Dernekten - ODTÜ Mezunları Derneği

Dernekten
241
içindekiler
6
Dernekten
ODTÜLÜLER BÜLTENİ
TEMMUZ-AĞISTOS 2014
Dernek Ad›na Sahibi ve Yaz› ‹flleri Müdürü
Himmet fiAH‹N (EDS’83)
Yay›n Kurulu
Tülay ÜNLÜEVCEK (PSY’83)
fiule fiAH‹N (PSY’85)
Melda TANRIKULU (CP’06)
Emrah DEL‹KAN (CE’06)
Günay BULUT (ADM’85)
Melih VURKIR (OR/STAT’83)
Erkan ÖZMACUN (EE’87)
fiule GÖKO⁄LU (ADM’85)
Gökçen GÖKYER (CP’12)
Kıvanç YILMAZ (IE’03)
Yay›n ve Reklam Sorumlusu
Aysun BÜYÜKCENG‹Z
[email protected]
Grafik, Tasar›m ve Bask›
Grafik-Tasar›m: Nazmiye Şerife KOÇ (Ajanstürk)
AJANS-TÜRK BASIN VE BASIM A.fi.
‹stanbul Yolu 7.km. No: 24 Bat›kent/Ankara
Tel: 0312 278 08 24
Bask› Tarihi: 25.07.2014
ODTÜ Mezunlar› Derne€i Yönetim Kurulu
Himmet ŞAHİN (EDS’83)
Erdem TÜZÜN (ADM’82)
Baki ARSLAN (CE’89)
Kamil KANCOĞLU (ME’87)
S. Melih ŞAHİN (ME’85)
Melda TANRIKULU (CP’06)
Emre GÜNER (CE’98)
Ödentileriniz ‹çin
T. ‹fl Bankas›, ODTÜ fiubesi
TR 39 000 64 000 001 4229 0528642
Garanti Bankas› Maltepe fiubesi
TR92 0006 2000 1140 0006 2011 60
Burs ve Yard›mlar Fonu
T. ‹fl Barkas›, ODTÜ fiubesi
TR 81 000 64 000 001 4229 0422059 (TL)
TR 80 0006 4000 0024 2293 2824 08 (EUR)
TR 81 0006 4000 0024 2293 1651 17 (USD)
Garanti Bankas› Maltepe fiubesi
TR 21 000 6 2000 1140 000 6 2995 35 (TL)
Yönetim Yeri
ODTÜ Mezunlar› Derne€i Viflnelik Tesisi
1540 Sk. No: 58 100. Y›l, 06530, Ankara
Tel: (312) 286 79 79
Faks: (312) 287 75 00
E-posta: [email protected]
www.odtumd.org.tr
Dosya Konusu
Nükleer Teknoloji - 2
Kapak Fotoğrafı
Aysun BÜYÜKCENGİZ
24 Vişnelik İzlencesi
26 Koleksiyon
28 Opera
Sahnelerinden
30 Spor
32 Teknoloji
33 Dosya
39 Kavramlar
40 ODTÜ’den
Bir Köşe
Hocam
42 İnecek Var
Yerel Süreli Yay›n
ISSN 1303-7390
ODTÜ Mezunlar› Derne€i ayl›k yay›n organ›d›r.
ODTÜ’lüler Bülteni her ay 5750 adet bas›lmakta
ve Dernek üyelerine ücretsiz gönderilmektedir.
‹mzal› yaz›lardaki görüfl ve düflünceler yazarlar›na
ait olup, ODTÜ Mezunlar› Derne€i’ni ve ODTÜ’lüler
Bülteni’ni sorumlu k›lmaz. Yay›mlanan yaz›lar ve foto€raflar,
Derne€in ve yazarlar›n izni olmadan kullan›lamaz.
2 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Kitaplar
44 Arasında
48 Çizgiyle
B‹ZDEN S‹ZE
Sevgili üyelerimiz,
10 Ağustos 2014 tarihinde ilk kez halk oylaması ile Cumhurbaşkanımızı seçeceğiz. Uygulanan
politikalarla oluşturulan toplumsal kamplaşmalar ve onaylanmasına rağmen Anayasa’ya aykırılık
teşkil eden bazı yasalar çerçevesinde yaşanan süreç, bu seçime farklı bir anlam yüklemektedir.
Tarihsel bir perspektifle bakılarak 1982 Anayasası’nın Cumhurbaşkanı’na yüklediği yetkileri
incelendiğinde, tarafsız bir statü öngörülmediği ve güç yoğunlaşması nedeniyle çok partili sistemde
sıkıntılar yaşanabileceği göze çarpar. Söz konusu Anayasa maddelerine göre Cumhurbaşkanı’na;
Anayasa değişikliğini halkoyuna sunma, TBMM seçimlerinin yenilenmesi, olağanüstü yönetim modelini
ilan edilebilme, KHK’ler çıkarılabilme, Bakanlar Kurulu’na başkanlık etme, Anayasa Mahkemesi,
Askeri Yüksek İdari Mahkemesi, HSYK, YÖK, Devlet Denetleme Kurulu’na ve Rektörlüklere atama
yapma gibi yetkiler verilmiş, ayrıca Anayasa’ya göre yasa ile yetkilerini genişletme olanağı da
tanımıştır. Ancak parlamenter rejimlerde olması gerektiği gibi, yasalar karşısında siyasi sorumluluğu
yoktur.
21 Ekim 2007’de yapılan Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesinin
mevcut parlamenter sistem ile örtüşmediği bir takım uygulama alanlarının olduğu dile getirilmektedir.
Parlamenter sistemde simgesel bir rolü olması gereken Cumhurbaşkanı’nın rolü, uygulamaya
bakıldığında farklı bir perspektif çizmekte ve parlamenter sistemde sıkıntı yarattığı görülmektedir.
Monarşilerde yürütme erki devlet başkanı sıfatıyla krala aittir. Parlamenter sistemde ise bu erk
hükümete verilir ve hükümet parlamento karşısında sorumludur. 1982 Anayasası ile Cumhurbaşkanı
yetkilerle donatılarak Anayasaya monte edilmiştir. Bu durum parlamenter rejimin yerine başkanlı
bir parlamenter sistemi mümkün kılabilir ve Cumhurbaşkanı’na kriz çözme yetkilerini verir. Halk
tarafından seçilen güçlü yetkilerle donatılmış bir Cumhurbaşkanı’nın olduğu bir sistemde, Parlamenter
sistemden bahsetmek yerine Başkanlık sisteminden söz etmek gerekir. Bir tür Cumhuriyetçi monarşi
olarak düşünebilecek bir sistemle Hükümet yetkileri tek başına temsili bir otoriteye dönüşebilir ve
gerçek demokratik yolların tıkanacağı kaygısı yaşanabilir.
Anayasal sistemin bütünlüğüne yönelik irdeleme, sorgulama ve etkili bir tartışma yapılmaksızın
kabul edilen “ Halkın Cumhurbaşkanı’nı seçme” edimi, siyasi aktörlerin çevresinde sürdürülen bir
seçim süreci ile iyice belirginleşir. Bu durumda, seçimde partiler üstü ve tarafsız bir Cumhurbaşkanı
seçme edimi yerine yetkileri daha arttırılmış partili bir Cumhurbaşkanı seçilmesi mümkün
olabilecektir. Bu yapı; Devlet otoritesini güçlendirip merkezileştirilmesini sağlayarak, parlamentoyu
alınan kararları sadece onaylayan bir mekanizmaya dönüştürebilir. Seçilen Cumhurbaşkanı gücünü,
seçimin kendine kazandırdığı meşruiyet ile elde ettiği yetkilerden alarak sonuna kadar kullanabilme
ve iktidarının sonuna kadar gitme eğiliminde sergilediği tavır ve eğilimden alır ancak meşruiyet
aynı zamanda, başkanlık sistemi ve türevlerinin oluşturacağı bir sistemle kolayca diktatörlüğe
dönüşebilecek tehlikeleri de barındırır.
Tüm üyelerimize esenlik dolu günler dileklerimizi sunarken, Bayramınızı gönülden kutluyoruz.
Say­g›­la­r›­m›z­la,
OD­TÜ Me­zun­la­r› Der­ne­ği
Yö­ne­tim Ku­ru­lu
TEMMUZ-AĞUSTOS 2014 3
Dernekten
DUYURU
A
lman yazar Heinrich Heine “kitapların yakıldığı bir yerde, er geç insan
da yakılacaktır!” der… Hiene’in öngörüsü ülkesi Almanya için doğrulandığı
gibi, ne yazık ki Türkiye için de doğrulandı: 12 Eylül kitaplarımızı yaktı, yasakladı;
12 Eylül’ün semirttiği gericilik ise 2 Temmuz 1993’de insan yaktı! Elma çiçeklerine övgü dolu mısralar yazan bir şairi,
arkadaşları arasında “kitap kurdu” diye nitelendirilen bir kız çocuğunu sırf inancını
anlamadıkları için, hem de “Tanrı” adına
yaktılar! Üstelik, bizce bu karanlık zihniyet daha da büyüdü, güçlendi. Sadece,
artık insan yakmak yerine, gaz fişekleri ile
öldürüyor! Türkiye, Cumhuriyet tarihinde
hiç görülmediği kadar çağdaş fikirlerden,
4 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
evrensel değerlerden uzaklaştı. Hukuk,
devlet gücünü elinde bulunduranların inanılmaz boyutlara ulaşan skandallarını ört
bas etmek için hiç olmadığı kadar dramatik bir şekilde etki altında. Ülkemizin, her
gün oluk oluk kanın din ve mezhep adına
akıtıldığı Ortadoğu’ya iyiden iyiye itildiği/
çekildiği bir dönemde, din ve mezhep üzerinden çirkin üsluplarla yapılan tehlikeli
söylemler, en etkin ağızlardan aymazca
dökülüyor. Cinsiyetçi, mezhepçi, bilimsel
düşünceden uzak ve ona düşman, sanattan yoksun ve ona hor bakan, zorbalık
derecesinde dayatmacı bir anlayışla bizi
aydınlık günlerin beklediğini sanmıyoruz.
Ancak bir şeyin de apaçık bilinmesini isteriz: Gericilik oradaysa, biz de buradayız!
ODTÜ tarihinde bu hep böyleydi, bundan
sonra da böyle olacaktır!
Onca yıl sonra artık çok net bir şekilde anlaşılmıştır ki, 2 Temmuz Madımak
Katliamı’nın radikal İslamcı boyutunu “ak”
lamak için yapılan bütün girişimler, bütün
hedef şaşırtmacalar acınası bir şekilde
havada kalmıştır. 2 Temmuz, bugün siyasi kalıntıları güçlenen gerici zihniyetin
kanlı tarihinden bir sayfa ve sonsuza kadar da orada olacak.
Katliamda yaşamlarını yitiren bütün
aydınları bir kez daha anıyoruz.
Saygılarımızla,
ODTÜ Mezunları Derneği
Dernekten
Yeni ODTÜ’lülere
YÖNDER’le
“Hoşgeldiniz”
diyelim!
O
DTÜ’yü yeni kazanan ve kayıt yaptırmak amacıyla
Ankara’ya Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen yeni öğrenciler için ODTÜ Mezunları Konseyi ve Orta Doğu Öğretim
Elemanları Derneği tarafından gerçekleştirilen “ODTÜ’ye Hoşgeldiniz Programı” bu sene de gönüllülerini arıyor.
Programın temel amacı, ODTÜ’yü, Türkiye’nin çeşitli illerinden kazanıp gelen öğrencilerimize Ankara’ya gelişlerinden itibaren sahip çıkarak desteklemek ve böylece öğrencilerimizin öğrenim süreleri boyunca maddi sıkıntıların yanı sıra büyük bir kente
ve üniversiteye uyum sorunu yaşamalarını önlemek, ODTÜ’nün
kendilerine her anlamda sahip çıkacağı duygusunu benimsetmektir.
Bu yıl altıncısı gerçekleştirilecek olan “ODTÜ’ye Hoşgeldiniz
Programı’nda” gönüllü olarak yer almak isteyen siz değerli ODTÜ’lülerden beklentimiz, 2014 yılı kayıt zamanları olan 2-3 Eylül
tarihlerinde öğrencilerin servislerle ODTÜ’ye getirilmesi sırasında
öğrencilere rehberlik ederek üniversiteyi ve bölümleri olabildiğince tanıtmanız, sizlere dağıtılacak kitapçıklar yardımıyla öğrenci
ve aileleri yönlendirmeniz ve olası herhangi bir sorun karşısında
başvuracakları noktaları göstererek ODTÜ’ye ve yeni bir yaşama
alışmalarında size danışabilecekleri konularda desteğinizi esirgememenizdir.
Bu kapsamda kayıt dönemi olan 2-3 Eylül tarihlerinde
ODTÜ’yü yeni kazanan öğrencilerimize rehberlik ederek yardımcı olabilecek gönüllülerimizin belirtilen tarihlerinden kendilerine
uygun olan herhangi iki günü seçerek Derneğimize bildirmeleri
gerekiyor.
Yapılacak planlama sonrası, ODTÜ Mezunları Derneği’nde
gönüllü öğretim elemanlarımızın ve mezunlarımızın bir araya geleceği bir toplantı düzenlenecek sorularınız yanıtlanacak.
Genel Kurula
Katılımınız İçin
Teşekkür Ederiz
D
ernekler, üyelerinin desteği ve katılımıyla ayakta kalırlar
ve başarılı olurlar. Aynı zamanda ve ancak bu yolla birer
sivil toplum kuruluşu / demokratik kitle örgütüne dönüşürler. Türkiye’nin saygın sivil toplum kuruluşları arasında yerini alan
ODTÜ Mezunları Derneği de, ancak üyelerinin sahip çıkması ile
varlığını sürdürebilir.
Üyelerimizin Derneklerine sahip çıkmaları yalnızca Derneğin
varlığının sürdürülmesini değil aynı zamanda üyeler arası dayanışmayı ve üniversitemizle olan bağımızın devamını da sağlar.
Yönetimde bulunduğumuz süre içinde Derneğimizin onurlu
duruşu ve ODTÜ’lü olma bilinç ve sorumluluğu ile davranarak
toplum tarafından tanınırlığının ve saygınlığının arttırılması, Derneğimizde yaratılan sosyal, kültürel ve sportif etkinliklerle üyelerimizin kişisel gelişimlerine ağırlık verilmesi ve ODTÜ Mezunları
Derneği’nin kucaklayıcı ve çok yönlü bir anlayış içinde tüm ODTÜ
bileşenleri ile aynı vizyon altında buluşması amacıyla yaptığımız
çalışmalarımızın sizler tarafından takdir edilmesi biz güç ve cesaret verdi.
Üyelerimizin sosyal, ekonomik ve siyasi düzey ve söylem
süzgecinden geçirerek verdikleri ve verecekleri kararların ODTÜ
camiasına ve toplumumuza katkıda bulunacağına daima inandık.
Bu çerçevede Derneğimizin gösterdiği gelişimin devamını
istediğinize dair mesajlarınız doğrultusunda yaşadığımız Genel
Kurul sürecinde gösterdiğiniz dayanışma ve Yönetim programımıza gösterdiğiniz destek ile 8 Haziran 2014 Pazar günü gerçekleştirdiğimiz Genel Kurulumuza ilgi ve katılımınızdan dolayı tüm
üyelerimize çok teşekkür ederiz.
ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 5
Dernekten
Genel Kurul Yapıldı
ODTÜ Mezunları Derneği’nin 2014 - 2016 dönemine ilişkin Olağan Genel Kurulu
ve yeni yönetim kurulunun seçimi 8 Haziran 2014 Pazar günü
Derneğimizin Vişnelik Tesisi’nde gerçekleştirildi.
O
DTÜ Mezunları Derneği’nde Pazar
günleri brunch ile başlayan canlılık, 8
Haziran 2014 Pazar günü, çok daha
erken saatlerde başladı. Seçime katılan üç
grubun masaları, afişleri, seçim listeleri,
broşürleri ile Vişnelik Salonu’nda gösterilen
iki yıllık döneme ait faaliyetlerin aktarıldığı
ODTÜ MD sunumu, bu hareketliliği daha da
renklendirdi.
Genel Kurul için salt çoğunluk sağlanmasından sonra divan oluşturuldu, divan başkanlığına seçilen Ali Açan (CE’71) ve diğer
divan üyeleri kürsüde yerlerini aldılar. Açılışın
hemen ardından İstiklal Marşı okundu ve saygı duruşunda bulunuldu.
Genel Kurul gündeminin kabulünün ardından, 8 Haziran 1977 tarihinde A1 kapısında katledilen Ertuğrul Karakaya’yı anmak
üzere oluşturulan komisyon
A1 kapısında anma gerçekleştirmek üzere salondan
ayrıldı. Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Şahin (EDS’
83), iki yıl boyunca birlikte
çalıştıkları Yönetim Kurulu,
Derneğe verdikleri emek dolayısıyla çalışma gruplarına
ve üyelere teşekkür etti. Himmet Şahin’in konuşmasının
ardından 2012 – 2014 Yönetim Kurulu Yazman Üyesi
Melih Şahin (ME’85) iki yıl
içinde dernekte gerçekleşen
etkinlikleri içeren sunumunu
gerçekleştirdi. Sayman Üye
Kamil Kancoğlu (ME’87) mali
6 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
verileri ve verilerin açıklamalarını üyelere aktardığı konuşmasında, merak edilen konuları
mali veriler ışığında açıkladı.
Sunumların ardından Genel Kurul salonunda söz alan üyeler çeşitli konularda görüşlerini ifade ederek, gösterdiği toplumsal duruş
ve Dernek bünyesinde gerçekleşen etkinlikler
nedeniyle yönetim kuruluna teşekkür ettiler.
Denetleme Kurulu raporu ve Bağımsız
Yeminli Mali Müşavir tarafından hazırlanan
mali rapor üyelerin dikkatine sunuldu ve 20122014 Yönetim Kurulu ve dönemi ibra edildi.
ODTÜ Mezunları Deneği Yönetim Kurulu
Başkanı Himmet Şahin yaptığı konuşmada
üyelere gösterdikleri güven ve destek için teşekkür ederek, içinden geçtiğimiz zorlu süreçte ODTÜ vizyonunun kazandırdığı demokratik
zihniyetle görevlerini sürdürdüklerini, Üniver-
sitenin ve öğrencilerimizin yanında olduklarını
ve bu desteği sürdüreceklerini dile getirdi.
Ardından, 2014 – 2016 dönemi çalışma
planı ve bütçesi görüşülerek karara bağlandı.
Genel Kurul’da mezun olan öğrencilerin diploma töreninde yapılan üyelikleri de gözden
geçirildi. Diploma töreninde üye olan mezunların yıllar sonra Derneğe geldiklerinde
yüksek borçlarla karşılaştıklarını ve bunun
üye kazanımını zorlaştırdığını dile getiren
Himmet Şahin, sorunun çözülmesi için söz
konusu üyeliklerin ve borçların iptali gerektiğini dile getirdi. Divan başkanı tarafından oylanan önerge, oy birliği ile kabul edildi. Divan
Başkanı’nın Genel Kurul görüşmelerinin tamamlandığını ilan etmesinin ardından 2014 –
2016 yılları arasında görev yapacak yeni Yönetim Kurulu’nun seçimine geçildi ve üyeler
kapalı zarfla sandıklarda oylarını kullandılar.
Toplam 809 geçerli oyun
kullanıldığı seçim sonucunda; bir önceki dönemin Yönetim Kurulu Başkanı Himmet
Şahin’in (EDS’83) içinde bulunduğu Çağdaş ODTÜ’lüler Grubu tam liste olarak üyelerden
kabul oyu aldı ve yeni Yönetim
Kurulu, Denetleme Kurulu ve
Disiplin Kurulu üyeleri aynı listeden seçildiler.
Divan Başkanı Ali Açan
(CE’71) 2014 - 2016 döneminde görev yapmak üzere seçilen
Yönetim Kurulu’na başarılar
dileyerek, Olağan Genel Kurul
toplantısını kapattı.
Dernekten
2014-2016 Dönemi Yönetim Kurulu Üyeleri
HİMMET ŞAHİN (EDS’83)
BAKİ ARSLAN (CE’89)
ÜMİT NEVZAT UĞUREL (CP’80)
KAMİL KANCOĞLU (ME’87)
1956 Sivas doğumludur. İlk, orta öğrenimini Ankara’da tamamlamış, ardından
ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Fizik Eğitimi Bölümü’nden 1983 yılında mezun
olmuştur. Mezun olduğundan bu yana
dershane işletmeciliği yapmaktadır. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında, vakıflarda yönetim kurulu üyeliği, Derneğimizde
Onur Kurulu Üyeliği, Yönetim Kurulu Yedek Üyeliği, Yönetim Kurulu ve Konsey
Başkanlığı yapmıştır.
1966 Şarkışla doğumludur. ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü 1989 mezunudur. On yedi yıl tasarım mühendisliği,
müşavirlik ve ulaştırma yapıları bölüm
başkanlığı görevlerini yürüttü. 2007 yılından bu yana kurucusu olduğu şirkette
proje taahhüt işleri yapmaktadır. ODTÜ
Öğrenci Derneği üyesi, İnşaat Mühendisleri Odası yönetim kurulu üyesi, 40.
dönem TMMOB Yedek Yönetim Kurulu
üyesi olarak yer almıştır. 2010 – 2012
ODTÜ MD Yönetim Kurulu üyesidir.
07.02.1956 tarihinde Bitlis’te doğmuştur. İlk Orta ve Lise eğitimini Ankara Yenimahalle de tamamlamıştır. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Şehir ve
Bölge Planlama Bölümünden 1980 yılında şehir plancısı olarak mezun olmuştur.
Yüksek lisans eğitimini Bölge Planlama Bölümünde yaparak Yüksek Bölge Plancısı olmuştur. Mesleki faaliyetine kendi adına kurduğu işyerinde devam etmektedir.
Mezun Olduğu yıl kayıt olduğu TMMOB Şehir Plancıları Odasında Oda yönetimine
giren Ümit Nevzat Uğurel, Oda genel sekreterliği, Oda 2. Başkanlığı ve Oda Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerinde bulunmuştur. TMMOB Yönetim Kurulu’nda da 2
dönem Şehir Plancıları Odası’nı temsilen yer almış ve Yürütme Kurulu üyesi olarak
görev yapmıştır. Ayrıca aralıklı olarak, toplamda 5 dönem TMMOB Yüksek Onur
Kurulu Üyesi olarak görev yapmıştır. Son 5 yıl Çankaya Yardımlaşma ve Ekonomik
Dayanışma Derneği başkanlığını yapmıştır. Evli ve bir erkek çocuk babasıdır.
1965 yılında Ankara’da doğdu.
ODTÜ Makine Mühendisliği
Bölümü’nden 1987 yılında mezun oldu. Çalışma yaşamına
ASELSAN’da devam etmektedir. 2008-2010 dönemi ODTÜ
MD İşletme Komitesi üyesi,
2010 – 2012 dönemi Yönetim
Kurulu üyesidir.
ARZU HANCI KARADEMİRCİ (BÖTE’04)
SİBEL DİNÇER
(CHEM’04)
S. MELİH ŞAHİN (ME’85)
Makina Mühendisleri Odası bünyesinde oluşturulan uzmanlık komisyonlarında 20 yılı kongre, eğitim
programları, vb. etkinliklerin organizasyonunda yer
almaktadır. ODTÜ Mezunları Derneği İş Yeri Temsilcisi olarak görev almış, oluşturulan komisyonlarda (Ar-Ge, Öğrenci Danışmanlığı Programı vb.
çalışmalarda) görev almıştır. 17 yılı aşkın bir süredir
imalat, imalat mühendisliği çalışmalarında mühendis
ve yönetici olarak görev yapmaktadır. 2012 – 2014
dönemi ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu
üyeliği yapmıştır.
2007 yılında aynı bölümden, 2009 yılında
Enformatik Enstitüsü Bilişim Sistemleri
Bölümü’nden yüksek lisans derecelerini
aldı. Halen ODTÜ-BÖTE’de doktora programına devam etmekte; ODTÜ, Öğretim
Teknolojileri Destek Ofisi’nde Araştırma
Görevlisi olarak devam etti. 2006 yılından
bu yana TCMB’de İnsan Kaynakları Genel
Müdürlüğü, Eğitim Müdürlüğü’nde çalışmaktadır.
Mezun olduktan sonra
özel şirketlerde satış,
pazarlama, ihale, bölge
yönetimi departmanlarında çalışmıştır. ODTÜ
Mezunları
Derneği
Etkinlikler
Komitesi
bünyesinde görev yapmıştır.
2014 - 2016 Dönemi Yönetim Kurulu Yedek Üyeleri
HALUK DİRESKENELİ (ME’73)
MEHMET KAMİL SULUBULUT (EE’04)
MELDA TANRIKULU (CP’06)
NADİR AVŞAROĞLU (MINE’86)
Mezuniyetinden itibaren kamu, özel sektör ve
Türk – yabancı ortaklıklarda ağırlıklı olarak termik santral temel/detay, tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında
çalışmış, üniversitede danışmanlık vermiştir.
MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji Komisyonu üyesidir. 2010 – 2014 dönemi ODTÜ
Mezunları Derneği Yedek Yönetim Kurulu üyeliği yapmıştır.
Bilgi teknolojileri alanında sektörün önde gelen
firmalarında çalışmıştır. Halen aynı sektörde
kendi firmasında hizmet vermektedir. Üniversite
yıllarında IEEE ODTÜ Öğrenci Topluluğu’nda
aktif üyelik ve yönetim kurulu başkan yardımcılığı yapmıştır. ODTÜ Mezunları Derneği Tiyatro
Kulübü çalışmalarına katılmakta ve geçtiğimiz yıl
içinde kulübün sahnelediği iki oyunda rol almıştır.
2012 – 2014 GYK üyeliği yapmıştır.
Kentes Tasarım Programı’ndan yüksek lisans derecesi ile 2010 yılında mezun olmuştur. Özel sektörde İş Geliştirme Uzmanı olarak çalışmaktadır.
2006 yılından itibaren ODTÜ Mezunları Derneği
bünyesinde Toplumsal Duyarlılık Komisyonu,
Etkinlik Komisyonu ve yayın Kurulu’nda çeşitli
dönemlerde görev almıştır. Aynı zamanda profesyonel olarak sivil toplum kuruluşlarına v yerel
yönetimlere kurumsallaşma, kaynak yönetimi ve
proje döngüs yönetimi konusunda danışmanlık
yapmaktadır, 2010 – 2014 ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu üyeliği yapmıştır.
Sırası ile Divriği Demir Madenleri, İskenderun Demir – Çelik İşletmeleri, Türkiye Demir
– Çelik İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nde görev yaptı. Halen MTA Genel Müdürlüğü’nde
çalışmaktadır. 2012 – 2014 dönemi ODTÜ
Mezunları Derneği Denetleme Kurulu üyeliği
yapmıştır.
TÜLAY ÜNLÜEVCEK (PSY’83)
Mezuniyetinden bu yana özel sektörde çalışmış, şu an kendisine ait
aile danışmanlığı ve bireysel psikoterapi hizmeti veren iş yerinde görev
yapmaktadır. 1994 yılından bu yana
derneğimiz bünyesinde yer alan başta Yayın Kurulu üyeliği olmak üzere
farklı çalışma grupları ve kulüplerinde
görev almıştır. Bu süreçte dernek yönetiminde yedek Yönetim Kurulu üyeliği yapmıştır.
TÜLAY TAY (STAT’97)
1974 yılında Ankara’da doğdu. 1997 yılında ODTU İstatistik Bölümünü bitirdi. Ziraat
Bankasında göreve başladı. 2009 yılında
ODTU, Eğitimde İnsan Kaynaklarını Geliştirme programında Yüksek Lisansını
tamamladı. Halen Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda İstatistikçi olarak görev
yapmakta olup, aynı zamanda Ankara Üniversitesinde Sosyal Çevre Bilimleri Anabilim
Dalında doktora eğitimini sürdürmektedir.
YASİN KASIRGA (ME’04)
Anahtar teslim müteahhitlik hizmetleri veren şirketlerde uluslararası
enerji ve altyapı projeleri gerçekleştirmiştir. Operasyon modellemesi,
performans yönetim sistemi, değişim
yönetimi ve iş akışlarının yeniden
tasarlanması konularında çalışmalar
yapmıştır. Aynı zamanda işletme lisans derecesine sahip olan Kasırga,
halihazırda enerji sektöründe faaliyet gösteren uluslararası bir firmada
gaz, hidroelektrik, jeotermal ve yenilenebilir buhar santrallerinden sorumlu İş Geliştirme Müdürü olarak çalışmaktadır. ODTÜ
Mezunları Derneği Enerji Komisyonu üyesidir. Ayrıca ODTÜ
Mezunları Derneği Tiyatro Atölyesi bünyesindeki çalışmalarda
yer almaktadır.
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 7
Dernekten
Aysun BÜYÜKCENGİZ
Konsey Ankara’da Toplandı
O
DTÜ Mezunlar Konsey toplantısı, 29
Haziran Pazar günü, Rektör Prof. Dr.
Ahmet Acar, Rektör Danışmanı Doç.
Dr. Barış Sürücü, Konsey Başkanı ve Derneğimiz Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Şahin
ve mezun derneklerinin temsilcilerinin katılımıyla Vişnelik’te başladı. Konsey Başkanının
katılımcılara hoş geldiniz diyerek toplantıyı
açmasının ardından, ilk sözü Prof. Dr. Ahmet
Acar aldı.
Rektör Acar, ODTÜ İmar Planı ile ilgili son
durum konusunda bilgi verdi. Üniversitenin
hazırladığı imar planına eklenen düzenleme
ortaklık payı vekampusun içinden geçerek
Anadolu Bulvarı’na bağlanması konuşulan yol
ile ilgili maddelere, Eymir göl bölgesine planda
yer verilmemesine itiraz ettiklerini ifade ederek; kampusun içinden geçecek yolla ve göl
bölgesi ile ilgili maddelerde üniversitenin itiraz
noktaları dikkate alınarak revize edildiğini belirtti; düzenleme ortaklık payı konusunun ise
henüz netlik kazanmadığını sözlerine ekledi.
Prof. Dr. Ahmet Acar, Üniversitenin mezun
derneklerinden beklentilerini, üye sayısının
artırılması, yurtdışındaki mezunların mezun
dernekleri aracılığıyla örgütlenmesi; “Bir Ağaç
Sizden, Bir Orman Bizden” kampanyasına katkı; Üniversitenin 60. Kuruluş Yıldönümü çalışmalarına mezun derneklerinin önerileri ve aktif
katılımları olarak sıraladı. Acar, Derneğimizin
50. Yılı dolayısıyla yapılacak etkinliklerle 60.
Yıl kutlama etkinliklerinin ortak noktalarda buluşturulabileceğini söyledi.
Ardından söz alan Barış Sürücü, konuşmasına ODTÜ’nün tanıtımıyla ilgili pilot uygulamalardan söz ederek; gelecek yıl mezun
derneklerinin de katkısıyla 10 ayrı ilde ODTÜ
Günleri adı altında organizasyon gerçekleştirmeyi planladıklarını dile getirdi; bu yıl da farklı
illerden başarılı liseleri okulda misafir ederek
tanıtım çalışmasının süreceğini söyledi. Barış
Sürücü, Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’nün bulunduğu binada Eylül ayından itibaren ODTÜ
8 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Mezunları Dernekleri Konseyinin talebi doğrultusunda öğrencilerin ve mezunların iletişimini sağlayacak bir ofisi hizmete sokmayı
düşündüklerini belirtti. Geçtiğimiz toplantının
gündeminde yer alan mezun dernekleri için
ortak logo çalışmasında bir hafta içinde örnek
logoların paylaşılabileceğini söyleyen Sürücü, derneklerin web sitelerinin yenilenmesi ve
standarda oturtulması çalışması içinbir - iki ay
içinde derneklerin web’de paylaşacakları bilgileri kendilerine iletmelerinin uygun olacağını
dile getirdi. Üniversitenin resmi hesapla LinkedIn kullanmaya başladığını da hatırlatan Sürücü, burada mezun derneklerinin duyurularına
yer verilebileceğini söyledi.
Himmet Şahin, logo değişikliğine gidilmesi durumunda logonun kullanıldığı flama, üye
kimlik kartı gibi ürünlerin de yenilenmesi gerekeceğine ve bunun bir maliyet oluşturacağına
dikkati çekti. Logoda yapılacak değişikliğin,
aynı logoya her derneğin kendi il adını eklemesi olarak gerçekleşebileceğini söyleyen Şahin, logoda ODTÜ amblemi ve bilim ağacının
vazgeçilmez unsurlar olduğunun altını çizdi.
Şahin, dernekler için hazırlanacak web sitelerinin Konsey’e ait bir web sitesi üzerinde birleşebileceğini söyleyerek, “Hazırlanacak web
sitesinde topluma ve mezunumuza vermemiz
gerekenler noktasında bir şeyler yapabilirsek,
çok başarılı oluruz” dedi. Dernek üye sayısını
artırma konusuna da değinen Şahin, toplumsal
ve sosyal alanlarda varlık göstererek derneklerin kendilerini daha fazla tanıtmasının üye
kazanımına katkısı olduğunu belirtti.
Himmet Şahin, Soma’da yaşanan facianın
ardından gerçekleştirilen Soma ziyaretinden
söz ederek yapılabileceklerle ilgili bir rapor hazırlandığını anlattı. Soma ziyaretini gerçekleştiren ekipte yer alan ODTÜ Mezunları Derneği
Yönetim Kurulu Üyesi Arzu Hancı Karademirci, bir sunum gerçekleştirerek, Türkiye’de ve
Dünyada maden kazalarını, Soma’nın medyada ve toplumdaki yankılarını, ziyaretleri-
nin amacını, ziyaretteki gözlemlerini ve çalışmalarını Konsey’e aktardı. Soma Çalışma
Grubu’nun Konsey kapsamında genişletilmesi
düşüncesinden söz eden Karademirci, ODTÜ
bileşenleri olarak birlikte yapılabileceklerin düşünülmesi gerektiğini ifade etti. Himmet Şahin,
yapılabilecekleri değerlendirirken, “Burada bir
sürü insan yetim kaldı, bu kadınlar ne yapacak? Bunları iş yaşamına yönlendirelim. Kadınlara kolektif çalışma yöntemleri ve üretmeyi
öğretirsek yalnızca facianın olduğu alana değil
bölgeye de örnek oluşturma anlamında katkı
sağlayacağımızı düşünüyorum” dedi.
Maden Mühendisliği Bölümü’nde Soma
faciasının ardından bir rapor çalışmasına
başlandığını ifade eden Barış Sürücü, ayrıca
ODTÜ Afet Araştırmaları Merkezi’nde de bir
grup akademisyenin bir çalışma yürüttüğünü
dile getirdi. Himmet Şahin, ideal maden ocağı konusunda ODTÜ’nün pek çok çalışması
bulunduğuna, ancak konunun maden ocaklarının denetimi, iş güvenliği yasalarının doğru
uygulanmadığını ve ocak çalışanlarının yetersizlikleri korkmadan söyleyebilecekleri koşulların sağlanması olduğuna dikkati çekti. Şahin,
mezun derneklerinin konuyla ilgili önerilerinin
konsey mail grubu üzerinden paylaşılmasının
yararlı olacağını söyledi.
Himmet Şahin, YÖNDER ve tercih rehberliği
döneminde bulunulduğunu hatırlattı; diploma törenlerinde mezun derneklerinin de kortejde yer
alması gerektiğini söyledi.Konsey mail grubunun daha verimli kullanılması gerektiğini belirten
Himmet Şahin, “Dernekler projelerini, görüş ve
önerilerini burada paylaşabilir” dedi. Ardından
söz alan ODTÜ Mezunları Derneği Yazman
Üyesi Melih Şahin, Derneğimizin 50. Kuruluş
Yıldönümü için süren çalışmaları aktararak, çalışmalar için katkı beklediklerini aktardı.
Bir sonraki Konsey Toplantısı’nın Ekim’de
Kuzey Kıbrıs’ta gerçekleştirilmesine; sonraki
toplantının İstanbul’da gerçekleştirilmesine
karar verilerek toplantı tamamlandı.
Dernekten
Yeni Yönetim
Kurulu’nun
ODTÜ Rektör’ü İle
Tanışma Ziyareti
O
DTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu üyeleri Genel
Kurul’un ardından yapılan görev paylaşımı sonrası 16 Temmuz Çarşamba günü ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar’ı
ziyaret etti. Her seçimli genel kurul sonrası yapılan mutad toplantı
esnasında, ODTÜ ve ODTÜ Mezunları Derneği arasındaki uyumlu
çalışmaların, birlik ve beraberliğin devam etmesi dilekleri dile getirildi. Ziyarette hazır bulunan ODTÜ Mezunlar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Sahin ve yönetim kurulu üyeleri, Rektör Prof.
Dr. Ahmet Acar’ın sorusu üzerine, yeni dönemde hayata geçirmeyi
planladıkları projelerden söz ettiler. Üniversitenin yurt ve misafirhane ihtiyaçlarının konuşulduğu görüşmede, Derneğimiz Yönetim Kurulu üyeleri, gerekli desteğin bulunması durumunda Üniversite’ye
bir yurt yapımı konusunda girişimde bulunulabileceğini ifade etti.
Görüşme, Prof. Dr. Ahmet Acar’ın, başarıyla süren üniversite – dernek birlikteliğinin devamı ve Yönetim Kurulumuza görevlerinde başarılar dilekleriyle sona erdi.
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 9
Dernekten
Arzu HANCI KARADEMİRCİ (BÖTE’04)
ODTÜ Mezunları Derneği Soma
13
Mayıs 2014 tarihinde ManisaSoma’da
bulunan,
Soma
Holding’in işlettiği Karanlıkdere
Maden Ocağı’nda meydana gelen faciada, 301 madencinin hayatını kaybetmesinin ardından, ODTÜ Mezunları Derneği
nakdi bağış kampanyası başlattı. Ayrıca, yapılan toplantılar ve değerlendirmeler sonucunda
Soma Çalışma Grubu’ndan 4 kişilik bir heyet
ile bölgenin 20 - 21 Haziran 2014 tarihlerinde
yerinde ziyaret edilmesine karar verildi. Soma
ziyaretinin amacı aşağıdaki hususları kapsayacak şekilde belirlendi:
• Facianın ardından bölgede yaşananları ve
sorunların görünür hale gelmesine katkıda
bulunmak,
10 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
• Yaşamını yitiren madencilerin geride bıraktığı ailelerinin sorunlarını tespit etmek,
• Mevcut durumun anlaşılmasına ve sorunların çözümüne yönelik öneriler geliştirmek,
• Üye bağışlarıyla oluşan nakdi imkânın nasıl değerlendirileceği konusunda öneriler
geliştirmek,
• ODTÜ Mezunlar Derneği’nin kendi
imkânları ile yapılabilecek olası yardımlar
konusunda öneriler geliştirmek,
• Bölgede yapılan gözlemler ve bu gözlem
ve değerlendirmelere dayalı önerileri üyeler ve kamuoyu ile paylaşmak.
Ziyaret öncesi hazırlık kapsamında ODTÜ
Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nu-
ray Karancı ile görüşülerek çeşitli konularda
görüş ve önerileri alındı.
Soma ziyareti kapsamında aşağıdaki kurum, kuruluş ve kişiler ile (yaklaşık 50 kişi)
görüşmeler gerçekleştirildi. Bu görüşmelerin
büyük bir çoğunluğunda video çekimi ve ses
kaydı gerçekleştirildi, bir kısmında ise görüşülen kişinin ricası üzerine sadece görüşme
notları tutuldu. Üyeleri ve diğer STK’lar ile paylaşılmak üzere ziyaret kapsamında yapılan
görüşmeler ile ilgili detaylı bir rapor hazırlandı.
Ziyaret sırasında görüşülen kurum ve kişiler
aşağıda yer alıyor:
• Soma Kaymakamı M. Bahattin Atçı
• Kınık Kaymakamı İlyas Gün
• Kınık Belediye Başkanı Sadık Doğruer
• Soma Ticaret Odası Başkanı Hakan Işık
Dernekten
Çalışma Grubu Bölge Ziyareti
• Soma İlçe Eğitim Müdürü Mustafa Dikici
• Manisa Barosu Soma İlçe Temsilcisi Avukatı Mustafa Çoban
• Soma için Adalet Platformu Yetkilileri
• DİSK, Dev Maden-Sen, Ege Bölge Temsilcisi Hacay Yılmaz
• KESK Tarım Orkam-Sen, İzmir Şube Başkanı Adil Ümit Tüzen
• Öğrenci Kolektifleri
• Köseler Köyü halkı ve muhtarı
14 kaybın yaşandığı Köseler Köyü’ne baş
sağlığı için ev ziyaretleri kapsamında ODTÜ
Mezunlar Derneği adına “baş sağlığı” paketleri
hazırlanmıştır.
Yapılan görüşmeler sırasında konuşmacıların aktardıkları ve bölgede yapılan gözlemler
bölge halkının ihtiyaçları konusunda doğrudan
bilgi edinilmesine olanak sağladı. Soma’da yaşanan facia, madencilerin hangi koşullar altında çalıştıklarını bir kez daha su yüzüne çıkardı. ODTÜ Mezunlar Derneği Soma Çalışma
Grubu olarak, Soma’da yaşananların basit bir
iş kazası olmadığı; yıllardır genelde ülkemizde, özelde Soma bölgesinde uygulanagelen
enerji, tarım, çalışma ve eğitim politikalarının
bir sonucu olduğu görüşünde olduğumuzu ifade etmek isteriz. Bu kapsamda yapılan görüşmeler sonucunda gözlemlerimizi özetleyecek
olursak:
• Bölgede, uygulanan yanlış tarım politikaları çiftçileri mağdur etmiş ve bölgede tarım
ve hayvancılık faaliyetlerinin yok olmasına
neden olmuştur. Hayvancılıkla ilgili üreticiye yeterli devlet destek sağlanmamış/
sağlanamamış, madenlere iş gücü veren
bölge kırsalındaki eğitim sorunu çözülememiş, bütün bunların sonucu olarak da
özellikle yeni nesillere başka çalışma alternatifleri sunulamamıştır. Bu ve benzeri
gözlemler, bölgedeki çalışma alanlarının
bir an önce çeşitlendirilmesi gerektiğini
göstermektedir.
• Bölgede iş olanaklarının arttırılması için
bir basamak teşkil edebilecek olan Soma
Organize Sanayi Bölgesi’nin bürokratik
işlemlerinin hızlandırılarak açılması Bölgeye önemli katkı sunacaktır. Bölge için
istihdamın arttırılmasına yönelik özel teşvikler verilmeli, var olanlarında artırılması
son derece önemlidir. İş ve meslek edinme
kursları düzenlenerek, bölgedeki iş olanaklarının artmasına katkı sunacaktır.
• Güvencesiz ve ucuz işgücü olarak çalışmak bölgede olağan bir durum olarak
kanıksanmıştır. Bu kapsamda özellikle kadınlar daha güvencesiz ve düşük ücretlerde çalışmakta veya ev işleri ile uğraşarak
ev kadını olarak hayatlarına devam etmektedir. Kadınların çalışma hayatına katılması için gerekli mesleki bilgi, eğitimleri ve
becerileri sınırlıdır. Kadınların istihdamının
arttırılması için İş-Kur ve Halk Eğitim Merkezleri aracılığıyla mesleki eğitimler sağlanabilir. İş-Kur tarafından öncelikle kadınların istihdamının sağlanmasına öncelik
verilmesi oldukça önemlidir.
• Afet sonrası eşini kaybeden kadınlar, yaşamlarını sürdürmek, çocuklarına ve yaşlılara bakmak gibi ağır sorumluluklar üstlenmek zorunda kalmışlardır. Bu nedenle
kadınlara yönelik uzun vadeli programların oluşturularak psikolojik destek çalışmaların yoğunlaştırılması gerekmektedir.
Bölgede alanında uzmanlaşmış psikolog,
psikiyatrist ve sosyologlardan oluşan Rehabilitasyon Merkezi kurulması önemli bir
ihtiyaçtır.
• Bölgede kayıp yakınlarıyla yapılan görüşmelerde, madende ölen erkek çocukların
genellikle maddi imkansızlıklar yüzünden
okula devam edemediği bilgisi alınmıştır.
Kız çocuklarının eğitim düzeyi de oldukça
düşüktür. Eğitimin yetersizliğine iş olanaklarının yetersizliği de eklendiğinde bölgede madencilik zorunlu ve ucuz işgücü ile
çalışmak zorunda kalınan tek sektör olarak ön plana çıkmaktadır. Bölgedeki çocukların kaderlerinin değiştirilebilmesi için
eğitim politikalarında radikal değişiklikler
yapılması ve eğitimin öncelikli sorun olarak ele alınması gerekliliği açıktır. Yaptığımız görüşmelerde, köylerde üniversitede
okuyan veya mezun olan sayısı iki kişiyi
geçmediği öğrenilmiştir. Bölgedeki okulların eğitim kalitesinin ve fiziksel olanakların güçlendirilmesi, okulu bırakma riski
olan çocukların ve gençlerin yakın takibi
ve ihtiyaçları konusunda desteklenmesi,
çocuklarının yüksekokula devam oranlarının arttırılmasına yönelik çalışmalar yapılması oldukça önemlidir. Bu konuda resmi
kurumlarla üniversiteler, STK’larile işbirliği
yaparak çeşitli projeler geliştirebilir.
• İş güvenliği kuralları uluslararası hukuk ve
ILO sözleşmeleri çerçevesine taşınmalıdır.
Yaşam odaları ve çoklu tahliye çıkışlarının
olmadığı tüm maden işletmelerinde üretime son verilmelidir. İş güvenliği denetimlerinin bağımsız kurullar aracılığıyla sıklıkla
yapılması sağlanmalı ve sonuçlar kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
• Özel sektörün daha fazla kâr hırsının, madenleri ucuz işgücü cenneti olarak görülmesinin ölümcül sonuçlar ürettiği kesindir.
Koşulları gereği riskler taşıyan madencilik
sektörü özel sektörün kâr hırsına teslim
edilmeyecek kadar hayati önem taşıyan
bir alandır. Gizli taşeron düzeni olan ekip
başı uygulamasına son verilmelidir.
• Yer altı madenciliği gibi oldukça riskli ve
ağır çalışma koşullarında, taşıyıcı sistemlerin, üretim araçlarının, elektrik alt yapısının vb. yoğun kullanımı, riskleri daha da
artıran sonuçlar doğurabilmektedir. Ayrıca,
yoğun çalışmanın getirdiği yorgunluk ve
dikkatsizlik de risklerin artmasına neden
olmaktadır.
• AFAD’a yapılan bağışların miktarı konusunda hala kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bu bağışların STK’lar tarafından takip
edilmesi ve kamuoyu ile paylaşılması gerekmektedir.
ODTÜ Mezunlar Derneği olarak Soma ile
dayanışma kapsamında, Ankara’da Soma ile
ilgili çalışma yürüten diğer STK’lar ile ortak
platform alanlarının genişletilmesi, bölgedeki
kadınlar için istihdam yaratacak projelerin belirlenmesi (sabun atölyesi, el emeği atölyeleri
vb.), STK’larla işbirliği içinde kadınlara yönelik projelerin hayata geçirilmesi ile Soma ve
Kınık’ta gerçekleştirilen eğitim ve moral etkinliklerine ODTÜ bileşenleri olarak katkı sunulmasının sağlanması önerilmektedir.
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 11
Dernekten
Aysun BÜYÜKCENGİZ
2014 Mezunlar Günü
28 Haziran 2014 Cumartesi günü sabahı ODTÜ’de başlayan geleneksel ODTÜ
Mezunlar Günü, her yıl olduğu gibi akşam Vişnelik’te gerçekleşen yemekle sona erdi.
M
ezunlar Günü her yıl olduğu gibi unutulmazdı. Sabah ODTÜ’de ODTÜ Türk
Müziği Korosu’nun konseri ile başlayan
ve THBT’nin halk oyunları gösterileriyle devam
eden ODTÜ Mezunlar Günü’nde, Rektör Prof.
Dr. Ahmet Acar ve ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Şahin’in yaptığı
açış konuşmalarının ardından Anıtkabir ziyareti
gerçekleşti. Ardından 10, 20, 30 ve 40. mezuniyet yılını tamamlayan mezunlar bölümlerinde,
45 ve 50. Yıllarını tamamlayan mezunlar ODTÜ
KKM’de törenle belgelerini aldılar.
ği, yüzlerce gencimizin yaralandığı ve Soma’da
yüzlerce madencimizin hayatını kaybettiği dikkate alınırsa, insan olgusunu değersizleştiren,
sadece kar temeline dayalı, bilim ve teknolojiyi
önemsemeyen, iş güvenliği yasalarını görmezden gelen bir anlayışın ve bu anlayışın milyonlarca insanın yaşamı üzerindeki olumsuz etkilerinin sonlandırılmasına olan ihtiyaç tartışılamaz.
Düzenin kurgulayıcıları, savunucuları ve uygulayıcılarının elleri artık yeterince kirlenmiştir. Bu
kirliği daha fazla görmeye ve bir can daha kaybetmeye tahammül kalmamıştır” dedi.
“ODTÜ’lüler iyi yetişmiş birer eleman olmanın yanı sıra, toplumsal sorunlara karşı
duyarlı, etik değerleri önemseyen, cesur ve
onurlu bireylerdir”
İnsan olgusunu değersizleştiren, sadece kar
temeline dayalı, bilim ve teknolojiyi önemsemeyen, iş güvenliği yasalarını görmezden gelen
bir anlayışın ve bu anlayışın milyonlarca insanın yaşamı üzerindeki olumsuz etkilerinin sonlandırılmasına ihtiyaç duyulduğunu ifade eden
Himmet Şahin, “Yitirdiğimiz tüm canları saygıyla
anarken, sebep olanlarının da yargılanması için
gerekli mücadeleyi vereceğimizi bir kez daha
dile getiriyoruz” dedi. Şahin, mezun derneklerinin, burs vererek; öğrenci danışmanlığı yaparak;
çeşitli sosyal ve kültürel etkinlikler düzenleyerek
bir mezun olarak deneyimleri ve bilgileri paylaşmayı sağlayan güçlü ve dayanışmacı yapılar olduğunu dile getirdi. Mezunlara seslenen Himmet
Şahin, “Sizi ikinci bir ODTÜ yuvası olan ODTÜ
Mezunları Derneklerimize üye olmaya, üniversitemiz ile dayanışmamızı büyütmeye ve sorumluluklarımızın bilinci ile birlikte hareket etmeye
bekliyoruz” diyerek konuşmasını tamamladı.
ODTÜ Mezunları Derneği Başkanı Himmet Şahin Mezunlar Günü dolayısıyla yaptığı
konuşmada, “Mezunlar Günü’ne hoş geldiniz”
diyerek başladığı konuşmasında, ODTÜ mezunlarının, öğrenciliklerinde edindikleri yüksek
toplumsal sorumluluk bilinci; ODTÜ ortamında
kazandıkları bilgi ve deneyimlerin de sağladığı
birikimle, yalnız bireysel olarak çok başarılı olmakla kalmadıklarını, toplumun sorunlarına da
sürekli olarak duyarlılık gösterdiklerini dile getirdi. Toplumda ODTÜ’lülerin iyi yetişmiş birer
eleman olmanın yanı sıra, toplumsal sorunlara
karşı duyarlı, etik değerleri önemseyen, cesur
ve onurlu bireyler olarak algılandığının altını
çizdi. “Toplumun tüm kesimlerinin, demokratik,
eşitlikçi, özgür ve adil bir dünya için
mücadeleden vazgeçmeyeceğimizin bilincinde olduğunun farkındayız” dedi. Himmet Şahin, yaşanan
toplumsal süreçte çevreden hukuka
her konuda kötüye gidişin varlığından söz ederek; kamusal alanda
yaşamanın neredeyse imkansız
hale geldiği şu günlerde, kazanılmış
hak ve özgürlüklerin olanca hızıyla
yok edilmeye çalışılmasının tüm
ODTÜ’lülerde yarattığı endişeyi belirtti. Şahin, “Gezi olaylarında ifade
ve protesto hakkını kullanmak isteyen 11 gencimizin yaşamını yitirdi12 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
“ODTÜ’lüler, ülkemizin gelişmesi için çok
önemli bir göreve sahip çıkıyor”
Ardından söz alan Rektör Prof. Dr. Ahmet
Acar, mezunlara seslenerek “Öğrencilik günlerinizi hatırlarken, kampustaki önemli yenilikleri
de görme fırsatınız olacak” dedi. ODTÜ’nün
son akademik yıl içinde 3831 mezun verdiğini
dile getiren Acar, üniversitenin dünyanın her
bölgesinde başarıyla çalışan mezunlar vermeye devam ettiğini söyledi. Rektör Ahmet Acar,
ODTÜ’nün uluslararası bilim dünyası tarafından
dünyanın en saygın üniversiteleri arasında görüldüğünü, eğitim ve araştırma alanında artan
başarıların uluslararası ortamda da tescil edildiğini dile getirdi. Üniversitemizin bu yıl TÜBİTAK
ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından ilan edilen “Girişimci ve Yenilikçi Üniversite”
sıralamasında, ülkenin en başarılı üniversitesi
olduğunu belirten Prof. Dr. Ahmet Acar, ODTÜ
Teknokent’in de en başarılı teknokent sıralamasında ilk sıradaki yerini koruduğunu ifade etti.
Ahmet Acar, “Eğitimin, bilimin ve teknolojinin gelişmesine önderlik yapan Üniversitemiz için toplumumuzda insan haklarının ve temel özgürlüklerin savunulması da temel bir görevdir. Çünkü
bilim ve teknoloji ancak bireylerin özgür olduğu,
farklılıkları zenginlik olarak gören, çoğulcu demokratik toplumlarda sürekli olarak gelişebilir.
Bu anlamda, ODTÜ ve ODTÜ’lüler, çağdaş demokratik değerler ile laiklik, hukukun üstünlüğü,
kadın – erkek eşitliği gibi Cumhuriyetimizin temel ilkelerini savunarak ülkemizin gelişmesi ve
refahı için çok önemli bir göreve sahip
çıkıyor” dedi.
Vişnelik’te Mezunlar Gecesi
Mezunlar Günü ile bir araya gelerek eski dostlarla güzel bir gün geçiren
mezunlarımız, günün akşamında ODTÜ
Mezunları Derneği’nde büyük bir aile
olmanın mutluluğuyla geleneksel Mezunlar Gecesi’nde bir araya geldiler. Mezunlar Gecesi’nin başlamasına dakikalar
kala yağmur yağmaya başlayınca, konuklardan bazıları şemsiyelerin altında
Havuzbaşı’nda, bazıları ise Kış Bahçesi,
Vişnelik Restoran ve Lobi’de geceye devam etti.
Dernekten
Aysun BÜYÜKCENGİZ
2014 Mezunları Diploma Aldı
O
DTÜ Stadyumu, 29 Haziran Pazar günü,
diploma alma heyecanı yaşayan 2014
mezunları ve bu heyecanı onlarla paylaşan yakınlarını ağırladı. Bu yıl da tribünler
ODTÜ’den mezun olacak öğrencilerin aileleri ve
yakınları tarafından hıncahınç dolduruldu. Bu yıl
verilen mezunlarla birlikte toplam ODTÜ mezunu
sayısı 120 bine yaklaştı. Mezun olan öğrencilerden oluşan kortejin renkli geçişine, öğrencilerin
Soma’da yaşamını kaybeden maden işçileri için
stada bıraktıkları baretler ve Soma için hazırladıkları pankartlar ayrı bir anlam kattı. Kortej geçişinin ardından program ODTÜ Rektörü Prof. Dr.
Ahmet Acar ve ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Şahin’in konuşmalarıyla başladı.
ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar “Bugün
düzenlediğimiz diploma töreninde, ülkemizin
her ilinden ve dünyanın 35 farklı ülkesinden gelen 3127 öğrencimize ön lisans, lisans, yüksek
lisans ve doktora diplomalarını veriyoruz” diyerek, ODTÜ’nün ulusal ve uluslararası alanda
gösterdiği başarılardan söz etti. Çeşitli kuruluşlarca yapılan dünya üniversite sıralamalarında
ODTÜ’nün sırasının her yıl yükseldiğine dikkati
çeken Prof. Dr. Acar, tüm ODTÜ’lülere ve ODTÜ
dostlarına teşekkür etti. Üniversitelerin çoğulcu,
demokrasi ilkelerine, insan haklarına ve doğaya
ödünsüz olarak sahip çıkan, toplumda bu değerlerin savunuculuğunu yapan kurumlar olması
gerektiğini hatırlatan Prof. Dr. Acar, “Ülkemizde
ve çevremizde son bir yıl içinde ardı ardına yaşadığımız çok üzücü olaylar, insan
haklarının kısıtlandığı ve özgürlüklerin bastırıldığı bir ülkede barış ve huzur olmayacağını; insan sağlığını ve
yaşamını riske sokan ve doğal kaynakları hesapsızca tüketen ekonomik
büyümenin kalkınma olmadığını; böyle bir anlayışın sürdürülemeyeceğini
göstermektedir” dedi. Üniversitelerin
görevlerinin iyi donanımlı ve aynı zamanda, insanlara ve doğaya karşı sorumluluk taşıyan, etik değerlere sahip
ve çoğulcu demokrasi ilkelerini içselleştirmiş iyi vatandaşlar yetişmesine
katkıda bulunmak olduğunu hatırlatan
Rektör Acar, mezunlara seslenerek
“Hedefiniz sadece kişisel kazanımlar
değil, aynı zamanda başka insanlar için değer
yaratmak, topluma katkı sağlamak olsun” dedi.
“Mezun derneklerimize üye olarak, ODTÜ
kimliğinin devamlılığını sağlayabilirsiniz”
Rektörün ardından kürsüye gelen ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Himmet
Şahin öğrencilere ve ailelere hitaben yaptığı konuşmada, “Yeteneklerinizin neler olduğunu keşfettiniz. Başarılarınız bizleri gururlandırıyor” diyerek ODTÜ’de geçen eğitim sürecinden söz etti.
Toplumun, ODTÜ, ODTÜ öğrencisi ve mezunundan bahsederken sadece iyi yetişmiş bir
eleman değil aynı zamanda toplumsal sorunlara
karşı duyarlı, etik değerleri önemseyen, cesur ve
onurlu bireyler topluluğu olarak andığını dile getiren Şahin, “Tüm toplum kesimleri demokratik,
eşitlikçi, özgür ve adil bir dünya için mücadeleden vazgeçmeyeceğimizin bilincindedirler. Kapitalizmin temel ahlaki ilkeleri ile anılan demokrasi
ve ekolojik sürdürülebilirlikle bağdaştığı fikrine
kimse artık itibar etmiyor. Kapitalizmin anlamını
ve gücünü yitiriş evresinde uygulanan hegemonik neo-liberal politikalar, toplumsal gerilim, doğa
tahribatı, gelir dağılımındaki adaletsizlik, hukukun siyasallaşıp bireyselleştiği, özel yaşama müdahale ve en önemlisi toplumu saflara ayırarak
diğerinin ötekileştirilmesinin sonucunda toplumsal düzenin bozulduğunu gözlemleriz. Kamusal
alanında tahribata uğradığı günümüzde, kazanılmış hak ve özgürlüklerin daraltılma çabaları biz
ODTÜ’lüleri endişelendirmektedir. Gezi olaylarından beri ifade ve protesto hakkını kullanmak
isteyen 11 gencimizin yaşamını yitirdiği, yüzlerce gencimizin yaralandığı ve Soma’da yüzlerce
madencimizin öldükleri dikkate alınırsa, insan
olgusunu değersizleştiren, sadece kar temeline
dayalı, bilim ve teknolojiyi önemsemeyen, iş güvenliği yasalarını görmezlikten gelen bir anlayışın milyonlarca çalışanın hak kayıplarına sebep
olduğu gerçekliğini yaşıyoruz. Düzenin kurgulayıcıları, savunucuları ve uygulayıcılarının elleri
kirlenmiştir. Yitirdiklerimizi anarken, sebep olanları da kınıyoruz. Toplumsal eşitliğin, barışın ve
özgürlüğün birer savunucusu olmamız toplumsal
görevimiz olması nedeniyledir. Sevgili genç Mezunlarımız; bu kadar çok sorunun yaşandığı ülkemizde ve dünyamızda, üniversitemizden aldığımız bilinç gereği; öğrenme, kendini geliştirme
ve dayanışma sürecini devam ettireceğimiz, kendimizi geliştireceğimiz ve bilgileri paylaşacağımız
bir ortam oluşturduk. İsmi dayanışmanın güçlenmesi ve sürdürülebilir olması sağlayan ODTÜ
Mezunları Derneği’dir. ODTÜ ailesinin bir parçası olan ve ODTÜ’ nün hayata dönük yüzü olarak
mezunlarımıza kucak açan Mezun derneklerimize üye olarak, üniversite bileşenleri ile bağlarınızın kopmamasını, geleneklerimizi, geçmişimizi
ve gelecek nesillere bir miras olarak bırakacağımız ODTÜ kimliği ve duruşumuzun devamlılığını
sağlayabilirsiniz. Mezun Derneklerimiz burs vererek, öğrenci danışmanlığı, paneller, söyleşiler,
sosyal ve kültürel etkinlikler yaparak mezun-öğrenci iş birliği ile iş yaşamına hazırlık yapmanızı,
bir mezun olarak deneyimlerinizi ve bilgilerinizi
paylaşabilmenizi sağlar” dedi.
Himmet Şahin, “Girişteki Mezun
Derneklerimizin bulunduğu stantlara
uğrayarak üye olmanızı öneriyorum.
Bundan sonraki hayatınızda başarı ve
ömür boyu mutluluklar diliyorum” diyerek sözlerini tamamladı.
2014 yılı mezunları içinde birinci
olan beş öğrencinin konuşmaları ve yabancı öğrenciler adına yapılan konuşmalardan sonra diploma törenine geçildi. Aileler ve mezunlar, diplomalarına
kavuşmanın mutluluğunu yaşadılar.
ODTÜ Mezunları Derneği olarak 2014
yılı mezunlarına aramıza hoş geldiniz
diyor, başarı ve mutluluk dolu bir yaşam
diliyoruz.
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 13
Dernekten
Tercih Rehberliği Programı - 2014
H
er yıl olduğu gibi, bu yıl da üniversite tercih döneminde Derneğimiz üniversiteli adaylarına
Tercih Rehberliği Programı’yla doğru
kararlar verebilmeleri için yardımcı
oldu. Gençler, hayatlarının en önemli
kararlarından birini alırken uzman görüşlerle yanlarındaydık.
Üniversiteye girmek, özellikle de
istenen bölüme yerleşmek için sınavlarda başarılı olmak yetmiyor, doğru
tercih yapmak çok daha belirleyici oluyor. Gençler okumaya karar verdikleri
bölüme girebilmek için yıllarca emek
veriyor, sonunda sınavdan yeterli puanı alsa da tercih sıralamasını doğru
yapamadığı için daha az istediği bir
bölüme yerleşebiliyor; hatta puanına
rağmen hiçbir tercihine yerleşemeyen
öğrencileri de görüyoruz. Böyle üzücü
durumlarla karşılaşmamak, öğrencilerimizin emeklerinin karşılıklarını almalarına katkıda bulunmak için başlatılan Tercih Rehberliği Programı’yla,
bu yıl da Derneğimize başvurarak
tercih yaparken uzman görüş isteyen
öğrencilere danışmanlık yaptık.
14 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Üniversite ve bölüm tercihleri konusunda yardım almak için Derneğimize başvuran öğrencelere, aynı
zamanda eğitimci olan ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Himmet Şahin (EDS’83) Tercih Rehberliği Programı’yla hangi bölümlere
yerleşebileceklerine dair yol gösterdi.
Program kapsamında, öncelikle üyelerimizin çocukları ve yakınları 9 Temmuz Çarşamba günü Vişnelik’te konuk
edilerek bölüm tercihleri konusunda
bilgilendirildi. Her bir öğrencinin puan
durumunun ve tercihlerinin tek tek değerlendirildiği görüşmelerde, puanına
göre girebileceği yerler ve yapacağı
sıralama konusunda yardımcı olundu.
Programla aynı günlerde gerçekleşen
ODTÜ Tanıtım Günleri’nde yer alan
standımızla da Derneğimizin tanıtımı
yapıldı.
Dernekten
Üniversite Adayları ODTÜ’deydi
Üniversite adayı öğrenciler, önce kampusu gezerek ODTÜ’de öğrenci olmayı, ardından
Vişnelik’teki akşam yemeğiyle ODTÜ mezunu olmayı hayalleri arasına eklediler.
O
DTÜ’de ikinci kez düzenlenen ODTÜ Aday Öğrenci Yaz Kampı, 24 – 29 Haziran tarihleri arasında gerçekleşti. Türkiye’nin
çeşitli illerinden ODTÜ’ye davet edilen 100’ün üzerinde lise öğrencisi, önce Üniversiteyi gezerek hem üniversitenin eğitim olanaklarını, hem de kampusun sosyal ve kültürel olanaklarını gördü; ardından Vişnelik’te yedikleri akşam yemeği
ile ODTÜ’den mezun olduktan sonra belki de kendilerinin de içinde yer alacağı topluluğu ve Derneğimizi görme fırsatı buldu.
Kendilerine uygun üniversite ve lisans programını seçmeleri gereken bu zor süreçte, doğru karar vermelerine yardımcı olacak bu
programla, öğrenciler kampusta kendileri için düzenlenen bir dizi akademik ve sosyal etkinliğe katıldı.
Vişnelik’te Caz Konseri
17
. Uluslararası Ankara Caz Festivali, daha önceki festivallerde de Ankaralıların coşkuyla alkışladığı Kerem Görsev Trio ve Ayhan Sicimoğlu’nu Vişnelik’te buluşturan muhteşem bir konserle
kapanış yaptı. Efsane isimlere vokalde Türk cazının en sevilen seslerinden Elif Çağlar ve Latin
All Stars’ın yeni solisti Suami Ramirez eşlik etti. İlerleyen saatlerde başlayan yağmurla birlikte devam
eden konserin sonunda caz ustaları sahneden caz severlerin alkışlarıyla indi.
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 15
Dernekten
Aysun BÜYÜKCENGİZ
Vişnelik’te “Gözdağı” Gösterimi
ve “Gezi” Söyleşisi
G
ezi Direnişi’ni, üzerinden bir yıl geçtikten sonra, Can Dündar’ın kaleme aldığı “Gözdağı” belgeseli ile 4 Haziran
Çarşamba günü ODTÜ Mezunları Derneği
Vişnelik Salonu’nda hatırladık. Gezi Direnişi
sırasında yaralanan onlarca gencimizden,
gözünü kaybeden 6’sının hikayesini anlatan
belgeselin gösteriminden önce, Doğan Tılıç
(SOC’85) ve Tarık Şengül (CP’86)’ün konuşmacı olarak katıldığı, kolaylaştırıcılığını Derneğimiz üyesi Ali Dalgalı(PHYS’97)’nın üstlendiği söyleşide Gezi ve sonrasındaki süreç
konuşuldu.
İlk sözü alan Doğan Tılıç, Gezi sürecine
ve sonrasına nasıl yaklaşılması gerektiğine
değindiği konuşmasında, gazetede Gezi olaylarının ideolojik olup olmadığını sorguladığı
“Ruh Puf” başlıklı yazısında “Gezi olayları
ideolojik miydi?” diye sorduğunu, o günlerde iktidarın “Orada her şey bedava, her şey
meşru ve mübah” dediğini hatırlattı. Bu sözün
haklı olduğunu dile getiren Doğan Tılıç, Gezi
Hareketi’nin aynı zamanda paranın ortadan
kalktığı bir dayanışma hareketi olduğunu ifade etti. Gezi Hareketi sırasında yaşananları
1980 öncesi Fatsa’da yaşananlara benzeten
Tılıç, Gezi’nin “biz” unsurunun vurgulandığı
bir hareket olduğunu belirterek, bu ruhun bir
vücut bulmasının gerekliliğini “Kendimizi, tekliğimizi aşan bir vücut bulmalıydık. Gezi böyle
oluştu ve bu gezi ile başarıldı. Kitle, kendini
aşmıştı” diyerek ifade etti. Gezi Hareketi’yle
bir araya gelen topluluğun birbirleri ile kurdukları iletişime ve birbirlerini anlayarak bir
arada durmalarına da değinen Doğan Tılıç,
Gezi Hareketi’nde birbirini görenlerin değil,
birbirleriyle görüşenlerin bulunduğunu “Orada
birbirine bakan, ama aynı zamanda karşılıklı
olarak birbirini görenler vardı” diyerek söyledi.
Gezi Direnişi’nin analizi ile konuşmasına
başlayan Tarık Şengül, iktidardan rahatsızlık duyan, ancak kurumsal yapıların içindeki
16 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
muhalefetin de kendisini temsil etmediği sonucuna varan kitlenin sokağa çıktığını ifade
ederek, toplumsal alanın bir anda siyasal alanın kendisine dönüştüğünü dile getirdi. Toplumsal alanının sonsuza kadar siyasal alan
olarak kendini üretmeye devam edemeyeceğini, dolayısıyla bu taleplerin siyasal alanda
temsile dilmesi gerektiğini belirten Şengül,
Gezi’yle birlikte toplumsal alanda büyük sorunlarımızın olmadığının, asıl sorunun siyasal
alanda olduğunun ortaya çıktığını söyledi.
Gezi Direnişi ve 17 Aralık Operasyonu’ndan
örnekler veren Tarık Şengül, bu olayların ardından gidilen yerel seçim öncesi muhalefetin yolsuzluk dosyalarını ön plana çıkararak
Gezi taleplerini hiç konuşmadığını hatırlattı.
Gezi taleplerinin yerel seçim sürecinde konuşulmaya çok uygun konularken gündeme
getirilmediğinin altını çizen Şengül, seçim sürecinde gündemde olan yolsuzluk konusunun
da Gezi Parkı ile ilişkisinin görmezden gelindiğini ifade etti. 10 yıl önce kentsel sorunlarla
ilgilenen toplumcu insanların kentlerin rant
kaynağına dönüştüğünü ve bunun siyaseti finanse etme yöntemi olduğunu söylediğini ve
bugün de aynı durumda bulunulduğunu belirten Şengül, gelinen noktada bir yerel seçim
sürecinde Gezi taleplerinin bir adayın programına alınmamasını Gezi olaylarının siyasal
alana taşınmayarak toplumsal alanda bırakılması olarak değerlendirdi. “Siyasal alana
taşınamaması ve gerekli etkiyi yaratamaması
açısından Gezi bir olay değildir” diyen Tarık
Şengül, tarihte Gezi gibi olay olarak görünüp
hiçbir etki yaratmayan, bazı durumlarda da
iktidarın kendini sürdürebilme aracı haline gelen olaylar bulunduğunu söyledi. Şengül, bu
noktadan sonra gezinin bir olay olup olmayacağını belirleyecek asıl öğenin, siyasal alanın
Gezi taleplerini toplumsal alandan alıp siyasi
mücadelenin parçası haline getirip getirmeyeceği olduğunu belirterek, Derneğimizin de
içinde bulunduğu sivil toplum kuruluşu ve demokratik kitle örgütleri, partiler ve tüm hareketlerin bundan sonraki en önemli görevinin
Gezi ile toplumsal alanda ortaya çıkan devrimci tavrın siyasal alana taşınması olduğunu
sözlerine ekledi.
Konuşmaların tamamlanmasının ardından Can Dündar’ın hazırladığı “Gözdağı”
isimli belgesel izlendi. Belgeselin ardından
ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu
Başkanı Himmet Şahin kapanış konuşması
yaptı. Etkisi hala süren Gezi’nin taleplerini
bir kez daha hatırlattığı için Can Dündar’a teşekkür ederek konuşmasına başlayan Şahin,
Gezi’de talep edilen özgürlük, eşitlik ve barışın hayata geçirilmesi dileklerin ifade ederek,
“Bu da ancak Gezi ile başlayan süreçte oluşan bilinç devam ederse gerçekleşir” dedi.
Dernekten
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 17
Yaz Kampı Devam Ediyor
Dernekten
18 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
H
er yaz Vişnelik’i cıvıl cıvıl
çocuk sesleriyle dolduran
Yaz Kampımız, yoğun ilgi
ve katılımla tamamladığı
ilk döneminin ardından, ikinci dönemde de tüm eğlencesiyle sürüyor. Yüzme, tenis, futbol, basketbol,
badminton, voleybol, su oyunları,
jimnastik, resim, müzik, okçuluk,
eskrim gibi pek çok kültürel ve sportif faaliyetle hem çocukların eğlenmesini, hem de farklı alanlarda yeni
bilgiler edinmesini sağlarken, çadırlı
kamp etkinliği programa ayrı bir renk
katıyor. Halen ikinci dönemi devam
eden iki haftalık kampımız, Ağustos
ayında da üçüncü ve dördüncü dönemleriyle yaz sonuna kadar çocuklarımızı bir araya getirecek.
Dernekten
Burs ve Yardımlar Komitesi’nden
Burs Fonu yararına
satışı devam
etmektedir
Burs Fonu yararına
satışı devam
etmektedir
Burs Fonu’muza katkı sağlayan üyelerimize, mezunlarımıza ve ODTÜ dostlarına, bursiyer öğrencilerimiz adına
teşekkürler…
ODTÜMD BURS FONU HESAPLARI
İŞ BANKASI ODTÜ ŞUBESİ 4229-422059 HESAP
ZİRAAT BANKASI ODTÜ ŞUBESİ- EURO
IBAN:TR 81000 6400 0001 4229 0422 059
IBAN: TR39 0001 0015 3708 9762 9150 01
GARANTİ BANKASI MALTEPE ŞUBESİ 114-6299535 HESAP
İŞ BANKASI ODTÜ ŞUBESİ – USD
IBAN:TR21 0006 2000 1140 0006 2995 35
IBAN: TR81 0006 4000 0024 2293 1651 17
YAPI KREDİ BANKASI ODTÜ ŞUBESİ
ZİRAAT BANKASI ODTÜ ŞUBESİ- TL
IBAN: TR74 0006 7010 0000 0072 4153 77
HESAP NO: 35439496-5001
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 19
Dernekten
Yıldızların
Altında
Film Şöleni
ODTÜ Mezunları Derneği, bu yaz da
sizleri Vişne Bahçesi’nin serinliğinde,
yaz aylarının nostaljik eğlencesi yazlık
sinemalarla buluşturmaya devam ediyor.
Birbirinden güzel filmlerden oluşan programımız, 8 Temmuz Salı akşamı İran yapımı
“Sükut” filmiyle başladı. “Hayatın Lezzeti”
ve “Cyrano de Bergerac”la devam eden Yıldızların Altında Film Şöleni, bu yaz da Salı
ve Perşembe akşamlarına renk katıyor…
20 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Dernekten
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 21
Dernekten
visnelik
izlencesi
GÜNÜN MÖNÜSÜ
HAFTA ‹Ç‹
HERGÜN
12:00 - 14:00
20 TL
PAZARTES‹
A’la Carte Mönü
Vişnelik’te Havuz Serinliği
Devam Ediyor...
SALI
A’la Carte Mönü
ÇARŞAMBA
A’la Carte Mönü
PERŞEMBE
A’la Carte Mönü
CUMA
A’la Carte Mönü
Tango Milonga
Geceleri
Başlıyor…
CUMARTESİ
Yaz aylarının özlemle beklenen Tan-
A’la Carte Mönü
go Milonga Geceleri 02 Temmuz
Çarşamba günü saat: 21.00’de
PAZAR
AÇIK BÜFE
KAHVALTI
Vişnelik Havuzbaşı’nda başlıyor. Sizleri, tutkunun dansla, estetikle buluştuğu bu
geceye sevdiklerinizle
birlikte davet ediyoruz.
Her Çarşamba
Saat:21.00
22 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Şeker Bayramınız
Kutlu Olsun...
10:30 - 13:30
Üye: 27,5 TL,
Katk› Payl› Üye: 22 TL,
7-12 Yafl: 18 TL
(0-6 Yafl Ücretsiz)
Dernekten
KOLEKSİYON – KOLEKSİYONCU 2
Koleksiyonculara Tavsiyeler
- Bütçene göre branş seç
- Acemilikte gereksiz alımlar yapma
- Alacağın ürünün sahte olup olmadığından
emin ol
- Saklama, sergileme imkanlarını göz önünde bulundur
- İlk objeden itibaren kayıt tut, düzgün ve
detaylı kayda al
- Yaptığın koleksiyon hakkında araştırma
yap, rakip koleksiyoncuları takip et.
- Koleksiyonunu kendine saklama, mümkün olduğu kadar duyur ve sergile.
Koleksiyona başlama
1. Ne koleksiyonu yapmalıyım?
Ana tema ne olacak, nereye kadar yayılacak?
2. Kaynaklar, nereden temin edebilirim?
- Lokal antikacılar - Müzayedeler
- Hurdacılar
- İnternet marketler
- Antika pazarları - Hediyeler, miras
- Spesifik fuarlar
3. Dikkat edilecek hususlar
- Sahte ve taklitler
- Eklemeli oluşturulmuş setler
- Eksik koleksiyonlar
4.Araştırma
- Fiyatı, üreticisi, malzemesi, dönemi, kondisyonu, kullananı, vs.
- Katalogu, kitabı - İnternet siteleri
- Müzeler
- Müzayede katalogları
- Uzman kişiye danışma
Koleksiyon Tanıtımı
- Sergi
- Fuar katılımı
- Müzayede
- Toplantı
-Yayın
24 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Koleksiyoner Uzmanlık hizmetleri
- Onarım, bakım hizmetleri
- Değer tespiti
- Şahitlik, izleme
- Koleksiyon saklama hizmeti
- Müze oluşturma, sergileme malzeme seçimi
- Nadir obje tanıtımı
-Danışmanlık
- Kategorilere ayırma servis
- Müze rehberliği
Koleksiyonculukta Kayıt Tutma
- Kart kataloglar (Numara ile tanım)
- Sınıflama dosyaları (Kart katalog + bilgi evrağı)
- Edinme / Nesne dosyaları
Fatura, fotoğraf, kondisyon kaydı, onarımı
- Üreten / Sanatçı dosyası
- Köken / bağışçı dosyası
- Sergi dosyaları
- Fotoğraf dosyası
Koleksiyona Zarar Veren Faktörler
-Nem
Metal objelerde korozyon (paslanma)’ya neden
olur.
Camlarda matlaşma ve çatlama yapar.
Boyalar silinebilir
Organik, çatlama, kırılganlaşmaya sebep olur.
%60 – 70 nemde küflenme olur, böcek çeker,
güvelenir.
- Sıcaklık
Organik nesneler ısı değişikliliklerinde uzama,
kısalma, genleşme, bozulmaya uğrarlar. Bant,
reçine, vernik, tutkal, selüloz asetatlı filmler da
yumuşama, kırılganlaşma görülür. Fotokimya-
sal reaksiyonla boya solması olur. Deriler çürür,
plastikler bükülür.
-Kirlilik
Gazlar – CO, H2S, NOX
Havadaki parçacıklar – is, kurum, kül, tozlar
sergileme, depolama, paketleme malzemeleri
- Ahşap, metal, PVC, tutkal, silikon, gazete
kapıda, karton vb.
Temasla bulaşan kirler – parmak yağları, temizlik ürünleri, vs.
Koleksiyonun Korunması
-Deprem
Devrilme, kırılma, üzerine başka bir cisim düşmesi rafın – dolabın hasarı
- Yanlış bakım
*Koruyucu vernik, boya kazınmalıdır, aşındırıcılarla temizlenmemelidir.
*Metal cilaları köşeleri, figürleri aşındırır.
*Solventlerle silme plastikleri bozar.
Koleksiyon türüne göre özel şartlar gerekiyorsa da, ideal ortam şartları:
- 18-24 °C ortama ve sabit sıcaklık
- %50’nin altında bağıl nem, aktif nem kontrolü
- Kirletici gazdan uzak
- Toz, is olmayan bir ortam
- Formaldehitsiz ahşap, tercihen MDF
- Düşük VOC’lu boya
- Asitsiz kağıt ve kumaş
- UV filtreli aydınlatma
- % 98 UV geçirimsiz, antireflekte müze camı
- Objeler veya dolap, vitrin mümkünse sabitlenmelidir.
İlginç Koleksiyonlar, Birkaç örnek
- Güneşin batışı kartpostalları - Ses koleksiyonu
- Vampir avcısı seti (Metal hac, kutsal yağ ve
su, İncil, tabanca ve gümüş kurşunlar, ayna
mum, sarımsak, tahta kazıklar )
- Küçük Prens ( Kitaplar , objeler, resim ve
fotograflar )
- Kaktüs
- Potin bağı çekeceği Joker
(oyun kağıdı) - Porselen tuzluk
- Otobüs bileti -Jilet kabı - Gazoz kapağı
- Osmanlı Tuğla
Ünlü Koleksiyoncular
Rahmi Koç – İstanbul ve Ankara Rahmi Koç
Müzeleri
Ali Koç – İmzalı kitap
Sakıp Sabancı
– Sabancı Müzesi – Ferman, hat
Suna - İnan Koç – Pera Müzesi – Anadolu
ağırlık ve ölçüleri
Güler Sabancı – Selçuklu eserleri
Lucien Arkas- Arkas deniz tarihi müzesi
Cem Mahruki – Osmanlı, Cumhuriyet paraları, nişan ve madalyalar….
İzzet Kırbaş – Telefon Kartı
Sunay Akın – Oyuncak Müzesi
Bülent Eczacıbaşı - Pul
Jeff Hakko – Dalgıç elbiseleri Hilmi Nakipoğlu
– Fotoğraf Mak. Müzesi
Ediz Hun – Kaktüs koleksiyonu
İzzet Günay – potin bağı çekeceği koleksiyonu
Opera Sahnelerinden
Haluk DİRESKENELİ (ME’73)
Carmen
Operası
Ankara Devlet Opera Sahnesi’nde
C
armen operasının konusu
1830’larda İspanya’da geçmiş. Romancı- hikayeci Fransız yazar Prosper Merimee, olayı ilk
ağızdan zindanda idam hükmünü
bekleyen suçludan (DonJose) dinlemiş, hikaye haline getirmiş. Operanın metnini bu hikayeden faydalanarak, Henri Meilhac ve Ludovic
Halevy ortak yazmışlar. Georges Bizet unutulmaz müziğini bestelemiş.
Paris eleştirmenleri ilk sahnelenmeyi hiç beğenmemişler, öncelikle konusunu o dönem için ahlaka
mugayir bulmuşlar. Baştan çıkarıcı,
şuh, çapkın, alaycı, güzel kadın ve
onu ölümüne seven bir erkek. Bizet,
ilk sahnelenmeden (3 Mart 1875) 3
ay sonra hayata veda etmiş. Konu bugün artık
evrensel oldu, kimseyi rahatsız etmiyor. Opera
dünyanın en çok sahnelenen, en sevilen eserlerinden biri durumunda.
Sinema filmi çekim çerçevesi, göstermeci
yorumu vurguluyor ve seyirciye verilen,
“Bu gösterdiğimiz gerçek yaşam değil, rol yapan oyuncuların oluşturduğu bir sahne eseridir”,
mesajını gönderiyor.
Günümüzde Carmen rolünü en iyi oynayanlar Elina Garanca, ve Angela Gheorghiu. Premier
akşamı inanılmaz yeni genç bir ses dinledik.
Milano’da yaşayan “Perihan Asude Karayavuz”, gerçek bir Diva olma yolunda. Tiyatral yeteneği, dans kabiliyeti, “Carmen” aryalarına ses ve
gırtlak hakimiyeti mükemmeldi. Son iki sahnelemede seyretmediyseniz, geçmişler ola.
Aynı karakter için Ferda Yetişer ve Nesrin
Gönüldağ ileriki günlerde sahne alacaklar.
Carmen başkarakterinin yanında Micaela
rolünde Esin Tanıllı ve Tuğba Mankal, Frasquita
rolünde Görkem Ezgi Yıldırım, Mercedes Ezgi
Karakaya, harika oynadılar. Rollerini güzel seslendirdiler, tiyatral özellikleri çok iyiydi.
DonJose, İspanyol tenor Enrique Ferrer,
Premier gecesi rolünün hakkını tam verdi. Tenor
Lorenzo Mok Arranz aynı karakter için 30 Nisan
gecesi sahneye çıktı. Son cinayet sahnesini çok
gerçekçi oynadı.
Orkestra ve koro görevlerini harika yaptılar,
üyelerini tek tek kutluyorum. 26 ve 20 Nisan geceleri orkestrayı Rengin Gökmen yönetti.
Opera, sahnede - perdede film öncesi tanıtım jenerikleri ile başladı. Bale yapan Carmen ve
DonJose rolündeki balerinleri takip eden sinema
kamerasıyla devam etti. Sonunda Carmen ve
DonJose öldü, kamera olaya yaklaştı ve perde
kapandı.
Birinci perdede tütün fabrikasında çalışan
genç kızların güvenlik güçleri ile çatışma sahnesi, günümüze belirgin göndermeler yaptı. İkinci
perdenin başında sadece Flamenko dansı yapan
dansçıların ayaklarını gösteren perde düzeni enteresandı.
26 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Daha sonra diskoya dönüşen üst platformda Flamenko dansı, gitarla hoparlörden verilen
Flamenko ezgileri oyuna zenginlik katmış. Opera müziği dışından ekleme olmuş. İkinci perdede daha sonra sahne alan Escamillo (Toreador)
İnanç Makinel (26/4) ve Cem Baran Sertkaya
(30/4) güçlü sesleri ile rock yıldızı gibiydiler. Parıltılı konfetiler, projektörler, değişik renkli bir müzik
hall, diskotek ortamı yarattı.
Dansçıların ikinci perde sonunda sıralanıp
arkalarındaki yazı “Liberte” olunca, “Ne alaka?”
dedik. Bu mesaj ile nereye gönderme yapılıyor,
net anlamadık.
Üçüncü ve dördüncü perdeler birleşmiş.
Sahnelemede yeni eklemeler olunca ister istemez oyun uzamış. Çare, üçüncü arayı kaldırmak
olmuş. Opera zaten çok uzun. Oyunu uzatmak
değil, tersine kısaltmak lazım. Normalde 2.5 saat
net süresi olan eserin, bizde 3 saati geçmesi seyirci açısından seyir zorluğu taşıyor.
Premier akşamı eserin sonunda DonJose karakteri, Carmen’nin kafasındaki sarı peruğu kaptı,
Carmen’i yere yatırdı, sarı peruğu ve tüylü etolü
yastık gibi kullanarak Carmen’i boğdu, havasız
bıraktı, öldürdü, sonra bıçağı çıkardı, kendi kalbine sapladı, intihar etti. Bu yeni bir yorum, ancak
doğru bir yorum değil.
Dağdaki fal sahnesinde Carmen “ikimiz için
de ölüm görünüyor” deyip durmuyor muydu? Don
Jose’nin ölümü/ intiharı gereksiz, doğru değil.
Bildiğimiz “son” değişmemeliydi. 30 Nisan akşamı ikinci sahnelemede, kaçınılmaz son, bıçakla
geldi, yine de DonJose ölmemeliydi, diyoruz.
Günümüzde artık Reji’de ciddi manipülasyonlar, değişiklikler, yeni yorumlar olabiliyor. Yine
de ana yapının aslına, orijinal metne, uygun prodüksiyonlar- uygulamalar yapmamız gerektiğine
inanıyoruz. Radikal değişiklikler için henüz hazır
değiliz. Tespihli ve sarı peruklu bir Carmen, rejide
değişik bir süsleme olabilir.
Ellerinde şemsiyelerle dağ bayırda yürüyen
bir kaçakçı konvoyu gerçekçi olmaz. Şemsiyeler
ters dönünce sahne dağ başı etkisi veriyor, ama
bunu parter algılayamaz, olayı sadece balkondaki seyirci görüyor. Carmen’in kastanyetlerle dansında yanlışlıklar var. Kastanyet sesi aşağıdan
geliyor ama hiç olmazsa Carmen’in
elinde de olsa iyiydi, kendisi de çalıyormuş gibi yapmalıydı. Ayakkabılarını eline alıp platforma Flamenko
makamında elleriyle vurması doğru
olmamış.
Çocuk korosundaki çocukların
anne ve babaları tüm balkonu ve
parter kenar boşlukları doldurdular.
Bolca görüntü ve ses kaydı yaptılar,
oyun sonunda çılgınlar gibi çocuklarını alkışladılar. Bundan yıllar öncesinde ben de onlardan biriydim.
Oğlum sahnede iken balkondan
seyrederdim. Her bir operayı defalarca seyrettim. Şimdi yeni analar
babalar operayı doldurdu. Onlar da
opera sever olacaklar.
Çocuk korosu şefi “İpek Böler” çok hoş sevecen güzel bir yönetim yaptı.
Yurdum insanına ait kafa yapısıyla aykırı bir
eleştiri yapalım.
“Carmen’i neden öldürüyorsunuz? Ortalıkta
kadın cinayetleri var, domestik şiddet var, kadına
karşı fiili müdahale var, paralel yapı var oluyor.
Yurdum erkeği milleti Carmen’i görünce etki altında kalıyor, gidiyor boşanmak isteyen karısını
bıçaklıyor. Bu operaların RTÜK’ü yok mu, kadına
karşı cinayet ve şiddet temalarının halkı olumsuz
etkilediğinin farkında değiller mi!?”, diye aklınızdan geçmiyor mu??
Böyle bir aykırı yorum gelirse hazırlıklı olun.
Gelirse hiç şaşırmayın.
Texas, Houston Grand Opera House’ta Mayıs ayı içinde Carmen var, yorumlar gelmeye
başladı. Rejide değişik yorumlar var, ama sonu
bildiğimiz gibi bitiyor.
Aynı opera Cincinati, Barselona, Beijing,
Hamburg ve Berlin’de de sahne alıyor.
Sanatçıların teatral ve ses performansları
mükemmel. Dekor makul, kostümler göz alıcı. Genç Yönetmen Recep Ayyılmaz, bu büyük
prodüksiyonu sahnelerken alışılmış kalıpları çok
zorlamış. Oyun süresi uzun, karakterler yoğun,
sahne kalabalık, eser çok bilinen ve sevilen. Çok
bilinen çok sevilen bir klasik eser için, zor bir
sahnelemenin altından kalkan ve yaptığı modern
kurgu ile çok konuşulacak ciddi eleştiri riski alan
genç yönetmenimizi yürekten kutluyorum.
Kendisinden yeni operalarda, yeni çalışmalar, yeni sahnelemeler bekliyorum.
Bir oyuna hiç ses- hiç yorum/eleştiri gelmemesi iyi değildir.
Biz eleştirmenler her sahnelenmeyi, her yorumu beğenmek zorunda değiliz.
Kendinize fırsat yaratın, mutlaka görün. Yorumunuzu bana yazın.
Yeni sezonun başlamasıyla birlikte Opera
Sahnelerinden sayfalarında yeni temsillerle ilgili
yazılar bulabilirsiniz…
Selam ve saygılar
Dernekten
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 27
Dernekten
ODTÜ Satranç Kulübü 1. Lig’de
ODTÜ Satranç Kulübü ile Vişnelik’te bir araya gelerek 1. Lig’e yükselmelerini konuştuk.
O
DTÜ Mezunları Derneği ve Makina
Mühendisleri Odası’nın sponsorluğunu
üstlendiği ODTÜ Satranç Kulübü 2013
– 2014 Türkiye Kulüpler Şampiyonası’nda
üçüncü olarak gelecek yıl 1. Lig’de oynamaya
hak kazandı.
Konya’da 23 - 29 Haziran tarihleri arasında düzenlenen Türkiye Kulüpler Şampiyonası
tamamlandı. Makina Mühendisleri Odası ve
ODTÜ Mezunları Derneği sponsorluğunda
turnuvada mücadele eden takımımız üçüncü
olarak Satranç 1.Ligi’ne yükseldi. Turnuva’nın
ardından Ankara’ya dönen takım, Derneğimizi ziyaret ederek katkılarından dolayı Yönetim
Kurulumuza bir plaket sundu.
İki aşamadan oluşan şampiyonanın
Ankara’da 14 takımın katılımıyla gerçekleşen ilk aşamasını ikinci olarak tamamlayan
ODTÜ Satranç Kulübü, 48 kulübün yarıştığı
Konya’da gerçekleşen ikinci aşamada üçüncü oldu. Bu başarıyla 1. Lig’e yükselen ve
ODTÜ’nün tanıtımına da katkıda bulunan
topluluğumuzun sporcularıyla yaptığımız söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.
- Şampiyonaya nasıl hazırlandınız?
Burak ÖZALP: Sınavlarımız olmadığı sürece antrenörümüz Yakup Bayram’la çalıştık.
Turnuva öncesi iki haftalık bir kamp yaptık.
Turnuva sırasında da bilgisayarla da oynayarak rakiplerimize hazırlandık. Bizim oyuncularımızın çoğu milli takımda oynamış oyuncular.
Örneğin Ataman onlardan biri. Çok önemli iki
maçımızı, birinci ve ikinci olan kulüplere karşı
oynadığımız maçları oynadı.
- Hem turnuvalar, hem okul, sınavlar
vs. Hazırlanmak zor olmadı mı?
Ödül KESRE: Turnuvadan altı yedi ay
önceye kadar takım kurup turnuvaya çıkmayı
28 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
konuşmamıştık bile. Takıma baktık, kadromuz
zengin, ama derslerimiz yoğun vs. Konuşup
hazırlandık. Bir okul takımı olarak başarı göstermek ayrı bir durum. Çünkü orada işi yalnızca satranç oynamak olan ekipler var.
Ege OKAY: Ankara’daki maçlarda sınavların etkisini yaşadık. İlk oturum okulda İngilizce sınavı ile çakıştı. 5 – 6 kişinin sınavı var.
Her maça farklı bir kadroyla çıkmak zorunda
kaldık.
- Takım kaç kişiden oluşuyor?
Efe OKAY: Toplam kadromuz 17 kişi. Oraya 12 kişilik bir kadroyla gittik. Yaş ortalamamız 19 – 20. Hepimiz genç kategoride olduğumuz için alternatifimiz çoktu. Bu da avantaj
oldu.
Ataman AYDOĞDU: Biz üçüncü olduk,
ama bence olabileceğimiz en iyi noktaya geldik. Çünkü kulüpler ligde oynarken transfer
ücretleriyle oyuncu getirir. Bu anlamda bizim
takım farklılık gösteriyor. Yalnızca sponsor
desteğimiz var. Katılan diğer kulüplerin bütçelerinin dörtte birine sahiptik.
“ODTÜ olduğumuz için takımda kalmak isteyen oyuncular var”
- Artık 1.Lig’desiniz…
Efe OKAY: Önümüzdeki yıl her sene
iki turnuvanın yapıldığı ligde oynayacağız.
Turnuvalar birer hafta civarında sürüyor. 1.
Lig’den sonra hedef Süper Lig. Tabii daha
fazla maddi kaynağa ihtiyacımız olacak, çünkü en azından bir yabancı oyuncu ve bir kadın
oyuncu gerekecek.
Ataman AYDOĞDU: 1. Lig’de her takımın
iki yabancı oyuncu oynatma hakkı var. Bir de
öyle bütçeleri var ki, on gün için bir oyuncuya
3 – 4 bin TL verebiliyorlar. Rekabet edebil-
memiz için bir şeyler yapmamız gerekecek.
Biz daha önce de Süper Lig’de oynadık.
Türkiye’nin en iyi oyuncuları yalnızca annesi
– babası ODTÜ’lü olduğu için diğer takımlardan alacağı paraların dörtte biri, beşte biri
fiyatına oynadı. Oyuncuların bazıları ODTÜ
olduğumuz için diğer takımda üç katını alabilecekken ben bu takımda kalmak istiyorum
diyebiliyor. Kadrosu böyle oluşan tek takım biziz. Diğer takımlarda oynayan arkadaşlar bize
gelip seneye bizi takıma alın diye transfer teklifinde bulunuyorlardı.
- Üniversite adaylarına da ODTÜ’yü tanıtmış oluyorsunuz…
Efe OKAY: Daha önce 16 yaş grubunda
oynayan iki arkadaşımız artık ODTÜ öğrencisi.
Burak ÖZALP: Biz başarımız ve duruşumuzla katıldığımız turnuvalarda ODTÜ’yü çok
iyi temsil ediyoruz bence. Örneğin Konya’da
takımları çok alkışladılar evet, ama bizim takım daha farklı alkış aldı.
Ataman AYDOĞDU: 16 yaş altı masalarında oynayanlar genellikle aileleriyle geliyorlar. Satranç topluluğumuzu görüp bizi tanıyınca ODTÜ’ye karşı bir sempati oluşuyor.
“Çocuklar kendi kendilerine bir şeyler başlatmışlar, hepimizi de geçtiler” diye bakıyorlar.
- ODTÜ’lü olmayanlar topluluğa nasıl
dahil oluyor?
Zümrüt YILMAZ: Ben 16 yaş altı kategorisinde yarışıyorum. ODTÜ’lü değilim. Hepimiz yıllardır satranç oynuyoruz ve dolayısıyla
katıldığımız başka turnuvalardan tanışıyoruz.
Efe OKAY: 16 yaş kategorisinde oyuncuya
ihtiyaç olunca aklımıza ilk Zümrüt geldi mesela.
Başka üniversitelerden arkadaşlar da var.
Dernekten
Tenisçilerimiz Ödül Getirdi
A
nkara
Tenis
Kulübü’nde 16 - 21
Haziran 2014 tarihleri arasında düzenlenen 8
– 9 – 10 Yaş Yaz Kupası 1
Turnuvası’nda finale kadar
yükselen Vişnelik Tenis Eskrim Spor Kulübü oyuncuları
Defne Şeker ve Arda Necipoğlu 9 yaş turnuvasını ikinci
olarak tamamlayarak, kupa
ve madalyalarını aldılar. Turnuvada, 9 yaş turnuvasında
7, 8 yaş turnuvasında ise
2 oyuncumuz olmak üzere
toplam 9 oyuncumuzu mücadele etti. Oyuncularımızı,
velilerimizi ve antrenörlerimizi yürekten tebrik ediyoruz.
Eskrim Türkiye Şampiyonası’nda
Ödül Aldık
Vişnelik Eskrim Spor Kulübü, 21 yarışmacısıyla katıldığı Eskrim Türkiye Şampiyonası’nda gençler, yıldızlar,
süper minikler ve minikler kategorilerinde toplam dokuz ödül kazandı.
İ
zmir’de 30 Mayıs’ta başlayarak 1 Haziran’da tamamlanan karşılaşmalardan
oluşan şampiyonada, Yalın Şahin Gençler Türkiye Şampiyonası’nda üçüncülük, Yıldızlar Türkiye Şampiyonası’nda birincilik; Deniz Aralan Yıldızlar Türkiye Şampiyonası’nda üçüncülük madalyası getirdi. Aynı tarihlerde karşılaşmaları
gerçekleşen Süper Minikler Türkiye Şampiyonası’nda sporcularımız Bilgehan
Şahlan ikinci, Ahmet Turgut Taflan ve Aysu Zeynep Çelebi üçüncü, Semih Ali
Arıduru beşinci oldu. Minikler Türkiye Şampiyonası’nda ise Defne Tanrısınıbilir
üçüncü, Selin Özkan beşinci oldu.
Vişnelik Eskrim Spor Kulübü Yönetim Kurulu Başkanı Sonay Şahin, yılda bir kez
düzenlenen eskrim şampiyonasında elde edilen bu başarının çok değerli olduğunu dile getirerek, eskrime başlama konusunda bilgi verdi. Başlama yaşının 7
yaş civarında olduğunu belirten Şahin, bir sporcunun 9 yaşında lisans alarak yarışmalara katılabildiğini söyledi. Sonay Şahin, kulüp çalışmalarının önümüzdeki
dönem de devam edeceğini ve yeni katılımcıları beklediklerini sözlerine ekledi.
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 29
Dernekten
Teknoloji
Adil HİNDİSTAN (CE’93), Twitter: @AdilHindistan
T
“Her Şeyin İnterneti”
eknoloji dünyasında 3 - 4 yıl önce dillendirilmeye başlanan “The Internet of
Things” (IoT) ya da biraz daha anlamlı
olsun diye “The Internet of Everything” (IoE)
kavramı, bugünlerde daha fazla duyulmaya
başlandı. Biraz muğlak bir kavram; gelecekte
kullanacağımız tüm ürünlerin birbirine bağlandığı (Machine-to-Machine, ya da M2M) ve
bilgi alışverişinde bulunabildiği bir dünya öngörülen.
Internet, bilgisayarların birbirine bağlanması
ile oluşmuştu. Bir kaç yıl önce, akıllı telefonların satışı, kişisel bilgisayar satışlarını geçti.
Bugün dünyada 1,5 milyar civarında kişisel
bilgisayar olduğu tahmin ediliyor. 2014 yılı bitmeden akıllı telefonların toplamının bu sayıyı
geçeceği hesaplanıyor. Ancak, IoT dünyasındaki, mesela 2020 yılında 40 milyar cihazın
birbirine bağlanacağı düşünülüyor.
Biraz geriye çekilip resmin tamamını göremeye çalıştığımızda, bu muğlaklıkta 3 ana öğe
ortaya çıkıyor (gibi).
IoT dünyasında verinin Bulut’ta tutulacağı
düşünülüyor. Öte yandan ag dünyasının devi
Cisco’nun ön gördüğü “fog computing” dünyasında, veri üretildiği yere yakın yerlerde
tutuluyor. Kim doğru bilemiyoruz ama şöyle
düşünebiliriz belki: Yeni teknolojiler ortaya
çıktığında, bunlara karşı ilk insanların aklına
gelen sorulan güvenlik ve mahremiyet konularında oluyor. Bunlara yeterince tatmin edici
cevap verebilen teknolojilere geçilmesi daha
kolay oluyor. Facebook/Google önümüzde bir
emsal ise, eğilim Bulut’a doğru diyorum ben.
3) Verinin analizi ve kullanıcıya sunumu
Bulut şirketleri “Big data” ile çalışmayı biliyor.
Ancak IoT dünyasında veri insanlar değil sensorlar tarafından üretilince bugünkünden kat
be kat fazla veri toplanacak. Bu verilerin analizi, anlamlı hale getirilmesi gerekecek. Belki
bir web sayfası belki de akıllı cihazlarla bu
bilgiye erişebiliyor olacağız. Bu ham datayı işleyip kullanılabilir halde sunabilecek, belki de
henüz doğmamış şirketlerin geleceği parlak.
Böyle bir dünya, üzerinize giydiğiniz kıyafetlerden, üzerinde yattığınız yatağa, beyaz eşyanızdan, soluduğunuz havayı şekillendiren
cihazlara, otomobilinizden trafik ışıklarına ve
hatta belki üzerinde yolculuk ettiğiniz yolların
kendisine kadar aklınıza gelebilecek ve büyük
bir ihtimalle şu anda hayal edemeyeceğimiz
her şeyi içeriyor.
1) Verinin üretilmesi:
PC ve akıllı cihazlar (telefonlar + tabletler), genelde insanların veri ürettiği yerler. Düşünün,
baktığınız resimleri, videoları; dinlediğiniz
müzikleri, okuduğunuz yazıları, kullandığınız
uygulamaları ya siz ürettiniz, ya da başkaları,
ama işin içinde hep bir insan faktörü vardı.
IoT dünyasında ise verileri daha çok cihazlar
üretecek. Sensorlar maddelerin ve sizin durumunuzu ölçecek, olan biteni kaydedilecek
ama bunun için sizin bir çaba göstermeniz
gerekmeyecek.
2) Verinin depolanması
2013
yılında
Bulut’un
öncülerinden
Amazon’un S3 adını verdiği depolama sistemindeki objelerin (1 obje = 0KB - 5TeraByte)
sayısı 2Trilyonu geçti. Bulut’ta tutulan toplam
veri miktarının 1ExaByte (1 milyon TeraByte)
olduğu tahmin ediliyor.
30 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Bir de tabii IoT’nin “I” yani ag kısmı var. Öyle
ya, milyarlarca sensorun sürekli veri ürettiği
bir ortamda, nasıl bir network bunca veriyi Bulut’a taşıyacak? Bu konuda da henüz
endüstrinin üzerinde anlaştığı bir teknoloji
yok. 3G/4G/LTE gibi mobil data (cell) teknolojilerin en önemli avantajı sürekli bağlantıda
(online) olmaları ama Wi-Fi teknolojilerinin
yaygınlığını ve yaratıcılığını da unutmamak
lazım. Geçen ay 802.11ac ve 802.11ad WiFi standartlarından bahsettik ama bu teknolojiler, pille çalışan, az enerji isteyen sensor
tipi IoT cihazları için uygun değil; onun yerine
az enerji isteyen 900MHz bandında çalışacak, 1000’lerce IoT cihazını bağlayabilecek
802.11ah Wi-Fi teknolojisi geliştiriliyor.
802.11ah standardının olgunlaşması 2016’yı
bulacak gibi görünüyor ve bu standart son
kullanıcı için değil de özellikle IoT için tasarlanıyor, dolayısıyla mesela 1Km uzaktaki
merkezi istasyon ile temas halinde bulunacak
akıllı sayaçların gruplanıp belli zaman aralıklarında uyanıp toplu halde veri göndermeleri
mümkün olacak.
Tabii, IT dünyasında bazen yüksek beklentilerin
olduğu kimi teknolojiler bir türlü geniş kesimler
tarafından kabul görmüyor, bazen de görmesi
için zaman geçmesi veya gelişen farklı teknolojilerle etkileşim gerekiyor. IoT ne kadar hızlı
kabul görecek, ne zaman futuristik filmlerde
gördüğümüz teknolojiler hayatımızın bir parçası
haline gelecek hep birlikte göreceğiz.
Dosya
Prof. Dr. H. Okan ZABUNOĞLU Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Mühendisliği Bölümü
Elektrik, Gelişme ve
Teknolojiye Olan Gereksinim
Güvenilirlik - Arz güvenliği
ve çeşitliliği
Bir ülkenin elektrik ihtiyacı
günlük, haftalık..., mevsimsel olarak değişir. Ancak tüm değişimlere
rağmen daima ihtiyaç duyulan bir
minimum seviye söz konusudur;
bu güç seviyesi “baz” (temel) diye
tanımlanır. Baz güç seviyesinin
üstündeki gereksinimler “puant”
diye adlandırılır. Nükleer ve fosil
yakıtlar (kömür, doğal gaz) baz
güç seviyesinin karşılanmasında
rakipsizdirler; çünkü dış faktörlere
bağımlı değillerdir, çünkü “güvenilir” kaynaklardır. Barajlar bir başka önemli elektrik üretim aracıdır
(hidro-elektrik), ama yağış rejimlerine, su seviyesine ve kontrolüne
olan bağımlılık nedeniyle baz güçten ziyade “puant” gücün karşılanmasında kullanılırlar. Rüzgar ve
güneş gibi kaynaklar ise doğaları
gereği daha da büyük kısıtlamalar içerirler
ve daha da az “güvenilir”dirler.
Ülkemizde elektrik üretiminde doğal
gaz kullanımı çok yüksek (kabul edilemez)
düzeylere ulaşmıştır (2002’de % 40 idi,
2008’de % 50’ye çıktıktan sonra 2012’de
% 44’e geriledi). İthal bir kaynağın elektrik
üretiminde ilk sıraya yerleşmiş olmasının
çeşitli sakıncaları var. Ayrıca, her durumda
(mesela, bol miktarda doğal gazımız olsaydı bile), farklı kaynakları kullanarak elektrik üretebilme potansiyeline (arz çeşitliliği)
sahip olmanın avantajlarını dikkate almak
gerekir. Bir doğal gaz ülkesi olan Rusya’nın
elektrik üretiminde doğal gazın payı % 40’ın
altındadır. [Türkiye elektrik sektörünün dışa
bağımlılığı meselesi hakkında yeterince detaylı ve derli toplu bilgi edinmek isteyenlere
şu raporu öneririm: Türkiye Elektrik/Enerji
Sektörü Raporu, Haziran 2009, Prof. Dr.
Osman Sevaioğlu, Elektrik ve Elektronik
Mühendisliği Bölümü, ODTÜ.]
Eğer baz güç üretiminde çeşitlilik sağlamak, arz güvenliğini artırmak istiyorsak, termik (fosil yakıtlı) santrallerin yanına nükleer
santralleri eklemekten başka bir yol şu an
için görünmemektedir.
Gelişmek
Bugün (2014-Şubat) çalışır durumda olan 434 nükleer reaktörün dörtte üçü
OECD ülkelerinde (nispeten gelişmiş ülke32 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
lerde) bulunmaktadır. [World Nuclear Association, 2014]
“Gelişmişlik” yalnızca kişi başına düşen milli gelirin belli bir düzeyin üstünde
olmasıyla sınırlı bir kavram değildir; aynı
zamanda, refah seviyesi, çevre bilinci ve
risk algısının da (yaşam güvenliği düzeyi)
ortalamanın yeterince üstünde olduğu anlamını taşır. Günümüzde, insan ve çevre için
daha elverişli şartlar sağlayabilmenin yolu
da elektrik enerjisinden geçer; ve kişi başına elektrik enerjisi tüketimi daha fazla olan
ülkeler (gelişmiş ülkeler) hem insanlarına
hem de çevrelerine daha fazla özen gösterebilme olanağı bulurlar.
Kişi başına elektrik enerjisi üretimi bir
ülkenin gelişmişlik seviyesinin belki de en
önemli ölçüsüdür. 2011 itibariyle Türkiye’nin
kişi başına elektrik enerjisi üretimi dünya ortalamasının azıcık altındadır (OECD ülkeleri
ortalamasının üçte biri kadar). [TEİAŞ (Türkiye Elektrik İletim A. Ş. Genel Müdürlüğü),
Türkiye Elektrik Üretim - İletim İstatistikleri
2012.] Bu da bize basitçe henüz gidilecek
çok yolumuz olduğunu söylemektedir; yani
gelişmemiz gerek, elektrik enerjisine gereksinimimiz var ve artarak sürecek, sürmeli. Bu
açıdan, Türkiye her türlü kaynağını (kömür,
gaz, su, rüzgar, güneş vb.) kullanarak güvenli ve çevreci bir şekilde daha fazla elektrik
enerjisi üretmeyi planlamak ve yine güvenli
ve çevreci olmak kaydıyla, mevcut yelpazeye
nükleer enerjiyi eklemek zorundadır.
Teknolojik basamaklar
Amaç 5 - 10 tane nükleer reaktör ithal
edip yalnızca elektrik ihtiyacımızın bir kısmını karşılamak olmamalıdır; nükleer enerjiyi
uzun vadeli bir teknoloji edinim/transfer projesi olarak ele almak ve planları buna göre
yapmak gerekir.
Bu bağlamda, öğrenme sürecindeki basamakları hatırlatmak isterim; yukarı doğru giden bir merdivenin basamakları gibi...
Eğer sıradaki basamak koparsa, biraz
ekstra gayretle bir üst basamağa ulaşmak
mümkündür. Sıradaki ikinci basamak da
koparsa, iş biraz daha zorlaşır; daha fazla
gayret, daha büyük bir adım gerekir. Daha
da fazla basamak koparsa, sonraki basamağa ulaşmak imkansız hale gelebilir.
İçinde bulunduğumuz çağ “nükleer çağ”;
ama şimdiye dek nükleer enerjinin en önemli nimet ve getirilerinden mahrum kaldık. Bir
sonraki çağın ne çağı olacağını bilemiyoruz;
ama çok büyük bir olasılıkla nükleer çağda
edinilen bilgi ve deneyim bir sonraki çağı
hazırlamakta, bir sonraki çağda kullanılacak, lazım olacak...
Bir başka deyişle, nükleer çağda nükleer
teknolojiden yoksun kalmak merdivenin sıradaki basamağının kopması anlamına gelir. Bir akademisyen olarak temel endişem
odur ki eğer bir an önce büyükçe bir adım
atmazsak, kopacak yeni bir basamak sonraki basamağı yakalamamızı çok daha zor
bir hale getirebilir.
Dosya
Oğuz TÜRKYILMAZ (IE’73) ODTÜ Mezunları Derneği Enerji Komisyonu Üyesi,
TMMOB Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı
Türkiye’nin Nükleer Enerjiye
İhtiyacı Var Mı?
Ülkemizin elektrik talebinde, geçtiğimiz
dönemde, ekonomik krizlerin etkin olduğu
yıllar hariç; %10’lara ulaşan ciddi artışlar
oldu. Ancak bu eğilim,2012’den itibaren farklılaşmaya başladı. Talep 2011’de %9 oranında artarken, artış 2012’de %5.1 olarak
gerçekleşti. ETKB, 2013 için %5.4 oranında
artış öngörürken, talep öngörülenin dörtte
birinden az,%1.3 oranında gerçekleşti. Bu
gelişme sonrası, ETKB’nin 2014 tüketim artış tahmini %4.6 oldu. 2014’in ilk altı ayında
elektrik üretimi %2.3,geçen yıla göre artan
ithalatın da katkısıyla tüketim % 3.8 arttı.
Elektrik talebindeki bu yavaşlamaya
karşın, resmi belgelerde hala yüksek artış
tahminleri yer almaktadır. 10. BYKP, 2013
- 2018 dönemi için elektrik tüketiminde yıllık %6 oranında doğrusal bir artış öngörmektedir. Dünya ölçeğinde etkileri giderek
artan ekonomik kriz ve etkileri tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de hissedilen,
daralma ve durgunluk dikkate alındığında;
bu düzeyde bir artış beklentisi gerçekçi gözükmemektedir.
Nükleer santral yatırımlarının savunan
kesimlerin temel gerekçelerinden biri, elektrik talebinin mevcut kaynaklarla karşılanamayacağı, bu nedenle nükleer elektrik üretim santrallarına ihtiyaç olduğudur. Rakamlar, bu iddiayı doğrulamamaktadır. Haziran
2014 sonunda kurulu güç 66.632,50 MW’ye
ulaşmıştır. Ocak 2014 itibariyle lisans alan ve
yatırım sürecinde olan projelerin toplamı ise
46.000 MW’den fazladır. Mart 2014 itibariyle
EPDK lisans sürecinde olan projelerin toplamı ise 83.000 MW’ye ulaşmaktadır. Yatırım sürecindeki santrallar devreye girdiğinde kurulu güç
112.000 MW’ye varacak, lisanslama sürecindeki tüm projelerin
gerçekleşmesi halinde ise kurulu
güç, bugünkü rakamın üç katına,
196.000 MW’a yükselecektir. Lisanslama sürecindeki projelerin
tamamının değil; yarısının bile
gerçekleşmesi halinde, kurulu
güç 150.000 MW’ı aşabilecektir.
Öngörülen bu büyük kapasiteler
büyük ölçüde doğal gaza ve ithal
kömüre dayanmaktadır. Bu rakamlar, resmi makamların 2023
hedeflerinin çok üzerindedir ve
ülkenin enerji politikalarında
planlama diye bir anlayışın olmadığını göstermektedir.
Siyasi iktidarın, santral yatırımlarını teşvik ettiği hidrolik ve yerli linyit dışındaki diğer yerli ve yenilebilir kaynaklardan azami
ölçüde yararlanmayı hedeflemeyip, nükleer
santral yatırımlarında ısrar etmesi yanlış bir
politikadır. Elektrik üretimi amacıyla kullanılabilecek güneş enerjisinin henüz binde biri
değerlendirilmektedir. Rüzgar potansiyelinin
dörtte üçü, biyo yakıt potansiyelin nerede ise
tamamı, jeotermal potansiyelin yüzde kırkı
değerlendirmeyi beklemektedir.
Türkiye’ye göre çok daha ileri bir teknolojik altyapıya sahip Japonya’da, son yaşanan afetler sonrasında nükleer santrallerde
yaşanan kazalar karşısında çaresiz kalındığı
görmezden gelinip,” bize bir şey olmaz demek” ise cehalet örneğidir. Akkuyu’da kurulması öngörülen santral projesi yanlış bir
projedir ve iptal edilmesi gerekir. Çünkü Akkuyu aktif fay hatlarına yakındır. Olası büyük
bir deprem ve onu izleyebilecek dev dalgalar
santrali hasara uğratabilecek ve ülkemizde
de nükleer bir kazaya sebep olabilecektir.
Bu konuyu, “Biz Rusya’ya söyledik, santrali
daha güvenli yapacaklar” vb. gayri ciddi ifadelerle geçiştirmek mümkün değildir.
Nükleer santrallerle ilgili olarak, ülkemizde,
• Ulusal Nükleer Enerji Strateji Belgesi ve
Eylem Planı hazırlanmadığı,
• Temel yasaların bulunmadığı,
• İkincil mevzuatında da birçok eksikliğin
olduğu,
• Teknik bilgi birikimi ve deneyimi yeterli olmadığı,
• TAEK’i bu konuda etkin kılacak düzenlemelerin yapılmadığı,
• Akkuyu NES için kontrollük hizmetlerini verecek kuruluşun
belirlenmediği
koşullarda, bugün Akkuyu NES projesinin,
her türlü karar yetkisi devredilerek bir Rus
şirketine bırakılması, aynı kurgu ve yaklaşımla yeni NES projelerine karar verilmesi ve
ülkemizin nükleer enerji gibi stratejik bir konuda deneme sınama alanı yapılması kabul
edilemez. Kaldı ki, yakıtından yapımına ve
işletilmesine kadar Rus şirketlerine bağımlı
Akkuyu NES projesi, taşıdığı tüm olumsuzlukların ve risklerin yanı sıra enerjide genel
olarak dışa bağımlılığı, özel olarak Rusya’ya
bağımlılığı arttıracaktır.
Aynı şekilde Sinop’ta, Trakya’da ve başka yerlerde her türlü karar erkinin yatırımcı
şirketlerde olduğu, kamusal denetimin olmadığı süreçlerle başka NES’lerin yapılmasına
yönelik plan ve uygulamalar ülke çıkarlarına
uygun değildir.
Genel olarak enerji yatırımları, özel olarak nükleer santral projeleri ülke halkının ve
kamuoyunun bilgi ve erişimi dışında, kapalı
kapılar ardında yapılan görüşmelerin konusu
olmamalıdır. Bütün süreçler açık, şeffaf, erişilebilir ve denetlenebilir olmalıdır.
Türkiye, nükleer enerji konusunda bilgi
birikimini arttırmalı, orta ve uzun vadede yerli
ve yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik
ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalma olasılığına karşı, enerji planlamasında; uzun
dönemde risklerin ortadan kalkacağı ve atık
sorunun çözüleceği koşulların oluşması halinde, nükleer enerjiden yararlanma imkanlarını da öngörmeli, ilgili tüm kesimlerin katılımıyla; katılımcı ve şeffaf bir anlayışla Ulusal
Nükleer Enerji Strateji Belgesi ve Eylem Planını hazırlamalı, NES kazalarının ülkemiz ve
insanlarımıza olumsuz etkilerine karşı Acil
Eylem Planlarını kamuoyunun bilgisine sunmalı ve ilgili tüm kesimlerin görüşleri alınarak dünya standartları düzeyine
kavuşturmalıdır.
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 33
Dosya
Prof. Dr. H. Okan ZABUNOĞLU Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Mühendisliği Bölümü
Nükleer Atıklar
nihai tasfiye” adımlarından oluşur. Reaktörden alınan KNY önce derin su havuzlarında
beklemeye bırakılır; su, hem radyasyona karşı korumayı hem de gerekli soğutmayı sağlar.
Havuzların dolması durumunda, en az 4-5 yıl
havuzlarda bekletilmiş KNY’lar merkezi bir
yerüstü depolama tesisine nakledilip orada
muhafaza edilebilir. Su havuzlarında (veya
merkezi depolarda) muhafaza işlemi yıllardır
güvenle uygulanmaktadır.
En az nükleer enerji konusu kadar tartışılan bir başka konudur. Önce nükleer atık tanımına ve ne olduğuna bir bakalım.
Kullanılmış Nükleer Yakıt (KNY)
Reaktörden çıkan KNY’ın yaklaşık %
95,5’i uranyum, % 0,9’u plütonyum, % 3,5’i
fisyon ürünü hafif izotoplar ve % 0,1’i diğer
ağır izotoplardan (neptünyum, amerikyum,
küriyum vb.) oluşur. Yani orijinal (taze) yakıtın
yalnızca yirmide bir kadarı değişime uğramıştır ve bu değişime uğrayan kısmın beşte bir
kadarı da nükleer enerji üretimi açısından değerli bir element olan ve doğada bulunmayan
Pu’dan oluşmaktadır. (KNY’taki U’un U-235
oranı binde 8 civarındadır, doğal U’unkinden
birazcık daha fazla. KNY’taki toplam Pu miktarı azdır, ama bu Pu’un fisil izotop oranı %
65-70 gibi hayli yüksek bir düzeydedir.)
KNY reaktörden çıktığında yanına yaklaşılamayacak (ölümcül) seviyede radyoaktiftir; zamanla radyoaktivitesi azalır ve 40-50
yıl içinde reaktörden çıktığı zamanki değerin
binde birine düşer, ama çok uzun yıllar (asırlar) insan ve çevre için potansiyel bir tehlike
olmayı sürdürür.
Taze nükleer yakıt ve KNY aynı dış yapıdadır (ince uzun metal çubuklar); uzaktan
bakınca hangisinin kullanılmış, hangisinin
taze olduğunu ayırt etmek hiç de kolay değildir. Atık olarak tanımlanan maddeler orijinal
yakıtın içinde küçük bir kısım olarak (% 3,6)
oluşmuş ve orada kalmıştır; yani normal şartlarda, herşey ince uzun metal tüplerin içinde
olup biter.
fisyon ürünü hafif izotoplar ile uranyum-ötesi ağır izotoplardan oluşan bir karışım kalır.
KNY’taki radyoaktivitenin çoğundan sorumlu
olan bu karışım “yüksek aktiviteli nükleer atık”
(YANA) olarak tanımlanır. KNY’ın kimyasal
olarak işlenmesi, ekonomik açıdan belirsizlikler içermesinin yanı sıra, geri kazanılan Pu’un
potansiyel silah malzemesi olması nedeniyle
de tartışma konusu olmuş ve birçok ülkede
(mesela ABD) endüstriyel ölçekte benimsenmemiştir.
Bu durumda, yani KNY’ın işlenmediği
durumda, KNY’ın tamamı (% 96,4 oranında
değerli malzeme içermesine rağmen) YANA
olarak sınıflandırılır ve bu sınıflandırmaya uygun olarak tasfiye edilmesi planlanır.
Kullanılmış Nükleer Yakıt (KNY) ve/
veya Yüksek Aktiviteli Nükleer Atık (YANA)
yönetimi
1000 MWe gücündeki bir nükleer reaktörden her yıl çıkan KNY miktarı yaklaşık 30 tondur. Aynı güçteki bir kömür santrali ise yılda 3
milyon ton kömürle beslenir ve yaklaşık 7 milyon ton baca gazı ve kül üretir (6,5 milyon ton
karbon-dioksit, 750 bin ton kül, 120 bin ton
kükürt-dioksit, 20 bin ton azot-oksitler). Nükleer reaktörün KNY miktarı aynı güçteki bir
kömür santralinin atık miktarına kıyasla kütle
olarak 250 bin kere, hacim olarak 70 milyon
kere daha azdır.
KNY’ın % 96,4’lük kısmı (% 95,5 U ve %
0,9 Pu) tekrar yakıt olarak kullanılabilecek
değerli maddelerden oluşmaktadır. KNY’ı
kimyasal metodlarla (solvent ekstraksiyonu)
işleme tabi tutarak içerdiği U ve Pu’u ayrı ayrı
ve saf olarak geri kazanmak mümkündür.
Bu durumda geriye % 3,6’lık kısım olan ve
Kömür ve benzeri fosil yakıtlı santrallerin
atıkları gerekli önlemler alınarak (filtrasyon,
desülfürizasyon) çevreye salınır. KNY’ların
ve/veya YANA’ların idaresi ise çok daha farklı
bir yaklaşım gerektirir. KNY’ın çevreye salınması zaten fiziksel olarak mümkün değildir.
Nükleer atık yönetimi “geçici depolama ve
34 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Ancak, bu depolama işlemi, düşük maliyetli olmasına karşın, sürekli bakım ve kontrol gerektirmektedir ve bu nedenle bir nihai
tasfiye yolu olarak sınıflandırılamaz. Nükleer
atıkların nihai tasfiye yolu olarak “jeolojik tasfiye” metodu genel kabul görmüştür. KNY ve/
veya YANA üreten hemen hemen bütün ülkeler (uzun vadede) bunları yerin 500-1500 m
altında özel olarak seçilmiş jeolojik oluşumlarda inşa edilecek depolara gömmeyi planlamaktadır.
Türkiye için nükleer atık sorununun
boyutu
Henüz nükleer reaktörü ve teknolojisi
olmayan ülkemiz açısından ise nükleer atık
meselesinin boyutu aşağıdaki sayısal örnek
ile anlatılabilir. Türkiye’nin 2010 yılındaki
tüm elektrik üretimi olan yaklaşık 210 milyar
kilovat-saat’in tamamı nükleer santrallerden
karşılansaydı, bunun için her biri 1200 MWe
gücünde toplam 23 nükleer reaktöre ihtiyaç
olurdu; ve bu 23 santralden 15-20 sene boyunca çıkan KNY, yüzeyi olimpik ölçülerde
olan bir havuzu ancak doldururdu. Havuzun
derinliği en az 8-9 metre olmalı ki 3,5-4,0
metre boyundaki KNY demetleri havuzun dibine düşey olarak dizildikten sonra, yukarıda
en az 4-5 metre’lik bir su sütunu kalsın. Bu
su sütunu radyasyona karşı zırhlama sağlar.
Özetle, 1200 MWe gücündeki 23 nükleer reaktörden 15-20 sene boyunca çıkan
KNY’ın tamamını yıllar boyu muhafaza etmek
için 8-9 metre derinliğinde olimpik ölçülerde
bir havuz yeterlidir.
Dosya
Taylan Gürler ÖNERCİ (EE’09)
Nükleer Santral
Kime Hizmet Edecek?
T
ürkiye’nin bitmeyen sevdası nükleer
enerjiye, mevcut iktidar döneminde
imzalanan ülkelerarası anlaşma ile
10 yıl içerisinde kavuşacağa benziyoruz.
Firma yetkilileri ve Bakanlık tarafından yapılan açıklamalara bakıldığında, ilk ünitenin
2021 yılında devreye alınacağını ve kalan
ünitelerin de daha sonra birer yıl arayla
devreye gireceğini anlıyoruz. Sonuç olarak
Ruslar, Mersin’in Akkuyu ilçesinde, 4’800
MW gücünde, yılda yaklaşık 40 TWh civarında enerji üreten bir santrali yapacak ve
işletecekler. Eksik olmasınlar, bu dev yatırım
süresince de elimizi cebimize attırmayacaklar. Peki, dünyanın gelişmiş ülkelerinin neredeyse hepsinde bu tip santraller varken,
böyle bir santrali de bedava kuracak ülkeyi
bulmuşken, ne diye bu kadar itiraz ediliyor?
Kadim komşumuz yanlış anlamasın; ama
pencereye bir de diğer tarafından bakalım.
Öncelikle yapılan anlaşmanın detaylarına baktığımızda, 20 milyar dolarlık yatırım
için bir kuruş ödemediğimizi; ancak yatırımdan sonra 15 yıl içerisinde ~37 milyar dolar
ödemeyi taahhüt ettiğimizi görüyoruz. Bedava enerji mi olur diye düşünenler olabilir
haklı olarak; ama mevcut enerji bedelinin
(~80 USD/MWh) yaklaşık 1,5 katına (123,5
USD/MWh), üretilen enerjinin yarısını almayı taahhüt ediyorsak, bu santralin kurulma
amacının ucuz enerji olmadığı açıktır. Ben
şahsen bir T.C. vatandaşı olarak, nükleer
teknolojiye sahip olmak için 1,5 değil 2 kat
bedel ödemeye hazırım. Günümüzde nük-
leer teknoloji, göz ardı edilemeyecek kadar
stratejik ve önemli bir konudur. Ne var ki,
anlaşmanın detaylarına biraz daha baktığımızda hiç de öyle bir teknoloji transferi olmadığını, Türk yüklenicilerin sadece inşaat
işlerinde yer alacağını ve santralin de yine
Ruslar tarafından işletileceğini anlıyoruz.
Enerji üretimi için belli başlı yöntemler
var malumunuz; sevmediğiniz HES’ler, ne
zaman döneceği belli olmayan rüzgâr türbinleri, hava kararınca çalışmayan güneş santralleri, havayı kirleten kömür santralleri, ithal
ettiğimiz doğalgaz ile çalışan santraller vs.
Türkiye’deki elektrik üretimini kaynak bazında incelediğimizde, %70 civarında ithal kaynaklara bağımlı olduğumuzu görmekteyiz.
Belki de bu anlaşma, arz kaynaklarını çeşitlendirerek ithalatta tek bir ülkeye bağlı kalmamak için yapılmış olabilir. Ne var ki, ithal
edilen başlıca enerji kaynağının doğalgaz
olması ve doğalgazın ~2/3’ünün (30 bcm)
de Rusya’dan ithal ediliyor olması, nükleer
santral yatırımının ihalesiz bir şekilde Ruslara verilmesini ne yazık ki açıklamıyor. Bakan
tarafından yapılan açıklamada ise, nükleer
enerjinin doğalgazın yerine kullanılacağı
ifade edilmektedir; fakat durumun bu şekilde gerçekleşmesi için Türkiye’nin öngörülen
şekilde büyümemesi gerekir. Eğer Türkiye
o kadar büyümeyecekse, biz 1,5 kat pahalı
enerji kullanmak için nükleer santral riskini
niye alıyoruz? Eğer büyüyecekse, bu komşuya daha fazla bağımlı hale gelmemize yol
açmayacak mı?
Son olarak, akla tek bir açıklama geliyor;
o da enerjide arz açığı. Yani, yukarıda sıralanan nedenleri düşünecek lüksümüz artık
yok, çok hızlı büyüdüğümüz (!) için ileride
oluşması muhtemel enerji açığını nükleer
santral gibi stratejik yatırım kararları ile kapatmayı hedefliyoruz. Aynı zamanda, yerli
kaynaklarımız da bu açığı kapatmak için ne
yazık ki yeterli değil. Bugünkü verilere göre,
ülkemizin petrol, doğalgaz ve taşkömürü
açısından oldukça sınırlı kaynaklara sahip
olduğu bir gerçek, lakin gelişen teknoloji
artık bizi bunlara mahkûm etmiyor. Baz yük
açısından ele aldığımızda, nükleer santrale
alternatif olarak toprak altında yatan ~10
milyar tonluk linyit rezervimizi değerlendirmek çok daha mantıklıdır. Günümüz teknolojisi, oldukça çevreci bir şekilde başka
hiçbir işe yaramayan bu linyitten enerji üretmeye elverişlidir ve bu kaynağın kullanımı,
nükleer enerji santralinin aksine cari açığa
da olumlu yansır. Yeri gelmişken, uluslararası standartlara göre inşa edilen kömür
santrallerinin, havayı arabalardan daha az
kirlettiğini de belirtelim. Ayrıca, bu linyit kaynaklarımız ile beraber pompaj depolamalı
HES yatırımları da devreye girerse, yenilenebilir enerji kaynaklarımızdan kaynaklanan
üretim dengesizliği de dengelenerek, başka
bir yerli alternatif oluşturabilir.
Son söz; bize nükleer teknoloji gereklidir,
nükleer santral değil.
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 35
Dosya
Yrd. Doç. Dr. Şebnem UDUM Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Nükleer Enerji ve Uluslararası İlişkiler
N
ükleer teknolojinin- atomun
parçalanması (fisyon) ile muazzam enerji elde edilmesi- ilk
kullanım alanı atom bombası (askeri kullanım) olmuştur. 1945’te ABD
atom bombasını Japonya’ya karşı
kullanmıştır. II. Dünya Savaşı’nın bitmesinden kısa bir süre sonra dünya
kamplara bölünmüş ve Soğuk Savaş
resmen başlamıştır. Bu dönemde
ABD ve Sovyetler Birliği silahlanma
yarışına girmiştir. 1949’da Sovyetler Birliği ve 1952’de Birleşik Krallık
atom bombasına sahip olmuştur.
Atom bombasının kullanılmasını takiben ABD, bu silahların yayılmasının önlenmesi için Birleşmiş
Milletler nezdinde girişimlerde bulunmuş, ancak sonuç alınmamıştır.
ABD ve Sovyetler’in önerileri kabul
görmemiştir. ABD Başkanı Eisenhower 1953’te yaptığı “Barış için
Atom” konuşmasında nükleer teknolojinin barışçıl amaçlarla kullanılması için tüm ülkelerle paylaşılması
gerektiğini ortaya koymuştur. Bunun
yanında barışçıl amaçlarla kullanan
ülkelerin de bu teknolojiyi ve tesisStratejik Silahların Sınırlandırılması görüşmelerinin ardından 26 Mayıs 1972’de ABD ile Sovyetler Birliği arasında
leri belirtilen amaçla kullanıp kulimzalanan SALT-I Antlaşması’ndan...
lanmadıkları denetlenmelidir. Bunu
takiben, 1957’de Uluslararası Atom
Eisenhower’ın öngördüğü gibi, nükleer tesisNPT’nin yapısı, Birleşmiş Milletler’in yaEnerjisi Ajansı (IAEA) kurulmuştur.
pısının bir benzeridir. Uluslararası İlişkiler’de
lerini ve faaliyetlerini IAEA ile imzaladıkları
1960’ta Fransa’nın ve 1964’te Çin’in nükleer
güç,
yani
askeri
güç,
belirleyicidir:
Realist
Kapsamlı Güvenlik Denetimi Anlaşmaları’nda
silah elde etmesi ve özellikle de 1962’deki
Teori’ye göre uluslararası ilişkiler büyük devöngörülen denetimlerine tabi tutacaklardır.
Küba Füze Krizi’nin de etkisiyle hem nükleletler arasındaki siyasi ilişkilerle şekillenir.
Nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanıer silah sahibi ülkeler hem de nükleer silaha
mının teşvik edilmesi uluslararası ilişkiler için
sahip olmayanlar, bu silahların yayılmasının
Birleşmiş
Milletler’deki
Güvenlik
bir ikilem yaratmaktadır, çünkü hem askeri
önlenmesi (non-proliferation) için büyük bir
Konseyi’nin beş daimi üyesinin (ABD, Birleşik
hem de sivil kullanım alanı olan hassas tekçaba içine girmişlerdir. Bu çabaların sonucunKrallık, Çin, Fransa ve Rusya) aynı zamanda
nolojileri barındırmaktadır. Bunlar, uranyum
da 1968’de Nükleer Silahların Yayılmasını
NPT’nin hukuken tanıdığı nükleer silaha sazenginleştirme ve kullanılmış nükleer yakıtı
Önleme Anlaşması (Nuclear Nonproliferation
hip beş ülke olması tesadüf değildir. Bu beş
işleme teknolojileridir.2 Bu sebeple nükleTreaty-NPT) imzaya açılmış ve 1970’te yürürülke II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan dülüğe girmiştir.
er silaha sahip olmayan devletlerin, nükleer
zende belirleyici ülke olmuşlardır ve özellikle
tesis ve faaliyetlerinin IAEA’in denetimlerine
Birleşik
Krallık
ve
Fransa
büyük
ülke
statüsüNPT, uluslararası nükleer silahların yaaçık ve tabi olması uluslararası güvenliğin
nün
bir
gereği
olarak
nükleer
silah
elde
etme
yılmasının önlenmesi rejiminin temel dayakorunması açısından çok önemlidir. Nükleer
yoluna
gitmişlerdir.
ABD,
Sovyetler
Birliği
ve
1
nağıdır. Uluslararası İlişkiler’de rejim, beteknolojiyi barışçıl amaçlarla kullanmayı isteÇin
için
ise
askeri
güvenlik
ve
tehdit
algılirli bir konuda ülkelerin uluslararası hukuk,
yen ülkelerden biri de Türkiye’dir ve Türkiye
sı öncü rol oynamıştır. Nükleer silahlar, kitle
uluslararası örgütler ve çok uluslu kuruluşlar
imha
silahlarıdır;
ve
sahiplerine
olağanüstü
nükleere ek olarak kimyasal ve biyolojik siaracılığıyla oluşturdukları kurallar, kanunlar
askeri-stratejik avantaj sağlarlar. 1960’lardan
lahların yayılmasının önlenmesi rejimlerinin
ve normların bütününe denir. NPT üç temel
itibaren - özellikle Küba Füze Krizi’nin etkinormlarına bağlı bir üyedir. Bu normlar yeni
ilke üzerine oturmaktadır ve bunlar birbirlerini
siyle - bu beş ülke bu silahları saldırı değil
protokoller ve kararlarla güçlenirken Türkiye
tamamlamaktadır: Nükleer silahların yayılmacaydırıcılık unsuru olarak görmeye başlamış
devlet içi yönetmeliklerini de bunlara göre
sının önlenmesi (nuclear nonproliferation),
ve “sorumluluk sahibi” olarak cephanelerinde
ayarlamakta ya da bunun için çalışmaktadır.
nükleer silahsızlanma (nuclear disarmament)
tutan ülkeler olmuşlardır.
nolojiyi barışçıl amaçlarla kullanmayı isteyen
ve nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kulülkelerden biri de Türkiye’dir ve Türkiye nüklanılması (peaceful use of nuclear energy).
NPT’ye bu devletler dışında taraf olan
leere ek olarak kimyasal ve biyolojik silahların
Anlaşma’ya göre 1 Ocak 1967’den önce nükülkeler ise “nükleer silaha sahip olmayan
yayılmasının önlenmesi rejimlerinin normlarıleer silaha sahip olan devletler, NPT’ye göre
devlet” statüsündedir ve bu devletler nüklena bağlı bir üyedir. Bu normlar yeni protokolyasal olarak “nükleer silaha sahip devlet” staer silah yapımı yönünde çalışmayacaklarını
ler ve kararlarla güçlenirken Türkiye devlet içi
tüsündedirler ve başka devletlere bu silahlataahhüt ederler. Ancak aynı zamanda her
yönetmeliklerini de bunlara göre ayarlamakta
rı ya da ilgili unsurları aktarmamayı taahhüt
birinin barışçıl amaçlarla nükleer enerjiyi kulederler.
lanma hakkı vardır. Bunu kullanırken, 1953’te
ya da bunun için çalışmaktadır.
1
Uluslararası İlişkiler sözcükleri büyük harfle başlayarak yazıldığında bilimsel alanı ifade eder, küçük harf ile başladığında ise ulusların arasındaki ilişkiye değinir.
2
Bu teknolojiler hakkında temel bilgiler ‘Nükleer yakıt’ ve ‘Kullanılmış nükleer yakıtın işlenmesi’ başlıkları altında verilmiştir.
36 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Kavramlar
Beril KARAVİT (GEOE’11)
Sürdürülebilirlik
Yapılacak yeni yatırımlar, yeşil enerji
üretimi olarak yapıldığında ise olumsuz çevresel etkiler azaltılırken uzun vadede masraflar düşer, enerji verimliliği artar ve yeni
iş kaynakları yaratılma şansı doğar. Avrupa
Çevre Ajansı verilerine göre, endüstriyel
hava kirliliğinin 2009’da Avrupa’ya maliyeti
yaklaşık olarak 169 milyar Euro’dur[3]. Ek
olarak 2008’deki küresel yeşil teknoloji sektörü yaklaşık olarak 650 milyar dolar olarak
hesap edilirken, bu pazarın 2020’de 2,3 trilyon dolara ulaşması beklenmektedir[4].
S
anayi devrimiyle birlikte gelişen teknoloji yapılan yatırımlarda hızlı bir artışa sebep oldu. Bu ivmelenme dünyanın çoğu bölgesindeki üretimi ve kişi başına düşen gelirleri arttırdı. Artan gelirlerle
birlikte yaklaşık 200 yıllık zaman dilimi içinde toplumlarda hayat standartları, ortalama
yaşam süreleri, okuryazarlık oranları ilerledi
ve hala da iyileşmeye devam etmekte. Hayat standartlarındaki bu olumlu gelişimler
ise gelecek zamanlarda karşımıza çıkacak
önemli bir soruyu cevaplandırmamız gerektiğini bize hatırlatıyor. Yapılan nüfus modellerinden bazılarında, dünya nüfusunun
bu yüzyılın ortasında 9 milyona ulaşması
bekleniliyor[1]. Cevaplanması gereken soru
ise dünyanın bu nüfustaki insanı nasıl besleyebileceği ve üretilen atıkları ne şekilde
barındırabileceği konusudur. Bunun yanı
sıra iklim değişikliği ve ekosistemdeki biyolojik çeşitliliğin azalması konuları da dikkat
edilmesi gereken bir diğer hususlardır. Bu
soruların çözümleri ise çevreyi koruyarak
ekonomik gelişmeyi sağlayacak teknolojileri desteklemek, araştırmak ve geliştirmekte
yatmaktadır.
Bugün birçok devlet, basit ekonomik
büyümelerin ötesinde, sürdürülebilirliği de
göz önüne alan iktisadi büyüme modellerini
benimsemeye başlamıştır. Birleşmiş Millet-
ler Çevre ve Kalkınma Komisyonu, OECD,
Dünya Bankası, Küresel Yeşil Büyüme
Enstitüsü (GGGI) sürdürülebilir iktisadi büyümeyi insan ve çevre merkezlerine dayalı
olarak değerlendirmektedirler[2].Sürdürülebilir kalkınma bağlamında ekonomik büyüme çevre ve bütün insanların hayat kalitesi
göz önüne alınarak yapılmalıdır. Yapılacak
yatırımlarda dünya kaynaklarının taşıma kapasiteleri hesaba katılmalı ve çevreye olan
etkileri de dikkate alınmalıdır.
Sürdürülebilir kalkınma ile enerji sektörü
arasındaki bağlantı ise son derece önemlidir. Bu önem; enerjinin, modern ekonomin
temellerinden olması, üretimdeki önemli
basamaklardan biri olması ve ucuz enerji üretiminin küreselleşme ayağının temel
basamaklarından biri olması başlıklarıyla
açıklanabilir. Gelişen dünyada, ekonomik
büyümeyle birlikte enerji ihtiyacının artacağı da bir gerçektir. Şu anda dünyadaki enerji
üretiminin yüksek bir bölümünün fosil yakıtlara bağımlı olduğu gerçeğinden yola çıkılarak enerjiye olan ihtiyacının giderilmesinin
çevre üzerindeki etkisi yadsınamaz. Bu
bağlamda hem enerji üretiminde kullanılan
kaynakların değişiminin önemi göze alınmalı hem de var olan üretimlerin çevreye olan
etkileri iyi değerlendirilmelidir.
Yenilenebilir enerji sistemleri gibi çevre
dostu enerji yatırımlarının önündeki engeller
ise temel olarak üç başlıkta ele alınabilinir.
Başta finansal açıdan zorluklar göze çarpar.
Yenilenebilir enerji yatırımları yüksek sermaye gerektiren yatırımlardır ve finans çoğu
zaman sorun teşkil edebilmektedir. Ayrıca
yeşil enerji üretim sistemleri, iletim hattına
bağlanırken ek maliyete de sebep olabilmektedir. Son olarak yeni yeşil teknolojilerin
kullanımı insanların alışkanlıklarının değişimini ve bu yeni teknolojileri uygulayabilmek
için eğitim ve çalışmayı gerektirmektedir.
Bu konudaki gelişmeler ise başta devletler olmak üzere üniversiteler, enstitüler, ilgili
tüm kurum ve kuruluşlar tarafından desteklenmelidir. Sonuç olarak hızla gelişmekte
olan dünyamızda, enerji verimliliğinin desteklenmesi, yenilenebilir enerji teknolojilerinde gelişme sağlanması ve yeşil enerji payının artması ile ülkeler toplum ve çevrenin
yararını gözeten daha sağlıklı bir ekonomik
büyüme göstereceklerdir.
Referanslar:
[1] . Michigan State University. (2013, Haziran 9). How do you feed nine billion people?. ScienceDaily. 1 Haziran 2014 tarihinde , www.sciencedaily.com/releases/2013/06/130609195713.htm adresinden alıntı
[2] . 1 Haziran 2014 tarihinde alıntıdır,
http://www.oecd.org/greengrowth/oecdworkongreengrowth.htm
http://gggi.org/about-gggi/background/organizational-overview/
http://www.worldbank.org/en/news/feature/2012/05/09/growth-to-inclusive-green-growth-economics-sustainable-development
[3] .1 Haziran 2014 tarihinde alıntıdır, http://www.eea.europa.eu/media/newsreleases/industrial-air-pollution-cost-europe
[4] . 1 Haziran 2014 tarihinde alıntıdır, http://www.pewenvironment.org/news-room/press-releases/global-clean-power-sector-could-attract-23-trillion-by-2020-8589935576?utm_
source=&utm_medium=RSS&utm_campaign=RSSFeed#sthash.UI6jTy5e
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 37
ODTÜ’den Bir Köse
Aydın TİRYAKİ (ChE’81)
Boş Sandalyeler
S
ıra sıra özenle dizilmiş sandalyeler… ODTÜ Devrim Stadyumu’nda
diploma töreni henüz başlamamış.
Yeşil saha üzerinde günlerce önce dizilmiş
binlerce beyaz sandalyenin hepsi boş…
Az sonra binlerce yeni mezun stadyuma
gelecekler, ellerindeki anlam ve zeka dolu
pankartlardaki yazıları, resimleri tribünü
hiç boş yer kalmadan doldurmuş ailelerine
ve arkadaşlarına sunacaklar. Biraz önce
ip gibi dizilmiş sandalyelere ulaştıklarında
bölümlerinin tabelasını bulacaklar ve artık
sandalyelerdeki o düzen kalmayacak.
Tören başlamadan önce stadyumun
tribünü de tamamen boş. Tribün dolmaya
başladığında devasa DEVRİM yazısı önce
belirsizleşiyor ve sonra tamamen görünmez oluyor. Eskiden tribünün sadece orta
bölümü ahşapken, şimdi tribünün herye-
rindeki oturma yerleri ahşapla kaplanmış
durumda.
Kısa süre öncesinin boş tribünü ve boş
sandalyeleri ODTÜ’de yılda bir kez yaşanan büyük an için dolmuş durumda, sandalyelerdeki mezunlarda büyük sevinç, tribündeki ailelerde tanımlanması olanaksız
büyük bir gurur.
Değişim ODTÜ’nün sandalyelerinde de
kendini gösteriyor. 60’lı yıllarda Mimarlık
önünde yapılan diploma törenlerinde de
sıralanmış sandalyeler vardır. Eski fotoğraflara baktığımızda, o sandalyelerin iki tip
olduğunu görüyoruz. Biri ODTÜ’nün klasik
ahşap koltuklarıdır, diğeri de klasik ahşap
sandalyeleridir. Seksenli - doksanlı yıllarda
da kullanılan bu koltuk ve sandalyeler eskidikçe yenileri yeni tasarımlarıyla değişti
ve çeşitlendi. Şimdilerde bölümlerin kimi
ofisler ve laboratuvarlarında bu klasik sandalye ve koltuklar karşımıza çıkınca eski
günleri anımsatıyor.
Sınıfların hemen hepsi kolçaklı sandalyelerden oluşurdu. İlkokuldan liseyi
bitirene kadar alıştığımız sıralardan sonra üniversiteye gelince, “demek ki artık
ODTÜ’lü oldum” duygusunu yaratmıştı bu
kolçaklı sandalyeler. Devrim Stadyumu’nun
tribününden kuşbakışı sahaya bakarken
gururla “benim kızım, benim oğlum ODTÜ
mezunu” diyen aileler çocuklarının az sonra oturacakları boş sandalyelere bakarlar.
ODTÜ mezunları birkaç saat sonra o sandalyeleri yeniden boş bırakıp ODTÜ’ye
veda ederler.
Fotoğraflar (29 Haziran 2014): Aydın Tiryaki (ChE’81)
60’lı yıllar: ODTÜ Arşivi
60’lı yıllarda Mimarlık önünde yapılan diploma törenlerinde de
sıralanmış sandalyeler vardır.
38 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Dernekten
Hocam Inecek Var
M.Bülent VARLIK (Econ/Stat’ocak-76)
U
şak, İzmir’e doğru giderken, muhtemelen bir an önce İzmir’e ulaşma düşüncesiyle mola bile verilmeden geçilen bir
kent. Ama aslına bakarsanız, bu küçük kentte
görülmesi gereken o kadar çok yer var ki!
fethedilmiş. Bir ara Bizans yönetimine giren
Uşak, 1233’te Türkler tarafından geri alınmış,
1391’de Osmanlı topraklarına katılmış ve
Kütahya’ya bağlı bir yerleşim yeri olmuş.
Önce her zaman olduğu gibi gezeceğimiz
yörenin tarihi hakkında kısa bilgi vermeye
çalışacağız. Uşak ve çevresinin geçmişinin
altı bin yıl kadar öncesine uzandığı tahmin
edilmekte. Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler,
Makedonlar burada egemen olan topluluklar
arasında.
Vital Cuinet, La Turquie d’Asie adlı eserinde XIX. yüzyıl sonlarında Uşak’ta 13 bin
kişinin yaşadığını, bunların 1.500 kadarının
Rum Ortodoks ve 600 kadarının Gregoryen
Ermeni olduğunu kaydeder. Yine aynı kaynağa göre 1890’larda Uşak’ta 17 cami, 2 tekke,
2 medrese, Rum ve Ermenilere ait birer kilise,
4 hamam, 750 dükkan, 706 halı dokuma atölyesi, 45 çeşme, 8 han, 20 kahvehane bulunmaktadır.
Bölge, Büyük İskender’in ölümünden
sonra önce Bergama Krallığı’na bağlanmış,
ardından da Roma hakimiyetine geçmiş.
850 yıl kadar önce de Selçuklular tarafından
Milli Mücadele yıllarında işgal altında kalan Uşak, Cumhuriyet’in ilanından sonra önce
Kütahya’nın bir ilçesi oldu, 1953 ortalarında
ise vilayete dönüştürüldü.
Tarihçe
40 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Nereleri Gezmeli?
Şüphesiz ki Uşak’ta ilk gezilmesi gereken
yer Arkeoloji Müzesi. Neredeyse kırk yıldır
hizmet veren arkeoloji müzesinde kalkolitik
dönemden Bizans dönemine kadar çok sayıda taş, pişmiş toprak, cam ve bronz eserler ile sikkeler sergilenmekte. Ama müzenin
en önemli koleksiyonu hiç tartışmasız Karun
hazineleri. Bir kaçak kazı sonucu bulunan
hazineler yurtdışına kaçırılmış ama özellikle gazeteci Özgen Acar’ın çabaları sonucu
yurda getirilmiş. Yurda getirilen eserler önce
Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde
sergilenmiş. Buradan Uşak’a götürülürken
bir parça kaybolmuş! Uşak’ta da en önemli
iki eser sırra kadem basmış!!! Yine de kalan
eserler mutlaka görülmeli. Müzenin bahçesinde de çok sayıda eser sergilenmekte. Yıllardır
Hocam Inecek
Dernekten
Var
küçük bir binada hizmet veren Uşak Müzesi yakında modern bir binaya taşınacakmış.
Tecrübe ile sabittir ki, bu da müzenin en az
beş yıl kapalı kalması demektir. O nedenle
Uşak Arkeoloji Müzesi’ni en kısa zamanda
ziyaret etmekte yarar var.
İkinci durağımız Atatürk ve Etnografya
Müzesi. 1890’lı yıllardan kalma iki katlı Kaftancızadeler Konağı, Milli Mücadele yıllarında karargâh binası olarak kullanılmış. Günümüzde müze olan yapının en önemli özelliği
işgal kuvvetleri komutanı General Trikopis’in esir alındıktan sonra Mustafa Kemal’in
huzuruna çıkarıldığı yer olması. 1978’de açılan müzenin
ilk katında etnografik eserler
sergilenmekte; ikinci kat ise
tamamıyla Milli Mücadele’ye
ayrılmış.
Uşak’a gelmişken görülmesi gereken bir diğer yer
Halı Müzesi. Uşak, yüzyıllar
boyunca halı dokumacılığının en önemli merkezlerinden
biri olmuş. Uşak’ta dokunan
halılar birçok Avrupa ülkesinin saraylarında kullanılmış.
Pek çok ressamın eserinde
Uşak halılarını görmek mümkün. Müze, sanatçı Devrim
Erbil’in girişimleri ile ortaya
çıkmış. Belki de bu nedenle,
müzenin giriş katında Devrim
Erbil’in kilim olarak dokunmuş
bir eseri hemen göze çarpmakta. Doğrusu hoş bir yaklaşım. Müzenin ikinci katında
çeşitli dönemlerden kalma
muhtelif halı tipleri sergilenmekte. Bu arada, çok zengin
bir Uşak halıları koleksiyonunun Romanya’daki kiliselerde,
özellikle Braşov’daki Karanlık
Kilise’de bulunduğunu da kaydedelim.
Kent Tarihi Müzesi
Uşak’ta gezeceğimiz son müze ise kent
tarihi ile ilgili. Uşak, sokakları elektrik ışığı ile
aydınlatılan, Osmanlı Devleti’nde Selanik’ten
sonra ikinci ve Anadolu’da ilk kent olma özelliğine sahip. Yıllarca Uşak’a verilen elektriğin
üretildiği bina işlevini yitirince, belediyenin girişimi ile kent tarihi müzesine dönüştürülmüş.
Müzenin ana binasında elektriğin Uşak’a
getirilmesinin öyküsü anlatılmakta, çeşitli
dönemlerde kullanılan jeneratör ve sokak
lambaları gibi malzemeler sergilenmekte.
Salonun geri kalan bölümlerinde kronolojik
olarak Uşak tarihi belgelerle birlikte zarif bir
şekilde ziyaretçilerin dikkatine sunulmakta.
Tabii, Uşak’ta kurulan Türkiye’nin ilk şeker
fabrikasına ait malzemelerin sergilenmesi de
unutulmamış. Bu arada, çeşitli ressamların
tablolarında görülen Uşak halılarının “rep-
rodüksiyonları” da görülebilmekte fiil tekrarı
kulak tırmalıyor bence, “burada yer almakta”
gibi bir şeyle değiştirilebilir. Bu salondaki en
önemli eserlerden biri de 1929 yılında İtalyan heykeltraş Pietro Canonica tarafından
yapılmış olan Atatürk büstü. Büst, 1970’lere
kadar Cumhuriyet Meydanı’ndaymış, sonra
bir okula verilmiş. En sonunda bir bodrumda
bulunarak müzeye nakledilmiş!
Müzenin diğer salonlarında belediyecilik, basın, özellikle cirit olmak üzere spor ve
mutfak kültürü ile ilgili eserler gerçekten güzel bir tasarım ile sergilenmiş. Bir diğer odada Uşak’ı
tanıtacak küçük hatıra eşyaların
ve kitapların satışı yapılmakta.
Küçük bir konferans salonunda
da Atatürk’ün Uşak’ı ziyareti ile ilgili bir belgeseli izlemek mümkün.
Kısacası Uşak Kent Tarihi Müzesi, dolu dolu ve aynı zamanda hoş
vakit geçirebileceğiniz, dört dörtlük bir yer.
Ve Diğerleri
Uşak kent merkezinde Tankut Öktem’in imzasını taşıyan
“Kuvayı Milliye ve Cumhuriyet
Anıtı” yer almakta. Anıt, bir kaide
üzerinde üç ana grupta toplanan
figürlerden oluşmakta. İlk grupta
süvariler; ikinci grupta Atatürk ve
gençlik figürleri ve üçüncü grupta
mermi yüklü kağnısını süren bir
kadın yer almakta.
1419 yılında Germiyanoğlu
Yakup Bey tarafından yaptırılan
Ulu Cami, kentin en eski islami
eserleri arasında yer almakta.
XVI. yüzyılda inşa edilen ve minaresinden dolayı Burma Camii
olarak adlandırılan yapı da görülmeye değer eserler arasında.
Eski kent merkezinde bazı
sivil mimari eserlerini görmek de
mümkün. Bir sokaktaki evlerin neredeyse
tamamı elden geçirilerek güzel bir atmosfer
yaratılmış.
1898 yılında Tiritoğlu Mehmet Paşa tarafından Fransız bir mimara yaptırılan Uşak’ın
Marsilya kiremitli ilk binası günümüzde otel
olarak kullanılmakta. Biraz soluklanmak için
“lobi”de bir kahve içmenizi öneririm.
2014 başlarında hizmete giren “Planetaryum” eğer vaktiniz varsa gidebileceğiniz bir
mekan.
Ne Yenir?
Uşak’a gelmişken tarhananın tadına bakmamak olmaz. Çarşı içindeki birçok lokantada çeşit çeşit tarhana çorbası içebilirsiniz.
Ayrıca, evinize götürmek için satın alma imkanı da bulunmakta.
Gideceğimiz bir diğer diyarda karşılaşabilmek dileğiyle,
TEMMUZ-AĞUSTOS 2014 41
Kitaplar Arasında
Dernekten
Tülay ÜNLÜEVCEK (PSY’83)
YAŞAR KEMAL
B
u yazımda, Türk edebiyatının önemli
yazarlarından biri olan Yaşar Kemal
ve ilk romanı İnce Memed’den söz
etmek istiyorum. Öncelikle biraz kendisini tanıyalım. Zorlu bir çocukluk ve gençlik
dönemi geçiren yazarımızın asıl adı, Kemal
Sadık Gökçeli. Ailesi, I.Dünya Savaşı sırasında Rus işgali nedeniyle Van’dan Adana’ya
gelip, Kadirli ilçesindeki Hemite köyüne yerleşir. Yaşar Kemal burada, 1923 yılında dünyaya
gelir. Kendisi ile yapılan röportajlarda doğduğu
yeri bakın nasıl tanımlıyor;
“Ben Kilikya’nın bir köyünde doğdum.
Burası eski çağlarda çok önemli bir bölgeydi.
Saint Paul’ün doğduğu Kilikya Ovası’nın bir
düzlüğünde. ”
“Benim doğduğum zaman köyüm altmış
evlikti. Bu köyün halkı Türkmendi. Ve buraya
1865’te yerleştirilmişti.”
42 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Yaşar Kemal dört buçuk yaşında iken, babası oğulluğu tarafından camide bıçaklanarak
öldürülür. Olay gözünün önünde olur ve bunun
ardından kekeme olur. 12 yaşına kadar konuşmaz. Kendi tanımıyla, okuryazar olduktan sonra konuşmaya başlar.
“Babam ölmeden önce ve sonra her yıl benim için kurban kesilirdi. Bir kez böyle kurban
kesimini seyrederken kurbanı kesen eniştem
bıçağı deriye sapladı. Buradan kayan bıçak
sağ gözüme saplandı ve gözüm kör oldu.”
Yaşar Kemal 8 yaşında köye gelen bir çerçi sayesinde defter ve kalemle, yazıyla tanışır.
Dokuz yaşında halk şairleri gibi şiirler söylemeye başlar ve ünü çevre köylere yayılır. Köyünden 1 saat uzaklıktaki Kadirli kasabasında
okula kaydedilir. İlkokul son sınıfta ünlü destancı âşıklarla atışmaya başlar. İlkokul bitin-
ce ortaokula yazılır. Ortaokul son sınıftayken
okuldan ayrılır ve çeşitli işlerde çalışır: ırgatbaşı olur, ırgat kâtipliği, kütüphane memurluğu ve
traktör sürücülüğü yapar. Akdeniz’i 16 yaşında görür. 1940’lı yılların başında Pertev Naili
Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi yazarlar
ile tanışır, kitaplarla ilişkisi başlar. En etkilendiği kitap Don Kişot’dur. Onaltı yaşında ilk şiir
kitabı yayımlanır. Ardından folklor denemesi
‘Ağıtlar’ ve ilk hikâye kitabı ‘Pis Hikâye’ yayımlanır. 27 yaşında Türk Ceza Kanununun 142.
Maddesi’nden yargılanır ve tutukluluk deneyimi yaşar. 1951’de cezaevinden çıkınca Cumhuriyet Gazetesi’nde Yaşar Kemal imzası ile
fıkra ve röportaj yazarı olarak çalışmaya başlar. 1952‘de Thilda ile evlenir. O dönemlerde
Diyarbakır’a, Van’a gider. 14 bin köyün yeraltında olduğu söylenilen Doğu Anadolu’yu gezer.
KitaplarDernekten
Arasında
1952’de ‘Sarı Sıcak’ adlı öykü kitabı, 1955’de
bugüne kadar kırktan fazla dile çevrilen ‘İnce
Memed’ yayımlanır. 1962 yılında Türkiye İşçi
Partisi genel yönetim kurulu üyeliğinde bulunur. 1967’de siyasi dergi ‘Ant’ın kurucuları arasında yer alır. 1974–75 yılları arasında Türkiye
Yazarlar Sendikası genel başkanlığını üstlenir.
1988’de PEN Yazarlar Derneği’nin başkanı
olur. Bir Stendhal hayranı olduğunu vurgular.
Bunun yanında Dostoyevski, Gogol, Dickens,
Faulkner ve Kafka’yı özümsediğini, öyle roman
yazdığını anlatır.
Yaşar Kemal ile farklı zamanlarda yapılan
söyleşilerden birkaç alıntıyı aktarmak istiyorum;
“Gerçek sanat, yalanın, tüketici oburluğunun, zulmün, şiddetin, bitip tükenmeyen
anlamsız savaşların, bütün kötülüklerin karşısındadır. O, her çağdaki çarpıklıklara karşı
savaşım vermiştir. Çünkü ne olursa olsun, her
biçim sanatın birinci işi başkaldırıdır. Biliyoruz,
bu karşı çıkma hiç de kolay değil. Bütün değerleri aşındıran, tüketen yaşayış önce sanata
vuracak, gerçek sanatı boy hedefi yapacaktır. ”
“Bir Türk romancısı, bir halk hikâyecisi
Köroğlu’nu nasıl anlatır bilmiyorsa, bir masalcının ustalığına varamamışsa, Dede Korkut’u
okumamışsa,
Yunus’u
ezberlememişse,
Karacaoğlan’ı, Pir Sultan’ı yüreğinin derinliğinde duyamamışsa, onun bir Homeros’u anlayabileceğini sanmıyorum. Bir Kafka’ya, Bir
Çehov’a, bir James Joyce’a varabileceğine
inanamıyorum.”
“Eğer bir gün insanlık başkaldırma değerini
de yitirirse, kişisel, hem de toplumsal başkaldırı niteliğini unutursa, işte o zaman ayağa kalkamaz, yok olur. Onun için İnce Memed’ler, her
çağda olacaktır.”
“Bu Çukurova toprağı benim kendi ülkem
olduğu kadar benim romanlarım için yarattığım
bir ülkedir. Romanımdaki insanları, otları, böcekleri, çiçekleri, atları, kuşları ne biçim yarattımsa, Çukurova’mın dilini yeniden yoğurarak
nasıl bir yazı, roman diline çevirmişsem, kendi
Çukurova’mı da öylesine yarattım. ”
Yaşar Kemal kendi etnik/kültürel kimliğini
bir söyleşisinde şöyle ifade eder: “Ben Kürt
asıllıyım. Çukurova’da Hemite köyünde (bugün Gökçedam) doğdum. Köyde bir tek Kürt
evi olarak bizimki vardı. Gerisi Bozdoğan Türkmeniydi. Kürtçeyi de Türkçeyi de herhalde
aynı anda öğrendim. Benim iki tane ana dilim
var. Fakat şimdi Kürtçeyi Türkçe kadar bilmiyorum. Benim için yeryüzü bin çiçekli bir kültür
bahçesidir.”
Yaşar Kemal’in romanlarına konu açısından baktığımızda, ilk sırada karşımıza destan,
eşkıyalık, efsane, folklor motiflerinin işlendiği
İnce Memed, Teneke, Çakırcalı Efe isimli kitapları gelir. Yazarın Dağın Öteki Yüzü, Orta
Direk, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu adlı
romanlarında dinsel, mitsel öğelerin toplumsal yaşam koşulları içindeki yeri anlatılır. Geleneksel değerlerin çöküşünü, aşiret beyliği
olgusunun çözülüşünü, ağalık olgusunun yükselişini Akçasazın Ağaları, Demirciler Çarşısı
Cinayeti, Yusufcuk Yusuf, Hüyükteki Nar Ağacı
romanlarında anlatır. İnsana ait duygular ve
yaşam öykülerini Yağmurcuk Kuşu, Kale Kapısı ve Kanın Sesi (Kimsecik Üçlemesi) isimli
romanlarında ele alır. Halk efsaneleri, masallar, fabl, simgesel ve geleneksel değerlerin
ön plana çıkartılmasını Üç Anadolu Efsanesi,
Ağrı Dağı Efsanesi, Binboğalar Efsanesi, Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca
isimli kitaplarında görürüz. Yazar Al Gözüm
Seyreyle Salih, Deniz Küstü, Kuşlar da Gitti
romanlarında ise kent olgusu, deniz ve deniz
insanını konu alır. Yaşar Kemal’in bu konuların dışında cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan
tarihsel- toplumsal gerçekliğe, dramatik insan
ve toplum manzaralarına eğildiği romanları da
karşımıza çıkıyor: Bir ada Hikâyesi, Fırat Suyu
Kan Ağlıyor, Karıncanın Su İçtiği ve Tan Yeri
Horozları bunlar arasındadır.
Yaşar Kemal, bugün 91 yaşında. 1952 yılından bu yana kitap yayımlıyor. 2 Öykü, 23
roman, 1 çocuk romanı, 1 çeviri, 1 şiir kitabı
mevcut. Bunun yanında birçok ödülün de sahibi. Varlık Roman Armağanı, Madaralı Roman
Ödülü, Fransız Legion d’Honneur Ödülü, Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü, Orhan Kemal Roman Ödülü gibi yerli ve yabancı birçok
ödülün sahibi.
Gelin biraz da ilk romanı olan İnce
Memed’e bakalım. Kitap, toplam dört bölümden oluşuyor. İnce Memed’in çocukluk
yıllarının anlatıldığı birinci bölümde ağaların,
beylerin yönetimi altında zulüm gören köylünün durumu sergileniyor. Beş köyün sahibi
Abdi Ağa, köylüyü aç bırakacak kadar sömürmektedir. İkinci bölümde İnce Memed’in
kendisine ve sevdiği yakınlarına karşı ağanın
yaptığı kötülükler yer alır. Bunlara dayanamayan kahramanımız isyan eder ve dağa çıkıp
eşkıya olur. Üçüncü bölümde, İnce Memed’in
soylu eşkıya olarak yoksul köylüye yaptığı
iyilikleri, zalimlere verdiği cezaları görürüz.
Kendi yaşadıklarının öcünü alır. Köylüyü toprağın sahibi yapar, Abdi Ağa’yı öldürür. Dördüncü bölümde İnce Memed’in halkın içine
geri dönüşünü ve sonunu okuruz.
İnce Memed, Cumhuriyet döneminin ilk
yıllarındaki Çukurova yöresini anlatır. Cahil
kalmış, mağdur durumdaki Anadolu halkının,
gaddar ve acımasız ağalık tarafından zulme
uğraması romanda çok güzel bir şekilde kaleme alınır.
Bizim coğrafyamızdan yetişen bir insanın
yazdığı, bugüne kadar kırktan fazla dile çevrilen,
o dönemin kültürel, toplumsal tüm özelliklerinin
realist bir şekilde anlatıldığı kitabı, her Türk vatandaşının okuması gerektiğini düşünüyorum.
…………………………………………………….
Mayıs ayında, Edebiyat Kulübü kapsamında Yaşar Kemal’in İnce Memed adlı romanını
okumuştuk. Konu Yaşar Kemal olunca, böylesine büyük bir yazarın toplantısına katılım da
oldukça fazla idi. Toplantı sunumunu, Nilüfer
Yalçındağ, Engin Alkan ve Çetin Kayaalp hocalarımız başarıyla gerçekleştirdiler ve bizleri
Cumhuriyetin ilk yıllarına, Çukurova bölgesine
götürdüler. Fonda ‘İnce Memed’ ezgisinin Grup
Yorum, Ruhi Su ve Zülfü Livaneli’nin yorumları
eşliğinde unutulmaz Edebiyat Kulübü gecelerine bir tanesini daha eklemiş olduk.
Bu arada büyük heyecanla beklediğimiz
önümüzdeki dönem kitap okuma listemiz belli
oldu. Ekim ayında yapılacak ilk toplantımızın
konusu Oscar Wilde’ın, ‘Dorian Gray’in Portresi’ isimli romanı. Büyük Britanya İmparatorluğunun zirvesi olarak kabul edilen Victoria
dönemini çok güzel anlatan kitaplardan biri.
Okumayanlara öneririm.
TEMMUZ-AĞUSTOS 2014 43
Dernekten
44 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241
Dernekten
SUDOKU ÇOK ZOR
Nilgün EKERMEN
7
1 8 5
(CHE’87)
2
2 4 9
2
1
6
9
5
7
4 7
Be­yin ge­lifl­tir­me­de en
iyi eg­zer­siz­ler ara­s›n­
da olan ve dü­flün­dü­
rür­ken din­len­di­ren bir
bul­ma­ca
9 2
7 3
4
1
4
7
2
5 7 8
1 9 4
HAZİRAN SUDOKU ÇÖZÜMÜ
792 648 135 156 392 748 843 157 692 914 865 273 527 931
864 638 274 951 461 589 327 279 413 586 385 726 419
BULMACA
Günay BULUT
(ADM’85)
12 34 567 8 910
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
SOL­DAN SA­⁄A:
1) 1215 yılında İngiltere’de imzalanan ve
kralın yetkilerini daraltan ortaçağın en önemli hukuki belgesi. 2) Muhlis-Mühibe ……
1993’de Madımak Oteli’nin kundaklanması
sonucu yitirdiğimiz halk ozanımızın ve eşinin soyadı; Eski dilde çok aziz, çok saygın
3) Yapıları dış etkilerden korumak amacıyla
üzerlerine yapılan çoğu kiremit kaplı bölüm;
“Öfke”nin ünsüzleri 4) Teleskop 5) Eski dilde
su; Bir nota; Çarpma, dövülme vb. sebeplerle
vücutta oluşan bere 6) Behçet …… 1993’de
Madımak Oteli’nin kundaklanması sonucu
yitirdiğimiz şairimizin soyadı; Çabuk, süratli
7) Açık, ortada, meydanda anlamına gelen
bir sıfat; Lahza 8) Güven 9) Rey; Nesimi …..
1993’de Madımak Oteli’nin kundaklanması
sonucu yitirdiğimiz halk ozanımızın soyadı;
10) Un elendikten sonra elek üstünde kalan
kabuk kırıntıları; Herhangi bir kas kümesinin
irade dışı hareketi.
HAZİRAN ÇÖ­ZÜ­MÜ
SOL­DAN SA­⁄A:
1) Harbiye; Do; 2) İsfendiyar;
3) Kr; Li; Re; 4) Mina; Rua;
5) Kle; Rn; 6) Tonguç; Dak;
7) rt; Cariye; 8) Aytmatov; 9)
Nanik; Taka; 10) Mas; Kanal.
YUKARIDAN AŞAĞIYA : 1)
Hikmet Ran; 2) Asri; Otyam;
3) Rf; tnA; 4) Bela; Mis 5) İni;
Kucak; 6) yd; ılçaT; 7) eiR;
Rota; 8) Yer; Divan; 9) Da;
Uray; Ka; 10) Orhan Kemal.
YUKARDAN AŞAĞIYA:
1) 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta gericiler tarafından kundaklanan otelin adı;
Yayla atılır. 2) Halk dilinde Mart ayına verilen ad; Aza 3) Yunan abecesinin üçüncü harfi; Eski bir tahıl ağırlık ölçüsü 4) Numaranın kısaltması (İngilizce); Krallığı
yöneten kadın, ece 5) İskambilde birli; Kalıtım bilimi 6) Bakırın simgesi; “Yarı”
anlamına gelen bir sıfat 7) Bir şeyi unutmamak için parmağa bağlanan iplik. 8) Kabul etmeme,geri çevirme; Yemin, kasem 9) Bir yapıtta,o yapıt için yazılmış övgülü
sunuş yazılarının yer aldığı bölüme verilen ad. 10) Nicelik, nitelik, güç, süre, sayı
bakımından eksik, çok karşıtı; İlave.
TEMMUZ- AĞUSTOS 2014 45
Dernekten
Çizgiyle
46 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 241