İndir (PDF, 6.67MB) - Türk Kooperatifçilik Kurumu

Mayıs 2012 Yıl : 77
YIL : 77 SAYI : 905
Mayıs 2012
Sayı : 905
Mayıs 2012 Yıl : 77
ISSN : 1300-1450
Başyazı
1
Yeter DEMİR USLU
TÜRKİYENİN FINDIK KOOPERATİFLERİ BİRLİĞİ:
FİSKOBİRLİK
3
Adnan KIRALİ
TARIM SATIŞ KOOPERATİFLERİ VE
BİRLİKLERİNİN DÜNÜ BUGÜNÜ VE
GELECEĞİ
5
Sayı : 905
ISSN : 1300-1450
Prof.Dr. Harun TANRIVERMİŞ
Doç.Dr. Mehmet ARSLAN
Ahmet BAYANER
Muharrem ÇETİN
Rasih DEMİRCİ
Hikmet KAVRUK
Nurettin PARILTI
Adnan TEPECİK
Eriman TOPBAŞ
Mehmet YEŞİLTAŞ
Osman BOSTAN
Turgut AĞIRNASLIGİL
SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLENMESİNDE
PANKOBİRLİK GERÇEĞİ
13
Oktay TUNCAY
TARIM SATIŞ KOOPERATİFLERİ ÜZERİNE
DÜŞÜNCELER
17
Hazırlayan: Halim UTLU
KOOPERATİFLERDEN HABERLER
22
Nail Tan
FOTOĞRAFLARLA TÜRK KOOPERATİFÇİLİK
KURUMU TARİHİNDEN SAYFALAR II
28
H.Rıdvan ÇONGUR
Ölüm Yıldönümünde
AHMET TUFAN ŞENTÜRK
31
M. ZİYA GÖZLER
TÜRKLER'İN SOFRALARINDAKİ
YEMEKLER
37
Sefer AŞIR ERASLAN
KOMŞULARIMI ARIYORUM
42
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ
46
30.05.2012
Dergimizde yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına
aittir.
Doç.Dr. Mehmet Akif ÖZER
Veli ÇELEBİ
Turgut AĞIRNASLIGİL
Hüsnü POYRAZ
Prof.Dr. İhsan ERDOĞAN
Özdemir ÜNSAL
Başyazı
Dünya ekonomisinin globalleşme eğilimi, gelişen teknoloji ile de desteklenen son 25
yılda işletmelerde finans fonksiyonu büyük bir değişim göstermiştir. Değişimden tüm
ülkeler ve tüm sektörler payını almıştır. Tabi olarak en hızlı büyüme ve gelişme gösteren
sektör finans sektörü olmuştur. Yeni finansal kurumlar ve araçlar geliştirilmiş, dünyadaki
sektörel gelişme eğilimi aynen ülkelerin finans sektörüne yansımıştır. Bu gelişmeler sonucu, işletmelerde finans yöneticisinin gerek yatırım gerekse finanslama karar sürecinde
seçenekleri artmıştır. Bu seçenekler; leasing, factoring, forfaiting, forward-futures, options, swaps (finansal türevler) ve ventur capital olarak sayılabilir. Günümüzde işletmeler
mevcut ve yeni geliştirilecek bu teknik ve enstrümanlar ile faaliyetlerinin sürdürmektedirler ve sürdürecekler.
Finasal tekniklerde futures, standart miktar ve kalitede bir varlığın önceden belirlenmiş
bir fiyattan gelecekte belirli bir tarihte teslim etme ya da teslim almaya ilişkin yasal
bir sözleşmedir. Futures sözleşmelerin dayandığı ya da yazıldığı varlık fiziksel bir mal
olabileceği gibi finansal bir girişim ya da gösterge de olabilir. Futures sözleşmeler, organize borsalarda işlem gören standart sözleşmeler olup; ticari riskleri azaltmaktadır. Futures sözleşmeleri dayandığı ya da yazıldığı ürüne göre; finansal futures ve emtia futures
olarak ikiye ayrılmaktadır.
Emtia futures sözleşmeler, belli standarttaki belli bir ürünün, ileri bir tarihte sözleşmenin
yapıldığı tarihte sabitlenen bir fiyat üzerinden teslim edilmesi veya teslim alınması taahhüdünü içeren bir sözleşmedir. Tanımdan da anlaşılacağı gibi bir sözleşmede iki taraf
vardır. Bu taraflardan satıcı durumda olanın pozisyonuna short, alıcı durumda olanın
pozisyonuna long denmektedir. Satıcı durumda olan taraf vade tarihinde nakit karşılığı
mal teslimini, alıcı durumda olan taraf ise vade tarihinde mal karşılığı nakit teslimini
kabul etmektedir.
Emtia futures sözleşmeler ile taraflar fiyat değişikliklerine karşı korunmalarının yanı
sıra; üretimde sürekli gelişme, verimliliğin artması, tarımsal ürünlerde kendi kendine yeterlilik ve dinamik bir yapının oluşması, laboratuvar, uluslararası kalite, analiz ve
örneklem metotlarının kullanımının yaygınlaşması, çok sayıda alıcı ve satıcının serbest
rekabet şartları altında işlem yapması nedeni ile gerçek rayiç bedellerin tespit edilmesi,
ters yönlü işlemler ile ürün pozisyonlarının kapatılabilmesi, küçük teminatlar ile büyük
satışların ve alışların gerçekleşmesi, finansal teminatlar nedeni ile tarafların tam güvencede olması, üretici, ihracatçı, alıcı ve satıcının stoklama maliyetlerinin en aza indirilmesi
ve ekonomiye ve piyasalara likidite kazandırma gibi avantajlara da sahip olurlar.
Emtia futures sözleşmeler; tarımsal ürünler, enerji ve metaller olmak üzere üç temel
gruba ayrılmaktadır. Özellikle tarımsal futures sözleşmelere, tarımsal ürünler ve canlı
hayvanlar konu olmaktadır. Hal böyle olunca özellikle tarımsal futures sözleşmeler
1
genelde kooperatifler ve özelde Tarım Satış Kooperatifleri için ticari riskleri yönetmek
için bir araç olabilir.
Çünki, pazarlama kooperatifleri de denilen tarım satış kooperatiflerinin amacı; üreticilerin (ortaklarının) karşılıklı yardımlaşma dayanışma ve kefalet suretiyle tarımsal faaliyetleri ile ilgili ihtiyaçlarını karşılamak, ürünlerini iyi şartlarda değerlendirmek ve ekonomik menfaatlerini korumaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için, ortaklarının girdilerini alıp,
iç ve dış pazarlarda en iyi şartlarda değerlendirmek, gerekirse ürünleri işleyip mamul
hale getirerek piyasaya sürmek ve ortaklarının üretim için ihtiyaç duyduğu her çeşit
üretim faktörünü temin etmek durumundadır. Ayrıca, tarım satış kooperatifleri üreticilerin yalnız ürünlerini satmakla kalmaz, o ürünlerin iyileşmeleri ve standardizasyonları
için onlara teknik yardımlarda da bulunur.
Ancak, Türk Tarım Satış Kooperatifçiliği sisteminde; birim tarım satış kooperatifi ve
tarım satış kooperatifi birlikleri olarak örgütlenmişlerdir. Merkez Birliği örgütlenmesini gerçekleştiremediklerinden; ölçek ekonomisi ve sinerjetik etki kooperatif birliği
düzeyinde kalmıştır. Dolayısıyla, kooperatif davranışın gereği olan üst örgütlenmesini
dahi tamamlayamayan Türkiye Tarım Satış Kooperatiflerinin yeni finansal teknikleri kullanamama ve piyasa şartlarında özel sektör işletmeleri ile rekabet edememe riskleri
vardır.
Dolayısıyla, Türkiye Tarım Satış Kooperatiflerinin piyasa şartlarında ayakta durabilmesi,
rekabet edebilmesi, yeni finansal teknikleri kullanabilmesi, oto finansman sağlayabilmesi
ve etkin yönlendirici bir denetim yapabilmesi için; sektör içindeki ve özel sektördeki işletmelerce kullanılan modern işletmecilik ve finansman tekniklerini 80 yılı aşan
tecrübesi ışığında kullanmalıdır.
Zaten, ilgili yasaları ile modern işletmecilik için gerekli hukuki altyapı da oluşturulmuş
durumdadır. Böylece, tarım satış kooperatiflerine yönetsel serbestlik verilirken diğer
taraftan kamusal finanslamadan vazgeçilerek ekonominin üstünlüğü ilkesi doğrultusunda
işletmecilik kuralları dahilinde finanslama yapmaları getirilmiştir. Bu bağlamda, Türkiye
Tarım Satış Kooperatiflerinin finansal türevleri kullanma imkan ve zorunluluğu ortaya
çıkmaktadır. Çünki, piyasa kurallarına göre faaliyet gösterecek her iktisadi birim sistematik riske maruzdur. Sistematik riskin kaynakları olan; faiz riskini, döviz kuru riskini ve
pazar riskini minimize etmede kullanılacak enstrümanlardan biri de finansal türevlerdir.
Sözgelimi, emtia futures sözleşmeleri bir yandan iç ve dış satış sürecinde olası riskleri
minimize edilebilirken, diğer yandan kooperatif ortaklarının çeşitli tarımsal ihtiyaçlarının
tedariki sürecinde olası riskler de minimize edilebilir.
Sonuç olarak, yaklaşık 560.000 ortağın kurduğu 325 birim kooperatif ve kooperatiflerin
kurduğu 17 Birlik’ten oluşan örgütlenmiş Türk Tarım Satış Kooperatifçiliği; merkez birliğini
kurarak üst örgütlenmesini tamamladığında kooperatif davranışın gereği ve sonucu
olarak ölçek büyüyecek ve rekabet edebilmenin gereği pazarlama, finans, yönetim ve
denetim alanlarında profesyonel hizmet alınabilecek ve rekabet üstünlüğü sağlanarak,
amaç realizasyonu daha hızlı, daha yaygın ve daha yüksek oranlarda gerçekleşebilecektir.
2
TÜRKİYENİN FINDIK
KOOPERATİFLERİ BİRLİĞİ:
FİSKOBİRLİK
Yeter DEMİR USLU *
Kooperatifler genellikle tarımsal (kırsal)
kooperatifler ve tarım dışı (kentsel) kooperatifler olmak üzere iki gruba ayrılır. Tarım
kooperatifleri değişik biçimde sınıflandırılmaktadır. Genelde ortaklara götürülen hizmetlere ( satış, kredi, üretim vb) göre kooperatiflere isim verilir. Kooperatif; kredi,
girdi temini, pazarlama gibi hizmetlerden
birini yerine getiriyorsa, diğer hizmetleri
sınırlı olsa da, tek amaçlı kooperatif olarak
isimlendirilir. Kooperatif birden fazla konuda (ürün pazarlama, kredi temini, girdi alımı, arazi veya makinelerin ortak kullanımı
gibi) faaliyet gösteriyorsa çok amaçlı kooperatif adını alır. (Direk vd., 2007: 7)
Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri, çok
çeşitli aşamalardan geçtikten sonra esas
kimliklerini 21.10.1935 tarih ve 2834 sayılı
“Tarım Satış kooperatifleri ve Birlikleri” kanunu ile kazanmış ve 1937 yılında hazırlanan Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri
tip ana sözleşmeleri ile kurulmaya ve çeşitli
birlikler dahilinde örgütlenmeye başlamışlardır. ((Müftüoğlu ve Aydos, 2001: 38)
2834 ve 3186 sayılı kanunlara göre faaliyette bulunan Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri, kendi kooperatif ortaklarının ürünlerini
değeri pahasına satın alıp, bunları bazı işlemlerden geçirdikten sonra iç ve dış piyasalarda satarak değerlendirmek ve böylece
meydana gelen fiyat farklarını üreticilere
yansıtmak amacıyla kurulmuşlardır. (Ersen,
2007: 49)
* Yrd. Doç. Dr. Ordu Üniversitesi, İ.İ.B.F. İşletme Bölümü
Türkiye’de tarım satış kooperatifleri pamuk,
üzüm, kayısı, incir, zeytin ve zeytinyağı, fındık, fıstık, gül ve gülyağı, yağlı tohumlar, kırmızıbiber ve baklagiller, tiftik ve yapağı gibi
çeşitli tarım ürünlerinin üreticilerden alımı
ve değerlendirilmesi konularında faaliyette
bulunmaktadır. Tarım satış kooperatiflerinin pazar etkinliği dikkate alındığında ise
fındıkta %36 oranında pazar payına sahip
oldukları görülmektedir (İnan, 2008: 126)
Fiskobirliğin açılımı, Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’dir. 10 Ekim 1935 tarihinde, Ankara’da Birinci Ulusal Fındık Kongresi
toplanmış ve iki gün sonra da “Tarım Satış
Kooperatifleri Ve Birlikleri Kanunu ve Tarım
Satış Kooperatifi Anamukavelenamesi” adını taşıyan 2834 sayılı kanun kabul edilerek
2 Kasım 1935 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Bu kanunun, genel gerekçesi “Zirai faaliyet
istihsal şubelerinin hangisinde olursa olsun,
en ehemmiyetli safha, ticari safhadır. Bir kelime ile satıştır. Yalnız istihsalde bulunmak
başlı başına gaye değildir. Yapılan istihsali
beynelminel piyasaların verdiği imkan dahilinde verimli şartlarda satabilmek lazımdır.
Satılmayacak, sürülemeyecek bir istihsale
para ve emek sarfetmek, şahsi ve milli bir
israftır” şeklinde belirtilmiştir. Bu gerekçeye
istinaden; 13 Haziran 1938’de Ordu, 17 Haziran 1938’de Giresun, Bulancak ve Keşap,
7 Temmuz 1938’de Trabzon Kooperatifleri
kurulmuştur. Bu 5 Kooperatif 28 Temmuz
1938 tarihinde kısa adı Fiskobirlik olan Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliğini kurmuşlardır. Fiskobirlik ve bağlı Kooperatifler
28.07.1938 tarihinden 30.04.1985 tarihine
3
kadar 2834 sayılı, 30.04.1985 tarihinden
16.06.2000 tarihine kadar 3186 sayılı ve
16.06.2000 tarihinden itibaren ise 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun ve bu Kanunlara istinaden Bakanlar Kurulunca çıkartılan Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliği Ana sözleşmelerine göre faaliyetlerini sürdürmektedir. 4572 Sayılı
Kanununun geçici 1/A maddesi gereği ise,
yeniden yapılandırma programı kapsamında sürdürdüğü faaliyetlerini 03.01.2006 tarihinden itibaren 4572 sayılı yasa ve Tarım
Satış Kooperatifleri Birliği Ana sözleşmesi
hükümlerine göre özerk olarak sürdürmektedir.
Fiskobirlik; kurulan 53 kooperatife ortak
toplam 233.820 fındık üreticisi ile başta Karadeniz sahil kentlerinde olmak üzere kendi
nam ve hesabına fındık alım satımını gerçekleştiren bir organizasyondur. Fiskobirlik,
ortaklarının ürünlerine sürekli satış olanağı
ve pazarlar yaratmak, piyasaya istikrar getirmek, fındığın yurtiçi ve yurtdışı pazarlarını en iyi biçimde değerlendirmek, üretimini
kontrollü ve bilimsel yöntemlerle geliştirmek, üretim araçları sağlamak, standartlara
uygun, yüksek kaliteli ürün teslimini teşvik
etmek, fındığın ülke içerisinde tüketimini
özendirme, fındık ihracatını artırmak, bu
amaçla ürün çeşitlendirme ve geliştirme
projeleri üretmek üzere kurulmuştur.
Fiskobirlik, ülkemizde üretilen fındığın kalitesini artırmak, ihtiyaca göre yeni ürünler
ortaya koymak gibi amaçlar yanında ülkemizin geleneksel ihraç ürünleri arasında
yer alan fındığı pazara daha kaliteli ulaştırabilme, dolayısıyla ihracatının sürdürülebilir olması için üreticiyi bilinçlendirme görevini de eksiksiz yerine getirmektedir. Bu
bağlamda, Fiskobirlik, ülkemizde üretilen
fındığın, işlenmesi suretiyle ürün kalitesini ve çeşitliliğini artırmak, damak zevkine
yeni tatlar sunmak, hammadde, yarı işlen-
4
miş ve mamul ürünlerle ülke ekonomisine
daha büyük katkı sağlamak amacıyla, 1981
yılında “ Entegre Fındık İşleme Tesisi”ni
hizmete almıştır. Bu tesis, 2002 yılından
bu yana Fiskobirlik Entegre Fındık İşleme
Sanayi ve Tic. A.Ş. adı altında Birlik iştiraki
olarak çalışmalarına devam etmektedir. Şirket bünyesinde bulunan, yüksek teknolojili
tam otomatik Fındık İşleme Fabrikası yıllık
33.420 tonluk iç fındık işleme kapasitesiyle,
tüketici ve gıda sanayine birçok fındık mamulünü üretmektedir. Şirketin ürünlerini
her geçen gün daha fazla tüketiciye ulaştırma çabalarına yoğun bir şekilde devam
etmektedir, bu anlamda yeni yatırımlar ve
projelerle kapasitesini arttırmakta ve teknolojisini yenilemektedir. Yine birlik bünyesinde Mart 2004 tarihinde F.K.B. Sigorta
Aracılık. Hizmetleri Tic. Ltd. Şti. kurularak,
Birliğin ve bağlı kooperatiflerin sigorta işlemleri yapılmaya başlanmıştır. Birlik bünyesinde fındık yağ üretimi yapan Ordu Yağ
Sanayi A.Ş. adı altında yağ üretimi yapan ve
Fiskomar A.Ş. adı altında perakende sektöründe faaliyet gösteren iki adet iştirak daha
bulunmaktadır.
Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği FİSKOBİRLİK, iç pazar dışında fındığın en büyük tüketicisi olan Avrupa ülkelerine de
açılmaya başlamıştır. Fiskobirlik Efit A.Ş. ile
iç pazara çeşitli fındık ve mamulleri sunan
Fiskobirlik, Almanya merkezli bir firma ile
işbirliğine giderek dış pazarda da adını duyurma hedefindedir. Bu sayede fındığın ihracatı artırılarak ekonomiye önemli bir katkı sağlanacaktır.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; Fiskobirlik,
hem iç hem de dış pazarda fındığın tüketimini özendirilmesi, kaliteli fındık üretimi
yapılması ve ürün çeşitliliği-yeniliği gibi konularda önemli bir role sahiptir.
TARIM SATIŞ KOOPERATİFLERİ VE
BİRLİKLERİNİN DÜNÜ BUGÜNÜ VE
GELECEĞİ
Adnan KIRALİ *
I. Birlikler Hakkında Genel Bilgiler
a. Birliklerin Kısa Tarihçesi
Ülkemizde, incir üreticilerince 1913 yılında
kurulan “Aydın Kooperatif İncir Müstahsilleri
Ortaklığı”, tarım satış kooperatiflerinin ilk çıkış
noktasını oluşturmuştur.
1935 yılında yürürlüğe giren 2834 sayılı Kanunla kuruluşları için gerekli yasal zemin sağlanan
bu Kuruluşlar halen, 58 ilde 23 ürün konusunda ve yaklaşık 540 bin ortağa hizmet götürmektedirler.
1937 yılında, 2834 Sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde, İzmir İncir ve Üzüm Tarım Satış Kooperatifleri Birliği olarak örgütlenen Tariş, ülkemizin ilk tarım satış kooperatifler birliği olarak
kurulmuştur. Tariş’i 1938 yılında Fiskobirliğin,
1940 yılında Çukobirliğin kuruluşu izlemiştir.
En son 2000 yılında Gapbirlik kurulmuştur.
Birlikler genelde kütlü pamuk, yağlık ayçiçeği,
zeytin ve zeytinyağı gibi ülkemiz açısından temel öneme sahip ürünler ile fındık, çekirdeksiz
kuru üzüm, kuru incir ve kayısı gibi ihraç ürünleri üzerine yoğunlaşmışlardır.
Tarım satış kooperatif ve birliklerini (TSKB)
düzenleyen mevzuatta zaman içinde önemli
değişiklikler olmuştur. 1935 yılında çıkarılan
2834 Sayılı Kanun’un yerini 1984 yılında yürürlüğe konulan 238 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname almış ve 1985 yılında da 3186 Sayılı
Kanun ile anılan kararname kanunlaşmıştır. En
son, 3186 sayılı Kanunu kaldırarak, tarım satış
kooperatif ve birliklerini yeniden düzenleyen
4572 Sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri
Hakkında Kanun 16 Haziran 2000 tarihinde yürürlüğe konulmuştur..
b- Birliklerin Sektördeki Önemi
Tarım satış kooperatif ve birlikleri, çoğu dar
gelirli olan üreticilerin bir çatı altında örgütlenmesi, ürünlerine devamlı olarak alıcı bulunması, yurtiçi ve yurtdışı rekabet koşullarının iyileştirilmesi, fiyatlardaki spekülatif dalgalanmaların önüne geçilmesi, piyasaların düzenlenmesi
ve üreticilere ucuz girdi temini amacıyla kurulmuşlardır.
Birlikler, bugün tarım sektöründe önemli bir
role sahiptirler. Türkiye rekoltesinin; son dört
yılık ortalamalara göre kütlü pamukta % 9’unu,
fındıkta % 3’ünü, çekirdeksiz kuru üzümde %
13’ünü, yağlık ayçiçeğinde % 42’sini, zeytinyağında % 7’sini, zeytinde % 7’sini, soyada %
26’sını, yaş ipekböceği kozasının tamamını, gül
çiçeğinin de % 36’sını ve tiftiğin % 93’ünü alarak, işleyip satmaktadırlar.
Uyguladıkları alım ve fiyat politikası, piyasa
fiyatlarının oluşmasında önemli bir faktördür.
Tüccar ve sanayicimiz, Birliklerin alım politikasının netleşmesini takiben kendi alım pozisyonlarını belirlemektedirler.
Diğer yandan, dağıttıkları aynı ve nakdi kredilerlerle, üretici ortakların girdi ve finansman
ihtiyacını karşılamaktadırlar.
Küçük ölçekli üreticimizin ürünlerinin ulusal ve
* Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel
Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı V.
5
uluslar arası pazarlara ulaşmasında köprü vazifesini görmektedirler. Ortakların ve gerektiğinde diğer üreticilerin tek tek pazarlama imkanı
bulamadıkları veya etkin ve karlı bir şekilde
pazarlayamadıkları ürünlerini alıp, işleyip ve
uygun pazarlar bularak satmaktadırlar.
Bazı tarım ürünlerimizde, önemli markalar
oluşturmaya başlamışlardır. Bu alanda, Trakyabirlik, Marmarabirlik ve Tariş Zeytinyağı
Birliği’nin son yıllardaki çalışmaları önemli bir
gelişmedir.
Aldıkları ürünleri genelde işleyerek satmaktadırlar. Bu yolla, üreticinin ürününün katma değeri yüksek bir şekilde değerlendirmektedirler.
Bazı Birliklerin bünyesinde oluşturulan AR-GE
birimleri, üreticinin eğitiminde, yeni üretim
tekniklerinin geliştirilmesinde önemli hizmet
görmektedir.
c. Birliklerin Ekonomi İçindeki Yeri
Tarım satış kooperatifleri ve birlikleri, tarım
sektöründe önemli fonksiyonları yerine getirmelerine rağmen, birer tarımsal üretim
kuruluşu olmaktan ziyade, sınai ve ticari kuruluşlardır. Tarımsal üretim, kooperatiflerin
ortaklarının kendi yetki ve sorumluluklarında
yapılmaktadır. Birlikler tarafından, bu ürünler
işletmelerde elden geçirilip varsa fabrikalarda
sınai üretime dönüştürülmekte ve tek elden
pazarlanmaktadır. Ayrıca, Birliklerce pazarın
talepleri üreticiye yansıtılmakta ve bu suretle
üreticinin pazar kriterlerine uygun ürün üretmesi de sağlanmaktadır.
Bugün 16 birlik içinde; İlk ürün işlemlerini yapanlar olduğu gibi; Tariş, Fiskobirlik, Trakyabirlik, Karadenizbirlik gibi entegre fabrikalara
sahip olanlar da vardır.
Birliklerin sınai tesisleri daha çok 1970’li yıllarda ortaya çıkmış ve 1980’de gelişmiştir. Bunların gelişmesinde, Devlet destekleme alımlarının büyük payı olmuştur.
Birliklerin sınai tesisleri ülke ekonomisinin güç
yıllarında tarımsal sanayimizin gelişmesine
öncülük etmiş ve işsizlere iş imkanı yaratarak,
6
istihdama katkı sağlamışlardır. Bu kuruluşlar,
uygulanan yeniden yapılandırma programına
rağmen, bugün de, yaklaşık 6.000 insanı istihdam etmektedir.
Ayrıca, Birlikler depolama kapasiteleriyle de,
Ülkemizin en önemli kuruluşları arasında yer
almaktadır.
Diğer yandan, İstanbul Sanayi Odası Dergisinin, her yıl ülke çapında üretimden satışlar, net
aktif değerler, brüt katma değer, ihracat tutarı
ve ücretle çalışanlar ortalaması gibi kriterleri
kullanarak belirlediği 500 Büyük Firma sıralamasında bazı birlikler de yer almaktadır.
Bu nedenle, kooperatif ve birlikler, yüzün üzerindeki işletme ve iştirakiyle ülke ekonomisinde önemli rol oynamaktadırlar.
d. Birliklere Yönelik Uygulamalar
Kooperatif ve birlikler, üreticiler arasında yaygın örgütlenmeye sahip kuruluşlar olmaları
nedeniyle, tarım politikasının önemli bir enstrümanı olarak görülmüştür. Bu yaklaşımdan
hareketle, gerek ülkemizdeki gerekse dünyadaki siyasi ve ekonomik gelişmelere göre bu
Kuruluşların yapısını da etkileyen bazı politikalar uygulanmıştır.
1960’lı yıllara kadar kendi nam ve hesabına
alım yapan birlikler, 1964 – 1994 döneminde
devlet destekleme alımları ile görevlendirilmişlerdir. 1994 yılında uygulamaya konulan
ekonomik istikrar tedbirleriyle, faaliyet konularına giren ürünlerin destekleme alımları
kapsamından çıkarılmasıyla bu görevleri sona
ermiştir.
Destekleme alımı döneminde, tarımsal sanayinin bu kuruluşlar aracılığıyla geliştirilmesi ve
örnek teşkil edecek tesislerin kurulması yaklaşımı da benimsenmiştir. Nitekim, Birliklerin
sanayi işletmelerinin büyük bir kısmı, sağlanan
fonlarla, bu dönemde kurulmuştur.
1994 yılından itibaren Birliklerin kendi nam ve
hesaplarına alım yapmasına karar verilmiştir.
Ancak, pratikte bu Kuruluşların kaynak yetersizliği ve tarımsal destekleme için alternatif
politikaların geliştirilememesi gibi nedenlerle,
Birliklerin alım faaliyetlerinin Destekleme ve
Fiyat İstikrar Fonu’nundan (DFİF’ten) sağlanan
düşük faizli kredilerle desteklenmesi ve bunlar
aracılığıyla, üreticilere fiyat desteğinin sürdürülmesi politikası benimsenmiştir.
Piyasa fiyatlarının aşırı düşüşünün önlenmesi,
üretici gelirlerinin korunması ve piyasaların regüle edilmesi bu yolla mümkün olabilmiştir.
Buna karşın, DFİF’ten kullanmış oldukları kredileri ödemede güçlük çeken Birlikler, 1 Mayıs
2000 tarihi itibariyle yaklaşık 793 trilyon TL
DFİF kredisi anapara borcunu ödeyememişlerdir.
e. Tahkim İşlemleri
Birlikler aracılığıyla uygulanan destekleme politikaları nedeniyle, ortaya çıkan Birlik zararlarını karşılamak ve bu Kuruluşları borç yükünden kurtarmak için muhtelif tarihlerde alınan
kararlarla Birlik borçları tahkim edilmiştir.
f. Yeniden Yapılandırma Süreci Öncesinde Birliklerin Yaşadığı Sorunlar
Üreticinin fiyat yoluyla doğrudan desteklenmesi politikasının hükümetlerce benimsendiği
dönemlerde, Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri önemli yapısal sorunlarla karşılaşmışlardır.
Etkinlik ve verimlilik sorunu: Kooperatif ve
birlikler, kamu kaynaklarından sağlanan fonlarla plansız, etkin ve verimli olmayan yatırımlara
yönelmişlerdir. Bazı birlikler, işletme kapasitelerinin üzerinde tesisler oluşturmuşlar, tam
kapasite ile çalıştıramadıkları için de bu tesislerin büyük bir kısmı atıl kalmış ve zarar etmiştir.
Pazarlama ve yüksek stok maliyeti sorunu:
Kooperatif ve birlikler, hükümetlerin de yönlendirmesiyle, çoğu zaman, piyasaları regüle
etmek, ürün fiyatlarının daha fazla düşmesini
önlemek ve arz fazlası ürünlerin üretici elinde
kalmasını engellemek amacıyla, kimi zaman
da plansızlıktan ihtiyaçlarının üzerinde ürün
almak durumunda kalmışlardır. Pazarlama olanakları yetersiz kaldığından, aldıkları ihtiyaç
fazlası ürünün stok maliyetini üstlenmek duru-
munda kalmışlardır.
Aşırı istihdam sorunu: Birlikler birer istihdam
sahası olarak görülmüş ve bu kuruluşlar, siyasi
yönlendirme ve yönetim zafiyetleri nedeniyle optimal işletme ihtiyaçlarının üzerinde, niteliksiz ve yüksek maliyetli personel istihdam
etmişlerdir.
Finansman sorunu: Bu kuruluşların yöneticileri, hükümetlerin de yönlendirmesiyle kendilerini yarı kamu kuruluş gibi görmüşler ve
gereksinim duydukları finansman için devlete
bağımlı hale gelmişlerdir. Hatta, devletin finansmanı bu kuruluşlar için hayati önem taşımıştır. Bu yaklaşımın sonucu olarak, birlikler
özkaynak birikimine gereken önemi vermemişler ve finans kurumlarından kredi alabilmek
için de gerekli alt yapıyı sağlayamamışlardır.
Aşırı müdahalecilik sorunu:1960 yılından
itibaren, tarım satış kooperatif ve birliklerinin
devlet destekleme alımlarında görevlendirilmesi, anılan yıldan itibaren bu kuruluşlar üzerinde kamu sektörünün vesayet yetkisinin giderek artıp, yaygınlaşmasına neden olmuştur.
Bu yaklaşım, bürokratik işlemleri ve kırtasiyeciliği artırdığı gibi, bir ticari işletmenin sahip olması gereken esnekliği de ortadan kaldırmıştır.
Örgütlenme sorunu: Uluslararası genel kabul
görmüş kooperatifçilik ilkelerine uygun bir örgütlenme kurulamamıştır. Kooperatifler, birliklerin ürün alımı, girdi dağıtımının bir şubesi
gibi görülmüştür. Yetkiler tavanda toplanmış,
önemli kararlar birlikler tarafından alınmıştır.
Kooperatiflerin tabanda yaygınlaşması yeterince özendirilmemiş, tam tersine kooperatif
sayısı mümkün olduğunca sınırlı tutulmaya
çalışılmıştır. Yerel siyasi erklerin baskısıyla, sürdürülebilirliği ve etkinliği olmayan kooperatifler yaşatılmaya devam edilmiştir.
Eğitim sorunu: Kooperatifçiliği tabana yayacak
ve ortaklarda sahiplik bilincini geliştirecek temel bir eğitim politikası uygulanamamıştır. Bu
eksiklik ise, yukarıda da belirtildiği üzere, ortaklar araksında mülkiyet ve ortaklık duygusunun yeterince gelişmesini engellemiştir.
7
II. Birliklerin Yeniden Yapılandırılması Gereği
ve Yürütülen Çalışmalar
yapılacağı ve bu amaçla bu kuruluşlara mali
destek sağlanacağı”,
2000’li yıllara gelindiğinde, ülkemizin tarım politikasına ilişkin tercihleri değişmiş ve giderek
kronik hale gelen sorunların çözüme kavuşturulabilmesi için bu tercihler çerçevesinde,
Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerinin yeniden
yapılandırılması bir ihtiyaç olarak görülmüştür.
IMF’le yapılan “Stand-By” anlaşmasıyla uygulamaya konulan Programa destek olmak üzere
Dünya Bankası’ndan temin edilen 759,6 milyon Dolar tutarındaki krediye ilişkin 27.5.2000
tarihli İkraz Anlaşması’nda da kredinin kullanılabilmesi için yerine getirilmesi gereken
önlemler arasında “Bankayla sağlanacak mutabakat çerçevesinde … destekleme fiyatları
reformunun uygulanacağı; bütün tarım satış
kooperatifleri birliklerinin etkin bir şekilde
özerkleştirileceği”, öngörülmüştür.
Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerin Yeniden
Yapılandırılması Programı;
Ülkemizin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde AB
Ortak Tarım Politikasına uyum sağlamak ve
Dünya Ticaret Örgütü Tarım Anlaşması’nın getirdiği temel düzenlemeler çerçevesinde tarımı
yeniden düzenlemek;
Tarımsal destekler, tarımsal üretim, pazarlama
ve işletme alanlarında verimliliği ve etkinliği
artırmak;
Suni teşvik ve subvansiyonlar yerine, daha uygun destekleme sistemlerini geliştirmek ve uygulamak;
Sektörde devletin müdahalesini en aza indirerek piyasa koşullarını hakim kılmak, bu doğrultuda gerekli kurumsal ve mevzuat değişikliklerini yapmak;
amacıyla uygulamaya konulan “Tarım Reformu
Uygulama Projesi (ARİP)”de önemli bir alt Bileşen olarak yer almaktadır.
Programa ilişkin temel politikalar; 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı ile İMF’e verilen “Niyet
Mektubu”nda ortaya konulmuştur:
7. Beş yıllık kalkınma planı’nda “tarım satış
kooperatifleri birliklerinin yönetimlerinin özerkleştirileceği, tesis ve işletmelerinin şirketleştirileceği, kooperatifçilik işlevlerinin güçlendirileceği ve ürün borsaları ile ilgili yasal
altyapının oluşturulacağı”,
IMF’ye 1999 yılı sonunda verilen “niyet
mektubu”nda “tarım satış kooperatif birliklerine tam özerklik sağlayan kanun tasarısının
Meclis’ten geçirilerek, yapısal değişikliklerin
8
1997 yılında birlik temsilcilerinin geniş katılımı
ile gerçekleştirilen “I. Üretici Kurultayı”nda
dile getirilen özerlik talepleri de gözetilerek Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerini yeniden
düzenleyen bir tasarı hazırlanmış ve bu tasarı
4572 sayı ile kanunlaşarak, 16 Haziran 2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
a. Birliklerin Yeniden Düzenlenmesi
16.6.2000 tarihinde yürürlüğe giren 4572 Sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında
Kanun’la;
Kooperatif ve Birlikler, öngörülen temel hedefler doğrultusunda, yeniden düzenlenmiştir.
Genel müdür ve genel müdür yardımcılarının
atanması, yatırımlarına izin verilmesi, birlik genel kurul kararlarının onaylanması gibi üzerlerindeki kamunun çok önemli vesayet yetkileri
kaldırılarak, özerk bir yapıya kavuşturulmuşlardır.
Ayrıca, uygulanacak yeniden yapılandırma
programının yasal çerçevesi oluşturulmuştur.
Yeniden yapılandırma programını uygulamak
üzere de, bir Yeniden Yapılandırma Kurulu teşkil edilmiştir.
b. Yeniden Yapılandırmanın Temel Hedefler
Yeniden yapılandırma programı ile;
Tarım satış kooperatif ve birliklerinin yapısal
sorunlarının çözülmesi ve güçlü bir mali yapı
ile sürdürülebilirliğin tesisi ve bu amaçla kamu
kaynaklarından gerekli desteğin sağlanması,
Uluslararası genel kabul görmüş ilkeler doğrultusunda, tabandan tavana doğru sağlıklı ve
demokratik bir örgütlenmeyi gerçekleştirmek
amacıyla ortakların katılım ve sahiplik bilincinin geliştirilmesi,
Kooperatif ve birliklerin, özerk ve siyasi müdahalelerden uzak kılınarak, ortakları tarafından
denetlenen ve ortaklarının belirledikleri gereksinimlere ve önceliklere göre faaliyet gösteren
kuruluşlar olması,
Aşırı istihdam ve mali yük getiren unsurlar giderilerek, rekabete açık ve kamu kaynaklarına
bağlı olmaksızın kendi ayakları üzerinde durabilen kuruluşlar haline getirilmesi,
Faaliyetlerinde ekonomik etkinlik ve verimliliği
hakim kılarak, atıl veya sürekli zarar eden varlıklarının, öz sermaye yapılarını güçlendirecek
şekilde değerlendirilmesi, hedeflenmiştir.
c. Yeniden Yapılandırma Programı Kapsamında Getirilen Destekler
Yeniden yapılandırma sürecinde, belirlenen temel hedefler ve Yeniden Yapılandırma
Kurulu’nun önerileri dikkate alınarak, Tarım
Satış Kooperatif ve Birliklerine sağlanması öngörülen imkanlar şunlardır:
Birliklerin mali yapılarını güçlendirmeye yönelik olarak 1.5.2000 tarihi itibariyle mevcut özel
bünye borçlarının Hazine tarafından üstlenilerek tasfiye edilmesi,
Birliklerin mali yapılarını olumsuz yönde etkileyen ve bu kuruluşlara aşırı yük getiren personel kadrolarında yapılacak düzenlemeler
için gerekli tazminat tutarlarının proje kaynaklarından karşılanması,
Ürün alımı için ihtiyaç duyulan finansmanın
2000 yılı bütçesinden tahsis edilen ödeneklerle (250 trilyon TL) oluşturulan “döner fon”dan
karşılanması,
Yeniden yapılandırma için gerekli uzmanlık ve
danışmanlık hizmetinin verilmesi,
Yeniden yapılandırma hizmet giderlerinin Projeden karşılanması,
Kooperatif yönetici ve ortaklarının eğitimi ve
bu kuruluşların kapasite oluşturmalarına teknik destek sağlanması.
d. Yeniden Yapılandırma Sürecinde Birliklere
Sağlanan Destekler
Temel hedef ve öneriler doğrultusunda yeniden yapılandırma sürecinde Birliklerimize
önemli destekler sağlanmıştır:
Ürün alımında ihtiyaç duyulan finansman DFİF
kredilerinden karşılanmıştır.
Personel düzenlemeleri için ortaya çıkan yaklaşık 156 Milyon TL tutarlardaki kıdem ve ihbar
tazminatları Proje kaynaklarından karşılanmıştır.
Yeniden Yapılandırma Kurulu, Birliklerin
kredibilitelerini olumsuz yönde etkileyen
01.05.2000 tarihi itibariyle 800 trilyon TL civarında olan özel bünye borçlarının silinmesini,
önceki tahkim kararlarından farklı olarak, yasanın kendisine verdiği yetkiyle aşağıdaki gibi
belirli performans kriterlerine bağlamıştır:
Kullandığı DFİF kredileri geri ödeyebilme kabiliyeti,
Birlik mali yapısını güçlendirici tedbirlerin alınması,
Piyasa fiyatlarına uygun alım politikası,
İşletme giderlerinin asgari seviyeye indirilmesi,
Üretici ortakları ayni ve nakdi kredilerle destekleme imkanlarının geliştirilmesi.
Bu kriterler kapsamında; 1 Mayıs 2000 öncesi
özel bünye borçlarının silinmesi yönünde çalışmalar başlatılmış ve 13 Birliğin yürütülen faizler dahil toplam 1,267 Milyon TL tutarındaki
borçları silinmiştir.
Ücreti Proje kaynaklarından karşılanmak suretiyle, danışman firmalar aracılığıyla; birliklerde
9
teknik, mali, ticari, insan kaynakları ve hukuksal konularda inceleme yaptırılarak, birer yeniden yapılandırma planı ve orta/uzun vadeli
stratejiler geliştirilmiştir. Bu plan ve stratejiler,
kendi karar organlarınca da benimsenmiştir.
niden yapılandırma uygulamalarının olumlu
mali yansımalarını ortaya koymak bakımından,
“iş planı” uygulaması daha işlevsel hale getirilmiştir. Sürdürülebilir bir mali yapının tesis
edilmesi yaklaşımı benimsenmiştir.
Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerinin yöneticileri, personeli ve ortakları için eğitim programları hazırlanmış ve aktif bir şekilde uygulanmasına başlanmıştır.
Bu anlayış sonucunda, Birliklerin son beş ürün
döneminde ihtiyaç duydukları finansman,
2000 Mali Yılı Bütçesinden tahsis edilen 250
trilyon TL ödeneğin “döner fon” şeklinde kullandırılmasıyla karşılanabilmiştir. Bu fon sayesinde Hazineye yük getirmeden Birliklerin faaliyet alanına giren 23 ürün yönetilebilmiştir.
Muhasebe sistemlerini iyileştirmeye yönelik
olarak, teknik destek verilmiştir.
f. Yeniden Yapılandırma Uygulamalarından Elde Edilen Sonuçlar
Hedeflenen seviyede olmamakla birlikte, ortaklarda sahiplik ve kooperatif/Birlik faaliyetlerine daha fazla katılma bilinci geliştirilmiştir.
Bu gelişmeye paralel olarak, bazı kooperatif ve
Birliklerde demokratik kooperatifçilik ilkelerine uygun olarak yönetim örgütlenmesi oluşmaya başlamıştır.
Sağlanan desteklerle personel yapısında önemli iyileşmeler gerçekleşmiştir. 2000 yılında
12 bin olan daimi personel sayısı 2012 yılı başında 3638’e düşmüştür.
Personel düzenlemeleri sonucunda Birlikler
önemli tutarlarda tasarruf sağlamışlar ve asli
faaliyetlerine daha fazla kaynak ayırabilir duruma gelmişlerdir.Ayrıca programı kararlılıkla
sürdüren birlikler işletme giderlerini de azaltmış ve bu alanda da önemli tasarruflar sağlamışlardır.
Bir çok birlik tanıtım,pazarlama ve markalaşmaya önem vermeye başlamıştır.Trakyabirlik,
Marmarabirlik, Karadenizbirlik, Tariş Üzüm Birliği ve Tariş Zeytinyağı Birliği gibi bazı birlikler
Pazar paylarını artırmışlardır..
Birlikler açısından mali yük getiren ve uzun
süreden beri zarar eden işletmeler kapatılmış
ve bu işletmelerin Birliklerin sermayesine katkı sağlayacak şekilde değerlendirilmesi yoluna
gidilmiştir.
Kaynak kullanımında etkinliği sağlamak ve ye-
10
Mali disiplinin sağlanması yönünde ciddi ilerlemeler sağlanmış ve öz sermaye yapılarını
güçlendirmek amacıyla atıl gayrimenkullerin
değerlendirilmesi yoluna gidilmiştir.
g. Yaşanan Sorunlar
Kooperatif ve birliklerde, alınan mali tedbirlere
rağmen, işletme sermayesinde yeterlilik sağlanamamıştır.
Rekolte düşüşlerinin yanı sıra, dış finansman
tedarikinin yetersiz kaldığı durumlarda Birlik
alım miktarlarında ciddi düşüşler yaşanmaktadır. 2000 yılı sonrasında Birliklerin fındık,
pamuk, üzüm, incir, zeytin ve zeytinyağı gibi
ürünlerde alım payları düşmüştür.
Birçok Birliğın mevcut DFİF kredi borçlarını ödeme hususunda zorlukları bulunmaktadır.
Alınan yeniden yapılandırma tedbirlerine rağmen, birçok birlik ve kooperatif gerekli karlılığı
sağlayamamışlardır.
Geçmişteki uygulamaların etkisiyle ortakların
peşin ve yüksek fiyat beklenti ve baskıları devam etmektedir.
Bazı Birliklerde Halen Kurumsal yönetim zaafları bulunmaktadır.
Tüm işlemleri kayıt altında olduğundan, esnek
çalışan diğer kuruluşlara göre ilave maliyetlere
katlanmaktadırlar.
III. Birliklerin Sorunlarına İlişkin Çözüm Önerileri
Birliklerin öncelikle çözülmesi gereken sorunları ile ilgili hususlar 2008,2009,2010,2011 ve
2012 yılı Programlarında yer almıştır.
Başbakanlığa gönderilmesi planlanmaktadır.
Söz konusu programlarda; Birliklerin sürdürülebilir mali ve idari yapılara sahip olması,
Rasyonel bir finansman modeli oluşturulması,
Yeniden Yapılandırma Programına ilişkin geçici
maddelerin kaldırılması amacıyla 4572 sayılı
Kanunda değişiklik yapılacağı tedbirlerine yer
verilmiştir.
20. yüzyılın sonlarında başlayıp 21. yüzyıl’da
hızlanan küreselleşme, artan rekabet, değişen
ekonomik ve sosyal ilişkiler kooperatifçilik sisteminde yeni arayışlara yol açmıştır.
Ayrıca, Bakanlığımızın Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin
13/g hükmünde de TSK ve TSKB’ler tarafından
kullanılacak ürün alım kredilerine faiz desteği
sağlanması Genel Müdürlüğümüzün görevleri
arasında sayılmıştır.
Buna göre Tarım Satış Kooperatifleri Birliklerinin öncelikli sorunları olan;
Mevcut DFİF kredi borçlarının yeniden yapılandırılması,
Rasyonel ve sürdürülebilir bir finansman modelinin hayata geçirilmesi,
Kurumsal yapılarının iyileştirilmesi,
İşlevini yitirmiş ve fiilen uygulanamaz hale gelmiş bulunan yeniden yapılandırma sürecinin
sonlandırılması,
Uygulamada ortaya çıkan mevzuat eksikliğinin
giderilmesi,
Faaliyet konularına giren ürünlere ilişkin desteklerin bu kuruluşlar üzerinden dağıtılması,
gibi hususlarda yasal düzenleme yapılmasına
ihtiyaç bulunmaktadır.
Bu amaçlarla diğer ilgili kurum ve kuruluşların
görüşü alınarak hazırlanan Kanun değişikliği
taslağı 2009 yılında Başbakanlığa sunulmuş
ancak hükümet değişikliği nedeniyle sonuçlandırılamamıştır.
Bu nedenle Bakanlığımızda yeni bir taslak çalışması başlatılmış olup sektörün ve ilgili kuruluşların görüşleri alındıktan bu yıl içerisinde
IV. Geleceğe Bakış
Birleşmiş milletler ve diğer uluslar arası kuruluşların giderek artan bir şekilde kooperatifçiliğin önemini vurgulayan çalışmalar içinde olması ve Birleşmiş Milletlerin 2012 yılını dünya
kooperatifçilik yılı olarak ilan etmesi, dünya
ölçeğinde kooperatiflere olan ilgiyi daha da
artıracak ve yeni arayışlara ciddi katkıda bulunacaktır.
Global ölçekte, uzun süreden beri, kooperatifçilik sistemlerini daha da geliştirme yönünde yeni yaklaşım ve politika arayışları devam
etmekte ve bu çerçevede çalışmalar yürütülmektedir.
Geleneksel kooperatifler yapısını, yatırımcıların sahip olduğu şirket değerleri ile birleştirmektedirler. Bu tür yeni kooperatifler, bir yandan yatırımcıyı sektöre çekerken, diğer yandan
da, geleneksel pazarlama alışkanlıklarının ötesinde ortak üreticilerin ürünlerini, doğrudan
pazarlama yerine işleyerek veya işleterek, katma değeri yüksek ürünlere dönüştürüp pazarlamayı hedeflemektedirler.
Ortaklarının üretim girdilerini toptan ve uygun
koşullarda tedarik ederek, üretimde rekabet
edebilirliği ve sürdürülebilirliği sağlamak da,
kooperatiflerin önemli fonksiyonlarından birini oluşturmaktadır.
21. yüzyılda artan rekabet ve bunun doğurduğu tehditler karşısında kooperatifçilik sektörlerine yönelik temelde sistemli ve birbirini
destekleyen politika ve uygulama araçlarına
ihtiyaç olduğu görülmektedir. Nitekim, başarılı kooperatifçilik örnekleri incelendiğinde,
tarımsal kooperatiflerin başarısında aşağıdaki
unsurların önemli rol oynadığı anlaşılmaktadır.
Bu unsurlardaki eksiklik veya aksamalar, sistemi de başarısız kılmaktadır.
11
Kooperatif ortaklarında ortak hareket etme,
sahiplik, faaliyetlere katılma bilinci,
Kooperatifçilik ve kurumsal yönetim ilkelerine
göre yönetim,
Etkin ve yönlendirici fonksiyonel bir denetim,
Ürün piyasalarında etkin çalışan bir regülasyon
sisteminin varlığı,
Kooperatiflerin uygulamaları ile regülasyon
sistemi arasında koordinasyon,
Kooperatiflerin finansman ihtiyacını karşılayan
bir finansman sisteminin veya kurumsal yapılanmanın varlığı.
Ülkemiz, yeni gelişmeler ve anlayışlar çerçevesinde;
Kendi kooperatifçilik sektörünü geliştirmek,
Sektörün sorunlarına sistematik bir yaklaşımla
çözüm üretmek,
Ve bir kooperatifçilik politikası oluşturmak için
çalışma başlatmıştır.
Bu amaçla, ülkede kooperatifçilik sektörünün
önde gelen kuruluşlarıyla işbirliği içinde bir
kooperatifçilik strateji belgesi hazırlığı yürütül-
12
müştür.
Bu belgenin hazırlanması, resmi hükümet politikalarına yansımış ve 2011ve 2012 yılı programında da yer almıştır.
2011 Yılı sonunda tamlanıp Yüksek Planlama
Kurulu Kararı alınmak üzere Kalkınma Bakanlığına gönderilen Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planı 07.05.2012 tarihinde ilgili
Bakanlıkların imzasına sunulmuştur.
Eylem planında yer alan 36 eylemin hayata geçirilmesi ile Tarım Satış kooperatiflerimiz dahil
tüm kooperatiflerimiz çağdaş bir kooperatifçilik yapısına ulaşılmış olacaktır.
Kooperatifçilik stratejisi ve eylem planı resmi
bir belge hüviyetini kazandıktan sonra da Bakanlığımız politikası eylem planında öngörülen hedefler çerçevesinde yürütülecektir.
Sonuç olarak; 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Hakkında Kanununda yapılacak düzenlemeler ile Türkiye Kooperatifçilik
Stratejisi ve Eylem Planını hayata geçirilmesi
sonucunda, Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerinin gelişmiş ülkelerdeki örneklerine uygun
olarak tarımsal ürünlerin üretimi ve pazarlanması konusundaki etkinliği ve önemi her geçen
gün daha da artacaktır.
SİVİLTOPLUM ÖRGÜTLENMESİNDE
PANKOBİRLİK GERÇEĞİ
Turgut AĞIRNASLIGİL *
NASIL KURULDU?
Pancar ekicileri; 1951 yılında Türkiye Şeker
Sanayii’nin genişletilmesi konusunda alınan
kararların uygulamasıyla kooperatifler halinde
teşkilatlanmaya başlamıştır.
Ülkemizin artan şeker ihtiyacını karşılamak
üzere yeni fabrikaların kurulması için gerekli
sermayenin oluşumu yanında, şeker sanayiinin
hammaddesinin temini amacıyla, çiftçi potansiyelinden yararlanılması fikri pancar kooperatiflerinin kurulması çalışmalarının esas hareket
noktası olmuştur.
Bu amaç doğrultusunda çiftçilerin tek başına
fabrikaya ortak olmalarından çok, toplu halde
meydana getirdikleri bir kuruluşun sermayeye
katılması, güçlenme yönünden daha uygun görülmüş ve bu oluşumu ilk olarak gerçekleştiren
pancar üreticileri de “Adapazarı Pancar Ekicileri Kooperatifi”ni kurmuşlardır.
Bu teşebbüsle ekicilerinin ilk kez teşkilatlanması ve kooperatif halinde şirket sermayesine
sahip olması da bir dönüm noktası olmuştur.
Bu çalışmalar diğer şeker fabrikalarının kuruluşlarında da yapıcı rol oynamış ve şeker sanayiinin gelişme programının hayata geçirilmesinde önemli unsur olmuştur.
O tarihten bu yana kurulan şeker fabrikalarına paralel olarak sayıları bugün 31’e ulaşan ve
ortak sayıları 1,6 milyonu aşan pancar kooperatifleri, Birlik olmanın verdiği güçle de ülke tarımının gelişmesine önemli katkılar yapmıştır.
* Pankobirlik
Ülke ekonomisine ve tarımına bu katkılar yapılırken de kendisi, bağlı kooperatifleri ve iştirakleri dâhil Devletten herhangi bir destek
almamış ve faaliyetlerini ortaklarının kendi
sermayeleri ile oluşturduğu özkaynaklarından
karşılamıştır.
1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun kabulü
sonrası Pancar Ekicileri Kooperatifleri, Birlik
kurmak üzere teşebbüse geçmiş ve Raiffeisen
modeli benimsenerek, ülkemiz kooperatifçiliğinde önemli bir kilometre taşı olan PANKOBİRLİK 31.03.1972 tarihinde kurulmuştur.
Pankobirlik’in faaliyete geçmesinden sonra,
özellikle ülkenin ekonomik gelişimine paralel
olarak, şeker sanayiinin de geleceğinin garanti
altına alınabilmesi amacıyla pancarın dışındaki
ürünlerin Pancar Kooperatifleri tarafından değerlendirilmesi kabul edilmiş ve Ana sözleşmeler tadil edilerek Kooperatifler çok amaçlı hale
dönüştürülmüştür.
Pankobirlik’i genel anlamda tanımak ve tanımlayacak olursak;
“Ülkemizin 64 ilinin, 7.500 yerleşim biriminde
pancar üretimi yapan, yaklaşık 1,6 milyon ortağıyla, 31 pancar kooperatifinin 300’e yakın
şubesi, 7 kooperatif şeker fabrikası, (Adapazarı, Amasya, Kayseri, Boğazlıyan, Konya, Çumra,
Kütahya(%16,68)) ve 50’nin üzerinde tarımsal
amaçlı iştirakiyle, Devletten bugüne kadar herhangi bir destek almadan, tamamen üyelerinin
kendi imkânlarıyla oluşturduğu sermayeleri ile
ortaklarının tarımsal faaliyetlerinde kullandıkları her türlü girdinin teminini, dağıtımını, denetimini ve koordinasyonunu yapan Pancar
Kooperatiflerinin üst örgütü ve temsilcisi Ge-
13
nel Müdürlüğü’dür.
Ortaklarının her türlü tarımsal girdilerini temin
ve tevzi eden PANKOBİRLİK, tüm iştirakleriyle
beraber ülke sathında etkili ekonomik ve sosyal işlev gören, demokratik yapıya sahip en büyük çiftçi kuruluşlarından birisidir.
İŞTİRAKLERİ?
1951 yılında mevcut 4 şeker fabrikasının, (Alpullu, Uşak, Eskişehir ve Turhal) ülkenin artan
şeker ihtiyacını karşılayamaması nedeniyle,
şeker sanayiinin genişletilmesine karar verilmiştir. Bu amaçla yeni pancar ekim sahaları
meydana getirilerek şeker fabrikalarının sayısı
artırılmış ve bu suretle artan tüketimin karşılanması sağlanmıştır.
Bu büyük projeye karar verilirken hareket noktası, çiftçinin fabrikalara yalnız pancarını teslim
eden bir üretici değil, aynı zamanda pancarını
götürdüğü fabrikanın sahibi olma ilkesi benimsenmiştir.
Bu işin hayata geçirilebilmesi için en uygun yolun, pancar çiftçilerinin kooperatifler halinde
teşkilatlanması olduğu düşünülerek, Pancar
Ekicileri Kooperatiflerinin kurulmaları sağlanmıştır.
Çiftçilerin kooperatifleri kanalıyla yeni kurulan
Şeker Fabrikalarının sahibi olması 1953-1956
yılları arasında yeni kurulan 11 şeker fabrikasının hepsinin özel A.Ş. olarak kurulmasına
neden olmuş ise de, üreticilerin ve kooperatiflerinin o zamanki ekonomik şartları buna müsaade etmemiş ve ancak Adapazarı, Amasya,
Kayseri, Konya ve Kütahya Şeker Fabrikaları
Pancar Kooperatiflerinin sermayelerine iştirak
ettikleri kuruluşlar olmuştur.
Bu adım atıldıktan sonra şeker sanayi ve pancar çiftçilerinin ülkenin değişen ve gelişen ekonomik ve sosyal şartlarının tabii bir sonucu
olarak dışa bağımlı olmadan ihtiyaçlarını karşılayacak ve kendine yeterli gerekli entegrasyonun sağlanması düşünülmüş ve dikkatli, planlı
ve tedbirli hareket edilmiştir.
14
İzlenen iştirakler politikası çerçevesinde, pancar dışındaki ürünlerin değerlendirilmesini
sağlayacak muhtelif yerel kuruluşların; bizzat
Pancar Kooperatiflerinin öncülüğü ile kurulması veya kurulmuş bulunanlara iştirak edilmesi
gerçekleştirilmiş, buna istinaden; daha pek çok
tarımsal amaçlı müesseseler ile muhtelif yem
ve süt fabrikalarının kurulmaları sağlanmıştır.
Şeker sanayi ve ortağı olan pancar çiftçilerinin
dışa bağımlı olmadan ihtiyaçlarını karşılamak
amacıyla ortaklarımızın ürünlerinin değerlendirilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması yönelik
yeni kuruluşlar oluşturulmuş, kurulmuş tesislere ortak olunması yönünde çalışmalar yapılmış
veya dünyada değişen konjonktür ve ihtiyaçlar
paralelinde yeni yatırımlarda bulunulmuştur.
Bunun sonucu olarak Pankobirlik’e bağlı Pancar Ekicileri Kooperatiflerinin çoğunluk hissesine sahip olduğu veya ortağı bulunduğu
kuruluşlarımızın faaliyet konuları bakımından
açılımı şöyledir;
- 7 Adet Şeker Fabrikası,
- 1 Adet Etanol Tesisi,
- 1 Adet Alkol Tesisi
- 1 Banka Hissedarlığı,
- 1 Adet Sigorta Şirketi,
- 1 Adet Dondurulmuş Parmak Patates ve
Cips Fabrikası
- 1 Adet Damla Sulama Fabrikası,
- 1 Adet Tohum Üretim Tesisi
- 2 Adet Damızlık Hayvan İşletmesi
- 1 Adet Et Entegre Tesisi
- 1 Adet Sıvı Şeker Tesisi,
- 1 Adet Su Dolum Tesisi
- 1 Adet Süt ve Süt Ürünleri Fabrikası,
- 1 Adet Sert Şekerleme Tesisi,
- 1 Adet Çikolata Tesisi,
- 13 Adet Yem Fabrikası,
- 16 Adet Tarımsal Amaçlı İştirak,
- 18 adet çeşitli konularda faaliyet gösteren
kuruluşu,
- Çeşitli Kömür İşletmelerinde Değişik O-
ranlarda Hissedarlık
olmak üzere toplam 50’nin üzerinde iştiraki ve
yatırımı ile ortaklarına hizmet, ekonomiye katkı sağlamaktadır.
ŞEKER ÜRETİMİNDEKİ YERİ?
- Ülkemize ve üreticilerimize hizmet etme
noktasında yeni hedeflere doğru kararlı adımlarla ilerleyen Pankobirlik, yatırımlarına devam etmektedir. Adapazarı, Amasya, Kayseri,
Çumra, Konya, Boğazlıyan ve Kütahya Şeker
Fabrikaları Pancar Kooperatiflerinin kurdukları
sanayi kuruluşları olmuştur.
- Kooperatif Fabrikaları yapılan modernizasyon çalışmaları ve kapasite artırım yatırımlarıyla ülkemizin en verimli ve modern fabrikaları haline gelmiştir. Bu fabrikaların ülke şeker
üretimde ki payı yaklaşık %40’dir.
- 2004 yılında sektörde bir ilk olarak sermayesinin tamamı pancar üreticilerine ait, en son
teknolojilerin kullanıldığı Çumra şeker fabrikası bir takvim yılı gibi kısa bir sürede faaliyete
geçirilmiştir. Birçok ilki bünyesinde barındıran
bu fabrika şeker üretiminin yanı sıra, ülkemizin
pancardan sıvı şeker üreten ilk ve tek fabrikası
olarak ta tarihe geçmiştir. Bunun yanı sıra bünyesinde kurduğu Biyoetanol tesisi ile çikolata
ve şekerli mamuller fabrikasıyla tam anlamıyla
bir entegre tesis özelliği taşımaktadır.
- Adapazarı Şeker Fabrikası A.Ş. nin Özelleştirme İdaresine ait %95,37 lik hissesi Adapazarı
Pancar Ekicileri Kooperatifince alınarak pancar
üreticilerimize kazandırılmış, Ayrıca Boğazlıyan
Şeker Fabrikası da Kayseri Şeker Fabrikasının 2.
Fabrikası olarak 8 Kasım 2006 tarihinde üretime başlatılmıştır.
EKONOMİYE KATKILARI?
Bugün gelinen noktada ülkemiz kooperatifçiliğinde örnek bir model olan Pankobirlik; Demokratik yapısı, hedeflerini gerçekleştirme yönünde gösterdiği azim ve kararlılık, faaliyetlerinin gerek tarımsal ve gerekse ekonomik açıdan
ortaya koyduğu sonuçlarla, kooperatifçiliğin
nasıl yapılması gerektiği konusunda referans
olarak gösterilmelidir.
Bu durumu, Birliğimizin gerçekleşen 2010 faaliyet yılı rakamlarıyla da ortaya koymamız
mümkündür. Daha önce de ifade edildiği gibi,
kuruluşundan bugüne yaptığı yatırımlarla ülke
tarımına ve sanayisine önemli eserler kazandıran Pankobirlik; 1,6 milyonu aşan ortağı ile büyük bir sosyal güç iken, aynı zamanda kooperatifleri, şeker fabrikaları ve diğer iştirakleriyle
beraber 550 milyon $ sermayeye sahip önemli
bir ekonomik güç haline de gelmiştir.
Bulundukları yörelerin sosyo ekonomik yapısını iyileştiren ve kırsal kalkınmanın bir bakıma
öncülüğünü yapan kuruluşlarımız, yaklaşık
6.300 kişiye sağladığı iş imkânıyla da, istihdam
gibi ülkemizin en önemli meselesinin çözümüne ciddi anlamda destek sağlamaktadır.
Ortaklarını yıl içerisindeki üretim faaliyetleri
boyunca destekleyen kooperatiflerimiz ve iştiraklerinin, üretim maliyetlerinin düşürülmesi
ve üreticilerimizin uluslararası piyasalardaki
rekabet gücünün artırılması yönündeki çalışmalarının da, çiftçiye verilen desteklerin tamamına yakınının kaldırıldığı günümüzde oldukça
önemlidir.
Kooperatiflerimiz ve kuruluşları her türlü işlemini belgelendiren ve kanunlara ve kurallara
uygun çalışan kuruluşlardır. Bu nedenledir ki
geçen yıl ülkemiz hazinesine ödediği 70 milyon dolar vergi ile ülkesini ve milli değerlerini
sevdiğini ortaya koymuş ve sahibi olduğu şeker
fabrikaları ile de bulunduğu yörelerde vergi rekortmeni olmuşlardır.
Daha birçok konuda ilkleri gerçekleştiren Birliğimiz; mevcut sosyal ve ekonomik gücüne, kooperatiflerinin bir araya gelerek, yani “Birlik”
ruhu altında, beraber hareket ederek ulaşmıştır.
Ülkemiz şeker sektöründe son yıllarda yaşanan
olumsuz gelişmelerin ve uygulanan politikaları pancar üreticisi ortaklarımızın lehine çevirmemizde, sahip olduğumuz bu güç sayesinde
15
mümkün olabilecektir.
ÇEVRECİ
Çevrenin korunması canlı, cansız bütün doğal
hayat için ileri derecede önem taşımaktadır.
Dünyanın her yerinde yaşanan çevre tahribatı
sorununa yakın gelecekte acil ve kalıcı çözümler bulunması zaruridir.
Bu da etkili bir çevre koruma, kaynakların
azami ölçüde yeniden kullanılmasına imkân
veren, aşırı tüketim ve israfı asgari seviyede
tutan yöntemlerin ve tedbirlerin geliştirilip uygulanması ile mümkündür.
Özellikle büyük sanayi kuruluşlarının çevreye
verdikleri zararın minimuma indirilmesi ve doğal dönüşümün sağlanmasına yönelik yatırımlar yapılmalıdır.
İştirakleri vasıtasıyla büyük sınai yatırımlara
imza atan Pankobirlik, sosyal sorumluluğu ile
toplumsal fayda içeren aktivitelerde bulunarak
çevreye büyük yatırımlar yapmıştır.
Pankobirlik Konya Şeker Fabrikası vasıtasıyla
birçok kuruluşa öncülük etmesi gerektiğine
inandığımız ağaçlandırma konusunda da önemli çalışmalar yapmaktadır.
2004 yılında başlatılan ağaçlandırma seferberliği ile her yıl 1 milyon fidanın toprakla buluşturulması hedeflenmiş, aynı yıl Konya ve bölgelerinde bulunan değişik karayolu güzergâhları
üzerine 1 milyon fidan dikilmiştir.
Bugüne kadar 1.500 kilometre köy yolunu iki
taraflı olarak ağaçlandırılmış, daha sonra ana
yollarda da ağaçlandırma işlemine başlanmıştır.
dikmek için yeni projelerde oluşturulmuştur.
Son olarak Konya-Karaman karayolu üzerindeki Kaşınhanı mevkiinde 360 dekarlık boş ve
kullanılmayan alana ağaç dikilerek bölgede
“Şeker Ormanı” oluşturulmuştur. 10 bin değişik türde fidanın dikildiği Şeker Ormanının çevresi de koruma altına alınmıştır.
Çumra Şeker Fabrikası civarındaki 150 dekarlık
bir alan da ağaçlandırılmış, 7 bin değişik türde
fidan dikimi gerçekleştirilmiştir.
Ağaçlandırma çalışmalarıyla hem bölgeye bir
güzellik katan ve hem de çevre konusunda büyük bir duyarlılığın başlamasına ön ayak olan
Pankobirlik, diktiği ağaçlarla hububat zararlısı
Süne ile mücadelede de etkin bir rol oynayacaktır.
SONUÇ
Tarım sektöründe tarımsal girdi sağlanması,
dağıtımı ve ürün değerlendirme kooperatifleri
grubunda yer alan ve 1163 Sayılı Kooperatifler
Yasasına göre kurulan PANKOBİRLİK;
-
Kuruluş amaçları,
- Kuruluş biçimi ile güçlü organizasyon yapıları
- Devlet-Kooperatif ilişkilerinde sağladıkları
denge,
- Hizmetlerin tabana iletilmesindeki başarıları,
Konya-Ankara karayolu üzerindeki Yeniceoba-Kulu makası arasındaki yolun da çift taraflı
ağaçlandırılması yapılmış ve bu güzergâha 70
bin ağaç dikilmiştir.
- Tarım kesiminin kalkınma çabalarına etkili bir biçimde katkıda bulunan örnek nitelikte
yapısal bir özellik taşıdıklarını ortaya koymaktadır.
Toprak analizi sonucuna göre uygun cins fidanlar dikilmiş, bakım ve sulamaları da yapılmak
suretiyle koruma altına alınmıştır.
Faaliyetlerini amaçları doğrultusunda başarı
ile sürdüren PANKOBİRLİK, bünyesindeki kooperatifler üzerinde işbirliği ve karşılıklı anlayışın gerektirdiği disiplin ve etkinliğe sahiptir.
Bu projelerle yetinilmeyerek daha çok ağaç
16
TARIM SATIŞ KOOPERATİFLERİ
ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Dr. Oktay TUNCAY
Ülkemizde ve dünyada kooperatifçilik hareketleri ekonomik ve sosyal nedenlere dayanarak doğmuş ve gelişmiştir. Kooperatifleşmeyi kurum olarak kabul ettiğimizde kurum
insanların sosyal, psikolojik ve ekonomik yapısından kaynaklanan değişimleri izleyen ve
değişkenlerden yapıcı alternatifler bulmaya
çalışan bir güç olarak görmekteyiz. İnsanların birbirlerine destek olmaları ve elbirliğiyle
meydana getirecekleri sosyal örgütler sayesinde birçok sorunu çözecekleri muhakkaktır. İşte, kooperatifçilik hareketini insanların
birbirlerine yardım ve dayanışma bilincini
güçlendirmek gayesiyle yaptıklarını ve ortak
bir teşebbüs kurma özgürlüğü olduğunu söyleyebiliriz.
Tarım Satış Kooperatifleri bir ülke ekonomisi
için önemli işletmelerdir. Tarım satış kooperatifleri, yerel çiftçilerin ürettikleri tarımsal
ürünlerin ticareti, işlenmesi ve pazarlanması
faaliyetlerini yürüten kuruluşlardır. Çiftçiler,
genellikle ölçek ekonomisinin faydalarını
gözeterek kooperatifleşme yoluna giderler.
Aynı bir tarımsal üretim alanında faaliyet
gösteren birçok çiftçi, pazarda daha güçlü
duruma gelebilmek için kooperatif kurar. Ayrıca, tarım satış kooperatifleri aracılığıyla ürünlerinin katma değerini de artırırlar. Tarım
satış kooperatifleri, yerel çiftçilerin ürettiği
pamuk, ayçiçeği, fındık, üzüm, zeytin, incir,
vb işlenmemiş ürünleri alır, işler ve yine ortaklarına satar veya dağıtır.
Kooperatifçiliği kurmayı benimsemiş insanlar ortak duygu, yardımseverlik, eşitlik ve
kardeşlik kavramları ile mücehhez olmalıdırlar. Yeter derecede ekonomik güce sahip olmayan, meslek ve geçimlerine ilişkin ihtiyaçlarını karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet
suretiyle gidermek isteyen insanlar aynı zamanda kooperatifçiliğin ne demek olduğunu
bilmek zorundalar. İçgüdüleri ile kooperatifçiliğe giren, üye olan insanlar ekonomik ve
sosyal ihtiyaçlarının iyi bir biçimde kanalize
edilip edilmediğinin bilincinde bulunulmalıdır. Bilinçlenme bir eğitim ve kültür meselesidir. Kooperatif sistemde üyeler kendileri
tarafından seçilen üst organlar vasıtasıyla
yönetilmek isterler. Seçilen yönetim, üyelere güven vermeli, üyeler de yönetime güven
duymalıdır.
Bilindiği üzere Türkiye’de Tarım Satış Kooperatifleri, Atatürk’ün sağlığında ve 21.10.1935
tarihli 2834 sayılı yasayla kurulmuşlardır.
Kuruluş amaçları, kendi ortaklarının çıkarlarını korumak ve onlara üretim, pazarlama
kolaylıkları ve kredi imkânları sağlamaktır.
Kuşkusuz bu kooperatifler tarihsel bir boşluk içerisinden gelip birden¬bire ortaya çıkmamışlardır. 1929 ekonomik bunalımının,
bunların tarihsel gelişimlerinde önemli etkisi ve anlamı vardır. Bu ekonomik bunalımın olumsuz etkileri karşısında ve mevcut
şartlarda, güçsüz bir özel sektörle ekonomik
kalkınmanın yürütülemeyeceğinin anlaşılması üzerine ekonomik politikada değişikliğe gidilmiştir. Geçici bir dönem için de olsa
özel sektörcülük anlayışı yerini ekonomide
devletçilik politikasına terk etmiş, böylece
17
devletçilik, ekonomik bunalıma zorunlu bir
tepki olarak ortaya çıkmıştır. Burada bir hususa açıklık getirmek gerek. Devletçilik tepkisi dönemin şartlarında yalnızca ekonomik
bunalıma karşıdır, yoksa kapital¬ist gelişmeye değil. Yani devletçilik olgusu, kapitalist gelişmeyi hızlandırma amacına dönük geçici bir
uygulama niteliğindedir. Devletçilik dönemi
olarak ifade edilebilecek 1932-1939 tarihleri
arasında sanayi alanında, devletçilik adına az
zamanda çok büyük işler yapılmış, özel sektöre yardımcı olmak ve başarılı faaliyet ortamı sağlamak için gerekli ön girişimler süratle
gerçekleştirilmiştir.
Devletçilik politikasının, tarımsal kesimdeki aynı amaçlı girişimlerinin en önemlisi ise
Tarım Satış Kooperatiflerinin oluşturulması
olmuştur. Böylece, küçük üreticilerin değil
onu yönlendirmek isteyenlerin çabalarının
bir ürünü olarak, Tarım Satış Kooperatifleri
ve Birlikleri Yasası yürürlüğe konulmuştur.
Yasa, kooperatifleri ortak ürünlerini değerlendirmek amacıyla kurul¬muş teşekküller
olarak düşünmekte ve yalnızca istisnai bir
hale münhasır olmak üzere bu kooperatiflerin devlet adına destekleme alımlarıyla
görevlendirilebileceklerini öngörmekteydi.
Amaç, küçük üreticiyi örgütle¬mek ve onu
özel girişimciliğin güçlü bir unsuru olarak
ekonomik yaşama sokabilmekti. 1935 yılından başlayarak yaklaşık 20-25 yıl boyunca
sürdürülen, yalnızca görünüşü kurtarmaya
dönük bu çabalardan somut bir sonuç elde
edilemedi. 1935-1955 tarihleri arası olarak
belirlenebilecek bu dönemde, küçük üreticilerin örgütlenebilmesi için sürdürülen çabalara belki çaba demek bile yanlıştır. Başlı
başına ayrı bir inceleme konusu ola¬bilecek
bu dönemin analizine girişmeden, bir genelleme ile yetinmek zorundayız; “1935 - 1955
döneminde özellikle 1940’lı yıllardan sonra,
Tarım Satış Kooperatiflerinin gelişmesine ve
güçlenmesine çaba gösterilmemiş, imkân
sağlanmamıştır.”
18
Kooperatifçiliğin gelişme ve güçlenmesine
devlet desteği sağlama bir yana bu kooperatiflerin, kooperatif olmaktan çıkarılması yönünde elden gelen her şey yapılmış, yasada
yalnızca istisnai hallerle sınırlı olmak üzere
ve Bakanlar Kurulu Kararnamelerine dayalı
kılınan “ortak dışı alımlar” olayı, 1957 yılından başlayarak ve 1964’den sonra devrin hükümetlerince gittikçe genişletilerek süreklilik
kazandırılan “Devlet Destekleme Alımları”na
dönüştürülmüştür. Böylece, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri, yasada öngörülmemiş
bulunmasına rağmen hukuka aykırı bir biçimde, Devlet Destekleme, Alım Politikalarını uygulayan birer devlet ofisi durumuna
getirilmişlerdir. Devlet ofisi niteliği, bu kooperatifleri, küçük üreticilerin örgütlenmesini
pratikte engelleyen ve onların sistemin denetimi altına alınmalarını sağlayan birer kuruluş konumuna sokmuştur.
Yeri gelmişken hemen belirtmek gerekir ki,
1935 tarihli 2834 sayılı yasa çok defa söylendiğinin aksine Tarım Satış Kooperatif ve
Birliklerini Devlet Ofisi olarak düşünmemiş
aksine, gerçek anlamda birer kooperatif teşekkül olarak tutarlı bir hukuki yapıya sahip
kılmıştır. Kooperatifçilik ilkelerinin tüm kuralları (uyum dönemi için düşünülen bazı
istisnai düzen¬lemeler dışında) göz önünde bulundurularak çıkarılan bu yasa, sanırız
Türk kooperatifçiliği için oldukça yeterli bir
dış dinamik oluşturmuştur. Birlik genel müdürlerinin ilgili Bakanlıkça atanıp görevlerinden alınmasına ve genel kurul kararlarının
ilgili Bakanlıkça onaylanmasına ilişkin olup
kooperatifçiliğin “Demokratik Karar Alma
Serbestisi” ilkesine aykırı olduğu savunulan
hükümlerinin ise, Türkiye Cumhuriyetin kooperatiflerle ilgili bu ilk yasasında yer alan,
vesayet dönemi için öngörülmüş geçici nitelikte hükümler olduğu ileri sürülebilir.
Muhtemeldir ki, kooperatifçilik anlayışının
ülkede filizlenip yeşermesine paralel olarak, kooperatifçilik ilkelerine ters bu istisnai
hükümler, küçük üreticilerin örgütlülüğü ve
dinamizmine de bağlı olarak yasa metninde
çıkartılabilecekti. Kooperatifçiliğin başlangıç
dönemlerinde Almanya ve İngiltere gibi gelişmiş batı ülkelerinde de görülen bu başlangıç vesayetinin, 2834 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Yasası’nın bir eksikliği
olarak değil ama dönem koşullarının gerekliliği şeklinde değerlendirilmesinin daha tutarlı olacağı düşüncesindeyiz. Kaldı ki, 1935
tarihli bu yasa, geçen süre içerisinde tam anlamıyla uygulanabilmiş de değildir. Yasanın
öngörmediği, “Devlet Destekleme Alımları”
uygulaması, zorlama bir yorumla yasa kapsamında değerlendiril¬miş ve hukuka aykırı
olarak sürekli hale getirilmiştir. Devlet Destekleme Alımlarının sürekli hale getirilmesi,
birliklerin Tarım Satış Kooperatifleri yasası ile
değil Devlet Destekleme Alım Kararnameleri
hükümleriyle yönetilmesi sonucunu ortaya
çıkarmış, kâr ve zarar devlete ait olmak üzere belli bir komisyon karşılığı yürütülen bu işlemler sonucu bir kısım birlikler, devlet ofisi
konumuna sokulmuşlardır. Devlet Ofisi konumu, birlik yöneticilerinin ortaklarına karşı
sorumsuzluğu durumunu ortaya çıkarmış,
öyle ki kooperatif genel kurullarında eleştiri
getiren ortaklara verilen cevaplar “... Yapmış
olduğumuz işlemler size değil artık devlete
ait olmuş olan mal-larla ilgilidir. Bizlere çalışmalarımızın hesabını siz ortaklar değil ancak
devlet sorabilir...” mantığına kadar götürülmüştür. Kaldı ki, mevcut uygu¬lamalar karşısında ileri sürülen bu mantığın yanlış olduğu
da söylenemez. Yanlışlık, Devlet Ofisleri aracılığıyla Devlet adına yürütülebilecek Destekleme Alımlarının kooperatifler aracılığıyla
yürütülmesinden kay-naklanmaktadır.
Birlikler aracılığıyla yürütülen devlet destekleme alımları uygulamalarının gerek hukuki
ve gerekse pratik açıdan ortaya çıkardığı sakıncaların kooperatifçiliğe inananlarca ve az
sayıdaki küçük üretici örgütlerince giderek
yükselen bir sesle ifade edilmesi üzerine, zamanın hükümeti zaten yeterince uygulama
ortamı da bulamamış olan bu yasayı (1935
tarihli ve 2834 sayılı), 30.4.1985 tarih ve
3186 sayılı yasayla yürür¬lükten kaldırmıştır.
Getirilen bu yeni düzenlemeyle, “Devlet
Destekleme Alımları”nın Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri aracılığıyla sürekli bir
biçimde gerçek¬leştirilmesi uygulaması için
gerekli yasal dayanak sağlanmış ve ayrıca
bir¬liklerin yönetim ve denetim yapıları kamu personeli ile takviye edilerek, bunların
“Devlet Ofisleri” şeklinde çalışmaları için gerekli hukuki ve fiili ortam sağlanmıştır.
Çıkarılan yeni bir yasa ile devlet destekleme
alımları ile görevlendirilen Tarım Satış Kooperatiflerini gerçek anlamda birer kooperatif olarak nitelendirmek imkânı fiilen olduğu
kadar hukuken de ortadan kalkmış böylece
2834 sayılı yasada mevcut olan ancak Devlet
Destekleme alımları nedeniyle yıllardır uygulanamamış bulunan yasa hükümleri, yeni
yasayla büyük ölçüde değiştirilerek, kooperatifçilik kurallarına aykırı mevcut uygulamaların hukuki temele oturtulması sağlanmıştır.
Tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin hukuken kooperatif oldukları halde neden gerçek birer kooperatif gibi çalışmalarına imkân
ver-ilmediği şeklinde uzun yıllardan bu yana
işbaşındaki hükümetlere karşı ileri sürülen
eleştirileri sürdürmek imkânı kalmamıştır.
Ticari unvanları kooperatif olarak muhafaza
edilmekle birlikte, Tarım Satış Kooperatifleri
çıkarılan 3186 sayılı yeni yasa ile birer “Devlet Ofisi” niteliğine dönüştürülmüşlerdir.
Son olarak, Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerini yeniden düzenleyen 4572 sayılı Kanun
16 Haziran 2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 4572 Sayılı Kanun
Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerinin özerkleştirilerek yeniden yapılandırılması, uygulamaya konulan Tarım Reformu Uygulama
Projesi’nin önemli bir parçasını oluşturmaktadır Anılan Kanunla çok önemli yapısal değişiklikler ve yenilikler getirilmiştir. Kabul edilen yasa ile TSKB’lerin yeniden yapılandırıl-
19
ması sürecinde birliklerin görüşleri doğrultusunda yeni bir ortak ana sözleşme hazırlanmış ve bu ana sözleşme Bakanlar Kurulu’nca
kabul edilmiştir. Dünya Bankası’ndan temin
edilen kredi desteği ile ülkemizde tarım reformu uygulama projesi (ARİP) adı altında
bir yapısal dönüşüm programı 2000 yılından
itibaren uygulamaya konulmuştur. Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerinin yeniden yapılandırılması; Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca
yürütülen doğrudan gelir desteği ve alternatif ürün programlarıyla birlikte, ARİP’in
önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Birlikler 1960’lı yıllara kadar kendi nam ve
hesaplarına ürün alımı yaparak faaliyetlerini
sürdürmüşler, bu yıllarda devlet destekleme
alımları uygulaması başlamıştır. Birlikler yıllar itibariyle belirlenen farklı sayıdaki üründe devlet adına alım yapmışlardır. Birliklerin
hizmet komisyonu karşılığı devlet adına üreticilerden ürün aldığı bu dönem, birliklerin
sınaî tesislerinin en fazla ortaya çıktığı ve büyüdükleri yıllar olmuştur.1994 yılından başlayarak birliklerin destekleme alımı yapması
uygulamasına son verilmiştir. Halen kendi
adlarına alım yapan birliklerin finansman ihtiyaçları destekleme ve fiyat istikrar fonundan verilen kredilerle karşılanmaktadır.
4572 sayılı Yasa ile birlikte, birliklere sağlanacak mali desteklere sınırlandırma getirilerek, birliklerin daha çok kendi mali imkânları
ile ürün almaları hedeflenmiştir. 4572 sayılı
Kanun ile Tarım Satış Kooperatifi ve Birlikleri
için özellik arz eden (sermaye, çalışma konuları, temsil ve genel müdürlük gibi) ana konular düzenlenmiştir. Birçok hususta, 1163
sayılı Kooperatifler Kanunu ile örnek ana
sözleşme hükümlerinin uygulanması öngörülmüştür.
Bakanlığın kooperatif ve birliklerin kuruluşundaki takdir yetkisi kaldırılmış, güçsüz ve
etkin olmayan oluşumları önlemek için kooperatiflerde kurucu ortak sayısı 30’a çıkarılmıştır. Ortaklık paylarının rehin ve haciz edi-
20
lemeyeceği esası korunmuştur. Kooperatif
ve birliklerin ilk işleme hüviyetindeki işletme
ve tesisleri dışında kalan sonraki üretim aşamaları için kuracakları iktisadi işletmelerin
anonim şirket statüsünde kurulması kuralı
getirilmiştir. Birliklerin sahip oldukları mevcut sanayi tesislerini anonim şirket haline
dönüştürmelerinin önünde önemli bir engel
teşkil eden vergiler için muafiyet sağlanmıştır. Personel işlemlerinde kooperatif ve birlikler tamamen yetkili kılınmıştır.
Genel müdür ve genel müdür yardımcılarının atanması, yatırımlarına izin verilmesi,
birlik genel kurul kararlarının onaylanması
gibi kooperatif ve birlikler üzerindeki kamunun çok önemli vesayet yetkileri kaldırılarak
bu kuruluşlar özerkleştirilmiştir.
Sağlıklı bir üst örgütlenmenin gereği olarak
kooperatiflerin, bağlı bulundukları birliğin
kanun ve ana sözleşmelere aykırı olmamak
koşuluyla faaliyet konusuna ilişkin olarak
belirleyeceği ilke ve esaslara uyması zorunluluğu konulmuştur. Kooperatif ve birliklerin
işlem, hesap ve varlıkları ile mali tablolarının
bağımsız denetim kuruluşlarına denetlettirilmesi imkânı getirilmiştir. Birçok önemli
hususu düzenleyen örnek ana sözleşmelerin
birliklerin de görüşü alınarak Bakanlığımızca
hazırlanması veya değiştirilmesi ve Bakanlar
Kurulu Kararıyla Resmi Gazete’de yayımlanması kuralı getirilmiştir. Bu kuruluşlar için
özellik arz eden bazı konulardaki vergi, resim
ve harç muafiyetleri korunmuştur.
Yeniden yapılandırma döneminde, kooperatif ve birliklerin yeniden yapılandırılması için
uygulanacak bir programın yasal bir çerçevesi oluşturulmuş ve bu amaçla bazı destekler
sağlanmıştır. Yeniden yapılandırma konularında çalışma, inceleme ve önerilerde bulunmak üzere yedi üyeden oluşan bir yeniden
yapılandırma kurulu teşkil edilmiştir.
Türkiye’de, tarım sektörü içindeki ekonomik
örgütlenmenin en büyük ağırlığını tarımsal
kooperatifler taşımaktadır. Bugün ülkemizde
tarım kesiminde hizmet veren kooperatifler
üç farklı yasa ile kurulup, yönetilmektedir.
Bunlardan; ülkenin tarımında ve tarımsal ticaretinde büyük öneme sahip olan tarım satış kooperatifleridir. Halen 324 birim kooperatife üye 17 kooperatif üst birliğinde örgütlenmişlerdir. Bu üst birlikler; TARİŞ(Pamuk,
zeytinyağ, İncir,Üzüm konusunda dört birlik), FISKOBIRLIK, ÇUKOBIRLIK, KOZABIRLIK,
ANTBIRLIK, MARMARABIRLIK, GÜLBIRLIK,
TRAKYABIRLIK, KARADENIZBIRLIK, KAYISIBIRLIK, GÜNEYDOGUBIRLIK, TASKOBIRLIK,
TIFTIKBIRLIK ve GAP BİRLİK’tir. (www.tgm.
sanayi.gov.tr-08.05.2012) Birim kooperatiflere ortak toplam 600 000 civarında çiftçi
mevcuttur. Çalıştıkları ürünler itibariyle bir
çoğu kendi sanayilerini kurmuşlardır. 2000
yılında çıkarılan 4572 sayılı kanun ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve diğer bakanlıklarla
olan organik bağı eskisine göre zayıflamıştır.
Ancak, bazı önemli kararların alınması aşamasında, örneğin; ana sözleşme değişikliği,
yatırım yapma serbestisi halen ilgili bakanlık
onayına bağlıdır. Bu kooperatifler, halen siyasi iktidarın özellikle genel kurulların toplanması, yönetim kurullarının oluşturulması yönünde yaptığı baskı altındadır. Bu ise
özerkliğe gölge düşürücü bir durumdur. Bir
başka önemli değişiklikte, bu kanun ile tarım
satış kooperatiflerine kendi şirketlerini kurma serbestisi getirilmiştir. Örneğin, TARIŞ,
Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatiflerinin bir şirketi olan Zeytin AŞ, TARİŞ’e ürün
pazarlaması aşamasında çok büyük kazanımlar sağlamıştır. Bunun yanında, GÜLBIRLİK’
in bakım ürünleri konusunda kendi markasını oluşturması da, bu anlamda son derece
olumlu bir gelişmedir.
21
KOOPERATİFLERDEN HABERLER
Hazırlayan: Halim UTLU *
Düşük Faizli Krediler,
Kooperatifler Ve
Üreticilere, Hangi
Projelerde Kullandırılacak?
letme kurmaları veya işletme kapasitesini
10 baş ve üzerine çıkarmaları gerekecek.
Kredilerin kapsamında, yeni yatırımlar, yenileme alet, ekipman alımları ve diğer yatırım giderleri bulunuyor.
Küçükbaşlarda, işletme ve yatırım kredisi
kullandırılabilmesi için; koyun için en az 50
baş, keçi için en az 25 baş kapasiteye sahip
işletme kurmaları veya bu kapasitelerin
üzerine çıkarmaları gerekecek.
Büyükbaş hayvan yetiştiriciliği, damızlık
etçi sığır,damızlık süt sığırı,büyükbaş hayvan besi sığırı yetiştiricilerinin faiz indirimli
işletme ve yatırım kredisi kullanabilmesi
için; 10 baş ve üzerinde işletme kurmaları
veya işletme kapasitesini 10 baş ve üzerine Yayınlanan karar kapsamında, Arıcılık Kayıt Sistemine kayıtlı asgari 50 adet ve daha
çıkarmaları gerekecek.
fazla sayıda arılı kovan ile üretim yapanlar
Gıda, Tarım Ve Hayvancılık Bakanlığı’nın bu imkandan istifade edecek.
T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Ve Tarım Kredi KooYine, damızlık veya ticari üretim yapacak
peratiflerince Tarımsal Üretime Dair Düşük
işletmelerde asgari; etlik piliç yetiştiriciliFaizli Yatırım Ve İşletme Kredisi Kullandığinde 10 bin adet, yumurta tavuğu yetişrılmasına İlişkin Uygulama Esasları Tebliği,
tiriciliğinde 5 bin adet, hindi yetiştiriciliğinResmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
de 2 bin 500 adet, kaz, ördek veya bıldırcın
girdi. Tebliğ, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi
yetiştiriciliğinde 2 bin adet ve üzeri kapaKooperatifleri’nce (TKK) tarımsal üretime
sitelerde üretim yapıyor olması gerekecek.
dair düşük faizli yatırım ve işletme kredisi
kullandırılmasına ilişkin 2012/2781 sayılı Su ürünleri yetiştiriciliğinde de, kafes ve
Bakanlar Kurulu Kararı kapsamında, Ziraat havuz gibi her türlü su ürünleri yetiştiriciBankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri tara- lik sistemleri veya kuluçkahane kurulması
fından kredi açılması uygun bulunan kişile- veya bu sistemlerin kapalı devre üretim
rin, söz konusu Bakanlar Kurulu Kararında sistemine dönüştürülmesi dahil modernibelirlenen indirim oranlarından yararlana- zasyonları ile alet-ekipman alımı gibi konubilmek için, uymaları gereken teknik kriter- ların finansmanını kapsayacak.
lerin belirlenmesi amacıyla düzenlendi.
Sertifikasyon sistemi dahilinde yurt içi serBüyükbaş hayvanlar için, karar kapsamın- tifikalı tohum, fide, fidan üretimi yapan
da faiz indirimli işletme ve yatırım kredisi özel sektör yetkilendirilmiş tohumculuk
kullanabilmesi için; 10 baş ve üzerinde iş- kuruluşu veya doku kültürü yöntemiyle to* Tarım Reformu Genel Müdürlüğü Baş Denetçi
22
humluk üretimi yapanlar da, yine faiz indirimli kredi kullanabilecek. Karar kapsamında, tarımsal faaliyetlerin sürdürülebilmesi
için üreticiler tarafından kullanılan zirai
kredilendirme belgesi olanlar da, traktör
alımlarında yatırım kredisi kullanabilecek.
Yatırım ve işletme kredisi başvuruları, Ziraat Bankası’na veya tarım kredi kooperatiflerine yapılacak. Başvurular banka ve
TKK’nin kendi usul, esas ve mevzuatları
dahilinde değerlendirilecek ve uygun bulunanlara kredi kullandırılacak.
Anzer Balı Kooperatifi
Başkan Yardımcısı Ucuz
Bal Sahtedir
Rize Arıcılar Birliği başkan adayı Şaban Hapeloğlu, piyasada üretim maliyetinin çok
altında ballar satıldığını belirterek bu balların büyük bölümünün sahte olduğunu
ileri sürdü. Anzer Balı Kooperatifi Başkan
Yardımcısı Hapeloğlu,7 Nisan tarihinde
yapılacak olan(Yapıldı) Rize Arıcılar Birliği
kongresinde başkan adayı olan Şaban Hapeloğlu, piyasada bol miktarda sahte bal
bulunduğunu hatırlattı.
Türkiye’nin bal üretiminde dünya sıralamasında 4. sırada yer aldığını kaydeden Hapeloğlu “Ülkemizde Rize, bal üretiminde önemli bir yerdedir. Ancak karşılaştığımız en
büyük sorun ürettiğimiz balları hak ettiği
değerde satamamamızdır. Artık bal alıcıları
ile gerçek bal üreticilerini hiçbir şüpheye
yer bırakmayacak şekilde kendi markamızda buluşturmak istiyoruz” dedi.
tadır. Bunların gerçek bal olması mümkün
değildir. Yapılan laboratuar analizlerinde
de bunların hiçbir arı müdahalesi olmadan
kimyasal müdahalelerle elde edilen sahte
ballar olduğu ortaya çıkmıştır.
Sağlık bulmak için satın alınarak tüketilen
bu ürünlerin, kansere de neden olabileceği anlaşılmıştır. Son yıllarda özellikle Gürcistan ve İran’dan yoğun bir şekilde yurdumuza kaçak bal girişi yapılmaktadır. Bu
balların menşei belli değildir. İnsan sağlığının korunması açısından hükümetimizden
giriş ve çıkışların daha sıkı denetlenmesini
talep ediyoruz” diye konuştu.(İHA/Anayurt
Gazetesi,7.4.2012)
Rize Arı Yetiştiricileri Birliği
Olağan Genel Kurulu
Yapıldı
Rize İli Arı Yetiştiricileri Birliği olağan genel
kurul toplantısı borsa toplantı salonunda
gerçekleştirildi. Toplantıda konuşan Rize
Milletvekili Hasan Karal, bal ormanı kurmak için Hemşin bölgesinde gerçekleştirecekleri projeler hakkında bilgiler verdi.
Nusret bayraktar ise birlik üyelerine sorunları, sıkıntıları her platformda dile getirme
çağrısı yaptı.
Daha sonra kürsüye gelen başkan Fevzi Civaoğlu ve başkan adayı Şaban Hapeloğlu
üyelere seçilmeleri hakkında yapacakları
projeler hakkında bilgiler verdiler.
Faaliyet raporu ve denetleme kurulu raporlarının okunmasının ardından, birliğin başkan seçimine geçildi.Yapılan seçim
Hapeloğlu, tüketicilerin düşük fiyatlarda sonrasında başkanlığa 244 oy alan Fevzi
satılan ballara dikkat etmesi gerektiğini Civaoğlu yeniden seçildi.Hapeloğlu ise 144
belirterek, “Bir kilogram balın ortalama oy
aldı.(http://www.lazhaber.com/rizeüretim maliyeti bellidir. Piyasada üretim haberleri/aricilar-birligi-4-olagan-genelmaliyetinin çok çok altında ballar satılmak- kurulu-h18273.html )
23
(BAKA), Batı Akdeniz Tarımsal Araştırma
Enstitüsü (BATEM) Müdür Vekili Abdullah
Ünlü ve Fide Üreticileri Alt Birliği (FİDEBİRLİK) Yönetim Kurulu Başkanı K. Savaş Titiz
ile yönetim kurulu üyeleri birlikte ziyaret
etti. BAKA Genel Sekreteri Tuncay Engin
ile biraraya gelen heyet, kalkınma ajansıTürkiye Sulama Kooperatifleri Merkez Birnın çalışmalarını yakından takip ettiklerini,
liği (TÜSKOOP-BİR) Genel Başkanı Halis
BATEM ve FİDEBİRLİK’in ortak çalışmaları
Uysal, “Susuz hayat düşünülemez, biz bir
hakkında bilgi verdi. FİDEBİRLİK Yönetim
damla suyun neferiyiz” dedi. Uysal, 22
Kurulu Başkanı K. Savaş Titiz, Türkiye’deki
Mart Dünya Su Günü nedeniyle yaptığı
sera varlığının yüzde 55’inin, fide üretimiyazılı açıklamada, suyun nimetini en iyi binin ise yüzde 60’ının Antalya’da olduğunu
lenlerin, çiftçiler ve sulama kooperatifleri
söyledi.
olduğunu ifade etti.
FİDEBİRLİK’in 2008’de 41 fide üreticisi taBirleşmiş Milletler’in 2012 yılını “Dünya
rafından “5553 sayılı Tohumculuk Kanunu”
Kooperatifçilik Yılı” olarak ilan edildiğine de
çerçevesinde kurulduğunu hatırlatan K. Saişaret eden Uysal, şunları kaydetti:”Türkiye
vaş TİTİZ, tohumculuk sektörünün geliştirilSulama Kooperatifleri Merkez Birliği olarak
mesi ile sektörde faaliyet gösteren gerçek
bu yıl 22 Mart Dünya Su Günü’nü iki anveya tüzel kişiler arasında meslekî dayalamda kutluyoruz. Birlik olarak bu iki olanışma sağlamayı amaçlayan FİDEBİRLİK’in
yı çok önemsiyor ve büyük bir mutlulukla
bitki ıslahçıları, tohum sanayicileri ve ürekutluyoruz. Türkiye tarımsız, tarım da kooticileri, fide ve fidan üreticileri, tohum yeperatifsiz olamaz.
tiştiricileri, tohum dağıtıcıları, süs bitkileri
Susuz hayat düşünülemez, biz bir damla üreticileri ve tohumculukla ilgili üyelerden
suyun neferiyiz. Tarım gerektiğinde güb- oluştuğunu belirtti. (Anayurt Gazetesi, İsresiz, ilaçsız ve bazı altyapıları olmadan da parta, 27 Mart 2012)
yapılabilir, ama kesin olan asla susuz yapıGenel Müdür Yardımcısı
lamayacağıdır. Onun içindir ki, suyun sevk
ve idaresi çok önemlidir. Bu konuda biz suYunus Şeker, Kütahya’da
lama kooperatiflerine büyük sorumluluklar
düşmektedir. 2 bin 500 kooperatifin yöneti- Orman Genel Müdür Yardımcısı Yunus
cileri olarak, Türkiye’nin her noktasında su- Şeker, beraberinde ORKÖY Daire Başkanı
yun adil ve kayıpsız kullanılması anlamında Mahmut Aydın ile birlikte, Kütahya Bölbüyük emekler sarf etmektedir.”(Kaynak ge Müdürlüğünü ziyaret etti. Kütahya OrA.A.22 Mart 2012 )
man Bölge Müdürlüğü çalışmaları ve sorunları hakkında Bölge Müdürü Kenan M.
Eryiğit’ten makamda brifing alan Genel
BAKA, BATEM ve
Yardımcısı Yunus Şeker; Bölge MüFİDEBİRLİK Tarım Aktörleri Müdür
dür Yardımcıları ve Şube Müdürlerinin kaBuluştu
tılımı ile bir toplantı gerçekleştirdi.
TÜSKOOP-BİR Başkanı
Uysal “Türkiye Tarımsız,
Tarım Da Kooperatifsiz
Olamaz”
Isparta - Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı’nı
24
Orman Bölge Müdürlüğü çalışmalarının ve
özellikle fidanlıklar ve ağaçlandırma faaliyetlerinin anlatıldığı sunumun ardından;
idarecilerle bilgi alışverişinde bulunan Şeker, yapılan çalışmaların yerindeliğini, doğru seçilmiş projelere her zaman destek vereceklerini belirtti.
yapan TKDK Koordinatörü Büke, TKDK’nin
yeni bir kurum olmasına karşılık, kısa süre
içerisinde yer, personel, personel eğitimi,
AB denetimi, yetki devri alımı ve proje
hazırlama süreçleri hazırlama gibi prosedürleri tamamladığını belirterek, “Bugün
güzel ve kıvanç duyduğumuz, memleketiORKÖY Daire Başkanı Mahmut Aydın’da;
mize kalıcı hizmetlerin yapılacağı sözleşme
“ORKÖY 1974 yılından bu yana orman köyaşamasına geldik. AB’ye giriş süreci gibi bu
lerinde 404.013 aileye ve 1027 kooperatife
da kolay bir süreç değil. Vatandaşımız prokredi vererek; binlerce hektar ormanı kejelerini verdi ve sadece sözleşmeye gelme
silmekten, yakılmaktan kurtarmış, orman
zamanı 6 ay gibi bir süreyi aldı.” dedi.
suçlarını azaltarak ormanla dost orman
köylüsü profilini yaratmış, milyonlarca do- 2. Çağrı döneminde 5-20 Eylül 2011 tarilar ihracat yapan köy kooperatifleri kur- hinde alınan projeler ile ilgili olarak incelemuş, 1,5 milyon kişiye istihdam yaratmış, me ve değerlendirme işlemlerinin tamamköyden kente göçün mücadelesine ve or- landığını dile getiren Büke, “Türkiye’de
man köylülerinin yaşam kalitesinin artma- IPARD programının uygulandığı toplam 20
sına katkı sağlamıştır.
ilde 61 proje ile sözleşme aşamasına gelinmiştir. İlimizde ise 6 proje ile sözleşme imORKÖY, orman içi ve bitişiği köylere sağlazalanacaktır. İmzalanacak 6 adet projenin
dığı her türlü kredi desteği sebebiyle veren
toplam yatırım tutarı 6 milyon 488 bin 505
el durumunda olup, OGM’nin gülen yüzü
TL olup, kurumumuzca verilecek hibe tutaolarak orman köylüsünün memnuniyet
rı 4 milyon 95 bin 485 TL olacaktır.
aracı olacaktır. Aynı inanç ve gaye ile çalışmalarına devam edecektir.“ dedi.(Anayurt Hibe tutarı yaklaşık yüzde 63 civarındadır.
Gazetesi-Kütahya,23 Mart 2012
Biz hibe mantığını tam anlayamadık. Hibe şu demek; vatandaşımız önce yatırımı
TKDK’dan 4 Milyon 95 Bin yapacak, yatırımı biz göreceğiz, gördükten sonra yapılan yatırıma yüzde 60 ile 65
Lira Hibe Kredi
arasında geri ödemesini yapacağız. Parayı
Yozgat -Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destek- ödedikten sonra, 5 yıl daha işletmeyi takip
leme Kurumu (TKDK), Avrupa Birliği kay- edeceğiz. Bu işletme takibinden sonra işnaklarından IPARD programı kapsamında letme faaliyetine devam ediyorsa, o zaman
Yozgat’ta hazırlanan 6 proje, 4 milyon 95 para asıl hibe pozisyonuna geçecek.” diye
bin lira hibe kredi almaya hak kazandı. Yoz- konuştu.
gat TKDK, hibe almaya hak kazanan 6 proje
2 Çağrı döneminde Akdağmadeni ilçesinsahibi ile sözleşme imzaladı. IPARD prograden 2, Çekerek 2, Sorgun 1 ve Yerköy ilmına, kooperatifler de hazırlatacakları proçesi 1 olmak üzere toplam 6 proje sahibi
je ile başvurabiliyor.
ile sözleşme imzalanacağını, vatandaşları
TKDK Yozgat İl Koordinatörlüğünde düzen- proje hazırlamaya davet ederek, şu anda
lenen imza törenine, TKDK İl Koordinatörü 5. proje çağrısına çıktıklarını belirten Büke,
Veli Büke, proje sahipleri ve kurum uzman- 15 Mart’ta başlayan proje çağrısının, 13
ları katıldı. İmza töreni öncesi bir açıklama Nisan 2012 tarihinde sona ereceğini sözle25
rine ekledi.(İHA/Anayurt Gazetesi,29 Mart bulunanlardan satın aldıkları ürün bedel2012 )
leri üzerinden prim borçlarına mahsuben
yüzde 5 oranında tevkifat yapmaları istendiğini belirtti.
Havran Tarım Kredi
Kooperatifi’ne Yeni Müdür
Balıkesir Havran Tarım Kredi Kooperatifi’nde
8 yıldan beri görev yapmakta olan Özden
Aydın’ın Edremit Tarım Kredi Kooperatifi
Müdürlüğü görevine atanmasıyla boşalan
Havran Tarım Kredi Kooperatifi Müdürlüğü
görevine Cevdet Coşkun atandı.
Mart’ta Havran Tarım Kredi Kooperatifi
Müdürlüğü görevine başlayan Cevdet Coşkun; “ 1963 İvrindi doğumlu olup, Dokuz
Eylül Üniversitesi mezunudur.23 yıldır tarım kredi kooperatifinde çalışmakta olan
Coşkun, Balıkesir Tarım Kredi Kooperatifi
Bölge Birliği’nden başlayarak, sırasıyla Çanakkale Merkez Tarım Kredi Kooperatifi,
Ayvacık Gülpınar Tarım Kredi Kooperatifi,
Ayvalık Altınova Tarım Kredi Kooperatifi,
son 8 yıldır da Edremit Tarım Kredi Kooperatifi Müdürü olarak görev yapmış ve
01.03.2012 tarihinde atanmış olduğu Havran Tarım Kredi Kooperatifi Müdürlüğü görevine başlamıştır. Coşkun’a yeni görevinde başarılar dileriz.(Anayurt Gazetesi 26
Mart 2012)
Bayraktar ‘Çiftçilere
Haksızlığı Çözeceğiz’
ANKARA (ANAYURT)-Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi
Bayraktar, yaptığı yazılı açıklamada, çiftçilerin satmış oldukları ürün bedellerinden,
Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) olan
prim borçlarına mahsuben, yüzde 1 kesinti yapılmakta iken, Sigorta Primleri Genel
Müdürlüğünün 6 Mart 2012 tarihli genelgesiyle, tevkifat yapmakla yükümlü olan
gerçek ve tüzel kişilerin, tarımsal faaliyette
26
Konunun yapılacak SGK Yönetim Kurulu
toplantısında karara bağlanacağını vurgulayan Bayraktar, şunları kaydetti: “Çiftçilerin borçlu olup olmadığına bakılmaksızın sattıkları üründen yüzde 5 gibi yüksek
bir tevkifat yapılması, pek çok üreticimizi
mağdur etmiştir. Çiftçilerin mağduriyetinin giderilmesi için konuyu Sosyal Güvenlik Kurumu Yönetim Kurulu gündemine
taşıdık.Sosyal Güvenlik Kurumu, çiftçilerin
sattıkları ürün bedelleri üzerinden prim
borçlarına istinaden yüzde 5’e kadar yapılan tevkifat oranının yeniden yüzde 1’e düşürülmesi için gerekli çalışmalara başladı.”
Ayrıca değiştirilecek mevzuatta prim borcu
olmayan çiftçilerimizden SGK il müdürlüklerinden borcu olmadığına, muafiyet kapsamına giren çiftçilerimizin de yine SGK il
müdürlüklerinden muafiyet kapsamına
girdiğine dair belge getirmeleri durumunda, tevkifat yapılmayacağına da yer verileceğini anlatan Bayraktar, “Şayet çiftçilerin, prim borçları yüzde 1’den daha az ise
yüzde 1 değil, çiftçinin borcu kadar tevkifat
yapılacak” dedi.(Anayurt Gazetesi 26 Mart
2012)
FİSKOBİRLİK’te İşçi
Çıkarmaya Tepki
Giresun Kamu İşçileri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Hamza
Türkmen, FİSKOBİRLİK’ten çıkarılması gündemde olan işçilerle ilgili yaptığı açıklamada, ekonomik nedenlerin işçilerin çıkarılmasına yönelik mazeret olamayacağını
söyledi.
FİSKOBİRLİK
Yönetiminin
bir
taraftan
FİSKOMAR’lar açarak, yeni yeni personel- Gazetesi,11.4.2012)
ler alırken, diğer tarafta ekonomik nedenleri gerekçe göstererek işçi çıkarmalarına
Merkezini Ünye’ye
anlam veremediğini belirten Dernek BaşTaşıyarak Sınırlarını
kanı Hamza Türkmen “Gelinen noktada,
yönetim kurulu acil çözümün, işçi çıkarılGenişletti
ması olduğunu üstüne basa basa vurgulaORDU- Uzun yıllar Tekkiraz ve çevre köylere
maktadır” dedi.
kredi kefalet hizmeti sunan Tekkiraz Esnaf
(İHA /Anayurt Gazetesi,11.4.2012)
Kefalet Kredi Kooperatifi, tüzük değişikliği
ile merkezini Ünye’ye taşıyarak tüm Ünye
Ceyhan’da Tarım Çalıştayı ve belde esnafına kredi ve kefaret hizmeADANA-Ceyhan Girişimci İşadamları Der- ti vermeye başladı. Tekkiraz Esnaf Kefalet
neği (CEYGİD) tarafından öğretmenevinde Kredi Kooperatifi mali genel kurulu, Adnan
üç programdan oluşacak Tarım Çalıştayı’nın Menderes Ticaret Lisesi toplantı salonunilki gerçekleşti. Toplantıya, bazı tarımsal da gerçekleşti.
kalkınma kooperatifleri yönetici ve ortakDivan başkanlığını Kumru Esnaf Kefalet
ları da katıldı.
Kredi Kooperatifi Başkanı Namık Evin’in
Çalıştayda konuşan Çukurova Üniversitesi yaptığı mali genel kurula, İnkur Belediye
Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü Yemler Başkanı Mehmet Okuyucu, Terziler Odası
ve Hayvan Besleme Anabilim Dalı Öğretim Başkanı İsmet Çat, Perşembe Esnaf Kefalet
Üyesi Prof. Dr. Murat Görgülü, Türkiye’nin Kredi Kooperatifi Başkanı Halil Şahin, Ünye
tarıma dayalı bir toplum olduğunu, ancak 2. Sanayi Sitesi Kooperatifi Başkanı Celal
şehirleşmenin hızla büyümesinden dolayı Dündar ile kooperatif ortakları katıldı.
ve köylerde yaşayan genç nüfusun azalmasından, hayvancılık ve tarımsal faaliyetin Gündem maddelerinin okunup oylanarak
kabul edildiği genel kurulda konuşan Tekkiçok etkilendiğini kaydetti.
raz Esnaf Kefalet Kredi Kooperatifi Başkanı
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında kırsal
Mehmet Demirel, “Uzun yıllar Tekkiraz ve
alanda yaşayan nüfus yüzde 60 olduğunu
çevresine kredi kefalet hizmeti sunan kobelirten Görgülü, “Buna bağlı olarak da
operatifimiz, Türkiye’de bir ilki gerçekleştiGayri Safi Milli Hasıladaki (GMSH) pay da
rerek, hem merkezini Ünye’ye taşıdı, hem
yüzde 50’nin üzerindeydi. Şimdi ise bu pay
yüzde 10’nun altına düştü. Bunda en bü- de hizmet sınırlarını genişleterek sadece
yük faktör ise, kırsal alandaki nüfusun yüz- Tekkiraz beldesi ve çevre esnafına değil,
de 35 azalması oldu. Bundan dolayı tarım tüm Ünye ve beldelerinde faaliyet göstealanında toplumsal bir dönüşüm yaşandı. ren esnaf ve sanatkarlarımıza hizmet vermeye başladık.
Bu faktörlerde dolayı, bitkisel tarımda ve
hayvancılıkta yaklaşık 20 yıl önce çok sıkın- Ayrıca giderek yükselen bir başarı grafiğitılar yaşandı. Bu doğrudan destek de, ka- miz var. Bu başarı da sadece yöneticilerin
palı bahçelerin tesis edilmesi bitkisel tarım değil, siz ortaklarımızın düzenli ödemeleri
ve hayvansal üretimde büyük yatırımlar o- ile yakalanmıştır” dedi.(İHA/Anayurt Gazeluşmasına sebep oldu” dedi.(İHA/Anayurt tesi,11.4. 2012)
27
FOTOĞRAFLARLA TÜRK
KOOPERATİFÇİLİK KURUMU
TARİHİNDEN SAYFALAR II
Nail TAN *
12 Eylül 1980 Harekâtı öncesi birçok dernek
siyasete bulaşmış, hatta terör faaliyetlerinin içinde yer almıştı. Meslek mensupları, söz gelişi
öğretmen ve polisler karşı görüşlü iki dernekte
toplanmışlardı. Bu sebeple 12 Eylül 1980 tarihinde yönetime el koyan TSK ve onun temsilcisi Millî Güvenlik Konseyinin ilk yaptığı işlerden
biri, kamu yararına çalışanlar dâhil bütün derneklerin faaliyetlerini durdurmaktı. Vakıfların
mevzuat gereği siyasî, ideolojik faaliyetler yapmaları çok zordu. Her yıl Vakıflar Genel Müdürlüğünce denetleniyorlardı.
Türk Kooperatifçilik Cemiyeti, 10 Haziran 1946
tarih ve 3/4325 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla
“kamu yararına çalışan dernek” kimliğine kavuşmuş, 1948 yılında da adı Türk Kooperatifçilik Kurumu olmuştu. Adı, kurum olmasına karşın Dernekler Kanunu’na tâbiydi. 1972 yılında
1630 Sayılı Dernekler Kanunu TBMM’de kabul
edildi ve dernekler mevzuatı neredeyse baştan
başa değiştirildi. Bu değişiklikte derneklerin
1968-1971 yılları arasında yarattığı siyasî ve
ideolojik olayların büyük payı vardı. Kanunun
53. maddesine göre; Türk, Türkiye, Atatürk adlarının dernek adlarında kullanılması Bakanlar
Kurulu iznine bağlanmıştı. Kurumumuza, temiz
sicili sayesinde 8 Temmuz 1974 tarih 7/8678
sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Türk adını kul-
Fotoğraf 1
* Araştırmacı yazar
28
lanma izni verilmişti.
12 Eylül 1980 tarihinde Yönetim Kurulu üyesiydim. Feyzi Halıcı, Yönetim Kurulu başkanıydı.
Bütün derneklerle birlikte kurumun faaliyetleri
de ikinci bir emre kadar durdurulunca büyük
bir şok, endişe yaşadık. Kurumun faaliyetleri,
bütçesi, harcamaları Konsey’in güvendiği kişilerce incelendikten yaklaşık bir ay sonra Kızılay, THK, TDK, TTK gibi bir grup kamu yararına
çalışan dernekle birlikte faaliyetlerimize izin
verildi. Gerçekten de kapatılmamızı gerektiren hiçbir yıkıcı, bölücü faaliyetimiz yoktu.
Gelin görün ki, bazı kişiler kör nefislerinin, sınır tanımaz hırslarının kurbanı oluyorlar. Üyemiz şair Sabahattin Çankaya, şair başkan Feyzi
Halıcı’dan beklediği ilgiyi görmediği (Kurumun
şair üyeleri sık sık kurum salonunda buluşup
şiirlerini okuyorlardı.), kendisine daha çok zaman ayrılmadığı kanaatine varmış olacak ki,
intikam rüzgârına kapılıp Yönetim Kurulunu
Millî Güvenlik Konseyine şikâyet edip kurumun
kapatılmasını istemişti. Şikâyetinde kurumun
siyasetle uğraştığı, ülkücülere sahip çıkıp para
yardımında bulunduğu gibi mesnetsiz, yalan
iftiralar da vardı. Konsey tarafından faaliyetine
izin verilen ilk derneklerden biri olduğumuza
sevinirken kurumumuza üşüşen beş-altı müfet-
tişle şaşkına döndük. Bir hafta kadar kurumda
çalıştılar. Yayınları incelediler, ödeme evraklarını-yazışmaları didik didik ettiler. Cumhuriyet’e,
Atatürk’e, devrimlere bağlılığımızı, kuruluş
amacından sapmadan çalıştığımızı görünce
teşekkür edip kurumdan ayrıldılar. Verdikleri
güzel raporların örnekleri kuruma da gönderildi. Bu olaydan sonda tabii rahmetli Sabahattin
Çankaya kimsenin yüzüne bakamaz duruma
düştü. Çevresinde dostu kalmadı. Sanıyorum
Haysiyet Divanı kararıyla kurum üyeliğinden
de çıkarıldı. İyi bir şair olduğuna şüphemiz yoktu. Severdik, sayardık kendisini. Kurumu karalamayacaktı. Yazık oldu.
12 Eylül 1980 Harekâtı sonrası, ideolojik faaliyetlerde bulunup teröre âlet olan derneklerin
birçoğu kapatıldı. Mallarına devletçe el konuldu. Bu durum, birçok iyi niyetli derneği korkuttu. Vakıflaşmalarına yol açtı. Kurumumuzun da
bir binası, Kaş’ta bir arsası, kira gelirleri vardı.
Başka bir darbede kötü niyetli bir yönetim tarafından kapatılıp mal ve nakit varlığına el konulabilir veya başka bir kuruma devredilebilirdi. Binamız, çok merkezî bir yerdeydi. Vakıflar
mevzuatı daha sağlamdı. Mallarına el konulması için mutlaka mahkeme kararı gerekiyordu. Bu sebeple biz de derneklerin vakıflaşması
Fotoğraf 2
29
cereyanına uyduk. 16 Ocak 1981 tarihinde Yönetim Kurulu Başkanlığına getirdiğimiz büyük
kooperatifçi Nurettin Hazar’ın önerisi üzerine
Yönetim Kurulunca Türk Kooperatifçilik Eğitim
Vakfının kurulmasına, Kurum binasının çıplak
mülkiyeti ile birinci katının intifa hakkının vakfa
devredilmesine karar verdik. Türk Kooperatifçilik Kurumunun en önemli görevi zaten kooperatifçilik eğitimiydi. 20 Mart 1982 tarihinde
yapılan Genel Kurul Toplantısı’nda vakfın kurulması, gayrimenkuller üzerindeki haklarımızın vakfa devri, vakıf senedi Kurum üyelerince
de onaylandı. Söz konusu Genel Kurulda Yönetim Kurulu üyelerinin yaklaşık üçte biri yenilendi. Ben, gene Yönetim Kuruluna seçildim. İlk
Yönetim Kurulu toplantımızda Nurettin Hazar’ı
başkanlığa, Niyazi Yüksel’i başkan yardımcılığına, Kâzım Seçer’i de muhasip üyeliğe seçtik.
Vakfın kurulması öncelikli işimizdi. Kurum avukatlarını görevlendirip hemen hukukî işlemleri
başlattık. Vakfın kuruluş kararı, 10 Şubat 1983
tarihinde mahkeme kararıyla kesinleşti. Türk
Kooperatifçilik Eğitim Vakfının kuruluşunda
Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Kefalet Kooperatifleri Merkez Birliği ile Pankobirlik de kurucu
üye olarak yer aldı. Vakfın kurucu üyeleri şunlardı:
a) Türk Kooperatifçilik Kurumunu Temsilen:
Nurettin Hazar, Niyazi Yüksel, Kâzım Seçer,
Prof. Dr. Rasih Demirci, Özdemir Ünsal, İrfan Ü.
Nasrattınoğlu, Bülent Akbaş, Nail Tan, Ayhan
İnal, Aydın İmamoğlu, Hikmet Biçentürk, Dr.
Şenol Erdoğan, İ. Akın Şehirlioğlu, M. Nedim
Yılmaz, Celalettin Çubukçu, Fevzi Akhan, Enver Tunçalp, Sezai Yörük, Ömer Nafi Güvenli,
Turan Tekeli, Nusret Namık Uzgören, Mehmet
Gönen.
b) Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Kooperatifleri
Merkez Birliğini Temsilen: Kasım Önadım, Hüseyin T. Özdener.
c) Pankobirliği temsilen: Orhan Leblebicioğlu,
30
Kâmil Özdemir.
Vakfın ilk Genel Kurulu 14 Şubat 1984 tarihinde yapıldı. Yönetim Kurulu üyeliklerine Prof. Dr.
Rasih Demirci, Niyazi Yüksel, Hikmet Biçentürk,
Kâzım Seçer, Dr. Şenol Erdoğan, Kâmil Özdemir,
Aydın İmamoğlu, İ. Akın Şehirlioğlu, Nail Tan;
Denetleme Kurulu üyeliklerine de Hüseyin Turgut Özdener, Ayhan İnal ve Turan Tekeli seçildiler. Aynı gün yapılan Yönetim Kurulu toplantısında başkanlığa DPT Kooperatifçilik Uzmanı
Hikmet Biçentürk (daha sonra milletvekilliği de
yaptı.) seçimle getirildi. Biçentürk, milletvekili adayı olduğundan 19 Kasım 1984 tarihinde
başkanlığı Kâmil Özdemir’e bıraktı.
Bu yazımın ekinde de arşivimden iki fotoğraf
sunuyorum. İlk fotoğraf, Türk Kooperatifçilik
Eğitim Vakfının kurulması için çalışan Nurettin
Hazar başkanlığındaki Türk Kooperatifçilik Kurumu Yönetim Kurulunun 1983 yılında yaptığı
bir toplantıya ait. Yönetim Kurulunun yarısı görünmüyor (Fotoğraf 1). Soldan sağa; Dr. Şenol
Erdoğan, Nurettin Hazar (Başkan), Niyazi Yüksel (Başkan Yardımcısı), İ. Akın Şehirlioğlu, M.
Nedim Yılmaz, Nail Tan.
İkinci fotoğraf Türk Kooperatifçilik Eğitim Vakfının faaliyete geçtiği ilk günlerde çekilmiş.
Yönetim Kurulu ve Denetleme Kurulu üyeleri,
Başkan Hikmet Biçentürk’ün etrafında toplanmış (Fotoğraf 2). Önde oturanlar, soldan sağa; Prof. Dr. Rasih Demirci, Hikmet Biçentürk
(Başkan), Kâzım Seçer; ayaktakiler soldan sağa;
Nail Tan, Niyazi Yüksel, Vakıf Müdür Fahrettin
Kantar, Aydın İmamoğlu, İ. Akın Şehirlioğlu, Dr.
Şenol Erdoğan, Kâmil Özdemir, Hüseyin Turgut
Özdener, Ayhan İnal. Denetleme Kurulu Üyesi
Turan Tekeli, o gün toplantıya gelemediğinden
fotoğrafta yer almamış.
Bu yazı vesilesiyle iki başkan Nurettin Hazar
ve Hikmet Biçentürk’ü rahmetle anıyorum.
Mekânları cennet olsun!
Ölüm Yıldönümünde
AHMET TUFAN ŞENTÜRK
H.Rıdvan ÇONGUR *
Ahmet Tufan ŞENTÜRK ( 1920-10.05.2005 )
Yıllar nasıl da çabuk geçti? İnsan, hele bir de
yaşlanınca ayların, günlerin, hatta saatlerin
akıp geçişi hızlanıyor sanki. Belki, değişen bir
şey yok, bize öyle geliyor… Ölümü yakıştıramadığım, gönlü bütün insanlara ve insanlığa açık,
hayat dolu yol arkadaşlarımdan biriydi Ahmet
Tufan Şentürk. Her Cuma beraber olmaya, bazı
toplantılara birlikte gitmeye alışmıştık. Ne zamandır, Cuma’ların eski haşmeti kalmadı, toplantılara onsuz gitmek, bir eksiklik duygusuna
sebep oluyor. Kimler geldi, kimler geçti! Dost
bildiğim, yol arkadaşlığı yaptığım kaç insan
“ölüme merhaba!” dedi, beni yalnız bıraktı.
Ne var ki, bu elli yıllık dostun ölümü üstünden
de yıllar akıp geçiyor, tıpkı daha öncekilerde
olduğu gibi… Hatırlayınca yadırgadım.
Bir bahar günü ayrıldı aramızdan. Yaşı oldukça
ilerlemişti. Son zamanlarda sık sık, “Bana yol
göründü artık!” derdi ama, yine de ölümü ona
yakıştıramıyordum. Hani bir şiiri vardı; mısra
sonlarını “Ölmeyeceğim” diye vurgulayarak
bitirdiği, hayata nasıl bağlı olduğunu anlatan
şiiri… O mısraları yazan, bu şiirdeki gibi duyan,
yaşayan insan nasıl ölebilirdi ki?
Bende severek çarpan bu yürek var ya,
Gören gözlerim, duyan kulaklarım,
Düşünen başım, söyleyen bu dilim var ya?
Göreceğim, duyacağım, seveceğim,
Öldürseler bile ölmeyeceğim!
Ölmeyeceğim
Masmavi gökyüzü, yemyeşil dağlar,
Kuşlar, çiçekler, böcekler,
Cıvıl cıvıl gülen, oynayan çocuklar,
Güzeller, çirkinler, hastalar, sakatlar,
Tümünüzü içten, gönülden sevdim.
Tümünüz benden bir parça, ayıramam.
Öldü ama… Ömür kadehinin dolduğunu, her
ölümlü gibi onun da ölümü tattığını bilsem de,
buna alışmam mümkün değil; aradan yıllar
geçti, alışamadım. Sevenleri de alışamadılar
her halde... Neden derseniz, çünkü sevdiklerinize ölümü yakıştıramazsınız…
* Araştırmacı yazar, şair
1950’li yılların başında, gençlik günlerinde,
Hukuk Fakültesi öğrencisiyken, Anafartalar
31
Caddesi üstündeki Vakıf Han’da, Türk Milliyetçiler Derneği’nde tanıştığım, ölümüne kadar
arkadaşlığı aşan bir yakınlaşma içinde olduğum Ahmet Tufan’ın ölümüne ben de hiç ama
hiç, alışamadım. Son onbeş, yirmi yıldır Cuma’ları buluşur, evlerinin karşısındaki camiye
birlikte gider, bir araya gelen cemaatle namaza
durur, dönünce ya onun kaynattığı ya da benim pişirdiğim çorbayı birlikte paylaşır, bir şeyler yer, konuşur, sohbet eder, birbirimize şiirle
okurduk.
Kırk yıl aradan sonra şiire dönmüştüm ve her
Cuma, yeni yazdığım bir şiir varsa, ona okur,
eleştirmesini ister, mısra örgüsü üstünde tartışırdık… Eleştirme yaparken acımasızdı. Bir
kelime yerine oturmamış, diyelim mısrada sırıtıyor ve bir ses yanlış çınlıyor, algılanıyorsa,
hemen yüzü asılır, fakat kırılmayayım diye,”bir
daha düşünsen, yerine daha uygun bir söz, ses
olamaz mı, bulamaz mısın?” derdi. Tartışırken,” değişmesi imkânsız” diye ısrarla savunduğum sözlerin yerine yenilerini koyduğum,”
vazgeçemem” dediklerimi değiştirdiğim çok
olmuştur.
Beni sevseniz de olur, sevmeseniz de,
Ben seviyorum ya, bu bana yeter.
Açla açım, tokla tokum, mutluyla mutlu.
Gülenlerle gülen, ağılayanlarla ağlayan,
Hastalarla hasta, ölenlerle ölen benim.
Koskoca bir evren kadar yüreğim.
Sevgi, sevdikçe çoğalır, gerçek olan bu.
Verimli toprak örneği,
Öldürseler bile ölmeyeceğim.
Öldü ama…”Beni sevseniz de olur, sevmeseniz
de “ derdi. Severek öldü. Açla aç oldu, tokla tok.
Gülenle güldü, ağlayanla ağladı, ölenle öldü…
Onun için “öldü!” diyemem. Ölen bedeni oldu,
aramızdan giden, toprağa verdiğimiz bedeni
oldu sadece. Can uçtu gitti, bedenden. Onun
için öldü diyemem… Onu tanıyan kime rastlasam, yüzünde onun göz izini görüyor, yakın
olduğu kişilerden kimin sesini duysam, ondan
birkaç söz çalınıyor kulağıma. “Ölenler”dendi
ama, “ölümlü” lerden değildi, sizin anlayacağınız. Ömrü oyunca, merasimsiz yaşadı. Yeni
elbiselerini giyinip bir yere gidecekse, tek
32
lüksü “papyon kravatı” idi, mutlaka boynuna
onu iliştirirdi.
Sevgisini sebil etti. Sevgisini, sevdiklerinden
esirgemeyen bu şair, bir şiirinde dile getirdiği
- ve kendisinden benim de zaman zaman duyduğum gibi - güneşli bir bahar günü aramızdan
ayrıldı. 9 Mayıs 2005… Sanki, kendisini uğurlamaya gelenler karda, kışta azap çekmesinler
der gibi, güneşli bir günü seçmişti ölmek için
onu Yaradan; Bir bahar günü ayrılmıştı aramızdan:
“İstemem gözyaşı, acı ve tasa
Mevsimlerden bahar olsun isterim.
Güneşli, güzel günlerde,
Kim duyarsa, kim severse, kim isterse
Gönüllü gelsin, gelirse.“
Allah’ın sevgili kulu olmak ne güzel! Bu şiiri yazan şair de bu kullardan biridir ve ölümü, tam
istediği gibi bir bahar günü olmuş, Hacıbayram
Camii’nin avlusunda onun namazını kılmak için
bir araya gelen sevenlerini ufukta yükselen güneş selâmlamıştır… Ondan aldığım bu dörtlük
“Arkamdan” adlı bir şiirinden; başlangıç bölümü. Böyle başlar ve devam eder:
Nasıl olsa yolun sonu göründü,
Aceleye, telaş etmeye gerek yok.
Alın, neyim varsa sizlerin olsun,
Dünya malında gözüm yok…
Nasıl olsa bir gün ölüm gelecek,
Hangi haldeyken bulacak beni?
Şöyle elim tutar, gözüm görürken
Bekliyorum gelmesini…
Son gün… Yatağında yemeğini yediren yeğenine izin verir, “ben dinleneyim biraz” der. Cok
geçmez, çağırır yanına; gideceğini fark etmiştir.
Yolun sonu görünmüştür, anlayacağınız. Telâş
etmek boşuna. Hiç telâşsız kabul eder gelen
görevli meleği ve ömrü son bulur. İstediği gibi,
eli tutar, gözü görürken… Evet, Allah’ın seven
kulu olmak güzeldir, dostlar. Biraz dinlenmeye
çekilmedir, onun söylediği gibi, aslında ölüm!
Ahmet Tufan dostum, hep dostları için yaşadı. Ne haset etti, ne kin tuttu. Kızdıklarına bi-
le seslenirken, kelimeleri seçer öyle söylerdi.
Kalbi kırılsın istemezdi. Bana, onun Televizyon
belgesini yapmaya karar verdiğimde ne dedi
bilir misiniz? “Mehmet Çınarlı’ya öncelik ver!”
Hemşehrisi, kadim dostu, Hisar’ı yıllarca sırtlanan adamdı Çınarlı; önce onun belgeselinin yapılmasını istiyor, böyle düşünüyordu. Kaç gün
tartıştık, cebelleştik. Yaşca ondan büyük olduğunu söylüyor, savunmamı öyle yapıyordum.
Daha yaşlıydı Çınarlı’dan, beş altı yaş daha
büyük. Düşüncem, “vakit geçmeden” kafama
koyduğumu gerçekleştirmek. Çınarlı ondan
genç; sonra onunkini yaparım diye düşünüyordum. Kabul ettirmem zor oldu, ama sonunda
başardım. Çalışmamı yaparken, bir gün bunalttım onu. Yapmak istediğime karışı çıkıyor,
“hayır, öyle olmaz,” diye diretiyordu. Ben ısrar
edince ne yaptı bilir misiniz? Beni kovaladı evden! Böyle bir insandı. Televizyon için belgeseli yapılıyormuş, falan filan, umurunda değildi.
Yayınlanırsa adı duyulur, adından bahsedenlerin sayısı artarmış, böyle şeyler umurunda
değildi. Yeri geldi, sözünü ettiğim o şiirinden
buraya birkaç bölüm daha aktarayım: “Haset etmem siz kaldınız diye geride,
Gözbebeklerime bakın, anlarsınız.
Kaç defa öldürmek istediniz, işte öldüm.
Niye ağlarsınız?
Dünyayı tümüyle size bıraktım;
Ayrılmayın malınızdan, canınızdan,
Boş kalmasın yüksek makamlarınız.
Niye ağlarsınız?
Ne dünya malında gözü vardı, ne yüksek makamlarda… Fakat, “kaç defa öldürmek isteniz,
işte öldüm” diyor ya, bu sözlerin boşa söylenmemiş olduğunu bilirim.
O, Bir Köy Çocuğuydu
O, hayatı tırnaklarıyla kazıyıp yolarak kendini
yetiştirmiş, çok küçük yaşlardan itibaren yaşama savaşı vererek büyümüş, amelilik yapmış,
taş taşımış ve ekmek parasını öyle kazanmış
ve bu şartlar altında okuyabilmiş bir insandı..
1919 veya 1920 doğumlu. Üst üste savaşların yaşandığı yıllar… Düşünün bir, üstelik daha
küçücük bir çocukken baba da ölür, ana da...
Daha gençliğe adım atarken, köy odasında
gizirlik ( gel git işleri) yaparak başının çaresine
bakar, hayatla böyle tanışır ve karnını doyurmak için “in-cin geçmeyen” su kenarına kurulu
bahçelerde bekçilik yapmak zorunda kalır. Kurt
ulumaları, çakal ve vahşî hayvan sesleri arasında korku dolu saatle, dakikalar geçirir, uykusu
bölünür, uyku ile uyanıklık arasında tüketir gecelerini... Hangimiz, çocukluğumuzu bu şekilde acımasız bir dünyada, bir lokma için korku
içinde, ecel terleri dökerek, zorluklar yaşayarak geçirdik? O geçirdi ama ! Onun yaşadığı
su kenarını, doğduğu köye düzenlediğimiz gezi
sırasında gördüm. İki çayın birleştiği yerde bir
delta vardı. Buradaki meyve ağaçlarını koruma
görevini üstlenmişti. Karşılığında alacağı üç beş
lira…
O, hep mücadele ederek büyüdü. Fakat ne
baş kaldırdı, ne de Yaradan’a isyan etti! Bu acıları taşıdı hep sırtında… Kafasında, geçmişten
hiçbir tortu kalmadan okudu ve büyüdü,
sonunda “adam gibi adam” oldu! Sildi attı, yahut unutur gibi yaptı bütün o korkuları, acıları
ve yaşamağa sarıldı dört elle.
Fakat gelin görün ki, çocukluktan gençliğe uzanan yılların acılarını yaşayan sanki Ahmet Tufan değildir. Göğün maviliği, doğanın kuş, kurt
ve börtü böceği, çiçeklerle bezenmiş bahçe,
yemyeşil dağ ve tepeleri, hep onundur ! Sokakta oynayan çocuklar, cıvıl cıvıl sesleri, güzeller,
çirkinler, hastalar, sakatlar hepsi, hepsi onun
sevgilileri... Görmek, duymak, sevmek varken,
öldürseler bile ölmez elbette bu insan…
Şairimiz Ahmet Tufan Şentürk’ün yaşadığı bu
hayat onun şahsiyetine şekil vermiş, onun sanat yeteneğinin yeşermesinde yaşadığı o günler bir kaynak rolü oynamıştır. “Ölmeyeceğim
!” der o daha önce sözünü ettiğimiz şiirinde.
Katıldığı toplantıların çoğunda okuduğu bu şiiri bilenler, dinleyenler, onu okurken kelimeleri
vurgulayışında, hayata nasıl da dört elle sarıldığını iyi bilirler:
Bende severek çarpan bir yürek var ya
Gören gözlerim, duyan kulaklarım
Düşünen başım, söyleyen bu dilem var ya
33
Göreceğim, duyacağım, seveceğim
Öldürseler bile ölmeyeceğim...
Neden ölmez? Ölmez, çünkü çocukluk, gençlik
günlerini, yıllarını yaşayan sanki Ahmet Tufan
değildir. Bu şiiri ve ötekileri yazan şairi tanıyan
biri, arkadaşı, çok yakını ve hatta dostu olabilirsiniz. Geçen uzun yıllar içinde sanatta vardığı
noktayı ve “ tüm insanlara ” bakışındaki içtenliği, inceliği ve şiirinin, çileli ömrünün derinliklerine inebilirseniz ancak o zaman çözebileceğiniz bir şair; gönül kapısını ardına kadar sevgiye
ve sevenlerine açmış, sevmeseniz de sizi seven
bir “er kişi” çıkar karşınıza.... Ölümü üstüne karaladığım bir yazımda demiştim, bir kez daha
tekrarlayayım. Bu toprağın çocuğuydu.
Yûnus ve Veysel’den Esinlenen Şair
Güney’de uzaktan Akdeniz’i
seyreden,
Toroslar’ın karlı tepelerindeki bir dağ köyünde doğan, genç yaşlarda okuduğu Veysel gibi
toprağın diliyle konuşan şairin, benzeri az görülen insan sevgisi bir de Yunus’la buluşunca
ses ve söz olup işte böyle şiire dönüşüvermiştir.. İnsanın gönlünü dolduran “aşk”, “Allah”
ve ” insan” sevgisi arı duru olursa, elbette
şair de olur, Yaradan’ın sevdiği kul da…“Ben
aşkın, sevdânın ta kendisiyim” diyebilme gücüne de,yüceliğine de ulaşır. “Yakan” da olur,
“yanan” da... Âdem olur, Cennet’ten kovulur
veya Nesimî gibi hisseder kendini, benliğinden
soyunur. Bakın şu dörtlüğe:
Bana söz etmeyin aşktan, sevgiden,
Ben aşkın, sevdânın kendisiyim ben!
Hem yakan ben’imdir, hem de yanan ben,
Yanmak istiyorum yandığım kadar.
Âdem’im, Cennetten kovulan beh’im,
Seyit Nesimî’yle soyulan benim,
Uçup sarhoş olup ayılan ben’im,
Yanmak istiyorum yandığım kadar.
Buyruğumda değil ayağım, elim
Söyleten kim bilmem, söyleyen dilim
Beni benden aldı, ben, ben değilim
Yanmak istiyorum, yandığım kadar...
Bu şiir, hele şiirdeki bir kıt’a, bize şunu düşün-
34
dürdü : Ahmet Tufan Şentürk’ün şiiri konusunda bir yargıya varabilmek için hem onun uzun
ve çileli hayatını bileceksiniz, hem de bütün
şiirlerinden ve bazı mısra örgülerindeki anlam
yükünden haberli olacaksınız.. Ancak böyle anlamak mümkündür onun şiirleri ... Onu uzun
yıllardan beri tanıdığım, yakın dostlarından
biri olarak ondaki Yunus sevgisi ve Âşık Veysel
hayranlığının ve her ikisine olan yakınlığının
şâhidi olduğum için, rahatça söyleyebilirim
bunları.
Ben, Burhan Toprak tarafından yayınlanan Yunus Emre Divanı’nı ilk okuduğum günleri hiç unutmam. Biz o Türkmen kocası er kişiyle on üç,
on dört yaşlarında tanıştık. Yaş saksana vardı,
hâlâ o Divan elimizde, okur dururuz. Gördük ki,
Yesevî’nin yolundan yürüyüp gelen, Sarıköy’de
uykuya varan Koca Yunus’u tanıyıp, şiirinde çok
az şairimiz onu böylesine içten yaşayabilmiş,
ondan esinlenerek böylesine bir güzel mısralar
kaleme alabilmiştir..
Şentürk ve Âşık Veysel
Seksenli yaşlara doğru yol alırken, Ankara
Radyosu’nda görev yaptığımız günlerde bir
Âşık Veysel Şatıroğlu tanıdık. Çalıp söylediği ne
varsa Diskoteğimizde saklansınlar diye banda
kaydettik. Bir gün Stüdyo’da karşı karşıya oturduk, hayat hikâyesini anlattırdık. Konuşması
sırasında unutamadığımız bir sözü oldu. “Toprak tabiatlı” olmaktan bahsetti. “Kara Toprak”
şiirinde neleri anlatmak istediğini o zaman
anladık. Bu kayıtlar sırasında tanıştık, biliştik,
dost olduk. Toprak tabiatında olmanın anlamı
derin. Veysel’den sonra “toprak” tabiatında bir
insan daha tanıdık, o da şair dostumuz Ahmet
Tufan Şentürk ‘tür... Uzun bir süre dost olduğumuz bu iki insanı birbirine benzetmekte, bilmem haksız mıyım ?. İkisi de köyde doğmuşlar,
uzun bir süre şehir yüzü görmemişler, davar
peşinde koşmuş, ağaç gölgesinde büyümüş,
yokluk yoksulluk çekmişler... Çocukluk dönemleri birbirine çok, ama çok benziyor. Tek fark,
birinin görme özürlü, kör olması; ama dünyaya bakışlarına tesir etmemiş. Zaten, sözünü o
ettiğim o konuşmada Veysel’e “gözün açılsın,
ister misin?” diye sorduğumda, “hayır!”dedi.
Açıklamasını istedim,” ben görüyorum kendime göre “ dedi.
2005 yılının bir bahar günü Hak’ka yürüyen ve
Hacıbayram’da toprağa emanet ettiğimiz Ahmet Tufan’ la Veysel arasında ortak noktalar
vardır. Şiirleri birbirinden farklıdır ama ikisi de,
yokluk, yoksulluk içinde büyürler; ilk benzerlikleri budur. İkisi de analarını çocukken yitirirler. İkisinin de yüzlerine, çok küçükken geçirdikleri çiçek hastalığı iz bırakır. Biri görürken,
ötekinin dünyası kararır.
Ahmet Tufan’ la Veysel yakınlığını, Âşığın ölümü üstüne Hisar dergisinde yayınlanan bir yazısında açık olarak görebiliyoruz. Çünkü, “yedi
yaşına kadar gören gözü, sonra çiçek hastalığı
ile başlayan karanlık dünyası” ndan söz etmesi
bundandır şairimizin. O yazısında sözünü ettiğimiz yazıdan bölümler aktaralım :
“Onun hayatı, o günlerde doğmuş Anadolu insanının, Anadolu halkının, köy çocuklarının ortak yanı, ortak derdi, bitip tükenmek bilmeyen
ortak acısıdır. Bu dertler, bu acılar, bu acımasız
hastalıklar doğanların büyük bir kısmını alıp
götürmüş, geriye kalanlara da çirkin, çirkin
olduğu kadar da acı damgasını basmıştır. Ne
görecek göz bırakmış, ne bakılacak yüz. Kısaca
bir ortak, bir benzer yanımız var Veysel’le.”
Sözünü ettiğimiz bu yazısının son bölümü daha
da düşündürücü : “Evet, der, Aşık Veysel’ i bilmek, gerçek anlamı ile tanımak çok güçtür. Ne
var ki dışardan gördüğümüz kadarı ile Veysel
halkın içinden çıkmış, gücünü Hak’tan ve halktan almış, yıllarca sözü ile, sazı ile halka seslenmiş, halkın dilinde türkü, gönlünde sevgi olup
göçüp gitmiştir. Ben derim ki, sen bu ülkede bu
ulusun nesli yaşadıkça yaşacaksın Çobanın kavalında nağme, âşığın elinde saz, dilinde söz,
çok sevdiğin ulusun dilinde türkü, gönlünde
sevgi olarak yaşayacaksın.”
Hisar dergisi, 1973 yılının Nisan sayısında Âşık
Veysel’in ölümü üstüne yayınlanan yazısından
aldık bu cümleleri, “Veysel Ölmez ki” diye başlayan bir yazı. Her ikisi de Türkçenin sevdalısı.
İkisi de, tesadüfe bakın baharda öldü. “Muhakkak uçan kuşa, açan çiçeğe” veya “kaldır-
sak ben’i, benliği” dedirten, “arınsak kinden”
diye söyleten gönül yüceliğinde elbette ki o
gönül erlerinin yeri ve rolü vardır. Her ikisi de,
Yunus’un şiir dili ve kendine özgü kelime hazinesinden haberlidir.
Son birkaç veda cümlesi
Hak’ka yürüdüğü güne kadar onunla elli yılı aşkın bir süre beraber olduk. Hakkında pek
çok yazı ve bir kitap yazmış, TRT ‘de televizyon belgeseli hazırlamış, son zamanlarda birlikte unutulmayacak günler geçirmiş, zamanı
paylaşmışız. Unutmak elbette mümkün değil.
Kendim ve sevenleri adına, ölümden sonra açılan defterine yazdıklarımla bitireyim bu anma
yazısını, tarih: 10 Mayıs 2006
Son sesleniş...
O, “Arkamdan” şiiriyle arkasında bıraktıklarına sesleniyor; ben, arkasında bıraktığı kadim
bir dostu olarak ona ve ardında bıraktıklarına
sesleniyorum.
Hayat serüvenimizden bir güzel insan geçti,
adı: Ahmet Tufan ŞENTÜRK... Onun çok yakını,
arkadaşı, hatta dostu, sevip saydığı biri olabilirsiniz. Geçen uzun yıllar içinde sanatta vardığı
noktayı, “ tüm insanlar” a bakışındaki içtenliği,
inceliği, şiirinin ve çileli ömrünün derinliklerine
inebildiğiniz takdirde çözmeniz mümkün olan
bir şair, gönül kapısını ardına kadar her zaman
sevgiye ve sevenlerine açmış, sevmeseniz de
sizi seven bir er kişiydi...
Bu toprağın çocuğuydu. Türk mü, Türk... Hem
de nasıl! Hak’ka yürüdüğü güne kadar, onunla
elli yılı aşkın bir süre beraber olduk. Neredeyse
ömür boyu dost kaldığınız, yakını olduğunuz
bir insan hakkında, duygu ve düşüncelerinizi
cümlelere sığdırmak kolay mı sanıyorsunuz?
Hele, hakkında yazılar ve bir de kitap yazmış,
televizyon belgeseli hazırlamış, daha daha
son zamanlarınızda - uzun bir süre - her Cuma
günü birlikte olmuş, yan yana namaza durmuş,
kurulan sofrada lokmalarınızı paylaşmış,
sizin yaptığınız tarhana veya onun pişirdiği
otlu çorbaya kaşık çalmış, yemekten sonra
kahvelerinizi yudumlayıp şiir veya günlük
35
konular üstüne sohbet ederek tartışmışsanız...
Şiirlerinizde onun kattığı renk, rûh ve hava,
tırnak içine aldığınız mısralar varsa... Unutmak
elbette kolay değil.
Kimdi, neydi, nasıl biriydi diyenler, Karaman’
nın bir dağ tepesinde, dünyaya gözlerini açtığı
evi, köyü, büyüdüğü yöreyi, Toros’ ların haşmetine ekleyip düşünebilir ve sorularına cevap
bulabilirler. Düğümü , sırrı burada hayatının
da, sanatının da...Şiirlerini yoğuran, onu yazmaya yönlendiren bu köydür, bu insanlar, bu
dağ ve yemyeşil bir vâdide kıvrım kıvrım akan
Göksu ırmağıdır !
Bin türlü yoksulluğun tabiatla kucaklaştığı bir
dünyada büyüdüğü doğrudur, önce yokluklara
merhaba dedi. Elini ayağını kanatsa da batan
dikene, üstünde uçan kuşa, onu kucaklayan
toprağa, dağa, taşa hayran; insan sevgisine bu
yoldan ulaştı.Karşılık beklemeden sevmesinin
sebebi de bunda gizli.
Toprağa verileceği gün Hacıbayram Camii’nde
nasıl gözlerim yaşla dolu, tutsun diye elimi tabutunun üstüne koymuş bekliyor, ölümü ona
yakıştıramıyorsam, onu hep böyle bekleyeceğim.
Yıllar geçse, gün tükense beklerim ;
Temelleri bu dostluğun derinde..
Bahçemizde lâle, nergis soldu mu ?
Sen unutsan, ben seslenir sorarım :
Nerdesin ey, nerdesin dost, nerdesin ?
Cumaları namaza durduğumda yine yanımda,
sofrada çorbaya yine birlikte kaşık çalacağız
ve her yazdığım yazı, şiir Şentürk’ ten seslerle
dolu olacak. Dün olduğu gibi yine her gün
görüşeceğiz.
Allah’ ın rahmeti üzerine olsun.
Bu toprağın çocuğuydu. Türk mü, Türk oğlu
Türk. Nasıl hem de! Hak’ka yürüdüğü güne ka-
36
dar onunla elli yılı aşkın bir süre beraber olduk.
Ömür boyu dost kaldığınız, yakın olduğunuz
bir insan hakkında duygu ve düşüncelerinizi
cümlelere sığdırmak kolay mı sanıyorsunuz?
Hele hakkında pek çok yazı ve bir kitap yazmış,
televizyon belgeseli hazırlamış, son zamanlarınızda - uzun bir süre - her cuma birlikte olmuş,
yan yana namaza durmuş; kurulan sofrada
lokmalarınızı paylaymış ve sizin yaptığınız tarhana, onun pişirdiği otlu çorbaya kaşık çalmış;
yemekten sonra kahvelerinizi yudumlarken şiir veya günlük konular üstüne sohbet ederek
konuşup tartışmışsanız... Şiirlerinizde onun
kattığı renk, ruh ve hava, tırnak içine aldığınız
mısralar varsa... Unutmak elbette mümkün
değil.
Kimdi, nasıl biriydi diyenler, Karaman’ın o dağ
köyünde, Esentepe’de dünyaya gözlerini açtığı
evi, büyüdüğü yöreyi, Toroslar’ın haşmetine
ekleyip düşünebilir ve sorularına cevap bulabilirler. Düğümü, sırrı burada hayatının da, sanatının da... Şiirlerini yoğuran, onu yazmaya yönlendiren bu köydür, bu insanlar, bu dağlar ve
yemyeşil bir vâdide kıvrım kıvrım akan Göksu
ırmağı ! Meyve bahçelerinde nöbet tutarken,
gecelerin sessizliğinde korku dolu saatlerin nasıl geçtiğini bilemediğini, bana Göksu ırmağının kıyısında dolandığımız o gün anlattı, ondan
dinledim. Doğduğu köye birlikte gittik, babası
Gök Ali’ nin mezarını bulup duamızı birlikte ettik. Çocukluğu ve gençliğini yaşadığı o dağ köyünü gezen, gören, insanlarını tanıyan, onlarla
konuşan, dertleşen biriyim.”Ahmet Tufan Şentürk” kitabı ve televizyon belgeseli öyle yazıldı,
ondan sonra gerçekleştirildi.
Aramızdan ayrıldığında 85 yaşlarında falandı.
Fakat, ne olursa olsun, onun için erken gelen
bir ölüm demek daha doğrudur. Zaten sevenleri de ona ölmüş diye bakmıyorlar ki! Yattığı
toprağa nûr yağsın, Allah’ın rahmeti üzerine
olsun.
TÜRKLER’İN SOFRALARINDAKİ
YEMEKLER
M. Ziya GÖZLER *
Son yıllarda televizyon ve gazetelerde yemeklerle ilgili programlar yapılıyor, yazılar yazılıyor
ve yemek tarifleri veriliyor. Herkesi imrendiren
ve genellikle de varlıklı kişilerin sofralarında
yer alan bu yemeklerin çok güzel olduklarını
itiraf etmeliyim. Hele usta aşçıların yaptıkları
yemekler ve onları bizlere takdim edenlerin
anlatımları tek kelime ile mükemmel. Ne var ki,
bu yemek takdimleri arasında TRT’de yıllardır
yayınlanan bir program, tam anlamıyla ülkemizin lezzetlerini insanımıza ciddi ve özenli bir
şekilde anlatmaktadır. Ülkemizin değişik yörelerinin yemeklerini, içeceklerini o yöre insanının ağzından anlatılması, bilahare yemeklerin
yapılmasının da gösterilmesi televizyon ekranlarında adeta bir şölene dönüşmektedir. Kutlamak gerekir. Türk, Çin ve Fransız mutfakları
dünyanın en zengin ve aranılan üç mutfağıdır.
Türkler Orta Asya’dan bu yana misafirperverliğe önem vermişlerdir. Gelenekleri arasında
misafir ağırlamanın özel bir yeri vardır. Ayrıca
düğünlerde, derneklerde, yardımlaşmalarda,
toplumun bütününü ilgilendiren özel günlerde, ölümlerde birlikte yemek yenilmesi de bir
adettir. Misafirperverlik, sevinçlere ve acılara
birlikte iştirak etmek, devlete ve aileye gösterilen saygıdan sonra gelen önemli bir değerdir. Tarih boyunca Türkler nelerle beslendiler?
Hangi yemekleri yediler? Bugüne dek nasıl
bir yemek kültürü oluştu? Neler yetiştirdiler?
Türkler’in yemekle ilgili macerasına kısaca bir
göz atarak günümüzde sağlıksız yemeklerle
olan farkını gözler önüne sermeye çalışalım.
Orta Asya’da önceleri dağınık sonra birlikte
yaşamaya başlayan Türkler, toprağı ve suyu
kendileri için faydalı işlerde kullanmışlardır.
Çadırdan yerleşik ev hayatına geçmeleri sırasında çamur, kerpiç, tuğla kullanmaları, evleri-
ni odalar şeklinde bölmelere ayırmaları, evlerinin etrafını hayvanlarını besleyecek yerlerle
ve yiyeceklerini yetiştirecek ekin alanları ile
çevirmeleri Türkler’in asırlardır tabiatla haşır
neşir olduklarını göstermektedir. Tarlaglarını
(tarla) sabanlayan (çift süren) ve arıklarla sulayan Türkler tarlalarında acaba neler yetiştiriyorlardı? Hangi yemekleri yapıyorlardı? Damak tatları nasıldı? Hangi kültürlerle etkileşim
içindeydiler?
Orta Asya bozkırlarında çevredeki Çin ve Moğollarla birlikte hemen hemen aynı besin kaynakları kullanılıyordu. Tahıl olarak; buğday, arpa, darı, mısır, çavdar, pirinç, nohut, mercimek
ve yulaf, sebze olarak; havuç (sarı turma), madımak, yarpuz, yemlik, kabak, turp, soğan, sarmısak, meyve olarak; dut, erik, elma, armut,
ayva, kayısı, nar, ceviz (yangak) fıstık, fındık
(kosık) yetiştiriliyordu. Et ihtiyaçlarını koyun,
keçi, büyük baş hayvanlar, deve, at, geyik, kümes ve av hayvanlarından karşılıyorlardı. Ayrıca bu hayvanların sütleri ve yumurtaları da
değerlendiriliyordu. Sütü, süt ağzını, süt kesmiğini içiyorlar, ayrıca sütü yağ, yoğurt, peynir
ve kefir olarak değerlendiriyorlardı. Kısrak sütünden de kımız yapıyorlardı. Bu besin kaynakları ile Türkler bu coğrafyada hangi yemekleri
yapıyorlardı?
Tutmaç (Tutma aç)- İçine küçük et parçaları
konan erişte yemeği (mantı gibi). Omaç (Oğmaç)- Küçük hamur parçaları içine et konularak yapılan bir tür çorba. Kavut (Kagut)- Un
haline getirilmiş darının yağ ve şekerle karıştırılıp pişirilmesi. Akıtmaç- Deve veya koyunun
ilk sütünün (ağız) un ile karıştırılıp saçta pişirilmesi. Tirid- Ekmek veya bulgurun et suyu
ile pişirilmesi. Keşkek (Herise)- Et ve buğdayın
* Jeoloji Yüksek Mühendisi
37
dövülmesi ve pişirilmesi. Aşlık- Dövülmüş buğdayın pişirilip içine tereyağı veya yoğurt konulması. Kurut-Kışın kullanılmak üzere kurutulan
yoğurt. Kak- Kurutulmuş meyveler. KuymakMısır,tereyağı ve peynirin birlikte pişirilmesi.
Samsa - Bir çeşit etli börek. Bu yemeklerin yanı
sıra yufka, gözleme, bazlama, erişte, kavurma,
ateşte pişirilen et yemekleri, pastırma, kemik
suyundan değişik çorbalar, tarhana, çeşitli
meyvelerden yapılmış şerbetler, peynir tatlısı
(höşmerim), pekmez, helva (pekmez un ile karıştırılır) da önemli yiyecek ve içecekler arasında yer almaktadır.
İlk Türk toplulukları İskitler, Hunlar, Göktürkler,
Uygurlar, Avarlar, Hazarlar, Siyenpiler, Türgeşler, Karluklar, Kimekler ve Kıpçaklar’ın bu şekilde beslendiği bilinen bir gerçektir. Tarlayı işleyen, avlanan, kımız yapan ve erkek çocuğunu
yetiştiren baba, ailenin ev işlerini düzenleyen,
yemek yapan ve kız çocuğunu yetiştiren ise annedir.
Orta Asya bozkırlarından Ötügen’den, Turfan,
Semerkand, Merv, Horasan, Rey ve Herat
üzerinden Anadolu, Afganistan ve İran’a doğru ilerleyen Türkler, bu bölgelere yerleştikten
sonra Orta Asya’daki ananelerini bu bölgelere
taşımışlar ve geldikleri bu yeni yerlerdeki geleneklerle kaynaşmışlar ve aile beraberlikleri,
hayat tarzları, giyim ve kuşam, yemek ve içmek
ve de inanç konularında yepyeni bir oluşum içine girmişlerdir. Bölgede yaklaşık üç yüzyıl hüküm süren Selçuklular ile diğer Müslüman Türk
Devletleri olan Karahanlılar’ın, Gazneliler’in,
Harzemşahlar’ın, Memlukler’in yaşadıkları dönemlerde yemelerinde, içmelerinde ve dünyaya bakışlarında önemli değişikliklerin olduğu
bir vakıadır. Etin çeşitli şekillerde kullanımı,
bulgurun sofralarda daha çok bulunması, yeni
yemek türleri ve tatlılar sofralarda yerini alırken kendi yemeklerini ve içeceklerini de yeni
yerleştikleri bölgelere yaydıkları da akıldan
çıkarılmamalıdır. Selçuklu yemekleri arasında
bulunan bazı yemekler şunlardır:
Nukul (lokul)- Hamurun içine kıyma, ceviz ve
şeker konulur ve birlikte pişirilir. Söğütme- Tavuk ve hindi etlerinin tuz ve karabiber ile ka-
38
rıştırılıp tandırda pişirilmesi. Dane- Haşlanmış
pirinç üzerine yağ ve biber dökülmesi ile yapılan bir yemek. Kalye ve Borani- Suda haşlanıp,
yağda kavrulan sebze yemekleri. Söklüncü- Taze etten yapılan kebap. Ayrıca tutmaç, paça
yemeği, yahniler, biryan kebabı, tandır kebabı,
bulamaç, çörekler, çorbalar, sebze yemekleri,
hoşaf ve şerbet çeşitleri ile pekmez ve kurutulmuş meyveler, zerde bu mutfağın yemekleri
arasında yer almaktadır. Selçuklular döneminde soğan, sarmısak, pırasa, ıspanak, kereviz,
kabak, marul, turp, kavun, karpuz, incir de
sofralarda bulunmaktaydı. Yağ olarak tereyağı, ceviz ve fındık yağı, içecek olarak da ayran,
boza (bekni), şarap (süçük) ve buğsan (darıdan
yapılan bir içki) kullanılmaktadır. O dönemde
domates, patates, bamya, patlıcan henüz sofralarda yer almıyordu. L. Kahun Gökbayrak adlı
eserinin bir yerinde Semerkand’daki bir aşçı
dükkânındaki yemekleri şöyle sıralıyor: ’’ Aş
var, Hint kebabı var, şiş kebabı var, üzüm şerbeti var, tutmaç var, pastırma var, mantı var.’’
İslamiyet’in bayraktarı olan Osmanlılar’ın
Avrupa’ya, Akdeniz’e ve Ortadoğu’ya ilerlemeleri yeni kültür daireleri ile karşılaşmalarını
gündeme getirmiştir. Bu yeni konum, netice
olarak bütün hayatlarının yeniden şekillenmesine sebep olmuştur. Yemek kültürleri de
bu değişimden nasibini almış, Avrupa, Akdeniz, Acem ve Arap yemekleri Müslüman Türk
toplumunun sofralarında yerini almaya başlamıştır. Lahana, patlıcan, ıspanak, karnabahar,
bezelye, baklagiller, maydanoz, yeşil sebzeler,
baharatlar (kişniş, biber, fesleğen, tarçın, safran), değişik soslar, bol miktarda zeytinyağı,
şeker(bal ve pekmezin yerine), kahve, çay Türk
mutfağında kullanılmaya başlanmıştır. Müslüman Türkler, İslam Dini’nin yasakladığı domuz
etini, tek tırnaklı hayvanların etlerini, sürüngenleri, bazı kuşları ve değişik özellikteki deniz
canlıları ile alkolü kullanmamaya özen göstermişlerdir.
Osmanlı’da halk, kendi tarlasında yetiştirdiği ve
kendi evinde pişirdiğini, fakirler de imarethanelerde pişen yemekleri yiyorlardı. Bu kesimin
sofrasında bulunan besinlerle saraydaki besin-
ler arasında sadece pişirme ve sunma bakımında farklılık vardı. Tabii bir de saray, halkın yediği yemeklerin dışında havyar, değişik balıklar,
karides, çeşitli yumurtalı yemekler, börekler,
av kuşları, kebaplarla besleniyordu. Günümüzde halk ile yönetenler arasındaki uçurum, yani sefahat ve sefalet, Osmanlı ve daha önceki
dönemlerde asla ve katla böylesine belirgin bir
ayrımı tarif etmiyordu. Günümüzde halk bir
lokma için yaşarken özellikle Ramazan ayında lüks otellerde yapılan iftarlarda sofralarda
sadece kuş sütünün bulunmadığı yazılıyor, çiziliyor. Ne kadar tuhaf bir durum değil mi? Ancak batılılaşmaya başladığımız andan itibaren
özellikle de son otuz yıldır her şey değişmeye
başlamıştır. Yemekler, içecekler, yemek isimleri, sofra düzeni, sofra adabı değişiyor ve yemek
sonrası meşveret de yerini dedikoduya bırakıyordu.
Osmanlı’nın 16.-19. yüzyıllar arasındaki yemeklerini bizzat görmüş ve yemiş olan bazı
yazarların kalemlerinden dökülen satırları aktararak Osmanlı yemeklerini anlatmaya çalışalım.
O.G.Busbecg, Türkiyeyi Böyle Gördüm adlı eserinde şunları yazıyor: ’’ Türkler obur değillerdir.
Gayet az yerler. Sofra zevkine pek az düşkündürler. Bir parça ekmekle beraber tuz, soğan
ve yoğurt bulurlarsa yemek için başka bir şey
aramazlar. Yoğurt ekşimiş bir süttür… Çünkü
Türkler, yolculukları sırasında sıcak yemek aramazlar. Ekşi süt, peynir, üzüm gibi şeyler yerler. Üzüm, vişne gibi kuru yemişleri sıcak suda
kaynatıp toprak tabaklar içine koyarlar. Herkes
istediği kadar alıp ekmeğine katık eder… En
mükellef ziyafetler de bile hamur işi börek ve
tatlılardan başka pahalı şeyler bulunmaz. Bir
de pirinçten yapılan yemekleri vardır. Üzerine
koyun ve kuzu eti koyarlar… Bal yahut şeker
şerbeti onlar için en mükemmel içkidir… Ayrıca, yazın yemek üzere bütün kış ve bahar aylarında muhafaza ettikleri taze üzümleri vardır.’’
Gelibolulu Mustafa Âli, Görgü ve Toplum Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları’nda (Mevâidü’nnefâis fî kavâidi’l mecâlis) 16. Yüzyılın ikinci yarısındaki düzeni çok açık bir biçimde anlatırken
eserin bir yerinde bade meclisini anlatıyor: ’’
İçki sohbetlerinde börekler ve ağır yağlı yemekler doğru değildir. Pilav kısmından başka
yağlı yemeklerin de değmede doğru görüldüğü
yoktur. Çünkü hükema katında, zariflerin kanununa ve akıllı kimselerin düşüncelerine göre,
içki meclisinin ayrılmaz yiyeceği, yarı-pişmiş
kebap ile ekşili çorba, kavurmalar ve köfteler
gibi hazır yemekler, hele denizden çıkan balık türünün çeşitleri bavurya, istirdye, istakoz,
teke ve midye makulesi sonsuz mezelerdir…
Yemeklerin en tatlısı, türlü türlü nesneler karıştırılarak yapılmış olan çok nefis yiyecekledir.
Aslında kaygana, aşura aşı ve salatanın o türlü
yemeklerden idüğü bellidir.’’
J.Thevenot, 1655-1656’da Türkiye’sinde, Türklerde Yemek, İçmek ve Yatmak başlığında bizlere şunları anlatıyor: ’’ Onların en sık yedikleri
pilav adını verdikleri yemektir. Pilav, piliç, koyun, sığır eti yahut sadece bunlardan birisi veya et olmadığı takdirde tereyağı ile pişirdikleri
pirinçtir; pirinç pişince onu ocaktan alırlar ve
düz bir tabağa koyarlar, üzerine bir miktar biber konur, bazen de sarı renk vermek için safran koyarlar. Yemek zamanı gelince yere sofra
adı verilen deriden yuvarlak bir masa örtüsü
yayarlar, onun üzerine pilav ve eti koyarlar ve
ekmeği parçalara bölerek çepeçevre dağıtırlar,
… sonra Bismillâh yani Allah’ın adıyla diyerek
yemeğe başlarlar, ne altın ve ne de gümüş kap
aramaksızın kaşıklarla pilavlarını yerler… Onlar normal olarak yemek esnasında içmezler,
fakat kâfi derecede yedikleri zaman kalkarlar ve aynı kaptan su içmeğe giderler, sonra Elhamdüllillah yani Allah’a şükürler olsun
derler… Her zaman içtikleri şey sudur. Şarap
içenlerin sayısı da çoktur, her ne kadar şarap
onlara Kur’an tarafından yasaklanmış ise de,
bazı kimseler bunun sadece bir fikir ve nasihat
olduğunu ve kesin bir hüküm olmadığını söylerler… Onların Boza adını verdikleri diğer bir
içkileri daha vardır, arpa veya darıdan yapılır…
Onlara temiz olmayan etlerin yenmesi yasaktır,
aynı şeyleri Yahudiler de pis kabul ederler, domuz yavrusundan Türkler kadar Museviler de
nefret ederler… Onlar, kurbağa, kaplumbağa,
salyangozlar ve Musevilerde yasak olan diğer
39
hayvanlardan iğrenirler.’’
M.D’ohsson, 18.Yüzyıl Türkiye’sinde örf ve adetler adlı eserinde Türkler’in yedikleri ile ilgili
şunları anlatıyor: ’’ Türkler, kasaplık hayvanlar
arasında sadece koyun ve kuzu eti yerler. Sığır,
sofralarında nadiren görülür; kümes hayvanları ise pek bol yenir, en orta halli ailenin sofrasında bile bulunur. Türkler deve etini makbul
tutmaz, at etine ise hiç rağbet etmez ve asla
yemezler… Müslüman av etini az yer. Bu, onların av etlerini sevmediğinden değil, usulüne
göre avlanmamış, haram bir eti yemek endişesinden gelir… Pek az balık yerler, hele midye, istakoz, karides vs. asla sofralarında görülmez…
Sonra millet olarak kıymalı sebze yemeklerini
severler; lahana, enginar, kereviz, kabak, hıyar,
asma yaprağı gibi. Bu sonuncusunda dolma
yaparlar. Bir hamur işi olan börek Türkler’in
çok sevdiği bir yemektir. Sebzeli, etli, meyvalı
ve reçelli olarak muazzam büyüklükte yaparlar. Sofraya en önce çorba en sonra da pilav
gelir… Pilavdan sonra ince ince dilinerek hoşaf
kâsesinin etrafına sıralanan küçük tabaklara
konmuş çeşitli peynirler gelir. Müslümanlar’ın
yemek üzerine yedikleri başlıca soğukluk budur; yemek üzerine asla meyva yemezler. Yazın, üzüm, incir ve kavun sofralarda görülür, bir
de sirke, sarımsak ve zeytinyağıyla yapılan hıyar salatası. Bütün yemeklerin sonunda gelen
hoşaf, sulu, tatlı bir içecektir.
S. Yerasimos, 15. Ve 16. Yüzyılda Osmanlı Saray
Mutfağında Sultanların Sofralarında hangi yemeklerin bulunduğunu tariflerini vererek anlatıyor. Birkaç örnek vermek gerekirse:
Salma- Koyun budu eti, nohut, safran ince kıyılmış badem, nane, sarımsak, sirke, bal un ve
tuzun yağda ile birlikte pişirilmesi. Herise- Koyun eti, haşlanmış buğday, yağ, sumak, kimyon. Tüffahiye- Koyun budu, toz şeker, badem,
hurma, kırmızı elma, safran, gülsuyu, nişasta,
tuz. Çeşidiyye- Koyun eti, yağ, koyun kıyması,
nar ekşisi, kara erik, bal, badem, kayısı, elma,
nişasta, gülsuyu, tuz. Merserem- Koyun budu,
yağ, yoğurt, haşlanmış nohut, kıyma, pirinç,
pazı, soğan, sarımsak, maydanoz, nane, tuz.
Zirvâ- Koyun budu, badem, bir salkım üzüm,
40
bal, tuz, safran, hurma, kayısı, incir, nişasta,
kara erik, haşhaş tohumu. Medfune- Koyun
budu, yağ, kıyma, kişniş, tarçın, haşlanmış
nohut, patlıcan, soğan, safran, gül suyu, tuz.
Kabak Keşkülü- koyun budu, yağ, asma kabağı, maydanoz, soğan, haşlanmış nohut, karabiber, tuz, tarçın, taze zencefil, karanfil, cezeriye. Me’muniyye- Süt, bal, tereyağı, pirinç
unu, tavuk beyazı, gülsuyu, badem, toz şeker.
Senbûse- Badem, şeker, gülsuyu, baklava yufkası, nebati yağ, tarçın. Bu yemeklerin dışında
elma dolması, pazı buranisi, dâne-i rişte, ıspanak kalyesi, kabak bastı, mersmuye, mutancana, piyâziyye, kâbûnî, rummâniyye (nar ekşili
kalye), bal helvası, şeker börek, sâbûnî helvâ
ve muhallebi tarifleri de bulunmaktadır.
Yaşadıklarımız bize göstermektedir ki, dört
beş binlik tarihi bir yolculuk sonrası Türkler
günümüzde tarifi imkânsız sosyal bir bulanımın içine düşmüşlerdir. Bu bunalımı, şahsiyet
bozukluğunu, ciddiyetsizliği, kadir bilmezliği,
sorumsuzluğu, sağlıksızlığı yemek ve içmek
konusunda da yaşamaktayız. Lahmacun, börek
ve pidelerimiz yerini hamburgerlere bıraktı.
Kebaplarımız ve pilav üstü nohudumuz ile tavuklu pilavımız kızgın yağda kızartılmış tavuk
ve patatese teslim oldu. Ayranımız, hoşafımız,
şerbetlerimiz gazlı içeceklere yenildi. Helvamız, muhallebimiz, tavukgöğsümüz, peluzemiz, sütlacımız, güllacımız, kazandibimiz, keşkülü fukaramız, zerdemiz, baklavamız, supangleyle, krem şokoloyla (cream chocolate), çiz
kekle (cheesecake), brovniyle, tiramisuyla yer
değiştirdi, adeta yok oldu. Daha da ötesi bazı
yemeklerimize sahip çıkamadığımız için (birçok konuda olduğu gibi) dost diye görmeye çalıştığımız komşularımız tarafından çalındı. Ses
çıkaramadık. Bu kültür erozyonu ve edilgen
halet-i ruhiye gittikçe önüne geçilemeyecek
bir hal almaya başlamıştır. Kültür asimilasyonunun, milletlerin yok olması neticesini doğurduğunu da unutmamak gerekir. Yeni nesiller
yüz, üç yüz, beş yüz, bin sene sonra bu tatların
resimlerine bakarak, atalarımızın yedikleri, içtikleri bunlarmış deseler bile çok iyi bir netice
olur.
Batılılaşarak çağdaş olabileceğine inanan
Osmanlı’nın devlet erkânın yirminci yüzyılın ilk
yarısındaki davetlerde sofralarda bulunan birkaç yemeğe göz atalım.
21 Şubat 1910 Berlin Sefiri Mahmut Muhtar
Paşa’nın verdiği bir akşam yemeği: Konsane
Mercedes. Akdeniz langustu, tarhun sosuyla.
Kuzu Baron, Nelson usulü. Jöle içinde çulluk.
Galetalı Bress domalan mantarı. Sicilya salatası. Krema içinde yeşil kuşkonmaz uçları. Caruso usulü şeftali. Pasta. Jöleli Roquefort. Tatlı.
19 Nisan 1912 Londra Büyükelçisi Tevfik
Paşa’nın Mısır Hidivi Abbas Paşa’ya verdiği ziyafet:
Havyar. Pelte içinde yumurta. Kuzukulağı çorbası. Kırmızı şarap içinde dil balığı file. Sahanda sığır Alamod. Taze bezelye püresi. Alsas tipi
makarna. Piliç Polonez. Kıvırcık salata. Kuşkonmaz. Çilekli pasta. Meyve.
26 Ağustos 1924 Tokatlıyan’da Paris Belediye
Heyetine verilen ziyafet:
Tavuk ezmesi. Kremalı çorba. İnce börek. Levrek haşlaması, sos olarak tereyağı ile hazırlanmış levrek havyarı. Fileminyon, mantar soslu.
Hindi palazı kızartması, trüfl mantarı ve mevsim salatasıyla. Fıstıklı pilav. Etrafı bisküvilerle
süslenmiş kaymaklı dondurma. Meyveler, şekerlemeler, kahve. Şaraplar; Marsala, Carons
(Bordeaux), Chateau Langao, Montrachet.
30 Nisan 1920 (TBMM’nin açılışından bir hafta
sonra) Padişah Vahideddin’nin verdiği bir öğle
yemeği:
Düğün çorbası. Börek. Bezelyeli kuzu kapama.
Terbiyeli paça. Kaymak. Sade yağlı bakla. Pilav.
Zerde. Baklava. Meyveler.
Lebon Lokantası’ndaki bir akşam yemeği menüsü:
Sultani kremalı av kuşu çorbası. Paiva usulü talaş kebabı. Havyar soslu levrek. Nelson usulü
dana kotlet. Valencienne usulü bıldırcın. Kızarmış hindi. Salata. Çikolatalı kremalı dondurma.
Pelte, Roquefort peyniriyle.
At üstünde doğup, at üstünde ölen Türkler’in
Orta Asya bozkırlarında beslenme şekilleri,
Selçuklu dönemi yemekleri ve Osmanlı’nın
Batılı Osmanlı değil Türk Osmanlı olduğu o
iki -üç yüz yıllık dönemdeki beslenme tarzının
ne kadar sağlıklı olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Doymuş yağların kullanımı, kızartılmış ve ağır yağlı yemekler ve tatlılar, gazlı
içecekleri fast food (ayak üstü) denilen baştan
aşağı insan sağlığına zararlı yiyecekler sadece
Türk toplumunu değil bütün insanlığı tehdit
etmektedir. Hele genetiği değiştirilmiş besinlerin sofralarda yer almaya başlaması yakın bir
gelecekte insanlığın cinnet geçireceğini açıkça
göstermektedir. Tanrı toplumumuzu bu tehlikeden korusun.
41
KOMŞULARIMI ARIYORUM
Sefer AŞIR ERASLAN *
Komşuluk, aynı köyde, aynı mahallede, aynı
apartmanda yaşamak mecburiyetinde olduğumuz, akrabalık ilişkilerimizin dışında olan her
insan topluluğu… Bazen mahalle, bazen sokak
komşuluğu gibi yatay komşuluk, bazen de aynı apartmanda yaşadığımız insanlarla olduğu
gibi dikey komşuluk münasebetlerimiz vardır.
Komşuluk, bir mecburiyetten çok ortak yaşama, sorumluluk alma, ortak paylaşım, dayanışma ve hayatın kolaylaştırılması… ”Cebrail bana
komşuluk hakkında o kadar tavsiyede bulundu
ki, mirasçı kılacak sandım” buyuran o aziz Peygamberimin buyurduğu gibi komşuluk kardeş
gibi, mirasçı olabilecek kadar yakınımızdaki insandır. İslam’dan başka hiçbir inanç sisteminde, hiçbir millet kültüründe komşulukta olan
hak, tercih hakkı yoktur. Buna “şufa” hakkı
denilir. Halk arasında “şifa hakkı” da denilir. Ev
komşuluğundan, işyeri-dükkan komşuluğuna,
tarla ve arsa komşuluğundan ülkelerin komşuluğuna çeşitli komşuluklarımız vardır.
Bir kalabalık dünya, o kadar olmasa da gelip gideni belli olmayan apartman, site veya bir o tarafa bir bu tarafa gelip giden ancak nereye gittiklerini ancak kendilerinin bilebildiği yığınlar…
Elbette bunların içerisinde bir ben de var. Bu
ben benlik sahibi olan lakin benliğini her şeyin
önüne, her vaziyetin üstüne koymayan ancak
zaman zaman oto kontrol dediğimiz, nefis muhasebesi yapan, yerine koyma, onun yerinde
olma, yani empati kurma hesaplaşması yapan
bir ben… Ne aradığını, nerede aradığını bilen,
yaşananlardan yüreği burkularak acı çeken,
içerisindeki “ben’i” hiç ama hiç ihmal etmeyen, bu sayede doğruyu ve gerçeği bulabilen
bir ben… Benden çok”biz”i değerli bulan bir
* Araştırmacı, Yazar
42
ben… Ama bizi bizden alan, bizden başkasına
benzeten, başkalaştıran, yabancılaştıran, biganeleştiren ancak izinsiz olarak gelip oturup arsızca, ayrılmak bir tarafa yerleşmek için zemin
yoklayan, işgalci asrilik…
Köyümde ne güzel hatıralarım vardı komşuluk
ve komşuya dair. Anlatmakla bitmeyen, anlatıldıkça tatlanan, hatırlandıkça huzur veren asillikler… Bir asrilik uğruna koşup geldik şehre.
Medenilik de medeniyet de Medineli olmak da
hep orada dediler. Bütün kazancımızı, bütün
değer yargılarımızı orada bırakıp geldik. İşte
bu kalabalıkta ne o eski komşuluk kaldı, ne de
eskimeyen komşuluklar. Çünkü orada “komşunun tavuğu komşuya kaz” görünmezdi. Komşu komşunun tavuğuna “kış demezdi”. Aksine
koşuda pişen komşuya düşerdi. Komşunun da
hakkı vardır diye her yemek yapışta bir bardak
su, iki kaşık katık daha fazla konurdu. Çünkü
komşu komşunun külüne muhtaçtı. Koşusu
aç iken tok yatılmaz, yatanlar var mı bilinmezdi. Çoluk-çocuğumuzu, malımızı-mülkümüzü,
canımızı, malımızı, namusumuzu komşuya
emanet ederdik. Komşudan, malını-mülkünü,
namusunu, evini ve canını korunmak için çelik kapılar, gözetleyen kameralar koymazlardı.
Komşusunun halinden her gün haber alınır, haberdar olunurdu. Ya sabah namazında evin erkeğinden veya sabah suyunu almak için gelenler, evin hanımından haberdar olurlardı. Şimdi
ne camiye –cemaate giden var, ne de sabahları
“zemzem akar” denilerek koşulan mahalle çeşmesi kaldı. Rahatlık o kadar aldı başını gidiyor
ki tembellikten enseler kışlık un çuvalı gibi kalın, göbekler meşhur orman mahluku gibi yağ
bağladı. Onları eritmek için de hep eziyet ediyor, azap çekiyor, pek çok alışkanlıklarımızdan
vaz geçiyoruz. İşte bu haberdar olamayışların
tabii sonucu olarak, evinde vefat edip de pis
kokular etrafı sarmayınca kimsenin kimseden
haberi yok. Zaten haberdar olmayı da, pek
samimi olmayı da arzulamıyoruz artık. Çünkü
kapı merceğinden dikizleyen arsız defalarca
azarlanmasına, küsüp alakanın kesilmesine
rağmen şimdi daha da ileri gidip komşunun
kapıda eşiyle, ev ahalisi ile ne konuştuğunu iyi
işitemediği için kapıyı kıyılayıp ses de dinliyor.
Sanki duvara alet koyup ses dinlemesi, karşı
apartmanı gözetlemek içi dürbün alması yetmiyormuş gibi. Şimdi ya komşuya benzemedik,
kapımızın önündeki düşmanı azdırmamak için
veya şerrinden emin olmak için “merhaba” denilir, selam verilir olmuştur. Dün komşusunun
alamayacağı bir şeye sahip olanlar “komşum
incinir” diyerek onu alenen kullanmazlar, göstermezlerdi. Şimdiki gibi hava atmak, kıskandırmak, imrendirmek için çağırıp onu perişan
etmezlerdi. Yani ”komşu çatlatmak” diye bir
tabir yoktu literatürlerinde. Fakire incinmesin
diye verilecek yardımlar eliyle verilir, gizlice verilir, ezmeden verilirdi. Şimdi alınan güzel bir
şeye” komşu çatlatan” diye ad takarak komşusunu çatlattığını zanneden adamların kendileri hasetlikten, kıskançlıktan çatlamaktadırlar.
Komşusunda gördüğü bir şeyi, hiç imkanı ve ihtiyacı olmadığı halde “komşu almış bizim de olmalı” diyerek alıp, evini cehenneme, hayatı çile haneye çevirmekten geri kalmayanların nasıl
bir komşulukla bağlı olduklarını bilinmemektedir. Evini ve çocuğunu komşusuna emanet edip
gitmelerin yerini komşu hırsızlar, komşu katiller aldı. Amca, dayı, hala ve teyzeden yani en
yakın akrabalardan bile yakınızda olanlar ”ayı
derisinden post olmaz, tanımadığın komşudan
dost olmaz” noktasına gelinmiştir.
Mahallenin namusu kendilerinden sorulan
kaytan bıyıklı kabadayı edalı, babacan adamların yerini mahalleyi haraca bağlayan çeteler
almıştır. Başkalarına lafını ettirmediklerini “lafı
mı olur diyerek” başkalarına peşkeş çekmek
isteyenler almıştır. Mahallemizde, komşular
arasında şimdilerde çıkan ve adına “mahalle
baskısı” dedikleri dışlama, fişleme, taşlama…
gibi çağın hastalıkları yoktu. Şimdi azıcık bir
menfaat için, küçücük bir çıkarı için takla a-
tanlar, takla attıranlar, artık komşusunu ihbar
etmekte, komşusuna iftira etmekte, karşısına
geçip arsız arsız gülebilmektedir. Dün komşu
kızına aşık yedi gencin asla ona sahip olup perişan etmek akıllarının ucundan dahi geçmezken, kız da gönül köşkünün bir ucuna ilişen
o atsız prensini görünce “cümle aleme rezil
olduk” duygusuyla utanır, gözlerini yere eğer,
mahcubiyetinden yüzündeki allık kırmızılığa
terfi ederek sırılsıklam kan ter içerisinde kalarak oradan uzaklaşılırdı. Şimdi, bu çapta bir
ne komşu kızı kaldı, ne komşu kızının mahcubiyeti ve masumiyeti kaldı. Elinde dondurma
külahıyla ruj renginin kızıla boyadığı bembeyaz
dondurma bile hicabından kızarırken, o dondurmayı yalarken arsız arsız kaş göz eden aşufteler fink atar oldu ortalıkta. Zaten şimdi evlenecek değil, eğlenecek kız aramakta kaytan
bıyıklılar. Kızlar da eğlenmekten evlenmeye zaman bulamamaktadırlar.”Komşu kızını alan kalaylı tastan su içmiş gibi olur” diye bir atasözümüz vardır. Yakından tanınan, iyi bilinen komşu
kızını almakla bütün şübhe ve endişeden uzak
olan insan, komşu kızını almakla akrabalık bağı
ile de bağlanarak güç kazanmıştır. Her apartmanın çöp kutusunda, nice aşıkların önce ruj
kalıntıları, sonra da döktükleri göz yaşlarından bulaşan rimel boyaları ve hüsranla biten
bir gecenin geriye kalan günah işaretleri vardır. Bir kağıt mendil o gece yaşananların canlı
şahidi olarak her kapının önünde var olan ve
çöplüğe atılmaya mahkum yalancı aşklar, tene
indirgenen sevda hikayelerini okumak mümkündür. Bütün hırsızlıklar, katliamlar ve çocuk
kaçırmalar en yakınımızdaki, her gün çay içtiğimiz, kahve ikram ettiğimiz, karnını doyurduğumuz adamlardan komşularımızdan çıkıyor.
Büyükler “Yarabbi, açlıkla ve düşmanla terbiye
etme” diye dua ederlerdi. Ya şimdi, düşman da
hırsız da kapımızın önünde beklemektedir. Bu
nasıl bir komşuluk? Bu nasıl bir insanlık? O eski
komşuluğumu ve komşularımı arıyorum!
Atalar, “ev alma, komşu al “demişlerdi de sebebi hikmetini kötü komşuyla muhatap olup,
evini satarak terk etmek mecburiyetinde kalan
adam anlayabilmişti. Her zaman iyi komşu akrabadan da yakındır. Şimdilerde komşu evinin
43
bir hücre evi mi bir örgüt evi mi, kirli işlerin
çevrildiği kötü kokuların çıktığı bir bataklık mı
bilmek de olanlara vakıf olmak da mümkün
değildir.
ku var. Bütün mesele nasıl olursa olsun kazanmak ve mal biriktirmek ticaretteki komşuluğun
birinci ve temel esası olmuşsa bu komşuluğun
ne tadı vardır?
Çağımızda komşunun yakını da uzağı da kalmamıştır.”.. yakın komşuya, uzak komşuya iyilik ediniz” hükmündeki uzaklıklar, bittiği gibi
uzak komşular da artık yakın komşu, hem de
yüz binlerce kilometre uzaktaki bir maç, hatta
topun sesi anında evimizin içerisine gelip şahit
olabiliyoruz.
Bir guruba mensup olamayan ,tek mensubiyeti
“Müslüman olmak” olan bir tüccara ne selam
vardır,ne de alış-veriş vardır.O mensubiyet bazen yalan ve iftira ile kapı komşusunun malının
ayıplı ve günahlı olduğunu ”domuz yağı içerdiğini..” ileri sürerek batırmakta beis görmeyen
tüccar komşular türedi. Dün yardımlaşmada
sınır tanımayan adamlar bu gün batırmada,
faizcilikte, tefecilikte sınır tanımayarak komşusunun tökezlemesini büyük bir iştahla beklemekte, perişanlığı ile zevk-u yab olmaktadırlar.
Bu nasıl bir dükkan komşuluğu ki onun ticari
sırlarını ifşa ederek yok olması için adeta plan
üstüne plan yapmakta, desiseler kurmaktadır.
Komşusunun batması onun bayramıdır. Komşusunun malını çaldırıp, ucuza satın alarak, ne
büyük bir yanlışın aleti olduğunu kavrayamayan, doymayan dükkan komşuları türedi.
Ticarette o kadar mesafe aldık ki ne haram ne
helal mefhumu kaldı. Hatta buna kılıf olarak da
“paranın rengi, menşei, milliyeti olmaz” denilerek para kazanırken bütün değer yargılarını, milletimin abide kıstaslarını yerle bir edip,
maddenin kölesi olduk. Kendi güzel ölçülerimizi terk edip, batının ölçüsüzlüklerinin sahibi
olduk. Bütün bunları bir asrilik uğruna yaptık.
Ticaretteki komşuluğun yerini “yakınındaki ticaret erbabı” almıştır. Onunla daima rekabet
edilecek, her an kandıracak veya kandırılacak,
batsa da kurtulamayası bir tüccar” anlayışıyla bakılan komşuluklar almıştır. İlk defa siftah
yapan adamın ikinci müşteriye “ben siftah
yaptım, yanımdaki komşum yapmadı ona git”
diyecek yüceliğin sahibi ticaretteki komşuların
yerini ”ona gitme o kusurlu mal satar” noktasına gelinmiştir. Ayıplı, hatalı mal imal ederek
satan ustanın pabucunu dama atarak “bu usta
işini düzgün yapmamaktadır, ticaretten men
edilmiştir” manasına gelen bu AHİ davranışını
yerini reklam denilen kusurları gizleyip iyi tarafları öne çıkararak, kandıran, aldatan böylece zengin olan sahtekar komşular almıştır. Kapı
önlerinde durup başka bir komşusuna müşteri
gitmesin” diye çığırtkanlık yapan, çekememezlikten, hasetlikten çatlayan cambazlar almıştır.
Kazancında fakirin de hakkı olduğunu bilerek
sadakasını da, zekatını da zamanında ve normal oranlarda veren Müslüman tüccarın yerini
saç, sakal, kıl kendir ile yalan yemin ile, Allah’ın
adına kasemler ederek kandıran dindar kılığındaki tüccar, doymayan - karnı ateşle dolu,
dünya hamalı idraksizlerle doldu. Bu sebeple
ne koşuluğun tadı var, ne de komşuların huku-
44
Tarla ve arsa komşuluğumuz da eski tadında
değil. Artık o eskinin her yıl bir karış daha fazla
bırakıp yol alanlara kolaylık komşuya saygı ifade eden davranışların yerini sınır taşını her yıl
“an”ın bir o tarafına, bir bu tarafına yuvarlandığı futbol topuna döndü. Dün,“ne kadar fazlasını bırakırsam bir yolcuya yol olur” diyenlerin
yerini komşunun tarlasına veya arsasına “bir
karış tecavüz etsem kardır” hevesi, doyumsuzluğu, ahmaklığı aldı. Bunu yapanlar yine
aç, yine perişan, yine sıkıntıdadır. Öyleyse eski
komşuluklarımıza, zenginliğimize geri dönelim
ki sıkıntılarımız da yok olsun.
Devletlerin komşuluğu, hepsinden önemlidir.
Devlet adamlarının, devleti yöneten iktidar
sahiplerinin arzularına göre değil, mensubu
oldukları milletin faydası dikkate alınarak hareket edilmelidir. Şayet böyle olursa kaybeden
hep o millet olacaktır. Fransız kralı, milletini Almanların şerrinden kurtarmak, yeni bir
Alman- Fransız savaşının yaşanmaması için
küçük bir komşu şehir olan kasabayı Almanlara vererek kurtulmuştu. Böyle bir komşuluk
olamaz.”Güçlü olan komşu haklı olan komşu-
dur” diye bir kural da anlayış da olmamalıdır.
Dün,etrafı düşman komşularla çevrili olan devletimiz, yine ayı anlayışın eseri olarak düşman
komşularla çevrilidir.Anarşi ihraç eden,kargaşa
çıkaran,karıştıran komşu…Kendisinin içi karışınca da yardım istemeye yüzü olmayan yüzsüz
komşular.
ve katıksız bir komşu haklarımı arıyorum. O kalitede komşularım olursa, komşuluklarımın da
en üst düzeyde olacağına inanıyorum.
Komşularımı ararken sessiz sedasız günlük hayatımızdan çıkıp giden komşuluk haklarımızı
da arıyorum ama saklandılar mı, yoksa kayboldular mı veyahut da üstü kapatılıp sürpriz mi
yapacaklar bilemiyorum. Her ne haldeysen çık
da gel. Biz seninle mesut olurken, sen de bizi
zengin kıl. Bu asil duyguyu yeniden hisseden,
gönüller arıyorum. Bütün şahsi veya gurup çıkarlarını ve hesaplarını bir kenara bırakıp sade
Yahya Kemal şu mısrasıyla ahiret komşuluğunu
ne güzel anlatıyor. Bizler de dualarımızda, anababamıza niyazımızda hep “onları Peygamber
Efendimize komşu eyle ya Rab!”diye dualar etmez miyiz? O’na komşu olmak en büyük bahtiyarlıktır elbette.
Unutmayalım ki” komşusu kendisinden razı olmadıkça kişi iman etmiş olamaz” hükmü de bir
başka billur damlasıdır inanç sistemimizin.
Gece şi’riyle sararken Koca Mustafa Paşa’yı
Seyredenler görür Allah’a yakın olmayı
45
GEÇMIŞ ZAMAN OLUR KI...
46
47
48