Page 1 Page 2 Page 3 ` I rünxívffum siRLfsriníci Gücü

11. SINIF
DİL VE ANLATIM
KONU ANLATIMLI
Bu kitap, Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının 15.08.2011 tarih ve 114 sayılı kararı
ile değiştirilen 11. Sınıf Dil ve Anlatım Dersi Öğretim Programı’na göre hazırlanmıştır.
Genel Müdür
Temel Ateş
Genel Koordinatör
Akın Ateş
Eğitim Koordinatörü
Nevzat Asma
Dizgi, Grafik, Tasarım
Esen Dizgi Servisi
Görsel Tasarım
Hakan Esen
Bu kitabın tüm hakları yazarına ve Esen Basın Yayın Dağıtım Limitet Şirketi’ne aittir. Kitabın tamamının ya da
bir kısmının elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemiyle çoğaltılması, yayımlanması ve
depolanması yasaktır.
İsteme Adresi
ESEN BASIN YAYIN DAĞITIM LTD.ŞTİ.
Bayındır 2. Sokak No.: 34/11-12 Kızılay/ANKARA
Telefon: (0312) 417 34 43 – 417 65 87
Faks: (0312) 417 15 78
ISBN : 978 – 9944 – 777 – 60 – 5
Baskı
Bahçekapı Mah. 2460. Sok. Nu.:7
06369 Şaşmaz / ANKARA
Tel : (0312) 278 34 84 (pbx)
www.tunamatbaacilik.com.tr
Sertifika No: 16102
Baskı Tarihi
2013 – VIII
www.esenyayinlari.com.tr
Bu kitabın konusu “öğretici metinler”dir.
Kitapta konular şu yöntemle ele alınmıştır: Önce ele alınan konuyla ilgili teorik bilgiler
verilmiş, ardından bu bilgiler örnek metinlerden yararlanılarak somutlaştırılmış, daha sonra ölçme-değerlendirme bölümlerine geçilmiştir.
Kitapta konunun içeriğine göre beş çeşit ölçme-değerlendirme yöntemi uygulanmıştır:
Bilgi-yorum, doğru-yanlış, boşluk doldurma, eşleştirme ve test soruları. Bu soruların cevapları ölçme-değerlendirme bölümlerinin sonuna konan cevap anahtarlarında bulunmaktadır.
Cevap anahtarlarında bir tek bilgi-yorum sorularının cevaplarına yer verilmemiş; bu soruları, öğrencilerin kendi cümleleriyle cevaplamaları istenmiştir.
Bu kitabın hazırlanması sürecinde derin bilgi birikimi ve yol gösterici tavrıyla katkılarını esirgemeyen Sayın Erdal Elgin’e teşekkür etmeyi bir borç bilir, kitabın eğitim camiamıza faydalı olmasını dilerim.
Yusuf ARAS
www.yusufaras.com.tr
ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza
ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kymetli
hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve haricî
bedhahlarn olacaktr. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen,
vazifeye atlmak için, içinde bulunacağn vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!
Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine
kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatann bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş,
bütün ordular dağtlmş ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu
şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hattâ hyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî
menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde
harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâd! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve
cumhuriyetini kurtarmaktr! Muhtaç olduğun kudret, damarlarndaki asîl kanda, mevcuttur!
İSTİKLÂL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yldzdr, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Bastğn yerleri “toprak!” diyerek geçme, tan:
Düşün altndaki binlerce kefensiz yatan.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazktr, atan:
Verme, dünyalar alsan da, bu cennet vatan.
Çatma, kurban olaym, çehreni ey nazl hilâl!
Kahraman rkma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarmz sonra helâl...
Hakkdr, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Kim bu cennet vatann uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fşkracak toprağ sksan, şühedâ!
Cân, cânân, bütün varm alsn da Huda,
Etmesin tek vatanmdan beni dünyada cüdâ.
Ben ezelden beridir hür yaşadm, hür yaşarm.
Hangi çlgn bana zincir vuracakmş? Şaşarm!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarm.
Yrtarm dağlar, enginlere sğmam, taşarm.
Garbn âfâkn sarmşsa çelik zrhl duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasl böyle bir iman boğar,
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmş canavar?
Arkadaş! Yurduma alçaklar uğratma, sakn.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâszca akn.
Doğacaktr sana va’dettiği günler Hakk’n...
Kim bilir, belki yarn, belki yarndan da yakn.
Ruhumun senden, İlâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeliEbedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşm,
Her cerîhamdan, İlâhi, boşanp kanl yaşm,
Fşkrr ruh- mücerred gibi yerden na’şm;
O zaman yükselerek arşa değer belki başm.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanl hilâl!
Olsun artk dökülen kanlarmn hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, rkma yok izmihlâl:
Hakkdr, hür yaşamş, bayrağmn hürriyet;
Hakkdr, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Mehmet Âkif ERSOY
1. ÜNİTE: METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI ................................................. 9
Metinlerin Sınıflandırılması ...........................................................................................................10
Hatırlatmalar-Pekiştirmeler 1: Anlatım Türleri .........................................................................14
Hatırlatmalar-Pekiştirmeler 2: Dilin İşlevleri ............................................................................15
Ölçme-Değerlendirme 1: Metinlerin Sınıflandırılması .............................................................16
2. ÜNİTE: ÖĞRETİCİ METİNLER .................................................................... 19
1. Mektup ........................................................................................................................................20
A. Özel Mektup ............................................................................................................................21
Örnek Metinler .............................................................................................................................23
B. Resmî Mektup ........................................................................................................................29
Dilekçe .....................................................................................................................................29
C. İş Mektubu .............................................................................................................................35
Mektubun Diğer Öğretici Metin Türleriyle İlişkisi .........................................................................38
Edebî Metinler ve Mektup ............................................................................................................38
Ölçme-Değerlendirme 2: Mektup ............................................................................................47
Hatırlatmalar-Pekiştirmeler 3: Yazım (İmla) Kuralları..............................................................52
Ölçme-Değerlendirme 3: Yazım (İmla) Kuralları .....................................................................64
Hatırlatmalar-Pekiştirmeler 4: Noktalama İşaretleri.................................................................83
Ölçme-Değerlendirme 4: Noktalama İşaretleri ........................................................................95
2. Günlük (Günce) ........................................................................................................................113
Günlüğün Tarihsel Gelişimi .......................................................................................................115
Örnek Metinler ...........................................................................................................................117
Ölçme-Değerlendirme 5: Günlük...........................................................................................127
Hatırlatmalar-Pekiştirmeler 5: Bağlaşıklık - Bağdaşıklık - Anlatım Bozuklukları ...................132
Ölçme-Değerlendirme 6: Anlatım Bozuklukları .....................................................................148
3. Anı (Hatıra) ...............................................................................................................................163
Anının Tarihsel Gelişimi .............................................................................................................165
Türk Edebiyatında Anı ...............................................................................................................166
Örnek Metinler ...........................................................................................................................168
Ölçme-Değerlendirme 7: Anı (Hatıra) ...................................................................................183
4. Biyografi (Hayat Hikâyesi) - Otobiyografi (Öz Yaşam Öyküsü) ..........................................189
Türk Edebiyatında Biyografi ve Otobiyografi .............................................................................193
Örnek Metinler ...........................................................................................................................195
Ölçme-Değerlendirme 8: Biyografi- Otobiyografi ..................................................................205
5. Gezi Yazısı (Seyahatnâme) .....................................................................................................210
Gezi Yazısının Tarihsel Gelişimi................................................................................................211
Örnek Metinler ...........................................................................................................................217
Ölçme-Değerlendirme 9: Gezi Yazısı (Seyahatnâme) ..........................................................234
6. Sohbet (Söyleşi).......................................................................................................................238
Örnek Metinler ...........................................................................................................................240
Ölçme-Değerlendirme 10: Sohbet (Söyleşi)..........................................................................245
7. Haber Yazısı .............................................................................................................................249
Haber Yazısının Nitelikleri .........................................................................................................251
Gazetecilik Tarihi .......................................................................................................................253
Basın Meslek İlkeleri ..................................................................................................................257
Gazetecilik Terimleri ..................................................................................................................258
Örnek Metinler ...........................................................................................................................260
Ölçme-Değerlendirme 11: Haber Yazısı ...............................................................................265
8. Köşe Yazısı ...............................................................................................................................270
Örnek Metinler ...........................................................................................................................272
Ölçme-Değerlendirme 12: Köşe Yazısı .................................................................................279
9. Deneme .....................................................................................................................................283
Denemenin Tarihsel Gelişimi .....................................................................................................285
Örnek Metinler ...........................................................................................................................286
Ölçme-Değerlendirme 13: Deneme ......................................................................................299
10.Makale ......................................................................................................................................304
Örnek Metinler ...........................................................................................................................306
Ölçme-Değerlendirme 14: Makale ........................................................................................318
11.Eleştiri ......................................................................................................................................323
Edebiyat Eleştirisi ......................................................................................................................324
A. Eserle Dış Dünya Arasındaki İlişkiyi Merkeze Alan Eleştiri Kuramları..................................325
B. Sanatçıyı Merkeze Alan Eleştiri Kuramları............................................................................328
C. Edebiyat Eserini Merkeze Alan Eleştiri Kuramları.................................................................329
D. Okuru Merkeze Alan Eleştiri Kuramları .................................................................................332
Türk Edebiyatında Eleştiri ..........................................................................................................334
Örnek Metinler ...........................................................................................................................336
Ölçme-Değerlendirme 15: Eleştiri .........................................................................................341
3. ÜNİTE: SÖZLÜ ANLATIM .......................................................................... 345
1. Röportaj ....................................................................................................................................346
A. Bir Yeri ya da Bölgeyi Konu Alan Röportajlar .......................................................................346
B. İnsanı Konu Alan Röportajlar ................................................................................................348
C. Eşyayı Konu Alan Röportajlar ...............................................................................................349
Günümüzde Röportaj.................................................................................................................350
Örnek Metinler ...........................................................................................................................350
Ölçme-Değerlendirme 16: Röportaj ......................................................................................368
2. Mülâkat (Görüşme) ..................................................................................................................374
Mülâkatın Aşamaları ..................................................................................................................374
Mülâkat Çeşitleri ........................................................................................................................377
Örnek Metinler ...........................................................................................................................378
Ölçme-Değerlendirme 17: Mülâkat (Görüşme) .....................................................................383
3. Söylev (Hitabet, Nutuk) ...........................................................................................................388
Örnek Metinler ...........................................................................................................................390
Ölçme-Değerlendirme 18: Söylev (Hitabet, Nutuk) ...............................................................403
Ölçme-Değerlendirme 19: Öğretici Metinler - Karma Testler................................................406
Kaynakça.......................................................................................................................................415
Metinlerin Sınıflandırılması
MET‹NLER‹N SINIFLANDIRILMASI
Metin, birbirini izleyen, sıralı ve anlamlı bütünler oluşturan cümleler/mısralar dizisidir. Bir
cümleler/mısralar dizisine “metin” denebilmesi için bu
cümlelerin/mısraların, rastlantısal şekilde değil; belli
bir düzene göre art arda getirilmesi gerekir.
Metinler çeşitli açılardan sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırmaların temelinde şu sorular yer alır?
Metin kelimesinin Fransızcadaki karşılığı texte,
İngilizcedeki karşılığı texttir. Her iki kelime de kökenbilimsel açıdan Latincedeki textus (dokuma, kumaş)
ve texere (dokumak, kumaş üretmek) kelimeleriyle yakından ilişkilidir. Bu kelimeler arasındaki yakın
ilişkiden yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Metin, kumaş gibidir. Nasıl ki bir kumaş insanın bazı ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, belli desenler verilerek belli yöntemlerle dokunuyorsa bir metin de insana özgü
kimi ihtiyaçları karşılamak üzere belli anlatım türlerine ve metin oluşturma yöntemlerine bağlı kalınarak
bir kumaş gibi dikkatlice dokunur. Nasıl ki bir kumaşta her bir desen, her bir düğüm başka desen ve düğümlerle ilişkiliyse bir metindeki her kelime ve cümle
de başka kelime ve cümlelerle yakın ilişkilidir.
2. Metin, temelde hangi anlatım türü kullanılarak oluşturulmuştur?
10
3. Metin sözlü anlatımla mı yazılı anlatımla mı
oluşturulmuştur?
4. Metin, dilin hangi işlevinden yararlanılarak
oluşturulmuştur?
Metinler gerçeklikle ilişkileri, işlevleri ve yazılış
amaçları bakımından iki ana gruba ayrılarak incelenir: Sanatsal (edebî) metinler ve öğretici metinler.
ESEN YAYINLARI
Her metin, kendi içinde birim değeri taşıyan
dilsel bir bütünlüktür. Kelime, cümle ve paragrafların birer dil birimi olarak başlı başına birer anlam taşımaları gibi bir metin de başlı başına bir birim değeri
taşır ve kendisini oluşturan kelime, cümle ve paragrafların anlamlarının toplamından farklı, daha bütünsel bir anlam taşır. Metin (bütün), cümlelerden/mısralardan (parçalardan) oluşan ama cümlelerin/mısraların (parçaların) toplamından farklı bir değer taşıyan
dilsel bir düzenlemedir.
1. Metnin, gerçeklikle ilişkisi ne ölçüdedir; işlevi
ve yazılış amacı nedir?
Sanat; duygu, düşünce ve hayallerin çizgi, renk,
biçim, ses, söz ve ritim gibi unsurlarla güzel ve etkili
bir biçimde ve kişisel bir üslûpla ifade edilmesidir. Sanatın ayırıcı özelliği; günlük, basit ve sıradan şeylerin
üstünde olmasıdır. Her gerçek sanat eseri, “biricik”tir,
yani özgündür. Bir resmin, bestenin, şiirin, romanın
vb.nin bütün özellikleri dikkate alındığında kendinden
önce ortaya konan başka bir sanat eserinin büyük ölçüde benzeri olduğu ortaya çıkıyorsa ona gerçek anlamda sanat eseri denemez. Sanat eseri, insanda
coşku ve hayranlık uyandırır.
Güzel sanatların bir kolu olan edebiyat; olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya
yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatıdır. Bu sanat kullanılarak ortaya konan metinlere edebî metin denir.
Edebî metinlerdeki kelime, cümle ve mısraların önemli bir bölümü, günlük dildeki anlamlarından (ilk/gerçek anlamlarından) sıyrılarak yan anlam değeri kazanır. Bu tür metinlerde; sezdirme, hissettirme, çağrıştırma ön planda tutulur; dil çoğunlukla şiirsel işlevde kullanılır, imgeler oluşturulur, kurmaca dünyalar yaratılır.
ESEN YAYINLARI
Metinlerin Sınıflandırılması
“Haber ve bilgi vermek, ikna etmek, kanıları değiştirmek, uyarmak, düşündürmek, yönlendirmek, tanıtmak” gibi amaçlarla kaleme alınan metinlere öğretici metinler denir. Adından da anlaşılacağı üzere
öğretici metinlerde temel amaç, okuyucuya bir şeyleri öğretmektir. Öğretici metinlerde çoğunlukla nesnel
yargılara yer verilir, yalın ve anlaşılır bir dil kullanılır,
süslü ifadelere başvurulmaktan kaçınılır, dil daha çok
göndergesel işlevde kullanılır. Bu tür metinlerde kelimeler, yan ve mecaz anlamlarından çok gerçek anlamlarıyla kullanılır.
Felsefi metinler
Tarihsel metinler
Bilimsel metinler
Ö⁄RET‹C‹ MET‹NLER
Gazete çevresinde
geliflen metin türleri
Kiflisel hayat› konu alan
metin türleri
F›kra
Hat›ra
Do¤rudan ya da dolayl› olarak
sözlü anlat›mla iliflkili olan
metinler
Makale
Biyografi
Gezi yaz›s›
Sohbet
Otobiyografi
Deneme
Günlük Mektup
Elefltiri
Haber yaz›s›
Röportaj
Mülâkat
Bir kiflinin belli bir toplulu¤a hitaben
yapt›¤› bir konuflman›n yaz›ya
aktar›lmas›yla oluflturulan metinler
Toplant›lardaki konuflma ve
tart›flmalar›n yaz›ya aktar›lmas›yla
oluflturulan metinler
Münazara
metinleri
Sunum
metinleri
Konferans
metinleri
Söylev
metinleri
Panel
metinleri
Forum
metinleri
Aç›k oturum
metinleri
Sempozyumlardaki
tart›flmalar›n metinleri
11
Metinlerin Sınıflandırılması
SANAT MET‹NLER‹ (EDEBÎ MET‹NLER)
Coflku ve heyecan›
dile getiren metinler
Olay çevresinde geliflen edebî metinler
Serbest fliir
Koflma
Sagu
Manzum hikâye
Kaside
Her tür
fliir
Semai
Sone
Gazel
Murabba
Destan
Fabl
Köy seyirlik oyunlar›
Masal
Anlatmaya ba¤l›
edebî metinler
Mesnevi
Öykü
Roman
Halk hikâyesi
Orta oyunu
Dram
Meddah
Göstermeye ba¤l›
Trajedi
edebî metinler
Komedi
Karagöz
Modern tiyatro
Yukarıdaki sınıflandırma bu metin türlerinin genel özellikleri dikkate alınarak yapılmıştır. Bazı metinler, bu
sınıflandırmanın dışına çıkacak nitelikler taşıyabilir. Söz gelimi bir gezi yazısı, öğretici bir metin olmakla birlikte
edebî metinlerin bazı özelliklerini de taşıyabilir. Metni yazan kişi, gezip gördüğü yerleri tanıtıp bu yerlerle ilgili
açıklamalar yapmakla birlikte sanatsal ifadelere, çağrışım gücü yüksek kelimelere hatta imgesel değer taşıyan
ifadelere de başvurabilir. Böylelikle bu metin, bir sanat metni olarak da değerlendirilebilir.
Hayal edilenlerin anlatılması, edebî metinlerde
dile getirilen olayların benzerlerinin gerçek dünyada karşılıklarının olmadığı anlamına gelmez. Aksine
edebî metinlerin birçoğu, insana ve dış dünyaya özgü her türlü gerçekliği dile getirmeleri yönüyle somut
hayatın gerçekleriyle iç içedir. Ama bu iç içelik, edebî metinde yaratılan dünyanın gerçek dünyayla her
anlamda örtüşmesini gerekli kılmaz. Edebiyatçıların
12
elinden çıkan her metin, insan elinden çıkan her ürün
gibi bu dünyayla, içinde bulunulan zaman ve mekânla ilgili olmakla birlikte bu dünyanın sınırlarını aşan,
imgelerle zenginleşen, insanın daha çok düş gücüne
seslenen, okuyucuda estetik hazlar uyandıran bir yapıya ve anlatıma sahiptir.
ESEN YAYINLARI
Edebî metinler, insana ve dış dünyaya özgü her
türlü gerçekliğin duygu ve düşünce ögeleriyle birleştirilip kurmaca bir dünyada yeniden yaratılmasıyla
oluşturulur. Bir edebiyat terimi olarak kurmaca dünya, gerçek olandan hareketle ve gerçek olanla ilişkilendirilerek kurulan hayalî dünya demektir. Edebî metin, kurmaca olması yönüyle hayal gücünden az ya
da çok ama mutlaka yararlanmak durumundadır. Öğretici metinler, gerçekleri olduğu gibi yansıtırken edebî metinler bu gerçekleri yeniden yaratarak yansıtır.
Öğretici metinler “olan”ları, somut dünyanın gerçeklerini anlatırken edebî metinler “olmadığı hâlde varmış”
gibi düşünülenleri yani hayal edilenleri anlatır.
Edebiyattaki gerçeklik, somut gerçeklerin
düşsel dünyada yeniden yaratılmasıyla oluşturulur. Söz gelimi edebî metinlerin teması olan bazı olay
ve durumlar, öğretici metinlerde de ele alınabilir. Bir
romanda anlatılan kişiler, mekânlar, olaylar, bir tarih
kitabında da anlatılabilir. Ama tarihçi bunları anlatırken bilimsel bakış açısının dışına çıkmamaya özen
gösterir, gerçek kişileri ve yaşanmışlığı kesin olan
olayları anlatır. Edebiyatçı ise bu gerçeklerden yararlanır ama bunları olduğu gibi anlatmaz. Bir romanda
anlatılan olay, kişi, mekân ve nesnelerin gerçekliği, o
romanın ilk sayfasıyla son sayfası arasında yer alan
kurmaca dünya bağlamında anlam kazanır.
Edebî metinlerde dile getirilenler, doğrulukyanlışlık ölçütüne göre değerlendirilemez. Bu
Metinlerin Sınıflandırılması
Edebî metinlerle öğretici metinler arasındaki
önemli farklardan biri de bu metinlerin farklı yorumlamalara açık olup olmadıklarıyla ilgilidir. Edebî metinler, sanat eseri olmaları yönüyle farklı bağlamlarda farklı anlamlara gelebilir. Yani bir edebî metin, o metni okuyan herkese farklı şeyler hissettirebi-
lir; onu okuyan herkes, o metinden farklı bir anlam
çıkarabilir. Böyle bir durum öğretici metinler için söz
konusu olamaz. Çünkü öğretici metinler, bir şeyleri açıklama, tanıtma, öğretme amacıyla kaleme alınır. Bu tür metinleri okuyanların, okudukları metinlerESEN YAYINLARI
eserlerde dile getirilenler ancak sanatsal olmak-sanatsal olmamak bağlamında değerlendirilebilir. Öğretici metinlerde ise bu ölçütler tamamen değişir. Söz
gelimi öğretici metinlerle ilgili olarak “Bu köşe yazarının anlattıkları doğru değil! Bu makalede yanlış bilgilere yer verilmiş! Bu kitapta anlatılanlar gerçeklerle
örtüşmüyor!” gibi ifadeler kullanmak mümkünken bir
şiir ya da öyküde anlatılanlar için “Bunlar gerçeklerle
örtüşmüyor! Burada anlatılanlar doğru değil!” gibi ifadeler kullanmak mümkün değildir.
den aynı şeyleri anlamaları, bu metinlerin temel oluşturulma nedenidir.
Edebî metinler, edebiyatçıların, çağlar boyunca kendilerini ve doğayı ya anlatarak ya göstererek
ya da coşku ile dile getirerek ifade etmeleri yoluyla oluşturulmuştur. “Anlatma” ile destandan modern
romana kadar oluşan metinler, “gösterme” ile ilk tiyatro denemelerinden günümüze kadar gerçekleşen tiyatro metinleri, “coşku ile dile getirme” ile de
her türlü şiir ortaya çıkmıştır.
Metinleri anlatım türlerine göre sınıflandırmak çok zordur. Çünkü tek bir anlatım türü kullanılarak oluşturulmuş metinlerin sayısı çok azdır. Söz gelimi romanlar, çoğunlukla öyküleyici, betimleyici, açıklayıcı ve söyleşmeye bağlı anlatım türlerinin bir arada kullanılmasıyla oluşturulur. Benzer bir durum öğretici metinler için
de söz konusudur.
Aşağıdaki sınıflandırma, metinlerin genel özellikleri dikkate alınarak yapılmıştır.
OLUfiTURULDUKLARI ANLATIM TÜRLER‹NE GÖRE MET‹NLER
Öyküleyici anlat›mla
oluflturulan metinler
Tarihsel metinler
Kiflisel hayat› konu
alan metinler
Anlatmaya ba¤l›
edebî metinler
Aç›klay›c›-kan›tlay›c›
anlat›mla
oluflturulan metinler
Söyleflmeye ba¤l›
anlat›mla
oluflturulan metinler
Coflku ve heyecana
ba¤l› anlat›mla
oluflturulan metinler
Felsefi metinler
Mülakat
fiiirler ve fliirsel
nitelik tafl›yan di¤er
metinler
Bilimsel metinler
Röportaj
Makale
Söylefli (sohbet)
Deneme
Göstermeye ba¤l› edebî metinler
F›kra
Do¤rudan ya da dolayl› olarak
sözlü anlat›mla iliflkili olan metinler
Elefltiri
Haber yaz›s›
13
Metinlerin Sınıflandırılması
HATIRLATMALAR
PEKİŞTİRMELER
1
ANLATIM TÜRLERİ
1. Öyküleyici anlatım: Bir anlatıcının bir olayı
veya birbiriyle ilişkili birden çok olayı (olay örgüsünü)
anlatması esasına dayanan bu anlatım türünde en
önemli ögeler şunlardır: Olay, kişi, zaman, mekân,
anlatıcı.
mesi, silinmesi ya da düzenlemesine öğrenme denir. Öğretici anlatım, öğrenme amacının gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla oluşturulan metinlerde kullanılan anlatım türüdür. Öğretici anlatımda, yapılan açıklamalar ve verilen bilgilerle kişide herhangi bir davranış ya da yeteneğin geliştirilmesi, değiştirilmesi, silinmesi ya da düzenlenmesi amaçlanır. Yani metin, açıklayıcı anlatıma göre daha somut beklentilerle kaleme alınır.
3. Coşku ve heyecana bağlı anlatım (Lirik
anlatım): Heyecan, coşku, mutluluk, hüzün; dinî duyarlılık, derin düşünce gibi daha çok soyut durumların, okuyucuyu etkileyecek, duygulandıracak ve onda hayranlık uyandıracak şekilde dile getirildiği metinlerde kullanılan anlatım türüne “coşku ve heyecana bağlı anlatım” denir.
4. Destansı (Epik) anlatım: Destansı anlatım,
tarihî olay ve kişilerin olağanüstülükler temelinde, heyecan ve coşku uyandıracak şekilde anlatılmasıdır. Destansı anlatımın çıkış noktası, doğal destanlardır.
5. Emredici anlatım: Anlatıcının, okuyucuyu
bir iş yapmaya, bir eylemde bulunmaya, bir davranışı gerçekleştirmeye zorladığı ya da okuyucuya bu konularda telkin ve önerilerde bulunduğu
metinlerde kullanılan anlatım türüne “emredici anlatım” denir.
6. Açıklayıcı anlatım: Açıklayıcı anlatım, okuyucunun eksik ya da yanlış bildiği ya da hiç bilmediği bir konuda, ona doğru ve yeni bilgiler sağlamayı
ve onu bilgilendirmeyi amaçlayan metinlerde kullanılır. Açıklayıcı anlatımda yazar, okuyucuyu bir konu/
sorun hakkında aydınlatmayı ve bilgilendirmeyi temel
öncelik olarak belirler. Yazdığı metinle bir belirsizliği
ortadan kaldırmayı, bir karşıtlığa çözüm getirmeyi, ya
da bir sorunu çeşitli açılardan irdelemeyi amaçlar. Bu
tür metinlerde genellikle bir konu/sorunla ilgili niçin ve
nasıl sorularının cevapları vardır.
7. Öğretici anlatım: İnsanın doğuştan getirdiği davranış ve yeteneklerinin geliştirilmesi, değiştiril14
ESEN YAYINLARI
2. Betimleyici anlatım: Betimleme, okuyucunun duyularıyla algılayabileceği bir nesne, kişi ya da
mekânı, duyu organlarını kullanmadan kelimeler aracılığıyla algılaması ve bunları hayal gücüyle zihninde
canlandırabilmesi için nesne, kişi ve mekânların bir
anlatıcı tarafından ayrıntılı olarak tanıtılmasıdır.
8. Kanıtlayıcı anlatım: Kanıtlamak, bir düşünceye katılmama nedenini belirterek o düşünceden
farklı bir düşünceyi ortaya koymak ve bu düşüncenin başkalarınca kabul edilmesini sağlamaktır. Kanıtlayıcı anlatımın temel amacı, inandırma, aydınlatma,
kendi görüşünü bir başkasına kabul ettirmedir.
Açıklayıcı anlatımda bilgilendirme ve öğretme; kanıtlayıcı anlatımda doğru bilinenlerin yanlış, yanlış
bilinenlerin de doğru olduğunu kanıtlama amacı
vardır.
9. Tartışmacı anlatım: Tartışmacı anlatım, birçok açıdan kanıtlayıcı anlatımla benzerlik gösterir.
Bu anlatım türüyle oluşturulan metinlerde çoğunlukla
güncel olay, konu ve sorunlar; söz dalaşı ya da kalem kavgası olarak da nitelendirilebilecek bir üslupla ele alınır. Bu anlatım türünde ahlak, din ve toplumla ilgili genel tutumlar değerlendirilir, yanlışlıklar
ortaya konulup bazı tutum ve görüşler hiçe sayılır.
Bu tür metinlerde, eleştirilen tarafı düşman gibi görme ve onun görüşlerini zorlama ya da kışkırtmaya
dayalı bir kanıtlanma biçimiyle çürütme ve o kişiyi gülünç duruma düşürme amacı vardır.
10. Düşsel (Fantastik) anlatım: Düşsel anlatım, tamamen hayal ögesine dayanır. Gerçek dünyanın olmazları, imkânsızları, gerçek dışılıkları; bu
anlatım türüyle oluşturulan metinlerde birer gerçeğe dönüşür. Düşsel anlatımla oluşturulan metinlerde
olağanüstü yeteneklere sahip kahraman, büyücü,
cadı ve yaratıklara, gerçek dışı durum ve olaylara,
bilimsel ve güncel bilgiyle açıklanamayacak hatta çoğunlukla bunlarla çelişecek durum, eylem ve
nesnelere sıkça rastlanır. Masallar ve efsaneler fantastik metinlerin çıkış noktası sayılabilir.
Metinlerin Sınıflandırılması
monologlardan) oluşan bölümlerinde ve günlük hayatta konuşmalarla gerçekleştirilen her tür iletişimde
kullanılan anlatım türüdür.
ESEN YAYINLARI
11. Gelecekten söz eden anlatım: Adından da
anlaşılacağı üzere bu anlatım türü; gelecekten haber veren, daha sonra gerçekleşecek olay ve durumlarla ilgili tahminlerde ve varsayımlarda bulunan metinlerde kullanılır. Yazarın temel amacı, okuyucuyu daha sonra gerçekleşecek bazı olaylarla
ilgili olarak önceden bilgilendirmektir. Bu anlatım
türüyle oluşturulan metinlerin bir kısmı bilimsel ölçütlere; bir kısmı da bilim kurguya, kehanetlere,
dinsel, felsefi ve siyasi görüşlere dayanır.
ğurur.
DİLİN İŞLEVLERİ
1. Dilin göndergesel işlevi: Göndergesel işlev, dilin, nesnel bilgilerin aktarılması sırasında kazandığı işlevdir. Bu, başka bir ifadeyle dilin bilgi verme işlevidir. Öznel ifadelerin kullanılmadığı, objektif
değerlendirmelerin yer aldığı her tür öğretici metinde
dil, göndergesel işlevde kullanılır.
4. Dilin kanalı kontrol işlevi: Bir ileti, iletişimin devam edip etmediğini öğrenmek amacıyla düzenlenmişse dil, o iletide kanalı kontrol etme işlevinde kullanılmıştır. Dilin kanalı kontrol işlevinde, oluşturulan cümlelerin anlamsal içerikleri çok
da önemli değildir. Bu cümlelerin kurulmasındaki asıl
amaç, iletişimin devam edip etmediğini öğrenmektir.
Bir telefon görüşmesinde geçen “Alo, beni duyuyor
musun? Sesim geliyor mu? Beni dinle, uyuma!” gibi
iletiler, dilin kanalı kontrol işlevine örnek gösterilebilir.
Hiçbir metin hatta hiçbir iletişim, dilin, sadece kanalı
kontrol işlevinden yararlanılarak oluşturulamaz.
5. Dilin dil ötesi işlevi: Dilin dil ötesi işlevinde
iletiler, dili açıklamak, dille ilgili bilgi vermek amacıyla düzenlenir. Dil bilim ve dil bilgisi konularının ele
alındığı her tür öğretici metinde dil, çoğunlukla bu işlevde kullanılır.
ESEN YAYINLARI
3. Dilin alıcıyı harekete geçirme işlevi: Okuyucuda tepki ve davranış değişikliği yaratmayı
amaçlayan, okuyucunun bazı şeyleri yapmasını bazı
şeyleri de yapmamasını isteyen iletilerin sıkça yer aldığı metinlerde dil alıcıyı harekete geçirme işlevinde
kullanılır.
lemin doğruluğundan emin olması, düştüğü durumu
dıklarını olağanmış gibi karşılaması, gülünçlüğü do-
2
2. Dilin heyecana bağlı işlevi: Bir metindeki
iletiler, yazarın ele aldığı konuyla ilgili duygu ve heyecanlarını dile getirmek amacıyla oluşturulmuşsa
o metinde dil ağırlıklı olarak heyecana bağlı işlevde
kullanılmıştır. Dilin göndergesel işlevinde nesnellik,
heyecana bağlı işlevinde öznellik hâkimdir.
ne mizahi anlatım denir. Bir kişinin normalden sapan
davranışlarını kendisinin normal sayması, yaptığı eyyadırgamaması, bu nedenle de sakin olması ve yaşa-
12. Söyleşmeye bağlı anlatım: Söyleşmeye
bağlı anlatım, metinlerin konuşmalardan (diyalog ve
HATIRLATMALAR
PEKİŞTİRMELER
13. Mizahi anlatım: Güldürme ögesinin ön
planda tutulduğu metinlerde kullanılan anlatım türü-
6. Dilin şiirsel (poetik, sanat) işlevi: İmgeye
ve kurmacaya dayalı metinlerde (edebî metinlerde)
dil, çoğunlukla şiirsel işlevde kullanılır. Edebî metnin,
edebî metin olmasının dışında önemli bir amacı yoktur. Söz gelimi lirik anlatımla kaleme alınan bir şiirin
amacı, o şiirin kendisidir. Bir edebî metnin gerçekliği, o metnin kendisindedir. Bu gerçeklik, kurmaca bir
dünyanın ürünüdür. Dilin şiirsel işleviyle oluşturulan
metinlerde kurmacanın egemen olması, bu metinlerdeki iletilerin insandan, hayattan ve yaşanılan dünyadan tümden soyutlandığını göstermez. Bu işlevde dil,
insana özgü durumları sanatsal gerçekliğe dönüştürmede bir araç olarak kullanılır. Burada karşımıza çıkan gerçeklik, sanata özgü (sanatsal) gerçekliktir. Dilin şiirsel işlevinin kullanıldığı metinlerde yazar/şair,
okuyucuda estetik etkiler uyandırmak için dili istediği
gibi kullanır, kendi özgün üslubunu oluşturmak için bir
anlamda dili yeniden yaratır. Edebî sanatlardan, karşılaştırmalardan, çağrışım gücü yüksek kelimelerden
yararlanarak imgeler oluşturur, kelimelere yeni anlamlar yükler, kurmaca dünyalar yaratır.
15
Metinlerin Sınıflandırılması
ÖLÇME – DEĞERLENDİRME 1
Metinlerin Sınıflandırılması
BİLGİ - YORUM
Sanat metinleriyle öğretici metinler arasında ne tür farklar vardır?
6.
Bir kişinin belli bir topluluğa hitaben yaptığı bir konuşmanın yazıya aktarılmasıyla
oluşturulan metinler hangileridir?
2.
Metinleri, oluşturuldukları anlatım türleri
bakımından sınıflandırınız.
7.
Edebî metinlerin farklı yorumlamalara
açık olmasının temelinde ne yatmaktadır?
3.
Olay çevresinde gelişen edebî metinler
hangileridir?
8.
Dilin sadece kanalı kontrol işlevinden
yararlanarak bir metin oluşturmak mümkün müdür? Gerekçenizi de belirterek
cevaplayınız.
4.
Gazete çevresinde gelişen metin türleri
hangileridir?
9.
Edebî metinlerde dile getirilenleri, doğruluk-yanlışlık ölçütüne göre değerlendirmek mümkün müdür? Gerekçenizi de
belirterek cevaplayınız.
5.
Sanatsal gerçeklik nedir? Sanatsal gerçeklikle nesnel dünyanın somut gerçekleri arasında nasıl bir ilişki vardır?
10. Öyküleyici anlatım, hangi metin türlerinde
daha çok kullanılır?
16
ESEN YAYINLARI
1.
Öğretici Metinler
1.
MEKTUP
Mektuplar, oluşturulma amaçlarına göre üç ana
İnsanoğlu, iletişim, başka bir deyişle haberleş-
grupta incelenebilir:
me ihtiyacını karşılamak için en eski çağlardan beri çeşitli yollar aramış, bu amaçla gerek dil dışı gös-
1. Özel mektuplar
tergelerden gerekse de dil göstergeleri olan kelimelerden yararlanma yoluna gitmiştir. Başta sadece bi-
2. Resmî mektuplar
rer ses birimi olarak varlık gösteren ve insanların konuşarak iletişim kurmalarını sağlayan kelimeler, yazı-
3. İş mektupları
nın icadıyla birlikte; tabletlere, kayalara, hayvan derilerine, kâğıtlara vb.ne kaydedilmeye başlanmış, böylece daha somut bir göstergeye dönüşerek kalıcılık
niteliğini kazanmış; mektup da bu süreçte insan hayatına girmiştir.
Şüphesiz ilk mektubun yazılışından günümüze
kadar mektup; işlev, içerik, şekil, dil ve anlatım, gön-
belli konularda haber vermek ya da emir ve istekleri
bildirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Mektubun duyguları bildirme işlevi çok sonraları gerçekleşmiştir.
ESEN YAYINLARI
derilme biçimi vb. bakımlardan çeşitli değişikliklere
uğramıştır. Söz gelimi tarihteki ilk mektuplar, sadece
Mektup türündeki önemli gelişmelerden biri de teknolojinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla yaşanmıştır.
Günümüz mektupları “posta yoluyla gönderilen, zarfa konulmuş yazılı bir kâğıt olma” niteliğinden büyük
oranda sıyrılmış ve daha çok elektronik ortamda gönderilen birer ileti olma niteliğini kazanmıştır.
Elektronik mektup, mektubun oluşturulma
amacından yola çıkılarak yapılan bir sınıflandırmada bir mektup çeşidi olarak değerlendirilemez. Çünkü elektronik mektup, oluşturulma işlevinden değil gönderildiği ortamın özelliğinden ötürü bu ismi almaktadır. Söz gelimi bir
özel mektup, postayla da İnternet’le de gönderilebilir. Bu mektup İnternet aracılığıyla gönderildi diye özel mektup olmaktan çıkmaz. Sadece elektronik ortamda gönderildiği için aynı zamanda elektronik mektup olma niteliğini kazanır.
20
Öğretici Metinler
A.
ÖZEL MEKTUP
Öğretici metinler çoğunlukla giriş, gelişme ve
Akraba, arkadaş, dost, tanıdık, meslektaş vb. olmaları yönüyle aralarında ilişki bulunan kişilerin birbirlerine yazdıkları mektuplara özel mektup denir.
Özel mektuplarda kurumsal ilişkiler, resmî konular
değil, sadece alıcıyı ve göndericiyi ilgilendiren özel
konular ele alınır.
sonuç bölümlerinden oluşur. Mektuplarda giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinin olmasını, bir zorunluluk
değil, anlatmayı ve anlamayı kolaylaştıran yapısal bir
düzenleme olarak görmek daha doğrudur.
Giriş bölümü, mektubun yazılış nedeninin belir-
Özel mektuplar, birbiriyle konuşma ihtiyacı hisseden kişilerin karşılıklı konuşmalarının mümkün olmadığı durumlarda başvurdukları tek taraflı bir konuşma gibidir. Mektubu, konuşmadan ayıran temel
fark, dönütün (geri bildirimin) ya geç gelmesi ya da
hiç gelmemesidir. Bir konuşma esnasında konuşan
kişilerden biri bir şey söylediği ya da sorduğu zaman,
diğer kişi de ona karşılık (diyalog) verir ve konuşma
bu şekilde sürüp gider. Mektupta böyle bir durum söz
konusu olamaz. Bir mektubun dönütü, o mektuba cevap olarak yazılacak başka bir mektuptur.
Ele alınan konunun niteliği ve mektubun
göndericisi ile alıcısının birbirlerine karşı özel durumları, mektubun dil ve anlatım özelliklerini belirleyen ana etkenlerdir. Her mektup aynı üslupla
yazılmaz. Söz gelimi sevinçli bir haberin verileceği bir
mektupla üzücü bir olayın anlatılacağı bir mektup aynı üslup özelliklerini taşımaz. Benzer bir durum, aynı
konuda farklı kişilere yazılmış mektuplar için de söz
konusudur. Üniversite sınavında tıp fakültesini kazanan bir gencin bu haberi vermek için mektup yazdığı kişilerden biri, doktor olmak istemesine karşın ailevi sorunlardan ötürü eğitimini yarım bırakmış bir çocukluk arkadaşı; bir diğeri de mesleği doktorluk olan
bir amcasıysa, bu mektupların üslup özelliklerinin, hitap ve ifade tarzlarının birbirinden farklı olması son
derece doğaldır.
Özel mektuplarda konu dışına çıkılmamalı, alıcıyı ilgilendirmeyecek ayrıntılara yer verilmemelidir. Duygu ve düşünceler; kısa cümlelerle, duru, yalın, özentisiz, içten ve anlaşılır bir dille anlatılmalıdır.
Özel mektubun, değerini ve etki gücünü içtenlikli
bir anlatımla oluşturulmasından alan bir metin türü olduğu unutulmamalıdır.
rak bildiren cümlelerle ortaya konur. Gelişme bölümü mektupta asıl anlatılmak istenenlerin ortaya konduğu, ayrıntılara girildiği bölümdür. Bir mektupta birden çok konu üzerinde durulabilir. Böyle bir durumda
konudan konuya atlanmamalı, her konu ayrıntılarıyla
ortaya konduktan sonra ayrı bir konuya geçilmeli, her
konu ayrı bir paragrafta ele alınmalıdır. Mektup sevgi, saygı ve iyi dileklerin bildirildiği sonuç bölümüyle
tamamlanır.
ESEN YAYINLARI
Özel mektuba konu yönünden bir sınır çizilemez. Dostlar, arkadaşlar, akrabalar vb. arasında konuşulabilecek her tür konuda özel mektup yazılabilir.
tildiği bölümdür. Bu neden, genellikle özlem ve me-
Mektupların bir araya getirilerek kitaplaştırılmasının hem Doğu hem de Batı edebiyatlarında çok eskilere dayanan bir geçmişi vardır. Mektupların eski edebiyatımızdaki kitaplaştırılma süreci, münşeatlar ve mektubatlar aracılığıyla ilerlemiştir. Münşeat,
farklı konularda düz yazıyla oluşturulmuş metinlerin
bir araya getirildiği eserlerin genel adıdır. Münşeatlarda özellikle süslü nesirle oluşturulmuş tarih, tasavvuf metinlerine ve mektuplara yer verilmiştir. Mektubatlar ise sadece mektuplardan oluşan eserlerdir.
Özel mektupların kitaplaştırılması süreci Tanzimat’la birlikte hız kazanmış; günümüze kadar birçok
kişinin özel mektupları, bu mektupların alıcıları ya da
araştırmacılar tarafından bağımsız eserlerde bir araya getirilmiştir. Kendi yazdıkları mektupları kitaplaştıran yazarlar da vardır.
Özel mektuplarda konunun içeriğine göre dil
farklı işlevlerde kullanılır: Dil; olay, durum, kişi vb. ile
ilgili gerçek bilgilerin aktarıldığı, bunlarla ilgili haberlerin verildiği bölümlerde göndergesel işlevde; ele alınan konuyla ilgili duygu ve heyecanların dile getirildiği, öznel değerlendirmelerin yapıldığı bölümlerde heyecana bağlı işlevde; göndericinin alıcıdan bir şeyler yapmasını istediği bölümlerde ise alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılır.
21
Öğretici Metinler
Özel mektupların biçim özellikleri şunlardır:
Bazı özel mektuplarda akraba, dost ve ar-
1. Mektup, temiz ve düzgün bir kâğıda, siyah
ya da mavi mürekkepli bir kalemle yazılır. Günümüzde mektupların bilgisayarla yazılması hoş karşılansa da en doğrusu özel
mektubun elle, mümkünse el yazısıyla yazılmasıdır. Mektup kâğıdının beyaz ve çizgisiz olması gerekir. Renkli ve süslü kâğıtlara
mektup yazmak, mektup yazımında kurşun
kalem ve renkli kalem kullanmak doğru değildir.
kadaşların günlük konuşmalarında ele alınabilecek konular değil de belli bir uzmanlık alanıyla ilgili özel konular ele alınır. Edebî mektup,
felsefi mektup, düşünsel mektup gibi isimler
alan bu tür özel mektuplar, kişiden kişiye gönderilmeleri ve özel mektupların biçimsel özellikleri taşımaları yönüyle diğer özel mektuplarla benzerlik gösterir. Aralarındaki temel fark, bu
mektuplarda kişisel konuların yanında düşün-
2. Mektubun yazıldığı yer ve tarih, kâğıdın sağ
üst köşesine yazılır.
sel ve edebî konuların da ele alınabilmesidir.
Konu düşünsel içerikli olunca, anlatım da is-
Van, 22 Şubat 2012
ter istemez bundan etkilenmekte ve diğer özel
Çorum, 17 Ağustos 2013
mektuplarda görülen içten anlatım bu mektup-
Sevgili Kardeşim,
larda giderek kaybolmaktadır. Bu tür metinlerde
çoğunlukla ciddi, bazen de yapmacıklı, süslü
ve kapalı, kimi zaman da yoğun bir anlatım
ESEN YAYINLARI
3. Mektup bir hitap sözüyle başlar. Bu hitap,
mektup yazılan kişiyle mektubu yazan kişi
arasındaki özel durum dikkate alınarak belirlenir. Hitap sözünün, tarih ve yerin yazıldığı
hizadan biraz aşağıda, sol üst köşede satırbaşı yapılarak yazılması gerekir. Hitaplarda
her kelime büyük harfle başlar ve hitap sözünden sonra virgül konur.
vardır. Bu anlamda edebî ve felsefi içerikli özel
mektuplar, düşünürlerin ve edebiyatçıların, uzmanı oldukları alanlardaki ciddi konuşmalarına;
diğer özel mektuplar ise dost, arkadaş ve akrabaların samimi konuşmalarına benzetilebilir.
Aziz Dostum,
Değerli Arkadaşım,
4. Mektubu yazan kişinin ismi ve soy ismi, mektubun sağ alt köşesine yazılır; imza, ismin ve
soy isminin yazıldığı yerin altına atılır.
5. Mektubu yazan kişinin adresi sol alt köşeye
yazılır. Adres bildirmek, her mektup için zorunlu değildir. Adres, mektup yazanın adresinin bilinmediği ya da bilinen adreste bir değişiklik olduğunda yazılmalıdır. Sürekli mektuplaşılan bir kişiye her mektupta aynı adres
bilgilerini bildirmek doğru değildir.
6. Yazımı tamamlanan mektup, temiz bir zarfa konur. Gönderenin adresi sol üst köşede,
alıcının adresi ise sağ alt köşede yer alacak
şekilde yazılır. Adreste yer alan her kelime
büyük harfle başlar ve adres bilgileri okunaklı bir yazıyla yazılır.
22
Özel mektuplarda kullanılan anlatım türleri, ele alınan konuya göre farklılık gösterir: Akraba, arkadaş, dost vb. olmaları yönüyle aralarında yakın ilişki bulunan kişilerin birbirlerine
yazdıkları mektuplarda daha çok söyleşmeye
bağlı anlatım, açıklayıcı anlatım, öyküleyici
anlatım, emredici anlatım kullanılırken edebiyatçıların ve düşünce adamlarının birbirlerine yazdıkları edebî ve felsefi içerikli özel mektuplarda bu anlatım türlerinin yanında tartışmacı, öğretici ve kanıtlayıcı anlatım türleri de
kullanılabilir.
Öğretici Metinler
ÖZEL MEKTUP
ÖRNEK METİN 1
Hürrem Sultan’ın, Irakeyn Seferi’ne (1533-1535) çıkan
Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı mektup
Hazreti Sultanım,
Yüzümü yere koyup mutluluk sığınağı ayağınızın topraklarını öperim. Benim talihimin güneşi ve mutluluğumun sermayesi
sultanım! Eğer bu ayrılık ateşine yanmış, ciğeri kebap, sinesi harap olmuş, gözleri yaş dolu, gecesi gündüzü belirsiz,
hasret deryasına gömülmüş, çaresiz, aşkınız ile müptela, Ferhat ve Mecnun’dan beter şeydâ (aşkından aklını yitirmiş) kölenizi sorarsanız; ne zamandır ki sultanımdan ayrıyım; bülbül gibi ah u feryadım dinmiyor, ayrılığınızdan ötürü öyle bir hâlim var ki Allah, kâfir kullarına dahi vermesin.
Benim mutluluğum, talihim, sultanım! Bir buçuk ay oldu, sizden bir haber gelmedi. Bu nedenle, Allah biliyor ki bir türlü rahatlık yüzü görmedim. Gecelerden gündüzlere gündüzlerden gecelere kadar ağlayıp kendi
hayatımdan vazgeçtim; cihan, gözüme dar oldu. Ne yapacağımı bilemeden ağlayıp gözyaşları içinde kapıları
gözlerken o tek olan Rabbü’l-âlemîn, âleme rahmet eden Subhân-ı yezdân, cümle âleme lütufta bulundu: Fetih
haberinizi ve müjdeli haberlerinizi bize yetiştirdi. Hak Teâlâ Hazreti’ne bin bin şükürler! Benim pâdişâhım, benim sultânım! Bu haberi işitince, Allah biliyor ki, ölmüştüm, taze cân buldum. Herkes, yüce Allah’ın dergâhına
kapandı, her yerde şenlikler düzenlendi. Bütün âlem karanlıklar içinden çıkıp Hakk’ın rahmet nuruna gark oldu.
Elhamdülillah! Benim sultanım, benim padişahım, dünya ve ahiret sultanı dayanağım, dünyaya baktığım
iki gözümün nuru, şahım! Savaşlarda düşmanlarınız toprak olsun, memleketler alıp yedi iklimi ele geçiresiniz,
insanlar ve cinler emrinize itaat etsin! Allah, sizi belâ ve kazalardan saklasın, mübarek gönlünüzden geçen ne
muradınız varsa Allah sizi onlara kavuştursun! Hızır İlyas yardımcınız olsun. Bütün âlem, sayenizde hoşça geçinip sevinçli ve mutlu olsun. Hemen o yüce Allah’tan ümidim ve isteğim odur ki tezcecik gelesiniz. Muhtaçların yardımcısı olan Allah, mübarek yüzünüzü görmeyi ve yüzümü ayağınızın tozuna sürmeyi bana nasip etsin.
Benim sultanım! Yerler ve gökler var oldukça siz de var olasınız! Padişahım! Mahmut Çelebi’ye haber
gönderip bana beş bin filori (altın para) vermesini emretmişsiniz. Bir gününüz, bin; yardımcınız, Allah olsun.
Benim sultanım, bu ne zahmet idi? Mübarek bıyığınızın kılı, bana beş bin filoriden değil, yüz bin filoriden daha
değerlidir. Bu, bize canımızdan ziyâde minnettir. Bir gününüz bin olsun!
Benim sultanım! Şehir hakkında soracak olursanız şimdilik hastalık devam etmektedir. Ancak evvelki gibi
değildir. İnşallah sultanım gelince, Allah’ın inayetiyle de geçip gider. Azizlerimiz, sonbahar yaprağı dökülünce
geçer, derler. Benim sultanım! Sık sık mübarek mektubunuzu gönderirsiniz diye Allah’a yalvarırım. Zira, ki billâh yalan değil, bir iki hafta geçip de ulak gelmezse herkes türlü türlü sözler söyler. Yoksa sadece kendi nefsim için istediğimi sanmayınız.
Mîr Mehmed Hân’ıma, Selim Hân’ıma bin bin dualar ve senalar edip mübarek gözlerinden öperim. Bayazid kulunuz, Cihangir kulunuz, Mihrimâh cariyeniz, ayağınızın toprağına yüz sürerler. Efendilerin, ellerinden
öperler. Gülfem cariyeniz ve Dâye cariyeniz mübarek ayaklarınızın toprağına yüzlerini sürerler, kabul oluna!
(M. Çağatay Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları)
23
Öğretici Metinler
ÖZEL MEKTUP
ÖRNEK METİN 2
Aşağıdaki mektup, Sultan Abdülmecid’in torunu Naciye Sultan tarafından,
kocası Enver Paşa’ya yazılmıştır.
İstanbul, 14 Ağustos 1920
Enver,
Mektuplarını aldım. Cidden bana uzun mektup yazmak için kendini üzüyorsun. Afiyet haberin, kâfî. Hayır Enver! Ben senden daima hakikati duymak isterim. Evet, sensiz geçen acı günlerimde daha mesut idim.
Oh! Yâ Rab! Şimdi bütün ıstıraplarımdan daha acı olan hakikat: Evet Enver, beni sevmiyorsun. İnkâr mı ediyorsun? Yok Enver! Bana hıyanet eden gözlerin söyledi.
Her hafta mektuplar ile nasıl zaman geçirdiğimi yazmamı, yazmaz isem güceneceğini söylüyorsun. Peki, fakat sen bunları görmemek, duymamak için izdirâlarınla yatakta bırakarak benden kaçmadın mı? Oh! Enver! Biraz olsun zavallı hasta kadına acı!
Onun günahı yalnız seni delicesine sevmek. İşte bu resim sensiz ne yaptığımı söyleyecektir. Oh! Yâ
Rab! Neler yazıyorum! Hayır Enverciğim, beni hiç düşünme. Allah’a hemen her an senin için yalvarıyorum.
Var ol Enverciğim. Doktorlar hastalığımın bir haftaya kadar geçeceğini söylüyorlar. Hayvana da binmeme
müsaade verdiler. Yüzüğe de çok teşekkür ederim. Bak cici kâğıdımla ilk defa olarak sana yazıyorum. Aman
Mahpeyker bebeğini çok seviyor. Beraber geziyorlar. Türkan da mahzun mahzun çıplak bebeği ile yalnız oturuyor. Çok iyidirler. Zavallı Mahpeykercik sabahları “Baba” diye odama geliyor ve beni ağlatıyor idi. Sonra senin yine geleceğini, bebek almak için gittiğini söyleyerek beni öpüyordu. Şimdi “Baba” diye odama gelmiyor.
Of Enver! Allah aşkına beni uzun zamanlar yalnız bırakma. Artık sensiz yaşayamam. Ölürüm. İnsanlardan
nefret ediyorum. Saadetlerini göstermek için gözyaşlarıma gülüyorlar. Yâ Rab! Benim günahım ne? Dünyaya
yalnız ağlamak için mi geldim? Enver, sensiz her şey çirkin. Müzik… Onu hiç hiç duymak istemiyorum. Yavrularımızı da sevmiyorum. Senden uzak bulunmama sebep olanın, onlar olduğunu düşündükçe zavallı yavrucuklarımı üzmek, ağlatmak istiyorum. İki gözüm! Vallahi kendime mâlik değilim. Teessürden ne yazdığımı
bilmiyorum. Emin ol, seni müsterih etmek için bütün kederlerimi unutmaya çalışacağım. Bütün kalbimle muvaffakiyetini Allah’ımdan temenni eder, güzel ellerinden, yüzünden öperim sevgili Enverciğim.
Naciye
izdirâ
: Aşağılama, onur kırma, hor görme.
teessür : Üzüntü.
mâlik
muvaffakiyet
: Sahip.
: Başarı.
(Arı İnan, Enver Paşa’nın Özel Mektupları)
Naciye Sultan ve Enver Paşa
24
Öğretici Metinler
ÖZEL MEKTUP
ÖRNEK METİN 6
Aşağıdaki mektup Aziz Nesin tarafından Necip Fazıl Kısakürek’e yazılmıştır.
İstanbul, 5 Aralık 1980
Üstad,
Çoktan beri ziyaretinize gelmek istiyorum. Ancak ben, sizden çok uzakta oturuyorum. Çatalca’da, kimsesiz çocuklar için kurduğum vakıfta, yaşamaktayım. Yine de bir gün ziyaretinize geleceğim.
Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’nü kazandığınız için sizi candan kutlarım. Bu ödülü almakla Kültür Bakanlığını
onurlandırdınız.
Size gelecektim, ama üç gün sonra Almanya’ya gidiyorum; bir ay sonra döneceğim.
Altı yıldan beri “Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı” adı ile bir yıllık çıkarmaktayım. Size son sayısını gönderiyorum, tetkik etmeniz için. İnşaallah yüzüncü yaşınızda da sizi tebrik etmek bana kısmet olur. Ben sizden dokuz yaş küçüğüm.
Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı için yetmiş beşinci yaşınıza dair bir yazı vermenizi rica ediyorum. Bu yazıyı eski
Türkçe yazabilirsiniz. Size daha kolay gelirse... Yazmaya zamanınız yoksa bu mektubu size getiren hanıma söyleyerek yazdırabilirsiniz. Ama ben sizin yazınızı tercih ederim.
Yazı, istediğiniz uzunlukta olabilir. Her ne isterseniz yazınız. Mesela yetmiş beşinci yaşınız dolayısıyla bir muhasebe, geçmişle muhasebe... Yahut hatıralarınızdan bir bölümü anlatabilirsiniz. Şiirinizde yahut tiyatro yazarlığınızdaki merhaleleri de açıklayabilirsiniz ya da büsbütün başka şeyler...
Yazınızla birlikte bir de fotoğrafınızı rica ediyorum.
Bu yıllığın neşri gecikmişti. Bu münasebetle mümkün olduğu kadar çabuk gönderirseniz beni sevindireceksiniz.
Ziyaretinize geleceğim. Yolunuz düşerse bir gün sizi vakfa da misafir etmekten şeref duyarım.
Neslihan Hanımefendiye lütfen saygılarımı bildiriniz.
Her zaman dostluklar...
Aziz Nesin
(www.necipfazil.com)
Bilge Karasu
Haluk Aker
Muhsin Ertu¤rul
28
Reşat Nuri Güntekin
Aziz Nesin
Öğretici Metinler
RESMÎ MEKTUP
Kamu kurum ve kuruluşlarıyla kamu hizmeti veren tüzel kişi niteliği kazanmış oda, sendika, baro,
meslek birliği gibi çeşitli kuruluşların vatandaşlara ve
tüzel kişilere gönderdikleri mektuplara resmî mektup denir. Resmî mektupların ne şekilde yazılacağı;
biçim, içerik ve gönderilme biçimlerinin nasıl olacağı,
çoğunlukla yönetmelik ve genelgelerle belirlenmiştir.
Resmî mektuplar, daha çok emredici anlatımdan yararlanılarak oluşturulan, dilin alıcıyı harekete
geçirme işlevinin göndergesel işleve oranla daha
ESEN YAYINLARI
B.
Resmî mektuplarda anlatımın samimiyetten
uzak, duru, yalın ve açık olmasına özen gösterilir,
mektubun yazılış amacının dışına çıkılmaz, gereksiz
ayrıntılara ve mektubun ciddiyetini azaltacak süslü
ifadelere yer verilmez.
belirgin biçimde kullanıldığı metinlerdir.
Resmî mektuplar, çizgisiz, beyaz kâğıtlara daktilo ya da bilgisayarla yazılır. Resmî kurumların kendi içlerindeki yazışmalarını içeren resmî mektuplar,
postayla ve faksla gönderilebileceği gibi İnternet’le
de gönderilebilir.
D‹LEKÇE
Çeşitli dilek, ihbar ve şikâyetlerin bildirilmesi ya
da herhangi bir konuda bilgi talep edilmesi için resmî
makamlara sunulan imzalı ve adresli mektuplara dilekçe denir. Dilekçe, vatandaşlar tarafından yazılan
bir çeşit resmî mektup olarak da değerlendirilebilir.
Dilekçenin ne şekilde gönderileceğini, çoğunlukla dilekçenin sunulacağı makam belirler. Bu bağlamda dilekçeler, ilgili makama bizzat verilebileceği gibi
posta, kargo, faks ya da İnternet’le de gönderilebilir.
Dilekçelerin biçim özelliklerini şöyle sıralayabi-
Dilekçede yalın, duru, anlaşılır ve ciddi bir dil
kullanılır; yanlış anlamalara neden olabilecek kapalı
ifadelerden kaçınılır. Aşırı saygı ve övgü bildiren sözlerle, kişilik onurunu zedeleyebilecek ifadelerin kullanılması, dilekçenin ciddiyetine gölge düşürür.
Vatandaşların anayasa ve yasalarla teminat altına alınmış haklarından biri olan dilekçe vermek; duyarlı, sorumlu, uygar bir birey olmanın da önemli bir
koşuludur. Devlete karşı ödev ve sorumluluklarını yerine getiren her bireyin, yasa dışı her tür durum ve
olayı şikâyet konusu yapması, kendi haklarının korunması için devletten çeşitli taleplerde bulunması,
en doğal hakkıdır. Dilekçe, demokratik toplumlarda
bu hakkın kullanılmasını sağlayan en önemli araçtır.
1. Dilekçe, temiz ve düzgün bir kâğıda, daktilo
ya da bilgisayarla veya siyah ya da mavi mürekkepli bir kalemle yazılır.
ESEN YAYINLARI
Dilekçe, bir isteği dile getiriyorsa bu isteğin yasalara uygun olması, bir şikâyeti bildiriyorsa da şikâyete konu olay ya da durumun kanıtlanabilir, somut bir niteliğinin bulunması gerekir. Dilekçenin, doğru makama yazılması da son derece önemlidir. Aksi hâlde, dilekçeyi yazan kişi, sorunlarını çözemeyebileceği gibi geçen süre zarfında hak kaybına da uğrayabilir.
liriz:
2. Dilekçenin verileceği makamın adı ve yeri,
kâğıda ortalanarak yazılır. Makam ve yer adları iki şekilde yazılabilir:
a. Makam ve yer adını oluşturan kelimelerin
tamamı büyük harfle yazılır.
b. Makam ve yer adında yer alan her kelimenin sadece ilk harfi büyük yazılır.
3. Dilekçe metni, makam ve yer adı yazıldıktan
sonra, satırbaşı yapılarak yazılmaya başlanır ve şu tür ifadelerden biriyle tamamlanır:
Gereğini (saygılarımla) arz ederim.
Durumu bilgilerinize (saygılarımla) arz
ederim.
Gereğini bilgilerinize (saygılarımla) arz
ederim.
29
Öğretici Metinler
7. Bazı dilekçelerde ek belgeler bulunabilir. Bu
Gereğinin yapılmasını bilgilerinize (saygılarımla) arz ederim.
5. Dilekçenin verildiği tarih ya sağ üst köşeye
ya da sağ alt köşeye (imzanın üstüne) yazılır.
6. Dilekçe sahibinin açık adresi, ad ve soyadın
hizasının biraz aşağısına gelecek biçimde
sol alt köşeye yazılır.
EKLER bölümü bulunmalıdır. Ek belgeleESEN YAYINLARI
4. Dilekçe metni yazıldıktan sonra sağ alt köşeye imza atılır. İmzanın altına dilekçe sahibinin adı ve soyadı yazılır.
durumda adresin yazıldığı bölümün altında
rin numaralandırılmış olması ve içeriklerinin
EKLER yazısının altında belirtilmesi gerekir.
8. Bazı dilekçeler, dilekçenin sunulacağı makam tarafından matbu (basılı) evrak hâline
getirilmiştir. Bu durumda dilekçe vermek isteyen kişi, kurumdan alacağı bu dilekçede
boş bırakılan yerleri doldurarak dilekçesini
verir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI
Madde 74. Vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir. Bu hakkın kullanılma biçimi kanunla düzenlenir.
DİLEKÇE HAKKININ KULLANILMASINA DAİR KANUN
Madde 7. Türk vatandaşlarının ve Türkiye’de ikamet eden yabancıların kendileri ve kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri konusunda yetkili makamlara yaptıkları başvuruların sonucu veya yapılmakta
olan işlemin safahatı hakkında dilekçe sahiplerine en geç otuz gün içinde gerekçeli olarak cevap verilir. İşlem safahatının duyurulması halinde alınan sonuç ayrıca bildirilir.
DİLEKÇE HAKKININ KULLANILMASINA DAİR KANUN
Madde 8. Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilen dilekçelerin, Dilekçe Komisyonunda incelenmesi ve karara bağlanması altmış gün içinde sonuçlandırılır. İlgili kamu kurum veya kuruluşları
Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonunca gönderilen dilekçeleri otuz gün içinde cevaplandırır. İnceleme ve karara bağlamanın esas ve usulleri Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde gösterilir.
30
Öğretici Metinler
DİLEKÇE
ÖRNEK METİN 1
01.05.2012
Gazi Anadolu Lisesi Müdürlüğüne
Ankara
Okulunuzun 10/C sınıfı 9587 numaralı öğrencisiyim. Sınıfımızda 25.04.2012 tarihinde yapılan matematik yazılısından beklediğimin altında not aldım. Sınav kâğıdımın yeniden incelenmesini istiyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
İmza
Zeynep Karadeniz
Çiğdem Mah. 357. Sok.
No.: 15/8
Çankaya/Ankara
T.C.
DİLEKÇE
ÖRNEK METİN 2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
ATATÜRK EĞİTİM FAKÜLTESİ DEKANLIĞINA
GÖZTEPE/İSTANBUL
Fakültenizin Türkçe Öğretmenliği Bölümü 4. sınıf 9911028 numaralı öğrencisiyim. Çocuk Edebiyatı ve
Dünya Edebiyatı derslerinin 09.12.2011 tarihinde yapılan vize sınavlarına rahatsızlığım nedeniyle katılamadım. Belirttiğim derslerden mazeret sınavlarına kabulümü istiyorum.
Gereğini bilgilerinize saygılarımla arz ederim.
15.12.2011
İmza
Ayşegül Karaca
Fikirtepe Mah. Mandıra Cad.
No.: 85/3 Kadıköy/İstanbul
EK: Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan rapor
31
Öğretici Metinler
Ayıplı mal ve hizmetlerle (şikâyete konu olan mal/hizmetin parasal değeri 827.05 TL’nin altında ise)
ilgili şikâyet dilekçesi örneği
......................... Kaymakamlığı
Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığına
……………….
Davacı (Şikâyet eden)
:
Davacının adresi
:
Davacının tel/faks numarası(varsa)
:
Davalı (Şikâyet edilen)
:
Davalının Adresi
:
Şikâyete konu olan ayıplı
mal/hizmetin parasal değeri
:
Dava (şikâyet) konusu
(Ayıplı mal/hizmet)
:
Olay (Şikâyetin açıklaması)
:
Hukuki Deliller (4822 sayılı Kanunla
Değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, Borçlar Kanunu,
tanıklar, bilirkişiler ve her türlü delil)
:
Neticei Talep(*)
:............................................................................. .....................
.........................................................................................................................................................................
.........................................................................................................................................................................
..................................... Bu hususta karar verilmesini arz ederim.
.... /... / 2012
İmza
Adı – Soyadı
EKLER (Ayıplı mal/hizmete ait fatura/fiş vd. belgeler):
* Bu bölümde boş bırakılan yere aşağıdaki ifadelerden biri yazılmalıdır:
Yukarıda açıklanan ayıplı malın/hizmetin yenisi ile değiştirilmesini talep ediyorum.
Yukarıda açıklanan ayıplı malın/hizmetin bedelinin yasal faizi ile birlikte tarafıma iadesini ve alışverişin/sözleşmenin iptal edilmesini
istiyorum.
32
Öğretici Metinler
İnternet’in yaygınlaşmasıyla birlikte çeşitli kurum ve kuruluşlar, vatandaşların öneri ve şikâyetlerini sanal
ortamda da kabul etmeye başlamışlardır. Sanal ortamdaki bu tür metinler, bazı nitelikleri taşımaları durumunda hukuki açıdan diğer dilekçeler gibi işlem görür. Elektronik ortamdaki bu tür başvuru formları, vatandaşların
öneri ve şikâyetlerini ilgili makamlara bildirmeleri noktasında önemli bir işlev üstlenir.
ÖRNEK
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
Ad:
Soyad:
e-posta:
Yafl Grubu:
Seçiniz
Cinsiyet:
Erkek
‹l:
Seçiniz
‹lçe:
Seçiniz
Kuruluflun Yay›n Türü:
Televizyon
Kad›n
Radyo
Kuruluflun Ad›:
Program Ad›:
Yay›n Tarihi:
1 2
Yay›n Saati:
00:00
Görüflleriniz:
Gönder
Sil
33
Öğretici Metinler
BİLGİ EDİNME HAKKI KANUNU
Madde 11. Kurum ve kuruluşlar, başvuru üzerine istenen bilgi veya belgeye erişimi on beş iş
günü içinde sağlarlar. Ancak istenen bilgi veya belgenin, başvurulan kurum ve kuruluş içindeki başka bir birimden sağlanması; başvuru ile ilgili olarak bir başka kurum ve kuruluşun görüşünün alınmasının gerekmesi veya başvuru içeriğinin birden fazla kurum ve kuruluşu ilgilendirmesi durumlarında
bilgi veya belgeye erişim otuz iş günü içinde sağlanır. Bu durumda, sürenin uzatılması ve bunun gerekçesi başvuru sahibine yazılı olarak ve on beş iş günlük sürenin bitiminden önce bildirilir.
B‹LG‹ ED‹NME BAfiVURUSU FORMU
(Gerçek Kifliler için)
ÖRNEK
Baflvuru sahibinin
ad› ve soyad›
Oturma yeri veya ifl adresi
Türkiye Cumhuriyeti
Kimlik No (Elektronik
ortamda yap›lacak baflvurular
için doldurulmas› zorunludur.)
Baflvuruya hangi yolla
cevap almak istersiniz?
Yaz›l›
Elektronik
Elektronik posta adresi
(Elektronik ortamda yap›lacak
baflvurular için doldurulmas›
zorunludur.)
‹mzas›
‹stenen bilgi veya belgeler
(Not: Ayr›lan bölümdeki
boflluk yetmedi¤i takdirde,
baflvuru için bofl
sayfa/sayfalar kullan›labilir.)
34
4982 say›l› Bilgi Edinme Hakk› Kanunu
gere¤ince istedi¤im bilgi veya belgeler
afla¤›da belirtilmifltir.
Gere¤ini arz ederim.
Öğretici Metinler
C.
‹fi MEKTUBU
İş mektuplarında sipariş, satış, borç alıp verme
isteği, bilgi isteme, bir ürün ya da hizmetle ilgili şikâyeti dile getirme gibi konular ele alınır.
İş mektupları, herhangi bir yanlış anlamaya yol
açmayacak biçimde açık, yalın, duru bir anlatımla ka-
leme alınır. Bu tür mektuplarda konunun özü ciddi bir
üslupla dile getirilir, gereksiz ayrıntılara girilmez.
ESEN YAYINLARI
Ticari işletmelerin birbirlerine ve vatandaşlara,
vatandaşların da bu işletmelere gönderdikleri iş, hizmet ve ticaret konulu mektuplara iş mektubu denir.
Adından anlaşılabileceği gibi bu tür mektupların temelinde kişilerin ve işletmelerin ekonomiye ilişkin
faaliyetleri vardır.
İş mektupları göndericinin niteliğine göre ikiye ayrılır:
1. İşletmelerin, kişilere ve başka işletmelere
gönderdikleri mektuplar: Üzerinde işletmenin ad,
adres ve logosunun bulunduğu antetli beyaz kâğıtlara bilgisayarla yazılan bu tür mektupların en önemlileri şunlardır: Reklam mektupları, teklif-satış mektupları, sipariş mektupları, teşekkür-özür mektupları, kredi
mektupları.
İŞ MEKTUBU
ÖRNEK METİN 1
ESEN BASIN YAYIN DA⁄ITIM PAZARLAMA L‹M‹TED fi‹RKET‹
07.08.2012
Sayın Servet Düz,
Bildiğiniz gibi Milli Eğitim Bakanlığı ilköğretim ve ortaöğretim müfredat programlarını değiştirmiştir. Bunun üzerine yayınevimiz öğrenci ve öğretmenlerimizin yardımcı kaynak ihtiyaçlarını karşılamak için yoğun bir
çalışma başlatmış, kısa bir süre önce de bu çalışmaları tamamlayarak yeni programlara uygun kitaplarla ilgili siparişleri almaya başlamıştır.
Söz konusu kitaplarla ilgili siparişlerinizi bekler, işlerinizde başarılar dilerim.
İmza
Akın Ateş
Esen Yayınları Genel Koordinatörü
EKLER
EK 1: Fiyat listesi
EK 2: Alternatif ödeme planlarına göre değişen iskonto oranlarını gösterir çizelge
EK 3: Sipariş formu
Bayındır 2. Sokak No.:34/11-12 Kızılay – ANKARA
Tel: (0312) 417 34 43 Fax:417 15 78
Çankaya V.D. 3780031619
35
Öğretici Metinler
İŞ MEKTUBU
ÖRNEK METİN 2
10.08.2012
Sayın Akın Ateş,
07.08.2012 tarihli mektubunuz tarafımızdan değerlendirilmiş ve ekte bildirdiğimiz sipariş listesinde belirtilen kitapların yayınevinizden satın alınmasına karar verilmiştir. Ödeme planı hazırlanırken “Alternatif ödeme
planlarına göre değişen iskonto oranlarını gösterir çizelge” dikkate alınmış ve ödemenin fatura tarihinden 3 ay
sonraya tarihlendirilecek bir adet çekle yapılmasına karar verilmiştir. Söz konusu çek, siparişlerimizin kitabevimize ulaşmasıyla birlikte hemen düzenlenecek ve tarafınıza iletilecektir.
Çalışmalarınızda kolaylıklar diler, saygılar sunarım.
İmza
Servet Düz
Bora Yayın Dağıtım Genel Müdürü
EK
1 adet sipariş formu
Yenibosna Merkez Mahallesi, Prof. Dr. Mustafa Nevzat Pisak Caddesi, No: 11 Kat: 1 Yenibosna - Bahçelievler / İSTANBUL
Tel: (0212) 451 41 00 Faks: (0212) 451 41 08
36
nin karşılanmasını ya da şikâyetçi olduğu durumun
ortadan kaldırılmasını diler.
ESEN YAYINLARI
2. Kişilerin işletmelere gönderdikleri mektuplar: Bu tür mektuplarla dilekçeler aynı biçimsel
özellikleri taşır. Aralarındaki temel fark, bu metinlerin
gönderici ve alıcılarının birbirlerine karşı özel durumlarıdır. Dilekçenin alıcısı devlet, göndericisi ise vatandaştır. Vatandaş, dilekçesini devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan; hak, ödev ve sorumlulukları anayasayla ve yasalarla belirlenmiş kişi sıfatıyla yazar ve vatandaşı olduğu devlete (alıcıya) çeşitli istek ve şikâyetlerini bildirir. Kamu otoritesini kullanan kişilerden (resmî makamlardan) çeşitli istekleri-
İş mektubunun göndericisi ise mektubunu
ticari ya da sınai faaliyetleri bulunan bir kuruluşla (işletme, iş yeri) ürün ya da hizmet alım satımı
ilişkisine giren kişi sıfatıyla yazar. Yani iş mektupları doğrudan ya da dolaylı olarak ekonomiyle ilişkilidir. Bu tür mektuplarda gönderici çoğunlukla ya o işyerinden bir talepte bulunur ya da o iş yerinin ürün ve
hizmetleriyle ilgili şikâyetlerini dile getirir.
Öğretici Metinler
İŞ MEKTUBU
ÖRNEK METİN 3
17.09.2012
Saygın Holding
İnsan Kaynakları Müdürlüğüne
Ankara
16.09.2012 tarihli Milliyet gazetesine verdiğiniz ilanla Kazakistan’da devam eden inşaatlarınızda görevlendirilmek üzere iyi derecede İngilizce bilen, en az beş yıl deneyimli inşaat mühendisleri aradığınızı öğrenmiş bulunmaktayım.
Söz konusu ilanda belirttiğiniz niteliklere sahibim. Holdinginiz bünyesinde devam eden inşaatlarda inşaat mühendisi olarak görev almak istiyorum.
Saygılarımla.
İmza
Cahit Soylu
Adres : Karargahtepe Mah.
Atış Cad. No.: 14/8
Keçiören/Ankara
Telefon : 0312 --------------e-posta : [email protected]
EKLER
EK 1: Noter tasdikli diploma fotokopisi
EK 2: Öz geçmiş
EK 3: 3 adet referans mektubu
İş mektuplarında dil, göndergesel işlevde ve alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılır. Bu mektuplarda açıklayıcı ve emredici anlatımdan yararlanılır.
37
Öğretici Metinler
MEKTUBUN D‹⁄ER Ö⁄RET‹C‹ MET‹N TÜRLER‹YLE ‹L‹fiK‹S‹
Mektup, bir şey haber vermek, sormak, istemek, duyguları bildirmek vb. amaçlarla oluşturulan, alıcısı belli
olan, sadece o alıcıya hitap eden, belli bir adrese posta, kargo, faks ya da İnternet’le gönderilen metindir.
Özel mektubun, içten bir anlatımla kaleme alınması, konuşmaya benzer samimi bir hava taşıması ve çok eskiden beri “uzaklardan haber getirme” niteliğiyle birlikte anılması, özellikle gazete çevresinde gelişen öğretici metinlerin yazarlarını çeşitli bakımlardan etkilemiş, bu etkilenmeler sonucunda kimi yazarlar başka türlerde oluşturdukları metinlerde mektupların çeşitli özelliklerinden yararlanmışlardır. Bu tür metinlerin başlıklarında her ne kadar “mektup” kelimesi geçse, ilk cümleleri bir mektubun hitap cümlesi gibi olsa da bunlara gerçek anlamda mektup denemez. Bu tür metinler, bazı özellikleri yönüyle mektuba benzeyen ama içerik ve işlev bakımından
mektup olmayan birer makale, fıkra, eleştiri, söyleşi, gezi yazısı ya da denemedir. Söz gelimi Nurullah Ataç’ın
Okuruma Mektuplar isimli kitabındaki metinler, yazarın, 1951-1952 yılları arasında Pazar Postası’nda çıkan deneme ve söyleşilerinden oluşmuştur. Bunlar gerçek anlamda mektup değil, mektubun samimi havasından, hitap
tarzından yararlanılarak yazılan birer deneme ya da söyleşidir. Benzer şekilde Ahmet Rasim, mektup biçiminde
yazılmış fıkra ve sohbetlerini, Şehir Mektupları isimli eserinde bir araya getirmiştir. Cenap Şahabettin’in Hac Yolunda, Ahmet Rasim’in Romanya Mektupları, Falih Rıfkı Atay’ın Londra Konferansı Mektupları isimli eserleri,
mektup biçiminde yazılmış gezi yazılarından oluşan metinlerin toplandığı kitaplardır. Namık Kemal, Ziya Paşa’nın
Harâbât isimli şiir antolojisini eleştirmek için Tahrîb-i Hârâbât ve Takîb isimli eleştiri kitaplarını yazmış, bu kitapları Ziya Paşa’ya seslenen birer mektup biçiminde düzenlemiştir.
Bu tür metinlerin ayırıcı özelliği, doğrudan yayımlanmak üzere yazılmalarıdır. Yani bu tür mektupların bir değil, birden çok alıcısı vardır. Aslında bu kişilere (bu mektupların muhataplarına) alıcıdan çok, okuyucu demek daha doğru olur. Bu tür mektuplarda belirli bir kişiye seslenildiğini ifade eden “Sevgili Kardeşim, Değerli Arkadaşım,
Canım Oğlum, Kıymetli Meslektaşım” gibi sözler yerine çoğunlukla genel bir okuyucu kitlesine seslenildiğini ifade
eden “Sayın Okurum, Sevgili Okurum, Ey Dost” gibi hitap sözleri kullanılır.
Mektubun çeşitli özelliklerinden yararlanılarak oluşturulan metinlerden biri de açık mektuptur. Açık mektup,
kişiden kişiye seslenmekle birlikte o kişiye gönderilmek amacıyla değil de gazete, dergi gibi süreli yayınlarda ya da İnternet ortamında yayımlanmak üzere yazılmış mektuptur. Açık mektubun alıcısı, gerçek
mektupta olduğu gibi bellidir ve bu kişi de çoğunlukla siyasi karar alma süreçlerinde etkili olan bir devlet adamı
ya da kamuoyunun yakından tanıdığı önemli bir kişidir. Açık mektuplarda sadece göndericiyi ve alıcıyı ilgilendiren kişisel konular değil, geniş kitleleri ilgilendiren önemli güncel siyasi ve sosyal konular ele alınır; bu konularla
ilgili görüş, öneri ve eleştiriler dile getirilir. Yazar, seslendiği kişiye ne demek istediğini kamuoyunun da bilmesini istediği için açık mektup yazar.
EDEBÎ MET‹NLER VE MEKTUP
Bazı yazar ve şairler, oluşturdukları edebî metinlerde mektupların çeşitli özelliklerinden farklı şekillerde yararlanmışlardır.
1. Tamamı ya da çok önemli bölümü kurmaca karakterlerin birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşan edebî metinler: Goethe’nin Genç Werther’in Acıları, Montesquieu’nün İran Mektupları, Laclos’un Tehlikeli İlişkiler, Halide Edip Adıvar’ın Handan, Nazım Hikmet’in Taranta-Babu’ya Mektuplar, Reşat Nuri Güntekin’in
Bir Kadın Düşmanı, Leyla Erbil’in Mektup Aşkları isimli eserleri, bu grupta değerlendirilebilir. Bu eserlerdeki mektupların önemli bir kısmı, biçimsel açıdan tam bir mektup sayılsa da bunları yazanların birer kurmaca kişi olması,
bunlarda söz edilen yer, mekân ve olayların gerçekte olmayıp o eserin kurgusallığı içinde var edilmeleri, bu mektupları, öğretici metin olmaktan çıkarıp birer edebî metne dönüşmüştür.
38
Öğretici Metinler
ÖRNEK METİN
REFİK CEMAL’DEN SERVER’E
Londra, 12 Nisan 1322
Bu sabah Cemal Bey’den acı bir mektup aldım. Parçalandım Server. Mümkün değil, adamcağızı memleketten bırakmıyorlar, kaçmak ihtimali de şimdilik yok. Her gün Handan’ın ahval-i sıhhiyesi için telgraf istiyor.
Menenjit olduğunu bilmiyor, hafif bir tifo zannediyor. Ya ölürse, aman ya Rabbi ölürse? Hâlâ aynı hararet, aynı sayıklama, aynı nihayetsiz müthiş gece... Doktor Charles başını sallayıp duruyor. Fakat bu birkaç gün en
buhranlı zamanlar olduğunu ve ancak bu günlerde Handan’ın gidip kalacağını anlayabileceğimizi söylüyor.
Evet, dediğin gibi Server, Handan ölürse onunla bütün bir âlem ölecek. Bütün ziyaları, hararetleri, kabiliyet, feyiz ve hayatıyla bir âlemin fezada altüst olarak parçalanıp gidişi hissiyle sersem oluyorum. Yarın onu
belki bir tabutla götürürken bütün bir hayat kabiliyeti donmuş, sönmüş bir seyyare, mesela bir ölü ay karşısında gibi olacağız. Fakat o da ölü ay gibi, hareketsiz ve soluk ziyalarının hatıratı, bizi zulmetlerde tenvir edip
duracak. Ben, ben de bütün ateşleriyle sönen bir âlemin darbesiyle hurdahaş olup kalacağım, fakat hiç artık
dünyaya hayrım kalmayacak. Meğer Neriman, meğer çocuklarım, meğer âlem ve bütün sevgili fikirlerim ve
gaye-i hayallerim hepsi Handan’dan gelen bir nurla o kadar cazip ve sevgili imişler! O sönerse onlar da sönecek, her şey sönecek! Sönsün ve bütün kâinat isterse yok olsun! Asıl ben çıldırıyorum Server!
Refik Cemal
12 Nisan 1322: 25 Nisan 1906
ahval-i sıhhiye: Sağlık durumu.
zulmet: Karanlık
seyyare: Gezegen.
tenvir etmek: Aydınlatmak.
hurdahaş olmak: Paramparça olmak.
gaye-i hayal: İdeal.
(Halide Edib Adıvar, Handan)
Halide Edip Adıvar
2. İçinde kurmaca kişilerin mektuplarına yer veren edebî metinler: Bu tür eserler, 1. maddede belirttiğimiz eserlerden farklı olarak tümden mektuplar üzerine kurgulanmamış, bunlarda metindeki kurmaca kişilerin bir
ya da birkaç mektubuna yer verilmekle yetinilmiştir. Söz gelimi Fuzûlî, “Leylâ ile Mecnun” isimli mesnevisinde biri
Mecnun’un Leylâ’ya, diğeri de Leylâ’nın Mecnun’a yazdığı iki mektuba yer vermiştir. Aşağıdaki metin parçaları bu
eserden alınmıştır.
Bu Mecnû’nun Leylî’ye nâme-i itâb-âmîzidür ve peygâm-ı şikâyet-engîzidür
Mecnun’un Leylâ’ya Yazdığı Sitem Dolu Mektubu ve
Şikâyetini Bildirmesi
Dibâce-i nâme nâm-ı Ma’bûd
Kayyûm ü Kadîm ü Hayy ü Mevcûd
Ol perde-keş-i hicâb-ı esrâr
Kim âlemi yohdan eyledi var
Mektuba, sır örtülerini perdeleyen, âlemi yoktan var edip gündüzün aynasını parlak kılan ve gecenin saçını miskle kokulandıran Kayyûm, Kadîm, Hayy ve Mevcûd olan yüce Allah’ın
adı ile başlıyordu.
Gün gözgüsin eyleyen mücellâ
Dün turrasın eyleyen mutarrâ
39
Öğretici Metinler
Çün bir nice hamd tohmın ekdi
Derd-i dilini beyâna çekdi
Kim bu mütehammil-i belâdan
Ser-geşte vü zâr ü mübtelâdan
Bir nâme ki mahz-ı derd ü gamdur
İzhâr-ı şikâyet-i sitemdür
Sonra, biraz hamt ve dua tohumu ekti ve ardından gönlünün
derdini şöylece açıkladı:
Bu, ben bela yükü altında bulunan şaşkın, ağlayıp inleyen,
tutkun âşıktan; vefası olmayan ve âşıklarına çok cefa eden
o dilbere dert ve gamın ta kendisi olan ve zulümden şikâyeti taşıyan bir mektuptur.
Ol dilbere kim vefası yohdur
Âşıklarına cefâsı çohdur
Ey ahde vefası olmayan yâr
Agyâruma gül olan mana hâr
Ey verdiği sözde durmayan sevgili!
Ey düşmanıma gül, bana ise diken olan yâr!
N’oldı sana nakz-ı ahd kıldun
Sındurmaga ahdi cehd kıldun
Ne oldu sana da sözünden döndün?
Neden böyle yeminini bozmaya çabaladın?
Tenhalıga mı getürmedün tâb
Kim eyledün ârzû-yı hem-hâb
Yalnızlığa mı dayanamadın da bir koca istedin?
Târ oldı mı olduğun nişîmen
Kim eyledün anda şem rûşen
Meskenin mi karardı ki orada bir mum yandırdın?
İncitdi mi derd-i dil mizâcun
Kim oldı tabîbe ihtiyâcun
Gönül derdi hatırını mı incitti de bir tabibe ihtiyaç duydun?
Pejmürde mi oldı serv-i dil-cû
Kim cehd ile vermek istedün su
O gönül çeken servin mi soldu ki alelacele ona su vermek
istedin?
Bed-hâh mı etdi kasd-ı gül-zâr
Kim beyle urıldı rahneye hâr
Kötü niyetliler gül bahçesine mi kastettiler de kapının önüne
böyle diken konuldu?
Ne bîm ile hıfz-ı gevher etdün
Kim beste-i akd-i şevher etdün
Neyin korkusundan incini (özünü) muhafaza etmek istedin ki
evlilik bağı ile bir kocaya bağlandın?
Mûcib ne idi meni unutdun
Terküm kılup özge yâr dutdun
...
Ne vardı ki beni unuttun, terk edip bir başka sevgili tuttun?
Ma’zûrsen ey nigâr ma’zûr
Bu devr iledür zemâne meşhur
Fakat, mazursun ey sevgili, mazur! Çünkü zaman hep bu
şekilde dönüp durmakta.
Gül goncalıgında hâr ilendür
Açılsa bir özge yâr ilendür
Gül, gonca iken dikenle birliktedir; açıldığında ise bir başka
yâr ile birlikte olur.
Aslında tiken çeker azâbın
Faslında hakîm alur gül-âbın
Aslında azabı çeken dikendir; fakat mevsimi geldiğinde gül
suyunu hekim alıp gider.
Ey ârzu-yi dil-i figârum
Kahrı çoh ü mihri az nigârum
Ey yaralı gönlümün arzusu! Ey kahrı çok ve sevgisi az sevgilim!
40
Öğretici Metinler
Ey adı olan vefada mezkûr
Cismümdeki cân gözümdeki nûr
Ey adı vefalı olarak anılan! Cismimdeki can ve gözümdeki
nur!
Sevdâ-yı dimâgumun ilâcı
Bâzâr-ı cünûnumun revacı
Ey dimağımdaki kara sevdanın ilacı ve divanelik pazarımın
sürümü!
Sen mihr-cemâl ü meh-cebînsen
Gâyetde latîf ü nâzenînsen
Sen güneş yüzlü ve ay alınlısın; çok hoş ve narinsin.
Men hâr-mizâc ü hâk-hûyem
Bes tünd-zebân ü tîre-rûyem
Ben ise diken tabiatlı ve toprak huyluyum; çok haşin dilli ve
kara yüzlüyüm.
Sen hâl diliyle eyleyüp âr
Dersen ki sana ne nisbetüm var
Sen, benden utanarak, hâl diliyle, “Seninle ne ilgim var?”
diyorsun.
Men hem sana söylerem muvafık
Kim men sana sen mana ne lâyık
Ben de seni doğrulayarak diyorum ki: Ne sen bana lâyıksın,
ne de ben sana lâyığım!
Men hod olubem hayâle kâni
Sen lâyıkun istesen ne mâni
Ben (senin) hayalinle yetiniyorum; senin lâyığını istemene
ne engel var?
Ammâ men ü senden özge çohdur
Kim sözleri bizden özge yohdur
Gördükde men eyleyen vefânı
Bildikde sen eyleyen cefânı
Ama ikimizin dışında o kadar çok insan var ki bizden başka
bir şeyden söz etmiyorlar. Bunlar benim sana vefa gösterdiğimi görüp senin bana cefa ettiğini öğrendiklerinde, artık ey
sevgili, kime vefasız deyip, kimin işini yanlış bulurlar?
Aya kime bî-vefâ diyerler
Kimün işini hatâ diyerler
Yahşi midür eylemek yaman ad
Kim kılmaya kimse hayr ile yâd
Kötü ad sahibi olmak ve kimsenin hayırla anmadığı birisi hâline gelmek hoş bir şey mi?
(Fuzûlî, Leylâ ile Mecnun, hzl. Muhammet Nur Doğan)
Fuzûlî
41
Öğretici Metinler
3. Bir tek mektuptan oluşan edebî metinler: Bunlar mektup biçiminde yazılmış öykü ve şiirlerdir. 1. ve 2.
maddelerde belirttiğimiz mektuplar, tek başlarına birer metin değil, bir metni (bütünü) oluşturan metin parçaları olarak düşünülmelidir. Söz gelimi Montesquieu’nün “İran Mektupları” isimli eseri, bir tek mektuptan oluşmuş bir edebî
metin değildir. Bu roman, metin parçalarının (mektupların) bir araya getirilmesiyle metin olma niteliğini kazanmış
bir eserdir. Bu eserdeki her bir mektup, bu bütünün oluşmasını sağlayan birer parça işlevini üstlenmiş, roman da
bu parçaların bir araya getirilmesiyle bütünlük kazanmış ve edebî bir metne dönüşmüştür.
Bu maddede ele alacağımız mektuplar ise tek başlarına birer edebî metindir. Yani bunlar bir romanın, öykünün, mesnevinin vb. bir bölümü, bir parçası değil, tamamıdır; metni oluşturan birer parça değil, metnin kendisidir.
Her şiir, her öykü, başlı başına bir metindir, bir bütündür.
ÖRNEK METİN
BİR CEZAEVİNDE, TECRİTTEKİ ADAMIN MEKTUPLARI
1
Senin adını
kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
(bizlere âlâtı-katıa verilmez),
ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avluda bir ağaç bulunur ama
gökyüzünü başımın üstünde görmek
bana yasak...
Burası benden başka kaç insanın evidir?
Bilmiyorum.
Ben bir başıma onlardan uzağım,
hep birlikte onlar benden uzak.
Bana kendimden başkasıyla konuşmak
yasak.
Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
şarkı söylüyorum karıcığım.
Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim
öyle bir dokunuyor ki içime
yüreğim parçalanıyor.
Ve tıpkı o eski
acıklı hikâyelerdeki
yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük burnunu çekerek
senin bağrına sokulmak istiyor.
Yüzümü kızartmıyor benim
onun bu an
böyle zayıf
böyle hodbin
böyle sadece insan
oluşu.
42
Öğretici Metinler
Belki bu hâlin
fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.
Belki de sebep buna
bana aylardır
kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır...
Saat beş, karıcığım.
Dışarda susuzluğu
acayip fısıltısı
toprak damı
ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
bir sakat ve sıska atıyla,
yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.
Bugün de apansız gece olacaktır.
Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
bu ümitsiz tabiatın
ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
Yine o malum sonuna erdik demektir işin,
yani bugün de mükellef bir daüssıla için
yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
Ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi göstereceğim
ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla
yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı
seni böyle uzak,
seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
kafamın içinde duymak...
2
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
43
Öğretici Metinler
ve sabahları çimentonun üstünde güneş...
Güneş,
artık o her gün öğle vaktine kadar,
bana yakın, benden uzak,
sönerek, ışıldayarak
yürür...
Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
dışarda akşam olur,
bulutsuz bir bahar akşamı...
İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
Velhasıl
o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
hürriyet denen ifrit...
Bu bittecrübe sabit, karıcığım,
bittecrübe sabit...
3
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...
Nazım Hikmet Ran
44
Öğretici Metinler
ÖRNEK METİN
ZİNDANDAN MEHMED’E MEKTUP
Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed’im!
Kavuşmak mı?... Belki... Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, almazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...
Müdür bey dert dinler, bugün “maruzât”!
Çatık kaş... Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem!
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.
Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yönünde şefkat
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccadem!
45
Öğretici Metinler
Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!
Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!
Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyada nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük daracık;
Dünyaya kapalı, Allah’a açık
Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu
Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım; Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
Necip Fazıl Kısakürek
46
Öğretici Metinler
HATIRLATMALAR
PEKİŞTİRMELER
3
YAZIM (İMLA) KURALLARI
b. Kişi adlarından önce ve sonra gelen
saygı sözleri, unvanlar, lakaplar, meslek ve rütbe adları büyük harfle başlar:
BÜYÜK HARFLERİN
KULLANILDIĞI YERLER
A.
1. Cümle büyük harfle başlar:
Kaymakam Cahit Bey
Şiirimize yeni bir soluk getirdin.
Sayın Prof. Dr. Doğan Aksan
Mustafa Efendi
Zeynep Hanım
Fatih Sultan Mehmet
Deli İbrahim
1. Cümle içinde tırnak veya parantez içine alınan cümleler büyük
harfle başlar ve sonlarına uygun
noktalama işareti (nokta, soru, ünlem) konur:
UYARI
1. Akrabalık bildiren kelimeler küçük harfle başlar. Fakat akrabalık
adı olup lakap veya unvan olarak
kullanılan kelimeler büyük harfle başlar:
UYARI
Ahmet Haşim, şiirin anlamıyla uğraşanlar
için “Şiirin anlamıyla uğraşmak, bülbülü eti
için kesmeye benzer.” der.
Tülay ablama gittim.
Tahsin Banguoğlu’nun “Türkçenin Grameri”
adlı yapıtının ilk cümlesi şudur: “Türkçe, soylu bir dildir.”
Şimdiki zaman eki, kendinden önceki ünlüleri daraltır: anlıyor, oturmuyor, dinliyor vb.
2. Dizeler genellikle büyük harfle başlar:
Ak saçlı başını alıp eline
Kara hülyalara dal anneciğim
Ayşe teyzemin keki çok güzel.
ESEN YAYINLARI
2. İki noktadan sonra gelen cümleler büyük
harfle başlar. Ancak iki noktadan sonra özel ad ve
cümle niteliğinde olmayan örnekler sıralandığında
bunlar büyük harfle başlamaz:
Dayı Kemal
Hala Sultan
Nene Hatun
Gül Baba
Susuz Dede,
Telli Baba
2. Cümle içinde özel adın yerine kullanılan
makam veya unvan sözleri büyük harfle başlar:
Bu olay üzerine Vali bir basın toplantısı düzenledi.
3. Hitap sözleriyle resmî yazılarda saygı bildiren sözlerden sonra gelen ve makam, mevki, unvan bildiren kelimeler büyük harfle başlar:
Sevgili Kardeşim
Aziz Dostum
Sayın Bakan
Sayın Rektör
Necip Fazıl Kısakürek
3. Özel adlar büyük harfle başlar.
a. Kişi adlarıyla soyadları büyük harfle
başlar:
52
c. Hayvanlara verilen özel adlar büyük
harfle başlar:
Yahya Kemal Beyatlı
Sarıkız
Fino
Turgut Uyar
Pamuk
Minnoş
Karabaş
Öğretici Metinler
ç. Millet, boy, oymak, dil, lehçe, devlet
adları büyük harfle başlar:
Türk
Oğuz
Türkçe
Türkiye Cumhuriyeti
1. Yer adlarında ilk isimden sonra
gelen deniz, nehir, göl, dağ, boğaz vb. tür bildiren ikinci isimler büyük harfle başlar:
UYARI
Karakeçili
d. Din ve mezhep adları ile bunların mensuplarını bildiren sözler büyük harfle
başlar:
Müslümanlık
Hristiyan
Tanrı
Zeus
Kibele
Dicle Irmağı
Ege Denizi
Tuna Nehri
Beyşehir Gölü
Zigana Geçidi
Van ili
Cebrail
cehennem
uçmak
tamu
peygamber
sırat köprüsü
2. “Allah, Tanrı, İlah” kelimeleri özel ad olarak
kullanılmadıklarında küçük harfle başlar:
Yunan tanrıları
f. Gezegen ve yıldız adları büyük harfle
başlar:
Merkür
Plüton
Dünya
Halley
Ay
Güneş
“Dünya, güneş, ay” kelimeleri gezegen anlamı dışında kullanıldıklarında küçük harfle başlar.
Hepinizin bildiği gibi Ay Dünya’nın uydusudur.
Erciş ilçesi
Çubuklu köyü
3. Yön bildiren kelimeler yer adlarının sıfatı olarak kullanıldıklarında ya da “düşünce, hayat
tarzı, politika” gibi anlamlar bildirdiklerinde büyük
harfle başlar:
ESEN YAYINLARI
cennet
UYARI
Çanakkale Boğazı
2. Özel ada dâhil olmayıp tamlama kuran
şehir, il, ilçe, bucak, belde, köy vb. sözler küçük
harfle başlar:
1. Bazı dinî terimlerin küçük harfle
başlaması gelenekleşmiştir:
UYARI
Aral Gölü
Hanefi
e. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar büyük harfle başlar:
Allah
Ağrı Dağı
Kuzey Amerika
Doğu Anadolu
Batı medeniyeti
Doğu mistisizmi
Türkiye’nin kuzeyi
Muş’un güneybatısı
4. Yer bildiren özel isimlerde kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğunda, yer adının ilk harfi büyük yazılır:
Hisar’dan
Boğaz’dan
ğ. Saray, köşk, han, kale, köprü, anıt vb.
yapı adlarının bütün kelimeleri büyük
harfle başlar:
İshakpaşa Sarayı
Çankaya Köşkü
Horozlu Han
Ankara Kalesi
Mostar Köprüsü
Beyazıt Kulesi
Sen benim dünyamı aydınlatan güneşsin.
g. Yer adları (kıta, bölge, il, ilçe, köy,
semt, cadde, sokak, semt vb.) büyük
harfle başlar:
h. Kurum, kuruluş ve kurul adlarının her
kelimesi büyük harfle başlar:
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Millî Kütüphane
Asya
İç Anadolu
Atatürk Lisesi
Atatürk Bulvarı
Kışla Mahallesi
Bakanlar Kurulu
Doğu Anadolu
Meşrutiyet Caddesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
53
Öğretici Metinler
ı.
j.
Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge,
genelge adlarının her kelimesi büyük
harfle başlar:
Medeni Kanun
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı
Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği
Ramazan Bayramı
Anneler Günü
Öğretmenler Günü
Hıdırellez
Kurum, kuruluş, kurul, merkez,
UYARI
bakanlık, üniversite, fakülte, bölüm, kanun, tüzük, yönetmelik ve
makam sözleri, asılları kastedildiğinde büyük harfle başlar:
k. Tarihî olay, çağ ve dönem adları büyük harfle başlar:
Kurtuluş Savaşı
Türkiye Büyük Millet Meclisi her yıl 1
Ekim’de toplanır. Bu yıl ise Meclis, yeni döneme erken başlayacak.
Yaprak Dökümü
Hürriyet
UYARI
Resmî Gazete
Onuncu Yıl Marşı
1. Özel ada dâhil olmayan gazete,
dergi, tablo vb. sözler büyük harfle
başlamaz:
Vatan gazetesi
Türk Dili dergisi
2. Kitap, makale, tiyatro eseri, kurum adı vb.
özel adlarda yer alan kelimelerin ilk harfleri büyük
yazıldığında “ve, ile, ya, veya, yahut, ki, da, de”
bağlaçlarıyla “mı, mi, mu, mü” soru eki küçük harfle yazılır. Özel adın tamamı büyük yazıldığında ise
özel adda geçen bağlaçlarla soru ekleri de büyük
harfle yazılır:
Suç ve Ceza
Leyla ile Mecnun
Diyorlar ki
Ben de Yazdım
Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe
Tarihî dönem bildirmeyip tür veya tarz bildiren terimler küçük harfle başlar:
UYARI
divan şiiri
halk edebiyatı
eski Türk edebiyatı
Türk sanat müziği
tekke edebiyatı
ESEN YAYINLARI
Kitap, dergi, gazete ve sanat eserlerinin (tablo, heykel, müzik) her kelimesi
büyük harfle başlar:
Cilalı Taş Devri
Millî Edebiyat Dönemi
Türk Dil Kurumu çalışmalarını titizlikle sürdürüyor. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü,
Kurumun 21 Mayıs 2009 tarihinde Kars’ta
düzenlediği toplantıda kullanıma açıldı.
i.
Millî ve dinî bayramlarla anma ve kutlama günlerinin adları büyük harfle
başlar:
l.
Özel adlardan türetilen bütün kelimeler büyük harfle başlar:
Türkçe
UYARI
Türkolog
Avrupalı
1. Özel ad kendi anlamı dışında
yeni bir anlam kazanmışsa büyük
harfle başlamaz:
Acem (İranlı, İran ülkesi)
acem (Türk müziğinde bir perde)
Don Kişot (Bir roman kahramanı)
donkişotluk (Gereği yokken kahramanlık
göstermeye kalkışmak)
2. Para birimleri büyük harfle başlamaz:
avro
dinar
dolar
kuruş
3. Özel adlar yerine kullanılan “o” zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Turfanda mı, Turfa mı?
SUÇ VE CEZA
DİYORLAR Kİ
54
LEYLA İLE MECNUN
4. Müzikte kullanılan makam ve tür adları büyük harfle başlamaz:
acemaşiran
hicazkâr
nihavent
Öğretici Metinler
2. Birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır:
5. Yer ve millet adlarının tamlayan olarak kullanıldığı ad tamlamalarında tamlanan görevinde kullanılan ve tür bildiren kelimeler küçük, tamlayanlar ise büyük harfle başlar:
Antep fıstığı
Brüksel lahanası
Hindistan cevizi
İngiliz anahtarı
Maraş dondurması
Van kedisi
üç yüz altmış beş
3. Para ile ilgili işlem ve senet, çek vb. ticarî belgelerde geçen sayılar bitişik yazılır:
yediyüzelliTL
1 Ocak 2012 Pazar günü
29 Ekim 1923
5.
Belirli bir tarihi belirtmeyen ay ve
gün adları küçük harfle başlar:
5’inci beşinci
Çıkış
Müdür
IV. Kat
II. Blok
V. Sınıf
ESEN YAYINLARI
UYARI
Giriş
5.’inci
doğru
Okullar genellikle eylülün ikinci haftasında
öğretime başlar.
n. Levhalar ve açıklama yazıları büyük
harfle başlar:
otuzbeşKr
4. Sıra sayıları yazıyla da rakamla da gösterilebilir. Rakamla gösterilmesi durumunda ya rakamdan sonra nokta konur ya da rakamdan sonra kesme işareti konularak derece gösteren ek yazılır. Noktayla ekin bir arada kullanılması yazım
yanlışına neden olur:
m. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adları büyük harfle başlar:
UYARI
iki yüz
7’inci
(yediinci)
5.inci
yanlış
Rakamlara gelen eklerde sayının
son harfi esas alınır:
8’nci
(sekiznci)
7’nci
(yedinci)
yanlış
8’inci
(sekizinci)
doğru
5. Üleştirme sayıları rakamla değil yazıyla
belirtilir:
B.
3’er değil üçer
SAYILARIN YAZILIŞI
1. Sayılar metin içerisinde yazıyla yazılır.
Fakat saat, para tutarı, ölçü, istatistik verilere ilişkin sayılarda rakam kullanılır:
bin yıldan beri
üç kardeş
haftanın ikinci günü
üç ayda bir
18.30’da
11.45’te
35 kilogram
250 kilometre
12 metre kumaş
3.450.000 kişi
C.
50’şer değil ellişer
BAĞLAÇ VE EKLERİN YAZILIŞI
Bağlaç olan “da, de” ve “ki” kendinden önceki
kelimeden ayrı, ek olan “-da, -de” ve “-ki” kendinden
önceki kelimeye bitişik yazılır:
Bunu ona da söyleyeceğim.
O susmak nedir bilmez, konuşur da konuşur.
Yanıma gel de biraz konuşalım.
Beni burada bekleyin.
UYARI
Saat ve dakikalar metin içinde yazıyla da gösterilebilir:
saat yediye çeyrek kala
Saat sekizde görüşelim.
İkide bir aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu.
Olmaz ki, böyle de davranılmaz ki!
55
Öğretici Metinler
Sen ki bir zamanlar onu çok severdin, şimdi
ne oldu da bu hâle geldiniz?
3. Bağlaç olan “da, de” kendinden önceki kelimeden kesme işaretiyle ayrılmaz.
Ödevini yapmış mıdır ki?
Ali de gelecek. (doğru)
Benim param bitince onunkini harcadık.
Ali’de gelecek. (yanlış)
Şiirlerimdeki imgeleri beğendiniz mi?
4. Bağlaç olan “ki” birkaç örnekte kalıplaştığı
için bitişik yazılır:
1. Bağlaç olan “da, de” ve “ki” cümUYARI
leden çıkarıldığında cümlenin anlamı genellikle bozulmaz. Ek olan
“da, de” ve “ki” çıkarıldığında anlam bozulur. Fakat
bu açıklama “de” bağlacının “bir de” şeklindeki kullanımını içermez.
meğerki
oysaki
hâlbuki
5. Aitlik eki olan “-ki” birkaç örnekte küçük ünlü uyumuna uyar:
“Hava o kadar da soğuk değildi.” cümlesi
bugünkü
“Hava o kadar soğuk değildi.” biçiminde
“Siz ki beni iyi tanırsınız, şimdi niye böyle
düşünüyorsunuz?” cümlesi
Ç.
ESEN YAYINLARI
“Siz beni iyi tanırsınız, şimdi niye böyle
düşünüyorsunuz?” biçiminde söylendiğinde
anlam bozulmaz. Bu cümlelerde kullanılan
“de” ve “ki” bağlaçtır. Bağlaç olduğu için de
ayrı yazılmıştır.
mademki
SORU EKİNİN YAZILIŞI
Çocuk muyum ben?
Okuldan mı geliyorsun?
UYARI
Yağmur yağdı mı dışarı çıkamayız.
2. “Vazgeçmek” birleşik fiili, “mi” soru ekiyle
birlikte kullanıldığında iki ayrı biçimde yazılabilir:
“Seninki kaç zamandır bize selam vermez oldu.” cümlesi
“Senin kaç zamandır bize selam vermez oldu.” biçiminde söylendiğinde anlam bozulur. Bu cümlelerde kullanılan “-de” ve “-ki”
unsurları ektir; ek olduğu için de bitişik yazılmıştır.
Vaz mı geçtin?
D.
Kitapta yeterince alıştırma vardı.
56
1. Bu ek, sorudan başka görevlerde kullanıldığında da ayrı yazılır:
Güzel mi güzel!
“Bizim bu sokak güzel bir evimiz vardı.” biçiminde
Arayıp da bulamadığınız neydi?
öbürkü
Soru eki olan “mı, mi, mu, mü” kendinden önceki kelimeden ayrı yazılır ve bu kelimenin son ünlüsüne bağlı olarak ünlü uyumlarına uyar:
“Bizim bu sokakta güzel bir evimiz vardı.”
cümlesi
2. Bağlaç olan “da, de” hiçbir zaman “ta, te” biçiminde yazılmaz. Ek olan “-da, -de” sertleşmeye uğradığında bu durum yazıda da gösterilir.
dünkü
Vazgeçtin mi?
TARİHLERİN YAZILIŞI
Tarihlerde ay adları yazıyla da rakamla da gösterilebilir. Ay adları yazıyla gösterildiğinde araya herhangi bir noktalama işareti konmaz:
30.06.2012
30 Haziran 2012
doğru
30.Haziran.2012
yanlış
Öğretici Metinler
Tarihlere ve diğer sayılara gelen eklerde ger-
F.
çekleşen ünsüz benzeşmesi yazıda gösterilir:
BİRLEŞİK KELİMELERİN YAZILIŞI
Saat 5’de 2004’den beri
Saat 5’te 2004’ten beri
Aşağıdaki maddelerde sıralanan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
yanlış
doğru
1. Ses düşmesine uğrayarak kalıplaşmış kelimeler:
E.
KISALTMALARIN YAZILIŞI
1. Kitap, dergi, kurum, kuruluş ve yön adlarının
kısaltmaları genellikle her kelimenin ilk harfinin büyük
yazılmasıyla yapılır. Gelenekleşmiş olan T.C. (Türkiye Cumhuriyeti) ve T. (Türkçe) kısaltmalarının dışında büyük harflerle yapılan kısaltmalarda nokta kullanılmaz.
nasıl (ne-asıl)
niçin (ne-için)
sütlaç (sütlü-aş)
kahvaltı (kahve-altı)
2. “Et-” ve “ol-” yardımcı fiilleriyle birleşirken ünlü düşmesine ya da ünsüz türemesine uğrayan birleşik fiiller:
TDK (Türk Dil Kurumu)
emretmek
kaybolmak
affetmek
reddetmek
TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi)
G (güney)
2. Elementlerin ve ölçü birimlerinin kısaltmaları,
uluslararası kısaltmaları gibidir:
C (karbon)
m (metre)
km (kilometre)
3. Kuruluş, kitap, dergi, yön adları, element ve
ölçülerin dışında kalan kelimelerin veya kelime gruplarının kısaltılmasında, kelimeyi oluşturan temel harfler dikkate alınır. Kısaltması yapılan kelime veya kelime grubu; özel isim, unvan veya rütbe ise ilk harf büyük; cins isim ise ilk harf küçük olur:
ESEN YAYINLARI
KB (Kutadgu Bilig)
3. Bitki, hayvan, hastalık, yiyecek, renk, gök
cismi ile alet ve eşyaları karşılayan birleşik kelimelerden her ikisi ya da ikincisi, birleşme sırasında benzetme yoluyla anlam değişmesine uğradığında bu tür
birleşik kelimeler bitişik yazılır:
aslanağzı
keçiboynuzu
danaburnu (böcek)
akbaş (kuş)
itdirseği (arpacık)
kargaburnu (alet)
hanımgöbeği (tatlı)
alinazik (kebap)
Büyükayı (yıldız kümesi)
yavruağzı (renk)
4. Kurallı birleşik fiiller:
Ar. (Arapça)
Prof. (Profesör)
düşünebilmek
uyuyakalmak
Alb. (albay)
is. (isim)
çıkagelmek
öleyazmak
hzl. (hazırlayan)
ed. (edebiyat)
4. Büyük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın son harfinin okunuşu, küçük
harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde ise kelimenin okunuşu esas alınır:
THY’nin
TRT’den
cm’yi
5. Bir ya da iki kelimesi emir kipiyle çekimlenip
kalıplaşmış birleşik kelimeler:
alaşağı
albeni
çekyat
kapkaç
veryansın
yapboz
kg’dan
6. “-an/-en, -r/-ar/-er/-ır/-ir, -maz/-mez, -mış/
5. Kısaltması büyük harflerle yapıldığı hâlde bir
kelime gibi okunan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın okunuşu esas alınır:
UNESCO’ya
ASELSAN’ın
TEDAŞ’ta
-miş” sıfat-fiil eklerinin kalıplaşmasıyla oluşan birleşik kelimeler:
cankurtaran
dalgakıran
barışsever
uçaksavar
kadirbilmez
güngörmüş
57
Öğretici Metinler
7. İkinci kelimesi bilinen geçmiş zaman ekiyle
çekimlenip kalıplaşmış kelimeler:
14. “Baş” kelimesiyle oluşturulan sıfat tamlamaları:
çıtkırıldım
gecekondu
başbakan
başhekim
başkent
imambayıldı
hünkârbeğendi
başkomutan
başrol
başsavcı
15. “Bir topluluğun yöneticisi” anlamındaki “başı”
sözüyle oluşturulan belirtisiz ad tamlamaları:
8. Her iki kelimesi de bilinen geçmiş zaman ya
da geniş zaman eklerini alarak kalıplaşmış kelimeler:
dedikodu
kaptıkaçtı
okuryazar
yanardöner
akşamüzeri
olağanüstü
ayaküstü
yüzüstü
10. İki ya da daha çok kelimeden oluşmuş Türkçe yer adları:
Çanakkale
Gümüşhane
Pınarbaşı
Beşiktaş
11. “Şehir, kent, köy, mahalle, dağ, tepe, deniz,
göl, ırmak, su” vb. kelimelerle kurulmuş sıfat tamlaması ve belirtisiz ad tamlaması kalıbındaki yer adları:
Akşehir
Batıkent
Çengelköy
Yenimahalle
Uludağ
Kocatepe
Kızıldeniz
Acıgöl
Kızılırmak
elebaşı
mehterbaşı
onbaşı
ustabaşı
ağabey
beyefendi
hanımefendi
paşababa
17. “Biraz, birkaç, birkaçı, birtakım, birçok, birçoğu, hiçbir, hiçbiri, herhangi” belgisiz sıfat ve zamirleri
gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır.
ESEN YAYINLARI
bilinçaltı
binbaşı
16. “Ağa, bey, efendi, hanım, nine” vb. sözlerle
kurulan birleşik kelimeler:
9. Somut olarak yer bildirmeyen “alt, üst, üzeri”
sözlerinin sona getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelimeler:
ayakaltı
aşçıbaşı
18. “Ev, hane, name, zade, zede” kelimeleriyle
kurulan birleşik kelimeler:
yayınevi
huzurevi
kahvehane
yazıhane
seyahatname
siyasetname
amcazade
paşazade
depremzede
afetzede
1. “Eczahane, hastahane, pastahane, postahane” sözleri kullanımdaki
yaygınlık dolayısıyla “eczane, hastane, pastane, postane” biçiminde yazılmaktadır.
UYARI
12. Kişi adları ve unvanlarından oluşmuş mahalle, meydan, köy vb. yer ve kuruluş adlarında unvan
kelimesi sonda ise, gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır:
Abidinpaşa
Bayrampaşa
Ertuğrulgazi
Necatibey (Caddesi)
2. Kanunda bitişik geçen veya bitişik olarak
tescil ettirilmiş olan kuruluş adları bitişik yazılır:
İçişleri
13. Ara yönleri belirten kelimeler:
58
güneybatı
güneydoğu
kuzeybatı
kuzeydoğu
Yükseköğretim
3. “Şey” kelimesi kendinden önceki kelimeden
ayrı yazılır:
bir şey
her şey
herhangi bir şey
Öğretici Metinler
G.
İKİLEMELERİN YAZILIŞI
İkilemeler ayrı yazılır ve ikilemeyi oluşturan kelimelerin arasına herhangi bir noktalama işareti konmaz:
çoluk çocuk
konu komşu
süklüm püklüm
yarım yamalak
baş başa
başa baş
günü gününe
YANLIŞ YAZILAN KELİMELER
DOĞRU
abdest
aferin
acente
adale
aforoz
afili
ahbap
ajitasyon
akupunktur
alerji
alabora
altmış (60)
alüminyum
amortisör
anatomi
antrenman
antrparantez
arabesk
arife
artist
asfalt
asgari
aşağı
aşçı
ataş (tutturgaç)
atölye
bağırsak
bayağı
beğenmek
bilumum
YANLIŞ
aptes
aferim
acenta
adele
afaroz
afilli
ahpap
acitasyon
akapunktur
allerji
alobora
atmış
aliminyum – alimünyum
amartisör
anotomi
antreman
antiparantez
arabeks
arefe-arafe
artiz-artis
asvalt
askari
aşşağı
ahçı
ataç
atelye
barsak
baya
beyenmek
bilimum
ESEN YAYINLARI
Ğ.
allak bullak
birader
bisiklet
bisküvi
cambaz
cereyan
ciğer
çekimser
çember
çiftlik
çiftçi
çikolata
çünkü
dakika
değer (kıymet)
değil
değinmek
değnek
dinozor
direkt (doğrudan)
distribütör (dağıtıcı)
doküman
domates
döndürmek
düğüm
egzoz
eğitim
eğlenmek
ekstra
ekşi
entelektüel
erozyon
espri
eşkâl (dıştan görünüş)
eşantiyon
eşofman
falan
fasulye
fayton
fermuar
feshetmek
film
fiyat
gardırop
gazete
hafriyat
hakikaten
halüsinasyon
bilader
pisiklet-piskilet
püsküüt-pisküvi-püsküvüt
canbaz
ceryan-ceyran
ciyer
çekinser
çenber
çiflik
çifci-çifçi
çukulata-çukolata
çünki
dakka
deyer
deyil
deyinmek
deynek
dinazor
direk
distribitör
doküman
domatez
döndermek
düyüm
egzos-egsoz-eksoz
eyitim
eylenmek
ekistra
eşki
entellektüel
erezyon
espiri
eşgal-eşkal
aşentiyon-aşantiyon
aşofman-eşortman
felan
fasülye
payton
fermar
fesetmek
filim
fiat
gardolap
gazte-gaste
harfiyat
hakkaten
halisinasyon-halisünasyon
59
herkes
heyecan
hoparlör
Hristiyan
ızdırap
illüzyon
inisiyatif
inkılap
iskonto
ispat
jandarma
jelatin
jeton
jimnastik
kampanya
kapora
kapüşon (başlık)
karakter
karnabahar
kavanoz
kayısı
kılavuz
kibrit
kilitlemek
kirpik
kolej
koleksiyon
kolektif
kolonya
kontör
kopya
koreografi
kravat
kupür
kurdele
laboratuar
lakayıt
lanet
lavabo
leğen
mahcup
mahsus
mahzun (hüzünlü)
makine
matematik
mantalite
herkeş-herkez
heycan
hoporlör-opörlör-aporlor
Hıristiyan
ıstırap
ilizyon-ilüzyon
insiyatif
inkilap
ıskonto
isbat-ıspat
candarma
celatin
ceton
cimnastik
kanpanya
kaparo
kapşon
karekter
karnıbahar
kavonoz
kaysı
klavuz
kirbit
kitlemek
kiprik
kollej
kolleksiyon
kollektif
kolanya
kontür-kontur
kopye
kareografi-korografi
gravat
küpür
kurdale-kurdela
labaratuar-laboratuar-laboratuar
lakayt
nalet
lavobo
leyen
mahçup
masus-mahsuz
mahsun
makina
matamatik
mentalite
maydanoz
maydonoz-maydanos
60
ESEN YAYINLARI
Öğretici Metinler
megaloman
megoloman
menemen (yemek)
melemen
menisküs
menüsküs
menü
mönü
meyve
meyva
mide
miğde
minibüs
münübüs
motosiklet
motorsiklet
mozaik
mozayik
muhatap
muhattap
murdar (pis)
mundar
muşamba
muşanba
muzdarip
mustarip
muzır
muzur
müdahale
müdahele
müracaat
müracat
müsait
müsayit
müspet
müsbet
müteahhit
mütahit
naylon
laylon
nilüfer
nülüfer
nispet
nisbet
nitekim
netekim
nötr
nötür
orijinal
orjinal
öge
öğe
öğle (gün ortası)
öyle
paragraf
parağraf
paralel
parelel
pardösü
perdesü
parlamenter
parlementer
parlamento
parlemento
pembe
penbe
poğaça
poaça-boğça-poça
portmanto
fortmanto
profesör
prefesör
profesyonel
profesyönel-prefesyonel
program
proğram
promosyon
promasyon
radyasyon
radyosyon
rakam
rakkam
rastlantı
raslantı
restoran
restorant
rezervasyon
rezarvasyon
sağanak
sağnak
Öğretici Metinler
sandöviç-sandüviç
sarımsak
sarmısak
satılık
satlık
satranç
santranç
seda
sada
sefa
safa
sela
sala
serbest
serbes
seyahat
seyehat
silahşor
silahşör
sohbet
sohpet
sürpriz
süpriz-süprüz
şaibe
şayibe
şarj
şarz
şefkat
şevkat
şemsiye
şemşiye
şimdi
şindi
şofben
şohben
şoför
şöför
tasvir
tasfir
tembel
tenbel
tembih
tenbih
teneffüs
tenefüs
teravih
teravi-terafi
tespih
tesbih
tespit
tesbit
teşvik
teşfik
tıraş
traş
tiksinmek
tiskinmek
ÖRNEK SORU (YGS – 2011)
Top peşinde koşan çocukları, pencereden sarkıp çamaşır asan genç kızları çekinmeden fotoğraflamak mı
I
istiyorsunuz? O zaman Balat vazgeçilmez mekânınızdır. Hele akşamüstü eski semtin dar sokaklarına öyle
II
bir ışık düşerki hayran kalırsınız. Son yıllarda yapıIII
lan restorasyon çalışmalarıyla güzelleşen Balat Kültür
IV
V
Evini de görmeden edemezsiniz.
Bu parçadaki numaralanmış sözlerin hangisinde
bir yazım yanlışı vardır?
A) IV.
B) V.
C) III.
D) II.
E) I.
ÇÖZÜM:
ESEN YAYINLARI
sandviç
ÖRNEK SORU (YGS – 2010)
“1969 yılında Güzel Sanatlar Akademisini bitirdim.
I
Resim yapmaya karikatürist olarak başladım; çizdikII
lerimi 10 liraya satardım Dolmuş, Tef, Pardon gibi
III
dergilere. İlk sergimi 1959 yılında Taksim meydanında
IV
açtım ve yalnızca üç tablo satarak yer kirasını ancak
tükürük
tükrük
tüyo
tiyo
ukala
ukela
ultrason
ultrasyon
usul
usül
unvan
ünvan
virüs
vürüs
vites
fites
voleybol
valeybol-veleybol
Bu parçadaki altı çizili sözlerden hangisinin yazımı yanlıştır?
yalnız
yanlız
A) l.
yanlış
yalnış
yayımlamak
yayınlamak
zarafet
zerafet
ziynet
ziğnet-zinet
ödeyebildim.” diyor usta ressam sanat yaşamının ilk yılV
larını anlatırken.
B) II.
C) III.
D) IV.
E)V.
ÇÖZÜM:
61
Öğretici Metinler
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2006)
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2007)
Altı yıl önce aramızdan ayrılan değerli sanatçımız, İsI
tanbul’da açılan bir sergiyle anılıyor. Sanat yaşamı bo-
Yayınevimiz 2003’de kuruldu. 60’a yakın şiir kitabı
I
yayımladık. Tüm olumsuzluklara karşın şiirde bugün
II
bir hareketlilik yaşanıyor. İyi şiir yazılıyor mu? Evet.
III
Güçlü bir şiir geliyor. Ne var ki yayımladığımız kitap-
yunca yapıtlarında çağdaş sanat akımlarını göz ardı etII
meyen, bunun yanı sıra geleneklerimizi ve Anadolu
III
IV
Estetiğini de yüzeye çıkarmayı başaran sanatçının
yapıtları 7 Şubat 2006 tarihine kadar izlenebilir.
V
Bu parçadaki altı çizili sözlerden hangisinin yazımı yanlıştır?
lar çok satılmıyor. Bu, büyük yayınevlerinde de
IV
aşağı yukarı böyle.
V
Yukarıdaki numaralanmış sözlerden hangisinin
yazımı yanlıştır?
A) l.
A) l.
B) II.
C) III.
D) IV.
E)V.
ÇÖZÜM:
B) II.
C) III.
D) IV.
E)V.
ESEN YAYINLARI
ÇÖZÜM:
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2004)
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı
vardır?
A) Baş başa vermiş, çocukların sorunlarından söz
ediyorlardı.
B) İnsanımızın belirleyici özelliklerinden biri de konuk severliğidir.
C) Romandaki kişilerin, tipik İç Anadolu insanının
özelliklerini taşıdığını söyledi.
D) Doğu felsefesiyle ilgili hemen her kitabı okurdu.
E) Televizyondaki kültür ve sanat programlarını
sürekli izlerdi.
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2008)
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır?
A) Bu tedaviden sonra hastalığın seyri değişti.
B) Yıllık izninin bir bölümünü bu ay kullanıyor.
C) Organ nakliyle yaşama döndürülen hastaların sayısı gün geçtikçe artıyor.
D) Çağırılmadığı için akşamki davette o yoktu.
E) Uzun süre yağmur altında yürüdükten sonra sığınacak bir yer buldu.
ÇÖZÜM:
ÇÖZÜM:
62
Öğretici Metinler
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2004)
ÖRNEK SORU (LYS – 2011)
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır?
1349’da Cenevizliler tarafından yapılan, sonraki yıllarI
da da birçok kez onarılan Galata Kulesi İstanbul’daki
II
görülmeye değer yerlerden biridir. Üsküdar’ın
A) Bize hep: “İyi bir kitap okuru olmakla övününüz.”
derdi.
B) “Bugünlerde işlerimiz iyi.” diyerek ellerini ovuşturdu.
C) “O zamanlar buğdaylarımız bu değirmende övütülürdü.
D) Öğrencilerine her zaman dürüst olmayı öğütlerdi.
E) Doktor, anneme: “Günde üç öğün yemek yiyin.”
dedi.
Doğancılar Semti’ndeki bu yapı 17. yy.da
III
IV
Hezarfen Ahmet Çelebi’nin takma kanatlarla uçmaV
sından sonra da birçok uçma denemesine tanık olmuştur.
ÇÖZÜM:
Bu parçadaki numaralanmış sözlerin hangisinde
bir yazım yanlışı vardır?
A) l.
B) II.
C) III.
D) IV.
E)V.
ESEN YAYINLARI
ÇÖZÜM:
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2009)
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır?
A) Bu binanın planını Avusturyalı bir mimarla birlikte
çizmişler.
B) Müzenin bugünkü durumuyla ilgili bilgileri bir önceki sayımızda yayımlamıştık.
C) O gezide yıllardır görmediğim bir arkadaşıma
rastladım.
D) Buraya yeni bir yaya geçiti yapılacak.
E) Şenlikler bu yıl mayıs ayında başlayacak.
ÇÖZÜM:
63
Öğretici Metinler
ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
3
Yazım (İmla) Kuralları
UYGULAMA – 1
Aşağıdaki cümlelerdeki yazım yanlışlarını bulunuz. Her cümlede birden çok yazım yanlışı vardır.
1.
Bir kaç yıl kaldığımız o şehirin hatıraları şu siyahbeyaz fotograflar da saklıdır.
6.
2001 de Lise’yi 2005’de de Üniversite’yi bitirip
iş hayatına atılmış.
Bir kaç yıl kaldığımız o şehirin hatıraları şu siyahbeyaz fotograflar da saklıdır.
Birkaç yıl kaldığımız o şehrin hatıraları şu si7.
yah beyaz fotoğraflarda saklıdır.
3.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
O’nun ne yapacağı hiç belli olmaz, heran bir
süprizle karşımıza çıka bilir.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Elinde avcunda ne varise hepisini bu işe yatırmış, zarar edincede pisikolojik sorunlar yaşamışdı.
ESEN YAYINLARI
2.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Tv’de gösterilen herşeyin doğru olduğuna inanacak kadar iyiniyetliymiş.
8.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Asılını soracak olursan, sınav çok iyi geçdi, birtek 17’inci soruyu cevaplamakta zorlandım bir
az.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Bakaldan birşeyler alıp geleceğim, siz bura da
uslu uslu oturun.
9.
4.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
ÖSYM’ne öğrencilerin yapdığı baş vuru, basınında gündemindeydi.
5.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Marmaris’de meydana gelen tırafik kazasında
yaralananların bir çoğu ayakda tedavi edildi.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
10. Şevkatini hiçkimseden esirgemeyen, herkeze
dostca yaklaşan biriydi bu yaşlı adam.
64
Öğretici Metinler
BOŞLUK DOLDURMA
“Bu sokakda her an her şey olabilir.” cümlesindeki yazım yanlışının giderilmesi için
“....................” kelimesinin “.....................”
biçiminde yazılması gerekir.
2.
3.
ESEN YAYINLARI
1.
“Bu gerçeği saklıyanlar, yaptıklarının yanlış olduğunu bir gün anlayacaklar.” cümlesindeki “....................” kelimesi yanlış
yazılmıştır.
4.
EŞLEŞTİRME
Sol taraftaki örnek cümlelerde yazım yanlışları vardır. Bu cümleleri sağ taraftaki nedenlerle eşleştiriniz.
ÖRNEK CÜMLE
YAZIM YANLIŞININ NEDENİ
1
Bu konuda ne düşünüyorsunuz, siz de fikirinizi söyleyin!
A
Küçük harfle başlaması
gereken kelimenin büyük
harfle başlaması
2
2004’de yapılan bir bu araştırma güncelliğini yitirmiştir.
B
Ünsüz sertleşmesi
kuralına uyulmaması
3
Bunu Fırat Nehri’nin kıyısında
dolaşırken farkettim.
C
Bitişik yazılması gereken
ekin ayrı yazılması
4
Bu tatlının yanında bir de Maraş Dondurması olsaydı!
Ç
Ayrı yazılması gereken
birleşik fiilin bitişik
yazılması
5
Aradığınız her şeyi bu mağaza da bulabilirsiniz.
D
Ünlü düşmesinin yazıda
gösterilmemesi
6
O öğrencide senin kadar başarılıydı.
E
Ayrı yazılması gereken
bağlacın bitişik yazılması
69
Öğretici Metinler
TEST – 1
1.
Bağlaç görevindeki “de”lerde gerçekleşen sert
ünsüz benzeşmesi yazıda gösterilmez.
4.
Bu kurala aykırı yazım, aşağıdakilerin hangisinde vardır?
A) Tunalı Hilmi Caddesi’nde hoşça vakit geçirebileceğiniz birçok mekân var.
A) Belki Ahmet te bir gün her şeyi anlar ve senden özür diler.
B) O, büyük bir sağlık merkezinde başhemşire
olarak çalışıyormuş.
B) Talat’ta çok eski bir define haritası varmış,
onunla yatıp onunla kalkıyormuş.
C) ASKİ’ye telefon açıp onları bu durumdan haberdar ettik.
C) 2003’den beri bu mahallede oturuyorlarmış.
D) Ağlayıp sızlasan da seni affetmeyeceğini
söylüyormuş herkese.
D) İzmit de Türkiye’nin güzel ve kalkınmış şehirlerinden biridir.
E) Bakan, ardarda sıralanan bu zor sorular karşısında müsteşarından yardım istedi.
E) Güneşdeki patlamaların sebeplerini coğrafya
öğretmenimize sorduk.
5.
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım
yanlışı vardır?
A) Murathan Mungan’ın tüm yapıtları, özellikle
de şiirleri zevkle okunuyor.
B) Gördüğümüz ilk kişiye Beylerbeyi Sarayı’nın
nerede olduğunu sorduk.
B) THY’de görevli hosteslerin yeni kıyafetleri bir
defileyle tanıtıldı.
C) Onun için kendi yaşantısı mı öncelikliydi, öyküleri mi?
C) Tandoğan Meydanı trafiğe kapatılınca Ankaralılar zor anlar yaşadı.
D) Yakıcı ağustos sıcağında bile tarlada çalışanlar olduğunu düşünerek haline şükret.
D) Japonya’ya geçen yıl da gitmiş ve orada birçok kişiyle tanışmışdık.
E) Bakanlar Kurulu bu konuda herhangi bir
açıklama yapmadı.
E) Onun en belirgin özelliği, gerçekleri apaçık
dile getirmesidir.
3.
Aşağıdakilerin hangisinde altı çizili sözün yazımı yanlıştır?
A) Ağlamak da gereklidir bazı vakitler, insanın
buna da ihtiyacı vardır.
B) Sen de beni anlamıyorsan ben kime anlatırım bunları?
C) Kulaklarım da çok şiddetli bir ağrı vardı birkaç gün öncesine kadar.
D) Yüreğim de seninle, beynim de; sen yeter ki
doğru bildiklerinden şaşma!
E) En yakın bildiğin dostların da seni unutabilir
bir gün, buna hazırlıklı ol!
70
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım
yanlışı vardır?
A) Bu resimin hangi yüzyılda yapıldığını biliyorum, unuttunuz mu benim sanat tarihçisi olduğumu?
ESEN YAYINLARI
2.
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım
yanlışı vardır?
6.
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım
yanlışı vardır?
A) TRT’nin özel televizyonlarla rekabet edebilmesi için bir dizi yenilik yapılacakmış.
B) Edebiyatımızda öykü türünün akıla gelen ilk
adı, hiç kuşkusuz Sait Faik’tir.
C) Öğrenciler her gün farklı şeyler öğrenmenin
sevinci içindeydiler.
D) Belediye bu aralar asfalt çalışmalarına hız
verdi, bu gidişle yollarda hiçbir çukur kalmaz.
E) Ben bu konuda sana yardımcı olamam, sen
kendine başka bir kılavuz bul.
Öğretici Metinler
7.
8.
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım
yanlışı vardır?
10. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yoktur?
A) Küçük kızımın inşaat mühendisi olmasını
ben de istiyordum.
B) İTÜ’nün bu yılki mezunları iş bulmakta hiç
zorlanmadılar.
C) O, girişgenliğiyle hepimizin dikkatini çekmeyi
başarmıştı.
D) Nesnel sanat olmadığı gibi nesnel eleştiri de
yoktur.
E) Gazetelerde bu konuyla ilgili haberler manşetlere taşınmıştı.
A) Onunla anlaşamıyacağımızı ilk günden beri
biliyordum, bunu size de söylemiştim.
B) Her şey nasıl da bir anda olup bitti, göz açıp
kapayıncaya dek neler olurmuş bu dünyada!
C) Şimdi tam hatırlamıyorum ama yanılmıyorsam filimin başrolünde oynayan kişinin adı,
Tarık’tı.
D) Geleneksel Türk Sanatlarından olan hat ve
tezhip, ancak gençlerin ilgilenmesiyle eski ihtişamlı günlerine dönebilir.
E) Sizden birşey isteyeceğim ama doğrusunu söylemek gerekirse vereceğiniz tepkiden
çekiniyorum.
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yoktur?
A) Van Kedisi, gözlerinin farklı renklerde olması
yönüyle kedi türleri içinde ayrı bir yere sahiptir.
C) Bana doğruları söyle ki seni savunabileyim,
senin haklı olduğunu ispatlamam için daha
çok kanıta ihtiyacım var.
D) Yaşlı bilge, bunların hepsi gelip geçici şeylerdir, diyerek sabır ediyordu.
E) Dünyanın her tarafındaki şiddet olaylarını
ancak barış sever insanların bilinçli eylemleri durdurabilir.
9.
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım
yanlışı vardır?
ESEN YAYINLARI
B) Elindeki metini yüksek sesle okumaya başlamıştı, halbuki bir aşk şiiri bu ses tonuyla
okunmamalıydı.
11. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım
yanlışı vardır?
A) İzmir’e giderken Uşak’a da uğramış, tesisin
birinden biraz da lokum almıştık.
B) Büyükçe bir salonda toplanmış, politikayla ilgili tartışmalara girişmiştik.
C) Antrenörün uyarılarını dikkate almayıp kafama göre spor yapacağım, dersen bunun sonuçlarına da katlanırsın.
D) Baktık ki onunla başa çıkamayacağız, kaçmaya başladık.
E) “Suç Ve Ceza”yı okuduğumda lise birinci sınıf öğrencisiydim.
12. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım
yanlışı vardır?
A) Güneş ve deniz, tatil denilince akla gelen iki
vazgeçilmezdir.
A) Dilimize çevirilen bu tür eserlerin edebiyatımızdaki herhangi bir boşluğu doldurduğuna
inanmıyorum.
B) Erozyona karşı gerçekçi önlemler alınmazsa
ülkemiz çölleşebilir.
B) Millî Edebiyat Dönemi sanatçılarının ortak
yönlerini söyler misin?
C) O kadar iyi ve merhametlisin ki senin için ne
yapsam azdır.
C) Şu testteki soruları da cevapla ki bu konuyu
anladığına emin olalım.
D) Onunla baş başa kaldığımızda elini omuzuma atıp benden özür diledi.
D) Ben de senin yaptığın gibi İstanbul’a yerleşse miydim, diye düşünüyorum bazen.
E) Ayvalık, çok yakında ülkemizin önemli turizm
merkezlerinden biri olacak.
E) Profesör Doktor Yakup Altınkök’e bizi bu konuda aydınlattığı için teşekkür ederim.
71
Öğretici Metinler
HATIRLATMALAR
PEKİŞTİRMELER
4
NOKTALAMA İŞARETLERİ
7. Bir yazının maddelerini gösteren rakam veya
harflerden sonra konur:
NOKTA (.)
1. Tamamlanmış cümlelerin sonuna konur:
Ben, bütün çocukları severim.
1.
A.
a.
II.
2.
B.
b.
8. Dört ve dörtten çok rakamlı sayılar sondan
sayılmak üzere üçlü gruplara ayrılarak yazılır ve araya nokta konur:
2. Bazı kısaltmaların sonuna konur:
Prof. (profesör)
I.
Cad. (cadde)
1.000
326.197
49.750.812
3. Rakamlardan sonra sıra bildirmek için konur.
3.
5.
17.
5, 8 ve 14. sorular zordu.
4. Tarihlerin yazılışında gün, ay ve yılı gösteren
sayıları birbirinden ayırmak için konur:
23.12.2012
UYARI
ESEN YAYINLARI
VİRGÜL (,)
Arka arkaya sıralandıkları için virUYARI
gülle ya da kısa çizgiyle ayrılan
rakamlardan yalnızca sonuncu
rakamdan sonra nokta konur:
1. Birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelimelerin ve kelime gruplarının arasına konur:
Şiirden, romandan, tiyatrodan anlayan
gençlerle bir arada olmak beni mutlu ediyor.
Gazeteleri, dergileri, radyoları ve televizyon kanallarını objektif yayıncılık yapmaya davet ediyorum.
15.X.2013
Tarihlerde ay adları yazıyla da gösterilebilir. Bu durumda ay adlarından
önce ve sonra nokta kullanılmaz:
29 Mayıs 1453
29 Ekim 1923
2. Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur:
Bavulunu aldı, dışarı çıktı, kendisini bekleyen arabaya doğru koşmaya başladı.
Halkımız duyarlıdır, sevdiği sanatçıyı bağrına basar.
5. Saat ve dakika gösteren sayıları birbirinden
ayırmak için konur:
Otobüsümüz 23.15’te hareket edecek.
Maç, 13.00’te başlayacak.
6. Kitap, dergi vb.nin künyelerinin sonuna ko-
3. Cümle içinde ara sözleri ve ara cümleleri
ayırmak için konur:
Yıllar sonra nihayet oraya, doğup büyüdüğüm o güzel kente, dönüyorum.
nur:
İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası,
İletişim Yayınları, İstanbul, 1995.
Yarışmayı kimin kazandığını, bunu çok merak ettiğinizi biliyorum, birazdan açıklayacağız.
83
Öğretici Metinler
4. Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş
olan özneyi belirtmek için konur:
11. Bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelimelerle yapı ve anlam bakımından bağlantısı olmadığını göstermek için konur.
Yaşlı kadın, orada geçirdiği o mutlu günleri
özlemle anıyordu.
Bayan, memura bir kâğıt uzattı.
Bu, tek gözlü, genç fakat ihtiyar görünen bir
adamcağızdır.
5. Anlama güç kazandırmak için tekrarlanan
kelimelerin arasına konur:
Bu gece, eğlenceleri içlerine sinmedi.
Para, para, para... Varsa yoksa para. Bunlar
paradan başka bir şey konuşmazlar mı?
12. Sayıların yazılışında kesirleri ayırmak için
kullanılır:
Akşam, yine akşam, yine akşam
24,8 (yirmi dört tam, onda sekiz)
Göllerde bu dem bir kamış olsam
0,35 (sıfır tam, yüzde otuz beş)
Ahmet Haşim
13. Özne olarak kullanıldıklarında “bu, şu, o” zamirlerinden sonra konur:
Özlemini çektiğim diyarların şiirini yazıyorum, dedi.
Bu, benim gibi yazarlar için hiç kolay olmaz.
7. Konuşma çizgisinden sonraki alıntı cümlesinin bitimine konur:
— Van’a bu akşam mı gidiyor musunuz, diye
sordu.
ESEN YAYINLARI
6. Tırnak içinde olmayan alıntı cümlelerden
sonra konur:
Şu, diğerlerinden çok daha güzel!
O, eski defterleri çoktan kapatmıştı.
14. Kitap, dergi vb.nin künyelerinde yazar, eser,
basımevi vb. maddelerden sonra konur:
Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahur Beste, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2005.
8. Edebî eserlerde konuşma bölümünden önceki ifadenin sonuna konur:
Bahçe kapısını açtı. Sermet Bey’e,
— Bu anahtar köşkü de açar, dedi.
9. Ret, kabul teşvik bildiren “evet, hayır, yok,
tamam, elbette” gibi kelimelerden sonra konur:
Tamam, ben de size katılıyorum.
Hayır, gelmeyeceğim.
10. Hitap için kullanılan kelimelerden sonra ko-
UYARI
1. Metin içinde ve, veya, ya da, yahut, da/de bağlaçlarından önce de
sonra da virgül konmaz.
2. Metin içinde “hem hem, ister ister, gerek
gerek” gibi tekrarlı bağlaçlardan önce ve sonra virgül konmaz.
3. Metin içinde “-ınca/-ince” anlamında zarffiil görevinde kullanılan “mı/mi” ekinden sonra virgül konmaz.
nur:
Değerli Arkadaşım,
Sayın Başkan,
84
4. Şart ekini almış kelimelerden sonra virgül
konmaz.
Öğretici Metinler
ÖRNEK SORU (YGS – 2011)
Eğer o şiirler, o romanlar, o öyküler, o tiyatro yapıtları olmasaydı, söylemek bile fazla, duygularımız daha az bilinecek, bilgilerimiz daha az olacaktı. Çünkü
edebiyat, daha iyi duymamızı, daha iyi düşünmemizi
sağlar. Daha doğru, daha insanca yaşamamıza yardımcı olur.
ÖRNEK SORU (YGS – 2010)
Tam yirmi beş yıl oldu. Her sabah erkenden gelir ,
––
I
bu duvarın dibine serer kitapları. Geçenler bakarlar,
inceleyip , bırakırlar. Cağaloğlu’ndaki bu kitapçı ,
––
––
II
III
yokuşu tırmananların görmeye alışık olduğu , vaz––
IV
geçemediği bir parçası gibidir. Yalnız bir derdi vardır:
Bu parçada, virgülün işlevleriyle ilgili olarak aşağıda verilenlerden hangisine uygun bir örnek
yoktur?
A) Özel olarak vurgulanması gereken bir ögeyi belirtme
Güvercinler. Onlar kitapçıdan daha eski sahibidirler
B) Ara sözleri ayırma
bu duvarın , vazgeçmezler yerlerinden.
––
V
C) Art arda sıralanan eş görevli sözcük kümelerini
ayırma
Bu parçadaki numaralanmış virgüllerden (,) hangisi yanlış kullanılmıştır?
D) Tırnak içinde verilmeyen aktarma cümlelerini belirtme
A) l.
ÇÖZÜM:
ESEN YAYINLARI
E) Sıralı cümleleri birbirinden ayırma
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
ÇÖZÜM:
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2000)
Dünyada neler olup bittiğini böylesine iyi bilen ,
⎯
I
okuma , çalışma gücü yüksek , oldukça bilgili
⎯
⎯
II
III
bu genç , insanın kullandığı sözcüklere , alışık
⎯
⎯
IV
V
olmadığımız yeni anlamlar kattığını görüyorum.
Yukarıdaki cümlede, numaralanmış virgüllerden
(,) hangisinin yeri değiştirilirse anlam karışıklığı
giderilmiş olur?
A) l.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
85
Öğretici Metinler
ÇÖZÜM:
3. İkiden fazla eş değer ögesi arasında virgül
bulunan cümlelerde özneden sonra noktalı virgül konabilir:
“Ahmet, bu sınıftaki en başarılı öğrencidir.” cümlesinde özneyi belirtmek için virgül kullanılmıştır.
NOKTALI VİRGÜL (;)
1. Cümle içinde virgüllerle ayrılmış tür ya da takımları birbirinden ayırmak için konur:
Bu kutuya kitapları, defterleri; şu kutuya da
kalemleri, silgileri yerleştirelim.
2. Ögeleri arasında virgül bulunan sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur.
Virgülün kullanıldığı yerleri anlatırken hem eş
görevli kelimelerin hem de sıralı cümlelerin virgüllerle
ayrılması gerektiğini belirtmiştik.
“Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyordu.” cümlesinde eş görevli kelimeler
“Sevinçten içim içime sığmıyor, kahkahalar
atmak istiyorum.” cümlesinde ise sıralı cümleler virgülle ayrılmıştır.
Bir sıralı cümlede, ögeler kendi arasında virgüllerle ayrılmışsa, iki cümlenin birleştiği yere virgül
değil, noktalı virgül konur:
Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyor;
bağırmak, kahkaha atmak istiyorum.
86
ESEN YAYINLARI
“Ahmet; Mehmet, Gürkan, Hasan ve Oktay’dan daha güzel futbol oynar.” cümlesinde ise özneyi belirtmek için noktalı virgül kullanılmıştır. Bunun nedeni, hem özneden sonra hem de eş görevli kelimeler arasında virgül kullanmanın gerekli olmasıdır. Böyle durumlarda özneden sonra virgül yerine
noktalı virgül kullanmak, anlam karışıklığını önler.
ÖRNEK SORU (ÖSS – 1999)
Bir anlatım biçimi olarak günlükte, gezi (I) deneme (II)
eleştiri ve röportaj gibi öğretici (III) roman (IV) öykü
(V) şiir gibi yaratıcı türlerden yararlanılır.
Bu cümledeki numaralanmış yerlerden hangisine ötekilerden farklı bir noktalama işareti konmalıdır?
A) l.
ÇÖZÜM:
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
Öğretici Metinler
ÇÖZÜM:
İKİ NOKTA (:)
1. Kendisiyle ilgili açıklama yapılacak cümlenin
sonuna konur:
Sizden şunu yapmanızı istiyoruz: Evinize gidin ve bizden haber bekleyin!
2. Kendisinden sonra örnek verilecek cümlenin
sonuna konur:
Türkçede “b” sesi, kendinden önceki “n”yi
“m”ye dönüştürür: perşembe, çember, sümbül...
ÜÇ NOKTA (...)
1. Eksiltili (tamamlanmamış, yüklemi söylenmemiş) cümlelerin sonuna konur:
3. Edebî eserlerdeki karşılıklı konuşmalarda,
konuşan kişinin adından sonra konur:
Gecenin koyu karanlığında kulakları sağır
eden bir çığlık...
Cemil Usta: Nereden geliyorsun, evlat?
Hasan: Annem manava göndermişti, oradan
geliyorum.
ESEN YAYINLARI
Yaptığınız iyilikler kısa sürede unutulur ama
birine, isteğinizin dışında gelişse bile, zararınız dokunmuşsa...
2. Herhangi bir nedenle söylenmek istenmeyen
kelimelerin yerine kullanılır:
Bu suçu işleyen kişi ... olabilir.
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2004)
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde, ayraçla gösterilen yere iki nokta (:) konulmalıdır?
A) Öyle bir olay ki ( ) eksiklerimizi, yetersizliklerimizi
açıkça gösteriyor.
B) İletişimde ölçüsüzlük dediğimiz şey ( ) sanat haberlerinde olduğu gibi spor haberlerinde de ken-
3. Alıntılarda başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine kullanılır:
Mehmet Efendi evinin altındaki odada otururken onu gördü. Elinde büyücek bir kapla ıslak bir
post vardı. Bunları ... vermeden pencerenin içine bıraktı ...
dini göstermiştir.
C) Yöneticilere düşen görevlerden biri de ( ) öğrenciler arasındaki üstün yetenekli gençleri bulup
yönlendirmektir.
D) Son günlerde yaşananlar, yöneticilerimize çok
şey öğretmiştir ( ) Bunlardan biri gerçekleşmemiş
beklentilerimizin üzüntüsüdür.
E) Bu tartışma onun şu iki yönünü açığa çıkarmıştır ( )
Eleştirilere karşı hoşgörüsüz olma ve duygularını
denetleyememe.
4. Karşılıklı konuşmalarda, yeterli olmayan, eksik bırakılan cevaplarda kullanılır:
— Kimsin
— Mehmet
— Hangi Mehmet?
— ...
— Cevap ver, hangi Mehmet dedim.
— ...
87
Öğretici Metinler
SORU İŞARETİ (?)
KISA ÇİZGİ (-)
1. Soru bildiren cümle veya sözlerin sonuna
konur:
1. Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır
sonuna konur. Birleşik kelimeler satır sonuna sığmadığında bu kelimelerin ulama yapılarak hecelendiği
dikkate alınır:
Bunu kim söyledi?
Gümrükteki memur başını kaldırdı:
Ataol Behramoğlu’nun hazırladığı bu antoloji iki ciltten oluşuyor.
— Adınız?
............. başöğretmen
2. Bilinmeyen, kesin olmayan ya da şüpheyle
karşılanan yer, tarih vb. durumlar için kullanılır:
............. başöğretmen
Yunus Emre (1240?-1320), Doğum yeri: (?)
Ankara’dan Sakarya’ya iki (?) saatte gitmiş.
............Karaosmanoğlu
1496 (?) yılında doğan Fuzuli ...
Soru ifadesi taşıyan sıralı ve bağlı cümlelerde soru işareti en sona
konur:
Ben yokken nasıl geçindiniz, size kim yardım etti?
ÜNLEM İŞARETİ (!)
1. Sevinç, korku, acı, şaşma gibi duyguları anlatan cümlelerin sonuna konur:
UYARI
ESEN YAYINLARI
UYARI
............Karaosmanoğlu
Kesme işareti satır sonuna geldiğinde yalnız kesme işareti kullanılır,
ayrıca kısa çizgi kullanılmaz:
................ Edirne’
nin...
................ 2013’
te...
Hava ne kadar soğuk!
Aşk olsun!
2. Seslenme, hitap ve uyarı sözlerinden sonra konur:
Arkadaşlar! Bu taraftan gidelim.
UYARI
Ünlem işareti, seslenme ve hitap
sözlerinden hemen sonra konulabileceği gibi cümlenin sonuna da ko-
nabilir:
2. Ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için kullanılır:
Size nasihat vermek için -gerçi siz nasihatten de anlamazsınız ya- buradayım.
3. Eklerden önce, fiil kök ve gövdelerinden sonra kullanılır:
-a/-e
-dan/-den
süz-
– Arkadaşlar, bu taraftan gidelim!
3. Bir söze alay, kinaye ya da küçümseme anlamı kazandırılmak istenen sözden hemen sonra parantez içinde ünlem işareti kullanılır:
İsteseymiş, bütün soruları yarım saatte cevaplayabilmiş (!)
88
4. Kelimeler arasında “-den... -a, ve, ile, ilâ,
arasında” anlamlarını vermek için kullanılır:
Türkçe-Farsça Sözlük
Ankara-İzmir uçak seferleri
Ural-Altay dil ailesi
13.30-14.30
Öğretici Metinler
UYARI
3. Tarihlerin yazılışında gün, ay ve yılı gösteren
sayıları birbirinden ayırmak için konur:
Cümle içinde sayı adlarının yinelenmesinde araya kısa çizgi konmaz:
18/11/2014
15/IX/2013
Onu görmeyeli on on beş yıl oluyor.
Biraz sonra üç beş kişi geldi.
4. Dil bilgisinde eklerin farklı biçimlerini göstermek için kullanılır:
-a/-e
-an /-en
-lık /-lik
UZUN ÇİZGİ (—)
Yazıda satır başına alınan konuşmaları göstermek için kullanılır. Buna “konuşma çizgisi” de denir:
— Orada ne yaptınız?
— Yemek yedik, gezdik, eğlendik.
UYARI
TIRNAK İŞARETİ (“ ”)
1. Başka bir kimseden ya da yazıdan olduğu
gibi aktarılan sözler tırnak içine alınır. Tırnak içindeki
alıntının sonunda bulunan işaret (nokta, soru işareti,
ünlem işareti vb.) tırnak içinde kalır:
1. Oyunlarda uzun çizgi konuşanın
adından sonra da konabilir:
İslam Bey — Ben daha ölmedim.
(Namık Kemal)
2. Konuşmalar tırnak içinde verildiğinde
ESEN YAYINLARI
Sıtkı Bey — Kaleyi kurtarmak için daha
güzel bir çare var. Gerçekten ölecek adam ister.
Hazreti Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kırk
yıl kölesi olurum.” sözünü kendime ilke edindim.
2. Özel olarak belirtilmek istenen sözler tırnak
içine alınır:
uzun çizgi kullanılmaz.
Bu cümledeki “güzel” kelimesinin türü, “sı-
Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu:
fat”tır.
“Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?”
(Faruk Nafiz Çamlıbel)
3. Kitapların ve yazıların adları ve başlıkları tırnak içine alınır:
Ahmet Ümit’in “İstanbul Hatırası” isimli romanında ilginç bir olay örgüsü ve anlatma tekniği vardır.
EĞİK ÇİZGİ (/)
1. Yan yana yazılması gereken durumlarda
mısraların arasına konur:
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al
sancak / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son
ocak / O benim milletimin yıldızıdır parlayacak / O benimdir o benim milletimindir ancak.
2. Adres yazarken apartman numarası ile daire
numarası arasına ve semt ile şehir arasına konur:
Altay Sokağı, No.: 21/6 Kurtuluş / ANKARA
TEK TIRNAK İŞARETİ (‘ ’)
Tırnak içinde verilen ve yeniden tırnağa alınması gereken bir sözü belirtmek için kullanılır:
Bir edebiyat eleştirmeni bu konuda şunları
söyledi: “Amin Maalouf’un ‘Semerkant’ isimli romanında tarihsel ögelere rastlamak da mümkündür.”
89
Öğretici Metinler
b. Millet, boy, oymak adları:
PARANTEZ ( ) (YAY AYRAÇ)
Türk’üm
1. Bir kelimenin eş anlamlısını göstermek için
kullanılır:
İngiliz’miş
Alman’dan
c. Devlet adları:
Türkiye Cumhuriyeti’ni
Biz, bunu bir kriter (ölçüt) olarak kabul etmiyoruz.
Osmanlı Devleti’ndeki
2. Açıklama niteliğindeki sözler, parantez içinde gösterilir:
ç. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar:
Allah’ın
Bazı kelimeler (güzel, tatlı, zor vb.) zarf olarak da sıfat olarak da kullanılabilir.
Alemdar Paşa — (Kaşlarını çatar) Gidiniz!
4. Yabancı bir kelimenin Türkçe okunuşunu
göstermek için kullanılır:
Özel veya cins isme ait ek, ayraçtan
önce yazılır:
Yunus Emre’nin (1240?-1320) etkileri
günümüzde de devam etmektedir.
Bu cümledeki zarf-fiilden (sevinerek) sonra virgül kullanmaya gerek yok.
Asya’nın
Birlik Mahallesi’ne
Van Gölü’ne
Çanakkale Boğazı’nın
Ankara’ymış
Marmara Denizi’nden
e. Gök bilimiyle ilgili adlar:
ESEN YAYINLARI
UYARI
Zeus’tan
d. Kıta, deniz, nehir, göl, dağ, boğaz, geçit,
yayla; ülke, bölge, il, ilçe, köy, semt, bulvar, cadde,
sokak vb. coğrafyayla ilgili yer adları:
3. Tiyatro eserlerinde, konuşanın hareketlerini,
durumunu açıklamak için kullanılır:
Bu sözü Descartes (Dekart) söylemiş.
Cebrail’e
Jüpiter’dir
Samanyolu’nun
f. Saray, köşk, han, kale, köprü, anıt vb. adları:
Çankaya Köşkü’ne
Çanakkale Şehitleri Anıtı’nın
g. Kitap, dergi, gazete ve sanat eseri (tablo,
heykel, müzik vb.) adları:
Safahat’tan
Yaprak Dökümü’nü
KÖŞELİ AYRAÇ ( [ ] )
Parantez içinde parantez kullanılması gereken
durumlarda parantezden önce köşeli ayraç kullanılır:
Halikarnas Balıkçısı [Cevat Şakir Kabaağaçlı
(1886-1973)] en güzel eserlerini Bodrum’da yazmıştır.
ğ. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve genelge adları:
Millî Eğitim Temel Kanunu’na
Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği’nin
Belli bir kanun, tüzük, yönetmelik
kastedildiğinde büyük harfle yazılan kanun, tüzük, yönetmelik sözlerinin ek alması durumunda kesme işareti kullanılır:
UYARI
KESME İŞARETİ (’)
1. Aşağıda sıralanan özel adlara getirilen iyelik,
ilgi, hâl ekleri ile ek fiil kesme işaretiyle ayrılır:
a. Kişi adları, soyadları ve takma adlar:
Refik Halit Karay’mış
90
Bâkî’nin
Bu Kanun’un 17. maddesinin c bendi yürürlükten kaldırıldı.
Yukarıda adı geçen Yönetmelik’in 2’nci
maddesine göre bu fiilin cezalandırılması gerekir.
Öğretici Metinler
h. Hayvanlara verilen özel adlar:
Sarıkız’ın
ı.
Karabaş’tı
UYARI
Pamuk’u
1. Özel adlara getirilen yapım ekleri, çokluk eki ve bunlardan sonra gelen diğer ekler kesmeyle ayrılmaz:
Akım, çağ ve dönem adları:
Ispartalı
Ahmetler
Fuzûlîler
Yükselme Dönemi’nin
Türklerin
Türkçenin
Müslümanlıkta
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’na
2. Kurum, kuruluş, kurul ve iş yeri adlarına
gelen ekler kesmeyle ayrılmaz:
2. Kişi adlarından sonra gelen saygı sözlerine
getirilen ekleri ayırmak için konur:
Nihat Bey’e
Ayşe Hanım’dan
Mehmet Efendi’nin
Enver Paşa’ydı
Türkiye Büyük Millet Meclisine,
Türk Dil Kurumundan
3. Sonunda 3. teklik kişi iyelik eki olan özel
ada, bu ek dışında başka bir iyelik eki getirildiğinde
kesme işareti konmaz:
3. Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmak için konur:
TBMM’ye
TDK’nin
Boğaz Köprümüzün güzelliği
TV’de
Amik Ovamızın bitki örtüsü
Sonunda nokta bulunan kısaltmalar
ile üs işaretli kısaltmalar kesmeyle ayrılmaz. Bu tür kısaltmalarda ek
noktadan ve üs işaretinden sonra, kelimenin ve üs
işaretinin okunuşuna uygun olarak yazılır:
Kuşadamızdaki liman
vb.leri
Alm.dan
İng.yi
cm3e (santimetreküpe)
ESEN YAYINLARI
UYARI
4. Başbakanlık, Rektörlük vb. sözler, ünlüyle
başlayan bir ek geldiğinde Başbakanlığa, Rektörlüğe vb. biçimlerde yazılır.
64ten (altı üssü dörtten)
4. Sayılara getirilen ekleri ayırmak için konur:
2013’te
2’nci kat
8’inci madde
7,65’lik
5. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adlarına gelen ekleri ayırmak için konur:
Başvurular 13 Mart’a kadar sürecek.
2012 yılı Şubat’ının 26’ncı günü Ankara’ya
geldi.
6. Şiirde seslerin ölçü dolayısıyla düştüğünü
göstermek için kullanılır:
Engel aramızı açtı n’eyleyim
7. Bir ek ya da harften sonra gelen ekleri ayırmak için konur:
a’dan z’ye kadar
b’nin m’ye dönüşmesi
ÖRNEK SORU (YGS – 2010)
1204-1261 yılları arasındaki Latin işgali sırasında haI
rap olan kilisenin eski hâline kavuşması için çalışmalar yapıldı. Kilise genişletildi ve mozaiklerle süslendi.
II
Binanın kuzeyine ve güneyine eklemeler yapıldı. Orta
bölümü ise Türkler’in egemen olduğu dönemde onaIII
rıldı. 1511’de de Vezir Ali Paşa tarafından camiye
IV
V
çevrildi.
Bu parçadaki altı çizili sözlerden hangisinin yazımı yanlıştır?
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
91
Öğretici Metinler
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2005)
ÇÖZÜM:
Bir güvercin ... Beni görünce ürktü . Acaba açık ka––
––
I
II
lan pencereden mi girdi içeriye ? Oradan oraya uçu––
III
yor, dışarı çıkacak bir yer arıyor ! Maviliği, belki de
––
IV
çok uzaklardaki gemileri görüyor .
––
V
Denizli’nin Tavas ilçesine bağlı Medet Köyü’nde ya-
Bu parçadaki numaralanmış yerlerin hangisindeki noktalama işareti yerinde kullanılmamıştır?
şayan “sırsız seramik” ustasını bu sanatın meraklıları
A) I.
tanır. Usta , derme çatma köy evinde yumurta kabu––
I
ğu inceliğinde seramikler üretir, bunların üzerine de-
ÇÖZÜM:
senler çizer sonra ... Bu desenlerin büyüleyiciliği ne––
II
reden geliyor ? Besbelli tarihten süzülmüş türlü ha––
III
yatlardan ... Ya yolu Tavas’a düşürüp görmeliyiz on––
IV
ları ya da Türkiye’nin çeşitli müzelerini dolaşıp raflara
daha dikkatli bakmalıyız .
––
V
ÇÖZÜM:
B) II.
C) I.
C) III.
D) IV.
E) V.
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2001)
Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır?
A) V.
B) II.
ESEN YAYINLARI
ÖRNEK SORU (YGS – 2011)
D) III.
E) IV.
Sanatçının uzun süre yaşadığı bu ev , çocukları ta––
I
rafından müzeye dönüştürülmüş. Odalardan birinin
duvarlarında yer alan fotoğraflarla sanki bir soyağacı
oluşturulmuş . Bir başka odada onunla bütünleşmiş
––
II
eşyalar sergilenmiş : küçük el radyosu, fotoğraf ma––
III
kinesi, daktilosu, gözlüğü ... Hastalığında ve ölümün––
IV
ölümünden sonra gelen mektuplar ve telgraflarla ,
––
V
kitapları da camekânlı dolaplarda saklanıyor.
Yukarıdaki parçada, numaralanmış noktalama
işaretlerinden hangisi gereksiz kullanılmıştır?
A) I.
92
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
Öğretici Metinler
ÇÖZÜM:
ÇÖZÜM:
ESEN YAYINLARI
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2008)
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2007)
Hemen hemen her yazar ilk romanında çocukluğunu , gençliğini ve o dönemlerde yaşadığı yerleri anla––
I
tır. Gezip gördüğü yerler, alışveriş yaptığı dükkânlar,
Bütün yazarların kendine sorduğu, bilinen , kalıplaş––
I
mış bir sorudur bu : Niçin yazıyoruz ? Bu soruya ve––
––
II
III
rilmiş benim bildiğim en güzel yanıt , bir öykücümü––
IV
zün o çok iyi bildiğimiz cümlesidir: “Yazmasam deli
olacaktım!” Ben de yazmaktan neden haz aldığımı
düşündüm elbette ve cevabını Baudelaire’de buldum.
Diyor ki ; “Şair istediği anda kendisi ve bir başkası
––
V
olabilmek için müthiş bir ayrıcalığa sahip olan kişidir.”
Benim için de yazmak, kendim ve başkaları olabilme
gittiği sinemalar romanlarındaki mekânlardır. Kendim-
ayrıcalığıdır.
den örnek vereyim : İlk romanımı yazdığımda da yir––
II
mi yaşındaydım. Roman kahramanlarımın ; neredey––
III
se tümü sokağımızın insanlarıydı. Bizden üç ev ileri-
Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır?
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
ÇÖZÜM:
de oturan Ahmet Muhip Dıranas’ın, “Fahriye Abla” şiirini , evlerinin karşısında oturan ... için yazdığı söy––
––
IV
V
nirdi.
Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır?
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
93
Öğretici Metinler
ÖRNEK SORU (ÖSS – 2009)
ÖRNEK SORU (LYS – 2011)
Şairin de bir kişiliği vardır ; tutum ve davranışları, se––
I
çimleri, toplumsal yaşamda karşı durdukları yazdıkla-
Çevrenizde olup biten her şeyden birkaç dakikalığına
uzaklaşıp ruhunuzun derinliklerinden gelen kısık sesli müziği dinlediniz mi hiç ( ) Aslında bu müziğin sözü,
bestesi tamamen size ait. Emin olun, o şarkının sözlerinde çok şey gizli ( ) Beden, ruh sağlığına dikkat
et ( ) para, kariyer önemli ama senden önemli değil;
sevdiklerini, bundan da önemlisi kendini ihmal ediyorsun ( ) diye fısıldayacak o şarkının sözleri. Nereden
mi biliyorum ( ) Çünkü bunları yaşıyorum.
rına yansıyacaktır. Şiir yalnızca kurgudan, düşsel
olandan ibaret değildir çünkü . Şöyle ya da böyle, az
––
II
ya da çok , yazdıkları, şairin hayatından, yaşadıkla––
III
rından izler taşıyacaktır. Böylece, şairin öteki şairler-
Bu parçada ayraçlarla ( ) belirtilen yerlere aşağıdakilerin hangisinde verilen noktalama işaretleri
sırasıyla getirilmelidir?
A) (…) (.) (;) (;) (!)
B) (!) (:) (,) (!) (?)
C) (?) (:) (;) (,) (?)
D) (.) (.) (,) (,) (…)
le ilişkisi de bir anlam kazanacak, yazdıklarına sızabilecektir. Birbirlerine şiir adamalar , şair arkadaşını
––
IV
üstelik de adıyla konu etmeler alışılagelen şeylerden-
E) (?) (.) (,) (,) (.)
dir. Bir şairin öteki şairler tarafından ne kadar sevildiESEN YAYINLARI
ÇÖZÜM:
ğini anlamak için ona adanan şiir sayısına da , dolay––
V
lı dolaysız göndermelere de bakılabilir.
Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır?
A) I.
ÇÖZÜM:
94
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
Öğretici Metinler
ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
4
Noktalama İşaretleri
UYGULAMA
Noktalama işaretleriyle ilgili olarak üniversite sınavlarında sorulan sorulardan alınan aşağıdaki parçalarda yay ayraçlarla belirtilen yerlere, uygun noktalama işaretlerini koyunuz.
2.
3.
4.
Ödüller konusunda şöyle yanlış bir kanı vardır ( )
Kazanan yapıtın, o yarışmaya katılan tüm yapıtların en iyisi olduğu düşünülür ( ) Oysa seçici kurullar, birikim ve beğenileri birbirinden farklı kişilerden oluşur ( ) Bu nedenle ödül ya da
ödüller, bir uzlaşma sonucu verilir ( ) Yüzlerce
yapıtın katıldığı yarışmalarda bundan doğal bir
şey olamaz ( )
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Trenin pencerelerinde gülümseyen kadınlar, el
sallayan çocuklar ( ) Keskin bir tren düdüğü ( )
Trenin birdenbire salıverdiği yoğun bir buhar ( )
Her şey bir su katmanının altında yok oluverdi
yeniden ( ) Sonra, genzi yakan o bildik kömür
kokusu ( )
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Kardelenler açmış karı görmeden ( ) Birini koparıp yakama takmak istedim, içim elvermedi ( )
Kara topraklar üstünde ak kardelenler ( ) Oysa
onlar ak karın üstünde yükselmeliydi ( ) Toprakta kar değil, kar suyu bile yok ( )
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Kanlıca deyince akla ilk gelen, yoğurt oluyor ( )
Daha eskiler, kahvesini de biliyor. Şöyle değirmende öğütülen ( ) büyük, kulpsuz fincanlarda
sunulan kahve ( ) Sonra, kıyı boyunca uzanan
yalılar, ille de adıyla anılan koyu ve canım korular ( )
5.
6.
ESEN YAYINLARI
1.
7.
8.
Artık var olmayan şeyleri büyük bir özlemle kim
bilir kaç kez anmışızdır ( ) Kimi zaman ( ) yalnızca geçmişte kalan şeylerin değerini anlayabiliyormuşuz gibi geliyor bana ( ) Kültürümüzün
ayrılmaz öğeleri gün geçtikçe yok olmaya yüz
tutuyor ( ) tarihsel yapılar ( ) müziğimiz ( ) bize
özgü yemekler ( )
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Assos’u Assos yapan o muhteşem gün batımı
( ) En güzel ( ) iskeleden ya da Athena Tapınağı’ndan görülebilen bu değişim ( ) izleyenleri
derin düşüncelere yöneltiyor ( ) Antik çağın en
büyük düşünürlerinden Aristoteles ( ) ilk felsefe
okulunu boşuna burada kurmamış demek ki!
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Sanatçının yapıtlarına evrensel bir nitelik kazandıran çok sayıda özellik var ( ) Masalsı anlatım ( ) kimi zaman hayal mi gerçek mi olduğunu ayırt edemediğimiz betimlemeler ( ) şiirsel söylemler ( ) çarpıcı benzetmeler ( )
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Sabahın köründe denize açılıp tuttuğu balıklarla döner eşim ( ) Hem evimizi çekip çevirir hem
de 8-9 saat çalışır dokuma tezgâhının başında
( ) Asma kattaki atölyemde resim yaparım ben
de ( ) Sıkılmak mı ( ) Ona hiç vaktimiz yok ( )
Yirmi yılda yurt içinde ve dışında 25-30 ortak
sergi ( ) 8 kitap ( ) Bir de yutarcasına okumak ( )
95
Öğretici Metinler
DOĞRU – YANLIŞ
1.
Kişi adlarından sonra gelen saygı sözlerine getirilen ekleri ayırmak için kesme
işareti kullanılır.
DOĞRU
6.
YANLIŞ
2.
Saat ve dakika gösteren sayıları birbirinden ayırmak için nokta konur.
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
7.
DOĞRU
YANLIŞ
8.
ESEN YAYINLARI
3.
DOĞRU
YANLIŞ
4.
9.
DOĞRU
YANLIŞ
5.
10.
DOĞRU
YANLIŞ
97
Öğretici Metinler
BOŞLUK DOLDURMA
1.
Herhangi bir nedenle söylenmek istenmeyen kelimelerin yerine .........................
kullanılır.
6.
3.
7.
ESEN YAYINLARI
2.
Tiyatro eserlerinde, konuşanın hareketlerini, durumunu açıklamak için ..................
işareti kullanılır.
8.
4.
9.
5.
10.
99
Öğretici Metinler
TEST – 1
1.
Tarih ( ) “toplumun belleği” diye tanımlanıyor ( )
Bu tanıma göre toplumla özdeşleşmek ( ) tarihle
özdeşleşmekten başka ne anlama gelebilir ( )
4.
liz edebilmek için : Doğu’dan Batı’ya , moder––
––
I
II
nizmden postmodernizme , siyasetten gündelik
––
III
hayata kadar birçok konuda bilgi sahibi olmak ,
––
IV
düşünce üretmek gerekiyor .
––
V
Yukarıda parantezlerle belirtilen yerlere
aşağıdaki noktalama işaretlerinden hangileri
sırayla konmalıdır?
A) (,) (.) (,) (!)
B) (:) (!) (,) (?)
C) (;) (.) (;) (!)
D) (:) (!) (,) (...)
Günümüz dünyasının kültürel dinamiklerini ana-
E) (,) (.) (,) (?)
Bu cümledeki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır?
A) I.
C) III.
D) IV.
E) V.
Kozak Yaylası’ndaki on altı köyden biri olan
Yukarıbey ; çam ormanın içinde bulunuyor .
––
––
I
II
Burası, 1930 yılında çıkan Belediye Yasası’na
kadar bir belediyeydi . Şimdi bu sıfata sahip
––
III
değil . Ama en kalabalık köy olarak yaylanın
––
IV
merkezi olma konumunu hâlâ sürdürüyor .
––
V
5.
ESEN YAYINLARI
2.
B) II.
Yolculuk Akdeniz’e doğru (I) Ağustosun en sıcak
günleri (II) Yolcularda memnuniyetsizlik (III) Kimse soluk alamıyor (IV) Şoförün boynunda büyük
bir mendil (V)
Bu parçadaki numaralanmış yerlerden hangisine ötekilerden farklı bir noktalama işareti
getirilmelidir?
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır?
A) I.
3.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
Düzeltme işaretinin iki görevi vardır ( ) Uzatma
( ) inceltme ( )
Yukarıda ayraçlarla ( ) belirtilen yerlere aşağıdaki noktalama işaretlerinden hangileri sırayla konmalıdır?
A) (:) (,) (!)
B) (.) (,) (...)
D) (:) (,) (.)
100
C) (:) (;) (.)
E) (.) (;) (...)
6.
Yüz elli yıldan uzun bir zamandır kendimize şunu
sorup duruyoruz : “Batı’ya mı yönelelim ? ken––
––
I
II
dimize mi dönelim ? ” Tanzimat’ın ortaya attığı bu
––
III
sorun , bugün bile güncelliğinden hiçbir şey kay––
IV
betmeden tartışılıyor .
––
V
Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır?
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
Öğretici Metinler
7.
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde kesme işareti (’) yanlış kullanılmıştır?
10. Avustralya’da Yeni Güney Galler’le , Güney
––
I
Avustralya eyaletlerinin kesiştiği bölgede uzanan
A) TBMM’nin saygınlığını korumak, her milletvekilinin öncelikli görevidir.
Strzelecki , dünyanın en susuz çölüdür . Sonsuz
––
––
II
III
bir düzlük , boğucu toz ve alev saçan bir gü––
IV
neş ...
––
V
B) Ben 2005’ten beri bu mağazada satış elemanı olarak çalışıyorum.
C) Merakla beklediğimiz dizi her hafta 21.45’te
başlıyor.
D) Onlar bu mavi apartmanın 4’üncü katında
oturuyorlar.
Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi gereksiz kullanılmıştır?
E) 2011 yılında yapılan seçimlerde yaklaşık
50’milyon seçmen oy kullanmıştı.
A) I.
Bu soruya coğrafya öğretmenimiz şu karşılığı
verdi ( ) “Karacagöl ( ) Dalaman Ovası’ndaki göllerin en büyüğüdür ( ) Bir “koy”un alüvyonla dolması ve denizle bağlantısının kesilmesi sonucu
oluşan bu gölü göreniniz var mı ( )”
Yukarıda parantezlerle belirtilen yerlere sırasıyla, aşağıdakilerin hangisinde verilen noktalama işaretleri getirilmelidir?
A) (;) (,) (.) (!)
B) (:) (,) (.) (?)
C) (;) (:) (!) (?)
D) (:) (:) (!) (!)
ESEN YAYINLARI
8.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
11. Reklam tahtasının yanı başına dört köşe bir masa konmuştu (I) Masanın başında, elinde bir
tomar bilet tutan bir adam vardı (II) Masa örtüsünün üstünde beş altı bilet (III) Biletlerin biraz
gerisinde de plastikten yapılmış küçük bir para
kutusu duruyordu (IV) Katlanarak konmuş kağıt
paralarla bozukluklar görünüyordu içinden (V)
Bu parçadaki numaralanmış yerlerden hangisine üç nokta (...) konmalıdır?
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
E) (;) (;) (.) (!)
12. Nelerdir o eleştirmenin bıraktıkları? Gözden uzak
9.
İstanbul Boğazı’nı geçerken bir dizi ada görünür . Ege sahillerini aratmayan dokusu , plajla––
––
I
II
rı, balık lokantaları , bol oksijeniyle gerçekten
––
III
güzel bir İstanbul parçasıdır bu adalar ; Kınalı,
––
IV
Burgaz , Heybeliada ve Büyükada bu adalar için––
V
de kent yaşamının oluştuğu, yerleşimin geliştiği
niteliğini söyleyelim . Yöntem . Dış görünüşü
––
––
III
IV
bakımından biraz dağınık görünen bu yazarın
yapıtlarının özünü “yöntem” sözcüğüyle belirlemek tuhaf görünse de gerçek budur .
––
V
yerlerdir.
Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır?
A) I.
tutamayacağımız , etkisini yitirmeyecek hangi
––
I
doğruları bırakmıştır o eleştirmen ? Buradan
––
II
başlıcalarını sıralamadan önce tümünü kapsayan
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır?
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
101
Öğretici Metinler
2.
GÜNLÜK (GÜNCE)
tulmasıdır. Günlüğün, günü gününe tutulan notlardan oluşması, yazarın, olayları sıcağı sıcağına yaşarken neler düşündüğünün; insanlar, mekânlar, nesneler, olaylar vb. hakkında ne tür düşüncelere sahip olduğunun okuyucular tarafından öğrenilmesine olanak sağlar. Yaşanan ya da tanık olunan olayların hemen değil de üzerlerinden çok uzun bir süre geçtikten sonra yazılmaya başlanması, oluşturulacak metnin samimiyetine ve inandırıcılığına gölge düşürebilir. Çünkü bu süre zarfında yazarın o olayla ilgili duygu ve düşünceleri değişebilecek, bu da o olayın metne ya farklı şekilde aktarılmasına ya da hiç aktarılmamasına neden olabilecektir.
Günlükler, samimi ve inandırıcı metinlerdir. Bunun en önemli nedeni, günlüğün kişisel
ve özel bir metin türü olmasıdır. Günlük tutan kişi,
“İleriki zamanlarda bunları yayımlayayım, okuyucular da benim özel yaşamımı, kimselere söyleyemediğim duygu ve düşüncelerimi zamanı gelince öğrensinler.” düşüncesini taşımaz çoğunlukla. Bu nedenle de bir bakıma “Nasıl olsa yazdıklarımın tek okuyucusu ben olacağım, başka okuyucuları düşünmeme,
hesaba katmama gerek yok.” diyerek başkalarına
söyleyemediği birçok şeyi günlüklerine aktarır. Gerçi, günlüklerini ileriki zamanlarda yayımlamayı planlayan, baştan bunu düşünerek günlük tutan, günü gelince bu günlükleri yayımlayan yazarlar da yok değildir. Bu tutum, bir riski de beraberinde getirmektedir:
Bazı okuyucular, bu tür bir günlükte anlatılanlara karşı hep kuşkuyla, hep “Acaba?”larla yaklaşacaklardır:
“Acaba yazar, anlattıklarında ne kadar samimi? Yazar, günlüğünü yayımlamayacağını düşünerek hareket etseydi acaba yine aynı şeyleri mi yazardı? Yazar, günlüğünde adı geçen kişiler hakkında samimi
düşüncelerini mi dile getirmiş yoksa onlara iyi görünmek ya da onları karalamak için mi bunları yazmış?
Söz gelimi yazar, bir kişiyle ilgili olarak hep olumsuz
ifadeler kullanmış. Belki de yazar, önceleri onunla ilgili olarak çok iyi şeyler düşünüyordu da sonra bir
olay oldu, o kişiyle ters düştü, bu nedenle de yayımladığı günlükte o kişiyle ilgili olarak hep olumsuz ifadeler kullanmayı tercih etti. Kim bilir? Belki o günlüğün yayımlanmayan ya da silinen, yırtılan sayfalarının birinde o kişiyle ilgili çok olumlu ifadeler de vardı.”
Günlüğün samimi ve inandırıcı bir hava taşımasının başka bir nedeni de günü gününe tu-
ESEN YAYINLARI
Bazı kişiler, yaşadıkları ve tanık oldukları olayları; kişiler, olaylar, durumlar, mekânlar vb. ile ilgili
duygu ve düşüncelerini bir deftere günü gününe not
ederler. Bu tür defterlere ve bu defterlerdeki metinlere “günlük” denir. Günlükler, üzerinde yazıldığı günün tarihini taşıyan, konuşma diline yakın bir anlatımla kaleme alınan, yazarının yaşam serüveninden, kişiliğinden, duygu ve düşünce dünyasından kesitler sunan metinlerdir.
“Bazı kişiler yaşadıkları olayları; kişiler, olaylar,
durumlar, mekânlar vb. ile ilgili duygu ve düşüncelerini günlüklerine günü gününe not ederler.” yargısından hareketle şöyle bir çıkarım yapılmamalıdır: “Bütün günlüklerde her gün için açılan bir bölüm vardır
ve her yazar o günle ilgili olarak bu deftere mutlaka bir şeyler yazmak durumundadır.” Tanım cümlesindeki “günlüklerine günü gününe not ederler.” ifadesinde geçen “günü gününe” sözüyle kastedilen,
“her gün” değil; günündedir. Bir günlüğe her gün yeni bir şey yazmak zorunluluğu yoktur. Ama zorunlu olan başka bir şey vardır. O da günlüğü tutan kişi
için önemli sayılabilecek her olayın, bu olayların üzerinden çok uzun bir süre geçmeden, söz gelimi o gün
içinde ya da ertesi gün yani gününde, sıcağı sıcağına günlüğe kaydedilmesidir.
Günlüklerde “gözlem”in önemli bir yeri vardır. Bu noktada “gözlem”i; kişi, nesne, mekân vb.nin
fiziksel özelliklerinin gözlemlenmesiyle sınırlandırmamak gerekir. Fiziksel özelliklerin gözlemlenmesi kadar kişilerin ruh hâllerinin, mizaçlarının, yaşanan ve
tanık olunan olayların kişiler üzerinde bıraktığı etki
ve izlenimlerin gözlemlenmesi de son derece önemlidir günlük yazarı için. Bir yazar gözlemlerinde ne kadar başarılıysa o yazarın yazdığı günlük metinleri de
o ölçüde doyurucu ve zengin olur.
Bazı günlüklerde, anlatılanların merkezinde o
günlüğü tutan kişinin iç dünyası vardır. İçe dönük
günlükler diye adlandırılan bu tür metinlerde, yazar,
113
Öğretici Metinler
Günlük türünün en belirgin anlatım özelliklerinden biri, bu tür metinlerde “Ben bugün şunu yaptım,
şunlarla görüştüm, yarın şu işimi halledeceğim.” gibi klasik cümlelere sıkça yer verilmesidir. Hatta denilebilir ki günlüklerin çok önemli bir bölümü -ki bu tür
günlükler genellikle özel günlük ya da klasik günlük
başlığı altında sınıflandırılır- baştan sona bu tür cümlelerden oluşur. Bazı günlüklerde ise bu tür cümlelerin yanında ancak bir düşünce yazısında rastlanabilecek cümleler de yer alır. Bazılarında ise özel günlüklerde sıkça kullanılan klasik ifadeler hiç yer almaz.
Bir düşünce yazısında bulunması gereken bütün niteliklere sahip olan bu tür günlüklerin bir bölümü felsefe metinlerinden bir bölümü de gazetelerde yayımlanan fıkra, sohbet, eleştiri, makale ve denemelerden
içerik ve işlev bakımından hiçbir fark taşımaz. İçeriğine göre, edebiyat günlüğü, edebiyatçı günlüğü,
okuma günlüğü, eleştiri günlüğü gibi isimler alabilen bu tür günlükleri, felsefe metinlerinden ve gazete
Andre Gide
114
çevresinde gelişen öğretici metinlerden ayıran
en önemli fark, yazıldıkları an yayımlanmayıp bir günlüğün sayfaları arasında yer almalarıdır.
ESEN YAYINLARI
yaşadığı ya da tanık olduğu olayları bire bir anlatmak
yerine, daha çok bu olayların kendisi üzerinde bıraktığı etki ve izlenimleri anlatmak yoluna gider. Günlüğünü içe dönük bir bakış açısıyla oluşturan bir yazar için asıl önemli olan, yaşanan ya da tanık olunan
olayların kendisi değil, bu olayların yazarın duygu ve
düşünce dünyasında yarattığı değişimler, travmalar,
mutluluklar, hayal kırıklıkları vb.dir. Dışa dönük günlüklerde ise günlüğü tutanın bakışı, kendisinden çok
çevresine, çevresindeki olay, kişi ve durumlara yönelmiştir. Bu tür günlüklerin yaratıcıları, kendi iç dünyalarından çok, çevrelerini, yaşadıkları zaman diliminde gerçekleşen önemli olayları ve bu olaylarda başat
rol oynayan kişilerle ilgili değerlendirmelerini aktarırlar günlüklerine.
Bazı kişiler, uzun
bir seyahate çıktıkları
zaman, bir de günlük
tutmaya başlarlar. Bu
tür günlüklere seyahat
Jean Paul Sartre
günlüğü denir. Seyahat günlükleri, bir anlamda günlük biçiminde oluşturulmuş gezi yazılarıdır.
Kimi romanlar günlük biçiminde yazılmış metinlerin bir araya getirilmesiyle kurgulanmıştır. Bu tür
eserlerin en önemlisi Jean Paul Sartre’ın ünlü romanı Bulantı’dır.
Yaşanan ve tanık olunan olayların kritiğini yapma, bunlar üzerine kafa yorma, “Ben gün
içinde böyle davranarak doğru mu yanlış mı yaptım?” endişesini taşıma, insan gerçeğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bazıları bu insani gerçeği günlük
tutarak, bazıları da uyumak için başlarını yastığa koyduklarında o günle ilgili içsel değerlendirmelerde bulunarak somutlaştırır. Bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde günlük tutanla tutmayan arasındaki tek farkın
şu olduğu görülecektir: Günlük tutan, yaşadıklarını ve
tanık olduklarını yazıya aktarır, böylece günü geldiğinde onları okuyarak kendisiyle, vicdanıyla ve tarihle yüzleşir. Günlük tutmayan ise gün sonunda birkaç
dakika düşünmek ve bir içsel değerlendirme yapmakla yetinir, daha fazlasını yapmaktan kaçınır.
Bazı edebiyatçılar, yeni bir kitap yazmaya
başlayacakları zaman bir taraftan da günlük tutmaya başlar; bu günlüğe, söz konusu kitabı yazarken ne tür güçlüklerle karşılaştıklarını, bu süreçte neler yaşadıklarını, nelere tanık olduklarını günü gününe not ederler. Çoğunlukla edebiyat günlüğü ismiyle anılan bu tür günlüklerde,
bir kitabın, yeni bir kitap oluşturma fikrinden tamamlanmış bir metne nasıl dönüştüğünün öyküsü anlatılır. Andre Gide’in Kalpazanlar’ı, Thomas Mann’ın Doktor Faustus’u yazarken tuttukları günlükler, bu türdendir.
Thomas Mann
Öğretici Metinler
Günlük, günlüğü tutan kişinin yaşam serüveniyle ya da günlüğün oluşturulduğu zaman diliminin çeşitli özellikleriyle ilgili araştırmalar yapan
kişiler açısından büyük önem taşır. Hele bu günlük; siyasi, askerî, edebî vb. açılardan önemli sayılabilecek bir kişinin elinden çıkmışsa ve “Bir gün bunları yayımlarım.” düşüncesiyle oluşturulmamışsa daha da büyük bir önem taşır. Çünkü böyle bir günlükte
günlüğü tutan kişinin belki de kimselere söylemediği
birçok bilgi, düşünce ve izlenim saklıdır.
Batı toplumlarında günlük tutma alışkanlığının
yerleşmesinde yazarların, sanatçıların ve düşünce
adamlarının çok önemli katkıları olmuştur. Goethe,
Hugo, Stendhal, Baudelaire, Tolstoy, Dostoyevski, Puşkin, Kafka gibi yazar, şair ve düşünürler; Batı
toplumlarında günlük türünün kökleşmesini sağlayan
önemli isimler arasında sayılabilir.
Türk edebiyatında Batı toplumlarındakilerine
benzer özel günlüklerin tutulmaya başlanmasının çok
uzun bir geçmişi yoktur. Dönemlerinin önemli olaylarını kaydeden resmi tarihçiler olan vakanüvislerin
oluşturduğu metinlerle, Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”si, Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in “Paris Sefâretnamesi” gibi kimi metinlerde bazı olaylar günü gününe tutulan notlar şeklinde anlatılmışsa da bu eserler işlev, içerik ve oluşturulma biçimleri bakımından
tam bir günlük biçiminde düzenlenmediğinden bugün anladığımız şekliyle birer “günlük” olarak değerlendirilemez.
Yaşanan, tanık olunan olayların ve bu olaylarla
ilgili izlenimlerin anlatılması üzerine kurulmuş bir günlükte en çok öyküleyici anlatımdan yararlanılır. Bu
tür günlüklerde yer yer açıklayıcı anlatımdan, betimleyici anlatımdan ve söyleşmeye bağlı anlatımdan da yararlanılabilir. Ama günlük, yaşanan ve tanık
olunan olayların anlatıldığı klasik bir metin olmaktan
uzaklaşıp bir düşünce yazısında bulunması gereken
niteliklere sahip bir metne dönüşmüşse bu durumda
o günlükte açıklayıcı, kanıtlayıcı ve tartışmacı anlatım türleri de az çok kullanılmış olur. Günlüklerde
dil genellikle göndergesel ve heyecana bağlı işlevlerde kullanılır.
Yayımlanma amacı güdülmeden oluşturulan
günlüklerde genellikle yalın ve samimi bir anlatım
göze çarpar. Bu tür metinlerde, sadece o metni yazanın anlayacağı kısaltmalara, sembollere ve çizimlere yer verildiği de olur.
GÜNLÜ⁄ÜN TAR‹HSEL GEL‹fi‹M‹
Günümüze tek parça halinde gelebilmiş bilinen
en eski günlükler, Japonlar tarafından oluşturulmuştur. Çoğunlukla kadınlar tarafından oluşturulan bu
günlüklerin en ünlüsü, Sarashina’ya (1009-1059) aittir. Küçük bir kız çocuğuyken günlük tutmaya başlayan Sarashina, bu tutumunu, kocasının ölümüne dek
sürdürmüştür.
ESEN YAYINLARI
Günlükler, anı ve otobiyografi yazarları açısından çok önemli ve değerli metinlerdir. Yaşadıkları ve tanık oldukları olayları günlüklerine günü gününe not eden kişiler, ileriki zamanlarda anılarını ya da otobiyografilerini yazmak isterlerse, onlar için en güvenilir kaynak, hiç şüphesiz kendi günlükleri olacaktır.
Türkiye’de, günlük türünde yayımlanmış ilk kitap, bir seyahat günlüğüdür. Bu kitabın yazarı olan
Direktör Âli Bey, Düyun-u Umumiye müfettişi olarak
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleriyle Irak, Hindistan ve Mısır’ın çeşitli bölgelerinde 1884-1888 yılları arasında görev amaçlı seyahatler yaparken yaşadıkları, gördükleri ve izlenimleriyle ilgili bazı notlar
tutmuş; bu notları daha sonra düzenleyerek Seyahat
Jurnali ismiyle 1898’de yayımlamıştır. Yazar, kitabına isim verirken “jurnal” kelimesine Türkçe bir karşılık
bulma yoluna gitmemiş ve “günlük” kelimesinin Fransızcadaki karşılığından yola çıkarak jurnal kelimesini kullanmayı tercih etmiştir. Kitap, günü gününe tutulan notların, bu notlarda hiçbir değişiklik yapılmadan
aynen yayımlanmasıyla değil de daha sonra düzenlenerek yayımlanması nedeniyle günlükten çok anı
niteliği kazanmıştır. Eser, gezilip görülen yerlerle ilgili
gözlem ve izlenimler üzerine kurulduğundan gezi yazısı niteliği de taşımaktadır. Yazarın bu kitabı daha
sonra Dicle’de Kelek ile Bir Yolculuk ismiyle yeniden yayımlanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Trabzon, Erzincan, Erzurum, Kars, Ardahan, Batum vb. yerlere subay olarak inceleme gezisine çıkan Ahmet Refik Altunay’ın 1919’da Kafkas Yollarında adıyla yayımlanmış gezi notları da günü gününe tutulan notlardan
oluşması yönüyle bir seyahat günlüğü olarak nitelendirilebilir.
115
Öğretici Metinler
Sultan Reşat ve Vahdettin dönemlerinde saray-
Atatürk’ün Anafartalar Savaşı sırasında tuttu-
da başmabeyncilik yapan Dışişleri memurlarından
ğu günlüklerin bir bölümü, ölümünden sekiz yıl son-
Lütfi Simavi’nin o dönemlerde tuttuğu notlar da gün-
ra 1943’te yayımlanmıştır. Bunlar da oluşturulma tarihleri bakımından Cumhuriyet öncesi günlük metinle-
Yazarın bu notları, ölümünden çok sonra Osmanlı
ri arasında sayılabilir.
Sarayının Son Günleri ismiyle yayımlanmıştır.
Şair Nigâr Hanım’ın (Nigâr binti Osman) yaklaşık yirmi defter tutan günlükleri, edebiyat tarihimiz
açısından ayrı bir öneme sahiptir. Bir bölümü, Şair Nigâr Hanım’ın ölümünden yaklaşık kırk yıl sonra, 1959’da, Hayatımın Hikâyesi adıyla yayımlanan
bu metinler, ülkemizde Batılı anlamda yazılmış ilk
özel günlük metinleridir.
ESEN YAYINLARI
lük olarak değerlendirilebilecek metinler arasındadır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ömer Seyfettin, Ruşen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı Atay gibi yazarların
günlüklerinden alınmış bazı bölümler çeşitli gazete
ve kitaplarda yayımlanmışsa da bu dönemde tümüyle günlük metinlerinden oluşan kitaplar yayımlanmamıştır. Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında tümü
günlük türünde yazılmış metinlerden oluşan ilk kitaplar, Salah Birsel ve Nurullah Ataç tarafından yazılmıştır.
GÜNLÜKLERİ YAYIMLANMIŞ ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER
Adalet Ağaoğlu
Ahmet Oktay
Cahit Zarifoğlu
Cemal Süreya
Cemil Meriç
Enis Batur
Hasan Akarsu
Hilmi Yavuz
Hülya Soyşekerci
İlhan Berk
Küçük İskender
Melih Cevdet Anday
Memet Fuat
Mustafa Ruhi Şirin
Muzaffer Buyrukçu
Nuri Pakdil
Nurullah Ataç
Oğuz Atay
Orhan Burian
Orhan Kemal
Oktay Akbal
Damla Damla Günler
Gece Defteri
Yaşamak
Günler
Jurnal
Pasaport Damgaları
Kalan İzler
Geçmiş Yaz Defterleri
Yazarlara ve Yapıtlara Yönelik Okumalar
El Yazılarına Vuruyor Güneş
Cangüncem
Bir Defterden
Ölünceye Kadar
Hayat Gibi
Dünden Bugüne
Derviş Hüneri
Günce
Günlük
Günlük
Yazmak Doludizgin
Anılarda Görmek
Geçmişin Kuşları
Yeryüzü Korkusu
Salah Birsel Kuşları Örtünmek (Hacivat Günlüğü)
Yanlış Parmak
Nezleli Karga
Bay Sessizlik
Aynalar Günlüğü
Yaşlılık Günlüğü
Tomris Uyar Gündökümü-Bir Uyumsuzun Notları
116
İnternet’in yaygınlaşmasıyla birlikte kişiler, özellikle bloglar, kişisel siteler ve sosyal medya aracılığıyla gün içinde neler
yaptıklarını bir deftere yazar gibi bu sitelerdeki ilgili bölümlere
yazmakta, böylelikle de milyonlarca kişinin bu metinleri istedikleri zaman okumalarına olanak
sağlamaktadırlar.
Çoğunlukla
görsel ve işitsel verilerle zenginleştirilebilme olanağına da sahip olan bu sayfalar hakkında
başkalarının da yorum yazma
olanağının bulunması, bir çeşit
günlük sayılabilecek bu sayfaları birer interaktif metne dönüştürmektedir. Bu durum, İnternet
ortamında oluşturulan günlükleri, alışılagelmiş günlük metinlerinden ayıran önemli farklardan biridir.
Öğretici Metinler
ÖRNEK MET‹NLER
Örnek metinlerde geçen parantez içi ifadeler, günümüz Türkçesinin söz dağarcığı göz önünde bulundurularak tarafımızdan konulmuştur. Metinlerin asıllarında bu işaretler ve ifadeler yoktur.
Direktör Âli Bey’den
1302 Rûmî yılı (1886-7) mart ayının birinci cumartesi günü “Hille”ye doğru Bağdat’tan ayrıldım. Hille yolu Kerbela’ya gider iken geçtiğim Müseyyib yolu, Müseyyib’e varmaksızın “İskenderiye Hanı”ndan sol tarafa ayrılır.
Akşamı İskenderiyye Hanı’na vararak gece orada kaldım. Bu kez yattığım oda yarasa kuşlarıyla dolu idi. Sekiz on tanesi birden odanın içinde dolaşıp
yüzüme gözüme çarpmaya başladı. Bunları odadan
dışarıya kovalayıp girip çıktıkları deliklere gazete ve
bez parçaları tıkayıncaya kadar başıma gelmedik hâl
kalmadı. Yarasa belasına nihayet verdikten sonra
yattım ise de bu bölge mart başında mayıs gibi sıcak
olduğu için birtakım sürüngenler ve böcekler ayaklandığından binanın içinden kurbağa ve yılan sesleri geldi ve duvarlarda türlü böcekler gezinmeye başladı. Sonuçta Nuh Peygamber’in gemisine benzeyen
bu odada uyumak kabil (mümkün) olmadı. Ertesi gün
oradan hareket edip üç saat gittikten sonra yol üstünde çadır altında kahvaltı edip iki saat daha ilerde “Muhâvel Hanı”na gelerek biraz dinlendim. İskenderiyye
Hanı’ndan Muhâvel Hanı’na kadar beş, Muhâvel’den
Hille’ye kadar üç saatlik yol vardır.
Bir müdürlük (bucak) merkezi olan Muhâvel,
yoldan bir saat içerde sol tarafta kalır. Muhâvel Hanı’ndan Hille’ye giderken Babil yıkıntısı yolun sol tarafındadır. Hille’ye girmezden önce bu öreni görmek
için o tarafa döndümse de ekili toprakları sulayan
arklardan geçilemedi. Yine caddeye dönüp ikindiden
sonra Hille’ye vardım.
Hille, Fırat Nehri üstünde önemli bir mutasarrıflıktır. Hille kenti, nehrin iki kıyısına bölünmüş olduğundan ara yerde ahşap bir köprü vardır. Birkaç yıldan beri, Fırat’ın suyu üst tarafta, yani Müseyyib’in
biraz aşağısında “Hindiye” ve “Kûfa” taraflarına giden kanala dönerek yatağını değiştirdiği için Hille’nin
önünden geçen asıl yatağında pek az su kaldığından
pek çok hurmalık kurumaya yüz tutmuş ve halk göç
etmeye yönelince suyu eski yoluna çevirmek için hükûmet tarafından altmış bin lira harcanarak bir set yapımına girişilmiştir.
(Âli Bey, Seyahat Jurnali-Dicle’de Kelek ile Bir Yolculuk, hzl. Cahit Kayra)
Lütfi Simavi’den
20 Ağustos 1325 (12.9.1909)
... Bursa’ya muvasalatımızın (varışımızın) ertesi sabahı erkence nezd-i şahaneye (padişahın yanına) celp
buyruldum (çağrıldım). Birincisi Hüseyin Hilmi Paşa’ya ve diğer ikisi Arif Hikmet Paşa ve Abdurrahman Şeref
Efendi’ye verilmek üzere sikke-i cedide (yeni para) ile dolu üç adet atlas kese vererek bunları taraf-ı şahanelerinden zevât-ı muşârün-ileyhine (adı geçen zatlara) götürmekliğimi emrettiler. Sadrazama para verilmeyi aklımca muvafık bulmadığımdan müşarün-ileyhe yeni sikkeden küçük bir kolleksiyon ihsan buyrulursa daha münasip olacağını hâtıra kabilinden olarak arz ettiğimde şevket-maâb tebessüm ederek “Siz Avrupa’da çok kaldığınızdan bu gibi şeyleri çirkin görürsünüz. Memleketimizde para daima memnuniyetle kabul olunur.” buyurdular.
(Türk Dili Günlük Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınları)
117
Öğretici Metinler
Şair Nigâr Hanım’dan
Kânunuevvel (Aralık) 1905
Yazmak benim için büyük bir teselli idi, hem teselli, hem mükâfat. On beş seneyi geçen bir müddetten beri matbuat (basın) âleminde bulunduğum için
gerek yurt içi, gerekse yurt dışı gazetelerinin hakkımda neşrettikleri (yayımladıkları) makalelere lâkayıt (ilgisiz) kalmadım; bunlardan müteselli ve müftehir oldum (bunlarla avundum ve övündüm). Fakat
her şeyi yıkan zaman, yok edemediği duyguları ve
alışkanlıkları da hiç olmazsa yıpratıyor. Başlangıçta her gün, sonraları haftada yahut ayda bir defa can
attığım, dert döktüğüm şu deftere artık aylar geçiyor
da el sürmüyorum. Hayatta küskünlüğüm beni sanki
ölüm sessizliği içinde yaşar gibi bulunduruyor. Görünüşte kimseye dargın değilim fakat ruhumu derin bir
acılık kaplıyor.
8.11.1917
Üçte kendimi evden dışarı attım, dayanılmaz bir
kalabalık arasında Üsküdar’a eriştim. Şehzade Abdülmecit Efendi’ye hafta içinde takdim ettiğim arizaya (mektuba) karşılık, taraflarından iskelede bir ağa
bekliyordu. Arabayla Çamlıca’ya çıktık. Vasıta yokluğundan epey zamandan beri ziyaretlerinde bulunamamıştım. İltifatlarına mazhar oldum. Gerek yemek
esnasında, gerekse salonda gece yarısına kadar pek
hoş vakit geçti.
Ertesi gün dönmek niyetindeydim, bırakmadılar
ve onu takip eden iki gün de. Prensle Hanımefendi
“Bir akşam da benim için!” iltifatlarıyla pazar gününe
kadar alıkoydular. O güzel sanatlar muhitinde kendimi, acılarımı unuttum. Ah! Ne yazık ki rüya kadar çabuk geçti. Her gece, Prensin kıymetli tabloları ara-
19.10.1916
Şu yalnızlığımda, afiyetsizliğimden ileri gelen
mahrumiyetler beni şikâyete mecbur ettikçe çocuklarımın sıhhat ve saadetine dua ile teselli bulurum. Silahı yalnız uzaktan gören, kalemden başka bir şey
tutmayan gençler birdenbire nasıl asker olurlar Yarabbi? Bir mucize yarat da bu harp artık bitsin, insanlık işkenceden, anneler de kâbustan kurtulsun. Bana, çocuklarımın acısını gösterme; bütün çektiklerimin mükâfatı bu olsun Yarabbi!
sında, piyano, çifte keman, çifte alto, iki viyolonselden ibaret musiki heyetini dinleyerek -ki sanatkârları, Prens ile refikası ve nöbetle altı kalfadan müteşekkildir- ruhanî bir coşkunluk içinde vakit geçirdim. Bazen ben de çaldım, okudum. Hanımefendinin hemşiresiyle Talha Ağa da güzel sesleriyle ahenge katıldılar. Dört gün ve dört gece bu suretle geçti. Perhiz yemekleri de nefisti.
8.12.1917
31.10.1917
İleride, bu satırlar bir kimsenin gözüne değerse,
defterin güzelliğine şaşılmasın! Onu, bugün Mahmutpaşa’dan satın aldım, ama az kaldı canım pahasına.
Aman Yarabbi! İstanbul’umuza böyle ne oldu? Kalabalıktan tramvaylara girmek kabil değil ki! Toptan gülle çıkar gibi zorla bir vagona attım kendimi. Bu, tramvaya girmek değil, ezilmek, üst baş parçalamak. Ne
oldu halkımıza Yarabbi? Bu her yeri dolduran kifayetsiz, kaba, kötü dilli insan kalabalığı nereden geldi? Evde yalnızlığıma, sokakta bu kalabalığa dayanamıyorum, ağlayacak hâle geliyorum. İşte böyle, avunmak için, avare bir kuş gibi çırpınıyorum. Şu defterle
de dertleşmesem çıldıracağım.
Dışarıdan almak mümkün olmadığı için Harbiye
Nezareti’nden mektupla istemiş bulunduğum on okka
pirinci bugün getirdiler. Enver Paşa’ya mektubumda
“Memleketimize elli yıl hizmet etmiş, iki defa gazi olmuş bir askerin kızıyım. Açlıktan kıvranmama razı olmazsanız başlıca gıdamı teşkil eden pirinçle sair erzakın, hazineye mal olduğu fiyatla verilmesinin emrini” rica etmiştim. Pirinçle diğer erzak bedeli olarak da
ayrıca elli lira gönderilmiş. Paşanın ricamı kabul etmesinden mütehassis oldum (duygulandım), babamın ruhunu da tekrar takdis ettim (kutsadım). Teessürüm müsait olsaydı sevincimden pirinci öpecektim.
(Türk Dili Günlük Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınları)
118
Öğretici Metinler
Atatürk’ten
28 Temmuz 1331 (10 Ağustos 1915)
Conkbayırı taarruzu
Bütün geceyi pek rahatsız ve uykusuz geçirdim. Bir taraftan Anafartalar mıntıkasından gelen raporlar ve
bahusus (özellikle) yanlış fakat mühim haberler beni bizzat iştigal ettiği (uğraştırdığı) gibi bir taraftan da evvelki günlerin nekbetli (felâketli) neticelerinde kıtasını, âmirini kaybetmiş ve hâlâ bulamamış birtakım kumandanların doğrudan doğruya bana müracaatı bir dakika bile istirahate imkân bırakmadı. Karargâhımdan
bana mülâki olabilen (benimle buluşabilen, bana gelebilen) bazı zabitleri (subayları) Sekizinci Fırka’nın
iştigal (uğraşma) ve tertibatını anlamak üzere gönderdim. Bu zabitlerden bilhassa Erkân-ı Harbiye Yüzbaşısı Hidayet Efendi, hücum istihzârâtını (hazırlıklarını) tetkik için fedakârane ifa-yı hizmet etti (çalıştı).
41’inci Alay, hücum anına kadar gelmedi. Yanlış yere gitmiş. Badehu (sonradan) gelebildi. Sekizinci Fırka tertibatını almıştı: 23’üncü Alay, iki taburu birinci hatta saff-ı harb nizamında, bir taburu da bu hattın gerisinde olmak üzere Conkbayırı’na taarruza hazırlanmıştı. 28’inci Alay da aynı hizada Şahinsırt’a hücum tertibatını ikmal etmişti. Fecir olmak üzere idi.
Çadırımın önüne çıktım. Hücum edecek askeri
görüyordum. Oradan hücumun icrasına intizar edecektim (gerçekleştirilmesini gözlemleyecektim).
Şayan-ı endişe (endişe edilecek) bir an
Gecenin perde-i zalâmı (karanlık perdesi) tamamen kalkmıştı. Artık hücum anı idi. Saatime baktım.
Dört buçuğa geliyordu: Birkaç dakika sonra, ortalık tamamen ağaracak ve düşman, askerlerimizi görebilecekti.
Düşmanın piyade, mitralyöz (hafif makineli tüfek)
ateşi başlarsa ve kara ve deniz toplarının mermileri bu
sıkı nizamda duran askerimiz üzerinde bir defa patlarsa hücumun adem-i imkânına (imkânsızlığına) şüphe etmiyordum. Hemen ileri koştum. Fırka kumandanına tesadüf ettim. O da ve her ikimizin refakatimizde (yanımızda) bulunanlar beraber olduğu halde hücum safının önüne geçtik. Gayet seri (hızlı) ve kısa bir teftiş yaptım.
Önünden geçerek yüksek sesle askerlere selâm verdim ve dedim ki: “Askerler! Karşınızdaki düşmanı mağlûp
edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvelâ ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız!” Kumandan ve zabitlere de işaretime askerlerin nazar-ı dikkatini celbetmelerini (askerlerin ilgilerini işaretim üzerinde yoğunlaştırmalarını) emrettim. Ondan sonra hücum safının önünde
bir yere kadar gidildi ve oradan kırbacımı havaya kaldırarak hücum işaretini verdim.
119
Öğretici Metinler
Bütün askerler, zabitler, artık her şeyi unutmuşlar, nazarlarını (bakışlarını), kalplerini; verilecek işarete merkûz bulunduruyorlardı (sabitlemişlerdi). Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış olan askerlerimiz ve onların önünde tabancaları, kılıçları ellerinde zabitlerimiz, kırbacımın aşağı inmesiyle âhenîn (demirden) bir kitle halinde şîrâne bir savletle (aslanca bir saldırışla) ileri atıldılar. Bir saniye sonra düşman siperleri içinde asumanî (göksel) bir gulguleden (gürültüden) başka bir şey işitilmiyordu: Allah Allah Allah!
Düşman silâh istimaline (kullanmaya) vakit bulamadı. Boğaz boğaza kahramanca mücadele neticesinde ilk hatta bulunan düşman,
kâmilen imha edildi (tam olarak yok
edildi).
Dört saat mücadeleden sonra 23’üncü ve 24’üncü Alaylarımız
Conkbayırı’nı kâmilen düşmandan
tathir (temizledikten) ve 28’inci Alay
dahi Şahinsırt’ın en yüksek sırtını
istirdat eyledikten (ele geçirdikten)
sonra Sarıtarla, Ağıl üzerine garba (batıya) saldırdılar. Önüne tesadüf eden düşman kıtaatını (birliklerini) mağlûp ve münhezim ediyordu (yeniyor ve bozguna uğratıyordu). 28’inci Alayın bir kısmı Şahinsırt’ın boyun noktasında yerleştirilmiş olan düşman mitralyözlerinin
müessir (etkili) ateşinden, daha ileri
gidememişti.
Conkbayırı Tepesi askerlerimizin eline geçtikten sonra düşman karadan ve denizden tevcih ettiği (yönelttiği) seri ve kesif (yoğun) topçu ateşiyle Conkbayırı’nı cehenneme çevirmişti. Semadan şarapnel,
demir parçaları yağmuru yağıyordu. Büyük çaplı deniz toplarının tam
isabetli daneleri (kurşunları, gülleleri) yerin içine girdikten sonra, patlıyor; yanımızda, kenarımızda büyük lağımlar açıyordu. Bütün Conkbayırı kesif dumanlar ve ateşler içinde kaldı. Herkes mütevekkilâne (kadere boyun eğercesine) akıbete muntazır duruyordu (sonucu bekliyordu). Etrafımız şüheda ve mecruhin (şehitler ve yaralılar) ile doldu.
Muharebe meydanında cereyan eden hâli temaşa ederken bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına
çarptı. Cebimde bulunan saati parça parça etti. Vücuduma nüfuz edemedi (işleyemedi). Yalnız derince bir kan
lekesi bıraktı.
(Türk Dili Günlük Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınları)
120
Öğretici Metinler
Salah Birsel’den
Salah Birsel, yayımlanmış birçok günlüğüyle Türk edebiyatında bu türün gerçek anlamda öncüsü olmuştur. Yazarın diğer kitaplarında görülen akıcı ve içten anlatım, günlüklerine de yansımış; yazar, bu metinleri,
bazen gerçek yaşam sahnelerinin aktarıldığı bir fotoğrafa karesine, bazen kendi şahsında insan gerçeğine tutulan bir aynaya, bazen de dönemin edebiyat, sanat ve kültür atmosferini yansıtan bir tabloya dönüştürmüştür.
9 Mart 1973
Sakalımı tıraş etmek
için aynanın karşısına geçtim. Radyoda yine bir türkü: “Kekliği düz ovada...”
Birden her şeyi unutarak
ellerimi, gözlerimi, kaşlarımı oynatmaya başladım.
Giderek kendimi bir sahne üstünde sanarak ellerim, gözlerim, kaşlarımla
türlü şaklabanlıklar, mimik
oyunları yapmaya geçtim. Kendime ancak türkü bitince geldim. Ne güzel, insanın musikiye kendini kaptırıp
zıplayıp hoplaması! Bir an bütün üzüntülerinizden sıyrılıyorsunuz. Elde ettiğiniz neşe, o neşe anından sonraya da uzanıyor. Somurtkanlık! Bizim her vakit sağduyulu olmayışımızın bir nedeni de neşeye yaşamımızda
yer ayırmamış olmamızdır. Neşesiz adam eksik adamdır. Bir alıktır.
Kapının zili... Dışardan bir ses: “Süt!” Her gün bir
ya da birkaç kez çalar kapıyı bu sütçü. Ben de her kez
kapıyı açar, yüzümü tatlılaştırır ve “Biz süt almıyoruz.”
derim. Tam bir sahtecilikle. Bu kez kapıyı açıp sütçüye:
“Sen ne biçim adamsın, sana kaç kez süt almadığımızı
söyledim. Böyle herkesi tedirgin etmeye ne hakkın var?”
diye bağırmak geçti aklımdan. Kapıya koşup açtım, sütçüye yine: “Biz süt almıyoruz.” dedim. Adam, suratını
buruşturarak uzaklaştı. Kapıyı örttükten sonra kendimi
yokladım. Neşe diye bir şey kalmamıştı.
hırka... Bütün bu görünüm, benim için iki kahverengi, bir
tirşe arasında siyah bir leke...
29 Kasım 1973
Ben günlüğümde kimden söz etsem, onun değeri, gözümde daha bir artıyor. Sevgim genişliyor, büyüyor. Bu, sanırım biraz da özel günlüklerin bir özelliği. İnsanlarla ilişki kurmadan, onlara sevgi çelenkleri fırlatmadan yazılan günlük, sadece edebiyat günlüğüdür. Özel
günlük yazmak istediniz mi ya insanlarla aranızda sevgi köprüleri kuracak ya da kendinizi gözlem altında tutacaksınız.
İstanbul, 21 Haziran 1974
Sahaflarda Emil Ludwig’in Juillet 1914 adlı kitabını bularak aldım. Böyle bir kitabı Paris’te bile bulamam.
Fransızlar tükenen bir kitabın yeni bir baskısını kolay
kolay yapmıyorlar. Gerçi romanlar bu eğilimin dışında
ama sanırım Ludwig gibi yazarları okumak isteyecek yeni okurlar vardır. Bu, bana şunu da düşündürttü: İnsanoğlu kültürünü istediği gibi değil, bulabildiği kitaplara
göre ayarlayabilir.
8 Ağustos 1974
Küllenmiş çağla rengi... Fakir Baykurt’un “Köygöçüren” romanında rastlıyorum yeşilin bu türüne. Sözlükler çokluk “yeşil” der, başka bir şey demez. Oysa değişik çeşitleri vardır yeşilin: Camgöbeği, pas yeşili, İngiliz yeşili, zümrüt yeşili, çinko yeşili, krom yeşili, Çin ye-
İstanbul, 19 Ekim 1973
şili, kobalt yeşili, yaş ağaç yeşili, bakır yeşili, tunç yeşi-
Kadıköy’de, Ankara’ya dönmek üzere otobüs bekliyorum. Daha doğrusu, otobüse yetiştirecek minibüsü...
Bir sürü insan geliyor gidiyor. Topunun da kendi dünyası var. Ama hepsi de benim figüranlarım. Hop, bir kadın
daha: Oksijenle sarartılmış saçlar... Siyah entari, siyah
çanta, delikli siyah ayakkabılar... Sol kolda pembe bir
li, toprak yeşili, Türk yeşili, limon küfü, nefti, zeytin yeşili, çimen yeşili, hacı yeşili, Veronez yeşili, elma yeşili, Nil
yeşili, kursak yeşili, Viktorya yeşili, lak yeşili, çayır yeşili
ve çağla yeşili. Bir sürü yeşil ki insana uykusuz gözlerle
düş gördürtür. Ama ressamlar bilir bunları. Bedri Rahmi,
bir kez, 99 türlü yeşil olduğundan açmıştı.
(Salah Birsel, Kuşları Örtünmek)
122
Öğretici Metinler
Cahit Zarifoğlu’ndan
Türk şiirinin özgün seslerinden biri olan Cahit Zarifoğlu, yaşadıklarını ve tanık olduklarını günlüğüne
kaydederken bir taraftan da yaşam, edebiyat, din vb. konulardaki bazı duygu ve düşüncelerini bu günlükler
aracılığıyla yazıya aktarmıştır.
Maraş, 6 Şubat 1973
sesini yapan sesi, acınma
Annem iyi. Birlikte oturabildiğimiz yıllardaki gibi ha-
duygusu ile titriyor.
fif ağrıları var. Hatırlıyorum, gece gündüz çocukluğun
...
ağır gölgesi içinde bulunduğumuz yıllarda, annem ara-
Ta çocukluğumuzdan
da bir elini ağrıyan bir yerine bastırarak, çocuklar, insa-
beri teyze ne zaman bir-
nın burasında nesi vardır, diye sorardı. Eli safra kese-
kaç günlüğüne bize gelse
sinin ya da karaciğerinin üzerinde... Evimizde her türlü
sevinçli oluruz. Hemen hiç
musibete ve hastalığa karşı bir tek doktor ve ilaç vardı:
görmediğimiz ninelerimizin
Dua ve aspirin. Daima şifa bulduk.
yerindedir. Bütün peygam-
Küçük yeğenim iki yaşına geliyor. Hakiki ve canlı...
ber kıssalarını bilir. Defa-
Tastamam bir çocuk... Kendi kendine konuşuyor, susup
larca anlattığı halde, bir kere daha anlatır, helecanlanır,
düşünüyor, havada benim görmediğim bir şey görüyor,
yer yer sesi titremeye başlar, ağlar. Ölüm, beklenen se-
ona uzun uzun bakıyor, gülümsüyor. Göz göze geliyo-
vimli bir oğuldur onun için. Son nefesin belirsizliğinden
ruz. O, dalgın ve düşünceli şekilde o şeyi izliyorken “ya-
duyduğu korku hariç ölüme hazırdır. Hiç ölmeyecek gibi
kaladın beni” uyanışı ile ışıldayarak bakıyor; hafif, deği-
ev işlerini görür, kışlık zahiresini tedariklerken bir yan-
şik bir tebessümle hemen anlaşılıyoruz. Çok sürmüyor
dan da dört gözle ölümü bekler gibidir. İnancı o kadar
yine kendi muhitindeki işine dalıyor. Bir kaç kez sesle-
samimidir ki küçük odasının duvarları öte dünyayı en-
niyorum. Hiç aldırmıyor. Ne kadar da kişilikli ve kendi-
gellemez. Ruhunun büyük bölümü ahirete sarkmıştır.
lerine hakim olabiliyorlar. Sevgiyi israf etmeden sonu-
Sabırla ve hazır, Allah’ın takdirini beklemekte ve umula-
na kadar devşiriyorlar bizden ve yerlerinde bir tek sani-
cak en büyük şeyi, onun cemalini görmeyi ummaktadır.
ye durmadan, durmadan kımıldayarak evi dolduran sev-
...
gimize bulanıyorlar. Sonra beklenmedik anda kendiliklerinden gelirler. Elini dizimin üzerine koyup ne söyleyeceğime bakarken aramızdaki yaş farkını müthiş belli
Sarıkamış, 28 Ekim 1974
ediyor. Kullandığı alfabe şimdilik yirmi harflik. Y ve R’yi
İyice soğudu hava. “Çıplak Dağ”da ince bir kar ör-
kullanmıyor mesela. Bu özelliğinden dolayı sık sık kü-
tüsü... Doğuda, Hamamlı köyünün arkasındaki yüksek
çük karışılıklar ortaya çıkıyor. Evde herkes bundan ya-
tepelerde de... Fakat batıda, Küçük Süphan ve özellik-
rarlanarak ona bazı kelimeleri söyletebilmek için tuzak-
le kuzeybatı tepeleri hepten beyaz... Karın kasabaya in-
lar kuruyor. Başarınca keyfediyorlar. Kendisi anlamıyor
mesi gün meselesi.
olanları, ama işin içinde bir bit yeniği olduğunu, bir tat-
Otelin önünde traktörler duruyor. Yakın köylere gi-
lı terslik bulunduğu sezip kendi kendine, lıkırdayan bir
den köylüler doldurur römorklarını. Kadın ve erkekler
testi gibi gülüyor.
ayrı ayrı kümelenip otururlar. Hemen hepsinde sepetler
Ailemizin en yaşlı ferdi annemin teyzesi Duran Ha-
bohçalar. Yan kapaklara sırtlarını dayamış, ayaklarını
tun. Geçirdiği bir hastalıktan sol gözünde, galiba gittikçe
şimdilik ortaya doğru uzatmışlardır. Henüz yer var. Ge-
artan bir seyirme ve dilinde pelteklik kaldı. Bundan ya-
lenler olunca toplanırlar, kasabadan çıkınca toz duman
kınıyor. Ellerini ağzındaki itaatsizliğe perde yapıyor gi-
içinde kalacaklar. Bazılarının kucağında fırından yeni
bi yüzünün önüne kaldırıyor: söylediklerim anlaşılmıyor
alınmış yedi sekiz somun... Son anda birileri daha gelir.
artık diyorken, hayatının çizdiği yolda, gençlik ve can-
Kendilerine yer bulur, yer açarlar. Otururlar ve daha ne-
lılık yıllarıyla; geldiği yaşlılık hallerinin çarpıcı mukaye-
feslerini dinlendirmeden traktör hareket eder.
(Cahit Zarifoğlu, Yaşamak)
123
Öğretici Metinler
HATIRLATMALAR
PEKİŞTİRMELER
5
BAĞLAŞIKLIK - BAĞDAŞIKLIK ANLATIM BOZUKLUKLARI
Metin, anlatıcının anlatmak istediklerini tam anla-
Artgönderim: Metnin herhangi bir yerinde geçen
mıyla veren, eksiksiz bir organik bütünlüktür. Bir kelime,
bir kişi, olay, durum, nesne vb.ne metnin sonraki bölüm-
bir cümle, bir paragraf nasıl ki birer dil birimi olarak bir
lerinde atıfta bulunulmasını sağlayan dilsel ögeye art-
birim değeri taşıyorsa bir metin de başlı başına bir bi-
gönderim denir. Art gönderim, metnin içinde daha önce
rim değeri taşır ve kendisini oluşturan kelime, cümle ve
anlatılan bir olay, durum, özellik vb.nin her şeyiyle yeni-
paragrafların anlamların toplamından farklı, bütünsel bir
den anlatılmasına gerek kalmadan o ögeyle bağlantı ku-
anlam taşır.
rulmasını sağlar.
Anlatımdaki organik bütünlüğü sağlayan
en önemli unsur, bağlamdır. Gerek anlatıcının metin oluştururken
kullandığı diliçi bağlam
gerekse de okuyucunun metinle ilişkisi sırasında karşılaştığı dildışı (durumsal) bağlam
Bir metnin kolay okunur olma niteliğine akıcılık denir. Bir metnin kolay
okunur olması, o metinde
ses akışını bozacak, söylenmesi güç seslerin ve
kelimelerin bulunmamasına ve anlatımda gereksiz
söz tekrarlarına başvurulmamasına bağlıdır.
Öngönderim: Metinde geçecek herhangi bir kişi, olay, durum, nesne vb.nin metinde daha önceden
anılmasına öngönderim denir. Öngönderim, artgönderimin tersidir.
Bağlantı ögeleri: Bağlantı ögeleri, metinde anlatılanları zaman, önem sırası, eşdeğerlilik, açıklama gibi ilgilerle birbiriyle ilişkilendiren bağlaçlar, edatlar ve zarflardır. Bunlar, kelimelerin ve cümlelerin birbirine eklemlenerek anlamlı ve birbiriyle ilişkilendirilebilir yapılar oluşturmasını sağlar.
tünlük kazanamaz. Aynı metinleri okuyan kişilerin o metinlerden farklı anlamlar çıkarmaları, bu metinlerin o kişilerde farklı duygular uyandırmaları; okuyucuların bu metinlerle farklı durumsal bağlamlarda karşılaşmalarından
kaynaklanır.
Metin, birbirini izleyen, sıralı ve anlamlı bütünler
oluşturan cümleler dizisidir. Bir cümleler dizisinin metin olması için, bu cümlelerin art arda getirilmesinde
rastlantısallığın olmaması gerekir. Yazar bunları art
arda getirirken bilinçli bir mantık sırasına göre hareket eder ve metni oluştururken çeşitli dil bilgisi kurallarına uyar.
Bir metin ve metin parçasında dil ögelerinin dil bilgisi kurallarına uyularak yan yana getirilmesine bağlaşıklık denir. Metindeki dil bilgisel uyum anlamına gelen
bağlaşıklık, metin yüzeyinde gözlemlenebilen somut unsurlar yardımıyla cümlelerin birbirine eklemlenerek metin oluşturmasını sağlayan dil bilgisel bir özelliktir. Bağlaşıklık; oluşturucu ögenin yinelenmesi, artgönderim, öngönderim ve bağlantı ögeleri gibi unsurlarla sağlanır.
ESEN YAYINLARI
olmadan bir metin bü-
Bir metin yalnızca dil bilgisi kuralları (bağlaşıklık)
dikkate alınarak oluşturulamaz. Bir metinde dil ögelerinin ifade ettikleri husus ve durumlar arasında belli anlam
bağıntılarının da bulunması gerekir. Metindeki bu anlam
bağıntılarına bağdaşıklık denir. Bağdaşıklık, bir metinde yer alan kavramlar ve ilişkiler arasındaki mantıksal
düzen ve bağlantıdır.
Bağlaşıklık, bir metindeki dil bilgisel uyum, bağdaşıklık ise anlamsal-mantıksal uyumdur. Metinde anlatılanların akla yatkınlığı, kavranabilir, kabul edilebilir, somut gerçeklerle ilişkilendirilebilir oluşu ve metinde çelişkili ifadelere yer verilmemesi, metindeki bağdaşıklığın
temel koşullarıdır.
Bir metinde bağlaşıklığı sağlayan unsurlar rahatlıkla gözlemlenebilirken bağdaşıklık ilk bakışta algılanmaz. Çünkü bağdaşıklık, bir yorum sürecini gerektirir.
Bu yorumu yapabilmek için okuyucunun sahip olduğu
dilsel, ansiklopedik, edebî bilgiler bütünlüğünü harekete geçirmesi gerekir. Bu anlamda bir metin, bir okuyucu için bağdaşıkken başka bir okuyucu için bağdaşık olmayabilir.
Oluşturucu ögenin yinelenmesi: Bir metnin bütünlük kazanmasını sağlayan en önemli öge, o metinde bazı yinelemelere yer verilmesidir. Yineleme, metinde ele alınan temel sorun, mekân, nesne vb.nin metnin
farklı bölümlerinde anlam bakımından tekrarlanmasıdır.
132
Öğretici metinlerde bağlaşıklık ve
bağdaşıklıkla ilgili kurallara uyulmaması, anlatım bozukluğuna neden olur.
UYARI
Öğretici Metinler
giderilmesi için bu kelimelerden birinin cümleden atılması gerekir:
Anlatım bozukluğunun belli başlı nedenleri şunlardır:
1. Gereksiz kelime kullanılması
Sigara içmenin sağlığımıza zarar verdiği
kesin olarak biliniyor.
2. Kelimelerin ve kelime gruplarının yanlış
anlamlarda kullanılması
Sigara içmenin sıhhatimize zarar verdiği
kesin olarak biliniyor.
3. Birbiriyle çelişen ifadelerin bir arada kullanılması
4. İfadelerin gerçeklere ve mantık kurallarına
aykırı olması
Benzer durumlar aşağıdaki cümlelerde de söz
konusudur:
5. Kelimenin yanlış yerde kullanılması
Doktoruna göre, babamın bir ay dinlenip
istirahat etmesi gerekiyormuş.
6. Cümlede anlam belirsizliğinin bulunması
7. Yanlış türetilen kelimelerin kullanılması
Bu çalışma koşullarına ancak sadece üç
hafta dayanabildi.
8. Cümledeki dil bilgisel unsurlar arasında
uyumsuzluk bulunması
Doktor ona, iki günde bir
aspirin almasını söylemiş.
a. Ögeler arasında uyumsuzluk bulunması
b. Tamlamada ortak kullanılan unsurla tamlamadaki diğer unsurlar arasında uyumsuzluk bulunması
ç. Ortak kullanılan fiil ve fiilimsilerle bunlara
bağlanan isim unsurları arasında uyumsuzluk bulunması
d. Ortak kullanılan kip ekleriyle bu ekleri alan kelimeler arasında uyumsuzluk
bulunması
e. Yüklemler arasında çatı bakımından
uyumsuzluk bulunması
1. Gereksiz kelime kullanılması: Bir cümleden
herhangi bir kelime çıkarıldığında cümlenin anlamında herhangi bir daralma olmuyorsa o kelime gereksiz
kullanılmış demektir.
Sigara içmenin sağlığımıza ve sıhhatimize zarar verdiği kesin olarak biliniyor.*
Bu cümlede bu türden bir anlatım bozukluğu
vardır. Eş anlamlı olan sağlık ve sıhhat kelimeleri bu cümlede aynı durumu karşılamak için bir arada kullanılmıştır. Cümlenin anlatımındaki bozukluğun
*
ESEN YAYINLARI
c. Kelime gruplarında yer alan kelimelerle
bu kelime gruplarındaki ekler arasında
uyumsuzluk bulunması
Hiç olmazsa
bekleyin.
günaşırı, bir
bari yağmurun dinmesini
Bazen aynı anlama gelen kelimeler bir arada
kullanılmaz ama kullanılan kelimelerden biri diğerinin anlamını kapsar. Böyle durumlarda da bir kelime
gereksiz kullanılmış olur.
Türkçede, Arapça ve Farsça dillerinden
gelmiş sözcükler vardır.
Yukarıdaki cümlede bu türden bir bozukluk
vardır. Arapça, Arap dili; Farsça, Fars dili demektir. Yani Arapça ve Farsça kelimelerinde dil anlamı zaten vardır. Bu cümledeki anlatım bozukluğu şu
şekillerde giderilebilir:
Türkçede, Arapça ve Farsçadan gelmiş
sözcükler vardır.
Türkçede, Arap ve Fars dillerinden gelmiş sözcükler vardır.
Bu işyerinde aşağı yukarı üç dört yıldan
beri çalışıyorum.
Bu cümledeki üç dört yıldan beri sözünde aşağı yukarı anlamı vardır; dolayısıyla bu cümledeki
aşağı yukarı sözü atılmalıdır.
Bu bölümdeki örnek cümlelerin tamamına yakını üniversite sınavlarında sorulmuş anlatım bozukluğu sorularından alınmıştır.
133
Öğretici Metinler
Aşağıdaki cümlelerde de benzer durumlar söz
konusudur:
ÖRNEK SORU (ÖSS - 2006)
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
Sergideki resimlerimin hepsi kendi eserimdir. (Resimlerimin kelimesindeki “-im” eki atılmalı)
A) İşe geç geleceğini hiç olmazsa bana haber verseydin bari.
Her isteği yerine gelse de yüzü yine de gülmez. (Yine de sözü atılmalı.)
B) O anda, dertleşebileceği bir dosta ihtiyacı vardı;
ama yanında kimse yoktu.
C) Bu karara varmadan önce, onların da görüş ve
önerilerini dikkate alman gerekirdi.
Arkadaşım gördüklerini, duyduklarını gizli
bir sırmış gibi yavaşça kulağıma fısıldadı. (Gizli ve
yavaşça kelimeleri cümleden çıkarılmalı.)
D) Yazıda onun resimlerinden pek söz edilmiyor;
oysa o, çok yetenekli bir sanatçı.
Hemen getireceğini söyleyerek aldığı makası hâlâ geri iade etmemiş. (Geri kelimesi atılmalı.)
E) Beğendiğimiz o evi satın aldık; ancak oraya önümüzdeki yıl taşınabileceğiz.
ÇÖZÜM:
Onunla ilk kez bir arkadaş toplantısında
tanıştık. (İlk kez sözü atılmalı.)
ESEN YAYINLARI
Batı ve güney bölgeleri yağmurlu geçerken,
öte yandan doğu ve kuzey bölgeleri soğuk olacak.
(Öte yandan sözü atılmalı.)
ÖRNEK SORU (ÖSS - 2005)
Hiçbir şiire başlarken, bunu umuda, umutsuzluğa,
sevince ya da acıya yönlendireyim, diye başlamıyorum.
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin
hangisinden kaynaklanmaktadır?
A) Gereksiz yere bağ-fiil kullanılmasından
B) Özne-yüklem uyumsuzluğundan
ÖRNEK SORU (ÖSS - 2006)
C) Gereksiz yere dolaylı tümleç kullanılmasından
Bu davranış insandan insana göre değişir.
D) Nesnenin adıl (zamir) olarak kullanılmasından
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin
hangisinden kaynaklanmaktadır?
E) Yanlış bağlaç kullanılmasından
A) İşaret sıfatına yer verilmesinden
ÇÖZÜM:
B) İkilemenin yanlış kullanılmasından
C) Gereksiz yere ilgeç kullanılmasından
D) Tümleç kullanılmasından
E) Yüklemin geniş zamanlı olmasından
ÇÖZÜM:
134
2. Kelimelerin ve kelime gruplarının yanlış
anlamlarda kullanılması: Bazı kelimelerin anlamları arasında yakın bir ilişki vardır. Öyle ki bazen bu
kelimelerden hangisi kullanılırsa kullanılsın cümlenin anlamında önemli bir değişiklik olmaz. Ama bu,
Öğretici Metinler
birbirini çağrıştıran ya da aralarında anlamsal yakınlık olduğu düşünülen bütün kelimelerin birbirlerinin
yerine kullanılabileceği anlamına gelmez.
Bu konuda gençleri azımsamak doğru değil.
(Azımsamak yerine küçümsemek kelimesi
getirilmeli.)
Bu, Türkiye’ye özel bir durumdur.
Bu cümledeki özel kelimesi özgü anlamında
kullanılmak istenmiştir. Bu iki kelime arasında hem
anlam hem de ses bakımından bir yakınlık vardır. Bu
yakınlık, kelimelerin karıştırılmasına, dolayısıyla da
anlatım bozukluğunun oluşmasına neden olmuştur.
Cümle şöyle olmalıydı: Bu, Türkiye’ye özgü (has)
bir durumdur.
ÖRNEK SORU (ÖSS - 2005)
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
A) Bu kazada can kaybı yaşanmadı.
B) Söylenenleri pek de onaylamadı.
C) Yapıtları hâlâ unutulmadı.
Aşağıdaki cümlelerde de bu tür anlatım bozuklukları vardır:
D) Kimseye bir yararı dokunmadı.
Ülkemizde başarıyla gerçekleştirilen bu tür
ameliyatlarda, ölüm şansı, Amerika’da yapılanlardan
ancak yüzde bir fazladır.
O yıl, Marmara’ya inanılmaz çoğunlukta bir
balık akını oldu.
(Çoğunlukta kelimesinin yerine çoklukta kelimesi getirilmeli.)
Başvurduğu işyerinden son öğretim durumunu gösteren bir belge istediler.
(Öğretim yerine öğrenim kelimesi getirilmeli.)
Tiyatro, öyle bir sanattır ki, kişi bir oyunu
anlamaya çalışırken sistemli düşünmeyi de öğretir.
(Öğretir yerine öğrenir kelimesi getirilmeli.)
Kitabı kitaplığımda nereye koyduğumu bir
türlü bulamadım.
(Bulamadım yerine hatırlayamadım kelimesi getirilmeli.)
ÇÖZÜM:
ESEN YAYINLARI
(Şans, olumlu durumlar için kullanılır; “ölüm”,
olumlu bir durum olarak değerlendirilmediğinden
ölüm şansı şeklindeki bir söz de yanlıştır. Şans kelimesinin yerine olasılık kelimesi getirilmelidir.)
E) İstediği başarıya ulaşamadı.
ÖRNEK SORU (ÖSS - 2002)
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
A) Sanayide gelişmiş ülkelerde, bu tür sorunlar hızla
çözülüyor.
B) Düzenlenen toplantı ve törenlerde bütün öğrenciler görev alıyor.
C) Bu konuda yapılan açıklamaların anlaşılmayacak
bir yanı bulunmuyor.
D) Kurumda çalışanların başarısının, bu koşullara
bağlı olduğu düşünülüyor.
E) Teknoloji ne kadar artarsa da el emeğinin önemi
azalmıyor.
ÇÖZÜM:
Zaman zaman şiir yazıyor ve yayımlıyorum;
ama ben şiiri hiçbir zaman köşe yazarlığı gibi düşünmüyorum.
(Şiiri yerine şairliği kelimesi getirilmeli.)
135
Öğretici Metinler
ÖRNEK SORU (ÖSS - 2000)
ÖRNEK SORU
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
Fiyatlar çok pahalı olduğu için satışlar çok durgun.
Bu cümledeki anlatım bozukluğunu gidermek için
aşağıdaki değişikliklerden hangisi yapılmalıdır?
A) Belki de olay çıkarmak için değil, kendini savunmak için böyle davrandı.
A) “çok” sözcükleri atılmalı
B) “durgun” yerine “az” sözcüğü getirilmeli
B) Eminim ki adam güç durumda olmasaydı belki de
o parayı almazdı.
C) “olduğu için” yerine “olduğundan” sözcüğü getirilmeli
C) Kim bilir, belki önemli bir işi çıkmıştır.
D) Belli olmaz ki belki sizinle birlikte gitmek ister.
D) “satışlar” yerine “alışveriş” sözcüğü getirilmeli
E) Bilmiyorum, belki akşama doğru gelir.
E) “pahalı” yerine “yüksek” sözcüğü getirilmeli
ÇÖZÜM:
ESEN YAYINLARI
ÇÖZÜM:
3. Birbiriyle çelişen ifadelerin bir arada kullanılması: Aynı durum, olay, nesne vb. ile ilgili olarak birbiriyle çelişen ifadelerin bir arada kullanılması
anlatım bozukluğuna neden olur.
Yakalanan köpekbalığı aşağı yukarı tam
beş metre uzunluğundaymış.
Bu cümlede bir durumla ilgili (yakalanan köpekbalığının uzunluğu) birbiriyle çelişen iki sözün bir arada kullanılması (aşağı yukarı beş metre - tam beş
metre) anlatım bozukluğuna neden olmuştur.
Aşağıdaki cümlelerde de anlamca çelişen sözlerin bir arada kullanılmasından kaynaklanan anlatım
bozuklukları vardır:
Elbette
onunla
birlikte
gitmiş
olabi-
lirler.
Sanırım o da kesinlikle buraya gelecek.
136
4. İfadelerin gerçeklere ve mantık kurallarına aykırı olması
Bırakın çizgi çizmeyi, resim bile yapamaz o.
Yukarıdaki cümlede bu türden bir bozukluk vardır. Bu cümlede, sözü edilen kişinin resim yapmada
yeteneksiz olduğu anlatılmak istenmiş, bu nedenle
de bir karşılaştırma yapılmıştır. Fakat bu karşılaştırma gerçeklere ve mantık kurallarına aykırıdır. Çünkü
bu cümleden çizgi çizmenin resim yapmaktan daha
zor olduğu anlamı çıkmaktadır. Oysa resim yapmak
çizgi çizmekten daha zordur. Mantıksal tutarlılığın
bulunmadığı bu cümledeki kelimelerin yerleri “Bırakın resim yapmayı, çizgi bile çizemez o.” şeklinde
değiştirilirse anlatım bozukluğu giderilmiş olur: Bırakın resim yapmayı, çizgi bile çizemez o.
Meclis, erken seçim kararını 449’a karşı
62 oyla aldı.
Yukarıdaki cümlede de benzer bir durum söz
konusudur. Bu cümleden şu anlaşılmaktadır: Mecliste bir oylama yapılmış, bu oylamada 449 kişi red, 62
kişi kabul oyu kullanmış ve böylece teklif kabul edilmiştir. Bu durum gerçeklerle ve mantık kurallarıyla
çelişmektedir. Çünkü bir karar, red oyları çok olduğu
için değil; kabul oyları çok olduğu için alınır. O hâlde
cümle şöyle olmalıydı: Meclis, erken seçim kararını
62’ye karşı 449 oyla aldı.
Öğretici Metinler
ÖRNEK SORU
Beyin zarı iltihapları iyi tedavi edilmezse, ölüme hatta
sara nöbetlerine yol açabilir.
vardır. “Ücretsiz” kelimesi, bu hâliyle “hastalar”ın sıfatıdır. Oysa bu kelimenin “bakılması” fiilimsisinin zarfı olması gerekirdi:
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin
hangisiyle giderilebilir?
Birkaç yardımseverin bir araya gelmesiyle hizmete açılan bu sağlık merkezinde hastalara
ücretsiz bakılması, yöre insanı tarafından takdirle
karşılanıyor.
A) “sara nöbetlerine” sözü ile “ölüme” sözcüğü yer
değiştirerek
B) “yol açabilir” yerine “neden olabilir” sözü getirilerek
C) “sara” sözcüğü kaldırılarak
D) ”zarı” yerine “zarının” sözcüğü getirilerek
ÖRNEK (ÖSS - 1999)
E) “edilmezse” yerine “edilmediğinde” sözcüğü getirilerek
Alınan bu karar, savaşta askerin daha çok ölmesine yol açtı.
ÇÖZÜM:
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdaki değişikliklerin hangisiyle giderilebilir?
A) “bu” sözcüğü atılarak
B) “daha çok” sözü “askerin” sözcüğünden önce kullanılarak
ESEN YAYINLARI
C) “yol açtı” sözü yerine “neden oldu” sözü getirilerek
5. Kelimenin yanlış yerde kullanılması: Her
kelime, cümlede anlatılmak istenenlere bağlı olarak
cümlenin belli bir yerinde kullanılır. Söz gelimi bazı
kelimeler hem sıfat hem de zarf olarak kullanılabilir.
Kişi böyle bir kelimeyi, anlatmak istediği bilgi, duygu,
düşünceye göre cümlenin uygun bir yerinde kullanarak o kelimeyi ya sıfat ya da zarf yapar.
Birkaç yardımseverin bir araya gelmesiyle hizmete açılan bu sağlık merkezinde ücretsiz
hastalara bakılması, yöre insanı tarafından takdirle karşılanıyor.
Bu cümlede ücretsiz kelimesinin yanlış yerde
kullanılmasından kaynaklanan bir anlatım bozukluğu
D) “alınan” sözcüğü atılarak
E) “savaşta” sözcüğü “askerin” sözcüğünden sonra kullanılarak
ÇÖZÜM:
6. Cümlede anlam belirsizliğinin bulunması:
Bazı cümlelerde tamlayan kullanılmaması, cümledeki kelimelerin birinde kaçıncı kişi iyelik ekininin
kullanıldığı konusunda bir belirsizliğin oluşmasına neden olur. “Evini beğendim.” cümlesinde bu tür
bir belirsizlik vardır. Çünkü bu cümledeki “evini” kelimesinde kaçıncı kişi iyelik ekinin kullanıldığı belli değildir.
137
Öğretici Metinler
Özne birden çok kişiden oluşuyorsa ve
içinde birinci tekil ya da birinci çoğul kişiler
(ben, biz) varsa, yüklem birinci çoğul kişiye göre
çekimlenir:
Kimin evi? Senin (2. tekil kişi) mi, onun (3. tekil kişi)
mu? Bu belirsizliğin giderilmesi için cümleye tamlayan ekini almış bir zamirin getirilmesi gerekmektedir.
Onun ev-i-n-i beğendim.
Ben ve arkadaşım, bunu biliyorduk.
––––––––––––––––
Biz
Senin ev-i-ni beğendim.
1. Tamlayan eksikliğinden kaynaklanan anlam belirsizlikleri, çoğunlukla bu cümlelerin metin bağlamından soyutlanarak tek başlarına ele alınmaları durumunda söz konusu olur.
UYARI
Özne birden çok kişiden oluşuyorsa [içinde birinci kişiler (ben, biz) olmamak şartıyla] ve
içinde ikinci tekil ya da ikinci çoğul kişiler varsa,
yüklem ikinci çoğul kişiye göre çekimlenir:
2. Noktalama yanlışları da cümlede anlam belirsizliğinin oluşmasına neden olabilir.
Sen ve Faruk, buraya gelin.
––––––––––––
Siz
Kavram, terim ve cansız varlıkların çoğul-
7. Yanlış türetilen kelimelerin kullanılması:
Bu mahalleyi, bu kenti, bu ülkeyi çirkinletmeye hiç kimsenin hakkı yok; bunu herkesin
bilmesi gerekir.
Bu cümlede çirkinletmek kelimesinin yerine
çirkinleştirmek kelimesi kullanılmalıydı.
kişiye göre çekimlenir, yani yüklemde “-lar, -ler”
ekleri bulunmaz.
Doğru: Elimdeki kitaplar yere düştü.
ESEN YAYINLARI
Türkçenin söz varlığını zenginleştirmenin en
önemli yolu, kelime türetmedir. Kelime türetmede,
yapım eklerinden yararlanılır. Yapım eklerinin yüzyıllar içinde oluşmuş belli anlam ve işlevleri vardır. Bu
anlam ve işlevlere dikkat edilmeden yeni kelimelerin
türetilmeye çalışılması anlatım bozukluğuna neden
olabilir.
larının özne olması durumunda yüklem 3. tekil
Yanlış: Elimdeki kitaplar yere düştüler.
Doğru: Bu düşünceler, geçerliliğini çoktan yitirdi.
Yanlış: Bu düşünceler, geçerliliğini çoktan yitirdiler.
Doğru: Bu tür duygular, gözlerimi yaşartır.
Yanlış: Bu tür duygular, gözlerimi yaşartırlar.
8. Cümledeki dil bilgisel unsurlar arasında
uyumsuzluk bulunması
a. Ögeler arasında uyumsuzluk bulunması:
Yüklem, cümlenin en önemli ögesidir. Bir cümledeki
bütün ögelerin yüklemle uyumlu olması gerekir.
Çokluk anlamı taşıyan belgisiz zamirlerin
özne olduğu durumlarda yüklem tekil olur.
Doğru: Bugünlerde herkes aynı şarkıyı söylüyor.
Yanlış: Bugünlerde herkes aynı şarkıyı söylüyorlar.
Özne-yüklem uyumu
Özne-yüklem uyumuyla ilgili en önemli kuralar
şunlardır:
Öznenin bildirdiği kişilerle yüklemin bildirdiği kişiler arasında uyum olmalıdır. Söz gelimi
özne ikinci tekil kişi (sen) ise yüklem de buna uygun
kişi ekini almalıdır.
Sen, her şeyin en güzelini hak ediyorsun.
138
Aynı özneye bağlanamayacak birden çok
yüklemin ortak bir özneye bağlanması anlatım
bozukluğuna yol açar. Birleşik, sıralı ve bağlı cümlelerde karşımıza çıkan bu tür bozuklukların giderilmesi için cümleye ikinci bir öznenin getirilmesi gerekir.
Öğretici Metinler
ÖRNEK SORU (ÖSS - 2002)
Herkes büyük bir dikkatle ona bakıyor,
gözlerini bir an bile ondan ayırmıyordu.
Hiç kimse ona gerçeği anlatmamış; onu yalan yanlış
sözlerle oyalamıştı.
Yukarıdaki cümlede birden çok yüklemin (bakıyor, ayırmıyordu) ortak bir özneye (herkes) bağlanması anlatım bozukluğuna neden olmuştur. Türkçede bazı özneler olumlu, bazıları ise sadece olumsuz anlam verir. Buna bağlı olarak da yüklemlerin ya
olumlu ya da olumsuz çekimlenmesi gerekir. Yukarıdaki cümlede buna dikkat edilmemiş ve olumlu anlam
taşıyan bir özneye biri olumlu, diğeri olumsuz çekimlenmiş iki eylem bağlanmıştır. (Herkes... bakıyor, herkes... ayırmıyordu.). Cümle şöyle düzeltilebilir: Herkes büyük bir dikkatle ona bakıyor, hiç kimse gözlerini bir an bile ondan ayırmıyordu.
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdaki değişikliklerden hangisiyle giderilebilir?
A) “gerçeği” yerine “doğruyu” sözcüğü getirilerek
B) “anlatmamış”tan sonra “herkes” sözcüğü getirilerek
C) “anlatmamış” yerine “söylememiş” sözcüğü getirilerek
D) “onu” sözcüğü atılarak
E) “oyalamıştı” yerine “kandırmıştı” sözcüğü getirilerek
ÇÖZÜM:
Bu cümlede de benzer bir anlatım bozukluğu
söz konusudur. Bu cümledeki hiçbiri öznesi, düşünmemiş yüklemiyle uyumluyken saymıştır yüklemiyle uyumlu değildir. Bu cümlede olumlu anlam taşıyan ikinci bir öznenin kullanılması gerekir: Hiçbiri -Ali
Suavi’den başka- ülkede bir ayaklanmayı düşünmemiş, tümü padişaha bağlılığı kutsal bir görev saymıştır.
Bu büyük tesisin inşaatı, birkaç ay sonra
bitecek ve faaliyete geçecektir.
Yukarıdaki cümleden şu anlam çıkmaktadır: “Bu
büyük tesisin inşaatı birkaç ay sonra bitecek ve tesisin inşaatı faaliyete geçecektir.” Oysa faaliyete
geçecek olan “tesisin inşaatı” değil, tesisin kendisidir.
Bu cümleye ikinci yüklemle uyumlu bir özne getirilmelidir: Bu büyük tesisin inşaatı, birkaç ay sonra bitecek ve tesis, faaliyete geçecektir.
Bu tür dergilerin sayısı gittikçe azalıyor,
okunmaz oluyor.
Bu cümleden şu anlam çıkmaktadır: “Bu tür dergilerin sayısı gittikçe azalıyor, bu tür dergilerin sayısı
okunmaz oluyor.” Oysa “okunmaz olan”, bu tür dergilerin sayısı değil, bu tür dergilerdir.
ESEN YAYINLARI
Hiçbiri -Ali Suavi’den başka- ülkede bir
ayaklanmayı düşünmemiş, padişaha bağlılığı kutsal bir görev saymıştır.
ÖRNEK SORU
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
A) Şiirlerinde bol bol abartılmış sözcükler seçmesi
yüzünden hitabet havası taşımaktadır.
B) Günümüzdeki dergiler ve gazeteler, deneme türünün gelişip yaygınlaşmasına uygun bir ortam
hazırlamaktadır.
C) Osmanlı İmparatorluğunda Lale Devri’nde çeviri
çalışmaları yapıldığı biliniyor.
D) Bence edebiyat eleştirisinin edebiyat incelemesiyle bir arada, iç içe düşünülmesi gerekir.
E) Sanatçının başlıca amacının güzellik olduğunu
savunan yazarın, bu konuda söylediklerine göz
atalım.
139
Öğretici Metinler
ÇÖZÜM:
2. Türkçede ögeler ortak kullanılabilir. Söz
gelimi bir dolaylı tümleç, birden çok yüklem için ortak
kullanılabilir. “Sana kızmıyorum, yalvarıyorum.”
cümlesinde böyle bir durum söz konusudur:
Sana kızmıyorum.
–––––– ––––––––––
dolaylı t.
Diğer ögelerin yüklemle uyumu
1. Türkçede ögeler, yükleme hâl (durum)
ekleriyle bağlanır. Bazı yüklemler belirtme (-i), bazıları yönelme (-e), bazıları bulunma (-de), bazıları da ayrılma hâl ekini (-den) almış kelimelerle kullanılır. Söz gelimi kızmak fiili, yönelme hâl ekini almış
bir kelimeyle kullanılabilirken belirtme durum ekini almış bir kelimeyle yani bir nesneyle kullanılamaz.
Ona kızdım.
yüklem
— Kime kızmıyorum?
— Kime yalvarıyorum?
— Sana.
— Sana.
Sana asla kızmıyoruz.
––––– –––– ––––––––––
dolaylı t. zarf t.
yüklem
Sana çok seviyoruz.
––––– –––– –––––––––
k›z›yorum
Seni k›z›yorum.
dolaylı t. zarf t.
ESEN YAYINLARI
Bu cümlelerin anlamlı olması “o, sen, Ali” kelimelerinin yönelme hâl ekini almasına yani bu kelimelerin birer dolaylı tümlece (yer tamlayıcısına)
dönüşmesine bağlıdır:
dolaylı t.
“Sana asla kızmıyor, çok seviyoruz.” cümlesinde bir dolaylı tümleç birden çok yüklem için ortak
kullanılmıştır:
Onu k›zd›m.
Ali’yi k›zmal›s›n
k›zmal›s›n.
Sana yalvarıyorum.
–––––– –––––––––––
yüklem
yüklem
Bu cümlelerin ilkinde herhangi bir sorun yoktur.
Sorun ikinci cümlededir. “Sana seviyoruz.” şeklinde
bir cümle Türkçenin söz dizimi kurallarına aykırıdır.
Cümle şöyle olmalıydı:
Sana asla kızmıyor, seni çok seviyoruz.
––––– –––– –––––––– –––– –––– ––––––––
dolaylı t. zarf t.
yüklem
nesne zarf t.
yüklem
Sana kızıyorum.
Ali’ye kızmalısın.
Kişi kavramını yansıtan “o, sen, Ali” gibi kelimelerin “kızmak” fiiliyle bir arada kullanılması, “dinlemek” fiiliyle bir arada kullanılmasından farklıdır. “Dinlemek” fiilinin bu kelimelerle bir arada kullanılması
için bu kelimelerde belirtme durum ekininin bulunması, yani bu kelimelerin birer nesneye dönüşmesi gerekir.
Ona dinledim.
Sana dinliyorum
dinliyorum.
Ali’ye dinlemeli
dinlemelisin.
Onu dinledim.
Seni dinliyorum.
Ali’yi dinlemelisin.
140
“Sana asla kızmıyor, çok seviyoruz.” cümlesiyle ilgili olarak “Bu cümledeki anlatım bozukluğunun nedeni nedir?” sorusu sorulduğunda şu iki
cevap da doğru olacaktır:
1. Dolaylı tümleç-yüklem uyumsuzluğu
2. Nesne eksikliği
Arkadaşlarımızın sorununa sahip çıkarak
desteklemeliyiz.
Yukarıdaki cümlede yan cümleciğin yüklemi
(sahip çıkarak) ile temel cümlenin yüklemi (desteklemeliyiz), ortak bir dolaylı tümlece (arkadaşlarımızın
sorununa) bağlanmış, bu da anlatım bozukluğuna yol
açmıştır: Arkadaşlarımızın sorununa sahip çıkarak
arkadaşlarımızın sorununa desteklemeliyiz.
Öğretici Metinler
Bu cümledeki anlatım bozukluğu, “desteklemeliyiz” yükleminden önce onları ya da arkadaşlarımızı
nesnelerinin getirilmesiyle giderilebilir.
ÇÖZÜM:
Derslerine çalışmıyor, ihmal ediyor.
Bu cümlede de nesne eksikliğinden kaynaklanan bir anlatım bozuklukları vardır. Bu cümledeki anlatım bozukluğu cümleye “ihmal ediyor” fiiliyle
uyumlu bir nesnenin getirilmesiyle giderilebilir.
Derslerine çalışmıyor, derslerini / onları
ihmal ediyor.)
Yaşamını zenginleştiren, anlam kazandıran birçok dostu var.
ÖRNEK SORU
Bu cümlede yaşamını kelimesinin, yan cümleciklerin ortak nesnesi kabul edilmesinden kaynaklanan bir anlatım bozukluğu vardır:
Bu cümledeki anlatım bozukluğunun giderilmesi
için cümleye “anlam kazandıran” fiilimsisiyle uyumlu
bir dolaylı tümlecin getirilmesi gerekir:
Yaşamını zenginleştiren,
anlam kazandıran birçok dostu var.
yaşamına
ESEN YAYINLARI
Yaşamını zenginleştiren, yaşamını anlam
kazandıran birçok dostu var.
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde anlatım bozukluğu, cümlenin uygun bir yerine “ona” sözcüğü
eklenerek giderilebilir?
A) Elbiseler dolaplara özenle yerleştirilir, güve yemesin diye elbise aralarına naftalin konurdu.
B) Çocuk bir yandan yaralı kuşa korkuyla bakıyor;
bir yandan da onu sevmek istiyordu.
C) Annesi çocuğunun aç olmadığını biliyor; ama yine
de pastadan yemesini istiyordu.
D) Ali, arkadaşı Mustafa’yı hem çok seviyor, hem de
kimi davranışlarından dolayı kızıyordu.
E) Otobüsler buraya gelince duruyor, bekleyen yolcular bindikten sonra yeniden yola koyuluyordu.
ÖRNEK SORU (ÖSS - 2000)
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
ÇÖZÜM:
A) Bu konuda nasıl bir çalışma yapılması gerektiği,
uzmanlarca tartışılacak.
B) Olaydan büyük bir üzüntü duyduğunu, suçluların
cezalandırılmasını istedi.
C) Yeni binaların ne zaman hizmete açılacağını,
basın aracılığıyla duyuracaklarını belirtti.
D) Sorunlara sağduyuyla yaklaşmanın, onların çözümünü kolaylaştıracağı sonucuna varıldı.
E) Bölgede, kış mevsiminin uzun sürmesi nedeniyle
alınması gerekli önlemler yetkilere bildirildi.
141
Öğretici Metinler
ÖRNEK SORU
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
Şehrimizde çeşitli sanat etkinlikleri gerçekleştirildi.
Şehrimizde çeşitli kültürel etkinlikleri gerçek-
A) Dürüst biri olduğundan dün de bugün de kuşkuya
düşmüyorum.
leştirildi.
Bu cümledeki anlatım bozukluğu üç şekilde
giderilebilir:
B) Hukukçu olmadığımdan, işin bu yönünü sizinle
tartışamam.
C) Bu konuda bir araştırma yapılmasını, hazırlanacak
raporun ilgili kuruluşlara gönderilmesini istedim.
sıfat tamlaması
Şehrimizde çeşitli kültürel etkinlikler ve
––––––– –––––––––
D) Ben, öyle olduğunu düşünüyor, öyle olduğuna
inanıyorum.
sıfat
(tamlayan)
E) Anımsanacağı gibi, bir yıldan beri bu konuda
yazılar yazıyor, ilgilileri uyarıyorum.
isim
(tamlanan)
sanat etkinlikleri gerçekleştirildi.
––––– –––––––––
isim
(tamlayan)
ÇÖZÜM:
isim
(tamlanan)
belirtisiz isim tamlaması
ESEN YAYINLARI
birden çok tamlayanın ortak bir
tamlanana bağlandığı sıfat tamlaması
Şehrimizde çeşitli kültürel ve sanatsal etkinlikler
–––––––
––––––– ––––––––
sıfat
(tamlayan)
sıfat
(tamlayan)
isim
(tamlanan)
gerçekleştirildi.
birden çok tamlayanın ortak bir tamlanana
bağlandığı belirtisiz isim tamlaması
b. Tamlamada ortak kullanılan unsurla tamlamadaki diğer unsurlar arasında uyumsuzluk
bulunması: Bir tamlamada birden çok tamlayan için
ortak bir tamlanan kullanılabilir. Bunun tersi de mümkündür. Yani birden çok tamlanan için ortak bir tamlayan da kullanılabilir. Bu tür durumlarda şuna dikkat
etmek gerekir: Tamlamada ortak unsura bağlanan
kelimelerin tümü ya sıfat ya da isim olmak durumundadır. Söz gelimi tamlayanlardan biri sıfat biri isimse
bu tamlamada tamlanan ortak kullanılamaz.
Şehrimizde çeşitli kültür ve sanat etkinlikleri
–––––
––––– –––––––––
isim
(tamlayan)
isim
isim
(tamlayan) (tamlanan)
gerçekleştirildi.
Bu yasadan, özel ve kamu kuruluşlarında
çalışanlar yararlanacak.
Yukarıdaki cümlede de bir sıfatla bir ismin ortak bir
tamlanana bağlanmasından kaynaklanan bir anlatım
bozukluğu vardır:
Şehrimizde çeşitli kültürel ve sanat etkinlikleri gerçekleştirildi.
Yukarıdaki cümlede biri sıfat diğeri isim olan
iki tamlayanın ortak bir tamlanana bağlanması anlatım bozukluğunu neden olmuştur. Bu cümleden şu
anlamlar çıkmaktadır:
142
Bu yasadan özel kuruluşlarında çalışanlar
yararlanacak.
Bu yasadan kamu kuruluşlarında çalışanlar
yararlanacak.
Bu cümledeki anlatım bozukluğu şöyle giderilebilir:
Öğretici Metinler
dönümünde, ünlü şaire, onun yüce anısına armağandır.
Bu yasadan özel kuruluşlarla kamu kuruluşlarında çalışanlar yararlanacak.
Bu cümledeki yayınevimizin kelimesi tamlayan
(ilgi) ekini almış, tamlanan olarak düşünülen armaÖRNEK SORU
ğan kelimesi ise tamlanan (iyelik) ekini almamıştır.
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
Böyle olunca da cümleden şöyle bir anlam çıkmaktadır: “Bu kitap, yayınevimizin ... armağandır.”
A) Bu önlemler ekonomik ve sağlık açısından yararlı sonuçlar verdi.
Cümle iki şekilde düzeltilebilir:
1. Tamlamanın eksik unsuru tamamlanır, yani
B) Toplantıda eğitim sorunları tartışılacak ve bunlara
çareler aranacak.
“armağan” sözcüğüne iyelik eki getirilir: “Bu kitap,
yayınevimizin ... armağanıdır.”
C) Bu kitap çeşitli alanlarda yapılmış araştırmaları ve
bunların sonuçlarını içeriyor.
2. Tamlama unsuru cümleden çıkarılır, yani tamlayan ekini alan sözcük, cümleden atılır: “Bu kitap,
ölümünün 10. yıldönümünde, ünlü şaire, onun
yüce anısına armağandır.”
D) O günlerde, bu konuya çeşitli gazete ve dergilerde oldukça geniş yer verilmişti.
E) Olayın soruşturulması ve sorumlularının bulunması için bir komisyon oluşturuldu.
ESEN YAYINLARI
ÇÖZÜM:
Ucu yırtık paraların, Merkez Bankası
dahil, hiçbir yerde işlem görmüyor.
Bu cümlede de tamlayan ekinin gereksiz kullanılmasından kaynaklanan bir anlatım bozukluğu vardır. Bu ek atıldığında, cümledeki anlatım bozukluğu
giderilmiş olur:
Ucu yırtık paralar, Merkez Bankası dahil,
hiçbir yerde işlem görmüyor.
c. Kelime gruplarında yer alan kelimelerle bu
kelime gruplarındaki ekler arasında uyumsuzluk
Vergilerin yeni sisteme göre toplanacağını sağlayacaklar.
bulunması: Kelime grupları gelişigüzel oluşturulmaz.
Bunların belli kuralları vardır. Söz gelimi çokluk anla-
Yukarıdaki cümlede isim-fiil ekiyle kurulma-
mı taşıyan bir sıfat, çokluk ekini almış bir isimle
sı gereken fiilimsi sıfat-fiil ekiyle kurulduğu için anla-
sıfat tamlaması oluşturmaz.
tım bozukluğu oluşmuştur. Bu cümle “Vergilerin yeni
Bu kentte ne kadar kötü adamlar varsa o
kadar da iyi adam vardır.
Yukarıdaki cümlede bu kurala uyulmaması anlatım bozukluğuna neden olmuştur. Cümle şöyle olma-
sisteme göre toplanmasını sağlayacaklar.” şeklinde
olmalıydı. Benzer durumlar aşağıdaki cümlelerde de
söz konusudur:
Beni en çok sevindiren senin geldiğindir.
gelmendir/gelişindir.
lıydı:
Bu kentte ne kadar kötü adam varsa o kadar
da iyi adam vardır.
Bu kitap, yayınevimizin, ölümünün 10. yıl-
Sorun, arkadaşımızın bizi bu konuda iyi
aydınlatmamış olduğundan kaynaklanıyor.
olmasından
143
Öğretici Metinler
ÖRNEK SORU (ÖSS - 2000)
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
A) Ozan, 1940 yıllarında yeni şiirimizin başta gelen
adlarından biriydi.
B) O,1946 yılında düzenlenen bir yarışmada birinci
olmuştu.
C) Aradan yıllar geçmesine karşın şiir anlayışında bir
değişiklik olmadı.
ÖRNEK SORU
D) Onun ilgi çekici yanlarından biri de konuları abartarak anlatmasıdır.
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
E) Toplumsal ve bireysel olaylara, yan tutmadan bakar.
A) Bu yazıyı hazırlamadan önce, yalnızca dergileri
değil, gazeteleri de taraman iyi olur.
ÇÖZÜM:
B) Okuduklarını ezberlemek değil, tartışarak özümlemesini sağlamak gerekir.
C) Bu konuda yetkililerle konuşarak onların görüşlerini almayı düşünüyoruz.
ESEN YAYINLARI
D) Şişmanlıktan kurtulmak için beslenmemize dikkat
etmeli, ayrıca düzenli olarak spor yapmalısınız.
E) Çocukların, masal kitaplarından çok, resimli
romanlara ilgi duydukları bilinmektedir.
ÇÖZÜM:
ÖRNEK SORU
(I) Dil insanların birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayan bir araçtır. (II) Toplumsal yapıya bağlı olarak
sürekli gelişir ve değişir. (III) Bunun doğal bir sonucu olarak da dilde durmadan yeni kavramlar ortaya
çıkar. (IV) Bu kavramları karşılamak için yeni sözcükler yaratılır. (V) Yeni sözcükler yaratmak için her
ulus, dilinin sunduğu olanaklardan yararlanma yoluna gitmesi gerekir.
Yukarıdaki numaralanmış cümlelerin hangisinde
bir anlatım bozukluğu vardır?
A) I.
B) II.
ÇÖZÜM:
C) III.
D) IV.
E) V.
ÖRNEK SORU (ÖSS - 2006)
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
A) İlgililer bu konuda görüş alışverişinde bulundular.
B) Bu tür etkinliklerin çoğaltılması gerektiğini düşünüyorum.
C) Gazetelerde yer alan haberleri değerlendirecekler.
D) Bundan sonraki amacımız halkı bilinçlendirmek
olacak.
E) O dönemde para üç katı değer kaybetmişti.
144
Öğretici Metinler
ÇÖZÜM:
Sürekli kola, patates kızartması ve hamburger yiyerek sağlıklı beslenemezsin.
Bu cümlede ise kola, patates kızartması ve hamburger kelimelerinin yiyerek zarf-fiiline bağlanması, anlatım bozukluğuna neden olmuştur. Bu hâliyle
cümleden şu anlamlar çıkmaktadır:
ÖRNEK SORU (ÖSS - 2005)
Sözünü ettiğiniz binayı ne gördüm ne de yerini bilirim.
kola yiyerek
patates kızartması yiyerek
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin
hangisinden kaynaklanmaktadır?
hamburger yiyerek
Hamburger ve patates kızartması yenir, ama
A) Nesne eksikliğinden
kola yenmez, içilir. O hâlde bu cümle şöyle olmalıydı:
B) Gereksiz yere bağlaç kullanılmasından
Sürekli kola içerek, patates kızartması ve
C) Tamlayan eksikliğinden
hamburger yiyerek sağlıklı beslenemezsin.
D) Yüklemin olumlu olmasından
E) Tümleç eksikliğinden
Bu tutumuyla ailesine zarar mı veriyor,
yarar mı anlayamadık.
ÇÖZÜM:
Bu cümlede de benzer bir durum söz konusuESEN YAYINLARI
dur. Bu cümlede yarar ve zarar kelimeleri, veriyor
fiiline bağlanmıştır:
yarar veriyor
zarar veriyor
Cümle şöyle olmalıydı:
Bu tutumuyla ailesine zarar mı veriyor yarar
mı sağlıyor, anlayamadık.
Aşağıdaki cümleleri bu bakış açısıyla inceleyiniz.
Yanlış: Hangisinin başarılı, hangisinin başarılı olmadığını öğreneceğiz.
Doğru: Hangisinin başarılı, hangisinin başarısız
ç. Ortak kullanılan fiil ve fiilimsilerle bunlara bağlanan isim unsurları arasında uyumsuzluk
bulunması: Birden çok isim unsuru ortak bir fiilimsiye bağlanabilir.
olduğunu öğreneceğiz.
Doğru: Hangisinin başarılı olduğunu, hangisinin
başarılı olmadığını öğreneceğiz.
Susuzluğumuzu, su ve ayran içerek
giderdik.
Yanlış: Amacı, arkadaşlarını ikinci, kendisini birinci
Yukarıdaki cümlede böyle bir durum söz konusudur. Bu cümlede su ve ayran kelimeleri içerek
zarf-fiiline bağlamış, yani bir fiilimsi ortak kullanılmıştır:
Doğru: Amacı, arkadaşlarını ikinci plana itmek/
su içerek
ayran içerek
Görüldüğü gibi burada herhangi bir anlatım
bozukluğu yoktur.
plana çıkarmaktı.
düşürmek, kendisini birinci plana çıkarmaktı.
Yanlış: Dilimize gereken ilgi ve önemi vermek zorundayız.
Doğru: Dilimize gereken ilgiyi göstermek ve önemi
vermek zorundayız.
145
Öğretici Metinler
ÇÖZÜM:
ÖRNEK SORU (ÖSS - 1999)
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
A) Çalışma yaşamınızda bu tür güçlüklerle sık sık
karşılaşacaksınız.
B) Bizim için önemli olan, görevinizi en iyi biçimde
yerine getirmenizdir.
C) Bir sorunla karşılaştığınızda bizlerden yardım
isteyebilirsiniz.
D) Bu, sizlere verebileceğimiz en önemli ödül ve en
önemli hedeftir.
E) Bu işte de başarılı olacağınızdan hiç kuşkumuz
yoktur.
ÇÖZÜM:
d. Ortak kullanılan kip ekleriyle bu ekleri alan
kelimeler arasında uyumsuzluk bulunması: TürkESEN YAYINLARI
çede bazı ekler ortak kullanılabilir. Bir ekin ortak kullanılması, o eki aldığı düşünülen bütün kelimelerin gerek kelime türü gerekse de daha önce aldıkları çekim ekleri bakımından aynı durumda bulunmaları koşuluna bağlıdır. Söz gelimi “Birkaç yıl öncesine kadar, haftada en az bir kitap okur, sonra da
okuduklarımızın özetini çıkarırdık.” cümlesinde
“oku-” ve “çıkar-” fiilleri için, hikâye birleşik zaman
eki (ek fiil) “-di” ile birinci çoğul kişi eki olan “-k”
ayrı ayrı söylenmemiş; bu ekler bir tek kelimeye eklenerek ortak kullanılmıştır. Bu cümlede herhangi bir
anlatım bozukluğu yoktur. Çünkü bu ekleri alan kelimeler aynı durumdadır: İki kelime de fiildir ve bu keliÖRNEK SORU
melerde bu eklerden önce aynı ekler (geniş zaman
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
eki) kullanılmıştır.
A) Trenin zamanında kalkmaması, yolcuların canını
sıkıyor.
birazdan dizisini izlemeye başlayacaktır.” cümle-
B) Büyük kentlerdeki ulaşım sorunu gün geçtikçe
büyüyor.
ek fiilin ortak kullanıldığı bitirmiş ve başlayacak fiil-
C) Yağmurlu günlerin ardından güneşli günlerin gelmesi bekleniyor.
len geçmiş zaman eki olan “-miş”i, diğeri ise gelecek
D) Görevlilerin beyaz kravat ve koyu renk ceket giymesi gerekiyor.
E) Bu yıl, tahıl üretiminin daha da artacağı umuluyor.
146
“Bence o, ödevlerini çoktan bitirmiş ve
sinde anlatım bozukluğu vardır. Çünkü bu cümlede
lerin durumları aynı değildir. Bu fiillerden biri “öğrenizaman eki olan “-ecek”i almıştır. Cümle şöyle olmalıydı:
Bence o, ödevlerini çoktan bitirmiştir ve
birazdan dizisini izlemeye başlayacaktır.
Öğretici Metinler
ÖRNEK SORU (ÖSS - 2001)
Bu gazete, tirajını artırmak için hangi yöntemi denerse denesin istediği sonuca ulaşamıyor.
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
Bu gazetenin tirajının artırılması için hangi
yöntem denenirse denensin istenen sonuca ulaşılamıyor.
A) Bu anlaşmazlıkların giderilmesi için zamana
gerek var.
B) Bu konunun, öncelikle ve ayrıntılı bir biçimde ele
alınması gerekiyor.
C) Üyeler, onunla ilgili görüşlerini daha sonra açıklayacaklarını belirttiler.
ÖRNEK SORU
D) Mimar ya da mimarlıkla ilgileniyorsanız bu kitabı
mutlaka okuyun.
Her ne kadar şehir dışına taşınmışsa bile beklenen
rahatlığa kavuşulamamıştır.
E) Herkesin yaşamında birtakım sorunlar olduğunu
hepimiz biliriz.
Bu cümledeki anlatım bozukluğunu gidermek için
aşağıdaki değişikliklerin hangisi yapılmalıdır?
A) “kavuşulamamıştır” yerine “ulaşılamamıştır” sözcüğü getirilmeli
ÇÖZÜM :
B) “taşınmışsa” yerine “taşınsa” sözcüğü getirilmeli
ESEN YAYINLARI
C) “beklenen” yerine “beklediğimiz” sözcüğü getirilmeli
D) “taşınmışsa bile” yerine “taşınılmışsa da” sözü
getirilmeli
E) “bile”den sonra “nasılsa” sözcüğü getirilmeli
ÇÖZÜM:
e. Yüklemler arasında çatı bakımından uyumsuzluk bulunması: Edilgen fiiller, sözde; dönüşlü ve
etken fiiller gerçek öznelerle kullanılır.
Bu gazete, tirajını artırmak için hangi yöntemi denerse denesin istenen sonuca ulaşılamıyor.
Bu cümlede aynı özneye (bu gazete) bağlanan
fiillerden ve fiilimsilerden ikisinin edilgen (istenen,
ulaşılamıyor), ikisinin etken (artırmak, denerse denesin) olması, anlatım bozukluğuna neden olmuştur:
Bu gazete, tirajını artırmak için hangi yöntemi denerse denesin (bu gazete) istenen sonuca
ulaşılamıyor.
Cümledeki bozukluk, bütün fiillerin ya gerçek
ya da sözde özneye göre yeniden düzenlenmesiyle giderilebilir:
147
Öğretici Metinler
ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
6
Anlatım Bozuklukları
UYGULAMA
Aşağıdaki cümlelerde çeşitli nedenlerden kaynaklanan anlatım bozuklukları vardır. Bunların nedenlerini belirleyerek cümleleri doğru şekilde yazınız.
1.
Bence bu konuda onun haklı olduğunu sanmıyorum.
Anlatım bozukluğunun nedeni: Gereksiz kelime (bence-sanmıyorum) kullanılması
6.
Cümlenin doğru biçimi:
Cümlenin doğru biçimi: 1. Bu konuda onun
haklı olduğunu sanmıyorum.
2. Bence bu konuda o haklı.
7.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Festival süresince her gün düzenli olarak çıkacak olan “İlk Çekim” adlı siyah-beyaz dergi sinemaseverlere ücretsiz dağıtılacak.
Anlatım bozukluğunun nedeni:
Cümlenin doğru biçimi:
3.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Deprem kuşağı üzerinde olmasına rağmen
sağlam yapılmayan bu binalar bu yüzden dolayı depremde çabucak yıkılıyor.
Anlatım bozukluğunun nedeni:
Birbirlerini çok iyi anlar, inanırlardı.
Anlatım bozukluğunun nedeni:
Cümlenin doğru biçimi:
ESEN YAYINLARI
2.
O akşam ben kendi odama, Fatma da kendi
odasına çekilmişti.
Anlatım bozukluğunun nedeni:
8.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Arkadaşının sıkıntı çektiğini biliyor, sezdirmeden yardım ediyordu.
Anlatım bozukluğunun nedeni:
Cümlenin doğru biçimi:
Cümlenin doğru biçimi:
4.
5.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
O kurumda eğitim görmüş herkes, saygılı, hoşgörülü ve esnek olmak gibi çok önemli erdemler kazanmışlardır.
Anlatım bozukluğunun nedeni:
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Siyasi, askerî ve ekonomi alanlarında görüştüler.
Anlatım bozukluğunun nedeni:
9.
Cümlenin doğru biçimi:
Cümlenin doğru biçimi:
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
10. Takımlardan biri, ötekinin bitmek bilmeyen karşılıklı saldırılarına daha fazla dayanamadı.
Anlatım bozukluğunun nedeni:
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Seyircilerle biz eleştirmenler bir kez daha ters
düştü sanırım.
Anlatım bozukluğunun nedeni:
Cümlenin doğru biçimi:
Cümlenin doğru biçimi:
148
Öğretici Metinler
DOĞRU – YANLIŞ
1.
“Bu soruyu sorduğum herkes bana aynı
cevabı verdiler.” cümlesinde yüklemde
“-ler” ekinin kullanılması anlatım bozukluğuna neden olmuştur.
DOĞRU
6.
YANLIŞ
2.
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
7.
YANLIŞ
ESEN YAYINLARI
DOĞRU
3.
DOĞRU
8.
YANLIŞ
4.
9.
DOĞRU
YANLIŞ
5.
10.
DOĞRU
154
“Sabah erkenden bilgisayarının başına
oturur, akşama kadar da kalkmazdı.”
cümlesinde nesne eksikliğinden kaynaklanan bir anlatım bozukluğu vardır.
YANLIŞ
Öğretici Metinler
13. Sevda Hanım’a bu mahalledeki bütün kadınlar
15. Dişçiye hiç ya da çok seyrek gidiyorlar.
dert yakınır, sorunlarını anlatır.
Bu cümledeki anlatım bozukluğu nasıl gideri-
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdaki
lebilir?
değişikliklerin hangisiyle giderilebilir?
A) “dişçiye”den sonra “ya” sözcüğü getirilerek
A) “bu mahalledeki bütün kadınlar” yerine “bu
B) “çok” sözcüğü atılarak
mahallenin bütün kadınları” sözü getirilerek
C) “seyrek” yerine “az” sözcüğü getirilerek
B) “dert yakınır” yerine “dert yanar” sözü getiri-
D) “gidiyorlar” yerine “gitmezler” sözcüğü getiri-
lerek
lerek
C) “bütün” sözcüğü atılarak
E) “hiç” yerine “ya hiç gitmiyorlar” sözü getirile-
D) “sorunlarını anlatır”dan önce “ona” sözcüğü
rek
(ÖSS - 2008)
getirilerek
E) “anlatır” yerine “anlatırlar” sözcüğü getirilerek
ESEN YAYINLARI
(ÖSS - 2007)
14. (I) Araç yapabilme insanın insanlaşmasında
önemli bir aşamaydı. (II) Önceleri herkes yeteneği ölçüsünde kendi aracını yaptı ve kullandı. (III) Birlikte yaşamanın başlamasıyla her insan ortaklaşa üretilen bir aracın en iyi yapabildiği bölümünü üstlendi. (IV) Halk arasında da en
iyi yaptığı işle sevilir sayılır duruma düştü. (V)
Böylece insan yeteneklerinin keşfedildiği bu çalışmalarla sanatta yaratıcılığa giden ilk adımlar
atıldı.
16. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
A) Yarın, uzun sürecek bir iş gezisine çıkıyorum.
B) Kızımı Fransızca kursuna kayıt yaptırmak istiyorum.
C) Telefonumu nerede bıraktığımı hatırlamıyorum.
D) Bu kursta, güzel konuşmanın inceliklerini öğ-
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır?
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) Davete katılanların hemen hemen hepsini taE) V.
(ÖSS - 2007)
160
reniyorum.
nıyorum.
(ÖSS - 2009)
Öğretici Metinler
17. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
19. Evin, binbir çeşit meyve ağacı ve sebze yetişti-
bozukluğu vardır?
ren bir bahçesi var.
A) Sorumluluklarının bilincinde olmak, herkeste
Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdaki-
bulunan bir özellik değildir.
lerin hangisinden kaynaklanmaktadır?
B) Mesleğinizde belli bir düzeye gelebilmek ka-
A) Fiilimsinin edilgen olmamasından
dar geldiğiniz düzeyi korumak da önemlidir.
B) Bağlaç kullanılmasından
C) Azimle çalışmanın ne demek olduğunu, onla-
C) Özne eksikliğinden
rı görünce anladım.
D) Dolaylı tümleç eksikliğinden
D) Bu araştırmayı sonuçlandırmak, onlar için hiç
E) Ek fiil kullanılmamasından
de güç olmamıştır.
(LYS - 2012)
E) Bizim alacağımız başarı, aslında ülkemizin
başarısıdır.
ESEN YAYINLARI
(YGS - 2010)
18. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
A) Diplomalarını alacak öğrenciler salona sırayla giriş yaptılar.
B) Müjdeyi vermek için mutfağa, annesinin yanına heyecanla koştu.
C) Konuşmasına başlamadan önce dinleyicilere
şöyle bir baktı.
D) Eski öğrencilerin de katıldığı büyük bir toplantı düzenlediler.
E) Yarıyıl tatilinde yapılacak olan Amasra gezisi
20. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım
bozukluğu vardır?
A) Kurallara uymamakta ısrar ediyorsun.
B) Bu davranışımı tehdit olarak algıladığını belirtiyorsun.
C) Yaptıklarınla herkesi şaşırtmaya devam ediyorsun.
D) Bu sözlerinle beni sinirlendirmek için çalışıyorsun.
E) Sorduğun sorularla konuyu başka bir yere
çekmeye çalışıyorsun.
(YGS - 2013)
ertelendi.
(YGS - 2011)
161
Öğretici Metinler
3.
ANI (HATIRA)
maktan biraz uzak olsalar da araştırmacılar, tarihçiler ve biyografi yazarları açısından görmezden gelinemeyecek derecede önemli metinlerdir.
Kişilerin yaşadıkları ya da tanık oldukları bazı olayları, bu olayların üzerinden uzun bir zaman
geçtikten sonra yazıya aktarmalarıyla oluşan metinlere anı denir.
Anıların yalın, açık, duru, akıcı, sürükleyici ve
samimi bir anlatımla, olabildiğince nesnel bir tavırla;
gözlemlere ve sağlam bilgilere dayanılarak yazılması, metne ayrı bir değer katar. Anıların, bilgi verme niteliğine sahip olmalarının yanında, canlı, okuyucuya
zevk verici bir anlatıma sahip olmaları da son derece
önemlidir. Sadece kuru bilgilerin anlatıldığı, okuyucuya zevk vermeyen bir metin, anı niteliğinden sıyrılıp
bir tarih metnine dönüşme riskini taşır.
1. Tecrübelerden başkalarının da yararlanmasını istemek: Aynı yanlışların başkaları tarafından yapılmasına engel olmak, olumlu sonuçlar doğuracağına inanılan eylemlerin başkaları tarafından da yapılmasını sağlamak.
2. Nedeni, gelişme süreci, sonuçları tam olarak
bilinmeyen bazı olayların üzerindeki sis perdesini kaldırmak, böylelikle bu olayları açıklığa kavuşturmak ya da bu olayların farklı açılardan da görülebileceğini ortaya koymak.
3. Toplumsal, politik, ekonomik vb. değişimlerin
nedenlerinin irdelenmesine yardımcı olmak.
4. Unutulmaya yüz tutmuş hayat tarzlarını, değerler sistemini yeni kuşaklara tanıtmak ya
da bunların sürekliliğini sağlamaya çalışmak.
5. Tarih ve kamuoyu karşısında kendini aklamaya çalışmak ya da pişmanlıklarını dile getirmek.
Bir kişinin anıları okunarak o kişinin yaşadığı zaman diliminin türlü özellikleri, o zaman diliminde yaşamış kişilerin yaşam serüvenleri ve çeşitli özellikleri hakkında bilgi sahibi olunabilir. Bu anlamda anılar,
kişisel ve öznel yanlarından ötürü belge niteliği taşı-
ESEN YAYINLARI
Kişilerin, anılarını yazmalarının çeşitli nedenleri
vardır. Bir kişi, anılarını yazarak temelde insanlık tarihine kendisiyle ilgili bir not düşmek; kendi kuşağına ve kendinden sonrakilere “Bu dünyada ben de
yaşadım, beni tanıyın ve unutmayın!” demek ister. İnsana özgü bir gerçeklik olan “unutulmama
isteği”, anı metinleri aracılığıyla somut bir ürüne
dönüşür. Kişilerin, anılarını yazmalarının diğer nedenlerini “Bu dünyada ben de yaşadım, beni tanıyın
ve unutmayın!” yargısını merkeze alan farklı açılımlar içinde görmek doğru olacaktır. Bu açılımları şöyle sıralayabiliriz:
Anı, kişisel yaşamı konu alması, kişinin yaşadıklarını, tanık olduklarını ve duydukları dile getirdiği bir metin türü olması yönüyle “günlük”le benzerlik gösterir. Anıyla günlük arasındaki
en önemli fark, metinde anlatılanların yaşanmasıyla
yazıya aktarılması arasındaki zaman aralığının uzunluğu-kısalığıyla ilgilidir. Günlükte, yaşamakla yazmak
arasında çok kısa bir zaman aralığı vardır. Bu zaman
aralığı, birkaç günü geçmez, geçmemelidir. Anıda ise
bu zaman aralığı, on yıllarla ifade edilebilecek kadar
geniş olabilir.
Bir olayın yaşanmasının üzerinden yıllar geçtikten sonra yazıya aktarılmak istenmesi, bazı riskleri de beraberinde getirmektedir: Bunların en önemlisi aradan geçen onca süreden sonra yazarın bazı olayları ya tümden unutabilecek ya da eksik ve
yanlış hatırlayabilecek olmasıdır.
Anıya konu olan olayların üzerinden çok uzun
zaman geçmesine karşın yazarların bu olayları bugün yaşanmış gibi çok ayrıntılı anlatmaları ve bu metinlerde uzun diyaloglara yer vermeleri; okuyucuların kafasında bazı soru işaretlerinin oluşmasına neden olabilir. Okuyucunun okuduğu bir anı metni karşısında “Anı, sonuçta hatırlamalar üzerine kurulan bir metin türüdür. Aradan bunca sene geçmesine
rağmen yazar nasıl oluyor da bu olaylara ait en küçük ayrıntıları bile rahatlıkla hatırlayabiliyor?” sorusunu sormasına neden olabilecek bu durumun, yazarın
163
Öğretici Metinler
inandırıcılığına ve metnin samimiyetine gölge düşürebileceği unutulmamalıdır. Böyle bir soru, yayımlanma amacı güdülmeden oluşturulan günlüklerle ilgili
olarak sorulabilecek en son sorudur herhalde. Çünkü
günlükte anlatılan olay, unutulmaya neden olabilecek
bir süre geçmeden yazıya aktarılmak durumundadır.
kar. Hatta sadece kişilerin anlatıldığı anı metinleri bile vardır. Buradan yola çıkarak anıları iki ana başlık
altında inceleyebiliriz:
Anı yazma noktasında risk, günlük yazma noktasında avantaj olarak değerlendirilebilecek bazı durumlar, başka bir açıdan bakıldığında çok farklı şekilde de algılanabilir. Söz gelimi günlük yazarı, bir olayı, yaşarken ya da olayın üzerinden çok uzun bir süre
geçmemişken yazısını oluşturmak zorundadır. Bu zorunluluk, günlük yazarının söz konusu olayla ilgili bazı eksik ya da yanlış değerlendirmelerde bulunmasına neden olabilir. Anıda böyle bir durumun yaşanması güçtür. Çünkü olayların üzerinden uzun bir süre
geçmesi, anı yazarının o olaylarla ilgili eksik taşları yerli yerine oturtmasına, onlarla ilgili daha sağlıklı değerlendirmeler yapmasına olanak sağlayacaktır. Günlük yazarı, olaylara tek pencereden bakar;
o pencere, yazarın gözlemledikleri ve yaşadıklarıyla
sınırlıdır. Oysa anı yazarının geçmişe dönüp bakmasını sağlayan birçok pencere vardır: Olaylar geçmişte kalmış, başka kişilerin o olaylarla ilgili daha önce bilinmeyen görüşleri ortaya çıkmış, olaylar daha bir berraklığa kavuşmuştur. Bütün bunlar, anı
yazarının geçmişteki olayları farklı bakış açılarıyla değerlendirmesini, böylelikle gerçekleri olanca çıplaklığıyla ortaya koymasını ve günlüğe oranla daha
gerçekçi bir metin oluşturmasını olanaklı kılar. Elde
ne kadar çok veri varsa, olaylar da o kadar net biçimde açığa çıkmış olur. Resmî belgeler, mektuplar, başkaları tarafından yazılmış günlükler, anılar
vb. bu tür veriler arasında sayılabilir.
B. Kişi merkezli anılar: Herkes, hayatı boyunca çeşitli nedenlerle (yaşıt olmak, akraba olmak, arkadaş olmak, aynı kentte yaşıyor olmak, aynı kurumda çalışıyor olmak, aynı ya
da muhalif siyasi görüşlere sahip olmak vb.)
bazı kişilerle tanışır, onlarla yakın ya da uzak
bir iletişim ve etkileşim sürecine girer. Kişi
merkezli anılar, bazı kişilerin yazar üzerinde bıraktığı izlenimlerin ya da onlarla yaşanan bazı olayların anlatımı üzerine kurulmuş, kişilerin türlü özellikleri üzerinde yoğunlaşmış metinlerdir. Bu tür metinleri; yazarların, tanıdıkları kişilerin hayat öykülerini anlattıkları metinler olarak görmek
yanlıştır. Zaten kişilerin hayatlarının anlatıldığı bir metin, anı olmaktan çıkar, bir biyografiye dönüşür. Kişi merkezli anılarda yazar,
tanıdığı kişilerin, özellikle betimleyici anlatımdan yararlanarak karakteristik özelliklerini anlatır, yani o kişilerin portrelerini çizer,
onların kendisinde bıraktığı izlenimleri aktarır, onlarla yaşanmış ilginç ve önemli olayları dile getirir. Bunlar, bir bakıma yazara sorulan “Bu kişi sizin için ne anlam ifade ediyor, bu kişinin adını bugün duyduğunuzda neler hissediyorsunuz, bu kişiyle ilgili bir anınızı anlatır mısınız?” vb. soruların
cevabı olabilecek metinlerdir. Kişi merkezli
anılar, genellikle anı-portre niteliği taşır.
Anı ile günlük arasındaki farklardan biri de anlatılanların merkezinde kimin olduğu noktasında ortaya çıkmaktadır. Günlük, daha ben merkezli bir metin türüdür. Günlük yazarı daha çok kendi yaşadıklarını anlatır. Ama anı yazarı bazen kendisini geriye
çeker, sadece gözlem ve izlenimlerini aktarır. Kesin bir yargı ve genelleme olmamak kaydıyla bu konuda şöyle bir çıkarım yapılabilir: Günlük, yaşananların, günlük tutan kişi üzerindeki etkilerinin; anı
ise toplumun geneli üzerindeki etkilerinin anlatılmasına daha uygun metin türleridir.
Anı, sadece olayların anlatıldığı bir metin türü
değildir. Anılarda olaylar kadar kişiler de ön plana çı164
ESEN YAYINLARI
A. Olay merkezli anılar: Adından da anlaşılacağı üzere bu tür metinlerde yazar, yaşadığı,
tanık olduğu ya da duyduğu olayları anlatır.
Anılar temelde öyküleyici anlatım türünden
yararlanılarak yazılır. Hem olay çevresinde gelişen
edebî metinlerin hem de kişisel hayatı konu alan öğretici metinlerin oluşturulmasında kullanılan bir anlatım türü olan öyküleyici anlatımda beş öge önemli rol
üstlenir: Olay, kişi, zaman, mekân, anlatıcı. Bunlardan “olay” ve “anlatıcı” kavramları üzerinde duralım:
Bir arada bulunmak zorunda olan en az iki kişinin
veya iki kişi yerine geçen kavram veya varlığın bireysel farklılıklar sebebiyle karşı karşıya gelmesi veya çatışması sonucu ortaya çıkan eyleme olay denir. Bu eylem, başka eylemlerin oluşmasını da sağlayıp bir ey-
Öğretici Metinler
nına gittim. Ağaca bir cevizden biraz büyükçe ve çok
düzgün yuvarlak bir delik açmış olduğunu gördüm. İlkin bu deliğin içine yuva yapacağını sandım.” cümlelerinde sözü edilen eylemleri (gittim, gördüm, sandım) yapanla bunları anlatanlar farklı kişiler değildir.
O olay zincirini gerçekleştiren de anlatan da yazarın kendisidir. Olay zinciri, kurmaca kişiler tarafından
gerçekleştirilmediği ve kurmaca anlatıcılar tarafından
anlatılmadığı için bu tür metinler gerçek bir anlatıcı
olan yazarın “ben” (birinci tekil kişi) merkezli anlatımı etrafında şekillenir.
Anı metinlerinde öyküleyici anlatımın yanında betimleyici, açıklayıcı ve söyleşmeye bağlı anlatım türlerinden de yararlanılabilir. Betimleyici anlatım, özellikle kişi merkezli
anılarda kişilerin fiziksel ve ruhsal özelliklerinin
anlatılmasında, açıklayıcı anlatım bazı olayların nedenlerinin ortaya konmasında, söyleşmeye bağlı anlatım ise kişilerin konuşmalarının aktarılması sırasında kullanılır.
Öyküleyici anlatımda olayları anlatan kişiye anlatıcı denir. Öyküleyici anlatımla oluşturulan edebî
metinlerin (hikâye, roman vb.) anlatıcılarıyla öyküleyici anlatımla oluşturulan öğretici metinlerin anlatıcıları, nitelik bakımından farklılık gösterir. Edebî metinleri oluşturan bütün unsurlar kurmacadır. Yani bu
tür metinlerde anlatılan olaylar, kişiler, zamanlar, mekânlar gerçek dünyada var oldukları için değil, metnin yazarı tarafından var edildikleri için vardır. Aynı şekilde bu metinlerdeki olay örgülerinin anlatıcıları da kurmacadır: Metnin yazarı başka, anlatıcısı başkadır. Anlatıcıyı da var eden yazarın kendisidir. Yazar, olayların anlatıcısını bazen metindeki kahramanlar (kahraman anlatıcının bakış açısı) bazen olay örgüsünü gözlemleyenler arasından seçer (gözlemci
anlatıcının bakış açısı), bazen de her şeyi bilen bir
anlatıcı (ilâhî bakış açısı) yaratır. Bu anlatıcıların ortak özelliği, yazar tarafından yaratılmış, kurmaca anlatıcılar olmalarıdır.
Öyküleyici anlatımla oluşturulmuş anı, günlük,
gezi yazısı gibi öğretici metinlerin anlatıcıları ise gerçek kişilerdir. Bu kişiler, o metinleri oluşturan yazarların kendileridir. Söz gelimi bir anı metninde geçen
“Birkaç gün sonra kuşun delmeye çalıştığı ağacın ya-
Anılarda dil çoğunlukla göndergesel işlevde ve heyecana bağlı işlevde kullanılır.
ANININ TAR‹HSEL GEL‹fi‹M‹
ESEN YAYINLARI
lem dizisine dönüştüğünde şu adlardan birini alır: Olay
zinciri, olay örgüsü. Öğretici metinlerde anlatılan eylem dizisine olay zinciri, kurmaca metinlerde anlatılan eylem dizisine ise olay örgüsü denir. Olay çevresinde gelişen edebî metinler (öykü, roman vb.) birer
kurmacadır. Dolayısıyla bu tür metinlerde anlatılanlar,
“olay örgüsü” bağlamında değerlendirilir. Gezi yazısı,
günce, mektup, anı gibi kişisel hayatı konu alan öğretici metinler ise kurmaca dünyada değil gerçek dünyada var olan, yaşanmış olaylar üzerine kurulur. Bu nedenle de bu tür metinlerde anlatılan olaylar olay zinciri bağlamında ele alınır.
Anı türünün tarihsel gelişimini anlatmadan önce
bazı metinlerin sınıflandırılmasının güçlüğüyle ilgili
şöyle bir saptama yapabiliriz: Özellikle eski çağlarda
oluşturulan kimi eserlerde yazarlar; hayat, bilim, tarih,
edebiyat, sanat, felsefe, din gibi çok çeşitli alanlardaki görüşlerini aynı metin üzerinde anlatma, bu metinleri de çoğunlukla anılarıyla ya da söylencelerle zenginleştirme yoluna gitmişlerdir. Metin türlerinin kendilerine özgü temel nitelikleri uzun bir süreç içinde
oluşmuştur. Bu süreç, günümüzde de devam etmektedir. Metinleri anı, biyografi, otobiyografi, gezi yazısı vb. adlar altında toplamak, ancak Modern Dönem
edebiyat incelemelerinde ortaya çıkan bir sınıflandırma yöntemidir. Bütün bunlar dikkate alınırsa özellikle eski çağlarda oluşturulmuş bazı metinlerin belli bir
metin türüne dâhil edilerek sınıflandırılmasının çok
da kolay olmadığı anlaşılacaktır. Aslında bu, sadece
eski çağlara özgü bir sorun değildir. Günümüzde de
benzer sorunlar vardır. Söz gelimi bir biyografi yazarının, biyografisini yazdığı kişiyle ilgili bilgiler verirken
bir taraftan da o kişiyle ilgili anılarını anlatması, ortaya çıkacak metnin sınıflandırılmasını güçleştirecektir.
Bu konuda sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Anının,
kişisel yaşamı konu alan bir metin türü olması ve geçmişteki olayların aktarılması üzerine kurulması, bazı eserlerin metin türü bakımından sınıflandırılmasını
özellikle anı-gezi yazısı-günlük-otobiyografi-biyografi
noktasında zorlaştırmaktadır.
165
Öğretici Metinler
Anı türünün, Doğu toplumlarında da uzun bir
geçmişinin olduğu söylenebilir. Genellikle bilge kişilerin ve peygamberlerin yaşamları çevresinde gelişen olayların anlatılmasıyla oluşturulan bu anılar, çoğunlukla kutsal inançlar ve kavramlar bağlamında sözlü gelenek içinde yaşatılmış ve zaman içinde yazıya aktarılmıştır. Söz gelimi İslam’da Hazreti Muhammed’in sözlerinin, davranışlarının ve yaşadığı olayların öğrenilmesi ve öğretilmesiyle ilgili kesin kuralların bulunması; sünnet terimiyle karşılanan
bu söz ve davranışların zaman içinde yazıya aktarılması ve bunların hadis bilimi ışığında incelenmesi
ve değerlendirilmesi sonucunu doğurmuştur. Hazreti
Muhammed’in sözlerinin, davranışlarının ve yaşadığı
olayların; bunlara tanıklık eden kişiler tarafından başkalarına, bir süre sonra da yazıya aktarılmasıyla oluş166
turulan metinler (hadis kitapları), edebiyat incelemesi
açısından anı türünde oluşturulan metinlerle önemli
benzerlikler göstermektedir. En önemlisi Sahih-i Buhari olan bu kitapları, klasik anı kitaplarından ayıran
iki önemli fark vardır:
1. Klasik anı kitapları, edebiyatın, edebiyat tarihinin ve edebiyat biliminin ilgi alanına girerken bu kitaplar temelde başka bir bilim dalının (hadis biliminin) inceleme alanına girer.
2. Klasik anı kitapları, bir kişinin kendisinin yaşadığı ya da tanık olduğu olayları anlatmasıyla oluşturulurken bu kitaplar farklı kişilerin
aynı kişiyle ilgili anılarını anlatmalarıyla oluşturulur. Yani bu tür kitaplar farklı kişilerin aynı kişiyle ilgili çeşitli anılarının yer aldığı birer
“anı seçkisi” olarak da düşünülebilir.
TÜRK EDEB‹YATINDA ANI
ESEN YAYINLARI
Anı türünde yazılmış eserlerin ilkinin, Anabasis olduğu kabul edilir. Ksenophon’un bu eseri Türkçeye Onbinlerin Dönüşü ismiyle
çevrilmiştir. Eserle ilgili olarak şu bilgiyi
verebiliriz: Pers prensi Kyros, Pers tahtını ele geçirmek için
Ksenophon
ağabeyi Kral Artakserkses’e karşı Yunan paralı askerlerini de içine alan bir orduyla MÖ
401’de Lidya’nın Sardes kentinden yola çıkmış, “Anabasis”in yazarı Ksenophon da bu sefere bir “savaş
muhabiri” olarak katılmıştır. Fırat üzerinde Kunaksa’da yapılan savaşta Prens Kyros ve generalleri öldürülünce kaderin bir cilvesi olarak Ksenophon savaş
muhabirliğinden ordu komutanlığına geçmiş ve savaşı kazanmayı başarmıştır. Ardından Yunan ordusunu Anadolu içlerinden kuzeydoğuya doğru yürütmüş, Karadeniz kıyılarından yola devam ederek onların anayurtlarına dönmelerini sağlamıştır. Anabasis,
yurtlarından 2400 km uzakta, düşman bir ülkede kalan bu askerleri kurtuluşa kavuşturan Ksenophon’un
ve çevresindekilerin başlarından geçen akıl almaz
serüvenlerin anlatıldığı bir eserdir. Bu eser, bazı yönleriyle otobiyografi, bazı yönleriyle gezi yazısı niteliği
taşımasına karşın daha çok anı türünün özelliklerini
üzerinde taşımaktadır.
Orhun Abideleri’nin bazı bölümleri anı türündeki metinlerle çeşitli açılardan benzerlik gösterse
de Türk edebiyatında anı türünde yazılan ilk eserin,
Hindistan’da Babür İmparatorluğunu kuran Babür
Şah’ın Vakâyî’si olduğu kabul edilir. Babür Şah, Babürnâme olarak da anılan bu eserinde 1494 yılında
tahta çıkışından 1524’e kadar yaşadığı çeşitli olayları anlatmıştır. Çağatay lehçesiyle yazılan “Babürnâme”, birçok açıdan gezi yazıları ve otobiyografilerle
benzer nitelikler taşımaktadır.
Hive hanlarından Ebülgazi Bahadır Han’ın 17.
yüzyılın ikinci yarısında yazdığı Şecere-i Türk, yer
yer anı karakteri gösteren bir tarih kitabıdır. Ebülgazi Bahadır Han, bu eserinde temelde tarihsel bilgiler
aktarmakla birlikte kendi başından geçen bazı ilginç
olayları da anlatmıştır.
Eserlerinde yaşam serüveninden ve anılarından
söz eden başka bir kişi de 17. yüzyıl bilgin ve düşünürlerinden Kâtip Çelebi’dir. Yaşadığı zaman dilimini her açıdan aşmış bir kişi olan Kâtip Çelebi, Süllemiü’l-Vusûl, Mizanü’l-Hak, Fezleke, Cihannüma,
Keşfü’z-Zunun gibi eserlerinin kimi yerlerinde anılarına yer vermiştir.
Bunların dışında bazı yazarlar, tarih kitapları,
vakayinâmeler, sefaretnâmeler, seyahatnâmeler
ve şuara tezkirelerinin bazı bölümlerinde anı niteliği taşıyan bölümler oluşturmuşlardır. 16. yüzyıl tezki-
Öğretici Metinler
recilerinden Âşık Paşa’nın Meşâirü’ş-Şuârâ (Şairlerin Duyuları) isimli eseri, içinde anı niteliği taşıyan metin parçalarının bulunduğu şuara tezkirelerine örnek gösterilebilir. Yazar, bu eserin ön sözünde kendi hayatından çeşitli
kesitler sunmuş, bu yönüyle eserine, otobiyografi ve anı metinlerine özgü bazı nitelikler katmıştır.
Anıların yazılması ve yayımlanması Tanzimat, özellikle de Cumhuriyet sonrasında büyük bir hız
kazanmış, Tanzimat’ın ilanından günümüze dek yüzlerce anı kitabı yayımlanmıştır.
Abdülhak Şinasi Hisar
Boğaziçi Yalıları
Geçmiş Zaman Köşkleri
Ahmet Rasim
Falaka
Gecelerim
Fuhş-i Atik
Muharrir, Şair, Edip
Ahmet Oktay
Gizli Çekmece
Ahmet İhsan Tokgöz
Matbuat Hâtıralarım
Altan Deliorman
Kırık Kanatlı Bir JönTürk
Sessiz Bir Ses
Altan Öymen
Bir Dönem Bir Çocuk
Değişim Yılları
Celâl Bayar
Ben de Yazdım
Emre Kongar
Ben Müsteşarken
Ergun Göze
Yaşasın Hâtıralar
Falih Rıfkı Atay
Zeytindağı
Atatürk’ün Bana Anlattıkları
Gülriz Sururi
Bir An Gelir
Kıldan İnce Kılıçtan Keskince
Haldun Taner
Ölür İse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil
Halide Edip Adıvar
Mor Salkımlı Ev
Türk’ün Ateşle İmtihanı
Halit Fahri Ozansoy
Edebiyatçılar Çevremde
Edebiyatçılar Geçiyor
Halit Ziya Uşaklıgil
Kırk Yıl
Saray ve Ötesi
Bir Acı Hikâye
Hasan Cemal
Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim
Hüseyin Cahit Yalçın
Edebî Hatıralar
Kavgalarım
Siyasal Anılar
Kâzım Karabekir
İstiklâl Harbimiz
Mina Urgan
Bir Dinozorun Anıları
Muallim Naci
Ömer’in Çocukluğu
Oktay Akbal
Şair Dostlarım
Refik Halit Karay
Üç Nesil-Üç Hayat
Samet Ağaoğlu
Babamın Arkadaşları
Yahya Kemal Beyatlı
Siyasi ve Edebî Portreler
Aşina Yüzler
Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Anamın Kitabı
Vatan Yolunda
Gençlik ve Edebiyat Hatıraları
Zoraki Diplomat
Politikada Kırk Beş Yıl
Yusuf Ziya Ortaç
Portreler
Ziya Paşa
Defter-i Âmal
Bizim Yokuş
167
Öğretici Metinler
Halit Fahri Ozansoy’dan
AŞÇI ÇAVUŞ’UN DÜKKÂNINDA TİYATRO VE PAÇA SOHBETLERİ
Altıyol ağzından Keresteciler’e doğru inen dar
sokağın başında küçük bir aşçı dükkânı vardı ki öğle
ve akşam yemeklerimizi arkadaşlarla ekseriya o dükkânda yerdik. Aşçının adı meçhulümüzdü, onu bütün
müşterileri gibi sadece lâkabı ile çağırıyorduk: Çavuş.
İşte bu Çavuş’un dükkânı da Mütareke’nin parasızlık günlerinde, aylarında ve yıllarında, Kadıköyü’nde oturan birçok şair, filozof, muallim ve gazetecilerin uğrağı olmuştu. Çünkü yavaş yavaş deftere veresiye kapısını açması, bu rağbeti pek haklı olarak çoğaltıyordu! Dükkânın en civcivli zamanları, akşam yemeklerinde idi. Bizim kafileden münavebe ile
(nöbetleşe) kimler gelmezdi ki? Ahmet Haşim, Faruk Nafiz, Cemil Sena, Hâşim Nahit, Reşit Paşazade
Akif, Reşat Nuri, Fahri Celâl, Fecir Kütüphanesi sahibi Cevdet ve daha hatırlamadığım bazı çehreler...
Bunların bir kısmı, ara sıra, haftanın rastgele günlerinde veya akşamlarında bu dükkâna uğrarlar, fakat
birkaçı da benim gibi her gün öğle ve akşam yemeklerini burada yerlerdi. Bilhassa felsefeci Cemil Sena,
şair ve içtimaiyat (sosyoloji) amatörü Hâşim Nahit,
kütüphaneci Cevdet, bu dükkânın devamlı ve kıdemli müşterilerindendi.
Bazı geceler, Çavuş’un meşhur paçası ile böbrek veya pirzolasını yedikten sonra lakırtıyı o kadar
uzatırdık ki köşede bekleyen zavallı aşçının gözleri,
duvarda asılı teneke arkalıklı lambasının sönük ışıkları gibi süzülürdü. Bazen de dükkânın önüne çıkar,
hazin hazin içeriye bakarak bir eli kepenkte, bizim insafa gelip çıkmamızı beklerdi.
...
Hâşim Nahit şiire, içtimaiyata meraklı olduğu kadar sıhhatine de meraklı idi. Kendisinde en hafif bir
kırıklık hissetse, derhal perhiz etmeyi düşünürdü. Düşünürdü diyorum, çünkü tatbik ettiğini görmüş değilim. Bilakis bu perhiz arzusunun onda tamamıyla zıt
tecellilerine şahit olmuşumdur. Bazen de kuvvetli yemek arzusuna kapılırdı. O zaman da -kaderin bir cilvesi mi diyeyim- mutlaka en son akla gelecek, kalorisi
pek öyle methe sığmaz gıdalara kaşık veya çatal salardı. İçtimaiyatçı şairin her iki zıt yemek usulü için şu
anda hatırladığım şu iki fıkrasını nakledeyim:
Bir akşam Kadıköy iskelesinde son vapurdan kol
kola beraber çıkmıştık. Hâşim Nahit suratlı idi. “Gene
nen var?” dedim. “Midem bozuk, bu akşam süt içeceğim.”
cevabını verdi. Yolda sütçüye uğradık. Aksi gibi süt kalmamış. Hâşim Nahit’in burnu
büsbütün uzadı, kaşları çatıldı, koyu esmer yüzünde tebessüm namına değil, sanki hayat namına bir şey kalmadı. Bir lahza sonra “Bir
yerde süt yahut yoğurt bulurum.” diye benden ayrıldı. Ben Çavuş’a yemeğe gidiyordum. O, tabii oraya gelmeyecekti. Çünkü Çavuş’ta
ekseriya ne süt ne yoğurt bulunurdu. Bir saat sonra tekrar buluştuk, ilk sözüm, süt
içip içmediğini sormak oldu.
Ne cevap verse beğenirsiniz:
“Hayır, sütten vazgeçtim, yukarıdaki Ermeni lokantacının
önünden geçerken camdaki
zeytinyağlı dolmaya imrendim, dolma yedim.” Mide bozukluğunun tedavisi için süt
ve yoğurdu yalnız düşünmek
lâzım geldiğini, sonra zeytinyağlı dolma bile yenebileceğini o zamana kadar kimseden işitmemiştim. Bu tarzda
perhizi sanırım ki siz de başkasından duymamışsınızdır.
Hâşim Nahit bir akşam
da Ahçı Çavuş’a biz yokken uğramış: “Bana” demiş,
“Şöyle kuvvetli bir kap yemek
getir!” Çavuş, listeyi saymış,
beriki beğenmemiş. “Daha
Faruk Nafiz Çamlıbel
Tahir Nadi
Cemil Sena
Hâşim Nahit
175
Öğretici Metinler
kuvvetli yemek yok mu?” diye çıkışmış. Bunun üzerine Çavuş başlamış aklına gelen kuvvetli yemekleri saymaya: Biftek, kotlet, omlet, böbrek ve daha bunun gibi şeyler... Hâşim Nahit, Çavuş’un bütün saydıklarına karşı suratını ekşitip “Hayır!” manasına kafasını sallıyormuş. Nihayet aşçı bütün tencere repertuarını sayıp tüketince bizimki birdenbire başını yukarıya kaldırmış ve Çavuş’a: “Paça yok mu?” diye sormuş. Çavuş da boş bulunmuş: “A beyim!” demiş, “Koyun filetosuna kadar saydım, beğenmedin, bacağından ne kuvvet alacaksın!” Vay, sen misin bunu söyleyen! Şair hemen hiddetle gazetelerini koltuğuna sıkıştırıp: “Bu ne küstahlık!” diye haykırarak dükkândan dışarıya fırlamış. Bu hadise, sinirlerini o kadar
berbat etmişti ki günlerce ne Şemsettin Sami lügatine bakarak Bergson’dan tercümeler yapabilmiş ne de
“taş, ataş” kafiyeli şiirler yazabilmişti. “O dükkâna artık siz de uğramayın!” diye bize de söylenip duruyordu. Bu orijinal arkadaş, şimdi nerededir, bilmiyorum.
Birkaç yıl evvel Paris’e gitmişti. Belki gene oradadır.
Acaba Mont Parnasse bar ve lokantalarında paça arıyor mu dersiniz?
...
ÖMER SEYFETTİN’İN ÖLÜMÜ VE
ONA AİT HATIRALARIM
Bir gün mektebe giderken yolda Ali Canip’e
rastlamıştım. Bana Ömer Seyfettin’in çok fena hasta olduğunu, Haydarpaşa Hastanesine kaldırdıklarını
söyledi. Dehşetli müteessir oldum. İki gün sonra ben
vakit bulup kendisini görmeye gidemeden de ölümünü işittim ve ancak cenazesinde bulunabildim.
Ömer Seyfettin
176
Ali Canip Yöntem
Zavallı Ömer! Hastalanıp hastaneye yollanışından on beş gün evvel bir gece Şemsitap Mahallesi’ndeki odamda bana misafir gelmişti. O akşam başka gelen olmamıştı. İki saat baş başa, bir mangal
karşısında, memleketten, harpten ve nihayet edebiyattan konuşmuştuk. Bir aralık elini uzatarak yazıhanemin üstündeki küçük kırmızı maroken kaplı bir cildi almıştı. Bu kitap, Şeyh Galib’in “Hüsn ü Aşk”ı idi.
Derhal açtı, bir yerinden okumaya başladı. Dede’nin
mısralarını ne içli, ne hazin bir sesle okuyordu! En
sonunda bir mısrayı çok beğendi ve kitabı dizlerinin
üstüne bırakıp sanki tâ karşısında kabaran bir sakalı okşuyormuş gibi ellerini havada dolaştırdı: “Ah cancağızım, sakalını seveyim, neler de yazmış!” diye
söylendi. İşte Ömer’in kulaklarımda çınlayan son sesi ve gözlerimin önünde kalan son jesti...
...
Onu yakından tanıyan bütün bir nesil edebiyatçıları bir yere gelip duyduklarını ve bildiklerini yazsalar ve bir yere toplasalar muhakkak ki kocaman
bir kitap dolar. Bu fıkraların dilden dile dolaşan pek
meşhurları da vardır. Ben yalnız Ömer’den dinlediğim bir tanesini anlatayım: Malum ya! Ömer Seyfettin, vaktiyle zabitti ve Makedonya’da uzun zaman eşkıya takibinde uğraştıktan sonra nihayet Balkan Harbi’nde galiba Komanova taraflarında taburu ile Sırplara karşı çıkmıştı. Bundan sonrasını onun ağzından
anlatayım:
— Cancağızım, bir yerde bir siperin içine büzülmüş kalmıştık. Sırplar karşıki sırtı tutmuşlar, ağaçlar
arasına Nuh Nebi’den kalma bir top koymuşlardı. Herifler kalabalıktı. Biz yerimizden kıpırdamıyorduk. On-
Öğretici Metinler
KADIKÖY LİSESİNDE NİYAZİ TEVFİK’İN
CERBEZESİ VE TAHİR NADİ’NİN HİCVİYELERİ
Halit Fahri Ozansoy
lar da bize saldırmıyorlardı. Eh, bu fena değil. Fakat
işin berbat tarafı, heriflerin psikolog topçu olması idi.
Ben hayretle sordum:
— Aman Ömer! Nasıl şey o? Psikolog topçu?
— Nasıl olacak? Her şeyden evvel benim neferlerimin sinirlerini bozmaya başladılar.
— Ne suretle?
— İşte o eski top sayesinde... Her iki saatte bir
karşıdan bir gacırtıdır başlardı. Bu gacırtı, topun kurulması idi. Galiba zincirleri de vardı bu topun. Bir takım şangırtılar şungurtular da olurdu ve aynı zamanda gacırtı hiç durmadan devam ederdi. Bu ses başladı mı bizim siperdeki neferler de haykırışmaya başlarlardı:
— Ulen, ulen, geliyor, geliyor!
Gelen topun güllesi ama bir türlü kolay gelemezdi. Tam yirmi dakika süren bu gacırtılar sonunda, ağaçların arasından siyah bir namlunun ağır ağır
yükseldiğini görürdük ve bu siyah ağzın karşısında
benim siperdeki bağrışmalar gittikçe ziyadeleşirdi:
Ahmet Haşim, bir aralık, benim Şemsitap Mahallesi’ndeki pansiyonuma bitişik olan Bayan Peruz’un evine pansiyoner olmuştu. Fakat evvelce yazdığım gibi, artık bütün tanıdıklarınca mütearife hâlini alan geçimsizliği yüzünden bir ay geçmeden gene
bir gürültü çıkarıp başka bir mahallede başka bir eve
çekilmiş gitmişti. Peruz’un evine de o tarihte Kadıköy
Lisesi müdürü bulunan Bay Niyazi Tevfik yerleşmişti.
Bu suretle ben, mektepte bütün gün, muallim odasında gür sesiyle bütün arkadaşların sesini bastıran müdürümüzün mahallede de komşusu olmuştum. Her
sabah, o benden evvel evinden çıkardı ve her defa sokaktan Bayan Peruz’a şöyle seslendiğini duyardım: “Peruz Hanım, hakkını helâl et!” Bir gün dayanamadım, kendisine sordum: “Kuzum Niyazi Bey! Söyle Allah aşkına. Niçin her sabah Peruz Hanım’la vedalaşmadan yola çıkmıyorsun?” Bana şu cevabı verdi: “Azizim Halit Fahri! Biliyorsun bizim sokaklar tekin
değildir. Mesela telefon santralinin duvarına demir
kepenkler dayalıdır. Geçen arabaların sarsıntısından
bir kaydılar mı doğru insanın kafasına inerler ve eceli de geldi ise insan ölebilir. Biraz aşağıdaki Makbule
yahut Fatma Hanım’ın penceresindeki fesleğen saksısı da önünde hail (engel) olmadığından aşağıya yuvarlandı mı gene insanın kafasını patlatabilir. Daha
bunun gibi görünür görünmez birçok tehlike vardır.
İşte onun için ben her sabah bana evin kapısını açıp
beni dışarıya çıkaranla vedalaşırım!”
...
— Ulen, ulen, geliyor, geliyor!
Nihayet “Gümm!” değil, aşağı yukarı “Pafff!” diye bir sesle top patlardı ve düşman bizim siperle kendi siperleri arasında toprağa bir gülle sokabilirdi. Bu
güllenin iki metre daha bizim tarafa yaklaşmayacağını artık tecrübe ile anlamıştık ama sinirlerimizi bozan
o gacırtı, bizi böyle danalar gibi bağırtırdı. İşte cancağızım, psikolog topçu buna derler.
Ahmet Haşim
...
(Halit Fahri Ozansoy, Edebiyatçılar Geçiyor)
177
Öğretici Metinler
EŞLEŞTİRME
ESER
YAZAR
1
Gecelerim
A
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
2
Kırk Yıl
B
Falih Rıfkı Atay
3
Üç Nesil-Üç Hayat
C
Refik Halit Karay
4
Politikada Kırk Beş Yıl
D
Halit Ziya Uşaklıgil
5
Zeytindağı
E
Ahmet Rasim
188
Öğretici Metinler
4.
B‹YOGRAF‹ (HAYAT H‹KÂYES‹)
OTOB‹YOGRAF‹ (ÖZ YAfiAM ÖYKÜSÜ)
Kendi alanlarında ünlü olmuş siyasetçi, bürokrat, asker, edebiyatçı, sporcu, bilim adamı, sanatçı,
edebiyatçı, gazeteci, iş adamı vb.nin yaşam serüvenlerinin anlatıldığı, eserlerinin tanıtıldığı, ülkelerine ve
insanlığına neler kazandırdıklarının ya da kaybettirdiklerinin dile getirildiği metinlere biyografi (hayat hikâyesi, yaşam öyküsü) denir. Eskiden bu tür metinlere tercüme-i hâl denirdi.
Biyografi yazarı, metnini oluştururken şunlara
dikkat etmelidir:
1. Biyografi yazarı, bir bilim adamı titizliğiyle
çalışmalı, tarafsız ve gerçekçi olmalıdır. Biyografisini anlattığı kişiye “dost-düşman, iyi-kötü” gibi kategorik yaklaşımların dışına çıkarak, “yaşamı ve eserleri, nesnel bakış açısıyla yansıtılacak bir kişi” olarak
ması; bazı gerçekleri çarpıtmasına ve söz konusu kişiyi övgüler ya da yergilerle anlatmasına yol açabilir ki bu da oluşturacağı metnin inandırıcılığına gölge
düşürür.
2. Biyografi yazarı, anlatacağı kişiyle ilgili birtakım araştırmalar yapmalı, metnini oluşturmaya daha sonra geçmelidir. Bu araştırmalar, bazı belgelerin
incelenmesi, biyografisi yazılacak kişinin ve onu tanıyan kişilerin mektup, günlük ve anılarının okunması, biyografisi yazılacak kişinin yaşadığı döneme ait
tarihî, siyasi, sosyal, edebî vb. olayların öğrenilmesi
sürecini içerir. Biyografisi yazılacak kişi, hayattaysa
kendisiyle mutlaka görüşülmeli, bu görüşmeler kayda
geçirilmeli, mümkünse bunun için bir kamera kullanılmalıdır. Biyografisi yazılacak kişiyi tanıyanlar hayattaysa onlardan da söz konusu kişiyle ilgili bazı bilgiler
alınmaya çalışılmalı, bu kişilerin anılarından yararlanma yoluna gidilmelidir. Yazarın yeri geldikçe bu bilgi,
belge ve kişilerden söz ederek anlattıklarını bunlara
dayandırması, hem o kişinin yaşamının tüm boyutlarıyla ortaya konmasını hem de oluşturulacak metnin
inandırıcılık niteliğine sahip olmasını kolaylaştırır.
ESEN YAYINLARI
bakmalıdır. Yazarın öznel bir bakış açısına sahip ol-
3. Biyografiler, öğretici metin türleri içinde yer
alır. Bilgilendirme, bu metinlerin temel yazılış
amacıdır. Ama bir metnin, öğretici nitelikler taşıması
o metnin aynı zamanda ilgi çekici bir metin olmasına
engel değildir. Bir biyografi metninin hem bilgi verici
hem de ilgi çekici olması, o metnin daha çok kişi tarafından okunmasını sağlar. Herkesçe bilinen gerçeklerin tekrarından öteye geçemeyen, merakları gideremeyen ve okuyucuda söz konusu kişiyle ilgili olarak
“Bu kişinin yaşamında merak uyandıracak herhangi bir şey yok.” yargısının oluşmasına neden olan biyografi metinlerinin, ilgi çekici metinler olduklarını ve
geniş bir okuyucu kitlesine hitap ettiklerini söylemek
çok güçtür. Biyografi metni, biyografisi anlatılan kişinin “önemli” ve “farklı” taraflarının görülmesini sağlamalıdır. Bu da büyük ölçüde o kişinin diğer insanlardan farklı, özgün, sıra dışı niteliklerinin ortaya konmasına ve yaptıklarının toplumdaki etkilerinin dile getirilmesine bağlıdır.
4. Bütün öğretici metinlerde olduğu gibi biyografi metinlerinde de anlaşılır olmak, temel şarttır. Bu
tür metinlerin açık, yalın, duru, akıcı ve sürükleyici bir anlatıma sahip olması, okuyucuların bu metinlerde dile getirilenleri anlamalarını ve yorumlamalarını kolaylaştırır.
5. Biyografiler, kültür ve uygarlık tarihi açısından büyük önem taşıyan metinlerdir. Bu metinler, önemli kişilerin hayatlarının, kişiliklerinin ve eserlerinin yeni kuşaklara tanıtılmasında önemli rol oynar. Kültürel değerlerin ve bu değerlerin yaratıcılarının geçmişin karanlıklarından çıkarılarak hayatın içine dâhil edilmesini, böylece de bu değerler sisteminin sürerlik kazanmasını sağlar.
6. Biyografi metinlerinin kısalığı-uzunluğuyla ilgili bir sınır çizilemez. Bir biyografi metni antolojilerde, ansiklopedilerde, yıllıklarda, kitapların ilk sayfalarında ya da arka kapaklarında birkaç paragraf ya
da sayfayla sınırlandırılmış olabileceği gibi birkaç yüz
sayfalık uzun bir metin de olabilir. Bir kitap hacmine
ulaşmayan biyografilerde; kişinin yaşamı, karakteris189
Öğretici Metinler
ları, birer monografi olarak da değerlendirilebilir. Bu
tür metinlerdeki düzeni Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çoban’ın
Ahmet Haşim’in biyografisini ele aldığı “Göller ve Çöller Şairi Ahmet Haşim” isimli yapıtından yola çıkarak somutlaştırabiliriz. Yazar bu yapıtında Ahmet Haşim’in hayat hikâyesini, türlü özelliklerini ve şiirlerini
şu başlıklar altında incelemiştir:
tik özellikleri ve eserleri hakkında kısa bilgiler verilir,
bunlar ana hatlarıyla belirtilir. Kitabımızın bu bölümündeki örnek metinler, bu tür kısa biyografi metinleridir.
7. Bir tek kişinin biyografisini ele alan, bu kişiyi bütün yönleriyle okuyuculara tanıtmayı amaçlayan, belli bir düzene göre oluşturulan biyografi kitap-
BİRİNCİ BÖLÜM: HAYATI - KİŞİLİĞİ - SANATI
Hayatı
1. Çocukluğu ve Bağdat Çevresi
2. İstanbul ve Okul Hayatı
3. Kadıköy ve Sosyal Çevresi
4. İş ve Meslek Hayatı
5. Evlilik Girişimleri
Fizikî Portresi
1. Marazîliği
Ruhî Portresi
2. Konuşması
3. Zaafları
5. Çatışmaları ve Kaçma Eğilimi
4. Uyumsuzluğu, Yalnızlığı ve Fantastik Dünyası
6. Tutarsızlıkları, Kavgaları ve İntikamları
7. Pişmanlığı, Duyarlılığı ve Merhameti
Etkilendiği Kişiler
1. Yerliler
2. Yabancılar
Şiir Sanatı ve Kitapları 1. Yetiştiği Devir
2. Şiirinin Kaynakları
3.1. Birinci Dönem
3. Şairliğinin Dönemleri
3.2. İkinci Dönem
3.2.1. İkinci Dönem-Birinci Safha
3.2.2. İkinci Dönem - İkinci Safha
3.3. Son Dönem
Etkileri
İKİNCİ BÖLÜM: ŞİİRLERİNDE DIŞ YAPI VE KOMPOZİSYON
Vezin (Ölçü)
Kafiye
1. İlk Şiirler’de Ölçü
2. Şi’r-i Kamer’lerde Ölçü
3. Göl Saatleri’nde Ölçü
4. Piyâle ve Son Şiirler’de Ölçü
1. İlk Şiirlerde Kafiye
2. Şi’r-i Kamer’lerde Kafiye
3. Göl Saatleri’nde Kafiye
3.1. Göl Saatleri ve Göl Kuşları’nda Kafiye 3.2. Serbest Müstezad Nazımları’nda Kafiye
3.3. Muhtelif Şiirler’de Kafiye
Kompozisyon
4. Piyâle ve Son Şiirler’de Kafiye
1. İlk Şiirler’de Kompozisyon
2. Şi’r-i Kamer’lerde Kompozisyon
3. Göl Saatleri’nde Kompozisyon
3.1. Göl Saatleri
3.3. Serbest Müstezad Nazımları
3.2. Göl Kuşları
3.4. Muhtelif Şiirler
4. Piyâle ve Son Şiirler’de Kompozisyon
4.1. Piyâle’de Kompozisyon
4.2. Son Şiirler Ve Bitmemiş Şiirlerde Kompozisyon
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ŞİİR DİLİ VE ÜSLÛBU
Şiir Dili
1. Haşim’de Dil Problemi ve Şiirinin Dili
2. Kelime Dağarcığı, Dağılımı ve Sıklıkları
Edebî Sanatlar
Mecaz Sanatları 1. Mecazlar 2. Düzmecazlar
3. Kinayeler
4. Tevriye ve İstihdam 5. Telmih ve Ta’rîz 6. Tedrîc
Benzetme Sanatları 1. Benzetme 2. İstiare 3. Kişileştirme ve Konuşturma 4. Hüsn-i Ta’liller 5. Abartma
Söz Sanatları
Diğer Sanatlar
1. Paralelizm
2. Tenasüp
3. Tezat ve Mukabele
4. İttihad ve İştikak
5. Tekrir
6. Aliterasyon
7. İstifham ve Bilmezlenme
8. Ünleme, Hitap, Ünlem ve İltifat
1. İcat ve Tervîc-i Elfâz
5. Rücû
2. Tefahur-ı Şairane
6. İktibas ve Tazmin
7. Önceleme
3. Tecrid
Fesahat
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: SONUÇ VE KAYNAKLAR
Sonuç
Kaynaklar
190
4. Kat’
8. Görünürlük
9. Semboller
Öğretici Metinler
Kişilerinin hayat hikâyelerinin romanlaştırılarak anlatılmasıyla oluşturulan metinlere biyografik roman
denir. Biyografik roman, bir biyografi değil, romandır. Bu tür metinler, öğretici metinler içinde değil edebî
metinler içinde ele alınır. Bu tür metinlerin, kurgulanmasında biyografik ögelerden geniş ölçüde yararlanılır.
Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı, Beşir Ayvazoğlu’nun Bozgunda Fetih Rüyası isimli eserleri bu
türe örnek gösterilebilir.
yografilerde ise daha çok üçüncü tekil kişiye göre çekimlenmiş geçmiş zaman ya da geniş zaman
anlamı taşıyan yüklemler kullanılır.
Bazı kişiler kendi hayat hikâyelerini kaleme
almış, bir anlamda kendi biyografilerini kendileri
yazmışlardır. Bu şekilde oluşturulan eserlere otobiyografi denir.
Biyografi, otobiyografi ve anı metinleri arasında önemli benzerlikler vardır. Bu metin türlerinin ayırıcı özelliklerinden yola çıkarak şöyle bir karşılaştırma yapabiliriz:
1. Üç metin türü de kişisel yaşamı konu alan
metin türleri içinde yer alır.
3. Biyografi metinleri öyküleyici, betimleyici ve açıklayıcı anlatımla yazılmış metin parçalarından oluşur. Kişi merkezli anılar, betimleyici; olay
merkezli anılar ise öyküleyici anlatımın ağır bastığı metinlerdir. Otobiyografik metinlerde ise daha
çok öyküleyici anlatımdan yararlanılır.
4. Biyografi metinlerinde, dil genellikle göndergesel işlevde kullanılır. Otobiyografi ve anı
metinlerinde ise bu işlevinin yanında heyecana
bağlı işlevde de kullanılır.
5. Anı ve otobiyografide, yazar, kendi yaşamını anlatır. Biyografide ise bir başka kişinin yaşamını anlatır. Anı ve otobiyografi metinlerinde anlatıcı, olayların yaşayanı, tanığı olarak metinde yeri geldikçe öznel bir tutum takınmaktan çekinmeyen
yazarın kendisidir. Biyografide ise anlatıcı, kurmaca metinlerin ilâhi bakış açısına sahip anlatıcıları gibi
sadece olayları anlatmakla ve bilgi vermekle yetinen
üçüncü bir kişidir. Bu nedenle de anı ve otobiyografi metinlerinde birinci tekil kişiye göre çekimlenmiş geçmiş zaman (bilinen ve öğrenilen geçmiş
zamanlar, hikâye ve rivâyet birleşik zamanlar) anlamı taşıyan yüklemler daha ağırlıklı kullanılır. Bi-
ESEN YAYINLARI
2. Üç metin türünde de bilgi verme işlevi ağır
basar.
6. Anı yazarı, yaşadıklarından ve tanık olduklarından kendisine göre bir seçme yapar ve
bunları birer kesit biçiminde parça parça anlatır.
Biyografiler ise daha bütünlüklü, daha kesintisiz
metinlerdir. Biyografi metni, bir inceleme sonucunda
oluşturulduğundan belki metne konu olan kişinin bile bilmediği, onun hayatı, ailesi vb. ilgili çeşitli bilgiler
içerebilir. Okuyucu, bir anı metnini okuduktan sonra o
kişinin yaşamıyla ilgili bazı olaylar ve şahıslar hakkında bilgi sahibi olabilir. Ama okudukları, yazarın kendi yaşamından başkaları okusun diye seçtiği sahnelerdir. Yani hikâyenin tamamı, belki de gerçeği değildir. Yazar, bu metinde birçok şeyi atlamış, unutmuş,
yanlış anlatmış ya da hiç anlatmamış olabilir. Biyografi metinlerinde böyle bir durumun söz konusu olmamasına dikkat edilir.
7. Otobiyografiler, içerikleri nedeniyle metin türleri içinde en çok anılarla benzerlik gösterir. Anılarla
otobiyografi metinleri arasındaki en önemli fark, bu
metinlerin odak noktasında kimin bulunduğuyla ilgilidir. Bu anlamda otobiyografinin merkezinde “yazarın kendisi”nin, anının merkezinde ise “yazarın
kendisinin ve çevresi”nin bulunduğunu söyleyebiliriz. Yani otobiyografi anıya göre daha “ben” merkezli bir metin türüdür. Otobiyografide sadece “ben”,
anıda ise “ben ve çevrem” vardır. Otobiyografi yazarı sadece kendi yaşadıklarını, kendi özel dünyasını, kendi duygu, düşünce ve eğilimlerini anlatır. Ama
anı yazarı bazen kendisini geriye çeker ve sadece
çevresini, çevresindeki olay ve kişileri, onlarla ilgili gözlem ve izlenimlerini dile getirir, yaşadıklarından
çok tanık olduklarını ve duyduklarını anlatır. Hacimli
bir kitaptan alıntılanmış bir metin parçasından yola çıkarak o kitabın bir anı mı yoksa otobiyografi mi oldu191
Öğretici Metinler
ğuna karar vermek olanaksızdır. Buna karar verilebilmesi için o kitabın tümünün okunması gerekir. Anıyla otobiyografi arasındaki farklardan biri de -bu farkın
bütün metinleri kapsadığı söylenemez- otobiyografinin anıya göre daha kesintisiz, hayatı daha genişli-
ğine kucaklayan, bütünlüklü bir metin türü olmasıdır.
Yukarıdaki maddede de belirttiğimiz gibi anılar; olayların, yaşamdan birer kesit biçiminde anlatıldığı metinlerdir.
Bir kişinin karakteristik özellikleriyle tanıtılması amacıyla yazılan kısa metinlere ve
metin parçalarına portre denir. Kişinin sadece dış görünüşünün anlatıldığı portreye fiziksel portre; iç dünyasının, alışkanlıklarının, duygularının anlatıldığı portreye ise ruhsal portre (psikolojik, tinsel portre) denir. Portre metinlerinin çoğunda fiziksel ve ruhsal özellikler bir arada verilir. Portreler, çoğunlukla betimleyici anlatım türü kullanılarak oluşturulur.
Portre, portresi çizilen kişiyle ilgili bir anının anlatılması, o anının daha anlaşılır
olmasının sağlanması ve metnin içerik bakımından zenginleştirilmesi için kullanılıyorsa bu tür metinlerde hem bir anı anlatılıyor hem de bir portre çiziliyor demektir. Bir bölümünde geçmişe dair ortak bir yaşanmışlığın yani bir anının anlatıldığı, bir bölümünde de söz konusu kişinin portresinin çizildiği bu tür anı metinlerine anı-portre denir.
Portre biçiminde oluşturulmuş metin parçaları biyografi metinlerinde de kullanılabilir. Hemen hemen bütün biyografilerde, özellikle de geniş hacimli biyografilerde bu tür
metin parçalarına yer verilir. Çünkü başarılı ve kapsamlı bir biyografi metni, söz konusu
kişinin yapıp ettiklerinin anlatılmasıyla sınırlandırılabilecek kadar dar kapsamlı olamaz.
Bu tür metinlerde söz konusu kişinin yaşam serüveninin anlatılması kadar onun fiziksel
ve tinsel özelliklerinin anlatılması da çoğunlukla bir zorunluluğa dönüşür.
Biyografi yazarı, anı yazarından farklı olarak ortak bir yaşanmışlığın, bir anının anlatılması amacıyla değil, bir kişinin hayat hikâyesinin tüm yönleriyle okuyuculara aktarılması amacıyla kişinin portresine yer verir.
Anı metinlerinde kullanılan portrelerle bazı röportaj metinlerinde kullanılan portreler büyük ölçüde benzerlik gösterir. Aralarındaki fark şudur: Anı, geçmişte kalmış olay
ve kişilerle ilgili gözlem ve izlenimlerin hatırlanması ve sonradan anlatılması üzerine
kurulmuş bir türdür. Röportaj ise güncele dayalıdır, genişletilmiş ve derinleştirilmiş haber yazısıdır. Röportaj metinlerindeki portreler, geçmişte kalmış ortak bir yaşanmışlığın, bir anının anlatılması amacıyla değil, güncel bir habere konu olan bir kişinin daha
yakından tanıtılması amacıyla çizilir.
Portre biçiminde oluşturulmuş metin parçaları; mektup, günlük, deneme, haber
yazısı, gezi yazısı gibi öğretici metinlerle roman ve hikâye gibi olay çevresinde gelişen
edebî metinlerde, hatta coşku ve heyecanı dile getiren metinlerde (şiirlerde) de kullanılabilir.
192
Öğretici Metinler
TÜRK EDEB‹YATINDA B‹YOGRAF‹ VE OTOB‹YOGRAF‹
Augustinius
Plutarchus
Bilinen en eski biyografi metnini Yunan tarihçi
ve felsefeci Mestrius Plutarchus’un (MS 46 - 120?),
ilk otobiyografi metnini ise Aziz Augustinius olarak
da bilinen filozof, tanrı bilimci, rahip Aurelius Augustinius’un (354 - 430) yazdığı kabul edilir.
Biyografi metinlerinin Türk edebiyat tarihindeki gelişim sürecinin daha iyi anlaşılabilmesi için eski dönemlerde oluşturulan bazı metin türlerinin bilinmesi gerekmektedir. Bu metin türlerinin en önemlileri şunlardır:
1. Siyer Kitapları: Sözlük anlamı “tavır, hareket, hayat tarzı, vaziyet, hâl, ahlâk” olan “siyer”, zaman içinde sadece Hz. Peygamberin hayatı anlamında kullanılmış ve bu amaçla yazılan eserlerin genel ismi olmuştur. Siyer kitapları, Hz. Peygamberin
hayatının bütün yönleriyle ele alındığı ve anlatıldığı
kitaplardır. Türkçe ilk siyer kitabı, Erzurumlu Kadı Mustafa Darîr’in 1388’de Mısır’da yazdığı “Sîretü’n-Nebî”dir (Kitab-ı Siyer-i Nebi).
2. Kısâs-ı Enbiyâlar: Peygamberlerin hayatlarının, kıssalarının ve mucizelerinin anlatıldığı kitaplara genel olarak “kısâs-ı enbiyâ” denir. Rabguzi’nin 1310’da Çağatay Türkçesiyle yazdığı “Kısasü’lEnbiya” ile son dönem Osmanlı tarihçi ve hukukçularından Ahmet Cevdet Paşa’nın yazdığı “Kısas-ı-Enbiya”, bu türdeki Türkçe kitapların en önemlileridir.
ESEN YAYINLARI
Bütün toplumlarda olduğu gibi Türk toplumunda da hayat hikâyeleri metinlere konu olan ilk kişiler; yöneticiler, din büyükleri ve savaşlarda olağanüstü yararlıklar gösterdiklerine inanılan kahramanlardır. Bu kişilerin hayat hikâyelerini konu edinen metinlerin, günümüzdeki anlamıyla birer biyografi metni sayılabileceğini söylemek güçtür. Çünkü bu
metinlerde kişilerin gerçek yaşam serüvenlerinin yanında, efsanevi kişilikleriyle biçimlenen eylem ve nitelikleri de anlatılmış, hatta birçok metinde olağanüstülükler, gerçeklerin önüne geçmiştir. Yazarların böyle bir tutum takınmalarının nedenini, bu metinlerin oluşturuldukları dönemin hâkim zihniyetinde
ve gerçeklerinde aramak doğru olacaktır. Eski çağların, kahramanlara ve örnek kişilere çok fazla ihtiyaç
duyulan bir zaman dilimi olduğu düşünüldüğünde bu
dönemde yaşamış bazı kişilerin yüceltilerek kahramanlaştırılmasının ve toplumlarına birer model kişi
olarak sunulmasının bir zorunluluktan kaynaklandığı
düşünülebilir. Kişilerin, olağanüstülükleri olağan hâle
getiren birer destan kahramanı gibi anlatılması, o dönem toplumlarının öz güven ihtiyacı bağlamında
değerlendirilmelidir.
3. Tezkiretü’l Evliyâ, Menâkıbnâme ve Velâyetnâmeler: Tasavvuf büyüklerinin hayatlarının
ve kerametlerinin anlatıldığı kitaplardır. Sinan Paşa’nın (1440-1486) “Tezkiretü’l-Evliya”sı, bu tür eserlerin en önemlilerindendir.
4. Destanî Hikâyeler: Bunlar, din uğruna yapılan savaşlarda üstün başarılar gösteren kişilerin mücadelelerinin menkıbevi bir dille anlatıldığı kitaplardır. Hamzanâme, Battalnâme ve Danişmendnâmeler; bu türden eserlerdir.
5. Şuarâ Tezkireleri: Bunlar, şairlerin hayatlarının, eserlerinin ve edebî niteliklerinin belli bir
düzenle anlatıldığı, şiirlerinden örnekler verildiği
eserlerdir. Çağatay Türkçesinin en önemli temsilcisi
olan Ali Şir Nevâî tarafından 1491’de yazılan Mecâlisü’n-Nefâis, Türk edebiyatındaki ilk şuarâ tezkiresidir. Anadolu’da ilk şuarâ tezkiresi Sehî Bey tarafından 1538’de kaleme alınan Heşt Behişt’tir. Lâtîfî ve Âşık Çelebi’nin tezkireleri de bu türde yazılmış önemli eserler arasındadır.
Şuarâ tezkireleri,
Türk edebiyatındaki ilk
biyografi metinleridir. Buradan yola çıkarak Ali
Şir Nevâî’nin Mecâli-
Ali Şir Nevâî
193
sü’n-Nefâis’inin de Türk edebiyatındaki ilk biyografik
eser olduğunu söyleyebiliriz. Gerçi yukarıda da belirttiğimiz gibi, “Mecâlisü’n-Nefâis”in yazılmasından önce de kişilerin hayat hikâyeleriyle ilgili birçok metin
kaleme alınmıştır. Ancak bu metinlerin bir bölümünü
destansı niteliklerinin ağır basması, bir bölümünü de
tarihsel metinlerle büyük ölçüde benzerlik göstermesi bakımından biyografi metinleri içinde değerlendirmek çok güçtür.
Biyografi kitaplarının sayısında, Tanzimat’la birlikte belirgin bir artış yaşanmış, günümüze dek yüzlerce biyografi kitabı yazılmış, ayrıca ansiklopedilerin, edebiyat tarihlerinin vb. kitapların içinde binler-
ESEN YAYINLARI
Öğretici Metinler
ce biyografi metnine yer verilmiş, İnternet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte sadece biyografik metinlerin yer aldığı birçok site kurulmuştur. Biyografide nitelik ve nicelik bakımından ulaşılan bu seviyeye, otobiyografi metinlerinde ulaşılamamıştır. Bu anlamda ülkemiz yazarlarının metinlerinde sadece kendilerini değil; kendileriyle birlikte dönemlerini ve çevrelerini de merkeze alarak anılarını anlatmayı tercih
ettiklerini söyleyebiliriz. Aziz Nesin’in Böyle Gelmiş
Böyle Gitmez, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun Hayatım, Hasan Cemal’in Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım isimli eserleri otobiyografik nitelikleri ağır basan
metinlerdir.
Türk edebiyatında önemli biyografi kitapları
YAZAR
Abdullah Uçman
Abdurrahman Güzel
Abdülhak Şinasi Hisar
Ahmet Çoban
Alim Kahraman
Asım Bezirci
Beşir Ayvazoğlu
Birol Emil
Emel Koç
Emine Çaykara
Ezel Elverdi
Faruk Yılmaz
Hilmi Yücebaş
İnci Engünün
İpek Çalışlar
İsmail Çetişli
İsmail Parlatır
Kenan Akyüz
M. Ertuğrul Düzdağ
M. Fatih Kanter
M. Nur Doğan
M. Orhan Okay
Mehmet Nuri Yardım
Memet Fuat
Mustafa İslamoğlu
Mustafa Necati Karaer
Nemika Tuğcu
Niyazi Akı
Nurullah Çetin
Orhan Karaveli
Orhan Okay
Ömer Faruk Huyugüzel
Ramazan Korkmaz
Rıza Filizok
Rıza Kıraç
Selahattin Tuncer
Şefik Can
Şerif Aktaş
Şerif Oktürk
Şükran Yurdakul
Ümit Meriç Yazan
194
ESER
Kemalettin Kamu
Muallim Naci
Kaygusuz Abdal
Ahmet Haşim-Şiiri ve Hayatı
Göller ve Çöller Şairi Ahmet Haşim
Cahit Zarifoğlu-Yürek Safında Bir Şair
Abdülhak Hamit
Büyük Ağa Tarık Buğra
Yahya Kemal-Eve Dönen Adam
Mizancı Murad Bey-Hayatı ve Eserleri
Alyoşa-Aliye Berger Biyografisi
Türk Aynıştaynı-Oktay Sinanoğlu Kitabı
Hüsrev Hatemi Kitabı-Hekim, İlim Adamı, Şair
Yunus Emre-Hayatı, Düşüncesi, Etkisi
Neyzen Tevfik
Halide Edip Adıvar
Latife Hanım
Memduh Şevket Esendal
Recaizade Mahmud Ekrem
Şinasi
Tevfik Fikret
İstiklal Şairi Mehmed Akif Ersoy
Reşat Nuri Güntekin-Ölümünün 50.Yılında Belgelerle
Fuzuli-Hayatı, Sanatı, Eserleri
Necip Fazıl Kısakürek-Kendi Sesinin Yankısı
Refik Halit Karay
A’dan Z’ye Nazım Hikmet
Orhan Veli
Seyrani-Hayatı, Kişiliği, Sanatı, Şiirleri
Karacaoğlan-Hayatı ve Bütün Şiirleri
Sırça Köşkün Masalcısı-Kemalettin Tuğcu’nun Yaşamöyküsü
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Behçet Necatigil-Hayatı, Sanatı ve Eserleri
Sakallı Celal
Beşir Fuad-İlk Türk Pozitivist ve Natüralisti
Halit Ziya Uşaklıgil
İkaros’un Yeni Yüzü-Cahit Sıtkı Tarancı
Ziya Gökalp
Hürrem Erman-İzlenmemiş Bir Yeşilçam Filmi
Şair Oktay Rifat-Yaşam Öyküsü ve Sanatı
Mevlana-Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri
Ahmet Rasim
Ahmet Hamdi Tanpınar
Namık Kemal
Babam Cemil Meriç
Öğretici Metinler
16. Bütün toplumlarda hayat hikâyeleri metinlere konu olan ilk kişilerin; yöneticiler, din
büyükleri ve savaşlarda olağanüstü nitelikler sergiledikleri düşünülen kahramanlar arasından seçilmesinin temel nedeni
ne olabilir?
12. Biyografi ve otobiyografi metinlerindeki
cümlelerin yüklemlerini kip ve kişi kavramları bakımından karşılaştırınız. Ulaştığınız sonuçları yorumlayınız.
17. Biyografi ve otobiyografinin Türk edebiyat
tarihindeki gelişim süreçleri hakkında bilgi
veriniz.
13. Biyografi ve otobiyografi metinlerinde dile
getirilenlere gerçeklik olgusu bakımından
nasıl yaklaşmak gerekir? Gerçeklerin dile
getirilip getirilmemesi bakımından otobiyografi metinleriyle biyografi ve anı metinlerini karşılaştırınız.
18. “Mecâlisü’n-Nefâis” ve “Heşt Bihişt” isimli
eserlerin, biyografi tarihimiz açısından ne
anlam ifade ettiklerini söyleyiniz.
ESEN YAYINLARI
11. Biyografik roman nedir, bu tür metinlerle
monografiler arasında ne fark vardır?
14. Edebiyat bilimi açısından “portre” kavramı ne anlam ifade etmektedir? Portre
biçiminde oluşturulmuş metin parçaları
hangi metin türlerinde daha çok kullanılmaktadır?
19. Bir metin parçasından yola çıkarak o
metin parçasının alındığı metnin bir anı
mı yoksa otobiyografi mi olduğuna karar
vermek olanaklı mıdır? Gerekçenizi de
belirterek cevaplayınız.
15. Biyografi metinlerinde kişilerin portrelerine yer vermek, bir zorunluluk olarak değerlendirilebilir mi? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız.
20. Anı ile otobiyografi arasındaki en önemli
fark nedir?
206
Öğretici Metinler
5.
GEZ‹ YAZISI (SEYAHATNÂME)
la, bir anıyı anlatmak arasında önemli bir fark yoktur. Buradan yola çıkarak gezi yazısını bir çeşit “gezi anısı” olarak değerlendirmek de mümkündür. Gezi
yazısıyla anı arasındaki temel fark ise şudur: Anının
merkezinde “kişinin kendisi ve çevresi” vardır. Gezi
yazısında ise metnin merkezinde ne doğrudan metnin yazarı ne de yazarın çevresindekiler vardır. Gezi
yazısı, “gezilen yerler”in merkeze alındığı, bu yerlerin türlü özelliklerinin anlatılmaya çalışıldığı bir
metin türüdür.
Gezi yazısı, bilgilendirme amacı güdülerek oluşturulan, bu nedenle de öğretici metinler içinde sınıflandırılan bir metin türüdür. Okuyucu, bu tür metinleri okuyarak görmediği bir yerin tarihsel kimliği,
coğrafi konumu, iklim özellikleri, doğal güzellikleri, ekonomisi, kültürel özellikleri vb. hakkında bilgi sahibi olmak ister. Gezi yazıları, okuyucularda,
anlatılan yerleri görme isteği uyandırmalı, onların
bu yerlerle ilgili meraklarını kamçılamalıdır. Bu da
o metnin ilgi çekici nitelikler taşımasına bağlıdır. Bir
genel kültür ansiklopedisinde ya da bir coğrafya kitabında da yer alabilecek sıradan cümlelerle oluşturulmuş, okuyucuda söz konusu yerle ilgili olarak “Burada merak uyandıracak herhangi bir şey yok.” yargısının oluşmasına neden olabilecek gezi yazılarının, ilgi çekici olduklarını, dolayısıyla da geniş bir okuyucu kitlesine hitap edebileceklerini söylemek güçtür.
Bir gezi yazısının ilgi çekici olması, yazarın gezdiği yerin kendine özgü niteliklerini ön plana çıkararak anlatmasına bağlıdır büyük ölçüde. Bu durum, yazarın aynı zamanda iyi bir gözlemci olmasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü bir yeri başka yerlerden ayıran nitelikler çoğunlukla ayrıntılarda gizlidir. Ayrıntılar ise ancak iyi bir gözlem sonucunda ortaya çıkarılabilir.
Bir yer hakkında ayrıntılı bilgiler vermesine karşın bir gezi sonucunda oluşturulmadığından gezi yazısı sayılamayacak pek çok metin vardır. Bir metnin, gezi yazısı niteliği kazanmasının en önemli koşulu, metnin gerçekten bir geziyi konu edinmesidir. Gezi yazısı, okuyucuda, yazarın o yeri gerçekten gezdiğine, metnini de o gezide yaşadığı olaylara,
orada edindiği bilgi ve izlenimlere göre oluşturduğuna dair kesin bir kanı oluşturmalıdır.
Gezmek; hareket etmek, bir yerden başka bir
yere gitmek, gidilen yerde farklı şeyler görmeye çalışmak, oranın havasını solumak, orada birkaç gün
geçirmek demektir. Bu anlamda, bir geziyi anlatmak210
ESEN YAYINLARI
Gezilip görülen yerlerle ilgili bilgi, gözlem, yaşantı ve izlenimlerin aktarılmasıyla oluşturulan metinlere gezi yazısı denir.
Gezi yazısı, öğretici metin türleri içinde sınıflandırılan yani bilgi verme niteliği ağır basan ama aynı zamanda kişisel yaşamı da konu alan bir metin
türüdür. Bir ifadede kişisel sözü geçiyorsa orada öznellik de var demektir. Gezi yazarının, gezip gördüğü yerle ilgili her şeyi anlatma zorunluluğu yoktur. Çünkü o, seçici bir bakış açısıyla kişisel bir
metin oluşturmakta; nesne, kişi, mekân ve olayları kendi bakış açısına göre gözlemlemekte, gözlemlediklerini orada yaşadıklarıyla harmanlayarak metnine aktarmaktadır. Farklı yazarlarca oluşturulmuş aynı yeri konu edinen gezi yazılarının birbirine benzememesinin temel nedeni de budur. Her yazar; ayrı bir bakış açısı, ayrı bir üslup, ayrı bir seçicilik demektir.
Gezi yazarı, bir yerleri gezip görürken bir taraftan da bu yerlerle ilgili kısa kısa notlar tutmalı, bazı
yerlerin fotoğraflarını çekmeli, mümkünse sesli ve
görüntülü kayıt yapmak için bir kamera kullanmalı, metin oluşturmaya daha sonra geçmelidir. Yazarın böyle bir tutum takınması, metnin özellikle betimlemelere yer verilen bölümlerinin etkileyici bilgi, gözlem ve izlenimlerle oluşturulmasını kolaylaştıracaktır.
Gezi yazarı; yaşadıklarını, bilgi, gözlem ve izlenimlerini rastgele değil, belli bir düzene bağlı kalarak anlatmalı; bunları diğer metin türlerinde olduğu gibi metnin bağlaşıklık ve bağdaşıklığını sağlayan ögelere dikkat ederek dile getirmeli, gerekiyorsa metni bölümlere ayırarak her bölümde ayrı bir konu üzerinde yoğunlaşmalıdır. Yazar, anlatılacaklarını
gruplandırıp metni alt başlıklardan ve bölümlerden
Öğretici Metinler
Gezi yazıları temelde öyküleyici anlatımdan
yararlanılarak oluşturulur. Bunun yanında açıklayıcı ve betimleyici anlatımdan, yer yer de söyleşmeye bağlı anlatımdan yararlanılır. Yazar, öyküleyici anlatımı, olay zincirini anlattığı, orada yapıp ettiklerini dile getirdiği bölümlerde; açıklayıcı anlatımı, okuyucuyu bilgilendirmeyi amaçladığı, niçin ve nasıl sorularına cevap verdiği bölümlerde; betimleyici anlatımı, nesne, kişi, mekân vb.lerini okuyucunun zihninde
bir görüntü olarak canlandırmak istediği bölümlerde;
söyleşmeye bağlı anlatımı ise orada tanıştığı kişilerle aralarında geçen konuşmaları aktardığı bölümlerde kullanır.
Gezi yazılarında dil birden çok işlevde kullanı-
ESEN YAYINLARI
oluşan bir bütün hâlinde düzenler, böylece dile getirdiklerini okuyucuların anlamasını kolaylaştırır.
labilir: Yazar, bilgilendirme amacıyla nesnel bilgiler
verdiği bölümlerde dili göndergesel işlevde; tanıttığı yerle ilgili duygu ve heyecanlarını dile getirdiği bölümlerde heyecana bağlı işlevde; okuyucuda tepki
ve davranış değişikliği yaratmayı amaçladığı, söz gelimi okuyucuların oraya gitmelerini, orada bazı şeyler yapmalarını istediği bölümlerde alıcıyı harekete
geçirme işlevinde kullanır. Yazar, temelde öğretici
bir tür olan gezi yazısının bazı bölümlerinde çağrışım
gücü yüksek kelimelerden ve edebî sanatlardan yararlanarak dili şiirsel işlevde de kullanabilir.
Gezi yazısı metinlerinin açık, yalın, duru, akıcı
ve sürükleyici bir anlatıma sahip olmalarının, okuyucuların bu metinlerde dile getirilenleri anlamalarını ve
yorumlamalarını kolaylaştıran çok önemli bir etken olduğu unutulmamalıdır.
GEZ‹ YAZISININ TAR‹HSEL GEL‹fi‹M‹
Kişilerin gezi yazısı türünde metinler oluşturmalarının nedenlerini insana özgü gerçekliklerden yola çıkarak açıklayabiliriz:
1. Gezme isteği: İnsan, doğası gereği, bazen,
yaşadığı ortamın dışına çıkmak, başka insanlar, başka hayatlar, başka coğrafyalar vb.ni tanımak ister. Bu
istek, onu seyahatlere çıkmaya yönelten en önemli
unsurdur. Gerçi, insanların seyahat etmelerinin, ekonomik, siyasi, askerî nedenleri de vardır. Ama bu nedenlerden hiçbiri seyahate çıkmanın temelde insan
doğasının gereği olduğu gerçeğini değiştirmez.
2. Yazma isteği: Yazmak, paylaşmak demektir. İnsan, kendi duygu, düşünce ve tecrübelerini; yaşadıkları ya da tanık oldukları olaylar hakkındaki bilgi ve gözlemlerini başkalarına da anlatmak, onları da
bunlardan haberdar etmek, yani bunları onlarla paylaşmak ister. İnsanoğlu en eski çağlardan beri yaşadığı ortamın dışına çıkarak başka yerleri gezip görmek
istemiş, gezip gördüğü yerler hakkında edindiği bilgileri de yazılı ya da sözlü olarak başkalarıyla paylaşma yoluna gitmiştir. Gezi yazıları, insanların gezdikleri
yerleri başkalarına da tanıtma isteğinin metinler aracılığıyla somutlaştırılması sonucunda ortaya çıkmıştır.
Osmanlı toprakları, kuruluş döneminde Bizans İmparatorluğu’nu çevreleyen bir geçiş yolu olduğundan, çok
az seyahatnameye konu olmuştur. İstanbul’un alınışıyla birlikte, XV. yüzyılın son yarısında, Osmanlı’ya yönelik
seyahatnamelerde bir patlama görülür. Bu seyahatnamelerin birçoğunda
gezilen görülen yerlerle ilgili gravürlere de yer verilmiştir.
Yandaki gravür, Miss Pardoe’nun The
Beauties of the Bosphorus adlı yapıtından alınmıştır. Kız Kulesi konulu
bu gravür R.Brandard tarafından yapılmıştır. (OBA Koleksiyonu)
211
Öğretici Metinler
Galata Kulesi
konulu bu gravür,
Miss Pardoe’nun
The Beauties of the
Bosphorus
adlı yapıtından
alınmıştır.
(OBA Koleksiyonu)
Gezi yazılarının birçoğu, gezme eylemini hayatlarının merkezine yerleştiren kişiler olan gezginler (seyyahlar) tarafından oluşturulmuştur. Bu yazılara, eskiden seyahatnâme denirdi. Bugüne kadar oluşturulmuş bütün seyahatnâmeler içinde Marko Polo, İbni Battuta ve Evliya Çelebi’nin seyahatnâmeleri, bu türün tarihsel gelişimi
açısından büyük önem taşımaktadır.
Venedikli bir tüccarın oğlu olan Marco Polo (1254-1324), Papa 9. Gregorius’un, babası ile amcasını Kubilay Han’a bir mektup götürmekle görevlendirmesi üzerine onlarla birlikte Anadolu, Mezopotamya, İran, Türkistan, Pamir
Dağları, Gobi Çölü’nü geçerek Çin’e ulaşmış, Pekin’e gitmiş; yaklaşık iki buçuk yıl süren bu yolculuklarından sonra Kubilay Han’ın verdiği görevle 17 yıl
boyunca Doğu ülkelerini dolaşmış, bu süre zarfında tarih, etnografya ve coğrafya incelemeleri de yapmıştır. 1292’de babası ve amcasıyla birlikte, İran Şahı ile evlenecek bir prensesi İran’a götürmekle görevlendirilen Marko Polo, 14
gemi ve 600 kişiyle çıkılan 18 aylık zorlu bir
deniz yolculuğu sonrasında sağ kalan 20
kişiyle Hürmüz Limanı’na ulaşmayı başarmış, ardından 1295’te Venedik’e dönmüş ve ticarete atılmıştır. Cuzzolo Savaşları’ndan sonra Cenevizlilere esir düşen (1298) Marko
Polo, birlikte esir düştükleri arkadaşı Rusticheollo do
Pisa’ya, başından geçen ilginç olayları, gezip gördüğü yerlerin ilginç özelliklerini, oralarda yaşayan halkların gelenek ve göreneklerini anlatmış, o da bunları yazıya aktarmıştır. Marko Polo’nun Rusticheollo do
Marco Polo’nun,
Pisa’ya yazdırdığı bu kitap, Il Milione adıyla yayımbabası ve amcasıyla birlikte Çin’e ulaşması
lanmış ve gezi yazısı metinlerinin öncüsü olmuştur.
212
Öğretici Metinler
Dünya edebiyat tarihindeki ilk gezi yazısı metinlerine Bizanslı gezgin Priskos ile
Kilikyalı gezgin Zemarchos’un eserleri örnek gösterilebilir: 448 yılında Attila’ya gönderilen elçilik heyetinde bulunan bir tarihçi olan Priscus, Avrupa Hunları hakkında ilginç ve önemli tespitlerde bulunmuştur.
568 yılında Göktürk ülkesini ziyaret
eden Bizans elçiler kurulunun başkanlığını
yapan Kilikyalı Zemarchos da bu gezi sırasında yaşadıklarını ve gördüklerini canlı betimlemelerle eserine aktarmıştır.
İlk dönem gezi yazısı metinlerinden biri
Priscus (soldaki) Roma elçilik
de İranlı şair ve din bilgini Nasır Hüsrev’in
heyetiyle birlikte Attila’nın
Sefernâme isimli eseridir. Nasır Hüsrev, bu
huzurunda
eserinde 1045-1052 yılları arasında gerçekleştirdiği Mısır seyahatini anlatmıştır. Gezisine Merv’den başlayan, Nişabur, Rey
gibi İran kentlerini, Güneydoğu Anadolu’nun bazı kentlerini geçerek Suriye ve Mısır’a ulaşan Nasır Husrev’in bu geziye hac ibadetini yerine getirmek için mi, ilim
tahsil etmek için mi, o dönem İsmailiye mezhebinin merkezi konumundaki Mısır’a gitmek için mi çıktığı tam olarak belirlenememiştir.
Poetic Edda’dan alınma bir
Attila resmi. Hun imparatoru,
kendisini bizzat gören Bizans
tarihçisi Priscus’un tasvirine
uygun olarak, kısa boylu, hafif
çekik gözlü ve yanık tenli bir
kişi olarak resmedilmiştir.
Gezi yazısı türündeki metinlerden oluşmuş ilk Türkçe eser, Seydi Ali Reis (1498-1562) tarafından yazılmıştır. Kanuni döneminde Mısır Kaptanlığı görevine getirilmiş bir denizci olan Seydi Ali Reis, Mir’âtü’l-Memâlik isimli eserinde Mısır Kaptanlığı görevine getirilmesinden başlayarak Hindistan yolculuğunu, oradan da İstanbul’a dönünceye kadar başından geçen ilginç olayları anlatmıştır. Hint Okyanusu’nda Portekizlilerle savaşan, ardından büyük bir fırtınaya yakalanan, karaya çıktıktan sonra Hindistan, Afganistan, Maveraünnehir, Horasan, İran ve Irak’ı
geçerek İstanbul’a ulaşan Seydi Ali Reis, üç buçuk yıl süren bu maceralı yolculuğunda yaşadıklarını ve gördüklerini “Mir’âtü’l-Memâlik” isimli eserinde anlatmış, bu anlatılara yer yer şiirler ve gemici türküleri ekleyerek metne ayrı bir hava katmıştır.
Edebiyat tarihimizde gezi yazısı türündeki metinlerden oluşan ikinci eser, Trabzonlu Âşık Mehmet tarafından yazılan Manâzıru’l-Avâmil’dir. Yazar, yirmi beş yıllık
gezi hayatı süresince edindiği bilgileri, eski kaynaklardan
okuduğu ve başkalarından duyduğu bilgilerle zenginleştirerek eserine aktarmıştır.
Edebiyat tarihimizde temelde gezi yazısı türünde
oluşturulmamakla birlikte kimi bölümleri gezi yazılarıyla
önemli benzerlikler gösteren eserlere de rastlamak mümkündür. Piri Reis’in (1465-1554), Kitab-ı Bahriye’si ile
Kâtip Çelebi’nin (1609-1658) Cihannüma’sı bu tür eserler arasındadır. Büyük ölçüde gezip görme sonucunda
edinilen bilgilerle oluşturulan bu eserlerdeki bazı metin
parçalarının, seyahatnâme sınıfında yer alan birçok eserden içerik ve anlatım bakımından daha nitelikli olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Piri Reis’in hazırladığı dünya haritası
213
Öğretici Metinler
Gezi edebiyatımız açısından hac yolculuklarını anlatan kitapların ayrı bir önemi olduğunu belirtmeliyiz. Çoğunlukla Surre Alayları’yla çıkılan hac yolculukları sırasında yaşanan ve gözlemlenen kimi olayların betimlemelerle donatılarak anlatıldığı bu eserlerin en önemlileri, Mehmet Edip’in Menâsikü’l-Hacc’ı ile Nâbî’nin Tuhfetü’lHarameyn’idir.
Osmanlı padişahları, kendilerinden önceki İslam devletlerinin yöneticilerinin başlattığı bir geleneğe bağlı kalarak Mekke ve Medine’nin kutsallığından hareketle o topraklarda yaşayan fakirlere,
din görevlilerine ve Mekke-Medine emirlerine verilmek üzere paralar, kıymetli halılar, seccadeler,
murassa avizeler, şamdanlar, paha biçilmez mushaf-ı şerifler, puşideler (örtüler), buhurdanlar, elbiseler, Mekke Emîri’ne mahsus sırmalı ve işlemeli
kaftanlar, mücevherli kılıçlar, tespihler ve daha pek
çok kıymetli eşyadan oluşan çeşitli hediyeler göndermişlerdir. Her yıl hac mevsimi yaklaşınca gönderilen bu hediyelere surre, bu hediyeleri yerlerine ulaştırmakla görevlendirilmiş kafileye de Surre-i
Hümâyûn Alayları denmiştir. Her yıl özel olarak
donatılan ve recep ayının 12’sinde padişahın da katıldığı muhteşem bir törenle yola çıkarılan bu alaylar, başkentten ve geçtiği güzergâh üzerinden katılan hacı adaylarıyla birlikte binlerce kişiden oluşan
bir kervana dönüşürdü.
Osmanlı Devleti’ni yurt dışında temsil etmek amacıyla çeşitli ülkelere gönderilen diplomatların, gittikleri yerlere ait gözlem ve izlenimlerini, orada karşılaştıkları ilginç durum ve olayları anlattıkları eserler olan sefaretnâmelerin bir kısmında gezi yazılarındakilere benzer niteliklere rastlanabilir. Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin 17201721 yıllarında elçilik göreviyle bulunduğu Paris’teki izlenimlerini anlattığı Fransa Sefaretnâmesi, Şehdî Osman
Efendi’nin Rusya Sefaretnâmesi, Silahdar İbrahim Paşa’nın Sefaretnâme-i Necati, Yasincizâde Seyyid Abdulvahhab Efendi’nin Musavver İran Sefaretnâmesi isimli eserleri, bu tür eserlere örnek gösterilebilir.
214
Öğretici Metinler
Büyük bölümü on sekizinci yüzyılda oluşturulan bu sefaretnâmeler dışında söz konusu zaman diliminde gezi yazısı-anı türünde yazılmış önemli bir eser daha vardır: Keçecizâde İzzet Molla’nın Mihnet Keşan’ı. Keçecizâde İzzet Molla (1785-1829), mesnevi nazım biçiminde yazdığı bu eserinde, Keşan’a sürülmesini, yolculuk sırasında ve Keşan’dayken gördüklerini ve yaşadıklarını, sürgün hayatının bitimini ve İstanbul’a dönüşünü anlatmıştır.
Türkçe gezi kitaplarının yazılmasında 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren belirgin bir artış yaşanmıştır. Bu
kitapların önemli bir bölümü diplomatlar, askerler, denizciler, gazeteciler ve doktorlar tarafından yazılmıştır. O zamandan Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede yazılmış ve yayımlanmış gezi kitaplarının yazarlarının ya doğrudan devlet memuru ya da devletle bir şekilde ilişkili kişiler olmaları, bu kitapları günümüz gezi kitaplarından ayıran önemli bir farktır. Gerçi günümüzde de özellikle yurt dışı gezi izlenimlerini kaleme alan yazarların bir bölümü
devlet görevlisidir. Ama artık devlet görevlisi olmayan kişilerin de çok fazla gezi kitabı yazdıkları, hatta bu kitapların sayısının devlet görevlilerinin yazdıkları kitaplardan fazla olduğu da bir gerçektir. Bunda, seyahat etmenin; ekonomi, güvenlik, ulaşım olanakları gibi çeşitli açılardan eski dönemlerle kıyaslanamayacak ölçüde kolaylaşmış olmasının etkisi büyüktür.
19. yüzyılın ikinci yarısından Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede yazılmış ve yayımlanmış
gezi kitaplarının bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Ahmet İhsan
Avrupa’da Ne Gördüm
Ahmet Mithat Efendi
Avrupa’da Bir Cevelan
Sayyâdâne Bir Cevelan
Ahmet Şerif
Anadolu’da Tanin
Ali Suat
Seyahatlerim
Celal Nuri İleri
Şimal Hatıraları
Kutup Musahabeleri
Cenap Şahabettin
Hac Yolunda
Afâk-ı Irak
Avrupa Mektupları
Mühendis Faik
Seyahatnâme-i Bahrimuhit
Ömer Lütfü
Ümit Burnu Seyahatnâmesi
Sadıkulmüeyyet
Afrika Sarayıkebirinde Bir Osmanlı Zabiti
Habeş Seyahatnâmesi
Selim Sırrı Tarcan
Bizce Meçhul Hayatlar-İsveç’te Gördüklerim
Seyyah Mehmet Emin
İstanbul’dan Asya-yı Vustâ’ya Seyahat
Tabip Albay İbrahim Abdüsselam Yemen Seyahatnâmesi
Yenişehirli Halit Eyyub
Kayıkla Bir Cevelan
Cumhuriyet’in ilanından günümüze kadar geçen sürede yazılmış ve yayımlanmış
gezi kitaplarına şunları örnek gösterebiliriz:
Ahmet Haşim
Ahmet Kemal
Ahmet Rasim
Ataol Behramoğlu
Atilla Dorsay
Attila İlhan
Ayhan Sarıhan
Azra Erhat
Bedri Rahmi Eyuboğlu
Beşir Ayvazoğlu
Bora Ercan
Buket Uzuner
Burhan Arpad
Burhan Felek
Bülent Demirdurak
Cahit Kayra
Frankfurt Seyahatnâmesi
Çin-Türkistan Hatıraları
Romanya Mektupları
Başka Gökler Altında
Bir Kıtadan Öbürüne Yaşam ve Ölüm Kentleri
Abbas Yolcu
Çöl Gelini
Mavi Yolculuk
Canım Anadolu
Alatav’dan Şardağı’na
Odysseus Adaları
Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları
Avusturya Günlüğü
Hint Masalları
Yuvarlak Dünyanın Dört Köşesi
Yuvarlak Dünyanın Altı Köşesi
Bir Mavi Yolculuk Seyir Defteri
Mavi Anadolu
Şehir Romantiğinin Günlüğü
Tuna’dan Şimale Avrupa
Yuvarlak Dünyanın Beş Köşesi
Yuvarlak Dünyanın Yedi Köşesi
215
Öğretici Metinler
Çağatay Şahin
Caner Güreller
Çelik Gülersoy
Eralp Akkoyunlu
Erdal Öz
Enis Batur
Fakir Baykurt
Falih Rıfkı Atay
Füruzan
Füsun Önal
Gülten Dayıoğlu
Haldun Taner
Hıncal Uluç
Hülya Alper
Hüseyin Gökçe
Işıl Özgentürk
İbrahim Aygırcı
İhsan Işık
İsmail Habib Sevük
Mehmet Yaşin
Mina Urgan
Mine G. Kırıkkanat
Murat Belge
Murat Küçük
Murat Selçuk
Mustafa Balbay
Mustafa Miyasoğlu
Nasuh Mahruki
Necip Fazıl Kısakürek
Nedim Gürsel
Nesteren Davutoğlu
Nezih Başgelen
Orhan Kural
Osman Atasoy
Oya Ayman
Oya Aytemiz Seymen
Özcan Yurdalan
Özcan Yüksek
Özer Ertuna
Pervin Bilol
Reşat Nuri Güntekin
Sadri Ertem
Sefer Turan
Süleyman Uludağ
Şerif Ali Tekalan
Timur Özkan
Ümit Seven
Yavuz Bülent Bakiler
Zeynep Oral
216
Çağatay Yolda
Pedalımın Altında Japonya
Batıya Doğru
Deniz Çingenesi
Allı Turnam
Bulutlardan Yontma Kayalar
Dünyanın Öte Ucu
Denizaşırı
Londra Konferansı Mektupları
Taymis Kıyıları
Hind
Yolcu Defteri
Gezerek Gördüklerim
Balkan Yolcusu
Gezikolik
Güney Pasifik Adalarına Yolculuk
Kangurular Ülkesi Avustralya’ya Yolculuk
Düşsem Yollara Yollara
Hıncal’ın Gördükleri
Bendeki Kahire
Dünyadaki Ayak İzlerim
Büyülü Bir Yolda
Bavulumda Dünya
Makedonya ve Fransa İzlenimleri
Tuna’dan Batıya
Yurttan Yazılar
Uzaknâme
Yakınnâme
Bir Dinozorun Gezileri
Amerika Amerika
Paris Paris
Pandispanya
Başka Kentler Başka Denizler
Bir Nefes Balkan
Kaçkarlarda Balayı
Tarihin Arka Odası Amerika
Afrika’nın Uçlarında
Zügüdar
Asya Yolları, Himalayalar ve Ötesi
Hac
Pasifik Kıyısında
Bir Avuç Dünya
Güneşte Ölüm
Afrika Defteri
Balkanlar Defteri
Norveç Defteri
Birgi’den Gevaş’a Anadolu Gezi Notları
Sibirya’dan Şili’ye
Dünya Kalemimin Ucunda
Köşe Bucak Dünya Yol Çağrısı
Büyük Dünyada Küçük Adımlar
Bir Gezginin Dünyası
Gizemli Coğrafyalar
Gezginin Gölgesi
Uzaklar
Güneş Toprakları
Bir Yolculuklar Kitabı
Sagarmatha Eteklerinde
Mavi Çöl Fatsa Yolculuk
Sessizce Dön
Gezdiklerim Gördüklerim Görüşlerim
Keşiften Keyfe Yolculuk
Anadolu Notları
Bir Vagon Penceresinden
Ankara-Bükreş
Coğrafyalar Gezdi Yüreğim
İran’a ve Turan’a Seyahat
İsviçre’den Moğolistan’a
Gezgince
Gezmek Yaşamaktır
İspanyol Merdivenleri
Üsküp’ten Kosova’ya
Türkistan Türkistan
Bu Cennet Bu Cehennem
Kara Sevda
Öğretici Metinler
ÖRNEK MET‹NLER
İbni Battuta’dan
ANTALYA
Buradan (Alanya’dan) Antalya’ya doğru yola çıktım. Bu şehir, yüzölçümünün genişliği, nüfusunun çokluğu ve planının muntazamlığı itibariyle
bölgenin en önde gelen şehirlerindendir. Her fırka
diğer fırkalardan tamamen ayrıdır. Hristiyan tüccarları “Mina” adıyla bilinen mahallede oturmaktadırlar. Mahallenin etrafı bir surla çevrilmiş olup geceleri ve cuma vakti kapıları kapanır. Şehrin eski sakinleri olan Rumlar, diğerlerinden ayrı olarak başka bir mahallede otururlar. Bunların mahallesi de
bir sur ile çevrilmiştir. Aynı şekilde Yahudilerin de
sur içinde ayrı bir mahallesi bulunur. Şehrin hâkimi,
idesi ve devlet ricali de yukarıda açıkladığımız şekilde, şehrin öteki mahallelerinden ayrı olarak etrafı surlarla çevrilmiş bir kalede oturmaktadır. Müslümanlar ise asıl şehirde ikamet ederler.
Bu beldede bir cami ve medrese ile birçok hamam, gayet tertipli ve geniş çarşılar vardır. Şehrin
etrafı, yukarıda zikrettiğimiz mahalleleri de ihtiva
eden büyük bir surla kuşatılmıştır. Buranın bağ ve
bahçeleri çoktur. Meyveleri ise pek nefistir. Özellikle “kamereddin” denilen bir çeşit kayısısı vardır ki pek lezzetli olduğu gibi çekirdeği de tatlıdır.
Bu meyve kurutulduktan sonra çok makbul sayıldığı için Şam ve Mısır gibi memleketlere gönderilir.
Şehrin, yazın en sıcak günlerinde bile buz gibi soğuk, lezzetli su kaynakları vardır.
Burada Şeyh Şehabeddin-i Hamevî’nin medresesine indim. Güzel sesli çocukların her gün ikindiden sonra cami ve medresede Fetih, Mülk ve Amme sûrelerini okumaları bir gelenekti.
İbni Battuta (1304-1369), Fas’ta, Cebelitarık
Boğazı yakınlarındaki Tanca kentinde doğmuş,
yirmi iki yaşına kadar burada yaşamış, hukuk ve
din eğitimi aldıktan sonra hac görevini yerine getirmek ve Mısır, Suriye, Hicaz gibi merkezlerdeki
ünlü bilginlerden dersler alarak eğitimini ilerletmek
amacıyla bir seyahate çıkmıştır. Tunus ve Libya
üzerinden Mısır’a ulaşan İbni Battuta, burada fikrini değiştirmiş, hac görevini yerine getirmeyi erteleyerek İslam ülkelerini gezme, buraları tanıma merakıyla toplamı çeyrek yüzyılı aşan üç uzun seyahatin ilkine çıkmaya karar vermiştir. İbni Battuta;
bu seyahatlerinde Mısır, Suriye, Arap yarımadası,
Irak, İran, Doğu Afrika, Anadolu, Kuzey Türk illeri, Doğu Asya, Hindistan, Çin, Endülüs ve Sudan
gibi pek çok yeri gezip görmüş, buralarla ilgili bilgi, gözlem ve izlenimlerini anılarıyla zenginleşti-
DÜNYADA BİR EŞİ DAHA BULUNMAYAN BİR
CEMİYET: AHİLER
rerek 1355 yılında yazımını tamamladığı seyahat-
Yolculuğumun bu bölümünde “Ahiler” denilen toplulukla tanıştım. Bilâd-ı Rûm’a (Rum Diyarı’na: Anadolu’ya) yerleşmiş Türkmenlerin yaşadıkları her vilayette, her şehirde ve her köyde bulunan
Ahiler, bekâr ve sanat sahibi gençlerin oluşturduğu
Araştırmacılara Şehirlerin İlginçlikleri ve Yol-
nâmesine aktarmıştır. Eserin tam ismi Türkçeye
culuklarda Karşılaşılan Tuhaflıklar Hakkında
Bir Armağan şeklinde çevrilebilecek “Tuhfetû’nNûzzâr fî Garâibi’l-Emsar ve’l-Acâibi’l-Esfar”dır.
217
Öğretici Metinler
bir tür cemiyetti. Bunlar birbirleriyle çok sıkı bir dayanışma içindedirler. Her birinin halk içinde muteber bir
mesleği vardır. Memleketlerine gelen yabancılara yakın bir ilgi gösterir; onların yiyecek ve içeceklerini temin eder; konuklarının insanî ihtiyaçlarını karşılamada ellerden gelen bütün itinayı gösterirler. Öte yandan, yaşadıkları yerlerdeki zorbaları da yola getirir,
herhangi bir sebeple bunlara iltihak eden kötüleri tek
tek ortadan kaldırırlar. İşte bu gibi hususlarda Ahilik
cemiyetinin dünyada eşi ve benzeri yoktur.
Ahilerin bir araya gelerek oluşturduğu bu cemiyete “Fütüvve” adı verilir. Reis seçilen kimse bir zaviye yaptırarak içini halı, kilim, kandil ve diğer lüzumlu eşyalarla donatır. Arkadaşları gündüz çalışarak kazandıklarını ikindiden sonra reise getirirler. Bu para
ile yiyecek içecek ve zaviyede sarf olunan diğer ihtiyaç maddelerini satın alırlar. O gün yörelerine bir misafir gelirse onu zaviyelerinde ağırlar ve ortak sermayeleriyle aldıkları bu yiyeceklerle kendisine güzel bir
ziyafet çekerler. O kimse yöreden gidinceye kadar da
onların misafiri olur. Konuklarını uğurlarken arkasından raks eder ve nağmeler söylerler.
Ahiler, yörelerine yabancı bir misafir gelmediği
zamanlarda da birbirlerinden kopmazlar, yine zaviyelerinde toplanıp yemek yerler. Sabahleyin düzenli olarak işlerine gider, gün içinde kazandıklarını ikindiden sonra getirip reislerine verirler. Bunların reislerine verdikleri paraya “fityan” denilir. “Ahi”, cemiyetin
olduğu gibi reisin de ismidir.
Ben İbni Battuta, dünyada bunlardan daha güzel ve daha hayırlı işler yapan kimseler görmedim.
Şiraz ve İsfahan halkının hareketleri bunlarınkine biraz benzemekte ise de Ahiler, memleketlerine gelen
yolculara yakın ilgi gösterme, şefkat ve iltifatta bulunmak bakımından onları bir hayli aşmış durumdadırlar.
Antalya’ya geleli henüz iki gün olmuştu ki bu
Ahiler’den biri Şeyh Şehabeddin-i Hamevî’nin yanına
gelerek onunla Türkçe konuştu. O zaman hiç Türkçe
bilmiyordum. Üzerinde eski ve yıpranmış bir elbise,
başında da keçe külah vardı. Şeyh bana “Bu adamın
ne dediğini biliyor musun?” diye sordu. “Ne söylediğini anlayamadım.” dedim. “Seni ve arkadaşlarını ye-
meğe davet ediyor.” demesiyle hayrete düştüm, ama
o an için teklifi de kabul etmek zorunda kaldım. Ahi
çıkıp gittikten sonra şeyhe, “Görünen o ki bu adam
fakirdir. Bizi ağırlamaya gücü yetmez. Kendisini rahatsız etmek istemeyiz.” dedim. Bunun üzerine şeyh
tebessüm etti ve “Bu konuda tereddüt etmene gerek
yok. Seni davet eden kişi Ahiler’in reislerinden biridir.
Kendisi kunduracıdır ve cömertliğiyle tanınmıştır. Yöredeki sanat sahiplerinden aşağı yukarı iki yüz arkadaşı vardır. Bunlar onu reis seçtiler ve bir zaviye inşâ
ettiler. Şimdi gündüz kazandıklarını geceleri sarf etmektedirler.” cevabını verdi.
Akşam namazını edâ ettikten sonra bu adam
tekrar yanımıza geldi. Hep beraber zaviyesine gittik ki
burası nefis Bilâd-ı Rûm halı ve kilimleriyle döşenmiş,
Irak camından yapılmış birçok avizeyle süslenmiş
çok hoş bir yerdi. Misafir odasında beş adet “beysus”
vardı. Beysus, bakırdan yapılan üç ayaklı bir çeşit
şamdana denir ki baş tarafında yine bakırdan mamul
bir nevi kandilin ortasında fitilin çıkması için bir boru
bulunmaktadır. Bu kandil, erimiş iç yağı ile doludur ve
yanına yine yağ ile dolu bakır kaplar konur. Ayrıca fitili düzeltmek için bir de makas vardır. Ahiler’den biri
bu kandile bakar ve kendisine “çıracı” denir.
Zaviyenin oturma odasında, sırtlarına kaba giymiş ve ayaklarında mest bulunan bir grup genç yer
almıştı. Her birinin belindeki kemere iki arşın uzunluğunda birer hançer asılıydı. Başlarında softan yapılmış beyaz sarıklar olup, her sarığın tepesinde bir
arşın uzunluğunda ve iki parmak eninde bir taylasan
vardı. Bu gençler bir araya toplandıkları zaman sarıklarını çıkarıp önlerine koyarlardı ki o zaman da başlarında “zerdhani”den ya da benzeri ipekli kumaşlardan yapılmış, görünüşü pek güzel olan bir başka takke kalırdı. Toplantı yerinin orta kısmında misafirlere
ait bir peyke vardı. Meclislerine girince bize her çeşidinden bol bol yemekler, tatlılar ve meyveler ikram
ettiler. Ondan sonra da raksa başladılar. Ahiler’in yabancılara yönelik bu dostâne tutum ve davranışları,
şahsıma yönelik içten ikramları beni hayretler içinde
bırakmıştı. Gecenin geç saatlerinde onları zâviyelerinde bırakarak oradan ayrıldım.
(İbni Battuta, Büyük Dünya Seyahatnâmesi-Tuhfetû’n-Nûzzâr fî Garâibi’l-Emsar ve’l-Acâibi’l-Esfar,
çev. Muhammed Şerif Paşa, sadeleştirenler Mümin Çevik-Ali Murat Güven)
218
Öğretici Metinler
Evliya Çelebi’den
ADİLCEVAZ KALESİ
Azerbaycan şahlarından İran Şahı Taceddin Alişân
tarafından yaptırılmıştır. Nice hükümdarların eline geçtikten sonra 940 tarihinde kaleye sığınmış olan Acemler, Osmanlı baskısına dayanamayıp kalenin anahtarlarını bizzat Süleyman Hân’a teslim etmiştir. Kalenin ilk hâkimi Zâl Paşa’dır. Kale, Van Gölü kenarında, göğe yükselmiş bir kaya üzerinde, yontulmuş taş ile yapılmış sağlam bir yapıdır. En yüksek yerine yarım saatte çıkılır. Doğu ve güneyini çevreleyen Van Gölü küçük bir haliç gibi görünür. Sabah kuşluk vakti olmayınca mavi bulut arasından kalenin tepesi görünmez. İç kalesinin etrafında
hendek yoktur, hendek açmak da mümkün değildir. Zira çepeçevre etrafı şahin yuvalı yalçın kayalardır ki bir
tırnak eriştirecek yeri yoktur. Otuz sekiz adet metin kulesi vardır.
Adilcevaz Kalesi
...
SÜPHAN DAĞI
Adilcevaz Kalesi’nin kuzeyinde göğe yükselmiş bir
dağdır. Filozof Batlamyos’un dediğine göre, yeryüzündeki yüz kırk sekiz büyük dağdan biri de budur. Bu dağın en yüksek tepesine her sene Türkmenler, Çekvani,
Zaza, Lulu, Zibari, Pesani ve Kargari Kürtleri yüzbinlerce hayvanları ile çıkıp yayla faslı yaparlar. Bu dağda otlayan hayvanların çoğu çifte kuzulardır.
Şöyle garip bir şey oldu: Adilcevaz ihtiyarları, yakın zamanda bir batında yedi çocuk doğduğunu gördük,
diye söylediler. Ben buna güvenmeyerek Allah’ın âdeti
böyle değildir diye karşı çıktım. Hemen Savurioğlu, Dizdaroğlu, Meymendioğlu adındaki ihtiyarlarla mahkemeye vardık. Kadı Hâmid Efendi’ye bir kuruş vererek “Canım efendi! Sultan Süleyman Hân zamanında Zâl Paşa sicillerine bakın.” diye rica ettik. Derhal Adilcevaz Kalesi hazinesinden, Zâl Paşa’nın “Ol asırda Süphan Dağı
yaylasında Movul Secah adında bir adamın karısı dokuz
ay on günde bir batında bir saat içinde kırk çocuk doğurup yirmisi kız, yirmisi oğlan olmak üzere...” diye Süleyman Hân’a böylece arz ettiğini ve 943 tarihiyle sicilde kayıtlı olduğunu gördük. Daha önce bir batında yedi çocuk
doğurulduğuna inanmamışken şimdi kırk tanesine inanmaya mecbur oldum. Süphan Dağı’nın böyle bir özelliğinin artık sicillerde bile kayıtlı olduğu görüldü. Allah her
şeye kadirdir.
Süphan Dağı’nın Erciş sahillerinden görünüşü
(Fotoğraf: Ali Dağer)
Süphan Dağı (Fotoğraf: Ali Dağer)
219
Öğretici Metinler
Bu Süphan Dağı’nda kurt, sırtlan, tilki, çakal, kaplan
gibi bütün yırtıcı hayvanlar yaşar. Bu dağda çiftleşirler.
Ama asla belaları olmaz. Kurt ile koyun bu dağda bir yerde gezdikleri hâlde, koyunun tüyüne bile zarar gelmez.
Onun için bu dağda çobanların değeri pek yoktur. Bağdat
arslanına benzer ehlileştirilmiş köpekler vardır. Buranın
tavukları çoğunlukla günde ikişer yumurta yumurtlarlar.
Ahlat ile Süphan Dağı aralığında korkulu bir yer vardır ki adına Ayn-ı Çimen derler. Kayalardan doğar, sert
kayalardan aşağı döküldüğünde sesinden insanın kulağı
sağır olur. Sesi iki fersah mesafeden işitilir. Bu pınar, bir
halice akarak kaybolur. Yılan zehri gibi acı bir sudur. İçen
hayvan veya insan o an ölür. Hatta bizimle beraber gelen Hacı Carullah adında bir zenci, hayvanlara engel olmak için etrafına bir set yaptırmış. Bu pınarın etrafında
ottan eser yoktur.
Süphan Dağı (Fotoğraf: Ali Dağer)
Bu dağın kuzeydoğusunda, dağlar arasında büyük
bir kaplıca vardır. Yaylaya gidenler burada yıkanırlar. Suyu gayet sıcaktır. Havuzu geniş olup suyu zırnıklıdır (arseniklidir). İçine girenlerin saç ve sakalları dökülür. Ama
kadınlar için çok faydalıdır. Uyuz olan bir kimse çamurundan vücuduna sürse, Allah’ın emri ile iyileşir.
Adilcevaz’ı böylece gezip gördükten sonra, göl kenarını takip ederek dokuz saat giderek Deliklitaş Köyü’ne
geldik. Göl kenarına yakın, iki yüz haneli bir köydür. Oradan Demirci Köyü’ne geldik. Van Gölü’nden uzak, Erciş
Kalesi topraklarında, üç yüz haneli, gelişmiş bir Yakubi
köyüdür. Halkı hep demircidir. Oradan Kenzik Köyü’ne
geldik. Bu da sahilden uzak, Erciş toprağında, iki yüz haneli köy ve gelişmiş bir zeamettir. Burada, Paşa’nın çadırı önünde yedi adet hırsız yakalanarak kelleleri kesildi.
Oradan yine doğuya doğru giderek Erciş Kalesi’ne geldik.
Matrakçı Nasuh’un
“Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn”
isimli eserindeki Erciş Kalesi minyatürü
ERCİŞ KALESİ
Bu yer birçok zaman onun bunun elinde kalmış, sonunda 521 senesinde Kılıç Arslan Şâh’ın eline geçmiştir. O da burada bir kale inşa ettirerek burayı geliştirmiştir. Sonra yine hükümdardan hükümdara geçmiştir. Bunlardan Karakoyunlu şahlarından Kara Yusuf Şâh da burayı pek geliştirdiyse de Timur gelince harabeye döndürmek istedi. Fakat başaramayıp sadece Muş şehrini harap
edebilmiştir. Sonra 955 tarihinde, Süleyman Hân, Acem
diyarından gelip bu Erciş Kalesi’ni Acem elinden aman
ile alarak yeniden güzelleştirmiştir. Halen Van Eyâleti’nde
sancakbeyi merkezidir.
...
220
Süphan Dağı’nın Van Gölü’nden görünüşü
(Fotoğraf: Ali Dağer)
Erciş Kalesi kalıntılarının önemli bir bölümü
günümüzde Van Gölü’nün suları altındadır.
Öğretici Metinler
Melek Ahmet Paşa efendimiz ile Erciş Kalesi’ne giderken,
beyleri Ferhat Bey idi, kale kulu ve
livası, sipahileriyle altı bin kadar
silahlı seçkin asker göndermiştir
ki bunların silahları ve savaş âletlerinin parıltısından gözlerimiz kamaşmıştı. Kaleye yaklaştığımızda kale içinden gülbank (Hep bir
ağızdan ve makamla yapılan dua
veya ant) ve “Allah Allah!” sesleri göğe yükseldi. Bu aralık, kalenin burç ve kulelerinden binlerce tüfek atışı yapıldı. Bunların gürültüsü bitmeden bir yaylım balyemez toplar atıldı ki Erciş Kalesi,
semender kuşu gibi Nemrut ateşi
içinde kaldı.
Paşa kaleye yaklaştığında,
topçular hüner gösterisi için balyemez toplarından Van Gölü üzerine seğirtme gülleler attılar. Her
gülleleri gölde kelle gibi seğirtti.
Bu şekilde nice şenlikler yaptılar.
Paşa, çadırında konakladı. Ziyafetten sonra divan toplantısı yapıldı. Üç gün istirahate karar verildi.
Ben kaleyi gezip seyre başladım.
...
İBÂDET YERİ VAN KALESİ
Saray kuyumcusu Mehmet Zıllî Efendi’nin oğlu olan
Evliyâ Çelebi (1611-1682) İstanbul’da doğmuş, devrinin
şartlarına göre iyi bir eğitim
görmüş, IV. Murat döneminde saraya alınmıştır. Kendisinin anlattığına göre, 1630 Muharreminin Aşure gecesi, Ahî
Çelebi Câmii’nde cemaat arasında Hz. Peygamber’i görmüş, heyecanlanarak “Şefaat
ya Resûlallâh!” diyeceği yerde
“Seyahat ya Resûlallâh!” demiş; Hz. Peygamber de onu hem şefaat hem de seyahat ile müjdelemiştir. Evliyâ Çelebi’nin anlattığına göre cemaat arasında bulunan
Sa’d bin Ebî Vakkas ise ondan seyahatlerinde göreceklerini yazmasını istemiştir. Bunun üzerine Evliyâ Çelebi önce İstanbul’u, daha sonra da imparatorluğun birçok yerini gezip görmüş, bu yerlerle ilgili bilgi,
gözlem ve izlenimlerini anılarıyla zenginleştirerek “Tarih-i Seyyah”
olarak da bilinen “Seyahatnâme” isimli eserine aktarmıştır.
Eserini oluştururken gördükleriyle yetinmeyen, birçok ilimden de
faydalanan, belli başlı tarihlere, kanunnâmelere ve menkıbelere başvuran Evliyâ Çelebi, gezdiği yerlerin tarihini, coğrafyasını, iklimini, sanat eserlerini, insanlarının giyiniş, yaşayış, dil ve dinlerini, silahlarını,
âdetlerini, ayırt edici özelliklerini, yerleşme şekillerini, kısaca bireysel
hayattan toplumsal hayata, günlük hayattan manevî hayata kadar bütün özelliklerini son derece dikkatli bir seyyah olarak gözlemlemiş ve
eserine aktarmıştır.
Ömrünün otuz yılını İstanbul’da, geri kalan yaklaşık elli yılını da
seyahatlerde geçiren Evliyâ Çelebi, hiç evlenmemiş, yaşamını gezmeye ve yazmaya adamıştır. Onun on ciltlik “Seyahatnâme”si; tarihî,
folklorik ve edebî açılardan çok önemli bir kaynaktır. Düşünceye ve
daha çok göze hitap eden güçlü betimlemeleri, mizahî, abartmalı, secili anlatımı, bu eserin belirgin anlatım özellikleri arasındadır.
Önce buralarda Âd ve Semûd kavimleri yerleşmişlerdi. Bu
dağlarda mağaralar ve büyük
oyuklar yapıp oturmuşlardı. Allah’ın hikmeti bu ya, bütün sert kayalar onlara boyun eğermiş. Sonra bu Van kayası nice devletlerin eline geçmiştir. Hazreti Peygamberin doğumundan 1600 sene önce, Hz. Dâvud zamanında Melik Câlut bu Van kayalıkları üzerine büyük bir kilise yaptırmıştır. Davut aleyhisselâm Melik
Câlut’u öldürttükten sonra da bu kilise elden ele geçmiş, nihayet Hz. Peygamberin doğumundan 881 yıl önce
Büyük İskender’in eline geçmiştir. İskender bu kiliseye, yerlilerin “ibâdet yeri” anlamına kullandıkları “Vank” adını koymuştur. Sonra bu kelime bozulmuş ve şehrin adı da Van kalmıştır.
...
Van kayalıkları, Azerbaycan toprağındadır. Güneyi, batısı ve kuzeyi Van Gölü ile çevrilidir. Kıble, doğu ve
yıldız tarafı İrem Bağı gibi bir sahranın ortasıdır ki kale bu ortada yüklü olarak çökmüş deve gibi durur. Arka
221
Öğretici Metinler
ucu göğe yükselmiş olup çeşit çeşit şekiller hâlinde görünür. İki tarafı da deve yükü gibi karnı geniş, altı sütunsuz, dağ gibi boş kayalardır ki kıble tarafındaki kayaların
altında aşağı şehir alçak bir hisar varoşudur. Kuzey tarafındaki altı boş kayada -ki Timur’un toprak sürdüğü yerdir- şehir yoktur. Bir tarafı sazlı bataklıktır.
Batı tarafı Timur toprağı olup arkası sahradır. Bu kaya çökmüş bir deveye benzetilirse, başı doğu tarafında
olup gülle gibi kayalar vardır ki bunlara asla top ulaşmaz.
Devenin kıç tarafı, Van Gölü tarafına ve batıya bakar. Bu
deve kıçına benzeyen yerden üç bin altmış adım yükseklikteki kayalar üzerine, korka korka, tam bir saatte çıktık.
Yedi kule ve yedi kat kapı gezip aşağı Arapcan kapısına vardık ki kalenin en aşağı duvarıdır. Bu kalenin kayaları pek tuhaf bir şekilde görünür. Nice yerlerinde kayalar
ejderha gibi aşağı sarkmış, şehri örter gibidirler; başları,
pençeleri, gerdanları açıkça bellidir. Görenler bilir: Niceleri arslana benzer, timsaha benzer, gemiye benzer; bazı kayalar oturmuş akbaba kuşu gibi durur. Bu kayalar,
aşağıdan tam üç saatte dolaşılır.
...
Hâsılı, bu Van kayalarının içerisinde altı yüz kadar
mağara vardır ki hiçbirisi boş değildir. Hepsi cephane,
mühimmat ve askeri malzemeler ile doludur. Hatta Süleyman Hân -Allah rahmet eylesin- birçok fetihlerde bulunup kaleler aldığından her şeyi bilir, dışarıdan kaleye ve
kaleden düşmana ne şekilde top atılıp kalenin nasıl dövüleceğini, kaleden atılan topların düşmana nasıl zarar
vereceğini bildiğinden, Van Kalesi’nin ta en yüksek yerine yirmişer, otuzar ve kırkar karış aralıklarla balyemez
toplar koydurmuştur. Dört saatlik mesafeden, Edremit
bağlarından düşman görününce bu toplar Van sahrasında ve kırk mil deryasında insan gezdirmez.
Van Kalesi’nin şekli: Yukarıda anlatılan mağaralar üzerinde göğe doğru uzanmış yüksek bir kaledir. Batı tarafında yedi kat kapı kuleleri vardır. Burçlar birbirine
bakar. Kuzey tarafa bakan bölme bölme kayalar üzerinde, üç grup kale duvarı arasında azap ve diğer sınıf askerleri otururlar. Bu taraftaki kayaların içi, ta aşağı sazlığa inen Soluk yolunun kalesi, balyemez toplarla doludur. Kıblesinde, güneyinin aşağı şehre bakan yerinde hiç
duvar yoktur. Tamamen yalçın kayalar üzerinde yeniçeri ağasının, başçavuş ve kâtibinin, dizdar ve kethüdasının sarayları ile diğer yeniçeri ve cebecilerin odalarının
duvarları vardır. Yoksa bu taraftaki kale duvarından aşa222
Öğretici Metinler
ğı bakmaya kimse cesaret edemez. Bu kısımda aşağı
şehre sarkan kayalar içinde oyulmuş Soluk Kulesi yolu vardır. Yukarı kalenin en yüksek yerinden Horhor suyu kayasına; ince, bin basamaklı taş merdiven ile inilir.
Su alınan yol yine başkadır. Kuşatma sırasında sıkışıklık olmaması için Kılıç Arslan böyle yaptırmıştır. Van’ın
bu kale kayasından Horhor denilen değirmen çarkını
döndüren suyu akar. Debbağhane içinden etrafta bulunan bağ ve bostanları sulayıp Van Gölü’ne dökülür.
Güzel bir sudur.
Van Kalesi Camileri: Yukarı kalede Vanik Camii,
ta Hazreti Davut zamanında yapılmıştır. Eski bir ibâdet yeridir. Sonra Hazreti Ebubekir, elçilik ile buraya
geldiğinde mescit olmuştur. Yüzlerce hükümdarın eline düşmüş ve yine cami olarak 940 tarihinde Sultan
Süleyman tarafından tamir olunarak adını “Süleyman
Han Camii” olarak koydurmuştur. Bir kapılı, hayli geniş
bir camidir. Bir minaresi vardır. Hatta Van’da bir zelzele olduğunda minaresi yıkılmıştır. Sonra Yeniçeriağası
Ömer Ağa güzel bir sanat eseri olarak minare yaptırmıştır ki uç kısmı öğle vaktine kadar bulut içinde kalır.
Bu iç kalede bundan başka cami yoktur. Bütün pencereleri aşağı şehre ve Edremit sahrasındaki bağ ve bahçelere bakar.
Süleyman Han Camii’nin
J. Laurens tarafından yapılan gravürü (1859)
...
Hüsrevpaşa Camii, Süleyman Hân vezirlerinden
Koca Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bitlis’te bedesteni, kargir yapı çarşısı, Rahova sahrasında da muazzam bir hanı vardır. Van hâkimi iken bu camiyi yaptırmıştır. Bütün kubbeleri ve odaları mavi kurşunla örtülü nurlu bir camidir. Orta kubbesi gayet güzel işlemelidir. Hâlis altınla kaplanmış alemleri, âlemi aydınlatan
güneşin ışığı ile öyle bir parlaklık saçar ki insanın gözlerini kamaştırır. Caminin içinde çok kıymetli, işlemeli avizeler vardır. Dört tarafındaki pencereleri billur, necef ve moran camlarından olup gayet işlidir. İstanbul
tarzı bir yüksek minaresi vardır. Avlusu etrafında medrese odaları vardır. Paşa Sarayı yakınında olduğundan
her cuma paşalar bu camiye gelirler.
(Evliya Çelebi, Seyahatnâme-Kısaltılmış Versiyon,
sadeleştirenler Tevfik Temelkuran, Necati Aktaş,
Mümin Çevik)
Süleyman Han Camii (Vanik Camii)
Hüsrevpaşa Camii
223
Öğretici Metinler
ÖLÇME – DEĞERLENDİRME 9
Gezi Yazısı (Seyahatnâme)
BİLGİ – YORUM
1.
Örnek metinlerden ve şimdiye dek edindiğiniz bilgilerden yola çıkarak gezi yazılarının belirgin özelliklerini sıralayınız.
2.
Yazarları bu tür metinler oluşturmaya iten temel neden ne olabilir? İnsan gerçeğinden yola çıkarak
cevaplayınız.
3.
Örnek metinlerde dil, belirgin olarak hangi işlevde kullanılmıştır?
4.
Örnek metinleri, yazım ve noktalama bakımından inceleyiniz.
5.
Örnek metinleri, akıcılık, bağlaşıklık ve bağdaşıklık bakımından inceleyiniz.
6.
Örnek metinleri, anlatım türleri (açıklayıcı anlatım, betimleyici anlatım vb.) bakımından inceleyiniz.
7.
Bir yer hakkında ayrıntılı bilgiler vermesine karşın gezi yazısı sayılamayacak ansiklopedik ve coğrafi
metinler vardır. Bunlarla gezi yazıları arasında temelde ne fark vardır?
8.
Gezi yazılarıyla anı metinleri arasında ne tür benzerlikler ve farklar vardır?
9.
Aynı yeri gören kişilerin oluşturdukları gezi yazısı metinleri arasında benzerlikler ve farklılıklar olmasını hangi gerekçeyle açıklamak mümkündür?
10. İyi bir gezi yazısı, okuyucuları hangi yönde etkiler? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız.
11. Gözlemin, gezi yazılarının oluşturulmasındaki katkısı ne ölçüdedir? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız.
12. Televizyon ve İnternet, gezi yazısı metinlerinden oluşan kitapların yazılmasını ve okunmasını olumlu
mu olumsuz mu etkilemiştir? Gerekçelerini de belirterek cevaplayınız.
13. “Mir’âtü’l-Memâlik”in, Türk edebiyat tarihindeki yeri ve önemi hakkında bilgi veriniz.
234
Öğretici Metinler
Sohbet türüyle ilgili bilgi vermeden önce metinlerin sınıflandırılmasıyla ilgili şöyle bir açıklama yapabiliriz: Birçok edebiyat araştırmacısı, sohbeti ayrı
bir metin türü olarak kabul etmemiş ve bu türde oluşturulmuş metinleri, fıkra (köşe yazısı) ya da deneme
türleri içinde ele almıştır. Gerçekten de sohbetle fıkra ve deneme türleri arasında işlev ve içerik bakımlarından çok büyük benzerlikler vardır. Bu saptamayı yaptıktan sonra sohbet türünün belirgin özelliklerini
şöyle sıralayabiliriz:
1. Sohbet kelimesinin “TDK Türkçe Sözlük”teki ilk anlamı şudur: Dostça, arkadaşça konuşarak
hoş vakit geçirme, söyleşi, yârenlik, hasbihâl. Bir
metin türü olarak kabul edilen sohbet (söyleşi), kelimenin bu ilk anlamıyla yakından ilişkilidir: Sohbet,
yazarın duygu ve düşüncelerini, bir arkadaşıyla
konuşur, onunla sohbet eder gibi anlattığı metin
türüdür.
2. Sohbet metinlerinde, dostlar ve arkadaşlar arasındaki gerçek sohbetlerde ele alınabilecek
her tür konu işlenebilir. Bu yönüyle sohbet, gündelik olaylardan politikaya, değer yargılarından sanat ve
edebiyat gelişmelerine kadar birçok konunun ele alınabildiği bir metin türüdür.
3. Bu metin türündeki anlatım, gerçek sohbetlerdeki gibidir. Gerçek sohbetlerdeki anlatımın en
238
ESEN YAYINLARI
6.
SOHBET (SÖYLEfi‹)
belirgin özelliği ise samimiyettir, sıcaklıktır, rahatlıktır. Bir metin türü olan sohbeti gerçek sohbetten ayıran tek fark, muhatabın gerçek bir kişi olarak
yazarın karşısında bulunmamasıdır. Yazar, gerçek
anlamda karşısında bir kişi olmamasına rağmen, o
kişi varmış gibi bir tutum takınır. Sohbet, bu yönüyle özel mektuba benzer. Yakın bir dosta yazılan bir
mektupta, yazarın, muhatabına içtenliğini ifade eden
kelime ve cümleler kullanması, ona yakınlık anlatan
hitaplarla seslenmesi, sorular sorup ondan bu sorulara cevaplar beklemesi gibi sohbet yazarı da okuyucusuna, içtenliğini ifade eden hitap sözleriyle yönelir ve ona sorular sorar. Nitekim Nurullah Ataç, yazdığı sohbet metinlerini, sohbetle mektup arasındaki anlatım benzerliğinden ötürü şekil bakımından da birer
özel mektup gibi düşünmüş ve bu türde yazdığı metinlerin bir bölümünü “Okuruma Mektuplar” isimli kitabında toplamıştır.
Sohbet metinlerinde karşımıza çıkan bu içten anlatımın benzerine bazı radyo ve televizyon
programlarında da rastlarız. Bu anlamda sohbet
yazarını, televizyonlarda ve radyolarda tek kişinin başarımına (performansına) dayalı program yapan sunuculara benzetebiliriz. Söz gelimi bir radyo programının sunucusu, dinleyicilerini gerçekten stüdyosu-
Öğretici Metinler
rübelerden, kişisel bakış açısından, esprili söyleyişlerden ve öznel değer yargılarından hareketle
yapılır.
5. Sohbet metinleri, öğretici metin türleri içinde sınıflandırılır. Bu tür metinlerde öğreticilik, bir bilginin doğrudan değil, çoğu kez dolaylı yollarla aktarılması şeklinde gerçekleşir. Yani sohbette bir makalede olduğu gibi aktarılmaz bilgiler. İnsan bir arkadaşıyla sohbet ederken nasıl bir şeyleri öğreniyorsa sohbet yazılarında da o samimi hava içinde öğrenir bazı
şeyleri.
6. Sohbette içten, akıcı, sürükleyici, yalın bir
anlatım kullanılır. Gerçek bir sohbet izlenimi uyandırmak için hitap sözlerine, devrik cümlelere, konuşma dilindeki kelime ve deyimlere sıkça yer verilir. Ünlem cümleleriyle sözde soru cümleleri sıkça kullanılır. Herkesin bildiği fıkralardan, atasözlerinden ve nükteli söyleyişlerden yararlanılır.
ya çalışır. Radyo ve televizyonlarda tek kişinin başarımına dayalı edebiyat, sanat, kültür, tarih vb. programları da bu bağlamda ele alınabilir. Hatta denilebilir ki sohbet türündeki metinler bu tür edebiyat, sanat, kültür, tarih programlarının yazıya aktarılmış şekilleridir. Sözlü anlatımla oluşturulan bu tür programların metinleri, yazıya aktarıldığında bir sohbet metnine dönüşür. Nitekim bu türün en önemli temsilcisi sayılan Şevket Rado, “Eşref Saat” isimli kitabında topladığı sohbet metinlerini, İstanbul Radyosu’nda yaptığı
programların sözlü anlatılarını yazıya aktararak oluşturmuştur.
4. Sohbette düşünceler derinleştirilmeden
ifade edilir, bunların mutlak doğru olduğu iddiasında bulunulmaz. Hele hele bunların bilimsel
gerekçelere dayandırılarak kanıtlanması yoluna
asla başvurulmaz. Konular, dostça bir yaklaşımla
“Ben böyle düşünüyorum, böyle düşünmekte haksız
mıyım, bu konuda sen ne dersin?” atmosferi içinde
ele alınır. Dostça, arkadaşça konuşarak hoş vakit geçirme anlamına gelen gerçek sohbetlerdeki gibi hoşça vakit geçirme, bazı duygu ve düşünceleri paylaşma amacı ön plana çıkar bu tür metinlerde. Bazı sohbet metinlerinde gerçek sohbetlerde olduğu gibi ikna
etme amacı da güdülebilir. Ama bu ikna etme, bilimsel gerekçe ve gerçeklerden yola çıkılarak değil, tec-
ESEN YAYINLARI
na konuk etmese de onlara stüdyosundaymış gibi hitap eder, onlarla çeşitli konular hakkındaki görüşlerini
paylaşır, onlara sorular sorar. Bir anlamda mikrofonu
aracılığıyla milyonlarca kişiyle aynı anda sohbet ediyormuş havası uyandırır. İşte bir metin türü olan sohbet de bunun gibidir. Yazar, okuyucuyla sohbet eder
gibi bir tutum takınır, onlarla içten bir iletişim kurma-
7. Sohbet metinlerinde dilin hangi işlevde kullanıldığı, yazarın konuyu ele alma biçimine bağlı olarak değişir. Yazar, bilgilendirme amacıyla nesnel bilgiler verdiği bölümlerde, dili, göndergesel işlevde;
konuyla ilgili duygu ve heyecanlarını dile getirdiği bölümlerde heyecana bağlı işlevde; okuyucuda tepki
ve davranış değişikliği yaratmayı amaçladığı bölümlerde alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanır.
8. Sohbet metinlerinde daha çok söyleşmeye
bağlı anlatım ile açıklayıcı anlatım kullanılır. Bazı
yazarlar, sohbet metinlerinin bazı bölümlerinde mizahi anlatımla öyküleyici anlatımdan da yararlanır.
Hatta bazı yazarlar, bilimsellik kaygısıyla değil de
dostça bir yaklaşımla ikna amacı güttükleri bölümlerde kanıtlayıcı anlatımdan da yararlanabilirler.
9. Sohbet, işlev ve içerik bakımından gazete çevresinde gelişen metin türlerinden en çok fıkra
ve denemeyle benzerlik gösterir. Özellikle de fıkrayla sohbet arasındaki benzerlikten yola çıkarak “Okuyucuyla sohbet ediliyormuş havası taşıyan fıkralara
sohbet denir.” demek yanlış olmaz.
10. Ahmet Rasim, Suut Kemal Yetkin, Nurullah Ataç ve Şevket Rado sohbet türünde metinler
kaleme almışlardır. Sohbet, günümüzde de bazı gazete yazarları tarafından kullanılan bir metin türüdür.
239
Öğretici Metinler
ÖRNEK METİN 1
GENÇLİĞİN KIYMETİ
İzin verirseniz sizlere ilkbahardan söz açmak istiyorum.
Bahar sözcüğünün kendine mahsus bir çekiciliği vardır. Yalnız tabiat için, kırlar için, çiçekler için, ağaçlar için değil; insanlar için de bir bahar, bir ilkbahar düşünülür. İnsanların genç olduklarını anlatmak için “ömrünün ilkbaharında” derler. Tabii o ömrün bir de sonbaharı vardır ki çiçeklenmenin belki sonunun geldiğini anlatmak için öyle demişlerdir.
Bahar sözcüğünün bize yeşermeyi, çiçeklenmeyi hatırlattığını tekrarlamaya tabii lüzum görmüyorum. İlkbaharla beraber bütün tabiatın çiçeklerle donanması, bu kelimenin manasını düşünmeye pek de lüzum bırakmamıştır. Fakat çiçek, ilk bakışta zannedileceği gibi, sadece bir süslenme,
bir güzelleşme arzusunun mahsulü
değildir. Her çiçeğin bir gayesi vardır. Bu gaye de meyveye doğru gitmektir. Eğer sadece çiçekler açar,
ağaç renklere boğulur, fakat sonunda meyveler gelmezse o çiçeklerin belki hoşluğu sürer ama manası kalır mı?
Bir zamanlar arkadaşım Sait
Faik yazdığı güzel bir yazıda çiçeklere bakarak şaşakalıyor “Bu kapkara topraktan çıkan bu bembeyaz,
bu sapsarı, bu mavi, bu kırmızı çiçekler acaba bize toprağın altında
gizli olan harikulade bir âlemden
haber vermek istiyorlar da biz bunun bir türlü farkına varamıyor muyuz dersiniz?” diye soruyordu.
Çiçeklere renk veren, koku
veren o kara toprağın altında harikulade bir âlem var mıdır, yok mudur, pek bilmem ama her çiçeğin
240
Öğretici Metinler
Tecrübelerle dolu bir ömür yaşamış olan insanlar, gençliğin acemi hareketlerini gördükçe onlara
“Gençliğinizin kıymetini biliniz.” diye nasihat etmekten hoşlanırlar. Ama kaç genç bu sözün kıymetini
kavrayabilir? Hâlbuki hayat ilerledikten sonra insanların duydukları birçok pişmanlık; gençlikte kaybettikleri, bile bile savurdukları imkânlar yüzünden doğmaktadır. “O zamanlar niçin daha çok okumadım? Niçin daha çok çalışmadım? Önümde açılan yükselme
yoluna neden sapmadım da zevki çabucak kaybolan
bir eğlencenin peşinde zamanlarımı harcadım?” diye
dizlerini döven insanlara çok rastlanıyor. Bu insanların neden bu derece üzüldüklerini gençler anlamasalar bile feleğin çemberinden geçmiş olan yaşlılar çok
iyi anlarlar. Çünkü bu yalan dünyada insanlara reva
görülen en hazin işkence, geçmiş olan zamanın bir
daha geri gelmesine imkân bırakılmamış olmasıdır.
bir meyveyi ortaya koymak niyetiyle açıldığını bilmek
için âlim olmaya pek lüzum yoktur. Zaten insanlar da
öyle değil midir? Ömürlerinin ilkbaharında yeniden
hayat bulup yeşermekte olan ağaçların çiçekleri ve
yaprakları gibi taptaze, gevrek ve çiçekler gibi renkler içinde, güzel, yakışıklı olan insanlar tabiatın kendilerinden istediği meyveyi vermeyip de yalnız bir çiçek
gibi süslü kalmak isterlerse hüsrana uğrarlar. Çünkü
insanlara ait güzelliklerden hiçbiri ebedî değildir. Tabiat her sene dört mevsim geçirirken insanlar da normal bir ömrü yaşamaya muvaffak olurlar ise hayatın
ilkbaharından yazına, yazından sonbaharına, sonbaharından kışına atlayacaklar; yavaş yavaş gençliğin
bütün güzelliğini ve tazeliğini kaybederek ihtiyarlığa
doğru gideceklerdir.
Dikkat ederseniz, ihtiyarlığa doğru gideceklerdir,
diyorum; çirkinliğe doğru demiyorum. Çünkü hayatta
insanlara mahsus güzellikler yalnız ilkbaharın verdiği
tazelikten ibaret değildir. Çiçeklerini açmış bir şeftali ağacı ne kadar güzelse, aynı ağaç, dallarından olgun şeftaliler sarkarken de güzeldir. Ama unutmamalı ki bu harikulade şeftaliler ilkbahardaki o harikulade
çiçeklenmenin, o mevsimdeki hazırlanmanın, o mevsimdeki dikkat ve ihtimamın eseridir. Eğer insanların
ilk gençliklerini tabiatın bütün istidatları parlattığı ilkbahar mevsimine benzetmeye devam edersek, olgun
yaşlarda güzel meyveleri toplayabilmek için bu çağda ne kadar dikkatle hazırlanmak gerektiğini daha iyi
kavrarız sanıyorum.
Eski zamanların Heraklit filozofu bir nehirde iki
defa yıkanmanın mümkün olmadığını söylerken bunu
ne güzel anlatmıştır. Çünkü hayat, tıpkı bir nehrin suyu gibi zaman içinde akıp gitmektedir. O nehirde bir
an sizin etrafınızı çevirmiş, yüzünüzü ıslatmış, omzunuzdan göğsünüze doğru akmış olan su, bu süzülmeyi takip eden andan itibaren sizden uzaklaşmıştır.
Onu kovalamanıza imkân yoktur. Akan su içinde insan ne ise, zaman içinde de hayat odur.
Yaşadığınız her anı, hele gençlikte yaşadığınız
her anı iyi kullanmaya mecbursunuz; çünkü gençlik,
hayatın sonraki devreleri için bir hazırlanma çağından başka bir şey değildir. Fidanken iyi bakılmış, suyu verilmiş, böceklerden, hastalıklardan korunmuş,
budanmış, aşılanmış bir ağaç en güzel meyveleri vermeye de hazırlanmış demektir. Gençliği umursamazlıklar içinde geçmiş bir adam da birçok bakımdan eksik kalmıştır. Bu eksiklikleri insan muhakkak ki gençliğin hareketli çağı geçtikten sonra fark ediyor.
241
Öğretici Metinler
Bilmem bilir misiniz, kültürün güzel bir tarifi vardır: Kültür, insanın okuduklarını unuttuktan sonra aklında kalan şeydir, derler. Hani hepimiz mekteplerde
bize birtakım işimize yaramayacak bilgiler öğrettikleri
için kızarız ya! Gerçekten mektep sıralarında okuduğumuz, imtihan vermeye mecbur olduğumuz, “Bunlara ne lüzum var?” diyerek sinirlendiğimiz dersler, kültürün bu tarifine göre, öğrendikten sonra unutmamız
lazım gelen şeylerdir. Ama bütün o bilgileri hazmedip
tamamen unuttuğumuzu zannettiğimiz zaman bizde
kalan şey kültürümüzü teşkil edecektir.
Demek ki gençliğimizde ne kadar çok şey öğrenirsek, yani unutacağımız bilgiler ne kadar fazla olursa o nispette kültürlü bir adam sayılabileceğiz. İçinde
bir şeyler kalacak olan bu bilgi dağarcığı da ne çare
ki ancak gençlikte doldurulabilir.
İnsan hayatta, gençlik yaşlarında iken okumak
için çok zamanı var zanneder. Hâlbuki bu zaman,
mektebe başladığımız yaşlarla en yüksek mektepleri
bitirip çıktığımız yaşa kadar devam etmektedir; umumiyetle bu zaman içinde ne okumuşsak okumuşuzdur. Şüphesiz okumaya devam etmek azmimiz canlı
kaldıkça yeni kitaplar bize zevk vermeye devam edecektir. Fakat gençlik çağlarında okunmuş kitapların
şahsiyetimize kattıklarını, sonraki kitaplar kolay kolay değiştiremez.
Gençlikte pek çokmuş gibi görünen vakit, yaş
ilerledikçe azalacaktır. Yetmiş beş yaşına varan bir
âlim, “Ah kabil olsa da köşe başlarında şapkamı gelene geçene uzatsam da boş geçirdikleri vakitleri içine
atmaları için yalvarsam.” derken kendisi için ayrılmış
zamanın bitmekte olduğunu ne güzel anlatmıştır. Bir
insanın içinde yaşadığı cemiyete ve bu arada kendisine biraz faydalı olabilmesi; ancak gençliğinin kıymetini bilmesine, o çağlarda zamanını iyi kullanmasına, dağarcığını iyice doldurmasına bağlıdır. “Gençlik
bilse, ihtiyarlık yapabilse!” derler. İhtiyarlığın kudretli olması gençliğin birçok şeyi bilmesine dayanır. En
güçlü ihtiyarlar, gençliklerini boş geçirmemiş olanlardır. Eğer insanlık eğiliyorsa onların önünde eğiliyor.
Tabiatın uykusundan
uyandığı, ağaçlara suların
yürüdüğü, çiçeklerin açtığı, yaprakların yeşerdiği
ilkbahar günlerinde, tıpkı
taze fidanlar gibi etrafınızda gelişmekte olan gençlere faydalı olmak için elinizden gelen gayreti esirgemeyeceğinizi ümit ederim. Bilirsiniz ki en güzel
meyveler, en iyi bahçıvanların eseridir.
(Şevket Rado, Eşref Saat)
242
Şevket Rado
Öğretici Metinler
7.
HABER YAZISI
sel unsurlarla zenginleştirilebilen, giderlerinin önemli
bölümü reklâm ve ilan gelirleriyle karşılanan, her gün
veya daha geniş periyodik aralıklarla çıkarılan, genellikle düşük maliyetli kâğıt kullanılarak basılan bilgilendirici bir yayın türüdür.
İnsanlar; duygu, düşünce ve tecrübelerini; yaşadıkları ya da tanık oldukları olaylar hakkındaki bilgi ve
gözlemlerini başkalarına da anlatmak, onları da bunlardan haberdar etmek isterler. Aslında bu tek yönlü
bir istek değildir. İnsan bir taraftan haberdar etmek isterken bir taraftan da haberdar olmak, yani başkalarının duygu, düşünce ve tecrübelerini; yaşadıkları ya
da tanık oldukları olaylar hakkındaki bilgi ve gözlemlerini öğrenmek ister. İnsan doğasının bu gerçeği, iletişim eyleminin özünü oluşturur.
Çağlar boyunca her bir metni tek tek yazarak çoğaltmak durumunda kalan insanoğlu, matbaanın icadıyla birlikte metinleri daha kolay ve sağlıklı araçlarla
çoğaltmanın yolunu bulmuştur. Bu anlamda matbaanın yazılı iletişimde devrim etkisi yaptığını söyleyebiliriz. Matbaa, hem metinlerin kolay şekilde çoğaltılmalarını sağlayarak bilgiye erişimi kolaylaştırmış, kişilerin bir şeylerden haberdar olmalarının önünü açmış hem de insanların yeni metinler oluşturmaları yönündeki istek ve heyecanlarını artırmış, kişilerin bildiklerini metinler aracılığıyla başkalarına aktararak onları bunlardan haberdar etmelerini kolaylaştırmıştır. Matbaanın icadına zamanla diğer toplumsal,
siyasi, bilimsel, ekonomik vb. alanlardaki gelişmeler
de eklenince yeni bir meslek (gazetecilik) ortaya çıkmış, gazeteler zaman içinde modern yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Gazete; politika, aktüalite, ekonomi, spor, kültür
vb. konuların tümüyle ya da bir bölümüyle ilgili haber,
bilgi ve yorumlar içeren, fotoğraf ve karikatür gibi gör-
ESEN YAYINLARI
İnsanoğlu iletişim ihtiyacını karşılamak için en
eski çağlardan beri çeşitli yollar aramış, bu amaçla
gerek dil dışı göstergelerden gerekse de dil göstergeleri olan kelimelerden yararlanma yoluna gitmiştir.
Başta sadece birer ses birimi olarak varlık gösteren
ve insanların konuşarak iletişim kurmalarını sağlayan
kelimeler, yazının icadıyla birlikte; tabletlere, kayalara, hayvan derilerine, kâğıtlara vb.ne kaydedilmeye
başlanmış, böylece daha somut bir göstergeye dönüşerek kalıcılık niteliğini de kazanmıştır.
Gazeteye yazı yazmayı, haber toplamayı veya
gazetenin yazı işlerinde çalışmayı meslek edinmiş kişilere gazeteci denir. Köşe yazarlığı, editörlük, grafikerlik, foto muhabirliği, yazı işleri müdürlüğü, genel
yayın yönetmenliği vb. çalışma alanlarını içine alan
çok geniş bir kavram olan gazeteciliğin temeli, muhabirliğe dayanır.
Basın ve yayın organlarına haber toplayan, bildiren veya yazan kişilere muhabir; muhabirlerin yazdıkları haber metinlerine de haber yazısı denir. Haber yazısı, haber değeri taşıyan önemli ve güncel bir
olay, durum, kişi ya da gelişmeyle ilgili objektif bilgi veren, genellikle resim, çizim, fotoğraf gibi görsel
malzemelerle desteklenen kısa gazete yazısıdır. Gazetelerin temel çıkış gerekçesi olan, geniş halk kitlelerini yurtta ve dünyada gelişen kimi olaylardan haberdar etme isteği, haber yazıları aracılığıyla somutlaştırılır. Her gazete, yayın politikasına bağlı olarak
haber yazılarına az ya da çok ama mutlaka yer vermek durumundadır.
Bir gazetenin haber merkezine dört kanaldan
veri akışı olur:
1. Kendi muhabirlerinden
2. Resmî kanallardan
3. Haber ajanslarından ve diğer medya kuruluşlardan
4. Başka haber kaynaklarından
Bu kanallardan gelen verilerin bir kısmı ya doğrudan haber yazısıdır ya da haber yazısına çok kolay
dönüştürülebilme niteliğine sahiptir. Gazetenin kendi muhabirlerinin geçtiği haberler, resmi kanallardan
ve haber ajanslarından gelen haberler bu türdendir.
Başka haber kaynaklarından gelen, söz gelimi gaze249
Öğretici Metinler
telerin haber merkezine gönderilen ihbar mektupları
ya da şikâyet telefonlarıyla ulaştırılan bilgiler ise ancak belli bir araştırma sürecinden sonra bir haber yazısına dönüştürülebilecek türdendir.
Bir gazetenin en önemli ve güvenilir haber
toplayıcıları kendi muhabirleridir. Muhabirler, günceli takip ederek haber değeri taşıyan ilginç ve önemli olaylar bulmak, bu olaylarla ilgili bilgi, gözlem, araştırma, inceleme ve görüşmelerini kısa sürede tamamlayarak yazılarını bir an önce yazmak zorundadırlar.
Muhabirlerin “zamanla yarışan kişiler” olduklarını söylemek yanlış olmaz.
Muhabirlik, kulaktan dolma bilgilerle yapılmaz. Muhabir; şantaj, karalama, yıpratma vb. amaçlı haberler yazmaz; gerçek olay, olgu, belge ve bilgilerden hareketle metnini oluşturur. Gerçekleri yazmasının birilerine zarar verebileceğini, zarar görenlerin de bunun
bedelini kendisine ödetmek isteyebileceklerini bile bile gerçekleri yazmaktan
vazgeçmez. Gazeteci bu anlamda cesurdur. Güç odaklarıyla karşı karşıya
gelmekten çekinmeyen, kamuoyunun
bilgi edinme hakkını kendi çıkar ve ihtiyaçlarının önünde tutan kişidir.
Modern yaşamın belli bir konuda
uzmanlaşmayı esas kabul eden meslek algılayışı, toplumsal yapının dönüşümü, kurumların ve ilgi alanlarının çoğalması gibi türlü nedenler, muhabirlerin belli konularda uzmanlaşmalarını sağlamış; bunun sonucunda da politika, adliye, polis, ekonomi, kültür-sanat, spor muhabirliği gibi çeşitli muhabirlik dalları oluşmuştur.
Muhabirler açısından haberler, bilinen (hazırlıklı) haberler ve bilinmeyen (hazırlıksız, ani) haberler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Bilinen haberler, yazıya konu olacak haberin zamanının ve yerinin önceden bilindiği, içeriğinin az çok
kestirilebildiği haberlerdir. Söz gelimi duruşmaların, spor karşılaşmalarının, siyasilerin programlarının vb.nin zamanları ve
yerleri önceden belirlenmiştir. Muhabirlerin buralardan haber
çıkarmaları için, belirlenen yer ve zamanlarda orada hazır bulunmaları yeterlidir.
Muhabirlikte asıl önemli olan, bilinen haberleri yazmak
250
Öğretici Metinler
Bir haberin “önemli haber” şeklinde değerlendirilebilmesi için o haberde ele alınan konunun bir iki kişiyi değil, bir kitleyi ilgilendirebilecek ve etkileyebilecek nitelikte ol-
4. Haber yazılarının uzunluğu-kısalığı haberin
içeriğine bağlı olarak değişse de bu tür yazılarda ayrıntılara yer verilmeyerek yazının
ESEN YAYINLARI
ması gerekir. Bu kitle, bir şehir halkı da olabilir bütün bir insanlık ailesi de.
mümkün olduğunca kısa tutulması yönünde genel bir eğilim vardır.
5. Haber yazısının başlığı, yazının konusunu ortaya koymalı, okuyucuların dikkatini çekmelidir. Haber yazılarındaki başlıklar,
çoğunlukla cümle biçimindedir.
6. Haber yazısı, haberin genel olarak ne ile ilgili olduğunu ortaya koyan, farklı yorumlamalara ve yanlış anlaşılmalara imkân
vermeyen bir cümleyle başlar; 5N 1K ifadesiyle sembolleştirilen sorulara verilen cevaplarla genişler.
7. Haber yazılarında anlatıcı, nesnel bir tavır
takınır. Tarafsız bir bakış açısıyla gerçekleri dile getirir.
8. Haber yazılarında açık, akıcı, yalın ve duru
bir anlatım vardır.
9. Haber yazılarında dil göndergesel işlevde
kullanılır.
10. Haber yazılarında açıklayıcı yer yer de öyküleyici ve söyleşmeye bağlı anlatımdan
yararlanılır.
5N 1K
KİM: Haber yazısına konu olan olayın kim tarafından gerçekleştirildiğini, kimin başından geçtiğini, haberin
kimle/neyle ilgili olduğunu ortaya koyan bölümler, haber yazısındaki kim sorusunun cevabı olarak düşünülebilir.
Balıkçılar, sorunlarını dile getirememekten şikâyet ediyor.
Milli Eğitim Bakanlığı ders kitaplarını bu yıl da ücretsiz dağıtacak.
Kars’ta model uçak yapma kursu açıldı.
NE: Bu soru habere konu olan olayın neyi/kimi etkilediğini ortaya koymaya yöneliktir: Bir haber yazısında habere konu olan olaydan kimlerin/nelerin etkilendiği/etkileneceği, bu etkilenmenin ne şekilde olduğu/olacağı vb. hususlar açıkça belirtilmelidir.
Ekonomik kriz, halkın alım gücünü zayıflattı.
Taşımalı eğitim, öğrencileri ve velileri büyük bir dertten kurtarıyor.
Aşırı yağışlar, ekili arazileri olumsuz etkiliyor.
NASIL: Bu soru, habere konu olan olayın yapılış, meydana geliş süreci hakkında bilgi vermeye yöneliktir.
Bir banka soygunu haberinde “Hırsızlar, bankaya nasıl girmişler, hırsızlığı nasıl yapmışlar, güvenlik görevlilerini, banka çalışanlarını ve müşterileri nasıl etkisiz hâle getirmişler, olay yerinden nasıl uzaklaşmışlar?” vb. soruların cevabı olan açıklamalar, haber yazısındaki nasıl sorusunun cevabı olarak düşünülebilir.
Hırsızların bankaya girmek için yaklaşık otuz metrelik bir tünel kazdıkları anlaşıldı.
Anayasa Mahkemesi Başkanı, bugün bir basın toplantısı düzenleyerek bazı açıklamalarda bulunacak.
Otel inşaatının durdurulması için yeni imza kampanyası başlatan çevreciler, yöneticileri ve girişimcileri doğal çevreye duyarlı olmaya çağırıyor.
252
Öğretici Metinler
NİÇİN: Bu soru, habere konu olan olayın nedenini bulmaya yöneliktir. Söz gelimi üniversiteye giriş sistemiyle ilgili yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Muhabir, bu olayı konu alan haber yazısında yetkililere sorular sorarak bu uygulamaya niçin geçildiğini, eski sistemin ne tür aksaklıkları olduğunu öğrenmeli, böylece söz konusu olayla ilgili olarak okuyucuların kafasında oluşabilecek “niçin” sorusunu cevaplayabilmelidir.
Dört milyon Iraklı, artan şiddet olayları nedeniyle yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kaldı.
Otomobil şirketleri, piyasadaki durgunluğu aşmak için birbiri ardınca kampanyalar düzenliyor.
Hakemin kural hatası yapması, seyircileri çileden çıkardı.
NEREDE: Bu soru, habere konu olan yerle ilgili bilgi vermeye yöneliktir. Haber yazısında özel isim ya da
cins ismi olarak geçen yer isimleri ve bu yerlerin özellikleriyle ilgili bilgi veren her kelime, haber yazısındaki nerede sorusunun karşılığı olarak düşünülebilir. Bu sorular “nereye, nereden, nasıl bir yerde, nasıl bir yerden” vb.
şekillerde de sorulabilir:
İşçiler Kızılay Meydanı’nda toplanarak hükûmeti protesto edecek.
Sekiz nüfuslu bu yoksul aile, küçücük bir gecekonduda yaşam mücadelesi veriyor.
İstanbul’a yılın ilk karı düştü.
NE ZAMAN: Bu soru, habere konu olan olayın zamanıyla ilgili bilgi vermeye yöneliktir. “Söz konusu olay
ne zaman gerçekleşmiştir/gerçekleşecektir?” anlamına gelebilecek bütün sorular ne zaman sorusunun karşılığı olarak düşünülebilir.
İki ezeli rakip ligin sekizinci haftasında bir kez daha karşı karşıya gelecek.
Polisin verdiği bilgiye göre olay, dün 23.30 sularında gerçekleşmiş.
Ünlü sanatçının naaşı, Teşvikiye Camiinde öğle namazından sonra kılınan cenaze namazının ardından Karşıyaka Mezarlığında toprağa verildi.
GAZETEC‹L‹K TAR‹H‹
Tarihteki ilk gazete, Roma Senatosu’nca MÖ 59
yılında 2000 kopya olarak çıkarılıp imparatorluğun
değişik bölgelerine dağıtılan Acta Diurna’dır. Çin’de
Tang hanedanı döneminde dağıtılmaya başlanan Kai
Yuan Za Bao adlı saray genelgesi de bir çeşit gazete sayılabilir.
15. yüzyılda matbaanın icadı gazete ve dergilerin hızla gelişmesinin önünü açmış, 16. yüzyılda
Avrupa’da savaşlara tanıklık etmiş kimselerin birinci elden aktardıkları bilgilere yer veren birkaç sayfalık gazeteler yayımlandıktan sonra periyodik süreli
ilk gazeteler 17. yüzyılın başlarında Almanya’nın bazı kentlerinde ve Belçika’nın Anvers kentinde basılmıştır. Johann Carolus’un 1605’te yayımladığı Aller
Fürnemmen und gedenckwürdigen Historien’in,
kâğıt üzerine basılan ilk günlük gazete olduğu kabul
edilmektedir.
Dünyanın her yerinde ilk gazeteler tümüyle devlet denetiminde çıkmaya başlamıştır. Bunda hiç şüphesiz ekonomik etkenler kadar siyasi ve sosyal etkenler de önemli rol oynamıştır. Çünkü gazete, gerek
haber yazıları gerekse köşe yazılarıyla toplumun bilinçlenerek siyasi iradeye karşı hak ve özgürlük mücadelesine girişmesine, bu da mevcut siyasi dengelerin değişmesine neden olabilirdi. Bunun farkında olan
yöneticiler, gazeteleri uzun süre ya kendileri çıkarmış ya da kendi denetimlerindeki kişilere çıkartmışlardır. Özel gazetelerin yayımlanmaya başlanmasıyla
253
Öğretici Metinler
birlikte haberleşmede ilk zamanlara göre daha özgür
bir ortam oluşmuştur. Gerçi bu gazetelere de zaman
zaman müdahalelerde bulunulmuş, bu gazetelerdeki kimi haber ve yazılar sansürlenmiş, bu gazetelerin
sahip, yönetici ve yazarları cezalandırılmış, kimi zaman da bu gazeteler kapatılmıştır. Sansürün kaldırılmasıyla birlikte gazetecilikte yeni bir dönem başlamış; düşünce ve haberleşme özgürlüğü, zaman içinde modern toplumun ve demokratik devletin en belirleyici niteliği hâline gelmiştir.
Ceride-i Havadis, Türkçe yayımlanan ilk yarı resmî gazetedir. 1840’ta yayımlanmaya başlanan
Ceride-i Havadis’in yarı resmî bir gazete olarak değerlendirilmesinin nedeni, bu gazeteyi çıkaran kişinin (William Churchill’in) devletten bir miktar ekonomik yardım almasıdır. Osmanlı ve Batı dünyasından
haberler veren, Batı dillerinden tercüme edilen makale ve şiirlere yer veren, vatandaşlar tarafından verilen
ilanları yayımlayan, bünyesinde Batılı gazetelerde olduğu gibi muhabirler çalıştıran, hatta 1854 Kırım Savaşı’na bir savaş muhabiri göndererek cepheden haberler ileten Ceride-i Havadis, 1864’te kapanmıştır.
Bugünkü Türkiye sınırları içinde Türkçe yayımlanan ilk özel gazete “Tercüman-ı Ahvâl”dir. 1860’ta
Şinasi ve Âgâh Efendi yönetiminde haftalık bir gazete olarak yayımlanmaya başlanan Tercüman-ı Ahvâl, 25. sayısıyla birlikte haftanın üç günü, daha sonraki zamanlarda ise Ceride-i Havadis gazetesiyle rekabet edebilmek için haftanın beş günü yayımlanır
olmuştur. Gazetede yazıları yayımlanan Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Paşa gibi edebiyat ve düşünce adamları, yazılarında çoğunlukla Osmanlı toplumunun geri kalma nedenleriyle ilgili düşüncelerini dile getirmişlerdir. Tercüman-ı Ahvâl, Batılı anlamda
ilk Türkçe tiyatro eseri olan “Şair Evlenmesi”nin tefrika edildiği gazete olması yönüyle Türk edebiyat tarihi
254
Ceride-i Havadis
ESEN YAYINLARI
İlk Türkçe gazete 1828’de Kahire’de Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın emriyle yayımlanmaya başlanan Vakayi-i Mısriye’dir. Bugünkü Türkiye sınırları içinde Türkçe yayımlanan ilk gazete ise
Takvim-i Vakayi’dir. 1831’de haftalık bir gazete olarak yayımlanmaya başlanan “Takvim-i Vakayi”nin, kısa bir süre sonra Arapça, Ermenice, Farsça, Fransızca, Rumca baskıları da çıkmaya başlamıştır. Takvim-i Vakayi, devlet tarafından çıkarılan, dolayısıyla da devletin sözcülüğünü üstlenen, resmî bir
gazetedir.
Tercüman-ı Ahvâl
Takvim-i Vakayi
Öğretici Metinler
Âgâh Efendi
Ahmet Vefik Paşa
Tercüman-ı Ahvâl’in 24. sayısıyla birlikte bu gazeteden ayrılan Şinasi, 1862’de, Tasvir-i Efkâr gazetesini çıkarmaya başlamıştır. Şinasi 1865’te Fransa’ya gidince gazetenin yayımını sırasıyla Namık Kemal ve Recaizade Mahmut Ekrem sürdürmüştür.
Gazete, Mayıs 1910’dan sonra Ebüzziya Tevfik tarafından Yeni Tasvir-i Efkâr adıyla bir süre daha yayımlanmış, 1825’te İstiklal Mahkemesi’nce kapatılıncaya dek aralıklı olarak ve değişik isimlerle yayımlanmaya devam etmiştir.
1867’de Ali Suavi, yönetimi sert biçimde eleştiren Muhbir gazetesini yayımlamaya başlamıştır.
Ali Suavi’nin Avrupa’ya gitmesinden sonra yayımlanmasına Londra’da devam edilen Muhbir, Avrupa’da
Türkçe yayımlanan ilk gazetedir.
1908’de II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte gazetecilik sektöründe büyük bir canlılık yaşanmış; 1908-
Ebüzziya Tevfik
Namık Kemal
1909 yıllarında yayımlanan günlük gazetelerin sayısı 200’ü aşmıştır. İttihat ve Terakki Partisi’nin 1913’te
yönetime el koymasıyla başlayan süreçte gazetelere uygulanan baskılar artmış, bu da birçok gazetenin
kapanmasına neden olmuştur.
ESEN YAYINLARI
açısından da son derece önemli bir yere sahiptir. Gazete, Ziya Paşa’nın kaleme aldığı sanılan ve eğitim
sistemine sert eleştirilerde bulunan bir yazı yüzünden
Mayıs 1861’de iki hafta süreyle kapatılmıştır. Bu olay,
Türk medyasında yayın durdurma cezasının ilk örneğidir. 792 sayı yayımlanan Tercüman-ı Ahvâl gazetesi, 11 Mart 1866’da kapanmıştır.
Ziya Paşa
Kurtuluş Savaşı öncesi ve savaş döneminde İstanbul’da çıkan gazeteler siyasi tavır bakımından ikiye ayrılmıştır: Peyam-ı Sabah, Alemdar, İstanbul
gazeteleri padişahı desteklerken Akşam, Vakit, Yenigün, İleri gazeteleri Ankara hükümetinin yanında
yer almıştır. Atatürk, bu dönemde Sivas’ta İrade-i
Milliye gazetesinin çıkarılmasını sağlamıştır. Bu gazete daha sonra Ankara’da Hakimiyet-i Milliye adıyla yayımlanmaya devam etmiştir.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte ülkemizde birçok
yeni gazete yayımlanmaya başlanmıştır. Bugün Türkiye’de yüzlerce yerel gazete ile birçok ulusal gazete
günlük olarak yayımlanmaktadır.
20. yüzyıldaki teknolojik gelişmeler; gazetelerin
modern baskı makinelerine ve dağıtım sistemlerine
kavuşarak kurumsallaşmalarını sağlamış, bu da tirajlarını hızla artıran gazeteler arasında büyük bir rekabetin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Süreç içinde
telgraf, telefon, radyo, film, televizyon, bilgisayar gibi
Recaizade Mahmut Ekrem
Ali Suavi
255
Öğretici Metinler
yeni buluşların da insan hayatına girmesiyle gazetelerin haber toplama ve bu haberleri sunma biçimleri,
büyük ölçüde değişmiştir.
Bu durum, “muhabirlik”, daha kapsayıcı bir kelimeyle ifade edecek olursak “gazetecilik” mesleğinde bazı değişikliklerin yaşanmasını bir zorunluluğa
dönüştürmüştür. Nitekim bundan 50 yıl öncesine kadar muhabirlik dendiğinde akla ilk gelen, “gazete” ve
“dergi” kelimeleriydi. Muhabir “bir gazete ya da dergi için haber bulmaya çalışan, bulduğu haberleri yazılı metne dönüştüren kişi”ydi. Oysa şimdi muhabirlik
dendiğinde gazete ve dergilerden çok “televizyon kanalları” akla gelmektedir. Yani günümüzde muhabirliğin temel işlevi değişmemekle birlikte -bu işlev, haber
bulmak ve bulduğu haberi kamuoyuyla paylaşmaktır- çalışma ortamı ve koşulları büyük ölçüde değişmiştir. Eskiden haberlerini sadece yazılı basın yayın
organları olan gazete ve dergiler için hazırlayan muhabirler, bugün bunları daha çok görsel yayın organları olan televizyon kanalları için hazırlamaktadırlar.
Günümüzde bir tek gazete ya da dergi yayımlamak, sadece bunların gelirlerinden ve yayımlanan reklamlardan hareket ederek o gazetenin ya da
derginin giderlerini karşılamaya çalışmak, neredeyse olanaksız hâle gelmiştir. Bugün artık “x gazetesi”nden çok, “x medya grubu”ndan söz etmek mümkündür. Aynı anda birden çok televizyon kanalını,
radyoyu, gazeteyi ve dergiyi kontrolleri altında tutan
256
Bilindiği gibi bir ülkede egemenliği oluşturan üç
kuvvet (yasama, yürütme, yargı) vardır. Günümüzde
medya, anayasalarda ve yasalarda bu kuvvetler içinde tanımlanmasa bile gerçek hayatta dördüncü bir
kuvvet gibi işlev üstlenmekte ve kendisini kamuoyu
adına hükûmetleri denetleyici bir kuvvet olarak görmektedir. Global dünyayla güçlü ilişkiler kuran ülkemizde de bu anlayışın yerleşmeye başladığını dördüncü kuvvet medya sözünün Türkçemizde sıkça
kullanılır olmasından anlayabiliriz.
ESEN YAYINLARI
Gazetecilik açısından matbaanın icadı nasıl bir
devrim etkisi yaptıysa görsel ve işitsel iletişimi olanaklı kılan iletişim teknolojilerinin, özellikle de İnternet’in icadı aynı etkiyi yapmıştır. Bu etkiyi şöyle somutlaştırabiliriz: Kısa süre öncesine kadar bazı gazetelerin, gün içinde birkaç baskı yaptıkları olurdu. Bunun nedeni gazetelerin baskıya günün ilk saatlerinde
girmelerine karşın gün içinde ülke ve dünya gündemini etkileyen önemli olayların yaşanmasıydı. Bu durumda gazeteler yeni haberleri okuyucularına ulaştırmak için gün içinde bir ya da birkaç baskı daha yaparlardı. Günümüzde böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü bu ihtiyacı daha hızlı, güvenilir ve ekonomik şekillerde karşılayacak başka seçenekler vardır: Sadece haber yayını yapan televizyon kanalları,
İnternet’teki bağımsız haber portalları, gazetelerin ve
televizyonların sürekli güncellenen İnternet sayfaları;
çağımız insanının bu ihtiyacını karşılayabilen seçenekler arasında en ön sıralardadır.
bu medya gruplarının, kamuoyunu yönlendirme noktasında son derece etkin bir rol üstlendiklerini belirtmemizde fayda olacaktır. Bu noktada bir gerçeğin daha altını çizmemiz gerekmektedir: Bu medya gruplarının patronları sadece medya sektörüyle ilgilenmemekte aynı zamanda bankacılık, sanayi ve ticaret
alanlarında faaliyet gösteren birçok şirketin de patronluğunu yapmaktadırlar.
Gerçekten de medyanın, denetleme; ama bunun yanında kamuoyunu yönlendirme, etkileme ve
dönüştürme noktasında çok büyük bir gücü vardır. Bu
gücün kötüye kullanılabileceği gerçeğini göz önünde
bulunduran bazı devletler, anayasalarında ve yasalarında çeşitli düzenlemeler yaparak bir ülkedeki gazetelerin ve diğer medya organlarının bütününe ya
da çok önemli bir bölümüne bir tek kişinin ya da şirketin sahip olmasının önüne geçmeye çalışmış, bazı özerk kurumları (Türkiye’de RTÜK ve Rekabet Kurulu gibi) gerektiğinde bu medya organlarını denetlemek için yetkili kılmış, ayrıca verilen haberlerin başkalarının özgürlüklerine ve kişilik haklarına zarar vereceği durumlarda vatandaşlara bağımsız mahkemelere başvurma hakkı tanımıştır. Basın özgürlüğüne
zarar gelmeyecek şekilde yapılan bu hukuki düzenlemeler yanında yayın kuruluşları da zaman içinde “basın meslek ilkeleri” adıyla bilinen kendi etik değerlerini oluşturmuş ve bunları “... gazetesi Basın Meslek
İlkelerine uymayı taahhüt eder.” açıklamasıyla kamuoyuna duyurmuşlardır.
Öğretici Metinler
BASIN MESLEK İLKELERİ
1.
Yayınlarda hiç kimse; ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi ve inançları nedeniyle kınanamaz, aşağılanamaz.
2.
Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da incitici yayın yapılamaz.
3.
Kamusal bir görev olan gazetecilik, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edilemez.
4.
Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan ve iftira niteliği taşıyan
ifadelere yer verilemez.
5.
Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamaz.
6.
Soruşturulması gazetecilik olanakları içinde bulunan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğuna
emin olunmaksızın yayımlanamaz.
7.
Saklı kalması kaydıyla verilen bilgiler, kamu yararı ciddi bir biçimde gerektirmedikçe yayımlanamaz.
8.
Bir basın organının dağıtım süreci tamamlanmadan o basın organının özel çabalarla gerçekleştirdiği
ürün, bir başka basın organı tarafından kendi ürünüymüş gibi kamuoyuna sunulamaz. Ajanslardan alınan özel ürünlerin kaynağının belirtilmesine özen gösterilir.
9.
Suçlu olduğu yargı kararıyla belirlenmedikçe hiç kimse “suçlu” ilan edilemez.
10.
Yasaların suç saydığı eylemler, gerçek olduğuna inandırıcı makul nedenler bulunmadıkça kimseye atfedilemez.
11.
Gazeteci, kaynaklarının gizliliğini korur. Kaynağın kamuoyunu kişisel, siyasal, ekonomik vb. nedenlerle yanıltmayı amaçladığı hâller bunun dışındadır.
12.
Gazeteci, görevini, taşıdığı sıfatın saygınlığına gölge düşürebilecek yöntem ve tutumlarla yapmaktan
sakınır.
13.
Şiddet ve zorbalığı özendirici yayın yapmaktan kaçınılır.
14.
İlan ve reklam niteliğindeki yayınların bu nitelikleri, tereddüde yer bırakmayacak şekilde belirtilir.
15.
Yayın tarihi için konan zaman kaydına saygı gösterilir.
16.
Basın organları, yanlış yayınlardan kaynaklanan cevap ve tekzip hakkına saygı duyarlar.
257
Öğretici Metinler
259
Öğretici Metinler
13. “Bilinen (hazırlıklı) haberler” ve “bilinmeyen (hazırlıksız, ani) haberler” kavramlarına açıklık getiriniz.
14. Haber ajanslarının gazeteler açısından ne anlam ifade ettiklerini söyleyiniz.
15. Uğraş alanı habercilik olmayan kişilerin birer haber kaynağına dönüşmesi nasıl mümkün olur?
16. “5N 1K” ilkesi hakkında bilgi vererek haber yazılarının bu ilkeye uygun olması gerektiği yolundaki
düşüncenin gerekliliği üzerinde durunuz.
17. Bir haber yazısının ülke ve dünya gündemini belirleyebilmesi için o haber yazısında ne tür özelliklerin
bulunması zorunludur?
18. Haber yazılarında anlatıcı, nesnellik-öznellik bakımından nasıl bir tavır takınmalıdır? Gerekçenizi de
belirterek cevaplayınız.
19. Teknolojide yaşanan gelişmelerin gazetecilik mesleğini ve gazeteleri ne şekilde etkilediğini söyleyiniz.
20. Bugünkü Türkiye sınırları içinde yayımlanan ilk Türkçe gazetenin hangi amaçla çıkarıldığı belirtiniz.
Bu amacın, günümüz gazetecilik anlayışıyla örtüşüp örtüşmediğini gerekçenizi de belirterek açıklayınız.
21. “Ceride-i Havadis” gazetesinin Türk gazetecilik tarihindeki yeri ve önemi hakkında bilgi veriniz.
22. “Tercüman-ı Ahvâl” gazetesinin Türk gazetecilik tarihindeki yeri ve önemi hakkında bilgi veriniz.
24. Medyayla ilgili hukuksal düzenlemeler yapılması haber alma ve düşünce özgürlüğü açısından bir
çelişki yaratır mı? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız.
23. Gazetelerin basın meslek ilkelerine uymalarını sağlamak noktasında okuyuculara da görev düştüğünü düşünüyor musunuz? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız.
25. “Dördüncü kuvvet medya” sözünün, gerçeği yansıtıp yansıtmadığını güncel olaylardan yola çıkarak
açıklayınız.
26. Gazetelerin ve gazetecilik mesleğinin geleceğini; insan gerçeğinden, değişen yaşam biçimlerinden ve
teknolojideki gelişmelerden yola çıkarak tartışınız.
27. Gazeteler hangi ölçütlere göre sınıflandırılır? Bu ölçütlerden yola çıkarak gazeteleri sınıflandırınız.
266
Öğretici Metinler
8.
KÖfiE YAZISI
2. Yorum kadar bilgi ve analize de yer veren
köşe yazıları: Bazı köşe yazarları uzmanlık gerektiren bir alanda (uluslararası ilişkiler, hukuk, ekonomi, felsefe, din, tarih, siyaset bilimi, toplum bilimi vb.)
mesleki geçmişleri ya da kişisel çabalarıyla önemli
bir bilgi birikimine ve analiz yeteneğine sahip olmuşlardır. Bu yazarlar, gündemdeki olay, konu ve sorunları yorumlarken bunlarla ilgili ayrıntılı bilgilere de
yer verirler. Doyurucu bilgiler ve inandırıcı kanıtlar içeren, ufuk açıcı nitelikleri ağır basan bu
tür metinleri, makale havası taşıyan ama makaleye göre daha kısa olan ve daha yüzeysel analizler içeren birer köşe yazısı olarak değerlendirmek
de mümkündür.
Bazı yazarlar, ülke ve dünya gündemindeki çeşitli konularla ilgili görüş, yorum ve değerlendirmelerini gazete ve dergilerde kendilerine ayrılan yerlerde düzenli aralıklarla okurlarıyla paylaşırlar. Haftanın
belli günlerinde periyodik olarak çıkan bu tür yazılara köşe yazısı denir.
1. Çoğunlukla siyasi gelişmeleri konu alan
günübirlik yorum yazıları: Köşe yazarlarının bir bölümü -ki bu kişilerin önemli bir kısmı köşe yazarlığına gazetecilik mesleğinin temeli sayılan muhabirlikten geçmiştir- yazılarının merkezine ülke ya da dünya gündemini etkileyen siyasi bir gelişmeyi yerleştirerek bu gelişmeyle ilgili kişisel görüşlerini bir sohbet havasında okuyucularıyla paylaşma yoluna giderler. Bu yazarlar, görüşlerini çoğunlukla herhangi bir kanıta dayandırmaz, yazılarını bir sonuca bağlamazlar. Bu yazılar, genellikle yazının yazıldığı gün
için bir anlam ve değer taşır; o gün içinde okunur, ertesi gün yerini yeni bir yazıya ve gündeme terk ederek unutulup gider. Metin türleriyle ilgili klasik sınıflandırma yöntemi dikkate alındığında bu tür yazıların, birer fıkra olduğu söylenebilir.
Haber yazılarıyla bu tür köşe yazıları (fıkra) arasında çok yakın bir ilişki vardır: Haber yazısının da
fıkranın da merkezinde güncel bir haber yer alır.
Haber yazısı, sadece haberi bildirir. Tarafsız bakış
açısıyla ülke ve dünyada olup bitenler hakkında kısaca bilgi verir. Fıkra ise bir bakıma bu haberlerle
ilgili bir yorum yazısıdır. Bu tür metinlerin yazarları; birikimleri, ideolojileri, benimsedikleri değerler
sistemi vb.den yola çıkarak dünyada ve ülkede yaşanan gelişmeleri kendi bakış açılarına göre yorumlar, bunlarla ilgili görüş, öneri ve uyarılarını gazete ve
dergilerdeki köşelerinde dile getirirler.
270
ESEN YAYINLARI
Günümüz köşe yazılarını, bu metinleri yazanların konu seçimindeki tutumlarını ve bu konuları
ele alış biçimlerini dikkate alarak üç ana grupta inceleyebiliriz:
Gerek birinci gerekse de ikinci maddede belirttiğimiz köşe yazıları; toplumun her kesimini, özellikle de karar alma süreçlerinde yer alan siyasetçileri ve bürokratik eliti etkileme ve yönlendirme noktasında son derece etkili bir güce sahiptir. Köşe
yazılarının sahip olduğu bu güç, demokrasiler açısından bir kazanım olarak değerlendirilebilir. Çünkü vatandaşların bireysel çabalarıyla bazı konu ve sorunları ülke gündemine taşımaları, bu çabalardan somut
sonuçlar elde etmeleri -gerçekçi olmak gerekirse- çok
da mümkün değildir. Köşe yazarı bu süreçte devreye
girerek vatandaşların sözcüsü olur bir bakıma; onların beklenti, öneri ve uyarılarını yüksek sesle dile getirmeye, onlar adına ülke gündemini belirlemeye çalışır. Bu noktada köşe yazılarında bir farklılaşma da
ortaya çıkar. Çünkü bir yazarın penceresinden bakıldığında çok önemliymiş gibi görülen bir sorun, başka
bir yazarın penceresinden “sorun” olarak bile nitelendirilemeyecek kadar basit ve önemsiz görülebilir. Bu
anlamda, köşe yazılarıyla o yazıları kaleme alanların
siyasi görüşleri, hayatı okuma ve anlamlandırma biçimleri, birikimleri ve duyarlıkları arasında çok sıkı bir
ilişki bulunduğunu söyleyebiliriz.
Köşe yazarlarının, kamuoyunda bazı konulara
karşı farkındalık yaratma noktasında çok etkili oldukları, bunun da demokrasiler açısından büyük bir
kazanım sayılması gerektiği gerçeği, başka bir gerçe-
ğin üstünü örtmemelidir. Bu, sayıları çok az da olsa,
bazı yazarların, kendi zihniyet dünyalarından ya da
maddi çıkarlarından ötürü patronlarının, suç örgütlerinin, küresel ya da ulusal ölçekteki bazı güç odaklarının siyasi ya da ekonomik çıkarlarını korumak, bunların sözcülüğünü yapmak isteyebilecekleridir.
3. Edebî, kültürel ve sanatsal konular hakkında yazılan köşe yazıları: Bazı köşe yazarları -ki bunların önemli bir bölümü aynı zamanda birer şair, romancı, denemeci ya da eleştirmendir- siyasi, sosyal,
ekonomik vb. konularla ilgili yazılar yazmazlar. Bu konularla ilgili yazılar yazsalar bile bunlara bir edebiyat-
ESEN YAYINLARI
Öğretici Metinler
çı, bir kültür-sanat adamı duyarlığıyla yaklaşmayı tercih ederler. Onların yazılarının merkezinde çoğunlukla edebî, kültürel ve sanatsal konular vardır. Söz
gelimi bir şairin ölüm yıldönümü yaklaşmaktadır. Köşe yazarı, o şairin ölüm yıldönümü dolayısıyla bir yazı yazar. Böylece bu konuyu gündeme taşır. Yazısında o şairin hayatından, eserlerinden ve öneminden
söz eder. Başka bir yazar, yeni çıkan bir romanla ilgili bilgiler verir, diğer bir yazar sergilerden, müzelerden söz açar yazısında, bir başkası ise Nobel edebiyat ödüllerini kazanan kişilerle ilgili bir yazı yazar.
Edebî, kültürel ve sanatsal konularla ilgili köşe
yazılarının bir kısmında deneme metinlerine özgü
bir dil kullanımı ve bakış açısı vardır.
Köşe yazılarında dil daha çok göndergesel işlevde, heyecana bağlı işlevde ve alıcıyı harekete geçirme
işlevinde kullanılır. Anlatım türlerinden de en çok açıklayıcı anlatımdan yararlanılır. Bunun yanında bazı yazarlar diğer anlatım türlerinden de yararlanırlar.
Köşe yazılarının dil ve anlatım özellikleriyle ilgili kesin kurallardan söz etmek zordur: Kimi yazarlar, anlatmak istediklerini doğrudan söylerler, bu yazarların ne demek istedikleri apaçık ortadadır. Bazı yazarlar ise soru
cümleleriyle, dolaylı ifadelerle dile getirirler anlatmak istediklerini. Bu tür yazıları anlamak için okuyucunun belli bir birikime, zengin bir hayal dünyasına ve güçlü bir çözümleme yeteneğine sahip olması gerekir. Geniş okuyucu kitlelerine seslenmek isteyen köşe yazarları; yazılarını açık, yalın, duru, akıcı ve samimi bir anlatımla
oluştururlar.
Türk gazetecilik tarihi, bir bakıma ülkemizdeki köşe yazarlığının da tarihidir. Buradan yola çıkılarak Şinasi,
Ahmet Vefik Paşa, Ziya Paşa, Namık Kemal, Recaiza Mahmut Ekrem, Ali Suavi gibi edebiyat ve düşünce
adamlarının, Türk edebiyatındaki ilk köşe yazarları oldukları söylenebilir.
Bugünkü Türkiye sınırları içinde Türkçe çıkan ilk özel gazete olan “Tercüman-i Ahvâl”in yayımlanmaya
başlandığı 1860’tan günümüze dek binlerce kişi gazetelerde köşe yazarı olarak çalışmıştır. Ahmet Rasim, Ahmet Haşim, Yusuf Ziya Ortaç, Falih Rıfkı Atay, Peyami Safa, Burhan Felek, Şevket Rado, Aziz Nesin, Çetin Altan; bu kişiler içinde akla ilk gelenlerdir. Günümüz Türkiye’sinde onlarca ulusal gazete ve dergi, yüzlerce yerel gazete, yayın hayatını İnternet’te sürdüren sayısız haber portalı olduğu ve bunlarda her gün köşe yazılarının yayımlandığı düşünüldüğünde, günümüz köşe yazarlarının sayısıyla ilgili kesin bir rakam vermenin de
ne derece güç olduğu anlaşılacaktır.
271
Öğretici Metinler
ÖRNEK METİN 2
Nihayet, bir komutan “Andıç hata idi.” dedi
Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt görevinden ayrıldıktan sonra ilk defa kamera karşısına geçti. Rıdvan Akar ile benim sorularımı yanıtladı. Söyleşiye başlarken çok açık söylemişti: “Bana istediğiniz soruyu sorabilirsiniz.”
Doğrusu bu ya, başka askerin göstermediği kadar şeffaf davrandı. Hiç alınmadı ve görüşlerini bizimle
paylaştı. Büyükanıt’ın yanıtları sizi tatmin etmemiş olabilir. Daha farklı yanıt beklemiş olabilirsiniz, ancak hakkını da vermek gerekir ki hiçbir sorudan kaçmadı.
Programın beni en çok etkileyen bölümü, Büyükanıt’ın, benim hayatımın en önemli travması olarak
gördüğüm ANDIÇ olayı konusundaki tutumuydu. Kısaca bir hatırlatayım: 1997’de aralarında benim ve Cengiz Çandar’ın da bulunduğu bir grup gazeteci ve İnsan Hakları savunucusu için Genelkurmay’da karalama emri çıkmıştı. Resmî bir yazıda, bizlerin kamuoyunda yıpratılmaları isteniyordu. Bu çerçevede de PKK liderlerinden Şemdin Sakık’ın sonradan yalan olduğu
anlaşılan bir ifadesine dayandırılarak yayın yapılmıştı.
Ben Sabah gazetesinden atılmıştım, 32. Gün programının da Show TV’deki yayını askıya aldırtılmıştı. Cengiz Çandar’ın yazıları durdurulmuştu. İçimizde en talihsizi Akın Birdal olmuş, Genelkurmay’a şirin gözükmek
isteyen birtakım kabadayılar tarafından yaralanmıştı.
Aradan bir süre geçti ve bu karalama kampanyasının bir Genelkurmay Andıç’ı olduğu, Nazlı Ilıcak’ın
köşesinde yayımlanan bir belgeyle ispatlandı. Perşembe geceki programda bu soruyu sormadan edemezdim. Aradan 12 yıl geçmesine, Andıç’ın bir düzmece olduğunun bilinmesine rağmen hiçbir komutan çıkıp
“Bu hata idi. Hata ettik. Özür dileriz.” dememişti. Büyükanıt bu tabuyu kırdı ve “Evet hata idi!” dedi.
Bazıları “Reddedelim, üstümüze almayalım. Unutulup gider.” demiş. Büyükanıt, Genelkurmayın yalan
söylemeyeceğini belirtip “Bir defa yapılırsa bir daha
güven kurulamaz!” demiş. Doğrusunu yapmış. Söyleşi
çok renkliydi ve Asker dünyasının daha iyi anlaşılabilmesi açısından herkesin ilgisini çekecek zenginlikteydi.
Nihayet uyandık
Türkiye yıllardan beni göz göre göre kendi kalesine gol atardı. Dışardan alınan motor veya yatlara öylesine bir vergi yükü bindirirdi ki insanlar yılda 500 dolara yabancı bayrak altına girer ve Türk karasularında istedikleri gibi dolaşabilirlerdi. Bu çarpıklığın düzeltilmesi için yıllardır uğraşılır, nedense kimse yerinden
kıpırdamazdı. Nihayet Türkiye
uyandı. Binali Yıldırım başardı.
Bundan böyle dışarda şirket kurup yabancı bayrakla dolaşmanın hiç avantajı kalmıyor. İnsanlar göğüslerini kabartarak kendi
bayraklarını dalgalandıracaklar.
Ben de tekne sahibiyim. Kendi
ülkesinin bayrağı ile denize çıkmanın ne kadar önemli olduğunu en iyi bilenlerdenim.
Mehmet Ali Birand
Şırnak Üniversitesi kitap desteği bekliyor
Hatırlayacaksınız, birkaç hafta önce Şırnak Üniversitesinin kitaba ihtiyaç duyduğunu yazmış ve adresler vermiştim. Üniversitenin kütüphanesi daha yeni oluşturuluyor. Üniversitenin Genel Sekreteri Necati
Alodalı, ihtiyaçlarını bakın nasıl sıralıyor: “... Üniversitemizde halen öğrencisi bulunan Şırnak ve Cizre Meslek Yüksekokullarının Elektrik, Makine, Muhasebe ve
Çocuk Gelişimi Programları ile yeni kurulan İktisadi ve
İdari Bilgiler Fakültesi, İlahiyat Fakültesi ve Mühendislik Fakültelerinin İşletme, İktisat, Kamu Yönetimi, Elektrik-Elektronik, Bilgisayar, İnşaat, Makine, Temel İslam Bilimleri, Türk İslam Tarihi ve Sanatları, Felsefe ve
Din Bilimleri Bölümlerine 2009-2010 öğretim yılından
itibaren öğrenci alınarak eğitim-öğretime başlanacağından bu bölüm ve programların özellikle mesleki yayınlara ve temel yayınlara ihtiyacı bulunmaktadır. Bunların yanında öğrencilerin ufkunu açacak her türlü sosyal ve kültürel yayına da kütüphanemizde yer vermek
istemekteyiz...” Anlayacağınız, her şeye ihtiyaçları var.
Üniversiteye kitap göndermek isteyenler için iletişim bilgilerini tekrar edeyim:
www.sirnak.edu.tr
0486 2168241
Hıncal’ın en sevdiğim yazıları
Her köşe yazarının farklı tadı vardır. En renklilerinden biri de Hıncal Uluç’tur. Hıncal’ın köşesinin en
sevdiğim bölümü, yakaladığı araba sürücüleriyle ilgili
yazdıklarıdır. Hemen hepimizin içinden geçenleri yansıtıyor: “...Bir halk otobüsü, önündeki otobüsü geçmek
için bulvardan çıkıp sağdaki benzinciye daldı. Tekrar
yola girmek için koca taşıtı öndeki araçların üzerine
sürdü. Onları da darmadağın etti. Yetmedi, az ilerdeki
kavşakta yanan kırmızıya da aldırmadan bastı gitti...”
Biz de aynı manzaraları görüp Hıncal gibi köpürmüyor muyuz? Ben köpürüyorum ve karar verdim: Bundan böyle ben de bu köşede bir ihbar hattı açacağım.
(08.05.2009 tarihli Posta gazetesi)
273
Öğretici Metinler
ÖRNEK METİN 5
Bugün 23 Nisan...
“Çocukların
‘Atam’ın
Bayramların, kutlamaların içeriği değişiyor,
En Sevdiğim Hali’ başlıklı
gelişiyor; eğlenmenin yanı sıra nedenleri, gelişim
fotoğraf seçimlerinde çok
süreçleri öğreniliyor, düşünülüyor.
düşündürücü öğeler orta-
Değişik kurumların hazırladığı 23 Nisan programlarına baktığımda sanat adına mutlu oldum.
Tiyatro şenlikleri, konserler... Asıl beni sevindiren, çocukların birer seyirci olarak kalmaması, onların da tiyatroda rol alması, orkestrada çalması, duvarları, tuvalleri boyaması, kendi seçtikleri kitapları okuması...
Bir kişinin, sanatın önemini, kişiliği geliştirdiğini
öğrenmesi için katılımcı olması gerekir.
ya çıkıyor. Bu seçimlerde
günümüz çocuklarında kendini gösteren değişimin de
ipuçları var. Bunların başında çocukların Atatürk’ün ya-
Do¤ğan Hızlan
şamına katılma istekleri açık
biçimde kendini gösteriyor. Çocuklar, ‘Atatürk’le
birlikte yaşamak’ istiyorlar.”
Bugün bütün bu etkinlikleri izlerken, eğlenirken,
mutlaka bir kitapçıya uğrayın. Son yıllarda çocuk ki-
Küçük yaşta sanatçılardan, yarının virtüözlerin-
tapları, yayıncılığımızda en gelişen tür... Biçimi ve
den oluşan orkestraları dinlerken, hepsi hem müziğin
içeriğiyle büyük yükselişte... Çocuğunuz mutlaka bir
tadını çıkaracak hem de sanatçı olmaya özenecekler.
kitap seçsin. Onu armağan edin, kendi beğenisinin
Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası, Bilkent
Senfoni Orkestrası; çocuklarla, çocuklar için çalacaklar. Konserlerden elde edilen gelir Anadolu’ya
gönderilecek.
Dr. Erdal Atabek de çocukların gelişimine yönelik çalışmalar yürütecek.
doğrultusunda seçimini yapsın.
Ayrıca çocuklar için çok güzel, müziği öğreten,
sevdiren CD’ler var, onları armağan edin.
Bütün bunları yaparken bu güzellikleri elde edemeyen çocukları unutmayın. Kitap alamayan, CD’leri
dinleyemeyen sokak çocuklarını düşünün; onlar için
Devlet Tiyatroları, İstanbul Şehir Tiyatrola-
ne yapmamız gerektiğini, Anadolu’nun çeşitli kent-
rı ve Migros’un 23 Nisan Tiyatro Şenliği’ne gide-
lerinde, ilçelerinde, köylerinde 23 Nisan’ı sadece bir
bilirsiniz, bu festivaller Anadolu’daki birçok şehri de
gün olarak anımsamaktan başka hiçbir imkânları ol-
kapsıyor.
mayanları gündeminizden çıkarmayın.
İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde de çocuklar etkinliklere katılarak, sanatçıları tanıyacak, desen
çizecekler.
Mutluluk bölüşülmese de olur. Ama mutsuzluk
bölüşüldükçe, giderilmesi için çaba harcandıkça azalır, tahammül edilir hâle gelir.
Doğuş Çocuk da iki kitap yayımladı: Atam’a
Mektuplar ile Atam’ın En Sevdiğim Hâli.
Atam’ın En Sevdiğim Hâli kitabının başında
yer alan, Aile ve Gençlik Danışmanı Dr. Erdal Atabek’in Ataresim yazısı hem kitabın niteliği hem de
bugünün çocuğunun kişiliği konusunda ilgi çekici, hepimizin katılacağı saptamalarda bulunuyor:
276
(23.04.2009 tarihli Hürriyet gazetesi)
Öğretici Metinler
9.
DENEME
bu pencereden bakmayı dene! Bu pencereden baktığında bugüne dek farkına varamadığın ayrıntıları,
Deneme; olay, olgu, durum, varlık ve kavramlarla ilgili özgün düşüncelerin; inandırıcı, öğretici ve düşündürücü bir bakış açısıyla dile getirilmesine olanak
sağlayan metin türüdür.
dikkat etmediğin hususları, güzellikleri, insana özgü
olağanüstülükleri göreceksin!” der. Okuyucu da başarılı bir denemecinin yazdığı böyle bir metni okuduktan sonra “Bu konuda hiç böyle düşünememiştim;
çevreme, hayata, insanlara bu bakış açısıyla hiç yaklaşmamıştım.” der.
Denemeci zevk vererek okuyucuyu düşünmeye yöneltmeyi, gerçek hayatın pratikleriyle birey arasındaki ilişkiyi ortaya koymayı amaçlar.
Kültür alanındaki değişme ve gelişmelerle birlikte
insanın nasıl zenginleştiğini ifade etmeye çalışır.
İnsanın birey olarak zaman ve toplum karşısındaki tavrını, felsefeye özgü bir ciddiyetle dile getirir.
Yazısında bilimsel metinlere özgü kesin ifadelerin
yer almamasına özen gösterir.
Denemede, doğrudan ya da dolaylı olarak insanla ilişkili olmak koşuluyla her tür konu (insan
gerçeği, toplum, siyaset, din, dil, edebiyat, kültür, sanat, felsefe, ekonomi, eğitim, günlük yaşam vb.) ele
alınabilir.
Denemeler, konuları ve yazılış amaçları
dikkate alınarak şöyle gruplandırılabilir:
1. Kişisel duyarlılık ve dikkatleri konu alan
denemeler
2. Öğretici ve eleştirel denemeler
3. Sosyal ve felsefi konularda bireysel düşünceyi ifade eden denemeler
Denemeci; olay, olgu, durum ve varlıklara sıradan insanların baktığından farklı bakar. Farklı baktığı
için de farklı şeyleri görür ve dile getirir. Günlük hayatın koşturmacası içinde modern yaşam biçimlerini
sürdüren, alışkanlıklarının ve toplumsal değer yargılarının ürettiği kalıplaşmış düşüncelerin sınırları içinde yaşamak zorunda kalan insanoğluna, soluk alabileceği yeni bir düşünce penceresi açar. Ona bir bakıma “Hayata, alışkanlıklarına, doğru bildiklerine bir de
ESEN YAYINLARI
Deneme; ufuk açıcı nitelikleri ağır basan, gücünü yazarının birikiminden ve içtenliğinden alan
bir metin türüdür.
Deneme yazarı; eleştirel bakış açısına sahiptir, sorgulayıcıdır. Yazdığı metinler aracılığıyla insanın, düşünsel anlamda çaresizliğe düşmesinin
söz konusu olamayacağını; her konuda yeni ve özgün düşünceler üretebileceğini; yerleşik düşüncelerin, kalıplaşmış yargıların dışına çıkılabileceğini, insanın bu düşüncelerin ve yargıların mahkûmu olmadığını ortaya koyabilen kişidir. Denemeci herhangi bir
konu ya da sorunla ilgili olarak ileri sürülen “Bu konuda söylenebilecek her şey söylenmiştir.” yargısının,
insan gerçeğine ters düştüğüne inanır. İnsanın düşünen, sorgulayan, çözüm üreten bir varlık olduğunu bilir ve yazdığı metinler aracılığıyla bu düşüncesini somutlaştırır. Bu anlamda deneme yazarı, ele aldığı konuyla ilgili olarak “Bu konuda söylenecek her
şey söylenmemiştir; bakın ben sizin, başkalarının ve
benden öncekilerin söylediklerinden farklı şeyler söyleyebiliyorum!” diyebilen ve yarattığı metinlerle bunu
kanıtlayabilen kişidir.
Denemeci, okuyarak ve gözlemleyerek edindiği bilgileri, tecrübeleriyle özgün bir senteze
ulaştırarak metne aktarır. Bu sentezi yapabilmek,
yazarın özgünlüğe adım atabilmesinin temel koşuludur.
Denemecinin; düşünce ufkunun açık, duygularının yücelmiş, kültür alanına özgü bilgi birikiminin yeterli olması gerekir. Denemeci, kendi doğrularının dışında da doğrular olabileceğini kabul edebilecek engin bir hoşgörüye sahip olmalıdır. Başarılı bir deneme yazarı olabilmek için bir nitelik daha gereklidir: Dili doğru ve güzel kullanabilmek.
283
Öğretici Metinler
tak birikimlerinden, hoşgörüden, insanın çözüm
üretme gücünden kısaca insanın kendisinden, insana özgü gerçekliklerden hareket eder.
Bir kişi, özgün düşüncelere sahip olabilir, her konuda farklı ve kendi içinde tutarlı görüşler ileri sürebilir. Ama o kişi, dili doğru ve güzel kullanamıyorsa,
onun ürettiği metinlere deneme denemez. Dilin doğru, özellikle de güzel kullanılması; denemeyi, öğretici metinler içinde ayrıcalıklı kılan, bir bakıma denemeyi edebî metinlere yaklaştıran en önemli özelliktir. Deneme metinleri, okuyuculara edebî metinleri okurken hissettikleri estetik heyecanlara benzer bir zevk verir. Denemede bilimsel yazılardaki
nesnellik, kuruluk ve şematiklik bulunmaz. Düşünceler; yalın, duru, akıcı, açık, içten ve öznel bir anlatımla yazıya aktarılır.
Ciddiyet, düşünsel yönü ağır basan yazıların
en önemli anlatım özelliğidir. Bilimsel yazılarda ve
makalelerde kesin yargılara ulaşmayı amaçlayan, çoğunlukla bilimsel kanıtlama yöntemlerine dayanan bir
ciddiyet vardır. Denemede bu tür bir ciddiyetten söz
edilemez. Denemede bu tür bir ciddiyetin bulunmaması, deneme yazarının, metnini düşünsel yönden
sağlam temeller üzerine oturtmayacağı anlamına gelmez. Elbette bütün düşünce yazılarında olduğu gibi
denemede de yazar, düşüncelerini sağlam temeller
üzerine oturtmak isteyecektir. Ama denemeci bu isteğini gerçekleştirirken bir makale yazarı gibi davranmaz. “Benim söylediklerim kesin doğrudur, bakın şu
bilgiler, şu kanıtlar, benim doğru düşündüğümün ispatıdır; ben sadece bir düşünceyi ileri sürmekle kalmıyor, aynı zamanda bu düşünceyi ispatlıyorum.” demez; ciddiyeti, bu şekilde algılamaz. O; kesin yargılara ulaşmayı ve nesnelliği, bilgi üretmede temel çıkış
noktası kabul eden bir bilim adamından farklı olarak
olaylara, durumlara ve varlıklara bir bilge, bir düşünce adamı, bir entelektüel, bir sanat adamı duyarlığı, ciddiyeti ve bakış açısıyla yaklaşır. Düşüncelerini sağlam temellere dayandırırken mantıktan,
zekâdan, kültürden, tecrübelerden, insanlığın or284
ESEN YAYINLARI
Deneme; felsefi, sosyolojik, ilmî, tarihî tema
ve olayların; duygu yönü olan rahat bir söyleyişle ele alındığı bir metin türüdür. Denemede içtenlik ve ciddiyet iç içedir. Hatırlanacağı üzere sohbetin en belirgin niteliği; dostlar, arkadaşlar arasında
konuşulabilecek konuların yine dostlar ve arkadaşlar
arasındaki sohbetlerin sıcaklığı ve içtenliği ile yazıya aktarılmasıydı. Denemede de içtenlik vardır. Ama
bu içtenlik sohbetteki içtenlikten farklı olarak düşünce yüklüdür.
Deneme yazarı, kimi zaman bir fıkra yazarı gibi güncel bir olaya ya da soruna değinir. Ama güncel bir olaya değinirken bile bunu daha evrensel
bir konuyla ilgili görüşlerini okuyuculara aktarmak için bir araç olarak kullanır. Yazısını sadece
bir günlük ömrü olan bir fıkra olmaktan kurtararak evrensele ulaşan, kalıcılık niteliği taşıyan bir
metne dönüştürmeyi başarır.
Deneme yazarı, kimi zaman eleştiri metinlerinde
olduğu gibi yazısında herhangi bir sanat eseriyle ilgili görüşlerini de belirtebilir. Ama ele aldığı eserle ilgili görüşlerini belirtirken belli bir eleştiri kuramına bağlı kalmaz çoğunlukla. Öznel bir bakış açısıyla, eserin,
kendisi üzerinde bıraktığı izlenimleri herhangi bir ispata gerek duymadan dile getirmeyi tercih eder. Bir
anlamda “Bence bu, şöyle bir eser. Ben, bu eserle
ilgili olarak böyle düşünüyorum. Bir başkası bu konuda daha farklı düşünebilir. Bu, benim şahsi görüşümdür.” der.
Denemelerde dil daha çok heyecana bağlı ve
göndergesel işlevlerde, bazen de dil ötesi ve şiirsel işlevlerde kullanılır. Deneme metinlerinde açıklayıcı, yer yer de kanıtlayıcı, lirik ve söyleşmeye
bağlı anlatımdan, bazen de düşsel anlatımdan yararlanılır.
Buraya kadar anlattıklarımızdan şöyle bir sonuç
çıkarabiliriz: Deneme, sohbete göre daha ciddi,
makaleye göre daha içten bir metin türüdür. Denemede doğrudan ya da dolaylı olarak insanla ilişkili
olan her konu ele alınabilir. Bu konular, bayağılaşma
noktasına inmeyen bir içtenlikle ve kişisel bir bakış
açısıyla ele alınır. Yazar, ele aldığı konuyla ilgili kesin hükümlere ulaşmak, düşüncelerini bilimsel yollarla ispatlamak zorunda değildir. Onun amacı, kültürel
ve entelektüel birikiminden yola çıkarak bütün bir insanlık ailesine seslenebilmek, ele aldığı konuyla ilgili
özgün düşünceler üretebilmektir. Denemede bilimsel
terimlerin ve felsefî kavramların ağırlığından uzak,
halkın genelinin olmasa bile önemli bir kesiminin anlayabileceği bir dil kullanılır. Bu yönüyle deneme, rahat okunan ve anlaşılabilen, çoğu zaman okuyucunun duygu dünyasına da seslenen bir düşünce yazısı türüdür.
Öğretici Metinler
DENEMEN‹N TAR‹HSEL GEL‹fi‹M‹
Fransız yazar Montaigne’nin Türkçeye Denemeler ismiyle çevrilen Essais (1580) isimli eserinin, deneme türünde yazılmış ilk eser olduğu kabul edilmektedir. Kilisenin; düşünce, bilgi ve sanat üretimini belirli sınırlar içinde tutmak istemesine karşı çıkan Montaigne’in denemeleri, herhangi bir dine, kitaba, kanuna,
toplum kuralına, geleneğe vb.ne bağlı kalınma zorunluluğu hissedilmeden ortaya konulmuş özgür düşünce metinleridir.
Batı edebiyatında denemeleri ile ön plana çıkan
diğer önemli yazarlar şunlardır: Nicholas Breton, Alain ismiyle de tanınan Emile-Auguste Chartier, Andre
Gide, Thomas Stearns Eliot, Albert Camus, Rabener,
Sturz, Lessing, Herder, Lichtenberg, Schiller, Goethe,
Voltaire, Paul Valery, Simone de Beauvoir, Ralph Waldo Emerson, Charles Morgan, Joseph Addison, Bertrand Russel, D. Herbert Lawrence, Aldoux Huxley.
Türk edebiyatında modern anlamda deneme
metinleri, 20. yüzyılda oluşturulmaya başlanmıştır. Bu dönem öncesi metinler bugün anladığımız şekliyle birer deneme sayılmasa da dil, anlatım ve yaklaşım bakımından denemeye zemin oluşturan metinler
olarak değerlendirilebilir. Bu tür metinler üç başlık altında incelenebilir:
1. Münşeât mecmualarında yer alan öğretici
metinler
2. Bilim adamı ya da felsefeci yönü ağır basan
Kâtip Çelebi gibi yazarların kitaplarında yer
alan bazı metinler
3. Tercümân-ı Ahvâl’in yayımlanmasından itibaren gazetelerde yer almaya başlayan bazı
metinlerle sonraki zamanlarda daha çok musâhabe üst başlığı altında kaleme alınan sohbet-deneme karışımı metinler
Türk edebiyatında 20. yüzyılın başlarından günümüze dek deneme türünde yazılmış metinlerden
oluşan binlerce eser yayımlanmıştır. Bunlar, genellik-
ESEN YAYINLARI
Montaigne’den sonra bu türde kitabı yayımlanmış
ikinci önemli kişi İngiliz yazar Francis Bacon’dır. Denemelerini topladığı Essays isimli eserini 1597’de yayımlayan Bacon, geleneksel Hristiyan ahlâkı ile makyavelist tutumun ortasında, uzlaşmacı bir ahlâk yapısını savunmuş; eserinde gençlik, dostluk, kıskançlık,
zenginlik, diyalog, siyaset gibi birçok konuda farklı görüşler dile getirmiştir.
le değişik zamanlarda çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazıların bir araya getirilip kitaplaştırılmasıyla oluşturulmuştur. Denemelerini bu şekilde kitaplaştıran yüzlerce yazar arasından isimleri ön plana çıkanların bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: Adalet Ağaoğlu, Ali Ayçil, Ali Çolak, Ali Göçer, Ali Günvar, Ali Ural,
Ahmet Altan, Ahmet Cemal, Ahmet Hamdi Tanpınar,
Ahmet Haşim, Ahmet İnam, Ahmet Rasim, Ahmet Turan Alkan, Akşit Göktürk, Arif Ay, Atilla Birkiye, Azra
Erhat, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Berke Vardar, Beşir Ayvazoğlu, Cemal Süreya, Cemil Meriç, Cevdet Kudret,
Doğan Hızlan, Duygu Asena, Ebubekir Eroğlu, Elif Şafak, Emin Özdemir, Enis Batur, Falih Rıfkı Atay, Fethi
Naci, Ferit Edgü, Gülay Atasoy, Gündüz Vassaf, Hilmi
Yavuz, Hüsrev Hatemî, İlhan Selçuk, İskender Pala,
İsmail Berduk Olgaçay, İsmet Kemal Karadayı, İsmet
Özel, İzzet Melih, Malik Aksel, Mehmet Âkif İnan, Mehmet Çınarlı, Mehmet H. Doğan, Mehmet Kaplan, Mehmet Salihoğlu, Melih Cevdet Anday, Metin Karabaşoğlu, Muhsin Macit, Murat Belge, Murat Kapkıner, Mustafa Kutlu, Mustafa Miyasoğlu, Mustafa Özçelik, Necip
Fazıl Kısakürek, Nermi Uygur, Nevzat Kösoğlu, Nihad
Sami Banarlı, Nihat Genç, Nurettin Topçu, Nuri Pakdil, Nurullah Ataç, Oktay Akbal, Orhan Burian, Ömer
Lekesiz, Ömer Madra, Peyami Safa, Rasim Özdenören, Refik Halit Karay, Ruşen Eşref Ünaydın, Sabahattin Eyuboğlu, Sabahattin Kudret Aksal, Sadık Yalsızuçanlar, Salah Birsel, Sefa Saygılı, Selâhattin Batu,
Selim İleri, Sezai Karakoç, Sıtkı M. Erinç, Suna Tanaltay, Suut Kemal Yetkin, Şaban Döğen, Tahsin Banguoğlu, Tahsin Yücel, Uğur Kökden, Vedat Günyol, Vedat Nedim Tör, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yavuz Bahadıroğlu, Yusuf Çotuksöken.
Denemenin ülkemizde bilinir ve benimsenir bir
tür olmasında, iki isim ön plana çıkmıştır: Nurullah
Ataç ve Salah Birsel. Deneme, sohbet ve eleştirilerini
“Günlerin Getirdiği”, “Karalama Defteri”, “Sözden Söze”, “Diyelim”, “Söz Arasında”, “Okuruma Mektuplar”
gibi eserlerinde bir araya toplayan Nurullah Ataç; yazılarının merkezine denemenin en önemli niteliklerinden
olan kültüre, bilgiye ve birikime dayalı öznelliği yerleştirmiş; yazılarını genellikle bir arkadaşıyla konuşur gibi
kaleme almış, yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak
için yazılarında devrik cümlelere sıkça yer vermiştir.
Sanat, edebiyat, kültür, tarih vb. alanlarda zengin
bir bilgi birikimine sahip olan Salah Birsel, bu birikimini
285
Öğretici Metinler
tecrübeleri ve gözlem gücüyle birleştirmiş, okunması
keyifli, içtenlikle yoğrulmuş deneme metinleri oluşturmuştur. Gülmece ögesini sıkça kullanan, kimi zaman
ironik bir anlatımı benimseyen Birsel, gerek bu özelliği
gerekse yerleşik dildeki kelimeleri ve kelime gruplarını farklı bağlamlarda kullanarak alışılagelmiş ifade kalıplarının dışına çıkmasıyla Türk edebiyatında kendine özgü bir deneme dili yaratmıştır. Salah Birsel’in de-
nemelerini topladığı kitaplarından birkaçının isimlerini
şöyle sıralayabiliriz: Kendimle Konuşmalar, Kahveler
Kitabı, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Boğaziçi Şıngır Mıngır, Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi, Kurutulmuş Felsefe Bahçesi, Yapıştırma Bıyık, Şiir ve Cinayet, Halley Kimi Kurtarır, Şişedeki Zenci, Asansör, Kediler Gece Mavisi.
ÖRNEK METİN 1
İNSANIN DURUMU
Benim işim gücüm, kendimi incelemek. Yapacak
başka işim de yok zaten. Bakıyorum da öyle çürük taraflarım var ki söylemeye zor varıyor dilim. Sağlam,
oturaklı neyim var? Her an sendeleyip düşebilirim.
Gözlerim bir şöyle görüyor, bir böyle. Açken başka
adamım sanki, yemekten sonra başka. Keyfim yerindeyse hava da güzelse kötü kişi değilim. Ama bir nasır canımı yakmaya görsün; asık suratlı, aksi, yanına
yaklaşılmaz bir adam olurum. Aynı atın yürüyüşü, bir
rahat gelir bana, bir rahatsız; aynı yolu bir uzun bulurum, bir kısa; aynı biçim bir hoşuma gider, bir zıddıma. Bir gün her işe yatkınım, bir başka gün hiçbir şey
gelmez elimden. Bugün sevindiğim şeye yarın üzülebilirim. İçimde durmadan değişen, ele avuca sığmayan bir sürü duygu... Kara düşünceler... Derken
bir öfke... Ağlamaklı bir hâldeyken birdenbire taşkın
bir sevinç... Kitapları karıştırırken bakarım, dün içinde türlü güzellikler bulduğum, oldukça coştuğum bir
yer bugün bir şey demez olmuş bana: Evirir çeviririm,
orasını burasını okurum, nafile! O sayfalar boşalmış,
yabancılaşmıştır artık benim için.
Kendi yazılarımda bile her zaman, ilk duyduğum
düşündüğüm şeyleri bulamam. Burada ne demek istemişim acaba derim, değiştiririm çok kez ve yitirdiğim ilk anlamın yerine ondan değersiz bir yenisini
koyduğum olur. Aynı yolda bir gider bir gelirim: Düşüncem her zaman ileri götürmüyor beni; bir o yana,
bir bu yana yalpalıyor gelişigüzel.
Çok kez başıma gelmiştir: Oyun olsun diye kendi düşüncemin tam tersini savunayım derken kafam
o tarafa öylesine kendini vermiş, bağlanmıştır ki kendi düşüncemi yersiz bulmaya başlayıp bırakmışımdır.
Eğildiğim yere sürükleniveriyorum. Ağırlığım beni ondan yana düşürüyormuş gibi.
286
Kendi içine bakan herkes de bunları söyleyebilir. Kürsüde konuşanlar bilir: Konuşurken duydukları
heyecan onları inanmadıkları şeye inandırır. Soğukkanlı, sakin zamanımızda hiç de bağlı olmadığımız
bir düşünceyi öfkeli anlarımızda nasıl benimser, ne
candan, ne taşkınca savunuruz. Bir avukata davanızı
anlatın yalnızca: Size ikircikli, kararsız laflar eder. Bakarsanız bu adam sizin hakkınızı da savunabilir, karşı
tarafın da. Ama bol para verin, davanıza bir tutulsun,
sizi kazandırmak istesin. Bakın o zaman nasıl aklı da
bilgisi de sizden yana olur, hem de ne coşkunlukla.
Kafasında birdenbire doğrunun şimşeği çakmış, yepyeni bir ışıkla aydınlanmış, davanıza gerçekten inanmış, bağlanmıştır. Dostları arasında serbestçe düşünürken kıllarını kıpırdatmayan öyle insanlar vardır ki
bir düşünce uğruna, mahkemede, yargıcın sertliğine
içerleyerek, inada kapılarak ya da şöhretlerini yitirmek korkusuyla ateş kesilirler.
ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE
Özgürlüğe öyle düşkünüm ki koca Hindistan’ın
bir köşesini bana yasak etseler dünyanın tadı kaçar
neredeyse. Hiçbir yerde saklı, eli kolu bağlı yaşamak
da istemem, orada pineklemektense alır başımı; havası, toprağı bana açık bir yere giderim. Hey Allah’ım!
Çekilir şey midir ülkenin bir bucağına çivilenip kalmak? Niceleri, yasalarımıza aykırılık ettiler diye kentlere, alanlara, herkesin gidip geldiği yollara uğrayamadan yaşayabiliyorlar. Benim hizmet ettiğim yasalar küçük parmağımı bile köle etmeye kalksa nereye
olsa gider, başka yasalar arardım.
KÖKLEŞEN YANILMALAR
Bir kişinin yanılması bütün halkın yanılmasına
yol açar. Yanılgılar, yayıldıkça yayılır; biçimden biçi-
Öğretici Metinler
me girer; o kadar ki işin en uzağındaki tanık, en yakındakinden daha çok şey bilir; olayı son öğrenen, ilk
öğrenenden daha inançlı olur. Bunda da şaşılacak bir
şey yok. Çünkü insan bir şeye inandı mı ona başkasını da inandırmayı bir borç sayar, kolay inandırmak
için de anlattığına dilediği gibi çeki düzen vermekten,
bir şeyler katmaktan çekinmez. Karşısındakinin karşı koyma gücünü kırmak, onun kafasının alabildiği gibi konuşmak ister.
Bütün varlığımızla her iki tarafa birden bağlanmak hem aklımıza hem de vicdanımıza aykırı düşer.
Birinin isteğine uyup ötekine ihanet ettiğiniz zaman,
o dostunuz bilmez mi ki aynı ihaneti kendisine de yapabilirsiniz? İşine yaradığınız için sizi dinler, ihanetinizden yararlanmaya çalışır ama size kötü gözle bakmaya da başlar. Çünkü ikiyüzlü insanlar getirdikleri sözle yararlı olurlar ama götürecekleri sözle de zararlı olabilirler.
...
KENDİNİ ACINDIRMAK
Kendimi kaptırmamaya çalıştığım çocukça, yakışıksız bir alışkanlığımız vardır: Dertlerimizle dostlarımızı acındırmak ve kendimize ah vah dedirtmek.
Başımıza gelenleri büyütür, şişirir, karşımızdakini ağlatmak isteriz neredeyse. Başkalarını kendi dertleri
karşısında soğukkanlı gördük mü överiz ama soğukkanlılığı bizim dertlerimize karşı gösterdiler mi darılırız ve kızarız. Dertlerimizi anlamaları yetmez, yanıp
yakınmalarını isteriz. Oysaki insan, sevincini büyülterek anlatmalı, üzüntülerini kısaltarak. Kendini yok
yere açındıran, gerçekten dertli olunca acınmamayı hak eder. Durmadan vahlanan kimse vahlanılmaz
olur. Kendini canlı iken ölü göstereni, ölü iken canlı
görebilir herkes. Öylelerini gördüm ki eş dost kendilerini gürbüz, keyifli görecek diye ödleri kopar, iyileşmiş
sanılmamak için gülmelerini tutarlardı. Sağlık, kimseyi acındırmadığı için nefret ettikleri bir şey olurdu.
İNSANLAR ARASINDA
BİZE GÖRE MUTLULUK
Zenginlik bize ne iyilik eder ne de kötülük: Her
ikisi için de malzeme verir bize. Ondan daha güçlü
olan ruhumuz; malzemeyi dilediği gibi evirir çevirir,
kullanır; mutlu ya da mutsuz oluşunun tek nedeni ve
sorumlusu kendisidir.
Dış varlığımız, tadını ve rengini iç varlığımızdan
alır, nasıl ki giysilerimiz bizi kendi sıcaklıklarıyla değil
bizim sıcaklığımızla ısıtırlar: Onu koruyup beslemektir yalnız görevleri. Onları soğuk bir bedene giydirirseniz, soğukluğu korur ve beslerler: Kar ve buz öyle saklanır.
Hiçbir şey kendiliğinden ne o kadar üzücüdür ne
de zor. Bizim gevşekliğimiz, güçsüzlüğümüzdür ona
bu niteliği veren. Büyük ve yüksek şeyleri görebilmek
için onlara göre bir ruhumuz olması gerekir. Yoksa
kendi çamurumuzu görürüz onlarda. Doğru bir kürek,
suda eğri görünür. Önemli olan, bir şeyin görülmesi
değildir yalnız, nasıl görüldüğü de önemlidir.
Öfke ve kin, doğruluğun sınırları dışındadır; bu
tutkular yalnız işlerine akıllarıyla bağlanmayan insanların işine yarar. Doğru ve temiz işler, hep ölçülü ve
ağırbaşlıdır. Ölçü olmayan yerde kavga, gürültü ve
haksızlık vardır.
...
Birbirine düşman iki dostunuz arasında gönül ve
vicdan rahatlığıyla yaşama olanağı vardır: Her ikisine
aynı sevgiyi gösteremezseniz bile sevginizde ölçülü
kalırsınız, hiçbirine sizden her şeyi isteyebilecek kadar bağlanmazsınız; ölçülü kalmak koşuluyla her ikisinin güzel taraflarını tadarsınız; bulanık suda balık
avlamaya kalkmamak koşuluyla yüzebilirsiniz.
Montaigne
(Montaigne, Denemeler, çev. Hasan İlhan)
287
Öğretici Metinler
10.
MAKALE
Fıkrada ele alınabilen hemen her konu makalede de ele alınabilir. Fıkrayla makale arasındaki fark,
bu konuların ele alınış biçimlerinde ortaya çıkar: Fıkra, gündemdeki olay, konu ve sorunlarla ilgili yüzeysel bir yorum yazısıdır. Fıkranın ana ögesi “yorum”dur, makaleninki ise “düşünce”dir. Makale yorumdan çok bilgiye, kanıta ve çözümlemeye
yer veren bir metin türüdür. Bu cümlede geçen “kanıt” kelimesi ile kastedilen; bilimsel bilgi üretiminde
kullanılan deney, gözlem, laboratuar çalışmaları gibi
bilimsel yöntemlerle ulaşılan kanıtlar değil; ortalama
bir gazete okuyucusunun anlayabileceği ikna edici ve
bilgilendirici; akla mantığa uygun, insanlığın ortak bilgi birikimine ve duyarlıklarına hitap eden kanıtlardır.
Fıkrayla makale arasındaki farkı somutlaştırmak
için şöyle bir örnek verebiliriz: Filistin-İsrail gerginliğinin bir çatışmaya dönüşmesi ve İsrail’in Gazze Şeridi’ni 2009’un Ocak ayında 22 gün boyunca bombalaması sonucunda gazete ve dergilerde çeşitli yazılar
yayımlanmıştır. Bu yazılar dikkatlice incelendiğinde
bunların bir kısmının fıkra bir kısmının ise makale olduğu görülecektir. Fıkra yazarları bu olayları ele alır-
Tercüman-ı Ahvâl gazetesinde 1860’ta yayımlanan Mukaddime isimli yazı, Türk edebiyatındaki ilk makale örneğidir. Bu metin, Şinasi tarafından yazılmıştır.
304
ESEN YAYINLARI
Sanatsal, bilimsel, siyasal, toplumsal ve ekonomik konuları açıklayıcı veya yorumlayıcı niteliği olan
gazete ve dergi yazılarına makale denir. Makaleleri yazılış amaçlarına, dil ve anlatım özelliklerine göre
genel olarak ikiye ayırmak mümkündür: Bilimsel makaleler ve gazete makaleleri. Bilimsel makaleler 12.
sınıf dil ve anlatım dersinin konusu olduğundan bu
bölümde bu tür makaleler hakkında bilgi verilmeyecektir. Bu bölümde sadece gazete makalesi hakkında bilgi verilecek ve bu tür metinleri karşılamak için
“gazete makalesi” yerine sadece “makale” kelimesi
kullanılacaktır.
ken çoğunlukla yüzeysel değerlendirme ve yorumlarla yetinmiş, bu olayların olduğu gün ne düşünüyorlarsa onu kaleme almışlardır. Yani fıkra yazarı için aslolan, o günkü gelişmelerdir. Bu tür yazılar, fıkranın
doğası gereği “günübirlik yazı” denilecek türdendir, yani çoğunlukla kalıcılıktan yoksundur. Bu süre
zarfında bazı yazarlar ise bu olayları bir makale ölçeğinde ve niteliğinde ele almışlardır. Bu yazılarda dikkati çeken en önemli husus, bu yazıların yorumdan
çok bilgi, kanıt ve analizle oluşturulmalarıdır. Makale yazarları; bilgi birikimlerine, uzmanlık alanlarına
ve çözümleme yeteneklerine göre bu olayları yorumlarken bir taraftan da önemli bilgiler vermiş, bu olayların kısa ve uzun vadedeki olası sonuçlarıyla ilgili düşüncelerini de belirtmişlerdir. Söz gelimi bu yazarlardan bir kısmı, bu olayları anlayabilmek için bugün yaşananları bilmenin yeterli olmadığını; bu olayların, tarihî, stratejik, ekonomik, ideolojik, dinî bir arka planının olduğunu; bugün yaşananların, geçmişte yaşananların bir sonucu olduğunu, dolayısıyla bu
arka planın mutlaka bilinmesi gerektiği üzerinde durmuş ve bu arka planla ilgili ayrıntılı bilgiler vermişlerdir. Bu tür yazılar güncelle ilişkili olmakla birlikte, bilgi
yüklü olmaları, gelecek perspektifi sunmaları, bu sorunun ne şekilde çözümleneceğiyle ilgili somut önerilere yer vermeleri; hatta Filistin-İsrail sorunundan yola çıkarak evrensel bir gerçeklik olarak savaş gerçeği üzerinde durmaları yönüyle fıkralara göre düşünsel açıdan daha sağlam, ayrıntılı, açıklayıcı ve kalıcı metinlerdir.
Makaleler; çoğunlukla uluslararası ilişkiler, toplum bilimi, hukuk, ekonomi, felsefe, siyaset, tarih vb.
alanlarda mesleki geçmişleri ya da kişisel çabalarıyla
önemli bir bilgi birikimine ve analiz yeteneğine sahip
olmuş kişiler tarafından yazılır. Köşe yazarları, haftanın belli günlerinde yazı yazmak zorunda oldukları,
bir bakıma zamanla yarıştıkları için birikimleri ve analitik düşünme güçleri makale yazmak için yeterli olsa
bile makaleden çok fıkra niteliği taşıyan yazılar yazmak durumunda kalırlar.
Öğretici Metinler
Bazı kişiler -ki bunların çok önemli bölümü akademisyendir- ilgi ve uzmanlık alanlarıyla ilgili konularda zaman zaman makale yazar ve bunları gazete ya
da dergilerde yayımlanmak üzere o yayın organının
ilgili birimlerine gönderirler. Söz gelimi Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmek için anayasasında ve çeşitli yasalarında birçok değişiklik yaparak hukuk normlarını
Avrupa Birliği müktesebatıyla uyumlu hâle getirmek
istemektedir. Bu süre zarfında herhangi bir gazete
için periyodik yazılar yazmamasına karşın bu konularda yeterli bilgi birikimine sahip bir kişi, söz gelimi
bir anayasa hukuku profesörü ya da bir sivil toplum
kuruluşu lideri, bu konuyla ilgili bir makale yazar. Makalesini fıkradan farklı olarak sadece yorum üzerine kurmaz. Ele aldığı konuyla ilgili somut bilgiler
de verir; düşünce ve önerilerini, gerekçe ve kanıtlarıyla birlikte dile getirir, yazısında kesin bir sonuca ulaşır. Yazdığı bu makaleyi, yayımlanması isteğiyle bir gazeteye gönderir. Bu süreç tersten de işleyebilir. Yani bu istek, yazardan değil gazete yönetiminden de gelebilir.
Makaleler, “genel okuyucu kitlesi”nin özellikleri dikkate alınarak yazılır. Bir yazar -o yazar bir
bilim adamı bile olsa- bir gazete makalesini, bilimsel bir makaleyi yazar gibi yazamaz. Bilimsel araştırma, inceleme ve derleme sonuçlarının yayımlanması amacıyla çıkarılan bir dergide -söz gelimi bir tıp
dergisinde- yer alan bir makaleyle bir gazetenin sağlık sayfasında yer alan bir makale -bu makaleler aynı
konulara değinseler, söz gelimi kalp ameliyatlarında
kullanılacak yeni bir yöntemden bahsetseler bile- aynı dil ve anlatım özelliklerini taşıyamaz. Bilimsel buluş ve araştırmalara yer veren dergilerde yayımlanan bilimsel makalelerde; terimlere, dipnotlara,
akademik bilgi, belge ve bulgulara sıkça yer verilir. Bu tür bir metin, sadece o metnin ilgili olduğu
alanın uzmanlarına hitap eder. Ama gazete makalesi, bir gazete ya da dergiyi alan, okuyan ve an-
ESEN YAYINLARI
Makaleler, gazetelerde yayımlanabileceği gibi
dergilerde de yayımlanabilir. Hatta makalelere; popüler haber, tarih ve bilim dergileriyle siyaset, ekonomi, edebiyat ve sanat dergilerinde, gazetelere oranla
daha sık yer verildiği rahatlıkla söylenebilir. Özellikle
dergilerde yayımlanan makalelerde güncelle çok yakın ilişkili olmamakla birlikte okuyucunun ilgisini çekecek çeşitli konulara girildiği, bu tür konularla ilgili düşüncelerin aktarıldığı da olur.
layan herkese, yani genel okuyucu kitlesine hitap
eder. Gazete ve dergi okuyucusunun genel nitelikleri
dikkate alındığında bu tür metinlerin açık, yalın, duru ve resmî bir anlatımla kaleme alınması bir zorunluluğa dönüşür. Gazete makalesinin bilimsel makalelerden farklı nitelikler taşıması, gazete makalelerinde terimlere hiç yer verilmeyeceği anlamına gelmez.
Söz gelimi hükümetin ekonomiyle ilgili aldığı bazı kararların borsa, döviz, faiz gibi çeşitli ekonomik parametreleri ne şekilde etkileyeceğini konu alan bir gazete makalesinde ister istemez bazı terimler kullanılacaktır. Burada önemli olan, yazarın bu etkileri anlatırken muhataplarının bilim adamları değil, gazete
okurları olduğunu unutmaması, metnini genel okuyucu kitlesinin niteliklerini dikkate alarak oluşturmasıdır.
Makalelerde, düşünceler, ciddi ve resmî bir anlatımla dile getirilir. Bu, makaleyle deneme arasındaki önemli farklardan biridir. Deneme yazarı, insanların
neredeyse tamamını ilgilendiren konularla ilgili kişisel
ve özgün düşünceler üretirken bir taraftan da bunları içten bir anlatımla yazıya aktarmaya çalışır. İçten
olmaya çalıştığı için de söylediklerini kanıtlama ihtiyacını hissetmez. Makale yazarı ise düşüncelerini
kanıtlamak, bu nedenle de yazısını ciddi bir anlatımla oluşturmak zorundadır.
Denemeci, düşüncelerini kesin bir sonuca
bağlamak zorunda değildir. Hatta denebilir ki bir
denemecinin en önemli amacı, okuyucuların kafalarında bazı soru işaretlerinin oluşmasını sağlamak, gerisini okuyucuya bırakmaktır. Deneme yazarı açısından okuyucu, bilgilendireceği ve ikna edeceği bir muhataptan çok, herhangi bir konuyla ilgili düşüncelerini paylaşacağı kültürlü, seviyeli, içten,
okuma tutkunu bir kitap dostu olarak düşünülür. Makale yazarı ise ele aldığı konuyla ilgili kesin bir sonuca ulaşır, yazdığı metin aracılığıyla bir düşünceyi
somutlaştırır. Yazar, okuyucunun da bu sonucu ulaşmasını, bu düşünceyi benimsemesi ister. Bu açıdan
bakıldığında makale yazarının, okuyucuyu, bilgilendirilmesi ve ikna edilmesi gereken bir muhatap gibi gördüğü söylenebilir.
Makale metinleri giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur. Giriş, metinde ne üzerinde durulduğunu, metnin konusunun ne olduğunu ifade
eden birkaç cümleden ya da paragraftan oluşur. Gelişme, bu konunun ayrıntılarına inildiği; bilgi, kanıt ve
305
Öğretici Metinler
çözümlemelerden yararlanılarak genişletildiği, yardımcı düşüncelerin dile getirildiği bölümdür. Sonuç ise yazının
kesin bir sonuca bağlandığı, ele alınan sorunla ilgili çözümlerin netleştirildiği, metnin ana düşüncesinin verildiği
bölümdür.
Makalede dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır. Anlatım türlerinden de en çok açıklayıcı anlatımdan
yararlanılır. Bunun yanında metnin içeriğine ve ana düşüncesine göre tartışmacı, öğretici ve kanıtlayıcı anlatımdan, bazen de gelecekten söz eden anlatımdan yararlanılır.
Gazetelerin çoğunlukla ilk sayfasında yer alan ve o gazetenin genel düşünsel yapısını ve gündemdeki olay,
konu, kişi ve sorunlarla ilgili tavrını temsil eden yazılara başmakale, bu yazıları yazan kişilere de başyazar
denir. Bu yazılara “başmakale” denmesi, bu tür yazıların tümünün gerçekten makale olduğunu göstermez. Bu
tür yazılar eskiden beri “başmakale” kelimesiyle adlandırılageldiği için bu ismi almıştır. Nitekim bu yazıların çok
büyük bir bölümü aslında fıkradır. Günümüzde bu tür yazılar için başmakaleden çok başyazı kelimesi kullanılmaktadır.
ÖRNEK MET‹NLER
Makale, uzun süre gazeteler için vazgeçilmez bir metin türü olarak algılanmış, bir gazetenin basın dünyasındaki ağırlığına bu tür metinlere ne kadar yerdiğine bakılarak karar verilmiştir. Günümüze kadar hâkim olan bu anlayış, ne yazık ki ülkemizde geçerliğini yitirmek üzeredir. Günümüz gazeteleri içinde makale türünde oluşturulmuş
metinleri yayımlayanlarının sayısı çok azdır.
Günümüz gazeteleri içinde makale türünde oluşturulmuş metinleri yayımlayanlarının sayısının çok az olması,
bu gazetelerde yayımlanan yazıların önemli bir bölümünün de siyasi içerikli olması, örnek metin seçimimizi güçleştirmiştir. Örnek metinler seçilirken, söz konusu metinlerin, ülkemizdeki siyasi aktörlerden herhangi birini destekleyen ya da eleştiren bir içerik taşıyıp taşımadığına özellikle dikkat edilmiş; ülkemizdeki siyasi gelişmeleri konu edinen yazılar, örnek metin olarak seçilmemiştir. Örnek metinlerden yola çıkarak bu metin türüyle ilgili genel bir değerlendirme yapıp makalelerde iç siyasi gelişmelerin ele alınmadığı sonucunu çıkarmak yanlıştır.
306
Öğretici Metinler
ÖRNEK METİN 3
ARTIK BÜYÜK İSRAİL DİYE BİR ŞEY YOK*
Filistin-İsrail meselesiyle ile ilgili çalışmalar genellikle Filistinlilerin akıbeti ne olacak sorusuyla ilgilenir. Bu çalışmaların gözden kaçırdığı en önemli husus, Orta Doğu’nun, iç içe geçmiş kaderlerin bölgesi olduğudur. Sadece Filistin’in değil bütün bölge ülkelerinin sürekli değişen kaderleri, etkileşim içerisindedir ve İsrail de bu duruma bir istisna teşkil etmez.
Bu sebepten Filistin’in akıbeti ne olacak sorusu, aynı
zamanda İsrail nereye gidiyor sorusunu da akla getirmektedir. İsrail nereye gidiyor sorusunun cevabı
ise İsrail nereden geldi sorusuyla yakından alakalıdır.
İsrail, geçmişini şekillendiren ve geleceğini de
tayin edecek üç farklı kaynaktan beslenen problemlerle karşı karşıyadır. Bu kaynakların ilki, İsrail devletini kuran ve temel kurumlarını yapılandıran zihniyet, yani Siyonizm’dir. Orta Doğu’da bir Yahudi devleti kurarak bütün Yahudileri tek bir vatanda birleştirmeyi amaçlayan Siyonizm’in yapısı, dünya görüşü
ve peşinde olduğu ütopya, İsrailliler için bir problem
kaynağı olagelmiştir. İkincisi, değişik kültür coğrafyalarında yaşamış Yahudilerin yüzyıllar sonra aynı ülke içerisinde yaşamak durumunda kalmasından kaynaklanan problemlerdir. Bu problemler, İsrail’i sosyal, kültürel, ekonomik, dinî ve siyasi bölünmüşlükler
ülkesi hâline getirmiştir. Üçüncü problem kümesi ise
İsrail’in kurulduğu coğrafyadan beslenir. Bölgenin iç
içe girmiş kaderleri ve global sisteme entegrasyonu,
bölgesel ve global dinamiklerdeki en ufak değişimin
İsrail’de olanca kuvvetiyle hissedilmesine sebep olur.
Siyonist Dünya Görüşü
“Erken Dönem Siyonizm”de iki farklı ekolden
bahsetmek mümkündür. İlk ekol, Yahudilerin, Eski
Ahit’te bahsedilen İsrail topraklarına (Eretz Yisra’el)
toplanmalarını; Avrupa’da yaşadıkları fiziksel ve ekonomik problemlerin bir çözümü olarak görüyordu. Aaron David Gordon gibi ideologların başını çektiği ikinci ekol ise “Eretz Yisra’el”e göçü, Yahudi tarihinin doğal seyrinin son aşaması ve Yahudi milletinin millet
olarak hayatta kalmasının tek yolu olarak görüyordu. Politik Siyonizm’in ilk devirlerinden itibaren ikinci ekol, resmî ideolojiye dönüşüp hem devlet öncesi
Yahudi kurumlarının hem de İsrail devletinin ideolojik
temelini oluşturdu. Bu ideoloji, kendisine çeşitli mitler
üretti ve yakın zamana kadar bu mitlerin geçerliliği bile sorgulanmadı. Mesela, Yahudilerin Filistin toprakları üzerinde “sorgulanamaz” ve “elinden alınamaz”
hakları olduğu, bir zamanlar her yerinden süt ve bal
akan bu toprakların “işlenmemiş” ve “iskân edilmemiş” olduğu söylendi. (Bknz. Zeev Sternhell, The Founding Myths of Israel)
* Örnek Metin 3’teki görseller ve görsellerle ilgili açıklamalar, metnin aslında yoktur.
311
Öğretici Metinler
Siyonist ideolojinin Yahudi devleti
için çizmiş olduğu harita çok geniş
bir coğrafyayı kapsamaktadır. Vaat edilmiş topraklar (Eretz Yisra’el:
İsrail Diyarı) olarak tanımlanan bu
alana sahip olmak, Siyonistler tarafından Yahudilerin doğal hakkı olarak görülür. Theodore Herzl, 1897
yılında Basel’de gerçekleştirilen Birinci Siyonizm Kongresi’de yaptığı konuşmada Yahudi devletinin doğal sınırlarını “Kuzey sınırlarımız Kapadokya’daki dağlara kadar dayanır, güneyde de Süveyş Kanalı’na.”
sözleri ile ifade etmiştir. İsrail Devleti’nin kurucularından Ben Gurion
ise, Siyonizm’in hedefi olan sınırları şöyle tanımlamıştır: “Filistin’in
bugünkü haritası İngiliz manda yönetimi tarafından çizilmiştir. Yahudi
halkının, gençlerimizin ve yetişkinlerimizin çizmeleri gereken bir başka harita daha var: Nil’den Fırat’a
kadar.”
Hitler’in Lebensraum’u sonraki dönemlerde Almanlar için nasıl problemler çıkardıysa Yahudiler’in
Filistin toprakları üzerinde Tanrı vergisi haklarının olduğu, daha da önemlisi Filistin topraklarının işlenmemiş ve iskân edilmemiş olduğu miti de İsrailliler için
sorunlar çıkarmış ve hâlihazırda yaşanan çoğu problemin kaynağını teşkil etmiştir. İsrailli politikacıları kara kara düşündüren nüfus sorununun da kökenleri,
bahsedilen Siyonist mitlere dayanır. Siyonistlerin en
önemli iddialarından birisi olan bu iddianın sadece
bir mit olduğunu gösteren ciddi çalışmalar yapılmıştır. Beshara Doumani’nin “Rediscovering Palestine”i
(Filistin’in Yeniden Keşfi) bu çalışmalara bir örnektir. Bu mitlerle yetişen İsrail toplumunun, meselelerin
asıl kaynağını görebilmesi çok zordur. Holokost (Yahudi soykırımı) sonrası Batı entelektüelleri ve devlet adamları arasında oluşan suçluluk psikolojisi sebebiyle İsrail, rasyonel diplomasiye irrasyonel ve dinî argümanlar sokmayı başarabilmiş ve Batı dünyasının bu duruma onaylayıcı tavırla yaklaşması, İsraillileri bu mitin doğru olduğuna daha fazla inandırmıştır. Holokost’a hiçbir şekilde müdahil olmayan Müslüman toplumlarda zaten olmayan suçluluk psikolo312
jisi, Avrupa’da 60 sene etkisini devam ettirmiş, ama
İsrail’in kendini mazlumdan zalime çeviren politikaları yüzünden son zamanlarda etkisini yitirmeye başlamıştır. Bu durum, İsrail’i yakın zamanda zor durumda bırakacaktır.
Dindar-Seküler Kavgası
Sosyal, kültürel, ekonomik ve dinî bölünmüşlük,
İsrail’in geleceğini en az dış gelişmeler kadar etkileyecektir. Bu bölünmüşlük, dindarlar ve sekülerler ara-
Öğretici Metinler
F‹L‹ST‹N 1946
Filistinliler
LÜBNAN
Safad
Yahudiler
%18
%14
%3
%10
Yıl 1967
Altı Gün Savaşı
sonrası sınırlar
Yıl 2000
SUR‹YE
%68
%87
Di¤er etnik unsurlar
Kaynak: www.palestineremembered.com
Yıl 1947
Birleşmiş Milletler’in
Filistin topraklarını
paylaşım planı
Acre
%56
%30
%14
Nazareth
Tiberias
%28
%42 %35
%52
%20
%23
%44 %34
Hayfa
%1
%22
%16
Baysan
%17
%5
Cenin
%1
%78
Tulkarim
%13
%86
%14
Nablus
%47 %39
Jaffa
%14
fieria Nehri
%83
Ramallah%1 %1
%9
%98
%77
Al-Ramla
%2 %14
Kudüs
%4
%84
%19
%77
Filistinlilere bırakılan
topraklar
İsrail devletine verilen topraklar
Filistin
İsrail
Filistin
İsrail
Hebron
%1 %4
Gazze
%95
%15 %1
%84
Beersheba
MISIR
sındaki büyük kavgada, Eşkenaziler ile Sefardikler
ve Mizrahiler arasındaki adaletsizliklerde, aşırı sağcılar tarafından İsrailli Araplara karşı yöneltilen ırkçı söylem ve hareketlerde ve fundementalist Yahudiler’in yerel Müslümanlar için taşıdıkları nefrette kendini göstermektedir.
Yahudiler arasında Siyonizm’in Filistin’de faaliyete başlamasıyla su yüzüne çıkan bölünmüşlük, üstüne yeni boyutlar eklenerek bugüne kadar gelmiştir.
2009 seçimleri bu bölünmüşlüğü tüm yönleriyle gözler önüne serdi. İlk bakışta demokrasinin gereği gibi
görünse de yaklaşık 7 milyonluk bir ülkede 34 siyasi partinin seçime girmesi, bunlardan 12’sinin meclise
girmesi, aynı zamanda bölünmüşlüğün de bir göstergesidir. Solcu, merkez solcu, merkez, sağcı, dinci Siyonist, seküler ırkçı Siyonist, Sefardik dini, Eşkenazi
dini, solcu Arap ve Yahudi-Arap gibi spektrumun her
noktasından partilerin bulunması ve bunlardan bazılarının diğerleri için varoluşsal tehdit olması İsrail’in
geleceği için hayra alamet değildir.
Yahudi Demokrasisi
İsrail’deki bu bölünmüşlük, İsrail’i kuranların
sonraki nesillere miras bıraktığı içi boş “Yahudi Demokrasisi” kavramının da yeniden gözden geçirilmesine sebep olmaktadır. 2009 seçimlerinde birçok partinin dile getirdiği gibi Yahudi demokrasisi bir oksimorondur. İsrail’de demokrasiyi ülkenin Yahudi karakterine tercih eden partiler mevcut. Aşırı sağcı partiler
ise devletin Yahudi karakterinin devamı için demokratik karakterinden tavizler vermeye hazır olduklarını
açıkladılar. İlginçtir ki bu partiler, İsrail’in Yahudi karakterinin korunmasının en bariz yolu olan “iki devletli çözüm”ü reddetmekteler. Çözümleri ise İsrail’in
Yahudi kimliğinin önündeki en büyük engel olan Filistinlileri, Venezüela ve Türkiye gibi ülkelere göndermek. (Yedioth Aharonot, 2 Şubat 2009) Bütün bu bölünmüşlük, Siyonist mitlerin etkisini hâlâ koruması sebebiyle yükselen ırkçılık ve dinî fanatizm, İsrail’i yakın zamanda sadece iç sorunlarla değil; uluslararası platformlarda da zor durumda bırakacaktır. Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin, seçimlerin açıklanmasından itibaren aşırı sağ hükümetten kaçınılması gerektiği şeklindeki açıklamaları, Batı dünyasının İsrail’deki
gelişmeler için taşıdığı kaygıyı göstermektedir.
Son zamanlarda dünyada ve bölgede yaşanan
gelişmeler de İsrail için ciddi problemler yaratmıştır.
Bunlardan en barizi olmasına rağmen en az dile getirileni, bütün dünyayı kasıp kavuran finansal krizdir.
İsrail, Amerika ile birlikte uzun süredir en büyük va313
Öğretici Metinler
roluşsal tehdit olarak addettiği İran’a saldırı planları
yapmaktaydı. Fakat tam da finansal krizin su yüzüne çıktığı günlerde Amerika, İsrail’e İran saldırısı için
askerî destek vermeyeceğini iletti. Yine aynı günlerde Ehud Olmert, çok tartışılan “Artık büyük İsrail diye
bir şey yok, olduğuna inanan kendini kandırıyordur.”
şeklindeki açıklamasını yapıp İsrail’in 67 Savaşından sonra işgal ettiği topraklardan taviz vermek zorunda kalacağını söyledi. Kısacası finansal kriz, henüz Bush döneminde bile Amerika’nın İsrail’e vermeyi gelenek hâline getirdiği desteğini azaltmasına sebep oldu.
314
Finansal kriz devam
ederken düzenlenen Gazze
saldırısı, sansür çabalarına
rağmen özellikle İnternet yoluyla dünyaya yayılan kanlı görüntüler, akabinde eski stratejik ortak Türkiye’nin
sert açıklamaları, Avrupa ülUfuk Ulutaş
kelerinde açılan insanlık suçu davaları, İsrail’in uluslararası imajını ciddi manada zedeledi. Hamas’ın Obama’nın yemin töreninden hemen önce ara verilen
Gazze saldırısından, planlananın aksine meşruiyetini
artırarak çıkması ve Obama-Ahmedinejad ikilisinin iki
ülkenin yakınlaşmasına yönelik açıklamaları, İsrail’in
bölgedeki elini oldukça güçsüzleştirdi. Amerika ile yakınlaşması gündemde olan İran ve Suriye, anlaşma
masasına dâhil edilmek zorunda kalınacak Hamas
ve bölgedeki etki alanı sürekli genişleyen Türkiye,
Olmert’in kehanetini doğru çıkaracak gibi görünüyor.
Önümüzdeki günlerde İsrail’i ciddi sorunlar beklemekte. Sorunların çözümünün ilk aşaması ise kuruluş mitlerinin sorgulanmasıdır. Bu sorgulama yapılmadan getirilmeye çalışılan çözümler, nihayetinde yeni sorunlar üretmekten başka bir şeye yaramayacaktır.
Ufuk Ulutaş
Öğretim Üyesi
Ohio State Üniversitesi
Melton Yahudi Araştırmaları Merkezi
(22.02.2009 tarihli Star gazetesi, Açık Görüş eki)
Öğretici Metinler
11.
ELEfiT‹R‹ (TENK‹T)
Elemek, eleştirmek ve eleştiri kelimeleri aynı
kökten (el) türetilmiştir. “Elemek” kelimesinin ilk anlamı şudur: Elek yardımıyla ayıklamak veya incesini
kabasından ayırmak, elekten geçirmek. Eleştirmek
(tenkit etmek) ise bir düşünceyi, bir kişiyi, bir eseri, bir yargıyı, bir konuyu inceleyerek onun doğruluk veya yanlışlığını ortaya çıkarmak ve gerçek
değerini belirtmek demektir. Tanımlardan da anlaşılacağı üzere “eleştirmek” ile “elemek” kelimeleri arasında sıkı bir anlamsal ilişki vardır. Nasıl ki elemek fiili, bir elek olmadan yapılamıyorsa; eleştirmek fiili de
bir eleştiri ölçütü olmadan yapılamaz. Elek nasıl ki
taneli veya toz durumunda olan şeyleri yabancı
maddelerden ayıklamaya, bir şeyin incesini kabasından, bir başka deyişle işe yarayanını yarama-
yanından ayırmaya yarıyorsa eleştiride kullanılan
ölçütler de doğruyu yanlıştan, işe yarayanını yaramayanından ayırmaya yarar. Bir düşüncenin, kişinin, eserin, fiilin, gerçek değerini ortaya koymaya yarar eleştirmek eylemi.
ESEN YAYINLARI
Bir metin türü olan eleştirinin özelliklerini ve türlerini anlatmaya geçmeden önce “eleştiri”yle doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkisi bulunan bazı kavramlar ve kelimeler üzerinde durmamız faydalı olacaktır.
“Eleştirmek” (tenkit etmek) kelimesi, günümüz
Türkçesinde daha çok “olumsuzlukları” çağrıştıracak bağlamlarda kullanılmaktadır: “Beni niçin eleştiriyorsun, bir de kendine bak, öz eleştiri yap, insanları eleştirmekten vazgeç!” gibi ifadeler, “eleştirmek” fiilinin günlük dilde daha çok “olumsuzlukları ve kötü
tarafları dile getirmek” anlamında kullanıldığının tipik
örnekleridir. Bir kişi “Beni niçin eleştiriyorsun?” derken aslında şunu demek istemektedir: “Niçin bendeki
olumsuzlukları ve kötü tarafları görüyor ve dile getiriyorsun?” Oysa bu gibi durumlar için asıl kullanılması
gereken kelime yermektir. Bu kelimenin yeterli olmadığı durumlarda kullanılacak diğer kelimeler ise hicvetmek yahut taşlamaktır.
eleştirmek: Bir düşünceyi, bir kişiyi, bir eseri, bir yargıyı, bir konuyu inceleyerek onun doğruluk veya yanlışlığını ortaya çıkarmak ve
gerçek değerini belirtmek, tenkit etmek.
eleştiri:
Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle değerlendirerek o eserin anlaşılmasını sağlamak amacıyla yazılan yazı; tenkit, kritik.
yermek:
yergi:
Bir kimseyi, bir toplumu, bir düşünceyi, bir
nesneyi, bir göreneği yermek için yazılmış
yazı veya söylenmiş söz, hicviye, hiciv,
satir.
hicvetmek: Alay yoluyla yermek.
hiciv:
Yergi.
taşlamak:
taşlama: Bir kimsenin, bir şeyin, bir durumun, gülünç, kusurlu, eksik vb. yönlerini küçümseyerek eğlence ve eleştiri konusu yapmayı amaçlayan halk şiiri.
1. Kötülüklerini söylemek.
2. Birinin veya bir şeyin kusurlarını ortaya koymak, hicvetmek.
3. Beğenmemek, hoşlanmamak, tiksinmek.
1. Taş atmak, taşa tutmak.
2. Bir şeyin içindeki taşları ayıklamak.
3. Taş vb. nesnelerle kumaşı beyazlatmak veya parlatmak.
4. Metal bir parçayı zımpara ile törpüleyerek yuvasına alıştırmak.
5. Taş döşemek.
6. mecaz Üstü kapalı, iğneleyici söz
söylemek.
323
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılabileceği üzere “eleştirmek” ve “tenkit etmek” kelimeleri günümüz Türkçesinde sözlük anlamlarının dışında kullanılarak bir çeşit anlamsal evrime, bir başka deyişle
anlam kötüleşmesine uğramış ve “yermek” bazen de
“hicvetmek” ve “taşlamak” fiillerinin yerine kullanılır
olmuştur. Oysa “eleştirmek” kelimesi, “tenkit etmek”
ve “kritik etmek” kelimelerinin eş anlamlısı olsun diye
türetilmiştir. Yani “incelemek, araştırmak, değer biçmek, değerlendirmek, o anki durumunu tespit etmek,
buna göre bir hüküm vermek, gerçek değerini ortaya
çıkarmak” anlamlarında kullanılsın diye...
ESEN YAYINLARI
Öğretici Metinler
şiddeti övmeden ve kimseye hakaret etmeden her tür
görüş, öneri ve eleştirilerini açıkça dile getirirler. Yaptıkları eleştirilerden ötürü herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmayacaklarını bilirler. Demokratik olmayan toplumlarda ise eleştiri yapmak ya açıkça ya da dolaylı
yollardan yasaklanmıştır. Bu tür toplumlarda egemen
düzen, bazen siyasi gücünü, bazen toplumsal dinamikleri, bazen de şiddeti kullanarak eleştirinin yapılmasına izin vermez; eleştirenleri “hain, işbirlikçi, satılmış, düzen bozucu, ahlâksız” gibi kelimelerle yaftalamaya kalkışır, onlara türlü eziyetler çektirir.
Eleştirel bakış açısına sahip olmak, bir kişilik özelliğidir. Bir kişi, eleştiriyi, kendisi başkalarına
yapınca iyi; başkaları kendisine yapınca kötü bir fiil
olarak görüyorsa; aile, arkadaş ve iş ortamında kendisinin eleştirilmesine izin vermiyorsa o kişinin demokrasiyi özümsediğinden söz edilemez. Demokrasiyi özümseyenler, her ortamda eleştiriye açık olurlar.
Hatta bununla da sınırlı kalmaz, kendi kendilerini de
eleştirir yani öz eleştiri (otokritik) yaparlar.
Eleştiri kültürüyle demokrasi arasında çok
sıkı bir ilişki vardır: Eleştiri yapabilme özgürlüğü,
demokratik toplumların en belirgin niteliğidir. Bir ülkede özgür eleştirinin yapılabileceği bir ortam yoksa o toplumda demokrasiden söz etmeye de imkân
yoktur. Demokratik toplumlarda siyasetçiler, yazarlar,
entelektüeller, sanatçılar, sivil toplum kuruluşlarında
görev alan kişiler ve diğer vatandaşlar; siyaset, toplumsal düzen, kültür, sanat, ekonomi vb. alanlarda,
EDEB‹YAT ELEfiT‹R‹S‹
Antik Çağ’dan günümüze dek düşünürler, eleştirmenler, şairler, yazarlar, sanatçılar ve bilim adamları; edebiyat eserlerinin nasıl eleştirileceğiyle ilgili
olarak birbirinden farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu
görüşlerin birbirinden farklı olmasının en önemli nedeni, söz konusu kişilerin aşağıdaki sorulara farklı cevaplar vermeleridir.
Edebî metinlerin ayırıcı nitelikleri nelerdir?
Edebiyatın, edebiyat olmasının dışında somut ya da soyut bir amacı, yararı, işlevi var
mıdır?
Edebî eserler için güzel-çirkin, iyi-kötü, başarılı-başarısız, yararlı-zararlı gibi nitelendirmelerde bulunmak mümkün müdür? Mümkünse bunların ölçütleri nelerdir?
324
Öznel ölçütler kullanılacaksa bu ölçütler, kişiden kişiye değişecek, sonuçta genel deESEN YAYINLARI
Edebiyat tanımlanabilir mi?
rak öznel bir sonuca ulaşmak, söz gelimi bir
eserdeki kelime kullanımlarından, olay örgüsünden, ideolojik vurgulardan vb. yola çıkarak o eser hakkında “Güzel bir eser!” demek
ne kadar doğrudur?
ğerlendirmeler yapılamayacak mıdır?
Edebiyat ve sanatla ilgilenen kişilerin bu ve benzeri sorulara farklı cevaplar vermeleri, zaman içinde birçok eleştiri kuramının ortaya çıkması sonucunu
doğurmuştur. Bu eleştiri kuramlarını kronolojik sırayı
dikkate alarak dört ana grupta toplamak mümkündür:
1. Eserle dış dünya arasındaki ilişkiyi merkeze
alan eleştiri kuramları
Bu ölçütler nesnel mi öznel mi olacaktır?
2. Sanatçıyı merkeze alan eleştiri kuramları
Nesnel ölçütler kullanılacaksa bu ölçütler
bütün eserleri içine alabilecek kadar geniş
olacak mıdır? Nesnel bir ölçütten yola çıka-
3. Edebiyat eserini merkeze alan eleştiri kuramları
4. Okuru merkeze alan eleştiri kuramları
Öğretici Metinler
A.
ESERLE DIfi DÜNYA ARASINDAK‹ ‹L‹fiK‹Y‹ MERKEZE ALAN
ELEfiT‹R‹ KURAMLARI
Düşünürlerin ve edebiyatçıların Antik Çağ’dan başlayarak “Sanat, fenomenleri/geneli/ideal olanı ya da
gerçekleri yansıtmalıdır.” görüşünü benimsemeleri;
şairlerin, yazarların, ressamların bu görüşe bağlı kalarak
eserler üretmeleri; insanları, toplumları, olayları, edebiyatı, sanatı vb.ni bilimsel, ekonomik, tarihsel nedenlerle ya da ideolojik düşüncelerle açıklamaya çalışan anlayışların zaman içinde yaygınlık kazanmaları gibi türlü nedenler; bazı eleştirmenlerin “Edebiyat eserlerini eleştirebilmek için dış dünya gerçeklerini bilmek zorunludur.” cümlesiyle özetlenebilecek eleştiri kuramları geliştirmelerine neden olmuştur. Genel olarak “eserle dış
dünya arasındaki ilişkiyi merkeze alan eleştiri kuramları”
adını alan bu kuramların en önemlileri şunlardır:
1.
TARİHSEL ELEŞTİRİ KURAMI
Tarihsel eleştiri kuramı edebî eserlerin, yazıldıkları dönemin tarihsel gerçeklikleri ışığında incelenmesi gerektiği görüşünü ileri sürer. Bu kurama göre bir
okurun geçmiş yüzyıllarda yazılmış bir eseri anlayabilmesi, değerlendirebilmesi, böylelikle o eserin tadına varabilmesi; eserin yazıldığı çağın koşullarını, inançlarını,
dünya görüşünü, sanat anlayışlarını, yaşam biçimlerini,
o zamanda gerçekleşen önemli olayları, kısacası o dönemin tarihini ve o dönemin zihniyet dünyasını bilmesi koşuluna bağlıdır. Bunların bilinebilmesi, birtakım tarihsel
ve kültürel incelemelerde bulunmayı zorunlu kılmaktadır.
Bu incelemeleri yaparak okuyucunun metni anlamasını kolaylaştırmak, aynı zamanda bir edebiyat tarihçisi olan eleştirmenin görevidir.
Tarihsel eleştiri, ele aldığı eseri öncelikle edebiyat
tarihinde var olan edebiyat geleneklerinden birine oturtmaya çalışır. Söz gelimi eleştirmen, “Bu şiir divan edebiyatı şiir geleneğine bağlı kalınarak oluşturulmuştur.” der.
Böylelikle bu gelenekte şairlerin bu tür metinler oluşturarak neleri amaçladıklarını, şiir yazarken nelere dikkat
ettiklerini, şiirlerinde neleri anlatmak istediklerini açıklayarak bir bakıma şiire hangi açıdan bakılması gerektiğini ortaya koyar ve incelediği şiirde bu nitelikleri bulmaya çalışır.
İncelenecek eseri tarihsel bir çerçeveye, bir edebiyat geleneğine ve o edebiyat geleneğinin oluşturulduğu
1. Sanat, duyularla algılanabilenleri (fenomenleri, görüngüleri) yansıtır: Bu tespit, büyük ölçüde Sokrates (MÖ 470-339) ve Platon’un
(MÖ 427-347) görüşlerine dayanır. İslâm düşüncesiyle, özellikle de tasavvuf anlayışıyla birçok
açıdan paralellik gösteren görüşler ileri süren bu
düşünürler; insandan bağımsız, mükemmel bir
gerçekliğin var olduğunu iddia etmiş, gerçekliğin
bu kesin ve değişmez bilgisine ulaşmaya çalışmışlardır.
Sokrates’in öğrencisi olan Platon (Eflatun),
“Devlet” isimli eserinde Sokrates’le Glukon arasında geçen birçok diyaloga yer vermiştir. Bu diyalogların birinde Sokrates, ressamın yaptığı işi
anlatmak isterken Glukon’a şunları söyler: “İstersen bir ayna al eline, dört bir yana tut. Bir anda yaptın güneşi, yıldızları, dünyayı, kendini,
evin bütün eşyasını, bitkileri bütün canlıları.”
Sokrates, bu ifadelerle ressamın resim yaparak
aslında dünyaya ayna tuttuğunu, bir bakıma
doğayı taklit ettiğini anlatmak istemiştir. Sokrates’in görüşlerinden ve düşünce sisteminden büyük ölçüde etkilenen Platon’a göre aynadaki görüntü, nasıl ki gerçeğin kendisi değil, bir yansımasıysa, sanat eseri de gerçekliğin kendisi değil,
gerçekliğin duyularla algılanabilen biçiminin
yansımasıdır. Gerçek olmadığı hâlde gerçekmiş
izlenimi veren, insanı mutlak gerçeklik hakkında
kuşkuya düşüren, insanların gerçek olmayan şeyler hakkında “Gerçek, budur.” demesine neden
olan her şey bir aldatmacadır. Sanat eseri, temelde bu işlevi gördüğüne göre sanat da insanları
mutlak gerçeklikten, hayatın asıl gerçekliğinden, yaşamanın gerçek amacından uzaklaştıran, zararlı bir uğraş alanıdır. Platon, edebiyatın ancak bilgi vermesi ve ahlâk yönünden
sansüre tabi tutulması koşuluyla yararlı hâle
getirilebileceğini düşünür.
2. Sanat, geneli ya da özü yansıtır: Platon’un öğrencisi olan Aristotales (MÖ 384-322),
Platon’dan farklı olarak edebiyata ve sanata daha olumlu bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Ona gö-
325
Öğretici Metinler
dönemin hâkim zihniyetine göre değerlendirmeye ve anlamaya çalışan bu eleştiri kuramında eserin dil özellikleri
üzerinde önemle durulur. Çünkü geçmiş yüzyıllarda yazılmış bir eserde bazı kelimeler o günkü anlamlarını bugün kaybetmiş olabilir. Eleştirmen -bu kişi aynı zamanda bir edebiyat tarihçisi olmak durumundadır- eserin diliyle ilgili açıklamalar yaparak bu gibi güçlükleri ortadan
kaldırmaya çalışır.
re edebiyatçı, gerçek hayatı olduğu gibi anlatmaz.
Bunu yapmak tarihçinin işidir. Edebiyatçı, bir tek
kişinin yaşamını anlatır gibi görünse de aslında
insanoğlunun yaşamını, yani yaşamın kendisini
anlatır. Edebiyatçı, olayları anlatırken bunlardan
kendine göre bir seçme yapar, ayrıntıları atar,
olayın özünü vermeye çalışır.
Tarihsel eleştiri kuramına göre, bir metnin anlaşılması için o metnin yazarının hayat hikâyesinin de bilinmesi gerekir. Bu yönüyle tarihsel eleştiri kuramıyla sanatçıyı merkeze alan edebiyat kuramları arasında benzerlik vardır.
Tarihsel eleştiri kuramına göre, bir eser, oluşturulduğu toplumda zaman içinde ortaya çıkmış edebiyat geleneklerinden birine dâhil edilebiliyor, yazıldığı dönemin
okurunun edebî eserlerle ilgili beklentilerine cevap verebilecek nitelikleri taşıyorsa, o eser, yazılış amacına ulaşmış demektir. O hâlde böyle bir eseri, yazıldığı dönemin
beklentilerini ve beğeni ölçütlerini dikkate almadan değerlendirerek güzel bulmamak söz gelimi “Bu şiirde kullanılan mazmunlar, edebî sanatlar, Arapça ve Farsça
kelimeler çok fazla, bunlar şiiri anlaşılmaz kılıyor.” ya da
“Bu eserde anlatılan sevgilinin özellikleri çok komik, böyle güzel, böyle güzellik anlayışı olur mu, bu şiir yaşamın
gerçeklerinden çok uzak.” şeklinde değerlendirmek yanlıştır. Tarihsel eleştiri kuramına bağlı kalan eleştirmenlere göre bir edebî eser yazıldığı dönemde “güzel bir
eser” şeklinde nitelendirilmeyi hak ediyorsa bugün
de “güzel ve başarılı bir eser” olarak nitelendirilmeyi hak ediyordur.
Tarihsel eleştiri, bütün zamanlara ve bütün metinlere uygulanabilecek evrensel sanatsal ölçütler olmadığına
inanır. Bu nedenle de eserin okuyucuda yaratacağı estetik etkiyi ve çağrışım zenginliğini göz ardı ederek edebî metni, tarihî bir belgeyi açıklar gibi açıklar; tarihsel ve
ansiklopedik niteliği ağır basan açıklamalarda bulunmayı daha çok önemser.
SOSYOLOJİK ELEŞTİRİ KURAMI
2.
Toplumun oluşum, işleyiş ve gelişim yasalarını inceleyen bilim dalına sosyoloji (toplum bilimi) denir. Sosyolojik eleştiri, edebiyatın kendi başına var olmadığı,
toplum içinde doğduğu ve toplumun bir ifadesi olduğu ilkesinden hareket eden eleştiri kuramıdır.
Sosyolojik eleştiriye göre pozitif bilimlerde olduğu
gibi edebiyatta da determinizm (Her olayın başka olay326
Sanzio Raffaello’nun “Atina Okulu” isimli freskinden Platon
ile Aristotales’i bir arada gösteren bir ayrıntı. Platon (soldaki), eliyle yukarıyı göstererek felsefesinin temelindeki mutlak gerçekliği temsil eden idealar dünyasını işaret ediyor.
Aristotales’e göre tragedya yazarı, yaşanması mümkün olan olayları sahneye taşıyarak insanları hayatın özü hakkında bilgilendirir. Aynı zamanda onda acıma ve korku duygularını uyandırarak onun psikolojik bakımdan etkilenmesini ve yücelmesini sağlar.
3. Sanat, ideal olanı yansıtır: Eski Yunan
ve Roma medeniyetlerinden büyük ölçüde etkilenen Rönesans sanatçıları ve klasisizm akımının temsilcileri, edebiyatçının, yazdığı eserlerle insanları hem eğlendirmesi hem de ideal insan ve ideal toplum konusunda bilgilendirmesi ve bilinçlendirmesi gerektiği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Yani edebiyatın ve sanatın yüce
bir amacı vardır: Toplumda kötülerin kazanama-
Öğretici Metinler
ların gerekli ve kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ileri süren öğreti) geçerlidir. Belli nedenler belli sonuçları doğurur. Sanat ve edebiyat olayları da birtakım nedenlerden
doğar; onların yaratıcılarının nitelikleri, ülkelerinin iklimi,
fiziksel, politik ve sosyal koşulları tarafından belirlenir.
Yazarı, eseri ve okuru, sosyal koşullar belirlediğine
göre eleştirmenin yapacağı iş, bir bilim adamı gibi davranarak bu koşullar üzerine eğilmek ve sanatla ilgili sorunları bu koşulları göz önünde bulundurarak açıklamaktır. Tarihsel eleştiride bir eseri anlamak için nasıl
ki aynı zamanda tarihçi (edebiyat tarihçisi) olmak ya da
tarihsel bilgiye sahip olmak gerekiyorsa sosyolojik eleştiride de bir sosyolog olmak, toplum yasalarını, toplumların niteliklerini ve bu toplumların geçirdikleri toplumsal
süreçleri bilmek gerekmektedir.
Sosyolojik eleştiriye göre bir edebiyat eserini
eleştirmek, o eserin niçin yazıldığını ve ne sonuçlar doğurduğunu ortaya koymak demektir. Sosyolojik
eleştiri, eser hakkında başarılı-başarısız, iyi-kötü gibi hüküm bildirici ifadeler kullanmayı doğru bulmaz, durumu
tespit etmek ve metni sosyolojik bakış açısıyla değerlendirilecek bir olgu olarak görmekle yetinir.
Aslında sosyolojik eleştiri, edebî eserleri gerçekten anlamayı, çözümlemeyi ve eleştirmeyi amaçlayan bir
edebiyat eleştirisi yöntemi olmaktan çok, edebiyattan yola çıkarak toplumu anlamayı ve çözümlemeyi amaçlayan
sosyolojik bir araştırma yöntemidir. Nitekim bu alanda
çalışan bilim adamlarının birçoğu, edebiyatı, sosyal tarih
araştırmalarında bir veri olarak kullanmış; sanatın, toplumu yansıttığı ilkesinden hareket ederek edebiyat eserlerini, toplumun yaşayışına, âdetlerine ışık tutan birer belge olarak incelemiştir.
3.
SINIF ÇATIŞMASI İLKESİNDEN HAREKET
EDEN ELEŞTİRİ KURAMI
Bu eleştiri anlayışı da sosyolojik eleştiride olduğu gibi sanat ve edebiyat olaylarının nedenlerini açıklamaya çalışan bir mantık üzerine kurulmuştur. Sosyolojik
eleştiri, bu nedenlerin sayısının birden çok olduğunu iddia ederken bu eleştiri kuramı bir tek temel neden olduğunu iddia etmiştir: Ekonomik düzen ve toplumlardaki sınıf çatışmaları.
İdeolojik bir arka plana sahip olan bu kuram, sanat eserinin oluşturulma nedenlerini açıklamakla yetinmez; sosyolojik eleştiriden farklı olarak sanat eserinin
meydana gelmesinde rol oynayan nedenleri yargılama-
yacağına dair kesin bir kanı uyandırarak erdemli ve ahlâklı insanların çoğalmasını sağlamak. Bunun için de edebiyatçı; olayları, durumları, insanları, gerçek hayatla bire bir örtüşecek şekilde değil, ideal olanla örtüşecek şekilde anlatmalıdır.
Gerçek hayatta iyiler hep kazanmasa bile edebiyat eserinde hep iyiler kazanmalı; kötüler, hüsrana uğramalıdır. İnsanlar, kötülerin karşılaşabilecekleri felaketleri görerek bundan ibret almalı, iyi
ve erdemli kişiler olmaya çalışmalıdır.
4. Sanat, gerçekleri yansıtır: Modern Dönemde ortaya çıkan gerçekçilik (realizm), toplumcu gerçekçilik ve natüralizm akımları; büyük ölçüde “Sanat, gerçekleri yansıtır.” ilkesinden hareket
etmiştir. Bu akımların bazı ilkeleriyle ilgili olarak
şunları söyleyebiliriz:
1. E d e b i y a t çı, içinde bulunduğu
toplumu, o toplumda yaşayan insanları, o toplumda yaşanan ya da yaşanabilecek olayları gözlemlemeli ve eserinde bunları anlatmalıdır. Edebî eserin bu işlevi Stendhal’in “Roman, yol
boyunca gezdirilen
bir aynadır.” cümlesiyle özetlenebilir.
Stendhal
2. Gerçekler, bütün yönleriyle yansıtılmalıdır. Gerçeğin bir kısmını anlatıp bir kısmını anlatmamak gerçekçilikle bağdaşmaz. Hayatın ve toplumun gerçekleri ne ise edebiyata o şekilde yansımalıdır. Çirkinlikler, kötü olay ve kişiler, birer
toplumsal gerçeklik olduğuna göre edebî eserlerde bunlara da yer verilmelidir.
3. Fizik olayları nasıl determinizmden hareket edilerek açıklanıyorsa insanların davranış ve
ilişkileri de determinizmden hareket edilerek açıklanmalı, anlaşılmalı ve anlatılmalıdır. İnsanların
gerçekleştirdikleri hiçbir eylem, yaşadıkları hiçbir
olay; rastlantılarla ve doğaüstü güçlerle açıklanamaz. Bunların mutlaka tarihsel, psikolojik, ekonomik ve sosyal nedenleri vardır. Bu durum, “ger327
Öğretici Metinler
ya da girişir. Bu eleştiri kuramına göre sanat, sanat için
değil; toplumsal fayda için olmalıdır. Böyle olunca da
bir eserin en önemli tarafı, içeriğidir. Bir eser; konusu,
kahramanları ve olay örgüsüyle ya sömürücü sınıfın çıkarlarına hizmet ediyordur ya da ezilen sınıfların yanında
yer alıyordur. Sınıf çatışması ilkesinden hareket eden
eleştiri kuramı eserlerin değerini belirlerken bu noktayı özellikle göz önünde bulundurur. Bu kuramdan hareket eden eleştirmenlere göre bir eserin ezilen sınıfların yanında yer alan bir içeriğe sahip olması, o eserin iyi
ve başarılı sayılması için yeterli koşul değilse de önemli bir ön koşuldur.
çeklik” olgusunu hem çıplak hem de karmaşık bir
bütünlük olarak karşımıza çıkarmaktadır. Çıplaktır; çünkü görülmeyen, bilinmeyen hiçbir yanı yoktur. Karmaşıktır; çünkü bu bütünlük çok çeşitli nedenlerin ve etkilerin bir sentezi ve bileşkesi durumundadır. Edebiyatçı gerçekleri anlatırken gerçeklerin arka planındaki bu nedenleri de anlatmalıdır. Bunun için gerektiğinde deney yoluyla bilimsel bilgi üreten bir bilim adamının tarafsızlığıyla hareket etmeli, gerçekleri tüm çıplaklığı ve karmaşık bütünlüğü ile eserlerine yansıtmalıdır.
Eleştiri üzerinde diğer metin türlerinde durduğumuzdan daha çok durmamızın nedeni, eleştirinin, edebî
metinlerle doğrudan ilişkili bir metin türü olmasıdır. Diğer öğretici metin türleri, söz gelimi köşe yazısı ya da
makale edebiyatla, edebî metinlerle çok da ilişkili değildir. Ama eleştirinin konusu ve çalışma alanı doğrudan
doğruya edebiyattır, sanattır, sanat ve edebiyat yapıtlarıdır. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Eleştiri ve edebiyat kuramlarını anlamaya çalışmak, insanlar binyıllar boyunca niçin sanat ve edebiyat eserleri
oluşturmuşlar, bunları oluştururken nelere dikkat etmişler, sanat eserleriyle ilgili olarak güzel-çirkin, faydalızararlı, başarılı-başarısız gibi değerlendirmeleri yaparken hangi ölçütlerden hareket etmişler gibi türlü soruların cevaplandırılması noktasında son derece yararlı olacaktır.
SANATÇIYI MERKEZE ALAN ELEfiT‹R‹ KURAMLARI
Sanatçıyı merkeze alan eleştiri kuramlarına göre edebiyat eseri, dış dünyayı anlatıyor görünse bile
aslında edebiyatçının kendisini anlattığı, dış dünyayı
kendi iç dünyasında ve hayallerinde değişime uğratarak dışa vurduğu bir metindir. O hâlde bir edebiyat
eserini anlamak için o eserin yaratıcısını tanımak
ve anlamak gerekir. Eleştirmenin görevi, edebiyatçının kişiliğini ve yaşam serüvenini araştırarak eserlerini anlamaya ve okuyuculara tanıtmaya çalışmaktır.
Bazı açılardan tarihsel eleştiri kuramıyla benzerlik gösteren bu kurama göre bir eserin gerçek anlamı, yazarının o eseri oluştururken kafasında, imgeleminde, ruhunda ve kişiliğinde oluşturduğu asıl anlamdır. Okuyucunun bu anlamı kavrayabilmesi ve eserde
gerçekte neyin anlatıldığını anlayabilmesi; kendisini
yazarın yerine koyabilmesine, bir anlamda onun ruh
ve düşünce dünyasına sızabilmesine bağlıdır. Bunun
için de yazarın yaşadığı olayları, psikolojik durumunu, aile ortamını, okuduğu kitapları, etkilendiği kişile328
ESEN YAYINLARI
B.
ri, aşklarını, travmalarını vb.ni bilmesi gerekir. Bunlar
bilinirse, yazarın inançları, dünya görüşü, psikolojik
durumu da az çok bilinmiş, böylelikle yazarın o eseri yazarken nasıl bir ruh hâli içinde olduğu, neyin etkisinde kalarak bu eseri oluşturduğu, bu eserde gerçekten neyi anlatmak istediği de anlaşılmış olacaktır. Aslında edebiyatçılar; eserlerini sadece yaşadıkları, hissettikleri ve düşündükleriyle oluştursa, bunlar
dışında hiçbir şey yazmamış olsalardı bu kişilerin yaşam serüvenlerine ve kişiliklerine bakarak eserlerini
tüm yönleriyle anlamak ve anlamlandırmak da mümkün olabilecekti. Ama bütün edebiyatçıların eserlerini bu şekilde yazdıklarından söz etmek mümkün müdür? Belki bir yazar, hiç yaşamadığı bir olayı anlatıyordur eserinde. Belki hiç gitmediği bir mekânı betimliyordur romanında. Sanatçıyı merkeze alan eleştiri
kuramlarının en zayıf noktası budur: Yazarın, eserini
içtenlikle yazdığı, gerçekten düşündüklerini ve hissettiklerini yazdığı ön kabulüne dayanmak.
Öğretici Metinler
Bu eleştiri kuramından yola çıkılarak yazılan
yazarının bilinçaltı arasında kopmaz bir ilişki olduğu-
eleştiri metinlerinin birçoğu, edebî metin üzerinde de-
nu iddia eder.
ğil de sanatçı üzerinde yoğunlaştığından bir çeşit bi-
Sanatçıyı merkeze alan eleştirmenler, edebiyat eserleriyle ilgili iyi-kötü, başarılı-başarısız gibi değerlendirmeler yapmaktan çoğunlukla kaçınırlar. Bu
eleştirmenler, edebî metinle yazarın yaşamı ve kişiliği arasında ilişki kurarak eserde ilk bakışta anlaşılmayan bazı anlamları ortaya çıkarmayı, eleştiri anlayışlarının merkezine yerleştirirler.
yografik çözümlemeye dönüşmek durumunda kalır.
Eleştirmen, edebî metinde rastladığı imgeleri, olayları, kişileri vb.ni yazarın yaşamı ve kişiliğiyle ilişkilendirerek anlamlandırma ve açıklama yoluna gider.
Hatta bazı kuramcılar ve eleştirmenler, edebî metinlere psikanaliz yöntemiyle yaklaşarak edebî metinle
EDEB‹YAT ESER‹N‹ MERKEZE ALAN ELEfiT‹R‹ KURAMLARI
Eserle dış dünya arasındaki ilişkiyi merkeze
alan eleştiri kuramlarına göre bir edebî eserin değeri, oluşturulduğu toplumun sosyolojik, tarihsel ya da
ekonomik gerçekleriyle içli dışlı olmasından, bunlar
hakkında doğrudan ya da dolaylı olarak bilgi vermesinden kaynaklanıyordu. Bu anlayışa bağlı kalınarak
yapılan eleştirilerde edebî eser, bir bakıma tarihsel
olayların, toplumsal gerçeklerin ya da sınıflar arasındaki ekonomik ilişkiler sisteminin, kısacası dış dünya gerçeklerinin somut bir sonucu olarak değerlendiriliyor ve eserlerin anlaşılması için bu dış dünya gerçeklerinin mutlaka bilinmesi ve araştırılması gerektiği iddia ediliyordu. Söz gelimi tarihsel eleştiri anlayışına bağlı kalan eleştirmenlere göre, Yunus Emre’nin
şiirleri, ancak bu şiirlerin yazıldığı dönem Anadolu’sunun önemli tarihsel olayları, o dönemin hâkim zihniyeti ve dil özellikleri bilinerek anlaşılabilir ve değerlendirilebilirdi.
Sanatçıyı merkeze alan eleştiri kuramcıları ise
eleştirinin merkezine dış dünya gerçeklerini değil,
metnin yaratıcısını yerleştiriyordu. Bu kuramcılara
göre okuyucunun bir eseri gerçekten anlayabilmesi için o eserin yaratıcısının biyografisini ve psikolojik özelliklerini iyi bilmesi gerekirdi. Söz gelimi bir kişi,
Fuzûlî’nin şiirlerini gerçekten anlamak istiyorsa kendisini Fuzûlî’nin yerine koymalı, bunun için de öncelikle Fuzûlî’nin kişiliğini ve yaşam öyküsünü bilmeliydi.
Edebiyat eserini merkeze alan eleştiri kuramcıları ise bir edebî eseri anlamak ve çözümlemek
için eserin kendisinin yeterli olduğunu, eser dışında herhangi bir şeyin (dış dünya gerçeklerinin, sanatçının yaşamının ve kişiliğinin) bilinmesine gerek olmadığını iddia etmişlerdir.
Ede bi yat
ese rini merkeze alan eleştiri
kuramcıları, Roman Jacopson’un ve Ferdinand
de Saussure’ün görüşlerinden önemli ölçüde
etkilenmişlerdir.
ESEN YAYINLARI
C.
Ja cob son
(18961982); iletişim eylemini gönderici, alıcı, ileti,
kod, kanal ve bağlam teRoman Jacopson
rimlerinden yola çıkarak
şemalaştıran ve açıklayan; dilin, kullanılma amaçlarına bağlı olarak farklı işlevler (şiirsel, göndergesel vb.) üstlendiğini iddia eden, yapısalcı çözümleme tekniğinin geliştirilmesine önemli katkıları
bulunan bir düşünürdür. Roman Jacobson’a göre dil,
edebî metinlerde şiirsel işlevde kullanılır.
Roman Jacopsun’un görüşlerini kuramsallaştıran eleştirmenler, edebî metinlerin en önemli özelliğini bu metinlerdeki dil kullanımlarında bulmuşlardır. Bu kuramcılara göre insanlar bir dili günlük hayatlarında kullana kullana, dili o şekilde kullanmayı
ve anlamayı bir alışkanlığa dönüştürürler. Edebiyatçı, oluşturduğu eserde dilin alışılagelmiş kullanımlarının dışına çıkarak bu alışkanlığı kırar. Söz gelimi bir şair, özgün imgeler oluşturmak için alışılmamış
bağdaştırmalar yapar ve şiir dilinde “sapma” terimiyle
karşılanan kullanımlara yönelir. Dilin kurallarını çiğneyerek, bir bakıma dilin alışılmış düzenini bozarak ona
yeni bir düzen verir, âdeta dili yeniden üretir. Okuyucu, her gün konuştuğu dilin bu şekilde kullanıldığını
görünce şaşırır, sarsılır, etkilenir; onda “başka” olanı
anlamaya ve hissetmeye yönelik bir heyecan uyanır.
329
Öğretici Metinler
Ferdinand de Saussure
Saussure’e göre dil, seslerden oluşan kuralsız bir yığınlar kümesi değil; derininde yatan ilişkiler
ağıyla birbirine bağlanmış ögelerden oluşan, düzenli
ve tutarlı bir bütündür, genel bir yapıdır. Söz ise kişiseldir; bir dili konuşan her bir kişi tarafından dilin ayrı
ayrı somut kullanımlarıdır. Dil ile söz arasındaki ilişki, futbolun kendisiyle futbol maçı arasındaki ilişkiye
benzetebilir. Bu benzerliğe göre, futbolun kendisi soyut bir sisteme yani “dil”e, her bir futbol maçı ise somut bir uygulanışa yani “söz”e tekabül eder.
Saussure’e göre dilin bireysel ve somut kullanımları olan sözler -ki her bir dilde sınırsız sayıda
söz vardır- soyut ve toplumsal bir sistem olan “dil”e
uymak durumundadır. Dil bilimin amacı da bu kullanımlardan (sözlerden) yola çıkarak, sözlerin dayandığı genel yapıyı, göstergelerden oluşan sistemi (dili)
incelemek, başka bir deyişle dilin mantığını ve matematiksel düzenini ortaya çıkarmaktır.
Edebiyat eserini merkeze alan eleştirileri kuramlarının en önemlileri şunlardır:
YENİ ELEŞTİRİ
1.
Bu eleştiri kuramına göre her edebî eser, yazarından, okurundan, yazıldığı dönemin toplumsal
ve tarihsel koşullarından bağımsız, kendi başına
yeterli olan, kapalı, dilsel bir düzendir. Edebî eserleri var eden, metinlerin sanatsal metin niteliğini kazanmasını sağlayan bu düzeni, yeni eleştiri anlayışına bağlı eleştirmenler, organik birlik terimiyle karşılamışlardır. Organik birlik, bir eseri oluşturan ögelerin, kendi başlarına bir tek işlev üstlenmekle kalmayıp diğer ögeleri de etkilemeleri ve bir çeşit ilişkiler ağı örerek kaynaşmaları sonucunda metinde ortaya çıkan estetik düzendir. Söz gelimi bir şi330
ESEN YAYINLARI
Ferdinand de Saussure (1857-1913); görünenlerin, algılananların, somut olanların derininde bazı kuralların
ve yasaların oluşturduğu soyut bir sistemin,
genel bir yapının bulunduğunu, asıl önemli olanın bu sistemin ortaya
çıkarılması olduğunu
iddia eden yapısalcı dil
bilimin kurucusudur.
irde yer alan her bir öge (ses, anlam, kelimeler, kelimelerin birbirine eklemlenişi, mısra, nazım birimi, nazım şekli, ölçü, uyak, benzetmeler, imgeler, dile getirilen duygular, bu duygularla oluşan duygu atmosferi
vb.) metindeki diğer ögelerle belli bir ilişkiler ağı içinde bulunur; bu ögeler, başka bir deyişle bu “parça”lar,
birbirleriyle iç içe geçerek eksiksiz bir sanatsal düzen,
bir bütün oluşturur. Bir söz dizisi, şairin bu söz dizisinde yer alan tüm ögeleri birbirini tamamlayacak biçimde kaynaştırmasıyla şiir olur. İşte şiirdeki bu düzene,
bu uyuma, bu dengeye, bu tamamlanmışlık durumuna organik birlik denir. Kelimelerden oluşan bir
söz dizisinin şiir niteliğini kazanması, bu şiiri oluşturan
ögelerin organik birliği oluşturacak biçimde düzenlenmeleri, birbirleriyle ayrılmaz ilişkiler ağı kurmaları, iç
içe geçmeleri, kaynaşmaları koşuluna bağlıdır. Ögeler arasındaki uyumla sağlanan bu organik birlik, edebî eserde estetik yaşantının oluşmasını, bu da okuyucunun okuduğu metin karşısında zevk duymasını
sağlar. Bu estetik yaşantı, okurdan değil, eserin kendisinden kaynaklanır. Yani organik birliğini sağlamış,
ögeleri uyumlu şekilde bir araya getirilmiş her edebî eser, kendi içinde bir estetik yaşantı meydana getirir. Eserdeki bu düzeni hisseden, algılayan herkes;
o estetik yaşantının farkına varır, bu duygusal durumu yaşar.
Edebî eserlere sadece bu eserlerin sanatsal
yönlerini açığa çıkarmak amacıyla yaklaşan yeni
eleştiri kuramcılarına göre bir edebî metnin değerlendirilebilmesi için gerekli olan bütün veriler, o eserin kendisinde nesnel olarak vardır. O hâlde metnin
dışına çıkmayı gerektirecek bilgiler peşinde koşmak;
edebî ve sanatsal olmayan herhangi bir ölçüte başvurmak gereksiz ve yanlıştır. Yeni eleştiri anlayışına göre her eserin bir tek anlamı vardır ve bu anlam
okuyucudan bağımsızdır, eserin kendisindedir. Eleştirmene düşen, metni oluşturan ögelerin (tema, çatışma, kişiler, olay örgüsü; imge, ölçü, edebî sanatlar,
konu vb.nin) birbirleriyle ilişkilerini, eser içinde oynadıkları rolü, organik birliğe katkılarını araştırarak eserin ilk bakışta fark edilmeyen güzelliklerini, kapalı anlamlarını, estetik yönlerini, zenginliklerini, sanatsal niteliklerini, içtenliğini ortaya çıkarmaktır. Her eserde
organik birliğin oluşmasını sağlayan birtakım ögeler
vardır. Ama bu ögelerin bir araya getirilişi, bunlardan
bir bütün, bir düzen oluşturuluşu farklı farklıdır. Dolayısıyla edebî eserlerin tümüne uygulanabilecek tek
bir eleştiri şablonundan söz etmek de olanaksızdır.
Öğretici Metinler
2.
Bir öyküdeki olay örgüsünün o öyküye ne kattığını çok fazla önemsemez yapısalcı eleştiri. Olay örgüsünün kendisini araştırır, değişik metinlerdeki olay
örgülerini karşılaştırarak bunların benzer taraflarını
bulmaya, edebî metinlerin oluşturulmasında olay örgüsünün nasıl bir işlev üstlendiğini anlamaya çalışır.
Söz gelimi yapısalcı eleştiri masallarla ilgili bir inceleme yapacaksa bir tek eserle uğraşmaz. Onlarca masalı birlikte ele alır. Bu masallardaki temaların, çatışmaların, olay örgülerinin, kişilerin vb.nin ortak ve
benzer niteliklerini ortaya çıkarmaya çalışır. Böylelikle edebî metinlerden yola çıkarak edebiyatın kendisini anlamaya, bir bakıma edebiyatın sırrını, şifresini,
tılsımını bulmaya çalışır. Yani sözden (edebi eserlerden, masallardan) yola çıkarak dile, sisteme (edebiyatın, masalın kendisine) ulaşmaya çalışır.
YAPISALCI ELEŞTİRİ
Bu anlayışın yeni eleştiri anlayışından ayrılan
yönlerine gelince... Yeni eleştiri anlayışında her bir
eser başlı başına değerlendirilir. Yani bu anlayışa
göre yazılan her bir eleştiri yazısında bir tek eser ele
alınır. Bu yazıda, söz konusu eserin organik birliğini
sağlayan ögelerinin bulunmasına, bunlar arasındaki ilişkiler ağının çözümlenmesine, eserdeki derin ve
saklı anlamın ortaya çıkarılmasına çalışılır. Yapısalcılar ise bir tek metni incelemek yerine aynı anda birden çok metni incelemek yoluna giderler. Çünkü yapısalcılar, dil-söz ayrımından hareket eden Saussure’ün dil bilime uyguladığı yöntemi edebiyata da uygulamak isterler.
Edebiyata yapısalcılık açısından yaklaşan kuramcılara göre nasıl ki dil bilimde somut ve bireysel
olan “söz”ün arka planında, onu belirleyen soyut ve
toplumsal bir dil sistemi varsa edebiyatta da “söz”e
tekabül eden somut ve bireysel tek tek yapıtların arkasında toplumsal bir edebiyat sistemi vardır. Bu kurama göre her edebî metin, bir sözdür; kişisel ve somut bir dil kullanımıdır. Edebiyat ise sınırsız sayıdaki edebî metnin (sözün) oluşturulmasını sağlayan genel bir yapıdır, bir sistemdir, yani bir dildir. Eleştirmen, sözlerden (edebî eserlerden) yola çıkarak dile
(edebiyatın kendisine) ulaşmalı, eserlerin anlamlarını üreten, anlamlanmalarını sağlayan bu yapıya eğilmeli, başka bir deyişle metinlerin edebî metin olmasını sağlayan bu içkin düzeni, bu etkileyici ve büyülü sistemi, edebiyat sistemini çözümlemeye çalışmalıdır. Eleştirmen, edebî metinlerin başka edebî metinlerle benzerliğini araştırmalı, bir iletişim sistemi, bir dil
olan edebiyatın kendisini ortaya çıkarmalı, bu yapıyı
çözümlemeli, bu yapıda yer alan ögelerin ne işe yaradıklarını, metnin tamamlanmasına, eksiksiz bir bütün olmasına ne tür katkılar sağladıklarını saptamaya çalışmalıdır.
ESEN YAYINLARI
Bu eleştiri yöntemi birçok açıdan yeni eleştiriyle
benzerlik gösterir. Yapısalcı eleştiriye göre bir edebî
metnin değerlendirilmesi için gerekli olan bütün veriler, o eserin kendisinde vardır. O hâlde metnin dışına çıkmayı gerektirecek bilgilere yönelmek, söz gelimi yazarın hayatını, kişiliğini, eserin oluşturulduğu
dönemin tarihsel ve toplumsal gerçeklerini öğrenmeye çalışmak, edebî olmayan herhangi bir ölçüte başvurmak yanlıştır.
Yapısalcı eleştiriyle yeni eleştiri arasındaki farklardan biri de metnin tek anlamlılığı-çok anlamlılığıyla ilgilidir. Yeni eleştiri anlayışına göre bir eserdeki organik ve tematik birlik, o eserde bir tek anlamın
oluşmasına izin verir. Yani her edebî eserde ancak
bir tek anlam vardır. Eleştirmen, o eserin bütünlüğünü oluşturan ögeleri, bu ögeler arasındaki uyumu ve
ilişkiler ağını çözümleyerek o eserin içinde saklı olan,
metnin derinlerinde yer alan bu tek anlamı ortaya çıkarmalıdır. Yapısalcılara göre ise edebî metinler tek
anlamlı değil, çok anlamlıdır. Edebî metinlerdeki kelimeler ve cümleler gibi metinlerin kendileri de birden çok anlama gelebilir. O halde edebî metinlerde
bir tek anlamın olduğunu iddia etmek yanlıştır. Edebî
metinler, tek anlamlı, tek katmanlı değil; çok anlamlı metinlerdir.
Yapısalcı eleştiriyle yeni eleştiri arasındaki farklardan biri de estetik yaşantıyla ilgilidir. Yeni eleştiri,
değerlendirici; yapısalcı eleştiri çözümleyicidir. Yeni
eleştiriye göre edebî metinler, bu metinlerdeki organik birlik sayesinde estetik yaşantı meydana getirme
gücüne sahip olurlar. Edebiyatçı, organik birliği meydana getiren ögeleri uyumlu şekilde bir araya getirebilmişse eser de estetik yaşantı oluşturma gücüne
sahip olmuş, bu da okuyucunun metni okurken zevk
duymasına katkıda bulunmuş olur. Yapısalcı eleştiri, edebî metinlerin estetik yaşantı oluşturma gücüyle ilgilenmez, bunun üzerinde durmaz. Onun tek derdi, metinlerden yola çıkarak sistemi, temel yapıyı
çözümlemeye çalışmaktır.
331
Öğretici Metinler
OKURU MERKEZE ALAN ELEfiT‹R‹ KURAMLARI
Okur merkezli eleştiri kuramlarına geçmeden önce, estetik tutum ve estetik yaşantı kavramları üzerinde durmamız faydalı olacaktır. Edebiyatın temelde
iki işlevi (zevk vermek ve eğitmek) olduğunu, bu işlevlerden birincisinin (zevk vermenin) daha ağır bastığını iddia eden Romalı şair Horatius’tan (MÖ 65 MÖ 8) günümüze dek edebiyat kuramcıları, düşünürler, şairler, yazarlar ve diğer sanatçılar bu konu üzerinde çeşitli görüşler ileri sürmüş; bunlardan bir kısmı
edebiyatın zevk verme işlevi bir kısmı da eğitme ve
bilgi verme işlevi üzerinde yoğunlaşmıştır. Yüzyıllar
boyunca devam eden bu tartışma bir iki dönemi dışta tutarsak zevk verme işlevinin ağırlık kazanması yönünde sonuçlanmıştır. “Biz bir edebiyat eserini okumaktan zevk aldığımız için okuruz.” şeklinde özetlenebilecek bu anlayış, birçok tartışmayı da beraberinde getirmiş, özellikle on sekizinci yüzyıldan itibaren
edebiyatın verdiği zevkin ayırıcı niteliklerinin neler olduğu, kaynağının ne olduğu, insanda bu zevkin nelere bağlı olarak oluştuğu üzerinde durulmaya başlanmıştır. Eleştirel felsefenin kurucu kabul edilen Immanuel Kant’tan (1724-1804) bu yana edebiyat eserlerini okumaktan alınan bu zevk estetik tutum ve estetik yaşantı kavramlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır.
Estetik tutumun temelinde edebiyat ve sanat
eserlerine faydacı bir tutumdan tamamen uzak
kalarak yaklaşmak gerektiği anlayışı vardır. Yani
bir şiir, bir roman, bir öykü sadece okumaktan zevk
alınacağı için okunur. Bunun dışında edebî metinlerden bir şey beklemek, bir bakıma o eserleri çıkar gözeterek okumak, söz gelimi töre cinayetlerine değinen bir romanı bu cinayetlerin işlendiği yöreyle ilgili çeşitli bilgiler edinmek amacıyla okumak estetik tutumla bağdaşmaz. Estetik tutum, edebî eserden herhangi bir şekilde yararlanmayı, dikkati eserin kendisi
üzerinden başka bir yere döndürmeyi uygun görmez.
Eser, sadece keyif için, sadece zevk için okunur.
Estetik tutumla okunan bir eser, iyi bir eserse, okuyucuda bir yaşantının oluşmasını sağlar.
Bu yaşantıya “estetik yaşantı” denir. Önceki zamanlarda da çeşitli edebiyat ve sanat kuramcıları tarafından üzerinde durulan bir kavram olan estetik yaşantıyı, kendinden önceki kuramcılardan farklı görüşler ileri sürerek bilimsel temellere oturtmaya çalışan
332
kişi, İngiliz estetikçi I.
A. Richards’tır (18931979).
ESEN YAYINLARI
D.
Okuyucular ve
eleştirmenler, herhangi bir eserin estetik
değeriyle ilgili olarak
görüşlerini belirtir ve
söz gelimi “Bu, güzel
bir eser.” derler. Richards’a göre “Bu, güzel bir eser.” şeklinde
Immanuel Kant
herhangi bir ifade kullanmak, aslında dilsel
bir hatadır; bir konuşma pratiğidir. Richards’a göre böyle bir eserle ilgili olarak şunu söylemek gerekir: “Eser, bende güzel bir yaşantı meydana getirdi.”
Çünkü eserin kendisinde güzellik (estetik değer) diye
bir şey yoktur. Estetik değer, bir eserin kendi niteliklerine değil; insanda uyandırdığı duygulara (estetik yaşantıya) dayanır. Bir eserle ilgili olarak güzel dediğimiz bir şey, o eser gerçekten güzel olduğu için söylediğimiz bir şey değildir aslında. Güzel, o eserin bizde
meydana getirdiği bir yaşantıda -estetik yaşantıdabulduğumuz bir niteliktir. Güzelliğin eserin kendisinde bulunduğu sanısına kapılmak (“Bu, güzel bir eserdir ya da güzel bir eser değildir.” demek) dilin bizi sürüklediği bir yanılgıdır. Richards’ın bu tespiti ile Âşık
Veysel’in dile getirdiği güzellik algılayışı (“Güzelliğin
on par’etmez/Bu bendeki aşk olmasa/Eğlenecek yer
bulamam/Gönlümdeki köşk olmasa”) arasında paralellikler olduğunu söylemek sanırız yanlış olmaz.
Richards’a göre estetik yaşantı, kişideki birbirine zıt itilerin, duyguların, tavırların uyumu ve
birbirini dengelemesi sonucunda ortaya çıkan
psikolojik bir olaydır. Edebî metin kişideki bu uyumun oluşmasında sadece bir uyarıcı işlevi görür. Aslolan okuyucudur, okuyucunun yaşayacağı estetik
hazdır.
Richards’a göre bir edebî eserin değeri; o
eseri okuyan kişinin yaşayacağı estetik yaşantının değeri, büyüklüğü ve yoğunluğuyla doğru
orantılıdır. Bir estetik yaşantının değerli, büyük ve
yoğun olması ise o yaşantıyı oluşturacak itilerin sa-
Öğretici Metinler
yısının çokluğuyla orantılıdır. Çok sayıda itinin
işe karışmasıyla oluşan
bir denge ve uyum hâli (estetik yaşantı), az sayıda itinin işe karışmasıyla sağlanan bir denge ve
uyum hâlinden daha değerlidir. Çünkü çeşitlilikler ve zıtlıklar içinden daI. A. Richards
ha büyük bir birlik sağlanmış olur. Richards’a göre
tezli romanlarda ve politik yönü ağır basan eserlerde
itilerin azlığından kaynaklanan bir basitlik, bir estetik
yaşantı yavanlığı vardır. Bunlarda çeşitlilikten ve farklılıklardan değil, ancak tek yönlülükten söz edilebilir.
Zevkler, heyecanlar, duygular, itiler tek yönlü olunca
da bir denge kurmaya imkân kalmaz. Çünkü bir yerde dengenin olabilmesi için o dengeyi sağlayacak zıtlıkların bir arada bulunması gerekir.
Okuru merkeze alan eleştiri kuramlarının en
önemlileri şunlardır:
1.
ESEN YAYINLARI
Richards’a göre edebiyat, duyguları anlatmak, duyguları uyandırmak, estetik yaşantı oluşturmak, kişide bir heyecan, zevk ve iti çeşitliliği
yaratmak için vardır. Edebî eserin bilgi vermek gibi
bir işlevi olamaz. Edebi eserden gerçekleri yansıtmasını, doğruları dile getirmesini beklemek söz konusu
olamaz. Edebî eser açısından doğruluk, eserin kendi
içindeki tutarlığıdır.
ler vermezdik. Ama bizim
için imkân yoktur buna.
Tresias gibi hem erkek
olmak, hem de bir kadın
olmuş olmayı hatırlamak
bize vergi değil. Sürekli bir hapisanede gibi kendi benliğimizin içine kapatılmışız... Eleştirici açıkça
şöyle demelidir: Efendiler!
Size Shakespeare, RaciAnatole France
ne, Pascal veya Goethe
ile ilgili olarak kendinden söz edeceğim.”
Anatole France’nin sözlerinden de anlaşılacağı
üzere izlenimci eleştirmenler, kuralları kabul etmedikleri ve eser hakkında herkesin ortak bir yargıda buluşabileceğine inanmadıkları için eserin nitelikleri ve yapısı üzerinde durmazlar. Onlara göre bir eser hakkında belirtilen yargıların doğru ya
da yanlış olması söz konusu edilemez. Çünkü güzellik bir zevk meselesidir ve zevkler kişiden kişiye değişir. Eleştirmen, eserden zevk alıp almadığına bakar. Onun yapabileceği tek şey, eserin kendisinde uyandırdığı duyguları, yaşantıları anlatmaktır.
Bundan ötürü eleştirmen her şeyden önce güzelliğe
karşı duyarlı olmalı, güzelin heyecanına varabilmelidir. Birtakım kurallara ve ölçütlere göre bir eserin değerini belirlemeye çalışmak, o eserle ilgili olarak “başarılı-başarısız” ya da “yararlı-zararlı” gibi nitelendirmeler yapmak, hiçbir işe yaramaz. Çünkü eleştirmen,
eser hakkında bir şeyler söylüyor görünse de aslında
kendisi hakkında bir şeyler söylüyordur.
İZLENİMCİ ELEŞTİRİ
Bu anlayış, eleştiride kuralcılığa, bilimselliğe
ve nesnelliğe tepki olarak on sekizinci yüzyılda ortaya çıkmıştır. İzlenimci eleştirinin en önemli temsilcisi olan Anatole France’ın (1844-1924) şu sözleri,
bu eleştiri anlayışını özetler niteliktedir: “İyi bir eleştirici, şaheserler arasında kendi ruhunun serüvenlerini anlatır. Nesnel sanat olmadığı gibi nesnel eleştiri de yoktur. Eserine kendisinden başka bir şey koymakla övünenler çok aldatıcı bir kuruntunun kurbanıdırlar. Gerçek şudur ki insan hiçbir zaman kendinin
dışına çıkamaz. En büyük belalarımızdan biridir bu.
Göğü, yeri bir dakika için olsun, bir sineğin düzeylere ayrılmış gözüyle görebilmek veya doğayı bir orangutanın kaba ve basit beyniyle algılayabilmek için ne-
2.
OKUR MERKEZLİ ELEŞTİRİ
Okur merkezli eleştiri, alımlama kuramından yola çıkılarak geliştirilen eleştiri yöntemidir. 1960’ların
sonunda oluşmaya başlayan ve günümüzde de edebiyatçılar ve eleştirmenler arasında çok sayıda taraftar bulan alımlama kuramının temelleri Wolfgang
Iser’in (1926-2007) bazı görüşlerine dayanır. Iser’e
göre, bir edebî metnin anlamı, o metnin içinde hazır şekilde bulunmaz; metnin okunması sürecinde okuyucu tarafından yavaş yavaş kurulur.
Bu kurama göre yazar, metinde her şeyi söylemez, anlam bakımından boş alanlar ve belirsizlikler oluşturur. Metinde bıraktığı ipuçlarından yola çıkarak metnin anlamını okuyucunun tamamla333
Öğretici Metinler
Iser’e göre roman yazarının amacı, toplumda
geçerli sayılan düşünce sistemlerini, ahlâksal ve toplumsal görüşleri, çağdaş değerleri, topluma egemen
olan gerçeklik algısını ve ideolojik düşünce sistemini
tartmak, eleştirmek, bunların geçerliğini sorgulamaktır. Her düşünce sistemi, her siyasi görüş, her egemen bakış açısı, kısacası değerler, algılar ve kabullerden yola çıkarak yaşamla ilgili bir sistem üreten
her gerçeklik algısı; kendi gerçekliği dışındakileri yok
saymaya, görmezden gelmeye, ihmal etmeye, inkâr
etmeye uygun bir yapı oluşturur. Romancı, sistemin
yok saydıklarını, görmezden geldiklerini, yani sistemleşmiş bir gerçeklik anlayışının öte yüzünü, madalyonun diğer tarafını gün yüzüne çıkarmaya, bunları vurgulamaya çalışır; eserinde, toplumun bellediği gerçeklikten farklı bir gerçekliği dile getirir. Romanını bu
düşüncenin yani alışılmışın reddedilişi üzerine kurar.
Böylece okuyucunun kafasını karıştırır, onu metinde-
ESEN YAYINLARI
masını, bir bakıma metnin bir kısmını okuyucunun yazmasını, anlamını okuyucunun yaratmasını ister.
ki olay örgüsü üzerinde düşünmeye, bunları sorgulamaya, metinde dile getirilenlerle ilgili çözümler üretmeye zorlar; onu bir
varsayımdan bir varsayıma iterek metni
anlamlandırma sürecinin içine katar, bu
Wolfgang Iser
varsayımları okuyucunun tamamlamasını ister. Okurun kendi çabasıyla metnin anlamını tamamlaması ve keşfetmesi, okura bir çeşit estetik zevk sağlar. Okur, anlamı tamamlanmış, söylenecek her şeyi yazar tarafından söylenmiş bir metni okuduğunda sıkılabilir; çünkü böyle bir
metinde alımlanacak çok az şey kalmıştır. Alımlama
estetiğine göre metnin anlamı gizil (potansiyel)
bir güç gibi metindedir. Onu metindeki ipuçlarından yola çıkarak somutlaştıracak ve yeniden üretecek olan, okuyucudur.
TÜRK EDEB‹YATINDA ELEfiT‹R‹
nı söylemek çok güçtür. Bu yazıları bugün anladığımız şekliyle birer edebiyat eleştirisi metni olarak değerlendirmektense edebiyat ve dille ilgili bazı görüş334
lerin eleştirel bakış açısıyla ele alındığı, bazı görüşlerin çürütülmeye çalışıldığı, polemik yanı ağır basan
dil ya da edebiyat makaleleri olarak değerlendirmek
daha doğru olacaktır.
ESEN YAYINLARI
1866’da Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayımlanan
Lisan-i Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir isimli yazının, edebiyatımızdaki ilk
eleştiri metni olduğu kabul edilmektedir. Namık Kemal, bu yazısında divan edebiyatı hakkında küçültücü ifadeler kullanarak yeni bir dil ve edebiyat anlayışının gerekli olduğu düşüncesini işlemiştir. Namık Kemal, bu düşünceyi Ziya Paşa’nın “Harâbât” isimli şiir
antolojisini eleştirmek için mektup biçiminde kaleme
aldığı Tahrîb-i Hârâbât (1876) ve Takîb (1886) isimli
eserlerinde de ileri sürmüştür. Ziya Paşa’nın 1868’de
“Hürriyet” gazetesinde yayımladığı Şiir ve İnşa isimli yazısı da Türk edebiyatındaki ilk eleştiri metinleri
arasında sayılabilir. Gerek Namık Kemal’in gerek Ziya Paşa’nın gerekse de bu dönemde diğer yazar ve
şairler tarafından yazılan benzer yazıların, bir edebî metni anlama, çözümleme ve okuyuculara tanıtma
amacıyla yazılmış gerçek eleştiri metinleri oldukları-
Tanzimat öncesi Türk edebiyatında bugün anladığımız şekliyle eleştiri türünde metinler yoktur ama
eleştirel tutumu yansıtan birtakım eserler vardır. Bu
eserleri üç ana grupta toplamak mümkündür:
1. Şuara tezkireleri: Bugün anladığımız şekliyle
eleştiriye en yakın metin türü şuara tezkireleridir. Bu
tezkirelerde genellikle şöyle bir yol izlenmiştir: Önce
şairin yaşam öyküsü (biyografisi) hakkında bazı bilgiler verilmiş, daha sonra bol sıfatlı birkaç cümleyle şiirinin özellikleri üzerinde durulmuş, ardından da söz
konusu şairin şiirlerinden bazı mısralar verilmiştir. Bu
metinlerin eleştiriyle benzerlik gösterdiği bölümler, şiirlerin özelliklerinin anlatıldığı bölümlerdir. Bu bölümde bir tek metnin ele alınıp değerlendirilmesi ve çözümlenmesi yoluna gidilmemiş, şairin eserlerinin geneliyle ilgili doğrudan övgü ya da yergiye dayalı basmakalıp ifadelerin kullanılmasıyla yetinilmiştir.
Öğretici Metinler
2. Kasideler: Divan edebiyatında kaside nazım
biçimiyle oluşturulmuş bazı şiirlerde doğrudan edebî
metinlerin eleştirisine yönelik bir bakış açısı yoksa da
genel bir tutum olarak eleştirel bakış açısı belli ölçülerde vardır. Genellikle bir devlet ya da siyaset adamının aşırı övgü ya da yergi bağlamında özelliklerinin
anlatıldığı metinler olan kasideler içinde övgü ağırlıklı olanlar mersiyeler, fahriyeler ve methiyeler; yergi
ağırlıklı olanlar ise hicviyelerdir.
Eleştirmen, edebiyat eserine bir sanat
eseri gözüyle bakmalı, öncelikle eserin estetik niteliklerini görmeye ve anlamaya çalışmalıdır. Anlaşılması ve değerlendirilmesi için
eserin kendisinin yeterli gelmediği durumlarda
ise eserin yazarının yaşam öyküsünü, düşüncelerini, tutumunu, sanat anlayışını inceleme yoluna gitmeli; eserin dış dünya gerçekleriyle ilişkisi-
3. Taşlamalar: Taşlama, divan edebiyatındaki hicviyenin halk edebiyatındaki karşılığı olarak düşünülebilir.
ni ve düşünsel arka planını açığa çıkarmaya çalışmalıdır. Eleştirmen, tespit ve değerlendirmelerinde olabildiğince nesnel davranmalı, eserle ilgili başarılı-başarısız türünden değer belirtici
Günümüzde edebiyat eleştirisi kavramın-
ifadeler kullanacaksa bu ifadeleri kullanma ge-
dan genellikle şu anlaşılmaktadır: Edebiyat ese-
rekçelerini de açıkça ortaya koymalıdır.
ri iddiası taşıyan bir metnin edebî olup olmaduğuna kanaat getirilen bir metnin edebî ve
estetik niteliklerini; -varsa- eksiklik, yanlışlık ve kusurlarını ortaya koymayı ilke edinen;
metnin, edebî gelenek içindeki yerini ve önemini belirlemeyi hedefleyen her tür çalışma.
ESEN YAYINLARI
dığını tespit etmeyi amaçlayan; edebî eser ol-
“Türk edebiyatı” derslerinde metinler, modern eleştiriyle paralellik gösteren bir çözümleme yöntemine göre işlenmektedir. Bu çözümleme yöntemi bugüne dek ortaya atılan bütün
eleştiri kuramlarının bir sentezidir.
Tarihsel süreç içinde ortaya çıkan eleştiri kuramlarından herhangi birine bağlanıp kalmakla, bu
Eleştiri metinlerinde açıklayıcı ve kanıtlayı-
eleştiri kuramlarından sadece birini geçerli sayıp
cı anlatımdan sıkça yararlanılır. Bu metinlerde
diğerlerini yok farz etmekle, sağlıklı bir edebiyat
dil daha çok dil ötesi işlevde kullanılır. Bunun-
eleştirisi yapılamaz. O hâlde eleştirmen, bu ku-
la birlikte metnin kimi bölümlerinde gönderge-
ramların hepsinden belirli ölçülerde yararlanma-
sel işlevde ve heyecana bağlı işlevde kullanıl-
ya çalışarak kendi özgün üslubunu oluşturmak
dığı da olur.
durumundadır.
Eleştiri, hem okuyucuya hem edebiyatçı-
Türk edebiyatında eleştiri türünde metinler
ya hem de edebiyat tarihçisine yardımcı olan
oluşturan yazarlar arasında şu isimler ön pla-
bir metin türüdür: Okuyucu, eleştirmenin me-
na çıkmıştır: Adnan Benk, Ahmet Hamdi Tanpı-
tinle ilgili açıklamaları ve çözümlemeleri sayesin-
nar, Ahmet Oktay, Ahmet Şuayb, Alpay Kaba-
de, metni daha kolay ve doğru anlar; metnin es-
calı, Akşit Göktürk, Asım Bezirci, Berna Moran,
tetik niteliklerini sezer, metinden estetik haz alır.
Beşir Fuat, Cevdet Kudret, Doğan Hızlan, Eser
Yazar, eleştirmenin değerlendirmelerinden yo-
Gürson, Enis Batur, Fethi Naci, Füsun Akatlı,
la çıkarak, üstünlükleri kadar hatalarını ve eksik-
Gürsel Aytaç, Hasan Bülent Kahraman, Hulusi
lerini de görme fırsatı bulur. Böylelikle daha ba-
Geçgel, Hüseyin Cahit Yalçın, Hüseyin Cöntürk,
şarılı olması için ne yapması gerekiyorsa onları
Kenan Akyüz, Konur Ertop, Mehmet H. Doğan,
yapmaya başlar. Edebiyat tarihi, edebiyat eleşti-
Mehmet Kaplan, Memet Fuat, Murat Belge, Nu-
risine göre daha kapsamlı bir çalışmayı gerekti-
rullah Ataç, Orhan Burian, Ömer Lekesiz, Ömer
rir. Edebiyat tarihçisi böyle bir çalışma yaparken
Türkeş, Rauf Mutluay, Sadık Yalsızuçanlar, Se-
en çok edebiyat eleştirilerinden yararlanır.
mih Gümüş, Tahir Alangu.
335
Sözlü Anlatım
1.
RÖPORTAJ
Haber değeri taşıyan önemli ve güncel bir olay,
durum, kişi ya da gelişmeyle ilgili ayrıntılı bilgi veren, bu bilgiye yazarın kişisel görüşlerinin, gözlemci ve soruşturmacı kişiliğinin eklenmesiyle zenginleşen gazete ve dergi yazılarına röportaj denir. Yaptığımız tanımdan da anlaşılacağı üzere haber yazısıyla röportaj arasında çok yakın bir ilişki vardır. Çünkü
her iki metin türünün de temelinde “haber” olgusu yatmaktadır. Aralarındaki fark şudur: Haber ya-
B‹R YER‹ YA DA BÖLGEY‹ KONU ALAN RÖPORTAJLAR
Hem Türk hem de dünya edebiyatında röportaj denince akla ilk gelen metinler, bir yeri-bölgeyi konu alan röportajlardır. Bu tür metinler, yazarların, yaşadıkları ortamların dışına çıkarak, bazen uzun
ve yorucu seyahatler yaparak gittikleri yerlerde
haber niteliği taşıyan olay ve durumları gözlemlemeleri ve bunları metinlerine konu etmeleriyle
oluşturulur. Bu açıdan bakıldığında röportajla gezi
yazısının ortak noktaları olduğu söylenebilir. Aralarındaki temel fark şudur: Gezi yazısı yazarı, haber peşinde değildir; röportaj yazarı ise haber peşindedir. Gezi yazısı yazarı, gezdiği yerlerde gördüklerini
ve yaşadıklarını okuyucularına aktarmakla, oraların
belirgin niteliklerini metnine yansıtmakla yetinen bir
gezgindir, bir turisttir. Onun açısından gezmek, böylelikle bir yerleri görmek; başlı başına bir amaçtır. Röportaj yazarı açısından ise gezmek başlı başına bir amaç değil, haber bulmak için bir araçtır, bir yöntemdir. Gerçi buna gezmek de denemez.
Röportaj yazarının yaptığına “haber bulmak, metnine konu olacak olay, kişi, durum ve nesneler üzerinde yoğunlaşarak bunlarla ilgili bilinmeyenleri ortaya çıkarmak için seyahat etmek” demek daha doğru olacaktır.
Bir yeri ya da bölgeyi konu alan röportajlar iki şekilde oluşturulur: Ya bir yerde önemli bir olay olmuş
ve bu olay ülke gündemine bir şekilde taşınmıştır ya
346
Röportajları, konuları bakımından bir yeri-bölgeyi konu alan röportajlar, insanı konu alan röportajlar ve eşyayı konu alan röportajlar şeklinde
üçe ayırarak incelemek mümkündür.
da haber belli değildir, yazar, gittiği yerden röportaja
konu olacak haberler bulmak durumundadır.
ESEN YAYINLARI
A.
zısı, haberin kısa ve objektif biçimde verildiği metin türüdür. Röportaj ise haberin, detaylandırılarak ve kişisel görüşlerle zenginleştirilerek verildiği metin türüdür.
a. Haber belli ise röportaj yazarına düşen; bu
haberi detaylandırmak, habere konu olan gerçeği
tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkarmak, insanlarla konuşmak, bilgi ve belge toplamak, fotoğraf çekmek, daha
sonra da bütün bunları kişisel izlenimleriyle zenginleştirerek yazıya aktarmaktır. Söz gelimi bir yerde sel,
çığ, deprem gibi doğal bir afet yaşanmıştır. Röportaj
yazarı bu tür bir olay karşısında şöyle bir tutum takınır: Olay yerine gider, gittiği yerde bu afetten etkilenenlerle, yetkililerle ve yardım görevlilileriyle konuşur;
gözlemlerde bulunur, böylelikle olayı ve bu olayın etkilerini ayrıntılarıyla anlamaya çalışır. Gördüklerini,
duyduklarını, sesli ve görüntülü kayıt yapabilen araçlardan yararlanarak belgeler. Yani yazısı için gerekli olan materyalleri toplar. Ama yazısını sadece bunlar üzerine kurmaz. Gördükleri, duydukları, yaşadıkları karşısında bir insan olarak ne hissettiğini de anlatır yazısında. Böylelikle yazısına kişisel görüşlerini, izlenimlerini ve duyarlıklarını yansıtır, metnine
edebî bir hava da katar.
Röportaj yazmak için ille de bir afetin olması, bir
olumsuzluğun yaşanması gerekmez. Söz gelimi tatil
yörelerinde turizm mevsimi açılmış, bu yörelerde hayat canlanmaya, ticari ortam hareketlenmeye başla-
Sözlü Anlatım
mıştır ya da Anadolu’nun uzak bir köşesinde bir festival yapılacaktır yahut ülkede erken seçim kararı alınmış, partiler yoğun bir kampanya dönemine girmiştir.
Bütün bunlar, bir yeri-bölgeyi konu alan röportajlarda
ele alınabilecek konular arasındadır.
sorunlarını, dertlerini, acılarını, endişelerini, sevinçlerini, umutlarını, beklentilerini, mutluluklarını anlamak
için gözlemlerde bulunur, onlarla konuşur. Böylelikle
o bölgenin gerçeklerini olanca çıplaklığıyla kavramaya çalışır. Bu gerçekleri somut biçimde tespit etmek
için sesli ve görüntülü kayıt yapabilen cihazlardan ya-
b. Haber belli değilse röportaj yazarına düşen,
rarlanır. Gördüklerinden, duyduklarından, yaşadıkla-
okuyucuların pek bilmedikleri bir bölgeye giderek ora-
rından yola çıkarak o bölgeyi, o bölgede sürdürülen
daki yaşam tarzını ve insan ilişkilerini incelemek, o
hayatı, o bölgede yaşayan insanların türlü özellikleri-
bölgeden yazacağı metne konu olacak ilginç haber-
ni konu alan, kişisel görüşler ve izlenimlerle zen-
ler ve insan öyküleri ortaya çıkarmaktır. Söz gelimi
ginleştirilmiş, edebî metin tadında okunan röpor-
röportaj yazarı, Karadeniz bölgesine, oradaki yayla-
tajlar yazar.
lara, köylere gider. Oradakilerin yaşam biçimlerini,
Röportaj türleri içinde en önemli ve kapsamlısı, bir yeri-bölgeyi konu alanlardır. Bu tür metinlerin ortaya çıkışı, gazetecilik tarihi açısından bir dönüm noktası sayılabilir.
Gazeteler, radyo ve televizyon gibi kitle iletişim araçlarının insan hayatına yeni yeni girdiği 19. yüzyılın
sonlarından 20. yüzyılın ortalarına kadar kamuoyunun haber alma ihtiyacını karşılama noktasında çok önemli işlevler üstlenmiştir. Söz konusu dönemde, haber yazıları aracılığıyla okuyucularını yurt ve dünya gerçekleri hakkında bilgilendirmeye çalışan gazeteler, zamanla ses kayıt cihazı ve fotoğraf makinesi gibi araçların kullanılırlığının kolaylaşması ve okuyucuların gazetelerden beklentilerinin çoğalmasına paralel olarak sayfalarında röportaj metinlerine de yer vermişlerdir.
Haber değeri taşıyan bir olay, durum, kişi, nesne vb.ni bütün yönleriyle ortaya koymayı, bunlar hakkında araştırmaya, gözleme ve izlenimlere dayalı ayrıntılı bilgiler vermeyi amaçlayan bir metin türü olan
röportaj, Türkiye’nin kendi sosyal gerçeklerini yeni yeni tanımaya başladığı 1950’li ve 60’lı yıllarda, kentli okuyucu kitlesinin yurt gerçekleri ve sorunlarıyla tanışmasına olanak sağlamıştır. O yıllarda bazı gazeteciler birer
röportaj yazarı olarak Anadolu’nun dört bir köşesine dağılmış, ellerinde günümüz teknolojisiyle kıyaslandığında çok ilkel sayılabilecek ses kayıt cihazları ve fotoğraf makineleriyle yurt gerçeklerini anlamaya ve belgelemeye çalışmışlardır. Bu dönem röportaj yazarlarının en önemlileri şunlardır: Fikret Otyam, Yaşar Kemal, Halit Çapın, Mete Akyol, Hikmet Feridun Es, Cengiz Tuncer, Dursun Akçam, Erol Toy, Kerim Korcan, Necmi Onur, Mustafa Ekmekçi, Yahya Benekay.
Bu yazarların, yayımlandıkları zaman diliminde büyük etki uyandıran röportajlarının önemli bir bölümü, günümüzde de yaşarlığını sürdürmektedir. Haber yazısıyla röportaj arasındaki gerçek fark da bu noktada ortaya
çıkmaktadır: Bir haber yazısı, ancak yazıldığı gün için değerlidir, yazıldığı gün okunur, ertesi gün bayatlar. İyi hazırlanmış bir röportaj ise hiçbir zaman bayatlamaz. Aradan uzun süre geçse de bir romanın,
bir şiirin, bir hikâyenin okunması gibi edebî bir tat alınarak okunmaya devam eder.
Bir yeri-bölgeyi konu alan röportajlarda öyküleyici anlatım, söyleşmeye bağlı anlatım, açıklayıcı anlatım ve betimleyici anlatımdan sıkça yararlanılır. Bu tür metinler, röportajın; edebiyata, edebî metinlere,
özellikle de hikâyeye en yakın türüdür.
347
Sözlü Anlatım
‹NSANI KONU ALAN RÖPORTAJLAR
İnsanı konu alan röportajlar, “anı”nın bir türü
olan “anı-portre”lerle bazı açılardan benzerlik gösterir. Aralarındaki fark şudur: Anı-porte yazarı, ortak bir yaşanmışlığının olduğu kişilerle ilgili gözlem ve izlenimlerini anlatır yazısında. Bunu da hatırlayarak yapar. Yazar bir bakıma kendisine sorduğu “Ben bu yaşıma kadar kimleri tanımışım, kimler benim hafızamda bugün bile silinemeyecek izler
bırakmış, onları şimdi nasıl, hangi özellikleriyle hatırlıyorum?” gibi soruların cevabını bulmak amacıyla anı-portre yazmaya koyulur ve o kişilerle ilgili olarak neyi hatırlıyorsa, ne kadarını hatırlıyorsa onu
yazar. Röportaj yazarı ise güncelden hareket eder.
Belli bir alanda üne kavuşmuş, toplumun önemli bir kesimince tanınmış ya da önemli ve değerli
olmasına karşın kamuoyunca tanınmamış bir kişiyi anlatır yazısında. Bu yazıyı oluşturmak için birtakım hazırlıklar yapar: Röportaja konu olacak kişiyle ilgili çeşitli araştırmalar yapar, o kişinin gazete ve
dergi okuyucusuna ilginç gelecek, onları bazı konularda düşündürecek özelliklerini bulmaya, bunlar üze-
Beni sinir eden bir kelime: Röportaj!
Gerçekten de her görüşümde, her okuyuşumda
tüylerimi diken diken eden, beni sinirlendiren bir kelime “röportaj”. Sinirleniyorum, çünkü gazetecilik jargonundaki bu kelime, olabilecek en yanlış anlamda
kullanılıyor Türkçede.
Bizim ülkemiz yazılı basınında, dünyada o kadar
da sık rastlanmayan bir tür çok sık yer buluyor kendine. Aslında radyo-televizyon gazeteciliğinin ister istemez çok kullandığı bu türün Türkiye’de gazetelerde de yaygınlaşmasının sebeplerini belki medya tarihi araştırmacıları incelerler.
ESEN YAYINLARI
B.
rinde yoğunlaşmaya çalışır. Ardından o kişiyle görüşür, ona sorular sorar. Aldığı cevaplardan ve o kişinin kendisi üzerinde bıraktığı izlenimlerden yola çıkarak o kişiyle ilgili bir değerlendirme, bir izlenim yazısı oluşturur. Böyle bir yazıda haber, yorum, değerlendirme ve izlenim iç içe geçer. Bu iç
içe geçmişlik, sadece bu tür röportajların değil, bütün
röportaj türlerinin en belirgin özelliğidir.
İnsanı konu alan röportajlarda daha çok söyleşmeye bağlı anlatımdan ve betimleyici anlatımdan yararlanılır.
Röportaj metinlerinin bazı bölümlerinde özellikle de insanı konu alan röportaj metinlerinde soru-cevaplara sıkça yer verilir. Ama hiçbir röportaj metni
baştan sona soru-cevaplarla oluşturulamaz. Sadece
soru-cevaplardan oluşan metinlere mülâkat denir.
Röportajla mülâkat arasındaki farka İsmet Berkan Radikal gazetesindeki köşesinde bakın nasıl dikkat çekmiştir:
itiraflar almakta çok ustalaşmış olanlar da var. İşte o ustalaşmış olanlardan biri bile
dün kendi yaptığı işi “röportaj”
olarak niteleyince dayanamadım, bu yazıyı yazıyorum. Hayır, yaptığınız iş “röportaj” değildir; mülakattır, soru-cevaptır, “interview”dır.
İsmet Berkan
Sözünü ettiğim türe bizde nedense “röportaj”
deniyor. Aslında soru-cevap, eski Türkçesiyle mülâkat veya İngilizcesiyle “interview” denmesi gerek ama
nedense “röportaj” deniyor ve ben de bu yüzden sinir oluyorum.
“Rö por taj”
ba zı la rı nın
sandığı gibi mülâkatın Fransızcası da değildir; tümüyle ayrı bir yazı türüdür.
Zaten sözlüklere baktığınızda da bunu görebilirsiniz.
İngilizce ve Fransızca sözlükler, “röportaj” kelimesinin karşılığını “habercilik işi” diye tanımlarlar, birisine
soru sorup cevaplar almak, sonra da teybe kayıtlı bu
soru-cevapları alt alta yazmak olarak değil!
Her gazetenin böyle bir kadrolu soru-cevapçısı var. Bunlar içinde her hafta yaptığı söyleşiyi ilgiyle okuduklarımız, karşısındakinin ağzından samimi
Bana soracak olursanız “röportaj”, gazeteciliğin
dışında ama gazetecilik yöntemleriyle yapılan apayrı bir edebi yazı türünün adıdır da. Mesela Yaşar Ke-
348
Sözlü Anlatım
mal, 50’li yıllarda röportajlar yapardı Türk basınında.
Hepsi de unutulmaz güzellikte... Neredeyse zamandan bağımsız olarak bugün bile zevkle okunabilir metinlerdir onlar. Mesela Halit Çapın bir “röportaj” yazarıydı. Onun yazdıklarını bütün meslektaşlarıma önermek isterim. Onun Türk basınında bıraktığı boşluk
hâlâ doldurulmadı.
Ama mesela Ayşe Arman’ın her hafta Hürriyet’te
yaptığı şeyin adı “röportaj” değildir; söyleşidir, mülâkattır, soru-cevaptır ama röportaj değildir. Röportajın
ne olduğunu, en iyi örneklerinin nasıl örnekler olduğunu merak edenler varsa onlara İngiliz edebiyat dergisi “Granta”nın yıllar önce yaptığı röportaj özel sayısını bir yerlerden bulup okumalarını tavsiye ederim.
C.
O sayıda benim favorim, ünlü romancı John Le Carre’nin İsviçre ordusunun eski bir generalini merkeze
alan röportajı.
Granta’yı bulamayacak olanlara, mesela Amerikan “Vanity Fair” dergisini de önerebilirim, hemen hemen her sayısında olağanüstü güzel yazılmış bir röportaj bulunur.
Tek bir ricam var: Lütfen “mülâkat” diyelim, “soru-cevap” diyelim, çok sıkıştık “interview” diyelim ama
bu yapılanlara “röportaj” demeyelim, gerçekten röportaj yayımlayana kadar bu kelimeyi kullanmayalım.
(21.03.2009 tarihli Radikal gazetesi)
EfiYAYI KONU ALAN RÖPORTAJLAR
İnsan yaşamıyla doğrudan ya da dolaylı olarak
ilişkisi bulunan herhangi bir nesnenin okuyuculara ilginç gelecek niteliklerinin ön plana çıkarılarak tanıtılması amacıyla kaleme alınan röportajlara eşyayı
konu alan röportaj denir. Bu tür metinlerin ilgi çekici olması, yazarın, söz konusu nesneyle ilgili çeşitli
araştırmalar yapmasına, o nesnenin türlü özellikleri-
ni ortaya çıkarmak için bazı kişilerle görüşmeler yapmasına, bu görüşmeler ve araştırmalar sonucunda edindiği bilgileri kendi izlenim ve kanaatleriyle zenginleştirerek yazısına aktarmasına bağlıdır.
Eşyayı konu alan röportajlarda daha çok açıklayıcı anlatım, betimleyici anlatım ve söyleşmeye
bağlı anlatımdan yararlanılır.
Röportajları bir yeri-bölgeyi, insanı ve eşyayı konu alan röportajlar şeklinde sınıflandırmak, bir röportajda
bunların tümünün bir arada ele alınamayacağı ya da bu konuların dışında röportaj yazılamayacağı anlamına
gelmez. Bu noktada şunu özellikle belirtmeliyiz. Röportaj haber yazısının genişletilmiş ve kişisel izlenimlerle
zenginleştirilmiş şeklidir. O hâlde haber niteliği taşıyan bütün kişi, nesne, olay, olgu ve gelişmeler hakkında röportaj yazılabilir. Yeter ki röportaj yazarı, ele aldığı konuyu enine boyuna araştırsın, incelesin, bu
konuyla ilgili olarak insanlarla konuşsun, bilgi ve belge toplasın, fotoğraf çeksin. Seyahat etmeden, insanlarla yüz yüze görüşmeden röportaj yazmak olanaksızdır. Masa başında oturup bir iki yere telefon ederek ya da bilgisayar karşısına geçip bazı İnternet sayfalarını ziyaret ederek gerçek bir röportaj yazılamaz. Çünkü röportaj yazarı, gerçekleri tüm boyutlarıyla ortaya çıkarmak, bu gerçekleri gözlem, izlenim, yorum ve değerlendirmeleriyle zenginleştirerek anlatmak zorundadır.
Röportaj metinlerinde dil daha çok göndergesel işlevde ve heyecana bağlı işlevde kullanılır. Başarılı bir röportajcı, metnin kimi bölümlerine kurgusal ve edebî bir hava katmak için dili şiirsel işlevde de kullanabilir. Röportaj metinlerinde açık, yalın, duru, samimi, akıcı ve sürükleyici bir anlatımın olmasına dikkat edilir.
349
Sözlü Anlatım
GÜNÜMÜZDE RÖPORTAJ
Bir yeri-bölgeyi; doğası, tarihsel dokusu ve insan ilişkileriyle okuyuculara tanıtmayı amaçlayan ve
daha çok gezi-keşif dergilerinde yayımlanan bazı metinler de bir araştırma sonucunda oluşturulduğu, habere derinlik ve izlenim katan bir yönü bulunduğu için
350
bir yeri-bölgeyi konu alan röportajlar arasında değerlendirilebilir.
ESEN YAYINLARI
Röportaj yazarlığı, haber yazısı yazarlığının bir
üst aşaması gibidir. Habere derinlik ve yorum katmaktır. Bu anlamda röportajcılığın günümüzdeki karşılıklarından biri olarak soruşturmacı gazetecilik terimi kullanılabilir. Günümüzde gazetelerde ve dergilerde haber yazılarına oranla daha geniş yer tutan,
bir araştırma ve soruşturma sürecinden sonra yazılan, fotoğraflarla ve diğer belgelerle desteklenen, bir gerçeği ortaya koymakla birlikte yazarının kişisel kanaatlerini de içeren yazılar ve yazı
dizileri, birer soruşturmacı gazetecilik örneği olarak değerlendirilebilecek, dolayısıyla da röportaj
bağlamında ele alınabilecek metinler arasındadır.
Günümüzde televizyonun ve bilgisayarın özellikle de İnternet’in yaygınlaşmasıyla birlikte haberciliğin merkezi, yazılı basından görsel basına kaymıştır. Bugün televizyonların canlı yayınlarla, son dakika haberleriyle desteklenen haber bültenleri ve haber içerikli diğer programları, İnternet ortamında varlıklarını sürdüren haber portalları; kişilerin haber alma ihtiyaçlarını büyük ölçüde karşılamaktadır. Bu anlamda röportajcılık da neredeyse bir metin hazırlama
işi olmaktan çıkmış; araştırma, soruşturma, analiz etme ve yorumlamaya dayalı çeşit televizyon programcılığına dönüşmüştür. Günümüz televizyon kanallarının haber merkezlerinde bu tür haberler yapan onlarca araştırmacı-soruşturmacı gazeteci olduğu gibi sadece bu bağlamda programlar yapan birçok gazeteci
ve televizyoncu da vardır.
Sözlü Anlatım
ÖLÇME – DEĞERLENDİRME 16
Röportaj
BİLGİ – YORUM
İLK YOĞURT
Yüzlerce yıllık bir gelenek Anadolu’nun orta yerinde yaşamaya devam ediyor. Kütahya Tavşanlı’da Yörükler yoğurdun mayasını yoğurttan değil, sadece kendilerine özgü bir yöntemle çiy damlalarından sağlıyorlar.
Her yıl Hıdırellez sabahı, yapraklara düşen çiyi topluyor, süte karıştırıp maya elde ediyorlar. Bir dahaki Hıdırelleze kadar o mayayı kullanıyorlar.
Himmet Benli, ataları yüz altmış yıl önce Kütahya’nın Tavşanlı ilçesine yerleşmiş Karakeçili sülalesinden bir Yörük... Ben Yörük’üm diyenlere “Ne bileyim ben senin Yörük
olduğunu! Söyle bakalım yoğurdun
damızlığı nereden olur?” sorusunu
soruyor. Sorunun cevabı olarak “Yoğurdun mayası yoğurttan olur.” diyeni sınıfta bırakıyor. Bir önceki yoğurttan mayalık olarak ayrılan yoğurdun süte katılmasıyla da elde ediliyor edilmesine ama ilk mayanın yapılışı ayrı bir işlem.
Benli ailesi, tarım ve hayvancılıkla geçiniyor. Bundan yirmi yıl önce her bir ailenin
yüzlerce keçilik sürüsü varmış. Ancak ormana zarar verdiği için
keçi beslenmesi yasaklanmış, yasağa uymayanlara da ağır
cezalar verilmiş. O yüzden keçileri satıp koyunculuğa
başlamışlar.
Güzel bir yolda ilerliyoruz. Hava yağmurlu. Yolun ucunda Yörük bir aile var. Köyden kopuk yaşayan, üç haneden oluşan bir yaşam onlarınki. Bildiğimiz tek şey bu. Henüz tanımıyoruz onları. İlginç bir konu bizi oraya çekiyor: Sadece Hıdırellez sabahı, şafak vakti, sabah namazından sonra yapılan yoğurt mayası...
Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinden geleneklere meraklı dostumuz Lütfü Diler bundan bir ay kadar önce Buğday Derneği’ni aramış, bu ilginç gelenekten bahsederek ilgimizi çekmişti. Biz de o zamandan kafamıza koymuş, takvimlerimize işaretlemiştik Hıdırellez tarihini bir kez daha.
Yol eski bir ardıç ormanının arasından geçiyor. Eski diyorum çünkü belli ki bir zamanlar ormanla kaplıymış o tepeler. Şimdi ise ağaçlar tek tük.
Bir evin önünde büyük bir gürültüyle duruyor arabalarımız, sessizliği bozarak. Hava ıslak, hem de karanlığa dönmeye başlamış. Etrafta baharın yeşilliği akşam karanlığında koyu görünüyor. Aşağıdaki dere yatağında bir bülbül, bütün gücüyle, tüm nağmelerini döktürerek ötüyor.
Benli ailesi, bizi kapıda karşılıyor. “Hoş gelmişsiniz!” Sıcacık oturma odasına alınıyoruz. Ortada bir kuzine duruyor. Oda küçük ama gönüller büyük; bu kalabalığı içine alıveriyor. Önce hâl hatır soruluyor. Çok uzatmadan konuya geliniyor. Heyecanla soruyoruz: “Yoğurda maya nasıl çalınır bu illerde?” Ailenin büyüğü Himmet Ağa tatlı diliyle anlatmaya başlıyor: “Şimdi kızımız, benim ninem Hıdırellez sabahı namaz için kalkar, abdestini alır, sonra da yaprakların üzerindeki çiyi kaşık ile toplar, ılık süte katardı. Tencereyi ılık bir yere koyup
bir de sarıp sarmalayınca, akşama doğru bir bakardık ki süt pelteleşmiş, olmuş yoğurt, işte budur sırrı bu mayanın.” Ardından ekliyor: “Aynı mayadan ekmek de yaparlardı eskiler.”
368
Sözlü Anlatım
Önceden duyduğumuz bu hikâyeyi, daha İstanbul’dayken birkaç bilim adamına sormuştum. Onlar da bana Anadolu’da uygulanan çeşitli yoğurt mayalama işlemlerinden bahsetmişlerdi. Ancak bu yöntem bilinmiyordu ve henüz literatüre de geçmiş değildi. En bilinen maya, nohuttan ya da kuzuların midesindeki bir enzimden yapılıyordu. Ama sabah çiyi
ile mayalanan yoğurt, henüz bilimsel kayıtlara geçmemişti.
Bu mayanın birkaç sırrı daha var. “Bir tek Hıdırellez’de
mi yaparsınız bu mayayı?” diye soruyoruz. Gelen cevap ilginç: “Bu maya bir tek Hıdırellez zamanı üç gün tutar, başka zaman tutmaz.”
Yörükler, aralarında maya değiştiriyorlar. Ancak maya değişimi, nazar değer inancıyla akrabalar arasında oluyor. Eğer mayalanan yoğurt tutmazsa nazar değdiğine inanılıyor ve nazardan korunmak için sofradaki her şeyin üzerine (tereyağı, yoğurt, süt, kaymak, bal, üretilen her ne varsa) çöreotu atılıyor.
Merak ediyoruz. Kimlerdendi Benli ailesi, ne zaman göçerlerdi, ne zamandan beri yerleşikler, ne yaparlar, nasıl geçinirlerdi? Biz sormadan onlar anlatıyor bir bir: “Eskiden keçilerimiz vardı. Devlet yirmi yıl önce yasakladı keçileri. Bir ailede dört yüz keçi vardı. Ceza kesiyor her bir keçi için iki yüz
gayme. Eh gel de keçileri otlat bakalım. Biz de bıraktık keçileri, koyunlarımız var şimdi.”
Himmet Benli, köklerini anlatıyor: “Biz Yörük âleminde Karakeçili obasındanız. Burada üç köy var. Biz
köyden uzakta yaşıyoruz ya, benim oğlan, kayınbirader hep köydeler. Yerleşik yaşama geçmeden önce, yazın buralarda, kışın Salihli’de kışlarlarmış. Göçer toplum çadırlarda yaşarmış.”
“Göçerler var mı hâlâ buralarda” diye soruyoruz. Himmet ağa cevaplıyor: “Sarıkeçililer vardır, bir de Kızılkeçililer. Onlardan hâlâ göçenler var. Kızılkeçililer Gökçedağ’da kışlarlar, yazın buralara gelirler, dört-beş ay
arazi kiralarlar, hayvanları için.”
Yemek sonrası çay içerken sohbetimiz dönüyor dolaşıyor kır yaşamına geliyor. “Burada bakar mısınız Ay’ın yenisine eskisine?” der demez bir ağızdan anlatıyorlar. Himmet
Ağa, oğulları Mehmet ve Veli de lafa
karışıyor yeri gelince: “Ay’ın yenisinde, karanlıkken, sırtı kuzeye bakarsa
hava sert olur. Kış -kış tabiri yağışlı,
soğuk hava yerine kullanılıyor- işareti
baykuştur. Baykuş yaklaşırsa, kuşlar
öterse, koyunlar kafa kafaya tokuşur,
Ay’ın etrafında hâre varsa kış olur.
Ay’ın etrafındaki hâre ne kadar genişse, kış o kadar çetin olur.”
Bütün bir yıl kullanılan yoğurt mayası, bir süre sonra verimini yitiriyor. O nedenle
yeni mayanın üretilmesi gerekiyor. Maya üretimiyle ilgili yapılan bilimsel araştırmalarda çeşitli yöntemlere rastlanıyor. Ancak yapraklardan çiy toplanan geleneği, bilinen bir yöntem değil.
369
Sözlü Anlatım
Zaman sohbetle akıyor. Bir yandan sohbetten ayrılmak istemezken diğer yandan gecenin ilerleyen vaktinde ev halkını ayakta tutmak
da istemiyoruz. Himmet Ağa “Kızımız, biz para
versek, devlete dilekçe versek böyle bir buluşma olmazdı. Böyle sohbetin yanında uykunun
lafı mı olur!” diyerek bizleri rahatlatıyor.
Sabah namazı vakti kalkıyoruz biz de. Kap
kaçak, kaşık alınıyor; bahçeye çıkılıyor. Çok
fazla çiy yok yaprakların üzerinde. Ama Arzu
Teyze, özenle topluyor olanları, elindeki kabın
içinde biriktiriyor. Bütün gece susmayan bülbül
hâlâ ötmekte. Çok geçmeden eve giriyoruz. Ilık
Hıdırellez akşamı yoğurda maya çalmanın bazı yörelerde gelenek olduğunu yazan kaynaklar var. Yoğurt yapmak üzere süt bekletiliyor,
ancak maya kullanılmıyor. Eğer yoğurt tutarsa Hızır’ın o eve uğradığına inanılıyor.
süt, kuzinenin yanında mayalanmayı bekliyor.
Arzu Teyze, topladığı çiyi süte karıştırıyor. Bir
güzel sarıp sarmalıyor. Dua etmeyi de ihmal etmiyor. Haydi hayırlısı. Çok geçmeden süt pelteleşmeye başlıyor. Ancak tam olarak mayalanması yaklaşık on iki saati bulacak.
Yola çıkma vakti gelip çatıyor. Islak, yağmurlu bir hava yine... Etraf çamur... Mehmet
Benli, yanında azık çantası, koyunları dağa otlatmaya götürüyor hepimizle vedalaşıp. Bülbül
hâlâ ötüyor. Ayrılıyoruz. Benli ailesiyle, ana, baba, oğullar, gelinler, torunlar hepsi ile sarılıyor,
kucaklaşıyoruz. Himmet Ağa’nın elini sıkıyoruz,
tekrar görüşmek için dilekler diliyoruz. Hafiflediğimiz, sevgiyle ağırlandığımız bu evdeki kısa
Yapraklardan toplanan çiyden bir kaşık, daha önce ısıtılıp ılıtılmış
süte karıştırılıyor. Mayalanma on iki saat sonunda tamamen gerçekleşiyor.
sürenin buruk tadı varken yüreklerimizde, Himmet Ağa son sözü söylüyor, içimizi rahatlatıyor:
“Eh hadi bakalım, çayırın kuşu çayıra, bayırın
kuşu bayıra!”
Yazı: Güneşin Aydemir
Fotoğraflar: Şebnem Eraş
(Atlas dergisi 159. sayı)
Mayalanma sırasında sütün bulunduğu ortam ılık olmalı. O nedenle
hem kapların üzeri kalın bir bezle güzelce örtülüyor hem de evin en
sıcak bölümü olan kuzinenin yanına yerleştiriliyor.
370
Sözlü Anlatım
Yukarıdaki metinden ve şimdiye dek
edindiğiniz bilgilerden yola çıkarak röportajın belirgin özelliklerini sıralayınız.
6.
Metinde anlatım bozukluğu bulunup
bulunmadığını belirleyiniz. Anlatım
yönünden bozuk cümleler varsa bunların
nedenlerini belirtiniz.
2.
Bu metinde anlatılanlar bir haber yazısında da anlatılabilir miydi? Gerekçelerinizi
de belirterek cevaplayınız.
7.
Metinde dil, belirgin olarak hangi işlevde
kullanılmıştır?
3.
Yazar, yaşadıklarını ve gördüklerini
anlatırken nasıl bir yol izlemiştir? Öznel
değerlendirmelerde bulunmuş mudur,
gerçekleri kişisel izlenimleriyle zenginleştirmiş midir?
8.
Metni, yazım ve noktalama bakımından
inceleyiniz.
4.
Yazarın, gözlemci bir bakış açısına sahip
olduğu söylenebilir mi? Gerekçelerinizi de
belirterek cevaplayınız.
9.
Metni, akıcılık, bağlaşıklık ve bağdaşıklık
bakımından inceleyiniz.
5.
Bu metnin içeriği, bir televizyon programında da ele alınabilir miydi? Gerekçelerinizi de belirterek cevaplayınız.
10. Metni, anlatım türleri (açıklayıcı anlatım,
betimleyici anlatım vb.) bakımından inceleyiniz.
ESEN YAYINLARI
1.
371
Sözlü Anlatım
2.
MÜLÂKAT (GÖRÜfiME)
Gazeteci* bir konuda kişisel merakını gidermek,
ünlülerle tanışmak istemek, belli çıkar gruplarının ricasını yerine getirmek ya da herhangi bir kurumun,
markanın, görüşün reklamını ve propagandasını yapmak gibi gazetecilik etiğiyle bağdaşmayan amaçlardan hareket ederek mülâkat yapmaz, yapmamalıdır.
Çünkü gazetecilik, kamusal bir faaliyettir. Kamu adına soru sormak, haber ve bilgi toplamak; gazetecinin temel görevidir. Gazeteci, sorduğu sorularla
yanlışların üzerine giden, kamuoyunun gerçekleri öğrenme hakkını kendi çıkarlarının üstünde tutan, toplumsal sorunları yansıtmayı ilke edinen, yeri geldiğince de bu sorunlara çözüm üretebilmek için her türlü
katkıyı sağlayan kişidir.
Mülâkat; amaçsız, zaman geçirmeye yönelik bir
konuşma, bir sohbet değil; belli kuralları ve amaçları olan, soru-cevaplar üzerinden yürüyen düzeyli bir habercilik faaliyetidir. Mülâkatın en belirgin niteliği olan soru sorma eylemi, insanoğlunun gerçeğe, daha iyiye, daha güzele ulaşmasını
MÜLÂKAT DAHA ÇOK
KİMLERLE YAPILIR?
Siyasetçiler, bürokratlar, sivil toplum kuruluşlarının liderleri; yazarlar, sanatçılar, oyuncular,
akademisyenler, iş adamları, sporcular; belli bir
sağlayan merak olgusunun dışa vurumudur. Soru sormayan, gerçeği bulamaz. Bilim, kültür ve sanattaki gelişmelerin temelinde insanoğlunun merak duygusunu ortaya koyan soru sorma eylemi vardır. Soru
sormak her zaman en temel öğrenme şekli ve merak
giderme yöntemidir.
ESEN YAYINLARI
Kamuoyunu bilgilendirme amacıyla bir haber konusu hakkında bir ya da birden çok kişiyle yapılan soru-cevaplı konuşmalara ve bu konuşmaların yazıya
aktarılmasıyla oluşturulan metinlere mülâkat denir.
Mülâkat, gazetecinin, bilgiye ve habere doğrudan ulaşmasına, haber kaynağına sorular sorarak gerçekleri aracısız biçimde öğrenmesine ve
bunları kamuoyunun gündemine taşımasına olanak sağlar. Mülâkat, sadece toplumun el üstünde
tutuğu kişilerin değil; aykırı sayılan, dışlanan ya da
önemsizleştirilmek istenen kişilerin de duygu ve düşüncelerini kamuoyuyla özgürce paylaşmalarına fırsat tanır; bu yönüyle de ifade özgürlüğünün somutlaşmasına, demokratik toplumun oluşmasına ve
kökleşmesine önemli katkılarda bulunur.
MÜLÂKATIN AfiAMALARI
BİRİNCİ AŞAMA
KONU VE KİŞİ SEÇİMİ
Gazeteci, mülâkat yapacağı kişiyi ve mülâkatta ele alacağı konuyu gelişigüzel seçmez. Gazetecinin mülâkat yapacağı kişinin mülâkatta ele alınacak
konu hakkında yeterli bilgiye sahip olması, mülâkatta ele alınacak konunun da kamuoyunun ilgisini çekecek ya da herhangi bir konuda bilgi sahibi olmasını
sağlayacak bir yönünün bulunması gerekir.
alanda sahip oldukları bilgi ve deneyim nedeniyle uzman kabul edilen kişiler; büyük bir suça karışanlar ya da karıştıkları iddia edilenler; kamuoyunun gündeminde olan kişilerle ilgili önemli bilgilere sahip olan kişiler; önemli bir olaya tanık olanlar; başına ilginç bir olay gelenler; sıra dışı insanlar vb.
İKİNCİ AŞAMA
MÜLÂKAT YAPILACAK KİŞİDEN RANDEVU ALMA
Gazetecinin, mülâkat yapacağı kişiden randevu
alabilmesinde kültürü, kişisel ilişkileri, mesleki geçmişi, becerisi ve güvenilirliği önemli rol oynar. Gazeteci randevu alacağı kişiye doğrudan kendisi ulaşabile-
* Gazeteci kelimesi metin bağlamında herhangi bir basın yayın organında (gazete, dergi, radyo, televizyon vb.) yayımlanmak üzere bir haber
kaynağıyla “mülâkat yapan kişi” anlamında kullanılmaktadır.
374
Sözlü Anlatım
ceği gibi, başka kişilerin yardımıyla da ulaşabilir. Çoğunlukla telefon üzerinden yürüyen bu süreçte gazeteci muhatabıyla konuşurken nazik olmalı, mülâkat
yapmak istemesinin nedeni anlaşılır ve yalın cümlelerle ifade etmeli, randevu isteğinde bıktırmayacak
kadar ısrarcı olmalıdır. Randevu zamanı için esnek
davranmalı; gün, saat ve yer seçimini konuğuna bırakmalı; ancak bu konularda alternatifler sunmayı da
ihmal etmemelidir.
f. Kronolojik sırayı takip eden sorular sorma
Gazeteci, sorularını hazırlarken araştırma süreci boyunca edindiği bilgileri göz önünde bulundurur,
sorularını yaptığı araştırmalardan yola çıkarak hazırlar. Söz gelimi gazeteci, bir yazarla yeni çıkmış romanı hakkında bir mülâkat yapacaksa mülâkattan önce söz konusu romanı okumak, bu romanla ilgili olarak eleştirmenlerin ve kitap tanıtma yazarlarının söyledikleri üzerinde kafa yormak, bu konuyla ilgili notlar
Gazeteci, muhatabından randevu almaya çalışırken dürüst ve gerçekçi olmalı; ona hak ettiğinden
daha fazla değer verdiğini gösteren ifadeler kullanmamalı, onun yandaşıymış gibi bir tavır takınmamalıdır. Aksi hâlde gazeteciyle muhatabı arasındaki ilişkimesafe dengesi kaybolur, bu da gazetecinin sorması
gereken sorulardan bir kısmını muhatabına sormaya
çalışırken zorlanmasına, bu noktada bir tereddüt yaşamasına neden olabilir.
Gazeteci, mülâkat yapacağı kişiden randevu aldıktan sonra üç aşamadan oluşan bir hazırlık sürecinin içine girer: Araştırma yapmak, soru sormada
hangi yöntemi izleyeceğine karar vermek ve soru hazırlamak.
Gazeteci mülâkatta ele alınacak konuyla ve mülâkat yapılacak kişiyle ilgili araştırmalar yaparken şu
kaynaklardan yararlanabilir: Gazeteler, dergiler, kitaplar, arşivler, İnternet, resmî kayıtlar; mülâkat yapılacak kişinin ailesi, arkadaşları, meslektaşları; aynı
konuda mülâkat yapmış başka kişiler vb.
Gazeteci, araştırmalarını tamamladıktan sonra
soru sormada hangi yöntemi izleyeceğine karar verir.
Bu yöntemlerin en önemlileri şunlardır:
hazırlamak durumundadır.
DÖRDÜNCÜ AŞAMA
MÜLÂKAT YAPMA
Gazeteci, mülâkat için belirlenen yer ve zaman
ESEN YAYINLARI
ÜÇÜNCÜ AŞAMA
MÜLÂKATA HAZIRLIK
almak; sorularını bunlar üzerinde düşündükten sonra
konusunda hassas davranmalı, mülâkat yerine mümkünse belirlenen saatten birkaç dakika önce gitmeli,
mülâkat saati geldiğinde de muhatabıyla görüşmeye
başlamalıdır. Muhatabıyla ilk kez karşılaşıyorsa öncelikle kendisini tanıtmalı, mülâkat teklifini kabul ettiği için kendisine teşekkür etmelidir. Gazetecinin, mülâkat yapacağı kişiye sorularını yöneltmeden önce
onunla kısa bir sohbet yapması; bu arada mülâkatın
amacı, uzunluğu, konusu, bu konunun hangi çerçevede ele alınacağı konusunda muhatabına bilgi vermesi faydalı olacaktır.
Gazeteciyle mülâkat yapacağı kişi arasında
dostluk-arkadaşlık ölçüsünde bir ilişki yoksa gazeteci, muhatabına sorular yöneltirken mutlaka “siz”li,
“sayın”lı vb. hitaplardan yararlanmalı; muhatabı
kendisine daha samimi bir tarzda hitap etmesini açıkça söylemediği müddetçe de saygıya ve mesafeye
a. Genel, kapsayıcı sorularla başlayıp detaya
dayalı sorulara geçme
dayalı hitapları kullanmaya devam etmelidir.
b. Detaya dayalı sorularla başlayıp genel, kapsayıcı sorulara geçme
bir televizyon programı için yapılıyorsa bir kamera-
Mülâkat yapılırken bir ses kayıt cihazı -mülâkat
sürekli açık tutulmalı, mülâkat süresince bayağılaş-
c. Kısa cevaplı, söz gelimi evet-hayırlı cevapları olan soruları art arda sorma
reket edilmelidir.
d. Sohbet ediyormuş izlenimi uyandıran rahat
sorular sorma
rulara istediği cevapları vermekte, hatta gazetecinin
e. Önemli sorularla başlayıp önemsiz sorulara
geçme
amacının dışına çıkmamak kaydıyla- bazı açıklama-
ma noktasına varmayan bir doğallık ve nezaketle haMülâkat yapılan kişi, gazetecinin sorduğu sosormadığı konularda bile -mülâkatın konusunun ve
375
Sözlü Anlatım
larda bulunmakta serbesttir. Fakat bu durum, mülâ-
BEŞİNCİ AŞAMA
MÜLÂKATIN SONLANDIRILMASI
katın tümüyle bir serbest kürsü gibi kullanılabileceği anlamına gelmemelidir. Çünkü her mülâkatın belli bir amacı, çerçevesi ve süresi vardır. Gazeteci,
Mülâkatın sonlarına doğru, gazeteci, karşısında-
karşısındaki kişinin, kendi siyasi görüşlerini yayması-
kine “Eklemek istediğiniz başka noktalar var mı?” tü-
na, yanlışlarını meşrulaştırmasına, taraftar toplamak
ründen sorular sormalı, ardından mülâkatı sonlandır-
için bilgi ve belgeleri çarpıtarak asılsız açıklamalarda
malı; muhatabına kendisine zaman ayırdığı ve yar-
bulunmasına, kendi çıkarlarını kollayan konuşmalar
dımcı olduğu için teşekkür etmelidir.
yapmasına izin vermemelidir. Buradan yola çıkarak
şunu söyleyebiliriz: Mülâkatın kurallarının belirlenmesinde kendisiyle konuşulan kişinin mizacı, kültürü ve konumu büyük ölçüde rol oynasa da bu
durum, mülâkatı yöneten ve yönlendiren asıl kişi-
ALTINCI AŞAMA
MÜLÂKATIN YAZIYA AKTARILMASI
nin gazeteci olduğu gerçeğini değiştirmez.
Mülâkatta nitelikli sorular sormak kadar iyi bir
Gazeteci, yaptığı mülâkatı yazıya aktarırken
dinleyici olmak da son derece önemlidir. Gazeteci,
mülâkatın ses kayıtlarını esas alır. Mülâkat, bir tele-
muhatabının verdiği cevaplardaki önemli bilgileri, id-
vizyon ya da radyo programı için hazırlanıyorsa bura-
meli, muhatabından anlaşılmayan ya da eksik bırakı-
da yazıya aktarma değil, montaj ve kurgu söz konu-
lan bazı konulara açıklık getirmesini isteyebilmelidir.
Gazeteci, bunları yaparken mümkün olduğunca sabırlı olmalı, muhatabının sözünü kesmemeye dikkat
etmeli, onun cevap verme hakkını kendi soru sorma
hakkı gibi kutsal saymalıdır.
ESEN YAYINLARI
diaları, çelişkileri fark edip ona yeni sorular sorabil-
su olur. Bazı durumlarda bir mülâkat için gazetede ya
da dergide ayrılan yer/radyo ya da televizyonda ayrılan zaman, mülâkatın tümünü yayımlamaya yetmeyebilir. Bu durumda gazeteci, mülâkatın özüne dokunmayacak ve yanlış anlamalara yol açmayacak
biçimde mülâkatın bazı bölümlerini yayımlamaya-
Bir mülâkat sırasında kamuoyuyla payla-
bilir. Mülâkatın bazı bölümlerinin yayımlanmaması,
şılmamak koşuluyla gazetecilere verilen haber
mülâkatın özetlenmesi demek değildir. Mülâkatta alı-
ve bilgilere, habercilik dilinde off the record de-
nan cevapların aynen ve yorumlanmadan yayımlan-
nir. Bir haber kaynağı “Bu söyleyeceklerimi lütfen
ması, mülâkatın ayırıcı niteliğidir.
yazmayın!” diyorsa gazeteci, habercilik etiği gereği şu tutumlardan birini takınmalıdır:
1.
den, hangi konuda, nerede, ne zaman, nasıl ya-
Haber kaynağına “Sizin söyleyeceğiniz her
pıldığının belirtildiği bir giriş bölümü bulunur. Gi-
şeyi kamuoyuyla paylaşırım. Söyleyecekle-
riş bölümünde bunların yanı sıra mülâkat yapılan ki-
rinizin yayımlanmasını istemiyorsanız lütfen
şiyi tanıtma amaçlı birkaç cümleye de yer verilebilir.
bunları bana anlatmayın.” der. Haber kaynağı, gazetecinin bu cevabı karşısında ne
yapacağına karar verir.
2.
Mülâkat metinlerinde, mülâkatın kiminle, ne-
Haber kaynağının ricasını kabul eder ve
bunun gereğini yapar. Yani haber kaynağının yayımlanmamak koşuluyla söylediği sözleri kayda geçirmez, bunları herhangi
bir medya organında yayımlamaz.
376
Sözlü Anlatım
MÜLÂKAT ÇEfi‹TLER‹
1. Kişi merkezli mülâkat: Soruların, mülâkat yapılan kişinin yaşamı, fikirleri ve eserleri üzerinde odaklandığı mülâkatlardır.
2. Konu merkezli mülâkat: Haber değeri taşıyan bir konunun açıklığa kavuşturulması
Mülâkatlar, teknolojik olanaklardan yararlanma
biçimlerine göre şu isimleri de alabilirler:
1.
sına alarak onunla yüz yüze mülâkat yapması-
amacıyla yapılan mülâkatlardır. Bu tür mü-
dır. Bu tür mülâkatlarda gazeteci, konuşmaları ya
lâkatlarda mülâkat yapılan kişinin söyledik-
kendisi not tutarak ya da bir ses kayıt cihazından
leri, onun kim olduğundan daha önemlidir.
yararlanarak kaydeder. Yüz yüze mülâkatlarda
Onunla mülâkat yapılmasının en önem-
mülâkatı yapan gazeteci dışında bir kameraman
li nedeni, gündemdeki herhangi bir konu-
ya da foto muhabiri de görev alabilir.
ya açıklık getirecek önemli bir bilgiye sahip
olmasıdır.
2.
ğı durumlarda onunla telefon aracılığıyla mülâkat
ber kaynağına bir-iki gazetecinin değil de
yapmasıdır.
birçok gazetecinin soru sorma olanağı var3.
İnternet mülâkatı: İnternet mülâkatları şu yöntemlerle yapılır:
Basın toplantısı, basın odası mülâkatı.
a. Gazeteci, sorularını önceden hazırlayıp bun-
a. Basın toplantısı: Gazeteciler tarafın-
ları mülâkat yapacağı kişiye elektronik pos-
dan değil, düzenleyenler tarafından
tayla gönderir, aynı şekilde cevap alır.
kontrol edilen; gazetecilerin, ancak
b. Gazeteci, sesli ve görüntülü iletişimi olanak-
kendilerine söz verildiği zaman soru
lı kılan bilgisayar programlarından yararlana-
sorabildikleri mülâkatlardır.
rak kaynak kişiyle mülâkat yapar.
b. Basın odası mülâkatı: Gazetecilerin,
istedikleri soruları haber kaynaklarına
Telefon mülâkatı: Gazetecinin, zaman darlığı
yaşadığı ya da kaynak kişiye ulaşmada zorlandı-
Kişi ve konu merkezli mülâkatlarda bir ha-
sa bu tür mülâkatlar şu isimleri de alabilir:
Yüz yüze mülâkat: Gazetecinin, bir kişiyi karşı-
4.
Uydu destekli iletişim teknolojilerinden yarar-
rahatlıkla sorabildikleri, gazeteciler ta-
lanılarak yapılan mülâkatlar: Bu tür mülâkatla-
rafından yönetilen mülâkatlardır.
ra, çoğunlukla televizyonların canlı yayımlanan
3. Sokak mülâkatı: Güncel bir olay, kişi ya
programlarında yer verilir.
da konu hakkında kamuoyunun fikrini almak için sıradan kişilere aniden mikrofon
ya da ses kayıt cihazı uzatılarak onların
görüşlerinin alınması yöntemiyle yapılan
mülâkatlardır.
Mülâkatta, söyleşmeye bağlı anlatımdan yararlanılır. Bu metinlerde dil, daha çok göndergesel işlevde
kullanılır.
377
Sözlü Anlatım
3.
SÖYLEV (H‹TABET, NUTUK)
Bir iddiayı dile getirmek ve kanıtlamak, bir kişiyi
rin korunması ve yüceltilmesi noktasında bilinçlendi-
ya da düşünceyi savunmak, kişileri herhangi bir ko-
rilmesine ve düşman karşısında cesaretlendirilmesi-
nu hakkında bilgilendirerek ikna etmek gibi amaçlarla
ne çalışılır.
belli bir topluluk karşısında yapılan coşkulu uzun koD. Dinî söylev: Bir dinin inanç ve ibadet esas-
nuşmalara söylev (nutuk, hitabe) denir.
ları, kutsalları, günlük hayata dair emir ve yasakları
Hemen her konuda söylev verilebilir. Fakat bazı
konusunda insanlara bilgi vermek amacıyla ibadet-
konularda verilen söylevler, yarattıkları etki ve heye-
hanelerde ve benzeri mekânlarda yapılan coşkulu
can bakımından diğer konularda verilen söylevlerden
konuşmalara dinî söylev denir. Camilerde verilen va-
ayrılır. Bu söylevlerin en önemlileri şunlardır:
azlar ve hutbeler; kilise, sinagog vb. yerlerde yapılan
bilgilendirme ve ikna etme amaçlı konuşmalar, birer
A. Siyasi söylev: Siyasetle ilgili konuların ele
dinî söylev olarak değerlendirilebilir.
alındığı söylevlere siyasi söylev denir. Bu tür söylevler genellikle parlamentolarda, seçim meydanlarında
E. Tören söylevi: Festival, sergi, sempozyum
ve parti kongrelerinde verilir. Siyasi bir görüşe ya da
vb. etkinliklerin açılış ve kapanış törenleriyle kutlama,
duruşa destek vermek ya da bunları protesto etmek
nuşmalar da siyasi söylev bağlamında değerlendirilebilir.
B. Sosyal söylev: Toplumun tümünü ya da
önemli bir kesimini ilgilendiren herhangi bir sorunu
ya da isteği dile getirmek, bunu ülke gündemine taşıyarak toplumda ve belli kesimlerde farkındalık yaratmak, bir sorunun çözümü noktasında ilgililerden, si-
anma ve ödül dağıtımı törenlerinde yapılan coşkulu
ESEN YAYINLARI
amacıyla yapılan miting ve gösterilerde yapılan ko-
konuşmalara tören söylevi denir.
F. Hukuki söylev: İddia ve savunma makamlarının mahkemelerde yaptıkları konuşmalara hukuki
söylev denir. Savcıların, iddialarını dile getirdikleri konuşmalarla avukatların ve sanıkların bu iddialar karşısında yaptıkları savunma amaçlı konuşmalar, hukuki söylev bağlamında değerlendirilebilir.
vil toplum kuruluşlarından, siyasi ve bürokratik aktörlerden talepte bulunmak gibi amaçlar taşıyan söylevlere sosyal söylev denir. Sendikal hakların korunma-
Bazı söylevler, birden çok söylev türünün
özelliklerini aynı anda üzerinde taşıyabilir.
sı ve genişletilmesi, insan yaşamını ve çevreyi olumsuz etkileyen sanayi tesislerinin kapatılması, engellilerin yaşadıkları bazı sorunların giderilmesi vb. amaçlarla verilen söylevler, sosyal söylev bağlamında değerlendirilebilir.
Topluluk önünde konuşarak insanları heyecanlandırmak, onlara bir düşünceyi aşılamak ve benimsetmek, bir sanattır. Bu sanata, hitabet (nutuk verme) denir. Hitabet, etkili söz söyleme sanatıdır. Kit-
C. Askerî söylev: Askerlerin bilinçlendirilmesi
ve cesaretlendirilmesi için yapılan coşkulu konuşma-
lelere, hitabet sanatının gereklerini yerine getirerek
seslenen kişilere hatip denir.
lara askerî söylev denir. Komutanlar tarafından sa-
Yaptığı konuşmalarla kitleleri heyecanlandır-
vaş alanlarında ve kışlalarda verilen bir söylev türü
mak, onları herhangi bir konuda bilgilendirmek ya da
olan askerî söylevde, genellikle vatan, millet gibi kut-
ikna etmek isteyen bir hatip, şu hususları göz önün-
sal değerler üzerinde durulur; askerlerin bu değerle-
de bulundurmak durumundadır:
388
Sözlü Anlatım
1. Hatip, söylev vereceği konu hakkında yeter-
5. Her sanatta olduğu gibi hitabette de us-
li bilgiye sahip olmalı; insanlara benimsetmek istedi-
ta-çırak ilişkisi ve prova, başarının yakalanmasında
ği fikirlere öncelikle kendisi inanmalı, bu fikirleri içsel-
önemli bir etkendir.
leştirmelidir. Bilinmeyen, benimsenmeyen, içselleştirilmemiş konu ve fikirler hakkında verilen söylevler,
doğallıktan ve inandırıcılıktan yoksundur. Bu tür söylevler, yapmacıklı söz oyunlarıyla doludur.
vurgu: Konuşma sırasında bir hece ya da keli2. Dinleyiciler, bir hatibi dinlerken onun verdi-
menin diğerlerinden daha baskılı biçimde telaf-
ği bilgilere ve dile getirdiği düşüncelere dikkat etki-
fuz edilmesi.
leri kadar ses tonuna, vurgularına, duruşuna, jest ve
tonlama: Konuşmanın içeriğine ve akışına bağlı
mimiklerine de dikkat ederler. Bir hatibin, karşısında-
olarak sesin bazı yerlerde yükseltilip bazı yerler-
kileri etkilemesi ve heyecanlandırması, bu unsurla-
de alçaltılması. Ses tonunun, dile getirilen duygu
lış yapılması, sesin gereksiz ve zamansız biçimde al-
ve düşüncelerle uyumlu olması.
çaltılıp yükseltilmesi, jest ve mimiklerde abartıya ka-
jest: Konuşmanın akışına ve içeriğine göre el,
çılması, hatibin başarısına gölge düşürür.
3. Hatip, düşüncelerini yalın, açık, duru, akıcı,
sürükleyici, canlı ve içten bir anlatımla ifade etmeli;
ESEN YAYINLARI
rı başarıyla kullanılmasına bağlıdır. Vurguların yan-
kol, baş vb. ile yapılan hareketler. Bir kişinin “Hayır! Asla!” anlamına gelecek biçimde başını sağa
sola çevirmesi bir jesttir.
dinleyicilerin dikkatini, üzerinde durduğu konuya çek-
mimik: Konuşmanın akışına ve içeriğine bağlı
mek için onların zevk ve kültür düzeylerini dikkate al-
olarak yüzde beliren kımıldanışlar.
malıdır. Günlük hayattan verilen çarpıcı örnekler,
tarihî anekdotlar; düşünce, siyaset, sanat ve edebiyat adamlarından yapılan alıntılar; söyleve canlılık ve inandırıcılık katan önemli unsurlardır.
Söylevde dil daha çok alıcıyı harekete geçir4. Söyleve; güven verici ve etkileyici kısa cüm-
me işlevinde ve heyecana bağlı işlevde kulla-
lelerle başlamak, hemen ardından asıl konuya geç-
nılır. Hatip, iletişimin devam edip etmediğini kon-
mek; söylevi, özetleyici, heyecan verici, zihinde kolay
trol etmek istediğinde özellikle hitap sözlerinden
kalacak cümlelerle tamamlamak, son derece önemli-
yararlanarak dili, kanalı kontrol işlevinde kul-
dir. Hatip, dinleyicilerle sürdürdüğü iletişimin kesilme-
lanır. Söylevler, söyleşmeye bağlı anlatımdan
mesi için söylev boyunca yeri geldikçe ünlem cümle-
yararlanılarak oluşturulur.
lerinden ve hitap sözlerinden yararlanmalıdır.
Orhun Âbideleri (Köktürk Yazıtları) Türk edebiyatında söylev üslubunun kullanıldığı ilk metinlerdir. Bu metinler, gerçek anlamda birer söylev olarak değerlendirilemez. Çünkü söylev, her şeyden önce bir konuşmadır.
Söylev metinleri, topluluk önünde yapılan konuşmaların daha sonra yazıya aktarılmasıyla oluşturulur. “Orhun
Âbideleri”nde böyle bir durum söz konusu değildir. Bu metinlerle söylev metinleri arasında ilişki kurulmasının
temel nedeni, bu metinlerde gerçek söylevlerdekilere benzer canlı bir anlatımın, ünlem cümlelerinin, hitap sözlerinin ve söylevlerin diğer anlatım özelliklerinin bulunmasıdır.
Türk edebiyatında söylev türünün en başarılı örneklerini Atatürk vermiştir. Bu alanda ünlü olan diğer şahsiyet Hamdullah Suphi Tanrıöver’dir.
389
Sözlü Anlatım
TEST – 3
1.
----, Türk edebiyatındaki ilk biyografi metinleridir.
3.
Buradan yola çıkarak Ali Şir Nevâî’nin “Mecâli-
Kamuoyunu bilgilendirme amacıyla bir haber
konusu hakkında bir ya da birden çok kişiyle ya-
sü’n-Nefâis” isimli eserinin, Türk edebiyatındaki
pılan soru-cevaplı konuşmalara ve bu konuşma-
ilk biyografi eseri olduğu söylenebilir.
ların yazıya aktarılmasıyla oluşturulan metinlere
---- denir.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakiler-
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakiler-
den hangisi getirilmelidir?
den hangisi getirilmelidir?
A) Şuarâ tezkireleri
B) Siyer kitapları
C) Kısâs-ı enbiyâlar
D) Menâkıbnâmeler
A) röportaj
D) haber yazısı
E) Destanî hikâyeler
4.
C) makale
E) mülâkat
Cumhuriyet öncesi gezi yazısı eserleri içinde
Deniz ve ormanın bütünleştiği Ayancık, aynı za-
hac yolculuklarını anlatan kitapların ayrı bir öne-
manda bağlı bulunduğu Sinop’un en yüksek
mi vardır. ---- “Tuhfetü’l-Harameyn”i, çoğunluk-
dağlarını da barındırır. Kıyıdan itibaren hemen
la Surre Alayları’yla çıkılan hac yolculukları sı-
yükselmeye başlayan kayın ve göknar ağaç-
rasında yaşanan ve gözlemlenen kimi olayların
larıyla bezeli dağların içinde gizlenmiş Akgöl’e
betimlemelerle donatılarak anlatıldığı bu eserler-
doğru ilerliyorum. Bin üç yüz metre yükseklikte
lerin en önemlilerindendir.
bulunan göle giden yolun ilk kilometreleri asfalt...
Sonraki ilk yol ayrımında iki “Akgöl” tabelasıyla
karşılaşılır: Biri asfalt yolu gösterirken, diğeri stabilize olanı işaret ediyor. Ben stabilize yolu ter-
ESEN YAYINLARI
2.
B) fıkra
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Nâbî’nin
B) Kâtip Çelebi’nin
cih ediyorum. Bir anda yoğun bir ormanın içinde
C) Keçecizâde İzzet Molla’nın
buluyorum kendimi. Sonra solumdan akan çayla beraber bir vadiye giriyorum. İki yanımda uza-
D) Nef’i’nin
nan dağlar yavaş yavaş birbirine yaklaşıyor. Du-
E) Cenap Şahabettin’in
varlar yükseliyor ve vadi, içinden daracık bir yol
geçen muhteşem bir kanyona dönüşüyor. Duvarları kaplayan çamur travertenleri, yosunlar;
duvarlardan fışkıran ağaç kökleri ve zaman zaman ince şelaleler yaparak sızan sular ile sanki
rüya âlemindeyim. Sol tarafımdaki dere boyunca
5.
Aşağıdakilerden hangisi söyleşi, röportaj,
mülâkat, tiyatro ve söylev metinlerinin ortak
özelliklerindendir?
reyi bulan kabalaklarla beraber bu hırçın doğa
A) Dilin, alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılması
Karadeniz’den çok, Amazon ormanlarına benzi-
B) Kurmaca metin niteliği taşımaları
yor.
C) Söyleşmeye bağlı anlatımdan yararlanılarak
oluşturulmaları
devam eden ve yapraklarının çapları yarım met-
Bu parçada aşağıdaki metin türlerinden hangisine ait özellikler daha ağır basmaktadır?
A) Anı
B) Makale
D) Deneme
410
C) Sohbet
E) Gezi yazısı
D) Çağrışım gücü yüksek kelimelerle oluşturulmaları
E) Öğretici metinler içinde sınıflandırılmaları
Sözlü Anlatım
6.
Aşağıdaki eserlerden hangisi, oluşturulduğu
metin türü bakımından ötekilerden farklıdır?
10. Yazar, bir toplum gerçeğini belirtmek istiyor. Bir
çevreyi, bu çevrenin kişilerini görmüş, biliyor.
Bundan bir roman çıkarmak istemiş. Ne var ki
romanı okuyup bitirdikten sonra, zihnimizde yalnız birtakım olayların izleri kalıyor. Bir de yazarın
bunlara karşı yergici tutumu. Yazarın tutumunu
beğeniyor, öfkesine katılıyoruz. Ama bu, kitabı
deneme ile röportaj arası bir yapıt olmaktan
kurtarmıyor. Daha doğrusu ona bir roman tadı
kazandırmıyor.
A) Anadolu Notları (Reşat Nuri Güntekin)
B) Avrupa’da Bir Cevelan (Ahmet Mithat Efendi)
C) Denizaşırı (Falih Rıfkı Atay)
D) Romanya Mektupları (Ahmet Rasim)
E) Yanan Ormanlarda Elli Gün (Yaşar Kemal)
Bu parçada, aşağıdaki edebiyat türlerinden
hangisine özgü nitelikler ağır basmaktadır?
7.
Kişilerin yaşadıkları ya da tanık oldukları bazı
olayları, bu olayların üzerinden uzun bir zaman
geçtikten sonra anlatmalarıyla oluşan metinlere
---- denir.
A) Günlük
B) Eleştiri
D) Fıkra
C) Anı
E) Makale
(ÖYS 1989)
Bu cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) günlük
B) otobiyografi
11. Türk edebiyatında bu türün örnekleri, Cumhuri-
E) biyografi
ESEN YAYINLARI
D) anı
C) söylev
8.
Aşağıdakilerden hangisi bir kişinin belli bir
topluluğa hitaben yaptığı bir konuşmanın yazıya aktarılmasıyla oluşturulan metinlere örnek gösterilebilir?
A) Röportaj
B) Söylev
D) Anı
C) Söyleşi
E) Mülâkat
yet’ten sonra verilmeye başlanmıştır. Ahmet Haşim’in “Bize Göre” ve “Gurabâhâne-i Laklakan”
adlı yapıtlarındaki kimi parçalar, edebiyatımızda
bu türün ilk örnekleri sayılabilir. Türün en başarılı temsilcisi ise, Nurullah Ataç olarak bilinir. Sabahattin Eyüboğlu, Suut Kemal Yetkin de bu türün ustaları arasında yer alır.
Bu parçadaki sözü edilen yazınsal tür aşağıdakilerden hangisidir?
A) Öykü
B) Anı
D) Deneme
C) Roman
E) Gezi
(ÖYS 1994)
9.
Haber değeri taşıyan önemli ve güncel bir olay,
durum, kişi ya da gelişmeyle ilgili ayrıntılı bilgi veren, bu bilgiye yazarın kişisel görüşlerinin,
gözlemci ve soruşturmacı kişiliğinin eklenmesiyle zenginleşen gazete ve dergi yazılarına “----”
denir.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) röportaj
B) fıkra
D) haber yazısı
C) makale
E) mülâkat
12. Yazarın özgürce seçtiği bir konuda iddia ve
ispatlama kaygısı gütmeden düşüncelerini
konuşma havası içinde “ben”li bir anlatımla
oluşturduğu yazı türüne ne ad verilir?
A) Deneme
D) Röportaj
B) Anı
C) Eleştiri
E) Makale
(ÖYS 1997)
411
Sözlü Anlatım
13. Bu, son bir yıl içinde okuduğum romanlar arasın-
15. Türk edebiyatında gezi türünde birçok yapıt var-
da etkisinden uzun süre kurtulamadığım bir çe-
dır. XVI. yüzyılda Doğu Türkçesiyle yazılmış
viri roman. Yazar, bu romanında öncekilerden
farklı bir yol izlemiş. Bir kahramanın çevresin-
Bâbürnâme ve yine aynı yüzyılda büyük Türk
I
denizcisi Seydi Ali Reis’in Miratü’l Memâlik’i gezi
II
türünde yazılmış ilk yapıtlardandır. Ayrıca
de gelişen bir öykü kurgulamış. Abartıyla yalınlığı, komediyle trajedinin özelliklerini bir arada kullanmış. Bir yıl gibi bir zaman dilimini çok az geri dönüşlerle anlatmış. Haftalarca “çok satanlar”
listesinde yer alan bu çeviri yapıt, Türk okurun-
Yusuf Ziya Ortaç, Reşat Nuri Güntekin,
III
IV
Falih Rıfkı Atay, gezi türündeki eserleriyle
V
tanınmış yazarlarımızdandır.
dan gördüğü ilgiyi Fransız ve İngiliz okurlardan
görmemiş. Bu durum, çevirmenin başarısı olarak
değerlendirilebilir.
Bu parçada aşağıdaki yazı türlerinden hangisine ait özellikler ağır basmaktadır?
Bu parçadaki numaralanmış yerlerin hangi-
A) Makale
sinde bir bilgi yanlışı vardır?
B) Deneme
D) Fıkra
C) Eleştiri
A) I.
E) Günlük
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
(ÖSS 2009 Ed/Sos)
ESEN YAYINLARI
(ÖSS 2006/Ed-Sos)
16. I.
Makale
açıklayıcı nitelik
II. Otobiyografi
3. kişili anlatım
III. Köşe yazısı
güncel sorunlar
ayraç içindeki sözcük getirilirse tanım yanlış
IV. Hitabet
seslenme sözleri
olur?
V. Masal
tekerlemeler
A) ---- yazarın herhangi bir konu üzerinde kesin
Yukarıdaki numaralanmış terimlerden hangisi, karşısındakiyle ilişkilendirilemez?
14. Aşağıdakilerin hangisinde boş bırakılan yere
sonuçlara varmadan, kişisel görüş ve düşüncelerini senli benli bir anlatım içinde verdiği
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
(LYS 2010)
yazı türüdür. (makale)
B) ---- ünlü kişilerin yaşamlarını, yaptıklarını,
yaşadıkları döneme katkılarını anlatan yazı
ve kitaplara denir. (biyografi)
C) Bir kimsenin kendi yaşam öyküsünü kendisinin yazıp anlattığı yapıtlara ---- denir. (otobiyografi)
D) Bir topluluk önünde belirli bir konuda yapılan etkili ve inandırıcı konuşmalara ---- denir.
(nutuk)
E) Bir yazarın, başından geçen ya da tanık olduğu olay ve olguları bilgilerine, gözlemleri-
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilebilir?
ne dayanarak anlattığı yazı türüne ---- denir.
A) röportaj
(anı)
(ÖSS 2007/Ed-Sos)
412
17. Gazete ve dergilerin belli sütunlarında yayımlanan, konusunu güncel, siyasi, toplumsal, kültürel olaylardan ve durumlardan seçen, bunları kanıtlama kaygısı gütmeden işleyen, kısa oylumlu,
yoğun anlatımlı bir yazı türüdür ----. Güncel bir
olayın kişisel görüşe bağlanarak canlı ve çarpıcı bir dille anlatılmasını gerektirir. Anlatım ve dil
ustalığının yanı sıra zengin bir bilgi ve kültür birikimi ister.
B) fıkra
D) makale
C) eleştiri
E) günlük
(LYS 2011)
Sözlü Anlatım
18. Aşağıdakilerin hangisinde konuşmacı, dinleyicileri etkilemek amacıyla yeri geldikçe özellikle duygusal ve coşkusal bir söyleme başvurur?
A) Sempozyum
C) Söylev
21. Tarih, coğrafya, gezi, dil bilgisi gibi çok değişik
konularda yapıtlar veren ve son derece üretken
bir yazar olan ---- daha çok, denemeleri, musahabeleri, fıkraları, hatıraları ve şarkılarıyla Türk
B) Panel
edebiyatında değer ve ün kazanmıştır. Onun bu
D) Forum
tarz yapıtları, Türkiye’nin 1890’dan sonraki kırk
yıllık sosyal tarihini inceleyecek olanlar için vaz-
E) Münazara
geçilmez kaynaklar arasındadır.
(LYS 2011)
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Ahmet Rasim
19. I.
B) Kenan Hulusi Koray
Heşt Behişt
II. Sefaretname-i Fransa
C) Mithat Cemal Kuntay
III. Mecalisü’n-Nefais
D) Ali Canip Yöntem
IV. Tezkiretü’ş-Şuara
E) Tahsin Nahit
(LYS 2011)
V. Makalat
A) I., II., III.
B) I., III., IV.
C) II., III., V.
D) II., IV., V.
E) III., IV., V.
22. Gazete, aşağıdaki türlerin hangisinin gelişiESEN YAYINLARI
Yukarıda verilenlerden hangileri aynı yazınsal türe ait yapıtlardır?
minde etkili olmamıştır?
A) Makale
B) Deneme
D) Röportaj
bakıma Osmanlı İmparatorluğu’nun bazı kurumlarıyla Batı’ya yönelişi demektir. Tanzimat Döneminde Batı’yı yakından tanımış, Batı uygarlığının önemini kavramış kimi Türk aydınları, yaşayış, bilim, sanat ve edebiyat yönünden Batı ile
bağlantılar kurmuşlardı. 1860 yılında Agâh Efendi ile Şinasi’nin birlikte çıkardıkları ---- adlı gazete ile Tanzimat edebiyatı başlamış oldu.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
E) Günlük
(LYS 2012)
(LYS 2011)
20. “Düzenlemeler” anlamına gelen “Tanzimat”, bir
C) Fıkra
23. Ziya Paşa’nın Avrupa dönüşü yayımladığı eser,
Tanzimat yazarlarının hiç değilse yeni edebiyat
kökleşene kadar unutturmaya çalıştıkları divan
şiirini tekrar diriltebilir düşüncesiyle Namık Kemal tarafından amansızca tenkit edildi. Eser çıktığı zaman Magosa’da sürgünde bulunan Namık
Kemal, edebiyatta yenilik yapma yolunda arkadaşı olan Ziya Paşa’nın, böyle birdenbire güçlükle yapılanları da yıkabilecek bir eser çıkarmasına haklı olarak içerledi. Ama bu öfkesini, asabi
bir yazı şeklinde değil, eserin yanlışlarını bir bir
göstererek sağlam, inandırıcı, mantığa dayanan
güçlü bir eleştiri hâlinde ortaya koydu.
Bu parçada Ziya Paşa’nın sözü edilen eseri
aşağıdakilerden hangisidir?
A) Tercüman-ı Ahval
B) Ceride-i Havadis
C) Takvim-i Vakayi
A) Şiir ve İnşa
B) Zafername
D) Tercüman-ı Hakikat
C) Terkibibent
D) Harabat
E) Rüya
E) Tasvir-i Efkâr
(LYS 2013)
(LYS 2011)
413
Sözlü Anlatım
24. Bir gazeteci, söyleşi yaptığı kişinin rahatsız olabileceği bir soruyu, kendisiyle soru arasına mesafe
koyarak üçüncü kişilerin ağzından sormalıdır.
26. Aşağıdakilerin hangisinde bir bilgi yanlışı
vardır?
A) Türk edebiyatındaki ilk şairler tezkiresi, Ali
Şir Nevayi’nin XV. yüzyılın sonlarına doğru Çağatay Türkçesiyle yazdığı Mecalisü’nNefais’tir.
Aşağıdakilerden hangisi bu ilkeye dikkat edilerek hazırlanmış bir sorudur?
A) Çok önemli iki ödül almasına rağmen son romanınızın çok satılmamasının nedeni ne olabilir?
B) Garib-name adlı büyük mesnevisiyle tanınan
Âşık Paşa, devrinin önemli düşünürlerinden
biridir.
B) Bazı eleştirmenler son romanınızın bazı bölümlerinin bir Alman yazarın romanından
alındığını iddia ediyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
C) Divan sahibi olan Ahmedî’nin en iyi bilinen
eserlerinden biri de İskender-name’dir.
D) Şeyhî’nin başlıca edebî eserleri; Hüsrev ü Şirin, Divan ve Har-name’dir.
C) Eserlerinizde soyut konuları ele alışınızın
okuyucuyu yorduğunu düşünmüyor musunuz?
E) Gülşehrî’nin Çeng-name adlı eseri, hem dil
hem de üslup yönünden devrinin önemli
eserlerinden biridir.
(LYS 2013)
D) Bazı yazarlarımızın dediği gibi “Keşke yayımlamasaydım!” diye düşündüğünüz yazılarınız
oldu mu?
(YGS 2013)
25. I.
27. Ben çokça gezerim. Bunlar diplomat gezileri gibi, planlı, programlı şeyler değildir; daima kendi
sınırlarımız içindedir, yelkenli gemiler gibi, esecek rüzgâra göre rota değiştirir. Bazen saatlerce tenha bir istasyonda, tren veya güneşle beraber uyumuş bir kasabanın otelinde uyku beklerim. Fazla bir yağmur veya kar fırtınasından yolları kapanmış bir köyde bir iki gün kalırsam arayıp soranım olmaz. Gün olur, bomboş bir ovanın
ortasında otomobil bozulur. Etrafta dolaşırım yahut eski taş basması Muhammediyelerdeki cennet bağı resimlerini andıran bir ağacın altında
otururum.
ESEN YAYINLARI
E) Eserlerinizde aynı konuyu işleyip durmaktan
kurtulamamanızı neye bağlıyorsunuz?
Tez ve antitez şeklinde savunulabilecek bir
konu belirlenir.
II. En az üçer kişiden oluşan iki grup vardır.
III. İkna edici üslup ve çarpıcı örnekler kullanılır.
IV. Grup başkanları, konuşmacıların ardından
söylenenleri özetler.
Bu parçanın alındığı kitap ve yazar aşağıdakilerden hangisi olabilir?
Yukarıda özellikleri verilen sözlü anlatım türü
aşağıdakilerden hangisidir?
A) Anadolu Notları – Reşat Nuri Güntekin
B) Beş Şehir – Ahmet Hamdi Tanpınar
A) Konferans
B) Münazara
C) Açık Oturum
D) Forum
E) Panel
1. A
2. E
14. A
15. C
414
3. E
16. B
4. A
17. B
C) Frankfurt Seyahatnamesi – Ahmet Haşim
D) Hac Yolunda – Cenap Şehabettin
(LYS 2013)
5. C
18. C
6. E
19. C
E) Çankaya – Falih Rıfkı Atay
7. D
20. A
21. A
8. B
22. E
9. A
23. D,
10. B
24. B
11. D
25. B
(LYS 2013)
12. A
26. E
13. C
27. A
Sözlü Anlatım
KAYNAKÇA
A. Emel Kefeli, Anlatım Tekniği Olarak Mektup, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002.
Yard. Doç. Dr. Abdurrahman Özkan, “Türkçe Sözlük’teki Kısaltma Grupları”, Arayışlar-İnsan Bilimleri Araştırmaları dergisi,
12. sayı, Fakülte Kitabevi, İsparta, 2004.
Ahmet Cemal, Sanat Üzerine Denemeler, Can Yayınları, İstanbul, 2000.
Prof. Dr. Ahmet Topaloğlu, Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1994.
Akşit Göktürk, Sözün Ötesi, 2. baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2000.
Âli Bey, Seyahat Jurnali Dicle’de Kelek ile Bir Yolculuk, hzl. Cahit Kayra, Büke Yayıncılık, İstanbul, 2003.
Ali Şir Nevayî’nin 560. Doğum, 500. Ölüm Yıldönümlerinin Anma Toplantısı Bildirileri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,
2004.
Arı İnan, Enver Paşa’nın Özel Mektupları, İmge Kitabevi, Ankara, 1997.
Atlas dergisi, 103-139-144-159. sayılar, Doğan Burada Rizzoli Yayıncılık, İstanbul, 2001-2004-2005-2006.
Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, 18. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.
Bilge Karasu, Halûk’a Mektuplar, hzl. Halûk Aker, 2. baskı, Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2007.
Bilim ve Teknik dergisi, 498. sayı, TÜBİTAK, Ankara, 2009.
Büyük Türk Klasikleri, 4-13-14. ciltler, Ötüken Neşriyat-Söğüt Yayıncılık, İstanbul, 2004.
Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, Beyan Yayınları, İstanbul, 2004
Cemil Meriç, Jurnal, 1. cilt, 18. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.
Cemil Meriç, Jurnal, 2. cilt, 14. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007.
Cenab Şahabeddin, Hac Yolunda, hzl. Nurullah Şenol, Bordo Siyah Yayınları, İstanbul, 2004.
Cesare Pavese, Yaşama Uğraşı, çev. Cevat Çapan, Can Yayınları, İstanbul, 2005.
Cevdet Kudret, Örneklerle Edebiyat Bilgileri 2, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2005.
Prof. Dr. Doğan Aksan, Anlambilim, Engin Yayınları, Ankara, 1998.
Prof. Dr. Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil, 4. baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2007.
Descartes, Ahlak Üzerine Mektuplar, MEB Yayınları, İstanbul, 1992.
Emin Özdemir, Yazınsal Türler, 5. baskı, Bilgi Yayınları, Ankara, 2002.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme-Kısaltılmış Versiyon, sadeleştirenler Tevfik Temelkuran, Necati Aktaş, Mümin Çevik, Yeni Şafak
gazetesi yayınları, İstanbul, 2007.
Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Cumhuriyet Gazetesi Yayınları, İstanbul, 1998.
Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Pozitif Yayıncılık, İstanbul.
Francis Bacon, Denemeler, çev. Akşit Göktürk, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1998.
Franz Kafka, Milena’ya Mektuplar, çev. Kâmuran Şipal, Cem Yayınevi, İstanbul, 2005.
Fuzulî, Leylâ ile Mecnun, hzl. Muhammet Nur Doğan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2006.
Halide Edib Adıvar, Handan, Can Yayınları, İstanbul, 2007.
Halit Fahri Ozansoy, Edebiyatçılar Geçiyor, Kanaat Kitabevi, İstanbul.
Hece dergisi Eleştiri Özel Sayısı, Hece Yayıncılık, Ankara, 2003.
Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Hayatım, hzl. Ali Y. Baltacıoğlu, Dünya Yayınları, İstanbul, 1998.
İbni Battuta, Büyük Dünya Seyahatnâmesi-Tuhfetû’n-Nûzzâr fî garâibi’l-Emsar ve’l-Acâibi’l-Esfar, çev. Muhammed Şerif Paşa, sadeleştirenler Mümin Çevik-Ali Murat Güven, Yeni Şafak gazetesi yayınları, İstanbul, 2007.
İskender Pala, Kitâb-ı Aşk, 5. baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2006.
Prof. Dr. İsmet Çetişli, Metin Tahlillerine Giriş-1, 4. baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2006.
İsmet Özel, Üç Mesele, 9. baskı, Şule Yayınları, İstanbul, 2001.
Ksenophon, Anabasis, çev. Tanju Gökçöl, 2. baskı, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1988.
Prof. Dr. Leylâ Karahan, Türkçede Söz Dizimi-Cümle Tahlilleri, 6. baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1999.
M. Çağatay Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, 2. baskı, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2001.
415
Sözlü Anlatım
Memet Fuat, Ölünceye Kadar-Günce II, Adam Yayınları, İstanbul, 2003.
Milliyet Sanat dergisi, Röportaj Özel Sayısı, Milliyet Gazetesi Yayınları, İstanbul, 1975.
Minyatür ve Gravürlerle Osmanlı İmparatorluğu, Tarihi Araştırmalar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999.
Montaigne, Denemeler, çev. Hasan İlhan, Alter Yayıncılık, Ankara, 2008.
Murat Belge, Edebiyat Üstüne Yazılar, 2. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006
Prof. Dr. Mustafa İsen, Lâtifî Tezkiresi, Akçağ Yayınları, Ankara, 1999.
Nazım Hikmet, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, 5. baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007.
Nurullah Ataç, Günce, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005.
Nurullah Ataç, Okuruma Mektuplar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007.
Nurullah Ataç, Söyleşiler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008.
Oğuz Atay, Günlük, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998.
Orhan Kural, Gezginin Gölgesi, Beril Yayınları, İstanbul, 2008.
Ömer Lekesiz, Yeni Türk Edebiyatında Öykü, 1. cilt, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 19997.
Platon, Sokrates’in Savunması ve Şölen, çev. Canan Eyi, Gün Yayıncılık, İstanbul, 2001.
Refik Halit Karay, Üç Nesil Üç Hayat, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1996.
Reşat Nuri Güntekin, Bir Kadın Düşmanı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2003.
Dr. Sakin Öner, Örneklerle Kompozisyon Sanatı, Yuva Yayınları, İstanbul, 2005.
Salah Birsel, Kuşları Örtünmek, Ada Yayınları, İstanbul, 1976.
Salah Birsel, Yanlış Parmak, Adam Yayınları, İstanbul, 1992.
Dr. Sedef Kabaş, Soru Sorma Sanatı, Doğan Egmont Yayıncılık, İstanbul, 2009.
Selim İleri, Abdülhak Şinasi Hisar Seçmeler-2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1992.
Seyit Kemal Karaalioğlu, Sözlü Yazılı Kompozisyon Sanatı, 32. baskı, İnkılâp Yayınları, İstanbul.
Suut Kemal Yetkin, Günlerin Götürdüğü, 2. baskı, Varlık Yayınları, İstanbul, 1965.
Prof. Dr. Şerif Aktaş - Doç. Dr. Osman Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım-Kompozisyon Sanatı, 7. baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005.
Şevket Rado, Eşref Saat, 14. baskı, Elips Kitap, İstanbul, 2008.
Türk Dil Kurumu, Güzel Yazılar Denemeler, Türk Di Kurumu Yayınları, Ankara, 1999.
Türk Dil Kurumu, Güzel Yazılar Gezi-Hatıra, 4. baskı, Türk Di Kurumu Yayınları, Ankara, 2007.
Türk Dil Kurumu, Güzel Yazılar Mektuplar, Türk Di Kurumu Yayınları, Ankara, 1997.
Türk Dil Kurumu, Türk Dili Deneme Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1961.
Türk Dil Kurumu, Türk Dili Gezi Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1973.
Türk Dil Kurumu, Türk Dili Günlük Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1962.
Türk Dil Kurumu, Türk Dili Mektup Özel Sayısı, 2. baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2008.
Türk Dil Kurumu, Yazım Kılavuzu, 25. baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2008.
Tomris Uyar, Gündökümü Bir Uyumsuzun Notları I, 2. baskı, Yapı Kradi Yayınları, İstanbul, 2005.
V. Doğan Günay, Metin Bilgisi, Multilingual Yayınları, İstanbul, 200.
Virginia Woolf, Bir Yazarın Güncesi, çev. Fatih Özgüven, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.
Yahya Kemal Beyatlı, Çocukluğum Gençliğim Siyasî ve Edebî Hatıralarım, 3. baskı, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1986.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, 2. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990.
Yaşar Kemal, Bu Diyar Baştanbaşa 2-Yanan Ormanlarda Elli Gün, 3. baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007.
Yusuf Ziya Ortaç, Portreler-Bir Varmış Bir Yokmuş, 2. baskı, Akbaba Yayınları, İstanbul, 1963.
Prof. Dr. Zeynep Kerman, Tanpınar’ın Mektupları, 4. baskı, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2007.
Prof. Dr. Zeynel Kıran - Prof. Dr. Ayşe Eziler Kıran, Dilbilime Giriş, 2. baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2002.
Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Türkiye Türkçesi Grameri-Şekil Bilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2003.
416