 bin ortağa hizmet götürmektedirler. 1937 yılında, 2834 Sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde, İzmir İncir ve Üzüm Tarım Satış Kooperatifleri Birliği olarak örgütlenen Tariş, ülkemizin ilk tarım satış kooperatifler birliği olarak kurulmuştur. Tariş’i 1938 yılında Fiskobirliğin, 1940 yılında Çukobirliğin kuruluşu izlemiştir. En son 2000 yılında Gapbirlik kurulmuştur. Birlikler genelde kütlü pamuk, yağlık ayçiçeği, zeytin ve zeytinyağı gibi ülkemiz açısından temel öneme sahip ürünler ile fındık, çekirdeksiz kuru üzüm, kuru incir ve kayısı gibi ihraç ürünleri üzerine yoğunlaşmışlardır. Tarım satış kooperatif ve birliklerini (TSKB) düzenleyen mevzuatta zaman içinde önemli değişiklikler olmuştur. 1935 yılında çıkarılan 2834 Sayılı Kanun’un yerini 1984 yılında yürürlüğe konulan 238 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname almış ve 1985 yılında da 3186 Sayılı Kanun ile anılan kararname kanunlaşmıştır. En son, 3186 sayılı Kanunu kaldırarak, tarım satış kooperatif ve birliklerini yeniden düzenleyen 4572 Sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun 16 Haziran 2000 tarihinde yürürlüğe konulmuştur.. b- Birliklerin Sektördeki Önemi Tarım satış kooperatif ve birlikleri, çoğu dar gelirli olan üreticilerin bir çatı altında örgütlenmesi, ürünlerine devamlı olarak alıcı bulunması, yurtiçi ve yurtdışı rekabet koşullarının iyileştirilmesi, fiyatlardaki spekülatif dalgalanmaların önüne geçilmesi, piyasaların düzenlenmesi ve üreticilere ucuz girdi temini amacıyla kurulmuşlardır. Birlikler, bugün tarım sektöründe önemli bir role sahiptirler. Türkiye rekoltesinin; son dört yılık ortalamalara göre kütlü pamukta % 9’unu, fındıkta % 3’ünü, çekirdeksiz kuru üzümde % 13’ünü, yağlık ayçiçeğinde % 42’sini, zeytinyağında % 7’sini, zeytinde % 7’sini, soyada % 26’sını, yaş ipekböceği kozasının tamamını, gül çiçeğinin de % 36’sını ve tiftiğin % 93’ünü alarak, işleyip satmaktadırlar. Uyguladıkları alım ve fiyat politikası, piyasa fiyatlarının oluşmasında önemli bir faktördür. Tüccar ve sanayicimiz, Birliklerin alım politikasının netleşmesini takiben kendi alım pozisyonlarını belirlemektedirler. Diğer yandan, dağıttıkları aynı ve nakdi kredilerlerle, üretici ortakların girdi ve finansman ihtiyacını karşılamaktadırlar. Küçük ölçekli üreticimizin ürünlerinin ulusal ve * Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı V. 5 uluslar arası pazarlara ulaşmasında köprü vazifesini görmektedirler. Ortakların ve gerektiğinde diğer üreticilerin tek tek pazarlama imkanı bulamadıkları veya etkin ve karlı bir şekilde pazarlayamadıkları ürünlerini alıp, işleyip ve uygun pazarlar bularak satmaktadırlar. Bazı tarım ürünlerimizde, önemli markalar oluşturmaya başlamışlardır. Bu alanda, Trakyabirlik, Marmarabirlik ve Tariş Zeytinyağı Birliği’nin son yıllardaki çalışmaları önemli bir gelişmedir. Aldıkları ürünleri genelde işleyerek satmaktadırlar. Bu yolla, üreticinin ürününün katma değeri yüksek bir şekilde değerlendirmektedirler. Bazı Birliklerin bünyesinde oluşturulan AR-GE birimleri, üreticinin eğitiminde, yeni üretim tekniklerinin geliştirilmesinde önemli hizmet görmektedir. c. Birliklerin Ekonomi İçindeki Yeri Tarım satış kooperatifleri ve birlikleri, tarım sektöründe önemli fonksiyonları yerine getirmelerine rağmen, birer tarımsal üretim kuruluşu olmaktan ziyade, sınai ve ticari kuruluşlardır. Tarımsal üretim, kooperatiflerin ortaklarının kendi yetki ve sorumluluklarında yapılmaktadır. Birlikler tarafından, bu ürünler işletmelerde elden geçirilip varsa fabrikalarda sınai üretime dönüştürülmekte ve tek elden pazarlanmaktadır. Ayrıca, Birliklerce pazarın talepleri üreticiye yansıtılmakta ve bu suretle üreticinin pazar kriterlerine uygun ürün üretmesi de sağlanmaktadır. Bugün 16 birlik içinde; İlk ürün işlemlerini yapanlar olduğu gibi; Tariş, Fiskobirlik, Trakyabirlik, Karadenizbirlik gibi entegre fabrikalara sahip olanlar da vardır. Birliklerin sınai tesisleri daha çok 1970’li yıllarda ortaya çıkmış ve 1980’de gelişmiştir. Bunların gelişmesinde, Devlet destekleme alımlarının büyük payı olmuştur. Birliklerin sınai tesisleri ülke ekonomisinin güç yıllarında tarımsal sanayimizin gelişmesine öncülük etmiş ve işsizlere iş imkanı yaratarak, 6 istihdama katkı sağlamışlardır. Bu kuruluşlar, uygulanan yeniden yapılandırma programına rağmen, bugün de, yaklaşık 6.000 insanı istihdam etmektedir. Ayrıca, Birlikler depolama kapasiteleriyle de, Ülkemizin en önemli kuruluşları arasında yer almaktadır. Diğer yandan, İstanbul Sanayi Odası Dergisinin, her yıl ülke çapında üretimden satışlar, net aktif değerler, brüt katma değer, ihracat tutarı ve ücretle çalışanlar ortalaması gibi kriterleri kullanarak belirlediği 500 Büyük Firma sıralamasında bazı birlikler de yer almaktadır. Bu nedenle, kooperatif ve birlikler, yüzün üzerindeki işletme ve iştirakiyle ülke ekonomisinde önemli rol oynamaktadırlar. d. Birliklere Yönelik Uygulamalar Kooperatif ve birlikler, üreticiler arasında yaygın örgütlenmeye sahip kuruluşlar olmaları nedeniyle, tarım politikasının önemli bir enstrümanı olarak görülmüştür. Bu yaklaşımdan hareketle, gerek ülkemizdeki gerekse dünyadaki siyasi ve ekonomik gelişmelere göre bu Kuruluşların yapısını da etkileyen bazı politikalar uygulanmıştır. 1960’lı yıllara kadar kendi nam ve hesabına alım yapan birlikler, 1964 – 1994 döneminde devlet destekleme alımları ile görevlendirilmişlerdir. 1994 yılında uygulamaya konulan ekonomik istikrar tedbirleriyle, faaliyet konularına giren ürünlerin destekleme alımları kapsamından çıkarılmasıyla bu görevleri sona ermiştir. Destekleme alımı döneminde, tarımsal sanayinin bu kuruluşlar aracılığıyla geliştirilmesi ve örnek teşkil edecek tesislerin kurulması yaklaşımı da benimsenmiştir. Nitekim, Birliklerin sanayi işletmelerinin büyük bir kısmı, sağlanan fonlarla, bu dönemde kurulmuştur. 1994 yılından itibaren Birliklerin kendi nam ve hesaplarına alım yapmasına karar verilmiştir. Ancak, pratikte bu Kuruluşların kaynak yetersizliği ve tarımsal destekleme için alternatif politikaların geliştirilememesi gibi nedenlerle, Birliklerin alım faaliyetlerinin Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu’nundan (DFİF’ten) sağlanan düşük faizli kredilerle desteklenmesi ve bunlar aracılığıyla, üreticilere fiyat desteğinin sürdürülmesi politikası benimsenmiştir. Piyasa fiyatlarının aşırı düşüşünün önlenmesi, üretici gelirlerinin korunması ve piyasaların regüle edilmesi bu yolla mümkün olabilmiştir. Buna karşın, DFİF’ten kullanmış oldukları kredileri ödemede güçlük çeken Birlikler, 1 Mayıs 2000 tarihi itibariyle yaklaşık 793 trilyon TL DFİF kredisi anapara borcunu ödeyememişlerdir. e. Tahkim İşlemleri Birlikler aracılığıyla uygulanan destekleme politikaları nedeniyle, ortaya çıkan Birlik zararlarını karşılamak ve bu Kuruluşları borç yükünden kurtarmak için muhtelif tarihlerde alınan kararlarla Birlik borçları tahkim edilmiştir. f. Yeniden Yapılandırma Süreci Öncesinde Birliklerin Yaşadığı Sorunlar Üreticinin fiyat yoluyla doğrudan desteklenmesi politikasının hükümetlerce benimsendiği dönemlerde, Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri önemli yapısal sorunlarla karşılaşmışlardır. Etkinlik ve verimlilik sorunu: Kooperatif ve birlikler, kamu kaynaklarından sağlanan fonlarla plansız, etkin ve verimli olmayan yatırımlara yönelmişlerdir. Bazı birlikler, işletme kapasitelerinin üzerinde tesisler oluşturmuşlar, tam kapasite ile çalıştıramadıkları için de bu tesislerin büyük bir kısmı atıl kalmış ve zarar etmiştir. Pazarlama ve yüksek stok maliyeti sorunu: Kooperatif ve birlikler, hükümetlerin de yönlendirmesiyle, çoğu zaman, piyasaları regüle etmek, ürün fiyatlarının daha fazla düşmesini önlemek ve arz fazlası ürünlerin üretici elinde kalmasını engellemek amacıyla, kimi zaman da plansızlıktan ihtiyaçlarının üzerinde ürün almak durumunda kalmışlardır. Pazarlama olanakları yetersiz kaldığından, aldıkları ihtiyaç fazlası ürünün stok maliyetini üstlenmek duru- munda kalmışlardır. Aşırı istihdam sorunu: Birlikler birer istihdam sahası olarak görülmüş ve bu kuruluşlar, siyasi yönlendirme ve yönetim zafiyetleri nedeniyle optimal işletme ihtiyaçlarının üzerinde, niteliksiz ve yüksek maliyetli personel istihdam etmişlerdir. Finansman sorunu: Bu kuruluşların yöneticileri, hükümetlerin de yönlendirmesiyle kendilerini yarı kamu kuruluş gibi görmüşler ve gereksinim duydukları finansman için devlete bağımlı hale gelmişlerdir. Hatta, devletin finansmanı bu kuruluşlar için hayati önem taşımıştır. Bu yaklaşımın sonucu olarak, birlikler özkaynak birikimine gereken önemi vermemişler ve finans kurumlarından kredi alabilmek için de gerekli alt yapıyı sağlayamamışlardır. Aşırı müdahalecilik sorunu:1960 yılından itibaren, tarım satış kooperatif ve birliklerinin devlet destekleme alımlarında görevlendirilmesi, anılan yıldan itibaren bu kuruluşlar üzerinde kamu sektörünün vesayet yetkisinin giderek artıp, yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bu yaklaşım, bürokratik işlemleri ve kırtasiyeciliği artırdığı gibi, bir ticari işletmenin sahip olması gereken esnekliği de ortadan kaldırmıştır. Örgütlenme sorunu: Uluslararası genel kabul görmüş kooperatifçilik ilkelerine uygun bir örgütlenme kurulamamıştır. Kooperatifler, birliklerin ürün alımı, girdi dağıtımının bir şubesi gibi görülmüştür. Yetkiler tavanda toplanmış, önemli kararlar birlikler tarafından alınmıştır. Kooperatiflerin tabanda yaygınlaşması yeterince özendirilmemiş, tam tersine kooperatif sayısı mümkün olduğunca sınırlı tutulmaya çalışılmıştır. Yerel siyasi erklerin baskısıyla, sürdürülebilirliği ve etkinliği olmayan kooperatifler yaşatılmaya devam edilmiştir. Eğitim sorunu: Kooperatifçiliği tabana yayacak ve ortaklarda sahiplik bilincini geliştirecek temel bir eğitim politikası uygulanamamıştır. Bu eksiklik ise, yukarıda da belirtildiği üzere, ortaklar araksında mülkiyet ve ortaklık duygusunun yeterince gelişmesini engellemiştir. 7 II. Birliklerin Yeniden Yapılandırılması Gereği ve Yürütülen Çalışmalar yapılacağı ve bu amaçla bu kuruluşlara mali destek sağlanacağı”, 2000’li yıllara gelindiğinde, ülkemizin tarım politikasına ilişkin tercihleri değişmiş ve giderek kronik hale gelen sorunların çözüme kavuşturulabilmesi için bu tercihler çerçevesinde, Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerinin yeniden yapılandırılması bir ihtiyaç olarak görülmüştür. IMF’le yapılan “Stand-By” anlaşmasıyla uygulamaya konulan Programa destek olmak üzere Dünya Bankası’ndan temin edilen 759,6 milyon Dolar tutarındaki krediye ilişkin 27.5.2000 tarihli İkraz Anlaşması’nda da kredinin kullanılabilmesi için yerine getirilmesi gereken önlemler arasında “Bankayla sağlanacak mutabakat çerçevesinde … destekleme fiyatları reformunun uygulanacağı; bütün tarım satış kooperatifleri birliklerinin etkin bir şekilde özerkleştirileceği”, öngörülmüştür. Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerin Yeniden Yapılandırılması Programı; Ülkemizin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde AB Ortak Tarım Politikasına uyum sağlamak ve Dünya Ticaret Örgütü Tarım Anlaşması’nın getirdiği temel düzenlemeler çerçevesinde tarımı yeniden düzenlemek; Tarımsal destekler, tarımsal üretim, pazarlama ve işletme alanlarında verimliliği ve etkinliği artırmak; Suni teşvik ve subvansiyonlar yerine, daha uygun destekleme sistemlerini geliştirmek ve uygulamak; Sektörde devletin müdahalesini en aza indirerek piyasa koşullarını hakim kılmak, bu doğrultuda gerekli kurumsal ve mevzuat değişikliklerini yapmak; amacıyla uygulamaya konulan “Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARİP)”de önemli bir alt Bileşen olarak yer almaktadır. Programa ilişkin temel politikalar; 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı ile İMF’e verilen “Niyet Mektubu”nda ortaya konulmuştur: 7. Beş yıllık kalkınma planı’nda “tarım satış kooperatifleri birliklerinin yönetimlerinin özerkleştirileceği, tesis ve işletmelerinin şirketleştirileceği, kooperatifçilik işlevlerinin güçlendirileceği ve ürün borsaları ile ilgili yasal altyapının oluşturulacağı”, IMF’ye 1999 yılı sonunda verilen “niyet mektubu”nda “tarım satış kooperatif birliklerine tam özerklik sağlayan kanun tasarısının Meclis’ten geçirilerek, yapısal değişikliklerin 8 1997 yılında birlik temsilcilerinin geniş katılımı ile gerçekleştirilen “I. Üretici Kurultayı”nda dile getirilen özerlik talepleri de gözetilerek Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerini yeniden düzenleyen bir tasarı hazırlanmış ve bu tasarı 4572 sayı ile kanunlaşarak, 16 Haziran 2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. a. Birliklerin Yeniden Düzenlenmesi 16.6.2000 tarihinde yürürlüğe giren 4572 Sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun’la; Kooperatif ve Birlikler, öngörülen temel hedefler doğrultusunda, yeniden düzenlenmiştir. Genel müdür ve genel müdür yardımcılarının atanması, yatırımlarına izin verilmesi, birlik genel kurul kararlarının onaylanması gibi üzerlerindeki kamunun çok önemli vesayet yetkileri kaldırılarak, özerk bir yapıya kavuşturulmuşlardır. Ayrıca, uygulanacak yeniden yapılandırma programının yasal çerçevesi oluşturulmuştur. Yeniden yapılandırma programını uygulamak üzere de, bir Yeniden Yapılandırma Kurulu teşkil edilmiştir. b. Yeniden Yapılandırmanın Temel Hedefler Yeniden yapılandırma programı ile; Tarım satış kooperatif ve birliklerinin yapısal sorunlarının çözülmesi ve güçlü bir mali yapı ile sürdürülebilirliğin tesisi ve bu amaçla kamu kaynaklarından gerekli desteğin sağlanması, Uluslararası genel kabul görmüş ilkeler doğrultusunda, tabandan tavana doğru sağlıklı ve demokratik bir örgütlenmeyi gerçekleştirmek amacıyla ortakların katılım ve sahiplik bilincinin geliştirilmesi, Kooperatif ve birliklerin, özerk ve siyasi müdahalelerden uzak kılınarak, ortakları tarafından denetlenen ve ortaklarının belirledikleri gereksinimlere ve önceliklere göre faaliyet gösteren kuruluşlar olması, Aşırı istihdam ve mali yük getiren unsurlar giderilerek, rekabete açık ve kamu kaynaklarına bağlı olmaksızın kendi ayakları üzerinde durabilen kuruluşlar haline getirilmesi, Faaliyetlerinde ekonomik etkinlik ve verimliliği hakim kılarak, atıl veya sürekli zarar eden varlıklarının, öz sermaye yapılarını güçlendirecek şekilde değerlendirilmesi, hedeflenmiştir. c. Yeniden Yapılandırma Programı Kapsamında Getirilen Destekler Yeniden yapılandırma sürecinde, belirlenen temel hedefler ve Yeniden Yapılandırma Kurulu’nun önerileri dikkate alınarak, Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerine sağlanması öngörülen imkanlar şunlardır: Birliklerin mali yapılarını güçlendirmeye yönelik olarak 1.5.2000 tarihi itibariyle mevcut özel bünye borçlarının Hazine tarafından üstlenilerek tasfiye edilmesi, Birliklerin mali yapılarını olumsuz yönde etkileyen ve bu kuruluşlara aşırı yük getiren personel kadrolarında yapılacak düzenlemeler için gerekli tazminat tutarlarının proje kaynaklarından karşılanması, Ürün alımı için ihtiyaç duyulan finansmanın 2000 yılı bütçesinden tahsis edilen ödeneklerle (250 trilyon TL) oluşturulan “döner fon”dan karşılanması, Yeniden yapılandırma için gerekli uzmanlık ve danışmanlık hizmetinin verilmesi, Yeniden yapılandırma hizmet giderlerinin Projeden karşılanması, Kooperatif yönetici ve ortaklarının eğitimi ve bu kuruluşların kapasite oluşturmalarına teknik destek sağlanması. d. Yeniden Yapılandırma Sürecinde Birliklere Sağlanan Destekler Temel hedef ve öneriler doğrultusunda yeniden yapılandırma sürecinde Birliklerimize önemli destekler sağlanmıştır: Ürün alımında ihtiyaç duyulan finansman DFİF kredilerinden karşılanmıştır. Personel düzenlemeleri için ortaya çıkan yaklaşık 156 Milyon TL tutarlardaki kıdem ve ihbar tazminatları Proje kaynaklarından karşılanmıştır. Yeniden Yapılandırma Kurulu, Birliklerin kredibilitelerini olumsuz yönde etkileyen 01.05.2000 tarihi itibariyle 800 trilyon TL civarında olan özel bünye borçlarının silinmesini, önceki tahkim kararlarından farklı olarak, yasanın kendisine verdiği yetkiyle aşağıdaki gibi belirli performans kriterlerine bağlamıştır: Kullandığı DFİF kredileri geri ödeyebilme kabiliyeti, Birlik mali yapısını güçlendirici tedbirlerin alınması, Piyasa fiyatlarına uygun alım politikası, İşletme giderlerinin asgari seviyeye indirilmesi, Üretici ortakları ayni ve nakdi kredilerle destekleme imkanlarının geliştirilmesi. Bu kriterler kapsamında; 1 Mayıs 2000 öncesi özel bünye borçlarının silinmesi yönünde çalışmalar başlatılmış ve 13 Birliğin yürütülen faizler dahil toplam 1,267 Milyon TL tutarındaki borçları silinmiştir. Ücreti Proje kaynaklarından karşılanmak suretiyle, danışman firmalar aracılığıyla; birliklerde 9 teknik, mali, ticari, insan kaynakları ve hukuksal konularda inceleme yaptırılarak, birer yeniden yapılandırma planı ve orta/uzun vadeli stratejiler geliştirilmiştir. Bu plan ve stratejiler, kendi karar organlarınca da benimsenmiştir. niden yapılandırma uygulamalarının olumlu mali yansımalarını ortaya koymak bakımından, “iş planı” uygulaması daha işlevsel hale getirilmiştir. Sürdürülebilir bir mali yapının tesis edilmesi yaklaşımı benimsenmiştir. Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerinin yöneticileri, personeli ve ortakları için eğitim programları hazırlanmış ve aktif bir şekilde uygulanmasına başlanmıştır. Bu anlayış sonucunda, Birliklerin son beş ürün döneminde ihtiyaç duydukları finansman, 2000 Mali Yılı Bütçesinden tahsis edilen 250 trilyon TL ödeneğin “döner fon” şeklinde kullandırılmasıyla karşılanabilmiştir. Bu fon sayesinde Hazineye yük getirmeden Birliklerin faaliyet alanına giren 23 ürün yönetilebilmiştir. Muhasebe sistemlerini iyileştirmeye yönelik olarak, teknik destek verilmiştir. f. Yeniden Yapılandırma Uygulamalarından Elde Edilen Sonuçlar Hedeflenen seviyede olmamakla birlikte, ortaklarda sahiplik ve kooperatif/Birlik faaliyetlerine daha fazla katılma bilinci geliştirilmiştir. Bu gelişmeye paralel olarak, bazı kooperatif ve Birliklerde demokratik kooperatifçilik ilkelerine uygun olarak yönetim örgütlenmesi oluşmaya başlamıştır. Sağlanan desteklerle personel yapısında önemli iyileşmeler gerçekleşmiştir. 2000 yılında 12 bin olan daimi personel sayısı 2012 yılı başında 3638’e düşmüştür. Personel düzenlemeleri sonucunda Birlikler önemli tutarlarda tasarruf sağlamışlar ve asli faaliyetlerine daha fazla kaynak ayırabilir duruma gelmişlerdir.Ayrıca programı kararlılıkla sürdüren birlikler işletme giderlerini de azaltmış ve bu alanda da önemli tasarruflar sağlamışlardır. Bir çok birlik tanıtım,pazarlama ve markalaşmaya önem vermeye başlamıştır.Trakyabirlik, Marmarabirlik, Karadenizbirlik, Tariş Üzüm Birliği ve Tariş Zeytinyağı Birliği gibi bazı birlikler Pazar paylarını artırmışlardır.. Birlikler açısından mali yük getiren ve uzun süreden beri zarar eden işletmeler kapatılmış ve bu işletmelerin Birliklerin sermayesine katkı sağlayacak şekilde değerlendirilmesi yoluna gidilmiştir. Kaynak kullanımında etkinliği sağlamak ve ye- 10 Mali disiplinin sağlanması yönünde ciddi ilerlemeler sağlanmış ve öz sermaye yapılarını güçlendirmek amacıyla atıl gayrimenkullerin değerlendirilmesi yoluna gidilmiştir. g. Yaşanan Sorunlar Kooperatif ve birliklerde, alınan mali tedbirlere rağmen, işletme sermayesinde yeterlilik sağlanamamıştır. Rekolte düşüşlerinin yanı sıra, dış finansman tedarikinin yetersiz kaldığı durumlarda Birlik alım miktarlarında ciddi düşüşler yaşanmaktadır. 2000 yılı sonrasında Birliklerin fındık, pamuk, üzüm, incir, zeytin ve zeytinyağı gibi ürünlerde alım payları düşmüştür. Birçok Birliğın mevcut DFİF kredi borçlarını ödeme hususunda zorlukları bulunmaktadır. Alınan yeniden yapılandırma tedbirlerine rağmen, birçok birlik ve kooperatif gerekli karlılığı sağlayamamışlardır. Geçmişteki uygulamaların etkisiyle ortakların peşin ve yüksek fiyat beklenti ve baskıları devam etmektedir. Bazı Birliklerde Halen Kurumsal yönetim zaafları bulunmaktadır. Tüm işlemleri kayıt altında olduğundan, esnek çalışan diğer kuruluşlara göre ilave maliyetlere katlanmaktadırlar. III. Birliklerin Sorunlarına İlişkin Çözüm Önerileri Birliklerin öncelikle çözülmesi gereken sorunları ile ilgili hususlar 2008,2009,2010,2011 ve 2012 yılı Programlarında yer almıştır. Başbakanlığa gönderilmesi planlanmaktadır. Söz konusu programlarda; Birliklerin sürdürülebilir mali ve idari yapılara sahip olması, Rasyonel bir finansman modeli oluşturulması, Yeniden Yapılandırma Programına ilişkin geçici maddelerin kaldırılması amacıyla 4572 sayılı Kanunda değişiklik yapılacağı tedbirlerine yer verilmiştir. 20. yüzyılın sonlarında başlayıp 21. yüzyıl’da hızlanan küreselleşme, artan rekabet, değişen ekonomik ve sosyal ilişkiler kooperatifçilik sisteminde yeni arayışlara yol açmıştır. Ayrıca, Bakanlığımızın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 13/g hükmünde de TSK ve TSKB’ler tarafından kullanılacak ürün alım kredilerine faiz desteği sağlanması Genel Müdürlüğümüzün görevleri arasında sayılmıştır. Buna göre Tarım Satış Kooperatifleri Birliklerinin öncelikli sorunları olan; Mevcut DFİF kredi borçlarının yeniden yapılandırılması, Rasyonel ve sürdürülebilir bir finansman modelinin hayata geçirilmesi, Kurumsal yapılarının iyileştirilmesi, İşlevini yitirmiş ve fiilen uygulanamaz hale gelmiş bulunan yeniden yapılandırma sürecinin sonlandırılması, Uygulamada ortaya çıkan mevzuat eksikliğinin giderilmesi, Faaliyet konularına giren ürünlere ilişkin desteklerin bu kuruluşlar üzerinden dağıtılması, gibi hususlarda yasal düzenleme yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu amaçlarla diğer ilgili kurum ve kuruluşların görüşü alınarak hazırlanan Kanun değişikliği taslağı 2009 yılında Başbakanlığa sunulmuş ancak hükümet değişikliği nedeniyle sonuçlandırılamamıştır. Bu nedenle Bakanlığımızda yeni bir taslak çalışması başlatılmış olup sektörün ve ilgili kuruluşların görüşleri alındıktan bu yıl içerisinde IV. Geleceğe Bakış Birleşmiş milletler ve diğer uluslar arası kuruluşların giderek artan bir şekilde kooperatifçiliğin önemini vurgulayan çalışmalar içinde olması ve Birleşmiş Milletlerin 2012 yılını dünya kooperatifçilik yılı olarak ilan etmesi, dünya ölçeğinde kooperatiflere olan ilgiyi daha da artıracak ve yeni arayışlara ciddi katkıda bulunacaktır. Global ölçekte, uzun süreden beri, kooperatifçilik sistemlerini daha da geliştirme yönünde yeni yaklaşım ve politika arayışları devam etmekte ve bu çerçevede çalışmalar yürütülmektedir. Geleneksel kooperatifler yapısını, yatırımcıların sahip olduğu şirket değerleri ile birleştirmektedirler. Bu tür yeni kooperatifler, bir yandan yatırımcıyı sektöre çekerken, diğer yandan da, geleneksel pazarlama alışkanlıklarının ötesinde ortak üreticilerin ürünlerini, doğrudan pazarlama yerine işleyerek veya işleterek, katma değeri yüksek ürünlere dönüştürüp pazarlamayı hedeflemektedirler. Ortaklarının üretim girdilerini toptan ve uygun koşullarda tedarik ederek, üretimde rekabet edebilirliği ve sürdürülebilirliği sağlamak da, kooperatiflerin önemli fonksiyonlarından birini oluşturmaktadır. 21. yüzyılda artan rekabet ve bunun doğurduğu tehditler karşısında kooperatifçilik sektörlerine yönelik temelde sistemli ve birbirini destekleyen politika ve uygulama araçlarına ihtiyaç olduğu görülmektedir. Nitekim, başarılı kooperatifçilik örnekleri incelendiğinde, tarımsal kooperatiflerin başarısında aşağıdaki unsurların önemli rol oynadığı anlaşılmaktadır. Bu unsurlardaki eksiklik veya aksamalar, sistemi de başarısız kılmaktadır. 11 Kooperatif ortaklarında ortak hareket etme, sahiplik, faaliyetlere katılma bilinci, Kooperatifçilik ve kurumsal yönetim ilkelerine göre yönetim, Etkin ve yönlendirici fonksiyonel bir denetim, Ürün piyasalarında etkin çalışan bir regülasyon sisteminin varlığı, Kooperatiflerin uygulamaları ile regülasyon sistemi arasında koordinasyon, Kooperatiflerin finansman ihtiyacını karşılayan bir finansman sisteminin veya kurumsal yapılanmanın varlığı. Ülkemiz, yeni gelişmeler ve anlayışlar çerçevesinde; Kendi kooperatifçilik sektörünü geliştirmek, Sektörün sorunlarına sistematik bir yaklaşımla çözüm üretmek, Ve bir kooperatifçilik politikası oluşturmak için çalışma başlatmıştır. Bu amaçla, ülkede kooperatifçilik sektörünün önde gelen kuruluşlarıyla işbirliği içinde bir kooperatifçilik strateji belgesi hazırlığı yürütül- 12 müştür. Bu belgenin hazırlanması, resmi hükümet politikalarına yansımış ve 2011ve 2012 yılı programında da yer almıştır. 2011 Yılı sonunda tamlanıp Yüksek Planlama Kurulu Kararı alınmak üzere Kalkınma Bakanlığına gönderilen Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planı 07.05.2012 tarihinde ilgili Bakanlıkların imzasına sunulmuştur. Eylem planında yer alan 36 eylemin hayata geçirilmesi ile Tarım Satış kooperatiflerimiz dahil tüm kooperatiflerimiz çağdaş bir kooperatifçilik yapısına ulaşılmış olacaktır. Kooperatifçilik stratejisi ve eylem planı resmi bir belge hüviyetini kazandıktan sonra da Bakanlığımız politikası eylem planında öngörülen hedefler çerçevesinde yürütülecektir. Sonuç olarak; 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Hakkında Kanununda yapılacak düzenlemeler ile Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planını hayata geçirilmesi sonucunda, Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerinin gelişmiş ülkelerdeki örneklerine uygun olarak tarımsal ürünlerin üretimi ve pazarlanması konusundaki etkinliği ve önemi her geçen gün daha da artacaktır. SİVİLTOPLUM ÖRGÜTLENMESİNDE PANKOBİRLİK GERÇEĞİ Turgut AĞIRNASLIGİL * NASIL KURULDU? Pancar ekicileri; 1951 yılında Türkiye Şeker Sanayii’nin genişletilmesi konusunda alınan kararların uygulamasıyla kooperatifler halinde teşkilatlanmaya başlamıştır. Ülkemizin artan şeker ihtiyacını karşılamak üzere yeni fabrikaların kurulması için gerekli sermayenin oluşumu yanında, şeker sanayiinin hammaddesinin temini amacıyla, çiftçi potansiyelinden yararlanılması fikri pancar kooperatiflerinin kurulması çalışmalarının esas hareket noktası olmuştur. Bu amaç doğrultusunda çiftçilerin tek başına fabrikaya ortak olmalarından çok, toplu halde meydana getirdikleri bir kuruluşun sermayeye katılması, güçlenme yönünden daha uygun görülmüş ve bu oluşumu ilk olarak gerçekleştiren pancar üreticileri de “Adapazarı Pancar Ekicileri Kooperatifi”ni kurmuşlardır. Bu teşebbüsle ekicilerinin ilk kez teşkilatlanması ve kooperatif halinde şirket sermayesine sahip olması da bir dönüm noktası olmuştur. Bu çalışmalar diğer şeker fabrikalarının kuruluşlarında da yapıcı rol oynamış ve şeker sanayiinin gelişme programının hayata geçirilmesinde önemli unsur olmuştur. O tarihten bu yana kurulan şeker fabrikalarına paralel olarak sayıları bugün 31’e ulaşan ve ortak sayıları 1,6 milyonu aşan pancar kooperatifleri, Birlik olmanın verdiği güçle de ülke tarımının gelişmesine önemli katkılar yapmıştır. * Pankobirlik Ülke ekonomisine ve tarımına bu katkılar yapılırken de kendisi, bağlı kooperatifleri ve iştirakleri dâhil Devletten herhangi bir destek almamış ve faaliyetlerini ortaklarının kendi sermayeleri ile oluşturduğu özkaynaklarından karşılamıştır. 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun kabulü sonrası Pancar Ekicileri Kooperatifleri, Birlik kurmak üzere teşebbüse geçmiş ve Raiffeisen modeli benimsenerek, ülkemiz kooperatifçiliğinde önemli bir kilometre taşı olan PANKOBİRLİK 31.03.1972 tarihinde kurulmuştur. Pankobirlik’in faaliyete geçmesinden sonra, özellikle ülkenin ekonomik gelişimine paralel olarak, şeker sanayiinin de geleceğinin garanti altına alınabilmesi amacıyla pancarın dışındaki ürünlerin Pancar Kooperatifleri tarafından değerlendirilmesi kabul edilmiş ve Ana sözleşmeler tadil edilerek Kooperatifler çok amaçlı hale dönüştürülmüştür. Pankobirlik’i genel anlamda tanımak ve tanımlayacak olursak; “Ülkemizin 64 ilinin, 7.500 yerleşim biriminde pancar üretimi yapan, yaklaşık 1,6 milyon ortağıyla, 31 pancar kooperatifinin 300’e yakın şubesi, 7 kooperatif şeker fabrikası, (Adapazarı, Amasya, Kayseri, Boğazlıyan, Konya, Çumra, Kütahya(%16,68)) ve 50’nin üzerinde tarımsal amaçlı iştirakiyle, Devletten bugüne kadar herhangi bir destek almadan, tamamen üyelerinin kendi imkânlarıyla oluşturduğu sermayeleri ile ortaklarının tarımsal faaliyetlerinde kullandıkları her türlü girdinin teminini, dağıtımını, denetimini ve koordinasyonunu yapan Pancar Kooperatiflerinin üst örgütü ve temsilcisi Ge- 13 nel Müdürlüğü’dür. Ortaklarının her türlü tarımsal girdilerini temin ve tevzi eden PANKOBİRLİK, tüm iştirakleriyle beraber ülke sathında etkili ekonomik ve sosyal işlev gören, demokratik yapıya sahip en büyük çiftçi kuruluşlarından birisidir. İŞTİRAKLERİ? 1951 yılında mevcut 4 şeker fabrikasının, (Alpullu, Uşak, Eskişehir ve Turhal) ülkenin artan şeker ihtiyacını karşılayamaması nedeniyle, şeker sanayiinin genişletilmesine karar verilmiştir. Bu amaçla yeni pancar ekim sahaları meydana getirilerek şeker fabrikalarının sayısı artırılmış ve bu suretle artan tüketimin karşılanması sağlanmıştır. Bu büyük projeye karar verilirken hareket noktası, çiftçinin fabrikalara yalnız pancarını teslim eden bir üretici değil, aynı zamanda pancarını götürdüğü fabrikanın sahibi olma ilkesi benimsenmiştir. Bu işin hayata geçirilebilmesi için en uygun yolun, pancar çiftçilerinin kooperatifler halinde teşkilatlanması olduğu düşünülerek, Pancar Ekicileri Kooperatiflerinin kurulmaları sağlanmıştır. Çiftçilerin kooperatifleri kanalıyla yeni kurulan Şeker Fabrikalarının sahibi olması 1953-1956 yılları arasında yeni kurulan 11 şeker fabrikasının hepsinin özel A.Ş. olarak kurulmasına neden olmuş ise de, üreticilerin ve kooperatiflerinin o zamanki ekonomik şartları buna müsaade etmemiş ve ancak Adapazarı, Amasya, Kayseri, Konya ve Kütahya Şeker Fabrikaları Pancar Kooperatiflerinin sermayelerine iştirak ettikleri kuruluşlar olmuştur. Bu adım atıldıktan sonra şeker sanayi ve pancar çiftçilerinin ülkenin değişen ve gelişen ekonomik ve sosyal şartlarının tabii bir sonucu olarak dışa bağımlı olmadan ihtiyaçlarını karşılayacak ve kendine yeterli gerekli entegrasyonun sağlanması düşünülmüş ve dikkatli, planlı ve tedbirli hareket edilmiştir. 14 İzlenen iştirakler politikası çerçevesinde, pancar dışındaki ürünlerin değerlendirilmesini sağlayacak muhtelif yerel kuruluşların; bizzat Pancar Kooperatiflerinin öncülüğü ile kurulması veya kurulmuş bulunanlara iştirak edilmesi gerçekleştirilmiş, buna istinaden; daha pek çok tarımsal amaçlı müesseseler ile muhtelif yem ve süt fabrikalarının kurulmaları sağlanmıştır. Şeker sanayi ve ortağı olan pancar çiftçilerinin dışa bağımlı olmadan ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ortaklarımızın ürünlerinin değerlendirilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması yönelik yeni kuruluşlar oluşturulmuş, kurulmuş tesislere ortak olunması yönünde çalışmalar yapılmış veya dünyada değişen konjonktür ve ihtiyaçlar paralelinde yeni yatırımlarda bulunulmuştur. Bunun sonucu olarak Pankobirlik’e bağlı Pancar Ekicileri Kooperatiflerinin çoğunluk hissesine sahip olduğu veya ortağı bulunduğu kuruluşlarımızın faaliyet konuları bakımından açılımı şöyledir; - 7 Adet Şeker Fabrikası, - 1 Adet Etanol Tesisi, - 1 Adet Alkol Tesisi - 1 Banka Hissedarlığı, - 1 Adet Sigorta Şirketi, - 1 Adet Dondurulmuş Parmak Patates ve Cips Fabrikası - 1 Adet Damla Sulama Fabrikası, - 1 Adet Tohum Üretim Tesisi - 2 Adet Damızlık Hayvan İşletmesi - 1 Adet Et Entegre Tesisi - 1 Adet Sıvı Şeker Tesisi, - 1 Adet Su Dolum Tesisi - 1 Adet Süt ve Süt Ürünleri Fabrikası, - 1 Adet Sert Şekerleme Tesisi, - 1 Adet Çikolata Tesisi, - 13 Adet Yem Fabrikası, - 16 Adet Tarımsal Amaçlı İştirak, - 18 adet çeşitli konularda faaliyet gösteren kuruluşu, - Çeşitli Kömür İşletmelerinde Değişik O- ranlarda Hissedarlık olmak üzere toplam 50’nin üzerinde iştiraki ve yatırımı ile ortaklarına hizmet, ekonomiye katkı sağlamaktadır. ŞEKER ÜRETİMİNDEKİ YERİ? - Ülkemize ve üreticilerimize hizmet etme noktasında yeni hedeflere doğru kararlı adımlarla ilerleyen Pankobirlik, yatırımlarına devam etmektedir. Adapazarı, Amasya, Kayseri, Çumra, Konya, Boğazlıyan ve Kütahya Şeker Fabrikaları Pancar Kooperatiflerinin kurdukları sanayi kuruluşları olmuştur. - Kooperatif Fabrikaları yapılan modernizasyon çalışmaları ve kapasite artırım yatırımlarıyla ülkemizin en verimli ve modern fabrikaları haline gelmiştir. Bu fabrikaların ülke şeker üretimde ki payı yaklaşık %40’dir. - 2004 yılında sektörde bir ilk olarak sermayesinin tamamı pancar üreticilerine ait, en son teknolojilerin kullanıldığı Çumra şeker fabrikası bir takvim yılı gibi kısa bir sürede faaliyete geçirilmiştir. Birçok ilki bünyesinde barındıran bu fabrika şeker üretiminin yanı sıra, ülkemizin pancardan sıvı şeker üreten ilk ve tek fabrikası olarak ta tarihe geçmiştir. Bunun yanı sıra bünyesinde kurduğu Biyoetanol tesisi ile çikolata ve şekerli mamuller fabrikasıyla tam anlamıyla bir entegre tesis özelliği taşımaktadır. - Adapazarı Şeker Fabrikası A.Ş. nin Özelleştirme İdaresine ait %95,37 lik hissesi Adapazarı Pancar Ekicileri Kooperatifince alınarak pancar üreticilerimize kazandırılmış, Ayrıca Boğazlıyan Şeker Fabrikası da Kayseri Şeker Fabrikasının 2. Fabrikası olarak 8 Kasım 2006 tarihinde üretime başlatılmıştır. EKONOMİYE KATKILARI? Bugün gelinen noktada ülkemiz kooperatifçiliğinde örnek bir model olan Pankobirlik; Demokratik yapısı, hedeflerini gerçekleştirme yönünde gösterdiği azim ve kararlılık, faaliyetlerinin gerek tarımsal ve gerekse ekonomik açıdan ortaya koyduğu sonuçlarla, kooperatifçiliğin nasıl yapılması gerektiği konusunda referans olarak gösterilmelidir. Bu durumu, Birliğimizin gerçekleşen 2010 faaliyet yılı rakamlarıyla da ortaya koymamız mümkündür. Daha önce de ifade edildiği gibi, kuruluşundan bugüne yaptığı yatırımlarla ülke tarımına ve sanayisine önemli eserler kazandıran Pankobirlik; 1,6 milyonu aşan ortağı ile büyük bir sosyal güç iken, aynı zamanda kooperatifleri, şeker fabrikaları ve diğer iştirakleriyle beraber 550 milyon $ sermayeye sahip önemli bir ekonomik güç haline de gelmiştir. Bulundukları yörelerin sosyo ekonomik yapısını iyileştiren ve kırsal kalkınmanın bir bakıma öncülüğünü yapan kuruluşlarımız, yaklaşık 6.300 kişiye sağladığı iş imkânıyla da, istihdam gibi ülkemizin en önemli meselesinin çözümüne ciddi anlamda destek sağlamaktadır. Ortaklarını yıl içerisindeki üretim faaliyetleri boyunca destekleyen kooperatiflerimiz ve iştiraklerinin, üretim maliyetlerinin düşürülmesi ve üreticilerimizin uluslararası piyasalardaki rekabet gücünün artırılması yönündeki çalışmalarının da, çiftçiye verilen desteklerin tamamına yakınının kaldırıldığı günümüzde oldukça önemlidir. Kooperatiflerimiz ve kuruluşları her türlü işlemini belgelendiren ve kanunlara ve kurallara uygun çalışan kuruluşlardır. Bu nedenledir ki geçen yıl ülkemiz hazinesine ödediği 70 milyon dolar vergi ile ülkesini ve milli değerlerini sevdiğini ortaya koymuş ve sahibi olduğu şeker fabrikaları ile de bulunduğu yörelerde vergi rekortmeni olmuşlardır. Daha birçok konuda ilkleri gerçekleştiren Birliğimiz; mevcut sosyal ve ekonomik gücüne, kooperatiflerinin bir araya gelerek, yani “Birlik” ruhu altında, beraber hareket ederek ulaşmıştır. Ülkemiz şeker sektöründe son yıllarda yaşanan olumsuz gelişmelerin ve uygulanan politikaları pancar üreticisi ortaklarımızın lehine çevirmemizde, sahip olduğumuz bu güç sayesinde 15 mümkün olabilecektir. ÇEVRECİ Çevrenin korunması canlı, cansız bütün doğal hayat için ileri derecede önem taşımaktadır. Dünyanın her yerinde yaşanan çevre tahribatı sorununa yakın gelecekte acil ve kalıcı çözümler bulunması zaruridir. Bu da etkili bir çevre koruma, kaynakların azami ölçüde yeniden kullanılmasına imkân veren, aşırı tüketim ve israfı asgari seviyede tutan yöntemlerin ve tedbirlerin geliştirilip uygulanması ile mümkündür. Özellikle büyük sanayi kuruluşlarının çevreye verdikleri zararın minimuma indirilmesi ve doğal dönüşümün sağlanmasına yönelik yatırımlar yapılmalıdır. İştirakleri vasıtasıyla büyük sınai yatırımlara imza atan Pankobirlik, sosyal sorumluluğu ile toplumsal fayda içeren aktivitelerde bulunarak çevreye büyük yatırımlar yapmıştır. Pankobirlik Konya Şeker Fabrikası vasıtasıyla birçok kuruluşa öncülük etmesi gerektiğine inandığımız ağaçlandırma konusunda da önemli çalışmalar yapmaktadır. 2004 yılında başlatılan ağaçlandırma seferberliği ile her yıl 1 milyon fidanın toprakla buluşturulması hedeflenmiş, aynı yıl Konya ve bölgelerinde bulunan değişik karayolu güzergâhları üzerine 1 milyon fidan dikilmiştir. Bugüne kadar 1.500 kilometre köy yolunu iki taraflı olarak ağaçlandırılmış, daha sonra ana yollarda da ağaçlandırma işlemine başlanmıştır. dikmek için yeni projelerde oluşturulmuştur. Son olarak Konya-Karaman karayolu üzerindeki Kaşınhanı mevkiinde 360 dekarlık boş ve kullanılmayan alana ağaç dikilerek bölgede “Şeker Ormanı” oluşturulmuştur. 10 bin değişik türde fidanın dikildiği Şeker Ormanının çevresi de koruma altına alınmıştır. Çumra Şeker Fabrikası civarındaki 150 dekarlık bir alan da ağaçlandırılmış, 7 bin değişik türde fidan dikimi gerçekleştirilmiştir. Ağaçlandırma çalışmalarıyla hem bölgeye bir güzellik katan ve hem de çevre konusunda büyük bir duyarlılığın başlamasına ön ayak olan Pankobirlik, diktiği ağaçlarla hububat zararlısı Süne ile mücadelede de etkin bir rol oynayacaktır. SONUÇ Tarım sektöründe tarımsal girdi sağlanması, dağıtımı ve ürün değerlendirme kooperatifleri grubunda yer alan ve 1163 Sayılı Kooperatifler Yasasına göre kurulan PANKOBİRLİK; - Kuruluş amaçları, - Kuruluş biçimi ile güçlü organizasyon yapıları - Devlet-Kooperatif ilişkilerinde sağladıkları denge, - Hizmetlerin tabana iletilmesindeki başarıları, Konya-Ankara karayolu üzerindeki Yeniceoba-Kulu makası arasındaki yolun da çift taraflı ağaçlandırılması yapılmış ve bu güzergâha 70 bin ağaç dikilmiştir. - Tarım kesiminin kalkınma çabalarına etkili bir biçimde katkıda bulunan örnek nitelikte yapısal bir özellik taşıdıklarını ortaya koymaktadır. Toprak analizi sonucuna göre uygun cins fidanlar dikilmiş, bakım ve sulamaları da yapılmak suretiyle koruma altına alınmıştır. Faaliyetlerini amaçları doğrultusunda başarı ile sürdüren PANKOBİRLİK, bünyesindeki kooperatifler üzerinde işbirliği ve karşılıklı anlayışın gerektirdiği disiplin ve etkinliğe sahiptir. Bu projelerle yetinilmeyerek daha çok ağaç 16 TARIM SATIŞ KOOPERATİFLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Dr. Oktay TUNCAY Ülkemizde ve dünyada kooperatifçilik hareketleri ekonomik ve sosyal nedenlere dayanarak doğmuş ve gelişmiştir. Kooperatifleşmeyi kurum olarak kabul ettiğimizde kurum insanların sosyal, psikolojik ve ekonomik yapısından kaynaklanan değişimleri izleyen ve değişkenlerden yapıcı alternatifler bulmaya çalışan bir güç olarak görmekteyiz. İnsanların birbirlerine destek olmaları ve elbirliğiyle meydana getirecekleri sosyal örgütler sayesinde birçok sorunu çözecekleri muhakkaktır. İşte, kooperatifçilik hareketini insanların birbirlerine yardım ve dayanışma bilincini güçlendirmek gayesiyle yaptıklarını ve ortak bir teşebbüs kurma özgürlüğü olduğunu söyleyebiliriz. Tarım Satış Kooperatifleri bir ülke ekonomisi için önemli işletmelerdir. Tarım satış kooperatifleri, yerel çiftçilerin ürettikleri tarımsal ürünlerin ticareti, işlenmesi ve pazarlanması faaliyetlerini yürüten kuruluşlardır. Çiftçiler, genellikle ölçek ekonomisinin faydalarını gözeterek kooperatifleşme yoluna giderler. Aynı bir tarımsal üretim alanında faaliyet gösteren birçok çiftçi, pazarda daha güçlü duruma gelebilmek için kooperatif kurar. Ayrıca, tarım satış kooperatifleri aracılığıyla ürünlerinin katma değerini de artırırlar. Tarım satış kooperatifleri, yerel çiftçilerin ürettiği pamuk, ayçiçeği, fındık, üzüm, zeytin, incir, vb işlenmemiş ürünleri alır, işler ve yine ortaklarına satar veya dağıtır. Kooperatifçiliği kurmayı benimsemiş insanlar ortak duygu, yardımseverlik, eşitlik ve kardeşlik kavramları ile mücehhez olmalıdırlar. Yeter derecede ekonomik güce sahip olmayan, meslek ve geçimlerine ilişkin ihtiyaçlarını karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle gidermek isteyen insanlar aynı zamanda kooperatifçiliğin ne demek olduğunu bilmek zorundalar. İçgüdüleri ile kooperatifçiliğe giren, üye olan insanlar ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının iyi bir biçimde kanalize edilip edilmediğinin bilincinde bulunulmalıdır. Bilinçlenme bir eğitim ve kültür meselesidir. Kooperatif sistemde üyeler kendileri tarafından seçilen üst organlar vasıtasıyla yönetilmek isterler. Seçilen yönetim, üyelere güven vermeli, üyeler de yönetime güven duymalıdır. Bilindiği üzere Türkiye’de Tarım Satış Kooperatifleri, Atatürk’ün sağlığında ve 21.10.1935 tarihli 2834 sayılı yasayla kurulmuşlardır. Kuruluş amaçları, kendi ortaklarının çıkarlarını korumak ve onlara üretim, pazarlama kolaylıkları ve kredi imkânları sağlamaktır. Kuşkusuz bu kooperatifler tarihsel bir boşluk içerisinden gelip birden¬bire ortaya çıkmamışlardır. 1929 ekonomik bunalımının, bunların tarihsel gelişimlerinde önemli etkisi ve anlamı vardır. Bu ekonomik bunalımın olumsuz etkileri karşısında ve mevcut şartlarda, güçsüz bir özel sektörle ekonomik kalkınmanın yürütülemeyeceğinin anlaşılması üzerine ekonomik politikada değişikliğe gidilmiştir. Geçici bir dönem için de olsa özel sektörcülük anlayışı yerini ekonomide devletçilik politikasına terk etmiş, böylece 17 devletçilik, ekonomik bunalıma zorunlu bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Burada bir hususa açıklık getirmek gerek. Devletçilik tepkisi dönemin şartlarında yalnızca ekonomik bunalıma karşıdır, yoksa kapital¬ist gelişmeye değil. Yani devletçilik olgusu, kapitalist gelişmeyi hızlandırma amacına dönük geçici bir uygulama niteliğindedir. Devletçilik dönemi olarak ifade edilebilecek 1932-1939 tarihleri arasında sanayi alanında, devletçilik adına az zamanda çok büyük işler yapılmış, özel sektöre yardımcı olmak ve başarılı faaliyet ortamı sağlamak için gerekli ön girişimler süratle gerçekleştirilmiştir. Devletçilik politikasının, tarımsal kesimdeki aynı amaçlı girişimlerinin en önemlisi ise Tarım Satış Kooperatiflerinin oluşturulması olmuştur. Böylece, küçük üreticilerin değil onu yönlendirmek isteyenlerin çabalarının bir ürünü olarak, Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Yasası yürürlüğe konulmuştur. Yasa, kooperatifleri ortak ürünlerini değerlendirmek amacıyla kurul¬muş teşekküller olarak düşünmekte ve yalnızca istisnai bir hale münhasır olmak üzere bu kooperatiflerin devlet adına destekleme alımlarıyla görevlendirilebileceklerini öngörmekteydi. Amaç, küçük üreticiyi örgütle¬mek ve onu özel girişimciliğin güçlü bir unsuru olarak ekonomik yaşama sokabilmekti. 1935 yılından başlayarak yaklaşık 20-25 yıl boyunca sürdürülen, yalnızca görünüşü kurtarmaya dönük bu çabalardan somut bir sonuç elde edilemedi. 1935-1955 tarihleri arası olarak belirlenebilecek bu dönemde, küçük üreticilerin örgütlenebilmesi için sürdürülen çabalara belki çaba demek bile yanlıştır. Başlı başına ayrı bir inceleme konusu ola¬bilecek bu dönemin analizine girişmeden, bir genelleme ile yetinmek zorundayız; “1935 - 1955 döneminde özellikle 1940’lı yıllardan sonra, Tarım Satış Kooperatiflerinin gelişmesine ve güçlenmesine çaba gösterilmemiş, imkân sağlanmamıştır.” 18 Kooperatifçiliğin gelişme ve güçlenmesine devlet desteği sağlama bir yana bu kooperatiflerin, kooperatif olmaktan çıkarılması yönünde elden gelen her şey yapılmış, yasada yalnızca istisnai hallerle sınırlı olmak üzere ve Bakanlar Kurulu Kararnamelerine dayalı kılınan “ortak dışı alımlar” olayı, 1957 yılından başlayarak ve 1964’den sonra devrin hükümetlerince gittikçe genişletilerek süreklilik kazandırılan “Devlet Destekleme Alımları”na dönüştürülmüştür. Böylece, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri, yasada öngörülmemiş bulunmasına rağmen hukuka aykırı bir biçimde, Devlet Destekleme, Alım Politikalarını uygulayan birer devlet ofisi durumuna getirilmişlerdir. Devlet ofisi niteliği, bu kooperatifleri, küçük üreticilerin örgütlenmesini pratikte engelleyen ve onların sistemin denetimi altına alınmalarını sağlayan birer kuruluş konumuna sokmuştur. Yeri gelmişken hemen belirtmek gerekir ki, 1935 tarihli 2834 sayılı yasa çok defa söylendiğinin aksine Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerini Devlet Ofisi olarak düşünmemiş aksine, gerçek anlamda birer kooperatif teşekkül olarak tutarlı bir hukuki yapıya sahip kılmıştır. Kooperatifçilik ilkelerinin tüm kuralları (uyum dönemi için düşünülen bazı istisnai düzen¬lemeler dışında) göz önünde bulundurularak çıkarılan bu yasa, sanırız Türk kooperatifçiliği için oldukça yeterli bir dış dinamik oluşturmuştur. Birlik genel müdürlerinin ilgili Bakanlıkça atanıp görevlerinden alınmasına ve genel kurul kararlarının ilgili Bakanlıkça onaylanmasına ilişkin olup kooperatifçiliğin “Demokratik Karar Alma Serbestisi” ilkesine aykırı olduğu savunulan hükümlerinin ise, Türkiye Cumhuriyetin kooperatiflerle ilgili bu ilk yasasında yer alan, vesayet dönemi için öngörülmüş geçici nitelikte hükümler olduğu ileri sürülebilir. Muhtemeldir ki, kooperatifçilik anlayışının ülkede filizlenip yeşermesine paralel olarak, kooperatifçilik ilkelerine ters bu istisnai hükümler, küçük üreticilerin örgütlülüğü ve dinamizmine de bağlı olarak yasa metninde çıkartılabilecekti. Kooperatifçiliğin başlangıç dönemlerinde Almanya ve İngiltere gibi gelişmiş batı ülkelerinde de görülen bu başlangıç vesayetinin, 2834 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Yasası’nın bir eksikliği olarak değil ama dönem koşullarının gerekliliği şeklinde değerlendirilmesinin daha tutarlı olacağı düşüncesindeyiz. Kaldı ki, 1935 tarihli bu yasa, geçen süre içerisinde tam anlamıyla uygulanabilmiş de değildir. Yasanın öngörmediği, “Devlet Destekleme Alımları” uygulaması, zorlama bir yorumla yasa kapsamında değerlendiril¬miş ve hukuka aykırı olarak sürekli hale getirilmiştir. Devlet Destekleme Alımlarının sürekli hale getirilmesi, birliklerin Tarım Satış Kooperatifleri yasası ile değil Devlet Destekleme Alım Kararnameleri hükümleriyle yönetilmesi sonucunu ortaya çıkarmış, kâr ve zarar devlete ait olmak üzere belli bir komisyon karşılığı yürütülen bu işlemler sonucu bir kısım birlikler, devlet ofisi konumuna sokulmuşlardır. Devlet Ofisi konumu, birlik yöneticilerinin ortaklarına karşı sorumsuzluğu durumunu ortaya çıkarmış, öyle ki kooperatif genel kurullarında eleştiri getiren ortaklara verilen cevaplar “... Yapmış olduğumuz işlemler size değil artık devlete ait olmuş olan mal-larla ilgilidir. Bizlere çalışmalarımızın hesabını siz ortaklar değil ancak devlet sorabilir...” mantığına kadar götürülmüştür. Kaldı ki, mevcut uygu¬lamalar karşısında ileri sürülen bu mantığın yanlış olduğu da söylenemez. Yanlışlık, Devlet Ofisleri aracılığıyla Devlet adına yürütülebilecek Destekleme Alımlarının kooperatifler aracılığıyla yürütülmesinden kay-naklanmaktadır. Birlikler aracılığıyla yürütülen devlet destekleme alımları uygulamalarının gerek hukuki ve gerekse pratik açıdan ortaya çıkardığı sakıncaların kooperatifçiliğe inananlarca ve az sayıdaki küçük üretici örgütlerince giderek yükselen bir sesle ifade edilmesi üzerine, zamanın hükümeti zaten yeterince uygulama ortamı da bulamamış olan bu yasayı (1935 tarihli ve 2834 sayılı), 30.4.1985 tarih ve 3186 sayılı yasayla yürür¬lükten kaldırmıştır. Getirilen bu yeni düzenlemeyle, “Devlet Destekleme Alımları”nın Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri aracılığıyla sürekli bir biçimde gerçek¬leştirilmesi uygulaması için gerekli yasal dayanak sağlanmış ve ayrıca bir¬liklerin yönetim ve denetim yapıları kamu personeli ile takviye edilerek, bunların “Devlet Ofisleri” şeklinde çalışmaları için gerekli hukuki ve fiili ortam sağlanmıştır. Çıkarılan yeni bir yasa ile devlet destekleme alımları ile görevlendirilen Tarım Satış Kooperatiflerini gerçek anlamda birer kooperatif olarak nitelendirmek imkânı fiilen olduğu kadar hukuken de ortadan kalkmış böylece 2834 sayılı yasada mevcut olan ancak Devlet Destekleme alımları nedeniyle yıllardır uygulanamamış bulunan yasa hükümleri, yeni yasayla büyük ölçüde değiştirilerek, kooperatifçilik kurallarına aykırı mevcut uygulamaların hukuki temele oturtulması sağlanmıştır. Tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin hukuken kooperatif oldukları halde neden gerçek birer kooperatif gibi çalışmalarına imkân ver-ilmediği şeklinde uzun yıllardan bu yana işbaşındaki hükümetlere karşı ileri sürülen eleştirileri sürdürmek imkânı kalmamıştır. Ticari unvanları kooperatif olarak muhafaza edilmekle birlikte, Tarım Satış Kooperatifleri çıkarılan 3186 sayılı yeni yasa ile birer “Devlet Ofisi” niteliğine dönüştürülmüşlerdir. Son olarak, Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerini yeniden düzenleyen 4572 sayılı Kanun 16 Haziran 2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 4572 Sayılı Kanun Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerinin özerkleştirilerek yeniden yapılandırılması, uygulamaya konulan Tarım Reformu Uygulama Projesi’nin önemli bir parçasını oluşturmaktadır Anılan Kanunla çok önemli yapısal değişiklikler ve yenilikler getirilmiştir. Kabul edilen yasa ile TSKB’lerin yeniden yapılandırıl- 19 ması sürecinde birliklerin görüşleri doğrultusunda yeni bir ortak ana sözleşme hazırlanmış ve bu ana sözleşme Bakanlar Kurulu’nca kabul edilmiştir. Dünya Bankası’ndan temin edilen kredi desteği ile ülkemizde tarım reformu uygulama projesi (ARİP) adı altında bir yapısal dönüşüm programı 2000 yılından itibaren uygulamaya konulmuştur. Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerinin yeniden yapılandırılması; Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca yürütülen doğrudan gelir desteği ve alternatif ürün programlarıyla birlikte, ARİP’in önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Birlikler 1960’lı yıllara kadar kendi nam ve hesaplarına ürün alımı yaparak faaliyetlerini sürdürmüşler, bu yıllarda devlet destekleme alımları uygulaması başlamıştır. Birlikler yıllar itibariyle belirlenen farklı sayıdaki üründe devlet adına alım yapmışlardır. Birliklerin hizmet komisyonu karşılığı devlet adına üreticilerden ürün aldığı bu dönem, birliklerin sınaî tesislerinin en fazla ortaya çıktığı ve büyüdükleri yıllar olmuştur.1994 yılından başlayarak birliklerin destekleme alımı yapması uygulamasına son verilmiştir. Halen kendi adlarına alım yapan birliklerin finansman ihtiyaçları destekleme ve fiyat istikrar fonundan verilen kredilerle karşılanmaktadır. 4572 sayılı Yasa ile birlikte, birliklere sağlanacak mali desteklere sınırlandırma getirilerek, birliklerin daha çok kendi mali imkânları ile ürün almaları hedeflenmiştir. 4572 sayılı Kanun ile Tarım Satış Kooperatifi ve Birlikleri için özellik arz eden (sermaye, çalışma konuları, temsil ve genel müdürlük gibi) ana konular düzenlenmiştir. Birçok hususta, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu ile örnek ana sözleşme hükümlerinin uygulanması öngörülmüştür. Bakanlığın kooperatif ve birliklerin kuruluşundaki takdir yetkisi kaldırılmış, güçsüz ve etkin olmayan oluşumları önlemek için kooperatiflerde kurucu ortak sayısı 30’a çıkarılmıştır. Ortaklık paylarının rehin ve haciz edi- 20 lemeyeceği esası korunmuştur. Kooperatif ve birliklerin ilk işleme hüviyetindeki işletme ve tesisleri dışında kalan sonraki üretim aşamaları için kuracakları iktisadi işletmelerin anonim şirket statüsünde kurulması kuralı getirilmiştir. Birliklerin sahip oldukları mevcut sanayi tesislerini anonim şirket haline dönüştürmelerinin önünde önemli bir engel teşkil eden vergiler için muafiyet sağlanmıştır. Personel işlemlerinde kooperatif ve birlikler tamamen yetkili kılınmıştır. Genel müdür ve genel müdür yardımcılarının atanması, yatırımlarına izin verilmesi, birlik genel kurul kararlarının onaylanması gibi kooperatif ve birlikler üzerindeki kamunun çok önemli vesayet yetkileri kaldırılarak bu kuruluşlar özerkleştirilmiştir. Sağlıklı bir üst örgütlenmenin gereği olarak kooperatiflerin, bağlı bulundukları birliğin kanun ve ana sözleşmelere aykırı olmamak koşuluyla faaliyet konusuna ilişkin olarak belirleyeceği ilke ve esaslara uyması zorunluluğu konulmuştur. Kooperatif ve birliklerin işlem, hesap ve varlıkları ile mali tablolarının bağımsız denetim kuruluşlarına denetlettirilmesi imkânı getirilmiştir. Birçok önemli hususu düzenleyen örnek ana sözleşmelerin birliklerin de görüşü alınarak Bakanlığımızca hazırlanması veya değiştirilmesi ve Bakanlar Kurulu Kararıyla Resmi Gazete’de yayımlanması kuralı getirilmiştir. Bu kuruluşlar için özellik arz eden bazı konulardaki vergi, resim ve harç muafiyetleri korunmuştur. Yeniden yapılandırma döneminde, kooperatif ve birliklerin yeniden yapılandırılması için uygulanacak bir programın yasal bir çerçevesi oluşturulmuş ve bu amaçla bazı destekler sağlanmıştır. Yeniden yapılandırma konularında çalışma, inceleme ve önerilerde bulunmak üzere yedi üyeden oluşan bir yeniden yapılandırma kurulu teşkil edilmiştir. Türkiye’de, tarım sektörü içindeki ekonomik örgütlenmenin en büyük ağırlığını tarımsal kooperatifler taşımaktadır. Bugün ülkemizde tarım kesiminde hizmet veren kooperatifler üç farklı yasa ile kurulup, yönetilmektedir. Bunlardan; ülkenin tarımında ve tarımsal ticaretinde büyük öneme sahip olan tarım satış kooperatifleridir. Halen 324 birim kooperatife üye 17 kooperatif üst birliğinde örgütlenmişlerdir. Bu üst birlikler; TARİŞ(Pamuk, zeytinyağ, İncir,Üzüm konusunda dört birlik), FISKOBIRLIK, ÇUKOBIRLIK, KOZABIRLIK, ANTBIRLIK, MARMARABIRLIK, GÜLBIRLIK, TRAKYABIRLIK, KARADENIZBIRLIK, KAYISIBIRLIK, GÜNEYDOGUBIRLIK, TASKOBIRLIK, TIFTIKBIRLIK ve GAP BİRLİK’tir. (www.tgm. sanayi.gov.tr-08.05.2012) Birim kooperatiflere ortak toplam 600 000 civarında çiftçi mevcuttur. Çalıştıkları ürünler itibariyle bir çoğu kendi sanayilerini kurmuşlardır. 2000 yılında çıkarılan 4572 sayılı kanun ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve diğer bakanlıklarla olan organik bağı eskisine göre zayıflamıştır. Ancak, bazı önemli kararların alınması aşamasında, örneğin; ana sözleşme değişikliği, yatırım yapma serbestisi halen ilgili bakanlık onayına bağlıdır. Bu kooperatifler, halen siyasi iktidarın özellikle genel kurulların toplanması, yönetim kurullarının oluşturulması yönünde yaptığı baskı altındadır. Bu ise özerkliğe gölge düşürücü bir durumdur. Bir başka önemli değişiklikte, bu kanun ile tarım satış kooperatiflerine kendi şirketlerini kurma serbestisi getirilmiştir. Örneğin, TARIŞ, Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatiflerinin bir şirketi olan Zeytin AŞ, TARİŞ’e ürün pazarlaması aşamasında çok büyük kazanımlar sağlamıştır. Bunun yanında, GÜLBIRLİK’ in bakım ürünleri konusunda kendi markasını oluşturması da, bu anlamda son derece olumlu bir gelişmedir. 21 KOOPERATİFLERDEN HABERLER Hazırlayan: Halim UTLU * Düşük Faizli Krediler, Kooperatifler Ve Üreticilere, Hangi Projelerde Kullandırılacak? letme kurmaları veya işletme kapasitesini 10 baş ve üzerine çıkarmaları gerekecek. Kredilerin kapsamında, yeni yatırımlar, yenileme alet, ekipman alımları ve diğer yatırım giderleri bulunuyor. Küçükbaşlarda, işletme ve yatırım kredisi kullandırılabilmesi için; koyun için en az 50 baş, keçi için en az 25 baş kapasiteye sahip işletme kurmaları veya bu kapasitelerin üzerine çıkarmaları gerekecek. Büyükbaş hayvan yetiştiriciliği, damızlık etçi sığır,damızlık süt sığırı,büyükbaş hayvan besi sığırı yetiştiricilerinin faiz indirimli işletme ve yatırım kredisi kullanabilmesi için; 10 baş ve üzerinde işletme kurmaları veya işletme kapasitesini 10 baş ve üzerine Yayınlanan karar kapsamında, Arıcılık Kayıt Sistemine kayıtlı asgari 50 adet ve daha çıkarmaları gerekecek. fazla sayıda arılı kovan ile üretim yapanlar Gıda, Tarım Ve Hayvancılık Bakanlığı’nın bu imkandan istifade edecek. T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Ve Tarım Kredi KooYine, damızlık veya ticari üretim yapacak peratiflerince Tarımsal Üretime Dair Düşük işletmelerde asgari; etlik piliç yetiştiriciliFaizli Yatırım Ve İşletme Kredisi Kullandığinde 10 bin adet, yumurta tavuğu yetişrılmasına İlişkin Uygulama Esasları Tebliği, tiriciliğinde 5 bin adet, hindi yetiştiriciliğinResmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe de 2 bin 500 adet, kaz, ördek veya bıldırcın girdi. Tebliğ, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi yetiştiriciliğinde 2 bin adet ve üzeri kapaKooperatifleri’nce (TKK) tarımsal üretime sitelerde üretim yapıyor olması gerekecek. dair düşük faizli yatırım ve işletme kredisi kullandırılmasına ilişkin 2012/2781 sayılı Su ürünleri yetiştiriciliğinde de, kafes ve Bakanlar Kurulu Kararı kapsamında, Ziraat havuz gibi her türlü su ürünleri yetiştiriciBankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri tara- lik sistemleri veya kuluçkahane kurulması fından kredi açılması uygun bulunan kişile- veya bu sistemlerin kapalı devre üretim rin, söz konusu Bakanlar Kurulu Kararında sistemine dönüştürülmesi dahil modernibelirlenen indirim oranlarından yararlana- zasyonları ile alet-ekipman alımı gibi konubilmek için, uymaları gereken teknik kriter- ların finansmanını kapsayacak. lerin belirlenmesi amacıyla düzenlendi. Sertifikasyon sistemi dahilinde yurt içi serBüyükbaş hayvanlar için, karar kapsamın- tifikalı tohum, fide, fidan üretimi yapan da faiz indirimli işletme ve yatırım kredisi özel sektör yetkilendirilmiş tohumculuk kullanabilmesi için; 10 baş ve üzerinde iş- kuruluşu veya doku kültürü yöntemiyle to* Tarım Reformu Genel Müdürlüğü Baş Denetçi 22 humluk üretimi yapanlar da, yine faiz indirimli kredi kullanabilecek. Karar kapsamında, tarımsal faaliyetlerin sürdürülebilmesi için üreticiler tarafından kullanılan zirai kredilendirme belgesi olanlar da, traktör alımlarında yatırım kredisi kullanabilecek. Yatırım ve işletme kredisi başvuruları, Ziraat Bankası’na veya tarım kredi kooperatiflerine yapılacak. Başvurular banka ve TKK’nin kendi usul, esas ve mevzuatları dahilinde değerlendirilecek ve uygun bulunanlara kredi kullandırılacak. Anzer Balı Kooperatifi Başkan Yardımcısı Ucuz Bal Sahtedir Rize Arıcılar Birliği başkan adayı Şaban Hapeloğlu, piyasada üretim maliyetinin çok altında ballar satıldığını belirterek bu balların büyük bölümünün sahte olduğunu ileri sürdü. Anzer Balı Kooperatifi Başkan Yardımcısı Hapeloğlu,7 Nisan tarihinde yapılacak olan(Yapıldı) Rize Arıcılar Birliği kongresinde başkan adayı olan Şaban Hapeloğlu, piyasada bol miktarda sahte bal bulunduğunu hatırlattı. Türkiye’nin bal üretiminde dünya sıralamasında 4. sırada yer aldığını kaydeden Hapeloğlu “Ülkemizde Rize, bal üretiminde önemli bir yerdedir. Ancak karşılaştığımız en büyük sorun ürettiğimiz balları hak ettiği değerde satamamamızdır. Artık bal alıcıları ile gerçek bal üreticilerini hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kendi markamızda buluşturmak istiyoruz” dedi. tadır. Bunların gerçek bal olması mümkün değildir. Yapılan laboratuar analizlerinde de bunların hiçbir arı müdahalesi olmadan kimyasal müdahalelerle elde edilen sahte ballar olduğu ortaya çıkmıştır. Sağlık bulmak için satın alınarak tüketilen bu ürünlerin, kansere de neden olabileceği anlaşılmıştır. Son yıllarda özellikle Gürcistan ve İran’dan yoğun bir şekilde yurdumuza kaçak bal girişi yapılmaktadır. Bu balların menşei belli değildir. İnsan sağlığının korunması açısından hükümetimizden giriş ve çıkışların daha sıkı denetlenmesini talep ediyoruz” diye konuştu.(İHA/Anayurt Gazetesi,7.4.2012) Rize Arı Yetiştiricileri Birliği Olağan Genel Kurulu Yapıldı Rize İli Arı Yetiştiricileri Birliği olağan genel kurul toplantısı borsa toplantı salonunda gerçekleştirildi. Toplantıda konuşan Rize Milletvekili Hasan Karal, bal ormanı kurmak için Hemşin bölgesinde gerçekleştirecekleri projeler hakkında bilgiler verdi. Nusret bayraktar ise birlik üyelerine sorunları, sıkıntıları her platformda dile getirme çağrısı yaptı. Daha sonra kürsüye gelen başkan Fevzi Civaoğlu ve başkan adayı Şaban Hapeloğlu üyelere seçilmeleri hakkında yapacakları projeler hakkında bilgiler verdiler. Faaliyet raporu ve denetleme kurulu raporlarının okunmasının ardından, birliğin başkan seçimine geçildi.Yapılan seçim Hapeloğlu, tüketicilerin düşük fiyatlarda sonrasında başkanlığa 244 oy alan Fevzi satılan ballara dikkat etmesi gerektiğini Civaoğlu yeniden seçildi.Hapeloğlu ise 144 belirterek, “Bir kilogram balın ortalama oy aldı.(http://www.lazhaber.com/rizeüretim maliyeti bellidir. Piyasada üretim haberleri/aricilar-birligi-4-olagan-genelmaliyetinin çok çok altında ballar satılmak- kurulu-h18273.html ) 23 (BAKA), Batı Akdeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü (BATEM) Müdür Vekili Abdullah Ünlü ve Fide Üreticileri Alt Birliği (FİDEBİRLİK) Yönetim Kurulu Başkanı K. Savaş Titiz ile yönetim kurulu üyeleri birlikte ziyaret etti. BAKA Genel Sekreteri Tuncay Engin ile biraraya gelen heyet, kalkınma ajansıTürkiye Sulama Kooperatifleri Merkez Birnın çalışmalarını yakından takip ettiklerini, liği (TÜSKOOP-BİR) Genel Başkanı Halis BATEM ve FİDEBİRLİK’in ortak çalışmaları Uysal, “Susuz hayat düşünülemez, biz bir hakkında bilgi verdi. FİDEBİRLİK Yönetim damla suyun neferiyiz” dedi. Uysal, 22 Kurulu Başkanı K. Savaş Titiz, Türkiye’deki Mart Dünya Su Günü nedeniyle yaptığı sera varlığının yüzde 55’inin, fide üretimiyazılı açıklamada, suyun nimetini en iyi binin ise yüzde 60’ının Antalya’da olduğunu lenlerin, çiftçiler ve sulama kooperatifleri söyledi. olduğunu ifade etti. FİDEBİRLİK’in 2008’de 41 fide üreticisi taBirleşmiş Milletler’in 2012 yılını “Dünya rafından “5553 sayılı Tohumculuk Kanunu” Kooperatifçilik Yılı” olarak ilan edildiğine de çerçevesinde kurulduğunu hatırlatan K. Saişaret eden Uysal, şunları kaydetti:”Türkiye vaş TİTİZ, tohumculuk sektörünün geliştirilSulama Kooperatifleri Merkez Birliği olarak mesi ile sektörde faaliyet gösteren gerçek bu yıl 22 Mart Dünya Su Günü’nü iki anveya tüzel kişiler arasında meslekî dayalamda kutluyoruz. Birlik olarak bu iki olanışma sağlamayı amaçlayan FİDEBİRLİK’in yı çok önemsiyor ve büyük bir mutlulukla bitki ıslahçıları, tohum sanayicileri ve ürekutluyoruz. Türkiye tarımsız, tarım da kooticileri, fide ve fidan üreticileri, tohum yeperatifsiz olamaz. tiştiricileri, tohum dağıtıcıları, süs bitkileri Susuz hayat düşünülemez, biz bir damla üreticileri ve tohumculukla ilgili üyelerden suyun neferiyiz. Tarım gerektiğinde güb- oluştuğunu belirtti. (Anayurt Gazetesi, İsresiz, ilaçsız ve bazı altyapıları olmadan da parta, 27 Mart 2012) yapılabilir, ama kesin olan asla susuz yapıGenel Müdür Yardımcısı lamayacağıdır. Onun içindir ki, suyun sevk ve idaresi çok önemlidir. Bu konuda biz suYunus Şeker, Kütahya’da lama kooperatiflerine büyük sorumluluklar düşmektedir. 2 bin 500 kooperatifin yöneti- Orman Genel Müdür Yardımcısı Yunus cileri olarak, Türkiye’nin her noktasında su- Şeker, beraberinde ORKÖY Daire Başkanı yun adil ve kayıpsız kullanılması anlamında Mahmut Aydın ile birlikte, Kütahya Bölbüyük emekler sarf etmektedir.”(Kaynak ge Müdürlüğünü ziyaret etti. Kütahya OrA.A.22 Mart 2012 ) man Bölge Müdürlüğü çalışmaları ve sorunları hakkında Bölge Müdürü Kenan M. Eryiğit’ten makamda brifing alan Genel BAKA, BATEM ve Yardımcısı Yunus Şeker; Bölge MüFİDEBİRLİK Tarım Aktörleri Müdür dür Yardımcıları ve Şube Müdürlerinin kaBuluştu tılımı ile bir toplantı gerçekleştirdi. TÜSKOOP-BİR Başkanı Uysal “Türkiye Tarımsız, Tarım Da Kooperatifsiz Olamaz” Isparta - Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı’nı 24 Orman Bölge Müdürlüğü çalışmalarının ve özellikle fidanlıklar ve ağaçlandırma faaliyetlerinin anlatıldığı sunumun ardından; idarecilerle bilgi alışverişinde bulunan Şeker, yapılan çalışmaların yerindeliğini, doğru seçilmiş projelere her zaman destek vereceklerini belirtti. yapan TKDK Koordinatörü Büke, TKDK’nin yeni bir kurum olmasına karşılık, kısa süre içerisinde yer, personel, personel eğitimi, AB denetimi, yetki devri alımı ve proje hazırlama süreçleri hazırlama gibi prosedürleri tamamladığını belirterek, “Bugün güzel ve kıvanç duyduğumuz, memleketiORKÖY Daire Başkanı Mahmut Aydın’da; mize kalıcı hizmetlerin yapılacağı sözleşme “ORKÖY 1974 yılından bu yana orman köyaşamasına geldik. AB’ye giriş süreci gibi bu lerinde 404.013 aileye ve 1027 kooperatife da kolay bir süreç değil. Vatandaşımız prokredi vererek; binlerce hektar ormanı kejelerini verdi ve sadece sözleşmeye gelme silmekten, yakılmaktan kurtarmış, orman zamanı 6 ay gibi bir süreyi aldı.” dedi. suçlarını azaltarak ormanla dost orman köylüsü profilini yaratmış, milyonlarca do- 2. Çağrı döneminde 5-20 Eylül 2011 tarilar ihracat yapan köy kooperatifleri kur- hinde alınan projeler ile ilgili olarak incelemuş, 1,5 milyon kişiye istihdam yaratmış, me ve değerlendirme işlemlerinin tamamköyden kente göçün mücadelesine ve or- landığını dile getiren Büke, “Türkiye’de man köylülerinin yaşam kalitesinin artma- IPARD programının uygulandığı toplam 20 sına katkı sağlamıştır. ilde 61 proje ile sözleşme aşamasına gelinmiştir. İlimizde ise 6 proje ile sözleşme imORKÖY, orman içi ve bitişiği köylere sağlazalanacaktır. İmzalanacak 6 adet projenin dığı her türlü kredi desteği sebebiyle veren toplam yatırım tutarı 6 milyon 488 bin 505 el durumunda olup, OGM’nin gülen yüzü TL olup, kurumumuzca verilecek hibe tutaolarak orman köylüsünün memnuniyet rı 4 milyon 95 bin 485 TL olacaktır. aracı olacaktır. Aynı inanç ve gaye ile çalışmalarına devam edecektir.“ dedi.(Anayurt Hibe tutarı yaklaşık yüzde 63 civarındadır. Gazetesi-Kütahya,23 Mart 2012 Biz hibe mantığını tam anlayamadık. Hibe şu demek; vatandaşımız önce yatırımı TKDK’dan 4 Milyon 95 Bin yapacak, yatırımı biz göreceğiz, gördükten sonra yapılan yatırıma yüzde 60 ile 65 Lira Hibe Kredi arasında geri ödemesini yapacağız. Parayı Yozgat -Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destek- ödedikten sonra, 5 yıl daha işletmeyi takip leme Kurumu (TKDK), Avrupa Birliği kay- edeceğiz. Bu işletme takibinden sonra işnaklarından IPARD programı kapsamında letme faaliyetine devam ediyorsa, o zaman Yozgat’ta hazırlanan 6 proje, 4 milyon 95 para asıl hibe pozisyonuna geçecek.” diye bin lira hibe kredi almaya hak kazandı. Yoz- konuştu. gat TKDK, hibe almaya hak kazanan 6 proje 2 Çağrı döneminde Akdağmadeni ilçesinsahibi ile sözleşme imzaladı. IPARD prograden 2, Çekerek 2, Sorgun 1 ve Yerköy ilmına, kooperatifler de hazırlatacakları proçesi 1 olmak üzere toplam 6 proje sahibi je ile başvurabiliyor. ile sözleşme imzalanacağını, vatandaşları TKDK Yozgat İl Koordinatörlüğünde düzen- proje hazırlamaya davet ederek, şu anda lenen imza törenine, TKDK İl Koordinatörü 5. proje çağrısına çıktıklarını belirten Büke, Veli Büke, proje sahipleri ve kurum uzman- 15 Mart’ta başlayan proje çağrısının, 13 ları katıldı. İmza töreni öncesi bir açıklama Nisan 2012 tarihinde sona ereceğini sözle25 rine ekledi.(İHA/Anayurt Gazetesi,29 Mart bulunanlardan satın aldıkları ürün bedel2012 ) leri üzerinden prim borçlarına mahsuben yüzde 5 oranında tevkifat yapmaları istendiğini belirtti. Havran Tarım Kredi Kooperatifi’ne Yeni Müdür Balıkesir Havran Tarım Kredi Kooperatifi’nde 8 yıldan beri görev yapmakta olan Özden Aydın’ın Edremit Tarım Kredi Kooperatifi Müdürlüğü görevine atanmasıyla boşalan Havran Tarım Kredi Kooperatifi Müdürlüğü görevine Cevdet Coşkun atandı. Mart’ta Havran Tarım Kredi Kooperatifi Müdürlüğü görevine başlayan Cevdet Coşkun; “ 1963 İvrindi doğumlu olup, Dokuz Eylül Üniversitesi mezunudur.23 yıldır tarım kredi kooperatifinde çalışmakta olan Coşkun, Balıkesir Tarım Kredi Kooperatifi Bölge Birliği’nden başlayarak, sırasıyla Çanakkale Merkez Tarım Kredi Kooperatifi, Ayvacık Gülpınar Tarım Kredi Kooperatifi, Ayvalık Altınova Tarım Kredi Kooperatifi, son 8 yıldır da Edremit Tarım Kredi Kooperatifi Müdürü olarak görev yapmış ve 01.03.2012 tarihinde atanmış olduğu Havran Tarım Kredi Kooperatifi Müdürlüğü görevine başlamıştır. Coşkun’a yeni görevinde başarılar dileriz.(Anayurt Gazetesi 26 Mart 2012) Bayraktar ‘Çiftçilere Haksızlığı Çözeceğiz’ ANKARA (ANAYURT)-Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, yaptığı yazılı açıklamada, çiftçilerin satmış oldukları ürün bedellerinden, Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) olan prim borçlarına mahsuben, yüzde 1 kesinti yapılmakta iken, Sigorta Primleri Genel Müdürlüğünün 6 Mart 2012 tarihli genelgesiyle, tevkifat yapmakla yükümlü olan gerçek ve tüzel kişilerin, tarımsal faaliyette 26 Konunun yapılacak SGK Yönetim Kurulu toplantısında karara bağlanacağını vurgulayan Bayraktar, şunları kaydetti: “Çiftçilerin borçlu olup olmadığına bakılmaksızın sattıkları üründen yüzde 5 gibi yüksek bir tevkifat yapılması, pek çok üreticimizi mağdur etmiştir. Çiftçilerin mağduriyetinin giderilmesi için konuyu Sosyal Güvenlik Kurumu Yönetim Kurulu gündemine taşıdık.Sosyal Güvenlik Kurumu, çiftçilerin sattıkları ürün bedelleri üzerinden prim borçlarına istinaden yüzde 5’e kadar yapılan tevkifat oranının yeniden yüzde 1’e düşürülmesi için gerekli çalışmalara başladı.” Ayrıca değiştirilecek mevzuatta prim borcu olmayan çiftçilerimizden SGK il müdürlüklerinden borcu olmadığına, muafiyet kapsamına giren çiftçilerimizin de yine SGK il müdürlüklerinden muafiyet kapsamına girdiğine dair belge getirmeleri durumunda, tevkifat yapılmayacağına da yer verileceğini anlatan Bayraktar, “Şayet çiftçilerin, prim borçları yüzde 1’den daha az ise yüzde 1 değil, çiftçinin borcu kadar tevkifat yapılacak” dedi.(Anayurt Gazetesi 26 Mart 2012) FİSKOBİRLİK’te İşçi Çıkarmaya Tepki Giresun Kamu İşçileri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Hamza Türkmen, FİSKOBİRLİK’ten çıkarılması gündemde olan işçilerle ilgili yaptığı açıklamada, ekonomik nedenlerin işçilerin çıkarılmasına yönelik mazeret olamayacağını söyledi. FİSKOBİRLİK Yönetiminin bir taraftan FİSKOMAR’lar açarak, yeni yeni personel- Gazetesi,11.4.2012) ler alırken, diğer tarafta ekonomik nedenleri gerekçe göstererek işçi çıkarmalarına Merkezini Ünye’ye anlam veremediğini belirten Dernek BaşTaşıyarak Sınırlarını kanı Hamza Türkmen “Gelinen noktada, yönetim kurulu acil çözümün, işçi çıkarılGenişletti ması olduğunu üstüne basa basa vurgulaORDU- Uzun yıllar Tekkiraz ve çevre köylere maktadır” dedi. kredi kefalet hizmeti sunan Tekkiraz Esnaf (İHA /Anayurt Gazetesi,11.4.2012) Kefalet Kredi Kooperatifi, tüzük değişikliği ile merkezini Ünye’ye taşıyarak tüm Ünye Ceyhan’da Tarım Çalıştayı ve belde esnafına kredi ve kefaret hizmeADANA-Ceyhan Girişimci İşadamları Der- ti vermeye başladı. Tekkiraz Esnaf Kefalet neği (CEYGİD) tarafından öğretmenevinde Kredi Kooperatifi mali genel kurulu, Adnan üç programdan oluşacak Tarım Çalıştayı’nın Menderes Ticaret Lisesi toplantı salonunilki gerçekleşti. Toplantıya, bazı tarımsal da gerçekleşti. kalkınma kooperatifleri yönetici ve ortakDivan başkanlığını Kumru Esnaf Kefalet ları da katıldı. Kredi Kooperatifi Başkanı Namık Evin’in Çalıştayda konuşan Çukurova Üniversitesi yaptığı mali genel kurula, İnkur Belediye Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü Yemler Başkanı Mehmet Okuyucu, Terziler Odası ve Hayvan Besleme Anabilim Dalı Öğretim Başkanı İsmet Çat, Perşembe Esnaf Kefalet Üyesi Prof. Dr. Murat Görgülü, Türkiye’nin Kredi Kooperatifi Başkanı Halil Şahin, Ünye tarıma dayalı bir toplum olduğunu, ancak 2. Sanayi Sitesi Kooperatifi Başkanı Celal şehirleşmenin hızla büyümesinden dolayı Dündar ile kooperatif ortakları katıldı. ve köylerde yaşayan genç nüfusun azalmasından, hayvancılık ve tarımsal faaliyetin Gündem maddelerinin okunup oylanarak kabul edildiği genel kurulda konuşan Tekkiçok etkilendiğini kaydetti. raz Esnaf Kefalet Kredi Kooperatifi Başkanı Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında kırsal Mehmet Demirel, “Uzun yıllar Tekkiraz ve alanda yaşayan nüfus yüzde 60 olduğunu çevresine kredi kefalet hizmeti sunan kobelirten Görgülü, “Buna bağlı olarak da operatifimiz, Türkiye’de bir ilki gerçekleştiGayri Safi Milli Hasıladaki (GMSH) pay da rerek, hem merkezini Ünye’ye taşıdı, hem yüzde 50’nin üzerindeydi. Şimdi ise bu pay yüzde 10’nun altına düştü. Bunda en bü- de hizmet sınırlarını genişleterek sadece yük faktör ise, kırsal alandaki nüfusun yüz- Tekkiraz beldesi ve çevre esnafına değil, de 35 azalması oldu. Bundan dolayı tarım tüm Ünye ve beldelerinde faaliyet göstealanında toplumsal bir dönüşüm yaşandı. ren esnaf ve sanatkarlarımıza hizmet vermeye başladık. Bu faktörlerde dolayı, bitkisel tarımda ve hayvancılıkta yaklaşık 20 yıl önce çok sıkın- Ayrıca giderek yükselen bir başarı grafiğitılar yaşandı. Bu doğrudan destek de, ka- miz var. Bu başarı da sadece yöneticilerin palı bahçelerin tesis edilmesi bitkisel tarım değil, siz ortaklarımızın düzenli ödemeleri ve hayvansal üretimde büyük yatırımlar o- ile yakalanmıştır” dedi.(İHA/Anayurt Gazeluşmasına sebep oldu” dedi.(İHA/Anayurt tesi,11.4. 2012) 27 FOTOĞRAFLARLA TÜRK KOOPERATİFÇİLİK KURUMU TARİHİNDEN SAYFALAR II Nail TAN * 12 Eylül 1980 Harekâtı öncesi birçok dernek siyasete bulaşmış, hatta terör faaliyetlerinin içinde yer almıştı. Meslek mensupları, söz gelişi öğretmen ve polisler karşı görüşlü iki dernekte toplanmışlardı. Bu sebeple 12 Eylül 1980 tarihinde yönetime el koyan TSK ve onun temsilcisi Millî Güvenlik Konseyinin ilk yaptığı işlerden biri, kamu yararına çalışanlar dâhil bütün derneklerin faaliyetlerini durdurmaktı. Vakıfların mevzuat gereği siyasî, ideolojik faaliyetler yapmaları çok zordu. Her yıl Vakıflar Genel Müdürlüğünce denetleniyorlardı. Türk Kooperatifçilik Cemiyeti, 10 Haziran 1946 tarih ve 3/4325 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla “kamu yararına çalışan dernek” kimliğine kavuşmuş, 1948 yılında da adı Türk Kooperatifçilik Kurumu olmuştu. Adı, kurum olmasına karşın Dernekler Kanunu’na tâbiydi. 1972 yılında 1630 Sayılı Dernekler Kanunu TBMM’de kabul edildi ve dernekler mevzuatı neredeyse baştan başa değiştirildi. Bu değişiklikte derneklerin 1968-1971 yılları arasında yarattığı siyasî ve ideolojik olayların büyük payı vardı. Kanunun 53. maddesine göre; Türk, Türkiye, Atatürk adlarının dernek adlarında kullanılması Bakanlar Kurulu iznine bağlanmıştı. Kurumumuza, temiz sicili sayesinde 8 Temmuz 1974 tarih 7/8678 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Türk adını kul- Fotoğraf 1 * Araştırmacı yazar 28 lanma izni verilmişti. 12 Eylül 1980 tarihinde Yönetim Kurulu üyesiydim. Feyzi Halıcı, Yönetim Kurulu başkanıydı. Bütün derneklerle birlikte kurumun faaliyetleri de ikinci bir emre kadar durdurulunca büyük bir şok, endişe yaşadık. Kurumun faaliyetleri, bütçesi, harcamaları Konsey’in güvendiği kişilerce incelendikten yaklaşık bir ay sonra Kızılay, THK, TDK, TTK gibi bir grup kamu yararına çalışan dernekle birlikte faaliyetlerimize izin verildi. Gerçekten de kapatılmamızı gerektiren hiçbir yıkıcı, bölücü faaliyetimiz yoktu. Gelin görün ki, bazı kişiler kör nefislerinin, sınır tanımaz hırslarının kurbanı oluyorlar. Üyemiz şair Sabahattin Çankaya, şair başkan Feyzi Halıcı’dan beklediği ilgiyi görmediği (Kurumun şair üyeleri sık sık kurum salonunda buluşup şiirlerini okuyorlardı.), kendisine daha çok zaman ayrılmadığı kanaatine varmış olacak ki, intikam rüzgârına kapılıp Yönetim Kurulunu Millî Güvenlik Konseyine şikâyet edip kurumun kapatılmasını istemişti. Şikâyetinde kurumun siyasetle uğraştığı, ülkücülere sahip çıkıp para yardımında bulunduğu gibi mesnetsiz, yalan iftiralar da vardı. Konsey tarafından faaliyetine izin verilen ilk derneklerden biri olduğumuza sevinirken kurumumuza üşüşen beş-altı müfet- tişle şaşkına döndük. Bir hafta kadar kurumda çalıştılar. Yayınları incelediler, ödeme evraklarını-yazışmaları didik didik ettiler. Cumhuriyet’e, Atatürk’e, devrimlere bağlılığımızı, kuruluş amacından sapmadan çalıştığımızı görünce teşekkür edip kurumdan ayrıldılar. Verdikleri güzel raporların örnekleri kuruma da gönderildi. Bu olaydan sonda tabii rahmetli Sabahattin Çankaya kimsenin yüzüne bakamaz duruma düştü. Çevresinde dostu kalmadı. Sanıyorum Haysiyet Divanı kararıyla kurum üyeliğinden de çıkarıldı. İyi bir şair olduğuna şüphemiz yoktu. Severdik, sayardık kendisini. Kurumu karalamayacaktı. Yazık oldu. 12 Eylül 1980 Harekâtı sonrası, ideolojik faaliyetlerde bulunup teröre âlet olan derneklerin birçoğu kapatıldı. Mallarına devletçe el konuldu. Bu durum, birçok iyi niyetli derneği korkuttu. Vakıflaşmalarına yol açtı. Kurumumuzun da bir binası, Kaş’ta bir arsası, kira gelirleri vardı. Başka bir darbede kötü niyetli bir yönetim tarafından kapatılıp mal ve nakit varlığına el konulabilir veya başka bir kuruma devredilebilirdi. Binamız, çok merkezî bir yerdeydi. Vakıflar mevzuatı daha sağlamdı. Mallarına el konulması için mutlaka mahkeme kararı gerekiyordu. Bu sebeple biz de derneklerin vakıflaşması Fotoğraf 2 29 cereyanına uyduk. 16 Ocak 1981 tarihinde Yönetim Kurulu Başkanlığına getirdiğimiz büyük kooperatifçi Nurettin Hazar’ın önerisi üzerine Yönetim Kurulunca Türk Kooperatifçilik Eğitim Vakfının kurulmasına, Kurum binasının çıplak mülkiyeti ile birinci katının intifa hakkının vakfa devredilmesine karar verdik. Türk Kooperatifçilik Kurumunun en önemli görevi zaten kooperatifçilik eğitimiydi. 20 Mart 1982 tarihinde yapılan Genel Kurul Toplantısı’nda vakfın kurulması, gayrimenkuller üzerindeki haklarımızın vakfa devri, vakıf senedi Kurum üyelerince de onaylandı. Söz konusu Genel Kurulda Yönetim Kurulu üyelerinin yaklaşık üçte biri yenilendi. Ben, gene Yönetim Kuruluna seçildim. İlk Yönetim Kurulu toplantımızda Nurettin Hazar’ı başkanlığa, Niyazi Yüksel’i başkan yardımcılığına, Kâzım Seçer’i de muhasip üyeliğe seçtik. Vakfın kurulması öncelikli işimizdi. Kurum avukatlarını görevlendirip hemen hukukî işlemleri başlattık. Vakfın kuruluş kararı, 10 Şubat 1983 tarihinde mahkeme kararıyla kesinleşti. Türk Kooperatifçilik Eğitim Vakfının kuruluşunda Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Kefalet Kooperatifleri Merkez Birliği ile Pankobirlik de kurucu üye olarak yer aldı. Vakfın kurucu üyeleri şunlardı: a) Türk Kooperatifçilik Kurumunu Temsilen: Nurettin Hazar, Niyazi Yüksel, Kâzım Seçer, Prof. Dr. Rasih Demirci, Özdemir Ünsal, İrfan Ü. Nasrattınoğlu, Bülent Akbaş, Nail Tan, Ayhan İnal, Aydın İmamoğlu, Hikmet Biçentürk, Dr. Şenol Erdoğan, İ. Akın Şehirlioğlu, M. Nedim Yılmaz, Celalettin Çubukçu, Fevzi Akhan, Enver Tunçalp, Sezai Yörük, Ömer Nafi Güvenli, Turan Tekeli, Nusret Namık Uzgören, Mehmet Gönen. b) Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Kooperatifleri Merkez Birliğini Temsilen: Kasım Önadım, Hüseyin T. Özdener. c) Pankobirliği temsilen: Orhan Leblebicioğlu, 30 Kâmil Özdemir. Vakfın ilk Genel Kurulu 14 Şubat 1984 tarihinde yapıldı. Yönetim Kurulu üyeliklerine Prof. Dr. Rasih Demirci, Niyazi Yüksel, Hikmet Biçentürk, Kâzım Seçer, Dr. Şenol Erdoğan, Kâmil Özdemir, Aydın İmamoğlu, İ. Akın Şehirlioğlu, Nail Tan; Denetleme Kurulu üyeliklerine de Hüseyin Turgut Özdener, Ayhan İnal ve Turan Tekeli seçildiler. Aynı gün yapılan Yönetim Kurulu toplantısında başkanlığa DPT Kooperatifçilik Uzmanı Hikmet Biçentürk (daha sonra milletvekilliği de yaptı.) seçimle getirildi. Biçentürk, milletvekili adayı olduğundan 19 Kasım 1984 tarihinde başkanlığı Kâmil Özdemir’e bıraktı. Bu yazımın ekinde de arşivimden iki fotoğraf sunuyorum. İlk fotoğraf, Türk Kooperatifçilik Eğitim Vakfının kurulması için çalışan Nurettin Hazar başkanlığındaki Türk Kooperatifçilik Kurumu Yönetim Kurulunun 1983 yılında yaptığı bir toplantıya ait. Yönetim Kurulunun yarısı görünmüyor (Fotoğraf 1). Soldan sağa; Dr. Şenol Erdoğan, Nurettin Hazar (Başkan), Niyazi Yüksel (Başkan Yardımcısı), İ. Akın Şehirlioğlu, M. Nedim Yılmaz, Nail Tan. İkinci fotoğraf Türk Kooperatifçilik Eğitim Vakfının faaliyete geçtiği ilk günlerde çekilmiş. Yönetim Kurulu ve Denetleme Kurulu üyeleri, Başkan Hikmet Biçentürk’ün etrafında toplanmış (Fotoğraf 2). Önde oturanlar, soldan sağa; Prof. Dr. Rasih Demirci, Hikmet Biçentürk (Başkan), Kâzım Seçer; ayaktakiler soldan sağa; Nail Tan, Niyazi Yüksel, Vakıf Müdür Fahrettin Kantar, Aydın İmamoğlu, İ. Akın Şehirlioğlu, Dr. Şenol Erdoğan, Kâmil Özdemir, Hüseyin Turgut Özdener, Ayhan İnal. Denetleme Kurulu Üyesi Turan Tekeli, o gün toplantıya gelemediğinden fotoğrafta yer almamış. Bu yazı vesilesiyle iki başkan Nurettin Hazar ve Hikmet Biçentürk’ü rahmetle anıyorum. Mekânları cennet olsun! Ölüm Yıldönümünde AHMET TUFAN ŞENTÜRK H.Rıdvan ÇONGUR * Ahmet Tufan ŞENTÜRK ( 1920-10.05.2005 ) Yıllar nasıl da çabuk geçti? İnsan, hele bir de yaşlanınca ayların, günlerin, hatta saatlerin akıp geçişi hızlanıyor sanki. Belki, değişen bir şey yok, bize öyle geliyor… Ölümü yakıştıramadığım, gönlü bütün insanlara ve insanlığa açık, hayat dolu yol arkadaşlarımdan biriydi Ahmet Tufan Şentürk. Her Cuma beraber olmaya, bazı toplantılara birlikte gitmeye alışmıştık. Ne zamandır, Cuma’ların eski haşmeti kalmadı, toplantılara onsuz gitmek, bir eksiklik duygusuna sebep oluyor. Kimler geldi, kimler geçti! Dost bildiğim, yol arkadaşlığı yaptığım kaç insan “ölüme merhaba!” dedi, beni yalnız bıraktı. Ne var ki, bu elli yıllık dostun ölümü üstünden de yıllar akıp geçiyor, tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi… Hatırlayınca yadırgadım. Bir bahar günü ayrıldı aramızdan. Yaşı oldukça ilerlemişti. Son zamanlarda sık sık, “Bana yol göründü artık!” derdi ama, yine de ölümü ona yakıştıramıyordum. Hani bir şiiri vardı; mısra sonlarını “Ölmeyeceğim” diye vurgulayarak bitirdiği, hayata nasıl bağlı olduğunu anlatan şiiri… O mısraları yazan, bu şiirdeki gibi duyan, yaşayan insan nasıl ölebilirdi ki? Bende severek çarpan bu yürek var ya, Gören gözlerim, duyan kulaklarım, Düşünen başım, söyleyen bu dilim var ya? Göreceğim, duyacağım, seveceğim, Öldürseler bile ölmeyeceğim! Ölmeyeceğim Masmavi gökyüzü, yemyeşil dağlar, Kuşlar, çiçekler, böcekler, Cıvıl cıvıl gülen, oynayan çocuklar, Güzeller, çirkinler, hastalar, sakatlar, Tümünüzü içten, gönülden sevdim. Tümünüz benden bir parça, ayıramam. Öldü ama… Ömür kadehinin dolduğunu, her ölümlü gibi onun da ölümü tattığını bilsem de, buna alışmam mümkün değil; aradan yıllar geçti, alışamadım. Sevenleri de alışamadılar her halde... Neden derseniz, çünkü sevdiklerinize ölümü yakıştıramazsınız… * Araştırmacı yazar, şair 1950’li yılların başında, gençlik günlerinde, Hukuk Fakültesi öğrencisiyken, Anafartalar 31 Caddesi üstündeki Vakıf Han’da, Türk Milliyetçiler Derneği’nde tanıştığım, ölümüne kadar arkadaşlığı aşan bir yakınlaşma içinde olduğum Ahmet Tufan’ın ölümüne ben de hiç ama hiç, alışamadım. Son onbeş, yirmi yıldır Cuma’ları buluşur, evlerinin karşısındaki camiye birlikte gider, bir araya gelen cemaatle namaza durur, dönünce ya onun kaynattığı ya da benim pişirdiğim çorbayı birlikte paylaşır, bir şeyler yer, konuşur, sohbet eder, birbirimize şiirle okurduk. Kırk yıl aradan sonra şiire dönmüştüm ve her Cuma, yeni yazdığım bir şiir varsa, ona okur, eleştirmesini ister, mısra örgüsü üstünde tartışırdık… Eleştirme yaparken acımasızdı. Bir kelime yerine oturmamış, diyelim mısrada sırıtıyor ve bir ses yanlış çınlıyor, algılanıyorsa, hemen yüzü asılır, fakat kırılmayayım diye,”bir daha düşünsen, yerine daha uygun bir söz, ses olamaz mı, bulamaz mısın?” derdi. Tartışırken,” değişmesi imkânsız” diye ısrarla savunduğum sözlerin yerine yenilerini koyduğum,” vazgeçemem” dediklerimi değiştirdiğim çok olmuştur. Beni sevseniz de olur, sevmeseniz de, Ben seviyorum ya, bu bana yeter. Açla açım, tokla tokum, mutluyla mutlu. Gülenlerle gülen, ağılayanlarla ağlayan, Hastalarla hasta, ölenlerle ölen benim. Koskoca bir evren kadar yüreğim. Sevgi, sevdikçe çoğalır, gerçek olan bu. Verimli toprak örneği, Öldürseler bile ölmeyeceğim. Öldü ama…”Beni sevseniz de olur, sevmeseniz de “ derdi. Severek öldü. Açla aç oldu, tokla tok. Gülenle güldü, ağlayanla ağladı, ölenle öldü… Onun için “öldü!” diyemem. Ölen bedeni oldu, aramızdan giden, toprağa verdiğimiz bedeni oldu sadece. Can uçtu gitti, bedenden. Onun için öldü diyemem… Onu tanıyan kime rastlasam, yüzünde onun göz izini görüyor, yakın olduğu kişilerden kimin sesini duysam, ondan birkaç söz çalınıyor kulağıma. “Ölenler”dendi ama, “ölümlü” lerden değildi, sizin anlayacağınız. Ömrü oyunca, merasimsiz yaşadı. Yeni elbiselerini giyinip bir yere gidecekse, tek 32 lüksü “papyon kravatı” idi, mutlaka boynuna onu iliştirirdi. Sevgisini sebil etti. Sevgisini, sevdiklerinden esirgemeyen bu şair, bir şiirinde dile getirdiği - ve kendisinden benim de zaman zaman duyduğum gibi - güneşli bir bahar günü aramızdan ayrıldı. 9 Mayıs 2005… Sanki, kendisini uğurlamaya gelenler karda, kışta azap çekmesinler der gibi, güneşli bir günü seçmişti ölmek için onu Yaradan; Bir bahar günü ayrılmıştı aramızdan: “İstemem gözyaşı, acı ve tasa Mevsimlerden bahar olsun isterim. Güneşli, güzel günlerde, Kim duyarsa, kim severse, kim isterse Gönüllü gelsin, gelirse.“ Allah’ın sevgili kulu olmak ne güzel! Bu şiiri yazan şair de bu kullardan biridir ve ölümü, tam istediği gibi bir bahar günü olmuş, Hacıbayram Camii’nin avlusunda onun namazını kılmak için bir araya gelen sevenlerini ufukta yükselen güneş selâmlamıştır… Ondan aldığım bu dörtlük “Arkamdan” adlı bir şiirinden; başlangıç bölümü. Böyle başlar ve devam eder: Nasıl olsa yolun sonu göründü, Aceleye, telaş etmeye gerek yok. Alın, neyim varsa sizlerin olsun, Dünya malında gözüm yok… Nasıl olsa bir gün ölüm gelecek, Hangi haldeyken bulacak beni? Şöyle elim tutar, gözüm görürken Bekliyorum gelmesini… Son gün… Yatağında yemeğini yediren yeğenine izin verir, “ben dinleneyim biraz” der. Cok geçmez, çağırır yanına; gideceğini fark etmiştir. Yolun sonu görünmüştür, anlayacağınız. Telâş etmek boşuna. Hiç telâşsız kabul eder gelen görevli meleği ve ömrü son bulur. İstediği gibi, eli tutar, gözü görürken… Evet, Allah’ın seven kulu olmak güzeldir, dostlar. Biraz dinlenmeye çekilmedir, onun söylediği gibi, aslında ölüm! Ahmet Tufan dostum, hep dostları için yaşadı. Ne haset etti, ne kin tuttu. Kızdıklarına bi- le seslenirken, kelimeleri seçer öyle söylerdi. Kalbi kırılsın istemezdi. Bana, onun Televizyon belgesini yapmaya karar verdiğimde ne dedi bilir misiniz? “Mehmet Çınarlı’ya öncelik ver!” Hemşehrisi, kadim dostu, Hisar’ı yıllarca sırtlanan adamdı Çınarlı; önce onun belgeselinin yapılmasını istiyor, böyle düşünüyordu. Kaç gün tartıştık, cebelleştik. Yaşca ondan büyük olduğunu söylüyor, savunmamı öyle yapıyordum. Daha yaşlıydı Çınarlı’dan, beş altı yaş daha büyük. Düşüncem, “vakit geçmeden” kafama koyduğumu gerçekleştirmek. Çınarlı ondan genç; sonra onunkini yaparım diye düşünüyordum. Kabul ettirmem zor oldu, ama sonunda başardım. Çalışmamı yaparken, bir gün bunalttım onu. Yapmak istediğime karışı çıkıyor, “hayır, öyle olmaz,” diye diretiyordu. Ben ısrar edince ne yaptı bilir misiniz? Beni kovaladı evden! Böyle bir insandı. Televizyon için belgeseli yapılıyormuş, falan filan, umurunda değildi. Yayınlanırsa adı duyulur, adından bahsedenlerin sayısı artarmış, böyle şeyler umurunda değildi. Yeri geldi, sözünü ettiğim o şiirinden buraya birkaç bölüm daha aktarayım: “Haset etmem siz kaldınız diye geride, Gözbebeklerime bakın, anlarsınız. Kaç defa öldürmek istediniz, işte öldüm. Niye ağlarsınız? Dünyayı tümüyle size bıraktım; Ayrılmayın malınızdan, canınızdan, Boş kalmasın yüksek makamlarınız. Niye ağlarsınız? Ne dünya malında gözü vardı, ne yüksek makamlarda… Fakat, “kaç defa öldürmek isteniz, işte öldüm” diyor ya, bu sözlerin boşa söylenmemiş olduğunu bilirim. O, Bir Köy Çocuğuydu O, hayatı tırnaklarıyla kazıyıp yolarak kendini yetiştirmiş, çok küçük yaşlardan itibaren yaşama savaşı vererek büyümüş, amelilik yapmış, taş taşımış ve ekmek parasını öyle kazanmış ve bu şartlar altında okuyabilmiş bir insandı.. 1919 veya 1920 doğumlu. Üst üste savaşların yaşandığı yıllar… Düşünün bir, üstelik daha küçücük bir çocukken baba da ölür, ana da... Daha gençliğe adım atarken, köy odasında gizirlik ( gel git işleri) yaparak başının çaresine bakar, hayatla böyle tanışır ve karnını doyurmak için “in-cin geçmeyen” su kenarına kurulu bahçelerde bekçilik yapmak zorunda kalır. Kurt ulumaları, çakal ve vahşî hayvan sesleri arasında korku dolu saatle, dakikalar geçirir, uykusu bölünür, uyku ile uyanıklık arasında tüketir gecelerini... Hangimiz, çocukluğumuzu bu şekilde acımasız bir dünyada, bir lokma için korku içinde, ecel terleri dökerek, zorluklar yaşayarak geçirdik? O geçirdi ama ! Onun yaşadığı su kenarını, doğduğu köye düzenlediğimiz gezi sırasında gördüm. İki çayın birleştiği yerde bir delta vardı. Buradaki meyve ağaçlarını koruma görevini üstlenmişti. Karşılığında alacağı üç beş lira… O, hep mücadele ederek büyüdü. Fakat ne baş kaldırdı, ne de Yaradan’a isyan etti! Bu acıları taşıdı hep sırtında… Kafasında, geçmişten hiçbir tortu kalmadan okudu ve büyüdü, sonunda “adam gibi adam” oldu! Sildi attı, yahut unutur gibi yaptı bütün o korkuları, acıları ve yaşamağa sarıldı dört elle. Fakat gelin görün ki, çocukluktan gençliğe uzanan yılların acılarını yaşayan sanki Ahmet Tufan değildir. Göğün maviliği, doğanın kuş, kurt ve börtü böceği, çiçeklerle bezenmiş bahçe, yemyeşil dağ ve tepeleri, hep onundur ! Sokakta oynayan çocuklar, cıvıl cıvıl sesleri, güzeller, çirkinler, hastalar, sakatlar hepsi, hepsi onun sevgilileri... Görmek, duymak, sevmek varken, öldürseler bile ölmez elbette bu insan… Şairimiz Ahmet Tufan Şentürk’ün yaşadığı bu hayat onun şahsiyetine şekil vermiş, onun sanat yeteneğinin yeşermesinde yaşadığı o günler bir kaynak rolü oynamıştır. “Ölmeyeceğim !” der o daha önce sözünü ettiğimiz şiirinde. Katıldığı toplantıların çoğunda okuduğu bu şiiri bilenler, dinleyenler, onu okurken kelimeleri vurgulayışında, hayata nasıl da dört elle sarıldığını iyi bilirler: Bende severek çarpan bir yürek var ya Gören gözlerim, duyan kulaklarım Düşünen başım, söyleyen bu dilem var ya 33 Göreceğim, duyacağım, seveceğim Öldürseler bile ölmeyeceğim... Neden ölmez? Ölmez, çünkü çocukluk, gençlik günlerini, yıllarını yaşayan sanki Ahmet Tufan değildir. Bu şiiri ve ötekileri yazan şairi tanıyan biri, arkadaşı, çok yakını ve hatta dostu olabilirsiniz. Geçen uzun yıllar içinde sanatta vardığı noktayı ve “ tüm insanlara ” bakışındaki içtenliği, inceliği ve şiirinin, çileli ömrünün derinliklerine inebilirseniz ancak o zaman çözebileceğiniz bir şair; gönül kapısını ardına kadar sevgiye ve sevenlerine açmış, sevmeseniz de sizi seven bir “er kişi” çıkar karşınıza.... Ölümü üstüne karaladığım bir yazımda demiştim, bir kez daha tekrarlayayım. Bu toprağın çocuğuydu. Yûnus ve Veysel’den Esinlenen Şair Güney’de uzaktan Akdeniz’i seyreden, Toroslar’ın karlı tepelerindeki bir dağ köyünde doğan, genç yaşlarda okuduğu Veysel gibi toprağın diliyle konuşan şairin, benzeri az görülen insan sevgisi bir de Yunus’la buluşunca ses ve söz olup işte böyle şiire dönüşüvermiştir.. İnsanın gönlünü dolduran “aşk”, “Allah” ve ” insan” sevgisi arı duru olursa, elbette şair de olur, Yaradan’ın sevdiği kul da…“Ben aşkın, sevdânın ta kendisiyim” diyebilme gücüne de,yüceliğine de ulaşır. “Yakan” da olur, “yanan” da... Âdem olur, Cennet’ten kovulur veya Nesimî gibi hisseder kendini, benliğinden soyunur. Bakın şu dörtlüğe: Bana söz etmeyin aşktan, sevgiden, Ben aşkın, sevdânın kendisiyim ben! Hem yakan ben’imdir, hem de yanan ben, Yanmak istiyorum yandığım kadar. Âdem’im, Cennetten kovulan beh’im, Seyit Nesimî’yle soyulan benim, Uçup sarhoş olup ayılan ben’im, Yanmak istiyorum yandığım kadar. Buyruğumda değil ayağım, elim Söyleten kim bilmem, söyleyen dilim Beni benden aldı, ben, ben değilim Yanmak istiyorum, yandığım kadar... Bu şiir, hele şiirdeki bir kıt’a, bize şunu düşün- 34 dürdü : Ahmet Tufan Şentürk’ün şiiri konusunda bir yargıya varabilmek için hem onun uzun ve çileli hayatını bileceksiniz, hem de bütün şiirlerinden ve bazı mısra örgülerindeki anlam yükünden haberli olacaksınız.. Ancak böyle anlamak mümkündür onun şiirleri ... Onu uzun yıllardan beri tanıdığım, yakın dostlarından biri olarak ondaki Yunus sevgisi ve Âşık Veysel hayranlığının ve her ikisine olan yakınlığının şâhidi olduğum için, rahatça söyleyebilirim bunları. Ben, Burhan Toprak tarafından yayınlanan Yunus Emre Divanı’nı ilk okuduğum günleri hiç unutmam. Biz o Türkmen kocası er kişiyle on üç, on dört yaşlarında tanıştık. Yaş saksana vardı, hâlâ o Divan elimizde, okur dururuz. Gördük ki, Yesevî’nin yolundan yürüyüp gelen, Sarıköy’de uykuya varan Koca Yunus’u tanıyıp, şiirinde çok az şairimiz onu böylesine içten yaşayabilmiş, ondan esinlenerek böylesine bir güzel mısralar kaleme alabilmiştir.. Şentürk ve Âşık Veysel Seksenli yaşlara doğru yol alırken, Ankara Radyosu’nda görev yaptığımız günlerde bir Âşık Veysel Şatıroğlu tanıdık. Çalıp söylediği ne varsa Diskoteğimizde saklansınlar diye banda kaydettik. Bir gün Stüdyo’da karşı karşıya oturduk, hayat hikâyesini anlattırdık. Konuşması sırasında unutamadığımız bir sözü oldu. “Toprak tabiatlı” olmaktan bahsetti. “Kara Toprak” şiirinde neleri anlatmak istediğini o zaman anladık. Bu kayıtlar sırasında tanıştık, biliştik, dost olduk. Toprak tabiatında olmanın anlamı derin. Veysel’den sonra “toprak” tabiatında bir insan daha tanıdık, o da şair dostumuz Ahmet Tufan Şentürk ‘tür... Uzun bir süre dost olduğumuz bu iki insanı birbirine benzetmekte, bilmem haksız mıyım ?. İkisi de köyde doğmuşlar, uzun bir süre şehir yüzü görmemişler, davar peşinde koşmuş, ağaç gölgesinde büyümüş, yokluk yoksulluk çekmişler... Çocukluk dönemleri birbirine çok, ama çok benziyor. Tek fark, birinin görme özürlü, kör olması; ama dünyaya bakışlarına tesir etmemiş. Zaten, sözünü o ettiğim o konuşmada Veysel’e “gözün açılsın, ister misin?” diye sorduğumda, “hayır!”dedi. Açıklamasını istedim,” ben görüyorum kendime göre “ dedi. 2005 yılının bir bahar günü Hak’ka yürüyen ve Hacıbayram’da toprağa emanet ettiğimiz Ahmet Tufan’ la Veysel arasında ortak noktalar vardır. Şiirleri birbirinden farklıdır ama ikisi de, yokluk, yoksulluk içinde büyürler; ilk benzerlikleri budur. İkisi de analarını çocukken yitirirler. İkisinin de yüzlerine, çok küçükken geçirdikleri çiçek hastalığı iz bırakır. Biri görürken, ötekinin dünyası kararır. Ahmet Tufan’ la Veysel yakınlığını, Âşığın ölümü üstüne Hisar dergisinde yayınlanan bir yazısında açık olarak görebiliyoruz. Çünkü, “yedi yaşına kadar gören gözü, sonra çiçek hastalığı ile başlayan karanlık dünyası” ndan söz etmesi bundandır şairimizin. O yazısında sözünü ettiğimiz yazıdan bölümler aktaralım : “Onun hayatı, o günlerde doğmuş Anadolu insanının, Anadolu halkının, köy çocuklarının ortak yanı, ortak derdi, bitip tükenmek bilmeyen ortak acısıdır. Bu dertler, bu acılar, bu acımasız hastalıklar doğanların büyük bir kısmını alıp götürmüş, geriye kalanlara da çirkin, çirkin olduğu kadar da acı damgasını basmıştır. Ne görecek göz bırakmış, ne bakılacak yüz. Kısaca bir ortak, bir benzer yanımız var Veysel’le.” Sözünü ettiğimiz bu yazısının son bölümü daha da düşündürücü : “Evet, der, Aşık Veysel’ i bilmek, gerçek anlamı ile tanımak çok güçtür. Ne var ki dışardan gördüğümüz kadarı ile Veysel halkın içinden çıkmış, gücünü Hak’tan ve halktan almış, yıllarca sözü ile, sazı ile halka seslenmiş, halkın dilinde türkü, gönlünde sevgi olup göçüp gitmiştir. Ben derim ki, sen bu ülkede bu ulusun nesli yaşadıkça yaşacaksın Çobanın kavalında nağme, âşığın elinde saz, dilinde söz, çok sevdiğin ulusun dilinde türkü, gönlünde sevgi olarak yaşayacaksın.” Hisar dergisi, 1973 yılının Nisan sayısında Âşık Veysel’in ölümü üstüne yayınlanan yazısından aldık bu cümleleri, “Veysel Ölmez ki” diye başlayan bir yazı. Her ikisi de Türkçenin sevdalısı. İkisi de, tesadüfe bakın baharda öldü. “Muhakkak uçan kuşa, açan çiçeğe” veya “kaldır- sak ben’i, benliği” dedirten, “arınsak kinden” diye söyleten gönül yüceliğinde elbette ki o gönül erlerinin yeri ve rolü vardır. Her ikisi de, Yunus’un şiir dili ve kendine özgü kelime hazinesinden haberlidir. Son birkaç veda cümlesi Hak’ka yürüdüğü güne kadar onunla elli yılı aşkın bir süre beraber olduk. Hakkında pek çok yazı ve bir kitap yazmış, TRT ‘de televizyon belgeseli hazırlamış, son zamanlarda birlikte unutulmayacak günler geçirmiş, zamanı paylaşmışız. Unutmak elbette mümkün değil. Kendim ve sevenleri adına, ölümden sonra açılan defterine yazdıklarımla bitireyim bu anma yazısını, tarih: 10 Mayıs 2006 Son sesleniş... O, “Arkamdan” şiiriyle arkasında bıraktıklarına sesleniyor; ben, arkasında bıraktığı kadim bir dostu olarak ona ve ardında bıraktıklarına sesleniyorum. Hayat serüvenimizden bir güzel insan geçti, adı: Ahmet Tufan ŞENTÜRK... Onun çok yakını, arkadaşı, hatta dostu, sevip saydığı biri olabilirsiniz. Geçen uzun yıllar içinde sanatta vardığı noktayı, “ tüm insanlar” a bakışındaki içtenliği, inceliği, şiirinin ve çileli ömrünün derinliklerine inebildiğiniz takdirde çözmeniz mümkün olan bir şair, gönül kapısını ardına kadar her zaman sevgiye ve sevenlerine açmış, sevmeseniz de sizi seven bir er kişiydi... Bu toprağın çocuğuydu. Türk mü, Türk... Hem de nasıl! Hak’ka yürüdüğü güne kadar, onunla elli yılı aşkın bir süre beraber olduk. Neredeyse ömür boyu dost kaldığınız, yakını olduğunuz bir insan hakkında, duygu ve düşüncelerinizi cümlelere sığdırmak kolay mı sanıyorsunuz? Hele, hakkında yazılar ve bir de kitap yazmış, televizyon belgeseli hazırlamış, daha daha son zamanlarınızda - uzun bir süre - her Cuma günü birlikte olmuş, yan yana namaza durmuş, kurulan sofrada lokmalarınızı paylaşmış, sizin yaptığınız tarhana veya onun pişirdiği otlu çorbaya kaşık çalmış, yemekten sonra kahvelerinizi yudumlayıp şiir veya günlük 35 konular üstüne sohbet ederek tartışmışsanız... Şiirlerinizde onun kattığı renk, rûh ve hava, tırnak içine aldığınız mısralar varsa... Unutmak elbette kolay değil. Kimdi, neydi, nasıl biriydi diyenler, Karaman’ nın bir dağ tepesinde, dünyaya gözlerini açtığı evi, köyü, büyüdüğü yöreyi, Toros’ ların haşmetine ekleyip düşünebilir ve sorularına cevap bulabilirler. Düğümü , sırrı burada hayatının da, sanatının da...Şiirlerini yoğuran, onu yazmaya yönlendiren bu köydür, bu insanlar, bu dağ ve yemyeşil bir vâdide kıvrım kıvrım akan Göksu ırmağıdır ! Bin türlü yoksulluğun tabiatla kucaklaştığı bir dünyada büyüdüğü doğrudur, önce yokluklara merhaba dedi. Elini ayağını kanatsa da batan dikene, üstünde uçan kuşa, onu kucaklayan toprağa, dağa, taşa hayran; insan sevgisine bu yoldan ulaştı.Karşılık beklemeden sevmesinin sebebi de bunda gizli. Toprağa verileceği gün Hacıbayram Camii’nde nasıl gözlerim yaşla dolu, tutsun diye elimi tabutunun üstüne koymuş bekliyor, ölümü ona yakıştıramıyorsam, onu hep böyle bekleyeceğim. Yıllar geçse, gün tükense beklerim ; Temelleri bu dostluğun derinde.. Bahçemizde lâle, nergis soldu mu ? Sen unutsan, ben seslenir sorarım : Nerdesin ey, nerdesin dost, nerdesin ? Cumaları namaza durduğumda yine yanımda, sofrada çorbaya yine birlikte kaşık çalacağız ve her yazdığım yazı, şiir Şentürk’ ten seslerle dolu olacak. Dün olduğu gibi yine her gün görüşeceğiz. Allah’ ın rahmeti üzerine olsun. Bu toprağın çocuğuydu. Türk mü, Türk oğlu Türk. Nasıl hem de! Hak’ka yürüdüğü güne ka- 36 dar onunla elli yılı aşkın bir süre beraber olduk. Ömür boyu dost kaldığınız, yakın olduğunuz bir insan hakkında duygu ve düşüncelerinizi cümlelere sığdırmak kolay mı sanıyorsunuz? Hele hakkında pek çok yazı ve bir kitap yazmış, televizyon belgeseli hazırlamış, son zamanlarınızda - uzun bir süre - her cuma birlikte olmuş, yan yana namaza durmuş; kurulan sofrada lokmalarınızı paylaymış ve sizin yaptığınız tarhana, onun pişirdiği otlu çorbaya kaşık çalmış; yemekten sonra kahvelerinizi yudumlarken şiir veya günlük konular üstüne sohbet ederek konuşup tartışmışsanız... Şiirlerinizde onun kattığı renk, ruh ve hava, tırnak içine aldığınız mısralar varsa... Unutmak elbette mümkün değil. Kimdi, nasıl biriydi diyenler, Karaman’ın o dağ köyünde, Esentepe’de dünyaya gözlerini açtığı evi, büyüdüğü yöreyi, Toroslar’ın haşmetine ekleyip düşünebilir ve sorularına cevap bulabilirler. Düğümü, sırrı burada hayatının da, sanatının da... Şiirlerini yoğuran, onu yazmaya yönlendiren bu köydür, bu insanlar, bu dağlar ve yemyeşil bir vâdide kıvrım kıvrım akan Göksu ırmağı ! Meyve bahçelerinde nöbet tutarken, gecelerin sessizliğinde korku dolu saatlerin nasıl geçtiğini bilemediğini, bana Göksu ırmağının kıyısında dolandığımız o gün anlattı, ondan dinledim. Doğduğu köye birlikte gittik, babası Gök Ali’ nin mezarını bulup duamızı birlikte ettik. Çocukluğu ve gençliğini yaşadığı o dağ köyünü gezen, gören, insanlarını tanıyan, onlarla konuşan, dertleşen biriyim.”Ahmet Tufan Şentürk” kitabı ve televizyon belgeseli öyle yazıldı, ondan sonra gerçekleştirildi. Aramızdan ayrıldığında 85 yaşlarında falandı. Fakat, ne olursa olsun, onun için erken gelen bir ölüm demek daha doğrudur. Zaten sevenleri de ona ölmüş diye bakmıyorlar ki! Yattığı toprağa nûr yağsın, Allah’ın rahmeti üzerine olsun. TÜRKLER’İN SOFRALARINDAKİ YEMEKLER M. Ziya GÖZLER * Son yıllarda televizyon ve gazetelerde yemeklerle ilgili programlar yapılıyor, yazılar yazılıyor ve yemek tarifleri veriliyor. Herkesi imrendiren ve genellikle de varlıklı kişilerin sofralarında yer alan bu yemeklerin çok güzel olduklarını itiraf etmeliyim. Hele usta aşçıların yaptıkları yemekler ve onları bizlere takdim edenlerin anlatımları tek kelime ile mükemmel. Ne var ki, bu yemek takdimleri arasında TRT’de yıllardır yayınlanan bir program, tam anlamıyla ülkemizin lezzetlerini insanımıza ciddi ve özenli bir şekilde anlatmaktadır. Ülkemizin değişik yörelerinin yemeklerini, içeceklerini o yöre insanının ağzından anlatılması, bilahare yemeklerin yapılmasının da gösterilmesi televizyon ekranlarında adeta bir şölene dönüşmektedir. Kutlamak gerekir. Türk, Çin ve Fransız mutfakları dünyanın en zengin ve aranılan üç mutfağıdır. Türkler Orta Asya’dan bu yana misafirperverliğe önem vermişlerdir. Gelenekleri arasında misafir ağırlamanın özel bir yeri vardır. Ayrıca düğünlerde, derneklerde, yardımlaşmalarda, toplumun bütününü ilgilendiren özel günlerde, ölümlerde birlikte yemek yenilmesi de bir adettir. Misafirperverlik, sevinçlere ve acılara birlikte iştirak etmek, devlete ve aileye gösterilen saygıdan sonra gelen önemli bir değerdir. Tarih boyunca Türkler nelerle beslendiler? Hangi yemekleri yediler? Bugüne dek nasıl bir yemek kültürü oluştu? Neler yetiştirdiler? Türkler’in yemekle ilgili macerasına kısaca bir göz atarak günümüzde sağlıksız yemeklerle olan farkını gözler önüne sermeye çalışalım. Orta Asya’da önceleri dağınık sonra birlikte yaşamaya başlayan Türkler, toprağı ve suyu kendileri için faydalı işlerde kullanmışlardır. Çadırdan yerleşik ev hayatına geçmeleri sırasında çamur, kerpiç, tuğla kullanmaları, evleri- ni odalar şeklinde bölmelere ayırmaları, evlerinin etrafını hayvanlarını besleyecek yerlerle ve yiyeceklerini yetiştirecek ekin alanları ile çevirmeleri Türkler’in asırlardır tabiatla haşır neşir olduklarını göstermektedir. Tarlaglarını (tarla) sabanlayan (çift süren) ve arıklarla sulayan Türkler tarlalarında acaba neler yetiştiriyorlardı? Hangi yemekleri yapıyorlardı? Damak tatları nasıldı? Hangi kültürlerle etkileşim içindeydiler? Orta Asya bozkırlarında çevredeki Çin ve Moğollarla birlikte hemen hemen aynı besin kaynakları kullanılıyordu. Tahıl olarak; buğday, arpa, darı, mısır, çavdar, pirinç, nohut, mercimek ve yulaf, sebze olarak; havuç (sarı turma), madımak, yarpuz, yemlik, kabak, turp, soğan, sarmısak, meyve olarak; dut, erik, elma, armut, ayva, kayısı, nar, ceviz (yangak) fıstık, fındık (kosık) yetiştiriliyordu. Et ihtiyaçlarını koyun, keçi, büyük baş hayvanlar, deve, at, geyik, kümes ve av hayvanlarından karşılıyorlardı. Ayrıca bu hayvanların sütleri ve yumurtaları da değerlendiriliyordu. Sütü, süt ağzını, süt kesmiğini içiyorlar, ayrıca sütü yağ, yoğurt, peynir ve kefir olarak değerlendiriyorlardı. Kısrak sütünden de kımız yapıyorlardı. Bu besin kaynakları ile Türkler bu coğrafyada hangi yemekleri yapıyorlardı? Tutmaç (Tutma aç)- İçine küçük et parçaları konan erişte yemeği (mantı gibi). Omaç (Oğmaç)- Küçük hamur parçaları içine et konularak yapılan bir tür çorba. Kavut (Kagut)- Un haline getirilmiş darının yağ ve şekerle karıştırılıp pişirilmesi. Akıtmaç- Deve veya koyunun ilk sütünün (ağız) un ile karıştırılıp saçta pişirilmesi. Tirid- Ekmek veya bulgurun et suyu ile pişirilmesi. Keşkek (Herise)- Et ve buğdayın * Jeoloji Yüksek Mühendisi 37 dövülmesi ve pişirilmesi. Aşlık- Dövülmüş buğdayın pişirilip içine tereyağı veya yoğurt konulması. Kurut-Kışın kullanılmak üzere kurutulan yoğurt. Kak- Kurutulmuş meyveler. KuymakMısır,tereyağı ve peynirin birlikte pişirilmesi. Samsa - Bir çeşit etli börek. Bu yemeklerin yanı sıra yufka, gözleme, bazlama, erişte, kavurma, ateşte pişirilen et yemekleri, pastırma, kemik suyundan değişik çorbalar, tarhana, çeşitli meyvelerden yapılmış şerbetler, peynir tatlısı (höşmerim), pekmez, helva (pekmez un ile karıştırılır) da önemli yiyecek ve içecekler arasında yer almaktadır. İlk Türk toplulukları İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Avarlar, Hazarlar, Siyenpiler, Türgeşler, Karluklar, Kimekler ve Kıpçaklar’ın bu şekilde beslendiği bilinen bir gerçektir. Tarlayı işleyen, avlanan, kımız yapan ve erkek çocuğunu yetiştiren baba, ailenin ev işlerini düzenleyen, yemek yapan ve kız çocuğunu yetiştiren ise annedir. Orta Asya bozkırlarından Ötügen’den, Turfan, Semerkand, Merv, Horasan, Rey ve Herat üzerinden Anadolu, Afganistan ve İran’a doğru ilerleyen Türkler, bu bölgelere yerleştikten sonra Orta Asya’daki ananelerini bu bölgelere taşımışlar ve geldikleri bu yeni yerlerdeki geleneklerle kaynaşmışlar ve aile beraberlikleri, hayat tarzları, giyim ve kuşam, yemek ve içmek ve de inanç konularında yepyeni bir oluşum içine girmişlerdir. Bölgede yaklaşık üç yüzyıl hüküm süren Selçuklular ile diğer Müslüman Türk Devletleri olan Karahanlılar’ın, Gazneliler’in, Harzemşahlar’ın, Memlukler’in yaşadıkları dönemlerde yemelerinde, içmelerinde ve dünyaya bakışlarında önemli değişikliklerin olduğu bir vakıadır. Etin çeşitli şekillerde kullanımı, bulgurun sofralarda daha çok bulunması, yeni yemek türleri ve tatlılar sofralarda yerini alırken kendi yemeklerini ve içeceklerini de yeni yerleştikleri bölgelere yaydıkları da akıldan çıkarılmamalıdır. Selçuklu yemekleri arasında bulunan bazı yemekler şunlardır: Nukul (lokul)- Hamurun içine kıyma, ceviz ve şeker konulur ve birlikte pişirilir. Söğütme- Tavuk ve hindi etlerinin tuz ve karabiber ile ka- 38 rıştırılıp tandırda pişirilmesi. Dane- Haşlanmış pirinç üzerine yağ ve biber dökülmesi ile yapılan bir yemek. Kalye ve Borani- Suda haşlanıp, yağda kavrulan sebze yemekleri. Söklüncü- Taze etten yapılan kebap. Ayrıca tutmaç, paça yemeği, yahniler, biryan kebabı, tandır kebabı, bulamaç, çörekler, çorbalar, sebze yemekleri, hoşaf ve şerbet çeşitleri ile pekmez ve kurutulmuş meyveler, zerde bu mutfağın yemekleri arasında yer almaktadır. Selçuklular döneminde soğan, sarmısak, pırasa, ıspanak, kereviz, kabak, marul, turp, kavun, karpuz, incir de sofralarda bulunmaktaydı. Yağ olarak tereyağı, ceviz ve fındık yağı, içecek olarak da ayran, boza (bekni), şarap (süçük) ve buğsan (darıdan yapılan bir içki) kullanılmaktadır. O dönemde domates, patates, bamya, patlıcan henüz sofralarda yer almıyordu. L. Kahun Gökbayrak adlı eserinin bir yerinde Semerkand’daki bir aşçı dükkânındaki yemekleri şöyle sıralıyor: ’’ Aş var, Hint kebabı var, şiş kebabı var, üzüm şerbeti var, tutmaç var, pastırma var, mantı var.’’ İslamiyet’in bayraktarı olan Osmanlılar’ın Avrupa’ya, Akdeniz’e ve Ortadoğu’ya ilerlemeleri yeni kültür daireleri ile karşılaşmalarını gündeme getirmiştir. Bu yeni konum, netice olarak bütün hayatlarının yeniden şekillenmesine sebep olmuştur. Yemek kültürleri de bu değişimden nasibini almış, Avrupa, Akdeniz, Acem ve Arap yemekleri Müslüman Türk toplumunun sofralarında yerini almaya başlamıştır. Lahana, patlıcan, ıspanak, karnabahar, bezelye, baklagiller, maydanoz, yeşil sebzeler, baharatlar (kişniş, biber, fesleğen, tarçın, safran), değişik soslar, bol miktarda zeytinyağı, şeker(bal ve pekmezin yerine), kahve, çay Türk mutfağında kullanılmaya başlanmıştır. Müslüman Türkler, İslam Dini’nin yasakladığı domuz etini, tek tırnaklı hayvanların etlerini, sürüngenleri, bazı kuşları ve değişik özellikteki deniz canlıları ile alkolü kullanmamaya özen göstermişlerdir. Osmanlı’da halk, kendi tarlasında yetiştirdiği ve kendi evinde pişirdiğini, fakirler de imarethanelerde pişen yemekleri yiyorlardı. Bu kesimin sofrasında bulunan besinlerle saraydaki besin- ler arasında sadece pişirme ve sunma bakımında farklılık vardı. Tabii bir de saray, halkın yediği yemeklerin dışında havyar, değişik balıklar, karides, çeşitli yumurtalı yemekler, börekler, av kuşları, kebaplarla besleniyordu. Günümüzde halk ile yönetenler arasındaki uçurum, yani sefahat ve sefalet, Osmanlı ve daha önceki dönemlerde asla ve katla böylesine belirgin bir ayrımı tarif etmiyordu. Günümüzde halk bir lokma için yaşarken özellikle Ramazan ayında lüks otellerde yapılan iftarlarda sofralarda sadece kuş sütünün bulunmadığı yazılıyor, çiziliyor. Ne kadar tuhaf bir durum değil mi? Ancak batılılaşmaya başladığımız andan itibaren özellikle de son otuz yıldır her şey değişmeye başlamıştır. Yemekler, içecekler, yemek isimleri, sofra düzeni, sofra adabı değişiyor ve yemek sonrası meşveret de yerini dedikoduya bırakıyordu. Osmanlı’nın 16.-19. yüzyıllar arasındaki yemeklerini bizzat görmüş ve yemiş olan bazı yazarların kalemlerinden dökülen satırları aktararak Osmanlı yemeklerini anlatmaya çalışalım. O.G.Busbecg, Türkiyeyi Böyle Gördüm adlı eserinde şunları yazıyor: ’’ Türkler obur değillerdir. Gayet az yerler. Sofra zevkine pek az düşkündürler. Bir parça ekmekle beraber tuz, soğan ve yoğurt bulurlarsa yemek için başka bir şey aramazlar. Yoğurt ekşimiş bir süttür… Çünkü Türkler, yolculukları sırasında sıcak yemek aramazlar. Ekşi süt, peynir, üzüm gibi şeyler yerler. Üzüm, vişne gibi kuru yemişleri sıcak suda kaynatıp toprak tabaklar içine koyarlar. Herkes istediği kadar alıp ekmeğine katık eder… En mükellef ziyafetler de bile hamur işi börek ve tatlılardan başka pahalı şeyler bulunmaz. Bir de pirinçten yapılan yemekleri vardır. Üzerine koyun ve kuzu eti koyarlar… Bal yahut şeker şerbeti onlar için en mükemmel içkidir… Ayrıca, yazın yemek üzere bütün kış ve bahar aylarında muhafaza ettikleri taze üzümleri vardır.’’ Gelibolulu Mustafa Âli, Görgü ve Toplum Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları’nda (Mevâidü’nnefâis fî kavâidi’l mecâlis) 16. Yüzyılın ikinci yarısındaki düzeni çok açık bir biçimde anlatırken eserin bir yerinde bade meclisini anlatıyor: ’’ İçki sohbetlerinde börekler ve ağır yağlı yemekler doğru değildir. Pilav kısmından başka yağlı yemeklerin de değmede doğru görüldüğü yoktur. Çünkü hükema katında, zariflerin kanununa ve akıllı kimselerin düşüncelerine göre, içki meclisinin ayrılmaz yiyeceği, yarı-pişmiş kebap ile ekşili çorba, kavurmalar ve köfteler gibi hazır yemekler, hele denizden çıkan balık türünün çeşitleri bavurya, istirdye, istakoz, teke ve midye makulesi sonsuz mezelerdir… Yemeklerin en tatlısı, türlü türlü nesneler karıştırılarak yapılmış olan çok nefis yiyecekledir. Aslında kaygana, aşura aşı ve salatanın o türlü yemeklerden idüğü bellidir.’’ J.Thevenot, 1655-1656’da Türkiye’sinde, Türklerde Yemek, İçmek ve Yatmak başlığında bizlere şunları anlatıyor: ’’ Onların en sık yedikleri pilav adını verdikleri yemektir. Pilav, piliç, koyun, sığır eti yahut sadece bunlardan birisi veya et olmadığı takdirde tereyağı ile pişirdikleri pirinçtir; pirinç pişince onu ocaktan alırlar ve düz bir tabağa koyarlar, üzerine bir miktar biber konur, bazen de sarı renk vermek için safran koyarlar. Yemek zamanı gelince yere sofra adı verilen deriden yuvarlak bir masa örtüsü yayarlar, onun üzerine pilav ve eti koyarlar ve ekmeği parçalara bölerek çepeçevre dağıtırlar, … sonra Bismillâh yani Allah’ın adıyla diyerek yemeğe başlarlar, ne altın ve ne de gümüş kap aramaksızın kaşıklarla pilavlarını yerler… Onlar normal olarak yemek esnasında içmezler, fakat kâfi derecede yedikleri zaman kalkarlar ve aynı kaptan su içmeğe giderler, sonra Elhamdüllillah yani Allah’a şükürler olsun derler… Her zaman içtikleri şey sudur. Şarap içenlerin sayısı da çoktur, her ne kadar şarap onlara Kur’an tarafından yasaklanmış ise de, bazı kimseler bunun sadece bir fikir ve nasihat olduğunu ve kesin bir hüküm olmadığını söylerler… Onların Boza adını verdikleri diğer bir içkileri daha vardır, arpa veya darıdan yapılır… Onlara temiz olmayan etlerin yenmesi yasaktır, aynı şeyleri Yahudiler de pis kabul ederler, domuz yavrusundan Türkler kadar Museviler de nefret ederler… Onlar, kurbağa, kaplumbağa, salyangozlar ve Musevilerde yasak olan diğer 39 hayvanlardan iğrenirler.’’ M.D’ohsson, 18.Yüzyıl Türkiye’sinde örf ve adetler adlı eserinde Türkler’in yedikleri ile ilgili şunları anlatıyor: ’’ Türkler, kasaplık hayvanlar arasında sadece koyun ve kuzu eti yerler. Sığır, sofralarında nadiren görülür; kümes hayvanları ise pek bol yenir, en orta halli ailenin sofrasında bile bulunur. Türkler deve etini makbul tutmaz, at etine ise hiç rağbet etmez ve asla yemezler… Müslüman av etini az yer. Bu, onların av etlerini sevmediğinden değil, usulüne göre avlanmamış, haram bir eti yemek endişesinden gelir… Pek az balık yerler, hele midye, istakoz, karides vs. asla sofralarında görülmez… Sonra millet olarak kıymalı sebze yemeklerini severler; lahana, enginar, kereviz, kabak, hıyar, asma yaprağı gibi. Bu sonuncusunda dolma yaparlar. Bir hamur işi olan börek Türkler’in çok sevdiği bir yemektir. Sebzeli, etli, meyvalı ve reçelli olarak muazzam büyüklükte yaparlar. Sofraya en önce çorba en sonra da pilav gelir… Pilavdan sonra ince ince dilinerek hoşaf kâsesinin etrafına sıralanan küçük tabaklara konmuş çeşitli peynirler gelir. Müslümanlar’ın yemek üzerine yedikleri başlıca soğukluk budur; yemek üzerine asla meyva yemezler. Yazın, üzüm, incir ve kavun sofralarda görülür, bir de sirke, sarımsak ve zeytinyağıyla yapılan hıyar salatası. Bütün yemeklerin sonunda gelen hoşaf, sulu, tatlı bir içecektir. S. Yerasimos, 15. Ve 16. Yüzyılda Osmanlı Saray Mutfağında Sultanların Sofralarında hangi yemeklerin bulunduğunu tariflerini vererek anlatıyor. Birkaç örnek vermek gerekirse: Salma- Koyun budu eti, nohut, safran ince kıyılmış badem, nane, sarımsak, sirke, bal un ve tuzun yağda ile birlikte pişirilmesi. Herise- Koyun eti, haşlanmış buğday, yağ, sumak, kimyon. Tüffahiye- Koyun budu, toz şeker, badem, hurma, kırmızı elma, safran, gülsuyu, nişasta, tuz. Çeşidiyye- Koyun eti, yağ, koyun kıyması, nar ekşisi, kara erik, bal, badem, kayısı, elma, nişasta, gülsuyu, tuz. Merserem- Koyun budu, yağ, yoğurt, haşlanmış nohut, kıyma, pirinç, pazı, soğan, sarımsak, maydanoz, nane, tuz. Zirvâ- Koyun budu, badem, bir salkım üzüm, 40 bal, tuz, safran, hurma, kayısı, incir, nişasta, kara erik, haşhaş tohumu. Medfune- Koyun budu, yağ, kıyma, kişniş, tarçın, haşlanmış nohut, patlıcan, soğan, safran, gül suyu, tuz. Kabak Keşkülü- koyun budu, yağ, asma kabağı, maydanoz, soğan, haşlanmış nohut, karabiber, tuz, tarçın, taze zencefil, karanfil, cezeriye. Me’muniyye- Süt, bal, tereyağı, pirinç unu, tavuk beyazı, gülsuyu, badem, toz şeker. Senbûse- Badem, şeker, gülsuyu, baklava yufkası, nebati yağ, tarçın. Bu yemeklerin dışında elma dolması, pazı buranisi, dâne-i rişte, ıspanak kalyesi, kabak bastı, mersmuye, mutancana, piyâziyye, kâbûnî, rummâniyye (nar ekşili kalye), bal helvası, şeker börek, sâbûnî helvâ ve muhallebi tarifleri de bulunmaktadır. Yaşadıklarımız bize göstermektedir ki, dört beş binlik tarihi bir yolculuk sonrası Türkler günümüzde tarifi imkânsız sosyal bir bulanımın içine düşmüşlerdir. Bu bunalımı, şahsiyet bozukluğunu, ciddiyetsizliği, kadir bilmezliği, sorumsuzluğu, sağlıksızlığı yemek ve içmek konusunda da yaşamaktayız. Lahmacun, börek ve pidelerimiz yerini hamburgerlere bıraktı. Kebaplarımız ve pilav üstü nohudumuz ile tavuklu pilavımız kızgın yağda kızartılmış tavuk ve patatese teslim oldu. Ayranımız, hoşafımız, şerbetlerimiz gazlı içeceklere yenildi. Helvamız, muhallebimiz, tavukgöğsümüz, peluzemiz, sütlacımız, güllacımız, kazandibimiz, keşkülü fukaramız, zerdemiz, baklavamız, supangleyle, krem şokoloyla (cream chocolate), çiz kekle (cheesecake), brovniyle, tiramisuyla yer değiştirdi, adeta yok oldu. Daha da ötesi bazı yemeklerimize sahip çıkamadığımız için (birçok konuda olduğu gibi) dost diye görmeye çalıştığımız komşularımız tarafından çalındı. Ses çıkaramadık. Bu kültür erozyonu ve edilgen halet-i ruhiye gittikçe önüne geçilemeyecek bir hal almaya başlamıştır. Kültür asimilasyonunun, milletlerin yok olması neticesini doğurduğunu da unutmamak gerekir. Yeni nesiller yüz, üç yüz, beş yüz, bin sene sonra bu tatların resimlerine bakarak, atalarımızın yedikleri, içtikleri bunlarmış deseler bile çok iyi bir netice olur. Batılılaşarak çağdaş olabileceğine inanan Osmanlı’nın devlet erkânın yirminci yüzyılın ilk yarısındaki davetlerde sofralarda bulunan birkaç yemeğe göz atalım. 21 Şubat 1910 Berlin Sefiri Mahmut Muhtar Paşa’nın verdiği bir akşam yemeği: Konsane Mercedes. Akdeniz langustu, tarhun sosuyla. Kuzu Baron, Nelson usulü. Jöle içinde çulluk. Galetalı Bress domalan mantarı. Sicilya salatası. Krema içinde yeşil kuşkonmaz uçları. Caruso usulü şeftali. Pasta. Jöleli Roquefort. Tatlı. 19 Nisan 1912 Londra Büyükelçisi Tevfik Paşa’nın Mısır Hidivi Abbas Paşa’ya verdiği ziyafet: Havyar. Pelte içinde yumurta. Kuzukulağı çorbası. Kırmızı şarap içinde dil balığı file. Sahanda sığır Alamod. Taze bezelye püresi. Alsas tipi makarna. Piliç Polonez. Kıvırcık salata. Kuşkonmaz. Çilekli pasta. Meyve. 26 Ağustos 1924 Tokatlıyan’da Paris Belediye Heyetine verilen ziyafet: Tavuk ezmesi. Kremalı çorba. İnce börek. Levrek haşlaması, sos olarak tereyağı ile hazırlanmış levrek havyarı. Fileminyon, mantar soslu. Hindi palazı kızartması, trüfl mantarı ve mevsim salatasıyla. Fıstıklı pilav. Etrafı bisküvilerle süslenmiş kaymaklı dondurma. Meyveler, şekerlemeler, kahve. Şaraplar; Marsala, Carons (Bordeaux), Chateau Langao, Montrachet. 30 Nisan 1920 (TBMM’nin açılışından bir hafta sonra) Padişah Vahideddin’nin verdiği bir öğle yemeği: Düğün çorbası. Börek. Bezelyeli kuzu kapama. Terbiyeli paça. Kaymak. Sade yağlı bakla. Pilav. Zerde. Baklava. Meyveler. Lebon Lokantası’ndaki bir akşam yemeği menüsü: Sultani kremalı av kuşu çorbası. Paiva usulü talaş kebabı. Havyar soslu levrek. Nelson usulü dana kotlet. Valencienne usulü bıldırcın. Kızarmış hindi. Salata. Çikolatalı kremalı dondurma. Pelte, Roquefort peyniriyle. At üstünde doğup, at üstünde ölen Türkler’in Orta Asya bozkırlarında beslenme şekilleri, Selçuklu dönemi yemekleri ve Osmanlı’nın Batılı Osmanlı değil Türk Osmanlı olduğu o iki -üç yüz yıllık dönemdeki beslenme tarzının ne kadar sağlıklı olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Doymuş yağların kullanımı, kızartılmış ve ağır yağlı yemekler ve tatlılar, gazlı içecekleri fast food (ayak üstü) denilen baştan aşağı insan sağlığına zararlı yiyecekler sadece Türk toplumunu değil bütün insanlığı tehdit etmektedir. Hele genetiği değiştirilmiş besinlerin sofralarda yer almaya başlaması yakın bir gelecekte insanlığın cinnet geçireceğini açıkça göstermektedir. Tanrı toplumumuzu bu tehlikeden korusun. 41 KOMŞULARIMI ARIYORUM Sefer AŞIR ERASLAN * Komşuluk, aynı köyde, aynı mahallede, aynı apartmanda yaşamak mecburiyetinde olduğumuz, akrabalık ilişkilerimizin dışında olan her insan topluluğu… Bazen mahalle, bazen sokak komşuluğu gibi yatay komşuluk, bazen de aynı apartmanda yaşadığımız insanlarla olduğu gibi dikey komşuluk münasebetlerimiz vardır. Komşuluk, bir mecburiyetten çok ortak yaşama, sorumluluk alma, ortak paylaşım, dayanışma ve hayatın kolaylaştırılması… ”Cebrail bana komşuluk hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, mirasçı kılacak sandım” buyuran o aziz Peygamberimin buyurduğu gibi komşuluk kardeş gibi, mirasçı olabilecek kadar yakınımızdaki insandır. İslam’dan başka hiçbir inanç sisteminde, hiçbir millet kültüründe komşulukta olan hak, tercih hakkı yoktur. Buna “şufa” hakkı denilir. Halk arasında “şifa hakkı” da denilir. Ev komşuluğundan, işyeri-dükkan komşuluğuna, tarla ve arsa komşuluğundan ülkelerin komşuluğuna çeşitli komşuluklarımız vardır. Bir kalabalık dünya, o kadar olmasa da gelip gideni belli olmayan apartman, site veya bir o tarafa bir bu tarafa gelip giden ancak nereye gittiklerini ancak kendilerinin bilebildiği yığınlar… Elbette bunların içerisinde bir ben de var. Bu ben benlik sahibi olan lakin benliğini her şeyin önüne, her vaziyetin üstüne koymayan ancak zaman zaman oto kontrol dediğimiz, nefis muhasebesi yapan, yerine koyma, onun yerinde olma, yani empati kurma hesaplaşması yapan bir ben… Ne aradığını, nerede aradığını bilen, yaşananlardan yüreği burkularak acı çeken, içerisindeki “ben’i” hiç ama hiç ihmal etmeyen, bu sayede doğruyu ve gerçeği bulabilen bir ben… Benden çok”biz”i değerli bulan bir * Araştırmacı, Yazar 42 ben… Ama bizi bizden alan, bizden başkasına benzeten, başkalaştıran, yabancılaştıran, biganeleştiren ancak izinsiz olarak gelip oturup arsızca, ayrılmak bir tarafa yerleşmek için zemin yoklayan, işgalci asrilik… Köyümde ne güzel hatıralarım vardı komşuluk ve komşuya dair. Anlatmakla bitmeyen, anlatıldıkça tatlanan, hatırlandıkça huzur veren asillikler… Bir asrilik uğruna koşup geldik şehre. Medenilik de medeniyet de Medineli olmak da hep orada dediler. Bütün kazancımızı, bütün değer yargılarımızı orada bırakıp geldik. İşte bu kalabalıkta ne o eski komşuluk kaldı, ne de eskimeyen komşuluklar. Çünkü orada “komşunun tavuğu komşuya kaz” görünmezdi. Komşu komşunun tavuğuna “kış demezdi”. Aksine koşuda pişen komşuya düşerdi. Komşunun da hakkı vardır diye her yemek yapışta bir bardak su, iki kaşık katık daha fazla konurdu. Çünkü komşu komşunun külüne muhtaçtı. Koşusu aç iken tok yatılmaz, yatanlar var mı bilinmezdi. Çoluk-çocuğumuzu, malımızı-mülkümüzü, canımızı, malımızı, namusumuzu komşuya emanet ederdik. Komşudan, malını-mülkünü, namusunu, evini ve canını korunmak için çelik kapılar, gözetleyen kameralar koymazlardı. Komşusunun halinden her gün haber alınır, haberdar olunurdu. Ya sabah namazında evin erkeğinden veya sabah suyunu almak için gelenler, evin hanımından haberdar olurlardı. Şimdi ne camiye –cemaate giden var, ne de sabahları “zemzem akar” denilerek koşulan mahalle çeşmesi kaldı. Rahatlık o kadar aldı başını gidiyor ki tembellikten enseler kışlık un çuvalı gibi kalın, göbekler meşhur orman mahluku gibi yağ bağladı. Onları eritmek için de hep eziyet ediyor, azap çekiyor, pek çok alışkanlıklarımızdan vaz geçiyoruz. İşte bu haberdar olamayışların tabii sonucu olarak, evinde vefat edip de pis kokular etrafı sarmayınca kimsenin kimseden haberi yok. Zaten haberdar olmayı da, pek samimi olmayı da arzulamıyoruz artık. Çünkü kapı merceğinden dikizleyen arsız defalarca azarlanmasına, küsüp alakanın kesilmesine rağmen şimdi daha da ileri gidip komşunun kapıda eşiyle, ev ahalisi ile ne konuştuğunu iyi işitemediği için kapıyı kıyılayıp ses de dinliyor. Sanki duvara alet koyup ses dinlemesi, karşı apartmanı gözetlemek içi dürbün alması yetmiyormuş gibi. Şimdi ya komşuya benzemedik, kapımızın önündeki düşmanı azdırmamak için veya şerrinden emin olmak için “merhaba” denilir, selam verilir olmuştur. Dün komşusunun alamayacağı bir şeye sahip olanlar “komşum incinir” diyerek onu alenen kullanmazlar, göstermezlerdi. Şimdiki gibi hava atmak, kıskandırmak, imrendirmek için çağırıp onu perişan etmezlerdi. Yani ”komşu çatlatmak” diye bir tabir yoktu literatürlerinde. Fakire incinmesin diye verilecek yardımlar eliyle verilir, gizlice verilir, ezmeden verilirdi. Şimdi alınan güzel bir şeye” komşu çatlatan” diye ad takarak komşusunu çatlattığını zanneden adamların kendileri hasetlikten, kıskançlıktan çatlamaktadırlar. Komşusunda gördüğü bir şeyi, hiç imkanı ve ihtiyacı olmadığı halde “komşu almış bizim de olmalı” diyerek alıp, evini cehenneme, hayatı çile haneye çevirmekten geri kalmayanların nasıl bir komşulukla bağlı olduklarını bilinmemektedir. Evini ve çocuğunu komşusuna emanet edip gitmelerin yerini komşu hırsızlar, komşu katiller aldı. Amca, dayı, hala ve teyzeden yani en yakın akrabalardan bile yakınızda olanlar ”ayı derisinden post olmaz, tanımadığın komşudan dost olmaz” noktasına gelinmiştir. Mahallenin namusu kendilerinden sorulan kaytan bıyıklı kabadayı edalı, babacan adamların yerini mahalleyi haraca bağlayan çeteler almıştır. Başkalarına lafını ettirmediklerini “lafı mı olur diyerek” başkalarına peşkeş çekmek isteyenler almıştır. Mahallemizde, komşular arasında şimdilerde çıkan ve adına “mahalle baskısı” dedikleri dışlama, fişleme, taşlama… gibi çağın hastalıkları yoktu. Şimdi azıcık bir menfaat için, küçücük bir çıkarı için takla a- tanlar, takla attıranlar, artık komşusunu ihbar etmekte, komşusuna iftira etmekte, karşısına geçip arsız arsız gülebilmektedir. Dün komşu kızına aşık yedi gencin asla ona sahip olup perişan etmek akıllarının ucundan dahi geçmezken, kız da gönül köşkünün bir ucuna ilişen o atsız prensini görünce “cümle aleme rezil olduk” duygusuyla utanır, gözlerini yere eğer, mahcubiyetinden yüzündeki allık kırmızılığa terfi ederek sırılsıklam kan ter içerisinde kalarak oradan uzaklaşılırdı. Şimdi, bu çapta bir ne komşu kızı kaldı, ne komşu kızının mahcubiyeti ve masumiyeti kaldı. Elinde dondurma külahıyla ruj renginin kızıla boyadığı bembeyaz dondurma bile hicabından kızarırken, o dondurmayı yalarken arsız arsız kaş göz eden aşufteler fink atar oldu ortalıkta. Zaten şimdi evlenecek değil, eğlenecek kız aramakta kaytan bıyıklılar. Kızlar da eğlenmekten evlenmeye zaman bulamamaktadırlar.”Komşu kızını alan kalaylı tastan su içmiş gibi olur” diye bir atasözümüz vardır. Yakından tanınan, iyi bilinen komşu kızını almakla bütün şübhe ve endişeden uzak olan insan, komşu kızını almakla akrabalık bağı ile de bağlanarak güç kazanmıştır. Her apartmanın çöp kutusunda, nice aşıkların önce ruj kalıntıları, sonra da döktükleri göz yaşlarından bulaşan rimel boyaları ve hüsranla biten bir gecenin geriye kalan günah işaretleri vardır. Bir kağıt mendil o gece yaşananların canlı şahidi olarak her kapının önünde var olan ve çöplüğe atılmaya mahkum yalancı aşklar, tene indirgenen sevda hikayelerini okumak mümkündür. Bütün hırsızlıklar, katliamlar ve çocuk kaçırmalar en yakınımızdaki, her gün çay içtiğimiz, kahve ikram ettiğimiz, karnını doyurduğumuz adamlardan komşularımızdan çıkıyor. Büyükler “Yarabbi, açlıkla ve düşmanla terbiye etme” diye dua ederlerdi. Ya şimdi, düşman da hırsız da kapımızın önünde beklemektedir. Bu nasıl bir komşuluk? Bu nasıl bir insanlık? O eski komşuluğumu ve komşularımı arıyorum! Atalar, “ev alma, komşu al “demişlerdi de sebebi hikmetini kötü komşuyla muhatap olup, evini satarak terk etmek mecburiyetinde kalan adam anlayabilmişti. Her zaman iyi komşu akrabadan da yakındır. Şimdilerde komşu evinin 43 bir hücre evi mi bir örgüt evi mi, kirli işlerin çevrildiği kötü kokuların çıktığı bir bataklık mı bilmek de olanlara vakıf olmak da mümkün değildir. ku var. Bütün mesele nasıl olursa olsun kazanmak ve mal biriktirmek ticaretteki komşuluğun birinci ve temel esası olmuşsa bu komşuluğun ne tadı vardır? Çağımızda komşunun yakını da uzağı da kalmamıştır.”.. yakın komşuya, uzak komşuya iyilik ediniz” hükmündeki uzaklıklar, bittiği gibi uzak komşular da artık yakın komşu, hem de yüz binlerce kilometre uzaktaki bir maç, hatta topun sesi anında evimizin içerisine gelip şahit olabiliyoruz. Bir guruba mensup olamayan ,tek mensubiyeti “Müslüman olmak” olan bir tüccara ne selam vardır,ne de alış-veriş vardır.O mensubiyet bazen yalan ve iftira ile kapı komşusunun malının ayıplı ve günahlı olduğunu ”domuz yağı içerdiğini..” ileri sürerek batırmakta beis görmeyen tüccar komşular türedi. Dün yardımlaşmada sınır tanımayan adamlar bu gün batırmada, faizcilikte, tefecilikte sınır tanımayarak komşusunun tökezlemesini büyük bir iştahla beklemekte, perişanlığı ile zevk-u yab olmaktadırlar. Bu nasıl bir dükkan komşuluğu ki onun ticari sırlarını ifşa ederek yok olması için adeta plan üstüne plan yapmakta, desiseler kurmaktadır. Komşusunun batması onun bayramıdır. Komşusunun malını çaldırıp, ucuza satın alarak, ne büyük bir yanlışın aleti olduğunu kavrayamayan, doymayan dükkan komşuları türedi. Ticarette o kadar mesafe aldık ki ne haram ne helal mefhumu kaldı. Hatta buna kılıf olarak da “paranın rengi, menşei, milliyeti olmaz” denilerek para kazanırken bütün değer yargılarını, milletimin abide kıstaslarını yerle bir edip, maddenin kölesi olduk. Kendi güzel ölçülerimizi terk edip, batının ölçüsüzlüklerinin sahibi olduk. Bütün bunları bir asrilik uğruna yaptık. Ticaretteki komşuluğun yerini “yakınındaki ticaret erbabı” almıştır. Onunla daima rekabet edilecek, her an kandıracak veya kandırılacak, batsa da kurtulamayası bir tüccar” anlayışıyla bakılan komşuluklar almıştır. İlk defa siftah yapan adamın ikinci müşteriye “ben siftah yaptım, yanımdaki komşum yapmadı ona git” diyecek yüceliğin sahibi ticaretteki komşuların yerini ”ona gitme o kusurlu mal satar” noktasına gelinmiştir. Ayıplı, hatalı mal imal ederek satan ustanın pabucunu dama atarak “bu usta işini düzgün yapmamaktadır, ticaretten men edilmiştir” manasına gelen bu AHİ davranışını yerini reklam denilen kusurları gizleyip iyi tarafları öne çıkararak, kandıran, aldatan böylece zengin olan sahtekar komşular almıştır. Kapı önlerinde durup başka bir komşusuna müşteri gitmesin” diye çığırtkanlık yapan, çekememezlikten, hasetlikten çatlayan cambazlar almıştır. Kazancında fakirin de hakkı olduğunu bilerek sadakasını da, zekatını da zamanında ve normal oranlarda veren Müslüman tüccarın yerini saç, sakal, kıl kendir ile yalan yemin ile, Allah’ın adına kasemler ederek kandıran dindar kılığındaki tüccar, doymayan - karnı ateşle dolu, dünya hamalı idraksizlerle doldu. Bu sebeple ne koşuluğun tadı var, ne de komşuların huku- 44 Tarla ve arsa komşuluğumuz da eski tadında değil. Artık o eskinin her yıl bir karış daha fazla bırakıp yol alanlara kolaylık komşuya saygı ifade eden davranışların yerini sınır taşını her yıl “an”ın bir o tarafına, bir bu tarafına yuvarlandığı futbol topuna döndü. Dün,“ne kadar fazlasını bırakırsam bir yolcuya yol olur” diyenlerin yerini komşunun tarlasına veya arsasına “bir karış tecavüz etsem kardır” hevesi, doyumsuzluğu, ahmaklığı aldı. Bunu yapanlar yine aç, yine perişan, yine sıkıntıdadır. Öyleyse eski komşuluklarımıza, zenginliğimize geri dönelim ki sıkıntılarımız da yok olsun. Devletlerin komşuluğu, hepsinden önemlidir. Devlet adamlarının, devleti yöneten iktidar sahiplerinin arzularına göre değil, mensubu oldukları milletin faydası dikkate alınarak hareket edilmelidir. Şayet böyle olursa kaybeden hep o millet olacaktır. Fransız kralı, milletini Almanların şerrinden kurtarmak, yeni bir Alman- Fransız savaşının yaşanmaması için küçük bir komşu şehir olan kasabayı Almanlara vererek kurtulmuştu. Böyle bir komşuluk olamaz.”Güçlü olan komşu haklı olan komşu- dur” diye bir kural da anlayış da olmamalıdır. Dün,etrafı düşman komşularla çevrili olan devletimiz, yine ayı anlayışın eseri olarak düşman komşularla çevrilidir.Anarşi ihraç eden,kargaşa çıkaran,karıştıran komşu…Kendisinin içi karışınca da yardım istemeye yüzü olmayan yüzsüz komşular. ve katıksız bir komşu haklarımı arıyorum. O kalitede komşularım olursa, komşuluklarımın da en üst düzeyde olacağına inanıyorum. Komşularımı ararken sessiz sedasız günlük hayatımızdan çıkıp giden komşuluk haklarımızı da arıyorum ama saklandılar mı, yoksa kayboldular mı veyahut da üstü kapatılıp sürpriz mi yapacaklar bilemiyorum. Her ne haldeysen çık da gel. Biz seninle mesut olurken, sen de bizi zengin kıl. Bu asil duyguyu yeniden hisseden, gönüller arıyorum. Bütün şahsi veya gurup çıkarlarını ve hesaplarını bir kenara bırakıp sade Yahya Kemal şu mısrasıyla ahiret komşuluğunu ne güzel anlatıyor. Bizler de dualarımızda, anababamıza niyazımızda hep “onları Peygamber Efendimize komşu eyle ya Rab!”diye dualar etmez miyiz? O’na komşu olmak en büyük bahtiyarlıktır elbette. Unutmayalım ki” komşusu kendisinden razı olmadıkça kişi iman etmiş olamaz” hükmü de bir başka billur damlasıdır inanç sistemimizin. Gece şi’riyle sararken Koca Mustafa Paşa’yı Seyredenler görür Allah’a yakın olmayı 45 GEÇMIŞ ZAMAN OLUR KI... 46 47 48
© Copyright 2024 Paperzz