11. SINIF DİL VE ANLATIM KONU ANLATIMLI Bu kitap, Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının 15.08.2011 tarih ve 114 sayılı kararı ile değiştirilen 11. Sınıf Dil ve Anlatım Dersi Öğretim Programı’na göre hazırlanmıştır. Genel Müdür Temel Ateş Genel Koordinatör Akın Ateş Eğitim Koordinatörü Nevzat Asma Dizgi, Grafik, Tasarım Esen Dizgi Servisi Görsel Tasarım Hakan Esen Bu kitabın tüm hakları yazarına ve Esen Basın Yayın Dağıtım Limitet Şirketi’ne aittir. Kitabın tamamının ya da bir kısmının elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemiyle çoğaltılması, yayımlanması ve depolanması yasaktır. İsteme Adresi ESEN BASIN YAYIN DAĞITIM LTD.ŞTİ. Bayındır 2. Sokak No.: 34/11-12 Kızılay/ANKARA Telefon: (0312) 417 34 43 – 417 65 87 Faks: (0312) 417 15 78 ISBN : 978 – 9944 – 777 – 60 – 5 Baskı Bahçekapı Mah. 2460. Sok. Nu.:7 06369 Şaşmaz / ANKARA Tel : (0312) 278 34 84 (pbx) www.tunamatbaacilik.com.tr Sertifika No: 16102 Baskı Tarihi 2013 – VIII www.esenyayinlari.com.tr Bu kitabın konusu “öğretici metinler”dir. Kitapta konular şu yöntemle ele alınmıştır: Önce ele alınan konuyla ilgili teorik bilgiler verilmiş, ardından bu bilgiler örnek metinlerden yararlanılarak somutlaştırılmış, daha sonra ölçme-değerlendirme bölümlerine geçilmiştir. Kitapta konunun içeriğine göre beş çeşit ölçme-değerlendirme yöntemi uygulanmıştır: Bilgi-yorum, doğru-yanlış, boşluk doldurma, eşleştirme ve test soruları. Bu soruların cevapları ölçme-değerlendirme bölümlerinin sonuna konan cevap anahtarlarında bulunmaktadır. Cevap anahtarlarında bir tek bilgi-yorum sorularının cevaplarına yer verilmemiş; bu soruları, öğrencilerin kendi cümleleriyle cevaplamaları istenmiştir. Bu kitabın hazırlanması sürecinde derin bilgi birikimi ve yol gösterici tavrıyla katkılarını esirgemeyen Sayın Erdal Elgin’e teşekkür etmeyi bir borç bilir, kitabın eğitim camiamıza faydalı olmasını dilerim. Yusuf ARAS www.yusufaras.com.tr ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve haricî bedhahlarn olacaktr. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atlmak için, içinde bulunacağn vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatann bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün ordular dağtlmş ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hattâ hyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâd! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktr! Muhtaç olduğun kudret, damarlarndaki asîl kanda, mevcuttur! İSTİKLÂL MARŞI Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yldzdr, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Bastğn yerleri “toprak!” diyerek geçme, tan: Düşün altndaki binlerce kefensiz yatan. Sen şehit oğlusun, incitme, yazktr, atan: Verme, dünyalar alsan da, bu cennet vatan. Çatma, kurban olaym, çehreni ey nazl hilâl! Kahraman rkma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarmz sonra helâl... Hakkdr, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl! Kim bu cennet vatann uğruna olmaz ki fedâ? Şühedâ fşkracak toprağ sksan, şühedâ! Cân, cânân, bütün varm alsn da Huda, Etmesin tek vatanmdan beni dünyada cüdâ. Ben ezelden beridir hür yaşadm, hür yaşarm. Hangi çlgn bana zincir vuracakmş? Şaşarm! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarm. Yrtarm dağlar, enginlere sğmam, taşarm. Garbn âfâkn sarmşsa çelik zrhl duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasl böyle bir iman boğar, ‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmş canavar? Arkadaş! Yurduma alçaklar uğratma, sakn. Siper et gövdeni, dursun bu hayâszca akn. Doğacaktr sana va’dettiği günler Hakk’n... Kim bilir, belki yarn, belki yarndan da yakn. Ruhumun senden, İlâhi, şudur ancak emeli: Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli. Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeliEbedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşm, Her cerîhamdan, İlâhi, boşanp kanl yaşm, Fşkrr ruh- mücerred gibi yerden na’şm; O zaman yükselerek arşa değer belki başm. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanl hilâl! Olsun artk dökülen kanlarmn hepsi helâl. Ebediyen sana yok, rkma yok izmihlâl: Hakkdr, hür yaşamş, bayrağmn hürriyet; Hakkdr, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl! Mehmet Âkif ERSOY 1. ÜNİTE: METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI ................................................. 9 Metinlerin Sınıflandırılması ...........................................................................................................10 Hatırlatmalar-Pekiştirmeler 1: Anlatım Türleri .........................................................................14 Hatırlatmalar-Pekiştirmeler 2: Dilin İşlevleri ............................................................................15 Ölçme-Değerlendirme 1: Metinlerin Sınıflandırılması .............................................................16 2. ÜNİTE: ÖĞRETİCİ METİNLER .................................................................... 19 1. Mektup ........................................................................................................................................20 A. Özel Mektup ............................................................................................................................21 Örnek Metinler .............................................................................................................................23 B. Resmî Mektup ........................................................................................................................29 Dilekçe .....................................................................................................................................29 C. İş Mektubu .............................................................................................................................35 Mektubun Diğer Öğretici Metin Türleriyle İlişkisi .........................................................................38 Edebî Metinler ve Mektup ............................................................................................................38 Ölçme-Değerlendirme 2: Mektup ............................................................................................47 Hatırlatmalar-Pekiştirmeler 3: Yazım (İmla) Kuralları..............................................................52 Ölçme-Değerlendirme 3: Yazım (İmla) Kuralları .....................................................................64 Hatırlatmalar-Pekiştirmeler 4: Noktalama İşaretleri.................................................................83 Ölçme-Değerlendirme 4: Noktalama İşaretleri ........................................................................95 2. Günlük (Günce) ........................................................................................................................113 Günlüğün Tarihsel Gelişimi .......................................................................................................115 Örnek Metinler ...........................................................................................................................117 Ölçme-Değerlendirme 5: Günlük...........................................................................................127 Hatırlatmalar-Pekiştirmeler 5: Bağlaşıklık - Bağdaşıklık - Anlatım Bozuklukları ...................132 Ölçme-Değerlendirme 6: Anlatım Bozuklukları .....................................................................148 3. Anı (Hatıra) ...............................................................................................................................163 Anının Tarihsel Gelişimi .............................................................................................................165 Türk Edebiyatında Anı ...............................................................................................................166 Örnek Metinler ...........................................................................................................................168 Ölçme-Değerlendirme 7: Anı (Hatıra) ...................................................................................183 4. Biyografi (Hayat Hikâyesi) - Otobiyografi (Öz Yaşam Öyküsü) ..........................................189 Türk Edebiyatında Biyografi ve Otobiyografi .............................................................................193 Örnek Metinler ...........................................................................................................................195 Ölçme-Değerlendirme 8: Biyografi- Otobiyografi ..................................................................205 5. Gezi Yazısı (Seyahatnâme) .....................................................................................................210 Gezi Yazısının Tarihsel Gelişimi................................................................................................211 Örnek Metinler ...........................................................................................................................217 Ölçme-Değerlendirme 9: Gezi Yazısı (Seyahatnâme) ..........................................................234 6. Sohbet (Söyleşi).......................................................................................................................238 Örnek Metinler ...........................................................................................................................240 Ölçme-Değerlendirme 10: Sohbet (Söyleşi)..........................................................................245 7. Haber Yazısı .............................................................................................................................249 Haber Yazısının Nitelikleri .........................................................................................................251 Gazetecilik Tarihi .......................................................................................................................253 Basın Meslek İlkeleri ..................................................................................................................257 Gazetecilik Terimleri ..................................................................................................................258 Örnek Metinler ...........................................................................................................................260 Ölçme-Değerlendirme 11: Haber Yazısı ...............................................................................265 8. Köşe Yazısı ...............................................................................................................................270 Örnek Metinler ...........................................................................................................................272 Ölçme-Değerlendirme 12: Köşe Yazısı .................................................................................279 9. Deneme .....................................................................................................................................283 Denemenin Tarihsel Gelişimi .....................................................................................................285 Örnek Metinler ...........................................................................................................................286 Ölçme-Değerlendirme 13: Deneme ......................................................................................299 10.Makale ......................................................................................................................................304 Örnek Metinler ...........................................................................................................................306 Ölçme-Değerlendirme 14: Makale ........................................................................................318 11.Eleştiri ......................................................................................................................................323 Edebiyat Eleştirisi ......................................................................................................................324 A. Eserle Dış Dünya Arasındaki İlişkiyi Merkeze Alan Eleştiri Kuramları..................................325 B. Sanatçıyı Merkeze Alan Eleştiri Kuramları............................................................................328 C. Edebiyat Eserini Merkeze Alan Eleştiri Kuramları.................................................................329 D. Okuru Merkeze Alan Eleştiri Kuramları .................................................................................332 Türk Edebiyatında Eleştiri ..........................................................................................................334 Örnek Metinler ...........................................................................................................................336 Ölçme-Değerlendirme 15: Eleştiri .........................................................................................341 3. ÜNİTE: SÖZLÜ ANLATIM .......................................................................... 345 1. Röportaj ....................................................................................................................................346 A. Bir Yeri ya da Bölgeyi Konu Alan Röportajlar .......................................................................346 B. İnsanı Konu Alan Röportajlar ................................................................................................348 C. Eşyayı Konu Alan Röportajlar ...............................................................................................349 Günümüzde Röportaj.................................................................................................................350 Örnek Metinler ...........................................................................................................................350 Ölçme-Değerlendirme 16: Röportaj ......................................................................................368 2. Mülâkat (Görüşme) ..................................................................................................................374 Mülâkatın Aşamaları ..................................................................................................................374 Mülâkat Çeşitleri ........................................................................................................................377 Örnek Metinler ...........................................................................................................................378 Ölçme-Değerlendirme 17: Mülâkat (Görüşme) .....................................................................383 3. Söylev (Hitabet, Nutuk) ...........................................................................................................388 Örnek Metinler ...........................................................................................................................390 Ölçme-Değerlendirme 18: Söylev (Hitabet, Nutuk) ...............................................................403 Ölçme-Değerlendirme 19: Öğretici Metinler - Karma Testler................................................406 Kaynakça.......................................................................................................................................415 Metinlerin Sınıflandırılması MET‹NLER‹N SINIFLANDIRILMASI Metin, birbirini izleyen, sıralı ve anlamlı bütünler oluşturan cümleler/mısralar dizisidir. Bir cümleler/mısralar dizisine “metin” denebilmesi için bu cümlelerin/mısraların, rastlantısal şekilde değil; belli bir düzene göre art arda getirilmesi gerekir. Metinler çeşitli açılardan sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırmaların temelinde şu sorular yer alır? Metin kelimesinin Fransızcadaki karşılığı texte, İngilizcedeki karşılığı texttir. Her iki kelime de kökenbilimsel açıdan Latincedeki textus (dokuma, kumaş) ve texere (dokumak, kumaş üretmek) kelimeleriyle yakından ilişkilidir. Bu kelimeler arasındaki yakın ilişkiden yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Metin, kumaş gibidir. Nasıl ki bir kumaş insanın bazı ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, belli desenler verilerek belli yöntemlerle dokunuyorsa bir metin de insana özgü kimi ihtiyaçları karşılamak üzere belli anlatım türlerine ve metin oluşturma yöntemlerine bağlı kalınarak bir kumaş gibi dikkatlice dokunur. Nasıl ki bir kumaşta her bir desen, her bir düğüm başka desen ve düğümlerle ilişkiliyse bir metindeki her kelime ve cümle de başka kelime ve cümlelerle yakın ilişkilidir. 2. Metin, temelde hangi anlatım türü kullanılarak oluşturulmuştur? 10 3. Metin sözlü anlatımla mı yazılı anlatımla mı oluşturulmuştur? 4. Metin, dilin hangi işlevinden yararlanılarak oluşturulmuştur? Metinler gerçeklikle ilişkileri, işlevleri ve yazılış amaçları bakımından iki ana gruba ayrılarak incelenir: Sanatsal (edebî) metinler ve öğretici metinler. ESEN YAYINLARI Her metin, kendi içinde birim değeri taşıyan dilsel bir bütünlüktür. Kelime, cümle ve paragrafların birer dil birimi olarak başlı başına birer anlam taşımaları gibi bir metin de başlı başına bir birim değeri taşır ve kendisini oluşturan kelime, cümle ve paragrafların anlamlarının toplamından farklı, daha bütünsel bir anlam taşır. Metin (bütün), cümlelerden/mısralardan (parçalardan) oluşan ama cümlelerin/mısraların (parçaların) toplamından farklı bir değer taşıyan dilsel bir düzenlemedir. 1. Metnin, gerçeklikle ilişkisi ne ölçüdedir; işlevi ve yazılış amacı nedir? Sanat; duygu, düşünce ve hayallerin çizgi, renk, biçim, ses, söz ve ritim gibi unsurlarla güzel ve etkili bir biçimde ve kişisel bir üslûpla ifade edilmesidir. Sanatın ayırıcı özelliği; günlük, basit ve sıradan şeylerin üstünde olmasıdır. Her gerçek sanat eseri, “biricik”tir, yani özgündür. Bir resmin, bestenin, şiirin, romanın vb.nin bütün özellikleri dikkate alındığında kendinden önce ortaya konan başka bir sanat eserinin büyük ölçüde benzeri olduğu ortaya çıkıyorsa ona gerçek anlamda sanat eseri denemez. Sanat eseri, insanda coşku ve hayranlık uyandırır. Güzel sanatların bir kolu olan edebiyat; olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatıdır. Bu sanat kullanılarak ortaya konan metinlere edebî metin denir. Edebî metinlerdeki kelime, cümle ve mısraların önemli bir bölümü, günlük dildeki anlamlarından (ilk/gerçek anlamlarından) sıyrılarak yan anlam değeri kazanır. Bu tür metinlerde; sezdirme, hissettirme, çağrıştırma ön planda tutulur; dil çoğunlukla şiirsel işlevde kullanılır, imgeler oluşturulur, kurmaca dünyalar yaratılır. ESEN YAYINLARI Metinlerin Sınıflandırılması “Haber ve bilgi vermek, ikna etmek, kanıları değiştirmek, uyarmak, düşündürmek, yönlendirmek, tanıtmak” gibi amaçlarla kaleme alınan metinlere öğretici metinler denir. Adından da anlaşılacağı üzere öğretici metinlerde temel amaç, okuyucuya bir şeyleri öğretmektir. Öğretici metinlerde çoğunlukla nesnel yargılara yer verilir, yalın ve anlaşılır bir dil kullanılır, süslü ifadelere başvurulmaktan kaçınılır, dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır. Bu tür metinlerde kelimeler, yan ve mecaz anlamlarından çok gerçek anlamlarıyla kullanılır. Felsefi metinler Tarihsel metinler Bilimsel metinler Ö⁄RET‹C‹ MET‹NLER Gazete çevresinde geliflen metin türleri Kiflisel hayat› konu alan metin türleri F›kra Hat›ra Do¤rudan ya da dolayl› olarak sözlü anlat›mla iliflkili olan metinler Makale Biyografi Gezi yaz›s› Sohbet Otobiyografi Deneme Günlük Mektup Elefltiri Haber yaz›s› Röportaj Mülâkat Bir kiflinin belli bir toplulu¤a hitaben yapt›¤› bir konuflman›n yaz›ya aktar›lmas›yla oluflturulan metinler Toplant›lardaki konuflma ve tart›flmalar›n yaz›ya aktar›lmas›yla oluflturulan metinler Münazara metinleri Sunum metinleri Konferans metinleri Söylev metinleri Panel metinleri Forum metinleri Aç›k oturum metinleri Sempozyumlardaki tart›flmalar›n metinleri 11 Metinlerin Sınıflandırılması SANAT MET‹NLER‹ (EDEBÎ MET‹NLER) Coflku ve heyecan› dile getiren metinler Olay çevresinde geliflen edebî metinler Serbest fliir Koflma Sagu Manzum hikâye Kaside Her tür fliir Semai Sone Gazel Murabba Destan Fabl Köy seyirlik oyunlar› Masal Anlatmaya ba¤l› edebî metinler Mesnevi Öykü Roman Halk hikâyesi Orta oyunu Dram Meddah Göstermeye ba¤l› Trajedi edebî metinler Komedi Karagöz Modern tiyatro Yukarıdaki sınıflandırma bu metin türlerinin genel özellikleri dikkate alınarak yapılmıştır. Bazı metinler, bu sınıflandırmanın dışına çıkacak nitelikler taşıyabilir. Söz gelimi bir gezi yazısı, öğretici bir metin olmakla birlikte edebî metinlerin bazı özelliklerini de taşıyabilir. Metni yazan kişi, gezip gördüğü yerleri tanıtıp bu yerlerle ilgili açıklamalar yapmakla birlikte sanatsal ifadelere, çağrışım gücü yüksek kelimelere hatta imgesel değer taşıyan ifadelere de başvurabilir. Böylelikle bu metin, bir sanat metni olarak da değerlendirilebilir. Hayal edilenlerin anlatılması, edebî metinlerde dile getirilen olayların benzerlerinin gerçek dünyada karşılıklarının olmadığı anlamına gelmez. Aksine edebî metinlerin birçoğu, insana ve dış dünyaya özgü her türlü gerçekliği dile getirmeleri yönüyle somut hayatın gerçekleriyle iç içedir. Ama bu iç içelik, edebî metinde yaratılan dünyanın gerçek dünyayla her anlamda örtüşmesini gerekli kılmaz. Edebiyatçıların 12 elinden çıkan her metin, insan elinden çıkan her ürün gibi bu dünyayla, içinde bulunulan zaman ve mekânla ilgili olmakla birlikte bu dünyanın sınırlarını aşan, imgelerle zenginleşen, insanın daha çok düş gücüne seslenen, okuyucuda estetik hazlar uyandıran bir yapıya ve anlatıma sahiptir. ESEN YAYINLARI Edebî metinler, insana ve dış dünyaya özgü her türlü gerçekliğin duygu ve düşünce ögeleriyle birleştirilip kurmaca bir dünyada yeniden yaratılmasıyla oluşturulur. Bir edebiyat terimi olarak kurmaca dünya, gerçek olandan hareketle ve gerçek olanla ilişkilendirilerek kurulan hayalî dünya demektir. Edebî metin, kurmaca olması yönüyle hayal gücünden az ya da çok ama mutlaka yararlanmak durumundadır. Öğretici metinler, gerçekleri olduğu gibi yansıtırken edebî metinler bu gerçekleri yeniden yaratarak yansıtır. Öğretici metinler “olan”ları, somut dünyanın gerçeklerini anlatırken edebî metinler “olmadığı hâlde varmış” gibi düşünülenleri yani hayal edilenleri anlatır. Edebiyattaki gerçeklik, somut gerçeklerin düşsel dünyada yeniden yaratılmasıyla oluşturulur. Söz gelimi edebî metinlerin teması olan bazı olay ve durumlar, öğretici metinlerde de ele alınabilir. Bir romanda anlatılan kişiler, mekânlar, olaylar, bir tarih kitabında da anlatılabilir. Ama tarihçi bunları anlatırken bilimsel bakış açısının dışına çıkmamaya özen gösterir, gerçek kişileri ve yaşanmışlığı kesin olan olayları anlatır. Edebiyatçı ise bu gerçeklerden yararlanır ama bunları olduğu gibi anlatmaz. Bir romanda anlatılan olay, kişi, mekân ve nesnelerin gerçekliği, o romanın ilk sayfasıyla son sayfası arasında yer alan kurmaca dünya bağlamında anlam kazanır. Edebî metinlerde dile getirilenler, doğrulukyanlışlık ölçütüne göre değerlendirilemez. Bu Metinlerin Sınıflandırılması Edebî metinlerle öğretici metinler arasındaki önemli farklardan biri de bu metinlerin farklı yorumlamalara açık olup olmadıklarıyla ilgilidir. Edebî metinler, sanat eseri olmaları yönüyle farklı bağlamlarda farklı anlamlara gelebilir. Yani bir edebî metin, o metni okuyan herkese farklı şeyler hissettirebi- lir; onu okuyan herkes, o metinden farklı bir anlam çıkarabilir. Böyle bir durum öğretici metinler için söz konusu olamaz. Çünkü öğretici metinler, bir şeyleri açıklama, tanıtma, öğretme amacıyla kaleme alınır. Bu tür metinleri okuyanların, okudukları metinlerESEN YAYINLARI eserlerde dile getirilenler ancak sanatsal olmak-sanatsal olmamak bağlamında değerlendirilebilir. Öğretici metinlerde ise bu ölçütler tamamen değişir. Söz gelimi öğretici metinlerle ilgili olarak “Bu köşe yazarının anlattıkları doğru değil! Bu makalede yanlış bilgilere yer verilmiş! Bu kitapta anlatılanlar gerçeklerle örtüşmüyor!” gibi ifadeler kullanmak mümkünken bir şiir ya da öyküde anlatılanlar için “Bunlar gerçeklerle örtüşmüyor! Burada anlatılanlar doğru değil!” gibi ifadeler kullanmak mümkün değildir. den aynı şeyleri anlamaları, bu metinlerin temel oluşturulma nedenidir. Edebî metinler, edebiyatçıların, çağlar boyunca kendilerini ve doğayı ya anlatarak ya göstererek ya da coşku ile dile getirerek ifade etmeleri yoluyla oluşturulmuştur. “Anlatma” ile destandan modern romana kadar oluşan metinler, “gösterme” ile ilk tiyatro denemelerinden günümüze kadar gerçekleşen tiyatro metinleri, “coşku ile dile getirme” ile de her türlü şiir ortaya çıkmıştır. Metinleri anlatım türlerine göre sınıflandırmak çok zordur. Çünkü tek bir anlatım türü kullanılarak oluşturulmuş metinlerin sayısı çok azdır. Söz gelimi romanlar, çoğunlukla öyküleyici, betimleyici, açıklayıcı ve söyleşmeye bağlı anlatım türlerinin bir arada kullanılmasıyla oluşturulur. Benzer bir durum öğretici metinler için de söz konusudur. Aşağıdaki sınıflandırma, metinlerin genel özellikleri dikkate alınarak yapılmıştır. OLUfiTURULDUKLARI ANLATIM TÜRLER‹NE GÖRE MET‹NLER Öyküleyici anlat›mla oluflturulan metinler Tarihsel metinler Kiflisel hayat› konu alan metinler Anlatmaya ba¤l› edebî metinler Aç›klay›c›-kan›tlay›c› anlat›mla oluflturulan metinler Söyleflmeye ba¤l› anlat›mla oluflturulan metinler Coflku ve heyecana ba¤l› anlat›mla oluflturulan metinler Felsefi metinler Mülakat fiiirler ve fliirsel nitelik tafl›yan di¤er metinler Bilimsel metinler Röportaj Makale Söylefli (sohbet) Deneme Göstermeye ba¤l› edebî metinler F›kra Do¤rudan ya da dolayl› olarak sözlü anlat›mla iliflkili olan metinler Elefltiri Haber yaz›s› 13 Metinlerin Sınıflandırılması HATIRLATMALAR PEKİŞTİRMELER 1 ANLATIM TÜRLERİ 1. Öyküleyici anlatım: Bir anlatıcının bir olayı veya birbiriyle ilişkili birden çok olayı (olay örgüsünü) anlatması esasına dayanan bu anlatım türünde en önemli ögeler şunlardır: Olay, kişi, zaman, mekân, anlatıcı. mesi, silinmesi ya da düzenlemesine öğrenme denir. Öğretici anlatım, öğrenme amacının gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla oluşturulan metinlerde kullanılan anlatım türüdür. Öğretici anlatımda, yapılan açıklamalar ve verilen bilgilerle kişide herhangi bir davranış ya da yeteneğin geliştirilmesi, değiştirilmesi, silinmesi ya da düzenlenmesi amaçlanır. Yani metin, açıklayıcı anlatıma göre daha somut beklentilerle kaleme alınır. 3. Coşku ve heyecana bağlı anlatım (Lirik anlatım): Heyecan, coşku, mutluluk, hüzün; dinî duyarlılık, derin düşünce gibi daha çok soyut durumların, okuyucuyu etkileyecek, duygulandıracak ve onda hayranlık uyandıracak şekilde dile getirildiği metinlerde kullanılan anlatım türüne “coşku ve heyecana bağlı anlatım” denir. 4. Destansı (Epik) anlatım: Destansı anlatım, tarihî olay ve kişilerin olağanüstülükler temelinde, heyecan ve coşku uyandıracak şekilde anlatılmasıdır. Destansı anlatımın çıkış noktası, doğal destanlardır. 5. Emredici anlatım: Anlatıcının, okuyucuyu bir iş yapmaya, bir eylemde bulunmaya, bir davranışı gerçekleştirmeye zorladığı ya da okuyucuya bu konularda telkin ve önerilerde bulunduğu metinlerde kullanılan anlatım türüne “emredici anlatım” denir. 6. Açıklayıcı anlatım: Açıklayıcı anlatım, okuyucunun eksik ya da yanlış bildiği ya da hiç bilmediği bir konuda, ona doğru ve yeni bilgiler sağlamayı ve onu bilgilendirmeyi amaçlayan metinlerde kullanılır. Açıklayıcı anlatımda yazar, okuyucuyu bir konu/ sorun hakkında aydınlatmayı ve bilgilendirmeyi temel öncelik olarak belirler. Yazdığı metinle bir belirsizliği ortadan kaldırmayı, bir karşıtlığa çözüm getirmeyi, ya da bir sorunu çeşitli açılardan irdelemeyi amaçlar. Bu tür metinlerde genellikle bir konu/sorunla ilgili niçin ve nasıl sorularının cevapları vardır. 7. Öğretici anlatım: İnsanın doğuştan getirdiği davranış ve yeteneklerinin geliştirilmesi, değiştiril14 ESEN YAYINLARI 2. Betimleyici anlatım: Betimleme, okuyucunun duyularıyla algılayabileceği bir nesne, kişi ya da mekânı, duyu organlarını kullanmadan kelimeler aracılığıyla algılaması ve bunları hayal gücüyle zihninde canlandırabilmesi için nesne, kişi ve mekânların bir anlatıcı tarafından ayrıntılı olarak tanıtılmasıdır. 8. Kanıtlayıcı anlatım: Kanıtlamak, bir düşünceye katılmama nedenini belirterek o düşünceden farklı bir düşünceyi ortaya koymak ve bu düşüncenin başkalarınca kabul edilmesini sağlamaktır. Kanıtlayıcı anlatımın temel amacı, inandırma, aydınlatma, kendi görüşünü bir başkasına kabul ettirmedir. Açıklayıcı anlatımda bilgilendirme ve öğretme; kanıtlayıcı anlatımda doğru bilinenlerin yanlış, yanlış bilinenlerin de doğru olduğunu kanıtlama amacı vardır. 9. Tartışmacı anlatım: Tartışmacı anlatım, birçok açıdan kanıtlayıcı anlatımla benzerlik gösterir. Bu anlatım türüyle oluşturulan metinlerde çoğunlukla güncel olay, konu ve sorunlar; söz dalaşı ya da kalem kavgası olarak da nitelendirilebilecek bir üslupla ele alınır. Bu anlatım türünde ahlak, din ve toplumla ilgili genel tutumlar değerlendirilir, yanlışlıklar ortaya konulup bazı tutum ve görüşler hiçe sayılır. Bu tür metinlerde, eleştirilen tarafı düşman gibi görme ve onun görüşlerini zorlama ya da kışkırtmaya dayalı bir kanıtlanma biçimiyle çürütme ve o kişiyi gülünç duruma düşürme amacı vardır. 10. Düşsel (Fantastik) anlatım: Düşsel anlatım, tamamen hayal ögesine dayanır. Gerçek dünyanın olmazları, imkânsızları, gerçek dışılıkları; bu anlatım türüyle oluşturulan metinlerde birer gerçeğe dönüşür. Düşsel anlatımla oluşturulan metinlerde olağanüstü yeteneklere sahip kahraman, büyücü, cadı ve yaratıklara, gerçek dışı durum ve olaylara, bilimsel ve güncel bilgiyle açıklanamayacak hatta çoğunlukla bunlarla çelişecek durum, eylem ve nesnelere sıkça rastlanır. Masallar ve efsaneler fantastik metinlerin çıkış noktası sayılabilir. Metinlerin Sınıflandırılması monologlardan) oluşan bölümlerinde ve günlük hayatta konuşmalarla gerçekleştirilen her tür iletişimde kullanılan anlatım türüdür. ESEN YAYINLARI 11. Gelecekten söz eden anlatım: Adından da anlaşılacağı üzere bu anlatım türü; gelecekten haber veren, daha sonra gerçekleşecek olay ve durumlarla ilgili tahminlerde ve varsayımlarda bulunan metinlerde kullanılır. Yazarın temel amacı, okuyucuyu daha sonra gerçekleşecek bazı olaylarla ilgili olarak önceden bilgilendirmektir. Bu anlatım türüyle oluşturulan metinlerin bir kısmı bilimsel ölçütlere; bir kısmı da bilim kurguya, kehanetlere, dinsel, felsefi ve siyasi görüşlere dayanır. ğurur. DİLİN İŞLEVLERİ 1. Dilin göndergesel işlevi: Göndergesel işlev, dilin, nesnel bilgilerin aktarılması sırasında kazandığı işlevdir. Bu, başka bir ifadeyle dilin bilgi verme işlevidir. Öznel ifadelerin kullanılmadığı, objektif değerlendirmelerin yer aldığı her tür öğretici metinde dil, göndergesel işlevde kullanılır. 4. Dilin kanalı kontrol işlevi: Bir ileti, iletişimin devam edip etmediğini öğrenmek amacıyla düzenlenmişse dil, o iletide kanalı kontrol etme işlevinde kullanılmıştır. Dilin kanalı kontrol işlevinde, oluşturulan cümlelerin anlamsal içerikleri çok da önemli değildir. Bu cümlelerin kurulmasındaki asıl amaç, iletişimin devam edip etmediğini öğrenmektir. Bir telefon görüşmesinde geçen “Alo, beni duyuyor musun? Sesim geliyor mu? Beni dinle, uyuma!” gibi iletiler, dilin kanalı kontrol işlevine örnek gösterilebilir. Hiçbir metin hatta hiçbir iletişim, dilin, sadece kanalı kontrol işlevinden yararlanılarak oluşturulamaz. 5. Dilin dil ötesi işlevi: Dilin dil ötesi işlevinde iletiler, dili açıklamak, dille ilgili bilgi vermek amacıyla düzenlenir. Dil bilim ve dil bilgisi konularının ele alındığı her tür öğretici metinde dil, çoğunlukla bu işlevde kullanılır. ESEN YAYINLARI 3. Dilin alıcıyı harekete geçirme işlevi: Okuyucuda tepki ve davranış değişikliği yaratmayı amaçlayan, okuyucunun bazı şeyleri yapmasını bazı şeyleri de yapmamasını isteyen iletilerin sıkça yer aldığı metinlerde dil alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılır. lemin doğruluğundan emin olması, düştüğü durumu dıklarını olağanmış gibi karşılaması, gülünçlüğü do- 2 2. Dilin heyecana bağlı işlevi: Bir metindeki iletiler, yazarın ele aldığı konuyla ilgili duygu ve heyecanlarını dile getirmek amacıyla oluşturulmuşsa o metinde dil ağırlıklı olarak heyecana bağlı işlevde kullanılmıştır. Dilin göndergesel işlevinde nesnellik, heyecana bağlı işlevinde öznellik hâkimdir. ne mizahi anlatım denir. Bir kişinin normalden sapan davranışlarını kendisinin normal sayması, yaptığı eyyadırgamaması, bu nedenle de sakin olması ve yaşa- 12. Söyleşmeye bağlı anlatım: Söyleşmeye bağlı anlatım, metinlerin konuşmalardan (diyalog ve HATIRLATMALAR PEKİŞTİRMELER 13. Mizahi anlatım: Güldürme ögesinin ön planda tutulduğu metinlerde kullanılan anlatım türü- 6. Dilin şiirsel (poetik, sanat) işlevi: İmgeye ve kurmacaya dayalı metinlerde (edebî metinlerde) dil, çoğunlukla şiirsel işlevde kullanılır. Edebî metnin, edebî metin olmasının dışında önemli bir amacı yoktur. Söz gelimi lirik anlatımla kaleme alınan bir şiirin amacı, o şiirin kendisidir. Bir edebî metnin gerçekliği, o metnin kendisindedir. Bu gerçeklik, kurmaca bir dünyanın ürünüdür. Dilin şiirsel işleviyle oluşturulan metinlerde kurmacanın egemen olması, bu metinlerdeki iletilerin insandan, hayattan ve yaşanılan dünyadan tümden soyutlandığını göstermez. Bu işlevde dil, insana özgü durumları sanatsal gerçekliğe dönüştürmede bir araç olarak kullanılır. Burada karşımıza çıkan gerçeklik, sanata özgü (sanatsal) gerçekliktir. Dilin şiirsel işlevinin kullanıldığı metinlerde yazar/şair, okuyucuda estetik etkiler uyandırmak için dili istediği gibi kullanır, kendi özgün üslubunu oluşturmak için bir anlamda dili yeniden yaratır. Edebî sanatlardan, karşılaştırmalardan, çağrışım gücü yüksek kelimelerden yararlanarak imgeler oluşturur, kelimelere yeni anlamlar yükler, kurmaca dünyalar yaratır. 15 Metinlerin Sınıflandırılması ÖLÇME – DEĞERLENDİRME 1 Metinlerin Sınıflandırılması BİLGİ - YORUM Sanat metinleriyle öğretici metinler arasında ne tür farklar vardır? 6. Bir kişinin belli bir topluluğa hitaben yaptığı bir konuşmanın yazıya aktarılmasıyla oluşturulan metinler hangileridir? 2. Metinleri, oluşturuldukları anlatım türleri bakımından sınıflandırınız. 7. Edebî metinlerin farklı yorumlamalara açık olmasının temelinde ne yatmaktadır? 3. Olay çevresinde gelişen edebî metinler hangileridir? 8. Dilin sadece kanalı kontrol işlevinden yararlanarak bir metin oluşturmak mümkün müdür? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız. 4. Gazete çevresinde gelişen metin türleri hangileridir? 9. Edebî metinlerde dile getirilenleri, doğruluk-yanlışlık ölçütüne göre değerlendirmek mümkün müdür? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız. 5. Sanatsal gerçeklik nedir? Sanatsal gerçeklikle nesnel dünyanın somut gerçekleri arasında nasıl bir ilişki vardır? 10. Öyküleyici anlatım, hangi metin türlerinde daha çok kullanılır? 16 ESEN YAYINLARI 1. Öğretici Metinler 1. MEKTUP Mektuplar, oluşturulma amaçlarına göre üç ana İnsanoğlu, iletişim, başka bir deyişle haberleş- grupta incelenebilir: me ihtiyacını karşılamak için en eski çağlardan beri çeşitli yollar aramış, bu amaçla gerek dil dışı gös- 1. Özel mektuplar tergelerden gerekse de dil göstergeleri olan kelimelerden yararlanma yoluna gitmiştir. Başta sadece bi- 2. Resmî mektuplar rer ses birimi olarak varlık gösteren ve insanların konuşarak iletişim kurmalarını sağlayan kelimeler, yazı- 3. İş mektupları nın icadıyla birlikte; tabletlere, kayalara, hayvan derilerine, kâğıtlara vb.ne kaydedilmeye başlanmış, böylece daha somut bir göstergeye dönüşerek kalıcılık niteliğini kazanmış; mektup da bu süreçte insan hayatına girmiştir. Şüphesiz ilk mektubun yazılışından günümüze kadar mektup; işlev, içerik, şekil, dil ve anlatım, gön- belli konularda haber vermek ya da emir ve istekleri bildirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Mektubun duyguları bildirme işlevi çok sonraları gerçekleşmiştir. ESEN YAYINLARI derilme biçimi vb. bakımlardan çeşitli değişikliklere uğramıştır. Söz gelimi tarihteki ilk mektuplar, sadece Mektup türündeki önemli gelişmelerden biri de teknolojinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla yaşanmıştır. Günümüz mektupları “posta yoluyla gönderilen, zarfa konulmuş yazılı bir kâğıt olma” niteliğinden büyük oranda sıyrılmış ve daha çok elektronik ortamda gönderilen birer ileti olma niteliğini kazanmıştır. Elektronik mektup, mektubun oluşturulma amacından yola çıkılarak yapılan bir sınıflandırmada bir mektup çeşidi olarak değerlendirilemez. Çünkü elektronik mektup, oluşturulma işlevinden değil gönderildiği ortamın özelliğinden ötürü bu ismi almaktadır. Söz gelimi bir özel mektup, postayla da İnternet’le de gönderilebilir. Bu mektup İnternet aracılığıyla gönderildi diye özel mektup olmaktan çıkmaz. Sadece elektronik ortamda gönderildiği için aynı zamanda elektronik mektup olma niteliğini kazanır. 20 Öğretici Metinler A. ÖZEL MEKTUP Öğretici metinler çoğunlukla giriş, gelişme ve Akraba, arkadaş, dost, tanıdık, meslektaş vb. olmaları yönüyle aralarında ilişki bulunan kişilerin birbirlerine yazdıkları mektuplara özel mektup denir. Özel mektuplarda kurumsal ilişkiler, resmî konular değil, sadece alıcıyı ve göndericiyi ilgilendiren özel konular ele alınır. sonuç bölümlerinden oluşur. Mektuplarda giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinin olmasını, bir zorunluluk değil, anlatmayı ve anlamayı kolaylaştıran yapısal bir düzenleme olarak görmek daha doğrudur. Giriş bölümü, mektubun yazılış nedeninin belir- Özel mektuplar, birbiriyle konuşma ihtiyacı hisseden kişilerin karşılıklı konuşmalarının mümkün olmadığı durumlarda başvurdukları tek taraflı bir konuşma gibidir. Mektubu, konuşmadan ayıran temel fark, dönütün (geri bildirimin) ya geç gelmesi ya da hiç gelmemesidir. Bir konuşma esnasında konuşan kişilerden biri bir şey söylediği ya da sorduğu zaman, diğer kişi de ona karşılık (diyalog) verir ve konuşma bu şekilde sürüp gider. Mektupta böyle bir durum söz konusu olamaz. Bir mektubun dönütü, o mektuba cevap olarak yazılacak başka bir mektuptur. Ele alınan konunun niteliği ve mektubun göndericisi ile alıcısının birbirlerine karşı özel durumları, mektubun dil ve anlatım özelliklerini belirleyen ana etkenlerdir. Her mektup aynı üslupla yazılmaz. Söz gelimi sevinçli bir haberin verileceği bir mektupla üzücü bir olayın anlatılacağı bir mektup aynı üslup özelliklerini taşımaz. Benzer bir durum, aynı konuda farklı kişilere yazılmış mektuplar için de söz konusudur. Üniversite sınavında tıp fakültesini kazanan bir gencin bu haberi vermek için mektup yazdığı kişilerden biri, doktor olmak istemesine karşın ailevi sorunlardan ötürü eğitimini yarım bırakmış bir çocukluk arkadaşı; bir diğeri de mesleği doktorluk olan bir amcasıysa, bu mektupların üslup özelliklerinin, hitap ve ifade tarzlarının birbirinden farklı olması son derece doğaldır. Özel mektuplarda konu dışına çıkılmamalı, alıcıyı ilgilendirmeyecek ayrıntılara yer verilmemelidir. Duygu ve düşünceler; kısa cümlelerle, duru, yalın, özentisiz, içten ve anlaşılır bir dille anlatılmalıdır. Özel mektubun, değerini ve etki gücünü içtenlikli bir anlatımla oluşturulmasından alan bir metin türü olduğu unutulmamalıdır. rak bildiren cümlelerle ortaya konur. Gelişme bölümü mektupta asıl anlatılmak istenenlerin ortaya konduğu, ayrıntılara girildiği bölümdür. Bir mektupta birden çok konu üzerinde durulabilir. Böyle bir durumda konudan konuya atlanmamalı, her konu ayrıntılarıyla ortaya konduktan sonra ayrı bir konuya geçilmeli, her konu ayrı bir paragrafta ele alınmalıdır. Mektup sevgi, saygı ve iyi dileklerin bildirildiği sonuç bölümüyle tamamlanır. ESEN YAYINLARI Özel mektuba konu yönünden bir sınır çizilemez. Dostlar, arkadaşlar, akrabalar vb. arasında konuşulabilecek her tür konuda özel mektup yazılabilir. tildiği bölümdür. Bu neden, genellikle özlem ve me- Mektupların bir araya getirilerek kitaplaştırılmasının hem Doğu hem de Batı edebiyatlarında çok eskilere dayanan bir geçmişi vardır. Mektupların eski edebiyatımızdaki kitaplaştırılma süreci, münşeatlar ve mektubatlar aracılığıyla ilerlemiştir. Münşeat, farklı konularda düz yazıyla oluşturulmuş metinlerin bir araya getirildiği eserlerin genel adıdır. Münşeatlarda özellikle süslü nesirle oluşturulmuş tarih, tasavvuf metinlerine ve mektuplara yer verilmiştir. Mektubatlar ise sadece mektuplardan oluşan eserlerdir. Özel mektupların kitaplaştırılması süreci Tanzimat’la birlikte hız kazanmış; günümüze kadar birçok kişinin özel mektupları, bu mektupların alıcıları ya da araştırmacılar tarafından bağımsız eserlerde bir araya getirilmiştir. Kendi yazdıkları mektupları kitaplaştıran yazarlar da vardır. Özel mektuplarda konunun içeriğine göre dil farklı işlevlerde kullanılır: Dil; olay, durum, kişi vb. ile ilgili gerçek bilgilerin aktarıldığı, bunlarla ilgili haberlerin verildiği bölümlerde göndergesel işlevde; ele alınan konuyla ilgili duygu ve heyecanların dile getirildiği, öznel değerlendirmelerin yapıldığı bölümlerde heyecana bağlı işlevde; göndericinin alıcıdan bir şeyler yapmasını istediği bölümlerde ise alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılır. 21 Öğretici Metinler Özel mektupların biçim özellikleri şunlardır: Bazı özel mektuplarda akraba, dost ve ar- 1. Mektup, temiz ve düzgün bir kâğıda, siyah ya da mavi mürekkepli bir kalemle yazılır. Günümüzde mektupların bilgisayarla yazılması hoş karşılansa da en doğrusu özel mektubun elle, mümkünse el yazısıyla yazılmasıdır. Mektup kâğıdının beyaz ve çizgisiz olması gerekir. Renkli ve süslü kâğıtlara mektup yazmak, mektup yazımında kurşun kalem ve renkli kalem kullanmak doğru değildir. kadaşların günlük konuşmalarında ele alınabilecek konular değil de belli bir uzmanlık alanıyla ilgili özel konular ele alınır. Edebî mektup, felsefi mektup, düşünsel mektup gibi isimler alan bu tür özel mektuplar, kişiden kişiye gönderilmeleri ve özel mektupların biçimsel özellikleri taşımaları yönüyle diğer özel mektuplarla benzerlik gösterir. Aralarındaki temel fark, bu mektuplarda kişisel konuların yanında düşün- 2. Mektubun yazıldığı yer ve tarih, kâğıdın sağ üst köşesine yazılır. sel ve edebî konuların da ele alınabilmesidir. Konu düşünsel içerikli olunca, anlatım da is- Van, 22 Şubat 2012 ter istemez bundan etkilenmekte ve diğer özel Çorum, 17 Ağustos 2013 mektuplarda görülen içten anlatım bu mektup- Sevgili Kardeşim, larda giderek kaybolmaktadır. Bu tür metinlerde çoğunlukla ciddi, bazen de yapmacıklı, süslü ve kapalı, kimi zaman da yoğun bir anlatım ESEN YAYINLARI 3. Mektup bir hitap sözüyle başlar. Bu hitap, mektup yazılan kişiyle mektubu yazan kişi arasındaki özel durum dikkate alınarak belirlenir. Hitap sözünün, tarih ve yerin yazıldığı hizadan biraz aşağıda, sol üst köşede satırbaşı yapılarak yazılması gerekir. Hitaplarda her kelime büyük harfle başlar ve hitap sözünden sonra virgül konur. vardır. Bu anlamda edebî ve felsefi içerikli özel mektuplar, düşünürlerin ve edebiyatçıların, uzmanı oldukları alanlardaki ciddi konuşmalarına; diğer özel mektuplar ise dost, arkadaş ve akrabaların samimi konuşmalarına benzetilebilir. Aziz Dostum, Değerli Arkadaşım, 4. Mektubu yazan kişinin ismi ve soy ismi, mektubun sağ alt köşesine yazılır; imza, ismin ve soy isminin yazıldığı yerin altına atılır. 5. Mektubu yazan kişinin adresi sol alt köşeye yazılır. Adres bildirmek, her mektup için zorunlu değildir. Adres, mektup yazanın adresinin bilinmediği ya da bilinen adreste bir değişiklik olduğunda yazılmalıdır. Sürekli mektuplaşılan bir kişiye her mektupta aynı adres bilgilerini bildirmek doğru değildir. 6. Yazımı tamamlanan mektup, temiz bir zarfa konur. Gönderenin adresi sol üst köşede, alıcının adresi ise sağ alt köşede yer alacak şekilde yazılır. Adreste yer alan her kelime büyük harfle başlar ve adres bilgileri okunaklı bir yazıyla yazılır. 22 Özel mektuplarda kullanılan anlatım türleri, ele alınan konuya göre farklılık gösterir: Akraba, arkadaş, dost vb. olmaları yönüyle aralarında yakın ilişki bulunan kişilerin birbirlerine yazdıkları mektuplarda daha çok söyleşmeye bağlı anlatım, açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım, emredici anlatım kullanılırken edebiyatçıların ve düşünce adamlarının birbirlerine yazdıkları edebî ve felsefi içerikli özel mektuplarda bu anlatım türlerinin yanında tartışmacı, öğretici ve kanıtlayıcı anlatım türleri de kullanılabilir. Öğretici Metinler ÖZEL MEKTUP ÖRNEK METİN 1 Hürrem Sultan’ın, Irakeyn Seferi’ne (1533-1535) çıkan Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı mektup Hazreti Sultanım, Yüzümü yere koyup mutluluk sığınağı ayağınızın topraklarını öperim. Benim talihimin güneşi ve mutluluğumun sermayesi sultanım! Eğer bu ayrılık ateşine yanmış, ciğeri kebap, sinesi harap olmuş, gözleri yaş dolu, gecesi gündüzü belirsiz, hasret deryasına gömülmüş, çaresiz, aşkınız ile müptela, Ferhat ve Mecnun’dan beter şeydâ (aşkından aklını yitirmiş) kölenizi sorarsanız; ne zamandır ki sultanımdan ayrıyım; bülbül gibi ah u feryadım dinmiyor, ayrılığınızdan ötürü öyle bir hâlim var ki Allah, kâfir kullarına dahi vermesin. Benim mutluluğum, talihim, sultanım! Bir buçuk ay oldu, sizden bir haber gelmedi. Bu nedenle, Allah biliyor ki bir türlü rahatlık yüzü görmedim. Gecelerden gündüzlere gündüzlerden gecelere kadar ağlayıp kendi hayatımdan vazgeçtim; cihan, gözüme dar oldu. Ne yapacağımı bilemeden ağlayıp gözyaşları içinde kapıları gözlerken o tek olan Rabbü’l-âlemîn, âleme rahmet eden Subhân-ı yezdân, cümle âleme lütufta bulundu: Fetih haberinizi ve müjdeli haberlerinizi bize yetiştirdi. Hak Teâlâ Hazreti’ne bin bin şükürler! Benim pâdişâhım, benim sultânım! Bu haberi işitince, Allah biliyor ki, ölmüştüm, taze cân buldum. Herkes, yüce Allah’ın dergâhına kapandı, her yerde şenlikler düzenlendi. Bütün âlem karanlıklar içinden çıkıp Hakk’ın rahmet nuruna gark oldu. Elhamdülillah! Benim sultanım, benim padişahım, dünya ve ahiret sultanı dayanağım, dünyaya baktığım iki gözümün nuru, şahım! Savaşlarda düşmanlarınız toprak olsun, memleketler alıp yedi iklimi ele geçiresiniz, insanlar ve cinler emrinize itaat etsin! Allah, sizi belâ ve kazalardan saklasın, mübarek gönlünüzden geçen ne muradınız varsa Allah sizi onlara kavuştursun! Hızır İlyas yardımcınız olsun. Bütün âlem, sayenizde hoşça geçinip sevinçli ve mutlu olsun. Hemen o yüce Allah’tan ümidim ve isteğim odur ki tezcecik gelesiniz. Muhtaçların yardımcısı olan Allah, mübarek yüzünüzü görmeyi ve yüzümü ayağınızın tozuna sürmeyi bana nasip etsin. Benim sultanım! Yerler ve gökler var oldukça siz de var olasınız! Padişahım! Mahmut Çelebi’ye haber gönderip bana beş bin filori (altın para) vermesini emretmişsiniz. Bir gününüz, bin; yardımcınız, Allah olsun. Benim sultanım, bu ne zahmet idi? Mübarek bıyığınızın kılı, bana beş bin filoriden değil, yüz bin filoriden daha değerlidir. Bu, bize canımızdan ziyâde minnettir. Bir gününüz bin olsun! Benim sultanım! Şehir hakkında soracak olursanız şimdilik hastalık devam etmektedir. Ancak evvelki gibi değildir. İnşallah sultanım gelince, Allah’ın inayetiyle de geçip gider. Azizlerimiz, sonbahar yaprağı dökülünce geçer, derler. Benim sultanım! Sık sık mübarek mektubunuzu gönderirsiniz diye Allah’a yalvarırım. Zira, ki billâh yalan değil, bir iki hafta geçip de ulak gelmezse herkes türlü türlü sözler söyler. Yoksa sadece kendi nefsim için istediğimi sanmayınız. Mîr Mehmed Hân’ıma, Selim Hân’ıma bin bin dualar ve senalar edip mübarek gözlerinden öperim. Bayazid kulunuz, Cihangir kulunuz, Mihrimâh cariyeniz, ayağınızın toprağına yüz sürerler. Efendilerin, ellerinden öperler. Gülfem cariyeniz ve Dâye cariyeniz mübarek ayaklarınızın toprağına yüzlerini sürerler, kabul oluna! (M. Çağatay Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları) 23 Öğretici Metinler ÖZEL MEKTUP ÖRNEK METİN 2 Aşağıdaki mektup, Sultan Abdülmecid’in torunu Naciye Sultan tarafından, kocası Enver Paşa’ya yazılmıştır. İstanbul, 14 Ağustos 1920 Enver, Mektuplarını aldım. Cidden bana uzun mektup yazmak için kendini üzüyorsun. Afiyet haberin, kâfî. Hayır Enver! Ben senden daima hakikati duymak isterim. Evet, sensiz geçen acı günlerimde daha mesut idim. Oh! Yâ Rab! Şimdi bütün ıstıraplarımdan daha acı olan hakikat: Evet Enver, beni sevmiyorsun. İnkâr mı ediyorsun? Yok Enver! Bana hıyanet eden gözlerin söyledi. Her hafta mektuplar ile nasıl zaman geçirdiğimi yazmamı, yazmaz isem güceneceğini söylüyorsun. Peki, fakat sen bunları görmemek, duymamak için izdirâlarınla yatakta bırakarak benden kaçmadın mı? Oh! Enver! Biraz olsun zavallı hasta kadına acı! Onun günahı yalnız seni delicesine sevmek. İşte bu resim sensiz ne yaptığımı söyleyecektir. Oh! Yâ Rab! Neler yazıyorum! Hayır Enverciğim, beni hiç düşünme. Allah’a hemen her an senin için yalvarıyorum. Var ol Enverciğim. Doktorlar hastalığımın bir haftaya kadar geçeceğini söylüyorlar. Hayvana da binmeme müsaade verdiler. Yüzüğe de çok teşekkür ederim. Bak cici kâğıdımla ilk defa olarak sana yazıyorum. Aman Mahpeyker bebeğini çok seviyor. Beraber geziyorlar. Türkan da mahzun mahzun çıplak bebeği ile yalnız oturuyor. Çok iyidirler. Zavallı Mahpeykercik sabahları “Baba” diye odama geliyor ve beni ağlatıyor idi. Sonra senin yine geleceğini, bebek almak için gittiğini söyleyerek beni öpüyordu. Şimdi “Baba” diye odama gelmiyor. Of Enver! Allah aşkına beni uzun zamanlar yalnız bırakma. Artık sensiz yaşayamam. Ölürüm. İnsanlardan nefret ediyorum. Saadetlerini göstermek için gözyaşlarıma gülüyorlar. Yâ Rab! Benim günahım ne? Dünyaya yalnız ağlamak için mi geldim? Enver, sensiz her şey çirkin. Müzik… Onu hiç hiç duymak istemiyorum. Yavrularımızı da sevmiyorum. Senden uzak bulunmama sebep olanın, onlar olduğunu düşündükçe zavallı yavrucuklarımı üzmek, ağlatmak istiyorum. İki gözüm! Vallahi kendime mâlik değilim. Teessürden ne yazdığımı bilmiyorum. Emin ol, seni müsterih etmek için bütün kederlerimi unutmaya çalışacağım. Bütün kalbimle muvaffakiyetini Allah’ımdan temenni eder, güzel ellerinden, yüzünden öperim sevgili Enverciğim. Naciye izdirâ : Aşağılama, onur kırma, hor görme. teessür : Üzüntü. mâlik muvaffakiyet : Sahip. : Başarı. (Arı İnan, Enver Paşa’nın Özel Mektupları) Naciye Sultan ve Enver Paşa 24 Öğretici Metinler ÖZEL MEKTUP ÖRNEK METİN 6 Aşağıdaki mektup Aziz Nesin tarafından Necip Fazıl Kısakürek’e yazılmıştır. İstanbul, 5 Aralık 1980 Üstad, Çoktan beri ziyaretinize gelmek istiyorum. Ancak ben, sizden çok uzakta oturuyorum. Çatalca’da, kimsesiz çocuklar için kurduğum vakıfta, yaşamaktayım. Yine de bir gün ziyaretinize geleceğim. Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’nü kazandığınız için sizi candan kutlarım. Bu ödülü almakla Kültür Bakanlığını onurlandırdınız. Size gelecektim, ama üç gün sonra Almanya’ya gidiyorum; bir ay sonra döneceğim. Altı yıldan beri “Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı” adı ile bir yıllık çıkarmaktayım. Size son sayısını gönderiyorum, tetkik etmeniz için. İnşaallah yüzüncü yaşınızda da sizi tebrik etmek bana kısmet olur. Ben sizden dokuz yaş küçüğüm. Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı için yetmiş beşinci yaşınıza dair bir yazı vermenizi rica ediyorum. Bu yazıyı eski Türkçe yazabilirsiniz. Size daha kolay gelirse... Yazmaya zamanınız yoksa bu mektubu size getiren hanıma söyleyerek yazdırabilirsiniz. Ama ben sizin yazınızı tercih ederim. Yazı, istediğiniz uzunlukta olabilir. Her ne isterseniz yazınız. Mesela yetmiş beşinci yaşınız dolayısıyla bir muhasebe, geçmişle muhasebe... Yahut hatıralarınızdan bir bölümü anlatabilirsiniz. Şiirinizde yahut tiyatro yazarlığınızdaki merhaleleri de açıklayabilirsiniz ya da büsbütün başka şeyler... Yazınızla birlikte bir de fotoğrafınızı rica ediyorum. Bu yıllığın neşri gecikmişti. Bu münasebetle mümkün olduğu kadar çabuk gönderirseniz beni sevindireceksiniz. Ziyaretinize geleceğim. Yolunuz düşerse bir gün sizi vakfa da misafir etmekten şeref duyarım. Neslihan Hanımefendiye lütfen saygılarımı bildiriniz. Her zaman dostluklar... Aziz Nesin (www.necipfazil.com) Bilge Karasu Haluk Aker Muhsin Ertu¤rul 28 Reşat Nuri Güntekin Aziz Nesin Öğretici Metinler RESMÎ MEKTUP Kamu kurum ve kuruluşlarıyla kamu hizmeti veren tüzel kişi niteliği kazanmış oda, sendika, baro, meslek birliği gibi çeşitli kuruluşların vatandaşlara ve tüzel kişilere gönderdikleri mektuplara resmî mektup denir. Resmî mektupların ne şekilde yazılacağı; biçim, içerik ve gönderilme biçimlerinin nasıl olacağı, çoğunlukla yönetmelik ve genelgelerle belirlenmiştir. Resmî mektuplar, daha çok emredici anlatımdan yararlanılarak oluşturulan, dilin alıcıyı harekete geçirme işlevinin göndergesel işleve oranla daha ESEN YAYINLARI B. Resmî mektuplarda anlatımın samimiyetten uzak, duru, yalın ve açık olmasına özen gösterilir, mektubun yazılış amacının dışına çıkılmaz, gereksiz ayrıntılara ve mektubun ciddiyetini azaltacak süslü ifadelere yer verilmez. belirgin biçimde kullanıldığı metinlerdir. Resmî mektuplar, çizgisiz, beyaz kâğıtlara daktilo ya da bilgisayarla yazılır. Resmî kurumların kendi içlerindeki yazışmalarını içeren resmî mektuplar, postayla ve faksla gönderilebileceği gibi İnternet’le de gönderilebilir. D‹LEKÇE Çeşitli dilek, ihbar ve şikâyetlerin bildirilmesi ya da herhangi bir konuda bilgi talep edilmesi için resmî makamlara sunulan imzalı ve adresli mektuplara dilekçe denir. Dilekçe, vatandaşlar tarafından yazılan bir çeşit resmî mektup olarak da değerlendirilebilir. Dilekçenin ne şekilde gönderileceğini, çoğunlukla dilekçenin sunulacağı makam belirler. Bu bağlamda dilekçeler, ilgili makama bizzat verilebileceği gibi posta, kargo, faks ya da İnternet’le de gönderilebilir. Dilekçelerin biçim özelliklerini şöyle sıralayabi- Dilekçede yalın, duru, anlaşılır ve ciddi bir dil kullanılır; yanlış anlamalara neden olabilecek kapalı ifadelerden kaçınılır. Aşırı saygı ve övgü bildiren sözlerle, kişilik onurunu zedeleyebilecek ifadelerin kullanılması, dilekçenin ciddiyetine gölge düşürür. Vatandaşların anayasa ve yasalarla teminat altına alınmış haklarından biri olan dilekçe vermek; duyarlı, sorumlu, uygar bir birey olmanın da önemli bir koşuludur. Devlete karşı ödev ve sorumluluklarını yerine getiren her bireyin, yasa dışı her tür durum ve olayı şikâyet konusu yapması, kendi haklarının korunması için devletten çeşitli taleplerde bulunması, en doğal hakkıdır. Dilekçe, demokratik toplumlarda bu hakkın kullanılmasını sağlayan en önemli araçtır. 1. Dilekçe, temiz ve düzgün bir kâğıda, daktilo ya da bilgisayarla veya siyah ya da mavi mürekkepli bir kalemle yazılır. ESEN YAYINLARI Dilekçe, bir isteği dile getiriyorsa bu isteğin yasalara uygun olması, bir şikâyeti bildiriyorsa da şikâyete konu olay ya da durumun kanıtlanabilir, somut bir niteliğinin bulunması gerekir. Dilekçenin, doğru makama yazılması da son derece önemlidir. Aksi hâlde, dilekçeyi yazan kişi, sorunlarını çözemeyebileceği gibi geçen süre zarfında hak kaybına da uğrayabilir. liriz: 2. Dilekçenin verileceği makamın adı ve yeri, kâğıda ortalanarak yazılır. Makam ve yer adları iki şekilde yazılabilir: a. Makam ve yer adını oluşturan kelimelerin tamamı büyük harfle yazılır. b. Makam ve yer adında yer alan her kelimenin sadece ilk harfi büyük yazılır. 3. Dilekçe metni, makam ve yer adı yazıldıktan sonra, satırbaşı yapılarak yazılmaya başlanır ve şu tür ifadelerden biriyle tamamlanır: Gereğini (saygılarımla) arz ederim. Durumu bilgilerinize (saygılarımla) arz ederim. Gereğini bilgilerinize (saygılarımla) arz ederim. 29 Öğretici Metinler 7. Bazı dilekçelerde ek belgeler bulunabilir. Bu Gereğinin yapılmasını bilgilerinize (saygılarımla) arz ederim. 5. Dilekçenin verildiği tarih ya sağ üst köşeye ya da sağ alt köşeye (imzanın üstüne) yazılır. 6. Dilekçe sahibinin açık adresi, ad ve soyadın hizasının biraz aşağısına gelecek biçimde sol alt köşeye yazılır. EKLER bölümü bulunmalıdır. Ek belgeleESEN YAYINLARI 4. Dilekçe metni yazıldıktan sonra sağ alt köşeye imza atılır. İmzanın altına dilekçe sahibinin adı ve soyadı yazılır. durumda adresin yazıldığı bölümün altında rin numaralandırılmış olması ve içeriklerinin EKLER yazısının altında belirtilmesi gerekir. 8. Bazı dilekçeler, dilekçenin sunulacağı makam tarafından matbu (basılı) evrak hâline getirilmiştir. Bu durumda dilekçe vermek isteyen kişi, kurumdan alacağı bu dilekçede boş bırakılan yerleri doldurarak dilekçesini verir. TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI Madde 74. Vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir. Bu hakkın kullanılma biçimi kanunla düzenlenir. DİLEKÇE HAKKININ KULLANILMASINA DAİR KANUN Madde 7. Türk vatandaşlarının ve Türkiye’de ikamet eden yabancıların kendileri ve kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri konusunda yetkili makamlara yaptıkları başvuruların sonucu veya yapılmakta olan işlemin safahatı hakkında dilekçe sahiplerine en geç otuz gün içinde gerekçeli olarak cevap verilir. İşlem safahatının duyurulması halinde alınan sonuç ayrıca bildirilir. DİLEKÇE HAKKININ KULLANILMASINA DAİR KANUN Madde 8. Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilen dilekçelerin, Dilekçe Komisyonunda incelenmesi ve karara bağlanması altmış gün içinde sonuçlandırılır. İlgili kamu kurum veya kuruluşları Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonunca gönderilen dilekçeleri otuz gün içinde cevaplandırır. İnceleme ve karara bağlamanın esas ve usulleri Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde gösterilir. 30 Öğretici Metinler DİLEKÇE ÖRNEK METİN 1 01.05.2012 Gazi Anadolu Lisesi Müdürlüğüne Ankara Okulunuzun 10/C sınıfı 9587 numaralı öğrencisiyim. Sınıfımızda 25.04.2012 tarihinde yapılan matematik yazılısından beklediğimin altında not aldım. Sınav kâğıdımın yeniden incelenmesini istiyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim. İmza Zeynep Karadeniz Çiğdem Mah. 357. Sok. No.: 15/8 Çankaya/Ankara T.C. DİLEKÇE ÖRNEK METİN 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM FAKÜLTESİ DEKANLIĞINA GÖZTEPE/İSTANBUL Fakültenizin Türkçe Öğretmenliği Bölümü 4. sınıf 9911028 numaralı öğrencisiyim. Çocuk Edebiyatı ve Dünya Edebiyatı derslerinin 09.12.2011 tarihinde yapılan vize sınavlarına rahatsızlığım nedeniyle katılamadım. Belirttiğim derslerden mazeret sınavlarına kabulümü istiyorum. Gereğini bilgilerinize saygılarımla arz ederim. 15.12.2011 İmza Ayşegül Karaca Fikirtepe Mah. Mandıra Cad. No.: 85/3 Kadıköy/İstanbul EK: Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan rapor 31 Öğretici Metinler Ayıplı mal ve hizmetlerle (şikâyete konu olan mal/hizmetin parasal değeri 827.05 TL’nin altında ise) ilgili şikâyet dilekçesi örneği ......................... Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığına ………………. Davacı (Şikâyet eden) : Davacının adresi : Davacının tel/faks numarası(varsa) : Davalı (Şikâyet edilen) : Davalının Adresi : Şikâyete konu olan ayıplı mal/hizmetin parasal değeri : Dava (şikâyet) konusu (Ayıplı mal/hizmet) : Olay (Şikâyetin açıklaması) : Hukuki Deliller (4822 sayılı Kanunla Değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, Borçlar Kanunu, tanıklar, bilirkişiler ve her türlü delil) : Neticei Talep(*) :............................................................................. ..................... ......................................................................................................................................................................... ......................................................................................................................................................................... ..................................... Bu hususta karar verilmesini arz ederim. .... /... / 2012 İmza Adı – Soyadı EKLER (Ayıplı mal/hizmete ait fatura/fiş vd. belgeler): * Bu bölümde boş bırakılan yere aşağıdaki ifadelerden biri yazılmalıdır: Yukarıda açıklanan ayıplı malın/hizmetin yenisi ile değiştirilmesini talep ediyorum. Yukarıda açıklanan ayıplı malın/hizmetin bedelinin yasal faizi ile birlikte tarafıma iadesini ve alışverişin/sözleşmenin iptal edilmesini istiyorum. 32 Öğretici Metinler İnternet’in yaygınlaşmasıyla birlikte çeşitli kurum ve kuruluşlar, vatandaşların öneri ve şikâyetlerini sanal ortamda da kabul etmeye başlamışlardır. Sanal ortamdaki bu tür metinler, bazı nitelikleri taşımaları durumunda hukuki açıdan diğer dilekçeler gibi işlem görür. Elektronik ortamdaki bu tür başvuru formları, vatandaşların öneri ve şikâyetlerini ilgili makamlara bildirmeleri noktasında önemli bir işlev üstlenir. ÖRNEK Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Ad: Soyad: e-posta: Yafl Grubu: Seçiniz Cinsiyet: Erkek ‹l: Seçiniz ‹lçe: Seçiniz Kuruluflun Yay›n Türü: Televizyon Kad›n Radyo Kuruluflun Ad›: Program Ad›: Yay›n Tarihi: 1 2 Yay›n Saati: 00:00 Görüflleriniz: Gönder Sil 33 Öğretici Metinler BİLGİ EDİNME HAKKI KANUNU Madde 11. Kurum ve kuruluşlar, başvuru üzerine istenen bilgi veya belgeye erişimi on beş iş günü içinde sağlarlar. Ancak istenen bilgi veya belgenin, başvurulan kurum ve kuruluş içindeki başka bir birimden sağlanması; başvuru ile ilgili olarak bir başka kurum ve kuruluşun görüşünün alınmasının gerekmesi veya başvuru içeriğinin birden fazla kurum ve kuruluşu ilgilendirmesi durumlarında bilgi veya belgeye erişim otuz iş günü içinde sağlanır. Bu durumda, sürenin uzatılması ve bunun gerekçesi başvuru sahibine yazılı olarak ve on beş iş günlük sürenin bitiminden önce bildirilir. B‹LG‹ ED‹NME BAfiVURUSU FORMU (Gerçek Kifliler için) ÖRNEK Baflvuru sahibinin ad› ve soyad› Oturma yeri veya ifl adresi Türkiye Cumhuriyeti Kimlik No (Elektronik ortamda yap›lacak baflvurular için doldurulmas› zorunludur.) Baflvuruya hangi yolla cevap almak istersiniz? Yaz›l› Elektronik Elektronik posta adresi (Elektronik ortamda yap›lacak baflvurular için doldurulmas› zorunludur.) ‹mzas› ‹stenen bilgi veya belgeler (Not: Ayr›lan bölümdeki boflluk yetmedi¤i takdirde, baflvuru için bofl sayfa/sayfalar kullan›labilir.) 34 4982 say›l› Bilgi Edinme Hakk› Kanunu gere¤ince istedi¤im bilgi veya belgeler afla¤›da belirtilmifltir. Gere¤ini arz ederim. Öğretici Metinler C. ‹fi MEKTUBU İş mektuplarında sipariş, satış, borç alıp verme isteği, bilgi isteme, bir ürün ya da hizmetle ilgili şikâyeti dile getirme gibi konular ele alınır. İş mektupları, herhangi bir yanlış anlamaya yol açmayacak biçimde açık, yalın, duru bir anlatımla ka- leme alınır. Bu tür mektuplarda konunun özü ciddi bir üslupla dile getirilir, gereksiz ayrıntılara girilmez. ESEN YAYINLARI Ticari işletmelerin birbirlerine ve vatandaşlara, vatandaşların da bu işletmelere gönderdikleri iş, hizmet ve ticaret konulu mektuplara iş mektubu denir. Adından anlaşılabileceği gibi bu tür mektupların temelinde kişilerin ve işletmelerin ekonomiye ilişkin faaliyetleri vardır. İş mektupları göndericinin niteliğine göre ikiye ayrılır: 1. İşletmelerin, kişilere ve başka işletmelere gönderdikleri mektuplar: Üzerinde işletmenin ad, adres ve logosunun bulunduğu antetli beyaz kâğıtlara bilgisayarla yazılan bu tür mektupların en önemlileri şunlardır: Reklam mektupları, teklif-satış mektupları, sipariş mektupları, teşekkür-özür mektupları, kredi mektupları. İŞ MEKTUBU ÖRNEK METİN 1 ESEN BASIN YAYIN DA⁄ITIM PAZARLAMA L‹M‹TED fi‹RKET‹ 07.08.2012 Sayın Servet Düz, Bildiğiniz gibi Milli Eğitim Bakanlığı ilköğretim ve ortaöğretim müfredat programlarını değiştirmiştir. Bunun üzerine yayınevimiz öğrenci ve öğretmenlerimizin yardımcı kaynak ihtiyaçlarını karşılamak için yoğun bir çalışma başlatmış, kısa bir süre önce de bu çalışmaları tamamlayarak yeni programlara uygun kitaplarla ilgili siparişleri almaya başlamıştır. Söz konusu kitaplarla ilgili siparişlerinizi bekler, işlerinizde başarılar dilerim. İmza Akın Ateş Esen Yayınları Genel Koordinatörü EKLER EK 1: Fiyat listesi EK 2: Alternatif ödeme planlarına göre değişen iskonto oranlarını gösterir çizelge EK 3: Sipariş formu Bayındır 2. Sokak No.:34/11-12 Kızılay – ANKARA Tel: (0312) 417 34 43 Fax:417 15 78 Çankaya V.D. 3780031619 35 Öğretici Metinler İŞ MEKTUBU ÖRNEK METİN 2 10.08.2012 Sayın Akın Ateş, 07.08.2012 tarihli mektubunuz tarafımızdan değerlendirilmiş ve ekte bildirdiğimiz sipariş listesinde belirtilen kitapların yayınevinizden satın alınmasına karar verilmiştir. Ödeme planı hazırlanırken “Alternatif ödeme planlarına göre değişen iskonto oranlarını gösterir çizelge” dikkate alınmış ve ödemenin fatura tarihinden 3 ay sonraya tarihlendirilecek bir adet çekle yapılmasına karar verilmiştir. Söz konusu çek, siparişlerimizin kitabevimize ulaşmasıyla birlikte hemen düzenlenecek ve tarafınıza iletilecektir. Çalışmalarınızda kolaylıklar diler, saygılar sunarım. İmza Servet Düz Bora Yayın Dağıtım Genel Müdürü EK 1 adet sipariş formu Yenibosna Merkez Mahallesi, Prof. Dr. Mustafa Nevzat Pisak Caddesi, No: 11 Kat: 1 Yenibosna - Bahçelievler / İSTANBUL Tel: (0212) 451 41 00 Faks: (0212) 451 41 08 36 nin karşılanmasını ya da şikâyetçi olduğu durumun ortadan kaldırılmasını diler. ESEN YAYINLARI 2. Kişilerin işletmelere gönderdikleri mektuplar: Bu tür mektuplarla dilekçeler aynı biçimsel özellikleri taşır. Aralarındaki temel fark, bu metinlerin gönderici ve alıcılarının birbirlerine karşı özel durumlarıdır. Dilekçenin alıcısı devlet, göndericisi ise vatandaştır. Vatandaş, dilekçesini devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan; hak, ödev ve sorumlulukları anayasayla ve yasalarla belirlenmiş kişi sıfatıyla yazar ve vatandaşı olduğu devlete (alıcıya) çeşitli istek ve şikâyetlerini bildirir. Kamu otoritesini kullanan kişilerden (resmî makamlardan) çeşitli istekleri- İş mektubunun göndericisi ise mektubunu ticari ya da sınai faaliyetleri bulunan bir kuruluşla (işletme, iş yeri) ürün ya da hizmet alım satımı ilişkisine giren kişi sıfatıyla yazar. Yani iş mektupları doğrudan ya da dolaylı olarak ekonomiyle ilişkilidir. Bu tür mektuplarda gönderici çoğunlukla ya o işyerinden bir talepte bulunur ya da o iş yerinin ürün ve hizmetleriyle ilgili şikâyetlerini dile getirir. Öğretici Metinler İŞ MEKTUBU ÖRNEK METİN 3 17.09.2012 Saygın Holding İnsan Kaynakları Müdürlüğüne Ankara 16.09.2012 tarihli Milliyet gazetesine verdiğiniz ilanla Kazakistan’da devam eden inşaatlarınızda görevlendirilmek üzere iyi derecede İngilizce bilen, en az beş yıl deneyimli inşaat mühendisleri aradığınızı öğrenmiş bulunmaktayım. Söz konusu ilanda belirttiğiniz niteliklere sahibim. Holdinginiz bünyesinde devam eden inşaatlarda inşaat mühendisi olarak görev almak istiyorum. Saygılarımla. İmza Cahit Soylu Adres : Karargahtepe Mah. Atış Cad. No.: 14/8 Keçiören/Ankara Telefon : 0312 --------------e-posta : [email protected] EKLER EK 1: Noter tasdikli diploma fotokopisi EK 2: Öz geçmiş EK 3: 3 adet referans mektubu İş mektuplarında dil, göndergesel işlevde ve alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılır. Bu mektuplarda açıklayıcı ve emredici anlatımdan yararlanılır. 37 Öğretici Metinler MEKTUBUN D‹⁄ER Ö⁄RET‹C‹ MET‹N TÜRLER‹YLE ‹L‹fiK‹S‹ Mektup, bir şey haber vermek, sormak, istemek, duyguları bildirmek vb. amaçlarla oluşturulan, alıcısı belli olan, sadece o alıcıya hitap eden, belli bir adrese posta, kargo, faks ya da İnternet’le gönderilen metindir. Özel mektubun, içten bir anlatımla kaleme alınması, konuşmaya benzer samimi bir hava taşıması ve çok eskiden beri “uzaklardan haber getirme” niteliğiyle birlikte anılması, özellikle gazete çevresinde gelişen öğretici metinlerin yazarlarını çeşitli bakımlardan etkilemiş, bu etkilenmeler sonucunda kimi yazarlar başka türlerde oluşturdukları metinlerde mektupların çeşitli özelliklerinden yararlanmışlardır. Bu tür metinlerin başlıklarında her ne kadar “mektup” kelimesi geçse, ilk cümleleri bir mektubun hitap cümlesi gibi olsa da bunlara gerçek anlamda mektup denemez. Bu tür metinler, bazı özellikleri yönüyle mektuba benzeyen ama içerik ve işlev bakımından mektup olmayan birer makale, fıkra, eleştiri, söyleşi, gezi yazısı ya da denemedir. Söz gelimi Nurullah Ataç’ın Okuruma Mektuplar isimli kitabındaki metinler, yazarın, 1951-1952 yılları arasında Pazar Postası’nda çıkan deneme ve söyleşilerinden oluşmuştur. Bunlar gerçek anlamda mektup değil, mektubun samimi havasından, hitap tarzından yararlanılarak yazılan birer deneme ya da söyleşidir. Benzer şekilde Ahmet Rasim, mektup biçiminde yazılmış fıkra ve sohbetlerini, Şehir Mektupları isimli eserinde bir araya getirmiştir. Cenap Şahabettin’in Hac Yolunda, Ahmet Rasim’in Romanya Mektupları, Falih Rıfkı Atay’ın Londra Konferansı Mektupları isimli eserleri, mektup biçiminde yazılmış gezi yazılarından oluşan metinlerin toplandığı kitaplardır. Namık Kemal, Ziya Paşa’nın Harâbât isimli şiir antolojisini eleştirmek için Tahrîb-i Hârâbât ve Takîb isimli eleştiri kitaplarını yazmış, bu kitapları Ziya Paşa’ya seslenen birer mektup biçiminde düzenlemiştir. Bu tür metinlerin ayırıcı özelliği, doğrudan yayımlanmak üzere yazılmalarıdır. Yani bu tür mektupların bir değil, birden çok alıcısı vardır. Aslında bu kişilere (bu mektupların muhataplarına) alıcıdan çok, okuyucu demek daha doğru olur. Bu tür mektuplarda belirli bir kişiye seslenildiğini ifade eden “Sevgili Kardeşim, Değerli Arkadaşım, Canım Oğlum, Kıymetli Meslektaşım” gibi sözler yerine çoğunlukla genel bir okuyucu kitlesine seslenildiğini ifade eden “Sayın Okurum, Sevgili Okurum, Ey Dost” gibi hitap sözleri kullanılır. Mektubun çeşitli özelliklerinden yararlanılarak oluşturulan metinlerden biri de açık mektuptur. Açık mektup, kişiden kişiye seslenmekle birlikte o kişiye gönderilmek amacıyla değil de gazete, dergi gibi süreli yayınlarda ya da İnternet ortamında yayımlanmak üzere yazılmış mektuptur. Açık mektubun alıcısı, gerçek mektupta olduğu gibi bellidir ve bu kişi de çoğunlukla siyasi karar alma süreçlerinde etkili olan bir devlet adamı ya da kamuoyunun yakından tanıdığı önemli bir kişidir. Açık mektuplarda sadece göndericiyi ve alıcıyı ilgilendiren kişisel konular değil, geniş kitleleri ilgilendiren önemli güncel siyasi ve sosyal konular ele alınır; bu konularla ilgili görüş, öneri ve eleştiriler dile getirilir. Yazar, seslendiği kişiye ne demek istediğini kamuoyunun da bilmesini istediği için açık mektup yazar. EDEBÎ MET‹NLER VE MEKTUP Bazı yazar ve şairler, oluşturdukları edebî metinlerde mektupların çeşitli özelliklerinden farklı şekillerde yararlanmışlardır. 1. Tamamı ya da çok önemli bölümü kurmaca karakterlerin birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşan edebî metinler: Goethe’nin Genç Werther’in Acıları, Montesquieu’nün İran Mektupları, Laclos’un Tehlikeli İlişkiler, Halide Edip Adıvar’ın Handan, Nazım Hikmet’in Taranta-Babu’ya Mektuplar, Reşat Nuri Güntekin’in Bir Kadın Düşmanı, Leyla Erbil’in Mektup Aşkları isimli eserleri, bu grupta değerlendirilebilir. Bu eserlerdeki mektupların önemli bir kısmı, biçimsel açıdan tam bir mektup sayılsa da bunları yazanların birer kurmaca kişi olması, bunlarda söz edilen yer, mekân ve olayların gerçekte olmayıp o eserin kurgusallığı içinde var edilmeleri, bu mektupları, öğretici metin olmaktan çıkarıp birer edebî metne dönüşmüştür. 38 Öğretici Metinler ÖRNEK METİN REFİK CEMAL’DEN SERVER’E Londra, 12 Nisan 1322 Bu sabah Cemal Bey’den acı bir mektup aldım. Parçalandım Server. Mümkün değil, adamcağızı memleketten bırakmıyorlar, kaçmak ihtimali de şimdilik yok. Her gün Handan’ın ahval-i sıhhiyesi için telgraf istiyor. Menenjit olduğunu bilmiyor, hafif bir tifo zannediyor. Ya ölürse, aman ya Rabbi ölürse? Hâlâ aynı hararet, aynı sayıklama, aynı nihayetsiz müthiş gece... Doktor Charles başını sallayıp duruyor. Fakat bu birkaç gün en buhranlı zamanlar olduğunu ve ancak bu günlerde Handan’ın gidip kalacağını anlayabileceğimizi söylüyor. Evet, dediğin gibi Server, Handan ölürse onunla bütün bir âlem ölecek. Bütün ziyaları, hararetleri, kabiliyet, feyiz ve hayatıyla bir âlemin fezada altüst olarak parçalanıp gidişi hissiyle sersem oluyorum. Yarın onu belki bir tabutla götürürken bütün bir hayat kabiliyeti donmuş, sönmüş bir seyyare, mesela bir ölü ay karşısında gibi olacağız. Fakat o da ölü ay gibi, hareketsiz ve soluk ziyalarının hatıratı, bizi zulmetlerde tenvir edip duracak. Ben, ben de bütün ateşleriyle sönen bir âlemin darbesiyle hurdahaş olup kalacağım, fakat hiç artık dünyaya hayrım kalmayacak. Meğer Neriman, meğer çocuklarım, meğer âlem ve bütün sevgili fikirlerim ve gaye-i hayallerim hepsi Handan’dan gelen bir nurla o kadar cazip ve sevgili imişler! O sönerse onlar da sönecek, her şey sönecek! Sönsün ve bütün kâinat isterse yok olsun! Asıl ben çıldırıyorum Server! Refik Cemal 12 Nisan 1322: 25 Nisan 1906 ahval-i sıhhiye: Sağlık durumu. zulmet: Karanlık seyyare: Gezegen. tenvir etmek: Aydınlatmak. hurdahaş olmak: Paramparça olmak. gaye-i hayal: İdeal. (Halide Edib Adıvar, Handan) Halide Edip Adıvar 2. İçinde kurmaca kişilerin mektuplarına yer veren edebî metinler: Bu tür eserler, 1. maddede belirttiğimiz eserlerden farklı olarak tümden mektuplar üzerine kurgulanmamış, bunlarda metindeki kurmaca kişilerin bir ya da birkaç mektubuna yer verilmekle yetinilmiştir. Söz gelimi Fuzûlî, “Leylâ ile Mecnun” isimli mesnevisinde biri Mecnun’un Leylâ’ya, diğeri de Leylâ’nın Mecnun’a yazdığı iki mektuba yer vermiştir. Aşağıdaki metin parçaları bu eserden alınmıştır. Bu Mecnû’nun Leylî’ye nâme-i itâb-âmîzidür ve peygâm-ı şikâyet-engîzidür Mecnun’un Leylâ’ya Yazdığı Sitem Dolu Mektubu ve Şikâyetini Bildirmesi Dibâce-i nâme nâm-ı Ma’bûd Kayyûm ü Kadîm ü Hayy ü Mevcûd Ol perde-keş-i hicâb-ı esrâr Kim âlemi yohdan eyledi var Mektuba, sır örtülerini perdeleyen, âlemi yoktan var edip gündüzün aynasını parlak kılan ve gecenin saçını miskle kokulandıran Kayyûm, Kadîm, Hayy ve Mevcûd olan yüce Allah’ın adı ile başlıyordu. Gün gözgüsin eyleyen mücellâ Dün turrasın eyleyen mutarrâ 39 Öğretici Metinler Çün bir nice hamd tohmın ekdi Derd-i dilini beyâna çekdi Kim bu mütehammil-i belâdan Ser-geşte vü zâr ü mübtelâdan Bir nâme ki mahz-ı derd ü gamdur İzhâr-ı şikâyet-i sitemdür Sonra, biraz hamt ve dua tohumu ekti ve ardından gönlünün derdini şöylece açıkladı: Bu, ben bela yükü altında bulunan şaşkın, ağlayıp inleyen, tutkun âşıktan; vefası olmayan ve âşıklarına çok cefa eden o dilbere dert ve gamın ta kendisi olan ve zulümden şikâyeti taşıyan bir mektuptur. Ol dilbere kim vefası yohdur Âşıklarına cefâsı çohdur Ey ahde vefası olmayan yâr Agyâruma gül olan mana hâr Ey verdiği sözde durmayan sevgili! Ey düşmanıma gül, bana ise diken olan yâr! N’oldı sana nakz-ı ahd kıldun Sındurmaga ahdi cehd kıldun Ne oldu sana da sözünden döndün? Neden böyle yeminini bozmaya çabaladın? Tenhalıga mı getürmedün tâb Kim eyledün ârzû-yı hem-hâb Yalnızlığa mı dayanamadın da bir koca istedin? Târ oldı mı olduğun nişîmen Kim eyledün anda şem rûşen Meskenin mi karardı ki orada bir mum yandırdın? İncitdi mi derd-i dil mizâcun Kim oldı tabîbe ihtiyâcun Gönül derdi hatırını mı incitti de bir tabibe ihtiyaç duydun? Pejmürde mi oldı serv-i dil-cû Kim cehd ile vermek istedün su O gönül çeken servin mi soldu ki alelacele ona su vermek istedin? Bed-hâh mı etdi kasd-ı gül-zâr Kim beyle urıldı rahneye hâr Kötü niyetliler gül bahçesine mi kastettiler de kapının önüne böyle diken konuldu? Ne bîm ile hıfz-ı gevher etdün Kim beste-i akd-i şevher etdün Neyin korkusundan incini (özünü) muhafaza etmek istedin ki evlilik bağı ile bir kocaya bağlandın? Mûcib ne idi meni unutdun Terküm kılup özge yâr dutdun ... Ne vardı ki beni unuttun, terk edip bir başka sevgili tuttun? Ma’zûrsen ey nigâr ma’zûr Bu devr iledür zemâne meşhur Fakat, mazursun ey sevgili, mazur! Çünkü zaman hep bu şekilde dönüp durmakta. Gül goncalıgında hâr ilendür Açılsa bir özge yâr ilendür Gül, gonca iken dikenle birliktedir; açıldığında ise bir başka yâr ile birlikte olur. Aslında tiken çeker azâbın Faslında hakîm alur gül-âbın Aslında azabı çeken dikendir; fakat mevsimi geldiğinde gül suyunu hekim alıp gider. Ey ârzu-yi dil-i figârum Kahrı çoh ü mihri az nigârum Ey yaralı gönlümün arzusu! Ey kahrı çok ve sevgisi az sevgilim! 40 Öğretici Metinler Ey adı olan vefada mezkûr Cismümdeki cân gözümdeki nûr Ey adı vefalı olarak anılan! Cismimdeki can ve gözümdeki nur! Sevdâ-yı dimâgumun ilâcı Bâzâr-ı cünûnumun revacı Ey dimağımdaki kara sevdanın ilacı ve divanelik pazarımın sürümü! Sen mihr-cemâl ü meh-cebînsen Gâyetde latîf ü nâzenînsen Sen güneş yüzlü ve ay alınlısın; çok hoş ve narinsin. Men hâr-mizâc ü hâk-hûyem Bes tünd-zebân ü tîre-rûyem Ben ise diken tabiatlı ve toprak huyluyum; çok haşin dilli ve kara yüzlüyüm. Sen hâl diliyle eyleyüp âr Dersen ki sana ne nisbetüm var Sen, benden utanarak, hâl diliyle, “Seninle ne ilgim var?” diyorsun. Men hem sana söylerem muvafık Kim men sana sen mana ne lâyık Ben de seni doğrulayarak diyorum ki: Ne sen bana lâyıksın, ne de ben sana lâyığım! Men hod olubem hayâle kâni Sen lâyıkun istesen ne mâni Ben (senin) hayalinle yetiniyorum; senin lâyığını istemene ne engel var? Ammâ men ü senden özge çohdur Kim sözleri bizden özge yohdur Gördükde men eyleyen vefânı Bildikde sen eyleyen cefânı Ama ikimizin dışında o kadar çok insan var ki bizden başka bir şeyden söz etmiyorlar. Bunlar benim sana vefa gösterdiğimi görüp senin bana cefa ettiğini öğrendiklerinde, artık ey sevgili, kime vefasız deyip, kimin işini yanlış bulurlar? Aya kime bî-vefâ diyerler Kimün işini hatâ diyerler Yahşi midür eylemek yaman ad Kim kılmaya kimse hayr ile yâd Kötü ad sahibi olmak ve kimsenin hayırla anmadığı birisi hâline gelmek hoş bir şey mi? (Fuzûlî, Leylâ ile Mecnun, hzl. Muhammet Nur Doğan) Fuzûlî 41 Öğretici Metinler 3. Bir tek mektuptan oluşan edebî metinler: Bunlar mektup biçiminde yazılmış öykü ve şiirlerdir. 1. ve 2. maddelerde belirttiğimiz mektuplar, tek başlarına birer metin değil, bir metni (bütünü) oluşturan metin parçaları olarak düşünülmelidir. Söz gelimi Montesquieu’nün “İran Mektupları” isimli eseri, bir tek mektuptan oluşmuş bir edebî metin değildir. Bu roman, metin parçalarının (mektupların) bir araya getirilmesiyle metin olma niteliğini kazanmış bir eserdir. Bu eserdeki her bir mektup, bu bütünün oluşmasını sağlayan birer parça işlevini üstlenmiş, roman da bu parçaların bir araya getirilmesiyle bütünlük kazanmış ve edebî bir metne dönüşmüştür. Bu maddede ele alacağımız mektuplar ise tek başlarına birer edebî metindir. Yani bunlar bir romanın, öykünün, mesnevinin vb. bir bölümü, bir parçası değil, tamamıdır; metni oluşturan birer parça değil, metnin kendisidir. Her şiir, her öykü, başlı başına bir metindir, bir bütündür. ÖRNEK METİN BİR CEZAEVİNDE, TECRİTTEKİ ADAMIN MEKTUPLARI 1 Senin adını kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım. Malum ya, bulunduğum yerde ne sapı sedefli bir çakı var, (bizlere âlâtı-katıa verilmez), ne de başı bulutlarda bir çınar. Belki avluda bir ağaç bulunur ama gökyüzünü başımın üstünde görmek bana yasak... Burası benden başka kaç insanın evidir? Bilmiyorum. Ben bir başıma onlardan uzağım, hep birlikte onlar benden uzak. Bana kendimden başkasıyla konuşmak yasak. Ben de kendi kendimle konuşuyorum. Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi şarkı söylüyorum karıcığım. Hem, ne dersin, o berbat, ayarsız sesim öyle bir dokunuyor ki içime yüreğim parçalanıyor. Ve tıpkı o eski acıklı hikâyelerdeki yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek, mavi gözleri ıslak kırmızı, küçücük burnunu çekerek senin bağrına sokulmak istiyor. Yüzümü kızartmıyor benim onun bu an böyle zayıf böyle hodbin böyle sadece insan oluşu. 42 Öğretici Metinler Belki bu hâlin fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır. Belki de sebep buna bana aylardır kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan bu demirli pencere bu toprak testi bu dört duvardır... Saat beş, karıcığım. Dışarda susuzluğu acayip fısıltısı toprak damı ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran bir sakat ve sıska atıyla, yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı. Bugün de apansız gece olacaktır. Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın. Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan bu ümitsiz tabiatın ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır. Yine o malum sonuna erdik demektir işin, yani bugün de mükellef bir daüssıla için yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam. Ben, ben içerdeki adam yine mutad hünerimi göstereceğim ve çocukluk günlerimin ince sazıyla suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı seni böyle uzak, seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi kafamın içinde duymak... 2 Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar. Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire... Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar, dışarda bozkırın üstünde pırıltılar... Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet, suyu donmayan testi 43 Öğretici Metinler ve sabahları çimentonun üstünde güneş... Güneş, artık o her gün öğle vaktine kadar, bana yakın, benden uzak, sönerek, ışıldayarak yürür... Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara, başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı : dışarda akşam olur, bulutsuz bir bahar akşamı... İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl. Velhasıl o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı hürriyet denen ifrit... Bu bittecrübe sabit, karıcığım, bittecrübe sabit... 3 Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldanmadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım... Nazım Hikmet Ran 44 Öğretici Metinler ÖRNEK METİN ZİNDANDAN MEHMED’E MEKTUP Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta! Baba katiliyle baban bir safta! Bir de, geri adam, boynunda yafta... Halimi düşünüp yanma Mehmed’im! Kavuşmak mı?... Belki... Daha ölmedim! Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli, Kırmızı tuğlalar altı köşeli. Bu yol da tutuktur hapse düşeli... Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak Ne ayak dayanır buna, ne tırnak! Bir âlem ki, gökler boru içinde! Akıl, almazların zoru içinde. Üstüste sorular soru içinde: Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan insan mı çıkar, tabut mu? Bir idamlık Ali vardı, asıldı Kaydını düştüler, mühür basıldı. Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; Bahçeye diktiği üç beş karanfil... Müdür bey dert dinler, bugün “maruzât”! Çatık kaş... Hükûmet dedikleri zat... Beni Allah tutmuş, kim eder azat? Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem... Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem! Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil; Sayım var, maltada hizaya dizil! Tek yekûn içinde yazıl ve çizil! İnsanlar zindanda birer kemmiyet; Urbalarla kemik, mintanlarla et. Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat; Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... Yalnız seccademin yönünde şefkat Beni kimsecikler okşamaz mâdem; Öp beni alnımdan, sen öp seccadem! 45 Öğretici Metinler Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksızdır aydan Karıştır çayını zaman erisin; Köpük köpük, duman duman erisin! Peykeler, duvara mıhlı peykeler; Duvarda, başlardan, yağlı lekeler, Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler... Duvar, katil duvar, yolumu biçtin! Kanla dolu sünger... Beynimi içtin! Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar; Tek nokta seçemez dünyada nazar. Yerinde mi acep, ölü ve mezar? Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? Ses demir, su demir ve ekmek demir... İstersen demirde muhali kemir, Ne gelir ki elden, kader bu, emir... Garip pencerecik, küçük daracık; Dünyaya kapalı, Allah’a açık Dua, dua, eller karıncalanmış; Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış... Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu İplik ki incecik, örer boşluğu Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş; Karanlığında nur, yeniden doğuş... Sesler duymaktayım; Davran ve boğuş! Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin! Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! Necip Fazıl Kısakürek 46 Öğretici Metinler HATIRLATMALAR PEKİŞTİRMELER 3 YAZIM (İMLA) KURALLARI b. Kişi adlarından önce ve sonra gelen saygı sözleri, unvanlar, lakaplar, meslek ve rütbe adları büyük harfle başlar: BÜYÜK HARFLERİN KULLANILDIĞI YERLER A. 1. Cümle büyük harfle başlar: Kaymakam Cahit Bey Şiirimize yeni bir soluk getirdin. Sayın Prof. Dr. Doğan Aksan Mustafa Efendi Zeynep Hanım Fatih Sultan Mehmet Deli İbrahim 1. Cümle içinde tırnak veya parantez içine alınan cümleler büyük harfle başlar ve sonlarına uygun noktalama işareti (nokta, soru, ünlem) konur: UYARI 1. Akrabalık bildiren kelimeler küçük harfle başlar. Fakat akrabalık adı olup lakap veya unvan olarak kullanılan kelimeler büyük harfle başlar: UYARI Ahmet Haşim, şiirin anlamıyla uğraşanlar için “Şiirin anlamıyla uğraşmak, bülbülü eti için kesmeye benzer.” der. Tülay ablama gittim. Tahsin Banguoğlu’nun “Türkçenin Grameri” adlı yapıtının ilk cümlesi şudur: “Türkçe, soylu bir dildir.” Şimdiki zaman eki, kendinden önceki ünlüleri daraltır: anlıyor, oturmuyor, dinliyor vb. 2. Dizeler genellikle büyük harfle başlar: Ak saçlı başını alıp eline Kara hülyalara dal anneciğim Ayşe teyzemin keki çok güzel. ESEN YAYINLARI 2. İki noktadan sonra gelen cümleler büyük harfle başlar. Ancak iki noktadan sonra özel ad ve cümle niteliğinde olmayan örnekler sıralandığında bunlar büyük harfle başlamaz: Dayı Kemal Hala Sultan Nene Hatun Gül Baba Susuz Dede, Telli Baba 2. Cümle içinde özel adın yerine kullanılan makam veya unvan sözleri büyük harfle başlar: Bu olay üzerine Vali bir basın toplantısı düzenledi. 3. Hitap sözleriyle resmî yazılarda saygı bildiren sözlerden sonra gelen ve makam, mevki, unvan bildiren kelimeler büyük harfle başlar: Sevgili Kardeşim Aziz Dostum Sayın Bakan Sayın Rektör Necip Fazıl Kısakürek 3. Özel adlar büyük harfle başlar. a. Kişi adlarıyla soyadları büyük harfle başlar: 52 c. Hayvanlara verilen özel adlar büyük harfle başlar: Yahya Kemal Beyatlı Sarıkız Fino Turgut Uyar Pamuk Minnoş Karabaş Öğretici Metinler ç. Millet, boy, oymak, dil, lehçe, devlet adları büyük harfle başlar: Türk Oğuz Türkçe Türkiye Cumhuriyeti 1. Yer adlarında ilk isimden sonra gelen deniz, nehir, göl, dağ, boğaz vb. tür bildiren ikinci isimler büyük harfle başlar: UYARI Karakeçili d. Din ve mezhep adları ile bunların mensuplarını bildiren sözler büyük harfle başlar: Müslümanlık Hristiyan Tanrı Zeus Kibele Dicle Irmağı Ege Denizi Tuna Nehri Beyşehir Gölü Zigana Geçidi Van ili Cebrail cehennem uçmak tamu peygamber sırat köprüsü 2. “Allah, Tanrı, İlah” kelimeleri özel ad olarak kullanılmadıklarında küçük harfle başlar: Yunan tanrıları f. Gezegen ve yıldız adları büyük harfle başlar: Merkür Plüton Dünya Halley Ay Güneş “Dünya, güneş, ay” kelimeleri gezegen anlamı dışında kullanıldıklarında küçük harfle başlar. Hepinizin bildiği gibi Ay Dünya’nın uydusudur. Erciş ilçesi Çubuklu köyü 3. Yön bildiren kelimeler yer adlarının sıfatı olarak kullanıldıklarında ya da “düşünce, hayat tarzı, politika” gibi anlamlar bildirdiklerinde büyük harfle başlar: ESEN YAYINLARI cennet UYARI Çanakkale Boğazı 2. Özel ada dâhil olmayıp tamlama kuran şehir, il, ilçe, bucak, belde, köy vb. sözler küçük harfle başlar: 1. Bazı dinî terimlerin küçük harfle başlaması gelenekleşmiştir: UYARI Aral Gölü Hanefi e. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar büyük harfle başlar: Allah Ağrı Dağı Kuzey Amerika Doğu Anadolu Batı medeniyeti Doğu mistisizmi Türkiye’nin kuzeyi Muş’un güneybatısı 4. Yer bildiren özel isimlerde kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğunda, yer adının ilk harfi büyük yazılır: Hisar’dan Boğaz’dan ğ. Saray, köşk, han, kale, köprü, anıt vb. yapı adlarının bütün kelimeleri büyük harfle başlar: İshakpaşa Sarayı Çankaya Köşkü Horozlu Han Ankara Kalesi Mostar Köprüsü Beyazıt Kulesi Sen benim dünyamı aydınlatan güneşsin. g. Yer adları (kıta, bölge, il, ilçe, köy, semt, cadde, sokak, semt vb.) büyük harfle başlar: h. Kurum, kuruluş ve kurul adlarının her kelimesi büyük harfle başlar: Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Millî Kütüphane Asya İç Anadolu Atatürk Lisesi Atatürk Bulvarı Kışla Mahallesi Bakanlar Kurulu Doğu Anadolu Meşrutiyet Caddesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 53 Öğretici Metinler ı. j. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge adlarının her kelimesi büyük harfle başlar: Medeni Kanun 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği Ramazan Bayramı Anneler Günü Öğretmenler Günü Hıdırellez Kurum, kuruluş, kurul, merkez, UYARI bakanlık, üniversite, fakülte, bölüm, kanun, tüzük, yönetmelik ve makam sözleri, asılları kastedildiğinde büyük harfle başlar: k. Tarihî olay, çağ ve dönem adları büyük harfle başlar: Kurtuluş Savaşı Türkiye Büyük Millet Meclisi her yıl 1 Ekim’de toplanır. Bu yıl ise Meclis, yeni döneme erken başlayacak. Yaprak Dökümü Hürriyet UYARI Resmî Gazete Onuncu Yıl Marşı 1. Özel ada dâhil olmayan gazete, dergi, tablo vb. sözler büyük harfle başlamaz: Vatan gazetesi Türk Dili dergisi 2. Kitap, makale, tiyatro eseri, kurum adı vb. özel adlarda yer alan kelimelerin ilk harfleri büyük yazıldığında “ve, ile, ya, veya, yahut, ki, da, de” bağlaçlarıyla “mı, mi, mu, mü” soru eki küçük harfle yazılır. Özel adın tamamı büyük yazıldığında ise özel adda geçen bağlaçlarla soru ekleri de büyük harfle yazılır: Suç ve Ceza Leyla ile Mecnun Diyorlar ki Ben de Yazdım Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe Tarihî dönem bildirmeyip tür veya tarz bildiren terimler küçük harfle başlar: UYARI divan şiiri halk edebiyatı eski Türk edebiyatı Türk sanat müziği tekke edebiyatı ESEN YAYINLARI Kitap, dergi, gazete ve sanat eserlerinin (tablo, heykel, müzik) her kelimesi büyük harfle başlar: Cilalı Taş Devri Millî Edebiyat Dönemi Türk Dil Kurumu çalışmalarını titizlikle sürdürüyor. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Kurumun 21 Mayıs 2009 tarihinde Kars’ta düzenlediği toplantıda kullanıma açıldı. i. Millî ve dinî bayramlarla anma ve kutlama günlerinin adları büyük harfle başlar: l. Özel adlardan türetilen bütün kelimeler büyük harfle başlar: Türkçe UYARI Türkolog Avrupalı 1. Özel ad kendi anlamı dışında yeni bir anlam kazanmışsa büyük harfle başlamaz: Acem (İranlı, İran ülkesi) acem (Türk müziğinde bir perde) Don Kişot (Bir roman kahramanı) donkişotluk (Gereği yokken kahramanlık göstermeye kalkışmak) 2. Para birimleri büyük harfle başlamaz: avro dinar dolar kuruş 3. Özel adlar yerine kullanılan “o” zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Turfanda mı, Turfa mı? SUÇ VE CEZA DİYORLAR Kİ 54 LEYLA İLE MECNUN 4. Müzikte kullanılan makam ve tür adları büyük harfle başlamaz: acemaşiran hicazkâr nihavent Öğretici Metinler 2. Birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır: 5. Yer ve millet adlarının tamlayan olarak kullanıldığı ad tamlamalarında tamlanan görevinde kullanılan ve tür bildiren kelimeler küçük, tamlayanlar ise büyük harfle başlar: Antep fıstığı Brüksel lahanası Hindistan cevizi İngiliz anahtarı Maraş dondurması Van kedisi üç yüz altmış beş 3. Para ile ilgili işlem ve senet, çek vb. ticarî belgelerde geçen sayılar bitişik yazılır: yediyüzelliTL 1 Ocak 2012 Pazar günü 29 Ekim 1923 5. Belirli bir tarihi belirtmeyen ay ve gün adları küçük harfle başlar: 5’inci beşinci Çıkış Müdür IV. Kat II. Blok V. Sınıf ESEN YAYINLARI UYARI Giriş 5.’inci doğru Okullar genellikle eylülün ikinci haftasında öğretime başlar. n. Levhalar ve açıklama yazıları büyük harfle başlar: otuzbeşKr 4. Sıra sayıları yazıyla da rakamla da gösterilebilir. Rakamla gösterilmesi durumunda ya rakamdan sonra nokta konur ya da rakamdan sonra kesme işareti konularak derece gösteren ek yazılır. Noktayla ekin bir arada kullanılması yazım yanlışına neden olur: m. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adları büyük harfle başlar: UYARI iki yüz 7’inci (yediinci) 5.inci yanlış Rakamlara gelen eklerde sayının son harfi esas alınır: 8’nci (sekiznci) 7’nci (yedinci) yanlış 8’inci (sekizinci) doğru 5. Üleştirme sayıları rakamla değil yazıyla belirtilir: B. 3’er değil üçer SAYILARIN YAZILIŞI 1. Sayılar metin içerisinde yazıyla yazılır. Fakat saat, para tutarı, ölçü, istatistik verilere ilişkin sayılarda rakam kullanılır: bin yıldan beri üç kardeş haftanın ikinci günü üç ayda bir 18.30’da 11.45’te 35 kilogram 250 kilometre 12 metre kumaş 3.450.000 kişi C. 50’şer değil ellişer BAĞLAÇ VE EKLERİN YAZILIŞI Bağlaç olan “da, de” ve “ki” kendinden önceki kelimeden ayrı, ek olan “-da, -de” ve “-ki” kendinden önceki kelimeye bitişik yazılır: Bunu ona da söyleyeceğim. O susmak nedir bilmez, konuşur da konuşur. Yanıma gel de biraz konuşalım. Beni burada bekleyin. UYARI Saat ve dakikalar metin içinde yazıyla da gösterilebilir: saat yediye çeyrek kala Saat sekizde görüşelim. İkide bir aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu. Olmaz ki, böyle de davranılmaz ki! 55 Öğretici Metinler Sen ki bir zamanlar onu çok severdin, şimdi ne oldu da bu hâle geldiniz? 3. Bağlaç olan “da, de” kendinden önceki kelimeden kesme işaretiyle ayrılmaz. Ödevini yapmış mıdır ki? Ali de gelecek. (doğru) Benim param bitince onunkini harcadık. Ali’de gelecek. (yanlış) Şiirlerimdeki imgeleri beğendiniz mi? 4. Bağlaç olan “ki” birkaç örnekte kalıplaştığı için bitişik yazılır: 1. Bağlaç olan “da, de” ve “ki” cümUYARI leden çıkarıldığında cümlenin anlamı genellikle bozulmaz. Ek olan “da, de” ve “ki” çıkarıldığında anlam bozulur. Fakat bu açıklama “de” bağlacının “bir de” şeklindeki kullanımını içermez. meğerki oysaki hâlbuki 5. Aitlik eki olan “-ki” birkaç örnekte küçük ünlü uyumuna uyar: “Hava o kadar da soğuk değildi.” cümlesi bugünkü “Hava o kadar soğuk değildi.” biçiminde “Siz ki beni iyi tanırsınız, şimdi niye böyle düşünüyorsunuz?” cümlesi Ç. ESEN YAYINLARI “Siz beni iyi tanırsınız, şimdi niye böyle düşünüyorsunuz?” biçiminde söylendiğinde anlam bozulmaz. Bu cümlelerde kullanılan “de” ve “ki” bağlaçtır. Bağlaç olduğu için de ayrı yazılmıştır. mademki SORU EKİNİN YAZILIŞI Çocuk muyum ben? Okuldan mı geliyorsun? UYARI Yağmur yağdı mı dışarı çıkamayız. 2. “Vazgeçmek” birleşik fiili, “mi” soru ekiyle birlikte kullanıldığında iki ayrı biçimde yazılabilir: “Seninki kaç zamandır bize selam vermez oldu.” cümlesi “Senin kaç zamandır bize selam vermez oldu.” biçiminde söylendiğinde anlam bozulur. Bu cümlelerde kullanılan “-de” ve “-ki” unsurları ektir; ek olduğu için de bitişik yazılmıştır. Vaz mı geçtin? D. Kitapta yeterince alıştırma vardı. 56 1. Bu ek, sorudan başka görevlerde kullanıldığında da ayrı yazılır: Güzel mi güzel! “Bizim bu sokak güzel bir evimiz vardı.” biçiminde Arayıp da bulamadığınız neydi? öbürkü Soru eki olan “mı, mi, mu, mü” kendinden önceki kelimeden ayrı yazılır ve bu kelimenin son ünlüsüne bağlı olarak ünlü uyumlarına uyar: “Bizim bu sokakta güzel bir evimiz vardı.” cümlesi 2. Bağlaç olan “da, de” hiçbir zaman “ta, te” biçiminde yazılmaz. Ek olan “-da, -de” sertleşmeye uğradığında bu durum yazıda da gösterilir. dünkü Vazgeçtin mi? TARİHLERİN YAZILIŞI Tarihlerde ay adları yazıyla da rakamla da gösterilebilir. Ay adları yazıyla gösterildiğinde araya herhangi bir noktalama işareti konmaz: 30.06.2012 30 Haziran 2012 doğru 30.Haziran.2012 yanlış Öğretici Metinler Tarihlere ve diğer sayılara gelen eklerde ger- F. çekleşen ünsüz benzeşmesi yazıda gösterilir: BİRLEŞİK KELİMELERİN YAZILIŞI Saat 5’de 2004’den beri Saat 5’te 2004’ten beri Aşağıdaki maddelerde sıralanan birleşik kelimeler bitişik yazılır: yanlış doğru 1. Ses düşmesine uğrayarak kalıplaşmış kelimeler: E. KISALTMALARIN YAZILIŞI 1. Kitap, dergi, kurum, kuruluş ve yön adlarının kısaltmaları genellikle her kelimenin ilk harfinin büyük yazılmasıyla yapılır. Gelenekleşmiş olan T.C. (Türkiye Cumhuriyeti) ve T. (Türkçe) kısaltmalarının dışında büyük harflerle yapılan kısaltmalarda nokta kullanılmaz. nasıl (ne-asıl) niçin (ne-için) sütlaç (sütlü-aş) kahvaltı (kahve-altı) 2. “Et-” ve “ol-” yardımcı fiilleriyle birleşirken ünlü düşmesine ya da ünsüz türemesine uğrayan birleşik fiiller: TDK (Türk Dil Kurumu) emretmek kaybolmak affetmek reddetmek TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi) G (güney) 2. Elementlerin ve ölçü birimlerinin kısaltmaları, uluslararası kısaltmaları gibidir: C (karbon) m (metre) km (kilometre) 3. Kuruluş, kitap, dergi, yön adları, element ve ölçülerin dışında kalan kelimelerin veya kelime gruplarının kısaltılmasında, kelimeyi oluşturan temel harfler dikkate alınır. Kısaltması yapılan kelime veya kelime grubu; özel isim, unvan veya rütbe ise ilk harf büyük; cins isim ise ilk harf küçük olur: ESEN YAYINLARI KB (Kutadgu Bilig) 3. Bitki, hayvan, hastalık, yiyecek, renk, gök cismi ile alet ve eşyaları karşılayan birleşik kelimelerden her ikisi ya da ikincisi, birleşme sırasında benzetme yoluyla anlam değişmesine uğradığında bu tür birleşik kelimeler bitişik yazılır: aslanağzı keçiboynuzu danaburnu (böcek) akbaş (kuş) itdirseği (arpacık) kargaburnu (alet) hanımgöbeği (tatlı) alinazik (kebap) Büyükayı (yıldız kümesi) yavruağzı (renk) 4. Kurallı birleşik fiiller: Ar. (Arapça) Prof. (Profesör) düşünebilmek uyuyakalmak Alb. (albay) is. (isim) çıkagelmek öleyazmak hzl. (hazırlayan) ed. (edebiyat) 4. Büyük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın son harfinin okunuşu, küçük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde ise kelimenin okunuşu esas alınır: THY’nin TRT’den cm’yi 5. Bir ya da iki kelimesi emir kipiyle çekimlenip kalıplaşmış birleşik kelimeler: alaşağı albeni çekyat kapkaç veryansın yapboz kg’dan 6. “-an/-en, -r/-ar/-er/-ır/-ir, -maz/-mez, -mış/ 5. Kısaltması büyük harflerle yapıldığı hâlde bir kelime gibi okunan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın okunuşu esas alınır: UNESCO’ya ASELSAN’ın TEDAŞ’ta -miş” sıfat-fiil eklerinin kalıplaşmasıyla oluşan birleşik kelimeler: cankurtaran dalgakıran barışsever uçaksavar kadirbilmez güngörmüş 57 Öğretici Metinler 7. İkinci kelimesi bilinen geçmiş zaman ekiyle çekimlenip kalıplaşmış kelimeler: 14. “Baş” kelimesiyle oluşturulan sıfat tamlamaları: çıtkırıldım gecekondu başbakan başhekim başkent imambayıldı hünkârbeğendi başkomutan başrol başsavcı 15. “Bir topluluğun yöneticisi” anlamındaki “başı” sözüyle oluşturulan belirtisiz ad tamlamaları: 8. Her iki kelimesi de bilinen geçmiş zaman ya da geniş zaman eklerini alarak kalıplaşmış kelimeler: dedikodu kaptıkaçtı okuryazar yanardöner akşamüzeri olağanüstü ayaküstü yüzüstü 10. İki ya da daha çok kelimeden oluşmuş Türkçe yer adları: Çanakkale Gümüşhane Pınarbaşı Beşiktaş 11. “Şehir, kent, köy, mahalle, dağ, tepe, deniz, göl, ırmak, su” vb. kelimelerle kurulmuş sıfat tamlaması ve belirtisiz ad tamlaması kalıbındaki yer adları: Akşehir Batıkent Çengelköy Yenimahalle Uludağ Kocatepe Kızıldeniz Acıgöl Kızılırmak elebaşı mehterbaşı onbaşı ustabaşı ağabey beyefendi hanımefendi paşababa 17. “Biraz, birkaç, birkaçı, birtakım, birçok, birçoğu, hiçbir, hiçbiri, herhangi” belgisiz sıfat ve zamirleri gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır. ESEN YAYINLARI bilinçaltı binbaşı 16. “Ağa, bey, efendi, hanım, nine” vb. sözlerle kurulan birleşik kelimeler: 9. Somut olarak yer bildirmeyen “alt, üst, üzeri” sözlerinin sona getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelimeler: ayakaltı aşçıbaşı 18. “Ev, hane, name, zade, zede” kelimeleriyle kurulan birleşik kelimeler: yayınevi huzurevi kahvehane yazıhane seyahatname siyasetname amcazade paşazade depremzede afetzede 1. “Eczahane, hastahane, pastahane, postahane” sözleri kullanımdaki yaygınlık dolayısıyla “eczane, hastane, pastane, postane” biçiminde yazılmaktadır. UYARI 12. Kişi adları ve unvanlarından oluşmuş mahalle, meydan, köy vb. yer ve kuruluş adlarında unvan kelimesi sonda ise, gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır: Abidinpaşa Bayrampaşa Ertuğrulgazi Necatibey (Caddesi) 2. Kanunda bitişik geçen veya bitişik olarak tescil ettirilmiş olan kuruluş adları bitişik yazılır: İçişleri 13. Ara yönleri belirten kelimeler: 58 güneybatı güneydoğu kuzeybatı kuzeydoğu Yükseköğretim 3. “Şey” kelimesi kendinden önceki kelimeden ayrı yazılır: bir şey her şey herhangi bir şey Öğretici Metinler G. İKİLEMELERİN YAZILIŞI İkilemeler ayrı yazılır ve ikilemeyi oluşturan kelimelerin arasına herhangi bir noktalama işareti konmaz: çoluk çocuk konu komşu süklüm püklüm yarım yamalak baş başa başa baş günü gününe YANLIŞ YAZILAN KELİMELER DOĞRU abdest aferin acente adale aforoz afili ahbap ajitasyon akupunktur alerji alabora altmış (60) alüminyum amortisör anatomi antrenman antrparantez arabesk arife artist asfalt asgari aşağı aşçı ataş (tutturgaç) atölye bağırsak bayağı beğenmek bilumum YANLIŞ aptes aferim acenta adele afaroz afilli ahpap acitasyon akapunktur allerji alobora atmış aliminyum – alimünyum amartisör anotomi antreman antiparantez arabeks arefe-arafe artiz-artis asvalt askari aşşağı ahçı ataç atelye barsak baya beyenmek bilimum ESEN YAYINLARI Ğ. allak bullak birader bisiklet bisküvi cambaz cereyan ciğer çekimser çember çiftlik çiftçi çikolata çünkü dakika değer (kıymet) değil değinmek değnek dinozor direkt (doğrudan) distribütör (dağıtıcı) doküman domates döndürmek düğüm egzoz eğitim eğlenmek ekstra ekşi entelektüel erozyon espri eşkâl (dıştan görünüş) eşantiyon eşofman falan fasulye fayton fermuar feshetmek film fiyat gardırop gazete hafriyat hakikaten halüsinasyon bilader pisiklet-piskilet püsküüt-pisküvi-püsküvüt canbaz ceryan-ceyran ciyer çekinser çenber çiflik çifci-çifçi çukulata-çukolata çünki dakka deyer deyil deyinmek deynek dinazor direk distribitör doküman domatez döndermek düyüm egzos-egsoz-eksoz eyitim eylenmek ekistra eşki entellektüel erezyon espiri eşgal-eşkal aşentiyon-aşantiyon aşofman-eşortman felan fasülye payton fermar fesetmek filim fiat gardolap gazte-gaste harfiyat hakkaten halisinasyon-halisünasyon 59 herkes heyecan hoparlör Hristiyan ızdırap illüzyon inisiyatif inkılap iskonto ispat jandarma jelatin jeton jimnastik kampanya kapora kapüşon (başlık) karakter karnabahar kavanoz kayısı kılavuz kibrit kilitlemek kirpik kolej koleksiyon kolektif kolonya kontör kopya koreografi kravat kupür kurdele laboratuar lakayıt lanet lavabo leğen mahcup mahsus mahzun (hüzünlü) makine matematik mantalite herkeş-herkez heycan hoporlör-opörlör-aporlor Hıristiyan ıstırap ilizyon-ilüzyon insiyatif inkilap ıskonto isbat-ıspat candarma celatin ceton cimnastik kanpanya kaparo kapşon karekter karnıbahar kavonoz kaysı klavuz kirbit kitlemek kiprik kollej kolleksiyon kollektif kolanya kontür-kontur kopye kareografi-korografi gravat küpür kurdale-kurdela labaratuar-laboratuar-laboratuar lakayt nalet lavobo leyen mahçup masus-mahsuz mahsun makina matamatik mentalite maydanoz maydonoz-maydanos 60 ESEN YAYINLARI Öğretici Metinler megaloman megoloman menemen (yemek) melemen menisküs menüsküs menü mönü meyve meyva mide miğde minibüs münübüs motosiklet motorsiklet mozaik mozayik muhatap muhattap murdar (pis) mundar muşamba muşanba muzdarip mustarip muzır muzur müdahale müdahele müracaat müracat müsait müsayit müspet müsbet müteahhit mütahit naylon laylon nilüfer nülüfer nispet nisbet nitekim netekim nötr nötür orijinal orjinal öge öğe öğle (gün ortası) öyle paragraf parağraf paralel parelel pardösü perdesü parlamenter parlementer parlamento parlemento pembe penbe poğaça poaça-boğça-poça portmanto fortmanto profesör prefesör profesyonel profesyönel-prefesyonel program proğram promosyon promasyon radyasyon radyosyon rakam rakkam rastlantı raslantı restoran restorant rezervasyon rezarvasyon sağanak sağnak Öğretici Metinler sandöviç-sandüviç sarımsak sarmısak satılık satlık satranç santranç seda sada sefa safa sela sala serbest serbes seyahat seyehat silahşor silahşör sohbet sohpet sürpriz süpriz-süprüz şaibe şayibe şarj şarz şefkat şevkat şemsiye şemşiye şimdi şindi şofben şohben şoför şöför tasvir tasfir tembel tenbel tembih tenbih teneffüs tenefüs teravih teravi-terafi tespih tesbih tespit tesbit teşvik teşfik tıraş traş tiksinmek tiskinmek ÖRNEK SORU (YGS – 2011) Top peşinde koşan çocukları, pencereden sarkıp çamaşır asan genç kızları çekinmeden fotoğraflamak mı I istiyorsunuz? O zaman Balat vazgeçilmez mekânınızdır. Hele akşamüstü eski semtin dar sokaklarına öyle II bir ışık düşerki hayran kalırsınız. Son yıllarda yapıIII lan restorasyon çalışmalarıyla güzelleşen Balat Kültür IV V Evini de görmeden edemezsiniz. Bu parçadaki numaralanmış sözlerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? A) IV. B) V. C) III. D) II. E) I. ÇÖZÜM: ESEN YAYINLARI sandviç ÖRNEK SORU (YGS – 2010) “1969 yılında Güzel Sanatlar Akademisini bitirdim. I Resim yapmaya karikatürist olarak başladım; çizdikII lerimi 10 liraya satardım Dolmuş, Tef, Pardon gibi III dergilere. İlk sergimi 1959 yılında Taksim meydanında IV açtım ve yalnızca üç tablo satarak yer kirasını ancak tükürük tükrük tüyo tiyo ukala ukela ultrason ultrasyon usul usül unvan ünvan virüs vürüs vites fites voleybol valeybol-veleybol Bu parçadaki altı çizili sözlerden hangisinin yazımı yanlıştır? yalnız yanlız A) l. yanlış yalnış yayımlamak yayınlamak zarafet zerafet ziynet ziğnet-zinet ödeyebildim.” diyor usta ressam sanat yaşamının ilk yılV larını anlatırken. B) II. C) III. D) IV. E)V. ÇÖZÜM: 61 Öğretici Metinler ÖRNEK SORU (ÖSS – 2006) ÖRNEK SORU (ÖSS – 2007) Altı yıl önce aramızdan ayrılan değerli sanatçımız, İsI tanbul’da açılan bir sergiyle anılıyor. Sanat yaşamı bo- Yayınevimiz 2003’de kuruldu. 60’a yakın şiir kitabı I yayımladık. Tüm olumsuzluklara karşın şiirde bugün II bir hareketlilik yaşanıyor. İyi şiir yazılıyor mu? Evet. III Güçlü bir şiir geliyor. Ne var ki yayımladığımız kitap- yunca yapıtlarında çağdaş sanat akımlarını göz ardı etII meyen, bunun yanı sıra geleneklerimizi ve Anadolu III IV Estetiğini de yüzeye çıkarmayı başaran sanatçının yapıtları 7 Şubat 2006 tarihine kadar izlenebilir. V Bu parçadaki altı çizili sözlerden hangisinin yazımı yanlıştır? lar çok satılmıyor. Bu, büyük yayınevlerinde de IV aşağı yukarı böyle. V Yukarıdaki numaralanmış sözlerden hangisinin yazımı yanlıştır? A) l. A) l. B) II. C) III. D) IV. E)V. ÇÖZÜM: B) II. C) III. D) IV. E)V. ESEN YAYINLARI ÇÖZÜM: ÖRNEK SORU (ÖSS – 2004) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? A) Baş başa vermiş, çocukların sorunlarından söz ediyorlardı. B) İnsanımızın belirleyici özelliklerinden biri de konuk severliğidir. C) Romandaki kişilerin, tipik İç Anadolu insanının özelliklerini taşıdığını söyledi. D) Doğu felsefesiyle ilgili hemen her kitabı okurdu. E) Televizyondaki kültür ve sanat programlarını sürekli izlerdi. ÖRNEK SORU (ÖSS – 2008) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? A) Bu tedaviden sonra hastalığın seyri değişti. B) Yıllık izninin bir bölümünü bu ay kullanıyor. C) Organ nakliyle yaşama döndürülen hastaların sayısı gün geçtikçe artıyor. D) Çağırılmadığı için akşamki davette o yoktu. E) Uzun süre yağmur altında yürüdükten sonra sığınacak bir yer buldu. ÇÖZÜM: ÇÖZÜM: 62 Öğretici Metinler ÖRNEK SORU (ÖSS – 2004) ÖRNEK SORU (LYS – 2011) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? 1349’da Cenevizliler tarafından yapılan, sonraki yıllarI da da birçok kez onarılan Galata Kulesi İstanbul’daki II görülmeye değer yerlerden biridir. Üsküdar’ın A) Bize hep: “İyi bir kitap okuru olmakla övününüz.” derdi. B) “Bugünlerde işlerimiz iyi.” diyerek ellerini ovuşturdu. C) “O zamanlar buğdaylarımız bu değirmende övütülürdü. D) Öğrencilerine her zaman dürüst olmayı öğütlerdi. E) Doktor, anneme: “Günde üç öğün yemek yiyin.” dedi. Doğancılar Semti’ndeki bu yapı 17. yy.da III IV Hezarfen Ahmet Çelebi’nin takma kanatlarla uçmaV sından sonra da birçok uçma denemesine tanık olmuştur. ÇÖZÜM: Bu parçadaki numaralanmış sözlerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? A) l. B) II. C) III. D) IV. E)V. ESEN YAYINLARI ÇÖZÜM: ÖRNEK SORU (ÖSS – 2009) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? A) Bu binanın planını Avusturyalı bir mimarla birlikte çizmişler. B) Müzenin bugünkü durumuyla ilgili bilgileri bir önceki sayımızda yayımlamıştık. C) O gezide yıllardır görmediğim bir arkadaşıma rastladım. D) Buraya yeni bir yaya geçiti yapılacak. E) Şenlikler bu yıl mayıs ayında başlayacak. ÇÖZÜM: 63 Öğretici Metinler ÖLÇME DEĞERLENDİRME 3 Yazım (İmla) Kuralları UYGULAMA – 1 Aşağıdaki cümlelerdeki yazım yanlışlarını bulunuz. Her cümlede birden çok yazım yanlışı vardır. 1. Bir kaç yıl kaldığımız o şehirin hatıraları şu siyahbeyaz fotograflar da saklıdır. 6. 2001 de Lise’yi 2005’de de Üniversite’yi bitirip iş hayatına atılmış. Bir kaç yıl kaldığımız o şehirin hatıraları şu siyahbeyaz fotograflar da saklıdır. Birkaç yıl kaldığımız o şehrin hatıraları şu si7. yah beyaz fotoğraflarda saklıdır. 3. ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– O’nun ne yapacağı hiç belli olmaz, heran bir süprizle karşımıza çıka bilir. ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Elinde avcunda ne varise hepisini bu işe yatırmış, zarar edincede pisikolojik sorunlar yaşamışdı. ESEN YAYINLARI 2. ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Tv’de gösterilen herşeyin doğru olduğuna inanacak kadar iyiniyetliymiş. 8. ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Asılını soracak olursan, sınav çok iyi geçdi, birtek 17’inci soruyu cevaplamakta zorlandım bir az. ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Bakaldan birşeyler alıp geleceğim, siz bura da uslu uslu oturun. 9. 4. ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– ÖSYM’ne öğrencilerin yapdığı baş vuru, basınında gündemindeydi. 5. ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Marmaris’de meydana gelen tırafik kazasında yaralananların bir çoğu ayakda tedavi edildi. ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– 10. Şevkatini hiçkimseden esirgemeyen, herkeze dostca yaklaşan biriydi bu yaşlı adam. 64 Öğretici Metinler BOŞLUK DOLDURMA “Bu sokakda her an her şey olabilir.” cümlesindeki yazım yanlışının giderilmesi için “....................” kelimesinin “.....................” biçiminde yazılması gerekir. 2. 3. ESEN YAYINLARI 1. “Bu gerçeği saklıyanlar, yaptıklarının yanlış olduğunu bir gün anlayacaklar.” cümlesindeki “....................” kelimesi yanlış yazılmıştır. 4. EŞLEŞTİRME Sol taraftaki örnek cümlelerde yazım yanlışları vardır. Bu cümleleri sağ taraftaki nedenlerle eşleştiriniz. ÖRNEK CÜMLE YAZIM YANLIŞININ NEDENİ 1 Bu konuda ne düşünüyorsunuz, siz de fikirinizi söyleyin! A Küçük harfle başlaması gereken kelimenin büyük harfle başlaması 2 2004’de yapılan bir bu araştırma güncelliğini yitirmiştir. B Ünsüz sertleşmesi kuralına uyulmaması 3 Bunu Fırat Nehri’nin kıyısında dolaşırken farkettim. C Bitişik yazılması gereken ekin ayrı yazılması 4 Bu tatlının yanında bir de Maraş Dondurması olsaydı! Ç Ayrı yazılması gereken birleşik fiilin bitişik yazılması 5 Aradığınız her şeyi bu mağaza da bulabilirsiniz. D Ünlü düşmesinin yazıda gösterilmemesi 6 O öğrencide senin kadar başarılıydı. E Ayrı yazılması gereken bağlacın bitişik yazılması 69 Öğretici Metinler TEST – 1 1. Bağlaç görevindeki “de”lerde gerçekleşen sert ünsüz benzeşmesi yazıda gösterilmez. 4. Bu kurala aykırı yazım, aşağıdakilerin hangisinde vardır? A) Tunalı Hilmi Caddesi’nde hoşça vakit geçirebileceğiniz birçok mekân var. A) Belki Ahmet te bir gün her şeyi anlar ve senden özür diler. B) O, büyük bir sağlık merkezinde başhemşire olarak çalışıyormuş. B) Talat’ta çok eski bir define haritası varmış, onunla yatıp onunla kalkıyormuş. C) ASKİ’ye telefon açıp onları bu durumdan haberdar ettik. C) 2003’den beri bu mahallede oturuyorlarmış. D) Ağlayıp sızlasan da seni affetmeyeceğini söylüyormuş herkese. D) İzmit de Türkiye’nin güzel ve kalkınmış şehirlerinden biridir. E) Bakan, ardarda sıralanan bu zor sorular karşısında müsteşarından yardım istedi. E) Güneşdeki patlamaların sebeplerini coğrafya öğretmenimize sorduk. 5. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? A) Murathan Mungan’ın tüm yapıtları, özellikle de şiirleri zevkle okunuyor. B) Gördüğümüz ilk kişiye Beylerbeyi Sarayı’nın nerede olduğunu sorduk. B) THY’de görevli hosteslerin yeni kıyafetleri bir defileyle tanıtıldı. C) Onun için kendi yaşantısı mı öncelikliydi, öyküleri mi? C) Tandoğan Meydanı trafiğe kapatılınca Ankaralılar zor anlar yaşadı. D) Yakıcı ağustos sıcağında bile tarlada çalışanlar olduğunu düşünerek haline şükret. D) Japonya’ya geçen yıl da gitmiş ve orada birçok kişiyle tanışmışdık. E) Bakanlar Kurulu bu konuda herhangi bir açıklama yapmadı. E) Onun en belirgin özelliği, gerçekleri apaçık dile getirmesidir. 3. Aşağıdakilerin hangisinde altı çizili sözün yazımı yanlıştır? A) Ağlamak da gereklidir bazı vakitler, insanın buna da ihtiyacı vardır. B) Sen de beni anlamıyorsan ben kime anlatırım bunları? C) Kulaklarım da çok şiddetli bir ağrı vardı birkaç gün öncesine kadar. D) Yüreğim de seninle, beynim de; sen yeter ki doğru bildiklerinden şaşma! E) En yakın bildiğin dostların da seni unutabilir bir gün, buna hazırlıklı ol! 70 Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? A) Bu resimin hangi yüzyılda yapıldığını biliyorum, unuttunuz mu benim sanat tarihçisi olduğumu? ESEN YAYINLARI 2. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? 6. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? A) TRT’nin özel televizyonlarla rekabet edebilmesi için bir dizi yenilik yapılacakmış. B) Edebiyatımızda öykü türünün akıla gelen ilk adı, hiç kuşkusuz Sait Faik’tir. C) Öğrenciler her gün farklı şeyler öğrenmenin sevinci içindeydiler. D) Belediye bu aralar asfalt çalışmalarına hız verdi, bu gidişle yollarda hiçbir çukur kalmaz. E) Ben bu konuda sana yardımcı olamam, sen kendine başka bir kılavuz bul. Öğretici Metinler 7. 8. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? 10. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yoktur? A) Küçük kızımın inşaat mühendisi olmasını ben de istiyordum. B) İTÜ’nün bu yılki mezunları iş bulmakta hiç zorlanmadılar. C) O, girişgenliğiyle hepimizin dikkatini çekmeyi başarmıştı. D) Nesnel sanat olmadığı gibi nesnel eleştiri de yoktur. E) Gazetelerde bu konuyla ilgili haberler manşetlere taşınmıştı. A) Onunla anlaşamıyacağımızı ilk günden beri biliyordum, bunu size de söylemiştim. B) Her şey nasıl da bir anda olup bitti, göz açıp kapayıncaya dek neler olurmuş bu dünyada! C) Şimdi tam hatırlamıyorum ama yanılmıyorsam filimin başrolünde oynayan kişinin adı, Tarık’tı. D) Geleneksel Türk Sanatlarından olan hat ve tezhip, ancak gençlerin ilgilenmesiyle eski ihtişamlı günlerine dönebilir. E) Sizden birşey isteyeceğim ama doğrusunu söylemek gerekirse vereceğiniz tepkiden çekiniyorum. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yoktur? A) Van Kedisi, gözlerinin farklı renklerde olması yönüyle kedi türleri içinde ayrı bir yere sahiptir. C) Bana doğruları söyle ki seni savunabileyim, senin haklı olduğunu ispatlamam için daha çok kanıta ihtiyacım var. D) Yaşlı bilge, bunların hepsi gelip geçici şeylerdir, diyerek sabır ediyordu. E) Dünyanın her tarafındaki şiddet olaylarını ancak barış sever insanların bilinçli eylemleri durdurabilir. 9. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? ESEN YAYINLARI B) Elindeki metini yüksek sesle okumaya başlamıştı, halbuki bir aşk şiiri bu ses tonuyla okunmamalıydı. 11. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? A) İzmir’e giderken Uşak’a da uğramış, tesisin birinden biraz da lokum almıştık. B) Büyükçe bir salonda toplanmış, politikayla ilgili tartışmalara girişmiştik. C) Antrenörün uyarılarını dikkate almayıp kafama göre spor yapacağım, dersen bunun sonuçlarına da katlanırsın. D) Baktık ki onunla başa çıkamayacağız, kaçmaya başladık. E) “Suç Ve Ceza”yı okuduğumda lise birinci sınıf öğrencisiydim. 12. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı vardır? A) Güneş ve deniz, tatil denilince akla gelen iki vazgeçilmezdir. A) Dilimize çevirilen bu tür eserlerin edebiyatımızdaki herhangi bir boşluğu doldurduğuna inanmıyorum. B) Erozyona karşı gerçekçi önlemler alınmazsa ülkemiz çölleşebilir. B) Millî Edebiyat Dönemi sanatçılarının ortak yönlerini söyler misin? C) O kadar iyi ve merhametlisin ki senin için ne yapsam azdır. C) Şu testteki soruları da cevapla ki bu konuyu anladığına emin olalım. D) Onunla baş başa kaldığımızda elini omuzuma atıp benden özür diledi. D) Ben de senin yaptığın gibi İstanbul’a yerleşse miydim, diye düşünüyorum bazen. E) Ayvalık, çok yakında ülkemizin önemli turizm merkezlerinden biri olacak. E) Profesör Doktor Yakup Altınkök’e bizi bu konuda aydınlattığı için teşekkür ederim. 71 Öğretici Metinler HATIRLATMALAR PEKİŞTİRMELER 4 NOKTALAMA İŞARETLERİ 7. Bir yazının maddelerini gösteren rakam veya harflerden sonra konur: NOKTA (.) 1. Tamamlanmış cümlelerin sonuna konur: Ben, bütün çocukları severim. 1. A. a. II. 2. B. b. 8. Dört ve dörtten çok rakamlı sayılar sondan sayılmak üzere üçlü gruplara ayrılarak yazılır ve araya nokta konur: 2. Bazı kısaltmaların sonuna konur: Prof. (profesör) I. Cad. (cadde) 1.000 326.197 49.750.812 3. Rakamlardan sonra sıra bildirmek için konur. 3. 5. 17. 5, 8 ve 14. sorular zordu. 4. Tarihlerin yazılışında gün, ay ve yılı gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur: 23.12.2012 UYARI ESEN YAYINLARI VİRGÜL (,) Arka arkaya sıralandıkları için virUYARI gülle ya da kısa çizgiyle ayrılan rakamlardan yalnızca sonuncu rakamdan sonra nokta konur: 1. Birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelimelerin ve kelime gruplarının arasına konur: Şiirden, romandan, tiyatrodan anlayan gençlerle bir arada olmak beni mutlu ediyor. Gazeteleri, dergileri, radyoları ve televizyon kanallarını objektif yayıncılık yapmaya davet ediyorum. 15.X.2013 Tarihlerde ay adları yazıyla da gösterilebilir. Bu durumda ay adlarından önce ve sonra nokta kullanılmaz: 29 Mayıs 1453 29 Ekim 1923 2. Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur: Bavulunu aldı, dışarı çıktı, kendisini bekleyen arabaya doğru koşmaya başladı. Halkımız duyarlıdır, sevdiği sanatçıyı bağrına basar. 5. Saat ve dakika gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur: Otobüsümüz 23.15’te hareket edecek. Maç, 13.00’te başlayacak. 6. Kitap, dergi vb.nin künyelerinin sonuna ko- 3. Cümle içinde ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için konur: Yıllar sonra nihayet oraya, doğup büyüdüğüm o güzel kente, dönüyorum. nur: İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995. Yarışmayı kimin kazandığını, bunu çok merak ettiğinizi biliyorum, birazdan açıklayacağız. 83 Öğretici Metinler 4. Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan özneyi belirtmek için konur: 11. Bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelimelerle yapı ve anlam bakımından bağlantısı olmadığını göstermek için konur. Yaşlı kadın, orada geçirdiği o mutlu günleri özlemle anıyordu. Bayan, memura bir kâğıt uzattı. Bu, tek gözlü, genç fakat ihtiyar görünen bir adamcağızdır. 5. Anlama güç kazandırmak için tekrarlanan kelimelerin arasına konur: Bu gece, eğlenceleri içlerine sinmedi. Para, para, para... Varsa yoksa para. Bunlar paradan başka bir şey konuşmazlar mı? 12. Sayıların yazılışında kesirleri ayırmak için kullanılır: Akşam, yine akşam, yine akşam 24,8 (yirmi dört tam, onda sekiz) Göllerde bu dem bir kamış olsam 0,35 (sıfır tam, yüzde otuz beş) Ahmet Haşim 13. Özne olarak kullanıldıklarında “bu, şu, o” zamirlerinden sonra konur: Özlemini çektiğim diyarların şiirini yazıyorum, dedi. Bu, benim gibi yazarlar için hiç kolay olmaz. 7. Konuşma çizgisinden sonraki alıntı cümlesinin bitimine konur: — Van’a bu akşam mı gidiyor musunuz, diye sordu. ESEN YAYINLARI 6. Tırnak içinde olmayan alıntı cümlelerden sonra konur: Şu, diğerlerinden çok daha güzel! O, eski defterleri çoktan kapatmıştı. 14. Kitap, dergi vb.nin künyelerinde yazar, eser, basımevi vb. maddelerden sonra konur: Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahur Beste, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2005. 8. Edebî eserlerde konuşma bölümünden önceki ifadenin sonuna konur: Bahçe kapısını açtı. Sermet Bey’e, — Bu anahtar köşkü de açar, dedi. 9. Ret, kabul teşvik bildiren “evet, hayır, yok, tamam, elbette” gibi kelimelerden sonra konur: Tamam, ben de size katılıyorum. Hayır, gelmeyeceğim. 10. Hitap için kullanılan kelimelerden sonra ko- UYARI 1. Metin içinde ve, veya, ya da, yahut, da/de bağlaçlarından önce de sonra da virgül konmaz. 2. Metin içinde “hem hem, ister ister, gerek gerek” gibi tekrarlı bağlaçlardan önce ve sonra virgül konmaz. 3. Metin içinde “-ınca/-ince” anlamında zarffiil görevinde kullanılan “mı/mi” ekinden sonra virgül konmaz. nur: Değerli Arkadaşım, Sayın Başkan, 84 4. Şart ekini almış kelimelerden sonra virgül konmaz. Öğretici Metinler ÖRNEK SORU (YGS – 2011) Eğer o şiirler, o romanlar, o öyküler, o tiyatro yapıtları olmasaydı, söylemek bile fazla, duygularımız daha az bilinecek, bilgilerimiz daha az olacaktı. Çünkü edebiyat, daha iyi duymamızı, daha iyi düşünmemizi sağlar. Daha doğru, daha insanca yaşamamıza yardımcı olur. ÖRNEK SORU (YGS – 2010) Tam yirmi beş yıl oldu. Her sabah erkenden gelir , –– I bu duvarın dibine serer kitapları. Geçenler bakarlar, inceleyip , bırakırlar. Cağaloğlu’ndaki bu kitapçı , –– –– II III yokuşu tırmananların görmeye alışık olduğu , vaz–– IV geçemediği bir parçası gibidir. Yalnız bir derdi vardır: Bu parçada, virgülün işlevleriyle ilgili olarak aşağıda verilenlerden hangisine uygun bir örnek yoktur? A) Özel olarak vurgulanması gereken bir ögeyi belirtme Güvercinler. Onlar kitapçıdan daha eski sahibidirler B) Ara sözleri ayırma bu duvarın , vazgeçmezler yerlerinden. –– V C) Art arda sıralanan eş görevli sözcük kümelerini ayırma Bu parçadaki numaralanmış virgüllerden (,) hangisi yanlış kullanılmıştır? D) Tırnak içinde verilmeyen aktarma cümlelerini belirtme A) l. ÇÖZÜM: ESEN YAYINLARI E) Sıralı cümleleri birbirinden ayırma B) II. C) III. D) IV. E) V. ÇÖZÜM: ÖRNEK SORU (ÖSS – 2000) Dünyada neler olup bittiğini böylesine iyi bilen , ⎯ I okuma , çalışma gücü yüksek , oldukça bilgili ⎯ ⎯ II III bu genç , insanın kullandığı sözcüklere , alışık ⎯ ⎯ IV V olmadığımız yeni anlamlar kattığını görüyorum. Yukarıdaki cümlede, numaralanmış virgüllerden (,) hangisinin yeri değiştirilirse anlam karışıklığı giderilmiş olur? A) l. B) II. C) III. D) IV. E) V. 85 Öğretici Metinler ÇÖZÜM: 3. İkiden fazla eş değer ögesi arasında virgül bulunan cümlelerde özneden sonra noktalı virgül konabilir: “Ahmet, bu sınıftaki en başarılı öğrencidir.” cümlesinde özneyi belirtmek için virgül kullanılmıştır. NOKTALI VİRGÜL (;) 1. Cümle içinde virgüllerle ayrılmış tür ya da takımları birbirinden ayırmak için konur: Bu kutuya kitapları, defterleri; şu kutuya da kalemleri, silgileri yerleştirelim. 2. Ögeleri arasında virgül bulunan sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur. Virgülün kullanıldığı yerleri anlatırken hem eş görevli kelimelerin hem de sıralı cümlelerin virgüllerle ayrılması gerektiğini belirtmiştik. “Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyordu.” cümlesinde eş görevli kelimeler “Sevinçten içim içime sığmıyor, kahkahalar atmak istiyorum.” cümlesinde ise sıralı cümleler virgülle ayrılmıştır. Bir sıralı cümlede, ögeler kendi arasında virgüllerle ayrılmışsa, iki cümlenin birleştiği yere virgül değil, noktalı virgül konur: Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyor; bağırmak, kahkaha atmak istiyorum. 86 ESEN YAYINLARI “Ahmet; Mehmet, Gürkan, Hasan ve Oktay’dan daha güzel futbol oynar.” cümlesinde ise özneyi belirtmek için noktalı virgül kullanılmıştır. Bunun nedeni, hem özneden sonra hem de eş görevli kelimeler arasında virgül kullanmanın gerekli olmasıdır. Böyle durumlarda özneden sonra virgül yerine noktalı virgül kullanmak, anlam karışıklığını önler. ÖRNEK SORU (ÖSS – 1999) Bir anlatım biçimi olarak günlükte, gezi (I) deneme (II) eleştiri ve röportaj gibi öğretici (III) roman (IV) öykü (V) şiir gibi yaratıcı türlerden yararlanılır. Bu cümledeki numaralanmış yerlerden hangisine ötekilerden farklı bir noktalama işareti konmalıdır? A) l. ÇÖZÜM: B) II. C) III. D) IV. E) V. Öğretici Metinler ÇÖZÜM: İKİ NOKTA (:) 1. Kendisiyle ilgili açıklama yapılacak cümlenin sonuna konur: Sizden şunu yapmanızı istiyoruz: Evinize gidin ve bizden haber bekleyin! 2. Kendisinden sonra örnek verilecek cümlenin sonuna konur: Türkçede “b” sesi, kendinden önceki “n”yi “m”ye dönüştürür: perşembe, çember, sümbül... ÜÇ NOKTA (...) 1. Eksiltili (tamamlanmamış, yüklemi söylenmemiş) cümlelerin sonuna konur: 3. Edebî eserlerdeki karşılıklı konuşmalarda, konuşan kişinin adından sonra konur: Gecenin koyu karanlığında kulakları sağır eden bir çığlık... Cemil Usta: Nereden geliyorsun, evlat? Hasan: Annem manava göndermişti, oradan geliyorum. ESEN YAYINLARI Yaptığınız iyilikler kısa sürede unutulur ama birine, isteğinizin dışında gelişse bile, zararınız dokunmuşsa... 2. Herhangi bir nedenle söylenmek istenmeyen kelimelerin yerine kullanılır: Bu suçu işleyen kişi ... olabilir. ÖRNEK SORU (ÖSS – 2004) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde, ayraçla gösterilen yere iki nokta (:) konulmalıdır? A) Öyle bir olay ki ( ) eksiklerimizi, yetersizliklerimizi açıkça gösteriyor. B) İletişimde ölçüsüzlük dediğimiz şey ( ) sanat haberlerinde olduğu gibi spor haberlerinde de ken- 3. Alıntılarda başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine kullanılır: Mehmet Efendi evinin altındaki odada otururken onu gördü. Elinde büyücek bir kapla ıslak bir post vardı. Bunları ... vermeden pencerenin içine bıraktı ... dini göstermiştir. C) Yöneticilere düşen görevlerden biri de ( ) öğrenciler arasındaki üstün yetenekli gençleri bulup yönlendirmektir. D) Son günlerde yaşananlar, yöneticilerimize çok şey öğretmiştir ( ) Bunlardan biri gerçekleşmemiş beklentilerimizin üzüntüsüdür. E) Bu tartışma onun şu iki yönünü açığa çıkarmıştır ( ) Eleştirilere karşı hoşgörüsüz olma ve duygularını denetleyememe. 4. Karşılıklı konuşmalarda, yeterli olmayan, eksik bırakılan cevaplarda kullanılır: — Kimsin — Mehmet — Hangi Mehmet? — ... — Cevap ver, hangi Mehmet dedim. — ... 87 Öğretici Metinler SORU İŞARETİ (?) KISA ÇİZGİ (-) 1. Soru bildiren cümle veya sözlerin sonuna konur: 1. Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonuna konur. Birleşik kelimeler satır sonuna sığmadığında bu kelimelerin ulama yapılarak hecelendiği dikkate alınır: Bunu kim söyledi? Gümrükteki memur başını kaldırdı: Ataol Behramoğlu’nun hazırladığı bu antoloji iki ciltten oluşuyor. — Adınız? ............. başöğretmen 2. Bilinmeyen, kesin olmayan ya da şüpheyle karşılanan yer, tarih vb. durumlar için kullanılır: ............. başöğretmen Yunus Emre (1240?-1320), Doğum yeri: (?) Ankara’dan Sakarya’ya iki (?) saatte gitmiş. ............Karaosmanoğlu 1496 (?) yılında doğan Fuzuli ... Soru ifadesi taşıyan sıralı ve bağlı cümlelerde soru işareti en sona konur: Ben yokken nasıl geçindiniz, size kim yardım etti? ÜNLEM İŞARETİ (!) 1. Sevinç, korku, acı, şaşma gibi duyguları anlatan cümlelerin sonuna konur: UYARI ESEN YAYINLARI UYARI ............Karaosmanoğlu Kesme işareti satır sonuna geldiğinde yalnız kesme işareti kullanılır, ayrıca kısa çizgi kullanılmaz: ................ Edirne’ nin... ................ 2013’ te... Hava ne kadar soğuk! Aşk olsun! 2. Seslenme, hitap ve uyarı sözlerinden sonra konur: Arkadaşlar! Bu taraftan gidelim. UYARI Ünlem işareti, seslenme ve hitap sözlerinden hemen sonra konulabileceği gibi cümlenin sonuna da ko- nabilir: 2. Ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için kullanılır: Size nasihat vermek için -gerçi siz nasihatten de anlamazsınız ya- buradayım. 3. Eklerden önce, fiil kök ve gövdelerinden sonra kullanılır: -a/-e -dan/-den süz- – Arkadaşlar, bu taraftan gidelim! 3. Bir söze alay, kinaye ya da küçümseme anlamı kazandırılmak istenen sözden hemen sonra parantez içinde ünlem işareti kullanılır: İsteseymiş, bütün soruları yarım saatte cevaplayabilmiş (!) 88 4. Kelimeler arasında “-den... -a, ve, ile, ilâ, arasında” anlamlarını vermek için kullanılır: Türkçe-Farsça Sözlük Ankara-İzmir uçak seferleri Ural-Altay dil ailesi 13.30-14.30 Öğretici Metinler UYARI 3. Tarihlerin yazılışında gün, ay ve yılı gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur: Cümle içinde sayı adlarının yinelenmesinde araya kısa çizgi konmaz: 18/11/2014 15/IX/2013 Onu görmeyeli on on beş yıl oluyor. Biraz sonra üç beş kişi geldi. 4. Dil bilgisinde eklerin farklı biçimlerini göstermek için kullanılır: -a/-e -an /-en -lık /-lik UZUN ÇİZGİ (—) Yazıda satır başına alınan konuşmaları göstermek için kullanılır. Buna “konuşma çizgisi” de denir: — Orada ne yaptınız? — Yemek yedik, gezdik, eğlendik. UYARI TIRNAK İŞARETİ (“ ”) 1. Başka bir kimseden ya da yazıdan olduğu gibi aktarılan sözler tırnak içine alınır. Tırnak içindeki alıntının sonunda bulunan işaret (nokta, soru işareti, ünlem işareti vb.) tırnak içinde kalır: 1. Oyunlarda uzun çizgi konuşanın adından sonra da konabilir: İslam Bey — Ben daha ölmedim. (Namık Kemal) 2. Konuşmalar tırnak içinde verildiğinde ESEN YAYINLARI Sıtkı Bey — Kaleyi kurtarmak için daha güzel bir çare var. Gerçekten ölecek adam ister. Hazreti Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” sözünü kendime ilke edindim. 2. Özel olarak belirtilmek istenen sözler tırnak içine alınır: uzun çizgi kullanılmaz. Bu cümledeki “güzel” kelimesinin türü, “sı- Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu: fat”tır. “Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?” (Faruk Nafiz Çamlıbel) 3. Kitapların ve yazıların adları ve başlıkları tırnak içine alınır: Ahmet Ümit’in “İstanbul Hatırası” isimli romanında ilginç bir olay örgüsü ve anlatma tekniği vardır. EĞİK ÇİZGİ (/) 1. Yan yana yazılması gereken durumlarda mısraların arasına konur: Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak / O benim milletimin yıldızıdır parlayacak / O benimdir o benim milletimindir ancak. 2. Adres yazarken apartman numarası ile daire numarası arasına ve semt ile şehir arasına konur: Altay Sokağı, No.: 21/6 Kurtuluş / ANKARA TEK TIRNAK İŞARETİ (‘ ’) Tırnak içinde verilen ve yeniden tırnağa alınması gereken bir sözü belirtmek için kullanılır: Bir edebiyat eleştirmeni bu konuda şunları söyledi: “Amin Maalouf’un ‘Semerkant’ isimli romanında tarihsel ögelere rastlamak da mümkündür.” 89 Öğretici Metinler b. Millet, boy, oymak adları: PARANTEZ ( ) (YAY AYRAÇ) Türk’üm 1. Bir kelimenin eş anlamlısını göstermek için kullanılır: İngiliz’miş Alman’dan c. Devlet adları: Türkiye Cumhuriyeti’ni Biz, bunu bir kriter (ölçüt) olarak kabul etmiyoruz. Osmanlı Devleti’ndeki 2. Açıklama niteliğindeki sözler, parantez içinde gösterilir: ç. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar: Allah’ın Bazı kelimeler (güzel, tatlı, zor vb.) zarf olarak da sıfat olarak da kullanılabilir. Alemdar Paşa — (Kaşlarını çatar) Gidiniz! 4. Yabancı bir kelimenin Türkçe okunuşunu göstermek için kullanılır: Özel veya cins isme ait ek, ayraçtan önce yazılır: Yunus Emre’nin (1240?-1320) etkileri günümüzde de devam etmektedir. Bu cümledeki zarf-fiilden (sevinerek) sonra virgül kullanmaya gerek yok. Asya’nın Birlik Mahallesi’ne Van Gölü’ne Çanakkale Boğazı’nın Ankara’ymış Marmara Denizi’nden e. Gök bilimiyle ilgili adlar: ESEN YAYINLARI UYARI Zeus’tan d. Kıta, deniz, nehir, göl, dağ, boğaz, geçit, yayla; ülke, bölge, il, ilçe, köy, semt, bulvar, cadde, sokak vb. coğrafyayla ilgili yer adları: 3. Tiyatro eserlerinde, konuşanın hareketlerini, durumunu açıklamak için kullanılır: Bu sözü Descartes (Dekart) söylemiş. Cebrail’e Jüpiter’dir Samanyolu’nun f. Saray, köşk, han, kale, köprü, anıt vb. adları: Çankaya Köşkü’ne Çanakkale Şehitleri Anıtı’nın g. Kitap, dergi, gazete ve sanat eseri (tablo, heykel, müzik vb.) adları: Safahat’tan Yaprak Dökümü’nü KÖŞELİ AYRAÇ ( [ ] ) Parantez içinde parantez kullanılması gereken durumlarda parantezden önce köşeli ayraç kullanılır: Halikarnas Balıkçısı [Cevat Şakir Kabaağaçlı (1886-1973)] en güzel eserlerini Bodrum’da yazmıştır. ğ. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve genelge adları: Millî Eğitim Temel Kanunu’na Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği’nin Belli bir kanun, tüzük, yönetmelik kastedildiğinde büyük harfle yazılan kanun, tüzük, yönetmelik sözlerinin ek alması durumunda kesme işareti kullanılır: UYARI KESME İŞARETİ (’) 1. Aşağıda sıralanan özel adlara getirilen iyelik, ilgi, hâl ekleri ile ek fiil kesme işaretiyle ayrılır: a. Kişi adları, soyadları ve takma adlar: Refik Halit Karay’mış 90 Bâkî’nin Bu Kanun’un 17. maddesinin c bendi yürürlükten kaldırıldı. Yukarıda adı geçen Yönetmelik’in 2’nci maddesine göre bu fiilin cezalandırılması gerekir. Öğretici Metinler h. Hayvanlara verilen özel adlar: Sarıkız’ın ı. Karabaş’tı UYARI Pamuk’u 1. Özel adlara getirilen yapım ekleri, çokluk eki ve bunlardan sonra gelen diğer ekler kesmeyle ayrılmaz: Akım, çağ ve dönem adları: Ispartalı Ahmetler Fuzûlîler Yükselme Dönemi’nin Türklerin Türkçenin Müslümanlıkta Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’na 2. Kurum, kuruluş, kurul ve iş yeri adlarına gelen ekler kesmeyle ayrılmaz: 2. Kişi adlarından sonra gelen saygı sözlerine getirilen ekleri ayırmak için konur: Nihat Bey’e Ayşe Hanım’dan Mehmet Efendi’nin Enver Paşa’ydı Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türk Dil Kurumundan 3. Sonunda 3. teklik kişi iyelik eki olan özel ada, bu ek dışında başka bir iyelik eki getirildiğinde kesme işareti konmaz: 3. Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmak için konur: TBMM’ye TDK’nin Boğaz Köprümüzün güzelliği TV’de Amik Ovamızın bitki örtüsü Sonunda nokta bulunan kısaltmalar ile üs işaretli kısaltmalar kesmeyle ayrılmaz. Bu tür kısaltmalarda ek noktadan ve üs işaretinden sonra, kelimenin ve üs işaretinin okunuşuna uygun olarak yazılır: Kuşadamızdaki liman vb.leri Alm.dan İng.yi cm3e (santimetreküpe) ESEN YAYINLARI UYARI 4. Başbakanlık, Rektörlük vb. sözler, ünlüyle başlayan bir ek geldiğinde Başbakanlığa, Rektörlüğe vb. biçimlerde yazılır. 64ten (altı üssü dörtten) 4. Sayılara getirilen ekleri ayırmak için konur: 2013’te 2’nci kat 8’inci madde 7,65’lik 5. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adlarına gelen ekleri ayırmak için konur: Başvurular 13 Mart’a kadar sürecek. 2012 yılı Şubat’ının 26’ncı günü Ankara’ya geldi. 6. Şiirde seslerin ölçü dolayısıyla düştüğünü göstermek için kullanılır: Engel aramızı açtı n’eyleyim 7. Bir ek ya da harften sonra gelen ekleri ayırmak için konur: a’dan z’ye kadar b’nin m’ye dönüşmesi ÖRNEK SORU (YGS – 2010) 1204-1261 yılları arasındaki Latin işgali sırasında haI rap olan kilisenin eski hâline kavuşması için çalışmalar yapıldı. Kilise genişletildi ve mozaiklerle süslendi. II Binanın kuzeyine ve güneyine eklemeler yapıldı. Orta bölümü ise Türkler’in egemen olduğu dönemde onaIII rıldı. 1511’de de Vezir Ali Paşa tarafından camiye IV V çevrildi. Bu parçadaki altı çizili sözlerden hangisinin yazımı yanlıştır? A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V. 91 Öğretici Metinler ÖRNEK SORU (ÖSS – 2005) ÇÖZÜM: Bir güvercin ... Beni görünce ürktü . Acaba açık ka–– –– I II lan pencereden mi girdi içeriye ? Oradan oraya uçu–– III yor, dışarı çıkacak bir yer arıyor ! Maviliği, belki de –– IV çok uzaklardaki gemileri görüyor . –– V Denizli’nin Tavas ilçesine bağlı Medet Köyü’nde ya- Bu parçadaki numaralanmış yerlerin hangisindeki noktalama işareti yerinde kullanılmamıştır? şayan “sırsız seramik” ustasını bu sanatın meraklıları A) I. tanır. Usta , derme çatma köy evinde yumurta kabu–– I ğu inceliğinde seramikler üretir, bunların üzerine de- ÇÖZÜM: senler çizer sonra ... Bu desenlerin büyüleyiciliği ne–– II reden geliyor ? Besbelli tarihten süzülmüş türlü ha–– III yatlardan ... Ya yolu Tavas’a düşürüp görmeliyiz on–– IV ları ya da Türkiye’nin çeşitli müzelerini dolaşıp raflara daha dikkatli bakmalıyız . –– V ÇÖZÜM: B) II. C) I. C) III. D) IV. E) V. ÖRNEK SORU (ÖSS – 2001) Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır? A) V. B) II. ESEN YAYINLARI ÖRNEK SORU (YGS – 2011) D) III. E) IV. Sanatçının uzun süre yaşadığı bu ev , çocukları ta–– I rafından müzeye dönüştürülmüş. Odalardan birinin duvarlarında yer alan fotoğraflarla sanki bir soyağacı oluşturulmuş . Bir başka odada onunla bütünleşmiş –– II eşyalar sergilenmiş : küçük el radyosu, fotoğraf ma–– III kinesi, daktilosu, gözlüğü ... Hastalığında ve ölümün–– IV ölümünden sonra gelen mektuplar ve telgraflarla , –– V kitapları da camekânlı dolaplarda saklanıyor. Yukarıdaki parçada, numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi gereksiz kullanılmıştır? A) I. 92 B) II. C) III. D) IV. E) V. Öğretici Metinler ÇÖZÜM: ÇÖZÜM: ESEN YAYINLARI ÖRNEK SORU (ÖSS – 2008) ÖRNEK SORU (ÖSS – 2007) Hemen hemen her yazar ilk romanında çocukluğunu , gençliğini ve o dönemlerde yaşadığı yerleri anla–– I tır. Gezip gördüğü yerler, alışveriş yaptığı dükkânlar, Bütün yazarların kendine sorduğu, bilinen , kalıplaş–– I mış bir sorudur bu : Niçin yazıyoruz ? Bu soruya ve–– –– II III rilmiş benim bildiğim en güzel yanıt , bir öykücümü–– IV zün o çok iyi bildiğimiz cümlesidir: “Yazmasam deli olacaktım!” Ben de yazmaktan neden haz aldığımı düşündüm elbette ve cevabını Baudelaire’de buldum. Diyor ki ; “Şair istediği anda kendisi ve bir başkası –– V olabilmek için müthiş bir ayrıcalığa sahip olan kişidir.” Benim için de yazmak, kendim ve başkaları olabilme gittiği sinemalar romanlarındaki mekânlardır. Kendim- ayrıcalığıdır. den örnek vereyim : İlk romanımı yazdığımda da yir–– II mi yaşındaydım. Roman kahramanlarımın ; neredey–– III se tümü sokağımızın insanlarıydı. Bizden üç ev ileri- Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır? A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V. ÇÖZÜM: de oturan Ahmet Muhip Dıranas’ın, “Fahriye Abla” şiirini , evlerinin karşısında oturan ... için yazdığı söy–– –– IV V nirdi. Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır? A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V. 93 Öğretici Metinler ÖRNEK SORU (ÖSS – 2009) ÖRNEK SORU (LYS – 2011) Şairin de bir kişiliği vardır ; tutum ve davranışları, se–– I çimleri, toplumsal yaşamda karşı durdukları yazdıkla- Çevrenizde olup biten her şeyden birkaç dakikalığına uzaklaşıp ruhunuzun derinliklerinden gelen kısık sesli müziği dinlediniz mi hiç ( ) Aslında bu müziğin sözü, bestesi tamamen size ait. Emin olun, o şarkının sözlerinde çok şey gizli ( ) Beden, ruh sağlığına dikkat et ( ) para, kariyer önemli ama senden önemli değil; sevdiklerini, bundan da önemlisi kendini ihmal ediyorsun ( ) diye fısıldayacak o şarkının sözleri. Nereden mi biliyorum ( ) Çünkü bunları yaşıyorum. rına yansıyacaktır. Şiir yalnızca kurgudan, düşsel olandan ibaret değildir çünkü . Şöyle ya da böyle, az –– II ya da çok , yazdıkları, şairin hayatından, yaşadıkla–– III rından izler taşıyacaktır. Böylece, şairin öteki şairler- Bu parçada ayraçlarla ( ) belirtilen yerlere aşağıdakilerin hangisinde verilen noktalama işaretleri sırasıyla getirilmelidir? A) (…) (.) (;) (;) (!) B) (!) (:) (,) (!) (?) C) (?) (:) (;) (,) (?) D) (.) (.) (,) (,) (…) le ilişkisi de bir anlam kazanacak, yazdıklarına sızabilecektir. Birbirlerine şiir adamalar , şair arkadaşını –– IV üstelik de adıyla konu etmeler alışılagelen şeylerden- E) (?) (.) (,) (,) (.) dir. Bir şairin öteki şairler tarafından ne kadar sevildiESEN YAYINLARI ÇÖZÜM: ğini anlamak için ona adanan şiir sayısına da , dolay–– V lı dolaysız göndermelere de bakılabilir. Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır? A) I. ÇÖZÜM: 94 B) II. C) III. D) IV. E) V. Öğretici Metinler ÖLÇME DEĞERLENDİRME 4 Noktalama İşaretleri UYGULAMA Noktalama işaretleriyle ilgili olarak üniversite sınavlarında sorulan sorulardan alınan aşağıdaki parçalarda yay ayraçlarla belirtilen yerlere, uygun noktalama işaretlerini koyunuz. 2. 3. 4. Ödüller konusunda şöyle yanlış bir kanı vardır ( ) Kazanan yapıtın, o yarışmaya katılan tüm yapıtların en iyisi olduğu düşünülür ( ) Oysa seçici kurullar, birikim ve beğenileri birbirinden farklı kişilerden oluşur ( ) Bu nedenle ödül ya da ödüller, bir uzlaşma sonucu verilir ( ) Yüzlerce yapıtın katıldığı yarışmalarda bundan doğal bir şey olamaz ( ) ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Trenin pencerelerinde gülümseyen kadınlar, el sallayan çocuklar ( ) Keskin bir tren düdüğü ( ) Trenin birdenbire salıverdiği yoğun bir buhar ( ) Her şey bir su katmanının altında yok oluverdi yeniden ( ) Sonra, genzi yakan o bildik kömür kokusu ( ) ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Kardelenler açmış karı görmeden ( ) Birini koparıp yakama takmak istedim, içim elvermedi ( ) Kara topraklar üstünde ak kardelenler ( ) Oysa onlar ak karın üstünde yükselmeliydi ( ) Toprakta kar değil, kar suyu bile yok ( ) ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Kanlıca deyince akla ilk gelen, yoğurt oluyor ( ) Daha eskiler, kahvesini de biliyor. Şöyle değirmende öğütülen ( ) büyük, kulpsuz fincanlarda sunulan kahve ( ) Sonra, kıyı boyunca uzanan yalılar, ille de adıyla anılan koyu ve canım korular ( ) 5. 6. ESEN YAYINLARI 1. 7. 8. Artık var olmayan şeyleri büyük bir özlemle kim bilir kaç kez anmışızdır ( ) Kimi zaman ( ) yalnızca geçmişte kalan şeylerin değerini anlayabiliyormuşuz gibi geliyor bana ( ) Kültürümüzün ayrılmaz öğeleri gün geçtikçe yok olmaya yüz tutuyor ( ) tarihsel yapılar ( ) müziğimiz ( ) bize özgü yemekler ( ) ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Assos’u Assos yapan o muhteşem gün batımı ( ) En güzel ( ) iskeleden ya da Athena Tapınağı’ndan görülebilen bu değişim ( ) izleyenleri derin düşüncelere yöneltiyor ( ) Antik çağın en büyük düşünürlerinden Aristoteles ( ) ilk felsefe okulunu boşuna burada kurmamış demek ki! ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Sanatçının yapıtlarına evrensel bir nitelik kazandıran çok sayıda özellik var ( ) Masalsı anlatım ( ) kimi zaman hayal mi gerçek mi olduğunu ayırt edemediğimiz betimlemeler ( ) şiirsel söylemler ( ) çarpıcı benzetmeler ( ) ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Sabahın köründe denize açılıp tuttuğu balıklarla döner eşim ( ) Hem evimizi çekip çevirir hem de 8-9 saat çalışır dokuma tezgâhının başında ( ) Asma kattaki atölyemde resim yaparım ben de ( ) Sıkılmak mı ( ) Ona hiç vaktimiz yok ( ) Yirmi yılda yurt içinde ve dışında 25-30 ortak sergi ( ) 8 kitap ( ) Bir de yutarcasına okumak ( ) 95 Öğretici Metinler DOĞRU – YANLIŞ 1. Kişi adlarından sonra gelen saygı sözlerine getirilen ekleri ayırmak için kesme işareti kullanılır. DOĞRU 6. YANLIŞ 2. Saat ve dakika gösteren sayıları birbirinden ayırmak için nokta konur. DOĞRU YANLIŞ DOĞRU YANLIŞ DOĞRU YANLIŞ DOĞRU YANLIŞ DOĞRU YANLIŞ 7. DOĞRU YANLIŞ 8. ESEN YAYINLARI 3. DOĞRU YANLIŞ 4. 9. DOĞRU YANLIŞ 5. 10. DOĞRU YANLIŞ 97 Öğretici Metinler BOŞLUK DOLDURMA 1. Herhangi bir nedenle söylenmek istenmeyen kelimelerin yerine ......................... kullanılır. 6. 3. 7. ESEN YAYINLARI 2. Tiyatro eserlerinde, konuşanın hareketlerini, durumunu açıklamak için .................. işareti kullanılır. 8. 4. 9. 5. 10. 99 Öğretici Metinler TEST – 1 1. Tarih ( ) “toplumun belleği” diye tanımlanıyor ( ) Bu tanıma göre toplumla özdeşleşmek ( ) tarihle özdeşleşmekten başka ne anlama gelebilir ( ) 4. liz edebilmek için : Doğu’dan Batı’ya , moder–– –– I II nizmden postmodernizme , siyasetten gündelik –– III hayata kadar birçok konuda bilgi sahibi olmak , –– IV düşünce üretmek gerekiyor . –– V Yukarıda parantezlerle belirtilen yerlere aşağıdaki noktalama işaretlerinden hangileri sırayla konmalıdır? A) (,) (.) (,) (!) B) (:) (!) (,) (?) C) (;) (.) (;) (!) D) (:) (!) (,) (...) Günümüz dünyasının kültürel dinamiklerini ana- E) (,) (.) (,) (?) Bu cümledeki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır? A) I. C) III. D) IV. E) V. Kozak Yaylası’ndaki on altı köyden biri olan Yukarıbey ; çam ormanın içinde bulunuyor . –– –– I II Burası, 1930 yılında çıkan Belediye Yasası’na kadar bir belediyeydi . Şimdi bu sıfata sahip –– III değil . Ama en kalabalık köy olarak yaylanın –– IV merkezi olma konumunu hâlâ sürdürüyor . –– V 5. ESEN YAYINLARI 2. B) II. Yolculuk Akdeniz’e doğru (I) Ağustosun en sıcak günleri (II) Yolcularda memnuniyetsizlik (III) Kimse soluk alamıyor (IV) Şoförün boynunda büyük bir mendil (V) Bu parçadaki numaralanmış yerlerden hangisine ötekilerden farklı bir noktalama işareti getirilmelidir? A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V. Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır? A) I. 3. B) II. C) III. D) IV. E) V. Düzeltme işaretinin iki görevi vardır ( ) Uzatma ( ) inceltme ( ) Yukarıda ayraçlarla ( ) belirtilen yerlere aşağıdaki noktalama işaretlerinden hangileri sırayla konmalıdır? A) (:) (,) (!) B) (.) (,) (...) D) (:) (,) (.) 100 C) (:) (;) (.) E) (.) (;) (...) 6. Yüz elli yıldan uzun bir zamandır kendimize şunu sorup duruyoruz : “Batı’ya mı yönelelim ? ken–– –– I II dimize mi dönelim ? ” Tanzimat’ın ortaya attığı bu –– III sorun , bugün bile güncelliğinden hiçbir şey kay–– IV betmeden tartışılıyor . –– V Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır? A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V. Öğretici Metinler 7. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde kesme işareti (’) yanlış kullanılmıştır? 10. Avustralya’da Yeni Güney Galler’le , Güney –– I Avustralya eyaletlerinin kesiştiği bölgede uzanan A) TBMM’nin saygınlığını korumak, her milletvekilinin öncelikli görevidir. Strzelecki , dünyanın en susuz çölüdür . Sonsuz –– –– II III bir düzlük , boğucu toz ve alev saçan bir gü–– IV neş ... –– V B) Ben 2005’ten beri bu mağazada satış elemanı olarak çalışıyorum. C) Merakla beklediğimiz dizi her hafta 21.45’te başlıyor. D) Onlar bu mavi apartmanın 4’üncü katında oturuyorlar. Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi gereksiz kullanılmıştır? E) 2011 yılında yapılan seçimlerde yaklaşık 50’milyon seçmen oy kullanmıştı. A) I. Bu soruya coğrafya öğretmenimiz şu karşılığı verdi ( ) “Karacagöl ( ) Dalaman Ovası’ndaki göllerin en büyüğüdür ( ) Bir “koy”un alüvyonla dolması ve denizle bağlantısının kesilmesi sonucu oluşan bu gölü göreniniz var mı ( )” Yukarıda parantezlerle belirtilen yerlere sırasıyla, aşağıdakilerin hangisinde verilen noktalama işaretleri getirilmelidir? A) (;) (,) (.) (!) B) (:) (,) (.) (?) C) (;) (:) (!) (?) D) (:) (:) (!) (!) ESEN YAYINLARI 8. B) II. C) III. D) IV. E) V. 11. Reklam tahtasının yanı başına dört köşe bir masa konmuştu (I) Masanın başında, elinde bir tomar bilet tutan bir adam vardı (II) Masa örtüsünün üstünde beş altı bilet (III) Biletlerin biraz gerisinde de plastikten yapılmış küçük bir para kutusu duruyordu (IV) Katlanarak konmuş kağıt paralarla bozukluklar görünüyordu içinden (V) Bu parçadaki numaralanmış yerlerden hangisine üç nokta (...) konmalıdır? A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V. E) (;) (;) (.) (!) 12. Nelerdir o eleştirmenin bıraktıkları? Gözden uzak 9. İstanbul Boğazı’nı geçerken bir dizi ada görünür . Ege sahillerini aratmayan dokusu , plajla–– –– I II rı, balık lokantaları , bol oksijeniyle gerçekten –– III güzel bir İstanbul parçasıdır bu adalar ; Kınalı, –– IV Burgaz , Heybeliada ve Büyükada bu adalar için–– V de kent yaşamının oluştuğu, yerleşimin geliştiği niteliğini söyleyelim . Yöntem . Dış görünüşü –– –– III IV bakımından biraz dağınık görünen bu yazarın yapıtlarının özünü “yöntem” sözcüğüyle belirlemek tuhaf görünse de gerçek budur . –– V yerlerdir. Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır? A) I. tutamayacağımız , etkisini yitirmeyecek hangi –– I doğruları bırakmıştır o eleştirmen ? Buradan –– II başlıcalarını sıralamadan önce tümünü kapsayan B) II. C) III. D) IV. E) V. Bu parçadaki numaralanmış noktalama işaretlerinden hangisi yanlış kullanılmıştır? A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V. 101 Öğretici Metinler 2. GÜNLÜK (GÜNCE) tulmasıdır. Günlüğün, günü gününe tutulan notlardan oluşması, yazarın, olayları sıcağı sıcağına yaşarken neler düşündüğünün; insanlar, mekânlar, nesneler, olaylar vb. hakkında ne tür düşüncelere sahip olduğunun okuyucular tarafından öğrenilmesine olanak sağlar. Yaşanan ya da tanık olunan olayların hemen değil de üzerlerinden çok uzun bir süre geçtikten sonra yazılmaya başlanması, oluşturulacak metnin samimiyetine ve inandırıcılığına gölge düşürebilir. Çünkü bu süre zarfında yazarın o olayla ilgili duygu ve düşünceleri değişebilecek, bu da o olayın metne ya farklı şekilde aktarılmasına ya da hiç aktarılmamasına neden olabilecektir. Günlükler, samimi ve inandırıcı metinlerdir. Bunun en önemli nedeni, günlüğün kişisel ve özel bir metin türü olmasıdır. Günlük tutan kişi, “İleriki zamanlarda bunları yayımlayayım, okuyucular da benim özel yaşamımı, kimselere söyleyemediğim duygu ve düşüncelerimi zamanı gelince öğrensinler.” düşüncesini taşımaz çoğunlukla. Bu nedenle de bir bakıma “Nasıl olsa yazdıklarımın tek okuyucusu ben olacağım, başka okuyucuları düşünmeme, hesaba katmama gerek yok.” diyerek başkalarına söyleyemediği birçok şeyi günlüklerine aktarır. Gerçi, günlüklerini ileriki zamanlarda yayımlamayı planlayan, baştan bunu düşünerek günlük tutan, günü gelince bu günlükleri yayımlayan yazarlar da yok değildir. Bu tutum, bir riski de beraberinde getirmektedir: Bazı okuyucular, bu tür bir günlükte anlatılanlara karşı hep kuşkuyla, hep “Acaba?”larla yaklaşacaklardır: “Acaba yazar, anlattıklarında ne kadar samimi? Yazar, günlüğünü yayımlamayacağını düşünerek hareket etseydi acaba yine aynı şeyleri mi yazardı? Yazar, günlüğünde adı geçen kişiler hakkında samimi düşüncelerini mi dile getirmiş yoksa onlara iyi görünmek ya da onları karalamak için mi bunları yazmış? Söz gelimi yazar, bir kişiyle ilgili olarak hep olumsuz ifadeler kullanmış. Belki de yazar, önceleri onunla ilgili olarak çok iyi şeyler düşünüyordu da sonra bir olay oldu, o kişiyle ters düştü, bu nedenle de yayımladığı günlükte o kişiyle ilgili olarak hep olumsuz ifadeler kullanmayı tercih etti. Kim bilir? Belki o günlüğün yayımlanmayan ya da silinen, yırtılan sayfalarının birinde o kişiyle ilgili çok olumlu ifadeler de vardı.” Günlüğün samimi ve inandırıcı bir hava taşımasının başka bir nedeni de günü gününe tu- ESEN YAYINLARI Bazı kişiler, yaşadıkları ve tanık oldukları olayları; kişiler, olaylar, durumlar, mekânlar vb. ile ilgili duygu ve düşüncelerini bir deftere günü gününe not ederler. Bu tür defterlere ve bu defterlerdeki metinlere “günlük” denir. Günlükler, üzerinde yazıldığı günün tarihini taşıyan, konuşma diline yakın bir anlatımla kaleme alınan, yazarının yaşam serüveninden, kişiliğinden, duygu ve düşünce dünyasından kesitler sunan metinlerdir. “Bazı kişiler yaşadıkları olayları; kişiler, olaylar, durumlar, mekânlar vb. ile ilgili duygu ve düşüncelerini günlüklerine günü gününe not ederler.” yargısından hareketle şöyle bir çıkarım yapılmamalıdır: “Bütün günlüklerde her gün için açılan bir bölüm vardır ve her yazar o günle ilgili olarak bu deftere mutlaka bir şeyler yazmak durumundadır.” Tanım cümlesindeki “günlüklerine günü gününe not ederler.” ifadesinde geçen “günü gününe” sözüyle kastedilen, “her gün” değil; günündedir. Bir günlüğe her gün yeni bir şey yazmak zorunluluğu yoktur. Ama zorunlu olan başka bir şey vardır. O da günlüğü tutan kişi için önemli sayılabilecek her olayın, bu olayların üzerinden çok uzun bir süre geçmeden, söz gelimi o gün içinde ya da ertesi gün yani gününde, sıcağı sıcağına günlüğe kaydedilmesidir. Günlüklerde “gözlem”in önemli bir yeri vardır. Bu noktada “gözlem”i; kişi, nesne, mekân vb.nin fiziksel özelliklerinin gözlemlenmesiyle sınırlandırmamak gerekir. Fiziksel özelliklerin gözlemlenmesi kadar kişilerin ruh hâllerinin, mizaçlarının, yaşanan ve tanık olunan olayların kişiler üzerinde bıraktığı etki ve izlenimlerin gözlemlenmesi de son derece önemlidir günlük yazarı için. Bir yazar gözlemlerinde ne kadar başarılıysa o yazarın yazdığı günlük metinleri de o ölçüde doyurucu ve zengin olur. Bazı günlüklerde, anlatılanların merkezinde o günlüğü tutan kişinin iç dünyası vardır. İçe dönük günlükler diye adlandırılan bu tür metinlerde, yazar, 113 Öğretici Metinler Günlük türünün en belirgin anlatım özelliklerinden biri, bu tür metinlerde “Ben bugün şunu yaptım, şunlarla görüştüm, yarın şu işimi halledeceğim.” gibi klasik cümlelere sıkça yer verilmesidir. Hatta denilebilir ki günlüklerin çok önemli bir bölümü -ki bu tür günlükler genellikle özel günlük ya da klasik günlük başlığı altında sınıflandırılır- baştan sona bu tür cümlelerden oluşur. Bazı günlüklerde ise bu tür cümlelerin yanında ancak bir düşünce yazısında rastlanabilecek cümleler de yer alır. Bazılarında ise özel günlüklerde sıkça kullanılan klasik ifadeler hiç yer almaz. Bir düşünce yazısında bulunması gereken bütün niteliklere sahip olan bu tür günlüklerin bir bölümü felsefe metinlerinden bir bölümü de gazetelerde yayımlanan fıkra, sohbet, eleştiri, makale ve denemelerden içerik ve işlev bakımından hiçbir fark taşımaz. İçeriğine göre, edebiyat günlüğü, edebiyatçı günlüğü, okuma günlüğü, eleştiri günlüğü gibi isimler alabilen bu tür günlükleri, felsefe metinlerinden ve gazete Andre Gide 114 çevresinde gelişen öğretici metinlerden ayıran en önemli fark, yazıldıkları an yayımlanmayıp bir günlüğün sayfaları arasında yer almalarıdır. ESEN YAYINLARI yaşadığı ya da tanık olduğu olayları bire bir anlatmak yerine, daha çok bu olayların kendisi üzerinde bıraktığı etki ve izlenimleri anlatmak yoluna gider. Günlüğünü içe dönük bir bakış açısıyla oluşturan bir yazar için asıl önemli olan, yaşanan ya da tanık olunan olayların kendisi değil, bu olayların yazarın duygu ve düşünce dünyasında yarattığı değişimler, travmalar, mutluluklar, hayal kırıklıkları vb.dir. Dışa dönük günlüklerde ise günlüğü tutanın bakışı, kendisinden çok çevresine, çevresindeki olay, kişi ve durumlara yönelmiştir. Bu tür günlüklerin yaratıcıları, kendi iç dünyalarından çok, çevrelerini, yaşadıkları zaman diliminde gerçekleşen önemli olayları ve bu olaylarda başat rol oynayan kişilerle ilgili değerlendirmelerini aktarırlar günlüklerine. Bazı kişiler, uzun bir seyahate çıktıkları zaman, bir de günlük tutmaya başlarlar. Bu tür günlüklere seyahat Jean Paul Sartre günlüğü denir. Seyahat günlükleri, bir anlamda günlük biçiminde oluşturulmuş gezi yazılarıdır. Kimi romanlar günlük biçiminde yazılmış metinlerin bir araya getirilmesiyle kurgulanmıştır. Bu tür eserlerin en önemlisi Jean Paul Sartre’ın ünlü romanı Bulantı’dır. Yaşanan ve tanık olunan olayların kritiğini yapma, bunlar üzerine kafa yorma, “Ben gün içinde böyle davranarak doğru mu yanlış mı yaptım?” endişesini taşıma, insan gerçeğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bazıları bu insani gerçeği günlük tutarak, bazıları da uyumak için başlarını yastığa koyduklarında o günle ilgili içsel değerlendirmelerde bulunarak somutlaştırır. Bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde günlük tutanla tutmayan arasındaki tek farkın şu olduğu görülecektir: Günlük tutan, yaşadıklarını ve tanık olduklarını yazıya aktarır, böylece günü geldiğinde onları okuyarak kendisiyle, vicdanıyla ve tarihle yüzleşir. Günlük tutmayan ise gün sonunda birkaç dakika düşünmek ve bir içsel değerlendirme yapmakla yetinir, daha fazlasını yapmaktan kaçınır. Bazı edebiyatçılar, yeni bir kitap yazmaya başlayacakları zaman bir taraftan da günlük tutmaya başlar; bu günlüğe, söz konusu kitabı yazarken ne tür güçlüklerle karşılaştıklarını, bu süreçte neler yaşadıklarını, nelere tanık olduklarını günü gününe not ederler. Çoğunlukla edebiyat günlüğü ismiyle anılan bu tür günlüklerde, bir kitabın, yeni bir kitap oluşturma fikrinden tamamlanmış bir metne nasıl dönüştüğünün öyküsü anlatılır. Andre Gide’in Kalpazanlar’ı, Thomas Mann’ın Doktor Faustus’u yazarken tuttukları günlükler, bu türdendir. Thomas Mann Öğretici Metinler Günlük, günlüğü tutan kişinin yaşam serüveniyle ya da günlüğün oluşturulduğu zaman diliminin çeşitli özellikleriyle ilgili araştırmalar yapan kişiler açısından büyük önem taşır. Hele bu günlük; siyasi, askerî, edebî vb. açılardan önemli sayılabilecek bir kişinin elinden çıkmışsa ve “Bir gün bunları yayımlarım.” düşüncesiyle oluşturulmamışsa daha da büyük bir önem taşır. Çünkü böyle bir günlükte günlüğü tutan kişinin belki de kimselere söylemediği birçok bilgi, düşünce ve izlenim saklıdır. Batı toplumlarında günlük tutma alışkanlığının yerleşmesinde yazarların, sanatçıların ve düşünce adamlarının çok önemli katkıları olmuştur. Goethe, Hugo, Stendhal, Baudelaire, Tolstoy, Dostoyevski, Puşkin, Kafka gibi yazar, şair ve düşünürler; Batı toplumlarında günlük türünün kökleşmesini sağlayan önemli isimler arasında sayılabilir. Türk edebiyatında Batı toplumlarındakilerine benzer özel günlüklerin tutulmaya başlanmasının çok uzun bir geçmişi yoktur. Dönemlerinin önemli olaylarını kaydeden resmi tarihçiler olan vakanüvislerin oluşturduğu metinlerle, Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”si, Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in “Paris Sefâretnamesi” gibi kimi metinlerde bazı olaylar günü gününe tutulan notlar şeklinde anlatılmışsa da bu eserler işlev, içerik ve oluşturulma biçimleri bakımından tam bir günlük biçiminde düzenlenmediğinden bugün anladığımız şekliyle birer “günlük” olarak değerlendirilemez. Yaşanan, tanık olunan olayların ve bu olaylarla ilgili izlenimlerin anlatılması üzerine kurulmuş bir günlükte en çok öyküleyici anlatımdan yararlanılır. Bu tür günlüklerde yer yer açıklayıcı anlatımdan, betimleyici anlatımdan ve söyleşmeye bağlı anlatımdan da yararlanılabilir. Ama günlük, yaşanan ve tanık olunan olayların anlatıldığı klasik bir metin olmaktan uzaklaşıp bir düşünce yazısında bulunması gereken niteliklere sahip bir metne dönüşmüşse bu durumda o günlükte açıklayıcı, kanıtlayıcı ve tartışmacı anlatım türleri de az çok kullanılmış olur. Günlüklerde dil genellikle göndergesel ve heyecana bağlı işlevlerde kullanılır. Yayımlanma amacı güdülmeden oluşturulan günlüklerde genellikle yalın ve samimi bir anlatım göze çarpar. Bu tür metinlerde, sadece o metni yazanın anlayacağı kısaltmalara, sembollere ve çizimlere yer verildiği de olur. GÜNLÜ⁄ÜN TAR‹HSEL GEL‹fi‹M‹ Günümüze tek parça halinde gelebilmiş bilinen en eski günlükler, Japonlar tarafından oluşturulmuştur. Çoğunlukla kadınlar tarafından oluşturulan bu günlüklerin en ünlüsü, Sarashina’ya (1009-1059) aittir. Küçük bir kız çocuğuyken günlük tutmaya başlayan Sarashina, bu tutumunu, kocasının ölümüne dek sürdürmüştür. ESEN YAYINLARI Günlükler, anı ve otobiyografi yazarları açısından çok önemli ve değerli metinlerdir. Yaşadıkları ve tanık oldukları olayları günlüklerine günü gününe not eden kişiler, ileriki zamanlarda anılarını ya da otobiyografilerini yazmak isterlerse, onlar için en güvenilir kaynak, hiç şüphesiz kendi günlükleri olacaktır. Türkiye’de, günlük türünde yayımlanmış ilk kitap, bir seyahat günlüğüdür. Bu kitabın yazarı olan Direktör Âli Bey, Düyun-u Umumiye müfettişi olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleriyle Irak, Hindistan ve Mısır’ın çeşitli bölgelerinde 1884-1888 yılları arasında görev amaçlı seyahatler yaparken yaşadıkları, gördükleri ve izlenimleriyle ilgili bazı notlar tutmuş; bu notları daha sonra düzenleyerek Seyahat Jurnali ismiyle 1898’de yayımlamıştır. Yazar, kitabına isim verirken “jurnal” kelimesine Türkçe bir karşılık bulma yoluna gitmemiş ve “günlük” kelimesinin Fransızcadaki karşılığından yola çıkarak jurnal kelimesini kullanmayı tercih etmiştir. Kitap, günü gününe tutulan notların, bu notlarda hiçbir değişiklik yapılmadan aynen yayımlanmasıyla değil de daha sonra düzenlenerek yayımlanması nedeniyle günlükten çok anı niteliği kazanmıştır. Eser, gezilip görülen yerlerle ilgili gözlem ve izlenimler üzerine kurulduğundan gezi yazısı niteliği de taşımaktadır. Yazarın bu kitabı daha sonra Dicle’de Kelek ile Bir Yolculuk ismiyle yeniden yayımlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonunda Trabzon, Erzincan, Erzurum, Kars, Ardahan, Batum vb. yerlere subay olarak inceleme gezisine çıkan Ahmet Refik Altunay’ın 1919’da Kafkas Yollarında adıyla yayımlanmış gezi notları da günü gününe tutulan notlardan oluşması yönüyle bir seyahat günlüğü olarak nitelendirilebilir. 115 Öğretici Metinler Sultan Reşat ve Vahdettin dönemlerinde saray- Atatürk’ün Anafartalar Savaşı sırasında tuttu- da başmabeyncilik yapan Dışişleri memurlarından ğu günlüklerin bir bölümü, ölümünden sekiz yıl son- Lütfi Simavi’nin o dönemlerde tuttuğu notlar da gün- ra 1943’te yayımlanmıştır. Bunlar da oluşturulma tarihleri bakımından Cumhuriyet öncesi günlük metinle- Yazarın bu notları, ölümünden çok sonra Osmanlı ri arasında sayılabilir. Sarayının Son Günleri ismiyle yayımlanmıştır. Şair Nigâr Hanım’ın (Nigâr binti Osman) yaklaşık yirmi defter tutan günlükleri, edebiyat tarihimiz açısından ayrı bir öneme sahiptir. Bir bölümü, Şair Nigâr Hanım’ın ölümünden yaklaşık kırk yıl sonra, 1959’da, Hayatımın Hikâyesi adıyla yayımlanan bu metinler, ülkemizde Batılı anlamda yazılmış ilk özel günlük metinleridir. ESEN YAYINLARI lük olarak değerlendirilebilecek metinler arasındadır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ömer Seyfettin, Ruşen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı Atay gibi yazarların günlüklerinden alınmış bazı bölümler çeşitli gazete ve kitaplarda yayımlanmışsa da bu dönemde tümüyle günlük metinlerinden oluşan kitaplar yayımlanmamıştır. Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında tümü günlük türünde yazılmış metinlerden oluşan ilk kitaplar, Salah Birsel ve Nurullah Ataç tarafından yazılmıştır. GÜNLÜKLERİ YAYIMLANMIŞ ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER Adalet Ağaoğlu Ahmet Oktay Cahit Zarifoğlu Cemal Süreya Cemil Meriç Enis Batur Hasan Akarsu Hilmi Yavuz Hülya Soyşekerci İlhan Berk Küçük İskender Melih Cevdet Anday Memet Fuat Mustafa Ruhi Şirin Muzaffer Buyrukçu Nuri Pakdil Nurullah Ataç Oğuz Atay Orhan Burian Orhan Kemal Oktay Akbal Damla Damla Günler Gece Defteri Yaşamak Günler Jurnal Pasaport Damgaları Kalan İzler Geçmiş Yaz Defterleri Yazarlara ve Yapıtlara Yönelik Okumalar El Yazılarına Vuruyor Güneş Cangüncem Bir Defterden Ölünceye Kadar Hayat Gibi Dünden Bugüne Derviş Hüneri Günce Günlük Günlük Yazmak Doludizgin Anılarda Görmek Geçmişin Kuşları Yeryüzü Korkusu Salah Birsel Kuşları Örtünmek (Hacivat Günlüğü) Yanlış Parmak Nezleli Karga Bay Sessizlik Aynalar Günlüğü Yaşlılık Günlüğü Tomris Uyar Gündökümü-Bir Uyumsuzun Notları 116 İnternet’in yaygınlaşmasıyla birlikte kişiler, özellikle bloglar, kişisel siteler ve sosyal medya aracılığıyla gün içinde neler yaptıklarını bir deftere yazar gibi bu sitelerdeki ilgili bölümlere yazmakta, böylelikle de milyonlarca kişinin bu metinleri istedikleri zaman okumalarına olanak sağlamaktadırlar. Çoğunlukla görsel ve işitsel verilerle zenginleştirilebilme olanağına da sahip olan bu sayfalar hakkında başkalarının da yorum yazma olanağının bulunması, bir çeşit günlük sayılabilecek bu sayfaları birer interaktif metne dönüştürmektedir. Bu durum, İnternet ortamında oluşturulan günlükleri, alışılagelmiş günlük metinlerinden ayıran önemli farklardan biridir. Öğretici Metinler ÖRNEK MET‹NLER Örnek metinlerde geçen parantez içi ifadeler, günümüz Türkçesinin söz dağarcığı göz önünde bulundurularak tarafımızdan konulmuştur. Metinlerin asıllarında bu işaretler ve ifadeler yoktur. Direktör Âli Bey’den 1302 Rûmî yılı (1886-7) mart ayının birinci cumartesi günü “Hille”ye doğru Bağdat’tan ayrıldım. Hille yolu Kerbela’ya gider iken geçtiğim Müseyyib yolu, Müseyyib’e varmaksızın “İskenderiye Hanı”ndan sol tarafa ayrılır. Akşamı İskenderiyye Hanı’na vararak gece orada kaldım. Bu kez yattığım oda yarasa kuşlarıyla dolu idi. Sekiz on tanesi birden odanın içinde dolaşıp yüzüme gözüme çarpmaya başladı. Bunları odadan dışarıya kovalayıp girip çıktıkları deliklere gazete ve bez parçaları tıkayıncaya kadar başıma gelmedik hâl kalmadı. Yarasa belasına nihayet verdikten sonra yattım ise de bu bölge mart başında mayıs gibi sıcak olduğu için birtakım sürüngenler ve böcekler ayaklandığından binanın içinden kurbağa ve yılan sesleri geldi ve duvarlarda türlü böcekler gezinmeye başladı. Sonuçta Nuh Peygamber’in gemisine benzeyen bu odada uyumak kabil (mümkün) olmadı. Ertesi gün oradan hareket edip üç saat gittikten sonra yol üstünde çadır altında kahvaltı edip iki saat daha ilerde “Muhâvel Hanı”na gelerek biraz dinlendim. İskenderiyye Hanı’ndan Muhâvel Hanı’na kadar beş, Muhâvel’den Hille’ye kadar üç saatlik yol vardır. Bir müdürlük (bucak) merkezi olan Muhâvel, yoldan bir saat içerde sol tarafta kalır. Muhâvel Hanı’ndan Hille’ye giderken Babil yıkıntısı yolun sol tarafındadır. Hille’ye girmezden önce bu öreni görmek için o tarafa döndümse de ekili toprakları sulayan arklardan geçilemedi. Yine caddeye dönüp ikindiden sonra Hille’ye vardım. Hille, Fırat Nehri üstünde önemli bir mutasarrıflıktır. Hille kenti, nehrin iki kıyısına bölünmüş olduğundan ara yerde ahşap bir köprü vardır. Birkaç yıldan beri, Fırat’ın suyu üst tarafta, yani Müseyyib’in biraz aşağısında “Hindiye” ve “Kûfa” taraflarına giden kanala dönerek yatağını değiştirdiği için Hille’nin önünden geçen asıl yatağında pek az su kaldığından pek çok hurmalık kurumaya yüz tutmuş ve halk göç etmeye yönelince suyu eski yoluna çevirmek için hükûmet tarafından altmış bin lira harcanarak bir set yapımına girişilmiştir. (Âli Bey, Seyahat Jurnali-Dicle’de Kelek ile Bir Yolculuk, hzl. Cahit Kayra) Lütfi Simavi’den 20 Ağustos 1325 (12.9.1909) ... Bursa’ya muvasalatımızın (varışımızın) ertesi sabahı erkence nezd-i şahaneye (padişahın yanına) celp buyruldum (çağrıldım). Birincisi Hüseyin Hilmi Paşa’ya ve diğer ikisi Arif Hikmet Paşa ve Abdurrahman Şeref Efendi’ye verilmek üzere sikke-i cedide (yeni para) ile dolu üç adet atlas kese vererek bunları taraf-ı şahanelerinden zevât-ı muşârün-ileyhine (adı geçen zatlara) götürmekliğimi emrettiler. Sadrazama para verilmeyi aklımca muvafık bulmadığımdan müşarün-ileyhe yeni sikkeden küçük bir kolleksiyon ihsan buyrulursa daha münasip olacağını hâtıra kabilinden olarak arz ettiğimde şevket-maâb tebessüm ederek “Siz Avrupa’da çok kaldığınızdan bu gibi şeyleri çirkin görürsünüz. Memleketimizde para daima memnuniyetle kabul olunur.” buyurdular. (Türk Dili Günlük Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınları) 117 Öğretici Metinler Şair Nigâr Hanım’dan Kânunuevvel (Aralık) 1905 Yazmak benim için büyük bir teselli idi, hem teselli, hem mükâfat. On beş seneyi geçen bir müddetten beri matbuat (basın) âleminde bulunduğum için gerek yurt içi, gerekse yurt dışı gazetelerinin hakkımda neşrettikleri (yayımladıkları) makalelere lâkayıt (ilgisiz) kalmadım; bunlardan müteselli ve müftehir oldum (bunlarla avundum ve övündüm). Fakat her şeyi yıkan zaman, yok edemediği duyguları ve alışkanlıkları da hiç olmazsa yıpratıyor. Başlangıçta her gün, sonraları haftada yahut ayda bir defa can attığım, dert döktüğüm şu deftere artık aylar geçiyor da el sürmüyorum. Hayatta küskünlüğüm beni sanki ölüm sessizliği içinde yaşar gibi bulunduruyor. Görünüşte kimseye dargın değilim fakat ruhumu derin bir acılık kaplıyor. 8.11.1917 Üçte kendimi evden dışarı attım, dayanılmaz bir kalabalık arasında Üsküdar’a eriştim. Şehzade Abdülmecit Efendi’ye hafta içinde takdim ettiğim arizaya (mektuba) karşılık, taraflarından iskelede bir ağa bekliyordu. Arabayla Çamlıca’ya çıktık. Vasıta yokluğundan epey zamandan beri ziyaretlerinde bulunamamıştım. İltifatlarına mazhar oldum. Gerek yemek esnasında, gerekse salonda gece yarısına kadar pek hoş vakit geçti. Ertesi gün dönmek niyetindeydim, bırakmadılar ve onu takip eden iki gün de. Prensle Hanımefendi “Bir akşam da benim için!” iltifatlarıyla pazar gününe kadar alıkoydular. O güzel sanatlar muhitinde kendimi, acılarımı unuttum. Ah! Ne yazık ki rüya kadar çabuk geçti. Her gece, Prensin kıymetli tabloları ara- 19.10.1916 Şu yalnızlığımda, afiyetsizliğimden ileri gelen mahrumiyetler beni şikâyete mecbur ettikçe çocuklarımın sıhhat ve saadetine dua ile teselli bulurum. Silahı yalnız uzaktan gören, kalemden başka bir şey tutmayan gençler birdenbire nasıl asker olurlar Yarabbi? Bir mucize yarat da bu harp artık bitsin, insanlık işkenceden, anneler de kâbustan kurtulsun. Bana, çocuklarımın acısını gösterme; bütün çektiklerimin mükâfatı bu olsun Yarabbi! sında, piyano, çifte keman, çifte alto, iki viyolonselden ibaret musiki heyetini dinleyerek -ki sanatkârları, Prens ile refikası ve nöbetle altı kalfadan müteşekkildir- ruhanî bir coşkunluk içinde vakit geçirdim. Bazen ben de çaldım, okudum. Hanımefendinin hemşiresiyle Talha Ağa da güzel sesleriyle ahenge katıldılar. Dört gün ve dört gece bu suretle geçti. Perhiz yemekleri de nefisti. 8.12.1917 31.10.1917 İleride, bu satırlar bir kimsenin gözüne değerse, defterin güzelliğine şaşılmasın! Onu, bugün Mahmutpaşa’dan satın aldım, ama az kaldı canım pahasına. Aman Yarabbi! İstanbul’umuza böyle ne oldu? Kalabalıktan tramvaylara girmek kabil değil ki! Toptan gülle çıkar gibi zorla bir vagona attım kendimi. Bu, tramvaya girmek değil, ezilmek, üst baş parçalamak. Ne oldu halkımıza Yarabbi? Bu her yeri dolduran kifayetsiz, kaba, kötü dilli insan kalabalığı nereden geldi? Evde yalnızlığıma, sokakta bu kalabalığa dayanamıyorum, ağlayacak hâle geliyorum. İşte böyle, avunmak için, avare bir kuş gibi çırpınıyorum. Şu defterle de dertleşmesem çıldıracağım. Dışarıdan almak mümkün olmadığı için Harbiye Nezareti’nden mektupla istemiş bulunduğum on okka pirinci bugün getirdiler. Enver Paşa’ya mektubumda “Memleketimize elli yıl hizmet etmiş, iki defa gazi olmuş bir askerin kızıyım. Açlıktan kıvranmama razı olmazsanız başlıca gıdamı teşkil eden pirinçle sair erzakın, hazineye mal olduğu fiyatla verilmesinin emrini” rica etmiştim. Pirinçle diğer erzak bedeli olarak da ayrıca elli lira gönderilmiş. Paşanın ricamı kabul etmesinden mütehassis oldum (duygulandım), babamın ruhunu da tekrar takdis ettim (kutsadım). Teessürüm müsait olsaydı sevincimden pirinci öpecektim. (Türk Dili Günlük Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınları) 118 Öğretici Metinler Atatürk’ten 28 Temmuz 1331 (10 Ağustos 1915) Conkbayırı taarruzu Bütün geceyi pek rahatsız ve uykusuz geçirdim. Bir taraftan Anafartalar mıntıkasından gelen raporlar ve bahusus (özellikle) yanlış fakat mühim haberler beni bizzat iştigal ettiği (uğraştırdığı) gibi bir taraftan da evvelki günlerin nekbetli (felâketli) neticelerinde kıtasını, âmirini kaybetmiş ve hâlâ bulamamış birtakım kumandanların doğrudan doğruya bana müracaatı bir dakika bile istirahate imkân bırakmadı. Karargâhımdan bana mülâki olabilen (benimle buluşabilen, bana gelebilen) bazı zabitleri (subayları) Sekizinci Fırka’nın iştigal (uğraşma) ve tertibatını anlamak üzere gönderdim. Bu zabitlerden bilhassa Erkân-ı Harbiye Yüzbaşısı Hidayet Efendi, hücum istihzârâtını (hazırlıklarını) tetkik için fedakârane ifa-yı hizmet etti (çalıştı). 41’inci Alay, hücum anına kadar gelmedi. Yanlış yere gitmiş. Badehu (sonradan) gelebildi. Sekizinci Fırka tertibatını almıştı: 23’üncü Alay, iki taburu birinci hatta saff-ı harb nizamında, bir taburu da bu hattın gerisinde olmak üzere Conkbayırı’na taarruza hazırlanmıştı. 28’inci Alay da aynı hizada Şahinsırt’a hücum tertibatını ikmal etmişti. Fecir olmak üzere idi. Çadırımın önüne çıktım. Hücum edecek askeri görüyordum. Oradan hücumun icrasına intizar edecektim (gerçekleştirilmesini gözlemleyecektim). Şayan-ı endişe (endişe edilecek) bir an Gecenin perde-i zalâmı (karanlık perdesi) tamamen kalkmıştı. Artık hücum anı idi. Saatime baktım. Dört buçuğa geliyordu: Birkaç dakika sonra, ortalık tamamen ağaracak ve düşman, askerlerimizi görebilecekti. Düşmanın piyade, mitralyöz (hafif makineli tüfek) ateşi başlarsa ve kara ve deniz toplarının mermileri bu sıkı nizamda duran askerimiz üzerinde bir defa patlarsa hücumun adem-i imkânına (imkânsızlığına) şüphe etmiyordum. Hemen ileri koştum. Fırka kumandanına tesadüf ettim. O da ve her ikimizin refakatimizde (yanımızda) bulunanlar beraber olduğu halde hücum safının önüne geçtik. Gayet seri (hızlı) ve kısa bir teftiş yaptım. Önünden geçerek yüksek sesle askerlere selâm verdim ve dedim ki: “Askerler! Karşınızdaki düşmanı mağlûp edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvelâ ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız!” Kumandan ve zabitlere de işaretime askerlerin nazar-ı dikkatini celbetmelerini (askerlerin ilgilerini işaretim üzerinde yoğunlaştırmalarını) emrettim. Ondan sonra hücum safının önünde bir yere kadar gidildi ve oradan kırbacımı havaya kaldırarak hücum işaretini verdim. 119 Öğretici Metinler Bütün askerler, zabitler, artık her şeyi unutmuşlar, nazarlarını (bakışlarını), kalplerini; verilecek işarete merkûz bulunduruyorlardı (sabitlemişlerdi). Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış olan askerlerimiz ve onların önünde tabancaları, kılıçları ellerinde zabitlerimiz, kırbacımın aşağı inmesiyle âhenîn (demirden) bir kitle halinde şîrâne bir savletle (aslanca bir saldırışla) ileri atıldılar. Bir saniye sonra düşman siperleri içinde asumanî (göksel) bir gulguleden (gürültüden) başka bir şey işitilmiyordu: Allah Allah Allah! Düşman silâh istimaline (kullanmaya) vakit bulamadı. Boğaz boğaza kahramanca mücadele neticesinde ilk hatta bulunan düşman, kâmilen imha edildi (tam olarak yok edildi). Dört saat mücadeleden sonra 23’üncü ve 24’üncü Alaylarımız Conkbayırı’nı kâmilen düşmandan tathir (temizledikten) ve 28’inci Alay dahi Şahinsırt’ın en yüksek sırtını istirdat eyledikten (ele geçirdikten) sonra Sarıtarla, Ağıl üzerine garba (batıya) saldırdılar. Önüne tesadüf eden düşman kıtaatını (birliklerini) mağlûp ve münhezim ediyordu (yeniyor ve bozguna uğratıyordu). 28’inci Alayın bir kısmı Şahinsırt’ın boyun noktasında yerleştirilmiş olan düşman mitralyözlerinin müessir (etkili) ateşinden, daha ileri gidememişti. Conkbayırı Tepesi askerlerimizin eline geçtikten sonra düşman karadan ve denizden tevcih ettiği (yönelttiği) seri ve kesif (yoğun) topçu ateşiyle Conkbayırı’nı cehenneme çevirmişti. Semadan şarapnel, demir parçaları yağmuru yağıyordu. Büyük çaplı deniz toplarının tam isabetli daneleri (kurşunları, gülleleri) yerin içine girdikten sonra, patlıyor; yanımızda, kenarımızda büyük lağımlar açıyordu. Bütün Conkbayırı kesif dumanlar ve ateşler içinde kaldı. Herkes mütevekkilâne (kadere boyun eğercesine) akıbete muntazır duruyordu (sonucu bekliyordu). Etrafımız şüheda ve mecruhin (şehitler ve yaralılar) ile doldu. Muharebe meydanında cereyan eden hâli temaşa ederken bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına çarptı. Cebimde bulunan saati parça parça etti. Vücuduma nüfuz edemedi (işleyemedi). Yalnız derince bir kan lekesi bıraktı. (Türk Dili Günlük Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınları) 120 Öğretici Metinler Salah Birsel’den Salah Birsel, yayımlanmış birçok günlüğüyle Türk edebiyatında bu türün gerçek anlamda öncüsü olmuştur. Yazarın diğer kitaplarında görülen akıcı ve içten anlatım, günlüklerine de yansımış; yazar, bu metinleri, bazen gerçek yaşam sahnelerinin aktarıldığı bir fotoğrafa karesine, bazen kendi şahsında insan gerçeğine tutulan bir aynaya, bazen de dönemin edebiyat, sanat ve kültür atmosferini yansıtan bir tabloya dönüştürmüştür. 9 Mart 1973 Sakalımı tıraş etmek için aynanın karşısına geçtim. Radyoda yine bir türkü: “Kekliği düz ovada...” Birden her şeyi unutarak ellerimi, gözlerimi, kaşlarımı oynatmaya başladım. Giderek kendimi bir sahne üstünde sanarak ellerim, gözlerim, kaşlarımla türlü şaklabanlıklar, mimik oyunları yapmaya geçtim. Kendime ancak türkü bitince geldim. Ne güzel, insanın musikiye kendini kaptırıp zıplayıp hoplaması! Bir an bütün üzüntülerinizden sıyrılıyorsunuz. Elde ettiğiniz neşe, o neşe anından sonraya da uzanıyor. Somurtkanlık! Bizim her vakit sağduyulu olmayışımızın bir nedeni de neşeye yaşamımızda yer ayırmamış olmamızdır. Neşesiz adam eksik adamdır. Bir alıktır. Kapının zili... Dışardan bir ses: “Süt!” Her gün bir ya da birkaç kez çalar kapıyı bu sütçü. Ben de her kez kapıyı açar, yüzümü tatlılaştırır ve “Biz süt almıyoruz.” derim. Tam bir sahtecilikle. Bu kez kapıyı açıp sütçüye: “Sen ne biçim adamsın, sana kaç kez süt almadığımızı söyledim. Böyle herkesi tedirgin etmeye ne hakkın var?” diye bağırmak geçti aklımdan. Kapıya koşup açtım, sütçüye yine: “Biz süt almıyoruz.” dedim. Adam, suratını buruşturarak uzaklaştı. Kapıyı örttükten sonra kendimi yokladım. Neşe diye bir şey kalmamıştı. hırka... Bütün bu görünüm, benim için iki kahverengi, bir tirşe arasında siyah bir leke... 29 Kasım 1973 Ben günlüğümde kimden söz etsem, onun değeri, gözümde daha bir artıyor. Sevgim genişliyor, büyüyor. Bu, sanırım biraz da özel günlüklerin bir özelliği. İnsanlarla ilişki kurmadan, onlara sevgi çelenkleri fırlatmadan yazılan günlük, sadece edebiyat günlüğüdür. Özel günlük yazmak istediniz mi ya insanlarla aranızda sevgi köprüleri kuracak ya da kendinizi gözlem altında tutacaksınız. İstanbul, 21 Haziran 1974 Sahaflarda Emil Ludwig’in Juillet 1914 adlı kitabını bularak aldım. Böyle bir kitabı Paris’te bile bulamam. Fransızlar tükenen bir kitabın yeni bir baskısını kolay kolay yapmıyorlar. Gerçi romanlar bu eğilimin dışında ama sanırım Ludwig gibi yazarları okumak isteyecek yeni okurlar vardır. Bu, bana şunu da düşündürttü: İnsanoğlu kültürünü istediği gibi değil, bulabildiği kitaplara göre ayarlayabilir. 8 Ağustos 1974 Küllenmiş çağla rengi... Fakir Baykurt’un “Köygöçüren” romanında rastlıyorum yeşilin bu türüne. Sözlükler çokluk “yeşil” der, başka bir şey demez. Oysa değişik çeşitleri vardır yeşilin: Camgöbeği, pas yeşili, İngiliz yeşili, zümrüt yeşili, çinko yeşili, krom yeşili, Çin ye- İstanbul, 19 Ekim 1973 şili, kobalt yeşili, yaş ağaç yeşili, bakır yeşili, tunç yeşi- Kadıköy’de, Ankara’ya dönmek üzere otobüs bekliyorum. Daha doğrusu, otobüse yetiştirecek minibüsü... Bir sürü insan geliyor gidiyor. Topunun da kendi dünyası var. Ama hepsi de benim figüranlarım. Hop, bir kadın daha: Oksijenle sarartılmış saçlar... Siyah entari, siyah çanta, delikli siyah ayakkabılar... Sol kolda pembe bir li, toprak yeşili, Türk yeşili, limon küfü, nefti, zeytin yeşili, çimen yeşili, hacı yeşili, Veronez yeşili, elma yeşili, Nil yeşili, kursak yeşili, Viktorya yeşili, lak yeşili, çayır yeşili ve çağla yeşili. Bir sürü yeşil ki insana uykusuz gözlerle düş gördürtür. Ama ressamlar bilir bunları. Bedri Rahmi, bir kez, 99 türlü yeşil olduğundan açmıştı. (Salah Birsel, Kuşları Örtünmek) 122 Öğretici Metinler Cahit Zarifoğlu’ndan Türk şiirinin özgün seslerinden biri olan Cahit Zarifoğlu, yaşadıklarını ve tanık olduklarını günlüğüne kaydederken bir taraftan da yaşam, edebiyat, din vb. konulardaki bazı duygu ve düşüncelerini bu günlükler aracılığıyla yazıya aktarmıştır. Maraş, 6 Şubat 1973 sesini yapan sesi, acınma Annem iyi. Birlikte oturabildiğimiz yıllardaki gibi ha- duygusu ile titriyor. fif ağrıları var. Hatırlıyorum, gece gündüz çocukluğun ... ağır gölgesi içinde bulunduğumuz yıllarda, annem ara- Ta çocukluğumuzdan da bir elini ağrıyan bir yerine bastırarak, çocuklar, insa- beri teyze ne zaman bir- nın burasında nesi vardır, diye sorardı. Eli safra kese- kaç günlüğüne bize gelse sinin ya da karaciğerinin üzerinde... Evimizde her türlü sevinçli oluruz. Hemen hiç musibete ve hastalığa karşı bir tek doktor ve ilaç vardı: görmediğimiz ninelerimizin Dua ve aspirin. Daima şifa bulduk. yerindedir. Bütün peygam- Küçük yeğenim iki yaşına geliyor. Hakiki ve canlı... ber kıssalarını bilir. Defa- Tastamam bir çocuk... Kendi kendine konuşuyor, susup larca anlattığı halde, bir kere daha anlatır, helecanlanır, düşünüyor, havada benim görmediğim bir şey görüyor, yer yer sesi titremeye başlar, ağlar. Ölüm, beklenen se- ona uzun uzun bakıyor, gülümsüyor. Göz göze geliyo- vimli bir oğuldur onun için. Son nefesin belirsizliğinden ruz. O, dalgın ve düşünceli şekilde o şeyi izliyorken “ya- duyduğu korku hariç ölüme hazırdır. Hiç ölmeyecek gibi kaladın beni” uyanışı ile ışıldayarak bakıyor; hafif, deği- ev işlerini görür, kışlık zahiresini tedariklerken bir yan- şik bir tebessümle hemen anlaşılıyoruz. Çok sürmüyor dan da dört gözle ölümü bekler gibidir. İnancı o kadar yine kendi muhitindeki işine dalıyor. Bir kaç kez sesle- samimidir ki küçük odasının duvarları öte dünyayı en- niyorum. Hiç aldırmıyor. Ne kadar da kişilikli ve kendi- gellemez. Ruhunun büyük bölümü ahirete sarkmıştır. lerine hakim olabiliyorlar. Sevgiyi israf etmeden sonu- Sabırla ve hazır, Allah’ın takdirini beklemekte ve umula- na kadar devşiriyorlar bizden ve yerlerinde bir tek sani- cak en büyük şeyi, onun cemalini görmeyi ummaktadır. ye durmadan, durmadan kımıldayarak evi dolduran sev- ... gimize bulanıyorlar. Sonra beklenmedik anda kendiliklerinden gelirler. Elini dizimin üzerine koyup ne söyleyeceğime bakarken aramızdaki yaş farkını müthiş belli Sarıkamış, 28 Ekim 1974 ediyor. Kullandığı alfabe şimdilik yirmi harflik. Y ve R’yi İyice soğudu hava. “Çıplak Dağ”da ince bir kar ör- kullanmıyor mesela. Bu özelliğinden dolayı sık sık kü- tüsü... Doğuda, Hamamlı köyünün arkasındaki yüksek çük karışılıklar ortaya çıkıyor. Evde herkes bundan ya- tepelerde de... Fakat batıda, Küçük Süphan ve özellik- rarlanarak ona bazı kelimeleri söyletebilmek için tuzak- le kuzeybatı tepeleri hepten beyaz... Karın kasabaya in- lar kuruyor. Başarınca keyfediyorlar. Kendisi anlamıyor mesi gün meselesi. olanları, ama işin içinde bir bit yeniği olduğunu, bir tat- Otelin önünde traktörler duruyor. Yakın köylere gi- lı terslik bulunduğu sezip kendi kendine, lıkırdayan bir den köylüler doldurur römorklarını. Kadın ve erkekler testi gibi gülüyor. ayrı ayrı kümelenip otururlar. Hemen hepsinde sepetler Ailemizin en yaşlı ferdi annemin teyzesi Duran Ha- bohçalar. Yan kapaklara sırtlarını dayamış, ayaklarını tun. Geçirdiği bir hastalıktan sol gözünde, galiba gittikçe şimdilik ortaya doğru uzatmışlardır. Henüz yer var. Ge- artan bir seyirme ve dilinde pelteklik kaldı. Bundan ya- lenler olunca toplanırlar, kasabadan çıkınca toz duman kınıyor. Ellerini ağzındaki itaatsizliğe perde yapıyor gi- içinde kalacaklar. Bazılarının kucağında fırından yeni bi yüzünün önüne kaldırıyor: söylediklerim anlaşılmıyor alınmış yedi sekiz somun... Son anda birileri daha gelir. artık diyorken, hayatının çizdiği yolda, gençlik ve can- Kendilerine yer bulur, yer açarlar. Otururlar ve daha ne- lılık yıllarıyla; geldiği yaşlılık hallerinin çarpıcı mukaye- feslerini dinlendirmeden traktör hareket eder. (Cahit Zarifoğlu, Yaşamak) 123 Öğretici Metinler HATIRLATMALAR PEKİŞTİRMELER 5 BAĞLAŞIKLIK - BAĞDAŞIKLIK ANLATIM BOZUKLUKLARI Metin, anlatıcının anlatmak istediklerini tam anla- Artgönderim: Metnin herhangi bir yerinde geçen mıyla veren, eksiksiz bir organik bütünlüktür. Bir kelime, bir kişi, olay, durum, nesne vb.ne metnin sonraki bölüm- bir cümle, bir paragraf nasıl ki birer dil birimi olarak bir lerinde atıfta bulunulmasını sağlayan dilsel ögeye art- birim değeri taşıyorsa bir metin de başlı başına bir bi- gönderim denir. Art gönderim, metnin içinde daha önce rim değeri taşır ve kendisini oluşturan kelime, cümle ve anlatılan bir olay, durum, özellik vb.nin her şeyiyle yeni- paragrafların anlamların toplamından farklı, bütünsel bir den anlatılmasına gerek kalmadan o ögeyle bağlantı ku- anlam taşır. rulmasını sağlar. Anlatımdaki organik bütünlüğü sağlayan en önemli unsur, bağlamdır. Gerek anlatıcının metin oluştururken kullandığı diliçi bağlam gerekse de okuyucunun metinle ilişkisi sırasında karşılaştığı dildışı (durumsal) bağlam Bir metnin kolay okunur olma niteliğine akıcılık denir. Bir metnin kolay okunur olması, o metinde ses akışını bozacak, söylenmesi güç seslerin ve kelimelerin bulunmamasına ve anlatımda gereksiz söz tekrarlarına başvurulmamasına bağlıdır. Öngönderim: Metinde geçecek herhangi bir kişi, olay, durum, nesne vb.nin metinde daha önceden anılmasına öngönderim denir. Öngönderim, artgönderimin tersidir. Bağlantı ögeleri: Bağlantı ögeleri, metinde anlatılanları zaman, önem sırası, eşdeğerlilik, açıklama gibi ilgilerle birbiriyle ilişkilendiren bağlaçlar, edatlar ve zarflardır. Bunlar, kelimelerin ve cümlelerin birbirine eklemlenerek anlamlı ve birbiriyle ilişkilendirilebilir yapılar oluşturmasını sağlar. tünlük kazanamaz. Aynı metinleri okuyan kişilerin o metinlerden farklı anlamlar çıkarmaları, bu metinlerin o kişilerde farklı duygular uyandırmaları; okuyucuların bu metinlerle farklı durumsal bağlamlarda karşılaşmalarından kaynaklanır. Metin, birbirini izleyen, sıralı ve anlamlı bütünler oluşturan cümleler dizisidir. Bir cümleler dizisinin metin olması için, bu cümlelerin art arda getirilmesinde rastlantısallığın olmaması gerekir. Yazar bunları art arda getirirken bilinçli bir mantık sırasına göre hareket eder ve metni oluştururken çeşitli dil bilgisi kurallarına uyar. Bir metin ve metin parçasında dil ögelerinin dil bilgisi kurallarına uyularak yan yana getirilmesine bağlaşıklık denir. Metindeki dil bilgisel uyum anlamına gelen bağlaşıklık, metin yüzeyinde gözlemlenebilen somut unsurlar yardımıyla cümlelerin birbirine eklemlenerek metin oluşturmasını sağlayan dil bilgisel bir özelliktir. Bağlaşıklık; oluşturucu ögenin yinelenmesi, artgönderim, öngönderim ve bağlantı ögeleri gibi unsurlarla sağlanır. ESEN YAYINLARI olmadan bir metin bü- Bir metin yalnızca dil bilgisi kuralları (bağlaşıklık) dikkate alınarak oluşturulamaz. Bir metinde dil ögelerinin ifade ettikleri husus ve durumlar arasında belli anlam bağıntılarının da bulunması gerekir. Metindeki bu anlam bağıntılarına bağdaşıklık denir. Bağdaşıklık, bir metinde yer alan kavramlar ve ilişkiler arasındaki mantıksal düzen ve bağlantıdır. Bağlaşıklık, bir metindeki dil bilgisel uyum, bağdaşıklık ise anlamsal-mantıksal uyumdur. Metinde anlatılanların akla yatkınlığı, kavranabilir, kabul edilebilir, somut gerçeklerle ilişkilendirilebilir oluşu ve metinde çelişkili ifadelere yer verilmemesi, metindeki bağdaşıklığın temel koşullarıdır. Bir metinde bağlaşıklığı sağlayan unsurlar rahatlıkla gözlemlenebilirken bağdaşıklık ilk bakışta algılanmaz. Çünkü bağdaşıklık, bir yorum sürecini gerektirir. Bu yorumu yapabilmek için okuyucunun sahip olduğu dilsel, ansiklopedik, edebî bilgiler bütünlüğünü harekete geçirmesi gerekir. Bu anlamda bir metin, bir okuyucu için bağdaşıkken başka bir okuyucu için bağdaşık olmayabilir. Oluşturucu ögenin yinelenmesi: Bir metnin bütünlük kazanmasını sağlayan en önemli öge, o metinde bazı yinelemelere yer verilmesidir. Yineleme, metinde ele alınan temel sorun, mekân, nesne vb.nin metnin farklı bölümlerinde anlam bakımından tekrarlanmasıdır. 132 Öğretici metinlerde bağlaşıklık ve bağdaşıklıkla ilgili kurallara uyulmaması, anlatım bozukluğuna neden olur. UYARI Öğretici Metinler giderilmesi için bu kelimelerden birinin cümleden atılması gerekir: Anlatım bozukluğunun belli başlı nedenleri şunlardır: 1. Gereksiz kelime kullanılması Sigara içmenin sağlığımıza zarar verdiği kesin olarak biliniyor. 2. Kelimelerin ve kelime gruplarının yanlış anlamlarda kullanılması Sigara içmenin sıhhatimize zarar verdiği kesin olarak biliniyor. 3. Birbiriyle çelişen ifadelerin bir arada kullanılması 4. İfadelerin gerçeklere ve mantık kurallarına aykırı olması Benzer durumlar aşağıdaki cümlelerde de söz konusudur: 5. Kelimenin yanlış yerde kullanılması Doktoruna göre, babamın bir ay dinlenip istirahat etmesi gerekiyormuş. 6. Cümlede anlam belirsizliğinin bulunması 7. Yanlış türetilen kelimelerin kullanılması Bu çalışma koşullarına ancak sadece üç hafta dayanabildi. 8. Cümledeki dil bilgisel unsurlar arasında uyumsuzluk bulunması Doktor ona, iki günde bir aspirin almasını söylemiş. a. Ögeler arasında uyumsuzluk bulunması b. Tamlamada ortak kullanılan unsurla tamlamadaki diğer unsurlar arasında uyumsuzluk bulunması ç. Ortak kullanılan fiil ve fiilimsilerle bunlara bağlanan isim unsurları arasında uyumsuzluk bulunması d. Ortak kullanılan kip ekleriyle bu ekleri alan kelimeler arasında uyumsuzluk bulunması e. Yüklemler arasında çatı bakımından uyumsuzluk bulunması 1. Gereksiz kelime kullanılması: Bir cümleden herhangi bir kelime çıkarıldığında cümlenin anlamında herhangi bir daralma olmuyorsa o kelime gereksiz kullanılmış demektir. Sigara içmenin sağlığımıza ve sıhhatimize zarar verdiği kesin olarak biliniyor.* Bu cümlede bu türden bir anlatım bozukluğu vardır. Eş anlamlı olan sağlık ve sıhhat kelimeleri bu cümlede aynı durumu karşılamak için bir arada kullanılmıştır. Cümlenin anlatımındaki bozukluğun * ESEN YAYINLARI c. Kelime gruplarında yer alan kelimelerle bu kelime gruplarındaki ekler arasında uyumsuzluk bulunması Hiç olmazsa bekleyin. günaşırı, bir bari yağmurun dinmesini Bazen aynı anlama gelen kelimeler bir arada kullanılmaz ama kullanılan kelimelerden biri diğerinin anlamını kapsar. Böyle durumlarda da bir kelime gereksiz kullanılmış olur. Türkçede, Arapça ve Farsça dillerinden gelmiş sözcükler vardır. Yukarıdaki cümlede bu türden bir bozukluk vardır. Arapça, Arap dili; Farsça, Fars dili demektir. Yani Arapça ve Farsça kelimelerinde dil anlamı zaten vardır. Bu cümledeki anlatım bozukluğu şu şekillerde giderilebilir: Türkçede, Arapça ve Farsçadan gelmiş sözcükler vardır. Türkçede, Arap ve Fars dillerinden gelmiş sözcükler vardır. Bu işyerinde aşağı yukarı üç dört yıldan beri çalışıyorum. Bu cümledeki üç dört yıldan beri sözünde aşağı yukarı anlamı vardır; dolayısıyla bu cümledeki aşağı yukarı sözü atılmalıdır. Bu bölümdeki örnek cümlelerin tamamına yakını üniversite sınavlarında sorulmuş anlatım bozukluğu sorularından alınmıştır. 133 Öğretici Metinler Aşağıdaki cümlelerde de benzer durumlar söz konusudur: ÖRNEK SORU (ÖSS - 2006) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? Sergideki resimlerimin hepsi kendi eserimdir. (Resimlerimin kelimesindeki “-im” eki atılmalı) A) İşe geç geleceğini hiç olmazsa bana haber verseydin bari. Her isteği yerine gelse de yüzü yine de gülmez. (Yine de sözü atılmalı.) B) O anda, dertleşebileceği bir dosta ihtiyacı vardı; ama yanında kimse yoktu. C) Bu karara varmadan önce, onların da görüş ve önerilerini dikkate alman gerekirdi. Arkadaşım gördüklerini, duyduklarını gizli bir sırmış gibi yavaşça kulağıma fısıldadı. (Gizli ve yavaşça kelimeleri cümleden çıkarılmalı.) D) Yazıda onun resimlerinden pek söz edilmiyor; oysa o, çok yetenekli bir sanatçı. Hemen getireceğini söyleyerek aldığı makası hâlâ geri iade etmemiş. (Geri kelimesi atılmalı.) E) Beğendiğimiz o evi satın aldık; ancak oraya önümüzdeki yıl taşınabileceğiz. ÇÖZÜM: Onunla ilk kez bir arkadaş toplantısında tanıştık. (İlk kez sözü atılmalı.) ESEN YAYINLARI Batı ve güney bölgeleri yağmurlu geçerken, öte yandan doğu ve kuzey bölgeleri soğuk olacak. (Öte yandan sözü atılmalı.) ÖRNEK SORU (ÖSS - 2005) Hiçbir şiire başlarken, bunu umuda, umutsuzluğa, sevince ya da acıya yönlendireyim, diye başlamıyorum. Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin hangisinden kaynaklanmaktadır? A) Gereksiz yere bağ-fiil kullanılmasından B) Özne-yüklem uyumsuzluğundan ÖRNEK SORU (ÖSS - 2006) C) Gereksiz yere dolaylı tümleç kullanılmasından Bu davranış insandan insana göre değişir. D) Nesnenin adıl (zamir) olarak kullanılmasından Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin hangisinden kaynaklanmaktadır? E) Yanlış bağlaç kullanılmasından A) İşaret sıfatına yer verilmesinden ÇÖZÜM: B) İkilemenin yanlış kullanılmasından C) Gereksiz yere ilgeç kullanılmasından D) Tümleç kullanılmasından E) Yüklemin geniş zamanlı olmasından ÇÖZÜM: 134 2. Kelimelerin ve kelime gruplarının yanlış anlamlarda kullanılması: Bazı kelimelerin anlamları arasında yakın bir ilişki vardır. Öyle ki bazen bu kelimelerden hangisi kullanılırsa kullanılsın cümlenin anlamında önemli bir değişiklik olmaz. Ama bu, Öğretici Metinler birbirini çağrıştıran ya da aralarında anlamsal yakınlık olduğu düşünülen bütün kelimelerin birbirlerinin yerine kullanılabileceği anlamına gelmez. Bu konuda gençleri azımsamak doğru değil. (Azımsamak yerine küçümsemek kelimesi getirilmeli.) Bu, Türkiye’ye özel bir durumdur. Bu cümledeki özel kelimesi özgü anlamında kullanılmak istenmiştir. Bu iki kelime arasında hem anlam hem de ses bakımından bir yakınlık vardır. Bu yakınlık, kelimelerin karıştırılmasına, dolayısıyla da anlatım bozukluğunun oluşmasına neden olmuştur. Cümle şöyle olmalıydı: Bu, Türkiye’ye özgü (has) bir durumdur. ÖRNEK SORU (ÖSS - 2005) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? A) Bu kazada can kaybı yaşanmadı. B) Söylenenleri pek de onaylamadı. C) Yapıtları hâlâ unutulmadı. Aşağıdaki cümlelerde de bu tür anlatım bozuklukları vardır: D) Kimseye bir yararı dokunmadı. Ülkemizde başarıyla gerçekleştirilen bu tür ameliyatlarda, ölüm şansı, Amerika’da yapılanlardan ancak yüzde bir fazladır. O yıl, Marmara’ya inanılmaz çoğunlukta bir balık akını oldu. (Çoğunlukta kelimesinin yerine çoklukta kelimesi getirilmeli.) Başvurduğu işyerinden son öğretim durumunu gösteren bir belge istediler. (Öğretim yerine öğrenim kelimesi getirilmeli.) Tiyatro, öyle bir sanattır ki, kişi bir oyunu anlamaya çalışırken sistemli düşünmeyi de öğretir. (Öğretir yerine öğrenir kelimesi getirilmeli.) Kitabı kitaplığımda nereye koyduğumu bir türlü bulamadım. (Bulamadım yerine hatırlayamadım kelimesi getirilmeli.) ÇÖZÜM: ESEN YAYINLARI (Şans, olumlu durumlar için kullanılır; “ölüm”, olumlu bir durum olarak değerlendirilmediğinden ölüm şansı şeklindeki bir söz de yanlıştır. Şans kelimesinin yerine olasılık kelimesi getirilmelidir.) E) İstediği başarıya ulaşamadı. ÖRNEK SORU (ÖSS - 2002) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? A) Sanayide gelişmiş ülkelerde, bu tür sorunlar hızla çözülüyor. B) Düzenlenen toplantı ve törenlerde bütün öğrenciler görev alıyor. C) Bu konuda yapılan açıklamaların anlaşılmayacak bir yanı bulunmuyor. D) Kurumda çalışanların başarısının, bu koşullara bağlı olduğu düşünülüyor. E) Teknoloji ne kadar artarsa da el emeğinin önemi azalmıyor. ÇÖZÜM: Zaman zaman şiir yazıyor ve yayımlıyorum; ama ben şiiri hiçbir zaman köşe yazarlığı gibi düşünmüyorum. (Şiiri yerine şairliği kelimesi getirilmeli.) 135 Öğretici Metinler ÖRNEK SORU (ÖSS - 2000) ÖRNEK SORU Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? Fiyatlar çok pahalı olduğu için satışlar çok durgun. Bu cümledeki anlatım bozukluğunu gidermek için aşağıdaki değişikliklerden hangisi yapılmalıdır? A) Belki de olay çıkarmak için değil, kendini savunmak için böyle davrandı. A) “çok” sözcükleri atılmalı B) “durgun” yerine “az” sözcüğü getirilmeli B) Eminim ki adam güç durumda olmasaydı belki de o parayı almazdı. C) “olduğu için” yerine “olduğundan” sözcüğü getirilmeli C) Kim bilir, belki önemli bir işi çıkmıştır. D) Belli olmaz ki belki sizinle birlikte gitmek ister. D) “satışlar” yerine “alışveriş” sözcüğü getirilmeli E) Bilmiyorum, belki akşama doğru gelir. E) “pahalı” yerine “yüksek” sözcüğü getirilmeli ÇÖZÜM: ESEN YAYINLARI ÇÖZÜM: 3. Birbiriyle çelişen ifadelerin bir arada kullanılması: Aynı durum, olay, nesne vb. ile ilgili olarak birbiriyle çelişen ifadelerin bir arada kullanılması anlatım bozukluğuna neden olur. Yakalanan köpekbalığı aşağı yukarı tam beş metre uzunluğundaymış. Bu cümlede bir durumla ilgili (yakalanan köpekbalığının uzunluğu) birbiriyle çelişen iki sözün bir arada kullanılması (aşağı yukarı beş metre - tam beş metre) anlatım bozukluğuna neden olmuştur. Aşağıdaki cümlelerde de anlamca çelişen sözlerin bir arada kullanılmasından kaynaklanan anlatım bozuklukları vardır: Elbette onunla birlikte gitmiş olabi- lirler. Sanırım o da kesinlikle buraya gelecek. 136 4. İfadelerin gerçeklere ve mantık kurallarına aykırı olması Bırakın çizgi çizmeyi, resim bile yapamaz o. Yukarıdaki cümlede bu türden bir bozukluk vardır. Bu cümlede, sözü edilen kişinin resim yapmada yeteneksiz olduğu anlatılmak istenmiş, bu nedenle de bir karşılaştırma yapılmıştır. Fakat bu karşılaştırma gerçeklere ve mantık kurallarına aykırıdır. Çünkü bu cümleden çizgi çizmenin resim yapmaktan daha zor olduğu anlamı çıkmaktadır. Oysa resim yapmak çizgi çizmekten daha zordur. Mantıksal tutarlılığın bulunmadığı bu cümledeki kelimelerin yerleri “Bırakın resim yapmayı, çizgi bile çizemez o.” şeklinde değiştirilirse anlatım bozukluğu giderilmiş olur: Bırakın resim yapmayı, çizgi bile çizemez o. Meclis, erken seçim kararını 449’a karşı 62 oyla aldı. Yukarıdaki cümlede de benzer bir durum söz konusudur. Bu cümleden şu anlaşılmaktadır: Mecliste bir oylama yapılmış, bu oylamada 449 kişi red, 62 kişi kabul oyu kullanmış ve böylece teklif kabul edilmiştir. Bu durum gerçeklerle ve mantık kurallarıyla çelişmektedir. Çünkü bir karar, red oyları çok olduğu için değil; kabul oyları çok olduğu için alınır. O hâlde cümle şöyle olmalıydı: Meclis, erken seçim kararını 62’ye karşı 449 oyla aldı. Öğretici Metinler ÖRNEK SORU Beyin zarı iltihapları iyi tedavi edilmezse, ölüme hatta sara nöbetlerine yol açabilir. vardır. “Ücretsiz” kelimesi, bu hâliyle “hastalar”ın sıfatıdır. Oysa bu kelimenin “bakılması” fiilimsisinin zarfı olması gerekirdi: Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin hangisiyle giderilebilir? Birkaç yardımseverin bir araya gelmesiyle hizmete açılan bu sağlık merkezinde hastalara ücretsiz bakılması, yöre insanı tarafından takdirle karşılanıyor. A) “sara nöbetlerine” sözü ile “ölüme” sözcüğü yer değiştirerek B) “yol açabilir” yerine “neden olabilir” sözü getirilerek C) “sara” sözcüğü kaldırılarak D) ”zarı” yerine “zarının” sözcüğü getirilerek ÖRNEK (ÖSS - 1999) E) “edilmezse” yerine “edilmediğinde” sözcüğü getirilerek Alınan bu karar, savaşta askerin daha çok ölmesine yol açtı. ÇÖZÜM: Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdaki değişikliklerin hangisiyle giderilebilir? A) “bu” sözcüğü atılarak B) “daha çok” sözü “askerin” sözcüğünden önce kullanılarak ESEN YAYINLARI C) “yol açtı” sözü yerine “neden oldu” sözü getirilerek 5. Kelimenin yanlış yerde kullanılması: Her kelime, cümlede anlatılmak istenenlere bağlı olarak cümlenin belli bir yerinde kullanılır. Söz gelimi bazı kelimeler hem sıfat hem de zarf olarak kullanılabilir. Kişi böyle bir kelimeyi, anlatmak istediği bilgi, duygu, düşünceye göre cümlenin uygun bir yerinde kullanarak o kelimeyi ya sıfat ya da zarf yapar. Birkaç yardımseverin bir araya gelmesiyle hizmete açılan bu sağlık merkezinde ücretsiz hastalara bakılması, yöre insanı tarafından takdirle karşılanıyor. Bu cümlede ücretsiz kelimesinin yanlış yerde kullanılmasından kaynaklanan bir anlatım bozukluğu D) “alınan” sözcüğü atılarak E) “savaşta” sözcüğü “askerin” sözcüğünden sonra kullanılarak ÇÖZÜM: 6. Cümlede anlam belirsizliğinin bulunması: Bazı cümlelerde tamlayan kullanılmaması, cümledeki kelimelerin birinde kaçıncı kişi iyelik ekininin kullanıldığı konusunda bir belirsizliğin oluşmasına neden olur. “Evini beğendim.” cümlesinde bu tür bir belirsizlik vardır. Çünkü bu cümledeki “evini” kelimesinde kaçıncı kişi iyelik ekinin kullanıldığı belli değildir. 137 Öğretici Metinler Özne birden çok kişiden oluşuyorsa ve içinde birinci tekil ya da birinci çoğul kişiler (ben, biz) varsa, yüklem birinci çoğul kişiye göre çekimlenir: Kimin evi? Senin (2. tekil kişi) mi, onun (3. tekil kişi) mu? Bu belirsizliğin giderilmesi için cümleye tamlayan ekini almış bir zamirin getirilmesi gerekmektedir. Onun ev-i-n-i beğendim. Ben ve arkadaşım, bunu biliyorduk. –––––––––––––––– Biz Senin ev-i-ni beğendim. 1. Tamlayan eksikliğinden kaynaklanan anlam belirsizlikleri, çoğunlukla bu cümlelerin metin bağlamından soyutlanarak tek başlarına ele alınmaları durumunda söz konusu olur. UYARI Özne birden çok kişiden oluşuyorsa [içinde birinci kişiler (ben, biz) olmamak şartıyla] ve içinde ikinci tekil ya da ikinci çoğul kişiler varsa, yüklem ikinci çoğul kişiye göre çekimlenir: 2. Noktalama yanlışları da cümlede anlam belirsizliğinin oluşmasına neden olabilir. Sen ve Faruk, buraya gelin. –––––––––––– Siz Kavram, terim ve cansız varlıkların çoğul- 7. Yanlış türetilen kelimelerin kullanılması: Bu mahalleyi, bu kenti, bu ülkeyi çirkinletmeye hiç kimsenin hakkı yok; bunu herkesin bilmesi gerekir. Bu cümlede çirkinletmek kelimesinin yerine çirkinleştirmek kelimesi kullanılmalıydı. kişiye göre çekimlenir, yani yüklemde “-lar, -ler” ekleri bulunmaz. Doğru: Elimdeki kitaplar yere düştü. ESEN YAYINLARI Türkçenin söz varlığını zenginleştirmenin en önemli yolu, kelime türetmedir. Kelime türetmede, yapım eklerinden yararlanılır. Yapım eklerinin yüzyıllar içinde oluşmuş belli anlam ve işlevleri vardır. Bu anlam ve işlevlere dikkat edilmeden yeni kelimelerin türetilmeye çalışılması anlatım bozukluğuna neden olabilir. larının özne olması durumunda yüklem 3. tekil Yanlış: Elimdeki kitaplar yere düştüler. Doğru: Bu düşünceler, geçerliliğini çoktan yitirdi. Yanlış: Bu düşünceler, geçerliliğini çoktan yitirdiler. Doğru: Bu tür duygular, gözlerimi yaşartır. Yanlış: Bu tür duygular, gözlerimi yaşartırlar. 8. Cümledeki dil bilgisel unsurlar arasında uyumsuzluk bulunması a. Ögeler arasında uyumsuzluk bulunması: Yüklem, cümlenin en önemli ögesidir. Bir cümledeki bütün ögelerin yüklemle uyumlu olması gerekir. Çokluk anlamı taşıyan belgisiz zamirlerin özne olduğu durumlarda yüklem tekil olur. Doğru: Bugünlerde herkes aynı şarkıyı söylüyor. Yanlış: Bugünlerde herkes aynı şarkıyı söylüyorlar. Özne-yüklem uyumu Özne-yüklem uyumuyla ilgili en önemli kuralar şunlardır: Öznenin bildirdiği kişilerle yüklemin bildirdiği kişiler arasında uyum olmalıdır. Söz gelimi özne ikinci tekil kişi (sen) ise yüklem de buna uygun kişi ekini almalıdır. Sen, her şeyin en güzelini hak ediyorsun. 138 Aynı özneye bağlanamayacak birden çok yüklemin ortak bir özneye bağlanması anlatım bozukluğuna yol açar. Birleşik, sıralı ve bağlı cümlelerde karşımıza çıkan bu tür bozuklukların giderilmesi için cümleye ikinci bir öznenin getirilmesi gerekir. Öğretici Metinler ÖRNEK SORU (ÖSS - 2002) Herkes büyük bir dikkatle ona bakıyor, gözlerini bir an bile ondan ayırmıyordu. Hiç kimse ona gerçeği anlatmamış; onu yalan yanlış sözlerle oyalamıştı. Yukarıdaki cümlede birden çok yüklemin (bakıyor, ayırmıyordu) ortak bir özneye (herkes) bağlanması anlatım bozukluğuna neden olmuştur. Türkçede bazı özneler olumlu, bazıları ise sadece olumsuz anlam verir. Buna bağlı olarak da yüklemlerin ya olumlu ya da olumsuz çekimlenmesi gerekir. Yukarıdaki cümlede buna dikkat edilmemiş ve olumlu anlam taşıyan bir özneye biri olumlu, diğeri olumsuz çekimlenmiş iki eylem bağlanmıştır. (Herkes... bakıyor, herkes... ayırmıyordu.). Cümle şöyle düzeltilebilir: Herkes büyük bir dikkatle ona bakıyor, hiç kimse gözlerini bir an bile ondan ayırmıyordu. Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdaki değişikliklerden hangisiyle giderilebilir? A) “gerçeği” yerine “doğruyu” sözcüğü getirilerek B) “anlatmamış”tan sonra “herkes” sözcüğü getirilerek C) “anlatmamış” yerine “söylememiş” sözcüğü getirilerek D) “onu” sözcüğü atılarak E) “oyalamıştı” yerine “kandırmıştı” sözcüğü getirilerek ÇÖZÜM: Bu cümlede de benzer bir anlatım bozukluğu söz konusudur. Bu cümledeki hiçbiri öznesi, düşünmemiş yüklemiyle uyumluyken saymıştır yüklemiyle uyumlu değildir. Bu cümlede olumlu anlam taşıyan ikinci bir öznenin kullanılması gerekir: Hiçbiri -Ali Suavi’den başka- ülkede bir ayaklanmayı düşünmemiş, tümü padişaha bağlılığı kutsal bir görev saymıştır. Bu büyük tesisin inşaatı, birkaç ay sonra bitecek ve faaliyete geçecektir. Yukarıdaki cümleden şu anlam çıkmaktadır: “Bu büyük tesisin inşaatı birkaç ay sonra bitecek ve tesisin inşaatı faaliyete geçecektir.” Oysa faaliyete geçecek olan “tesisin inşaatı” değil, tesisin kendisidir. Bu cümleye ikinci yüklemle uyumlu bir özne getirilmelidir: Bu büyük tesisin inşaatı, birkaç ay sonra bitecek ve tesis, faaliyete geçecektir. Bu tür dergilerin sayısı gittikçe azalıyor, okunmaz oluyor. Bu cümleden şu anlam çıkmaktadır: “Bu tür dergilerin sayısı gittikçe azalıyor, bu tür dergilerin sayısı okunmaz oluyor.” Oysa “okunmaz olan”, bu tür dergilerin sayısı değil, bu tür dergilerdir. ESEN YAYINLARI Hiçbiri -Ali Suavi’den başka- ülkede bir ayaklanmayı düşünmemiş, padişaha bağlılığı kutsal bir görev saymıştır. ÖRNEK SORU Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? A) Şiirlerinde bol bol abartılmış sözcükler seçmesi yüzünden hitabet havası taşımaktadır. B) Günümüzdeki dergiler ve gazeteler, deneme türünün gelişip yaygınlaşmasına uygun bir ortam hazırlamaktadır. C) Osmanlı İmparatorluğunda Lale Devri’nde çeviri çalışmaları yapıldığı biliniyor. D) Bence edebiyat eleştirisinin edebiyat incelemesiyle bir arada, iç içe düşünülmesi gerekir. E) Sanatçının başlıca amacının güzellik olduğunu savunan yazarın, bu konuda söylediklerine göz atalım. 139 Öğretici Metinler ÇÖZÜM: 2. Türkçede ögeler ortak kullanılabilir. Söz gelimi bir dolaylı tümleç, birden çok yüklem için ortak kullanılabilir. “Sana kızmıyorum, yalvarıyorum.” cümlesinde böyle bir durum söz konusudur: Sana kızmıyorum. –––––– –––––––––– dolaylı t. Diğer ögelerin yüklemle uyumu 1. Türkçede ögeler, yükleme hâl (durum) ekleriyle bağlanır. Bazı yüklemler belirtme (-i), bazıları yönelme (-e), bazıları bulunma (-de), bazıları da ayrılma hâl ekini (-den) almış kelimelerle kullanılır. Söz gelimi kızmak fiili, yönelme hâl ekini almış bir kelimeyle kullanılabilirken belirtme durum ekini almış bir kelimeyle yani bir nesneyle kullanılamaz. Ona kızdım. yüklem — Kime kızmıyorum? — Kime yalvarıyorum? — Sana. — Sana. Sana asla kızmıyoruz. ––––– –––– –––––––––– dolaylı t. zarf t. yüklem Sana çok seviyoruz. ––––– –––– ––––––––– k›z›yorum Seni k›z›yorum. dolaylı t. zarf t. ESEN YAYINLARI Bu cümlelerin anlamlı olması “o, sen, Ali” kelimelerinin yönelme hâl ekini almasına yani bu kelimelerin birer dolaylı tümlece (yer tamlayıcısına) dönüşmesine bağlıdır: dolaylı t. “Sana asla kızmıyor, çok seviyoruz.” cümlesinde bir dolaylı tümleç birden çok yüklem için ortak kullanılmıştır: Onu k›zd›m. Ali’yi k›zmal›s›n k›zmal›s›n. Sana yalvarıyorum. –––––– ––––––––––– yüklem yüklem Bu cümlelerin ilkinde herhangi bir sorun yoktur. Sorun ikinci cümlededir. “Sana seviyoruz.” şeklinde bir cümle Türkçenin söz dizimi kurallarına aykırıdır. Cümle şöyle olmalıydı: Sana asla kızmıyor, seni çok seviyoruz. ––––– –––– –––––––– –––– –––– –––––––– dolaylı t. zarf t. yüklem nesne zarf t. yüklem Sana kızıyorum. Ali’ye kızmalısın. Kişi kavramını yansıtan “o, sen, Ali” gibi kelimelerin “kızmak” fiiliyle bir arada kullanılması, “dinlemek” fiiliyle bir arada kullanılmasından farklıdır. “Dinlemek” fiilinin bu kelimelerle bir arada kullanılması için bu kelimelerde belirtme durum ekininin bulunması, yani bu kelimelerin birer nesneye dönüşmesi gerekir. Ona dinledim. Sana dinliyorum dinliyorum. Ali’ye dinlemeli dinlemelisin. Onu dinledim. Seni dinliyorum. Ali’yi dinlemelisin. 140 “Sana asla kızmıyor, çok seviyoruz.” cümlesiyle ilgili olarak “Bu cümledeki anlatım bozukluğunun nedeni nedir?” sorusu sorulduğunda şu iki cevap da doğru olacaktır: 1. Dolaylı tümleç-yüklem uyumsuzluğu 2. Nesne eksikliği Arkadaşlarımızın sorununa sahip çıkarak desteklemeliyiz. Yukarıdaki cümlede yan cümleciğin yüklemi (sahip çıkarak) ile temel cümlenin yüklemi (desteklemeliyiz), ortak bir dolaylı tümlece (arkadaşlarımızın sorununa) bağlanmış, bu da anlatım bozukluğuna yol açmıştır: Arkadaşlarımızın sorununa sahip çıkarak arkadaşlarımızın sorununa desteklemeliyiz. Öğretici Metinler Bu cümledeki anlatım bozukluğu, “desteklemeliyiz” yükleminden önce onları ya da arkadaşlarımızı nesnelerinin getirilmesiyle giderilebilir. ÇÖZÜM: Derslerine çalışmıyor, ihmal ediyor. Bu cümlede de nesne eksikliğinden kaynaklanan bir anlatım bozuklukları vardır. Bu cümledeki anlatım bozukluğu cümleye “ihmal ediyor” fiiliyle uyumlu bir nesnenin getirilmesiyle giderilebilir. Derslerine çalışmıyor, derslerini / onları ihmal ediyor.) Yaşamını zenginleştiren, anlam kazandıran birçok dostu var. ÖRNEK SORU Bu cümlede yaşamını kelimesinin, yan cümleciklerin ortak nesnesi kabul edilmesinden kaynaklanan bir anlatım bozukluğu vardır: Bu cümledeki anlatım bozukluğunun giderilmesi için cümleye “anlam kazandıran” fiilimsisiyle uyumlu bir dolaylı tümlecin getirilmesi gerekir: Yaşamını zenginleştiren, anlam kazandıran birçok dostu var. yaşamına ESEN YAYINLARI Yaşamını zenginleştiren, yaşamını anlam kazandıran birçok dostu var. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde anlatım bozukluğu, cümlenin uygun bir yerine “ona” sözcüğü eklenerek giderilebilir? A) Elbiseler dolaplara özenle yerleştirilir, güve yemesin diye elbise aralarına naftalin konurdu. B) Çocuk bir yandan yaralı kuşa korkuyla bakıyor; bir yandan da onu sevmek istiyordu. C) Annesi çocuğunun aç olmadığını biliyor; ama yine de pastadan yemesini istiyordu. D) Ali, arkadaşı Mustafa’yı hem çok seviyor, hem de kimi davranışlarından dolayı kızıyordu. E) Otobüsler buraya gelince duruyor, bekleyen yolcular bindikten sonra yeniden yola koyuluyordu. ÖRNEK SORU (ÖSS - 2000) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? ÇÖZÜM: A) Bu konuda nasıl bir çalışma yapılması gerektiği, uzmanlarca tartışılacak. B) Olaydan büyük bir üzüntü duyduğunu, suçluların cezalandırılmasını istedi. C) Yeni binaların ne zaman hizmete açılacağını, basın aracılığıyla duyuracaklarını belirtti. D) Sorunlara sağduyuyla yaklaşmanın, onların çözümünü kolaylaştıracağı sonucuna varıldı. E) Bölgede, kış mevsiminin uzun sürmesi nedeniyle alınması gerekli önlemler yetkilere bildirildi. 141 Öğretici Metinler ÖRNEK SORU Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? Şehrimizde çeşitli sanat etkinlikleri gerçekleştirildi. Şehrimizde çeşitli kültürel etkinlikleri gerçek- A) Dürüst biri olduğundan dün de bugün de kuşkuya düşmüyorum. leştirildi. Bu cümledeki anlatım bozukluğu üç şekilde giderilebilir: B) Hukukçu olmadığımdan, işin bu yönünü sizinle tartışamam. C) Bu konuda bir araştırma yapılmasını, hazırlanacak raporun ilgili kuruluşlara gönderilmesini istedim. sıfat tamlaması Şehrimizde çeşitli kültürel etkinlikler ve ––––––– ––––––––– D) Ben, öyle olduğunu düşünüyor, öyle olduğuna inanıyorum. sıfat (tamlayan) E) Anımsanacağı gibi, bir yıldan beri bu konuda yazılar yazıyor, ilgilileri uyarıyorum. isim (tamlanan) sanat etkinlikleri gerçekleştirildi. ––––– ––––––––– isim (tamlayan) ÇÖZÜM: isim (tamlanan) belirtisiz isim tamlaması ESEN YAYINLARI birden çok tamlayanın ortak bir tamlanana bağlandığı sıfat tamlaması Şehrimizde çeşitli kültürel ve sanatsal etkinlikler ––––––– ––––––– –––––––– sıfat (tamlayan) sıfat (tamlayan) isim (tamlanan) gerçekleştirildi. birden çok tamlayanın ortak bir tamlanana bağlandığı belirtisiz isim tamlaması b. Tamlamada ortak kullanılan unsurla tamlamadaki diğer unsurlar arasında uyumsuzluk bulunması: Bir tamlamada birden çok tamlayan için ortak bir tamlanan kullanılabilir. Bunun tersi de mümkündür. Yani birden çok tamlanan için ortak bir tamlayan da kullanılabilir. Bu tür durumlarda şuna dikkat etmek gerekir: Tamlamada ortak unsura bağlanan kelimelerin tümü ya sıfat ya da isim olmak durumundadır. Söz gelimi tamlayanlardan biri sıfat biri isimse bu tamlamada tamlanan ortak kullanılamaz. Şehrimizde çeşitli kültür ve sanat etkinlikleri ––––– ––––– ––––––––– isim (tamlayan) isim isim (tamlayan) (tamlanan) gerçekleştirildi. Bu yasadan, özel ve kamu kuruluşlarında çalışanlar yararlanacak. Yukarıdaki cümlede de bir sıfatla bir ismin ortak bir tamlanana bağlanmasından kaynaklanan bir anlatım bozukluğu vardır: Şehrimizde çeşitli kültürel ve sanat etkinlikleri gerçekleştirildi. Yukarıdaki cümlede biri sıfat diğeri isim olan iki tamlayanın ortak bir tamlanana bağlanması anlatım bozukluğunu neden olmuştur. Bu cümleden şu anlamlar çıkmaktadır: 142 Bu yasadan özel kuruluşlarında çalışanlar yararlanacak. Bu yasadan kamu kuruluşlarında çalışanlar yararlanacak. Bu cümledeki anlatım bozukluğu şöyle giderilebilir: Öğretici Metinler dönümünde, ünlü şaire, onun yüce anısına armağandır. Bu yasadan özel kuruluşlarla kamu kuruluşlarında çalışanlar yararlanacak. Bu cümledeki yayınevimizin kelimesi tamlayan (ilgi) ekini almış, tamlanan olarak düşünülen armaÖRNEK SORU ğan kelimesi ise tamlanan (iyelik) ekini almamıştır. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? Böyle olunca da cümleden şöyle bir anlam çıkmaktadır: “Bu kitap, yayınevimizin ... armağandır.” A) Bu önlemler ekonomik ve sağlık açısından yararlı sonuçlar verdi. Cümle iki şekilde düzeltilebilir: 1. Tamlamanın eksik unsuru tamamlanır, yani B) Toplantıda eğitim sorunları tartışılacak ve bunlara çareler aranacak. “armağan” sözcüğüne iyelik eki getirilir: “Bu kitap, yayınevimizin ... armağanıdır.” C) Bu kitap çeşitli alanlarda yapılmış araştırmaları ve bunların sonuçlarını içeriyor. 2. Tamlama unsuru cümleden çıkarılır, yani tamlayan ekini alan sözcük, cümleden atılır: “Bu kitap, ölümünün 10. yıldönümünde, ünlü şaire, onun yüce anısına armağandır.” D) O günlerde, bu konuya çeşitli gazete ve dergilerde oldukça geniş yer verilmişti. E) Olayın soruşturulması ve sorumlularının bulunması için bir komisyon oluşturuldu. ESEN YAYINLARI ÇÖZÜM: Ucu yırtık paraların, Merkez Bankası dahil, hiçbir yerde işlem görmüyor. Bu cümlede de tamlayan ekinin gereksiz kullanılmasından kaynaklanan bir anlatım bozukluğu vardır. Bu ek atıldığında, cümledeki anlatım bozukluğu giderilmiş olur: Ucu yırtık paralar, Merkez Bankası dahil, hiçbir yerde işlem görmüyor. c. Kelime gruplarında yer alan kelimelerle bu kelime gruplarındaki ekler arasında uyumsuzluk Vergilerin yeni sisteme göre toplanacağını sağlayacaklar. bulunması: Kelime grupları gelişigüzel oluşturulmaz. Bunların belli kuralları vardır. Söz gelimi çokluk anla- Yukarıdaki cümlede isim-fiil ekiyle kurulma- mı taşıyan bir sıfat, çokluk ekini almış bir isimle sı gereken fiilimsi sıfat-fiil ekiyle kurulduğu için anla- sıfat tamlaması oluşturmaz. tım bozukluğu oluşmuştur. Bu cümle “Vergilerin yeni Bu kentte ne kadar kötü adamlar varsa o kadar da iyi adam vardır. Yukarıdaki cümlede bu kurala uyulmaması anlatım bozukluğuna neden olmuştur. Cümle şöyle olma- sisteme göre toplanmasını sağlayacaklar.” şeklinde olmalıydı. Benzer durumlar aşağıdaki cümlelerde de söz konusudur: Beni en çok sevindiren senin geldiğindir. gelmendir/gelişindir. lıydı: Bu kentte ne kadar kötü adam varsa o kadar da iyi adam vardır. Bu kitap, yayınevimizin, ölümünün 10. yıl- Sorun, arkadaşımızın bizi bu konuda iyi aydınlatmamış olduğundan kaynaklanıyor. olmasından 143 Öğretici Metinler ÖRNEK SORU (ÖSS - 2000) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? A) Ozan, 1940 yıllarında yeni şiirimizin başta gelen adlarından biriydi. B) O,1946 yılında düzenlenen bir yarışmada birinci olmuştu. C) Aradan yıllar geçmesine karşın şiir anlayışında bir değişiklik olmadı. ÖRNEK SORU D) Onun ilgi çekici yanlarından biri de konuları abartarak anlatmasıdır. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? E) Toplumsal ve bireysel olaylara, yan tutmadan bakar. A) Bu yazıyı hazırlamadan önce, yalnızca dergileri değil, gazeteleri de taraman iyi olur. ÇÖZÜM: B) Okuduklarını ezberlemek değil, tartışarak özümlemesini sağlamak gerekir. C) Bu konuda yetkililerle konuşarak onların görüşlerini almayı düşünüyoruz. ESEN YAYINLARI D) Şişmanlıktan kurtulmak için beslenmemize dikkat etmeli, ayrıca düzenli olarak spor yapmalısınız. E) Çocukların, masal kitaplarından çok, resimli romanlara ilgi duydukları bilinmektedir. ÇÖZÜM: ÖRNEK SORU (I) Dil insanların birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayan bir araçtır. (II) Toplumsal yapıya bağlı olarak sürekli gelişir ve değişir. (III) Bunun doğal bir sonucu olarak da dilde durmadan yeni kavramlar ortaya çıkar. (IV) Bu kavramları karşılamak için yeni sözcükler yaratılır. (V) Yeni sözcükler yaratmak için her ulus, dilinin sunduğu olanaklardan yararlanma yoluna gitmesi gerekir. Yukarıdaki numaralanmış cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? A) I. B) II. ÇÖZÜM: C) III. D) IV. E) V. ÖRNEK SORU (ÖSS - 2006) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? A) İlgililer bu konuda görüş alışverişinde bulundular. B) Bu tür etkinliklerin çoğaltılması gerektiğini düşünüyorum. C) Gazetelerde yer alan haberleri değerlendirecekler. D) Bundan sonraki amacımız halkı bilinçlendirmek olacak. E) O dönemde para üç katı değer kaybetmişti. 144 Öğretici Metinler ÇÖZÜM: Sürekli kola, patates kızartması ve hamburger yiyerek sağlıklı beslenemezsin. Bu cümlede ise kola, patates kızartması ve hamburger kelimelerinin yiyerek zarf-fiiline bağlanması, anlatım bozukluğuna neden olmuştur. Bu hâliyle cümleden şu anlamlar çıkmaktadır: ÖRNEK SORU (ÖSS - 2005) Sözünü ettiğiniz binayı ne gördüm ne de yerini bilirim. kola yiyerek patates kızartması yiyerek Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdakilerin hangisinden kaynaklanmaktadır? hamburger yiyerek Hamburger ve patates kızartması yenir, ama A) Nesne eksikliğinden kola yenmez, içilir. O hâlde bu cümle şöyle olmalıydı: B) Gereksiz yere bağlaç kullanılmasından Sürekli kola içerek, patates kızartması ve C) Tamlayan eksikliğinden hamburger yiyerek sağlıklı beslenemezsin. D) Yüklemin olumlu olmasından E) Tümleç eksikliğinden Bu tutumuyla ailesine zarar mı veriyor, yarar mı anlayamadık. ÇÖZÜM: Bu cümlede de benzer bir durum söz konusuESEN YAYINLARI dur. Bu cümlede yarar ve zarar kelimeleri, veriyor fiiline bağlanmıştır: yarar veriyor zarar veriyor Cümle şöyle olmalıydı: Bu tutumuyla ailesine zarar mı veriyor yarar mı sağlıyor, anlayamadık. Aşağıdaki cümleleri bu bakış açısıyla inceleyiniz. Yanlış: Hangisinin başarılı, hangisinin başarılı olmadığını öğreneceğiz. Doğru: Hangisinin başarılı, hangisinin başarısız ç. Ortak kullanılan fiil ve fiilimsilerle bunlara bağlanan isim unsurları arasında uyumsuzluk bulunması: Birden çok isim unsuru ortak bir fiilimsiye bağlanabilir. olduğunu öğreneceğiz. Doğru: Hangisinin başarılı olduğunu, hangisinin başarılı olmadığını öğreneceğiz. Susuzluğumuzu, su ve ayran içerek giderdik. Yanlış: Amacı, arkadaşlarını ikinci, kendisini birinci Yukarıdaki cümlede böyle bir durum söz konusudur. Bu cümlede su ve ayran kelimeleri içerek zarf-fiiline bağlamış, yani bir fiilimsi ortak kullanılmıştır: Doğru: Amacı, arkadaşlarını ikinci plana itmek/ su içerek ayran içerek Görüldüğü gibi burada herhangi bir anlatım bozukluğu yoktur. plana çıkarmaktı. düşürmek, kendisini birinci plana çıkarmaktı. Yanlış: Dilimize gereken ilgi ve önemi vermek zorundayız. Doğru: Dilimize gereken ilgiyi göstermek ve önemi vermek zorundayız. 145 Öğretici Metinler ÇÖZÜM: ÖRNEK SORU (ÖSS - 1999) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? A) Çalışma yaşamınızda bu tür güçlüklerle sık sık karşılaşacaksınız. B) Bizim için önemli olan, görevinizi en iyi biçimde yerine getirmenizdir. C) Bir sorunla karşılaştığınızda bizlerden yardım isteyebilirsiniz. D) Bu, sizlere verebileceğimiz en önemli ödül ve en önemli hedeftir. E) Bu işte de başarılı olacağınızdan hiç kuşkumuz yoktur. ÇÖZÜM: d. Ortak kullanılan kip ekleriyle bu ekleri alan kelimeler arasında uyumsuzluk bulunması: TürkESEN YAYINLARI çede bazı ekler ortak kullanılabilir. Bir ekin ortak kullanılması, o eki aldığı düşünülen bütün kelimelerin gerek kelime türü gerekse de daha önce aldıkları çekim ekleri bakımından aynı durumda bulunmaları koşuluna bağlıdır. Söz gelimi “Birkaç yıl öncesine kadar, haftada en az bir kitap okur, sonra da okuduklarımızın özetini çıkarırdık.” cümlesinde “oku-” ve “çıkar-” fiilleri için, hikâye birleşik zaman eki (ek fiil) “-di” ile birinci çoğul kişi eki olan “-k” ayrı ayrı söylenmemiş; bu ekler bir tek kelimeye eklenerek ortak kullanılmıştır. Bu cümlede herhangi bir anlatım bozukluğu yoktur. Çünkü bu ekleri alan kelimeler aynı durumdadır: İki kelime de fiildir ve bu keliÖRNEK SORU melerde bu eklerden önce aynı ekler (geniş zaman Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? eki) kullanılmıştır. A) Trenin zamanında kalkmaması, yolcuların canını sıkıyor. birazdan dizisini izlemeye başlayacaktır.” cümle- B) Büyük kentlerdeki ulaşım sorunu gün geçtikçe büyüyor. ek fiilin ortak kullanıldığı bitirmiş ve başlayacak fiil- C) Yağmurlu günlerin ardından güneşli günlerin gelmesi bekleniyor. len geçmiş zaman eki olan “-miş”i, diğeri ise gelecek D) Görevlilerin beyaz kravat ve koyu renk ceket giymesi gerekiyor. E) Bu yıl, tahıl üretiminin daha da artacağı umuluyor. 146 “Bence o, ödevlerini çoktan bitirmiş ve sinde anlatım bozukluğu vardır. Çünkü bu cümlede lerin durumları aynı değildir. Bu fiillerden biri “öğrenizaman eki olan “-ecek”i almıştır. Cümle şöyle olmalıydı: Bence o, ödevlerini çoktan bitirmiştir ve birazdan dizisini izlemeye başlayacaktır. Öğretici Metinler ÖRNEK SORU (ÖSS - 2001) Bu gazete, tirajını artırmak için hangi yöntemi denerse denesin istediği sonuca ulaşamıyor. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? Bu gazetenin tirajının artırılması için hangi yöntem denenirse denensin istenen sonuca ulaşılamıyor. A) Bu anlaşmazlıkların giderilmesi için zamana gerek var. B) Bu konunun, öncelikle ve ayrıntılı bir biçimde ele alınması gerekiyor. C) Üyeler, onunla ilgili görüşlerini daha sonra açıklayacaklarını belirttiler. ÖRNEK SORU D) Mimar ya da mimarlıkla ilgileniyorsanız bu kitabı mutlaka okuyun. Her ne kadar şehir dışına taşınmışsa bile beklenen rahatlığa kavuşulamamıştır. E) Herkesin yaşamında birtakım sorunlar olduğunu hepimiz biliriz. Bu cümledeki anlatım bozukluğunu gidermek için aşağıdaki değişikliklerin hangisi yapılmalıdır? A) “kavuşulamamıştır” yerine “ulaşılamamıştır” sözcüğü getirilmeli ÇÖZÜM : B) “taşınmışsa” yerine “taşınsa” sözcüğü getirilmeli ESEN YAYINLARI C) “beklenen” yerine “beklediğimiz” sözcüğü getirilmeli D) “taşınmışsa bile” yerine “taşınılmışsa da” sözü getirilmeli E) “bile”den sonra “nasılsa” sözcüğü getirilmeli ÇÖZÜM: e. Yüklemler arasında çatı bakımından uyumsuzluk bulunması: Edilgen fiiller, sözde; dönüşlü ve etken fiiller gerçek öznelerle kullanılır. Bu gazete, tirajını artırmak için hangi yöntemi denerse denesin istenen sonuca ulaşılamıyor. Bu cümlede aynı özneye (bu gazete) bağlanan fiillerden ve fiilimsilerden ikisinin edilgen (istenen, ulaşılamıyor), ikisinin etken (artırmak, denerse denesin) olması, anlatım bozukluğuna neden olmuştur: Bu gazete, tirajını artırmak için hangi yöntemi denerse denesin (bu gazete) istenen sonuca ulaşılamıyor. Cümledeki bozukluk, bütün fiillerin ya gerçek ya da sözde özneye göre yeniden düzenlenmesiyle giderilebilir: 147 Öğretici Metinler ÖLÇME DEĞERLENDİRME 6 Anlatım Bozuklukları UYGULAMA Aşağıdaki cümlelerde çeşitli nedenlerden kaynaklanan anlatım bozuklukları vardır. Bunların nedenlerini belirleyerek cümleleri doğru şekilde yazınız. 1. Bence bu konuda onun haklı olduğunu sanmıyorum. Anlatım bozukluğunun nedeni: Gereksiz kelime (bence-sanmıyorum) kullanılması 6. Cümlenin doğru biçimi: Cümlenin doğru biçimi: 1. Bu konuda onun haklı olduğunu sanmıyorum. 2. Bence bu konuda o haklı. 7. ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Festival süresince her gün düzenli olarak çıkacak olan “İlk Çekim” adlı siyah-beyaz dergi sinemaseverlere ücretsiz dağıtılacak. Anlatım bozukluğunun nedeni: Cümlenin doğru biçimi: 3. ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Deprem kuşağı üzerinde olmasına rağmen sağlam yapılmayan bu binalar bu yüzden dolayı depremde çabucak yıkılıyor. Anlatım bozukluğunun nedeni: Birbirlerini çok iyi anlar, inanırlardı. Anlatım bozukluğunun nedeni: Cümlenin doğru biçimi: ESEN YAYINLARI 2. O akşam ben kendi odama, Fatma da kendi odasına çekilmişti. Anlatım bozukluğunun nedeni: 8. ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Arkadaşının sıkıntı çektiğini biliyor, sezdirmeden yardım ediyordu. Anlatım bozukluğunun nedeni: Cümlenin doğru biçimi: Cümlenin doğru biçimi: 4. 5. ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– O kurumda eğitim görmüş herkes, saygılı, hoşgörülü ve esnek olmak gibi çok önemli erdemler kazanmışlardır. Anlatım bozukluğunun nedeni: ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Siyasi, askerî ve ekonomi alanlarında görüştüler. Anlatım bozukluğunun nedeni: 9. Cümlenin doğru biçimi: Cümlenin doğru biçimi: ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– 10. Takımlardan biri, ötekinin bitmek bilmeyen karşılıklı saldırılarına daha fazla dayanamadı. Anlatım bozukluğunun nedeni: ––––––––––––––––––––––––––––––––––––– Seyircilerle biz eleştirmenler bir kez daha ters düştü sanırım. Anlatım bozukluğunun nedeni: Cümlenin doğru biçimi: Cümlenin doğru biçimi: 148 Öğretici Metinler DOĞRU – YANLIŞ 1. “Bu soruyu sorduğum herkes bana aynı cevabı verdiler.” cümlesinde yüklemde “-ler” ekinin kullanılması anlatım bozukluğuna neden olmuştur. DOĞRU 6. YANLIŞ 2. DOĞRU YANLIŞ DOĞRU YANLIŞ DOĞRU YANLIŞ DOĞRU YANLIŞ DOĞRU YANLIŞ 7. YANLIŞ ESEN YAYINLARI DOĞRU 3. DOĞRU 8. YANLIŞ 4. 9. DOĞRU YANLIŞ 5. 10. DOĞRU 154 “Sabah erkenden bilgisayarının başına oturur, akşama kadar da kalkmazdı.” cümlesinde nesne eksikliğinden kaynaklanan bir anlatım bozukluğu vardır. YANLIŞ Öğretici Metinler 13. Sevda Hanım’a bu mahalledeki bütün kadınlar 15. Dişçiye hiç ya da çok seyrek gidiyorlar. dert yakınır, sorunlarını anlatır. Bu cümledeki anlatım bozukluğu nasıl gideri- Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdaki lebilir? değişikliklerin hangisiyle giderilebilir? A) “dişçiye”den sonra “ya” sözcüğü getirilerek A) “bu mahalledeki bütün kadınlar” yerine “bu B) “çok” sözcüğü atılarak mahallenin bütün kadınları” sözü getirilerek C) “seyrek” yerine “az” sözcüğü getirilerek B) “dert yakınır” yerine “dert yanar” sözü getiri- D) “gidiyorlar” yerine “gitmezler” sözcüğü getiri- lerek lerek C) “bütün” sözcüğü atılarak E) “hiç” yerine “ya hiç gitmiyorlar” sözü getirile- D) “sorunlarını anlatır”dan önce “ona” sözcüğü rek (ÖSS - 2008) getirilerek E) “anlatır” yerine “anlatırlar” sözcüğü getirilerek ESEN YAYINLARI (ÖSS - 2007) 14. (I) Araç yapabilme insanın insanlaşmasında önemli bir aşamaydı. (II) Önceleri herkes yeteneği ölçüsünde kendi aracını yaptı ve kullandı. (III) Birlikte yaşamanın başlamasıyla her insan ortaklaşa üretilen bir aracın en iyi yapabildiği bölümünü üstlendi. (IV) Halk arasında da en iyi yaptığı işle sevilir sayılır duruma düştü. (V) Böylece insan yeteneklerinin keşfedildiği bu çalışmalarla sanatta yaratıcılığa giden ilk adımlar atıldı. 16. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? A) Yarın, uzun sürecek bir iş gezisine çıkıyorum. B) Kızımı Fransızca kursuna kayıt yaptırmak istiyorum. C) Telefonumu nerede bıraktığımı hatırlamıyorum. D) Bu kursta, güzel konuşmanın inceliklerini öğ- Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? A) I. B) II. C) III. D) IV. E) Davete katılanların hemen hemen hepsini taE) V. (ÖSS - 2007) 160 reniyorum. nıyorum. (ÖSS - 2009) Öğretici Metinler 17. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım 19. Evin, binbir çeşit meyve ağacı ve sebze yetişti- bozukluğu vardır? ren bir bahçesi var. A) Sorumluluklarının bilincinde olmak, herkeste Bu cümledeki anlatım bozukluğu aşağıdaki- bulunan bir özellik değildir. lerin hangisinden kaynaklanmaktadır? B) Mesleğinizde belli bir düzeye gelebilmek ka- A) Fiilimsinin edilgen olmamasından dar geldiğiniz düzeyi korumak da önemlidir. B) Bağlaç kullanılmasından C) Azimle çalışmanın ne demek olduğunu, onla- C) Özne eksikliğinden rı görünce anladım. D) Dolaylı tümleç eksikliğinden D) Bu araştırmayı sonuçlandırmak, onlar için hiç E) Ek fiil kullanılmamasından de güç olmamıştır. (LYS - 2012) E) Bizim alacağımız başarı, aslında ülkemizin başarısıdır. ESEN YAYINLARI (YGS - 2010) 18. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? A) Diplomalarını alacak öğrenciler salona sırayla giriş yaptılar. B) Müjdeyi vermek için mutfağa, annesinin yanına heyecanla koştu. C) Konuşmasına başlamadan önce dinleyicilere şöyle bir baktı. D) Eski öğrencilerin de katıldığı büyük bir toplantı düzenlediler. E) Yarıyıl tatilinde yapılacak olan Amasra gezisi 20. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bir anlatım bozukluğu vardır? A) Kurallara uymamakta ısrar ediyorsun. B) Bu davranışımı tehdit olarak algıladığını belirtiyorsun. C) Yaptıklarınla herkesi şaşırtmaya devam ediyorsun. D) Bu sözlerinle beni sinirlendirmek için çalışıyorsun. E) Sorduğun sorularla konuyu başka bir yere çekmeye çalışıyorsun. (YGS - 2013) ertelendi. (YGS - 2011) 161 Öğretici Metinler 3. ANI (HATIRA) maktan biraz uzak olsalar da araştırmacılar, tarihçiler ve biyografi yazarları açısından görmezden gelinemeyecek derecede önemli metinlerdir. Kişilerin yaşadıkları ya da tanık oldukları bazı olayları, bu olayların üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra yazıya aktarmalarıyla oluşan metinlere anı denir. Anıların yalın, açık, duru, akıcı, sürükleyici ve samimi bir anlatımla, olabildiğince nesnel bir tavırla; gözlemlere ve sağlam bilgilere dayanılarak yazılması, metne ayrı bir değer katar. Anıların, bilgi verme niteliğine sahip olmalarının yanında, canlı, okuyucuya zevk verici bir anlatıma sahip olmaları da son derece önemlidir. Sadece kuru bilgilerin anlatıldığı, okuyucuya zevk vermeyen bir metin, anı niteliğinden sıyrılıp bir tarih metnine dönüşme riskini taşır. 1. Tecrübelerden başkalarının da yararlanmasını istemek: Aynı yanlışların başkaları tarafından yapılmasına engel olmak, olumlu sonuçlar doğuracağına inanılan eylemlerin başkaları tarafından da yapılmasını sağlamak. 2. Nedeni, gelişme süreci, sonuçları tam olarak bilinmeyen bazı olayların üzerindeki sis perdesini kaldırmak, böylelikle bu olayları açıklığa kavuşturmak ya da bu olayların farklı açılardan da görülebileceğini ortaya koymak. 3. Toplumsal, politik, ekonomik vb. değişimlerin nedenlerinin irdelenmesine yardımcı olmak. 4. Unutulmaya yüz tutmuş hayat tarzlarını, değerler sistemini yeni kuşaklara tanıtmak ya da bunların sürekliliğini sağlamaya çalışmak. 5. Tarih ve kamuoyu karşısında kendini aklamaya çalışmak ya da pişmanlıklarını dile getirmek. Bir kişinin anıları okunarak o kişinin yaşadığı zaman diliminin türlü özellikleri, o zaman diliminde yaşamış kişilerin yaşam serüvenleri ve çeşitli özellikleri hakkında bilgi sahibi olunabilir. Bu anlamda anılar, kişisel ve öznel yanlarından ötürü belge niteliği taşı- ESEN YAYINLARI Kişilerin, anılarını yazmalarının çeşitli nedenleri vardır. Bir kişi, anılarını yazarak temelde insanlık tarihine kendisiyle ilgili bir not düşmek; kendi kuşağına ve kendinden sonrakilere “Bu dünyada ben de yaşadım, beni tanıyın ve unutmayın!” demek ister. İnsana özgü bir gerçeklik olan “unutulmama isteği”, anı metinleri aracılığıyla somut bir ürüne dönüşür. Kişilerin, anılarını yazmalarının diğer nedenlerini “Bu dünyada ben de yaşadım, beni tanıyın ve unutmayın!” yargısını merkeze alan farklı açılımlar içinde görmek doğru olacaktır. Bu açılımları şöyle sıralayabiliriz: Anı, kişisel yaşamı konu alması, kişinin yaşadıklarını, tanık olduklarını ve duydukları dile getirdiği bir metin türü olması yönüyle “günlük”le benzerlik gösterir. Anıyla günlük arasındaki en önemli fark, metinde anlatılanların yaşanmasıyla yazıya aktarılması arasındaki zaman aralığının uzunluğu-kısalığıyla ilgilidir. Günlükte, yaşamakla yazmak arasında çok kısa bir zaman aralığı vardır. Bu zaman aralığı, birkaç günü geçmez, geçmemelidir. Anıda ise bu zaman aralığı, on yıllarla ifade edilebilecek kadar geniş olabilir. Bir olayın yaşanmasının üzerinden yıllar geçtikten sonra yazıya aktarılmak istenmesi, bazı riskleri de beraberinde getirmektedir: Bunların en önemlisi aradan geçen onca süreden sonra yazarın bazı olayları ya tümden unutabilecek ya da eksik ve yanlış hatırlayabilecek olmasıdır. Anıya konu olan olayların üzerinden çok uzun zaman geçmesine karşın yazarların bu olayları bugün yaşanmış gibi çok ayrıntılı anlatmaları ve bu metinlerde uzun diyaloglara yer vermeleri; okuyucuların kafasında bazı soru işaretlerinin oluşmasına neden olabilir. Okuyucunun okuduğu bir anı metni karşısında “Anı, sonuçta hatırlamalar üzerine kurulan bir metin türüdür. Aradan bunca sene geçmesine rağmen yazar nasıl oluyor da bu olaylara ait en küçük ayrıntıları bile rahatlıkla hatırlayabiliyor?” sorusunu sormasına neden olabilecek bu durumun, yazarın 163 Öğretici Metinler inandırıcılığına ve metnin samimiyetine gölge düşürebileceği unutulmamalıdır. Böyle bir soru, yayımlanma amacı güdülmeden oluşturulan günlüklerle ilgili olarak sorulabilecek en son sorudur herhalde. Çünkü günlükte anlatılan olay, unutulmaya neden olabilecek bir süre geçmeden yazıya aktarılmak durumundadır. kar. Hatta sadece kişilerin anlatıldığı anı metinleri bile vardır. Buradan yola çıkarak anıları iki ana başlık altında inceleyebiliriz: Anı yazma noktasında risk, günlük yazma noktasında avantaj olarak değerlendirilebilecek bazı durumlar, başka bir açıdan bakıldığında çok farklı şekilde de algılanabilir. Söz gelimi günlük yazarı, bir olayı, yaşarken ya da olayın üzerinden çok uzun bir süre geçmemişken yazısını oluşturmak zorundadır. Bu zorunluluk, günlük yazarının söz konusu olayla ilgili bazı eksik ya da yanlış değerlendirmelerde bulunmasına neden olabilir. Anıda böyle bir durumun yaşanması güçtür. Çünkü olayların üzerinden uzun bir süre geçmesi, anı yazarının o olaylarla ilgili eksik taşları yerli yerine oturtmasına, onlarla ilgili daha sağlıklı değerlendirmeler yapmasına olanak sağlayacaktır. Günlük yazarı, olaylara tek pencereden bakar; o pencere, yazarın gözlemledikleri ve yaşadıklarıyla sınırlıdır. Oysa anı yazarının geçmişe dönüp bakmasını sağlayan birçok pencere vardır: Olaylar geçmişte kalmış, başka kişilerin o olaylarla ilgili daha önce bilinmeyen görüşleri ortaya çıkmış, olaylar daha bir berraklığa kavuşmuştur. Bütün bunlar, anı yazarının geçmişteki olayları farklı bakış açılarıyla değerlendirmesini, böylelikle gerçekleri olanca çıplaklığıyla ortaya koymasını ve günlüğe oranla daha gerçekçi bir metin oluşturmasını olanaklı kılar. Elde ne kadar çok veri varsa, olaylar da o kadar net biçimde açığa çıkmış olur. Resmî belgeler, mektuplar, başkaları tarafından yazılmış günlükler, anılar vb. bu tür veriler arasında sayılabilir. B. Kişi merkezli anılar: Herkes, hayatı boyunca çeşitli nedenlerle (yaşıt olmak, akraba olmak, arkadaş olmak, aynı kentte yaşıyor olmak, aynı kurumda çalışıyor olmak, aynı ya da muhalif siyasi görüşlere sahip olmak vb.) bazı kişilerle tanışır, onlarla yakın ya da uzak bir iletişim ve etkileşim sürecine girer. Kişi merkezli anılar, bazı kişilerin yazar üzerinde bıraktığı izlenimlerin ya da onlarla yaşanan bazı olayların anlatımı üzerine kurulmuş, kişilerin türlü özellikleri üzerinde yoğunlaşmış metinlerdir. Bu tür metinleri; yazarların, tanıdıkları kişilerin hayat öykülerini anlattıkları metinler olarak görmek yanlıştır. Zaten kişilerin hayatlarının anlatıldığı bir metin, anı olmaktan çıkar, bir biyografiye dönüşür. Kişi merkezli anılarda yazar, tanıdığı kişilerin, özellikle betimleyici anlatımdan yararlanarak karakteristik özelliklerini anlatır, yani o kişilerin portrelerini çizer, onların kendisinde bıraktığı izlenimleri aktarır, onlarla yaşanmış ilginç ve önemli olayları dile getirir. Bunlar, bir bakıma yazara sorulan “Bu kişi sizin için ne anlam ifade ediyor, bu kişinin adını bugün duyduğunuzda neler hissediyorsunuz, bu kişiyle ilgili bir anınızı anlatır mısınız?” vb. soruların cevabı olabilecek metinlerdir. Kişi merkezli anılar, genellikle anı-portre niteliği taşır. Anı ile günlük arasındaki farklardan biri de anlatılanların merkezinde kimin olduğu noktasında ortaya çıkmaktadır. Günlük, daha ben merkezli bir metin türüdür. Günlük yazarı daha çok kendi yaşadıklarını anlatır. Ama anı yazarı bazen kendisini geriye çeker, sadece gözlem ve izlenimlerini aktarır. Kesin bir yargı ve genelleme olmamak kaydıyla bu konuda şöyle bir çıkarım yapılabilir: Günlük, yaşananların, günlük tutan kişi üzerindeki etkilerinin; anı ise toplumun geneli üzerindeki etkilerinin anlatılmasına daha uygun metin türleridir. Anı, sadece olayların anlatıldığı bir metin türü değildir. Anılarda olaylar kadar kişiler de ön plana çı164 ESEN YAYINLARI A. Olay merkezli anılar: Adından da anlaşılacağı üzere bu tür metinlerde yazar, yaşadığı, tanık olduğu ya da duyduğu olayları anlatır. Anılar temelde öyküleyici anlatım türünden yararlanılarak yazılır. Hem olay çevresinde gelişen edebî metinlerin hem de kişisel hayatı konu alan öğretici metinlerin oluşturulmasında kullanılan bir anlatım türü olan öyküleyici anlatımda beş öge önemli rol üstlenir: Olay, kişi, zaman, mekân, anlatıcı. Bunlardan “olay” ve “anlatıcı” kavramları üzerinde duralım: Bir arada bulunmak zorunda olan en az iki kişinin veya iki kişi yerine geçen kavram veya varlığın bireysel farklılıklar sebebiyle karşı karşıya gelmesi veya çatışması sonucu ortaya çıkan eyleme olay denir. Bu eylem, başka eylemlerin oluşmasını da sağlayıp bir ey- Öğretici Metinler nına gittim. Ağaca bir cevizden biraz büyükçe ve çok düzgün yuvarlak bir delik açmış olduğunu gördüm. İlkin bu deliğin içine yuva yapacağını sandım.” cümlelerinde sözü edilen eylemleri (gittim, gördüm, sandım) yapanla bunları anlatanlar farklı kişiler değildir. O olay zincirini gerçekleştiren de anlatan da yazarın kendisidir. Olay zinciri, kurmaca kişiler tarafından gerçekleştirilmediği ve kurmaca anlatıcılar tarafından anlatılmadığı için bu tür metinler gerçek bir anlatıcı olan yazarın “ben” (birinci tekil kişi) merkezli anlatımı etrafında şekillenir. Anı metinlerinde öyküleyici anlatımın yanında betimleyici, açıklayıcı ve söyleşmeye bağlı anlatım türlerinden de yararlanılabilir. Betimleyici anlatım, özellikle kişi merkezli anılarda kişilerin fiziksel ve ruhsal özelliklerinin anlatılmasında, açıklayıcı anlatım bazı olayların nedenlerinin ortaya konmasında, söyleşmeye bağlı anlatım ise kişilerin konuşmalarının aktarılması sırasında kullanılır. Öyküleyici anlatımda olayları anlatan kişiye anlatıcı denir. Öyküleyici anlatımla oluşturulan edebî metinlerin (hikâye, roman vb.) anlatıcılarıyla öyküleyici anlatımla oluşturulan öğretici metinlerin anlatıcıları, nitelik bakımından farklılık gösterir. Edebî metinleri oluşturan bütün unsurlar kurmacadır. Yani bu tür metinlerde anlatılan olaylar, kişiler, zamanlar, mekânlar gerçek dünyada var oldukları için değil, metnin yazarı tarafından var edildikleri için vardır. Aynı şekilde bu metinlerdeki olay örgülerinin anlatıcıları da kurmacadır: Metnin yazarı başka, anlatıcısı başkadır. Anlatıcıyı da var eden yazarın kendisidir. Yazar, olayların anlatıcısını bazen metindeki kahramanlar (kahraman anlatıcının bakış açısı) bazen olay örgüsünü gözlemleyenler arasından seçer (gözlemci anlatıcının bakış açısı), bazen de her şeyi bilen bir anlatıcı (ilâhî bakış açısı) yaratır. Bu anlatıcıların ortak özelliği, yazar tarafından yaratılmış, kurmaca anlatıcılar olmalarıdır. Öyküleyici anlatımla oluşturulmuş anı, günlük, gezi yazısı gibi öğretici metinlerin anlatıcıları ise gerçek kişilerdir. Bu kişiler, o metinleri oluşturan yazarların kendileridir. Söz gelimi bir anı metninde geçen “Birkaç gün sonra kuşun delmeye çalıştığı ağacın ya- Anılarda dil çoğunlukla göndergesel işlevde ve heyecana bağlı işlevde kullanılır. ANININ TAR‹HSEL GEL‹fi‹M‹ ESEN YAYINLARI lem dizisine dönüştüğünde şu adlardan birini alır: Olay zinciri, olay örgüsü. Öğretici metinlerde anlatılan eylem dizisine olay zinciri, kurmaca metinlerde anlatılan eylem dizisine ise olay örgüsü denir. Olay çevresinde gelişen edebî metinler (öykü, roman vb.) birer kurmacadır. Dolayısıyla bu tür metinlerde anlatılanlar, “olay örgüsü” bağlamında değerlendirilir. Gezi yazısı, günce, mektup, anı gibi kişisel hayatı konu alan öğretici metinler ise kurmaca dünyada değil gerçek dünyada var olan, yaşanmış olaylar üzerine kurulur. Bu nedenle de bu tür metinlerde anlatılan olaylar olay zinciri bağlamında ele alınır. Anı türünün tarihsel gelişimini anlatmadan önce bazı metinlerin sınıflandırılmasının güçlüğüyle ilgili şöyle bir saptama yapabiliriz: Özellikle eski çağlarda oluşturulan kimi eserlerde yazarlar; hayat, bilim, tarih, edebiyat, sanat, felsefe, din gibi çok çeşitli alanlardaki görüşlerini aynı metin üzerinde anlatma, bu metinleri de çoğunlukla anılarıyla ya da söylencelerle zenginleştirme yoluna gitmişlerdir. Metin türlerinin kendilerine özgü temel nitelikleri uzun bir süreç içinde oluşmuştur. Bu süreç, günümüzde de devam etmektedir. Metinleri anı, biyografi, otobiyografi, gezi yazısı vb. adlar altında toplamak, ancak Modern Dönem edebiyat incelemelerinde ortaya çıkan bir sınıflandırma yöntemidir. Bütün bunlar dikkate alınırsa özellikle eski çağlarda oluşturulmuş bazı metinlerin belli bir metin türüne dâhil edilerek sınıflandırılmasının çok da kolay olmadığı anlaşılacaktır. Aslında bu, sadece eski çağlara özgü bir sorun değildir. Günümüzde de benzer sorunlar vardır. Söz gelimi bir biyografi yazarının, biyografisini yazdığı kişiyle ilgili bilgiler verirken bir taraftan da o kişiyle ilgili anılarını anlatması, ortaya çıkacak metnin sınıflandırılmasını güçleştirecektir. Bu konuda sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Anının, kişisel yaşamı konu alan bir metin türü olması ve geçmişteki olayların aktarılması üzerine kurulması, bazı eserlerin metin türü bakımından sınıflandırılmasını özellikle anı-gezi yazısı-günlük-otobiyografi-biyografi noktasında zorlaştırmaktadır. 165 Öğretici Metinler Anı türünün, Doğu toplumlarında da uzun bir geçmişinin olduğu söylenebilir. Genellikle bilge kişilerin ve peygamberlerin yaşamları çevresinde gelişen olayların anlatılmasıyla oluşturulan bu anılar, çoğunlukla kutsal inançlar ve kavramlar bağlamında sözlü gelenek içinde yaşatılmış ve zaman içinde yazıya aktarılmıştır. Söz gelimi İslam’da Hazreti Muhammed’in sözlerinin, davranışlarının ve yaşadığı olayların öğrenilmesi ve öğretilmesiyle ilgili kesin kuralların bulunması; sünnet terimiyle karşılanan bu söz ve davranışların zaman içinde yazıya aktarılması ve bunların hadis bilimi ışığında incelenmesi ve değerlendirilmesi sonucunu doğurmuştur. Hazreti Muhammed’in sözlerinin, davranışlarının ve yaşadığı olayların; bunlara tanıklık eden kişiler tarafından başkalarına, bir süre sonra da yazıya aktarılmasıyla oluş166 turulan metinler (hadis kitapları), edebiyat incelemesi açısından anı türünde oluşturulan metinlerle önemli benzerlikler göstermektedir. En önemlisi Sahih-i Buhari olan bu kitapları, klasik anı kitaplarından ayıran iki önemli fark vardır: 1. Klasik anı kitapları, edebiyatın, edebiyat tarihinin ve edebiyat biliminin ilgi alanına girerken bu kitaplar temelde başka bir bilim dalının (hadis biliminin) inceleme alanına girer. 2. Klasik anı kitapları, bir kişinin kendisinin yaşadığı ya da tanık olduğu olayları anlatmasıyla oluşturulurken bu kitaplar farklı kişilerin aynı kişiyle ilgili anılarını anlatmalarıyla oluşturulur. Yani bu tür kitaplar farklı kişilerin aynı kişiyle ilgili çeşitli anılarının yer aldığı birer “anı seçkisi” olarak da düşünülebilir. TÜRK EDEB‹YATINDA ANI ESEN YAYINLARI Anı türünde yazılmış eserlerin ilkinin, Anabasis olduğu kabul edilir. Ksenophon’un bu eseri Türkçeye Onbinlerin Dönüşü ismiyle çevrilmiştir. Eserle ilgili olarak şu bilgiyi verebiliriz: Pers prensi Kyros, Pers tahtını ele geçirmek için Ksenophon ağabeyi Kral Artakserkses’e karşı Yunan paralı askerlerini de içine alan bir orduyla MÖ 401’de Lidya’nın Sardes kentinden yola çıkmış, “Anabasis”in yazarı Ksenophon da bu sefere bir “savaş muhabiri” olarak katılmıştır. Fırat üzerinde Kunaksa’da yapılan savaşta Prens Kyros ve generalleri öldürülünce kaderin bir cilvesi olarak Ksenophon savaş muhabirliğinden ordu komutanlığına geçmiş ve savaşı kazanmayı başarmıştır. Ardından Yunan ordusunu Anadolu içlerinden kuzeydoğuya doğru yürütmüş, Karadeniz kıyılarından yola devam ederek onların anayurtlarına dönmelerini sağlamıştır. Anabasis, yurtlarından 2400 km uzakta, düşman bir ülkede kalan bu askerleri kurtuluşa kavuşturan Ksenophon’un ve çevresindekilerin başlarından geçen akıl almaz serüvenlerin anlatıldığı bir eserdir. Bu eser, bazı yönleriyle otobiyografi, bazı yönleriyle gezi yazısı niteliği taşımasına karşın daha çok anı türünün özelliklerini üzerinde taşımaktadır. Orhun Abideleri’nin bazı bölümleri anı türündeki metinlerle çeşitli açılardan benzerlik gösterse de Türk edebiyatında anı türünde yazılan ilk eserin, Hindistan’da Babür İmparatorluğunu kuran Babür Şah’ın Vakâyî’si olduğu kabul edilir. Babür Şah, Babürnâme olarak da anılan bu eserinde 1494 yılında tahta çıkışından 1524’e kadar yaşadığı çeşitli olayları anlatmıştır. Çağatay lehçesiyle yazılan “Babürnâme”, birçok açıdan gezi yazıları ve otobiyografilerle benzer nitelikler taşımaktadır. Hive hanlarından Ebülgazi Bahadır Han’ın 17. yüzyılın ikinci yarısında yazdığı Şecere-i Türk, yer yer anı karakteri gösteren bir tarih kitabıdır. Ebülgazi Bahadır Han, bu eserinde temelde tarihsel bilgiler aktarmakla birlikte kendi başından geçen bazı ilginç olayları da anlatmıştır. Eserlerinde yaşam serüveninden ve anılarından söz eden başka bir kişi de 17. yüzyıl bilgin ve düşünürlerinden Kâtip Çelebi’dir. Yaşadığı zaman dilimini her açıdan aşmış bir kişi olan Kâtip Çelebi, Süllemiü’l-Vusûl, Mizanü’l-Hak, Fezleke, Cihannüma, Keşfü’z-Zunun gibi eserlerinin kimi yerlerinde anılarına yer vermiştir. Bunların dışında bazı yazarlar, tarih kitapları, vakayinâmeler, sefaretnâmeler, seyahatnâmeler ve şuara tezkirelerinin bazı bölümlerinde anı niteliği taşıyan bölümler oluşturmuşlardır. 16. yüzyıl tezki- Öğretici Metinler recilerinden Âşık Paşa’nın Meşâirü’ş-Şuârâ (Şairlerin Duyuları) isimli eseri, içinde anı niteliği taşıyan metin parçalarının bulunduğu şuara tezkirelerine örnek gösterilebilir. Yazar, bu eserin ön sözünde kendi hayatından çeşitli kesitler sunmuş, bu yönüyle eserine, otobiyografi ve anı metinlerine özgü bazı nitelikler katmıştır. Anıların yazılması ve yayımlanması Tanzimat, özellikle de Cumhuriyet sonrasında büyük bir hız kazanmış, Tanzimat’ın ilanından günümüze dek yüzlerce anı kitabı yayımlanmıştır. Abdülhak Şinasi Hisar Boğaziçi Yalıları Geçmiş Zaman Köşkleri Ahmet Rasim Falaka Gecelerim Fuhş-i Atik Muharrir, Şair, Edip Ahmet Oktay Gizli Çekmece Ahmet İhsan Tokgöz Matbuat Hâtıralarım Altan Deliorman Kırık Kanatlı Bir JönTürk Sessiz Bir Ses Altan Öymen Bir Dönem Bir Çocuk Değişim Yılları Celâl Bayar Ben de Yazdım Emre Kongar Ben Müsteşarken Ergun Göze Yaşasın Hâtıralar Falih Rıfkı Atay Zeytindağı Atatürk’ün Bana Anlattıkları Gülriz Sururi Bir An Gelir Kıldan İnce Kılıçtan Keskince Haldun Taner Ölür İse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil Halide Edip Adıvar Mor Salkımlı Ev Türk’ün Ateşle İmtihanı Halit Fahri Ozansoy Edebiyatçılar Çevremde Edebiyatçılar Geçiyor Halit Ziya Uşaklıgil Kırk Yıl Saray ve Ötesi Bir Acı Hikâye Hasan Cemal Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim Hüseyin Cahit Yalçın Edebî Hatıralar Kavgalarım Siyasal Anılar Kâzım Karabekir İstiklâl Harbimiz Mina Urgan Bir Dinozorun Anıları Muallim Naci Ömer’in Çocukluğu Oktay Akbal Şair Dostlarım Refik Halit Karay Üç Nesil-Üç Hayat Samet Ağaoğlu Babamın Arkadaşları Yahya Kemal Beyatlı Siyasi ve Edebî Portreler Aşina Yüzler Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım Yakup Kadri Karaosmanoğlu Anamın Kitabı Vatan Yolunda Gençlik ve Edebiyat Hatıraları Zoraki Diplomat Politikada Kırk Beş Yıl Yusuf Ziya Ortaç Portreler Ziya Paşa Defter-i Âmal Bizim Yokuş 167 Öğretici Metinler Halit Fahri Ozansoy’dan AŞÇI ÇAVUŞ’UN DÜKKÂNINDA TİYATRO VE PAÇA SOHBETLERİ Altıyol ağzından Keresteciler’e doğru inen dar sokağın başında küçük bir aşçı dükkânı vardı ki öğle ve akşam yemeklerimizi arkadaşlarla ekseriya o dükkânda yerdik. Aşçının adı meçhulümüzdü, onu bütün müşterileri gibi sadece lâkabı ile çağırıyorduk: Çavuş. İşte bu Çavuş’un dükkânı da Mütareke’nin parasızlık günlerinde, aylarında ve yıllarında, Kadıköyü’nde oturan birçok şair, filozof, muallim ve gazetecilerin uğrağı olmuştu. Çünkü yavaş yavaş deftere veresiye kapısını açması, bu rağbeti pek haklı olarak çoğaltıyordu! Dükkânın en civcivli zamanları, akşam yemeklerinde idi. Bizim kafileden münavebe ile (nöbetleşe) kimler gelmezdi ki? Ahmet Haşim, Faruk Nafiz, Cemil Sena, Hâşim Nahit, Reşit Paşazade Akif, Reşat Nuri, Fahri Celâl, Fecir Kütüphanesi sahibi Cevdet ve daha hatırlamadığım bazı çehreler... Bunların bir kısmı, ara sıra, haftanın rastgele günlerinde veya akşamlarında bu dükkâna uğrarlar, fakat birkaçı da benim gibi her gün öğle ve akşam yemeklerini burada yerlerdi. Bilhassa felsefeci Cemil Sena, şair ve içtimaiyat (sosyoloji) amatörü Hâşim Nahit, kütüphaneci Cevdet, bu dükkânın devamlı ve kıdemli müşterilerindendi. Bazı geceler, Çavuş’un meşhur paçası ile böbrek veya pirzolasını yedikten sonra lakırtıyı o kadar uzatırdık ki köşede bekleyen zavallı aşçının gözleri, duvarda asılı teneke arkalıklı lambasının sönük ışıkları gibi süzülürdü. Bazen de dükkânın önüne çıkar, hazin hazin içeriye bakarak bir eli kepenkte, bizim insafa gelip çıkmamızı beklerdi. ... Hâşim Nahit şiire, içtimaiyata meraklı olduğu kadar sıhhatine de meraklı idi. Kendisinde en hafif bir kırıklık hissetse, derhal perhiz etmeyi düşünürdü. Düşünürdü diyorum, çünkü tatbik ettiğini görmüş değilim. Bilakis bu perhiz arzusunun onda tamamıyla zıt tecellilerine şahit olmuşumdur. Bazen de kuvvetli yemek arzusuna kapılırdı. O zaman da -kaderin bir cilvesi mi diyeyim- mutlaka en son akla gelecek, kalorisi pek öyle methe sığmaz gıdalara kaşık veya çatal salardı. İçtimaiyatçı şairin her iki zıt yemek usulü için şu anda hatırladığım şu iki fıkrasını nakledeyim: Bir akşam Kadıköy iskelesinde son vapurdan kol kola beraber çıkmıştık. Hâşim Nahit suratlı idi. “Gene nen var?” dedim. “Midem bozuk, bu akşam süt içeceğim.” cevabını verdi. Yolda sütçüye uğradık. Aksi gibi süt kalmamış. Hâşim Nahit’in burnu büsbütün uzadı, kaşları çatıldı, koyu esmer yüzünde tebessüm namına değil, sanki hayat namına bir şey kalmadı. Bir lahza sonra “Bir yerde süt yahut yoğurt bulurum.” diye benden ayrıldı. Ben Çavuş’a yemeğe gidiyordum. O, tabii oraya gelmeyecekti. Çünkü Çavuş’ta ekseriya ne süt ne yoğurt bulunurdu. Bir saat sonra tekrar buluştuk, ilk sözüm, süt içip içmediğini sormak oldu. Ne cevap verse beğenirsiniz: “Hayır, sütten vazgeçtim, yukarıdaki Ermeni lokantacının önünden geçerken camdaki zeytinyağlı dolmaya imrendim, dolma yedim.” Mide bozukluğunun tedavisi için süt ve yoğurdu yalnız düşünmek lâzım geldiğini, sonra zeytinyağlı dolma bile yenebileceğini o zamana kadar kimseden işitmemiştim. Bu tarzda perhizi sanırım ki siz de başkasından duymamışsınızdır. Hâşim Nahit bir akşam da Ahçı Çavuş’a biz yokken uğramış: “Bana” demiş, “Şöyle kuvvetli bir kap yemek getir!” Çavuş, listeyi saymış, beriki beğenmemiş. “Daha Faruk Nafiz Çamlıbel Tahir Nadi Cemil Sena Hâşim Nahit 175 Öğretici Metinler kuvvetli yemek yok mu?” diye çıkışmış. Bunun üzerine Çavuş başlamış aklına gelen kuvvetli yemekleri saymaya: Biftek, kotlet, omlet, böbrek ve daha bunun gibi şeyler... Hâşim Nahit, Çavuş’un bütün saydıklarına karşı suratını ekşitip “Hayır!” manasına kafasını sallıyormuş. Nihayet aşçı bütün tencere repertuarını sayıp tüketince bizimki birdenbire başını yukarıya kaldırmış ve Çavuş’a: “Paça yok mu?” diye sormuş. Çavuş da boş bulunmuş: “A beyim!” demiş, “Koyun filetosuna kadar saydım, beğenmedin, bacağından ne kuvvet alacaksın!” Vay, sen misin bunu söyleyen! Şair hemen hiddetle gazetelerini koltuğuna sıkıştırıp: “Bu ne küstahlık!” diye haykırarak dükkândan dışarıya fırlamış. Bu hadise, sinirlerini o kadar berbat etmişti ki günlerce ne Şemsettin Sami lügatine bakarak Bergson’dan tercümeler yapabilmiş ne de “taş, ataş” kafiyeli şiirler yazabilmişti. “O dükkâna artık siz de uğramayın!” diye bize de söylenip duruyordu. Bu orijinal arkadaş, şimdi nerededir, bilmiyorum. Birkaç yıl evvel Paris’e gitmişti. Belki gene oradadır. Acaba Mont Parnasse bar ve lokantalarında paça arıyor mu dersiniz? ... ÖMER SEYFETTİN’İN ÖLÜMÜ VE ONA AİT HATIRALARIM Bir gün mektebe giderken yolda Ali Canip’e rastlamıştım. Bana Ömer Seyfettin’in çok fena hasta olduğunu, Haydarpaşa Hastanesine kaldırdıklarını söyledi. Dehşetli müteessir oldum. İki gün sonra ben vakit bulup kendisini görmeye gidemeden de ölümünü işittim ve ancak cenazesinde bulunabildim. Ömer Seyfettin 176 Ali Canip Yöntem Zavallı Ömer! Hastalanıp hastaneye yollanışından on beş gün evvel bir gece Şemsitap Mahallesi’ndeki odamda bana misafir gelmişti. O akşam başka gelen olmamıştı. İki saat baş başa, bir mangal karşısında, memleketten, harpten ve nihayet edebiyattan konuşmuştuk. Bir aralık elini uzatarak yazıhanemin üstündeki küçük kırmızı maroken kaplı bir cildi almıştı. Bu kitap, Şeyh Galib’in “Hüsn ü Aşk”ı idi. Derhal açtı, bir yerinden okumaya başladı. Dede’nin mısralarını ne içli, ne hazin bir sesle okuyordu! En sonunda bir mısrayı çok beğendi ve kitabı dizlerinin üstüne bırakıp sanki tâ karşısında kabaran bir sakalı okşuyormuş gibi ellerini havada dolaştırdı: “Ah cancağızım, sakalını seveyim, neler de yazmış!” diye söylendi. İşte Ömer’in kulaklarımda çınlayan son sesi ve gözlerimin önünde kalan son jesti... ... Onu yakından tanıyan bütün bir nesil edebiyatçıları bir yere gelip duyduklarını ve bildiklerini yazsalar ve bir yere toplasalar muhakkak ki kocaman bir kitap dolar. Bu fıkraların dilden dile dolaşan pek meşhurları da vardır. Ben yalnız Ömer’den dinlediğim bir tanesini anlatayım: Malum ya! Ömer Seyfettin, vaktiyle zabitti ve Makedonya’da uzun zaman eşkıya takibinde uğraştıktan sonra nihayet Balkan Harbi’nde galiba Komanova taraflarında taburu ile Sırplara karşı çıkmıştı. Bundan sonrasını onun ağzından anlatayım: — Cancağızım, bir yerde bir siperin içine büzülmüş kalmıştık. Sırplar karşıki sırtı tutmuşlar, ağaçlar arasına Nuh Nebi’den kalma bir top koymuşlardı. Herifler kalabalıktı. Biz yerimizden kıpırdamıyorduk. On- Öğretici Metinler KADIKÖY LİSESİNDE NİYAZİ TEVFİK’İN CERBEZESİ VE TAHİR NADİ’NİN HİCVİYELERİ Halit Fahri Ozansoy lar da bize saldırmıyorlardı. Eh, bu fena değil. Fakat işin berbat tarafı, heriflerin psikolog topçu olması idi. Ben hayretle sordum: — Aman Ömer! Nasıl şey o? Psikolog topçu? — Nasıl olacak? Her şeyden evvel benim neferlerimin sinirlerini bozmaya başladılar. — Ne suretle? — İşte o eski top sayesinde... Her iki saatte bir karşıdan bir gacırtıdır başlardı. Bu gacırtı, topun kurulması idi. Galiba zincirleri de vardı bu topun. Bir takım şangırtılar şungurtular da olurdu ve aynı zamanda gacırtı hiç durmadan devam ederdi. Bu ses başladı mı bizim siperdeki neferler de haykırışmaya başlarlardı: — Ulen, ulen, geliyor, geliyor! Gelen topun güllesi ama bir türlü kolay gelemezdi. Tam yirmi dakika süren bu gacırtılar sonunda, ağaçların arasından siyah bir namlunun ağır ağır yükseldiğini görürdük ve bu siyah ağzın karşısında benim siperdeki bağrışmalar gittikçe ziyadeleşirdi: Ahmet Haşim, bir aralık, benim Şemsitap Mahallesi’ndeki pansiyonuma bitişik olan Bayan Peruz’un evine pansiyoner olmuştu. Fakat evvelce yazdığım gibi, artık bütün tanıdıklarınca mütearife hâlini alan geçimsizliği yüzünden bir ay geçmeden gene bir gürültü çıkarıp başka bir mahallede başka bir eve çekilmiş gitmişti. Peruz’un evine de o tarihte Kadıköy Lisesi müdürü bulunan Bay Niyazi Tevfik yerleşmişti. Bu suretle ben, mektepte bütün gün, muallim odasında gür sesiyle bütün arkadaşların sesini bastıran müdürümüzün mahallede de komşusu olmuştum. Her sabah, o benden evvel evinden çıkardı ve her defa sokaktan Bayan Peruz’a şöyle seslendiğini duyardım: “Peruz Hanım, hakkını helâl et!” Bir gün dayanamadım, kendisine sordum: “Kuzum Niyazi Bey! Söyle Allah aşkına. Niçin her sabah Peruz Hanım’la vedalaşmadan yola çıkmıyorsun?” Bana şu cevabı verdi: “Azizim Halit Fahri! Biliyorsun bizim sokaklar tekin değildir. Mesela telefon santralinin duvarına demir kepenkler dayalıdır. Geçen arabaların sarsıntısından bir kaydılar mı doğru insanın kafasına inerler ve eceli de geldi ise insan ölebilir. Biraz aşağıdaki Makbule yahut Fatma Hanım’ın penceresindeki fesleğen saksısı da önünde hail (engel) olmadığından aşağıya yuvarlandı mı gene insanın kafasını patlatabilir. Daha bunun gibi görünür görünmez birçok tehlike vardır. İşte onun için ben her sabah bana evin kapısını açıp beni dışarıya çıkaranla vedalaşırım!” ... — Ulen, ulen, geliyor, geliyor! Nihayet “Gümm!” değil, aşağı yukarı “Pafff!” diye bir sesle top patlardı ve düşman bizim siperle kendi siperleri arasında toprağa bir gülle sokabilirdi. Bu güllenin iki metre daha bizim tarafa yaklaşmayacağını artık tecrübe ile anlamıştık ama sinirlerimizi bozan o gacırtı, bizi böyle danalar gibi bağırtırdı. İşte cancağızım, psikolog topçu buna derler. Ahmet Haşim ... (Halit Fahri Ozansoy, Edebiyatçılar Geçiyor) 177 Öğretici Metinler EŞLEŞTİRME ESER YAZAR 1 Gecelerim A Yakup Kadri Karaosmanoğlu 2 Kırk Yıl B Falih Rıfkı Atay 3 Üç Nesil-Üç Hayat C Refik Halit Karay 4 Politikada Kırk Beş Yıl D Halit Ziya Uşaklıgil 5 Zeytindağı E Ahmet Rasim 188 Öğretici Metinler 4. B‹YOGRAF‹ (HAYAT H‹KÂYES‹) OTOB‹YOGRAF‹ (ÖZ YAfiAM ÖYKÜSÜ) Kendi alanlarında ünlü olmuş siyasetçi, bürokrat, asker, edebiyatçı, sporcu, bilim adamı, sanatçı, edebiyatçı, gazeteci, iş adamı vb.nin yaşam serüvenlerinin anlatıldığı, eserlerinin tanıtıldığı, ülkelerine ve insanlığına neler kazandırdıklarının ya da kaybettirdiklerinin dile getirildiği metinlere biyografi (hayat hikâyesi, yaşam öyküsü) denir. Eskiden bu tür metinlere tercüme-i hâl denirdi. Biyografi yazarı, metnini oluştururken şunlara dikkat etmelidir: 1. Biyografi yazarı, bir bilim adamı titizliğiyle çalışmalı, tarafsız ve gerçekçi olmalıdır. Biyografisini anlattığı kişiye “dost-düşman, iyi-kötü” gibi kategorik yaklaşımların dışına çıkarak, “yaşamı ve eserleri, nesnel bakış açısıyla yansıtılacak bir kişi” olarak ması; bazı gerçekleri çarpıtmasına ve söz konusu kişiyi övgüler ya da yergilerle anlatmasına yol açabilir ki bu da oluşturacağı metnin inandırıcılığına gölge düşürür. 2. Biyografi yazarı, anlatacağı kişiyle ilgili birtakım araştırmalar yapmalı, metnini oluşturmaya daha sonra geçmelidir. Bu araştırmalar, bazı belgelerin incelenmesi, biyografisi yazılacak kişinin ve onu tanıyan kişilerin mektup, günlük ve anılarının okunması, biyografisi yazılacak kişinin yaşadığı döneme ait tarihî, siyasi, sosyal, edebî vb. olayların öğrenilmesi sürecini içerir. Biyografisi yazılacak kişi, hayattaysa kendisiyle mutlaka görüşülmeli, bu görüşmeler kayda geçirilmeli, mümkünse bunun için bir kamera kullanılmalıdır. Biyografisi yazılacak kişiyi tanıyanlar hayattaysa onlardan da söz konusu kişiyle ilgili bazı bilgiler alınmaya çalışılmalı, bu kişilerin anılarından yararlanma yoluna gidilmelidir. Yazarın yeri geldikçe bu bilgi, belge ve kişilerden söz ederek anlattıklarını bunlara dayandırması, hem o kişinin yaşamının tüm boyutlarıyla ortaya konmasını hem de oluşturulacak metnin inandırıcılık niteliğine sahip olmasını kolaylaştırır. ESEN YAYINLARI bakmalıdır. Yazarın öznel bir bakış açısına sahip ol- 3. Biyografiler, öğretici metin türleri içinde yer alır. Bilgilendirme, bu metinlerin temel yazılış amacıdır. Ama bir metnin, öğretici nitelikler taşıması o metnin aynı zamanda ilgi çekici bir metin olmasına engel değildir. Bir biyografi metninin hem bilgi verici hem de ilgi çekici olması, o metnin daha çok kişi tarafından okunmasını sağlar. Herkesçe bilinen gerçeklerin tekrarından öteye geçemeyen, merakları gideremeyen ve okuyucuda söz konusu kişiyle ilgili olarak “Bu kişinin yaşamında merak uyandıracak herhangi bir şey yok.” yargısının oluşmasına neden olan biyografi metinlerinin, ilgi çekici metinler olduklarını ve geniş bir okuyucu kitlesine hitap ettiklerini söylemek çok güçtür. Biyografi metni, biyografisi anlatılan kişinin “önemli” ve “farklı” taraflarının görülmesini sağlamalıdır. Bu da büyük ölçüde o kişinin diğer insanlardan farklı, özgün, sıra dışı niteliklerinin ortaya konmasına ve yaptıklarının toplumdaki etkilerinin dile getirilmesine bağlıdır. 4. Bütün öğretici metinlerde olduğu gibi biyografi metinlerinde de anlaşılır olmak, temel şarttır. Bu tür metinlerin açık, yalın, duru, akıcı ve sürükleyici bir anlatıma sahip olması, okuyucuların bu metinlerde dile getirilenleri anlamalarını ve yorumlamalarını kolaylaştırır. 5. Biyografiler, kültür ve uygarlık tarihi açısından büyük önem taşıyan metinlerdir. Bu metinler, önemli kişilerin hayatlarının, kişiliklerinin ve eserlerinin yeni kuşaklara tanıtılmasında önemli rol oynar. Kültürel değerlerin ve bu değerlerin yaratıcılarının geçmişin karanlıklarından çıkarılarak hayatın içine dâhil edilmesini, böylece de bu değerler sisteminin sürerlik kazanmasını sağlar. 6. Biyografi metinlerinin kısalığı-uzunluğuyla ilgili bir sınır çizilemez. Bir biyografi metni antolojilerde, ansiklopedilerde, yıllıklarda, kitapların ilk sayfalarında ya da arka kapaklarında birkaç paragraf ya da sayfayla sınırlandırılmış olabileceği gibi birkaç yüz sayfalık uzun bir metin de olabilir. Bir kitap hacmine ulaşmayan biyografilerde; kişinin yaşamı, karakteris189 Öğretici Metinler ları, birer monografi olarak da değerlendirilebilir. Bu tür metinlerdeki düzeni Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çoban’ın Ahmet Haşim’in biyografisini ele aldığı “Göller ve Çöller Şairi Ahmet Haşim” isimli yapıtından yola çıkarak somutlaştırabiliriz. Yazar bu yapıtında Ahmet Haşim’in hayat hikâyesini, türlü özelliklerini ve şiirlerini şu başlıklar altında incelemiştir: tik özellikleri ve eserleri hakkında kısa bilgiler verilir, bunlar ana hatlarıyla belirtilir. Kitabımızın bu bölümündeki örnek metinler, bu tür kısa biyografi metinleridir. 7. Bir tek kişinin biyografisini ele alan, bu kişiyi bütün yönleriyle okuyuculara tanıtmayı amaçlayan, belli bir düzene göre oluşturulan biyografi kitap- BİRİNCİ BÖLÜM: HAYATI - KİŞİLİĞİ - SANATI Hayatı 1. Çocukluğu ve Bağdat Çevresi 2. İstanbul ve Okul Hayatı 3. Kadıköy ve Sosyal Çevresi 4. İş ve Meslek Hayatı 5. Evlilik Girişimleri Fizikî Portresi 1. Marazîliği Ruhî Portresi 2. Konuşması 3. Zaafları 5. Çatışmaları ve Kaçma Eğilimi 4. Uyumsuzluğu, Yalnızlığı ve Fantastik Dünyası 6. Tutarsızlıkları, Kavgaları ve İntikamları 7. Pişmanlığı, Duyarlılığı ve Merhameti Etkilendiği Kişiler 1. Yerliler 2. Yabancılar Şiir Sanatı ve Kitapları 1. Yetiştiği Devir 2. Şiirinin Kaynakları 3.1. Birinci Dönem 3. Şairliğinin Dönemleri 3.2. İkinci Dönem 3.2.1. İkinci Dönem-Birinci Safha 3.2.2. İkinci Dönem - İkinci Safha 3.3. Son Dönem Etkileri İKİNCİ BÖLÜM: ŞİİRLERİNDE DIŞ YAPI VE KOMPOZİSYON Vezin (Ölçü) Kafiye 1. İlk Şiirler’de Ölçü 2. Şi’r-i Kamer’lerde Ölçü 3. Göl Saatleri’nde Ölçü 4. Piyâle ve Son Şiirler’de Ölçü 1. İlk Şiirlerde Kafiye 2. Şi’r-i Kamer’lerde Kafiye 3. Göl Saatleri’nde Kafiye 3.1. Göl Saatleri ve Göl Kuşları’nda Kafiye 3.2. Serbest Müstezad Nazımları’nda Kafiye 3.3. Muhtelif Şiirler’de Kafiye Kompozisyon 4. Piyâle ve Son Şiirler’de Kafiye 1. İlk Şiirler’de Kompozisyon 2. Şi’r-i Kamer’lerde Kompozisyon 3. Göl Saatleri’nde Kompozisyon 3.1. Göl Saatleri 3.3. Serbest Müstezad Nazımları 3.2. Göl Kuşları 3.4. Muhtelif Şiirler 4. Piyâle ve Son Şiirler’de Kompozisyon 4.1. Piyâle’de Kompozisyon 4.2. Son Şiirler Ve Bitmemiş Şiirlerde Kompozisyon ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ŞİİR DİLİ VE ÜSLÛBU Şiir Dili 1. Haşim’de Dil Problemi ve Şiirinin Dili 2. Kelime Dağarcığı, Dağılımı ve Sıklıkları Edebî Sanatlar Mecaz Sanatları 1. Mecazlar 2. Düzmecazlar 3. Kinayeler 4. Tevriye ve İstihdam 5. Telmih ve Ta’rîz 6. Tedrîc Benzetme Sanatları 1. Benzetme 2. İstiare 3. Kişileştirme ve Konuşturma 4. Hüsn-i Ta’liller 5. Abartma Söz Sanatları Diğer Sanatlar 1. Paralelizm 2. Tenasüp 3. Tezat ve Mukabele 4. İttihad ve İştikak 5. Tekrir 6. Aliterasyon 7. İstifham ve Bilmezlenme 8. Ünleme, Hitap, Ünlem ve İltifat 1. İcat ve Tervîc-i Elfâz 5. Rücû 2. Tefahur-ı Şairane 6. İktibas ve Tazmin 7. Önceleme 3. Tecrid Fesahat DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: SONUÇ VE KAYNAKLAR Sonuç Kaynaklar 190 4. Kat’ 8. Görünürlük 9. Semboller Öğretici Metinler Kişilerinin hayat hikâyelerinin romanlaştırılarak anlatılmasıyla oluşturulan metinlere biyografik roman denir. Biyografik roman, bir biyografi değil, romandır. Bu tür metinler, öğretici metinler içinde değil edebî metinler içinde ele alınır. Bu tür metinlerin, kurgulanmasında biyografik ögelerden geniş ölçüde yararlanılır. Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı, Beşir Ayvazoğlu’nun Bozgunda Fetih Rüyası isimli eserleri bu türe örnek gösterilebilir. yografilerde ise daha çok üçüncü tekil kişiye göre çekimlenmiş geçmiş zaman ya da geniş zaman anlamı taşıyan yüklemler kullanılır. Bazı kişiler kendi hayat hikâyelerini kaleme almış, bir anlamda kendi biyografilerini kendileri yazmışlardır. Bu şekilde oluşturulan eserlere otobiyografi denir. Biyografi, otobiyografi ve anı metinleri arasında önemli benzerlikler vardır. Bu metin türlerinin ayırıcı özelliklerinden yola çıkarak şöyle bir karşılaştırma yapabiliriz: 1. Üç metin türü de kişisel yaşamı konu alan metin türleri içinde yer alır. 3. Biyografi metinleri öyküleyici, betimleyici ve açıklayıcı anlatımla yazılmış metin parçalarından oluşur. Kişi merkezli anılar, betimleyici; olay merkezli anılar ise öyküleyici anlatımın ağır bastığı metinlerdir. Otobiyografik metinlerde ise daha çok öyküleyici anlatımdan yararlanılır. 4. Biyografi metinlerinde, dil genellikle göndergesel işlevde kullanılır. Otobiyografi ve anı metinlerinde ise bu işlevinin yanında heyecana bağlı işlevde de kullanılır. 5. Anı ve otobiyografide, yazar, kendi yaşamını anlatır. Biyografide ise bir başka kişinin yaşamını anlatır. Anı ve otobiyografi metinlerinde anlatıcı, olayların yaşayanı, tanığı olarak metinde yeri geldikçe öznel bir tutum takınmaktan çekinmeyen yazarın kendisidir. Biyografide ise anlatıcı, kurmaca metinlerin ilâhi bakış açısına sahip anlatıcıları gibi sadece olayları anlatmakla ve bilgi vermekle yetinen üçüncü bir kişidir. Bu nedenle de anı ve otobiyografi metinlerinde birinci tekil kişiye göre çekimlenmiş geçmiş zaman (bilinen ve öğrenilen geçmiş zamanlar, hikâye ve rivâyet birleşik zamanlar) anlamı taşıyan yüklemler daha ağırlıklı kullanılır. Bi- ESEN YAYINLARI 2. Üç metin türünde de bilgi verme işlevi ağır basar. 6. Anı yazarı, yaşadıklarından ve tanık olduklarından kendisine göre bir seçme yapar ve bunları birer kesit biçiminde parça parça anlatır. Biyografiler ise daha bütünlüklü, daha kesintisiz metinlerdir. Biyografi metni, bir inceleme sonucunda oluşturulduğundan belki metne konu olan kişinin bile bilmediği, onun hayatı, ailesi vb. ilgili çeşitli bilgiler içerebilir. Okuyucu, bir anı metnini okuduktan sonra o kişinin yaşamıyla ilgili bazı olaylar ve şahıslar hakkında bilgi sahibi olabilir. Ama okudukları, yazarın kendi yaşamından başkaları okusun diye seçtiği sahnelerdir. Yani hikâyenin tamamı, belki de gerçeği değildir. Yazar, bu metinde birçok şeyi atlamış, unutmuş, yanlış anlatmış ya da hiç anlatmamış olabilir. Biyografi metinlerinde böyle bir durumun söz konusu olmamasına dikkat edilir. 7. Otobiyografiler, içerikleri nedeniyle metin türleri içinde en çok anılarla benzerlik gösterir. Anılarla otobiyografi metinleri arasındaki en önemli fark, bu metinlerin odak noktasında kimin bulunduğuyla ilgilidir. Bu anlamda otobiyografinin merkezinde “yazarın kendisi”nin, anının merkezinde ise “yazarın kendisinin ve çevresi”nin bulunduğunu söyleyebiliriz. Yani otobiyografi anıya göre daha “ben” merkezli bir metin türüdür. Otobiyografide sadece “ben”, anıda ise “ben ve çevrem” vardır. Otobiyografi yazarı sadece kendi yaşadıklarını, kendi özel dünyasını, kendi duygu, düşünce ve eğilimlerini anlatır. Ama anı yazarı bazen kendisini geriye çeker ve sadece çevresini, çevresindeki olay ve kişileri, onlarla ilgili gözlem ve izlenimlerini dile getirir, yaşadıklarından çok tanık olduklarını ve duyduklarını anlatır. Hacimli bir kitaptan alıntılanmış bir metin parçasından yola çıkarak o kitabın bir anı mı yoksa otobiyografi mi oldu191 Öğretici Metinler ğuna karar vermek olanaksızdır. Buna karar verilebilmesi için o kitabın tümünün okunması gerekir. Anıyla otobiyografi arasındaki farklardan biri de -bu farkın bütün metinleri kapsadığı söylenemez- otobiyografinin anıya göre daha kesintisiz, hayatı daha genişli- ğine kucaklayan, bütünlüklü bir metin türü olmasıdır. Yukarıdaki maddede de belirttiğimiz gibi anılar; olayların, yaşamdan birer kesit biçiminde anlatıldığı metinlerdir. Bir kişinin karakteristik özellikleriyle tanıtılması amacıyla yazılan kısa metinlere ve metin parçalarına portre denir. Kişinin sadece dış görünüşünün anlatıldığı portreye fiziksel portre; iç dünyasının, alışkanlıklarının, duygularının anlatıldığı portreye ise ruhsal portre (psikolojik, tinsel portre) denir. Portre metinlerinin çoğunda fiziksel ve ruhsal özellikler bir arada verilir. Portreler, çoğunlukla betimleyici anlatım türü kullanılarak oluşturulur. Portre, portresi çizilen kişiyle ilgili bir anının anlatılması, o anının daha anlaşılır olmasının sağlanması ve metnin içerik bakımından zenginleştirilmesi için kullanılıyorsa bu tür metinlerde hem bir anı anlatılıyor hem de bir portre çiziliyor demektir. Bir bölümünde geçmişe dair ortak bir yaşanmışlığın yani bir anının anlatıldığı, bir bölümünde de söz konusu kişinin portresinin çizildiği bu tür anı metinlerine anı-portre denir. Portre biçiminde oluşturulmuş metin parçaları biyografi metinlerinde de kullanılabilir. Hemen hemen bütün biyografilerde, özellikle de geniş hacimli biyografilerde bu tür metin parçalarına yer verilir. Çünkü başarılı ve kapsamlı bir biyografi metni, söz konusu kişinin yapıp ettiklerinin anlatılmasıyla sınırlandırılabilecek kadar dar kapsamlı olamaz. Bu tür metinlerde söz konusu kişinin yaşam serüveninin anlatılması kadar onun fiziksel ve tinsel özelliklerinin anlatılması da çoğunlukla bir zorunluluğa dönüşür. Biyografi yazarı, anı yazarından farklı olarak ortak bir yaşanmışlığın, bir anının anlatılması amacıyla değil, bir kişinin hayat hikâyesinin tüm yönleriyle okuyuculara aktarılması amacıyla kişinin portresine yer verir. Anı metinlerinde kullanılan portrelerle bazı röportaj metinlerinde kullanılan portreler büyük ölçüde benzerlik gösterir. Aralarındaki fark şudur: Anı, geçmişte kalmış olay ve kişilerle ilgili gözlem ve izlenimlerin hatırlanması ve sonradan anlatılması üzerine kurulmuş bir türdür. Röportaj ise güncele dayalıdır, genişletilmiş ve derinleştirilmiş haber yazısıdır. Röportaj metinlerindeki portreler, geçmişte kalmış ortak bir yaşanmışlığın, bir anının anlatılması amacıyla değil, güncel bir habere konu olan bir kişinin daha yakından tanıtılması amacıyla çizilir. Portre biçiminde oluşturulmuş metin parçaları; mektup, günlük, deneme, haber yazısı, gezi yazısı gibi öğretici metinlerle roman ve hikâye gibi olay çevresinde gelişen edebî metinlerde, hatta coşku ve heyecanı dile getiren metinlerde (şiirlerde) de kullanılabilir. 192 Öğretici Metinler TÜRK EDEB‹YATINDA B‹YOGRAF‹ VE OTOB‹YOGRAF‹ Augustinius Plutarchus Bilinen en eski biyografi metnini Yunan tarihçi ve felsefeci Mestrius Plutarchus’un (MS 46 - 120?), ilk otobiyografi metnini ise Aziz Augustinius olarak da bilinen filozof, tanrı bilimci, rahip Aurelius Augustinius’un (354 - 430) yazdığı kabul edilir. Biyografi metinlerinin Türk edebiyat tarihindeki gelişim sürecinin daha iyi anlaşılabilmesi için eski dönemlerde oluşturulan bazı metin türlerinin bilinmesi gerekmektedir. Bu metin türlerinin en önemlileri şunlardır: 1. Siyer Kitapları: Sözlük anlamı “tavır, hareket, hayat tarzı, vaziyet, hâl, ahlâk” olan “siyer”, zaman içinde sadece Hz. Peygamberin hayatı anlamında kullanılmış ve bu amaçla yazılan eserlerin genel ismi olmuştur. Siyer kitapları, Hz. Peygamberin hayatının bütün yönleriyle ele alındığı ve anlatıldığı kitaplardır. Türkçe ilk siyer kitabı, Erzurumlu Kadı Mustafa Darîr’in 1388’de Mısır’da yazdığı “Sîretü’n-Nebî”dir (Kitab-ı Siyer-i Nebi). 2. Kısâs-ı Enbiyâlar: Peygamberlerin hayatlarının, kıssalarının ve mucizelerinin anlatıldığı kitaplara genel olarak “kısâs-ı enbiyâ” denir. Rabguzi’nin 1310’da Çağatay Türkçesiyle yazdığı “Kısasü’lEnbiya” ile son dönem Osmanlı tarihçi ve hukukçularından Ahmet Cevdet Paşa’nın yazdığı “Kısas-ı-Enbiya”, bu türdeki Türkçe kitapların en önemlileridir. ESEN YAYINLARI Bütün toplumlarda olduğu gibi Türk toplumunda da hayat hikâyeleri metinlere konu olan ilk kişiler; yöneticiler, din büyükleri ve savaşlarda olağanüstü yararlıklar gösterdiklerine inanılan kahramanlardır. Bu kişilerin hayat hikâyelerini konu edinen metinlerin, günümüzdeki anlamıyla birer biyografi metni sayılabileceğini söylemek güçtür. Çünkü bu metinlerde kişilerin gerçek yaşam serüvenlerinin yanında, efsanevi kişilikleriyle biçimlenen eylem ve nitelikleri de anlatılmış, hatta birçok metinde olağanüstülükler, gerçeklerin önüne geçmiştir. Yazarların böyle bir tutum takınmalarının nedenini, bu metinlerin oluşturuldukları dönemin hâkim zihniyetinde ve gerçeklerinde aramak doğru olacaktır. Eski çağların, kahramanlara ve örnek kişilere çok fazla ihtiyaç duyulan bir zaman dilimi olduğu düşünüldüğünde bu dönemde yaşamış bazı kişilerin yüceltilerek kahramanlaştırılmasının ve toplumlarına birer model kişi olarak sunulmasının bir zorunluluktan kaynaklandığı düşünülebilir. Kişilerin, olağanüstülükleri olağan hâle getiren birer destan kahramanı gibi anlatılması, o dönem toplumlarının öz güven ihtiyacı bağlamında değerlendirilmelidir. 3. Tezkiretü’l Evliyâ, Menâkıbnâme ve Velâyetnâmeler: Tasavvuf büyüklerinin hayatlarının ve kerametlerinin anlatıldığı kitaplardır. Sinan Paşa’nın (1440-1486) “Tezkiretü’l-Evliya”sı, bu tür eserlerin en önemlilerindendir. 4. Destanî Hikâyeler: Bunlar, din uğruna yapılan savaşlarda üstün başarılar gösteren kişilerin mücadelelerinin menkıbevi bir dille anlatıldığı kitaplardır. Hamzanâme, Battalnâme ve Danişmendnâmeler; bu türden eserlerdir. 5. Şuarâ Tezkireleri: Bunlar, şairlerin hayatlarının, eserlerinin ve edebî niteliklerinin belli bir düzenle anlatıldığı, şiirlerinden örnekler verildiği eserlerdir. Çağatay Türkçesinin en önemli temsilcisi olan Ali Şir Nevâî tarafından 1491’de yazılan Mecâlisü’n-Nefâis, Türk edebiyatındaki ilk şuarâ tezkiresidir. Anadolu’da ilk şuarâ tezkiresi Sehî Bey tarafından 1538’de kaleme alınan Heşt Behişt’tir. Lâtîfî ve Âşık Çelebi’nin tezkireleri de bu türde yazılmış önemli eserler arasındadır. Şuarâ tezkireleri, Türk edebiyatındaki ilk biyografi metinleridir. Buradan yola çıkarak Ali Şir Nevâî’nin Mecâli- Ali Şir Nevâî 193 sü’n-Nefâis’inin de Türk edebiyatındaki ilk biyografik eser olduğunu söyleyebiliriz. Gerçi yukarıda da belirttiğimiz gibi, “Mecâlisü’n-Nefâis”in yazılmasından önce de kişilerin hayat hikâyeleriyle ilgili birçok metin kaleme alınmıştır. Ancak bu metinlerin bir bölümünü destansı niteliklerinin ağır basması, bir bölümünü de tarihsel metinlerle büyük ölçüde benzerlik göstermesi bakımından biyografi metinleri içinde değerlendirmek çok güçtür. Biyografi kitaplarının sayısında, Tanzimat’la birlikte belirgin bir artış yaşanmış, günümüze dek yüzlerce biyografi kitabı yazılmış, ayrıca ansiklopedilerin, edebiyat tarihlerinin vb. kitapların içinde binler- ESEN YAYINLARI Öğretici Metinler ce biyografi metnine yer verilmiş, İnternet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte sadece biyografik metinlerin yer aldığı birçok site kurulmuştur. Biyografide nitelik ve nicelik bakımından ulaşılan bu seviyeye, otobiyografi metinlerinde ulaşılamamıştır. Bu anlamda ülkemiz yazarlarının metinlerinde sadece kendilerini değil; kendileriyle birlikte dönemlerini ve çevrelerini de merkeze alarak anılarını anlatmayı tercih ettiklerini söyleyebiliriz. Aziz Nesin’in Böyle Gelmiş Böyle Gitmez, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun Hayatım, Hasan Cemal’in Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım isimli eserleri otobiyografik nitelikleri ağır basan metinlerdir. Türk edebiyatında önemli biyografi kitapları YAZAR Abdullah Uçman Abdurrahman Güzel Abdülhak Şinasi Hisar Ahmet Çoban Alim Kahraman Asım Bezirci Beşir Ayvazoğlu Birol Emil Emel Koç Emine Çaykara Ezel Elverdi Faruk Yılmaz Hilmi Yücebaş İnci Engünün İpek Çalışlar İsmail Çetişli İsmail Parlatır Kenan Akyüz M. Ertuğrul Düzdağ M. Fatih Kanter M. Nur Doğan M. Orhan Okay Mehmet Nuri Yardım Memet Fuat Mustafa İslamoğlu Mustafa Necati Karaer Nemika Tuğcu Niyazi Akı Nurullah Çetin Orhan Karaveli Orhan Okay Ömer Faruk Huyugüzel Ramazan Korkmaz Rıza Filizok Rıza Kıraç Selahattin Tuncer Şefik Can Şerif Aktaş Şerif Oktürk Şükran Yurdakul Ümit Meriç Yazan 194 ESER Kemalettin Kamu Muallim Naci Kaygusuz Abdal Ahmet Haşim-Şiiri ve Hayatı Göller ve Çöller Şairi Ahmet Haşim Cahit Zarifoğlu-Yürek Safında Bir Şair Abdülhak Hamit Büyük Ağa Tarık Buğra Yahya Kemal-Eve Dönen Adam Mizancı Murad Bey-Hayatı ve Eserleri Alyoşa-Aliye Berger Biyografisi Türk Aynıştaynı-Oktay Sinanoğlu Kitabı Hüsrev Hatemi Kitabı-Hekim, İlim Adamı, Şair Yunus Emre-Hayatı, Düşüncesi, Etkisi Neyzen Tevfik Halide Edip Adıvar Latife Hanım Memduh Şevket Esendal Recaizade Mahmud Ekrem Şinasi Tevfik Fikret İstiklal Şairi Mehmed Akif Ersoy Reşat Nuri Güntekin-Ölümünün 50.Yılında Belgelerle Fuzuli-Hayatı, Sanatı, Eserleri Necip Fazıl Kısakürek-Kendi Sesinin Yankısı Refik Halit Karay A’dan Z’ye Nazım Hikmet Orhan Veli Seyrani-Hayatı, Kişiliği, Sanatı, Şiirleri Karacaoğlan-Hayatı ve Bütün Şiirleri Sırça Köşkün Masalcısı-Kemalettin Tuğcu’nun Yaşamöyküsü Yakup Kadri Karaosmanoğlu Behçet Necatigil-Hayatı, Sanatı ve Eserleri Sakallı Celal Beşir Fuad-İlk Türk Pozitivist ve Natüralisti Halit Ziya Uşaklıgil İkaros’un Yeni Yüzü-Cahit Sıtkı Tarancı Ziya Gökalp Hürrem Erman-İzlenmemiş Bir Yeşilçam Filmi Şair Oktay Rifat-Yaşam Öyküsü ve Sanatı Mevlana-Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri Ahmet Rasim Ahmet Hamdi Tanpınar Namık Kemal Babam Cemil Meriç Öğretici Metinler 16. Bütün toplumlarda hayat hikâyeleri metinlere konu olan ilk kişilerin; yöneticiler, din büyükleri ve savaşlarda olağanüstü nitelikler sergiledikleri düşünülen kahramanlar arasından seçilmesinin temel nedeni ne olabilir? 12. Biyografi ve otobiyografi metinlerindeki cümlelerin yüklemlerini kip ve kişi kavramları bakımından karşılaştırınız. Ulaştığınız sonuçları yorumlayınız. 17. Biyografi ve otobiyografinin Türk edebiyat tarihindeki gelişim süreçleri hakkında bilgi veriniz. 13. Biyografi ve otobiyografi metinlerinde dile getirilenlere gerçeklik olgusu bakımından nasıl yaklaşmak gerekir? Gerçeklerin dile getirilip getirilmemesi bakımından otobiyografi metinleriyle biyografi ve anı metinlerini karşılaştırınız. 18. “Mecâlisü’n-Nefâis” ve “Heşt Bihişt” isimli eserlerin, biyografi tarihimiz açısından ne anlam ifade ettiklerini söyleyiniz. ESEN YAYINLARI 11. Biyografik roman nedir, bu tür metinlerle monografiler arasında ne fark vardır? 14. Edebiyat bilimi açısından “portre” kavramı ne anlam ifade etmektedir? Portre biçiminde oluşturulmuş metin parçaları hangi metin türlerinde daha çok kullanılmaktadır? 19. Bir metin parçasından yola çıkarak o metin parçasının alındığı metnin bir anı mı yoksa otobiyografi mi olduğuna karar vermek olanaklı mıdır? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız. 15. Biyografi metinlerinde kişilerin portrelerine yer vermek, bir zorunluluk olarak değerlendirilebilir mi? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız. 20. Anı ile otobiyografi arasındaki en önemli fark nedir? 206 Öğretici Metinler 5. GEZ‹ YAZISI (SEYAHATNÂME) la, bir anıyı anlatmak arasında önemli bir fark yoktur. Buradan yola çıkarak gezi yazısını bir çeşit “gezi anısı” olarak değerlendirmek de mümkündür. Gezi yazısıyla anı arasındaki temel fark ise şudur: Anının merkezinde “kişinin kendisi ve çevresi” vardır. Gezi yazısında ise metnin merkezinde ne doğrudan metnin yazarı ne de yazarın çevresindekiler vardır. Gezi yazısı, “gezilen yerler”in merkeze alındığı, bu yerlerin türlü özelliklerinin anlatılmaya çalışıldığı bir metin türüdür. Gezi yazısı, bilgilendirme amacı güdülerek oluşturulan, bu nedenle de öğretici metinler içinde sınıflandırılan bir metin türüdür. Okuyucu, bu tür metinleri okuyarak görmediği bir yerin tarihsel kimliği, coğrafi konumu, iklim özellikleri, doğal güzellikleri, ekonomisi, kültürel özellikleri vb. hakkında bilgi sahibi olmak ister. Gezi yazıları, okuyucularda, anlatılan yerleri görme isteği uyandırmalı, onların bu yerlerle ilgili meraklarını kamçılamalıdır. Bu da o metnin ilgi çekici nitelikler taşımasına bağlıdır. Bir genel kültür ansiklopedisinde ya da bir coğrafya kitabında da yer alabilecek sıradan cümlelerle oluşturulmuş, okuyucuda söz konusu yerle ilgili olarak “Burada merak uyandıracak herhangi bir şey yok.” yargısının oluşmasına neden olabilecek gezi yazılarının, ilgi çekici olduklarını, dolayısıyla da geniş bir okuyucu kitlesine hitap edebileceklerini söylemek güçtür. Bir gezi yazısının ilgi çekici olması, yazarın gezdiği yerin kendine özgü niteliklerini ön plana çıkararak anlatmasına bağlıdır büyük ölçüde. Bu durum, yazarın aynı zamanda iyi bir gözlemci olmasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü bir yeri başka yerlerden ayıran nitelikler çoğunlukla ayrıntılarda gizlidir. Ayrıntılar ise ancak iyi bir gözlem sonucunda ortaya çıkarılabilir. Bir yer hakkında ayrıntılı bilgiler vermesine karşın bir gezi sonucunda oluşturulmadığından gezi yazısı sayılamayacak pek çok metin vardır. Bir metnin, gezi yazısı niteliği kazanmasının en önemli koşulu, metnin gerçekten bir geziyi konu edinmesidir. Gezi yazısı, okuyucuda, yazarın o yeri gerçekten gezdiğine, metnini de o gezide yaşadığı olaylara, orada edindiği bilgi ve izlenimlere göre oluşturduğuna dair kesin bir kanı oluşturmalıdır. Gezmek; hareket etmek, bir yerden başka bir yere gitmek, gidilen yerde farklı şeyler görmeye çalışmak, oranın havasını solumak, orada birkaç gün geçirmek demektir. Bu anlamda, bir geziyi anlatmak210 ESEN YAYINLARI Gezilip görülen yerlerle ilgili bilgi, gözlem, yaşantı ve izlenimlerin aktarılmasıyla oluşturulan metinlere gezi yazısı denir. Gezi yazısı, öğretici metin türleri içinde sınıflandırılan yani bilgi verme niteliği ağır basan ama aynı zamanda kişisel yaşamı da konu alan bir metin türüdür. Bir ifadede kişisel sözü geçiyorsa orada öznellik de var demektir. Gezi yazarının, gezip gördüğü yerle ilgili her şeyi anlatma zorunluluğu yoktur. Çünkü o, seçici bir bakış açısıyla kişisel bir metin oluşturmakta; nesne, kişi, mekân ve olayları kendi bakış açısına göre gözlemlemekte, gözlemlediklerini orada yaşadıklarıyla harmanlayarak metnine aktarmaktadır. Farklı yazarlarca oluşturulmuş aynı yeri konu edinen gezi yazılarının birbirine benzememesinin temel nedeni de budur. Her yazar; ayrı bir bakış açısı, ayrı bir üslup, ayrı bir seçicilik demektir. Gezi yazarı, bir yerleri gezip görürken bir taraftan da bu yerlerle ilgili kısa kısa notlar tutmalı, bazı yerlerin fotoğraflarını çekmeli, mümkünse sesli ve görüntülü kayıt yapmak için bir kamera kullanmalı, metin oluşturmaya daha sonra geçmelidir. Yazarın böyle bir tutum takınması, metnin özellikle betimlemelere yer verilen bölümlerinin etkileyici bilgi, gözlem ve izlenimlerle oluşturulmasını kolaylaştıracaktır. Gezi yazarı; yaşadıklarını, bilgi, gözlem ve izlenimlerini rastgele değil, belli bir düzene bağlı kalarak anlatmalı; bunları diğer metin türlerinde olduğu gibi metnin bağlaşıklık ve bağdaşıklığını sağlayan ögelere dikkat ederek dile getirmeli, gerekiyorsa metni bölümlere ayırarak her bölümde ayrı bir konu üzerinde yoğunlaşmalıdır. Yazar, anlatılacaklarını gruplandırıp metni alt başlıklardan ve bölümlerden Öğretici Metinler Gezi yazıları temelde öyküleyici anlatımdan yararlanılarak oluşturulur. Bunun yanında açıklayıcı ve betimleyici anlatımdan, yer yer de söyleşmeye bağlı anlatımdan yararlanılır. Yazar, öyküleyici anlatımı, olay zincirini anlattığı, orada yapıp ettiklerini dile getirdiği bölümlerde; açıklayıcı anlatımı, okuyucuyu bilgilendirmeyi amaçladığı, niçin ve nasıl sorularına cevap verdiği bölümlerde; betimleyici anlatımı, nesne, kişi, mekân vb.lerini okuyucunun zihninde bir görüntü olarak canlandırmak istediği bölümlerde; söyleşmeye bağlı anlatımı ise orada tanıştığı kişilerle aralarında geçen konuşmaları aktardığı bölümlerde kullanır. Gezi yazılarında dil birden çok işlevde kullanı- ESEN YAYINLARI oluşan bir bütün hâlinde düzenler, böylece dile getirdiklerini okuyucuların anlamasını kolaylaştırır. labilir: Yazar, bilgilendirme amacıyla nesnel bilgiler verdiği bölümlerde dili göndergesel işlevde; tanıttığı yerle ilgili duygu ve heyecanlarını dile getirdiği bölümlerde heyecana bağlı işlevde; okuyucuda tepki ve davranış değişikliği yaratmayı amaçladığı, söz gelimi okuyucuların oraya gitmelerini, orada bazı şeyler yapmalarını istediği bölümlerde alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanır. Yazar, temelde öğretici bir tür olan gezi yazısının bazı bölümlerinde çağrışım gücü yüksek kelimelerden ve edebî sanatlardan yararlanarak dili şiirsel işlevde de kullanabilir. Gezi yazısı metinlerinin açık, yalın, duru, akıcı ve sürükleyici bir anlatıma sahip olmalarının, okuyucuların bu metinlerde dile getirilenleri anlamalarını ve yorumlamalarını kolaylaştıran çok önemli bir etken olduğu unutulmamalıdır. GEZ‹ YAZISININ TAR‹HSEL GEL‹fi‹M‹ Kişilerin gezi yazısı türünde metinler oluşturmalarının nedenlerini insana özgü gerçekliklerden yola çıkarak açıklayabiliriz: 1. Gezme isteği: İnsan, doğası gereği, bazen, yaşadığı ortamın dışına çıkmak, başka insanlar, başka hayatlar, başka coğrafyalar vb.ni tanımak ister. Bu istek, onu seyahatlere çıkmaya yönelten en önemli unsurdur. Gerçi, insanların seyahat etmelerinin, ekonomik, siyasi, askerî nedenleri de vardır. Ama bu nedenlerden hiçbiri seyahate çıkmanın temelde insan doğasının gereği olduğu gerçeğini değiştirmez. 2. Yazma isteği: Yazmak, paylaşmak demektir. İnsan, kendi duygu, düşünce ve tecrübelerini; yaşadıkları ya da tanık oldukları olaylar hakkındaki bilgi ve gözlemlerini başkalarına da anlatmak, onları da bunlardan haberdar etmek, yani bunları onlarla paylaşmak ister. İnsanoğlu en eski çağlardan beri yaşadığı ortamın dışına çıkarak başka yerleri gezip görmek istemiş, gezip gördüğü yerler hakkında edindiği bilgileri de yazılı ya da sözlü olarak başkalarıyla paylaşma yoluna gitmiştir. Gezi yazıları, insanların gezdikleri yerleri başkalarına da tanıtma isteğinin metinler aracılığıyla somutlaştırılması sonucunda ortaya çıkmıştır. Osmanlı toprakları, kuruluş döneminde Bizans İmparatorluğu’nu çevreleyen bir geçiş yolu olduğundan, çok az seyahatnameye konu olmuştur. İstanbul’un alınışıyla birlikte, XV. yüzyılın son yarısında, Osmanlı’ya yönelik seyahatnamelerde bir patlama görülür. Bu seyahatnamelerin birçoğunda gezilen görülen yerlerle ilgili gravürlere de yer verilmiştir. Yandaki gravür, Miss Pardoe’nun The Beauties of the Bosphorus adlı yapıtından alınmıştır. Kız Kulesi konulu bu gravür R.Brandard tarafından yapılmıştır. (OBA Koleksiyonu) 211 Öğretici Metinler Galata Kulesi konulu bu gravür, Miss Pardoe’nun The Beauties of the Bosphorus adlı yapıtından alınmıştır. (OBA Koleksiyonu) Gezi yazılarının birçoğu, gezme eylemini hayatlarının merkezine yerleştiren kişiler olan gezginler (seyyahlar) tarafından oluşturulmuştur. Bu yazılara, eskiden seyahatnâme denirdi. Bugüne kadar oluşturulmuş bütün seyahatnâmeler içinde Marko Polo, İbni Battuta ve Evliya Çelebi’nin seyahatnâmeleri, bu türün tarihsel gelişimi açısından büyük önem taşımaktadır. Venedikli bir tüccarın oğlu olan Marco Polo (1254-1324), Papa 9. Gregorius’un, babası ile amcasını Kubilay Han’a bir mektup götürmekle görevlendirmesi üzerine onlarla birlikte Anadolu, Mezopotamya, İran, Türkistan, Pamir Dağları, Gobi Çölü’nü geçerek Çin’e ulaşmış, Pekin’e gitmiş; yaklaşık iki buçuk yıl süren bu yolculuklarından sonra Kubilay Han’ın verdiği görevle 17 yıl boyunca Doğu ülkelerini dolaşmış, bu süre zarfında tarih, etnografya ve coğrafya incelemeleri de yapmıştır. 1292’de babası ve amcasıyla birlikte, İran Şahı ile evlenecek bir prensesi İran’a götürmekle görevlendirilen Marko Polo, 14 gemi ve 600 kişiyle çıkılan 18 aylık zorlu bir deniz yolculuğu sonrasında sağ kalan 20 kişiyle Hürmüz Limanı’na ulaşmayı başarmış, ardından 1295’te Venedik’e dönmüş ve ticarete atılmıştır. Cuzzolo Savaşları’ndan sonra Cenevizlilere esir düşen (1298) Marko Polo, birlikte esir düştükleri arkadaşı Rusticheollo do Pisa’ya, başından geçen ilginç olayları, gezip gördüğü yerlerin ilginç özelliklerini, oralarda yaşayan halkların gelenek ve göreneklerini anlatmış, o da bunları yazıya aktarmıştır. Marko Polo’nun Rusticheollo do Marco Polo’nun, Pisa’ya yazdırdığı bu kitap, Il Milione adıyla yayımbabası ve amcasıyla birlikte Çin’e ulaşması lanmış ve gezi yazısı metinlerinin öncüsü olmuştur. 212 Öğretici Metinler Dünya edebiyat tarihindeki ilk gezi yazısı metinlerine Bizanslı gezgin Priskos ile Kilikyalı gezgin Zemarchos’un eserleri örnek gösterilebilir: 448 yılında Attila’ya gönderilen elçilik heyetinde bulunan bir tarihçi olan Priscus, Avrupa Hunları hakkında ilginç ve önemli tespitlerde bulunmuştur. 568 yılında Göktürk ülkesini ziyaret eden Bizans elçiler kurulunun başkanlığını yapan Kilikyalı Zemarchos da bu gezi sırasında yaşadıklarını ve gördüklerini canlı betimlemelerle eserine aktarmıştır. İlk dönem gezi yazısı metinlerinden biri Priscus (soldaki) Roma elçilik de İranlı şair ve din bilgini Nasır Hüsrev’in heyetiyle birlikte Attila’nın Sefernâme isimli eseridir. Nasır Hüsrev, bu huzurunda eserinde 1045-1052 yılları arasında gerçekleştirdiği Mısır seyahatini anlatmıştır. Gezisine Merv’den başlayan, Nişabur, Rey gibi İran kentlerini, Güneydoğu Anadolu’nun bazı kentlerini geçerek Suriye ve Mısır’a ulaşan Nasır Husrev’in bu geziye hac ibadetini yerine getirmek için mi, ilim tahsil etmek için mi, o dönem İsmailiye mezhebinin merkezi konumundaki Mısır’a gitmek için mi çıktığı tam olarak belirlenememiştir. Poetic Edda’dan alınma bir Attila resmi. Hun imparatoru, kendisini bizzat gören Bizans tarihçisi Priscus’un tasvirine uygun olarak, kısa boylu, hafif çekik gözlü ve yanık tenli bir kişi olarak resmedilmiştir. Gezi yazısı türündeki metinlerden oluşmuş ilk Türkçe eser, Seydi Ali Reis (1498-1562) tarafından yazılmıştır. Kanuni döneminde Mısır Kaptanlığı görevine getirilmiş bir denizci olan Seydi Ali Reis, Mir’âtü’l-Memâlik isimli eserinde Mısır Kaptanlığı görevine getirilmesinden başlayarak Hindistan yolculuğunu, oradan da İstanbul’a dönünceye kadar başından geçen ilginç olayları anlatmıştır. Hint Okyanusu’nda Portekizlilerle savaşan, ardından büyük bir fırtınaya yakalanan, karaya çıktıktan sonra Hindistan, Afganistan, Maveraünnehir, Horasan, İran ve Irak’ı geçerek İstanbul’a ulaşan Seydi Ali Reis, üç buçuk yıl süren bu maceralı yolculuğunda yaşadıklarını ve gördüklerini “Mir’âtü’l-Memâlik” isimli eserinde anlatmış, bu anlatılara yer yer şiirler ve gemici türküleri ekleyerek metne ayrı bir hava katmıştır. Edebiyat tarihimizde gezi yazısı türündeki metinlerden oluşan ikinci eser, Trabzonlu Âşık Mehmet tarafından yazılan Manâzıru’l-Avâmil’dir. Yazar, yirmi beş yıllık gezi hayatı süresince edindiği bilgileri, eski kaynaklardan okuduğu ve başkalarından duyduğu bilgilerle zenginleştirerek eserine aktarmıştır. Edebiyat tarihimizde temelde gezi yazısı türünde oluşturulmamakla birlikte kimi bölümleri gezi yazılarıyla önemli benzerlikler gösteren eserlere de rastlamak mümkündür. Piri Reis’in (1465-1554), Kitab-ı Bahriye’si ile Kâtip Çelebi’nin (1609-1658) Cihannüma’sı bu tür eserler arasındadır. Büyük ölçüde gezip görme sonucunda edinilen bilgilerle oluşturulan bu eserlerdeki bazı metin parçalarının, seyahatnâme sınıfında yer alan birçok eserden içerik ve anlatım bakımından daha nitelikli olduğu rahatlıkla söylenebilir. Piri Reis’in hazırladığı dünya haritası 213 Öğretici Metinler Gezi edebiyatımız açısından hac yolculuklarını anlatan kitapların ayrı bir önemi olduğunu belirtmeliyiz. Çoğunlukla Surre Alayları’yla çıkılan hac yolculukları sırasında yaşanan ve gözlemlenen kimi olayların betimlemelerle donatılarak anlatıldığı bu eserlerin en önemlileri, Mehmet Edip’in Menâsikü’l-Hacc’ı ile Nâbî’nin Tuhfetü’lHarameyn’idir. Osmanlı padişahları, kendilerinden önceki İslam devletlerinin yöneticilerinin başlattığı bir geleneğe bağlı kalarak Mekke ve Medine’nin kutsallığından hareketle o topraklarda yaşayan fakirlere, din görevlilerine ve Mekke-Medine emirlerine verilmek üzere paralar, kıymetli halılar, seccadeler, murassa avizeler, şamdanlar, paha biçilmez mushaf-ı şerifler, puşideler (örtüler), buhurdanlar, elbiseler, Mekke Emîri’ne mahsus sırmalı ve işlemeli kaftanlar, mücevherli kılıçlar, tespihler ve daha pek çok kıymetli eşyadan oluşan çeşitli hediyeler göndermişlerdir. Her yıl hac mevsimi yaklaşınca gönderilen bu hediyelere surre, bu hediyeleri yerlerine ulaştırmakla görevlendirilmiş kafileye de Surre-i Hümâyûn Alayları denmiştir. Her yıl özel olarak donatılan ve recep ayının 12’sinde padişahın da katıldığı muhteşem bir törenle yola çıkarılan bu alaylar, başkentten ve geçtiği güzergâh üzerinden katılan hacı adaylarıyla birlikte binlerce kişiden oluşan bir kervana dönüşürdü. Osmanlı Devleti’ni yurt dışında temsil etmek amacıyla çeşitli ülkelere gönderilen diplomatların, gittikleri yerlere ait gözlem ve izlenimlerini, orada karşılaştıkları ilginç durum ve olayları anlattıkları eserler olan sefaretnâmelerin bir kısmında gezi yazılarındakilere benzer niteliklere rastlanabilir. Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin 17201721 yıllarında elçilik göreviyle bulunduğu Paris’teki izlenimlerini anlattığı Fransa Sefaretnâmesi, Şehdî Osman Efendi’nin Rusya Sefaretnâmesi, Silahdar İbrahim Paşa’nın Sefaretnâme-i Necati, Yasincizâde Seyyid Abdulvahhab Efendi’nin Musavver İran Sefaretnâmesi isimli eserleri, bu tür eserlere örnek gösterilebilir. 214 Öğretici Metinler Büyük bölümü on sekizinci yüzyılda oluşturulan bu sefaretnâmeler dışında söz konusu zaman diliminde gezi yazısı-anı türünde yazılmış önemli bir eser daha vardır: Keçecizâde İzzet Molla’nın Mihnet Keşan’ı. Keçecizâde İzzet Molla (1785-1829), mesnevi nazım biçiminde yazdığı bu eserinde, Keşan’a sürülmesini, yolculuk sırasında ve Keşan’dayken gördüklerini ve yaşadıklarını, sürgün hayatının bitimini ve İstanbul’a dönüşünü anlatmıştır. Türkçe gezi kitaplarının yazılmasında 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren belirgin bir artış yaşanmıştır. Bu kitapların önemli bir bölümü diplomatlar, askerler, denizciler, gazeteciler ve doktorlar tarafından yazılmıştır. O zamandan Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede yazılmış ve yayımlanmış gezi kitaplarının yazarlarının ya doğrudan devlet memuru ya da devletle bir şekilde ilişkili kişiler olmaları, bu kitapları günümüz gezi kitaplarından ayıran önemli bir farktır. Gerçi günümüzde de özellikle yurt dışı gezi izlenimlerini kaleme alan yazarların bir bölümü devlet görevlisidir. Ama artık devlet görevlisi olmayan kişilerin de çok fazla gezi kitabı yazdıkları, hatta bu kitapların sayısının devlet görevlilerinin yazdıkları kitaplardan fazla olduğu da bir gerçektir. Bunda, seyahat etmenin; ekonomi, güvenlik, ulaşım olanakları gibi çeşitli açılardan eski dönemlerle kıyaslanamayacak ölçüde kolaylaşmış olmasının etkisi büyüktür. 19. yüzyılın ikinci yarısından Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede yazılmış ve yayımlanmış gezi kitaplarının bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Ahmet İhsan Avrupa’da Ne Gördüm Ahmet Mithat Efendi Avrupa’da Bir Cevelan Sayyâdâne Bir Cevelan Ahmet Şerif Anadolu’da Tanin Ali Suat Seyahatlerim Celal Nuri İleri Şimal Hatıraları Kutup Musahabeleri Cenap Şahabettin Hac Yolunda Afâk-ı Irak Avrupa Mektupları Mühendis Faik Seyahatnâme-i Bahrimuhit Ömer Lütfü Ümit Burnu Seyahatnâmesi Sadıkulmüeyyet Afrika Sarayıkebirinde Bir Osmanlı Zabiti Habeş Seyahatnâmesi Selim Sırrı Tarcan Bizce Meçhul Hayatlar-İsveç’te Gördüklerim Seyyah Mehmet Emin İstanbul’dan Asya-yı Vustâ’ya Seyahat Tabip Albay İbrahim Abdüsselam Yemen Seyahatnâmesi Yenişehirli Halit Eyyub Kayıkla Bir Cevelan Cumhuriyet’in ilanından günümüze kadar geçen sürede yazılmış ve yayımlanmış gezi kitaplarına şunları örnek gösterebiliriz: Ahmet Haşim Ahmet Kemal Ahmet Rasim Ataol Behramoğlu Atilla Dorsay Attila İlhan Ayhan Sarıhan Azra Erhat Bedri Rahmi Eyuboğlu Beşir Ayvazoğlu Bora Ercan Buket Uzuner Burhan Arpad Burhan Felek Bülent Demirdurak Cahit Kayra Frankfurt Seyahatnâmesi Çin-Türkistan Hatıraları Romanya Mektupları Başka Gökler Altında Bir Kıtadan Öbürüne Yaşam ve Ölüm Kentleri Abbas Yolcu Çöl Gelini Mavi Yolculuk Canım Anadolu Alatav’dan Şardağı’na Odysseus Adaları Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları Avusturya Günlüğü Hint Masalları Yuvarlak Dünyanın Dört Köşesi Yuvarlak Dünyanın Altı Köşesi Bir Mavi Yolculuk Seyir Defteri Mavi Anadolu Şehir Romantiğinin Günlüğü Tuna’dan Şimale Avrupa Yuvarlak Dünyanın Beş Köşesi Yuvarlak Dünyanın Yedi Köşesi 215 Öğretici Metinler Çağatay Şahin Caner Güreller Çelik Gülersoy Eralp Akkoyunlu Erdal Öz Enis Batur Fakir Baykurt Falih Rıfkı Atay Füruzan Füsun Önal Gülten Dayıoğlu Haldun Taner Hıncal Uluç Hülya Alper Hüseyin Gökçe Işıl Özgentürk İbrahim Aygırcı İhsan Işık İsmail Habib Sevük Mehmet Yaşin Mina Urgan Mine G. Kırıkkanat Murat Belge Murat Küçük Murat Selçuk Mustafa Balbay Mustafa Miyasoğlu Nasuh Mahruki Necip Fazıl Kısakürek Nedim Gürsel Nesteren Davutoğlu Nezih Başgelen Orhan Kural Osman Atasoy Oya Ayman Oya Aytemiz Seymen Özcan Yurdalan Özcan Yüksek Özer Ertuna Pervin Bilol Reşat Nuri Güntekin Sadri Ertem Sefer Turan Süleyman Uludağ Şerif Ali Tekalan Timur Özkan Ümit Seven Yavuz Bülent Bakiler Zeynep Oral 216 Çağatay Yolda Pedalımın Altında Japonya Batıya Doğru Deniz Çingenesi Allı Turnam Bulutlardan Yontma Kayalar Dünyanın Öte Ucu Denizaşırı Londra Konferansı Mektupları Taymis Kıyıları Hind Yolcu Defteri Gezerek Gördüklerim Balkan Yolcusu Gezikolik Güney Pasifik Adalarına Yolculuk Kangurular Ülkesi Avustralya’ya Yolculuk Düşsem Yollara Yollara Hıncal’ın Gördükleri Bendeki Kahire Dünyadaki Ayak İzlerim Büyülü Bir Yolda Bavulumda Dünya Makedonya ve Fransa İzlenimleri Tuna’dan Batıya Yurttan Yazılar Uzaknâme Yakınnâme Bir Dinozorun Gezileri Amerika Amerika Paris Paris Pandispanya Başka Kentler Başka Denizler Bir Nefes Balkan Kaçkarlarda Balayı Tarihin Arka Odası Amerika Afrika’nın Uçlarında Zügüdar Asya Yolları, Himalayalar ve Ötesi Hac Pasifik Kıyısında Bir Avuç Dünya Güneşte Ölüm Afrika Defteri Balkanlar Defteri Norveç Defteri Birgi’den Gevaş’a Anadolu Gezi Notları Sibirya’dan Şili’ye Dünya Kalemimin Ucunda Köşe Bucak Dünya Yol Çağrısı Büyük Dünyada Küçük Adımlar Bir Gezginin Dünyası Gizemli Coğrafyalar Gezginin Gölgesi Uzaklar Güneş Toprakları Bir Yolculuklar Kitabı Sagarmatha Eteklerinde Mavi Çöl Fatsa Yolculuk Sessizce Dön Gezdiklerim Gördüklerim Görüşlerim Keşiften Keyfe Yolculuk Anadolu Notları Bir Vagon Penceresinden Ankara-Bükreş Coğrafyalar Gezdi Yüreğim İran’a ve Turan’a Seyahat İsviçre’den Moğolistan’a Gezgince Gezmek Yaşamaktır İspanyol Merdivenleri Üsküp’ten Kosova’ya Türkistan Türkistan Bu Cennet Bu Cehennem Kara Sevda Öğretici Metinler ÖRNEK MET‹NLER İbni Battuta’dan ANTALYA Buradan (Alanya’dan) Antalya’ya doğru yola çıktım. Bu şehir, yüzölçümünün genişliği, nüfusunun çokluğu ve planının muntazamlığı itibariyle bölgenin en önde gelen şehirlerindendir. Her fırka diğer fırkalardan tamamen ayrıdır. Hristiyan tüccarları “Mina” adıyla bilinen mahallede oturmaktadırlar. Mahallenin etrafı bir surla çevrilmiş olup geceleri ve cuma vakti kapıları kapanır. Şehrin eski sakinleri olan Rumlar, diğerlerinden ayrı olarak başka bir mahallede otururlar. Bunların mahallesi de bir sur ile çevrilmiştir. Aynı şekilde Yahudilerin de sur içinde ayrı bir mahallesi bulunur. Şehrin hâkimi, idesi ve devlet ricali de yukarıda açıkladığımız şekilde, şehrin öteki mahallelerinden ayrı olarak etrafı surlarla çevrilmiş bir kalede oturmaktadır. Müslümanlar ise asıl şehirde ikamet ederler. Bu beldede bir cami ve medrese ile birçok hamam, gayet tertipli ve geniş çarşılar vardır. Şehrin etrafı, yukarıda zikrettiğimiz mahalleleri de ihtiva eden büyük bir surla kuşatılmıştır. Buranın bağ ve bahçeleri çoktur. Meyveleri ise pek nefistir. Özellikle “kamereddin” denilen bir çeşit kayısısı vardır ki pek lezzetli olduğu gibi çekirdeği de tatlıdır. Bu meyve kurutulduktan sonra çok makbul sayıldığı için Şam ve Mısır gibi memleketlere gönderilir. Şehrin, yazın en sıcak günlerinde bile buz gibi soğuk, lezzetli su kaynakları vardır. Burada Şeyh Şehabeddin-i Hamevî’nin medresesine indim. Güzel sesli çocukların her gün ikindiden sonra cami ve medresede Fetih, Mülk ve Amme sûrelerini okumaları bir gelenekti. İbni Battuta (1304-1369), Fas’ta, Cebelitarık Boğazı yakınlarındaki Tanca kentinde doğmuş, yirmi iki yaşına kadar burada yaşamış, hukuk ve din eğitimi aldıktan sonra hac görevini yerine getirmek ve Mısır, Suriye, Hicaz gibi merkezlerdeki ünlü bilginlerden dersler alarak eğitimini ilerletmek amacıyla bir seyahate çıkmıştır. Tunus ve Libya üzerinden Mısır’a ulaşan İbni Battuta, burada fikrini değiştirmiş, hac görevini yerine getirmeyi erteleyerek İslam ülkelerini gezme, buraları tanıma merakıyla toplamı çeyrek yüzyılı aşan üç uzun seyahatin ilkine çıkmaya karar vermiştir. İbni Battuta; bu seyahatlerinde Mısır, Suriye, Arap yarımadası, Irak, İran, Doğu Afrika, Anadolu, Kuzey Türk illeri, Doğu Asya, Hindistan, Çin, Endülüs ve Sudan gibi pek çok yeri gezip görmüş, buralarla ilgili bilgi, gözlem ve izlenimlerini anılarıyla zenginleşti- DÜNYADA BİR EŞİ DAHA BULUNMAYAN BİR CEMİYET: AHİLER rerek 1355 yılında yazımını tamamladığı seyahat- Yolculuğumun bu bölümünde “Ahiler” denilen toplulukla tanıştım. Bilâd-ı Rûm’a (Rum Diyarı’na: Anadolu’ya) yerleşmiş Türkmenlerin yaşadıkları her vilayette, her şehirde ve her köyde bulunan Ahiler, bekâr ve sanat sahibi gençlerin oluşturduğu Araştırmacılara Şehirlerin İlginçlikleri ve Yol- nâmesine aktarmıştır. Eserin tam ismi Türkçeye culuklarda Karşılaşılan Tuhaflıklar Hakkında Bir Armağan şeklinde çevrilebilecek “Tuhfetû’nNûzzâr fî Garâibi’l-Emsar ve’l-Acâibi’l-Esfar”dır. 217 Öğretici Metinler bir tür cemiyetti. Bunlar birbirleriyle çok sıkı bir dayanışma içindedirler. Her birinin halk içinde muteber bir mesleği vardır. Memleketlerine gelen yabancılara yakın bir ilgi gösterir; onların yiyecek ve içeceklerini temin eder; konuklarının insanî ihtiyaçlarını karşılamada ellerden gelen bütün itinayı gösterirler. Öte yandan, yaşadıkları yerlerdeki zorbaları da yola getirir, herhangi bir sebeple bunlara iltihak eden kötüleri tek tek ortadan kaldırırlar. İşte bu gibi hususlarda Ahilik cemiyetinin dünyada eşi ve benzeri yoktur. Ahilerin bir araya gelerek oluşturduğu bu cemiyete “Fütüvve” adı verilir. Reis seçilen kimse bir zaviye yaptırarak içini halı, kilim, kandil ve diğer lüzumlu eşyalarla donatır. Arkadaşları gündüz çalışarak kazandıklarını ikindiden sonra reise getirirler. Bu para ile yiyecek içecek ve zaviyede sarf olunan diğer ihtiyaç maddelerini satın alırlar. O gün yörelerine bir misafir gelirse onu zaviyelerinde ağırlar ve ortak sermayeleriyle aldıkları bu yiyeceklerle kendisine güzel bir ziyafet çekerler. O kimse yöreden gidinceye kadar da onların misafiri olur. Konuklarını uğurlarken arkasından raks eder ve nağmeler söylerler. Ahiler, yörelerine yabancı bir misafir gelmediği zamanlarda da birbirlerinden kopmazlar, yine zaviyelerinde toplanıp yemek yerler. Sabahleyin düzenli olarak işlerine gider, gün içinde kazandıklarını ikindiden sonra getirip reislerine verirler. Bunların reislerine verdikleri paraya “fityan” denilir. “Ahi”, cemiyetin olduğu gibi reisin de ismidir. Ben İbni Battuta, dünyada bunlardan daha güzel ve daha hayırlı işler yapan kimseler görmedim. Şiraz ve İsfahan halkının hareketleri bunlarınkine biraz benzemekte ise de Ahiler, memleketlerine gelen yolculara yakın ilgi gösterme, şefkat ve iltifatta bulunmak bakımından onları bir hayli aşmış durumdadırlar. Antalya’ya geleli henüz iki gün olmuştu ki bu Ahiler’den biri Şeyh Şehabeddin-i Hamevî’nin yanına gelerek onunla Türkçe konuştu. O zaman hiç Türkçe bilmiyordum. Üzerinde eski ve yıpranmış bir elbise, başında da keçe külah vardı. Şeyh bana “Bu adamın ne dediğini biliyor musun?” diye sordu. “Ne söylediğini anlayamadım.” dedim. “Seni ve arkadaşlarını ye- meğe davet ediyor.” demesiyle hayrete düştüm, ama o an için teklifi de kabul etmek zorunda kaldım. Ahi çıkıp gittikten sonra şeyhe, “Görünen o ki bu adam fakirdir. Bizi ağırlamaya gücü yetmez. Kendisini rahatsız etmek istemeyiz.” dedim. Bunun üzerine şeyh tebessüm etti ve “Bu konuda tereddüt etmene gerek yok. Seni davet eden kişi Ahiler’in reislerinden biridir. Kendisi kunduracıdır ve cömertliğiyle tanınmıştır. Yöredeki sanat sahiplerinden aşağı yukarı iki yüz arkadaşı vardır. Bunlar onu reis seçtiler ve bir zaviye inşâ ettiler. Şimdi gündüz kazandıklarını geceleri sarf etmektedirler.” cevabını verdi. Akşam namazını edâ ettikten sonra bu adam tekrar yanımıza geldi. Hep beraber zaviyesine gittik ki burası nefis Bilâd-ı Rûm halı ve kilimleriyle döşenmiş, Irak camından yapılmış birçok avizeyle süslenmiş çok hoş bir yerdi. Misafir odasında beş adet “beysus” vardı. Beysus, bakırdan yapılan üç ayaklı bir çeşit şamdana denir ki baş tarafında yine bakırdan mamul bir nevi kandilin ortasında fitilin çıkması için bir boru bulunmaktadır. Bu kandil, erimiş iç yağı ile doludur ve yanına yine yağ ile dolu bakır kaplar konur. Ayrıca fitili düzeltmek için bir de makas vardır. Ahiler’den biri bu kandile bakar ve kendisine “çıracı” denir. Zaviyenin oturma odasında, sırtlarına kaba giymiş ve ayaklarında mest bulunan bir grup genç yer almıştı. Her birinin belindeki kemere iki arşın uzunluğunda birer hançer asılıydı. Başlarında softan yapılmış beyaz sarıklar olup, her sarığın tepesinde bir arşın uzunluğunda ve iki parmak eninde bir taylasan vardı. Bu gençler bir araya toplandıkları zaman sarıklarını çıkarıp önlerine koyarlardı ki o zaman da başlarında “zerdhani”den ya da benzeri ipekli kumaşlardan yapılmış, görünüşü pek güzel olan bir başka takke kalırdı. Toplantı yerinin orta kısmında misafirlere ait bir peyke vardı. Meclislerine girince bize her çeşidinden bol bol yemekler, tatlılar ve meyveler ikram ettiler. Ondan sonra da raksa başladılar. Ahiler’in yabancılara yönelik bu dostâne tutum ve davranışları, şahsıma yönelik içten ikramları beni hayretler içinde bırakmıştı. Gecenin geç saatlerinde onları zâviyelerinde bırakarak oradan ayrıldım. (İbni Battuta, Büyük Dünya Seyahatnâmesi-Tuhfetû’n-Nûzzâr fî Garâibi’l-Emsar ve’l-Acâibi’l-Esfar, çev. Muhammed Şerif Paşa, sadeleştirenler Mümin Çevik-Ali Murat Güven) 218 Öğretici Metinler Evliya Çelebi’den ADİLCEVAZ KALESİ Azerbaycan şahlarından İran Şahı Taceddin Alişân tarafından yaptırılmıştır. Nice hükümdarların eline geçtikten sonra 940 tarihinde kaleye sığınmış olan Acemler, Osmanlı baskısına dayanamayıp kalenin anahtarlarını bizzat Süleyman Hân’a teslim etmiştir. Kalenin ilk hâkimi Zâl Paşa’dır. Kale, Van Gölü kenarında, göğe yükselmiş bir kaya üzerinde, yontulmuş taş ile yapılmış sağlam bir yapıdır. En yüksek yerine yarım saatte çıkılır. Doğu ve güneyini çevreleyen Van Gölü küçük bir haliç gibi görünür. Sabah kuşluk vakti olmayınca mavi bulut arasından kalenin tepesi görünmez. İç kalesinin etrafında hendek yoktur, hendek açmak da mümkün değildir. Zira çepeçevre etrafı şahin yuvalı yalçın kayalardır ki bir tırnak eriştirecek yeri yoktur. Otuz sekiz adet metin kulesi vardır. Adilcevaz Kalesi ... SÜPHAN DAĞI Adilcevaz Kalesi’nin kuzeyinde göğe yükselmiş bir dağdır. Filozof Batlamyos’un dediğine göre, yeryüzündeki yüz kırk sekiz büyük dağdan biri de budur. Bu dağın en yüksek tepesine her sene Türkmenler, Çekvani, Zaza, Lulu, Zibari, Pesani ve Kargari Kürtleri yüzbinlerce hayvanları ile çıkıp yayla faslı yaparlar. Bu dağda otlayan hayvanların çoğu çifte kuzulardır. Şöyle garip bir şey oldu: Adilcevaz ihtiyarları, yakın zamanda bir batında yedi çocuk doğduğunu gördük, diye söylediler. Ben buna güvenmeyerek Allah’ın âdeti böyle değildir diye karşı çıktım. Hemen Savurioğlu, Dizdaroğlu, Meymendioğlu adındaki ihtiyarlarla mahkemeye vardık. Kadı Hâmid Efendi’ye bir kuruş vererek “Canım efendi! Sultan Süleyman Hân zamanında Zâl Paşa sicillerine bakın.” diye rica ettik. Derhal Adilcevaz Kalesi hazinesinden, Zâl Paşa’nın “Ol asırda Süphan Dağı yaylasında Movul Secah adında bir adamın karısı dokuz ay on günde bir batında bir saat içinde kırk çocuk doğurup yirmisi kız, yirmisi oğlan olmak üzere...” diye Süleyman Hân’a böylece arz ettiğini ve 943 tarihiyle sicilde kayıtlı olduğunu gördük. Daha önce bir batında yedi çocuk doğurulduğuna inanmamışken şimdi kırk tanesine inanmaya mecbur oldum. Süphan Dağı’nın böyle bir özelliğinin artık sicillerde bile kayıtlı olduğu görüldü. Allah her şeye kadirdir. Süphan Dağı’nın Erciş sahillerinden görünüşü (Fotoğraf: Ali Dağer) Süphan Dağı (Fotoğraf: Ali Dağer) 219 Öğretici Metinler Bu Süphan Dağı’nda kurt, sırtlan, tilki, çakal, kaplan gibi bütün yırtıcı hayvanlar yaşar. Bu dağda çiftleşirler. Ama asla belaları olmaz. Kurt ile koyun bu dağda bir yerde gezdikleri hâlde, koyunun tüyüne bile zarar gelmez. Onun için bu dağda çobanların değeri pek yoktur. Bağdat arslanına benzer ehlileştirilmiş köpekler vardır. Buranın tavukları çoğunlukla günde ikişer yumurta yumurtlarlar. Ahlat ile Süphan Dağı aralığında korkulu bir yer vardır ki adına Ayn-ı Çimen derler. Kayalardan doğar, sert kayalardan aşağı döküldüğünde sesinden insanın kulağı sağır olur. Sesi iki fersah mesafeden işitilir. Bu pınar, bir halice akarak kaybolur. Yılan zehri gibi acı bir sudur. İçen hayvan veya insan o an ölür. Hatta bizimle beraber gelen Hacı Carullah adında bir zenci, hayvanlara engel olmak için etrafına bir set yaptırmış. Bu pınarın etrafında ottan eser yoktur. Süphan Dağı (Fotoğraf: Ali Dağer) Bu dağın kuzeydoğusunda, dağlar arasında büyük bir kaplıca vardır. Yaylaya gidenler burada yıkanırlar. Suyu gayet sıcaktır. Havuzu geniş olup suyu zırnıklıdır (arseniklidir). İçine girenlerin saç ve sakalları dökülür. Ama kadınlar için çok faydalıdır. Uyuz olan bir kimse çamurundan vücuduna sürse, Allah’ın emri ile iyileşir. Adilcevaz’ı böylece gezip gördükten sonra, göl kenarını takip ederek dokuz saat giderek Deliklitaş Köyü’ne geldik. Göl kenarına yakın, iki yüz haneli bir köydür. Oradan Demirci Köyü’ne geldik. Van Gölü’nden uzak, Erciş Kalesi topraklarında, üç yüz haneli, gelişmiş bir Yakubi köyüdür. Halkı hep demircidir. Oradan Kenzik Köyü’ne geldik. Bu da sahilden uzak, Erciş toprağında, iki yüz haneli köy ve gelişmiş bir zeamettir. Burada, Paşa’nın çadırı önünde yedi adet hırsız yakalanarak kelleleri kesildi. Oradan yine doğuya doğru giderek Erciş Kalesi’ne geldik. Matrakçı Nasuh’un “Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn” isimli eserindeki Erciş Kalesi minyatürü ERCİŞ KALESİ Bu yer birçok zaman onun bunun elinde kalmış, sonunda 521 senesinde Kılıç Arslan Şâh’ın eline geçmiştir. O da burada bir kale inşa ettirerek burayı geliştirmiştir. Sonra yine hükümdardan hükümdara geçmiştir. Bunlardan Karakoyunlu şahlarından Kara Yusuf Şâh da burayı pek geliştirdiyse de Timur gelince harabeye döndürmek istedi. Fakat başaramayıp sadece Muş şehrini harap edebilmiştir. Sonra 955 tarihinde, Süleyman Hân, Acem diyarından gelip bu Erciş Kalesi’ni Acem elinden aman ile alarak yeniden güzelleştirmiştir. Halen Van Eyâleti’nde sancakbeyi merkezidir. ... 220 Süphan Dağı’nın Van Gölü’nden görünüşü (Fotoğraf: Ali Dağer) Erciş Kalesi kalıntılarının önemli bir bölümü günümüzde Van Gölü’nün suları altındadır. Öğretici Metinler Melek Ahmet Paşa efendimiz ile Erciş Kalesi’ne giderken, beyleri Ferhat Bey idi, kale kulu ve livası, sipahileriyle altı bin kadar silahlı seçkin asker göndermiştir ki bunların silahları ve savaş âletlerinin parıltısından gözlerimiz kamaşmıştı. Kaleye yaklaştığımızda kale içinden gülbank (Hep bir ağızdan ve makamla yapılan dua veya ant) ve “Allah Allah!” sesleri göğe yükseldi. Bu aralık, kalenin burç ve kulelerinden binlerce tüfek atışı yapıldı. Bunların gürültüsü bitmeden bir yaylım balyemez toplar atıldı ki Erciş Kalesi, semender kuşu gibi Nemrut ateşi içinde kaldı. Paşa kaleye yaklaştığında, topçular hüner gösterisi için balyemez toplarından Van Gölü üzerine seğirtme gülleler attılar. Her gülleleri gölde kelle gibi seğirtti. Bu şekilde nice şenlikler yaptılar. Paşa, çadırında konakladı. Ziyafetten sonra divan toplantısı yapıldı. Üç gün istirahate karar verildi. Ben kaleyi gezip seyre başladım. ... İBÂDET YERİ VAN KALESİ Saray kuyumcusu Mehmet Zıllî Efendi’nin oğlu olan Evliyâ Çelebi (1611-1682) İstanbul’da doğmuş, devrinin şartlarına göre iyi bir eğitim görmüş, IV. Murat döneminde saraya alınmıştır. Kendisinin anlattığına göre, 1630 Muharreminin Aşure gecesi, Ahî Çelebi Câmii’nde cemaat arasında Hz. Peygamber’i görmüş, heyecanlanarak “Şefaat ya Resûlallâh!” diyeceği yerde “Seyahat ya Resûlallâh!” demiş; Hz. Peygamber de onu hem şefaat hem de seyahat ile müjdelemiştir. Evliyâ Çelebi’nin anlattığına göre cemaat arasında bulunan Sa’d bin Ebî Vakkas ise ondan seyahatlerinde göreceklerini yazmasını istemiştir. Bunun üzerine Evliyâ Çelebi önce İstanbul’u, daha sonra da imparatorluğun birçok yerini gezip görmüş, bu yerlerle ilgili bilgi, gözlem ve izlenimlerini anılarıyla zenginleştirerek “Tarih-i Seyyah” olarak da bilinen “Seyahatnâme” isimli eserine aktarmıştır. Eserini oluştururken gördükleriyle yetinmeyen, birçok ilimden de faydalanan, belli başlı tarihlere, kanunnâmelere ve menkıbelere başvuran Evliyâ Çelebi, gezdiği yerlerin tarihini, coğrafyasını, iklimini, sanat eserlerini, insanlarının giyiniş, yaşayış, dil ve dinlerini, silahlarını, âdetlerini, ayırt edici özelliklerini, yerleşme şekillerini, kısaca bireysel hayattan toplumsal hayata, günlük hayattan manevî hayata kadar bütün özelliklerini son derece dikkatli bir seyyah olarak gözlemlemiş ve eserine aktarmıştır. Ömrünün otuz yılını İstanbul’da, geri kalan yaklaşık elli yılını da seyahatlerde geçiren Evliyâ Çelebi, hiç evlenmemiş, yaşamını gezmeye ve yazmaya adamıştır. Onun on ciltlik “Seyahatnâme”si; tarihî, folklorik ve edebî açılardan çok önemli bir kaynaktır. Düşünceye ve daha çok göze hitap eden güçlü betimlemeleri, mizahî, abartmalı, secili anlatımı, bu eserin belirgin anlatım özellikleri arasındadır. Önce buralarda Âd ve Semûd kavimleri yerleşmişlerdi. Bu dağlarda mağaralar ve büyük oyuklar yapıp oturmuşlardı. Allah’ın hikmeti bu ya, bütün sert kayalar onlara boyun eğermiş. Sonra bu Van kayası nice devletlerin eline geçmiştir. Hazreti Peygamberin doğumundan 1600 sene önce, Hz. Dâvud zamanında Melik Câlut bu Van kayalıkları üzerine büyük bir kilise yaptırmıştır. Davut aleyhisselâm Melik Câlut’u öldürttükten sonra da bu kilise elden ele geçmiş, nihayet Hz. Peygamberin doğumundan 881 yıl önce Büyük İskender’in eline geçmiştir. İskender bu kiliseye, yerlilerin “ibâdet yeri” anlamına kullandıkları “Vank” adını koymuştur. Sonra bu kelime bozulmuş ve şehrin adı da Van kalmıştır. ... Van kayalıkları, Azerbaycan toprağındadır. Güneyi, batısı ve kuzeyi Van Gölü ile çevrilidir. Kıble, doğu ve yıldız tarafı İrem Bağı gibi bir sahranın ortasıdır ki kale bu ortada yüklü olarak çökmüş deve gibi durur. Arka 221 Öğretici Metinler ucu göğe yükselmiş olup çeşit çeşit şekiller hâlinde görünür. İki tarafı da deve yükü gibi karnı geniş, altı sütunsuz, dağ gibi boş kayalardır ki kıble tarafındaki kayaların altında aşağı şehir alçak bir hisar varoşudur. Kuzey tarafındaki altı boş kayada -ki Timur’un toprak sürdüğü yerdir- şehir yoktur. Bir tarafı sazlı bataklıktır. Batı tarafı Timur toprağı olup arkası sahradır. Bu kaya çökmüş bir deveye benzetilirse, başı doğu tarafında olup gülle gibi kayalar vardır ki bunlara asla top ulaşmaz. Devenin kıç tarafı, Van Gölü tarafına ve batıya bakar. Bu deve kıçına benzeyen yerden üç bin altmış adım yükseklikteki kayalar üzerine, korka korka, tam bir saatte çıktık. Yedi kule ve yedi kat kapı gezip aşağı Arapcan kapısına vardık ki kalenin en aşağı duvarıdır. Bu kalenin kayaları pek tuhaf bir şekilde görünür. Nice yerlerinde kayalar ejderha gibi aşağı sarkmış, şehri örter gibidirler; başları, pençeleri, gerdanları açıkça bellidir. Görenler bilir: Niceleri arslana benzer, timsaha benzer, gemiye benzer; bazı kayalar oturmuş akbaba kuşu gibi durur. Bu kayalar, aşağıdan tam üç saatte dolaşılır. ... Hâsılı, bu Van kayalarının içerisinde altı yüz kadar mağara vardır ki hiçbirisi boş değildir. Hepsi cephane, mühimmat ve askeri malzemeler ile doludur. Hatta Süleyman Hân -Allah rahmet eylesin- birçok fetihlerde bulunup kaleler aldığından her şeyi bilir, dışarıdan kaleye ve kaleden düşmana ne şekilde top atılıp kalenin nasıl dövüleceğini, kaleden atılan topların düşmana nasıl zarar vereceğini bildiğinden, Van Kalesi’nin ta en yüksek yerine yirmişer, otuzar ve kırkar karış aralıklarla balyemez toplar koydurmuştur. Dört saatlik mesafeden, Edremit bağlarından düşman görününce bu toplar Van sahrasında ve kırk mil deryasında insan gezdirmez. Van Kalesi’nin şekli: Yukarıda anlatılan mağaralar üzerinde göğe doğru uzanmış yüksek bir kaledir. Batı tarafında yedi kat kapı kuleleri vardır. Burçlar birbirine bakar. Kuzey tarafa bakan bölme bölme kayalar üzerinde, üç grup kale duvarı arasında azap ve diğer sınıf askerleri otururlar. Bu taraftaki kayaların içi, ta aşağı sazlığa inen Soluk yolunun kalesi, balyemez toplarla doludur. Kıblesinde, güneyinin aşağı şehre bakan yerinde hiç duvar yoktur. Tamamen yalçın kayalar üzerinde yeniçeri ağasının, başçavuş ve kâtibinin, dizdar ve kethüdasının sarayları ile diğer yeniçeri ve cebecilerin odalarının duvarları vardır. Yoksa bu taraftaki kale duvarından aşa222 Öğretici Metinler ğı bakmaya kimse cesaret edemez. Bu kısımda aşağı şehre sarkan kayalar içinde oyulmuş Soluk Kulesi yolu vardır. Yukarı kalenin en yüksek yerinden Horhor suyu kayasına; ince, bin basamaklı taş merdiven ile inilir. Su alınan yol yine başkadır. Kuşatma sırasında sıkışıklık olmaması için Kılıç Arslan böyle yaptırmıştır. Van’ın bu kale kayasından Horhor denilen değirmen çarkını döndüren suyu akar. Debbağhane içinden etrafta bulunan bağ ve bostanları sulayıp Van Gölü’ne dökülür. Güzel bir sudur. Van Kalesi Camileri: Yukarı kalede Vanik Camii, ta Hazreti Davut zamanında yapılmıştır. Eski bir ibâdet yeridir. Sonra Hazreti Ebubekir, elçilik ile buraya geldiğinde mescit olmuştur. Yüzlerce hükümdarın eline düşmüş ve yine cami olarak 940 tarihinde Sultan Süleyman tarafından tamir olunarak adını “Süleyman Han Camii” olarak koydurmuştur. Bir kapılı, hayli geniş bir camidir. Bir minaresi vardır. Hatta Van’da bir zelzele olduğunda minaresi yıkılmıştır. Sonra Yeniçeriağası Ömer Ağa güzel bir sanat eseri olarak minare yaptırmıştır ki uç kısmı öğle vaktine kadar bulut içinde kalır. Bu iç kalede bundan başka cami yoktur. Bütün pencereleri aşağı şehre ve Edremit sahrasındaki bağ ve bahçelere bakar. Süleyman Han Camii’nin J. Laurens tarafından yapılan gravürü (1859) ... Hüsrevpaşa Camii, Süleyman Hân vezirlerinden Koca Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bitlis’te bedesteni, kargir yapı çarşısı, Rahova sahrasında da muazzam bir hanı vardır. Van hâkimi iken bu camiyi yaptırmıştır. Bütün kubbeleri ve odaları mavi kurşunla örtülü nurlu bir camidir. Orta kubbesi gayet güzel işlemelidir. Hâlis altınla kaplanmış alemleri, âlemi aydınlatan güneşin ışığı ile öyle bir parlaklık saçar ki insanın gözlerini kamaştırır. Caminin içinde çok kıymetli, işlemeli avizeler vardır. Dört tarafındaki pencereleri billur, necef ve moran camlarından olup gayet işlidir. İstanbul tarzı bir yüksek minaresi vardır. Avlusu etrafında medrese odaları vardır. Paşa Sarayı yakınında olduğundan her cuma paşalar bu camiye gelirler. (Evliya Çelebi, Seyahatnâme-Kısaltılmış Versiyon, sadeleştirenler Tevfik Temelkuran, Necati Aktaş, Mümin Çevik) Süleyman Han Camii (Vanik Camii) Hüsrevpaşa Camii 223 Öğretici Metinler ÖLÇME – DEĞERLENDİRME 9 Gezi Yazısı (Seyahatnâme) BİLGİ – YORUM 1. Örnek metinlerden ve şimdiye dek edindiğiniz bilgilerden yola çıkarak gezi yazılarının belirgin özelliklerini sıralayınız. 2. Yazarları bu tür metinler oluşturmaya iten temel neden ne olabilir? İnsan gerçeğinden yola çıkarak cevaplayınız. 3. Örnek metinlerde dil, belirgin olarak hangi işlevde kullanılmıştır? 4. Örnek metinleri, yazım ve noktalama bakımından inceleyiniz. 5. Örnek metinleri, akıcılık, bağlaşıklık ve bağdaşıklık bakımından inceleyiniz. 6. Örnek metinleri, anlatım türleri (açıklayıcı anlatım, betimleyici anlatım vb.) bakımından inceleyiniz. 7. Bir yer hakkında ayrıntılı bilgiler vermesine karşın gezi yazısı sayılamayacak ansiklopedik ve coğrafi metinler vardır. Bunlarla gezi yazıları arasında temelde ne fark vardır? 8. Gezi yazılarıyla anı metinleri arasında ne tür benzerlikler ve farklar vardır? 9. Aynı yeri gören kişilerin oluşturdukları gezi yazısı metinleri arasında benzerlikler ve farklılıklar olmasını hangi gerekçeyle açıklamak mümkündür? 10. İyi bir gezi yazısı, okuyucuları hangi yönde etkiler? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız. 11. Gözlemin, gezi yazılarının oluşturulmasındaki katkısı ne ölçüdedir? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız. 12. Televizyon ve İnternet, gezi yazısı metinlerinden oluşan kitapların yazılmasını ve okunmasını olumlu mu olumsuz mu etkilemiştir? Gerekçelerini de belirterek cevaplayınız. 13. “Mir’âtü’l-Memâlik”in, Türk edebiyat tarihindeki yeri ve önemi hakkında bilgi veriniz. 234 Öğretici Metinler Sohbet türüyle ilgili bilgi vermeden önce metinlerin sınıflandırılmasıyla ilgili şöyle bir açıklama yapabiliriz: Birçok edebiyat araştırmacısı, sohbeti ayrı bir metin türü olarak kabul etmemiş ve bu türde oluşturulmuş metinleri, fıkra (köşe yazısı) ya da deneme türleri içinde ele almıştır. Gerçekten de sohbetle fıkra ve deneme türleri arasında işlev ve içerik bakımlarından çok büyük benzerlikler vardır. Bu saptamayı yaptıktan sonra sohbet türünün belirgin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: 1. Sohbet kelimesinin “TDK Türkçe Sözlük”teki ilk anlamı şudur: Dostça, arkadaşça konuşarak hoş vakit geçirme, söyleşi, yârenlik, hasbihâl. Bir metin türü olarak kabul edilen sohbet (söyleşi), kelimenin bu ilk anlamıyla yakından ilişkilidir: Sohbet, yazarın duygu ve düşüncelerini, bir arkadaşıyla konuşur, onunla sohbet eder gibi anlattığı metin türüdür. 2. Sohbet metinlerinde, dostlar ve arkadaşlar arasındaki gerçek sohbetlerde ele alınabilecek her tür konu işlenebilir. Bu yönüyle sohbet, gündelik olaylardan politikaya, değer yargılarından sanat ve edebiyat gelişmelerine kadar birçok konunun ele alınabildiği bir metin türüdür. 3. Bu metin türündeki anlatım, gerçek sohbetlerdeki gibidir. Gerçek sohbetlerdeki anlatımın en 238 ESEN YAYINLARI 6. SOHBET (SÖYLEfi‹) belirgin özelliği ise samimiyettir, sıcaklıktır, rahatlıktır. Bir metin türü olan sohbeti gerçek sohbetten ayıran tek fark, muhatabın gerçek bir kişi olarak yazarın karşısında bulunmamasıdır. Yazar, gerçek anlamda karşısında bir kişi olmamasına rağmen, o kişi varmış gibi bir tutum takınır. Sohbet, bu yönüyle özel mektuba benzer. Yakın bir dosta yazılan bir mektupta, yazarın, muhatabına içtenliğini ifade eden kelime ve cümleler kullanması, ona yakınlık anlatan hitaplarla seslenmesi, sorular sorup ondan bu sorulara cevaplar beklemesi gibi sohbet yazarı da okuyucusuna, içtenliğini ifade eden hitap sözleriyle yönelir ve ona sorular sorar. Nitekim Nurullah Ataç, yazdığı sohbet metinlerini, sohbetle mektup arasındaki anlatım benzerliğinden ötürü şekil bakımından da birer özel mektup gibi düşünmüş ve bu türde yazdığı metinlerin bir bölümünü “Okuruma Mektuplar” isimli kitabında toplamıştır. Sohbet metinlerinde karşımıza çıkan bu içten anlatımın benzerine bazı radyo ve televizyon programlarında da rastlarız. Bu anlamda sohbet yazarını, televizyonlarda ve radyolarda tek kişinin başarımına (performansına) dayalı program yapan sunuculara benzetebiliriz. Söz gelimi bir radyo programının sunucusu, dinleyicilerini gerçekten stüdyosu- Öğretici Metinler rübelerden, kişisel bakış açısından, esprili söyleyişlerden ve öznel değer yargılarından hareketle yapılır. 5. Sohbet metinleri, öğretici metin türleri içinde sınıflandırılır. Bu tür metinlerde öğreticilik, bir bilginin doğrudan değil, çoğu kez dolaylı yollarla aktarılması şeklinde gerçekleşir. Yani sohbette bir makalede olduğu gibi aktarılmaz bilgiler. İnsan bir arkadaşıyla sohbet ederken nasıl bir şeyleri öğreniyorsa sohbet yazılarında da o samimi hava içinde öğrenir bazı şeyleri. 6. Sohbette içten, akıcı, sürükleyici, yalın bir anlatım kullanılır. Gerçek bir sohbet izlenimi uyandırmak için hitap sözlerine, devrik cümlelere, konuşma dilindeki kelime ve deyimlere sıkça yer verilir. Ünlem cümleleriyle sözde soru cümleleri sıkça kullanılır. Herkesin bildiği fıkralardan, atasözlerinden ve nükteli söyleyişlerden yararlanılır. ya çalışır. Radyo ve televizyonlarda tek kişinin başarımına dayalı edebiyat, sanat, kültür, tarih vb. programları da bu bağlamda ele alınabilir. Hatta denilebilir ki sohbet türündeki metinler bu tür edebiyat, sanat, kültür, tarih programlarının yazıya aktarılmış şekilleridir. Sözlü anlatımla oluşturulan bu tür programların metinleri, yazıya aktarıldığında bir sohbet metnine dönüşür. Nitekim bu türün en önemli temsilcisi sayılan Şevket Rado, “Eşref Saat” isimli kitabında topladığı sohbet metinlerini, İstanbul Radyosu’nda yaptığı programların sözlü anlatılarını yazıya aktararak oluşturmuştur. 4. Sohbette düşünceler derinleştirilmeden ifade edilir, bunların mutlak doğru olduğu iddiasında bulunulmaz. Hele hele bunların bilimsel gerekçelere dayandırılarak kanıtlanması yoluna asla başvurulmaz. Konular, dostça bir yaklaşımla “Ben böyle düşünüyorum, böyle düşünmekte haksız mıyım, bu konuda sen ne dersin?” atmosferi içinde ele alınır. Dostça, arkadaşça konuşarak hoş vakit geçirme anlamına gelen gerçek sohbetlerdeki gibi hoşça vakit geçirme, bazı duygu ve düşünceleri paylaşma amacı ön plana çıkar bu tür metinlerde. Bazı sohbet metinlerinde gerçek sohbetlerde olduğu gibi ikna etme amacı da güdülebilir. Ama bu ikna etme, bilimsel gerekçe ve gerçeklerden yola çıkılarak değil, tec- ESEN YAYINLARI na konuk etmese de onlara stüdyosundaymış gibi hitap eder, onlarla çeşitli konular hakkındaki görüşlerini paylaşır, onlara sorular sorar. Bir anlamda mikrofonu aracılığıyla milyonlarca kişiyle aynı anda sohbet ediyormuş havası uyandırır. İşte bir metin türü olan sohbet de bunun gibidir. Yazar, okuyucuyla sohbet eder gibi bir tutum takınır, onlarla içten bir iletişim kurma- 7. Sohbet metinlerinde dilin hangi işlevde kullanıldığı, yazarın konuyu ele alma biçimine bağlı olarak değişir. Yazar, bilgilendirme amacıyla nesnel bilgiler verdiği bölümlerde, dili, göndergesel işlevde; konuyla ilgili duygu ve heyecanlarını dile getirdiği bölümlerde heyecana bağlı işlevde; okuyucuda tepki ve davranış değişikliği yaratmayı amaçladığı bölümlerde alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanır. 8. Sohbet metinlerinde daha çok söyleşmeye bağlı anlatım ile açıklayıcı anlatım kullanılır. Bazı yazarlar, sohbet metinlerinin bazı bölümlerinde mizahi anlatımla öyküleyici anlatımdan da yararlanır. Hatta bazı yazarlar, bilimsellik kaygısıyla değil de dostça bir yaklaşımla ikna amacı güttükleri bölümlerde kanıtlayıcı anlatımdan da yararlanabilirler. 9. Sohbet, işlev ve içerik bakımından gazete çevresinde gelişen metin türlerinden en çok fıkra ve denemeyle benzerlik gösterir. Özellikle de fıkrayla sohbet arasındaki benzerlikten yola çıkarak “Okuyucuyla sohbet ediliyormuş havası taşıyan fıkralara sohbet denir.” demek yanlış olmaz. 10. Ahmet Rasim, Suut Kemal Yetkin, Nurullah Ataç ve Şevket Rado sohbet türünde metinler kaleme almışlardır. Sohbet, günümüzde de bazı gazete yazarları tarafından kullanılan bir metin türüdür. 239 Öğretici Metinler ÖRNEK METİN 1 GENÇLİĞİN KIYMETİ İzin verirseniz sizlere ilkbahardan söz açmak istiyorum. Bahar sözcüğünün kendine mahsus bir çekiciliği vardır. Yalnız tabiat için, kırlar için, çiçekler için, ağaçlar için değil; insanlar için de bir bahar, bir ilkbahar düşünülür. İnsanların genç olduklarını anlatmak için “ömrünün ilkbaharında” derler. Tabii o ömrün bir de sonbaharı vardır ki çiçeklenmenin belki sonunun geldiğini anlatmak için öyle demişlerdir. Bahar sözcüğünün bize yeşermeyi, çiçeklenmeyi hatırlattığını tekrarlamaya tabii lüzum görmüyorum. İlkbaharla beraber bütün tabiatın çiçeklerle donanması, bu kelimenin manasını düşünmeye pek de lüzum bırakmamıştır. Fakat çiçek, ilk bakışta zannedileceği gibi, sadece bir süslenme, bir güzelleşme arzusunun mahsulü değildir. Her çiçeğin bir gayesi vardır. Bu gaye de meyveye doğru gitmektir. Eğer sadece çiçekler açar, ağaç renklere boğulur, fakat sonunda meyveler gelmezse o çiçeklerin belki hoşluğu sürer ama manası kalır mı? Bir zamanlar arkadaşım Sait Faik yazdığı güzel bir yazıda çiçeklere bakarak şaşakalıyor “Bu kapkara topraktan çıkan bu bembeyaz, bu sapsarı, bu mavi, bu kırmızı çiçekler acaba bize toprağın altında gizli olan harikulade bir âlemden haber vermek istiyorlar da biz bunun bir türlü farkına varamıyor muyuz dersiniz?” diye soruyordu. Çiçeklere renk veren, koku veren o kara toprağın altında harikulade bir âlem var mıdır, yok mudur, pek bilmem ama her çiçeğin 240 Öğretici Metinler Tecrübelerle dolu bir ömür yaşamış olan insanlar, gençliğin acemi hareketlerini gördükçe onlara “Gençliğinizin kıymetini biliniz.” diye nasihat etmekten hoşlanırlar. Ama kaç genç bu sözün kıymetini kavrayabilir? Hâlbuki hayat ilerledikten sonra insanların duydukları birçok pişmanlık; gençlikte kaybettikleri, bile bile savurdukları imkânlar yüzünden doğmaktadır. “O zamanlar niçin daha çok okumadım? Niçin daha çok çalışmadım? Önümde açılan yükselme yoluna neden sapmadım da zevki çabucak kaybolan bir eğlencenin peşinde zamanlarımı harcadım?” diye dizlerini döven insanlara çok rastlanıyor. Bu insanların neden bu derece üzüldüklerini gençler anlamasalar bile feleğin çemberinden geçmiş olan yaşlılar çok iyi anlarlar. Çünkü bu yalan dünyada insanlara reva görülen en hazin işkence, geçmiş olan zamanın bir daha geri gelmesine imkân bırakılmamış olmasıdır. bir meyveyi ortaya koymak niyetiyle açıldığını bilmek için âlim olmaya pek lüzum yoktur. Zaten insanlar da öyle değil midir? Ömürlerinin ilkbaharında yeniden hayat bulup yeşermekte olan ağaçların çiçekleri ve yaprakları gibi taptaze, gevrek ve çiçekler gibi renkler içinde, güzel, yakışıklı olan insanlar tabiatın kendilerinden istediği meyveyi vermeyip de yalnız bir çiçek gibi süslü kalmak isterlerse hüsrana uğrarlar. Çünkü insanlara ait güzelliklerden hiçbiri ebedî değildir. Tabiat her sene dört mevsim geçirirken insanlar da normal bir ömrü yaşamaya muvaffak olurlar ise hayatın ilkbaharından yazına, yazından sonbaharına, sonbaharından kışına atlayacaklar; yavaş yavaş gençliğin bütün güzelliğini ve tazeliğini kaybederek ihtiyarlığa doğru gideceklerdir. Dikkat ederseniz, ihtiyarlığa doğru gideceklerdir, diyorum; çirkinliğe doğru demiyorum. Çünkü hayatta insanlara mahsus güzellikler yalnız ilkbaharın verdiği tazelikten ibaret değildir. Çiçeklerini açmış bir şeftali ağacı ne kadar güzelse, aynı ağaç, dallarından olgun şeftaliler sarkarken de güzeldir. Ama unutmamalı ki bu harikulade şeftaliler ilkbahardaki o harikulade çiçeklenmenin, o mevsimdeki hazırlanmanın, o mevsimdeki dikkat ve ihtimamın eseridir. Eğer insanların ilk gençliklerini tabiatın bütün istidatları parlattığı ilkbahar mevsimine benzetmeye devam edersek, olgun yaşlarda güzel meyveleri toplayabilmek için bu çağda ne kadar dikkatle hazırlanmak gerektiğini daha iyi kavrarız sanıyorum. Eski zamanların Heraklit filozofu bir nehirde iki defa yıkanmanın mümkün olmadığını söylerken bunu ne güzel anlatmıştır. Çünkü hayat, tıpkı bir nehrin suyu gibi zaman içinde akıp gitmektedir. O nehirde bir an sizin etrafınızı çevirmiş, yüzünüzü ıslatmış, omzunuzdan göğsünüze doğru akmış olan su, bu süzülmeyi takip eden andan itibaren sizden uzaklaşmıştır. Onu kovalamanıza imkân yoktur. Akan su içinde insan ne ise, zaman içinde de hayat odur. Yaşadığınız her anı, hele gençlikte yaşadığınız her anı iyi kullanmaya mecbursunuz; çünkü gençlik, hayatın sonraki devreleri için bir hazırlanma çağından başka bir şey değildir. Fidanken iyi bakılmış, suyu verilmiş, böceklerden, hastalıklardan korunmuş, budanmış, aşılanmış bir ağaç en güzel meyveleri vermeye de hazırlanmış demektir. Gençliği umursamazlıklar içinde geçmiş bir adam da birçok bakımdan eksik kalmıştır. Bu eksiklikleri insan muhakkak ki gençliğin hareketli çağı geçtikten sonra fark ediyor. 241 Öğretici Metinler Bilmem bilir misiniz, kültürün güzel bir tarifi vardır: Kültür, insanın okuduklarını unuttuktan sonra aklında kalan şeydir, derler. Hani hepimiz mekteplerde bize birtakım işimize yaramayacak bilgiler öğrettikleri için kızarız ya! Gerçekten mektep sıralarında okuduğumuz, imtihan vermeye mecbur olduğumuz, “Bunlara ne lüzum var?” diyerek sinirlendiğimiz dersler, kültürün bu tarifine göre, öğrendikten sonra unutmamız lazım gelen şeylerdir. Ama bütün o bilgileri hazmedip tamamen unuttuğumuzu zannettiğimiz zaman bizde kalan şey kültürümüzü teşkil edecektir. Demek ki gençliğimizde ne kadar çok şey öğrenirsek, yani unutacağımız bilgiler ne kadar fazla olursa o nispette kültürlü bir adam sayılabileceğiz. İçinde bir şeyler kalacak olan bu bilgi dağarcığı da ne çare ki ancak gençlikte doldurulabilir. İnsan hayatta, gençlik yaşlarında iken okumak için çok zamanı var zanneder. Hâlbuki bu zaman, mektebe başladığımız yaşlarla en yüksek mektepleri bitirip çıktığımız yaşa kadar devam etmektedir; umumiyetle bu zaman içinde ne okumuşsak okumuşuzdur. Şüphesiz okumaya devam etmek azmimiz canlı kaldıkça yeni kitaplar bize zevk vermeye devam edecektir. Fakat gençlik çağlarında okunmuş kitapların şahsiyetimize kattıklarını, sonraki kitaplar kolay kolay değiştiremez. Gençlikte pek çokmuş gibi görünen vakit, yaş ilerledikçe azalacaktır. Yetmiş beş yaşına varan bir âlim, “Ah kabil olsa da köşe başlarında şapkamı gelene geçene uzatsam da boş geçirdikleri vakitleri içine atmaları için yalvarsam.” derken kendisi için ayrılmış zamanın bitmekte olduğunu ne güzel anlatmıştır. Bir insanın içinde yaşadığı cemiyete ve bu arada kendisine biraz faydalı olabilmesi; ancak gençliğinin kıymetini bilmesine, o çağlarda zamanını iyi kullanmasına, dağarcığını iyice doldurmasına bağlıdır. “Gençlik bilse, ihtiyarlık yapabilse!” derler. İhtiyarlığın kudretli olması gençliğin birçok şeyi bilmesine dayanır. En güçlü ihtiyarlar, gençliklerini boş geçirmemiş olanlardır. Eğer insanlık eğiliyorsa onların önünde eğiliyor. Tabiatın uykusundan uyandığı, ağaçlara suların yürüdüğü, çiçeklerin açtığı, yaprakların yeşerdiği ilkbahar günlerinde, tıpkı taze fidanlar gibi etrafınızda gelişmekte olan gençlere faydalı olmak için elinizden gelen gayreti esirgemeyeceğinizi ümit ederim. Bilirsiniz ki en güzel meyveler, en iyi bahçıvanların eseridir. (Şevket Rado, Eşref Saat) 242 Şevket Rado Öğretici Metinler 7. HABER YAZISI sel unsurlarla zenginleştirilebilen, giderlerinin önemli bölümü reklâm ve ilan gelirleriyle karşılanan, her gün veya daha geniş periyodik aralıklarla çıkarılan, genellikle düşük maliyetli kâğıt kullanılarak basılan bilgilendirici bir yayın türüdür. İnsanlar; duygu, düşünce ve tecrübelerini; yaşadıkları ya da tanık oldukları olaylar hakkındaki bilgi ve gözlemlerini başkalarına da anlatmak, onları da bunlardan haberdar etmek isterler. Aslında bu tek yönlü bir istek değildir. İnsan bir taraftan haberdar etmek isterken bir taraftan da haberdar olmak, yani başkalarının duygu, düşünce ve tecrübelerini; yaşadıkları ya da tanık oldukları olaylar hakkındaki bilgi ve gözlemlerini öğrenmek ister. İnsan doğasının bu gerçeği, iletişim eyleminin özünü oluşturur. Çağlar boyunca her bir metni tek tek yazarak çoğaltmak durumunda kalan insanoğlu, matbaanın icadıyla birlikte metinleri daha kolay ve sağlıklı araçlarla çoğaltmanın yolunu bulmuştur. Bu anlamda matbaanın yazılı iletişimde devrim etkisi yaptığını söyleyebiliriz. Matbaa, hem metinlerin kolay şekilde çoğaltılmalarını sağlayarak bilgiye erişimi kolaylaştırmış, kişilerin bir şeylerden haberdar olmalarının önünü açmış hem de insanların yeni metinler oluşturmaları yönündeki istek ve heyecanlarını artırmış, kişilerin bildiklerini metinler aracılığıyla başkalarına aktararak onları bunlardan haberdar etmelerini kolaylaştırmıştır. Matbaanın icadına zamanla diğer toplumsal, siyasi, bilimsel, ekonomik vb. alanlardaki gelişmeler de eklenince yeni bir meslek (gazetecilik) ortaya çıkmış, gazeteler zaman içinde modern yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Gazete; politika, aktüalite, ekonomi, spor, kültür vb. konuların tümüyle ya da bir bölümüyle ilgili haber, bilgi ve yorumlar içeren, fotoğraf ve karikatür gibi gör- ESEN YAYINLARI İnsanoğlu iletişim ihtiyacını karşılamak için en eski çağlardan beri çeşitli yollar aramış, bu amaçla gerek dil dışı göstergelerden gerekse de dil göstergeleri olan kelimelerden yararlanma yoluna gitmiştir. Başta sadece birer ses birimi olarak varlık gösteren ve insanların konuşarak iletişim kurmalarını sağlayan kelimeler, yazının icadıyla birlikte; tabletlere, kayalara, hayvan derilerine, kâğıtlara vb.ne kaydedilmeye başlanmış, böylece daha somut bir göstergeye dönüşerek kalıcılık niteliğini de kazanmıştır. Gazeteye yazı yazmayı, haber toplamayı veya gazetenin yazı işlerinde çalışmayı meslek edinmiş kişilere gazeteci denir. Köşe yazarlığı, editörlük, grafikerlik, foto muhabirliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği vb. çalışma alanlarını içine alan çok geniş bir kavram olan gazeteciliğin temeli, muhabirliğe dayanır. Basın ve yayın organlarına haber toplayan, bildiren veya yazan kişilere muhabir; muhabirlerin yazdıkları haber metinlerine de haber yazısı denir. Haber yazısı, haber değeri taşıyan önemli ve güncel bir olay, durum, kişi ya da gelişmeyle ilgili objektif bilgi veren, genellikle resim, çizim, fotoğraf gibi görsel malzemelerle desteklenen kısa gazete yazısıdır. Gazetelerin temel çıkış gerekçesi olan, geniş halk kitlelerini yurtta ve dünyada gelişen kimi olaylardan haberdar etme isteği, haber yazıları aracılığıyla somutlaştırılır. Her gazete, yayın politikasına bağlı olarak haber yazılarına az ya da çok ama mutlaka yer vermek durumundadır. Bir gazetenin haber merkezine dört kanaldan veri akışı olur: 1. Kendi muhabirlerinden 2. Resmî kanallardan 3. Haber ajanslarından ve diğer medya kuruluşlardan 4. Başka haber kaynaklarından Bu kanallardan gelen verilerin bir kısmı ya doğrudan haber yazısıdır ya da haber yazısına çok kolay dönüştürülebilme niteliğine sahiptir. Gazetenin kendi muhabirlerinin geçtiği haberler, resmi kanallardan ve haber ajanslarından gelen haberler bu türdendir. Başka haber kaynaklarından gelen, söz gelimi gaze249 Öğretici Metinler telerin haber merkezine gönderilen ihbar mektupları ya da şikâyet telefonlarıyla ulaştırılan bilgiler ise ancak belli bir araştırma sürecinden sonra bir haber yazısına dönüştürülebilecek türdendir. Bir gazetenin en önemli ve güvenilir haber toplayıcıları kendi muhabirleridir. Muhabirler, günceli takip ederek haber değeri taşıyan ilginç ve önemli olaylar bulmak, bu olaylarla ilgili bilgi, gözlem, araştırma, inceleme ve görüşmelerini kısa sürede tamamlayarak yazılarını bir an önce yazmak zorundadırlar. Muhabirlerin “zamanla yarışan kişiler” olduklarını söylemek yanlış olmaz. Muhabirlik, kulaktan dolma bilgilerle yapılmaz. Muhabir; şantaj, karalama, yıpratma vb. amaçlı haberler yazmaz; gerçek olay, olgu, belge ve bilgilerden hareketle metnini oluşturur. Gerçekleri yazmasının birilerine zarar verebileceğini, zarar görenlerin de bunun bedelini kendisine ödetmek isteyebileceklerini bile bile gerçekleri yazmaktan vazgeçmez. Gazeteci bu anlamda cesurdur. Güç odaklarıyla karşı karşıya gelmekten çekinmeyen, kamuoyunun bilgi edinme hakkını kendi çıkar ve ihtiyaçlarının önünde tutan kişidir. Modern yaşamın belli bir konuda uzmanlaşmayı esas kabul eden meslek algılayışı, toplumsal yapının dönüşümü, kurumların ve ilgi alanlarının çoğalması gibi türlü nedenler, muhabirlerin belli konularda uzmanlaşmalarını sağlamış; bunun sonucunda da politika, adliye, polis, ekonomi, kültür-sanat, spor muhabirliği gibi çeşitli muhabirlik dalları oluşmuştur. Muhabirler açısından haberler, bilinen (hazırlıklı) haberler ve bilinmeyen (hazırlıksız, ani) haberler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Bilinen haberler, yazıya konu olacak haberin zamanının ve yerinin önceden bilindiği, içeriğinin az çok kestirilebildiği haberlerdir. Söz gelimi duruşmaların, spor karşılaşmalarının, siyasilerin programlarının vb.nin zamanları ve yerleri önceden belirlenmiştir. Muhabirlerin buralardan haber çıkarmaları için, belirlenen yer ve zamanlarda orada hazır bulunmaları yeterlidir. Muhabirlikte asıl önemli olan, bilinen haberleri yazmak 250 Öğretici Metinler Bir haberin “önemli haber” şeklinde değerlendirilebilmesi için o haberde ele alınan konunun bir iki kişiyi değil, bir kitleyi ilgilendirebilecek ve etkileyebilecek nitelikte ol- 4. Haber yazılarının uzunluğu-kısalığı haberin içeriğine bağlı olarak değişse de bu tür yazılarda ayrıntılara yer verilmeyerek yazının ESEN YAYINLARI ması gerekir. Bu kitle, bir şehir halkı da olabilir bütün bir insanlık ailesi de. mümkün olduğunca kısa tutulması yönünde genel bir eğilim vardır. 5. Haber yazısının başlığı, yazının konusunu ortaya koymalı, okuyucuların dikkatini çekmelidir. Haber yazılarındaki başlıklar, çoğunlukla cümle biçimindedir. 6. Haber yazısı, haberin genel olarak ne ile ilgili olduğunu ortaya koyan, farklı yorumlamalara ve yanlış anlaşılmalara imkân vermeyen bir cümleyle başlar; 5N 1K ifadesiyle sembolleştirilen sorulara verilen cevaplarla genişler. 7. Haber yazılarında anlatıcı, nesnel bir tavır takınır. Tarafsız bir bakış açısıyla gerçekleri dile getirir. 8. Haber yazılarında açık, akıcı, yalın ve duru bir anlatım vardır. 9. Haber yazılarında dil göndergesel işlevde kullanılır. 10. Haber yazılarında açıklayıcı yer yer de öyküleyici ve söyleşmeye bağlı anlatımdan yararlanılır. 5N 1K KİM: Haber yazısına konu olan olayın kim tarafından gerçekleştirildiğini, kimin başından geçtiğini, haberin kimle/neyle ilgili olduğunu ortaya koyan bölümler, haber yazısındaki kim sorusunun cevabı olarak düşünülebilir. Balıkçılar, sorunlarını dile getirememekten şikâyet ediyor. Milli Eğitim Bakanlığı ders kitaplarını bu yıl da ücretsiz dağıtacak. Kars’ta model uçak yapma kursu açıldı. NE: Bu soru habere konu olan olayın neyi/kimi etkilediğini ortaya koymaya yöneliktir: Bir haber yazısında habere konu olan olaydan kimlerin/nelerin etkilendiği/etkileneceği, bu etkilenmenin ne şekilde olduğu/olacağı vb. hususlar açıkça belirtilmelidir. Ekonomik kriz, halkın alım gücünü zayıflattı. Taşımalı eğitim, öğrencileri ve velileri büyük bir dertten kurtarıyor. Aşırı yağışlar, ekili arazileri olumsuz etkiliyor. NASIL: Bu soru, habere konu olan olayın yapılış, meydana geliş süreci hakkında bilgi vermeye yöneliktir. Bir banka soygunu haberinde “Hırsızlar, bankaya nasıl girmişler, hırsızlığı nasıl yapmışlar, güvenlik görevlilerini, banka çalışanlarını ve müşterileri nasıl etkisiz hâle getirmişler, olay yerinden nasıl uzaklaşmışlar?” vb. soruların cevabı olan açıklamalar, haber yazısındaki nasıl sorusunun cevabı olarak düşünülebilir. Hırsızların bankaya girmek için yaklaşık otuz metrelik bir tünel kazdıkları anlaşıldı. Anayasa Mahkemesi Başkanı, bugün bir basın toplantısı düzenleyerek bazı açıklamalarda bulunacak. Otel inşaatının durdurulması için yeni imza kampanyası başlatan çevreciler, yöneticileri ve girişimcileri doğal çevreye duyarlı olmaya çağırıyor. 252 Öğretici Metinler NİÇİN: Bu soru, habere konu olan olayın nedenini bulmaya yöneliktir. Söz gelimi üniversiteye giriş sistemiyle ilgili yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Muhabir, bu olayı konu alan haber yazısında yetkililere sorular sorarak bu uygulamaya niçin geçildiğini, eski sistemin ne tür aksaklıkları olduğunu öğrenmeli, böylece söz konusu olayla ilgili olarak okuyucuların kafasında oluşabilecek “niçin” sorusunu cevaplayabilmelidir. Dört milyon Iraklı, artan şiddet olayları nedeniyle yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kaldı. Otomobil şirketleri, piyasadaki durgunluğu aşmak için birbiri ardınca kampanyalar düzenliyor. Hakemin kural hatası yapması, seyircileri çileden çıkardı. NEREDE: Bu soru, habere konu olan yerle ilgili bilgi vermeye yöneliktir. Haber yazısında özel isim ya da cins ismi olarak geçen yer isimleri ve bu yerlerin özellikleriyle ilgili bilgi veren her kelime, haber yazısındaki nerede sorusunun karşılığı olarak düşünülebilir. Bu sorular “nereye, nereden, nasıl bir yerde, nasıl bir yerden” vb. şekillerde de sorulabilir: İşçiler Kızılay Meydanı’nda toplanarak hükûmeti protesto edecek. Sekiz nüfuslu bu yoksul aile, küçücük bir gecekonduda yaşam mücadelesi veriyor. İstanbul’a yılın ilk karı düştü. NE ZAMAN: Bu soru, habere konu olan olayın zamanıyla ilgili bilgi vermeye yöneliktir. “Söz konusu olay ne zaman gerçekleşmiştir/gerçekleşecektir?” anlamına gelebilecek bütün sorular ne zaman sorusunun karşılığı olarak düşünülebilir. İki ezeli rakip ligin sekizinci haftasında bir kez daha karşı karşıya gelecek. Polisin verdiği bilgiye göre olay, dün 23.30 sularında gerçekleşmiş. Ünlü sanatçının naaşı, Teşvikiye Camiinde öğle namazından sonra kılınan cenaze namazının ardından Karşıyaka Mezarlığında toprağa verildi. GAZETEC‹L‹K TAR‹H‹ Tarihteki ilk gazete, Roma Senatosu’nca MÖ 59 yılında 2000 kopya olarak çıkarılıp imparatorluğun değişik bölgelerine dağıtılan Acta Diurna’dır. Çin’de Tang hanedanı döneminde dağıtılmaya başlanan Kai Yuan Za Bao adlı saray genelgesi de bir çeşit gazete sayılabilir. 15. yüzyılda matbaanın icadı gazete ve dergilerin hızla gelişmesinin önünü açmış, 16. yüzyılda Avrupa’da savaşlara tanıklık etmiş kimselerin birinci elden aktardıkları bilgilere yer veren birkaç sayfalık gazeteler yayımlandıktan sonra periyodik süreli ilk gazeteler 17. yüzyılın başlarında Almanya’nın bazı kentlerinde ve Belçika’nın Anvers kentinde basılmıştır. Johann Carolus’un 1605’te yayımladığı Aller Fürnemmen und gedenckwürdigen Historien’in, kâğıt üzerine basılan ilk günlük gazete olduğu kabul edilmektedir. Dünyanın her yerinde ilk gazeteler tümüyle devlet denetiminde çıkmaya başlamıştır. Bunda hiç şüphesiz ekonomik etkenler kadar siyasi ve sosyal etkenler de önemli rol oynamıştır. Çünkü gazete, gerek haber yazıları gerekse köşe yazılarıyla toplumun bilinçlenerek siyasi iradeye karşı hak ve özgürlük mücadelesine girişmesine, bu da mevcut siyasi dengelerin değişmesine neden olabilirdi. Bunun farkında olan yöneticiler, gazeteleri uzun süre ya kendileri çıkarmış ya da kendi denetimlerindeki kişilere çıkartmışlardır. Özel gazetelerin yayımlanmaya başlanmasıyla 253 Öğretici Metinler birlikte haberleşmede ilk zamanlara göre daha özgür bir ortam oluşmuştur. Gerçi bu gazetelere de zaman zaman müdahalelerde bulunulmuş, bu gazetelerdeki kimi haber ve yazılar sansürlenmiş, bu gazetelerin sahip, yönetici ve yazarları cezalandırılmış, kimi zaman da bu gazeteler kapatılmıştır. Sansürün kaldırılmasıyla birlikte gazetecilikte yeni bir dönem başlamış; düşünce ve haberleşme özgürlüğü, zaman içinde modern toplumun ve demokratik devletin en belirleyici niteliği hâline gelmiştir. Ceride-i Havadis, Türkçe yayımlanan ilk yarı resmî gazetedir. 1840’ta yayımlanmaya başlanan Ceride-i Havadis’in yarı resmî bir gazete olarak değerlendirilmesinin nedeni, bu gazeteyi çıkaran kişinin (William Churchill’in) devletten bir miktar ekonomik yardım almasıdır. Osmanlı ve Batı dünyasından haberler veren, Batı dillerinden tercüme edilen makale ve şiirlere yer veren, vatandaşlar tarafından verilen ilanları yayımlayan, bünyesinde Batılı gazetelerde olduğu gibi muhabirler çalıştıran, hatta 1854 Kırım Savaşı’na bir savaş muhabiri göndererek cepheden haberler ileten Ceride-i Havadis, 1864’te kapanmıştır. Bugünkü Türkiye sınırları içinde Türkçe yayımlanan ilk özel gazete “Tercüman-ı Ahvâl”dir. 1860’ta Şinasi ve Âgâh Efendi yönetiminde haftalık bir gazete olarak yayımlanmaya başlanan Tercüman-ı Ahvâl, 25. sayısıyla birlikte haftanın üç günü, daha sonraki zamanlarda ise Ceride-i Havadis gazetesiyle rekabet edebilmek için haftanın beş günü yayımlanır olmuştur. Gazetede yazıları yayımlanan Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Paşa gibi edebiyat ve düşünce adamları, yazılarında çoğunlukla Osmanlı toplumunun geri kalma nedenleriyle ilgili düşüncelerini dile getirmişlerdir. Tercüman-ı Ahvâl, Batılı anlamda ilk Türkçe tiyatro eseri olan “Şair Evlenmesi”nin tefrika edildiği gazete olması yönüyle Türk edebiyat tarihi 254 Ceride-i Havadis ESEN YAYINLARI İlk Türkçe gazete 1828’de Kahire’de Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın emriyle yayımlanmaya başlanan Vakayi-i Mısriye’dir. Bugünkü Türkiye sınırları içinde Türkçe yayımlanan ilk gazete ise Takvim-i Vakayi’dir. 1831’de haftalık bir gazete olarak yayımlanmaya başlanan “Takvim-i Vakayi”nin, kısa bir süre sonra Arapça, Ermenice, Farsça, Fransızca, Rumca baskıları da çıkmaya başlamıştır. Takvim-i Vakayi, devlet tarafından çıkarılan, dolayısıyla da devletin sözcülüğünü üstlenen, resmî bir gazetedir. Tercüman-ı Ahvâl Takvim-i Vakayi Öğretici Metinler Âgâh Efendi Ahmet Vefik Paşa Tercüman-ı Ahvâl’in 24. sayısıyla birlikte bu gazeteden ayrılan Şinasi, 1862’de, Tasvir-i Efkâr gazetesini çıkarmaya başlamıştır. Şinasi 1865’te Fransa’ya gidince gazetenin yayımını sırasıyla Namık Kemal ve Recaizade Mahmut Ekrem sürdürmüştür. Gazete, Mayıs 1910’dan sonra Ebüzziya Tevfik tarafından Yeni Tasvir-i Efkâr adıyla bir süre daha yayımlanmış, 1825’te İstiklal Mahkemesi’nce kapatılıncaya dek aralıklı olarak ve değişik isimlerle yayımlanmaya devam etmiştir. 1867’de Ali Suavi, yönetimi sert biçimde eleştiren Muhbir gazetesini yayımlamaya başlamıştır. Ali Suavi’nin Avrupa’ya gitmesinden sonra yayımlanmasına Londra’da devam edilen Muhbir, Avrupa’da Türkçe yayımlanan ilk gazetedir. 1908’de II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte gazetecilik sektöründe büyük bir canlılık yaşanmış; 1908- Ebüzziya Tevfik Namık Kemal 1909 yıllarında yayımlanan günlük gazetelerin sayısı 200’ü aşmıştır. İttihat ve Terakki Partisi’nin 1913’te yönetime el koymasıyla başlayan süreçte gazetelere uygulanan baskılar artmış, bu da birçok gazetenin kapanmasına neden olmuştur. ESEN YAYINLARI açısından da son derece önemli bir yere sahiptir. Gazete, Ziya Paşa’nın kaleme aldığı sanılan ve eğitim sistemine sert eleştirilerde bulunan bir yazı yüzünden Mayıs 1861’de iki hafta süreyle kapatılmıştır. Bu olay, Türk medyasında yayın durdurma cezasının ilk örneğidir. 792 sayı yayımlanan Tercüman-ı Ahvâl gazetesi, 11 Mart 1866’da kapanmıştır. Ziya Paşa Kurtuluş Savaşı öncesi ve savaş döneminde İstanbul’da çıkan gazeteler siyasi tavır bakımından ikiye ayrılmıştır: Peyam-ı Sabah, Alemdar, İstanbul gazeteleri padişahı desteklerken Akşam, Vakit, Yenigün, İleri gazeteleri Ankara hükümetinin yanında yer almıştır. Atatürk, bu dönemde Sivas’ta İrade-i Milliye gazetesinin çıkarılmasını sağlamıştır. Bu gazete daha sonra Ankara’da Hakimiyet-i Milliye adıyla yayımlanmaya devam etmiştir. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte ülkemizde birçok yeni gazete yayımlanmaya başlanmıştır. Bugün Türkiye’de yüzlerce yerel gazete ile birçok ulusal gazete günlük olarak yayımlanmaktadır. 20. yüzyıldaki teknolojik gelişmeler; gazetelerin modern baskı makinelerine ve dağıtım sistemlerine kavuşarak kurumsallaşmalarını sağlamış, bu da tirajlarını hızla artıran gazeteler arasında büyük bir rekabetin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Süreç içinde telgraf, telefon, radyo, film, televizyon, bilgisayar gibi Recaizade Mahmut Ekrem Ali Suavi 255 Öğretici Metinler yeni buluşların da insan hayatına girmesiyle gazetelerin haber toplama ve bu haberleri sunma biçimleri, büyük ölçüde değişmiştir. Bu durum, “muhabirlik”, daha kapsayıcı bir kelimeyle ifade edecek olursak “gazetecilik” mesleğinde bazı değişikliklerin yaşanmasını bir zorunluluğa dönüştürmüştür. Nitekim bundan 50 yıl öncesine kadar muhabirlik dendiğinde akla ilk gelen, “gazete” ve “dergi” kelimeleriydi. Muhabir “bir gazete ya da dergi için haber bulmaya çalışan, bulduğu haberleri yazılı metne dönüştüren kişi”ydi. Oysa şimdi muhabirlik dendiğinde gazete ve dergilerden çok “televizyon kanalları” akla gelmektedir. Yani günümüzde muhabirliğin temel işlevi değişmemekle birlikte -bu işlev, haber bulmak ve bulduğu haberi kamuoyuyla paylaşmaktır- çalışma ortamı ve koşulları büyük ölçüde değişmiştir. Eskiden haberlerini sadece yazılı basın yayın organları olan gazete ve dergiler için hazırlayan muhabirler, bugün bunları daha çok görsel yayın organları olan televizyon kanalları için hazırlamaktadırlar. Günümüzde bir tek gazete ya da dergi yayımlamak, sadece bunların gelirlerinden ve yayımlanan reklamlardan hareket ederek o gazetenin ya da derginin giderlerini karşılamaya çalışmak, neredeyse olanaksız hâle gelmiştir. Bugün artık “x gazetesi”nden çok, “x medya grubu”ndan söz etmek mümkündür. Aynı anda birden çok televizyon kanalını, radyoyu, gazeteyi ve dergiyi kontrolleri altında tutan 256 Bilindiği gibi bir ülkede egemenliği oluşturan üç kuvvet (yasama, yürütme, yargı) vardır. Günümüzde medya, anayasalarda ve yasalarda bu kuvvetler içinde tanımlanmasa bile gerçek hayatta dördüncü bir kuvvet gibi işlev üstlenmekte ve kendisini kamuoyu adına hükûmetleri denetleyici bir kuvvet olarak görmektedir. Global dünyayla güçlü ilişkiler kuran ülkemizde de bu anlayışın yerleşmeye başladığını dördüncü kuvvet medya sözünün Türkçemizde sıkça kullanılır olmasından anlayabiliriz. ESEN YAYINLARI Gazetecilik açısından matbaanın icadı nasıl bir devrim etkisi yaptıysa görsel ve işitsel iletişimi olanaklı kılan iletişim teknolojilerinin, özellikle de İnternet’in icadı aynı etkiyi yapmıştır. Bu etkiyi şöyle somutlaştırabiliriz: Kısa süre öncesine kadar bazı gazetelerin, gün içinde birkaç baskı yaptıkları olurdu. Bunun nedeni gazetelerin baskıya günün ilk saatlerinde girmelerine karşın gün içinde ülke ve dünya gündemini etkileyen önemli olayların yaşanmasıydı. Bu durumda gazeteler yeni haberleri okuyucularına ulaştırmak için gün içinde bir ya da birkaç baskı daha yaparlardı. Günümüzde böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü bu ihtiyacı daha hızlı, güvenilir ve ekonomik şekillerde karşılayacak başka seçenekler vardır: Sadece haber yayını yapan televizyon kanalları, İnternet’teki bağımsız haber portalları, gazetelerin ve televizyonların sürekli güncellenen İnternet sayfaları; çağımız insanının bu ihtiyacını karşılayabilen seçenekler arasında en ön sıralardadır. bu medya gruplarının, kamuoyunu yönlendirme noktasında son derece etkin bir rol üstlendiklerini belirtmemizde fayda olacaktır. Bu noktada bir gerçeğin daha altını çizmemiz gerekmektedir: Bu medya gruplarının patronları sadece medya sektörüyle ilgilenmemekte aynı zamanda bankacılık, sanayi ve ticaret alanlarında faaliyet gösteren birçok şirketin de patronluğunu yapmaktadırlar. Gerçekten de medyanın, denetleme; ama bunun yanında kamuoyunu yönlendirme, etkileme ve dönüştürme noktasında çok büyük bir gücü vardır. Bu gücün kötüye kullanılabileceği gerçeğini göz önünde bulunduran bazı devletler, anayasalarında ve yasalarında çeşitli düzenlemeler yaparak bir ülkedeki gazetelerin ve diğer medya organlarının bütününe ya da çok önemli bir bölümüne bir tek kişinin ya da şirketin sahip olmasının önüne geçmeye çalışmış, bazı özerk kurumları (Türkiye’de RTÜK ve Rekabet Kurulu gibi) gerektiğinde bu medya organlarını denetlemek için yetkili kılmış, ayrıca verilen haberlerin başkalarının özgürlüklerine ve kişilik haklarına zarar vereceği durumlarda vatandaşlara bağımsız mahkemelere başvurma hakkı tanımıştır. Basın özgürlüğüne zarar gelmeyecek şekilde yapılan bu hukuki düzenlemeler yanında yayın kuruluşları da zaman içinde “basın meslek ilkeleri” adıyla bilinen kendi etik değerlerini oluşturmuş ve bunları “... gazetesi Basın Meslek İlkelerine uymayı taahhüt eder.” açıklamasıyla kamuoyuna duyurmuşlardır. Öğretici Metinler BASIN MESLEK İLKELERİ 1. Yayınlarda hiç kimse; ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi ve inançları nedeniyle kınanamaz, aşağılanamaz. 2. Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da incitici yayın yapılamaz. 3. Kamusal bir görev olan gazetecilik, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edilemez. 4. Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan ve iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez. 5. Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamaz. 6. Soruşturulması gazetecilik olanakları içinde bulunan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğuna emin olunmaksızın yayımlanamaz. 7. Saklı kalması kaydıyla verilen bilgiler, kamu yararı ciddi bir biçimde gerektirmedikçe yayımlanamaz. 8. Bir basın organının dağıtım süreci tamamlanmadan o basın organının özel çabalarla gerçekleştirdiği ürün, bir başka basın organı tarafından kendi ürünüymüş gibi kamuoyuna sunulamaz. Ajanslardan alınan özel ürünlerin kaynağının belirtilmesine özen gösterilir. 9. Suçlu olduğu yargı kararıyla belirlenmedikçe hiç kimse “suçlu” ilan edilemez. 10. Yasaların suç saydığı eylemler, gerçek olduğuna inandırıcı makul nedenler bulunmadıkça kimseye atfedilemez. 11. Gazeteci, kaynaklarının gizliliğini korur. Kaynağın kamuoyunu kişisel, siyasal, ekonomik vb. nedenlerle yanıltmayı amaçladığı hâller bunun dışındadır. 12. Gazeteci, görevini, taşıdığı sıfatın saygınlığına gölge düşürebilecek yöntem ve tutumlarla yapmaktan sakınır. 13. Şiddet ve zorbalığı özendirici yayın yapmaktan kaçınılır. 14. İlan ve reklam niteliğindeki yayınların bu nitelikleri, tereddüde yer bırakmayacak şekilde belirtilir. 15. Yayın tarihi için konan zaman kaydına saygı gösterilir. 16. Basın organları, yanlış yayınlardan kaynaklanan cevap ve tekzip hakkına saygı duyarlar. 257 Öğretici Metinler 259 Öğretici Metinler 13. “Bilinen (hazırlıklı) haberler” ve “bilinmeyen (hazırlıksız, ani) haberler” kavramlarına açıklık getiriniz. 14. Haber ajanslarının gazeteler açısından ne anlam ifade ettiklerini söyleyiniz. 15. Uğraş alanı habercilik olmayan kişilerin birer haber kaynağına dönüşmesi nasıl mümkün olur? 16. “5N 1K” ilkesi hakkında bilgi vererek haber yazılarının bu ilkeye uygun olması gerektiği yolundaki düşüncenin gerekliliği üzerinde durunuz. 17. Bir haber yazısının ülke ve dünya gündemini belirleyebilmesi için o haber yazısında ne tür özelliklerin bulunması zorunludur? 18. Haber yazılarında anlatıcı, nesnellik-öznellik bakımından nasıl bir tavır takınmalıdır? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız. 19. Teknolojide yaşanan gelişmelerin gazetecilik mesleğini ve gazeteleri ne şekilde etkilediğini söyleyiniz. 20. Bugünkü Türkiye sınırları içinde yayımlanan ilk Türkçe gazetenin hangi amaçla çıkarıldığı belirtiniz. Bu amacın, günümüz gazetecilik anlayışıyla örtüşüp örtüşmediğini gerekçenizi de belirterek açıklayınız. 21. “Ceride-i Havadis” gazetesinin Türk gazetecilik tarihindeki yeri ve önemi hakkında bilgi veriniz. 22. “Tercüman-ı Ahvâl” gazetesinin Türk gazetecilik tarihindeki yeri ve önemi hakkında bilgi veriniz. 24. Medyayla ilgili hukuksal düzenlemeler yapılması haber alma ve düşünce özgürlüğü açısından bir çelişki yaratır mı? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız. 23. Gazetelerin basın meslek ilkelerine uymalarını sağlamak noktasında okuyuculara da görev düştüğünü düşünüyor musunuz? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız. 25. “Dördüncü kuvvet medya” sözünün, gerçeği yansıtıp yansıtmadığını güncel olaylardan yola çıkarak açıklayınız. 26. Gazetelerin ve gazetecilik mesleğinin geleceğini; insan gerçeğinden, değişen yaşam biçimlerinden ve teknolojideki gelişmelerden yola çıkarak tartışınız. 27. Gazeteler hangi ölçütlere göre sınıflandırılır? Bu ölçütlerden yola çıkarak gazeteleri sınıflandırınız. 266 Öğretici Metinler 8. KÖfiE YAZISI 2. Yorum kadar bilgi ve analize de yer veren köşe yazıları: Bazı köşe yazarları uzmanlık gerektiren bir alanda (uluslararası ilişkiler, hukuk, ekonomi, felsefe, din, tarih, siyaset bilimi, toplum bilimi vb.) mesleki geçmişleri ya da kişisel çabalarıyla önemli bir bilgi birikimine ve analiz yeteneğine sahip olmuşlardır. Bu yazarlar, gündemdeki olay, konu ve sorunları yorumlarken bunlarla ilgili ayrıntılı bilgilere de yer verirler. Doyurucu bilgiler ve inandırıcı kanıtlar içeren, ufuk açıcı nitelikleri ağır basan bu tür metinleri, makale havası taşıyan ama makaleye göre daha kısa olan ve daha yüzeysel analizler içeren birer köşe yazısı olarak değerlendirmek de mümkündür. Bazı yazarlar, ülke ve dünya gündemindeki çeşitli konularla ilgili görüş, yorum ve değerlendirmelerini gazete ve dergilerde kendilerine ayrılan yerlerde düzenli aralıklarla okurlarıyla paylaşırlar. Haftanın belli günlerinde periyodik olarak çıkan bu tür yazılara köşe yazısı denir. 1. Çoğunlukla siyasi gelişmeleri konu alan günübirlik yorum yazıları: Köşe yazarlarının bir bölümü -ki bu kişilerin önemli bir kısmı köşe yazarlığına gazetecilik mesleğinin temeli sayılan muhabirlikten geçmiştir- yazılarının merkezine ülke ya da dünya gündemini etkileyen siyasi bir gelişmeyi yerleştirerek bu gelişmeyle ilgili kişisel görüşlerini bir sohbet havasında okuyucularıyla paylaşma yoluna giderler. Bu yazarlar, görüşlerini çoğunlukla herhangi bir kanıta dayandırmaz, yazılarını bir sonuca bağlamazlar. Bu yazılar, genellikle yazının yazıldığı gün için bir anlam ve değer taşır; o gün içinde okunur, ertesi gün yerini yeni bir yazıya ve gündeme terk ederek unutulup gider. Metin türleriyle ilgili klasik sınıflandırma yöntemi dikkate alındığında bu tür yazıların, birer fıkra olduğu söylenebilir. Haber yazılarıyla bu tür köşe yazıları (fıkra) arasında çok yakın bir ilişki vardır: Haber yazısının da fıkranın da merkezinde güncel bir haber yer alır. Haber yazısı, sadece haberi bildirir. Tarafsız bakış açısıyla ülke ve dünyada olup bitenler hakkında kısaca bilgi verir. Fıkra ise bir bakıma bu haberlerle ilgili bir yorum yazısıdır. Bu tür metinlerin yazarları; birikimleri, ideolojileri, benimsedikleri değerler sistemi vb.den yola çıkarak dünyada ve ülkede yaşanan gelişmeleri kendi bakış açılarına göre yorumlar, bunlarla ilgili görüş, öneri ve uyarılarını gazete ve dergilerdeki köşelerinde dile getirirler. 270 ESEN YAYINLARI Günümüz köşe yazılarını, bu metinleri yazanların konu seçimindeki tutumlarını ve bu konuları ele alış biçimlerini dikkate alarak üç ana grupta inceleyebiliriz: Gerek birinci gerekse de ikinci maddede belirttiğimiz köşe yazıları; toplumun her kesimini, özellikle de karar alma süreçlerinde yer alan siyasetçileri ve bürokratik eliti etkileme ve yönlendirme noktasında son derece etkili bir güce sahiptir. Köşe yazılarının sahip olduğu bu güç, demokrasiler açısından bir kazanım olarak değerlendirilebilir. Çünkü vatandaşların bireysel çabalarıyla bazı konu ve sorunları ülke gündemine taşımaları, bu çabalardan somut sonuçlar elde etmeleri -gerçekçi olmak gerekirse- çok da mümkün değildir. Köşe yazarı bu süreçte devreye girerek vatandaşların sözcüsü olur bir bakıma; onların beklenti, öneri ve uyarılarını yüksek sesle dile getirmeye, onlar adına ülke gündemini belirlemeye çalışır. Bu noktada köşe yazılarında bir farklılaşma da ortaya çıkar. Çünkü bir yazarın penceresinden bakıldığında çok önemliymiş gibi görülen bir sorun, başka bir yazarın penceresinden “sorun” olarak bile nitelendirilemeyecek kadar basit ve önemsiz görülebilir. Bu anlamda, köşe yazılarıyla o yazıları kaleme alanların siyasi görüşleri, hayatı okuma ve anlamlandırma biçimleri, birikimleri ve duyarlıkları arasında çok sıkı bir ilişki bulunduğunu söyleyebiliriz. Köşe yazarlarının, kamuoyunda bazı konulara karşı farkındalık yaratma noktasında çok etkili oldukları, bunun da demokrasiler açısından büyük bir kazanım sayılması gerektiği gerçeği, başka bir gerçe- ğin üstünü örtmemelidir. Bu, sayıları çok az da olsa, bazı yazarların, kendi zihniyet dünyalarından ya da maddi çıkarlarından ötürü patronlarının, suç örgütlerinin, küresel ya da ulusal ölçekteki bazı güç odaklarının siyasi ya da ekonomik çıkarlarını korumak, bunların sözcülüğünü yapmak isteyebilecekleridir. 3. Edebî, kültürel ve sanatsal konular hakkında yazılan köşe yazıları: Bazı köşe yazarları -ki bunların önemli bir bölümü aynı zamanda birer şair, romancı, denemeci ya da eleştirmendir- siyasi, sosyal, ekonomik vb. konularla ilgili yazılar yazmazlar. Bu konularla ilgili yazılar yazsalar bile bunlara bir edebiyat- ESEN YAYINLARI Öğretici Metinler çı, bir kültür-sanat adamı duyarlığıyla yaklaşmayı tercih ederler. Onların yazılarının merkezinde çoğunlukla edebî, kültürel ve sanatsal konular vardır. Söz gelimi bir şairin ölüm yıldönümü yaklaşmaktadır. Köşe yazarı, o şairin ölüm yıldönümü dolayısıyla bir yazı yazar. Böylece bu konuyu gündeme taşır. Yazısında o şairin hayatından, eserlerinden ve öneminden söz eder. Başka bir yazar, yeni çıkan bir romanla ilgili bilgiler verir, diğer bir yazar sergilerden, müzelerden söz açar yazısında, bir başkası ise Nobel edebiyat ödüllerini kazanan kişilerle ilgili bir yazı yazar. Edebî, kültürel ve sanatsal konularla ilgili köşe yazılarının bir kısmında deneme metinlerine özgü bir dil kullanımı ve bakış açısı vardır. Köşe yazılarında dil daha çok göndergesel işlevde, heyecana bağlı işlevde ve alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılır. Anlatım türlerinden de en çok açıklayıcı anlatımdan yararlanılır. Bunun yanında bazı yazarlar diğer anlatım türlerinden de yararlanırlar. Köşe yazılarının dil ve anlatım özellikleriyle ilgili kesin kurallardan söz etmek zordur: Kimi yazarlar, anlatmak istediklerini doğrudan söylerler, bu yazarların ne demek istedikleri apaçık ortadadır. Bazı yazarlar ise soru cümleleriyle, dolaylı ifadelerle dile getirirler anlatmak istediklerini. Bu tür yazıları anlamak için okuyucunun belli bir birikime, zengin bir hayal dünyasına ve güçlü bir çözümleme yeteneğine sahip olması gerekir. Geniş okuyucu kitlelerine seslenmek isteyen köşe yazarları; yazılarını açık, yalın, duru, akıcı ve samimi bir anlatımla oluştururlar. Türk gazetecilik tarihi, bir bakıma ülkemizdeki köşe yazarlığının da tarihidir. Buradan yola çıkılarak Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Paşa, Namık Kemal, Recaiza Mahmut Ekrem, Ali Suavi gibi edebiyat ve düşünce adamlarının, Türk edebiyatındaki ilk köşe yazarları oldukları söylenebilir. Bugünkü Türkiye sınırları içinde Türkçe çıkan ilk özel gazete olan “Tercüman-i Ahvâl”in yayımlanmaya başlandığı 1860’tan günümüze dek binlerce kişi gazetelerde köşe yazarı olarak çalışmıştır. Ahmet Rasim, Ahmet Haşim, Yusuf Ziya Ortaç, Falih Rıfkı Atay, Peyami Safa, Burhan Felek, Şevket Rado, Aziz Nesin, Çetin Altan; bu kişiler içinde akla ilk gelenlerdir. Günümüz Türkiye’sinde onlarca ulusal gazete ve dergi, yüzlerce yerel gazete, yayın hayatını İnternet’te sürdüren sayısız haber portalı olduğu ve bunlarda her gün köşe yazılarının yayımlandığı düşünüldüğünde, günümüz köşe yazarlarının sayısıyla ilgili kesin bir rakam vermenin de ne derece güç olduğu anlaşılacaktır. 271 Öğretici Metinler ÖRNEK METİN 2 Nihayet, bir komutan “Andıç hata idi.” dedi Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt görevinden ayrıldıktan sonra ilk defa kamera karşısına geçti. Rıdvan Akar ile benim sorularımı yanıtladı. Söyleşiye başlarken çok açık söylemişti: “Bana istediğiniz soruyu sorabilirsiniz.” Doğrusu bu ya, başka askerin göstermediği kadar şeffaf davrandı. Hiç alınmadı ve görüşlerini bizimle paylaştı. Büyükanıt’ın yanıtları sizi tatmin etmemiş olabilir. Daha farklı yanıt beklemiş olabilirsiniz, ancak hakkını da vermek gerekir ki hiçbir sorudan kaçmadı. Programın beni en çok etkileyen bölümü, Büyükanıt’ın, benim hayatımın en önemli travması olarak gördüğüm ANDIÇ olayı konusundaki tutumuydu. Kısaca bir hatırlatayım: 1997’de aralarında benim ve Cengiz Çandar’ın da bulunduğu bir grup gazeteci ve İnsan Hakları savunucusu için Genelkurmay’da karalama emri çıkmıştı. Resmî bir yazıda, bizlerin kamuoyunda yıpratılmaları isteniyordu. Bu çerçevede de PKK liderlerinden Şemdin Sakık’ın sonradan yalan olduğu anlaşılan bir ifadesine dayandırılarak yayın yapılmıştı. Ben Sabah gazetesinden atılmıştım, 32. Gün programının da Show TV’deki yayını askıya aldırtılmıştı. Cengiz Çandar’ın yazıları durdurulmuştu. İçimizde en talihsizi Akın Birdal olmuş, Genelkurmay’a şirin gözükmek isteyen birtakım kabadayılar tarafından yaralanmıştı. Aradan bir süre geçti ve bu karalama kampanyasının bir Genelkurmay Andıç’ı olduğu, Nazlı Ilıcak’ın köşesinde yayımlanan bir belgeyle ispatlandı. Perşembe geceki programda bu soruyu sormadan edemezdim. Aradan 12 yıl geçmesine, Andıç’ın bir düzmece olduğunun bilinmesine rağmen hiçbir komutan çıkıp “Bu hata idi. Hata ettik. Özür dileriz.” dememişti. Büyükanıt bu tabuyu kırdı ve “Evet hata idi!” dedi. Bazıları “Reddedelim, üstümüze almayalım. Unutulup gider.” demiş. Büyükanıt, Genelkurmayın yalan söylemeyeceğini belirtip “Bir defa yapılırsa bir daha güven kurulamaz!” demiş. Doğrusunu yapmış. Söyleşi çok renkliydi ve Asker dünyasının daha iyi anlaşılabilmesi açısından herkesin ilgisini çekecek zenginlikteydi. Nihayet uyandık Türkiye yıllardan beni göz göre göre kendi kalesine gol atardı. Dışardan alınan motor veya yatlara öylesine bir vergi yükü bindirirdi ki insanlar yılda 500 dolara yabancı bayrak altına girer ve Türk karasularında istedikleri gibi dolaşabilirlerdi. Bu çarpıklığın düzeltilmesi için yıllardır uğraşılır, nedense kimse yerinden kıpırdamazdı. Nihayet Türkiye uyandı. Binali Yıldırım başardı. Bundan böyle dışarda şirket kurup yabancı bayrakla dolaşmanın hiç avantajı kalmıyor. İnsanlar göğüslerini kabartarak kendi bayraklarını dalgalandıracaklar. Ben de tekne sahibiyim. Kendi ülkesinin bayrağı ile denize çıkmanın ne kadar önemli olduğunu en iyi bilenlerdenim. Mehmet Ali Birand Şırnak Üniversitesi kitap desteği bekliyor Hatırlayacaksınız, birkaç hafta önce Şırnak Üniversitesinin kitaba ihtiyaç duyduğunu yazmış ve adresler vermiştim. Üniversitenin kütüphanesi daha yeni oluşturuluyor. Üniversitenin Genel Sekreteri Necati Alodalı, ihtiyaçlarını bakın nasıl sıralıyor: “... Üniversitemizde halen öğrencisi bulunan Şırnak ve Cizre Meslek Yüksekokullarının Elektrik, Makine, Muhasebe ve Çocuk Gelişimi Programları ile yeni kurulan İktisadi ve İdari Bilgiler Fakültesi, İlahiyat Fakültesi ve Mühendislik Fakültelerinin İşletme, İktisat, Kamu Yönetimi, Elektrik-Elektronik, Bilgisayar, İnşaat, Makine, Temel İslam Bilimleri, Türk İslam Tarihi ve Sanatları, Felsefe ve Din Bilimleri Bölümlerine 2009-2010 öğretim yılından itibaren öğrenci alınarak eğitim-öğretime başlanacağından bu bölüm ve programların özellikle mesleki yayınlara ve temel yayınlara ihtiyacı bulunmaktadır. Bunların yanında öğrencilerin ufkunu açacak her türlü sosyal ve kültürel yayına da kütüphanemizde yer vermek istemekteyiz...” Anlayacağınız, her şeye ihtiyaçları var. Üniversiteye kitap göndermek isteyenler için iletişim bilgilerini tekrar edeyim: www.sirnak.edu.tr 0486 2168241 Hıncal’ın en sevdiğim yazıları Her köşe yazarının farklı tadı vardır. En renklilerinden biri de Hıncal Uluç’tur. Hıncal’ın köşesinin en sevdiğim bölümü, yakaladığı araba sürücüleriyle ilgili yazdıklarıdır. Hemen hepimizin içinden geçenleri yansıtıyor: “...Bir halk otobüsü, önündeki otobüsü geçmek için bulvardan çıkıp sağdaki benzinciye daldı. Tekrar yola girmek için koca taşıtı öndeki araçların üzerine sürdü. Onları da darmadağın etti. Yetmedi, az ilerdeki kavşakta yanan kırmızıya da aldırmadan bastı gitti...” Biz de aynı manzaraları görüp Hıncal gibi köpürmüyor muyuz? Ben köpürüyorum ve karar verdim: Bundan böyle ben de bu köşede bir ihbar hattı açacağım. (08.05.2009 tarihli Posta gazetesi) 273 Öğretici Metinler ÖRNEK METİN 5 Bugün 23 Nisan... “Çocukların ‘Atam’ın Bayramların, kutlamaların içeriği değişiyor, En Sevdiğim Hali’ başlıklı gelişiyor; eğlenmenin yanı sıra nedenleri, gelişim fotoğraf seçimlerinde çok süreçleri öğreniliyor, düşünülüyor. düşündürücü öğeler orta- Değişik kurumların hazırladığı 23 Nisan programlarına baktığımda sanat adına mutlu oldum. Tiyatro şenlikleri, konserler... Asıl beni sevindiren, çocukların birer seyirci olarak kalmaması, onların da tiyatroda rol alması, orkestrada çalması, duvarları, tuvalleri boyaması, kendi seçtikleri kitapları okuması... Bir kişinin, sanatın önemini, kişiliği geliştirdiğini öğrenmesi için katılımcı olması gerekir. ya çıkıyor. Bu seçimlerde günümüz çocuklarında kendini gösteren değişimin de ipuçları var. Bunların başında çocukların Atatürk’ün ya- Do¤ğan Hızlan şamına katılma istekleri açık biçimde kendini gösteriyor. Çocuklar, ‘Atatürk’le birlikte yaşamak’ istiyorlar.” Bugün bütün bu etkinlikleri izlerken, eğlenirken, mutlaka bir kitapçıya uğrayın. Son yıllarda çocuk ki- Küçük yaşta sanatçılardan, yarının virtüözlerin- tapları, yayıncılığımızda en gelişen tür... Biçimi ve den oluşan orkestraları dinlerken, hepsi hem müziğin içeriğiyle büyük yükselişte... Çocuğunuz mutlaka bir tadını çıkaracak hem de sanatçı olmaya özenecekler. kitap seçsin. Onu armağan edin, kendi beğenisinin Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası, Bilkent Senfoni Orkestrası; çocuklarla, çocuklar için çalacaklar. Konserlerden elde edilen gelir Anadolu’ya gönderilecek. Dr. Erdal Atabek de çocukların gelişimine yönelik çalışmalar yürütecek. doğrultusunda seçimini yapsın. Ayrıca çocuklar için çok güzel, müziği öğreten, sevdiren CD’ler var, onları armağan edin. Bütün bunları yaparken bu güzellikleri elde edemeyen çocukları unutmayın. Kitap alamayan, CD’leri dinleyemeyen sokak çocuklarını düşünün; onlar için Devlet Tiyatroları, İstanbul Şehir Tiyatrola- ne yapmamız gerektiğini, Anadolu’nun çeşitli kent- rı ve Migros’un 23 Nisan Tiyatro Şenliği’ne gide- lerinde, ilçelerinde, köylerinde 23 Nisan’ı sadece bir bilirsiniz, bu festivaller Anadolu’daki birçok şehri de gün olarak anımsamaktan başka hiçbir imkânları ol- kapsıyor. mayanları gündeminizden çıkarmayın. İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde de çocuklar etkinliklere katılarak, sanatçıları tanıyacak, desen çizecekler. Mutluluk bölüşülmese de olur. Ama mutsuzluk bölüşüldükçe, giderilmesi için çaba harcandıkça azalır, tahammül edilir hâle gelir. Doğuş Çocuk da iki kitap yayımladı: Atam’a Mektuplar ile Atam’ın En Sevdiğim Hâli. Atam’ın En Sevdiğim Hâli kitabının başında yer alan, Aile ve Gençlik Danışmanı Dr. Erdal Atabek’in Ataresim yazısı hem kitabın niteliği hem de bugünün çocuğunun kişiliği konusunda ilgi çekici, hepimizin katılacağı saptamalarda bulunuyor: 276 (23.04.2009 tarihli Hürriyet gazetesi) Öğretici Metinler 9. DENEME bu pencereden bakmayı dene! Bu pencereden baktığında bugüne dek farkına varamadığın ayrıntıları, Deneme; olay, olgu, durum, varlık ve kavramlarla ilgili özgün düşüncelerin; inandırıcı, öğretici ve düşündürücü bir bakış açısıyla dile getirilmesine olanak sağlayan metin türüdür. dikkat etmediğin hususları, güzellikleri, insana özgü olağanüstülükleri göreceksin!” der. Okuyucu da başarılı bir denemecinin yazdığı böyle bir metni okuduktan sonra “Bu konuda hiç böyle düşünememiştim; çevreme, hayata, insanlara bu bakış açısıyla hiç yaklaşmamıştım.” der. Denemeci zevk vererek okuyucuyu düşünmeye yöneltmeyi, gerçek hayatın pratikleriyle birey arasındaki ilişkiyi ortaya koymayı amaçlar. Kültür alanındaki değişme ve gelişmelerle birlikte insanın nasıl zenginleştiğini ifade etmeye çalışır. İnsanın birey olarak zaman ve toplum karşısındaki tavrını, felsefeye özgü bir ciddiyetle dile getirir. Yazısında bilimsel metinlere özgü kesin ifadelerin yer almamasına özen gösterir. Denemede, doğrudan ya da dolaylı olarak insanla ilişkili olmak koşuluyla her tür konu (insan gerçeği, toplum, siyaset, din, dil, edebiyat, kültür, sanat, felsefe, ekonomi, eğitim, günlük yaşam vb.) ele alınabilir. Denemeler, konuları ve yazılış amaçları dikkate alınarak şöyle gruplandırılabilir: 1. Kişisel duyarlılık ve dikkatleri konu alan denemeler 2. Öğretici ve eleştirel denemeler 3. Sosyal ve felsefi konularda bireysel düşünceyi ifade eden denemeler Denemeci; olay, olgu, durum ve varlıklara sıradan insanların baktığından farklı bakar. Farklı baktığı için de farklı şeyleri görür ve dile getirir. Günlük hayatın koşturmacası içinde modern yaşam biçimlerini sürdüren, alışkanlıklarının ve toplumsal değer yargılarının ürettiği kalıplaşmış düşüncelerin sınırları içinde yaşamak zorunda kalan insanoğluna, soluk alabileceği yeni bir düşünce penceresi açar. Ona bir bakıma “Hayata, alışkanlıklarına, doğru bildiklerine bir de ESEN YAYINLARI Deneme; ufuk açıcı nitelikleri ağır basan, gücünü yazarının birikiminden ve içtenliğinden alan bir metin türüdür. Deneme yazarı; eleştirel bakış açısına sahiptir, sorgulayıcıdır. Yazdığı metinler aracılığıyla insanın, düşünsel anlamda çaresizliğe düşmesinin söz konusu olamayacağını; her konuda yeni ve özgün düşünceler üretebileceğini; yerleşik düşüncelerin, kalıplaşmış yargıların dışına çıkılabileceğini, insanın bu düşüncelerin ve yargıların mahkûmu olmadığını ortaya koyabilen kişidir. Denemeci herhangi bir konu ya da sorunla ilgili olarak ileri sürülen “Bu konuda söylenebilecek her şey söylenmiştir.” yargısının, insan gerçeğine ters düştüğüne inanır. İnsanın düşünen, sorgulayan, çözüm üreten bir varlık olduğunu bilir ve yazdığı metinler aracılığıyla bu düşüncesini somutlaştırır. Bu anlamda deneme yazarı, ele aldığı konuyla ilgili olarak “Bu konuda söylenecek her şey söylenmemiştir; bakın ben sizin, başkalarının ve benden öncekilerin söylediklerinden farklı şeyler söyleyebiliyorum!” diyebilen ve yarattığı metinlerle bunu kanıtlayabilen kişidir. Denemeci, okuyarak ve gözlemleyerek edindiği bilgileri, tecrübeleriyle özgün bir senteze ulaştırarak metne aktarır. Bu sentezi yapabilmek, yazarın özgünlüğe adım atabilmesinin temel koşuludur. Denemecinin; düşünce ufkunun açık, duygularının yücelmiş, kültür alanına özgü bilgi birikiminin yeterli olması gerekir. Denemeci, kendi doğrularının dışında da doğrular olabileceğini kabul edebilecek engin bir hoşgörüye sahip olmalıdır. Başarılı bir deneme yazarı olabilmek için bir nitelik daha gereklidir: Dili doğru ve güzel kullanabilmek. 283 Öğretici Metinler tak birikimlerinden, hoşgörüden, insanın çözüm üretme gücünden kısaca insanın kendisinden, insana özgü gerçekliklerden hareket eder. Bir kişi, özgün düşüncelere sahip olabilir, her konuda farklı ve kendi içinde tutarlı görüşler ileri sürebilir. Ama o kişi, dili doğru ve güzel kullanamıyorsa, onun ürettiği metinlere deneme denemez. Dilin doğru, özellikle de güzel kullanılması; denemeyi, öğretici metinler içinde ayrıcalıklı kılan, bir bakıma denemeyi edebî metinlere yaklaştıran en önemli özelliktir. Deneme metinleri, okuyuculara edebî metinleri okurken hissettikleri estetik heyecanlara benzer bir zevk verir. Denemede bilimsel yazılardaki nesnellik, kuruluk ve şematiklik bulunmaz. Düşünceler; yalın, duru, akıcı, açık, içten ve öznel bir anlatımla yazıya aktarılır. Ciddiyet, düşünsel yönü ağır basan yazıların en önemli anlatım özelliğidir. Bilimsel yazılarda ve makalelerde kesin yargılara ulaşmayı amaçlayan, çoğunlukla bilimsel kanıtlama yöntemlerine dayanan bir ciddiyet vardır. Denemede bu tür bir ciddiyetten söz edilemez. Denemede bu tür bir ciddiyetin bulunmaması, deneme yazarının, metnini düşünsel yönden sağlam temeller üzerine oturtmayacağı anlamına gelmez. Elbette bütün düşünce yazılarında olduğu gibi denemede de yazar, düşüncelerini sağlam temeller üzerine oturtmak isteyecektir. Ama denemeci bu isteğini gerçekleştirirken bir makale yazarı gibi davranmaz. “Benim söylediklerim kesin doğrudur, bakın şu bilgiler, şu kanıtlar, benim doğru düşündüğümün ispatıdır; ben sadece bir düşünceyi ileri sürmekle kalmıyor, aynı zamanda bu düşünceyi ispatlıyorum.” demez; ciddiyeti, bu şekilde algılamaz. O; kesin yargılara ulaşmayı ve nesnelliği, bilgi üretmede temel çıkış noktası kabul eden bir bilim adamından farklı olarak olaylara, durumlara ve varlıklara bir bilge, bir düşünce adamı, bir entelektüel, bir sanat adamı duyarlığı, ciddiyeti ve bakış açısıyla yaklaşır. Düşüncelerini sağlam temellere dayandırırken mantıktan, zekâdan, kültürden, tecrübelerden, insanlığın or284 ESEN YAYINLARI Deneme; felsefi, sosyolojik, ilmî, tarihî tema ve olayların; duygu yönü olan rahat bir söyleyişle ele alındığı bir metin türüdür. Denemede içtenlik ve ciddiyet iç içedir. Hatırlanacağı üzere sohbetin en belirgin niteliği; dostlar, arkadaşlar arasında konuşulabilecek konuların yine dostlar ve arkadaşlar arasındaki sohbetlerin sıcaklığı ve içtenliği ile yazıya aktarılmasıydı. Denemede de içtenlik vardır. Ama bu içtenlik sohbetteki içtenlikten farklı olarak düşünce yüklüdür. Deneme yazarı, kimi zaman bir fıkra yazarı gibi güncel bir olaya ya da soruna değinir. Ama güncel bir olaya değinirken bile bunu daha evrensel bir konuyla ilgili görüşlerini okuyuculara aktarmak için bir araç olarak kullanır. Yazısını sadece bir günlük ömrü olan bir fıkra olmaktan kurtararak evrensele ulaşan, kalıcılık niteliği taşıyan bir metne dönüştürmeyi başarır. Deneme yazarı, kimi zaman eleştiri metinlerinde olduğu gibi yazısında herhangi bir sanat eseriyle ilgili görüşlerini de belirtebilir. Ama ele aldığı eserle ilgili görüşlerini belirtirken belli bir eleştiri kuramına bağlı kalmaz çoğunlukla. Öznel bir bakış açısıyla, eserin, kendisi üzerinde bıraktığı izlenimleri herhangi bir ispata gerek duymadan dile getirmeyi tercih eder. Bir anlamda “Bence bu, şöyle bir eser. Ben, bu eserle ilgili olarak böyle düşünüyorum. Bir başkası bu konuda daha farklı düşünebilir. Bu, benim şahsi görüşümdür.” der. Denemelerde dil daha çok heyecana bağlı ve göndergesel işlevlerde, bazen de dil ötesi ve şiirsel işlevlerde kullanılır. Deneme metinlerinde açıklayıcı, yer yer de kanıtlayıcı, lirik ve söyleşmeye bağlı anlatımdan, bazen de düşsel anlatımdan yararlanılır. Buraya kadar anlattıklarımızdan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: Deneme, sohbete göre daha ciddi, makaleye göre daha içten bir metin türüdür. Denemede doğrudan ya da dolaylı olarak insanla ilişkili olan her konu ele alınabilir. Bu konular, bayağılaşma noktasına inmeyen bir içtenlikle ve kişisel bir bakış açısıyla ele alınır. Yazar, ele aldığı konuyla ilgili kesin hükümlere ulaşmak, düşüncelerini bilimsel yollarla ispatlamak zorunda değildir. Onun amacı, kültürel ve entelektüel birikiminden yola çıkarak bütün bir insanlık ailesine seslenebilmek, ele aldığı konuyla ilgili özgün düşünceler üretebilmektir. Denemede bilimsel terimlerin ve felsefî kavramların ağırlığından uzak, halkın genelinin olmasa bile önemli bir kesiminin anlayabileceği bir dil kullanılır. Bu yönüyle deneme, rahat okunan ve anlaşılabilen, çoğu zaman okuyucunun duygu dünyasına da seslenen bir düşünce yazısı türüdür. Öğretici Metinler DENEMEN‹N TAR‹HSEL GEL‹fi‹M‹ Fransız yazar Montaigne’nin Türkçeye Denemeler ismiyle çevrilen Essais (1580) isimli eserinin, deneme türünde yazılmış ilk eser olduğu kabul edilmektedir. Kilisenin; düşünce, bilgi ve sanat üretimini belirli sınırlar içinde tutmak istemesine karşı çıkan Montaigne’in denemeleri, herhangi bir dine, kitaba, kanuna, toplum kuralına, geleneğe vb.ne bağlı kalınma zorunluluğu hissedilmeden ortaya konulmuş özgür düşünce metinleridir. Batı edebiyatında denemeleri ile ön plana çıkan diğer önemli yazarlar şunlardır: Nicholas Breton, Alain ismiyle de tanınan Emile-Auguste Chartier, Andre Gide, Thomas Stearns Eliot, Albert Camus, Rabener, Sturz, Lessing, Herder, Lichtenberg, Schiller, Goethe, Voltaire, Paul Valery, Simone de Beauvoir, Ralph Waldo Emerson, Charles Morgan, Joseph Addison, Bertrand Russel, D. Herbert Lawrence, Aldoux Huxley. Türk edebiyatında modern anlamda deneme metinleri, 20. yüzyılda oluşturulmaya başlanmıştır. Bu dönem öncesi metinler bugün anladığımız şekliyle birer deneme sayılmasa da dil, anlatım ve yaklaşım bakımından denemeye zemin oluşturan metinler olarak değerlendirilebilir. Bu tür metinler üç başlık altında incelenebilir: 1. Münşeât mecmualarında yer alan öğretici metinler 2. Bilim adamı ya da felsefeci yönü ağır basan Kâtip Çelebi gibi yazarların kitaplarında yer alan bazı metinler 3. Tercümân-ı Ahvâl’in yayımlanmasından itibaren gazetelerde yer almaya başlayan bazı metinlerle sonraki zamanlarda daha çok musâhabe üst başlığı altında kaleme alınan sohbet-deneme karışımı metinler Türk edebiyatında 20. yüzyılın başlarından günümüze dek deneme türünde yazılmış metinlerden oluşan binlerce eser yayımlanmıştır. Bunlar, genellik- ESEN YAYINLARI Montaigne’den sonra bu türde kitabı yayımlanmış ikinci önemli kişi İngiliz yazar Francis Bacon’dır. Denemelerini topladığı Essays isimli eserini 1597’de yayımlayan Bacon, geleneksel Hristiyan ahlâkı ile makyavelist tutumun ortasında, uzlaşmacı bir ahlâk yapısını savunmuş; eserinde gençlik, dostluk, kıskançlık, zenginlik, diyalog, siyaset gibi birçok konuda farklı görüşler dile getirmiştir. le değişik zamanlarda çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazıların bir araya getirilip kitaplaştırılmasıyla oluşturulmuştur. Denemelerini bu şekilde kitaplaştıran yüzlerce yazar arasından isimleri ön plana çıkanların bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: Adalet Ağaoğlu, Ali Ayçil, Ali Çolak, Ali Göçer, Ali Günvar, Ali Ural, Ahmet Altan, Ahmet Cemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşim, Ahmet İnam, Ahmet Rasim, Ahmet Turan Alkan, Akşit Göktürk, Arif Ay, Atilla Birkiye, Azra Erhat, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Berke Vardar, Beşir Ayvazoğlu, Cemal Süreya, Cemil Meriç, Cevdet Kudret, Doğan Hızlan, Duygu Asena, Ebubekir Eroğlu, Elif Şafak, Emin Özdemir, Enis Batur, Falih Rıfkı Atay, Fethi Naci, Ferit Edgü, Gülay Atasoy, Gündüz Vassaf, Hilmi Yavuz, Hüsrev Hatemî, İlhan Selçuk, İskender Pala, İsmail Berduk Olgaçay, İsmet Kemal Karadayı, İsmet Özel, İzzet Melih, Malik Aksel, Mehmet Âkif İnan, Mehmet Çınarlı, Mehmet H. Doğan, Mehmet Kaplan, Mehmet Salihoğlu, Melih Cevdet Anday, Metin Karabaşoğlu, Muhsin Macit, Murat Belge, Murat Kapkıner, Mustafa Kutlu, Mustafa Miyasoğlu, Mustafa Özçelik, Necip Fazıl Kısakürek, Nermi Uygur, Nevzat Kösoğlu, Nihad Sami Banarlı, Nihat Genç, Nurettin Topçu, Nuri Pakdil, Nurullah Ataç, Oktay Akbal, Orhan Burian, Ömer Lekesiz, Ömer Madra, Peyami Safa, Rasim Özdenören, Refik Halit Karay, Ruşen Eşref Ünaydın, Sabahattin Eyuboğlu, Sabahattin Kudret Aksal, Sadık Yalsızuçanlar, Salah Birsel, Sefa Saygılı, Selâhattin Batu, Selim İleri, Sezai Karakoç, Sıtkı M. Erinç, Suna Tanaltay, Suut Kemal Yetkin, Şaban Döğen, Tahsin Banguoğlu, Tahsin Yücel, Uğur Kökden, Vedat Günyol, Vedat Nedim Tör, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yavuz Bahadıroğlu, Yusuf Çotuksöken. Denemenin ülkemizde bilinir ve benimsenir bir tür olmasında, iki isim ön plana çıkmıştır: Nurullah Ataç ve Salah Birsel. Deneme, sohbet ve eleştirilerini “Günlerin Getirdiği”, “Karalama Defteri”, “Sözden Söze”, “Diyelim”, “Söz Arasında”, “Okuruma Mektuplar” gibi eserlerinde bir araya toplayan Nurullah Ataç; yazılarının merkezine denemenin en önemli niteliklerinden olan kültüre, bilgiye ve birikime dayalı öznelliği yerleştirmiş; yazılarını genellikle bir arkadaşıyla konuşur gibi kaleme almış, yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak için yazılarında devrik cümlelere sıkça yer vermiştir. Sanat, edebiyat, kültür, tarih vb. alanlarda zengin bir bilgi birikimine sahip olan Salah Birsel, bu birikimini 285 Öğretici Metinler tecrübeleri ve gözlem gücüyle birleştirmiş, okunması keyifli, içtenlikle yoğrulmuş deneme metinleri oluşturmuştur. Gülmece ögesini sıkça kullanan, kimi zaman ironik bir anlatımı benimseyen Birsel, gerek bu özelliği gerekse yerleşik dildeki kelimeleri ve kelime gruplarını farklı bağlamlarda kullanarak alışılagelmiş ifade kalıplarının dışına çıkmasıyla Türk edebiyatında kendine özgü bir deneme dili yaratmıştır. Salah Birsel’in de- nemelerini topladığı kitaplarından birkaçının isimlerini şöyle sıralayabiliriz: Kendimle Konuşmalar, Kahveler Kitabı, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Boğaziçi Şıngır Mıngır, Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi, Kurutulmuş Felsefe Bahçesi, Yapıştırma Bıyık, Şiir ve Cinayet, Halley Kimi Kurtarır, Şişedeki Zenci, Asansör, Kediler Gece Mavisi. ÖRNEK METİN 1 İNSANIN DURUMU Benim işim gücüm, kendimi incelemek. Yapacak başka işim de yok zaten. Bakıyorum da öyle çürük taraflarım var ki söylemeye zor varıyor dilim. Sağlam, oturaklı neyim var? Her an sendeleyip düşebilirim. Gözlerim bir şöyle görüyor, bir böyle. Açken başka adamım sanki, yemekten sonra başka. Keyfim yerindeyse hava da güzelse kötü kişi değilim. Ama bir nasır canımı yakmaya görsün; asık suratlı, aksi, yanına yaklaşılmaz bir adam olurum. Aynı atın yürüyüşü, bir rahat gelir bana, bir rahatsız; aynı yolu bir uzun bulurum, bir kısa; aynı biçim bir hoşuma gider, bir zıddıma. Bir gün her işe yatkınım, bir başka gün hiçbir şey gelmez elimden. Bugün sevindiğim şeye yarın üzülebilirim. İçimde durmadan değişen, ele avuca sığmayan bir sürü duygu... Kara düşünceler... Derken bir öfke... Ağlamaklı bir hâldeyken birdenbire taşkın bir sevinç... Kitapları karıştırırken bakarım, dün içinde türlü güzellikler bulduğum, oldukça coştuğum bir yer bugün bir şey demez olmuş bana: Evirir çeviririm, orasını burasını okurum, nafile! O sayfalar boşalmış, yabancılaşmıştır artık benim için. Kendi yazılarımda bile her zaman, ilk duyduğum düşündüğüm şeyleri bulamam. Burada ne demek istemişim acaba derim, değiştiririm çok kez ve yitirdiğim ilk anlamın yerine ondan değersiz bir yenisini koyduğum olur. Aynı yolda bir gider bir gelirim: Düşüncem her zaman ileri götürmüyor beni; bir o yana, bir bu yana yalpalıyor gelişigüzel. Çok kez başıma gelmiştir: Oyun olsun diye kendi düşüncemin tam tersini savunayım derken kafam o tarafa öylesine kendini vermiş, bağlanmıştır ki kendi düşüncemi yersiz bulmaya başlayıp bırakmışımdır. Eğildiğim yere sürükleniveriyorum. Ağırlığım beni ondan yana düşürüyormuş gibi. 286 Kendi içine bakan herkes de bunları söyleyebilir. Kürsüde konuşanlar bilir: Konuşurken duydukları heyecan onları inanmadıkları şeye inandırır. Soğukkanlı, sakin zamanımızda hiç de bağlı olmadığımız bir düşünceyi öfkeli anlarımızda nasıl benimser, ne candan, ne taşkınca savunuruz. Bir avukata davanızı anlatın yalnızca: Size ikircikli, kararsız laflar eder. Bakarsanız bu adam sizin hakkınızı da savunabilir, karşı tarafın da. Ama bol para verin, davanıza bir tutulsun, sizi kazandırmak istesin. Bakın o zaman nasıl aklı da bilgisi de sizden yana olur, hem de ne coşkunlukla. Kafasında birdenbire doğrunun şimşeği çakmış, yepyeni bir ışıkla aydınlanmış, davanıza gerçekten inanmış, bağlanmıştır. Dostları arasında serbestçe düşünürken kıllarını kıpırdatmayan öyle insanlar vardır ki bir düşünce uğruna, mahkemede, yargıcın sertliğine içerleyerek, inada kapılarak ya da şöhretlerini yitirmek korkusuyla ateş kesilirler. ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE Özgürlüğe öyle düşkünüm ki koca Hindistan’ın bir köşesini bana yasak etseler dünyanın tadı kaçar neredeyse. Hiçbir yerde saklı, eli kolu bağlı yaşamak da istemem, orada pineklemektense alır başımı; havası, toprağı bana açık bir yere giderim. Hey Allah’ım! Çekilir şey midir ülkenin bir bucağına çivilenip kalmak? Niceleri, yasalarımıza aykırılık ettiler diye kentlere, alanlara, herkesin gidip geldiği yollara uğrayamadan yaşayabiliyorlar. Benim hizmet ettiğim yasalar küçük parmağımı bile köle etmeye kalksa nereye olsa gider, başka yasalar arardım. KÖKLEŞEN YANILMALAR Bir kişinin yanılması bütün halkın yanılmasına yol açar. Yanılgılar, yayıldıkça yayılır; biçimden biçi- Öğretici Metinler me girer; o kadar ki işin en uzağındaki tanık, en yakındakinden daha çok şey bilir; olayı son öğrenen, ilk öğrenenden daha inançlı olur. Bunda da şaşılacak bir şey yok. Çünkü insan bir şeye inandı mı ona başkasını da inandırmayı bir borç sayar, kolay inandırmak için de anlattığına dilediği gibi çeki düzen vermekten, bir şeyler katmaktan çekinmez. Karşısındakinin karşı koyma gücünü kırmak, onun kafasının alabildiği gibi konuşmak ister. Bütün varlığımızla her iki tarafa birden bağlanmak hem aklımıza hem de vicdanımıza aykırı düşer. Birinin isteğine uyup ötekine ihanet ettiğiniz zaman, o dostunuz bilmez mi ki aynı ihaneti kendisine de yapabilirsiniz? İşine yaradığınız için sizi dinler, ihanetinizden yararlanmaya çalışır ama size kötü gözle bakmaya da başlar. Çünkü ikiyüzlü insanlar getirdikleri sözle yararlı olurlar ama götürecekleri sözle de zararlı olabilirler. ... KENDİNİ ACINDIRMAK Kendimi kaptırmamaya çalıştığım çocukça, yakışıksız bir alışkanlığımız vardır: Dertlerimizle dostlarımızı acındırmak ve kendimize ah vah dedirtmek. Başımıza gelenleri büyütür, şişirir, karşımızdakini ağlatmak isteriz neredeyse. Başkalarını kendi dertleri karşısında soğukkanlı gördük mü överiz ama soğukkanlılığı bizim dertlerimize karşı gösterdiler mi darılırız ve kızarız. Dertlerimizi anlamaları yetmez, yanıp yakınmalarını isteriz. Oysaki insan, sevincini büyülterek anlatmalı, üzüntülerini kısaltarak. Kendini yok yere açındıran, gerçekten dertli olunca acınmamayı hak eder. Durmadan vahlanan kimse vahlanılmaz olur. Kendini canlı iken ölü göstereni, ölü iken canlı görebilir herkes. Öylelerini gördüm ki eş dost kendilerini gürbüz, keyifli görecek diye ödleri kopar, iyileşmiş sanılmamak için gülmelerini tutarlardı. Sağlık, kimseyi acındırmadığı için nefret ettikleri bir şey olurdu. İNSANLAR ARASINDA BİZE GÖRE MUTLULUK Zenginlik bize ne iyilik eder ne de kötülük: Her ikisi için de malzeme verir bize. Ondan daha güçlü olan ruhumuz; malzemeyi dilediği gibi evirir çevirir, kullanır; mutlu ya da mutsuz oluşunun tek nedeni ve sorumlusu kendisidir. Dış varlığımız, tadını ve rengini iç varlığımızdan alır, nasıl ki giysilerimiz bizi kendi sıcaklıklarıyla değil bizim sıcaklığımızla ısıtırlar: Onu koruyup beslemektir yalnız görevleri. Onları soğuk bir bedene giydirirseniz, soğukluğu korur ve beslerler: Kar ve buz öyle saklanır. Hiçbir şey kendiliğinden ne o kadar üzücüdür ne de zor. Bizim gevşekliğimiz, güçsüzlüğümüzdür ona bu niteliği veren. Büyük ve yüksek şeyleri görebilmek için onlara göre bir ruhumuz olması gerekir. Yoksa kendi çamurumuzu görürüz onlarda. Doğru bir kürek, suda eğri görünür. Önemli olan, bir şeyin görülmesi değildir yalnız, nasıl görüldüğü de önemlidir. Öfke ve kin, doğruluğun sınırları dışındadır; bu tutkular yalnız işlerine akıllarıyla bağlanmayan insanların işine yarar. Doğru ve temiz işler, hep ölçülü ve ağırbaşlıdır. Ölçü olmayan yerde kavga, gürültü ve haksızlık vardır. ... Birbirine düşman iki dostunuz arasında gönül ve vicdan rahatlığıyla yaşama olanağı vardır: Her ikisine aynı sevgiyi gösteremezseniz bile sevginizde ölçülü kalırsınız, hiçbirine sizden her şeyi isteyebilecek kadar bağlanmazsınız; ölçülü kalmak koşuluyla her ikisinin güzel taraflarını tadarsınız; bulanık suda balık avlamaya kalkmamak koşuluyla yüzebilirsiniz. Montaigne (Montaigne, Denemeler, çev. Hasan İlhan) 287 Öğretici Metinler 10. MAKALE Fıkrada ele alınabilen hemen her konu makalede de ele alınabilir. Fıkrayla makale arasındaki fark, bu konuların ele alınış biçimlerinde ortaya çıkar: Fıkra, gündemdeki olay, konu ve sorunlarla ilgili yüzeysel bir yorum yazısıdır. Fıkranın ana ögesi “yorum”dur, makaleninki ise “düşünce”dir. Makale yorumdan çok bilgiye, kanıta ve çözümlemeye yer veren bir metin türüdür. Bu cümlede geçen “kanıt” kelimesi ile kastedilen; bilimsel bilgi üretiminde kullanılan deney, gözlem, laboratuar çalışmaları gibi bilimsel yöntemlerle ulaşılan kanıtlar değil; ortalama bir gazete okuyucusunun anlayabileceği ikna edici ve bilgilendirici; akla mantığa uygun, insanlığın ortak bilgi birikimine ve duyarlıklarına hitap eden kanıtlardır. Fıkrayla makale arasındaki farkı somutlaştırmak için şöyle bir örnek verebiliriz: Filistin-İsrail gerginliğinin bir çatışmaya dönüşmesi ve İsrail’in Gazze Şeridi’ni 2009’un Ocak ayında 22 gün boyunca bombalaması sonucunda gazete ve dergilerde çeşitli yazılar yayımlanmıştır. Bu yazılar dikkatlice incelendiğinde bunların bir kısmının fıkra bir kısmının ise makale olduğu görülecektir. Fıkra yazarları bu olayları ele alır- Tercüman-ı Ahvâl gazetesinde 1860’ta yayımlanan Mukaddime isimli yazı, Türk edebiyatındaki ilk makale örneğidir. Bu metin, Şinasi tarafından yazılmıştır. 304 ESEN YAYINLARI Sanatsal, bilimsel, siyasal, toplumsal ve ekonomik konuları açıklayıcı veya yorumlayıcı niteliği olan gazete ve dergi yazılarına makale denir. Makaleleri yazılış amaçlarına, dil ve anlatım özelliklerine göre genel olarak ikiye ayırmak mümkündür: Bilimsel makaleler ve gazete makaleleri. Bilimsel makaleler 12. sınıf dil ve anlatım dersinin konusu olduğundan bu bölümde bu tür makaleler hakkında bilgi verilmeyecektir. Bu bölümde sadece gazete makalesi hakkında bilgi verilecek ve bu tür metinleri karşılamak için “gazete makalesi” yerine sadece “makale” kelimesi kullanılacaktır. ken çoğunlukla yüzeysel değerlendirme ve yorumlarla yetinmiş, bu olayların olduğu gün ne düşünüyorlarsa onu kaleme almışlardır. Yani fıkra yazarı için aslolan, o günkü gelişmelerdir. Bu tür yazılar, fıkranın doğası gereği “günübirlik yazı” denilecek türdendir, yani çoğunlukla kalıcılıktan yoksundur. Bu süre zarfında bazı yazarlar ise bu olayları bir makale ölçeğinde ve niteliğinde ele almışlardır. Bu yazılarda dikkati çeken en önemli husus, bu yazıların yorumdan çok bilgi, kanıt ve analizle oluşturulmalarıdır. Makale yazarları; bilgi birikimlerine, uzmanlık alanlarına ve çözümleme yeteneklerine göre bu olayları yorumlarken bir taraftan da önemli bilgiler vermiş, bu olayların kısa ve uzun vadedeki olası sonuçlarıyla ilgili düşüncelerini de belirtmişlerdir. Söz gelimi bu yazarlardan bir kısmı, bu olayları anlayabilmek için bugün yaşananları bilmenin yeterli olmadığını; bu olayların, tarihî, stratejik, ekonomik, ideolojik, dinî bir arka planının olduğunu; bugün yaşananların, geçmişte yaşananların bir sonucu olduğunu, dolayısıyla bu arka planın mutlaka bilinmesi gerektiği üzerinde durmuş ve bu arka planla ilgili ayrıntılı bilgiler vermişlerdir. Bu tür yazılar güncelle ilişkili olmakla birlikte, bilgi yüklü olmaları, gelecek perspektifi sunmaları, bu sorunun ne şekilde çözümleneceğiyle ilgili somut önerilere yer vermeleri; hatta Filistin-İsrail sorunundan yola çıkarak evrensel bir gerçeklik olarak savaş gerçeği üzerinde durmaları yönüyle fıkralara göre düşünsel açıdan daha sağlam, ayrıntılı, açıklayıcı ve kalıcı metinlerdir. Makaleler; çoğunlukla uluslararası ilişkiler, toplum bilimi, hukuk, ekonomi, felsefe, siyaset, tarih vb. alanlarda mesleki geçmişleri ya da kişisel çabalarıyla önemli bir bilgi birikimine ve analiz yeteneğine sahip olmuş kişiler tarafından yazılır. Köşe yazarları, haftanın belli günlerinde yazı yazmak zorunda oldukları, bir bakıma zamanla yarıştıkları için birikimleri ve analitik düşünme güçleri makale yazmak için yeterli olsa bile makaleden çok fıkra niteliği taşıyan yazılar yazmak durumunda kalırlar. Öğretici Metinler Bazı kişiler -ki bunların çok önemli bölümü akademisyendir- ilgi ve uzmanlık alanlarıyla ilgili konularda zaman zaman makale yazar ve bunları gazete ya da dergilerde yayımlanmak üzere o yayın organının ilgili birimlerine gönderirler. Söz gelimi Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmek için anayasasında ve çeşitli yasalarında birçok değişiklik yaparak hukuk normlarını Avrupa Birliği müktesebatıyla uyumlu hâle getirmek istemektedir. Bu süre zarfında herhangi bir gazete için periyodik yazılar yazmamasına karşın bu konularda yeterli bilgi birikimine sahip bir kişi, söz gelimi bir anayasa hukuku profesörü ya da bir sivil toplum kuruluşu lideri, bu konuyla ilgili bir makale yazar. Makalesini fıkradan farklı olarak sadece yorum üzerine kurmaz. Ele aldığı konuyla ilgili somut bilgiler de verir; düşünce ve önerilerini, gerekçe ve kanıtlarıyla birlikte dile getirir, yazısında kesin bir sonuca ulaşır. Yazdığı bu makaleyi, yayımlanması isteğiyle bir gazeteye gönderir. Bu süreç tersten de işleyebilir. Yani bu istek, yazardan değil gazete yönetiminden de gelebilir. Makaleler, “genel okuyucu kitlesi”nin özellikleri dikkate alınarak yazılır. Bir yazar -o yazar bir bilim adamı bile olsa- bir gazete makalesini, bilimsel bir makaleyi yazar gibi yazamaz. Bilimsel araştırma, inceleme ve derleme sonuçlarının yayımlanması amacıyla çıkarılan bir dergide -söz gelimi bir tıp dergisinde- yer alan bir makaleyle bir gazetenin sağlık sayfasında yer alan bir makale -bu makaleler aynı konulara değinseler, söz gelimi kalp ameliyatlarında kullanılacak yeni bir yöntemden bahsetseler bile- aynı dil ve anlatım özelliklerini taşıyamaz. Bilimsel buluş ve araştırmalara yer veren dergilerde yayımlanan bilimsel makalelerde; terimlere, dipnotlara, akademik bilgi, belge ve bulgulara sıkça yer verilir. Bu tür bir metin, sadece o metnin ilgili olduğu alanın uzmanlarına hitap eder. Ama gazete makalesi, bir gazete ya da dergiyi alan, okuyan ve an- ESEN YAYINLARI Makaleler, gazetelerde yayımlanabileceği gibi dergilerde de yayımlanabilir. Hatta makalelere; popüler haber, tarih ve bilim dergileriyle siyaset, ekonomi, edebiyat ve sanat dergilerinde, gazetelere oranla daha sık yer verildiği rahatlıkla söylenebilir. Özellikle dergilerde yayımlanan makalelerde güncelle çok yakın ilişkili olmamakla birlikte okuyucunun ilgisini çekecek çeşitli konulara girildiği, bu tür konularla ilgili düşüncelerin aktarıldığı da olur. layan herkese, yani genel okuyucu kitlesine hitap eder. Gazete ve dergi okuyucusunun genel nitelikleri dikkate alındığında bu tür metinlerin açık, yalın, duru ve resmî bir anlatımla kaleme alınması bir zorunluluğa dönüşür. Gazete makalesinin bilimsel makalelerden farklı nitelikler taşıması, gazete makalelerinde terimlere hiç yer verilmeyeceği anlamına gelmez. Söz gelimi hükümetin ekonomiyle ilgili aldığı bazı kararların borsa, döviz, faiz gibi çeşitli ekonomik parametreleri ne şekilde etkileyeceğini konu alan bir gazete makalesinde ister istemez bazı terimler kullanılacaktır. Burada önemli olan, yazarın bu etkileri anlatırken muhataplarının bilim adamları değil, gazete okurları olduğunu unutmaması, metnini genel okuyucu kitlesinin niteliklerini dikkate alarak oluşturmasıdır. Makalelerde, düşünceler, ciddi ve resmî bir anlatımla dile getirilir. Bu, makaleyle deneme arasındaki önemli farklardan biridir. Deneme yazarı, insanların neredeyse tamamını ilgilendiren konularla ilgili kişisel ve özgün düşünceler üretirken bir taraftan da bunları içten bir anlatımla yazıya aktarmaya çalışır. İçten olmaya çalıştığı için de söylediklerini kanıtlama ihtiyacını hissetmez. Makale yazarı ise düşüncelerini kanıtlamak, bu nedenle de yazısını ciddi bir anlatımla oluşturmak zorundadır. Denemeci, düşüncelerini kesin bir sonuca bağlamak zorunda değildir. Hatta denebilir ki bir denemecinin en önemli amacı, okuyucuların kafalarında bazı soru işaretlerinin oluşmasını sağlamak, gerisini okuyucuya bırakmaktır. Deneme yazarı açısından okuyucu, bilgilendireceği ve ikna edeceği bir muhataptan çok, herhangi bir konuyla ilgili düşüncelerini paylaşacağı kültürlü, seviyeli, içten, okuma tutkunu bir kitap dostu olarak düşünülür. Makale yazarı ise ele aldığı konuyla ilgili kesin bir sonuca ulaşır, yazdığı metin aracılığıyla bir düşünceyi somutlaştırır. Yazar, okuyucunun da bu sonucu ulaşmasını, bu düşünceyi benimsemesi ister. Bu açıdan bakıldığında makale yazarının, okuyucuyu, bilgilendirilmesi ve ikna edilmesi gereken bir muhatap gibi gördüğü söylenebilir. Makale metinleri giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur. Giriş, metinde ne üzerinde durulduğunu, metnin konusunun ne olduğunu ifade eden birkaç cümleden ya da paragraftan oluşur. Gelişme, bu konunun ayrıntılarına inildiği; bilgi, kanıt ve 305 Öğretici Metinler çözümlemelerden yararlanılarak genişletildiği, yardımcı düşüncelerin dile getirildiği bölümdür. Sonuç ise yazının kesin bir sonuca bağlandığı, ele alınan sorunla ilgili çözümlerin netleştirildiği, metnin ana düşüncesinin verildiği bölümdür. Makalede dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır. Anlatım türlerinden de en çok açıklayıcı anlatımdan yararlanılır. Bunun yanında metnin içeriğine ve ana düşüncesine göre tartışmacı, öğretici ve kanıtlayıcı anlatımdan, bazen de gelecekten söz eden anlatımdan yararlanılır. Gazetelerin çoğunlukla ilk sayfasında yer alan ve o gazetenin genel düşünsel yapısını ve gündemdeki olay, konu, kişi ve sorunlarla ilgili tavrını temsil eden yazılara başmakale, bu yazıları yazan kişilere de başyazar denir. Bu yazılara “başmakale” denmesi, bu tür yazıların tümünün gerçekten makale olduğunu göstermez. Bu tür yazılar eskiden beri “başmakale” kelimesiyle adlandırılageldiği için bu ismi almıştır. Nitekim bu yazıların çok büyük bir bölümü aslında fıkradır. Günümüzde bu tür yazılar için başmakaleden çok başyazı kelimesi kullanılmaktadır. ÖRNEK MET‹NLER Makale, uzun süre gazeteler için vazgeçilmez bir metin türü olarak algılanmış, bir gazetenin basın dünyasındaki ağırlığına bu tür metinlere ne kadar yerdiğine bakılarak karar verilmiştir. Günümüze kadar hâkim olan bu anlayış, ne yazık ki ülkemizde geçerliğini yitirmek üzeredir. Günümüz gazeteleri içinde makale türünde oluşturulmuş metinleri yayımlayanlarının sayısı çok azdır. Günümüz gazeteleri içinde makale türünde oluşturulmuş metinleri yayımlayanlarının sayısının çok az olması, bu gazetelerde yayımlanan yazıların önemli bir bölümünün de siyasi içerikli olması, örnek metin seçimimizi güçleştirmiştir. Örnek metinler seçilirken, söz konusu metinlerin, ülkemizdeki siyasi aktörlerden herhangi birini destekleyen ya da eleştiren bir içerik taşıyıp taşımadığına özellikle dikkat edilmiş; ülkemizdeki siyasi gelişmeleri konu edinen yazılar, örnek metin olarak seçilmemiştir. Örnek metinlerden yola çıkarak bu metin türüyle ilgili genel bir değerlendirme yapıp makalelerde iç siyasi gelişmelerin ele alınmadığı sonucunu çıkarmak yanlıştır. 306 Öğretici Metinler ÖRNEK METİN 3 ARTIK BÜYÜK İSRAİL DİYE BİR ŞEY YOK* Filistin-İsrail meselesiyle ile ilgili çalışmalar genellikle Filistinlilerin akıbeti ne olacak sorusuyla ilgilenir. Bu çalışmaların gözden kaçırdığı en önemli husus, Orta Doğu’nun, iç içe geçmiş kaderlerin bölgesi olduğudur. Sadece Filistin’in değil bütün bölge ülkelerinin sürekli değişen kaderleri, etkileşim içerisindedir ve İsrail de bu duruma bir istisna teşkil etmez. Bu sebepten Filistin’in akıbeti ne olacak sorusu, aynı zamanda İsrail nereye gidiyor sorusunu da akla getirmektedir. İsrail nereye gidiyor sorusunun cevabı ise İsrail nereden geldi sorusuyla yakından alakalıdır. İsrail, geçmişini şekillendiren ve geleceğini de tayin edecek üç farklı kaynaktan beslenen problemlerle karşı karşıyadır. Bu kaynakların ilki, İsrail devletini kuran ve temel kurumlarını yapılandıran zihniyet, yani Siyonizm’dir. Orta Doğu’da bir Yahudi devleti kurarak bütün Yahudileri tek bir vatanda birleştirmeyi amaçlayan Siyonizm’in yapısı, dünya görüşü ve peşinde olduğu ütopya, İsrailliler için bir problem kaynağı olagelmiştir. İkincisi, değişik kültür coğrafyalarında yaşamış Yahudilerin yüzyıllar sonra aynı ülke içerisinde yaşamak durumunda kalmasından kaynaklanan problemlerdir. Bu problemler, İsrail’i sosyal, kültürel, ekonomik, dinî ve siyasi bölünmüşlükler ülkesi hâline getirmiştir. Üçüncü problem kümesi ise İsrail’in kurulduğu coğrafyadan beslenir. Bölgenin iç içe girmiş kaderleri ve global sisteme entegrasyonu, bölgesel ve global dinamiklerdeki en ufak değişimin İsrail’de olanca kuvvetiyle hissedilmesine sebep olur. Siyonist Dünya Görüşü “Erken Dönem Siyonizm”de iki farklı ekolden bahsetmek mümkündür. İlk ekol, Yahudilerin, Eski Ahit’te bahsedilen İsrail topraklarına (Eretz Yisra’el) toplanmalarını; Avrupa’da yaşadıkları fiziksel ve ekonomik problemlerin bir çözümü olarak görüyordu. Aaron David Gordon gibi ideologların başını çektiği ikinci ekol ise “Eretz Yisra’el”e göçü, Yahudi tarihinin doğal seyrinin son aşaması ve Yahudi milletinin millet olarak hayatta kalmasının tek yolu olarak görüyordu. Politik Siyonizm’in ilk devirlerinden itibaren ikinci ekol, resmî ideolojiye dönüşüp hem devlet öncesi Yahudi kurumlarının hem de İsrail devletinin ideolojik temelini oluşturdu. Bu ideoloji, kendisine çeşitli mitler üretti ve yakın zamana kadar bu mitlerin geçerliliği bile sorgulanmadı. Mesela, Yahudilerin Filistin toprakları üzerinde “sorgulanamaz” ve “elinden alınamaz” hakları olduğu, bir zamanlar her yerinden süt ve bal akan bu toprakların “işlenmemiş” ve “iskân edilmemiş” olduğu söylendi. (Bknz. Zeev Sternhell, The Founding Myths of Israel) * Örnek Metin 3’teki görseller ve görsellerle ilgili açıklamalar, metnin aslında yoktur. 311 Öğretici Metinler Siyonist ideolojinin Yahudi devleti için çizmiş olduğu harita çok geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Vaat edilmiş topraklar (Eretz Yisra’el: İsrail Diyarı) olarak tanımlanan bu alana sahip olmak, Siyonistler tarafından Yahudilerin doğal hakkı olarak görülür. Theodore Herzl, 1897 yılında Basel’de gerçekleştirilen Birinci Siyonizm Kongresi’de yaptığı konuşmada Yahudi devletinin doğal sınırlarını “Kuzey sınırlarımız Kapadokya’daki dağlara kadar dayanır, güneyde de Süveyş Kanalı’na.” sözleri ile ifade etmiştir. İsrail Devleti’nin kurucularından Ben Gurion ise, Siyonizm’in hedefi olan sınırları şöyle tanımlamıştır: “Filistin’in bugünkü haritası İngiliz manda yönetimi tarafından çizilmiştir. Yahudi halkının, gençlerimizin ve yetişkinlerimizin çizmeleri gereken bir başka harita daha var: Nil’den Fırat’a kadar.” Hitler’in Lebensraum’u sonraki dönemlerde Almanlar için nasıl problemler çıkardıysa Yahudiler’in Filistin toprakları üzerinde Tanrı vergisi haklarının olduğu, daha da önemlisi Filistin topraklarının işlenmemiş ve iskân edilmemiş olduğu miti de İsrailliler için sorunlar çıkarmış ve hâlihazırda yaşanan çoğu problemin kaynağını teşkil etmiştir. İsrailli politikacıları kara kara düşündüren nüfus sorununun da kökenleri, bahsedilen Siyonist mitlere dayanır. Siyonistlerin en önemli iddialarından birisi olan bu iddianın sadece bir mit olduğunu gösteren ciddi çalışmalar yapılmıştır. Beshara Doumani’nin “Rediscovering Palestine”i (Filistin’in Yeniden Keşfi) bu çalışmalara bir örnektir. Bu mitlerle yetişen İsrail toplumunun, meselelerin asıl kaynağını görebilmesi çok zordur. Holokost (Yahudi soykırımı) sonrası Batı entelektüelleri ve devlet adamları arasında oluşan suçluluk psikolojisi sebebiyle İsrail, rasyonel diplomasiye irrasyonel ve dinî argümanlar sokmayı başarabilmiş ve Batı dünyasının bu duruma onaylayıcı tavırla yaklaşması, İsraillileri bu mitin doğru olduğuna daha fazla inandırmıştır. Holokost’a hiçbir şekilde müdahil olmayan Müslüman toplumlarda zaten olmayan suçluluk psikolo312 jisi, Avrupa’da 60 sene etkisini devam ettirmiş, ama İsrail’in kendini mazlumdan zalime çeviren politikaları yüzünden son zamanlarda etkisini yitirmeye başlamıştır. Bu durum, İsrail’i yakın zamanda zor durumda bırakacaktır. Dindar-Seküler Kavgası Sosyal, kültürel, ekonomik ve dinî bölünmüşlük, İsrail’in geleceğini en az dış gelişmeler kadar etkileyecektir. Bu bölünmüşlük, dindarlar ve sekülerler ara- Öğretici Metinler F‹L‹ST‹N 1946 Filistinliler LÜBNAN Safad Yahudiler %18 %14 %3 %10 Yıl 1967 Altı Gün Savaşı sonrası sınırlar Yıl 2000 SUR‹YE %68 %87 Di¤er etnik unsurlar Kaynak: www.palestineremembered.com Yıl 1947 Birleşmiş Milletler’in Filistin topraklarını paylaşım planı Acre %56 %30 %14 Nazareth Tiberias %28 %42 %35 %52 %20 %23 %44 %34 Hayfa %1 %22 %16 Baysan %17 %5 Cenin %1 %78 Tulkarim %13 %86 %14 Nablus %47 %39 Jaffa %14 fieria Nehri %83 Ramallah%1 %1 %9 %98 %77 Al-Ramla %2 %14 Kudüs %4 %84 %19 %77 Filistinlilere bırakılan topraklar İsrail devletine verilen topraklar Filistin İsrail Filistin İsrail Hebron %1 %4 Gazze %95 %15 %1 %84 Beersheba MISIR sındaki büyük kavgada, Eşkenaziler ile Sefardikler ve Mizrahiler arasındaki adaletsizliklerde, aşırı sağcılar tarafından İsrailli Araplara karşı yöneltilen ırkçı söylem ve hareketlerde ve fundementalist Yahudiler’in yerel Müslümanlar için taşıdıkları nefrette kendini göstermektedir. Yahudiler arasında Siyonizm’in Filistin’de faaliyete başlamasıyla su yüzüne çıkan bölünmüşlük, üstüne yeni boyutlar eklenerek bugüne kadar gelmiştir. 2009 seçimleri bu bölünmüşlüğü tüm yönleriyle gözler önüne serdi. İlk bakışta demokrasinin gereği gibi görünse de yaklaşık 7 milyonluk bir ülkede 34 siyasi partinin seçime girmesi, bunlardan 12’sinin meclise girmesi, aynı zamanda bölünmüşlüğün de bir göstergesidir. Solcu, merkez solcu, merkez, sağcı, dinci Siyonist, seküler ırkçı Siyonist, Sefardik dini, Eşkenazi dini, solcu Arap ve Yahudi-Arap gibi spektrumun her noktasından partilerin bulunması ve bunlardan bazılarının diğerleri için varoluşsal tehdit olması İsrail’in geleceği için hayra alamet değildir. Yahudi Demokrasisi İsrail’deki bu bölünmüşlük, İsrail’i kuranların sonraki nesillere miras bıraktığı içi boş “Yahudi Demokrasisi” kavramının da yeniden gözden geçirilmesine sebep olmaktadır. 2009 seçimlerinde birçok partinin dile getirdiği gibi Yahudi demokrasisi bir oksimorondur. İsrail’de demokrasiyi ülkenin Yahudi karakterine tercih eden partiler mevcut. Aşırı sağcı partiler ise devletin Yahudi karakterinin devamı için demokratik karakterinden tavizler vermeye hazır olduklarını açıkladılar. İlginçtir ki bu partiler, İsrail’in Yahudi karakterinin korunmasının en bariz yolu olan “iki devletli çözüm”ü reddetmekteler. Çözümleri ise İsrail’in Yahudi kimliğinin önündeki en büyük engel olan Filistinlileri, Venezüela ve Türkiye gibi ülkelere göndermek. (Yedioth Aharonot, 2 Şubat 2009) Bütün bu bölünmüşlük, Siyonist mitlerin etkisini hâlâ koruması sebebiyle yükselen ırkçılık ve dinî fanatizm, İsrail’i yakın zamanda sadece iç sorunlarla değil; uluslararası platformlarda da zor durumda bırakacaktır. Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin, seçimlerin açıklanmasından itibaren aşırı sağ hükümetten kaçınılması gerektiği şeklindeki açıklamaları, Batı dünyasının İsrail’deki gelişmeler için taşıdığı kaygıyı göstermektedir. Son zamanlarda dünyada ve bölgede yaşanan gelişmeler de İsrail için ciddi problemler yaratmıştır. Bunlardan en barizi olmasına rağmen en az dile getirileni, bütün dünyayı kasıp kavuran finansal krizdir. İsrail, Amerika ile birlikte uzun süredir en büyük va313 Öğretici Metinler roluşsal tehdit olarak addettiği İran’a saldırı planları yapmaktaydı. Fakat tam da finansal krizin su yüzüne çıktığı günlerde Amerika, İsrail’e İran saldırısı için askerî destek vermeyeceğini iletti. Yine aynı günlerde Ehud Olmert, çok tartışılan “Artık büyük İsrail diye bir şey yok, olduğuna inanan kendini kandırıyordur.” şeklindeki açıklamasını yapıp İsrail’in 67 Savaşından sonra işgal ettiği topraklardan taviz vermek zorunda kalacağını söyledi. Kısacası finansal kriz, henüz Bush döneminde bile Amerika’nın İsrail’e vermeyi gelenek hâline getirdiği desteğini azaltmasına sebep oldu. 314 Finansal kriz devam ederken düzenlenen Gazze saldırısı, sansür çabalarına rağmen özellikle İnternet yoluyla dünyaya yayılan kanlı görüntüler, akabinde eski stratejik ortak Türkiye’nin sert açıklamaları, Avrupa ülUfuk Ulutaş kelerinde açılan insanlık suçu davaları, İsrail’in uluslararası imajını ciddi manada zedeledi. Hamas’ın Obama’nın yemin töreninden hemen önce ara verilen Gazze saldırısından, planlananın aksine meşruiyetini artırarak çıkması ve Obama-Ahmedinejad ikilisinin iki ülkenin yakınlaşmasına yönelik açıklamaları, İsrail’in bölgedeki elini oldukça güçsüzleştirdi. Amerika ile yakınlaşması gündemde olan İran ve Suriye, anlaşma masasına dâhil edilmek zorunda kalınacak Hamas ve bölgedeki etki alanı sürekli genişleyen Türkiye, Olmert’in kehanetini doğru çıkaracak gibi görünüyor. Önümüzdeki günlerde İsrail’i ciddi sorunlar beklemekte. Sorunların çözümünün ilk aşaması ise kuruluş mitlerinin sorgulanmasıdır. Bu sorgulama yapılmadan getirilmeye çalışılan çözümler, nihayetinde yeni sorunlar üretmekten başka bir şeye yaramayacaktır. Ufuk Ulutaş Öğretim Üyesi Ohio State Üniversitesi Melton Yahudi Araştırmaları Merkezi (22.02.2009 tarihli Star gazetesi, Açık Görüş eki) Öğretici Metinler 11. ELEfiT‹R‹ (TENK‹T) Elemek, eleştirmek ve eleştiri kelimeleri aynı kökten (el) türetilmiştir. “Elemek” kelimesinin ilk anlamı şudur: Elek yardımıyla ayıklamak veya incesini kabasından ayırmak, elekten geçirmek. Eleştirmek (tenkit etmek) ise bir düşünceyi, bir kişiyi, bir eseri, bir yargıyı, bir konuyu inceleyerek onun doğruluk veya yanlışlığını ortaya çıkarmak ve gerçek değerini belirtmek demektir. Tanımlardan da anlaşılacağı üzere “eleştirmek” ile “elemek” kelimeleri arasında sıkı bir anlamsal ilişki vardır. Nasıl ki elemek fiili, bir elek olmadan yapılamıyorsa; eleştirmek fiili de bir eleştiri ölçütü olmadan yapılamaz. Elek nasıl ki taneli veya toz durumunda olan şeyleri yabancı maddelerden ayıklamaya, bir şeyin incesini kabasından, bir başka deyişle işe yarayanını yarama- yanından ayırmaya yarıyorsa eleştiride kullanılan ölçütler de doğruyu yanlıştan, işe yarayanını yaramayanından ayırmaya yarar. Bir düşüncenin, kişinin, eserin, fiilin, gerçek değerini ortaya koymaya yarar eleştirmek eylemi. ESEN YAYINLARI Bir metin türü olan eleştirinin özelliklerini ve türlerini anlatmaya geçmeden önce “eleştiri”yle doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkisi bulunan bazı kavramlar ve kelimeler üzerinde durmamız faydalı olacaktır. “Eleştirmek” (tenkit etmek) kelimesi, günümüz Türkçesinde daha çok “olumsuzlukları” çağrıştıracak bağlamlarda kullanılmaktadır: “Beni niçin eleştiriyorsun, bir de kendine bak, öz eleştiri yap, insanları eleştirmekten vazgeç!” gibi ifadeler, “eleştirmek” fiilinin günlük dilde daha çok “olumsuzlukları ve kötü tarafları dile getirmek” anlamında kullanıldığının tipik örnekleridir. Bir kişi “Beni niçin eleştiriyorsun?” derken aslında şunu demek istemektedir: “Niçin bendeki olumsuzlukları ve kötü tarafları görüyor ve dile getiriyorsun?” Oysa bu gibi durumlar için asıl kullanılması gereken kelime yermektir. Bu kelimenin yeterli olmadığı durumlarda kullanılacak diğer kelimeler ise hicvetmek yahut taşlamaktır. eleştirmek: Bir düşünceyi, bir kişiyi, bir eseri, bir yargıyı, bir konuyu inceleyerek onun doğruluk veya yanlışlığını ortaya çıkarmak ve gerçek değerini belirtmek, tenkit etmek. eleştiri: Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle değerlendirerek o eserin anlaşılmasını sağlamak amacıyla yazılan yazı; tenkit, kritik. yermek: yergi: Bir kimseyi, bir toplumu, bir düşünceyi, bir nesneyi, bir göreneği yermek için yazılmış yazı veya söylenmiş söz, hicviye, hiciv, satir. hicvetmek: Alay yoluyla yermek. hiciv: Yergi. taşlamak: taşlama: Bir kimsenin, bir şeyin, bir durumun, gülünç, kusurlu, eksik vb. yönlerini küçümseyerek eğlence ve eleştiri konusu yapmayı amaçlayan halk şiiri. 1. Kötülüklerini söylemek. 2. Birinin veya bir şeyin kusurlarını ortaya koymak, hicvetmek. 3. Beğenmemek, hoşlanmamak, tiksinmek. 1. Taş atmak, taşa tutmak. 2. Bir şeyin içindeki taşları ayıklamak. 3. Taş vb. nesnelerle kumaşı beyazlatmak veya parlatmak. 4. Metal bir parçayı zımpara ile törpüleyerek yuvasına alıştırmak. 5. Taş döşemek. 6. mecaz Üstü kapalı, iğneleyici söz söylemek. 323 Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılabileceği üzere “eleştirmek” ve “tenkit etmek” kelimeleri günümüz Türkçesinde sözlük anlamlarının dışında kullanılarak bir çeşit anlamsal evrime, bir başka deyişle anlam kötüleşmesine uğramış ve “yermek” bazen de “hicvetmek” ve “taşlamak” fiillerinin yerine kullanılır olmuştur. Oysa “eleştirmek” kelimesi, “tenkit etmek” ve “kritik etmek” kelimelerinin eş anlamlısı olsun diye türetilmiştir. Yani “incelemek, araştırmak, değer biçmek, değerlendirmek, o anki durumunu tespit etmek, buna göre bir hüküm vermek, gerçek değerini ortaya çıkarmak” anlamlarında kullanılsın diye... ESEN YAYINLARI Öğretici Metinler şiddeti övmeden ve kimseye hakaret etmeden her tür görüş, öneri ve eleştirilerini açıkça dile getirirler. Yaptıkları eleştirilerden ötürü herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmayacaklarını bilirler. Demokratik olmayan toplumlarda ise eleştiri yapmak ya açıkça ya da dolaylı yollardan yasaklanmıştır. Bu tür toplumlarda egemen düzen, bazen siyasi gücünü, bazen toplumsal dinamikleri, bazen de şiddeti kullanarak eleştirinin yapılmasına izin vermez; eleştirenleri “hain, işbirlikçi, satılmış, düzen bozucu, ahlâksız” gibi kelimelerle yaftalamaya kalkışır, onlara türlü eziyetler çektirir. Eleştirel bakış açısına sahip olmak, bir kişilik özelliğidir. Bir kişi, eleştiriyi, kendisi başkalarına yapınca iyi; başkaları kendisine yapınca kötü bir fiil olarak görüyorsa; aile, arkadaş ve iş ortamında kendisinin eleştirilmesine izin vermiyorsa o kişinin demokrasiyi özümsediğinden söz edilemez. Demokrasiyi özümseyenler, her ortamda eleştiriye açık olurlar. Hatta bununla da sınırlı kalmaz, kendi kendilerini de eleştirir yani öz eleştiri (otokritik) yaparlar. Eleştiri kültürüyle demokrasi arasında çok sıkı bir ilişki vardır: Eleştiri yapabilme özgürlüğü, demokratik toplumların en belirgin niteliğidir. Bir ülkede özgür eleştirinin yapılabileceği bir ortam yoksa o toplumda demokrasiden söz etmeye de imkân yoktur. Demokratik toplumlarda siyasetçiler, yazarlar, entelektüeller, sanatçılar, sivil toplum kuruluşlarında görev alan kişiler ve diğer vatandaşlar; siyaset, toplumsal düzen, kültür, sanat, ekonomi vb. alanlarda, EDEB‹YAT ELEfiT‹R‹S‹ Antik Çağ’dan günümüze dek düşünürler, eleştirmenler, şairler, yazarlar, sanatçılar ve bilim adamları; edebiyat eserlerinin nasıl eleştirileceğiyle ilgili olarak birbirinden farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüşlerin birbirinden farklı olmasının en önemli nedeni, söz konusu kişilerin aşağıdaki sorulara farklı cevaplar vermeleridir. Edebî metinlerin ayırıcı nitelikleri nelerdir? Edebiyatın, edebiyat olmasının dışında somut ya da soyut bir amacı, yararı, işlevi var mıdır? Edebî eserler için güzel-çirkin, iyi-kötü, başarılı-başarısız, yararlı-zararlı gibi nitelendirmelerde bulunmak mümkün müdür? Mümkünse bunların ölçütleri nelerdir? 324 Öznel ölçütler kullanılacaksa bu ölçütler, kişiden kişiye değişecek, sonuçta genel deESEN YAYINLARI Edebiyat tanımlanabilir mi? rak öznel bir sonuca ulaşmak, söz gelimi bir eserdeki kelime kullanımlarından, olay örgüsünden, ideolojik vurgulardan vb. yola çıkarak o eser hakkında “Güzel bir eser!” demek ne kadar doğrudur? ğerlendirmeler yapılamayacak mıdır? Edebiyat ve sanatla ilgilenen kişilerin bu ve benzeri sorulara farklı cevaplar vermeleri, zaman içinde birçok eleştiri kuramının ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Bu eleştiri kuramlarını kronolojik sırayı dikkate alarak dört ana grupta toplamak mümkündür: 1. Eserle dış dünya arasındaki ilişkiyi merkeze alan eleştiri kuramları Bu ölçütler nesnel mi öznel mi olacaktır? 2. Sanatçıyı merkeze alan eleştiri kuramları Nesnel ölçütler kullanılacaksa bu ölçütler bütün eserleri içine alabilecek kadar geniş olacak mıdır? Nesnel bir ölçütten yola çıka- 3. Edebiyat eserini merkeze alan eleştiri kuramları 4. Okuru merkeze alan eleştiri kuramları Öğretici Metinler A. ESERLE DIfi DÜNYA ARASINDAK‹ ‹L‹fiK‹Y‹ MERKEZE ALAN ELEfiT‹R‹ KURAMLARI Düşünürlerin ve edebiyatçıların Antik Çağ’dan başlayarak “Sanat, fenomenleri/geneli/ideal olanı ya da gerçekleri yansıtmalıdır.” görüşünü benimsemeleri; şairlerin, yazarların, ressamların bu görüşe bağlı kalarak eserler üretmeleri; insanları, toplumları, olayları, edebiyatı, sanatı vb.ni bilimsel, ekonomik, tarihsel nedenlerle ya da ideolojik düşüncelerle açıklamaya çalışan anlayışların zaman içinde yaygınlık kazanmaları gibi türlü nedenler; bazı eleştirmenlerin “Edebiyat eserlerini eleştirebilmek için dış dünya gerçeklerini bilmek zorunludur.” cümlesiyle özetlenebilecek eleştiri kuramları geliştirmelerine neden olmuştur. Genel olarak “eserle dış dünya arasındaki ilişkiyi merkeze alan eleştiri kuramları” adını alan bu kuramların en önemlileri şunlardır: 1. TARİHSEL ELEŞTİRİ KURAMI Tarihsel eleştiri kuramı edebî eserlerin, yazıldıkları dönemin tarihsel gerçeklikleri ışığında incelenmesi gerektiği görüşünü ileri sürer. Bu kurama göre bir okurun geçmiş yüzyıllarda yazılmış bir eseri anlayabilmesi, değerlendirebilmesi, böylelikle o eserin tadına varabilmesi; eserin yazıldığı çağın koşullarını, inançlarını, dünya görüşünü, sanat anlayışlarını, yaşam biçimlerini, o zamanda gerçekleşen önemli olayları, kısacası o dönemin tarihini ve o dönemin zihniyet dünyasını bilmesi koşuluna bağlıdır. Bunların bilinebilmesi, birtakım tarihsel ve kültürel incelemelerde bulunmayı zorunlu kılmaktadır. Bu incelemeleri yaparak okuyucunun metni anlamasını kolaylaştırmak, aynı zamanda bir edebiyat tarihçisi olan eleştirmenin görevidir. Tarihsel eleştiri, ele aldığı eseri öncelikle edebiyat tarihinde var olan edebiyat geleneklerinden birine oturtmaya çalışır. Söz gelimi eleştirmen, “Bu şiir divan edebiyatı şiir geleneğine bağlı kalınarak oluşturulmuştur.” der. Böylelikle bu gelenekte şairlerin bu tür metinler oluşturarak neleri amaçladıklarını, şiir yazarken nelere dikkat ettiklerini, şiirlerinde neleri anlatmak istediklerini açıklayarak bir bakıma şiire hangi açıdan bakılması gerektiğini ortaya koyar ve incelediği şiirde bu nitelikleri bulmaya çalışır. İncelenecek eseri tarihsel bir çerçeveye, bir edebiyat geleneğine ve o edebiyat geleneğinin oluşturulduğu 1. Sanat, duyularla algılanabilenleri (fenomenleri, görüngüleri) yansıtır: Bu tespit, büyük ölçüde Sokrates (MÖ 470-339) ve Platon’un (MÖ 427-347) görüşlerine dayanır. İslâm düşüncesiyle, özellikle de tasavvuf anlayışıyla birçok açıdan paralellik gösteren görüşler ileri süren bu düşünürler; insandan bağımsız, mükemmel bir gerçekliğin var olduğunu iddia etmiş, gerçekliğin bu kesin ve değişmez bilgisine ulaşmaya çalışmışlardır. Sokrates’in öğrencisi olan Platon (Eflatun), “Devlet” isimli eserinde Sokrates’le Glukon arasında geçen birçok diyaloga yer vermiştir. Bu diyalogların birinde Sokrates, ressamın yaptığı işi anlatmak isterken Glukon’a şunları söyler: “İstersen bir ayna al eline, dört bir yana tut. Bir anda yaptın güneşi, yıldızları, dünyayı, kendini, evin bütün eşyasını, bitkileri bütün canlıları.” Sokrates, bu ifadelerle ressamın resim yaparak aslında dünyaya ayna tuttuğunu, bir bakıma doğayı taklit ettiğini anlatmak istemiştir. Sokrates’in görüşlerinden ve düşünce sisteminden büyük ölçüde etkilenen Platon’a göre aynadaki görüntü, nasıl ki gerçeğin kendisi değil, bir yansımasıysa, sanat eseri de gerçekliğin kendisi değil, gerçekliğin duyularla algılanabilen biçiminin yansımasıdır. Gerçek olmadığı hâlde gerçekmiş izlenimi veren, insanı mutlak gerçeklik hakkında kuşkuya düşüren, insanların gerçek olmayan şeyler hakkında “Gerçek, budur.” demesine neden olan her şey bir aldatmacadır. Sanat eseri, temelde bu işlevi gördüğüne göre sanat da insanları mutlak gerçeklikten, hayatın asıl gerçekliğinden, yaşamanın gerçek amacından uzaklaştıran, zararlı bir uğraş alanıdır. Platon, edebiyatın ancak bilgi vermesi ve ahlâk yönünden sansüre tabi tutulması koşuluyla yararlı hâle getirilebileceğini düşünür. 2. Sanat, geneli ya da özü yansıtır: Platon’un öğrencisi olan Aristotales (MÖ 384-322), Platon’dan farklı olarak edebiyata ve sanata daha olumlu bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Ona gö- 325 Öğretici Metinler dönemin hâkim zihniyetine göre değerlendirmeye ve anlamaya çalışan bu eleştiri kuramında eserin dil özellikleri üzerinde önemle durulur. Çünkü geçmiş yüzyıllarda yazılmış bir eserde bazı kelimeler o günkü anlamlarını bugün kaybetmiş olabilir. Eleştirmen -bu kişi aynı zamanda bir edebiyat tarihçisi olmak durumundadır- eserin diliyle ilgili açıklamalar yaparak bu gibi güçlükleri ortadan kaldırmaya çalışır. re edebiyatçı, gerçek hayatı olduğu gibi anlatmaz. Bunu yapmak tarihçinin işidir. Edebiyatçı, bir tek kişinin yaşamını anlatır gibi görünse de aslında insanoğlunun yaşamını, yani yaşamın kendisini anlatır. Edebiyatçı, olayları anlatırken bunlardan kendine göre bir seçme yapar, ayrıntıları atar, olayın özünü vermeye çalışır. Tarihsel eleştiri kuramına göre, bir metnin anlaşılması için o metnin yazarının hayat hikâyesinin de bilinmesi gerekir. Bu yönüyle tarihsel eleştiri kuramıyla sanatçıyı merkeze alan edebiyat kuramları arasında benzerlik vardır. Tarihsel eleştiri kuramına göre, bir eser, oluşturulduğu toplumda zaman içinde ortaya çıkmış edebiyat geleneklerinden birine dâhil edilebiliyor, yazıldığı dönemin okurunun edebî eserlerle ilgili beklentilerine cevap verebilecek nitelikleri taşıyorsa, o eser, yazılış amacına ulaşmış demektir. O hâlde böyle bir eseri, yazıldığı dönemin beklentilerini ve beğeni ölçütlerini dikkate almadan değerlendirerek güzel bulmamak söz gelimi “Bu şiirde kullanılan mazmunlar, edebî sanatlar, Arapça ve Farsça kelimeler çok fazla, bunlar şiiri anlaşılmaz kılıyor.” ya da “Bu eserde anlatılan sevgilinin özellikleri çok komik, böyle güzel, böyle güzellik anlayışı olur mu, bu şiir yaşamın gerçeklerinden çok uzak.” şeklinde değerlendirmek yanlıştır. Tarihsel eleştiri kuramına bağlı kalan eleştirmenlere göre bir edebî eser yazıldığı dönemde “güzel bir eser” şeklinde nitelendirilmeyi hak ediyorsa bugün de “güzel ve başarılı bir eser” olarak nitelendirilmeyi hak ediyordur. Tarihsel eleştiri, bütün zamanlara ve bütün metinlere uygulanabilecek evrensel sanatsal ölçütler olmadığına inanır. Bu nedenle de eserin okuyucuda yaratacağı estetik etkiyi ve çağrışım zenginliğini göz ardı ederek edebî metni, tarihî bir belgeyi açıklar gibi açıklar; tarihsel ve ansiklopedik niteliği ağır basan açıklamalarda bulunmayı daha çok önemser. SOSYOLOJİK ELEŞTİRİ KURAMI 2. Toplumun oluşum, işleyiş ve gelişim yasalarını inceleyen bilim dalına sosyoloji (toplum bilimi) denir. Sosyolojik eleştiri, edebiyatın kendi başına var olmadığı, toplum içinde doğduğu ve toplumun bir ifadesi olduğu ilkesinden hareket eden eleştiri kuramıdır. Sosyolojik eleştiriye göre pozitif bilimlerde olduğu gibi edebiyatta da determinizm (Her olayın başka olay326 Sanzio Raffaello’nun “Atina Okulu” isimli freskinden Platon ile Aristotales’i bir arada gösteren bir ayrıntı. Platon (soldaki), eliyle yukarıyı göstererek felsefesinin temelindeki mutlak gerçekliği temsil eden idealar dünyasını işaret ediyor. Aristotales’e göre tragedya yazarı, yaşanması mümkün olan olayları sahneye taşıyarak insanları hayatın özü hakkında bilgilendirir. Aynı zamanda onda acıma ve korku duygularını uyandırarak onun psikolojik bakımdan etkilenmesini ve yücelmesini sağlar. 3. Sanat, ideal olanı yansıtır: Eski Yunan ve Roma medeniyetlerinden büyük ölçüde etkilenen Rönesans sanatçıları ve klasisizm akımının temsilcileri, edebiyatçının, yazdığı eserlerle insanları hem eğlendirmesi hem de ideal insan ve ideal toplum konusunda bilgilendirmesi ve bilinçlendirmesi gerektiği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Yani edebiyatın ve sanatın yüce bir amacı vardır: Toplumda kötülerin kazanama- Öğretici Metinler ların gerekli ve kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ileri süren öğreti) geçerlidir. Belli nedenler belli sonuçları doğurur. Sanat ve edebiyat olayları da birtakım nedenlerden doğar; onların yaratıcılarının nitelikleri, ülkelerinin iklimi, fiziksel, politik ve sosyal koşulları tarafından belirlenir. Yazarı, eseri ve okuru, sosyal koşullar belirlediğine göre eleştirmenin yapacağı iş, bir bilim adamı gibi davranarak bu koşullar üzerine eğilmek ve sanatla ilgili sorunları bu koşulları göz önünde bulundurarak açıklamaktır. Tarihsel eleştiride bir eseri anlamak için nasıl ki aynı zamanda tarihçi (edebiyat tarihçisi) olmak ya da tarihsel bilgiye sahip olmak gerekiyorsa sosyolojik eleştiride de bir sosyolog olmak, toplum yasalarını, toplumların niteliklerini ve bu toplumların geçirdikleri toplumsal süreçleri bilmek gerekmektedir. Sosyolojik eleştiriye göre bir edebiyat eserini eleştirmek, o eserin niçin yazıldığını ve ne sonuçlar doğurduğunu ortaya koymak demektir. Sosyolojik eleştiri, eser hakkında başarılı-başarısız, iyi-kötü gibi hüküm bildirici ifadeler kullanmayı doğru bulmaz, durumu tespit etmek ve metni sosyolojik bakış açısıyla değerlendirilecek bir olgu olarak görmekle yetinir. Aslında sosyolojik eleştiri, edebî eserleri gerçekten anlamayı, çözümlemeyi ve eleştirmeyi amaçlayan bir edebiyat eleştirisi yöntemi olmaktan çok, edebiyattan yola çıkarak toplumu anlamayı ve çözümlemeyi amaçlayan sosyolojik bir araştırma yöntemidir. Nitekim bu alanda çalışan bilim adamlarının birçoğu, edebiyatı, sosyal tarih araştırmalarında bir veri olarak kullanmış; sanatın, toplumu yansıttığı ilkesinden hareket ederek edebiyat eserlerini, toplumun yaşayışına, âdetlerine ışık tutan birer belge olarak incelemiştir. 3. SINIF ÇATIŞMASI İLKESİNDEN HAREKET EDEN ELEŞTİRİ KURAMI Bu eleştiri anlayışı da sosyolojik eleştiride olduğu gibi sanat ve edebiyat olaylarının nedenlerini açıklamaya çalışan bir mantık üzerine kurulmuştur. Sosyolojik eleştiri, bu nedenlerin sayısının birden çok olduğunu iddia ederken bu eleştiri kuramı bir tek temel neden olduğunu iddia etmiştir: Ekonomik düzen ve toplumlardaki sınıf çatışmaları. İdeolojik bir arka plana sahip olan bu kuram, sanat eserinin oluşturulma nedenlerini açıklamakla yetinmez; sosyolojik eleştiriden farklı olarak sanat eserinin meydana gelmesinde rol oynayan nedenleri yargılama- yacağına dair kesin bir kanı uyandırarak erdemli ve ahlâklı insanların çoğalmasını sağlamak. Bunun için de edebiyatçı; olayları, durumları, insanları, gerçek hayatla bire bir örtüşecek şekilde değil, ideal olanla örtüşecek şekilde anlatmalıdır. Gerçek hayatta iyiler hep kazanmasa bile edebiyat eserinde hep iyiler kazanmalı; kötüler, hüsrana uğramalıdır. İnsanlar, kötülerin karşılaşabilecekleri felaketleri görerek bundan ibret almalı, iyi ve erdemli kişiler olmaya çalışmalıdır. 4. Sanat, gerçekleri yansıtır: Modern Dönemde ortaya çıkan gerçekçilik (realizm), toplumcu gerçekçilik ve natüralizm akımları; büyük ölçüde “Sanat, gerçekleri yansıtır.” ilkesinden hareket etmiştir. Bu akımların bazı ilkeleriyle ilgili olarak şunları söyleyebiliriz: 1. E d e b i y a t çı, içinde bulunduğu toplumu, o toplumda yaşayan insanları, o toplumda yaşanan ya da yaşanabilecek olayları gözlemlemeli ve eserinde bunları anlatmalıdır. Edebî eserin bu işlevi Stendhal’in “Roman, yol boyunca gezdirilen bir aynadır.” cümlesiyle özetlenebilir. Stendhal 2. Gerçekler, bütün yönleriyle yansıtılmalıdır. Gerçeğin bir kısmını anlatıp bir kısmını anlatmamak gerçekçilikle bağdaşmaz. Hayatın ve toplumun gerçekleri ne ise edebiyata o şekilde yansımalıdır. Çirkinlikler, kötü olay ve kişiler, birer toplumsal gerçeklik olduğuna göre edebî eserlerde bunlara da yer verilmelidir. 3. Fizik olayları nasıl determinizmden hareket edilerek açıklanıyorsa insanların davranış ve ilişkileri de determinizmden hareket edilerek açıklanmalı, anlaşılmalı ve anlatılmalıdır. İnsanların gerçekleştirdikleri hiçbir eylem, yaşadıkları hiçbir olay; rastlantılarla ve doğaüstü güçlerle açıklanamaz. Bunların mutlaka tarihsel, psikolojik, ekonomik ve sosyal nedenleri vardır. Bu durum, “ger327 Öğretici Metinler ya da girişir. Bu eleştiri kuramına göre sanat, sanat için değil; toplumsal fayda için olmalıdır. Böyle olunca da bir eserin en önemli tarafı, içeriğidir. Bir eser; konusu, kahramanları ve olay örgüsüyle ya sömürücü sınıfın çıkarlarına hizmet ediyordur ya da ezilen sınıfların yanında yer alıyordur. Sınıf çatışması ilkesinden hareket eden eleştiri kuramı eserlerin değerini belirlerken bu noktayı özellikle göz önünde bulundurur. Bu kuramdan hareket eden eleştirmenlere göre bir eserin ezilen sınıfların yanında yer alan bir içeriğe sahip olması, o eserin iyi ve başarılı sayılması için yeterli koşul değilse de önemli bir ön koşuldur. çeklik” olgusunu hem çıplak hem de karmaşık bir bütünlük olarak karşımıza çıkarmaktadır. Çıplaktır; çünkü görülmeyen, bilinmeyen hiçbir yanı yoktur. Karmaşıktır; çünkü bu bütünlük çok çeşitli nedenlerin ve etkilerin bir sentezi ve bileşkesi durumundadır. Edebiyatçı gerçekleri anlatırken gerçeklerin arka planındaki bu nedenleri de anlatmalıdır. Bunun için gerektiğinde deney yoluyla bilimsel bilgi üreten bir bilim adamının tarafsızlığıyla hareket etmeli, gerçekleri tüm çıplaklığı ve karmaşık bütünlüğü ile eserlerine yansıtmalıdır. Eleştiri üzerinde diğer metin türlerinde durduğumuzdan daha çok durmamızın nedeni, eleştirinin, edebî metinlerle doğrudan ilişkili bir metin türü olmasıdır. Diğer öğretici metin türleri, söz gelimi köşe yazısı ya da makale edebiyatla, edebî metinlerle çok da ilişkili değildir. Ama eleştirinin konusu ve çalışma alanı doğrudan doğruya edebiyattır, sanattır, sanat ve edebiyat yapıtlarıdır. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Eleştiri ve edebiyat kuramlarını anlamaya çalışmak, insanlar binyıllar boyunca niçin sanat ve edebiyat eserleri oluşturmuşlar, bunları oluştururken nelere dikkat etmişler, sanat eserleriyle ilgili olarak güzel-çirkin, faydalızararlı, başarılı-başarısız gibi değerlendirmeleri yaparken hangi ölçütlerden hareket etmişler gibi türlü soruların cevaplandırılması noktasında son derece yararlı olacaktır. SANATÇIYI MERKEZE ALAN ELEfiT‹R‹ KURAMLARI Sanatçıyı merkeze alan eleştiri kuramlarına göre edebiyat eseri, dış dünyayı anlatıyor görünse bile aslında edebiyatçının kendisini anlattığı, dış dünyayı kendi iç dünyasında ve hayallerinde değişime uğratarak dışa vurduğu bir metindir. O hâlde bir edebiyat eserini anlamak için o eserin yaratıcısını tanımak ve anlamak gerekir. Eleştirmenin görevi, edebiyatçının kişiliğini ve yaşam serüvenini araştırarak eserlerini anlamaya ve okuyuculara tanıtmaya çalışmaktır. Bazı açılardan tarihsel eleştiri kuramıyla benzerlik gösteren bu kurama göre bir eserin gerçek anlamı, yazarının o eseri oluştururken kafasında, imgeleminde, ruhunda ve kişiliğinde oluşturduğu asıl anlamdır. Okuyucunun bu anlamı kavrayabilmesi ve eserde gerçekte neyin anlatıldığını anlayabilmesi; kendisini yazarın yerine koyabilmesine, bir anlamda onun ruh ve düşünce dünyasına sızabilmesine bağlıdır. Bunun için de yazarın yaşadığı olayları, psikolojik durumunu, aile ortamını, okuduğu kitapları, etkilendiği kişile328 ESEN YAYINLARI B. ri, aşklarını, travmalarını vb.ni bilmesi gerekir. Bunlar bilinirse, yazarın inançları, dünya görüşü, psikolojik durumu da az çok bilinmiş, böylelikle yazarın o eseri yazarken nasıl bir ruh hâli içinde olduğu, neyin etkisinde kalarak bu eseri oluşturduğu, bu eserde gerçekten neyi anlatmak istediği de anlaşılmış olacaktır. Aslında edebiyatçılar; eserlerini sadece yaşadıkları, hissettikleri ve düşündükleriyle oluştursa, bunlar dışında hiçbir şey yazmamış olsalardı bu kişilerin yaşam serüvenlerine ve kişiliklerine bakarak eserlerini tüm yönleriyle anlamak ve anlamlandırmak da mümkün olabilecekti. Ama bütün edebiyatçıların eserlerini bu şekilde yazdıklarından söz etmek mümkün müdür? Belki bir yazar, hiç yaşamadığı bir olayı anlatıyordur eserinde. Belki hiç gitmediği bir mekânı betimliyordur romanında. Sanatçıyı merkeze alan eleştiri kuramlarının en zayıf noktası budur: Yazarın, eserini içtenlikle yazdığı, gerçekten düşündüklerini ve hissettiklerini yazdığı ön kabulüne dayanmak. Öğretici Metinler Bu eleştiri kuramından yola çıkılarak yazılan yazarının bilinçaltı arasında kopmaz bir ilişki olduğu- eleştiri metinlerinin birçoğu, edebî metin üzerinde de- nu iddia eder. ğil de sanatçı üzerinde yoğunlaştığından bir çeşit bi- Sanatçıyı merkeze alan eleştirmenler, edebiyat eserleriyle ilgili iyi-kötü, başarılı-başarısız gibi değerlendirmeler yapmaktan çoğunlukla kaçınırlar. Bu eleştirmenler, edebî metinle yazarın yaşamı ve kişiliği arasında ilişki kurarak eserde ilk bakışta anlaşılmayan bazı anlamları ortaya çıkarmayı, eleştiri anlayışlarının merkezine yerleştirirler. yografik çözümlemeye dönüşmek durumunda kalır. Eleştirmen, edebî metinde rastladığı imgeleri, olayları, kişileri vb.ni yazarın yaşamı ve kişiliğiyle ilişkilendirerek anlamlandırma ve açıklama yoluna gider. Hatta bazı kuramcılar ve eleştirmenler, edebî metinlere psikanaliz yöntemiyle yaklaşarak edebî metinle EDEB‹YAT ESER‹N‹ MERKEZE ALAN ELEfiT‹R‹ KURAMLARI Eserle dış dünya arasındaki ilişkiyi merkeze alan eleştiri kuramlarına göre bir edebî eserin değeri, oluşturulduğu toplumun sosyolojik, tarihsel ya da ekonomik gerçekleriyle içli dışlı olmasından, bunlar hakkında doğrudan ya da dolaylı olarak bilgi vermesinden kaynaklanıyordu. Bu anlayışa bağlı kalınarak yapılan eleştirilerde edebî eser, bir bakıma tarihsel olayların, toplumsal gerçeklerin ya da sınıflar arasındaki ekonomik ilişkiler sisteminin, kısacası dış dünya gerçeklerinin somut bir sonucu olarak değerlendiriliyor ve eserlerin anlaşılması için bu dış dünya gerçeklerinin mutlaka bilinmesi ve araştırılması gerektiği iddia ediliyordu. Söz gelimi tarihsel eleştiri anlayışına bağlı kalan eleştirmenlere göre, Yunus Emre’nin şiirleri, ancak bu şiirlerin yazıldığı dönem Anadolu’sunun önemli tarihsel olayları, o dönemin hâkim zihniyeti ve dil özellikleri bilinerek anlaşılabilir ve değerlendirilebilirdi. Sanatçıyı merkeze alan eleştiri kuramcıları ise eleştirinin merkezine dış dünya gerçeklerini değil, metnin yaratıcısını yerleştiriyordu. Bu kuramcılara göre okuyucunun bir eseri gerçekten anlayabilmesi için o eserin yaratıcısının biyografisini ve psikolojik özelliklerini iyi bilmesi gerekirdi. Söz gelimi bir kişi, Fuzûlî’nin şiirlerini gerçekten anlamak istiyorsa kendisini Fuzûlî’nin yerine koymalı, bunun için de öncelikle Fuzûlî’nin kişiliğini ve yaşam öyküsünü bilmeliydi. Edebiyat eserini merkeze alan eleştiri kuramcıları ise bir edebî eseri anlamak ve çözümlemek için eserin kendisinin yeterli olduğunu, eser dışında herhangi bir şeyin (dış dünya gerçeklerinin, sanatçının yaşamının ve kişiliğinin) bilinmesine gerek olmadığını iddia etmişlerdir. Ede bi yat ese rini merkeze alan eleştiri kuramcıları, Roman Jacopson’un ve Ferdinand de Saussure’ün görüşlerinden önemli ölçüde etkilenmişlerdir. ESEN YAYINLARI C. Ja cob son (18961982); iletişim eylemini gönderici, alıcı, ileti, kod, kanal ve bağlam teRoman Jacopson rimlerinden yola çıkarak şemalaştıran ve açıklayan; dilin, kullanılma amaçlarına bağlı olarak farklı işlevler (şiirsel, göndergesel vb.) üstlendiğini iddia eden, yapısalcı çözümleme tekniğinin geliştirilmesine önemli katkıları bulunan bir düşünürdür. Roman Jacobson’a göre dil, edebî metinlerde şiirsel işlevde kullanılır. Roman Jacopsun’un görüşlerini kuramsallaştıran eleştirmenler, edebî metinlerin en önemli özelliğini bu metinlerdeki dil kullanımlarında bulmuşlardır. Bu kuramcılara göre insanlar bir dili günlük hayatlarında kullana kullana, dili o şekilde kullanmayı ve anlamayı bir alışkanlığa dönüştürürler. Edebiyatçı, oluşturduğu eserde dilin alışılagelmiş kullanımlarının dışına çıkarak bu alışkanlığı kırar. Söz gelimi bir şair, özgün imgeler oluşturmak için alışılmamış bağdaştırmalar yapar ve şiir dilinde “sapma” terimiyle karşılanan kullanımlara yönelir. Dilin kurallarını çiğneyerek, bir bakıma dilin alışılmış düzenini bozarak ona yeni bir düzen verir, âdeta dili yeniden üretir. Okuyucu, her gün konuştuğu dilin bu şekilde kullanıldığını görünce şaşırır, sarsılır, etkilenir; onda “başka” olanı anlamaya ve hissetmeye yönelik bir heyecan uyanır. 329 Öğretici Metinler Ferdinand de Saussure Saussure’e göre dil, seslerden oluşan kuralsız bir yığınlar kümesi değil; derininde yatan ilişkiler ağıyla birbirine bağlanmış ögelerden oluşan, düzenli ve tutarlı bir bütündür, genel bir yapıdır. Söz ise kişiseldir; bir dili konuşan her bir kişi tarafından dilin ayrı ayrı somut kullanımlarıdır. Dil ile söz arasındaki ilişki, futbolun kendisiyle futbol maçı arasındaki ilişkiye benzetebilir. Bu benzerliğe göre, futbolun kendisi soyut bir sisteme yani “dil”e, her bir futbol maçı ise somut bir uygulanışa yani “söz”e tekabül eder. Saussure’e göre dilin bireysel ve somut kullanımları olan sözler -ki her bir dilde sınırsız sayıda söz vardır- soyut ve toplumsal bir sistem olan “dil”e uymak durumundadır. Dil bilimin amacı da bu kullanımlardan (sözlerden) yola çıkarak, sözlerin dayandığı genel yapıyı, göstergelerden oluşan sistemi (dili) incelemek, başka bir deyişle dilin mantığını ve matematiksel düzenini ortaya çıkarmaktır. Edebiyat eserini merkeze alan eleştirileri kuramlarının en önemlileri şunlardır: YENİ ELEŞTİRİ 1. Bu eleştiri kuramına göre her edebî eser, yazarından, okurundan, yazıldığı dönemin toplumsal ve tarihsel koşullarından bağımsız, kendi başına yeterli olan, kapalı, dilsel bir düzendir. Edebî eserleri var eden, metinlerin sanatsal metin niteliğini kazanmasını sağlayan bu düzeni, yeni eleştiri anlayışına bağlı eleştirmenler, organik birlik terimiyle karşılamışlardır. Organik birlik, bir eseri oluşturan ögelerin, kendi başlarına bir tek işlev üstlenmekle kalmayıp diğer ögeleri de etkilemeleri ve bir çeşit ilişkiler ağı örerek kaynaşmaları sonucunda metinde ortaya çıkan estetik düzendir. Söz gelimi bir şi330 ESEN YAYINLARI Ferdinand de Saussure (1857-1913); görünenlerin, algılananların, somut olanların derininde bazı kuralların ve yasaların oluşturduğu soyut bir sistemin, genel bir yapının bulunduğunu, asıl önemli olanın bu sistemin ortaya çıkarılması olduğunu iddia eden yapısalcı dil bilimin kurucusudur. irde yer alan her bir öge (ses, anlam, kelimeler, kelimelerin birbirine eklemlenişi, mısra, nazım birimi, nazım şekli, ölçü, uyak, benzetmeler, imgeler, dile getirilen duygular, bu duygularla oluşan duygu atmosferi vb.) metindeki diğer ögelerle belli bir ilişkiler ağı içinde bulunur; bu ögeler, başka bir deyişle bu “parça”lar, birbirleriyle iç içe geçerek eksiksiz bir sanatsal düzen, bir bütün oluşturur. Bir söz dizisi, şairin bu söz dizisinde yer alan tüm ögeleri birbirini tamamlayacak biçimde kaynaştırmasıyla şiir olur. İşte şiirdeki bu düzene, bu uyuma, bu dengeye, bu tamamlanmışlık durumuna organik birlik denir. Kelimelerden oluşan bir söz dizisinin şiir niteliğini kazanması, bu şiiri oluşturan ögelerin organik birliği oluşturacak biçimde düzenlenmeleri, birbirleriyle ayrılmaz ilişkiler ağı kurmaları, iç içe geçmeleri, kaynaşmaları koşuluna bağlıdır. Ögeler arasındaki uyumla sağlanan bu organik birlik, edebî eserde estetik yaşantının oluşmasını, bu da okuyucunun okuduğu metin karşısında zevk duymasını sağlar. Bu estetik yaşantı, okurdan değil, eserin kendisinden kaynaklanır. Yani organik birliğini sağlamış, ögeleri uyumlu şekilde bir araya getirilmiş her edebî eser, kendi içinde bir estetik yaşantı meydana getirir. Eserdeki bu düzeni hisseden, algılayan herkes; o estetik yaşantının farkına varır, bu duygusal durumu yaşar. Edebî eserlere sadece bu eserlerin sanatsal yönlerini açığa çıkarmak amacıyla yaklaşan yeni eleştiri kuramcılarına göre bir edebî metnin değerlendirilebilmesi için gerekli olan bütün veriler, o eserin kendisinde nesnel olarak vardır. O hâlde metnin dışına çıkmayı gerektirecek bilgiler peşinde koşmak; edebî ve sanatsal olmayan herhangi bir ölçüte başvurmak gereksiz ve yanlıştır. Yeni eleştiri anlayışına göre her eserin bir tek anlamı vardır ve bu anlam okuyucudan bağımsızdır, eserin kendisindedir. Eleştirmene düşen, metni oluşturan ögelerin (tema, çatışma, kişiler, olay örgüsü; imge, ölçü, edebî sanatlar, konu vb.nin) birbirleriyle ilişkilerini, eser içinde oynadıkları rolü, organik birliğe katkılarını araştırarak eserin ilk bakışta fark edilmeyen güzelliklerini, kapalı anlamlarını, estetik yönlerini, zenginliklerini, sanatsal niteliklerini, içtenliğini ortaya çıkarmaktır. Her eserde organik birliğin oluşmasını sağlayan birtakım ögeler vardır. Ama bu ögelerin bir araya getirilişi, bunlardan bir bütün, bir düzen oluşturuluşu farklı farklıdır. Dolayısıyla edebî eserlerin tümüne uygulanabilecek tek bir eleştiri şablonundan söz etmek de olanaksızdır. Öğretici Metinler 2. Bir öyküdeki olay örgüsünün o öyküye ne kattığını çok fazla önemsemez yapısalcı eleştiri. Olay örgüsünün kendisini araştırır, değişik metinlerdeki olay örgülerini karşılaştırarak bunların benzer taraflarını bulmaya, edebî metinlerin oluşturulmasında olay örgüsünün nasıl bir işlev üstlendiğini anlamaya çalışır. Söz gelimi yapısalcı eleştiri masallarla ilgili bir inceleme yapacaksa bir tek eserle uğraşmaz. Onlarca masalı birlikte ele alır. Bu masallardaki temaların, çatışmaların, olay örgülerinin, kişilerin vb.nin ortak ve benzer niteliklerini ortaya çıkarmaya çalışır. Böylelikle edebî metinlerden yola çıkarak edebiyatın kendisini anlamaya, bir bakıma edebiyatın sırrını, şifresini, tılsımını bulmaya çalışır. Yani sözden (edebi eserlerden, masallardan) yola çıkarak dile, sisteme (edebiyatın, masalın kendisine) ulaşmaya çalışır. YAPISALCI ELEŞTİRİ Bu anlayışın yeni eleştiri anlayışından ayrılan yönlerine gelince... Yeni eleştiri anlayışında her bir eser başlı başına değerlendirilir. Yani bu anlayışa göre yazılan her bir eleştiri yazısında bir tek eser ele alınır. Bu yazıda, söz konusu eserin organik birliğini sağlayan ögelerinin bulunmasına, bunlar arasındaki ilişkiler ağının çözümlenmesine, eserdeki derin ve saklı anlamın ortaya çıkarılmasına çalışılır. Yapısalcılar ise bir tek metni incelemek yerine aynı anda birden çok metni incelemek yoluna giderler. Çünkü yapısalcılar, dil-söz ayrımından hareket eden Saussure’ün dil bilime uyguladığı yöntemi edebiyata da uygulamak isterler. Edebiyata yapısalcılık açısından yaklaşan kuramcılara göre nasıl ki dil bilimde somut ve bireysel olan “söz”ün arka planında, onu belirleyen soyut ve toplumsal bir dil sistemi varsa edebiyatta da “söz”e tekabül eden somut ve bireysel tek tek yapıtların arkasında toplumsal bir edebiyat sistemi vardır. Bu kurama göre her edebî metin, bir sözdür; kişisel ve somut bir dil kullanımıdır. Edebiyat ise sınırsız sayıdaki edebî metnin (sözün) oluşturulmasını sağlayan genel bir yapıdır, bir sistemdir, yani bir dildir. Eleştirmen, sözlerden (edebî eserlerden) yola çıkarak dile (edebiyatın kendisine) ulaşmalı, eserlerin anlamlarını üreten, anlamlanmalarını sağlayan bu yapıya eğilmeli, başka bir deyişle metinlerin edebî metin olmasını sağlayan bu içkin düzeni, bu etkileyici ve büyülü sistemi, edebiyat sistemini çözümlemeye çalışmalıdır. Eleştirmen, edebî metinlerin başka edebî metinlerle benzerliğini araştırmalı, bir iletişim sistemi, bir dil olan edebiyatın kendisini ortaya çıkarmalı, bu yapıyı çözümlemeli, bu yapıda yer alan ögelerin ne işe yaradıklarını, metnin tamamlanmasına, eksiksiz bir bütün olmasına ne tür katkılar sağladıklarını saptamaya çalışmalıdır. ESEN YAYINLARI Bu eleştiri yöntemi birçok açıdan yeni eleştiriyle benzerlik gösterir. Yapısalcı eleştiriye göre bir edebî metnin değerlendirilmesi için gerekli olan bütün veriler, o eserin kendisinde vardır. O hâlde metnin dışına çıkmayı gerektirecek bilgilere yönelmek, söz gelimi yazarın hayatını, kişiliğini, eserin oluşturulduğu dönemin tarihsel ve toplumsal gerçeklerini öğrenmeye çalışmak, edebî olmayan herhangi bir ölçüte başvurmak yanlıştır. Yapısalcı eleştiriyle yeni eleştiri arasındaki farklardan biri de metnin tek anlamlılığı-çok anlamlılığıyla ilgilidir. Yeni eleştiri anlayışına göre bir eserdeki organik ve tematik birlik, o eserde bir tek anlamın oluşmasına izin verir. Yani her edebî eserde ancak bir tek anlam vardır. Eleştirmen, o eserin bütünlüğünü oluşturan ögeleri, bu ögeler arasındaki uyumu ve ilişkiler ağını çözümleyerek o eserin içinde saklı olan, metnin derinlerinde yer alan bu tek anlamı ortaya çıkarmalıdır. Yapısalcılara göre ise edebî metinler tek anlamlı değil, çok anlamlıdır. Edebî metinlerdeki kelimeler ve cümleler gibi metinlerin kendileri de birden çok anlama gelebilir. O halde edebî metinlerde bir tek anlamın olduğunu iddia etmek yanlıştır. Edebî metinler, tek anlamlı, tek katmanlı değil; çok anlamlı metinlerdir. Yapısalcı eleştiriyle yeni eleştiri arasındaki farklardan biri de estetik yaşantıyla ilgilidir. Yeni eleştiri, değerlendirici; yapısalcı eleştiri çözümleyicidir. Yeni eleştiriye göre edebî metinler, bu metinlerdeki organik birlik sayesinde estetik yaşantı meydana getirme gücüne sahip olurlar. Edebiyatçı, organik birliği meydana getiren ögeleri uyumlu şekilde bir araya getirebilmişse eser de estetik yaşantı oluşturma gücüne sahip olmuş, bu da okuyucunun metni okurken zevk duymasına katkıda bulunmuş olur. Yapısalcı eleştiri, edebî metinlerin estetik yaşantı oluşturma gücüyle ilgilenmez, bunun üzerinde durmaz. Onun tek derdi, metinlerden yola çıkarak sistemi, temel yapıyı çözümlemeye çalışmaktır. 331 Öğretici Metinler OKURU MERKEZE ALAN ELEfiT‹R‹ KURAMLARI Okur merkezli eleştiri kuramlarına geçmeden önce, estetik tutum ve estetik yaşantı kavramları üzerinde durmamız faydalı olacaktır. Edebiyatın temelde iki işlevi (zevk vermek ve eğitmek) olduğunu, bu işlevlerden birincisinin (zevk vermenin) daha ağır bastığını iddia eden Romalı şair Horatius’tan (MÖ 65 MÖ 8) günümüze dek edebiyat kuramcıları, düşünürler, şairler, yazarlar ve diğer sanatçılar bu konu üzerinde çeşitli görüşler ileri sürmüş; bunlardan bir kısmı edebiyatın zevk verme işlevi bir kısmı da eğitme ve bilgi verme işlevi üzerinde yoğunlaşmıştır. Yüzyıllar boyunca devam eden bu tartışma bir iki dönemi dışta tutarsak zevk verme işlevinin ağırlık kazanması yönünde sonuçlanmıştır. “Biz bir edebiyat eserini okumaktan zevk aldığımız için okuruz.” şeklinde özetlenebilecek bu anlayış, birçok tartışmayı da beraberinde getirmiş, özellikle on sekizinci yüzyıldan itibaren edebiyatın verdiği zevkin ayırıcı niteliklerinin neler olduğu, kaynağının ne olduğu, insanda bu zevkin nelere bağlı olarak oluştuğu üzerinde durulmaya başlanmıştır. Eleştirel felsefenin kurucu kabul edilen Immanuel Kant’tan (1724-1804) bu yana edebiyat eserlerini okumaktan alınan bu zevk estetik tutum ve estetik yaşantı kavramlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Estetik tutumun temelinde edebiyat ve sanat eserlerine faydacı bir tutumdan tamamen uzak kalarak yaklaşmak gerektiği anlayışı vardır. Yani bir şiir, bir roman, bir öykü sadece okumaktan zevk alınacağı için okunur. Bunun dışında edebî metinlerden bir şey beklemek, bir bakıma o eserleri çıkar gözeterek okumak, söz gelimi töre cinayetlerine değinen bir romanı bu cinayetlerin işlendiği yöreyle ilgili çeşitli bilgiler edinmek amacıyla okumak estetik tutumla bağdaşmaz. Estetik tutum, edebî eserden herhangi bir şekilde yararlanmayı, dikkati eserin kendisi üzerinden başka bir yere döndürmeyi uygun görmez. Eser, sadece keyif için, sadece zevk için okunur. Estetik tutumla okunan bir eser, iyi bir eserse, okuyucuda bir yaşantının oluşmasını sağlar. Bu yaşantıya “estetik yaşantı” denir. Önceki zamanlarda da çeşitli edebiyat ve sanat kuramcıları tarafından üzerinde durulan bir kavram olan estetik yaşantıyı, kendinden önceki kuramcılardan farklı görüşler ileri sürerek bilimsel temellere oturtmaya çalışan 332 kişi, İngiliz estetikçi I. A. Richards’tır (18931979). ESEN YAYINLARI D. Okuyucular ve eleştirmenler, herhangi bir eserin estetik değeriyle ilgili olarak görüşlerini belirtir ve söz gelimi “Bu, güzel bir eser.” derler. Richards’a göre “Bu, güzel bir eser.” şeklinde Immanuel Kant herhangi bir ifade kullanmak, aslında dilsel bir hatadır; bir konuşma pratiğidir. Richards’a göre böyle bir eserle ilgili olarak şunu söylemek gerekir: “Eser, bende güzel bir yaşantı meydana getirdi.” Çünkü eserin kendisinde güzellik (estetik değer) diye bir şey yoktur. Estetik değer, bir eserin kendi niteliklerine değil; insanda uyandırdığı duygulara (estetik yaşantıya) dayanır. Bir eserle ilgili olarak güzel dediğimiz bir şey, o eser gerçekten güzel olduğu için söylediğimiz bir şey değildir aslında. Güzel, o eserin bizde meydana getirdiği bir yaşantıda -estetik yaşantıdabulduğumuz bir niteliktir. Güzelliğin eserin kendisinde bulunduğu sanısına kapılmak (“Bu, güzel bir eserdir ya da güzel bir eser değildir.” demek) dilin bizi sürüklediği bir yanılgıdır. Richards’ın bu tespiti ile Âşık Veysel’in dile getirdiği güzellik algılayışı (“Güzelliğin on par’etmez/Bu bendeki aşk olmasa/Eğlenecek yer bulamam/Gönlümdeki köşk olmasa”) arasında paralellikler olduğunu söylemek sanırız yanlış olmaz. Richards’a göre estetik yaşantı, kişideki birbirine zıt itilerin, duyguların, tavırların uyumu ve birbirini dengelemesi sonucunda ortaya çıkan psikolojik bir olaydır. Edebî metin kişideki bu uyumun oluşmasında sadece bir uyarıcı işlevi görür. Aslolan okuyucudur, okuyucunun yaşayacağı estetik hazdır. Richards’a göre bir edebî eserin değeri; o eseri okuyan kişinin yaşayacağı estetik yaşantının değeri, büyüklüğü ve yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Bir estetik yaşantının değerli, büyük ve yoğun olması ise o yaşantıyı oluşturacak itilerin sa- Öğretici Metinler yısının çokluğuyla orantılıdır. Çok sayıda itinin işe karışmasıyla oluşan bir denge ve uyum hâli (estetik yaşantı), az sayıda itinin işe karışmasıyla sağlanan bir denge ve uyum hâlinden daha değerlidir. Çünkü çeşitlilikler ve zıtlıklar içinden daI. A. Richards ha büyük bir birlik sağlanmış olur. Richards’a göre tezli romanlarda ve politik yönü ağır basan eserlerde itilerin azlığından kaynaklanan bir basitlik, bir estetik yaşantı yavanlığı vardır. Bunlarda çeşitlilikten ve farklılıklardan değil, ancak tek yönlülükten söz edilebilir. Zevkler, heyecanlar, duygular, itiler tek yönlü olunca da bir denge kurmaya imkân kalmaz. Çünkü bir yerde dengenin olabilmesi için o dengeyi sağlayacak zıtlıkların bir arada bulunması gerekir. Okuru merkeze alan eleştiri kuramlarının en önemlileri şunlardır: 1. ESEN YAYINLARI Richards’a göre edebiyat, duyguları anlatmak, duyguları uyandırmak, estetik yaşantı oluşturmak, kişide bir heyecan, zevk ve iti çeşitliliği yaratmak için vardır. Edebî eserin bilgi vermek gibi bir işlevi olamaz. Edebi eserden gerçekleri yansıtmasını, doğruları dile getirmesini beklemek söz konusu olamaz. Edebî eser açısından doğruluk, eserin kendi içindeki tutarlığıdır. ler vermezdik. Ama bizim için imkân yoktur buna. Tresias gibi hem erkek olmak, hem de bir kadın olmuş olmayı hatırlamak bize vergi değil. Sürekli bir hapisanede gibi kendi benliğimizin içine kapatılmışız... Eleştirici açıkça şöyle demelidir: Efendiler! Size Shakespeare, RaciAnatole France ne, Pascal veya Goethe ile ilgili olarak kendinden söz edeceğim.” Anatole France’nin sözlerinden de anlaşılacağı üzere izlenimci eleştirmenler, kuralları kabul etmedikleri ve eser hakkında herkesin ortak bir yargıda buluşabileceğine inanmadıkları için eserin nitelikleri ve yapısı üzerinde durmazlar. Onlara göre bir eser hakkında belirtilen yargıların doğru ya da yanlış olması söz konusu edilemez. Çünkü güzellik bir zevk meselesidir ve zevkler kişiden kişiye değişir. Eleştirmen, eserden zevk alıp almadığına bakar. Onun yapabileceği tek şey, eserin kendisinde uyandırdığı duyguları, yaşantıları anlatmaktır. Bundan ötürü eleştirmen her şeyden önce güzelliğe karşı duyarlı olmalı, güzelin heyecanına varabilmelidir. Birtakım kurallara ve ölçütlere göre bir eserin değerini belirlemeye çalışmak, o eserle ilgili olarak “başarılı-başarısız” ya da “yararlı-zararlı” gibi nitelendirmeler yapmak, hiçbir işe yaramaz. Çünkü eleştirmen, eser hakkında bir şeyler söylüyor görünse de aslında kendisi hakkında bir şeyler söylüyordur. İZLENİMCİ ELEŞTİRİ Bu anlayış, eleştiride kuralcılığa, bilimselliğe ve nesnelliğe tepki olarak on sekizinci yüzyılda ortaya çıkmıştır. İzlenimci eleştirinin en önemli temsilcisi olan Anatole France’ın (1844-1924) şu sözleri, bu eleştiri anlayışını özetler niteliktedir: “İyi bir eleştirici, şaheserler arasında kendi ruhunun serüvenlerini anlatır. Nesnel sanat olmadığı gibi nesnel eleştiri de yoktur. Eserine kendisinden başka bir şey koymakla övünenler çok aldatıcı bir kuruntunun kurbanıdırlar. Gerçek şudur ki insan hiçbir zaman kendinin dışına çıkamaz. En büyük belalarımızdan biridir bu. Göğü, yeri bir dakika için olsun, bir sineğin düzeylere ayrılmış gözüyle görebilmek veya doğayı bir orangutanın kaba ve basit beyniyle algılayabilmek için ne- 2. OKUR MERKEZLİ ELEŞTİRİ Okur merkezli eleştiri, alımlama kuramından yola çıkılarak geliştirilen eleştiri yöntemidir. 1960’ların sonunda oluşmaya başlayan ve günümüzde de edebiyatçılar ve eleştirmenler arasında çok sayıda taraftar bulan alımlama kuramının temelleri Wolfgang Iser’in (1926-2007) bazı görüşlerine dayanır. Iser’e göre, bir edebî metnin anlamı, o metnin içinde hazır şekilde bulunmaz; metnin okunması sürecinde okuyucu tarafından yavaş yavaş kurulur. Bu kurama göre yazar, metinde her şeyi söylemez, anlam bakımından boş alanlar ve belirsizlikler oluşturur. Metinde bıraktığı ipuçlarından yola çıkarak metnin anlamını okuyucunun tamamla333 Öğretici Metinler Iser’e göre roman yazarının amacı, toplumda geçerli sayılan düşünce sistemlerini, ahlâksal ve toplumsal görüşleri, çağdaş değerleri, topluma egemen olan gerçeklik algısını ve ideolojik düşünce sistemini tartmak, eleştirmek, bunların geçerliğini sorgulamaktır. Her düşünce sistemi, her siyasi görüş, her egemen bakış açısı, kısacası değerler, algılar ve kabullerden yola çıkarak yaşamla ilgili bir sistem üreten her gerçeklik algısı; kendi gerçekliği dışındakileri yok saymaya, görmezden gelmeye, ihmal etmeye, inkâr etmeye uygun bir yapı oluşturur. Romancı, sistemin yok saydıklarını, görmezden geldiklerini, yani sistemleşmiş bir gerçeklik anlayışının öte yüzünü, madalyonun diğer tarafını gün yüzüne çıkarmaya, bunları vurgulamaya çalışır; eserinde, toplumun bellediği gerçeklikten farklı bir gerçekliği dile getirir. Romanını bu düşüncenin yani alışılmışın reddedilişi üzerine kurar. Böylece okuyucunun kafasını karıştırır, onu metinde- ESEN YAYINLARI masını, bir bakıma metnin bir kısmını okuyucunun yazmasını, anlamını okuyucunun yaratmasını ister. ki olay örgüsü üzerinde düşünmeye, bunları sorgulamaya, metinde dile getirilenlerle ilgili çözümler üretmeye zorlar; onu bir varsayımdan bir varsayıma iterek metni anlamlandırma sürecinin içine katar, bu Wolfgang Iser varsayımları okuyucunun tamamlamasını ister. Okurun kendi çabasıyla metnin anlamını tamamlaması ve keşfetmesi, okura bir çeşit estetik zevk sağlar. Okur, anlamı tamamlanmış, söylenecek her şeyi yazar tarafından söylenmiş bir metni okuduğunda sıkılabilir; çünkü böyle bir metinde alımlanacak çok az şey kalmıştır. Alımlama estetiğine göre metnin anlamı gizil (potansiyel) bir güç gibi metindedir. Onu metindeki ipuçlarından yola çıkarak somutlaştıracak ve yeniden üretecek olan, okuyucudur. TÜRK EDEB‹YATINDA ELEfiT‹R‹ nı söylemek çok güçtür. Bu yazıları bugün anladığımız şekliyle birer edebiyat eleştirisi metni olarak değerlendirmektense edebiyat ve dille ilgili bazı görüş334 lerin eleştirel bakış açısıyla ele alındığı, bazı görüşlerin çürütülmeye çalışıldığı, polemik yanı ağır basan dil ya da edebiyat makaleleri olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. ESEN YAYINLARI 1866’da Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayımlanan Lisan-i Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir isimli yazının, edebiyatımızdaki ilk eleştiri metni olduğu kabul edilmektedir. Namık Kemal, bu yazısında divan edebiyatı hakkında küçültücü ifadeler kullanarak yeni bir dil ve edebiyat anlayışının gerekli olduğu düşüncesini işlemiştir. Namık Kemal, bu düşünceyi Ziya Paşa’nın “Harâbât” isimli şiir antolojisini eleştirmek için mektup biçiminde kaleme aldığı Tahrîb-i Hârâbât (1876) ve Takîb (1886) isimli eserlerinde de ileri sürmüştür. Ziya Paşa’nın 1868’de “Hürriyet” gazetesinde yayımladığı Şiir ve İnşa isimli yazısı da Türk edebiyatındaki ilk eleştiri metinleri arasında sayılabilir. Gerek Namık Kemal’in gerek Ziya Paşa’nın gerekse de bu dönemde diğer yazar ve şairler tarafından yazılan benzer yazıların, bir edebî metni anlama, çözümleme ve okuyuculara tanıtma amacıyla yazılmış gerçek eleştiri metinleri oldukları- Tanzimat öncesi Türk edebiyatında bugün anladığımız şekliyle eleştiri türünde metinler yoktur ama eleştirel tutumu yansıtan birtakım eserler vardır. Bu eserleri üç ana grupta toplamak mümkündür: 1. Şuara tezkireleri: Bugün anladığımız şekliyle eleştiriye en yakın metin türü şuara tezkireleridir. Bu tezkirelerde genellikle şöyle bir yol izlenmiştir: Önce şairin yaşam öyküsü (biyografisi) hakkında bazı bilgiler verilmiş, daha sonra bol sıfatlı birkaç cümleyle şiirinin özellikleri üzerinde durulmuş, ardından da söz konusu şairin şiirlerinden bazı mısralar verilmiştir. Bu metinlerin eleştiriyle benzerlik gösterdiği bölümler, şiirlerin özelliklerinin anlatıldığı bölümlerdir. Bu bölümde bir tek metnin ele alınıp değerlendirilmesi ve çözümlenmesi yoluna gidilmemiş, şairin eserlerinin geneliyle ilgili doğrudan övgü ya da yergiye dayalı basmakalıp ifadelerin kullanılmasıyla yetinilmiştir. Öğretici Metinler 2. Kasideler: Divan edebiyatında kaside nazım biçimiyle oluşturulmuş bazı şiirlerde doğrudan edebî metinlerin eleştirisine yönelik bir bakış açısı yoksa da genel bir tutum olarak eleştirel bakış açısı belli ölçülerde vardır. Genellikle bir devlet ya da siyaset adamının aşırı övgü ya da yergi bağlamında özelliklerinin anlatıldığı metinler olan kasideler içinde övgü ağırlıklı olanlar mersiyeler, fahriyeler ve methiyeler; yergi ağırlıklı olanlar ise hicviyelerdir. Eleştirmen, edebiyat eserine bir sanat eseri gözüyle bakmalı, öncelikle eserin estetik niteliklerini görmeye ve anlamaya çalışmalıdır. Anlaşılması ve değerlendirilmesi için eserin kendisinin yeterli gelmediği durumlarda ise eserin yazarının yaşam öyküsünü, düşüncelerini, tutumunu, sanat anlayışını inceleme yoluna gitmeli; eserin dış dünya gerçekleriyle ilişkisi- 3. Taşlamalar: Taşlama, divan edebiyatındaki hicviyenin halk edebiyatındaki karşılığı olarak düşünülebilir. ni ve düşünsel arka planını açığa çıkarmaya çalışmalıdır. Eleştirmen, tespit ve değerlendirmelerinde olabildiğince nesnel davranmalı, eserle ilgili başarılı-başarısız türünden değer belirtici Günümüzde edebiyat eleştirisi kavramın- ifadeler kullanacaksa bu ifadeleri kullanma ge- dan genellikle şu anlaşılmaktadır: Edebiyat ese- rekçelerini de açıkça ortaya koymalıdır. ri iddiası taşıyan bir metnin edebî olup olmaduğuna kanaat getirilen bir metnin edebî ve estetik niteliklerini; -varsa- eksiklik, yanlışlık ve kusurlarını ortaya koymayı ilke edinen; metnin, edebî gelenek içindeki yerini ve önemini belirlemeyi hedefleyen her tür çalışma. ESEN YAYINLARI dığını tespit etmeyi amaçlayan; edebî eser ol- “Türk edebiyatı” derslerinde metinler, modern eleştiriyle paralellik gösteren bir çözümleme yöntemine göre işlenmektedir. Bu çözümleme yöntemi bugüne dek ortaya atılan bütün eleştiri kuramlarının bir sentezidir. Tarihsel süreç içinde ortaya çıkan eleştiri kuramlarından herhangi birine bağlanıp kalmakla, bu Eleştiri metinlerinde açıklayıcı ve kanıtlayı- eleştiri kuramlarından sadece birini geçerli sayıp cı anlatımdan sıkça yararlanılır. Bu metinlerde diğerlerini yok farz etmekle, sağlıklı bir edebiyat dil daha çok dil ötesi işlevde kullanılır. Bunun- eleştirisi yapılamaz. O hâlde eleştirmen, bu ku- la birlikte metnin kimi bölümlerinde gönderge- ramların hepsinden belirli ölçülerde yararlanma- sel işlevde ve heyecana bağlı işlevde kullanıl- ya çalışarak kendi özgün üslubunu oluşturmak dığı da olur. durumundadır. Eleştiri, hem okuyucuya hem edebiyatçı- Türk edebiyatında eleştiri türünde metinler ya hem de edebiyat tarihçisine yardımcı olan oluşturan yazarlar arasında şu isimler ön pla- bir metin türüdür: Okuyucu, eleştirmenin me- na çıkmıştır: Adnan Benk, Ahmet Hamdi Tanpı- tinle ilgili açıklamaları ve çözümlemeleri sayesin- nar, Ahmet Oktay, Ahmet Şuayb, Alpay Kaba- de, metni daha kolay ve doğru anlar; metnin es- calı, Akşit Göktürk, Asım Bezirci, Berna Moran, tetik niteliklerini sezer, metinden estetik haz alır. Beşir Fuat, Cevdet Kudret, Doğan Hızlan, Eser Yazar, eleştirmenin değerlendirmelerinden yo- Gürson, Enis Batur, Fethi Naci, Füsun Akatlı, la çıkarak, üstünlükleri kadar hatalarını ve eksik- Gürsel Aytaç, Hasan Bülent Kahraman, Hulusi lerini de görme fırsatı bulur. Böylelikle daha ba- Geçgel, Hüseyin Cahit Yalçın, Hüseyin Cöntürk, şarılı olması için ne yapması gerekiyorsa onları Kenan Akyüz, Konur Ertop, Mehmet H. Doğan, yapmaya başlar. Edebiyat tarihi, edebiyat eleşti- Mehmet Kaplan, Memet Fuat, Murat Belge, Nu- risine göre daha kapsamlı bir çalışmayı gerekti- rullah Ataç, Orhan Burian, Ömer Lekesiz, Ömer rir. Edebiyat tarihçisi böyle bir çalışma yaparken Türkeş, Rauf Mutluay, Sadık Yalsızuçanlar, Se- en çok edebiyat eleştirilerinden yararlanır. mih Gümüş, Tahir Alangu. 335 Sözlü Anlatım 1. RÖPORTAJ Haber değeri taşıyan önemli ve güncel bir olay, durum, kişi ya da gelişmeyle ilgili ayrıntılı bilgi veren, bu bilgiye yazarın kişisel görüşlerinin, gözlemci ve soruşturmacı kişiliğinin eklenmesiyle zenginleşen gazete ve dergi yazılarına röportaj denir. Yaptığımız tanımdan da anlaşılacağı üzere haber yazısıyla röportaj arasında çok yakın bir ilişki vardır. Çünkü her iki metin türünün de temelinde “haber” olgusu yatmaktadır. Aralarındaki fark şudur: Haber ya- B‹R YER‹ YA DA BÖLGEY‹ KONU ALAN RÖPORTAJLAR Hem Türk hem de dünya edebiyatında röportaj denince akla ilk gelen metinler, bir yeri-bölgeyi konu alan röportajlardır. Bu tür metinler, yazarların, yaşadıkları ortamların dışına çıkarak, bazen uzun ve yorucu seyahatler yaparak gittikleri yerlerde haber niteliği taşıyan olay ve durumları gözlemlemeleri ve bunları metinlerine konu etmeleriyle oluşturulur. Bu açıdan bakıldığında röportajla gezi yazısının ortak noktaları olduğu söylenebilir. Aralarındaki temel fark şudur: Gezi yazısı yazarı, haber peşinde değildir; röportaj yazarı ise haber peşindedir. Gezi yazısı yazarı, gezdiği yerlerde gördüklerini ve yaşadıklarını okuyucularına aktarmakla, oraların belirgin niteliklerini metnine yansıtmakla yetinen bir gezgindir, bir turisttir. Onun açısından gezmek, böylelikle bir yerleri görmek; başlı başına bir amaçtır. Röportaj yazarı açısından ise gezmek başlı başına bir amaç değil, haber bulmak için bir araçtır, bir yöntemdir. Gerçi buna gezmek de denemez. Röportaj yazarının yaptığına “haber bulmak, metnine konu olacak olay, kişi, durum ve nesneler üzerinde yoğunlaşarak bunlarla ilgili bilinmeyenleri ortaya çıkarmak için seyahat etmek” demek daha doğru olacaktır. Bir yeri ya da bölgeyi konu alan röportajlar iki şekilde oluşturulur: Ya bir yerde önemli bir olay olmuş ve bu olay ülke gündemine bir şekilde taşınmıştır ya 346 Röportajları, konuları bakımından bir yeri-bölgeyi konu alan röportajlar, insanı konu alan röportajlar ve eşyayı konu alan röportajlar şeklinde üçe ayırarak incelemek mümkündür. da haber belli değildir, yazar, gittiği yerden röportaja konu olacak haberler bulmak durumundadır. ESEN YAYINLARI A. zısı, haberin kısa ve objektif biçimde verildiği metin türüdür. Röportaj ise haberin, detaylandırılarak ve kişisel görüşlerle zenginleştirilerek verildiği metin türüdür. a. Haber belli ise röportaj yazarına düşen; bu haberi detaylandırmak, habere konu olan gerçeği tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkarmak, insanlarla konuşmak, bilgi ve belge toplamak, fotoğraf çekmek, daha sonra da bütün bunları kişisel izlenimleriyle zenginleştirerek yazıya aktarmaktır. Söz gelimi bir yerde sel, çığ, deprem gibi doğal bir afet yaşanmıştır. Röportaj yazarı bu tür bir olay karşısında şöyle bir tutum takınır: Olay yerine gider, gittiği yerde bu afetten etkilenenlerle, yetkililerle ve yardım görevlilileriyle konuşur; gözlemlerde bulunur, böylelikle olayı ve bu olayın etkilerini ayrıntılarıyla anlamaya çalışır. Gördüklerini, duyduklarını, sesli ve görüntülü kayıt yapabilen araçlardan yararlanarak belgeler. Yani yazısı için gerekli olan materyalleri toplar. Ama yazısını sadece bunlar üzerine kurmaz. Gördükleri, duydukları, yaşadıkları karşısında bir insan olarak ne hissettiğini de anlatır yazısında. Böylelikle yazısına kişisel görüşlerini, izlenimlerini ve duyarlıklarını yansıtır, metnine edebî bir hava da katar. Röportaj yazmak için ille de bir afetin olması, bir olumsuzluğun yaşanması gerekmez. Söz gelimi tatil yörelerinde turizm mevsimi açılmış, bu yörelerde hayat canlanmaya, ticari ortam hareketlenmeye başla- Sözlü Anlatım mıştır ya da Anadolu’nun uzak bir köşesinde bir festival yapılacaktır yahut ülkede erken seçim kararı alınmış, partiler yoğun bir kampanya dönemine girmiştir. Bütün bunlar, bir yeri-bölgeyi konu alan röportajlarda ele alınabilecek konular arasındadır. sorunlarını, dertlerini, acılarını, endişelerini, sevinçlerini, umutlarını, beklentilerini, mutluluklarını anlamak için gözlemlerde bulunur, onlarla konuşur. Böylelikle o bölgenin gerçeklerini olanca çıplaklığıyla kavramaya çalışır. Bu gerçekleri somut biçimde tespit etmek için sesli ve görüntülü kayıt yapabilen cihazlardan ya- b. Haber belli değilse röportaj yazarına düşen, rarlanır. Gördüklerinden, duyduklarından, yaşadıkla- okuyucuların pek bilmedikleri bir bölgeye giderek ora- rından yola çıkarak o bölgeyi, o bölgede sürdürülen daki yaşam tarzını ve insan ilişkilerini incelemek, o hayatı, o bölgede yaşayan insanların türlü özellikleri- bölgeden yazacağı metne konu olacak ilginç haber- ni konu alan, kişisel görüşler ve izlenimlerle zen- ler ve insan öyküleri ortaya çıkarmaktır. Söz gelimi ginleştirilmiş, edebî metin tadında okunan röpor- röportaj yazarı, Karadeniz bölgesine, oradaki yayla- tajlar yazar. lara, köylere gider. Oradakilerin yaşam biçimlerini, Röportaj türleri içinde en önemli ve kapsamlısı, bir yeri-bölgeyi konu alanlardır. Bu tür metinlerin ortaya çıkışı, gazetecilik tarihi açısından bir dönüm noktası sayılabilir. Gazeteler, radyo ve televizyon gibi kitle iletişim araçlarının insan hayatına yeni yeni girdiği 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın ortalarına kadar kamuoyunun haber alma ihtiyacını karşılama noktasında çok önemli işlevler üstlenmiştir. Söz konusu dönemde, haber yazıları aracılığıyla okuyucularını yurt ve dünya gerçekleri hakkında bilgilendirmeye çalışan gazeteler, zamanla ses kayıt cihazı ve fotoğraf makinesi gibi araçların kullanılırlığının kolaylaşması ve okuyucuların gazetelerden beklentilerinin çoğalmasına paralel olarak sayfalarında röportaj metinlerine de yer vermişlerdir. Haber değeri taşıyan bir olay, durum, kişi, nesne vb.ni bütün yönleriyle ortaya koymayı, bunlar hakkında araştırmaya, gözleme ve izlenimlere dayalı ayrıntılı bilgiler vermeyi amaçlayan bir metin türü olan röportaj, Türkiye’nin kendi sosyal gerçeklerini yeni yeni tanımaya başladığı 1950’li ve 60’lı yıllarda, kentli okuyucu kitlesinin yurt gerçekleri ve sorunlarıyla tanışmasına olanak sağlamıştır. O yıllarda bazı gazeteciler birer röportaj yazarı olarak Anadolu’nun dört bir köşesine dağılmış, ellerinde günümüz teknolojisiyle kıyaslandığında çok ilkel sayılabilecek ses kayıt cihazları ve fotoğraf makineleriyle yurt gerçeklerini anlamaya ve belgelemeye çalışmışlardır. Bu dönem röportaj yazarlarının en önemlileri şunlardır: Fikret Otyam, Yaşar Kemal, Halit Çapın, Mete Akyol, Hikmet Feridun Es, Cengiz Tuncer, Dursun Akçam, Erol Toy, Kerim Korcan, Necmi Onur, Mustafa Ekmekçi, Yahya Benekay. Bu yazarların, yayımlandıkları zaman diliminde büyük etki uyandıran röportajlarının önemli bir bölümü, günümüzde de yaşarlığını sürdürmektedir. Haber yazısıyla röportaj arasındaki gerçek fark da bu noktada ortaya çıkmaktadır: Bir haber yazısı, ancak yazıldığı gün için değerlidir, yazıldığı gün okunur, ertesi gün bayatlar. İyi hazırlanmış bir röportaj ise hiçbir zaman bayatlamaz. Aradan uzun süre geçse de bir romanın, bir şiirin, bir hikâyenin okunması gibi edebî bir tat alınarak okunmaya devam eder. Bir yeri-bölgeyi konu alan röportajlarda öyküleyici anlatım, söyleşmeye bağlı anlatım, açıklayıcı anlatım ve betimleyici anlatımdan sıkça yararlanılır. Bu tür metinler, röportajın; edebiyata, edebî metinlere, özellikle de hikâyeye en yakın türüdür. 347 Sözlü Anlatım ‹NSANI KONU ALAN RÖPORTAJLAR İnsanı konu alan röportajlar, “anı”nın bir türü olan “anı-portre”lerle bazı açılardan benzerlik gösterir. Aralarındaki fark şudur: Anı-porte yazarı, ortak bir yaşanmışlığının olduğu kişilerle ilgili gözlem ve izlenimlerini anlatır yazısında. Bunu da hatırlayarak yapar. Yazar bir bakıma kendisine sorduğu “Ben bu yaşıma kadar kimleri tanımışım, kimler benim hafızamda bugün bile silinemeyecek izler bırakmış, onları şimdi nasıl, hangi özellikleriyle hatırlıyorum?” gibi soruların cevabını bulmak amacıyla anı-portre yazmaya koyulur ve o kişilerle ilgili olarak neyi hatırlıyorsa, ne kadarını hatırlıyorsa onu yazar. Röportaj yazarı ise güncelden hareket eder. Belli bir alanda üne kavuşmuş, toplumun önemli bir kesimince tanınmış ya da önemli ve değerli olmasına karşın kamuoyunca tanınmamış bir kişiyi anlatır yazısında. Bu yazıyı oluşturmak için birtakım hazırlıklar yapar: Röportaja konu olacak kişiyle ilgili çeşitli araştırmalar yapar, o kişinin gazete ve dergi okuyucusuna ilginç gelecek, onları bazı konularda düşündürecek özelliklerini bulmaya, bunlar üze- Beni sinir eden bir kelime: Röportaj! Gerçekten de her görüşümde, her okuyuşumda tüylerimi diken diken eden, beni sinirlendiren bir kelime “röportaj”. Sinirleniyorum, çünkü gazetecilik jargonundaki bu kelime, olabilecek en yanlış anlamda kullanılıyor Türkçede. Bizim ülkemiz yazılı basınında, dünyada o kadar da sık rastlanmayan bir tür çok sık yer buluyor kendine. Aslında radyo-televizyon gazeteciliğinin ister istemez çok kullandığı bu türün Türkiye’de gazetelerde de yaygınlaşmasının sebeplerini belki medya tarihi araştırmacıları incelerler. ESEN YAYINLARI B. rinde yoğunlaşmaya çalışır. Ardından o kişiyle görüşür, ona sorular sorar. Aldığı cevaplardan ve o kişinin kendisi üzerinde bıraktığı izlenimlerden yola çıkarak o kişiyle ilgili bir değerlendirme, bir izlenim yazısı oluşturur. Böyle bir yazıda haber, yorum, değerlendirme ve izlenim iç içe geçer. Bu iç içe geçmişlik, sadece bu tür röportajların değil, bütün röportaj türlerinin en belirgin özelliğidir. İnsanı konu alan röportajlarda daha çok söyleşmeye bağlı anlatımdan ve betimleyici anlatımdan yararlanılır. Röportaj metinlerinin bazı bölümlerinde özellikle de insanı konu alan röportaj metinlerinde soru-cevaplara sıkça yer verilir. Ama hiçbir röportaj metni baştan sona soru-cevaplarla oluşturulamaz. Sadece soru-cevaplardan oluşan metinlere mülâkat denir. Röportajla mülâkat arasındaki farka İsmet Berkan Radikal gazetesindeki köşesinde bakın nasıl dikkat çekmiştir: itiraflar almakta çok ustalaşmış olanlar da var. İşte o ustalaşmış olanlardan biri bile dün kendi yaptığı işi “röportaj” olarak niteleyince dayanamadım, bu yazıyı yazıyorum. Hayır, yaptığınız iş “röportaj” değildir; mülakattır, soru-cevaptır, “interview”dır. İsmet Berkan Sözünü ettiğim türe bizde nedense “röportaj” deniyor. Aslında soru-cevap, eski Türkçesiyle mülâkat veya İngilizcesiyle “interview” denmesi gerek ama nedense “röportaj” deniyor ve ben de bu yüzden sinir oluyorum. “Rö por taj” ba zı la rı nın sandığı gibi mülâkatın Fransızcası da değildir; tümüyle ayrı bir yazı türüdür. Zaten sözlüklere baktığınızda da bunu görebilirsiniz. İngilizce ve Fransızca sözlükler, “röportaj” kelimesinin karşılığını “habercilik işi” diye tanımlarlar, birisine soru sorup cevaplar almak, sonra da teybe kayıtlı bu soru-cevapları alt alta yazmak olarak değil! Her gazetenin böyle bir kadrolu soru-cevapçısı var. Bunlar içinde her hafta yaptığı söyleşiyi ilgiyle okuduklarımız, karşısındakinin ağzından samimi Bana soracak olursanız “röportaj”, gazeteciliğin dışında ama gazetecilik yöntemleriyle yapılan apayrı bir edebi yazı türünün adıdır da. Mesela Yaşar Ke- 348 Sözlü Anlatım mal, 50’li yıllarda röportajlar yapardı Türk basınında. Hepsi de unutulmaz güzellikte... Neredeyse zamandan bağımsız olarak bugün bile zevkle okunabilir metinlerdir onlar. Mesela Halit Çapın bir “röportaj” yazarıydı. Onun yazdıklarını bütün meslektaşlarıma önermek isterim. Onun Türk basınında bıraktığı boşluk hâlâ doldurulmadı. Ama mesela Ayşe Arman’ın her hafta Hürriyet’te yaptığı şeyin adı “röportaj” değildir; söyleşidir, mülâkattır, soru-cevaptır ama röportaj değildir. Röportajın ne olduğunu, en iyi örneklerinin nasıl örnekler olduğunu merak edenler varsa onlara İngiliz edebiyat dergisi “Granta”nın yıllar önce yaptığı röportaj özel sayısını bir yerlerden bulup okumalarını tavsiye ederim. C. O sayıda benim favorim, ünlü romancı John Le Carre’nin İsviçre ordusunun eski bir generalini merkeze alan röportajı. Granta’yı bulamayacak olanlara, mesela Amerikan “Vanity Fair” dergisini de önerebilirim, hemen hemen her sayısında olağanüstü güzel yazılmış bir röportaj bulunur. Tek bir ricam var: Lütfen “mülâkat” diyelim, “soru-cevap” diyelim, çok sıkıştık “interview” diyelim ama bu yapılanlara “röportaj” demeyelim, gerçekten röportaj yayımlayana kadar bu kelimeyi kullanmayalım. (21.03.2009 tarihli Radikal gazetesi) EfiYAYI KONU ALAN RÖPORTAJLAR İnsan yaşamıyla doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkisi bulunan herhangi bir nesnenin okuyuculara ilginç gelecek niteliklerinin ön plana çıkarılarak tanıtılması amacıyla kaleme alınan röportajlara eşyayı konu alan röportaj denir. Bu tür metinlerin ilgi çekici olması, yazarın, söz konusu nesneyle ilgili çeşitli araştırmalar yapmasına, o nesnenin türlü özellikleri- ni ortaya çıkarmak için bazı kişilerle görüşmeler yapmasına, bu görüşmeler ve araştırmalar sonucunda edindiği bilgileri kendi izlenim ve kanaatleriyle zenginleştirerek yazısına aktarmasına bağlıdır. Eşyayı konu alan röportajlarda daha çok açıklayıcı anlatım, betimleyici anlatım ve söyleşmeye bağlı anlatımdan yararlanılır. Röportajları bir yeri-bölgeyi, insanı ve eşyayı konu alan röportajlar şeklinde sınıflandırmak, bir röportajda bunların tümünün bir arada ele alınamayacağı ya da bu konuların dışında röportaj yazılamayacağı anlamına gelmez. Bu noktada şunu özellikle belirtmeliyiz. Röportaj haber yazısının genişletilmiş ve kişisel izlenimlerle zenginleştirilmiş şeklidir. O hâlde haber niteliği taşıyan bütün kişi, nesne, olay, olgu ve gelişmeler hakkında röportaj yazılabilir. Yeter ki röportaj yazarı, ele aldığı konuyu enine boyuna araştırsın, incelesin, bu konuyla ilgili olarak insanlarla konuşsun, bilgi ve belge toplasın, fotoğraf çeksin. Seyahat etmeden, insanlarla yüz yüze görüşmeden röportaj yazmak olanaksızdır. Masa başında oturup bir iki yere telefon ederek ya da bilgisayar karşısına geçip bazı İnternet sayfalarını ziyaret ederek gerçek bir röportaj yazılamaz. Çünkü röportaj yazarı, gerçekleri tüm boyutlarıyla ortaya çıkarmak, bu gerçekleri gözlem, izlenim, yorum ve değerlendirmeleriyle zenginleştirerek anlatmak zorundadır. Röportaj metinlerinde dil daha çok göndergesel işlevde ve heyecana bağlı işlevde kullanılır. Başarılı bir röportajcı, metnin kimi bölümlerine kurgusal ve edebî bir hava katmak için dili şiirsel işlevde de kullanabilir. Röportaj metinlerinde açık, yalın, duru, samimi, akıcı ve sürükleyici bir anlatımın olmasına dikkat edilir. 349 Sözlü Anlatım GÜNÜMÜZDE RÖPORTAJ Bir yeri-bölgeyi; doğası, tarihsel dokusu ve insan ilişkileriyle okuyuculara tanıtmayı amaçlayan ve daha çok gezi-keşif dergilerinde yayımlanan bazı metinler de bir araştırma sonucunda oluşturulduğu, habere derinlik ve izlenim katan bir yönü bulunduğu için 350 bir yeri-bölgeyi konu alan röportajlar arasında değerlendirilebilir. ESEN YAYINLARI Röportaj yazarlığı, haber yazısı yazarlığının bir üst aşaması gibidir. Habere derinlik ve yorum katmaktır. Bu anlamda röportajcılığın günümüzdeki karşılıklarından biri olarak soruşturmacı gazetecilik terimi kullanılabilir. Günümüzde gazetelerde ve dergilerde haber yazılarına oranla daha geniş yer tutan, bir araştırma ve soruşturma sürecinden sonra yazılan, fotoğraflarla ve diğer belgelerle desteklenen, bir gerçeği ortaya koymakla birlikte yazarının kişisel kanaatlerini de içeren yazılar ve yazı dizileri, birer soruşturmacı gazetecilik örneği olarak değerlendirilebilecek, dolayısıyla da röportaj bağlamında ele alınabilecek metinler arasındadır. Günümüzde televizyonun ve bilgisayarın özellikle de İnternet’in yaygınlaşmasıyla birlikte haberciliğin merkezi, yazılı basından görsel basına kaymıştır. Bugün televizyonların canlı yayınlarla, son dakika haberleriyle desteklenen haber bültenleri ve haber içerikli diğer programları, İnternet ortamında varlıklarını sürdüren haber portalları; kişilerin haber alma ihtiyaçlarını büyük ölçüde karşılamaktadır. Bu anlamda röportajcılık da neredeyse bir metin hazırlama işi olmaktan çıkmış; araştırma, soruşturma, analiz etme ve yorumlamaya dayalı çeşit televizyon programcılığına dönüşmüştür. Günümüz televizyon kanallarının haber merkezlerinde bu tür haberler yapan onlarca araştırmacı-soruşturmacı gazeteci olduğu gibi sadece bu bağlamda programlar yapan birçok gazeteci ve televizyoncu da vardır. Sözlü Anlatım ÖLÇME – DEĞERLENDİRME 16 Röportaj BİLGİ – YORUM İLK YOĞURT Yüzlerce yıllık bir gelenek Anadolu’nun orta yerinde yaşamaya devam ediyor. Kütahya Tavşanlı’da Yörükler yoğurdun mayasını yoğurttan değil, sadece kendilerine özgü bir yöntemle çiy damlalarından sağlıyorlar. Her yıl Hıdırellez sabahı, yapraklara düşen çiyi topluyor, süte karıştırıp maya elde ediyorlar. Bir dahaki Hıdırelleze kadar o mayayı kullanıyorlar. Himmet Benli, ataları yüz altmış yıl önce Kütahya’nın Tavşanlı ilçesine yerleşmiş Karakeçili sülalesinden bir Yörük... Ben Yörük’üm diyenlere “Ne bileyim ben senin Yörük olduğunu! Söyle bakalım yoğurdun damızlığı nereden olur?” sorusunu soruyor. Sorunun cevabı olarak “Yoğurdun mayası yoğurttan olur.” diyeni sınıfta bırakıyor. Bir önceki yoğurttan mayalık olarak ayrılan yoğurdun süte katılmasıyla da elde ediliyor edilmesine ama ilk mayanın yapılışı ayrı bir işlem. Benli ailesi, tarım ve hayvancılıkla geçiniyor. Bundan yirmi yıl önce her bir ailenin yüzlerce keçilik sürüsü varmış. Ancak ormana zarar verdiği için keçi beslenmesi yasaklanmış, yasağa uymayanlara da ağır cezalar verilmiş. O yüzden keçileri satıp koyunculuğa başlamışlar. Güzel bir yolda ilerliyoruz. Hava yağmurlu. Yolun ucunda Yörük bir aile var. Köyden kopuk yaşayan, üç haneden oluşan bir yaşam onlarınki. Bildiğimiz tek şey bu. Henüz tanımıyoruz onları. İlginç bir konu bizi oraya çekiyor: Sadece Hıdırellez sabahı, şafak vakti, sabah namazından sonra yapılan yoğurt mayası... Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinden geleneklere meraklı dostumuz Lütfü Diler bundan bir ay kadar önce Buğday Derneği’ni aramış, bu ilginç gelenekten bahsederek ilgimizi çekmişti. Biz de o zamandan kafamıza koymuş, takvimlerimize işaretlemiştik Hıdırellez tarihini bir kez daha. Yol eski bir ardıç ormanının arasından geçiyor. Eski diyorum çünkü belli ki bir zamanlar ormanla kaplıymış o tepeler. Şimdi ise ağaçlar tek tük. Bir evin önünde büyük bir gürültüyle duruyor arabalarımız, sessizliği bozarak. Hava ıslak, hem de karanlığa dönmeye başlamış. Etrafta baharın yeşilliği akşam karanlığında koyu görünüyor. Aşağıdaki dere yatağında bir bülbül, bütün gücüyle, tüm nağmelerini döktürerek ötüyor. Benli ailesi, bizi kapıda karşılıyor. “Hoş gelmişsiniz!” Sıcacık oturma odasına alınıyoruz. Ortada bir kuzine duruyor. Oda küçük ama gönüller büyük; bu kalabalığı içine alıveriyor. Önce hâl hatır soruluyor. Çok uzatmadan konuya geliniyor. Heyecanla soruyoruz: “Yoğurda maya nasıl çalınır bu illerde?” Ailenin büyüğü Himmet Ağa tatlı diliyle anlatmaya başlıyor: “Şimdi kızımız, benim ninem Hıdırellez sabahı namaz için kalkar, abdestini alır, sonra da yaprakların üzerindeki çiyi kaşık ile toplar, ılık süte katardı. Tencereyi ılık bir yere koyup bir de sarıp sarmalayınca, akşama doğru bir bakardık ki süt pelteleşmiş, olmuş yoğurt, işte budur sırrı bu mayanın.” Ardından ekliyor: “Aynı mayadan ekmek de yaparlardı eskiler.” 368 Sözlü Anlatım Önceden duyduğumuz bu hikâyeyi, daha İstanbul’dayken birkaç bilim adamına sormuştum. Onlar da bana Anadolu’da uygulanan çeşitli yoğurt mayalama işlemlerinden bahsetmişlerdi. Ancak bu yöntem bilinmiyordu ve henüz literatüre de geçmiş değildi. En bilinen maya, nohuttan ya da kuzuların midesindeki bir enzimden yapılıyordu. Ama sabah çiyi ile mayalanan yoğurt, henüz bilimsel kayıtlara geçmemişti. Bu mayanın birkaç sırrı daha var. “Bir tek Hıdırellez’de mi yaparsınız bu mayayı?” diye soruyoruz. Gelen cevap ilginç: “Bu maya bir tek Hıdırellez zamanı üç gün tutar, başka zaman tutmaz.” Yörükler, aralarında maya değiştiriyorlar. Ancak maya değişimi, nazar değer inancıyla akrabalar arasında oluyor. Eğer mayalanan yoğurt tutmazsa nazar değdiğine inanılıyor ve nazardan korunmak için sofradaki her şeyin üzerine (tereyağı, yoğurt, süt, kaymak, bal, üretilen her ne varsa) çöreotu atılıyor. Merak ediyoruz. Kimlerdendi Benli ailesi, ne zaman göçerlerdi, ne zamandan beri yerleşikler, ne yaparlar, nasıl geçinirlerdi? Biz sormadan onlar anlatıyor bir bir: “Eskiden keçilerimiz vardı. Devlet yirmi yıl önce yasakladı keçileri. Bir ailede dört yüz keçi vardı. Ceza kesiyor her bir keçi için iki yüz gayme. Eh gel de keçileri otlat bakalım. Biz de bıraktık keçileri, koyunlarımız var şimdi.” Himmet Benli, köklerini anlatıyor: “Biz Yörük âleminde Karakeçili obasındanız. Burada üç köy var. Biz köyden uzakta yaşıyoruz ya, benim oğlan, kayınbirader hep köydeler. Yerleşik yaşama geçmeden önce, yazın buralarda, kışın Salihli’de kışlarlarmış. Göçer toplum çadırlarda yaşarmış.” “Göçerler var mı hâlâ buralarda” diye soruyoruz. Himmet ağa cevaplıyor: “Sarıkeçililer vardır, bir de Kızılkeçililer. Onlardan hâlâ göçenler var. Kızılkeçililer Gökçedağ’da kışlarlar, yazın buralara gelirler, dört-beş ay arazi kiralarlar, hayvanları için.” Yemek sonrası çay içerken sohbetimiz dönüyor dolaşıyor kır yaşamına geliyor. “Burada bakar mısınız Ay’ın yenisine eskisine?” der demez bir ağızdan anlatıyorlar. Himmet Ağa, oğulları Mehmet ve Veli de lafa karışıyor yeri gelince: “Ay’ın yenisinde, karanlıkken, sırtı kuzeye bakarsa hava sert olur. Kış -kış tabiri yağışlı, soğuk hava yerine kullanılıyor- işareti baykuştur. Baykuş yaklaşırsa, kuşlar öterse, koyunlar kafa kafaya tokuşur, Ay’ın etrafında hâre varsa kış olur. Ay’ın etrafındaki hâre ne kadar genişse, kış o kadar çetin olur.” Bütün bir yıl kullanılan yoğurt mayası, bir süre sonra verimini yitiriyor. O nedenle yeni mayanın üretilmesi gerekiyor. Maya üretimiyle ilgili yapılan bilimsel araştırmalarda çeşitli yöntemlere rastlanıyor. Ancak yapraklardan çiy toplanan geleneği, bilinen bir yöntem değil. 369 Sözlü Anlatım Zaman sohbetle akıyor. Bir yandan sohbetten ayrılmak istemezken diğer yandan gecenin ilerleyen vaktinde ev halkını ayakta tutmak da istemiyoruz. Himmet Ağa “Kızımız, biz para versek, devlete dilekçe versek böyle bir buluşma olmazdı. Böyle sohbetin yanında uykunun lafı mı olur!” diyerek bizleri rahatlatıyor. Sabah namazı vakti kalkıyoruz biz de. Kap kaçak, kaşık alınıyor; bahçeye çıkılıyor. Çok fazla çiy yok yaprakların üzerinde. Ama Arzu Teyze, özenle topluyor olanları, elindeki kabın içinde biriktiriyor. Bütün gece susmayan bülbül hâlâ ötmekte. Çok geçmeden eve giriyoruz. Ilık Hıdırellez akşamı yoğurda maya çalmanın bazı yörelerde gelenek olduğunu yazan kaynaklar var. Yoğurt yapmak üzere süt bekletiliyor, ancak maya kullanılmıyor. Eğer yoğurt tutarsa Hızır’ın o eve uğradığına inanılıyor. süt, kuzinenin yanında mayalanmayı bekliyor. Arzu Teyze, topladığı çiyi süte karıştırıyor. Bir güzel sarıp sarmalıyor. Dua etmeyi de ihmal etmiyor. Haydi hayırlısı. Çok geçmeden süt pelteleşmeye başlıyor. Ancak tam olarak mayalanması yaklaşık on iki saati bulacak. Yola çıkma vakti gelip çatıyor. Islak, yağmurlu bir hava yine... Etraf çamur... Mehmet Benli, yanında azık çantası, koyunları dağa otlatmaya götürüyor hepimizle vedalaşıp. Bülbül hâlâ ötüyor. Ayrılıyoruz. Benli ailesiyle, ana, baba, oğullar, gelinler, torunlar hepsi ile sarılıyor, kucaklaşıyoruz. Himmet Ağa’nın elini sıkıyoruz, tekrar görüşmek için dilekler diliyoruz. Hafiflediğimiz, sevgiyle ağırlandığımız bu evdeki kısa Yapraklardan toplanan çiyden bir kaşık, daha önce ısıtılıp ılıtılmış süte karıştırılıyor. Mayalanma on iki saat sonunda tamamen gerçekleşiyor. sürenin buruk tadı varken yüreklerimizde, Himmet Ağa son sözü söylüyor, içimizi rahatlatıyor: “Eh hadi bakalım, çayırın kuşu çayıra, bayırın kuşu bayıra!” Yazı: Güneşin Aydemir Fotoğraflar: Şebnem Eraş (Atlas dergisi 159. sayı) Mayalanma sırasında sütün bulunduğu ortam ılık olmalı. O nedenle hem kapların üzeri kalın bir bezle güzelce örtülüyor hem de evin en sıcak bölümü olan kuzinenin yanına yerleştiriliyor. 370 Sözlü Anlatım Yukarıdaki metinden ve şimdiye dek edindiğiniz bilgilerden yola çıkarak röportajın belirgin özelliklerini sıralayınız. 6. Metinde anlatım bozukluğu bulunup bulunmadığını belirleyiniz. Anlatım yönünden bozuk cümleler varsa bunların nedenlerini belirtiniz. 2. Bu metinde anlatılanlar bir haber yazısında da anlatılabilir miydi? Gerekçelerinizi de belirterek cevaplayınız. 7. Metinde dil, belirgin olarak hangi işlevde kullanılmıştır? 3. Yazar, yaşadıklarını ve gördüklerini anlatırken nasıl bir yol izlemiştir? Öznel değerlendirmelerde bulunmuş mudur, gerçekleri kişisel izlenimleriyle zenginleştirmiş midir? 8. Metni, yazım ve noktalama bakımından inceleyiniz. 4. Yazarın, gözlemci bir bakış açısına sahip olduğu söylenebilir mi? Gerekçelerinizi de belirterek cevaplayınız. 9. Metni, akıcılık, bağlaşıklık ve bağdaşıklık bakımından inceleyiniz. 5. Bu metnin içeriği, bir televizyon programında da ele alınabilir miydi? Gerekçelerinizi de belirterek cevaplayınız. 10. Metni, anlatım türleri (açıklayıcı anlatım, betimleyici anlatım vb.) bakımından inceleyiniz. ESEN YAYINLARI 1. 371 Sözlü Anlatım 2. MÜLÂKAT (GÖRÜfiME) Gazeteci* bir konuda kişisel merakını gidermek, ünlülerle tanışmak istemek, belli çıkar gruplarının ricasını yerine getirmek ya da herhangi bir kurumun, markanın, görüşün reklamını ve propagandasını yapmak gibi gazetecilik etiğiyle bağdaşmayan amaçlardan hareket ederek mülâkat yapmaz, yapmamalıdır. Çünkü gazetecilik, kamusal bir faaliyettir. Kamu adına soru sormak, haber ve bilgi toplamak; gazetecinin temel görevidir. Gazeteci, sorduğu sorularla yanlışların üzerine giden, kamuoyunun gerçekleri öğrenme hakkını kendi çıkarlarının üstünde tutan, toplumsal sorunları yansıtmayı ilke edinen, yeri geldiğince de bu sorunlara çözüm üretebilmek için her türlü katkıyı sağlayan kişidir. Mülâkat; amaçsız, zaman geçirmeye yönelik bir konuşma, bir sohbet değil; belli kuralları ve amaçları olan, soru-cevaplar üzerinden yürüyen düzeyli bir habercilik faaliyetidir. Mülâkatın en belirgin niteliği olan soru sorma eylemi, insanoğlunun gerçeğe, daha iyiye, daha güzele ulaşmasını MÜLÂKAT DAHA ÇOK KİMLERLE YAPILIR? Siyasetçiler, bürokratlar, sivil toplum kuruluşlarının liderleri; yazarlar, sanatçılar, oyuncular, akademisyenler, iş adamları, sporcular; belli bir sağlayan merak olgusunun dışa vurumudur. Soru sormayan, gerçeği bulamaz. Bilim, kültür ve sanattaki gelişmelerin temelinde insanoğlunun merak duygusunu ortaya koyan soru sorma eylemi vardır. Soru sormak her zaman en temel öğrenme şekli ve merak giderme yöntemidir. ESEN YAYINLARI Kamuoyunu bilgilendirme amacıyla bir haber konusu hakkında bir ya da birden çok kişiyle yapılan soru-cevaplı konuşmalara ve bu konuşmaların yazıya aktarılmasıyla oluşturulan metinlere mülâkat denir. Mülâkat, gazetecinin, bilgiye ve habere doğrudan ulaşmasına, haber kaynağına sorular sorarak gerçekleri aracısız biçimde öğrenmesine ve bunları kamuoyunun gündemine taşımasına olanak sağlar. Mülâkat, sadece toplumun el üstünde tutuğu kişilerin değil; aykırı sayılan, dışlanan ya da önemsizleştirilmek istenen kişilerin de duygu ve düşüncelerini kamuoyuyla özgürce paylaşmalarına fırsat tanır; bu yönüyle de ifade özgürlüğünün somutlaşmasına, demokratik toplumun oluşmasına ve kökleşmesine önemli katkılarda bulunur. MÜLÂKATIN AfiAMALARI BİRİNCİ AŞAMA KONU VE KİŞİ SEÇİMİ Gazeteci, mülâkat yapacağı kişiyi ve mülâkatta ele alacağı konuyu gelişigüzel seçmez. Gazetecinin mülâkat yapacağı kişinin mülâkatta ele alınacak konu hakkında yeterli bilgiye sahip olması, mülâkatta ele alınacak konunun da kamuoyunun ilgisini çekecek ya da herhangi bir konuda bilgi sahibi olmasını sağlayacak bir yönünün bulunması gerekir. alanda sahip oldukları bilgi ve deneyim nedeniyle uzman kabul edilen kişiler; büyük bir suça karışanlar ya da karıştıkları iddia edilenler; kamuoyunun gündeminde olan kişilerle ilgili önemli bilgilere sahip olan kişiler; önemli bir olaya tanık olanlar; başına ilginç bir olay gelenler; sıra dışı insanlar vb. İKİNCİ AŞAMA MÜLÂKAT YAPILACAK KİŞİDEN RANDEVU ALMA Gazetecinin, mülâkat yapacağı kişiden randevu alabilmesinde kültürü, kişisel ilişkileri, mesleki geçmişi, becerisi ve güvenilirliği önemli rol oynar. Gazeteci randevu alacağı kişiye doğrudan kendisi ulaşabile- * Gazeteci kelimesi metin bağlamında herhangi bir basın yayın organında (gazete, dergi, radyo, televizyon vb.) yayımlanmak üzere bir haber kaynağıyla “mülâkat yapan kişi” anlamında kullanılmaktadır. 374 Sözlü Anlatım ceği gibi, başka kişilerin yardımıyla da ulaşabilir. Çoğunlukla telefon üzerinden yürüyen bu süreçte gazeteci muhatabıyla konuşurken nazik olmalı, mülâkat yapmak istemesinin nedeni anlaşılır ve yalın cümlelerle ifade etmeli, randevu isteğinde bıktırmayacak kadar ısrarcı olmalıdır. Randevu zamanı için esnek davranmalı; gün, saat ve yer seçimini konuğuna bırakmalı; ancak bu konularda alternatifler sunmayı da ihmal etmemelidir. f. Kronolojik sırayı takip eden sorular sorma Gazeteci, sorularını hazırlarken araştırma süreci boyunca edindiği bilgileri göz önünde bulundurur, sorularını yaptığı araştırmalardan yola çıkarak hazırlar. Söz gelimi gazeteci, bir yazarla yeni çıkmış romanı hakkında bir mülâkat yapacaksa mülâkattan önce söz konusu romanı okumak, bu romanla ilgili olarak eleştirmenlerin ve kitap tanıtma yazarlarının söyledikleri üzerinde kafa yormak, bu konuyla ilgili notlar Gazeteci, muhatabından randevu almaya çalışırken dürüst ve gerçekçi olmalı; ona hak ettiğinden daha fazla değer verdiğini gösteren ifadeler kullanmamalı, onun yandaşıymış gibi bir tavır takınmamalıdır. Aksi hâlde gazeteciyle muhatabı arasındaki ilişkimesafe dengesi kaybolur, bu da gazetecinin sorması gereken sorulardan bir kısmını muhatabına sormaya çalışırken zorlanmasına, bu noktada bir tereddüt yaşamasına neden olabilir. Gazeteci, mülâkat yapacağı kişiden randevu aldıktan sonra üç aşamadan oluşan bir hazırlık sürecinin içine girer: Araştırma yapmak, soru sormada hangi yöntemi izleyeceğine karar vermek ve soru hazırlamak. Gazeteci mülâkatta ele alınacak konuyla ve mülâkat yapılacak kişiyle ilgili araştırmalar yaparken şu kaynaklardan yararlanabilir: Gazeteler, dergiler, kitaplar, arşivler, İnternet, resmî kayıtlar; mülâkat yapılacak kişinin ailesi, arkadaşları, meslektaşları; aynı konuda mülâkat yapmış başka kişiler vb. Gazeteci, araştırmalarını tamamladıktan sonra soru sormada hangi yöntemi izleyeceğine karar verir. Bu yöntemlerin en önemlileri şunlardır: hazırlamak durumundadır. DÖRDÜNCÜ AŞAMA MÜLÂKAT YAPMA Gazeteci, mülâkat için belirlenen yer ve zaman ESEN YAYINLARI ÜÇÜNCÜ AŞAMA MÜLÂKATA HAZIRLIK almak; sorularını bunlar üzerinde düşündükten sonra konusunda hassas davranmalı, mülâkat yerine mümkünse belirlenen saatten birkaç dakika önce gitmeli, mülâkat saati geldiğinde de muhatabıyla görüşmeye başlamalıdır. Muhatabıyla ilk kez karşılaşıyorsa öncelikle kendisini tanıtmalı, mülâkat teklifini kabul ettiği için kendisine teşekkür etmelidir. Gazetecinin, mülâkat yapacağı kişiye sorularını yöneltmeden önce onunla kısa bir sohbet yapması; bu arada mülâkatın amacı, uzunluğu, konusu, bu konunun hangi çerçevede ele alınacağı konusunda muhatabına bilgi vermesi faydalı olacaktır. Gazeteciyle mülâkat yapacağı kişi arasında dostluk-arkadaşlık ölçüsünde bir ilişki yoksa gazeteci, muhatabına sorular yöneltirken mutlaka “siz”li, “sayın”lı vb. hitaplardan yararlanmalı; muhatabı kendisine daha samimi bir tarzda hitap etmesini açıkça söylemediği müddetçe de saygıya ve mesafeye a. Genel, kapsayıcı sorularla başlayıp detaya dayalı sorulara geçme dayalı hitapları kullanmaya devam etmelidir. b. Detaya dayalı sorularla başlayıp genel, kapsayıcı sorulara geçme bir televizyon programı için yapılıyorsa bir kamera- Mülâkat yapılırken bir ses kayıt cihazı -mülâkat sürekli açık tutulmalı, mülâkat süresince bayağılaş- c. Kısa cevaplı, söz gelimi evet-hayırlı cevapları olan soruları art arda sorma reket edilmelidir. d. Sohbet ediyormuş izlenimi uyandıran rahat sorular sorma rulara istediği cevapları vermekte, hatta gazetecinin e. Önemli sorularla başlayıp önemsiz sorulara geçme amacının dışına çıkmamak kaydıyla- bazı açıklama- ma noktasına varmayan bir doğallık ve nezaketle haMülâkat yapılan kişi, gazetecinin sorduğu sosormadığı konularda bile -mülâkatın konusunun ve 375 Sözlü Anlatım larda bulunmakta serbesttir. Fakat bu durum, mülâ- BEŞİNCİ AŞAMA MÜLÂKATIN SONLANDIRILMASI katın tümüyle bir serbest kürsü gibi kullanılabileceği anlamına gelmemelidir. Çünkü her mülâkatın belli bir amacı, çerçevesi ve süresi vardır. Gazeteci, Mülâkatın sonlarına doğru, gazeteci, karşısında- karşısındaki kişinin, kendi siyasi görüşlerini yayması- kine “Eklemek istediğiniz başka noktalar var mı?” tü- na, yanlışlarını meşrulaştırmasına, taraftar toplamak ründen sorular sormalı, ardından mülâkatı sonlandır- için bilgi ve belgeleri çarpıtarak asılsız açıklamalarda malı; muhatabına kendisine zaman ayırdığı ve yar- bulunmasına, kendi çıkarlarını kollayan konuşmalar dımcı olduğu için teşekkür etmelidir. yapmasına izin vermemelidir. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Mülâkatın kurallarının belirlenmesinde kendisiyle konuşulan kişinin mizacı, kültürü ve konumu büyük ölçüde rol oynasa da bu durum, mülâkatı yöneten ve yönlendiren asıl kişi- ALTINCI AŞAMA MÜLÂKATIN YAZIYA AKTARILMASI nin gazeteci olduğu gerçeğini değiştirmez. Mülâkatta nitelikli sorular sormak kadar iyi bir Gazeteci, yaptığı mülâkatı yazıya aktarırken dinleyici olmak da son derece önemlidir. Gazeteci, mülâkatın ses kayıtlarını esas alır. Mülâkat, bir tele- muhatabının verdiği cevaplardaki önemli bilgileri, id- vizyon ya da radyo programı için hazırlanıyorsa bura- meli, muhatabından anlaşılmayan ya da eksik bırakı- da yazıya aktarma değil, montaj ve kurgu söz konu- lan bazı konulara açıklık getirmesini isteyebilmelidir. Gazeteci, bunları yaparken mümkün olduğunca sabırlı olmalı, muhatabının sözünü kesmemeye dikkat etmeli, onun cevap verme hakkını kendi soru sorma hakkı gibi kutsal saymalıdır. ESEN YAYINLARI diaları, çelişkileri fark edip ona yeni sorular sorabil- su olur. Bazı durumlarda bir mülâkat için gazetede ya da dergide ayrılan yer/radyo ya da televizyonda ayrılan zaman, mülâkatın tümünü yayımlamaya yetmeyebilir. Bu durumda gazeteci, mülâkatın özüne dokunmayacak ve yanlış anlamalara yol açmayacak biçimde mülâkatın bazı bölümlerini yayımlamaya- Bir mülâkat sırasında kamuoyuyla payla- bilir. Mülâkatın bazı bölümlerinin yayımlanmaması, şılmamak koşuluyla gazetecilere verilen haber mülâkatın özetlenmesi demek değildir. Mülâkatta alı- ve bilgilere, habercilik dilinde off the record de- nan cevapların aynen ve yorumlanmadan yayımlan- nir. Bir haber kaynağı “Bu söyleyeceklerimi lütfen ması, mülâkatın ayırıcı niteliğidir. yazmayın!” diyorsa gazeteci, habercilik etiği gereği şu tutumlardan birini takınmalıdır: 1. den, hangi konuda, nerede, ne zaman, nasıl ya- Haber kaynağına “Sizin söyleyeceğiniz her pıldığının belirtildiği bir giriş bölümü bulunur. Gi- şeyi kamuoyuyla paylaşırım. Söyleyecekle- riş bölümünde bunların yanı sıra mülâkat yapılan ki- rinizin yayımlanmasını istemiyorsanız lütfen şiyi tanıtma amaçlı birkaç cümleye de yer verilebilir. bunları bana anlatmayın.” der. Haber kaynağı, gazetecinin bu cevabı karşısında ne yapacağına karar verir. 2. Mülâkat metinlerinde, mülâkatın kiminle, ne- Haber kaynağının ricasını kabul eder ve bunun gereğini yapar. Yani haber kaynağının yayımlanmamak koşuluyla söylediği sözleri kayda geçirmez, bunları herhangi bir medya organında yayımlamaz. 376 Sözlü Anlatım MÜLÂKAT ÇEfi‹TLER‹ 1. Kişi merkezli mülâkat: Soruların, mülâkat yapılan kişinin yaşamı, fikirleri ve eserleri üzerinde odaklandığı mülâkatlardır. 2. Konu merkezli mülâkat: Haber değeri taşıyan bir konunun açıklığa kavuşturulması Mülâkatlar, teknolojik olanaklardan yararlanma biçimlerine göre şu isimleri de alabilirler: 1. sına alarak onunla yüz yüze mülâkat yapması- amacıyla yapılan mülâkatlardır. Bu tür mü- dır. Bu tür mülâkatlarda gazeteci, konuşmaları ya lâkatlarda mülâkat yapılan kişinin söyledik- kendisi not tutarak ya da bir ses kayıt cihazından leri, onun kim olduğundan daha önemlidir. yararlanarak kaydeder. Yüz yüze mülâkatlarda Onunla mülâkat yapılmasının en önem- mülâkatı yapan gazeteci dışında bir kameraman li nedeni, gündemdeki herhangi bir konu- ya da foto muhabiri de görev alabilir. ya açıklık getirecek önemli bir bilgiye sahip olmasıdır. 2. ğı durumlarda onunla telefon aracılığıyla mülâkat ber kaynağına bir-iki gazetecinin değil de yapmasıdır. birçok gazetecinin soru sorma olanağı var3. İnternet mülâkatı: İnternet mülâkatları şu yöntemlerle yapılır: Basın toplantısı, basın odası mülâkatı. a. Gazeteci, sorularını önceden hazırlayıp bun- a. Basın toplantısı: Gazeteciler tarafın- ları mülâkat yapacağı kişiye elektronik pos- dan değil, düzenleyenler tarafından tayla gönderir, aynı şekilde cevap alır. kontrol edilen; gazetecilerin, ancak b. Gazeteci, sesli ve görüntülü iletişimi olanak- kendilerine söz verildiği zaman soru lı kılan bilgisayar programlarından yararlana- sorabildikleri mülâkatlardır. rak kaynak kişiyle mülâkat yapar. b. Basın odası mülâkatı: Gazetecilerin, istedikleri soruları haber kaynaklarına Telefon mülâkatı: Gazetecinin, zaman darlığı yaşadığı ya da kaynak kişiye ulaşmada zorlandı- Kişi ve konu merkezli mülâkatlarda bir ha- sa bu tür mülâkatlar şu isimleri de alabilir: Yüz yüze mülâkat: Gazetecinin, bir kişiyi karşı- 4. Uydu destekli iletişim teknolojilerinden yarar- rahatlıkla sorabildikleri, gazeteciler ta- lanılarak yapılan mülâkatlar: Bu tür mülâkatla- rafından yönetilen mülâkatlardır. ra, çoğunlukla televizyonların canlı yayımlanan 3. Sokak mülâkatı: Güncel bir olay, kişi ya programlarında yer verilir. da konu hakkında kamuoyunun fikrini almak için sıradan kişilere aniden mikrofon ya da ses kayıt cihazı uzatılarak onların görüşlerinin alınması yöntemiyle yapılan mülâkatlardır. Mülâkatta, söyleşmeye bağlı anlatımdan yararlanılır. Bu metinlerde dil, daha çok göndergesel işlevde kullanılır. 377 Sözlü Anlatım 3. SÖYLEV (H‹TABET, NUTUK) Bir iddiayı dile getirmek ve kanıtlamak, bir kişiyi rin korunması ve yüceltilmesi noktasında bilinçlendi- ya da düşünceyi savunmak, kişileri herhangi bir ko- rilmesine ve düşman karşısında cesaretlendirilmesi- nu hakkında bilgilendirerek ikna etmek gibi amaçlarla ne çalışılır. belli bir topluluk karşısında yapılan coşkulu uzun koD. Dinî söylev: Bir dinin inanç ve ibadet esas- nuşmalara söylev (nutuk, hitabe) denir. ları, kutsalları, günlük hayata dair emir ve yasakları Hemen her konuda söylev verilebilir. Fakat bazı konusunda insanlara bilgi vermek amacıyla ibadet- konularda verilen söylevler, yarattıkları etki ve heye- hanelerde ve benzeri mekânlarda yapılan coşkulu can bakımından diğer konularda verilen söylevlerden konuşmalara dinî söylev denir. Camilerde verilen va- ayrılır. Bu söylevlerin en önemlileri şunlardır: azlar ve hutbeler; kilise, sinagog vb. yerlerde yapılan bilgilendirme ve ikna etme amaçlı konuşmalar, birer A. Siyasi söylev: Siyasetle ilgili konuların ele dinî söylev olarak değerlendirilebilir. alındığı söylevlere siyasi söylev denir. Bu tür söylevler genellikle parlamentolarda, seçim meydanlarında E. Tören söylevi: Festival, sergi, sempozyum ve parti kongrelerinde verilir. Siyasi bir görüşe ya da vb. etkinliklerin açılış ve kapanış törenleriyle kutlama, duruşa destek vermek ya da bunları protesto etmek nuşmalar da siyasi söylev bağlamında değerlendirilebilir. B. Sosyal söylev: Toplumun tümünü ya da önemli bir kesimini ilgilendiren herhangi bir sorunu ya da isteği dile getirmek, bunu ülke gündemine taşıyarak toplumda ve belli kesimlerde farkındalık yaratmak, bir sorunun çözümü noktasında ilgililerden, si- anma ve ödül dağıtımı törenlerinde yapılan coşkulu ESEN YAYINLARI amacıyla yapılan miting ve gösterilerde yapılan ko- konuşmalara tören söylevi denir. F. Hukuki söylev: İddia ve savunma makamlarının mahkemelerde yaptıkları konuşmalara hukuki söylev denir. Savcıların, iddialarını dile getirdikleri konuşmalarla avukatların ve sanıkların bu iddialar karşısında yaptıkları savunma amaçlı konuşmalar, hukuki söylev bağlamında değerlendirilebilir. vil toplum kuruluşlarından, siyasi ve bürokratik aktörlerden talepte bulunmak gibi amaçlar taşıyan söylevlere sosyal söylev denir. Sendikal hakların korunma- Bazı söylevler, birden çok söylev türünün özelliklerini aynı anda üzerinde taşıyabilir. sı ve genişletilmesi, insan yaşamını ve çevreyi olumsuz etkileyen sanayi tesislerinin kapatılması, engellilerin yaşadıkları bazı sorunların giderilmesi vb. amaçlarla verilen söylevler, sosyal söylev bağlamında değerlendirilebilir. Topluluk önünde konuşarak insanları heyecanlandırmak, onlara bir düşünceyi aşılamak ve benimsetmek, bir sanattır. Bu sanata, hitabet (nutuk verme) denir. Hitabet, etkili söz söyleme sanatıdır. Kit- C. Askerî söylev: Askerlerin bilinçlendirilmesi ve cesaretlendirilmesi için yapılan coşkulu konuşma- lelere, hitabet sanatının gereklerini yerine getirerek seslenen kişilere hatip denir. lara askerî söylev denir. Komutanlar tarafından sa- Yaptığı konuşmalarla kitleleri heyecanlandır- vaş alanlarında ve kışlalarda verilen bir söylev türü mak, onları herhangi bir konuda bilgilendirmek ya da olan askerî söylevde, genellikle vatan, millet gibi kut- ikna etmek isteyen bir hatip, şu hususları göz önün- sal değerler üzerinde durulur; askerlerin bu değerle- de bulundurmak durumundadır: 388 Sözlü Anlatım 1. Hatip, söylev vereceği konu hakkında yeter- 5. Her sanatta olduğu gibi hitabette de us- li bilgiye sahip olmalı; insanlara benimsetmek istedi- ta-çırak ilişkisi ve prova, başarının yakalanmasında ği fikirlere öncelikle kendisi inanmalı, bu fikirleri içsel- önemli bir etkendir. leştirmelidir. Bilinmeyen, benimsenmeyen, içselleştirilmemiş konu ve fikirler hakkında verilen söylevler, doğallıktan ve inandırıcılıktan yoksundur. Bu tür söylevler, yapmacıklı söz oyunlarıyla doludur. vurgu: Konuşma sırasında bir hece ya da keli2. Dinleyiciler, bir hatibi dinlerken onun verdi- menin diğerlerinden daha baskılı biçimde telaf- ği bilgilere ve dile getirdiği düşüncelere dikkat etki- fuz edilmesi. leri kadar ses tonuna, vurgularına, duruşuna, jest ve tonlama: Konuşmanın içeriğine ve akışına bağlı mimiklerine de dikkat ederler. Bir hatibin, karşısında- olarak sesin bazı yerlerde yükseltilip bazı yerler- kileri etkilemesi ve heyecanlandırması, bu unsurla- de alçaltılması. Ses tonunun, dile getirilen duygu lış yapılması, sesin gereksiz ve zamansız biçimde al- ve düşüncelerle uyumlu olması. çaltılıp yükseltilmesi, jest ve mimiklerde abartıya ka- jest: Konuşmanın akışına ve içeriğine göre el, çılması, hatibin başarısına gölge düşürür. 3. Hatip, düşüncelerini yalın, açık, duru, akıcı, sürükleyici, canlı ve içten bir anlatımla ifade etmeli; ESEN YAYINLARI rı başarıyla kullanılmasına bağlıdır. Vurguların yan- kol, baş vb. ile yapılan hareketler. Bir kişinin “Hayır! Asla!” anlamına gelecek biçimde başını sağa sola çevirmesi bir jesttir. dinleyicilerin dikkatini, üzerinde durduğu konuya çek- mimik: Konuşmanın akışına ve içeriğine bağlı mek için onların zevk ve kültür düzeylerini dikkate al- olarak yüzde beliren kımıldanışlar. malıdır. Günlük hayattan verilen çarpıcı örnekler, tarihî anekdotlar; düşünce, siyaset, sanat ve edebiyat adamlarından yapılan alıntılar; söyleve canlılık ve inandırıcılık katan önemli unsurlardır. Söylevde dil daha çok alıcıyı harekete geçir4. Söyleve; güven verici ve etkileyici kısa cüm- me işlevinde ve heyecana bağlı işlevde kulla- lelerle başlamak, hemen ardından asıl konuya geç- nılır. Hatip, iletişimin devam edip etmediğini kon- mek; söylevi, özetleyici, heyecan verici, zihinde kolay trol etmek istediğinde özellikle hitap sözlerinden kalacak cümlelerle tamamlamak, son derece önemli- yararlanarak dili, kanalı kontrol işlevinde kul- dir. Hatip, dinleyicilerle sürdürdüğü iletişimin kesilme- lanır. Söylevler, söyleşmeye bağlı anlatımdan mesi için söylev boyunca yeri geldikçe ünlem cümle- yararlanılarak oluşturulur. lerinden ve hitap sözlerinden yararlanmalıdır. Orhun Âbideleri (Köktürk Yazıtları) Türk edebiyatında söylev üslubunun kullanıldığı ilk metinlerdir. Bu metinler, gerçek anlamda birer söylev olarak değerlendirilemez. Çünkü söylev, her şeyden önce bir konuşmadır. Söylev metinleri, topluluk önünde yapılan konuşmaların daha sonra yazıya aktarılmasıyla oluşturulur. “Orhun Âbideleri”nde böyle bir durum söz konusu değildir. Bu metinlerle söylev metinleri arasında ilişki kurulmasının temel nedeni, bu metinlerde gerçek söylevlerdekilere benzer canlı bir anlatımın, ünlem cümlelerinin, hitap sözlerinin ve söylevlerin diğer anlatım özelliklerinin bulunmasıdır. Türk edebiyatında söylev türünün en başarılı örneklerini Atatürk vermiştir. Bu alanda ünlü olan diğer şahsiyet Hamdullah Suphi Tanrıöver’dir. 389 Sözlü Anlatım TEST – 3 1. ----, Türk edebiyatındaki ilk biyografi metinleridir. 3. Buradan yola çıkarak Ali Şir Nevâî’nin “Mecâli- Kamuoyunu bilgilendirme amacıyla bir haber konusu hakkında bir ya da birden çok kişiyle ya- sü’n-Nefâis” isimli eserinin, Türk edebiyatındaki pılan soru-cevaplı konuşmalara ve bu konuşma- ilk biyografi eseri olduğu söylenebilir. ların yazıya aktarılmasıyla oluşturulan metinlere ---- denir. Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakiler- Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakiler- den hangisi getirilmelidir? den hangisi getirilmelidir? A) Şuarâ tezkireleri B) Siyer kitapları C) Kısâs-ı enbiyâlar D) Menâkıbnâmeler A) röportaj D) haber yazısı E) Destanî hikâyeler 4. C) makale E) mülâkat Cumhuriyet öncesi gezi yazısı eserleri içinde Deniz ve ormanın bütünleştiği Ayancık, aynı za- hac yolculuklarını anlatan kitapların ayrı bir öne- manda bağlı bulunduğu Sinop’un en yüksek mi vardır. ---- “Tuhfetü’l-Harameyn”i, çoğunluk- dağlarını da barındırır. Kıyıdan itibaren hemen la Surre Alayları’yla çıkılan hac yolculukları sı- yükselmeye başlayan kayın ve göknar ağaç- rasında yaşanan ve gözlemlenen kimi olayların larıyla bezeli dağların içinde gizlenmiş Akgöl’e betimlemelerle donatılarak anlatıldığı bu eserler- doğru ilerliyorum. Bin üç yüz metre yükseklikte lerin en önemlilerindendir. bulunan göle giden yolun ilk kilometreleri asfalt... Sonraki ilk yol ayrımında iki “Akgöl” tabelasıyla karşılaşılır: Biri asfalt yolu gösterirken, diğeri stabilize olanı işaret ediyor. Ben stabilize yolu ter- ESEN YAYINLARI 2. B) fıkra Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir? A) Nâbî’nin B) Kâtip Çelebi’nin cih ediyorum. Bir anda yoğun bir ormanın içinde C) Keçecizâde İzzet Molla’nın buluyorum kendimi. Sonra solumdan akan çayla beraber bir vadiye giriyorum. İki yanımda uza- D) Nef’i’nin nan dağlar yavaş yavaş birbirine yaklaşıyor. Du- E) Cenap Şahabettin’in varlar yükseliyor ve vadi, içinden daracık bir yol geçen muhteşem bir kanyona dönüşüyor. Duvarları kaplayan çamur travertenleri, yosunlar; duvarlardan fışkıran ağaç kökleri ve zaman zaman ince şelaleler yaparak sızan sular ile sanki rüya âlemindeyim. Sol tarafımdaki dere boyunca 5. Aşağıdakilerden hangisi söyleşi, röportaj, mülâkat, tiyatro ve söylev metinlerinin ortak özelliklerindendir? reyi bulan kabalaklarla beraber bu hırçın doğa A) Dilin, alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılması Karadeniz’den çok, Amazon ormanlarına benzi- B) Kurmaca metin niteliği taşımaları yor. C) Söyleşmeye bağlı anlatımdan yararlanılarak oluşturulmaları devam eden ve yapraklarının çapları yarım met- Bu parçada aşağıdaki metin türlerinden hangisine ait özellikler daha ağır basmaktadır? A) Anı B) Makale D) Deneme 410 C) Sohbet E) Gezi yazısı D) Çağrışım gücü yüksek kelimelerle oluşturulmaları E) Öğretici metinler içinde sınıflandırılmaları Sözlü Anlatım 6. Aşağıdaki eserlerden hangisi, oluşturulduğu metin türü bakımından ötekilerden farklıdır? 10. Yazar, bir toplum gerçeğini belirtmek istiyor. Bir çevreyi, bu çevrenin kişilerini görmüş, biliyor. Bundan bir roman çıkarmak istemiş. Ne var ki romanı okuyup bitirdikten sonra, zihnimizde yalnız birtakım olayların izleri kalıyor. Bir de yazarın bunlara karşı yergici tutumu. Yazarın tutumunu beğeniyor, öfkesine katılıyoruz. Ama bu, kitabı deneme ile röportaj arası bir yapıt olmaktan kurtarmıyor. Daha doğrusu ona bir roman tadı kazandırmıyor. A) Anadolu Notları (Reşat Nuri Güntekin) B) Avrupa’da Bir Cevelan (Ahmet Mithat Efendi) C) Denizaşırı (Falih Rıfkı Atay) D) Romanya Mektupları (Ahmet Rasim) E) Yanan Ormanlarda Elli Gün (Yaşar Kemal) Bu parçada, aşağıdaki edebiyat türlerinden hangisine özgü nitelikler ağır basmaktadır? 7. Kişilerin yaşadıkları ya da tanık oldukları bazı olayları, bu olayların üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra anlatmalarıyla oluşan metinlere ---- denir. A) Günlük B) Eleştiri D) Fıkra C) Anı E) Makale (ÖYS 1989) Bu cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir? A) günlük B) otobiyografi 11. Türk edebiyatında bu türün örnekleri, Cumhuri- E) biyografi ESEN YAYINLARI D) anı C) söylev 8. Aşağıdakilerden hangisi bir kişinin belli bir topluluğa hitaben yaptığı bir konuşmanın yazıya aktarılmasıyla oluşturulan metinlere örnek gösterilebilir? A) Röportaj B) Söylev D) Anı C) Söyleşi E) Mülâkat yet’ten sonra verilmeye başlanmıştır. Ahmet Haşim’in “Bize Göre” ve “Gurabâhâne-i Laklakan” adlı yapıtlarındaki kimi parçalar, edebiyatımızda bu türün ilk örnekleri sayılabilir. Türün en başarılı temsilcisi ise, Nurullah Ataç olarak bilinir. Sabahattin Eyüboğlu, Suut Kemal Yetkin de bu türün ustaları arasında yer alır. Bu parçadaki sözü edilen yazınsal tür aşağıdakilerden hangisidir? A) Öykü B) Anı D) Deneme C) Roman E) Gezi (ÖYS 1994) 9. Haber değeri taşıyan önemli ve güncel bir olay, durum, kişi ya da gelişmeyle ilgili ayrıntılı bilgi veren, bu bilgiye yazarın kişisel görüşlerinin, gözlemci ve soruşturmacı kişiliğinin eklenmesiyle zenginleşen gazete ve dergi yazılarına “----” denir. Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir? A) röportaj B) fıkra D) haber yazısı C) makale E) mülâkat 12. Yazarın özgürce seçtiği bir konuda iddia ve ispatlama kaygısı gütmeden düşüncelerini konuşma havası içinde “ben”li bir anlatımla oluşturduğu yazı türüne ne ad verilir? A) Deneme D) Röportaj B) Anı C) Eleştiri E) Makale (ÖYS 1997) 411 Sözlü Anlatım 13. Bu, son bir yıl içinde okuduğum romanlar arasın- 15. Türk edebiyatında gezi türünde birçok yapıt var- da etkisinden uzun süre kurtulamadığım bir çe- dır. XVI. yüzyılda Doğu Türkçesiyle yazılmış viri roman. Yazar, bu romanında öncekilerden farklı bir yol izlemiş. Bir kahramanın çevresin- Bâbürnâme ve yine aynı yüzyılda büyük Türk I denizcisi Seydi Ali Reis’in Miratü’l Memâlik’i gezi II türünde yazılmış ilk yapıtlardandır. Ayrıca de gelişen bir öykü kurgulamış. Abartıyla yalınlığı, komediyle trajedinin özelliklerini bir arada kullanmış. Bir yıl gibi bir zaman dilimini çok az geri dönüşlerle anlatmış. Haftalarca “çok satanlar” listesinde yer alan bu çeviri yapıt, Türk okurun- Yusuf Ziya Ortaç, Reşat Nuri Güntekin, III IV Falih Rıfkı Atay, gezi türündeki eserleriyle V tanınmış yazarlarımızdandır. dan gördüğü ilgiyi Fransız ve İngiliz okurlardan görmemiş. Bu durum, çevirmenin başarısı olarak değerlendirilebilir. Bu parçada aşağıdaki yazı türlerinden hangisine ait özellikler ağır basmaktadır? Bu parçadaki numaralanmış yerlerin hangi- A) Makale sinde bir bilgi yanlışı vardır? B) Deneme D) Fıkra C) Eleştiri A) I. E) Günlük B) II. C) III. D) IV. E) V. (ÖSS 2009 Ed/Sos) ESEN YAYINLARI (ÖSS 2006/Ed-Sos) 16. I. Makale açıklayıcı nitelik II. Otobiyografi 3. kişili anlatım III. Köşe yazısı güncel sorunlar ayraç içindeki sözcük getirilirse tanım yanlış IV. Hitabet seslenme sözleri olur? V. Masal tekerlemeler A) ---- yazarın herhangi bir konu üzerinde kesin Yukarıdaki numaralanmış terimlerden hangisi, karşısındakiyle ilişkilendirilemez? 14. Aşağıdakilerin hangisinde boş bırakılan yere sonuçlara varmadan, kişisel görüş ve düşüncelerini senli benli bir anlatım içinde verdiği A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V. (LYS 2010) yazı türüdür. (makale) B) ---- ünlü kişilerin yaşamlarını, yaptıklarını, yaşadıkları döneme katkılarını anlatan yazı ve kitaplara denir. (biyografi) C) Bir kimsenin kendi yaşam öyküsünü kendisinin yazıp anlattığı yapıtlara ---- denir. (otobiyografi) D) Bir topluluk önünde belirli bir konuda yapılan etkili ve inandırıcı konuşmalara ---- denir. (nutuk) E) Bir yazarın, başından geçen ya da tanık olduğu olay ve olguları bilgilerine, gözlemleri- Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilebilir? ne dayanarak anlattığı yazı türüne ---- denir. A) röportaj (anı) (ÖSS 2007/Ed-Sos) 412 17. Gazete ve dergilerin belli sütunlarında yayımlanan, konusunu güncel, siyasi, toplumsal, kültürel olaylardan ve durumlardan seçen, bunları kanıtlama kaygısı gütmeden işleyen, kısa oylumlu, yoğun anlatımlı bir yazı türüdür ----. Güncel bir olayın kişisel görüşe bağlanarak canlı ve çarpıcı bir dille anlatılmasını gerektirir. Anlatım ve dil ustalığının yanı sıra zengin bir bilgi ve kültür birikimi ister. B) fıkra D) makale C) eleştiri E) günlük (LYS 2011) Sözlü Anlatım 18. Aşağıdakilerin hangisinde konuşmacı, dinleyicileri etkilemek amacıyla yeri geldikçe özellikle duygusal ve coşkusal bir söyleme başvurur? A) Sempozyum C) Söylev 21. Tarih, coğrafya, gezi, dil bilgisi gibi çok değişik konularda yapıtlar veren ve son derece üretken bir yazar olan ---- daha çok, denemeleri, musahabeleri, fıkraları, hatıraları ve şarkılarıyla Türk B) Panel edebiyatında değer ve ün kazanmıştır. Onun bu D) Forum tarz yapıtları, Türkiye’nin 1890’dan sonraki kırk yıllık sosyal tarihini inceleyecek olanlar için vaz- E) Münazara geçilmez kaynaklar arasındadır. (LYS 2011) Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir? A) Ahmet Rasim 19. I. B) Kenan Hulusi Koray Heşt Behişt II. Sefaretname-i Fransa C) Mithat Cemal Kuntay III. Mecalisü’n-Nefais D) Ali Canip Yöntem IV. Tezkiretü’ş-Şuara E) Tahsin Nahit (LYS 2011) V. Makalat A) I., II., III. B) I., III., IV. C) II., III., V. D) II., IV., V. E) III., IV., V. 22. Gazete, aşağıdaki türlerin hangisinin gelişiESEN YAYINLARI Yukarıda verilenlerden hangileri aynı yazınsal türe ait yapıtlardır? minde etkili olmamıştır? A) Makale B) Deneme D) Röportaj bakıma Osmanlı İmparatorluğu’nun bazı kurumlarıyla Batı’ya yönelişi demektir. Tanzimat Döneminde Batı’yı yakından tanımış, Batı uygarlığının önemini kavramış kimi Türk aydınları, yaşayış, bilim, sanat ve edebiyat yönünden Batı ile bağlantılar kurmuşlardı. 1860 yılında Agâh Efendi ile Şinasi’nin birlikte çıkardıkları ---- adlı gazete ile Tanzimat edebiyatı başlamış oldu. Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir? E) Günlük (LYS 2012) (LYS 2011) 20. “Düzenlemeler” anlamına gelen “Tanzimat”, bir C) Fıkra 23. Ziya Paşa’nın Avrupa dönüşü yayımladığı eser, Tanzimat yazarlarının hiç değilse yeni edebiyat kökleşene kadar unutturmaya çalıştıkları divan şiirini tekrar diriltebilir düşüncesiyle Namık Kemal tarafından amansızca tenkit edildi. Eser çıktığı zaman Magosa’da sürgünde bulunan Namık Kemal, edebiyatta yenilik yapma yolunda arkadaşı olan Ziya Paşa’nın, böyle birdenbire güçlükle yapılanları da yıkabilecek bir eser çıkarmasına haklı olarak içerledi. Ama bu öfkesini, asabi bir yazı şeklinde değil, eserin yanlışlarını bir bir göstererek sağlam, inandırıcı, mantığa dayanan güçlü bir eleştiri hâlinde ortaya koydu. Bu parçada Ziya Paşa’nın sözü edilen eseri aşağıdakilerden hangisidir? A) Tercüman-ı Ahval B) Ceride-i Havadis C) Takvim-i Vakayi A) Şiir ve İnşa B) Zafername D) Tercüman-ı Hakikat C) Terkibibent D) Harabat E) Rüya E) Tasvir-i Efkâr (LYS 2013) (LYS 2011) 413 Sözlü Anlatım 24. Bir gazeteci, söyleşi yaptığı kişinin rahatsız olabileceği bir soruyu, kendisiyle soru arasına mesafe koyarak üçüncü kişilerin ağzından sormalıdır. 26. Aşağıdakilerin hangisinde bir bilgi yanlışı vardır? A) Türk edebiyatındaki ilk şairler tezkiresi, Ali Şir Nevayi’nin XV. yüzyılın sonlarına doğru Çağatay Türkçesiyle yazdığı Mecalisü’nNefais’tir. Aşağıdakilerden hangisi bu ilkeye dikkat edilerek hazırlanmış bir sorudur? A) Çok önemli iki ödül almasına rağmen son romanınızın çok satılmamasının nedeni ne olabilir? B) Garib-name adlı büyük mesnevisiyle tanınan Âşık Paşa, devrinin önemli düşünürlerinden biridir. B) Bazı eleştirmenler son romanınızın bazı bölümlerinin bir Alman yazarın romanından alındığını iddia ediyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz? C) Divan sahibi olan Ahmedî’nin en iyi bilinen eserlerinden biri de İskender-name’dir. D) Şeyhî’nin başlıca edebî eserleri; Hüsrev ü Şirin, Divan ve Har-name’dir. C) Eserlerinizde soyut konuları ele alışınızın okuyucuyu yorduğunu düşünmüyor musunuz? E) Gülşehrî’nin Çeng-name adlı eseri, hem dil hem de üslup yönünden devrinin önemli eserlerinden biridir. (LYS 2013) D) Bazı yazarlarımızın dediği gibi “Keşke yayımlamasaydım!” diye düşündüğünüz yazılarınız oldu mu? (YGS 2013) 25. I. 27. Ben çokça gezerim. Bunlar diplomat gezileri gibi, planlı, programlı şeyler değildir; daima kendi sınırlarımız içindedir, yelkenli gemiler gibi, esecek rüzgâra göre rota değiştirir. Bazen saatlerce tenha bir istasyonda, tren veya güneşle beraber uyumuş bir kasabanın otelinde uyku beklerim. Fazla bir yağmur veya kar fırtınasından yolları kapanmış bir köyde bir iki gün kalırsam arayıp soranım olmaz. Gün olur, bomboş bir ovanın ortasında otomobil bozulur. Etrafta dolaşırım yahut eski taş basması Muhammediyelerdeki cennet bağı resimlerini andıran bir ağacın altında otururum. ESEN YAYINLARI E) Eserlerinizde aynı konuyu işleyip durmaktan kurtulamamanızı neye bağlıyorsunuz? Tez ve antitez şeklinde savunulabilecek bir konu belirlenir. II. En az üçer kişiden oluşan iki grup vardır. III. İkna edici üslup ve çarpıcı örnekler kullanılır. IV. Grup başkanları, konuşmacıların ardından söylenenleri özetler. Bu parçanın alındığı kitap ve yazar aşağıdakilerden hangisi olabilir? Yukarıda özellikleri verilen sözlü anlatım türü aşağıdakilerden hangisidir? A) Anadolu Notları – Reşat Nuri Güntekin B) Beş Şehir – Ahmet Hamdi Tanpınar A) Konferans B) Münazara C) Açık Oturum D) Forum E) Panel 1. A 2. E 14. A 15. C 414 3. E 16. B 4. A 17. B C) Frankfurt Seyahatnamesi – Ahmet Haşim D) Hac Yolunda – Cenap Şehabettin (LYS 2013) 5. C 18. C 6. E 19. C E) Çankaya – Falih Rıfkı Atay 7. D 20. A 21. A 8. B 22. E 9. A 23. D, 10. B 24. B 11. D 25. B (LYS 2013) 12. A 26. E 13. C 27. A Sözlü Anlatım KAYNAKÇA A. Emel Kefeli, Anlatım Tekniği Olarak Mektup, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002. Yard. Doç. Dr. Abdurrahman Özkan, “Türkçe Sözlük’teki Kısaltma Grupları”, Arayışlar-İnsan Bilimleri Araştırmaları dergisi, 12. sayı, Fakülte Kitabevi, İsparta, 2004. Ahmet Cemal, Sanat Üzerine Denemeler, Can Yayınları, İstanbul, 2000. Prof. Dr. Ahmet Topaloğlu, Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1994. Akşit Göktürk, Sözün Ötesi, 2. baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2000. Âli Bey, Seyahat Jurnali Dicle’de Kelek ile Bir Yolculuk, hzl. Cahit Kayra, Büke Yayıncılık, İstanbul, 2003. Ali Şir Nevayî’nin 560. Doğum, 500. Ölüm Yıldönümlerinin Anma Toplantısı Bildirileri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2004. Arı İnan, Enver Paşa’nın Özel Mektupları, İmge Kitabevi, Ankara, 1997. Atlas dergisi, 103-139-144-159. sayılar, Doğan Burada Rizzoli Yayıncılık, İstanbul, 2001-2004-2005-2006. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, 18. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008. Bilge Karasu, Halûk’a Mektuplar, hzl. Halûk Aker, 2. baskı, Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2007. Bilim ve Teknik dergisi, 498. sayı, TÜBİTAK, Ankara, 2009. Büyük Türk Klasikleri, 4-13-14. ciltler, Ötüken Neşriyat-Söğüt Yayıncılık, İstanbul, 2004. Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, Beyan Yayınları, İstanbul, 2004 Cemil Meriç, Jurnal, 1. cilt, 18. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008. Cemil Meriç, Jurnal, 2. cilt, 14. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007. Cenab Şahabeddin, Hac Yolunda, hzl. Nurullah Şenol, Bordo Siyah Yayınları, İstanbul, 2004. Cesare Pavese, Yaşama Uğraşı, çev. Cevat Çapan, Can Yayınları, İstanbul, 2005. Cevdet Kudret, Örneklerle Edebiyat Bilgileri 2, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2005. Prof. Dr. Doğan Aksan, Anlambilim, Engin Yayınları, Ankara, 1998. Prof. Dr. Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil, 4. baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2007. Descartes, Ahlak Üzerine Mektuplar, MEB Yayınları, İstanbul, 1992. Emin Özdemir, Yazınsal Türler, 5. baskı, Bilgi Yayınları, Ankara, 2002. Evliya Çelebi, Seyahatnâme-Kısaltılmış Versiyon, sadeleştirenler Tevfik Temelkuran, Necati Aktaş, Mümin Çevik, Yeni Şafak gazetesi yayınları, İstanbul, 2007. Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Cumhuriyet Gazetesi Yayınları, İstanbul, 1998. Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Pozitif Yayıncılık, İstanbul. Francis Bacon, Denemeler, çev. Akşit Göktürk, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1998. Franz Kafka, Milena’ya Mektuplar, çev. Kâmuran Şipal, Cem Yayınevi, İstanbul, 2005. Fuzulî, Leylâ ile Mecnun, hzl. Muhammet Nur Doğan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2006. Halide Edib Adıvar, Handan, Can Yayınları, İstanbul, 2007. Halit Fahri Ozansoy, Edebiyatçılar Geçiyor, Kanaat Kitabevi, İstanbul. Hece dergisi Eleştiri Özel Sayısı, Hece Yayıncılık, Ankara, 2003. Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Hayatım, hzl. Ali Y. Baltacıoğlu, Dünya Yayınları, İstanbul, 1998. İbni Battuta, Büyük Dünya Seyahatnâmesi-Tuhfetû’n-Nûzzâr fî garâibi’l-Emsar ve’l-Acâibi’l-Esfar, çev. Muhammed Şerif Paşa, sadeleştirenler Mümin Çevik-Ali Murat Güven, Yeni Şafak gazetesi yayınları, İstanbul, 2007. İskender Pala, Kitâb-ı Aşk, 5. baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2006. Prof. Dr. İsmet Çetişli, Metin Tahlillerine Giriş-1, 4. baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2006. İsmet Özel, Üç Mesele, 9. baskı, Şule Yayınları, İstanbul, 2001. Ksenophon, Anabasis, çev. Tanju Gökçöl, 2. baskı, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1988. Prof. Dr. Leylâ Karahan, Türkçede Söz Dizimi-Cümle Tahlilleri, 6. baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1999. M. Çağatay Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, 2. baskı, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2001. 415 Sözlü Anlatım Memet Fuat, Ölünceye Kadar-Günce II, Adam Yayınları, İstanbul, 2003. Milliyet Sanat dergisi, Röportaj Özel Sayısı, Milliyet Gazetesi Yayınları, İstanbul, 1975. Minyatür ve Gravürlerle Osmanlı İmparatorluğu, Tarihi Araştırmalar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999. Montaigne, Denemeler, çev. Hasan İlhan, Alter Yayıncılık, Ankara, 2008. Murat Belge, Edebiyat Üstüne Yazılar, 2. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006 Prof. Dr. Mustafa İsen, Lâtifî Tezkiresi, Akçağ Yayınları, Ankara, 1999. Nazım Hikmet, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, 5. baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007. Nurullah Ataç, Günce, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005. Nurullah Ataç, Okuruma Mektuplar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007. Nurullah Ataç, Söyleşiler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008. Oğuz Atay, Günlük, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998. Orhan Kural, Gezginin Gölgesi, Beril Yayınları, İstanbul, 2008. Ömer Lekesiz, Yeni Türk Edebiyatında Öykü, 1. cilt, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 19997. Platon, Sokrates’in Savunması ve Şölen, çev. Canan Eyi, Gün Yayıncılık, İstanbul, 2001. Refik Halit Karay, Üç Nesil Üç Hayat, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1996. Reşat Nuri Güntekin, Bir Kadın Düşmanı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2003. Dr. Sakin Öner, Örneklerle Kompozisyon Sanatı, Yuva Yayınları, İstanbul, 2005. Salah Birsel, Kuşları Örtünmek, Ada Yayınları, İstanbul, 1976. Salah Birsel, Yanlış Parmak, Adam Yayınları, İstanbul, 1992. Dr. Sedef Kabaş, Soru Sorma Sanatı, Doğan Egmont Yayıncılık, İstanbul, 2009. Selim İleri, Abdülhak Şinasi Hisar Seçmeler-2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1992. Seyit Kemal Karaalioğlu, Sözlü Yazılı Kompozisyon Sanatı, 32. baskı, İnkılâp Yayınları, İstanbul. Suut Kemal Yetkin, Günlerin Götürdüğü, 2. baskı, Varlık Yayınları, İstanbul, 1965. Prof. Dr. Şerif Aktaş - Doç. Dr. Osman Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım-Kompozisyon Sanatı, 7. baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005. Şevket Rado, Eşref Saat, 14. baskı, Elips Kitap, İstanbul, 2008. Türk Dil Kurumu, Güzel Yazılar Denemeler, Türk Di Kurumu Yayınları, Ankara, 1999. Türk Dil Kurumu, Güzel Yazılar Gezi-Hatıra, 4. baskı, Türk Di Kurumu Yayınları, Ankara, 2007. Türk Dil Kurumu, Güzel Yazılar Mektuplar, Türk Di Kurumu Yayınları, Ankara, 1997. Türk Dil Kurumu, Türk Dili Deneme Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1961. Türk Dil Kurumu, Türk Dili Gezi Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1973. Türk Dil Kurumu, Türk Dili Günlük Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1962. Türk Dil Kurumu, Türk Dili Mektup Özel Sayısı, 2. baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2008. Türk Dil Kurumu, Yazım Kılavuzu, 25. baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2008. Tomris Uyar, Gündökümü Bir Uyumsuzun Notları I, 2. baskı, Yapı Kradi Yayınları, İstanbul, 2005. V. Doğan Günay, Metin Bilgisi, Multilingual Yayınları, İstanbul, 200. Virginia Woolf, Bir Yazarın Güncesi, çev. Fatih Özgüven, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008. Yahya Kemal Beyatlı, Çocukluğum Gençliğim Siyasî ve Edebî Hatıralarım, 3. baskı, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1986. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, 2. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990. Yaşar Kemal, Bu Diyar Baştanbaşa 2-Yanan Ormanlarda Elli Gün, 3. baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007. Yusuf Ziya Ortaç, Portreler-Bir Varmış Bir Yokmuş, 2. baskı, Akbaba Yayınları, İstanbul, 1963. Prof. Dr. Zeynep Kerman, Tanpınar’ın Mektupları, 4. baskı, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2007. Prof. Dr. Zeynel Kıran - Prof. Dr. Ayşe Eziler Kıran, Dilbilime Giriş, 2. baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2002. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Türkiye Türkçesi Grameri-Şekil Bilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2003. 416
© Copyright 2024 Paperzz