DOSYA KONUSU MÜMKÜN Serkan UMAN E ngelli bir çocuğa sahip olmak, büyük bir imtihan şüphesiz. Ancak asıl büyük imtihan kişinin kendisinin engelli olması. Engelli bireyin ailesi, aile içerisindeki engelli bireyin bakımı ve sağlığı için büyük bir özveri ile emek harcarken, hatta hayatını bu duruma göre planlarken, engelli ne yapar hiç düşündünüz mü? Engelli bireyin hayata bağlanma azmi karşısında genel yaşam koşulları içerisinde var olan “engeller” engelli bireyin hayatı boyunca karşısına çıkmaktadır. Bu durum engelli kişilerin içindeki yeteneği, yaşam sevincini, üretme isteğini yok edemese de, “bir başka bahara” erteleme sıkıntısını beraberinde getirir. Unutmamak gerekir ki insanı neredeyse hayattan soğutan, engelli bireyin ailesine yük olduğunu hissetmesinden daha büyük ağırlık yoktur. Neyse ki ben kendimi bu konuda şanslı sayıyorum. Ailem ve ben kendi oluşturduğumuz şartları her geçen gün biraz daha iyileştirerek mutlu bir hayat yaşıyoruz. Bir işim var, geleceğe daha güvenle bakıyorum. Ailem yanımda ve bana destek olduklarını bilmek bana ayrı bir güven veriyor. Peki, her engelli bu kadar şanslı mı? Soruyu bir başka açıdan soracak olursak; “Engelli vatandaşlar, küçük yaşlardan itibaren neler yaşar, eğitimlerini nasıl ve hangi şartlarda tamamlar hiç düşündünüz mü?” Aslında bu sorunun cevabı, engelli, daha küçücük bir çocukken ailesi tarafından sürekli dile getirilmektedir. Okumadan yazmaya, iletişimden çevre edinmeye kadar sosyal hayatı ilgilendiren pek çok yeti okul aracılığıyla kazanıldığı için, engelli çocuğun okula gitmesi ve engelsiz bir eğitimle yarınlara hazırlanması, kendi kişiliği kadar, toplumsal açıdan da son derece önemlidir. Dolayısıyla, engelli çocukların kendilerini toplumun bir ferdi olarak hissedebilmeleri için eğitim almaya daha çok ihtiyaçları var. Günümüzde her ne kadar yeterli olmasalar da, engellilerin durumuna göre eğitim alabilecekleri okullar mevcut. Zihinsel, bedensel yahut işitme engelli bir çocuğa sahip aileler, sırf bu alanda uzmanlaşmış öğretmenlere çocuklarını emanet edebiliyor. Çocuk bu vesileyle; konuşmayı, kendini ifade edebilmeyi ve duygularını yerli yerinde gösterebilmeyi öğreniyor. Hatta meslek edinebiliyor. Bu da ebeveynlerin üzerindeki yükü bir nebze olsun hafifletiyor. Engelli bireyin hayata bağlanma azmi karşısında genel yaşam koşulları içerisinde var olan “engeller” engelli bireyin hayatı boyunca karşısına çıkmaktadır. Bu durum engelli kişilerin içindeki yeteneği, yaşam sevincini, üretme isteğini yok edemese de, “bir başka bahara” erteleme sıkıntısını beraberinde getirir. atılıyor. Osmanlı Devleti de bu gelişmeleri yakından takip ediyor. 1889 yılında Sultanahmet’teki Hamidiye Ticaret bünyesinde ‘Sağır ve Dilsiz Çocuklar Mektebi’ açılıyor. Sağır ve dilsiz çocuğu olan aileleri sevindiren bu okul, bizler için geçmişte engellilerin nasıl eğitimlerden geçtiğinin ve toplumda nasıl görüldüklerinin ipuçlarını vermesi bakımından hayli dikkat çekici. Osmanlı’da ‘Bizebanlar’ adıyla anılan sağır ve dilsiz çocuklara eğitim verme fikri, Ticaret Mektebi Müdürü Grati Efendi’den çıkar. Avrupa’da sağır ve dilsizlere yönelik açılmış okullar ve onların eğitimine dair çıkan kitaplar Grati’nin dikkatini çeker. Bu duruma kayıtsız kalmayan Grati, Osmanlı’da böyle bir okul açmak için devletten izin ister. Olumlu karşılanan bu istek neticesinde hazırlıklar tamamlanarak okulun açılacağı bilgisi gazetelere verilen ilanlarla duyurulur. Okula dair bütün yetkilere sahip olan Grati Efendi, ailelerin dikkatini çekebilmek için, ilanda çocuklara okulda nasıl bir eğitim verileceğiyle ilgili hususlara değinir. Derslere eylül ayında başlanacağı, Türkçe ve Fransızca okuma-yazma öğretileceği, hüsn-i hat, resm-i hat derslerinin olacağı, matematik ve meslekî eğitim verileceği, en çok kullanılan kelimeleri telaffuz ettirmeye yönelik konuşma derslerinin olacağı belirtilir. Grati Efendi, derslerde kullanılacak usul hakkında bilgilendirme yapmayı da ihmal etmez. Ailelerin okul konusunda ‘muknî’ olabilmeleri için derslerde takip edilecek usulün Avrupa’daki kaidelere uygun olacağı duyurulur. İlanda dikkat çeken bir başka şeyse, mektebin cins ve din farkına bakılmadan toplumun her GEÇMIŞTE ENGELLI BIREYLERIN EĞITIMI 30 Dünyada, engelli çocukların eğitim alma olanakları, ihtiyacı karşılayacak düzeyde olmadığı gibi köklü bir geçmişe de sahip değil. Engellilere yönelik okulların olabileceği ilk olarak 18. yüzyılda batıda gündeme geliyor. Kilisenin, engellileri dışlamasına karşı çıkan eğitimciler, onların da diğer bireyler gibi eğitim alabilmeleri için sistemler geliştiriyor. Böylece, engelliler için eğitimin ilk adımları Osmanlı’da ‘Bizebanlar’ adıyla anılan sağır ve dilsiz çocuklara eğitim verme fikri, Ticaret Mektebi Müdürü Grati Efendi’den çıkar. Avrupa’da sağır ve dilsizlere yönelik açılmış okullar ve onların eğitimine dair çıkan kitaplar Grati’nin dikkatini çeker. Bu duruma kayıtsız kalmayan Grati, Osmanlı’da böyle bir okul açmak için devletten izin ister. Olumlu karşılanan bu istek neticesinde hazırlıklar tamamlanarak okulun açılacağı bilgisi gazetelere verilen ilanlarla duyurulur. 31 Engelli bireyin ailesi, aile içerisindeki engelli bireyin bakımı ve sağlığı için büyük bir özveri ile emek harcarken, hatta hayatını bu duruma göre planlarken, engelli ne yapar, hiç düşündünüz mü? DOSYA KONUSU lir mi? O çocuk yüreğinde kopan fırtınaları o yıllarda anlayacak bir eğitimci de olmayınca sorun toplumsal boyutlara ulaştı. Engelli bireyler önce okullardan, sonra şehir merkezlerinden, ardından da mahallelerden çekildiler. Evlerinden çıkmaz oldular ve durumu kabullenmiş bir hayat yaşamaya başladılar. HAYALLERI, TEKERLEKLI SANDALYELERE OTURTAMAZSINIZ kesimini kapsayacak olması. Öyle ki okulda, gayrimüslim ve Müslüman çocuklar bir arada eğitim alırlar. Yaşları değişen öğrenciler okula giderken zorluk yaşamasın diye sadece bu mektebe özel kıyafet uygulaması da getirilir. Kırmızı ceketler üretilir. Giysilerinin özel olmasındaki amaç, insanların onlara karşı hassasiyetini artırmaktır. Okula tramvayı kullanarak gidecek çocuklar için indirimli bilet uygulaması başlatılır. Kırmızı üniformalı öğrencilerden daha az ücret alınma kararı ise, tüm makinistlere iletilir. ‘MEKTEP YATILI OLSUN’ 32 Hazırlıklardan kısa bir süre sonra kayıt almaya başlayan okul, 18 Eylül’de 20 öğrenci ile derslere başlar. Sağır ve dilsizlerin ‘muhtacıyun’ (muhtaç olan) adı verilenlerden kabul edilmesi padişahın, okula ayrı önem vermesine sebep olur. Çocukları her türlü zarardan korumak adına okul sık sık devlet tarafından teftiş edilir. Bu teftişlerden birinde, okul yerinin değiştirilmesi gerektiği sonucuna varılır. Padişahın da emriyle, dilsiz çocuklar mektebi başka bir binaya taşınır. Bu süre zarfında, okul sadece sağır ve dilsizlere değil, görme engellilere de eğitim vermeye başlar. Fakat kurum, kısa bir süre sonra yeterli görülmez. Bu sefer, ek bina yapımı gündeme gelir. Olumlu karşılanan bu fikir, oluşturulan bir komisyonla hayata geçirilmeye çalışılır. Komisyon, ihtiyaçları belirlemek için hemen bir mazbata hazırlar. Mazbatada; binada Müslümanlar için mescit, Müslüman olmayanlar için dinlerine ait mabet yapılması, doktor ve eczanenin bulunması gibi hususlar üzerinde durulur. Bir de, okulun masrafları için maddî yardım talep edilir. II. Abdülhamit şahsî olarak 1000 lira yardımda bulunarak cevap verir, bu talebe. Ayrıca, takdim ettiği paranın yetmemesi halinde, yardımı tekrarlayacağının sözünü verir. Sağır ve dilsiz çocukların eğitimine halk da kayıtsız kalmaz. İstanbul dışındaki çocukların da bu eğitim fırsatından yararlanabilmesi için okulun yatılı yapılması için harekete geçilir. Yatılı eğitim isteyenlerden biri, beş çocuğu da sağır ve dilsiz olan Kudüslü Halim B. Mahmut Paşa’dır. Mahmut Paşa, devlete okulun yatılı olması için bir mektup gönderir. Mektupta İstanbul’a taşınmak için maddi imkânlarının yetersiz olduğunu söyler ve okula yatılı öğrenci alıp alamayacaklarını sorar. Ne yazık ki, gelen cevap ne onun ne de çocuklarının yüzünü güldürür. Verilen uğraşlara rağmen mektep yatılı hale getirilemez. Neticede Anadolu’daki sağır ve dilsiz çocuklar, eğitimden mahrum kalır. Devletin içinde bulunduğu siyasî, sosyal ve ekonomik sıkıntılar sebebiyle 1912 yılında mektebin kapatılması gündeme gelir. Neyse ki bu plan sadece tartışmalarda kalır. Eğitime ara verilmez. Ayrıca tüzel kişilerin eliyle 1889’da Grati Efendi’nin öncülüğünde kurulan sağır ve dilsiz çocuklar mektebi, başka şehirlerde de açılır. Bunlardan biri İzmir’de, diğeri Selânik’tedir. İzmir’deki okul, zengin bir Musevi tüccarın sağladığı imkânlarla kurulur. Selanik’teki ise halkın desteğiyle hizmet verir. Sultan Abdülaziz’in oğlu Şehzade Yusuf İzzeddin, yaşıtlarının gideceği bu okullara harçlıklarıyla yardımda bulunur. Fakat İstiklâl Savaşı’ndan yeni çıkmanın etkisiyle olsa gerek, ne okul eğitim verebilir ne de burada eğitim almak isteyen öğrenci çıkar. Bu yüzden 1926 yılında mektep tamamen kapatılır. Ta ki 18 sene sonra, Sağırlar Tenasüt Cemiyeti tarafından Aksaray’da yeniden açılana kadar. Yani 1944 yılında! Süre bu kadar uzayınca, engelli çocukların eğitimleri aileleri tarafından verilmeye başlanır. Çünkü o yıllarda çok katlı okul binalarına engelli çocukların gidip gelmeleri oldukça zordu. Gidebilenler ise toplumun bilinç seviyesi nedeniyle arkadaşlarının alaylarına maruz kalmaktaydılar. Arkadaşları bahçede top koştururken onları camdan seyreden bir çocuktan daha mutsuz bir insan olabi- Uzun sayılabilecek bir süreç sonunda engelli bireyler; kitlesel haberleşme araçlarının hızla gelişmesi, bilgisayarın insan hayatına girişi ve teknolojik olanakların daha çok insana ulaşması sonucu dünya ile irtibatlarını yeniden kurdular. Aile bireylerinin destekleriyle yeniden sokaklara çıkmaya başladılar. İlk olarak; engelli bireyleri okula giderken görmeye başlayan toplum, bu onurlu çabayı hızla destekledi. Birbiri ardına açılan kurslar, devlet tarafından verilen destekler etkisini göstermeye başladı. Eğitimlerini tamamlayan engelli bireylerin iş hayatında yer almaları, diğer engelli ailelerine umut oldu. DERNEKLER ÇERÇEVEYI GENIŞLETTI Engelli bireylerin hayata daha çok katılmalarıyla, istihdam edilen engelli sayısı yeterli olmasa da artış gösterdi. Mesleki eğitimlerini tamamlayamayan engelli bireyler, benim de görev aldığım Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği (TOFD) gibi derneklerde görevler almaya başladılar. Dernekler, önemli bir görev daha üstlenerek, engelli bireylerin eğitimlerine katkıda bulunmak amacıyla bir çok alanda kurslar başlattılar. Bu kurslardan mezun olan pek çok engelli genç bugün meslek sahibi olup para kazanıyor. YETERLI MI? Şu an, içinde bulunduğumuz duruma bakıldığında; engelli bireylere tanınan imkanların yeterli olduğunu söylemek hayli zor. Özellikle mimari yapılaşma süreci içerisinde pek çok projeye engelli bireyler düşünülmeden verilen onaylar nedeniyle, pek çok okul, kamu binası, alışveriş merkezi, otobüs garı, tren istasyonu veya iskeleye ulaşım konusunda sıkıntılar yaşanıyor. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse, TOFD bünyesinde başlatılan “Burada Engellendim” hareketi ile engelli bireylerin engelle karşılaştıkları yerleri fotoğraflayıp ulaştırmaları ile sürdürülen çalışmaya Türkiye çapında günde 50’den fazla farklı noktanın resminin ulaştırılması kentsel engellerin henüz yeterince aşılamadığını gösteriyor. NELER YAPILABILIR? Günümüzde sıkıntıların ortadan kaldırılması için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın çalışmaları, ileriye dönük olarak umut vermektedir. Ancak sosyal paylaşım içerisinde engelli engelsiz ayrımı yapmadan, ötekileştirmeden, ortak projeler yürüterek engelli bireyin sosyal yaşama katılmasına, üretken toplumun bir parçası olmasına gayret gösterilmelidir. Hepimiz aynı ülkede yaşıyoruz. Aynı geminin yolcusuyuz. Bu nedenle birbirimizi dışlamak yerine sarılarak geleceğe yürümeliyiz. Modern toplumun yapması gereken budur ve gelecekte Modern Türkiye’de bunun izlerini daha çok göreceğiz. 33
© Copyright 2024 Paperzz