KRONİK BÖBREK HASTALIĞI Prof. Dr. Nurol ARIK Doç. Dr. Melda DİLEK HASTA EĞİTİM KİTAPÇIĞI Bu kitapçık genel eğitim amaçlıdır. Hastaların asıl olarak kendi hekimlerinin önerilerine uymaları gereklidir. KRONİK BÖBREK HASTALIĞI Prof. Dr. Nurol ARIK Doç. Dr. Melda DİLEK Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bölümü Samsun HASTA EĞİTİM KİTAPÇIĞI BÖBREKLERİN YAPISI NASILDIR? Böbrekler, omurganın iki yanında bulunur ve şekli kuru fasulyeye benzer. Böbreklerin büyüklüğü vücut yapısının büyüklüğüne göre değişir, genellikle uzunluğu 11-12cm, genişliği 5-7cm ve kalınlığı 2.5-3 cm’dir. Böbreğe gelen kan, ince bir damar ağından oluşan yapıdan (glomerül) geçer ve kan süzülürken vücudumuz için yararlı maddeler kanda kalırken, zararlı maddeler idrarla atılmak üzere idrar toplama kanallarına geçer. Oluşan idrar, tubül adı verilen kılcal idrar borucuklarında ilerlerken vücudun ihtiyaçlarına göre içeriği belirlenir, yani fazla su ile biriken atık maddeler idrar haline gelir. İdrar daha sonra üreter (idrar borucuğu) adı verilen borudan idrar torbasına (mesane) ulaşır ve burada birikip belli bir miktara ulaştıktan sonra dış idrar yolundan (üretradan) dışarı atılır. Böbreklerde günde yaklaşık 180 litre kan temizlenmektedir ve vücuttaki fazla su ve zehirli maddeler temizlenen kandan idrar yoluyla atılmaktadır. BÖBREĞİN GÖREVLERİ NEDİR? Böbrekler vücutta yaşamsal önem sahip görevler yapar. Bunlardan en önemlileri: • Vücudun su ve tuz dengesinin sağlanması • Vücutta meydana gelen veya dışarıdan alınan çeşitli maddelerin veya bunların artıklarının vücuttan atılımının sağlanmasıdır. Bunun dışında da pek çok önemli görevleri yerine getirirler: • Kan basıncının düzenlenmesi 5 • Kırmızı kan hücrelerinin üretilmesine yardımcı olmak • Kemik dengesi için D vitaminin aktifleştirilmesi gibi. SU DENGESİNİN SAĞLANMASINDA BÖBREKLERİN ÖNEMİ NEDİR? Günlük sıvı alımı kişiye göre değişir ve gıdalar ve tüketilen sıvı miktarının hepsi, toplam sıvı alımının miktarını oluşturur. Cildimizden, bağırsaklarımızdan ve akciğerlerimizden değişen miktarlarda ve farkına varmadığımız sıvı kaybı olmaktadır. Bunun dışında aldığımız sıvılardan fazla olan miktar, vücutta belli bir su dengesi sağlanacak şekilde idrar yolu ile vücuttan uzaklaştırılır. Bu yüzden fazla su içtiğimizde idrar miktarımız artarken, az su içtiğimizde azalır. Çok fazla terlersek ve ishal olursak vücuttaki su kaybı arttığından, idrar azalır. İdrar miktarı alınan ve kaybedilen sıvı miktarına göre değişir. Genellikle günlük idrar miktarı 0.5-3litre arasında değişir. Eğer vücuttaki toplam su miktarı azalmışsa (ishal, kan kaybı, bulantı- kusma gibi) idrar miktarı azaltılıp, idrar yoğunluğu arttırılarak vücudun dengesi korunmaya çalışılır. Tam tersi, fazla sıvı alımında ise idrar miktarı arttırılarak ve yoğunluğu azaltılarak denge korunur. İdrarın sadece miktarı değil, kalitesi de önemlidir. Böbrek hastalıklarında idrarın yoğunlaştırılmasında bozukluk olduğundan, idrar kalitesi düşer ve vücutta atılması gereken atık maddeler yeterince uzaklaştırılmaz. Böbrek yetmezliğinde, özellikle ileri dönemde böbrekler sıvı dengesini sağlamada yetersiz kalır ve günlük tüketilen sıvı yeterince atılamaz. Bu ise sıvı fazlalığına neden olur. Fazla sıvı bacaklarda şişlik, sıvının akciğerde bikrimi ile nefes darlığına neden olur. Vücutta sıvı birikimi sadece böbrek hastalıklarında değil, kalp pompasının zayıfladığı ve böbreğe yeterli kanın gelme6 diği kalp hastalıklarında da olabilir. Tuz tüketmek susuzluk hissini uyandırır. Şeker hastalarında kan şekerinin kontrolsüz, yüksek olması da susuzluk hissini arttırır. Böbrek hastalarında tuz kısıtlaması yapmak sadece hipertansiyon değil aynı zamanda vücut suyu kontrolünde de önemlidir. BÖBREĞİN TUZ VE ASİT DENGESİNDEKİ ÖNEMİ NEDİR? Sodyum (Na) veya toplumda bilinen adıyla tuz, kanda en fazla bulunan mineraldir. Kandaki miktarı 135-145mEq/l olup, bu miktarın altına düşmesine hiponatremi, üstüne çıkmasına hipernatremi adı verilir. Vücuttaki tuz dengesi su dengesi ile beraber düzenlenir. Beyinde bulunan bir bölge kandaki su yoğunluğunu belirleyerek, böbreğin su ve tuz atılımını etkiler. Vücudun tuz miktarı su miktarıyla beraber değerlendirilir. Sodyum düşüklüğü her zaman vücuttaki tuzun azaldığı anlamına gelmez. Tersine serum tuz düzeyinin düşmesinin en önemli nedenlerinden birisi vücuttaki su miktarının artmasıdır. Serum sodyum düzeyinin düşmesi halsizlik, uyku hali, bilinçte bozulma, bulantı, sara nöbeti gibi şikayetlere neden olur. Tedavi nedene göre değişir, vücutta fazla su varsa sıvı kısıtlanır ve idrar söktürücülerden yararlanılırken, sıvı kaybının olduğu durumlarda bu eksik tamamlanır. Böbrek hastalıklarında bazen diyaliz yapılması gerekir. Serum sodyum yüksekliği genellikle yaşlılar, çocuklar gibi fazla su kaybını yerine koyamayan hastalarda gelişir. Uyuklamadan koyma kadar değişen ciddi belirtilere neden olur. 7 Potasyum özellikle hücre içinde daha çok bulunan bir mineraldir. Sinirlerin görevleri iletmesi, kas kasılması, hormonların salınımı gibi çok önemli görevleri vardır. Serum düzeyi 3.5-5.5mEq/l arasında değişir. Günlük besinlerle alınana potasyum ve serum düzeyi korunacak şekilde böbreklerden atılır. Serum düzeyinin azalmasına hipopotasemi, artmasına hiperpotasemi adı verilir. Serum potasyumunun azalması; güçsüzlük, kabızlık, kalpte ritim bozukluğu ve uzun sürerse böbrekte bir takım yapısal değişikliklere neden olur. Vücuttaki potasyum azalması en sık ve mide bağırsak sisteminden (kusma, ishal gibi) veya böbreklerden (potasyum atılımına neden olan değişik böbrek hastalıkları) olan kayıplarladır. Özellikle idrar söktürücülerin kullanımında da potasyum düzeyi düşebilir. Serum potasyumunun yükselmesi tıbbi olarak hayatı tehdit edebilen, hızlı tedavi edilmesi gereken bir durumdur. Özellikle idrar miktarının azaldığı böbrek hastalarında aşırı potasyumlu gıdaların alımı, kas yıkımı, bazı hormonal bozukluklar ve bazı ilaçlar potasyum yükselmesine neden olur. Serum potasyumunun artması halsizlik, kalpte ritim bozukluğu ve kalp durması gibi bulgulara neden olur. Özellikle idrar miktarının azaldığı veya idrarı olmayan diyaliz hastalarında besinlerle alınan potasyum vücuttan uzaklaştırılamaz. Bu nedenle hastaların fazla potasyum içeren gıdalardan kaçınmaları gerekir. Ciddi potasyum yükselmeleri ölüme neden olabileceğinden hemen tedavi edilmelidir. Tanı konulduğunda vücuttan potasyumu uzaklaştıracak, kalpteki etkisini geriye çevirecek tedaviler uygulanır ve bazen diyaliz yapmak gerebilir. Kalsiyum vücutta büyük oranda kemikerde bulunur. Günlük diyetle alınan kalsiyum miktarı ortalama 800-1000 8 mg’dır ve aynı miktarda kalsiyum idrar yoluyla vücuttan uzaklaştırılır. Kalsiyum; hücre zarının korunması, kas kasılması, hormon salgı bezlerini çalışması, kanın pıhtılaşması ve kemiklerin güçlenmesinde görev alır. Kalsiyum dengesinin düzenlenmesi karmaşıktır. Kalsiyum dengesinde görev yapan organlar bağırsaklar, böbrekler, kemik ve paratiroid bezidir. Fosfor diyetle günde 800-1400mg alınır ve alınan bu fosforun %80’i ince bağırsaktan emilir. Serum düzeyinin başlıca düzenleyicisi; atılım yeri olan böbreklerdir. Bu nedenle böbrek yetmezliğinde serum fosfor düzeyi artar (hiperfosfatemi). Asit-baz dengesinde böbrekler önemli görev yaparlar. Vücutta asit oluşumu ve atılımı bir dengede olup, bu denge yaşamsal öneme sahiptir. Vücutta normalde işleyen yapım ve yıkım olayları sırasında her gün belirli miktarda asit meydana gelir. Bu oluşan asit böbrekler tarafından uzaklaştırılır ve dengelenir. Böbreklerde, baz yapısında olan ve oluşan asidi zararsız hale getiren bikarbonat geri emilerek bu asit dengelenir ve asit yapıdaki hidrojen iyonları amonyum şeklinde vücuttan uzaklaştırılır. Asit baz dengesinde akciğerler de görev yapmaktadır. Vücuttaki asit oranının artmasına asidoz adı verilir. Asit oranının azalmasına ise alkaloz adı verilir. Asidoz ve alkaloz değişik durumlarda gelişebilir. Asidoz kronik böbrek hastalarında böbrek yetmezliğinin derecesi arttıkça daha fazla olmak üzere gelişir. KRONİK BÖBREK HASTALIĞI NEDİR? Böreklerin yapı ve işlevlerini etkileyen durumun üç ay ve daha uzun süreyle devam etmesine, yani kalıcı hasara 9 neden olan bir durumun varlığına kronik böbrek hastalığı denir. Böbrek hastalığının ciddiyetini değerlendirmek için süzme işlevindeki yetersizliğin oranı kullanılır ve buna göre hastalık beş evreye ayrılır. Hastalık evresinin artması böbreğin daha az oranda çalıştığı anlamına gelir ve bu nedenle evre arttıkça hastalıkla ilgili belirtiler daha belirgin hale gelir. Kronik böbrek hastalıklarında bazen araya giren enfeksiyon, sıvı kaybı, ilaç kullanımı gibi durumlar böbrek işlevlerinin daha da bozulmasına yol açabilir. Böbrek yetmezliğinin belirgin olması için her iki böbreğin de az çalışması gerekir. Kronik böbrek hastalığında diğer önemli sorun ise böbrekteki bozukluk şiddeti arttıkça artan kalp damar hastalıklarıdır. KRONİK BÖBREK HASTALIĞI DÜZELİR Mİ? Böbrek yetmezliği gelişim hızına göre (yani süresine) akut veya kronik olarak adlandırılır. Akut böbrek yetmezliğinde böbrek işlevlerindeki bozulma saatler veya günler içinde meydana gelirken, kronik böbrek yetmezliğinde böbrek işlevlerindeki bozulma aylar (üç ay) içinde oluşmaktadır. Akut böbrek yetmezliği başlıca böbreğe gelen kan miktarının çeşitli nedenlerle azalması (kanama, mide-bağırsaklardan kayıp gibi), böbreğe zarar veren ilaçların kullanımı, idrar yollarında tıkanıklık gibi nedenlerle meydana gelir ve çoğu kez zamanında tanınarak tedavi edilmesi durumunda düzelir. Kronik böbrek hastalığında böbrekte hasara neden olan olay süreklidir ve altta yatan nedene göre tahribatın şidde10 ti ve hızı değişmekle beraber giderek ilerleyerek böbreğin pek çok işlevini yapamaz hale gelmesine neden olur. BÖBREK HASTALIĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR? Kronik böbrek hastalığı erken dönemde genellikle belirgin şikayetlere yol açmaz. Hastalık ilerledikçe daha belirgin olmak üzere; • • • • • • Halsizlik İştahsızlık Göz çevresinde veya bacaklarda şişlik, Ciltte kuruma, kaşınma, Geceleri idrara çıkma, Yüksek tansiyon Gibi şikayetlere yol açabilir. KRONİK BÖBREK HASTALIĞI NEDENLERİ NELERDİR? Kronik böbrek hastalığının dünyada ve ülkemizde en önemli nedeni diyabetes mellitus (şeker hastalığı) ve hipertansiyondur. Bunun dışında glomerülonefritler (böbreğin mikrobik olmayan iltahabı), taş veya diğer nedenlerle idrar yollarındaki tıkanıklıklar, ailesel böbrek hastalıkları (polikistik böbrek hastalığı), doğumsal yapısal bozukluklar, vücudun diğer sistemlerini de etkileyen hastalıklar (sistemik lupus eritamatozus, amiloidoz gibi) gibi değişik hastalıklar da böbrek yetmezliğine neden olabilir. BÖBREK HASTALIĞI TARAMASINDA HANGİ TESTLER KULLANILIR? Böbrek hastalığı açısından riskli olan kişilerin değerlendirilmesinde pratikte idrar tetkiki ve serum kreatinin değe11 ri kullanılır. İdrar tetkikinde protein veya kan hücrelerinin bulunması, kreatinin değerinde yükselme olması böbrekte sorun olduğunu düşündürür. Ayrıca serum kreatinin değeriyle böbreklerin çalışma oranı da saptanabilir. Serum kreatinini, yaş, cinsiyeti içeren ve araştırmalar sonucu geliştirilen formüllerle böbreklerin toplam süzme işlevi değerlendirilebilir. Süzme oranı glomerül filitrasyon (süzme) hızı ile değerlendirilir. Glomerüler filitrasyon hızı doğal olarak yaş arttıkça azalır ve 80-130ml/ dak arasındaki değerler normal kabul edilir. Kronik böbrek hastalığı bu orana göre beş evreye ayrılır: Evre1; glomerül süzme hızı 90ml/dakikanın üzerindedir, böbrekte hasara neden olan bir durum vardır. Evre2, süzme hızı 60-90ml/dakikadır, böbrekte hafif hasar vardır. Evre3, süzme hızı 30-60ml/dakikadır, böbrekte orta derecede hasar vardır. Evre4, süzme hızı 15-30ml/dakikadır, böbrekte şiddetli hasar vardır. Evre5, süzme hızı 15ml/dakikanın altındadır, son dönem böbrek hastalığı olarak adlandırılan bu evrede böbrekler vücudun ihtiyacını yeterince karşılamadığından diyaliz, böbrek nakli gibi tedaviler gündeme gelebilir. BÖBREK HASTALARI POLİKLİNİKLERDE KONTROL EDİLİRKEN HANGİ TESTLER KULLANILIR? Böbrek hastalığının derecesi, sağlık durumunuz, birlikte bulunabilecek diğer sorunlara göre istenen tetkikler değişebilir. Burada takipte sık kullanılan bazı testlerden bahse12 deceğiz, hepsinin tüm hastalarda aynı klinik muayenede istenmesi gerekli değildir. Kreatinin, kas yıkımı sonucu gelişir ve böbrekler yoluyla vücuttan uzaklaştırılır. Kan miktarı kas kitlesinden etkilenir, genç ve kas yapısı güçlü kişilerde daha yüksek serum düzeyine sahiptir. Normal değeri laboratuara göre değişmekle beraber 0,6-1,2mg/dl arasında değişir. 24 saatlik idrar toplanarak bundan protein, kreatinin bakılabilir. 24 saatlik idrarda bakılan protein miktarı normalde 150mg’ın altında olmalıdır. İdrarla olan protein kaybının artması böbreği etkileyen hasarın derecesiyle ilişkilidir. 24 saatlik idrar toplamanın zorluğu nedeniyle tek bir idrar örneğinden bakılan protein ve kreatinin değerleri oranlanarak da yaklaşık günlük protein atılımı değerlendirilebilir. Bu yöntem hemen uygulanabilmesi, bulunan oranın 24 saatlik idrardan elde edilen sonuçlara benzer olması nedeniyle giderek daha fazla tercih edilmektedir. 24 saatlik idrardan bakılan kreatinin ve serum kreatinin değerinden böbreğin toplam süzme işlevi de değerlendirilebilir. Kan üre nitrojeni (BUN), protein yıkımı sonucu meydana gelir. Normal sınırları 7-20mg/dl’dir. Günlük üre üretimi diyetteki protein miktarıyla yakından ilişkilidir. Kan üre nitrojeni değeri böbreğin işlevleri değişmeden de çok sayıda faktörden etkilenebilir: Vücuttan sıvı kaybı artar (ishal, idrar söktürücü kullanma gibi) veya sıvı alımı azalırsa, diyetle fazla protein alınırsa, bazı ilaçlarını kullanımı durumunda kan üre azotu düzeyleri artarken, beslenme yetersizliği ve karaciğer hastalığı gibi durumlarda azalır. Böbrekler kandaki su ve tuz dengesinin başlıca düzen13 leyicilerindendir. Bu nedenle kandaki tuz düzeyleri böbrek yetmezliğinde etkilenebilmektedir. Takipte sıklıkla istenen vücut tuzları ve normal değerleri; Sodyum 135-145mEq/l Potasyum 3.5-5mEq/l Kalsiyum 8.5-10.5mg/dl Fosfor 2.5-5.5mg/dl’dir. Böbreklerin büyüklüğünü ve idrar yollarının durumunu değerlendirmek üzere ultrasonografi de değerlendirmede kullanılır. DOKTORUM İDRARDA PROTEİN OLDUĞUNU SÖYLEDİ; BUNUN ÖNEMİ NEDİR? Böbreklerde var olan yapı, proteinlerin idrara çok az miktarda (günde 150mg’ın altında, albümin 20mg’ın altında) çıkmasını kontrol eder. İdrarla atılan protein miktarının artışına proteinüri denir ve böbreği etkileyen pek çok hastalığın önemli bir bulgusudur. Proteinüri hem böbrekteki hasarla hem de kalp damar hastalıklarının gelişimiyle bağlantılıdır. İdrarla kaybedilen protein miktarı arttıkça böbrek hasarı daha çok ilerler. Bu nedenlerle böbrek hastalıklarının tedavisinde proteinüri miktarını azaltmaya yönelik önlem ve tedaviler verilirken, miktarı da izlenir. KİMLER KRONİK BÖBREK HASTALIĞI GELİŞİMİ AÇISINDAN RİSK SAHİBİDİR? Şu durumlar kronik böbrek hastalığı gelişimi açısından risklidir: • Diyabetes mellitus (şeker hastalığı) 14 • • • • • • • Hipertansiyon Ailede böbrek hastalığı İdrar yollarında taş olması İdrar yollarında tıkanıklık olması İdrarda protein kaçağı olması Yaşlılarda İdrarda kan olması HANGİ DURUMLARDA KREATİNİN ÖLÇÜMÜ YAPILAMLIDIR? • • • • • Polikistik böbrek hastalığı İdrarın idrar yollarına geri kaçağı Biyopsi ile tanı konmuş böbrek iltihabı hastalığı İdrarda sürekli protein kaçağı olması İdrarda kan olması Durumlarında en azından yılda bir kez kreatinin değerine bakılmalıdır. Bunların dışında • İdrar yollarında tıkanıklık şüphesi • Mesanenin yeterince kasılamadığı(nörojen mesane) durumlar • Böbrekte taş hastalığı • İdrar yollarından ameliyat olunması • Diyabetes mellitus(şeker hastalığı) • Hipertansiyon • Kalp yetmezliği • Kalp, beyin veya bacaklara giden damarlarda tıkanıklık • Böbreği de etkileyen romatizmal hastalıklar • Böbreğe zarar verebilecek ilaçların uzun süreli kullanımı 15 • Birinci derecede yakınlarında kronik böbrek hastalığı durumlarda kreatinin düzeyleri açısından izlenmelidir. ŞEKER HASTALIĞI NEDİR? İnsülin pankreas bezinden salgılanan ve kanda dolaşan şekerin, ihtiyacı olan (yakıt olarak kullanmak üzere) dokulara geçmesini sağlayan hormondur. Şeker hastalığı ise insülin salgılanması yetersizdir (tip 1 şeker hastalığı) veya insülinin etkisini göstermesine karşı direnç (tip 2 şeker hastalığı) sonucu gelişir. Ülkemizde ve dünyada şişmanlık oranının artmasıyla giderek daha çok insan tip 2 şeker hastalığına yakalanmaktadır. Şeker hastalığı açısından bazı durumlarda tarama yapılması önerilir: Vücut kitle indeksi [Vücut ağırlığı(kg)/boy(m)2], 25kg/ m2’den büyük hastalarda şu durumların varlığında; • Hareketsiz yaşam, • Birinci derecede yakınlarında şeker hastalığı, • Dört kilodan fazla ağırlıkta bebek doğurmuş veya gebelikte şekeri olan kadınlarda, • Hipertansiyon varlığında, • Yüksek yoğunluklu kolesterolün (HDL kolesterol) 35mg/dl’nin altında, trigliseridin 250mg/dl’nin üzerinde olduğu hastalarda, • Polikistik yumurtalığı olan kadınlarda, • Hemoglobin A1C (üç aylık kan şekeri düzeyini yansıtır) %5.7’nin üzerinde veya daha önce açlık kan şekeri 16 bozuk çıkan hastalarda, • Kalp damar hastalığı olanlarda Yukarıdakiler yoksa, 45 yaş üzerindekilerde Eğer sonuçlar negatifse en az üç yılda bir tekrar değerlendirme yapılmalıdır. Şeker hastalığı tanısı, kan şekerinin yüksek olduğunun gösterilmesi ile konur. Bu amaçla açlık - tokluk kan şekerlerine ve son üç aylık şeker değerini değerlendirmeyi sağlayan hemoglobin A1C düzeylerine bakılır. Hastalığın başlangıcında tokken bakılan şekerler yüksektir. › Hemoglobin A1C düzeyinin ≥%6.5 olması veya, › Gece aç kaldıktan (en az 8 saat) sonra kan şekerinin iki kez 126mg/dl ve üzerinde olması veya › Çok su içme, çok idrar gitme gibi şeker belirtileri olan bir kişide herhangi bir zamanda bakılan kan şekerinin 200mg/dl olması veya › 75gram glukozla yapılan şeker yükleme testinin 2. saatinde kan şekerinin 200mg/dl ve üzerinde olması Durumunda şeker hastalığı tanısı konur. Şeker hastalığı pek çok organın çalışmasını olumsuz yönde etkiler: • • • • Göz Böbrekler Kalp ve damar sistemi Sinir sistemi Diyabetin böbrek üzerindeki olumsuz etkilerine engel 17 olmak veya yavaşlatmak için: › Kan şekerinin düzenlenmesi hem böbrek hastalığı gelişimini azaltır hem de ilerlemesini yavaşlatır. Bu nedenle diyet, egzersiz ve gerekiyorsa ilaçlar kullanılarak kan şekeri düzenlenmelidir. Kan şekerinin hedefleri eşlik eden hastalıklara göre göre değişmekle birlikte; genellikle açlık için 70-130mg/dl, tokluk için 180mg/dl’nin altı ve hemoglobin A1C’nin %7g/dl’nin altında olması hedeflenir. Eşlik eden ciddi sağlık sorunları, nörolojik hastalıkları olan hastalarda daha yüksek düzeyler de yeterli olur. › Şişmanlık hem şeker hastalığı hem de böbrek hastalığı üzerinde olumsuz etkiler yapar. Bu nedenle şişman hastalar kilo vermelidir. › Hipertansiyon hastalığın ilerlemesinde önemli olup, kan basıncının bazı tansiyon ilaçları ile kontrolü aynı zamanda böbrek hasarının ilerlemesini de azaltır. › Kan yağlarında yükseklik ve sigara içimi de böbrek hastalığını kötü yönde etkilediğinden, hastalar sigarayı bırakmalı ve kan yağ düzeyleri birlikte bulunan risklere göre hedeflenen düzeylere çekilmelidir. HİPERTANSİYON NEDİR? Hipertansiyon yetişkinlerde büyük tansiyonun 140mmHg (14cmHg) ve üzerinde, küçük tansiyonun ise 90mmHg (9cmHg) ve üzerinde olmasıdır. Büyük tansiyonun 12-14cmHg, küçük tansiyonun 8-9cmHg arasında olduğu değerler hipertansiyon gelişimi için yakından izlenmelidir. Toplumda her üç yetişkinden birisi hipertansiyon hastasıdır. Hipertansiyon kalp damar hastalıklarının en önemli nedenlerinden birisidir. 18 Yüksek kan basıncının düzeyi arttıkça daha belirgin olmak üzere kronik böbrek hastalığına neden olduğu gösterilmiştir. Hipertansiyon kan damarları ve böbreğin idrar yapımından başlıca sorumlu olan damar yumağını (glomerül) etkileyerek böbreklerde hasara neden olur. Kronik böbrek hastalığının sebebi ne olursa olsun böbrek yetmezliğinin derecesi arttıkça daha fazla olmak üzere hipertansiyon da sık görülür. KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA HANGİ ORGANLAR ETKİLENİR; HANGİ SONUÇLARA NEDEN OLUR? Kronik böbrek hastalığı pek çok organ ve sistemi etkileyip onlara ait belirtilere neden olabilir. Psikiyatrik Sorunlar: Kronik böbrek hastalığı tedavisi sırasında hastanın diyet uygulaması, çok sayıda ilaç kullanması, cinsel problemler, iş gücü ve kazanç kaybı, diyaliz tedavisine ait yaşanabilen sorunlar hastaların psikolojik durumları üzerinde olumsuz etkilere sahiptir. Depresyon en sık görülen psikolojik problem olup; ev, çalışma hayatı veya okulda isteksizlik, hayattan beklentinin azalması, enerji kaybı, cinsel isteksizlik, umutsuzluk gibi belirtilere yol açar ve tanınarak tedavi edilmesi gerekir. Bunun dışında uyumsuzluk, sıkıntı hissi, uyku bozuklukları gibi pek çok bozukluk görülebilir. Beyin Anormallikleri, Sinir İletimine Ait Bozukluklar: Sinir sistemi rahatsızlıkları sık görülür. Sinir sistemi bozuklukları diyalize başlamadan önce, sonra veya diyaliz sırasında görülebilir. Hafif dikkat ve konsantrasyon bozukluğu, konuşma bozukluğu, nöbetler gibi değişik bilinç bozuklukları görülebilir. Kronik böbrek hastalığında kasları uyaran veya duyu sinirlerinde etkilenmeler olabilir. Bu etkilenme tek bir 19 sinirde olabileceği gibi, genellikle birden fazla sinirde görülür. Ayaklarda yanma, karıncalanma, kaşıntı gibi şikayetlere yol açabilir. Bunların dışında kalp, sindirim sistemi gibi kontrolümüz dışında çalışan organların, normal işlerini yapmalarını sağlayan sinirler de kronik böbrek hastalığında etkilenebilir. Ter bezlerinin çalışması azalabilir, zaman zaman hipertansiyon, ayağa kalkmakla hipotansiyon(tansiyon düşmesi), sürekli veya diyaliz sırasında hipotansiyon, kalpte ritim bozukluğu, mide-bağırsakların çalışmasında bozukluk görülebilir. Kan Sistemi: Kronik böbrek hastalığında böbreğin süzme oranı 30 ml/dakikanın altına inmeye başladıktan sonra kansızlık sıklıkla görülür. Kansızlığın en önemli nedeni kırmızı kan hücrelerinin yapımındaki yetersizliktir. Kırmızı kan hücreleri yapımını uyaran eritropoetin adı verilen hormon yapısındaki madde başlıca böbreklerde (sınırlı miktarda karaciğerde de) yapılır. Eritropotinin böbreklerden salgılanmasının azalması, böbrek yetmezliğine bağlı gelişen kansızlığın en önemli nedenidir. Polikistik böbrek hastalarında eritropoetin yeterince salgılanmaya devam ettiğinden kansızlık daha az görülür. Ancak böbrek hastalığında bunun dışında, demir ve vitamin eksiklikleri, kan kayıpları, kırmızı kan hücrelerinin yapımının baskılanması ve yaşam süresinin kısalması da kansızlık gelişimine katkıda bulunabilir. Böbrek hastalığında kansızlığın tedavisi dışarıdan kan yapımını uyaran ilaçların ve kaybı artmış olan demir ve vitaminlerin verilmesi ile yapılır. Kansızlığı düzeltilmesi yaşam kalitesinin artması, kalbin iş yükünün azaltılması açısından önemlidir. Böbrek hastalarında kolay kanama ve kanamanın yavaş durması gibi sorunlar yaşanabilir. Bu sorunlar cerrahi işlem geçirecek hastalarda kanma açısından dikkatli olmayı 20 gerektirir. Kalp damar sistemi: Böbrek hastalarında kalp damar hastalığı riski artmıştır. Kalp ve damar sitemi kronik böbrek hastalığında değişik şekillerde etkilenebilir. Bu etkilenme damarlarda kireçlenme şeklinde olduğunda, damarlardaki daralma nedeniyle kalbe ihtiyacı kadar kan akımı sağlanamaz (iskemik kalp hastalığı). Başta kalp olmak üzere beyin ve bacak damarları da daralabilir ve bunlara ait şikayetler görülebilir. Damar hastalığı pek çok hastada bulunur ve beraberinde şeker hastalığı olanlarda bu durum daha yaygın olur. Kalp büyümesi, kalp kasının çalışmasında bozukluk (kardiyomiyopati) , kalpte ritim bozuklukları, kalbin dışını saran kalp yaprakları arasında sıvı birikimi (perikardiyal efüzyon) veya kalp kapakçıklarında iltihap (endokardit) görülebilir. Kemik-Mineral Sistemi: Böbrek hem kalsiyum ve fosfor dengesindeki etkileri, hem de D vitaminin aktifleşmesindeki rolü nedeniyle kemiğin sağlamlığının devamı ve korunmasında önemli görevlere sahiptir. Böbrek hastalarında kemik sistemi değişik şekillerde etkilenir. Parathormon salgısının artmasının neden olduğu kemik hastalığı sık görülür. Böbrek hastalığı vücuttan fosforun uzaklaştırılamamasına ve serum kalsiyumunda azalmaya, D vitamini yapımının azalmasına neden olur. Tüm bunlar ise parathormon salgısının artmasına ve artan parathormon da kemiklerden kalsiyumun kana geçmesine ve kemik yapısının zayıflamasına neden olur. Giderek daha fazla salgılanan parathormon kemiklerde hasara neden olabilir. Bunun dışında kronik böbrek hastalığında parathormonun artmadığı, kemikte kemik yapısının zayıfladığı tipte de kemik hastalıkları görülebilir. 21 Sindirim sistemi: Tat bozukluğu sık görülür ve iştahı etkileyebilir. Yemek borusunda yanma hissine neden olan, mide asidinin geriye doğru kaçağı sonucu gelişen reflü böbrek hastalarında sıktır. Bunun dışında yemek borusunda iltihap görülebilir. Özellikle ürenin yüksek olduğu hastalarda bulantı, kusma, iştahsızlık, hazımsızlık gibi şikayetler görülebilir. Ancak bunun dışında mide iltihabı(gastrit) ve ülsere bağlı benzer şikayetler de olabilir. Mide yüzeyindeki damarlardan kanamalar görülebilir. Kullanılan ilaçlar, altta yatan hastalık, böbrek yetmezliğine bağlı olarak ince bağırsaklardan emilim sorunları olabilir. Kabızlık, , kalın bağırsaklarda kanama, bağırsaklarda damar tıkanıklığı görülebilecek diğer sorunlardır. Virüslere bağlı karaciğer iltihabı (hepatit) görülebilir. KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA TEDAVİDE NELER HEDEFLENİR? Kronik böbrek hastalığı, tüm dünyada ortalama yaşam süresinin uzaması ile yıllar içinde sıklığı artmaya devam eden bir hastalıktır. Hastalıkta: 1.Böbrek fonksiyon bozukluğuna katkıda bulunan faktörler (çeşitli ilaçların kullanılması, vücudun susuz kalması gibi) değerlendirilir, varsa tedavi edilir. 2.Kronik böbrek hastalığı tanısı konduktan sonra hastalığın ilerlemesini yavaşlatacak önlemler ve tedaviler uygulanır. 3.Hastalığın ilerleme sürecinde, böbreğin işlev kaybı sonucu gelişen sorunları azaltmak için çeşitli ilaç tedavileri uygulanmalıdır. 4.Böbreklerin süzme işlevini vücudun ihtiyaçlarını 22 karşılayacak derecede yapamadığı zaman ise diyaliz tedavileri veya böbrek nakli gündeme gelir. BÖBREK FONKSİYONLARIMI KORUMAK İÇİN NELER YAPABİLİRİM? Bazı önlem ve tedaviler böbrek hasarının ilerleme hızını yavaşlatır ve diyalize başlama zamanını geciktirir: 1.Kan basıncının kontrolü: Yüksek tansiyon böbrek hasarını arttırır ve bunun dışında kalp damar hastalığı gelişimini kolaylaştırır. Bu nedenlerle kan basıncının kontrol edilmesi gerekir. Böbrek hastalarında da başta tuzsuz diyet olmak üzere yaşam tarzı değişiklikleri ve çeşitli ilaçlar bu amaçla kullanılır. Hedeflenen kan basıncı düzeyi hastanın yaşına, böbrekten protein kaybının miktarına göre değişir. 2.Kan şekerinin kontrolü: Şeker hastalığı ülkemizde de kronik böbrek hastalığının en önemli sebeplerinden birisidir. Şeker hastalarında kan şekerinin kontrolü hem böbrek hem de diğer organlarda görülen olumsuz etkilerin en aza indirilmesi açısından gereklidir. 3.Diyetle alınan protein miktarının azaltılması: Yüksek proteinli diyet böbreğin iş yükünü arttırır. Bu nedenle diyetteki proteinli gıdaların miktarını azaltılması önerilir. Ancak çok sıkı protein kısıtlaması beslenme bozukluğu ve ciddi sağlık sorunlarına neden olacağından yapılmaz. 4.Şişmanlığın Tedavisi: Şişmanlık glomerüllerde aşırı çalışma ve damarsal bir takım değişikliklere yol açar. Kilo kaybı hem böbrek hastalığı hem de hipertansiyon üzerinde olumlu etkilere sahiptir. 5.Sigaranın bırakılması: Sigara içilmemeli, içiliyorsa bırakılmalıdır. Sigara kalp damar hastalığına ve böbrek hastalı23 ğının ilerlemesine olumsuz etkiler yapar. Bu önlemler dışında eğer idrarla belirgin protein kaçağı varsa bunun azaltılmasına yönelik tedaviler, kan yağlarının düşürülmesine yönelik tedaviler ve böbrek hasarını azaltmada yararlı etkileri olduğu gözlemlenen bazı ilaçlar uygun hastalarda yapılır. Düzenli egzersiz yapılması kan basıncı, kan şekeri, kilo kontrolünde önemlidir ve böbrek hastaları da kendileri için önerilen egzersizleri yapabilirler. BÖBREK HASTALARINDA KANSIZLIK NASIL TAKİP VE TEDAVİ EDİLİR? Kansızlık nedir? Kırmızı kan hücreleri kemik iliğinde üretilir ve bu hücrelerin içinde bulunan protein yapısındaki hemoglobin, dokulara oksijen taşınmasından sorumludur. Kansızlık kırmızı kan hücrelerinin azalmasına verilen isimdir. Kan sayımında hemoglobin düzeyinin düşmesi ile tespit edilir. Hemoglobin düzeyi yaş ve cinsiyete bağlı olarak değişir. Kronik böbrek hastalarında kansızlık sıktır. Kansızlık ne gibi şikayetlere neden olur? Anemi yavaş gelişirse hemoglobin düzeyleri çok düşünceye kadar genellikle bulgu vermez. Halsizlik, solukluk, kolay yorulma, çarpıntı, nefes darlığı en sık neden olduğu şikayetlerdir. Böbrek hastalığında hastalığın hangi döneminde kansızlık görülebilir? Kronik böbrek hastalığında genellikle böbreğin süzme fonksiyonu yaklaşık 60ml/dak’nın (şeker hastalarında daha erken olabilir) indiğinde kansızlık gelişmeye başlar. Böbrek 24 işlevlerindeki kayıp oranı arttıkça kansızlığın derecesi de genellikle artar. Böbrek yetmezliğinde neden kansızlık olur? Böbrek hastalığında görülen kansızlığın en önemli nedeni eritropoetin salgılanmasındaki yetersizliktir. Ancak fark edilmeyen veya fark edilebilen kan kaybı artışı (hemoroid kanaması, mide-barsaklardan hissedilmeyen kayıplar, kadınlarda adet kanaması gibi), kan hücreleri üretimi için gerekli maddelerin besinle alınmasındaki yetersizlik, kırmızı kan hücrelerinin yaşam süresinin kısalması, hemoglobin yapımındaki bozukluklar gibi nedenler böbrek hastalarında da kansızlık nedeni olabilir. Hangi laboratuar testleri kullanılır? Hasta değerlendirmesine kan sayımı ile başlanarak kansızlığın derecesi ve kan hücrelerin bazı özellikleri öğrenilir. Vücuttaki demir durumu da değerlendirilir. Bu amaçla kandaki demir düzeyi ve demir depolarının durumunu değerlendirmek için ferritin düzeyine bakılır. Ferritin düzeyinin hemodiyaliz hastalarında 200 ng/ml, karın diyalizi yapan veya henüz diyaliz tedavisi uygulanmayan hastalarda 100 ng/ml’nin üzerinde tutulması hedeflenir ve bu durumu sağlamak ve korumak için çoğunlukla demir tedavisi de verilir. Yine demir düzeylerini takip etmede serum demiri, demir bağlama kapasitesi gibi ölçümler de yararlıdır. Tedavi ile hedeflenen hemoglobin düzeyleri nelerdir? Aneminin derecesi, tipi ve demir depolarının durumu gerekli testlerle değerlendirildikten sonra, tedavi düzenlenir. Tedavi için hedef hemoglobin düzeyi, hastaya göre değişmekle beraber 10-11g/dl civarıdır. Burada hastayı 25 takip eden doktor, hastanın durumuna göre karar verir. Hedeflenen düzeylerin üzerine çıkıldığında tedaviye ara verilebilir. Tedavide hangi ilaçlar kullanılır? Tedavide kullanılan en önemli ilaç, böbrek yetmezliği nedeniyle yeterince salgılanamayan eritropoetindir. Ayrıca demir depolarını desteklemek üzere, demir tedavisi de uygulanır. Demir tedavisi özellikle hemodiyaliz hastalarında damardan uygulanabilir. Yine özellikle diyaliz hastalarında, gerekli durumlarda kan hücresi yapımına katılan vitaminler de kullanılabilir. Her kronik böbrek hastasında eritropoetin tedavisine ihtiyaç olmayabilir. Özellikle polikistik böbrek hastalarında bu kistlerden salgılanan eritropoetin nedeniyle kansızlık görülmeyebilir. Eritropoetin etki sürelerine göre değişen sıklıklarla uygulanır. Ülkemizde bu etken maddeyi içeren, değişik sıklıklarda uygulanabilen, çok sayıda ilaç bulunmaktadır. Tedaviye rağmen hemoglobin düzeyinin düzelmediği durumlar var mıdır? İlacın düzenli ve uygun şekilde kullanılmasına rağmen yetersiz yanıt alınmasının değişik sebepleri bulunur: • Demir eksikliği • İltihabi olaylar (kateter enfeksiyonu, verem hastalığı gibi) • Paritiroid bezinin fazla çalışması • Diyaliz tedavisinin yetersiz olması (diyaliz süresinin 26 veya sayısının teresizliği gibi) • Yetersiz beslenme • Kanın vücutta yıkılması Demir eksikliği eritropoetin tedavisine yetersiz yanıtın en önemli nedenlerinden birisidir. Bu nedenle doktorunuz tarafından önerilen şekilde demir tedavisini kullanmanız, aynı zamanda eritropoetin tedavisinin başarısını arttırmak açısından da önemlidir. Eritropoetin tedavisi sırasında kan basıncı yükselebileceğinden, ilaç başlamadan önce kan basıncının kontrol altına alınması gerekir. Kan nakli ne zaman uygulanır? Kan nakli ancak kalp hastalığı, ani kan kaybına neden olan mide kanması gibi durumlar veya kansızlığa bağlı belirgin şikayetlerin varlığında düşünülür. Kan verilmesi sırasında çeşitli alerjik durumlar gelişebilir ve hepatit bulaşma riski az da olsa vardır. Yine organ nakli düşünülen hastalarda verilen kanlar kişide ileride duyarlılık artışına neden olabileceğinden, kan naklinden kaçınılmaya çalışılır. Böbrek hastalığında artan demir kaybı nedeniyle demir desteğine ihtiyaç duyulur. Bu amaçla ferritin düzeyleri izlenerek, demir hapları verilebileceği gibi, özellikle hemodiyaliz hasalarında damardan demir tedavisi yapılabilir. KEMİK HASTALIĞININ TEDAVİSİ NASIL YAPILIR? Kronik böbrek hastalığında, kemik hastalığı değişik şekillerde görülebilir. Serum fosforunda yükselme, D vitamini metabolizmasındaki değişiklikler, serum kalsiyumunun düşmesi, parathormon salgılanmasındaki bozukluklar 27 kemik hastalığı gelişimindeki önemli faktörlerdir. Kemik hastalığına ait bulgular genellikle böbreğin çalışma oranı % 50nin altına düşünce gelişmeye başlar. Bu bulguların takip ve tedavisi için genellikle önerilen böbreğin çalışma oranı % 60 civarında iken kalsiyum, fosfor ve parathormon düzeylerinin ölçülmeye başlanması, böbreğin süzme oranı ve kullanılan tedavilere göre belirli aralıklarla bu ölçümlerin tekrar edilmesidir. Böylece erken dönemde bozuklukların tespit ve tedavisi mümkün olacaktır. Böbrek hastalığında kalsiyum ve fosfor düzeyleri hangi sınırlarda olmalıdır? Kronik böbrek hastalarında serum kalsiyum ve fosfor düzeyleri normal sınırlarda tutulmaya çalışılır. Bu hedefleri sağlamak üzere alınabilecek önlemler nelerdir? Serum Fosfor Düzeyini Kontrol Etmek İçin Kullanılan Tedaviler Besinlerle Alınan Fosforun Kısıtlanması: Serum fosforu yüksek olan hastalarda, günlük gıdalarla alınan fosfor 800-1000mg olacak şekilde kısıtlanır. Diyette fosfor kısıtlaması aynı zamanda proteinli gıdaların da daha az tüketilmesi anlamına gelir. Fosfor Bağlayıcı İlaçların Kullanımı: Bu ilaçlar bağırsaklardan fosfor emilimini engelleyip, atılımını arttırarak etki ederler. Bu amaçla kullanılabilecek farklı ilaçlar bulunmaktadır; 1.Kalsiyum içeren fosfor bağlayıcılar 2.Alüminyum içeren fosfor bağlayıcılar 28 3.Alüminyum ve magnezyum içermeyen fosfor bağlayıcılar Kalsiyum içeren fosfor bağlayıcı ilaçlar kullanılırken hiperkalsemi (serum kalsiyumunda artma) gelişebilir. Bu ilaçların kullanımı sırasında yemeklerle beraber alınması durumunda, kalsiyum daha az emilirken, fosfor daha çok uzaklaştırılır ve hiperkalsemi engellenebilir. Genel olarak günlük kalsiyum alımının 1.5gramı geçmemesi önerilir. Kalsiyum içeren fosfor bağlayıcı ilaçlar serum kalsiyumu düşük hastalarda öğün aralarında alınarak kalsiyum desteği için de kullanılabilir. Kalsiyum karbonat, asidik ortamda daha iyi çözündüğünden, mide asidini azaltan ilaçlar alındığında etkinliği biraz azalabilir. Alüminyum İçeren Fosfor Bağlayıcıların fosforu uzaklaştırma güçleri fazla olmasına rağmen, uzun süre kullanımlarında vücutta alüminyum birikimi ve buna bağlı yan etkilere yol açar. Ancak serum fosforunun çok yüksek olduğu hastalarda kısa süreli olarak kullanılır. Sevelamer bağırsaklardan emilmez ve serum kalsiyumunu yükseltmeksizin fosforu uzaklaştırabilir. Bu ilaç, serum yağları üzerinde de yararlı etkiler yapar. Bu ilacın kullanılabilmesi için ülkemizde sosyal güvenlik kurumları bazı koşullar belirlemiş olup, bu koşullara uyan hastaların ilacı kurum tarafından karşılamaktadır. Dört saatlik hemodiyaliz tedavisi ile her bir seansta yaklaşık 700mg fosfor uzaklaştırılır. Karın diyalizi ile ise günlük yaklaşık 300mg fosfor uzaklaştırılır. Bu miktarlar, günlük alınabilecek fosforun ancak 800mg’a kadar kısıtlanabileceği göz önünde bulundurulduğunda diyaliz tedavisinin tek başına fosfor kontrolünü sağlamak için yetersiz olacağı aşikârdır. Bu nedenle diyetle fosfor kısıtlanması ve 29 fosfor bağlayıcıların kullanılmasına devam edilmesi gerekir. Serum Kalsiyumunun Kontrolünde Kullanılan Tedaviler: Böbrek hastalarında serum kalsiyumunun normal sınırlarda olması hedeflenir. Bu nedenle kalsiyum düzeyi düşük olan hastalarda kalsiyum karbonat ve asetat ile destek tedavisi yapılır. Bu durumda ilaçların öğün aralarında alınması önerilir ve hiperkalsemi açısından tedavini izlenmesi gerekir. D vitamini de kullanılıyorsa hiperkalsemi daha çabuk gelişebilir. Serum kalsiyum ve fosfor değerlerinin çarpımının (örneğin kalsiyum 9mg/dl, fosfor 7mg/dl olduğunda çarpım 63) 55’in altında olması sağlanmaya çalışılır. 55’in üzerindeki değerlerde damarlar başta olmak üzere kalsiyum organlarda çöküp, birikebilir. Sinakalset, doza bağlı olarak kalsiyum ve PTH düzeylerini düşürür. D vitamininden farklı olarak, etkisi çabuk başlar ve uzun sürmez, kalsiyum ve fosfor çarpımını arttırmaz. Bu ilaç ülkemizde sosyal güvenlik kurumunun belirlediği kriterlere uyan hastalarda kullanılabilmektedir. D Vitamini Tedavisi: D vitaminin böbreklerde yapımının bozulması nedeniyle böbrek yetmezliğinde destek tedavisi gerekebilir. D vitamini serum parathormon düzeyini düşürmede yararlıdır. D vitamini serum kalsiyum ve fosforunda yükselmeye neden olabileceğinden, dikkatli olunmalıdır. Paratiroid Bezlerinin Ameliyatla Çıkarılması: Kronik böbrek hastalığında D vitamini eksikliği, serum fosforunun yükselmesi ve kalsiyumun düşmesi paratiroid bezlerin aşırı çalışmasına neden olur ve bezlerde büyüme görülür. Bazı durumlarda bezlerin cerrahi olarak çıkarılması gerekir: 30 • Serum parathormon düzeylerinin çok yükseldiği(>800pg/ml) ve fosfor ve kalsiyum düzeylerinin yüksek olması nedeniyle ilaç tedavisi yapılamayan hastalar • Normalde beklenenden daha hafif yaralanmalarla kırık oluşumu • Tendon yırtılmaları • Şiddetli kaşıntı • Ciltte yara oluşumu Paratiroid ameliyatını takiben serum kalsiyumunda düşme görülebileceğimden, kalsiyum düzeyi takibi ve ihtiyaca göre değişen düzeylerde kalsiyum ve D vitamini verilmesi gerekebilir. Cerrahi sonrası bazen bezler tekrar fazla çalışmaya başlayabilir. CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI Böbrek hastalarında değişik cinsel fonksiyon bozuklukları görülebilir: Kadın hastalarda • • • • • • Çocuklarda cinsel olgulaşmada gecikme Adet görememe Aşırı adet kanaması Gebelik olasılığında azalma Düşük riskinde artış Cinsel isteksizlik Erkek hastalarda • Çocuklarda cinsel olgunlaşmada gecikme • Cinsel isteksizlik • Cinsel ilişki sıklığında azalma 31 • Sperm sayısında azalma • Hormonal değişiklikler Hastalarda cinsel işlev bozukluğunun sebepleri nelerdir? • • • • • • Kronik hastalık Depresyon Otonom sinir sisteminde işlev bozukluğu Damarsal bozukluklar Hormonal anormallikler Tedavide kullanılan bazı ilaçların yan etkileri Depresyon cinsel işlevlerde bozukluğa yol açabilir ve diyaliz hastalarında sık olarak depresyon görülebilir Otonom sinir sistemi organlarımızın belirli bir düzen içinde çalışmasını sağlamakta olup, böbrek hastalığında biriken artık ürünlerin etkisiyle bu sistemde anormallikler gelişebilir. Penisin kanlanması cinsel işlevlerin yerine getirilmesinde önemlidir. Kalp ve bacak damarlarında olduğu gibi, penisi besleyen atar damarlarda da daralma meydana gelebilir. Böbrek hastalarında hormonal sistemde meydana gelebilen değişiklikler bazen cinsel işlevlerde bozukluğa yol açabilir. Böbrek hastalarında özellikle hipertansiyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar cinsel işlev bozukluğuna yol açabilir. Erkek hastalarda tedavide neler yapılır? Öncelikle hastanın şikâyetleri, kullandığı ilaçlar öğrenilip muayene edilir. Hormonal durum değerlendirilir. Bu duruma yol açabilecek çok sayıda neden olabileceğinden nedenler 32 ortaya konduktan sonra ona göre tedavi planlanır. Sildenafil son yıllarda bu amaçla kullanılan bir ilaçtır. İlaç alındıktan 1-2 saat sonra etkisini gösterir. Bazı ilaçlarla etkileştiğinden mutlaka doktor önerisiyle kullanılmalıdır. Kadınlardaki cinsel işlev bozuklukları nelerdir? Diyaliz hastalarında adet düzensizliği sıktır. Bazen adetler uzun süreli kesilebilir. Gebe kalma olasılığı azalsa da hala devam eder, bu nedenle etkin bir korunma yöntemi kullanılmalıdır. Gebe kalınması durumunda annede kan basıncında yükselme olabilir ve düşük riski fazladır. Bebek sahibi olmak için böbrek naklini beklemek(nakilden sonra da bir süre daha beklenir) anne ve bebek açısından daha güvenlidir. KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA BESLENME BÖBREK HASTALIĞINDA BESLENMENİN ÖNEMİ VAR MIDIR? Böbrek hastalarında beslenme, diyaliz tedavilerine başlamadan önceki dönemde ve başladıktan sonra tedavinin bir parçasıdır. Diyet içeriği, kalori miktarı her hastaya özgül belirlenmelidir. Kronik böbrek yetmezliğinde diyet hastalığın evresine, eşlik eden hastalıklara, uygulanan tedavilerin özelliklerine göre uygulanır: • Diyalize başlamadan önceki dönemde diyetle alınan protein kısıtlanarak, böbrek fonksiyonlarındaki bozulma hızını yavaşlatılmaya çalışılır. • Hipertansiyonu alan hastalarda tuz kısıtlaması tedavinin önemli bir parçasıdır. • Böbrek işlevlerinde meydana gelen azalma ile fosfor 33 birikimi ve bunun zararlı etkileri görülür. Bazı özel böbrek hastalıklarında daha erken olmak üzere, vücutta potasyum birikimi olur. Yüksek fosfor ve potasyumun zararlı etkilerinden kaçınmak için diyetle alınan miktarlarının azaltılması gerekebilir. • Böbrek hastalığının erken evrelerinden itibaren kalp damar hastalığı görülebilir. Bu nedenle kolesterol ve trigliserit gibi kan yağlarının yükselmesine neden olmayacak şeklide beslenme önerilir. • Diyaliz tedavisi sırasında vücudun protein ihtiyacı artar, bu nedenle diyaliz tedavisi olan hastalarda yüksek protein alımı önerilir. BÖBREK HASTALIĞINDA NİÇİN BESLENME FARKLIDIR? Henüz diyalize girmeyen hastalarda, yüksek proteinli gıdaların alımının böbreklerin daha fazla çalışmasına ve üzerindeki iş yükünün artmasına neden olduğu gösterilmiştir. Protein kısıtlamasının hastalığı yavaşlatmada yararlı olduğu bilinmektedir. Böbreğin vücutta üstlendiği çok önemli görevlerden ikisi artık maddelerin uzaklaştırılması ve sıvı-mineral dengesinin sağlanmasıdır. Böbreğin süzme oranında azalma ile (özellikle 30ml/dak’nın altına inmesiyle) atık maddeler birikirken, vücudun su ve tuz dengesinde bozulmalar başlar. Bu atık maddelerin birikimi de bazı sonuçlara neden olur. Örneğin, kemik hastalığının gelişiminde fosforun birikimi önemlidir. Potasyumun artışı güçsüzlükten, kalbin durmasına kadar şiddeti değişen bulgulara yol açar. Böbrek yetmezliğinde hipertansiyon sık görülür ve varlığı kalp hastalıklarıyla ilişkilidir. Hipertansiyonun tedavisi sadece ilaçlarla değil, 34 yaşam düzenindeki değişikliklerle de yapılır. Diyetin düzenlenmesi tüm bu durumların kontrolünü dolayısıyla yaşam kalitenizin artmasına neden olacaktır. Beslenmenin düzenlenmesi ve belirli aralıklarla değerlendirilmesi gereklidir. Yetersiz beslenmenin de vücut direncini azaltacağı unutulmamalıdır. Beslenme değerlendirmesi hem beden ölçüleri hem de bazı laboratuar testleri ile doktorunuz tarafından yapılacaktır. BÖBREK HASTALIĞINDA SU VE TUZ DENGESİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER DİYETİMİ NASIL ETKİLER? Su vücut ağırlığının %50 ila 60’ını oluşturur. Yaşla beraber vücuttaki su miktarı azalır. Sodyum(tuz) ve su dengesi birbirinden ayrılmaz. Vücutta denge fizik kurallarına göre sağlanır ve tuz fazla olduğu yere suyu çeker. Normal şartlarda su ve tuz alımı günden güne oldukça değişken olmasına rağmen, oldukça dar sınırlar içinde denge devam ettirilir. Kronik böbrek yetmezliği sırasında böbreklerin süzme azaldığında, ilk başta uyum sağlamak üzere, böbreğin çalışan kısmı daha fazla tuz atılmaya çalışılır. Ancak yetmezliğin giderek ilerlemesi ile bu zorlaşır ve tuzlu besinlerin yenmesi beraberinde su alımını da artıracağından sıvı fazlalığına yol açabilir. Fazla tuz alımı kan basıncının yükselmesiyle ilişkilidir. Bu yüzden yüksek tansiyonu olan hastaların tuz tüketimini sınırlandırması önerilmektedir. Toplumlara ve alışkanlıklara bağlı olarak tuz tüketimi oldukça değişmektedir. Normal sağlıklı insanlarda yaklaşık 6 gram (bir tatlı kaşığı) kadar günlük tuz tüketilmesi önerilmektedir. Vücutta sıvı fazlalığı yüksek tansiyon, nefes darlığı ve bacaklarda veya sırtta şişlik gibi bulgulara yol açar. Sıvı fazlalığı durumunda 35 yüksek tansiyonun da ilaçlarla kontrolü oldukça zorlaşır. İshal, bulantı-kusma gibi vücutta sıvı azalmasının meydana geldiği durumlar düşük tansiyon, baş dönmesi, nabızda hızlanma, ağız kuruluğu gibi şikayetlere yol açar. Bu durumda sıvı kaybı arttığından vücudun sıvı ihtiyacı karşılanmalıdır. Günlük almanız gereken sıvı miktarı doktorunuz tarafından size söylenecektir. Henüz diyaliz ihtiyacınız yoksa ve böbrek hastalığına eşlik eden kalp hastalığı gibi bir durum yoksa genellikle günlük 3 litre kadar su içmeniz önerilecektir. Ancak idrar miktarının azalması ile günlük çıkardığınız idrar miktarından 0.5-0.6litre fazla su içebilirsiniz (ancak sıvı kaybına neden olacak aşırı terleme, ishal gibi durumlarda, kaybı karşılamak üzere sıvı alımının arttırılması gerekebilir). Burada dikkat etmemiz gereken su ile kastedilenin gün boyunca içtiğiniz, çay, meyve suyu, çorba gibi tüm sıvı gıdalarla alınan sudur. Tuz tüketiminin kısıtlanması hipertansiyon varlığında böbrek hastalığının her evresinde uygulanmalıdır. Hastalığın ilerlemesiyle vücuda alınan tuzun atılması zorlaşır ve beraberinde suyun da birikimi ile sıvı fazlalığına yol açar. Önerilen günlük tuz tüketim miktarı 2 gramdır. Kuru yemişler, turşu zeytin, peynir, hazır gıdalar tuz içeriği yoğun gıdalardır. Yemeklerin tuzsuz pişirilmesi (gıdaların içinde de tuz vardır), tuzsuz ekmek tüketimi, yemeklerin tadına bakmadan tuz atılmaması, sofrada tuzluk bulundurulmaması tuz kısıtlanırken dikkat etmemiz gereken noktalardır. BESLENMEMDE BAŞKA NELERE DİKKAT ETMELİYİM? Potasyum hücre içindeki en önemli tuz yapısındaki maddedir. Potasyum miktarının artması, özellikle böbrek 36 yetmezliğinde, böbreklerden atılımının azalması nedeniyle sık rastlanan bir durumdur. Kalpte kalp durmasına neden olan ritim bozuklukları, tansiyon düşüklüğü, kas kasılmasında bozukluk gibi bulgulara yol açar. Potasyum sebze ve meyvelerde bulunur. Günlük idrar miktarınız 1litre ve üzerinde ise genellikle potasyum birikimi olmaz (şeker hastalığı gibi bazı hastalıklarda potasyum daha çabuk birikebilir). Ancak idrar miktarınız az ise potasyum birikebilir. Bunun dışında bazı ilaçlar da potasyum miktarını yükseltebilir. Bu nedenle kullandığınız tüm ilaçları doktorunuza danışınız. Fosfor, kalsiyum ile birlikte kemik dokusunda görev alır. Ayrıca vücudumuzda enerji sağlayan tepkimelerde de önemli rol üstlenmektedir. Et, tavuk, balık, süt, yoğurt, peynir, yumurta, kuru baklagillerde (kuru fasulye, nohut, mercimek, barbunya gibi.) bol miktarda bulunur. Böbrek yetersizliğinde fosfor atımı azaldığı için vücutta birikerek kan düzeyi artar. Bu nedenle böbrek hastalarında fosfor kısıtlaması gerekebilir. DİYET İÇERİĞİMİ NASIL DÜZENLEYEBİLİRİM? Hastanın yaşam kalitesi ve hastalıkla ilgili gelecekteki durumu ‘doğru ve dengeli beslenme’ ile yakından ilişkilidir. Kalori hesabı: Kalori ihtiyacı hasta yaş ve vücut ağırlığına göre belirlenir. Diyaliz hastalarında önerilen günlük kalori alımları hasta yaşına göre değişir. Hasta 60 yaşın üzerinde ise günlük kilogram başına 30 kcal, altında ise kilogram başına 35 kcal kalori alınması önerilir. Ancak bu durum aşırı aktivite göstermeyen, aynı yaş grubundakilerle ortalama ağırlığı aynı olan hastalar içindir. Eğer eklenen başka bir hastalık varsa vücudun kalori ihtiyacı artabilir. 37 Karbonhidrat: Dokularımızın yapısındaki proteinlerin kullanılmasını engellemek ve enerji açığını kapatmak için diyete eklenen karbonhidrat miktarı yüksek olmalıdır. Günlük alınması gereken enerjinin %50-60’ı karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Örneğin günlük 2000kcal enerji ihtiyacı olan hastanın 1000-1200 kcal (250-300 gram karbonhidrat)’i karbonhidratlardan (ekmek, makarna, şehriye, pirinç, şeker gibi) sağlanmalıdır. Proteini kısıtlı olan diyetlerde özellikle şeker, nişasta, sade lokum, akide şekeri vb. saf karbonhidratlar enerji kaynağı olarak kullanılır. Protein: Diyalize giren ve girmeyen hastaların protein ihtiyacı farklıdır. Diyalize girmeyen hastalarda günlük kilogram başına 0.6-0.8gram protein tüketilmesi vücudun ihtiyaçlarını karşılamak, üre ve kreatinin fazla artışını engellemek açısından yeterlidir. Diyalize giren hastalarda ise kayıp arttığı için protein ihtiyacı daha fazladır. 1,2-1,3 gr/kg/gün olarak hesaplanır. Örneğin, 60kg ağırlığındaki diyaliz hastasının protein gereksinimi; 60 x 1,2 =72gr’dır. Her iki hasta grubu için kaliteli, örnek protein içeriği olan gıdalar (yumurta, et, süt) kullanmalıdır. Yağ: Hastaların çoğunda kan kolestrol ve yağ seviyeleri yükseldiğinden miktar artırılmaz. Günlük enerjinin %25-30’u kadar verilir ve hayvansal kaynaklı (tereyağı, içyağı, kuyruk yağı) yağlardan ziyade; bitkisel (zeytinyağı, ayçiçeği, soya ve mısırözü yağı gibi) kaynaklı yağlar tercih edilmelidir. Sıvı: Miktar hastanın miktar çıkarma, ödem, kısa sürede hızlı kilo artışı gibi durumlara bakılarak belirlenir. İdrar miktarı çok azalmış ya da tamamen kesilmiş ise vücutta su birikimi artacağından sıvı gıdalar ve su tüketimi kısıtlanır. 38 Hiç idrar çıktısı yok ise; 24 x 0,5 x vücut ağırlığı(kg) Örnek 60kg hasta için; 24 x 0,5 x 60 = 720ml sıvı ihtiyacı var Az miktar idrar çıktısı var ise; 24 x 0,5 x vücut ağırlığı + bir gün önce çıkan idrar olarak hesaplanır. Hızlı kilo artışı ve vücutta şişlikler (bacaklarda) mevcut ise günlük alınan sıvı miktarı azaltılmalıdır. Sıvı alma isteği tüketilen tuz miktarı ile ilişkilidir. Tuz alımı yeterince kontrol edilmezse susuzluk hissi olacaktır. Vücutta su fazlalılığı; ödem (şişlik), kalp yetmezliği, tansiyon yüksekliği ve nefes darlığına neden olur. Sebze ve meyvelerin %90’dan fazlasının su içerdiği unutulmamalıdır. Tuz: Tuz böbreklerinizden yeterli atılamadığı için vücudunuzda birikerek şişliklere neden olur. Tansiyon ve kalp yetersizliği ortaya çıkar. Ayrıca vücutta biriken tuz su içme isteğini de artırır. Bu nedenle diyette tuz kısıtlanması yararlı olacaktır. Günlük çıkarılan idrar miktarı 2-2,5 L ise, hipertansiyon, kalp yetmezliği ve ödem yok ise normal miktarda tuz tüketilebilir. Ancak yine de susamayı ve tansiyonu kontrol altına almak için sınırlı kullanmakta fayda vardır. Tuzsuz diyet için öneriler; 1)Günlük yemeklerin tuzsuz hazırlanması ile sınırlama hazırlanmış olur. 2)Ekmek tuzsuz tüketilmelidir. 3)Zeytin, turşu, salamura besinler, konserveler, pastır39 ma, sucuk tüketmeyiniz. 4)Yemeklerinizde karabiber, kimyon, tarçın, limon, soğan, sarımsak, gibi çeşni verici maddeleri tuz tadı yerine kullanabilirsiniz. Potasyum: Sebze ve meyvelerin bir çeşit tuzudur. Potasyumda sodyum gibi idrarla atılamadığı için kanda seviyesi yükselir. Hasta hiç idrara çıkmıyor ya da çok az çıkarsa diyette potasyum kısıtlamak gerekir. Bu durumda potasyum kaynaklı gıdaları (patates, muz, kayısı, kivi, üzüm, sebze yemekleri, kuruyemişler, kurubaklagiller gibi) diyetten çıkarmak gerekir. Ayrıca sebzeler küçük parçalara ayrılarak haşlanır ve haşlama suyu dökülerek pişirilirse, yemekte potasyum miktarı azaltılmış olur. Bunun yanı sıra; Yüksek potasyum içerikli yiyecekler bir öğünde ve bir arada alınmamalıdır. Eczanelerde satılan ‘diyet tuz’lar sizler için uygun değildir. Hazır meyve suları da kullanılmamalıdır. Potasyumu yüksek olan hastalar sebzelerin haşlama suyunu dökmelidirler. Potasyum değeriniz düşmez ise, potasyum emilimini engelleyen ilaçlar kullanılmak zorunda kalınabilir. Bazı hastalarda kan potasyum değeri gereğinden fazla düşebilir. Kan sonuçlarına göre diyete potasyum eklemesi yapılabilir. Diyaliz hastaları için günlük 2 gramın altında potasyum önerilir. Fosfor: Böbrek yetmezliğinde fosfor emilimi % 80 oranına ulaşır. Bu durumda kan fosfor düzeyi yükseleceğin40 den kısıtlamak gerekir. Fosfor kısıtlamasını sadece diyetle kontrol altına almak mümkün değildir. Fosfor bağlayan ilaçlar kullanmak daha etkilidir. Proteinlerden zengin besinler aynı zamanda fosfordan da zengin besinlerdir. Dolayısıyla proteini kısıtlanmış besinlerde fosforda sınırlanmaktadır. Özellikle süt ve ürünleri en fazla fosfor kaynağı gıdalardır. Et, yumurta, kurubaklagiller de iyi kaynaklardır. Fosfor henüz diyalize başlamadan da birikir ve bu durum böbrek hastalarında gelişen kemik hastalığının da başlangıcını oluşturur. Bu nedenle fosfor kısıtlaması henüz diyalize başlanmadığı dönemde de gerekir. Diyete uyulmaması fosfor kontrolünü çok zorlaştırır ve bu amaçla çeşitli ilaçların kullanmasını gerektirir. Fosfor bağlayıcı ilaçları doktorunuzun önerdiği biçimde kullanmalısınız.. Fosfordan zengin yiyecekleri fazla tükettiğinizde ajanları artırabilirsiniz. Kalsiyum: Düşük proteinli diyetlerde kalsiyum miktarı da düşük olmaktadır. Özellikle kalsiyumdan zengin gıdalar (süt ve ürünleri) aynı zamanda fosfordan da zengin olduğu için çok fazla tüketilmemelidir. Böyle durumlarda, diyet dışı (ilaç) kalsiyum takviyesi gerekmektedir. Günlük kalsiyum tüketiminin 2 gramı geçmemesi önerilir (bu miktara fosfor bağlamak amacıyla kullanılan ve kalsiyum içeren ilaçlar da dahildir). DİYALİZ TEDAVİLERİ DİYALİZ TEDAVİLERİNE ZAMAN KULLANILIR? Böbreklerin süzme fonksiyonu günlük 15 ml/dakikanın altına indiğinde hastalar son dönem böbrek yetmezliği evresinde kabul edilirler. Hastaya göre değişmekle beraber genellikle 10 ml/dakikanın altındaki değerlerde artık böbreklerin vücudun dengesini karşılayamaması söz konu41 su olur ve diyaliz tedavilerine başlanması veya böbrek nakli yapılması gerekir. Eğer böbrek yetmezliği erken dönemde saptandı ve hasta düzenli olarak izleniyorsa böbreklerin süzme oranının 30 ml/dakikanın altına indiği dönemlerde seçilecek tedavi yöntemlerinin hasta ve yakınları ile tartışılması önerilir. Bunun amacı bu tedavilerin bazı ön hazırlıklar gerektirmesi ve tüm seçenekler tartışıldıktan sonra karara göre plan yapılmasının sağlamasıdır. Takiplerinizi düzenli yaptırmamanız, bu tedavilere ön hazırlıksız başlanmasına neden olabilir ki bu durum da ileride tartışacağımız bazı sorunlara yol açabilir. TEDAVİ SEÇENEKLERİ NELERDİR? Böbrekler görev yapmadığı zaman tercih edilebilecek tedaviler: 1.Karın diyalizi 2.Hemodiyaliz 3.Böbrek naklidir. Seçilecek tedavide hastanın sağlık durumu, birlikte bulunan hastalıklar, yaş, damar yapısı, sosyal koşullar gibi çok sayıda etken belirleyicidir. Ancak hemodiyaliz ya da karın diyalizi seçimi bazen zorunluluklara göre yapılabilir. Bazı durumların varlığında karın diyaliz yapılması tercih edilir: • Çocuk hastalarda • Ciddi kalp-damar hastalığı olan hastalarda • Damar yolu (fistül veya greft) açma zorluğu olan hastalar 42 • Hastanın diyaliz merkezine bağlı olmaksızın daha özgür bir yaşam istemesi durumunda HEMODİYALİZ VE KARIN DİYALİZİ NASIL UYGULANIR? Diyaliz işlemindeki amaç hastanın kanındaki artık ürünleri uzaklaştırmak, su ve mineral dengesini sağlamaktır. İşlem sırasında kanda biriken üremik artık maddeler yoğun oldukları kandan diyaliz solüsyonuna doğru taşınarak uzaklaştırılır. Hemodiyaliz işleminde, bu amaç için yapılmış diyaliz makineleri kullanılır. Makinelere diyaliz merkezinde bulunan özel sistemlerle temizlenen su gelir. Diyaliz suyu içinde bulunan minerallerin yoğunluğu; hastada birikmiş olan artık maddelerin uzaklaştırılacağı, eksik olan minerallerin hastaya geçeceği şekilde düzenlenmiştir. Hastadan alınan kan, pompa aracılığıyla diyaliz makinesinde dolaşır. Kan ile diyaliz arasında değişimin sağlanması için diyaliz membranları kullanılır. Bu membranlar içi boş tüpler sistemi şeklinde yapılır ve buradan kan ve diyaliz suyu birbirine ters yönde geçerler. Bu şekilde temizlenen kan tekrar hastaya verilir. Karın diyalizinde ise hastanın karın zarından yararlanılır. Hastanın karın boşluğuna kateter yardımıyla diyaliz solüsyonu verilir bir süre bekletilir. Bu sırada karın zarından yararlanarak kan ve bu diyaliz sıvısı arasında madde alışverişi olur ve böylece kandaki üre, kreatinin gibi atık maddeler yoğun oldukları kandan diyaliz sıvısına geçer ve kan temizlenir. Karın diyalizi sırasında vücuttaki fazla suyun uzaklaştırılması diyaliz suyunda bulunan şekerin suyu çekmesi ile sağlanır. HASTANIN KANI DİYALİZ MAKİNESİNE NASIL ULAŞTIRILIR? 43 Diyaliz işlemi için kan akımının yüksek olması gerekir. Bu nedenle normalde serum takmak için kullanılan damarlardaki kan akımı diyaliz makinesine yeterli kan sağlayamaz. Yeterli kan akımını sağlamak için başlıca yollar: • Kateter • Fistül • Greft Kateter: Boyun veya kasıktaki büyük toplar damarlara takılan plastik borucuklardır. Kateterler geçici veya kalıcı olabilir. Geçici kateterler özellikle hastanın daha önce damar yolu hazırlığı yapılmadığı zaman veya acil durumlarda kullanılır. Kateter takılması sırasında ve sonrasında bazı sorunlar görülebilir. Bunlardan bazıları; kateter takılırken atar damara girilebilir, kalpte ritim bozukluğu, akciğer zarına hava veya kan kaçağı, kalp zarı içine kanama görülebilir. Ayrıca kateter takıldıktan sonra enfeksiyon (çıkışında veya kanda) gelişebilir veya pıhtı oluşup, kateterin tıkanmasına neden olabilir. Kalıcı kateterler ise cilt altında bir tünel açılarak takıldıklarından, enfeksiyon riski, geçici kateterlerden daha azdır ve uzun süre kullanılabilirler. Fistül: Hastanın kendi atar damar ve toplar damarı birleştirilerek oluşturulur. Hemodiyaliz hastalarında ilk tercih edilen damar yolu sağlama yöntemidir. Hastanın diyaliz ihtiyacı henüz yokken açılmalıdır, çünkü damarların güçlenmesi için zamana ihtiyaç duyulur. Doktorunuz önerdiği zaman fistül açtırmamanız, sadece sizin daha fazla sorunla (diyalize bir süre kateterle girmek gibi) karşılaşmanızı sağlar. 44 Fistülün hemodiyaliz tedavisine başlamadan altı ay kadar önce açılması, böylece damarın kullanılabilecek duruma kadar gelişmesine zaman tanır. Fistül açıldıktan sonra altı haftada yeterli derecede gelişmezse yeniden değerlendirilmesi önerilir. Böbreklerin süzme işlevinin 30 ml/dakika civarında olması durumunda fistül açılması planlanan koldan kan alınmaması, enjeksiyon yapılmamasına dikkat edilmelidir. Fistül hasta için hayati öneme sahiptir. Hastalar şunlara dikkat etmelidir: • Fistül açıldıktan sonra önerilen egzersizlerin yapılması olgunlaşmasını kolaylaştıracaktır, • Fistülün olduğu koldan kan alınmamalı, tansiyon ölçülmemelidir, • Fistül olan kolla ağırlık kaldırılmamalıdır, • Fistüle baskı yapacak dar giyecekler, saat, künye takmaktan kaçınılmalıdır • Fistül olan kol üzerine yatılmamalıdır, • Tansiyonun aşırı düşmesi fistül tıkanmasına neden olabileceğinden kuru ağırlık, vücuttan su kaybedilmesine neden olan durumlar (kusma, ishal gibi) konusunda dikkatli olunmalıdır, • Fistülün çalışmadığı saptanırsa en kısa zamanda doktora başvurulmalıdır, • Hemodiyalize girmeden önce fistül olan kol sabunlu su ile temizlenmelidir. Fistül açıldıktan sonra ilk haftada kolda hafif ödem 45 olabilir, kolun yukarda tutulması şişliği azaltmada yararlıdır. Bundan başka fistülde kanama, enfeksiyon gibi sorunlar görülebilir. Açıldıktan altı hafta sonra fistül hala yeterince gelişmiyorsa tekrar değerlendirilmesi önerilir. Uzun dönemde ise; fistül diyaliz için yeterli kan akımını sağlamayabilir, toplar damarda darlık gelişebilir, damarda balonlaşma, fistül olan kolda kan akımında azalma ve elde morarma gelişebilir. Fistülde nadiren enfeksiyon gelişebilir. Greft (Yapay damar): Özellikle damar yapısı zayıf olan kimselerde yapay damar kullanılarak yapılır. Hastanın kendi damarları fistül açmaya uygun değilse greft uygulanır. Greftlerin hemodiyalize başlamadan önceki üç ila altı hafta önce takılması önerilir, ancak günümüzde kullanılan malzemelerle greftlerin takıldıktan hemen sonra kullanılması mümkün hale gelmiştir. Greftte karşılaşılabilecek sorunlar ise; kolda şişlik, greftte daralma, yalancı balonlaşma, pıhtı oluşumu ve enfeksiyon gelişimidir. HEMODİYALİZ İŞLEMİ İÇİN NELER GEREKİR? Hemodiyalizde temel amaçlar hastanın kanında biriken atık maddelerin ve fazla suyun uzaklaştırılmasıdır. Kandan artık maddelerin temizlenmesi ve fazla suyun uzaklaştırılması amacıyla diyaliz makineleri kullanılır. Makinelerde bu işlemin yapılması sırasında su, vücuttaki dengeyi sağlamak için çeşitli tuzları içeren solüsyonlar, madde alışverişinin sağlandığı diyaliz membranları kullanılır. HEMODİYALİZ İŞLEMİNDE KAN NASIL TEMİZLENİR? Diyaliz işleminde hastadan alınan kan makinede bulunan pompa yardımıyla diyaliz membranlarından geçirilir. 46 Aynı zamanda bu membranlardan (diyalizer) kan akımının tersi yönde içinde su, çeşitli tuzlar (sodyum, potasyum, kalsiyum, klor, magnezyum gibi) ve bikarbonat içeren diyaliz solüsyonu geçirilir. Böylece kanda yüksek miktarda bulunan atık maddeler, diyaliz sıvısında olmadığından çok yoğun oldukları kandan diyaliz solüsyonuna doğru geçer ve böylece bu maddeler kandan uzaklaştırılmış olur. Bu sırada diyaliz sıvısında fazla olan maddeler kana doğru geçer. Diyaliz sıvısı (diyalizat) ve kanın ters yönlerden geçirilmesi ile, kan ilerlerken henüz değişim olmamış sıvı ile karşılaşacağından yoğunluk farkının fazla olması ve böylece madde alışverişinin daha iyi olması sağlanır. ULTRAFİLTRASYON NEDİR? Vücutta biriken suyun uzaklaştırılması işlemidir. Hastanın diyalizler sırasında aldığı kiloya göre, miktarı değişir. Bir diyaliz seansı sırasında çok fazla sıvı uzaklaştırılması başta tansiyon düşüklüğü olmak üzere istenmeyen yan etkilere neden olur. Bu nedenle hastaların diyalizler arasında tuz ve su tüketimine dikkat etmesi son derece önemlidir. DİYALİZİN YETERLİ MİKTARDA OLDUĞU NEYE GÖRE BELİRLENİR? Ürenin diyaliz sırasında temizlenme oranı yeterli diyaliz yapılıp yapılmadığının göstergesi olarak kullanılır. Bu amaçla kullanılan ölçütlerden birisi üre azalma oranıdır (ÜAO): ÜAO= (Diyaliz öncesi BUN- Diyaliz sonrası BUN) / Diyaliz öncesi BUN BulunaN değer 100 ile çarpılarak sonuç % olarak ifade edilir. 47 Diyaliz yeterliliğini değerlendirmede kullanılan ikinci ölçüt Kt/Vdir. Burada K diyalizer kan üre temizlenme oranıdır ve üretici firma tarafından laboratuar koşullarında hesaplanarak kullanılan malzemenin bilgilerinde yazar. Formüldeki t diyaliz süresini ifade eder. V ise ürenin dağıldığı vücut hacmini ifade eder ve vücudun su oranından hesaplanır ve ağırlığın % 50-60’na denk gelir. Diyalizer klirensi 200 ml/dakika, diyaliz süresi dört saat ve vücut ağırlığı 60 kg olan bir hastada kt/v değeri nedir? K değeri 200 ml/dakika ise saatlik temizlenme oranı litre olarak 0,2x60= 12litre/saat’tir Hastanın üre değılım hacmi vücut ağırlığının % 60’ı yani 60x0,6= 36’dır Buna göre kt/V= 12x4/36= 1,33’dür. Bu değeri hesaplamak üzere matematiksel formüller geliştirilmiştir ve bilgisayar programlarıyla da hesaplanabilir. Ülkemizde sağlık bakanlığınca belirlene diyaliz yönetmeliğine göre; merkezler aylık olarak hastaların diyalize giriş ve çıkış üre değerlerini ve takip etmekte ve buna göre üre azalma oranı ve Kt/V’i hesaplamaktadırlar. Önerilen en az hedef Kt/V 1.2, üre azalma oranı ise % 65’dir. DİYALİZE GİREN HASTALARDA BÖBREĞİN ÇALIŞMA ORANI NASIL DEĞERLENDİRİLİR? Diyaliz hastası eğer idrar yapıyorsa böbrek hala bir miktar çalışıyor demektir. Böbreğin ne kadar çalıştığını ölçmek için 24 saatlik idrar toplanarak üre ve kreatinin 48 temizlenme oranlarının ortalaması alınır. Haftada üç kez diyalize giren hastalarda hesaplama diyalize girmeden önceki 24 saatlik toplanan idrardan yapılır ve üre değeri olarak diyaliz öncesinin %90’ı alınır. Örnek: Haftada üç kez diyalize giren hastanın 24 saatlik idrar miktarı 500 ml, serum BUN 60 mg/dl, kreatinin 8,4 mg/dl, idrar üre nitrojeni 180 mg/dl ve idrar kreatinini 92 mg/dl ise böbrek klirensi nedir? Üre klirensi= İdrar üre x idrar miktarı/ kan üresinin %90’ı X 1440 Kreatinin klirensi= İdrar kreatinin x idrar miktarı/ kan kreatinin x 1440 Bu formüllere göre astamızın üre klirensi= 180x 500/ (60X0,9)x 1440= 1,16 ml/dakika Kreatinin kliresi= 92x500/ 8,4x1440= 3,8 ml/dakika Böbrek klirensi= 1,16+3,8/2= 2,48 ml/dakika Diyaliz hastalarında idrar miktarı giderek azalır. Hala idrarı olan hastalarda böbrek çok az da olsa çalışıyor demektir. Bu durumun devamının sağlanması önemlidir. Bu nedenle idrarı olan hastalarda böbreğe zarar verecek ilaçlardan kaçınılması (ilaçlı tomografi çekiminde kullanılan ilaçlar, böbreğe zarar verebilen çeşitli ilaçlar) önemlidir. KURU AĞIRLIK NEDİR? Diyaliz hastalarında vücudun su dengesi; tuz ve su tüketimi, varsa idrar miktarı, hemodiyaliz sırasında makine yardımıyla vücuttan uzaklaştırılan su ile sağlanır. Fazla tuz ve su alımı vücutta bunların birikmesine kan basıncının artmasına ve kalbin iş yükünün artmasına neden olur. Kuru 49 ağırlık ise vücudun dengede olduğu, sıvı fazlalığı bulguları olan yüksek tansiyon, şişlik, nefes darlığı gibi bulguların olmadığı, kilonun daha fazla azaltılması durumunda ise kan basıncının düştüğü, halsizlik, kramp gibi bulguların geliştiği ağırlıktır. Diyalizler arasında fazla kilo alınması gerçek kuru ağırlığa ulaşılmasını zorlaştırır. Bu nedenle günlük tuz tüketimi 5 gramı aşmamalıdır. Diyalizler arasında kilo artışı vücut ağırlığının % 3’ünden fazla olmamalı yani yaklaşık günlük bir kilogramdan fazla olmamalıdır. Diyalize yeni başlayan hastalarda sıvı fazlalığı daha belirgin olabilir ve özellikle kalp hastalığı da varsa diyalizler sırasında fazla suyun uzaklaştırılmasının yavaş yapılması gerekebilir. Kuru ağırlık kişinin kilo kaybetmesi veya kilo alması nedeniyle değişkendir. Kuru ağırlık değerlendirmesi pratikte kan basıncı değeri ve sıvı fazlalığı veya azalmasına ait bulguların olup- olmamasına göre değerlendirilir. Aşırı sıvı çekilmesi ve kuru ağırlığın altına düşülmesi sadece kramp, halsizlik gibi şikayetlere yol açmaz, aynı zamanda fistülün tıkanmasına da neden olabilir. Bu nedenle hastaların da kilolarını takip ederek, yakınmalarını diyaliz ekibiyle paylaşmaları son derece önemlidir. Hemodiyaliz hastalarında hipertansiyonun en önemli nedeni sıvı fazlalığıdır ve gerçek kuru ağırlığına ulaşılan hastaların pek çoğunda ek tansiyon ilacı kullanımı gereksinimi ortadan kalkmaktadır. DİYALİZ SIRASINDA KARŞILAŞILABİLECEK SORUNLAR NELERDİR? 50 Diyaliz sırasında gelişebilecek başlıca sorunlar: • • • • • • • Tansiyon düşmesi Kramplar Bulantı-kusma Baş ağrısı Göğüs ve sırt ağrısı Kaşıntı Titreme ve ateştir. EVDE HEMODİYALİZ YAPILABİLİR Mİ? Ev hemodiyalizi uzun yıllardır uygulanabilen bir tedavidir. Ülkemizde Sağlık Bakanlığının yayınladığı yönetmeliklerle uygun hastalarda evde hasta ve yakınlarının hemodiyaliz yapması mümkündür. Bunun için eve diyaliz makinesi ve sus sistemi kurulması gerekir. Hasta ve yakını gerekli eğitimleri tamamladıktan sonra, işlemi öğrenen ve uygulayabilen hastalarda evde diyaliz tedavisine başlanabilir. Böylece daha uzun süreli diyaliz yapabilme mümkün olur ve daha bağımsız bir yaşama imkan sağlanır. KARIN (PERİTON) DİYALİZİ NEDİR? Karın diyalizi tıpkı hemodiyalizde olduğu gibi, bir membran yardımıyla ayrılan iki boşluk arasında su ve tuzların geçişini sağlamaya dayanan bir tedavi yöntemidir. Burada membran (zar) olarak hastanın karın zarı kullanılır ve karın boşluğuna kateter yardımıyla ulaştırılan periton diyaliz solüsyonu ile karın zarında bulunan damarlar içindeki kanda dolaşan atık maddeler arasında diyalizdeki temel prensiplere göre madde alışverişi olur ve böylece kan atık maddelerden temizlenir. Kandaki atık maddeler bir süre beklendikten sonra karın boşluğundaki diyaliz solüsyonuna geçer ve karın boşluğundaki sıvın boşaltılması ile vücuttan 51 bu maddeler uzaklaştırılmış olur. Bu işlem sırasında kanda üremiye neden olan birikmiş atık maddeler ve potasyum gibi tuzlar yoğunluk farkından dolayı difüzyon yoluyla karın boşluğundaki diyaliz solüsyonuna geçerken, diyaliz solüsyonunda bulunan şeker ve bazı tuzlar ise karın zarındaki damarlara geçer. Karın diyalizi sırasında hastada biriken fazla sıvı karın boşluğuna verilen diyaliz solüsyonunda bulunan ve yoğunluğu arttıran maddelerin (başlıca glukoz) sıvıyı çekmesi sonucu uzaklaştırılır. PERİTON DİYALİZİ NASIL UYGULANIR? Karın diyalizi iki şekilde yapılabilir: Sürekli ayaktan periton diyalizi hasta tarafından uygulanır. Günde 3-5 kez karın boşluğuna diyaliz solüsyonu boşaltılır ve bu solüsyon karında bekletildikten sonra boşaltılır. Aletli karın diyalizinde ise değişimler makine tarafından yapılır. KARIN DİYALİZİ YAPMAK İÇİN NELER GEREKİR? Kateter: Öncelikle diyaliz solüsyonunun karın boşluğuna ulaştırılması için kateter gerekir. Kateterler plastikten yağılmıştır ve kateterin sabit kalmasını kolaylaştıran bir veya iki tane keçe içerirler karın boşluğuna konulan uçlarında sıvının geçişini sağlayan çok sayıda delik içerirler. Genellikle ameliyathane koşullarında ufak bir kesi yapılarak yerleştirilir. Karın kaslarının yan tarafında veya karın orta hattında yerleştirilebilirler. Kateterler cilt altında bir tünel oluşturularak yerleştirilir. Bu işlem laparaskopik yöntemlerle de yapılabilir. 52 Kateterlere ait çeşitli sorunlara rastlanabilir: Kateterden sızıntı olabilir. Özellikle ilk takıldığı zaman sıktır. Ancak herhangi bir zamanda da gelişebilir. Kateterin çıktığı yerde gözle görülebilen sızıntı olabileceği gibi, ciltte şişlik, kilo artışı, boşaltılan sıvı miktarında azalma gibi bulgulara neden olabilir. Karın boşlundaki sıvının dışarı yetersiz boşaltımı görülebilir. Bu duruma neden olan çok sayıda faktör vardır: Kateter kıvrılabilir, bu durumda kateterin değişmesi veya yüzeye yakın keçenin çıkarılması gerekebilir. Kabızlık sıvının gelişindeki azalmanın önemli bir nedenidir. Bu nedenle kabızlığı olan hastaların bu durumu doktorlarına anlatması ve tedavi edilmesi gerekir. Bazen karına bırakılan sıvı içinde beyaz pıhtılar gelişip, akımı engelleyebilir. Beyaz pıhtılar boşaltıla sıvıda görülebilir ve bu durumda sıvıya pıhtı çözücü olan heparin ilave edilmesi bu durumun düzelmesini sağlar. Kateter ucu bazen karın boşluğunu çevreleyen zarlar arasına sıkışabilir, bu durumda kateterin ucunun serbestleştirilmesi gerekir. Transfer setler: Diyaliz solüsyonu torbası ile kateter arasındaki bağlantıyı sağlar. Değişik şekillerde bağlantı sağlayan sistemler geliştirilmiştir. Diyaliz solüsyonları: Sürekli ayaktan karın diyalizinde kullanılan solüsyonlar üretici firmaya göre değişmekle beraber genellikle 1.5,2,2.5 litre hacimlerinde dir. Solüsyonlarda, vücuttaki suyu uzaklaştırmak için genellikle şeker kullanılır. İçindeki şeker dekstroz olup, yoğunluğuna göre % 1.5, %2.5 veya %4.25 (veya %1.36, %2.27,%3.86) 53 luk solüsyonlar şeklinde kullanılırlar. Bunun dışında bu solüsyonlarda sodyum, kalsiyum, klor, magnezyum bulunur. Kronik böbrek yetmezliğinde görülen asit birikimini azaltmak için ise baz olarak laktat veya bikarbonat bulunur. Şeker içeren solüsyonlar dışında proteinlerin yapı taşlarını oluşturan aminoasit içeren solüsyonlar da günde bir kez olmak üzere kullanılabilir. Yine fazla emilmeyen ve uzun süre bekletildiğinde vücuttaki fazla suyu daha etkili şekilde uzaklaştırabilen ikodekstrin (çoklu şeker içerir) de kullanılır. Aletli periton diyalizinde de benzer içerik olarak aynı moleküleri içeren ancak hacimleri değişken olan (2, 5, 6 litrelik) solüsyonlar kullanılır. Diyaliz solüsyonları karın boşluğuna verilmeden önce vücut ısısına kadar ısıtılır. Periton diyaliz makineleri: Aletli karın diyalizi için kullanılan bu makinelerle diyaliz solüsyonu ısıtılarak karına verildikten sonra, daha önce belirlenen sürelerde bekletilerek karın boşluğundaki sıvı boşaltılır. Karına verilecek sıvı miktarı, bekleme süresi, diyaliz süresi, boşaltım sayısı makinede ayarlanır. Günümüzde kullanılan bilgisayar kartları ile diyaliz programları makineye yüklendiği gibi, sonra bu kartlar bilgisayarda okutularak yapılan diyalizlerle ilgili de bilgi edinilebilir. KARIN ZARININ DEĞERLENDİRİLİR? MADDE GEÇİRGENLİĞİ NASIL Karın zarının geçirgenlik özellikleri, artık madde ve sıvı yükünün uzaklaştırılmasını etkiler. Karın zarının özelliklerini değerlendirmek için değişik testler geliştirilmiş olup, amaç hasta için uygun tedavi yöntemi ve reçetelendirilmesini 54 sağlamaktır. Bu amaçla en yaygın kullanılan test peritoneal eşitlenme testi (PET) dir. Diyalize yeni başlayan hastalarda karın zarının damar yapısı ve kan akımında değişiklikler meydana geldiğinden, genellikle periton geçirgenliğinin diyalize başladıktan 4-8 hafta sonra değerlendirilmesi önerilir. DİYALİZ YETERLİLİĞİ ÜRE AZALMA ORANI DIŞINDA BAŞKA HANGİ GÖSTERGELERLE DEĞERLENDİRİLİR? Hem hemodiyaliz hem de karın diyalizi uygulayan hastalarda ürenin temizlenme oranını tespit etmeye dayanan kt/V değerleri diyaliz yeterliliğinin değerlendirilmesinde standart olarak kullanılır. Bunun dışında uygulanan diyaliz tedavisinin yeterliliği için: • Hastanın kendisini iyi hissetmesi ve yağsız vücut kitlesinin korunması • İştahsızlık, bulantı, kusma, uykusuzluk gibi semptomların olmaması • Sıvı dengesinin sağlanması (ödem veya hioertansiyon olmaması) • Asit-baz ve elektrolit dengesinin sağlanması • Beslenmenin iyi olması gerekir. PERİTONİT NEDİR? Karın zarı iltihabıdır. Karın diyalizi uygulamasındaki teknolojik gelişmelerle günümüzde daha az görülmektedir. En önemli bulgusu karın ağrısıdır. Bunun dışında bulantıkusma, ateş, titreme, kabızlık veya ishal, diyaliz sıvısında bulanıklaşma gibi bulgulara yol açabilir. Tanıda hastanın şikayetleri olması, diyaliz sıvısından yapılan hücre sayımında 100’den fazla hücre bulunması, diyaliz sıvısı boyama 55 veya kültüründe mikrop görülmesi durumunda tanı konur. Tanı konulduktan sonra uygun antibiyotikler genellikle diyaliz sıvısına karıştırılarak uygulanır. Tedaviye en çok görülen mikroplara etkili antibiyotiklerle başlanır, kültürde mikrop üremesi olursa ona uygun antibiyotiklerle devam edilir. Tedavi süresi neden olan mikrop veya mikroplara göre 14 ila 21 gün arasında değişir. Karın diyalizi uygulayan hastalarda kateter çıkışında veya cilt altında ilerlediği tünelde de enfeksiyon gelişebilir. Bu durumda kateter çıkışında kızarıklık, şişlik, ısı artışı, akıntı gibi işaretler olabilir. Bu durumda uygun antibiyotik tedavisi başlanmalıdır. PERİTON DİYALİZ HASTALARINDA DİYALİZLE İLİŞKİLİ HANGİ SORUNLARLA KARŞILAŞILABİLİR? • • • • • Fıtık oluşumu Kateter çevresi ve karında sızıntı Cinsel bölgede şişlik Akciğer yapraklarında su birikimi Sırt ağrısı Bu sorunlar dışında diyaliz solüsyonunda bulunan şekerin emilmesi, kan yağlarında yükselme, diyalizle protein kaybı gibi sorunlar görülebilir. BÖBREK NAKLİ NE ZAMAN BÖBREK NAKLİ YAPILIR? Son dönem böbrek hastalarında böbreğin süzme işlevi kreatinin temizlenme oranı için 30 ml/dakika’nın altına indiğinde uygulanacak tedavi seçeneklerinin hasta, hekim ve aile ile konuşulması ve uygulanacak tedavi yöntemine 56 karar verilmesi önerilir. Uygulanacak tedavi yöntemleri hemodiyaliz, periton diyalizi ve böbrek nakli olmak üzere üç seçenekten oluşur. Bu tedaviler genellikle böbreğin süzme oranı 15ml/dakikanın altına indiğinde başlanır. Ancak tedaviye başlangıç zamanlaması hastanın durumuna ve altta yatan hastalığına göre(şeker hastalarında daha erken olabilir) değişebilir. Bu tedavilerden dünyada en yaygın olanı hemodiyalizdir. Ülkemizde de son dönem böbrek hastalarının tedavisinde en sık kullanılan yöntem hemodiyalizdir. Böbrek nakli yapılabilmesi için hastanın mutlaka hemodiyaliz tedavisine başlamış olması gerekmez. Son yıllarda giderek daha fazla hastada diyaliz tedavilerine başlamaksızın böbrek nakli yapılmaktadır. “Preemptive”(önleyici) böbrek nakli adı verilen bu uygulama ancak sınırlı sayıda hastada mümkün olabilmektedir. Ülkemizde son yıllarda beyin ölümü gelişen kişilerden yapılan organ nakli sayısı artmış olmasına rağmen hala nakillerin önemli bir kısmı canlı vericilerden yapılmaktadır. Bu oran Batı ülkelerinde ters olup, daha fazla kadavradan nakil yapılmaktadır. Umuyoruz ki toplumun bu konuda daha fazla bilgilendirilmesi ile bizim ülkemizde de kadavradan yapılacak organ nakillerinin artması sağlanacaktır. NİÇİN BÖBREK NAKLİ? Diyaliz teknolojisindeki gelişmeler ile hem daha iyi diyaliz yapılmaya başlanmış hem de tüm dünyada giderek artan sayıda hastaya diyaliz uygulanmaya başlamıştır. Diyaliz teknolojisinde meydana gelen değişiklikler yanı sıra kansızlığın (eritropotein), ve diğer sorunların takip ve teda57 visindeki gelişmeler, hem yaşam kalitesini düzeltmiş hem de kan nakli sayısında anlamlı azalmaya neden olmuştur. Yine periton diyalizi hastalarında da enfeksiyonu azaltmaya yönelik geliştirilen sistemler oldukça başarılı olmuştur. Tüm bu teknolojik gelişmeler, hastaların yaşam kalitesinde ve süresinde artmaya neden olmasına rağmen devam eden üremik ortamın neden olduğu sorunlar (kalp, akciğer, mide –barsak sistemleri, psikolojik, cinsel sorunlar), diyaliz tedavisi için geçirilen zaman, hastalığa bağlı azalmış ekonomik güç gibi nedenlerle hala bu hastalık için ideal tedavi yönteminin diyaliz olmasını sınırlamaktadır. Organ nakli yapıldıktan sonra bağımlığın azalması, üremik ortamın ortadan kalkması hem hastanın sağlık durumunun hem de sosyal ve ekonomik durumunun düzelmesine, yaşam kalitesinde artışa neden olmaktadır. Bu nedenlerle tüm dünyada amaç daha fazla hastaya organ nakli yapılabilmesini sağlamaktır. Ancak organ nakli olamayan hastalar da uzun yıllar, teknolojik gelişmelerle giderek artan kalitede yaşamlarını sürdürebilirler. KİMLERDEN ORGAN ALINIR? Günümüzde böbrek nakli için iki kaynak; beyin ölümü olan kişiler (kadavra) ve canlı vericilerdir. Ülkemizde sayısal olarak üstünlük canlı vericilerden yapılan nakillerdedir. Ancak ülkemizde de amaçlanan kadavradan yapılan nakillerin sayısının arttırılmasıdır. Ülkemizde yasal olarak dördüncü derecede akrabalara kadar organ nakline izin verilmektedir. Ülkemizde akraba olmayan kişilerden yapılacak organ nakillerine organ ticaretini engellemek için sınırlamalar getirilmiştir. Akraba olmayan canlı vericilerden organ nakli ancak, etik kurulların izni alındıktan sonra mümkündür. 58 KİMLERE ORGAN NAKLİ YAPILMAZ? Bu konuda genel bazı ilkeler olmakla beraber uygulamalar merkeze göre değişir. • Düzelebilir böbrek hastalığı • Kontrol altına alınmamış, devam eden enfeksiyon • Hala olan veya yakın zamanda geçirilmiş kanser hastalığı (kanser türüne göre değişir; 2-5 yıl hastalıksız süre geçirilmesi) • Kontrol altına alınamamış kronik enfeksiyon (tüberküloz, kemik iltihabı gibi) • Kontrol altına alınamamış glomerulonefrit • İlerlemiş böbrek dışında var olan hastalıklar • Balon veya bypass ile tedavisi mümkün olmayan ilerlemiş koroner arter hastalığı olan hastalar • Kalbin pompalama işlevinin ileri derecede bozulduğu hastalar • Tedavisi mümkün olmayan çok ciddi beyin veya ekstremite(kol ve bacak) damar hastalığı • Devam eden ilaç veya uyuşturucu bağımlılığı • Tedaviye uyum sağlayamayan düzenli kontrolleri aksatan hastalar • Kontrol altında olmayan psikiyatrik hastalıklar Bu hastaların dışında Hepatit C, Hepatit B ve HIV taşıyan hastalar merkezimizde değerlendirildikten sonra, organ nakline karar verilmektedir. Yine aşırı derecede şişman olan hastalar, özellikle cerrahi sonrası bazı riskler içerdiğinden gerekli klinikler tarafından değerlendirildikten sonra karar verilir. FARKLI TÜRLERDEN CANLILARDAN ORGAN NAKLİ YAPILABİLİR Mİ? Bu konuda yoğun çalışılmasına rağmen günümüzde hala 59 bu şekilde organ nakli mümkün değildir. ORGAN NAKLİNDE KAN GRUBU ÖNEMLİ MİDİR? Böbrek naklinde öncelikle kan grubu uyumu aranmaktadır. Kan grubu uyumu tıpkı kan naklinde olduğu gibidir, yani O kan grubundan olanlar genel verici, AB kan grubundan olanlar ise genel alıcıdır. Rh uyumunun ise önemi yoktur. Farklı kan grubundan nakiller ise Japonya’da 1998 yılından beri uygulanmaktadır. Bunun dışında diğer ülkelerde ve ülkemizde de daha az sıklıkla da olsa uygulanmaktadır. Verici Kan Grubu Alıcı Kan Grubu A B AB 0 0 A B AB Farklı kan grubundan yapılan organ nakillerinde, takılan organın reddini önlemek için bir ön hazırlık gerekmektedir. Bu amaçla farklı kan grubuna ait antikor miktarları(örneğin hasta O, verici A kan grubundan ise antiA antikor miktarı) tespit edilerek, bunu azaltmak üzere kanın antikorlardan temizlenmesi (plazmaferez), lenfosit sayısını azaltacak ilaçlar, dalak çıkarılması gibi yöntemler uygulanmaktadır. O ve B kan grubundan olan hastaların organ bekleme süreleri diğer kan grubundan olanların iki katına kadar çıkmaktadır. Bu nedenle özellikle bu kan grubuna sahip hastalarda farklı kan grubundan organ nakli gündeme 60 gelmiştir. Ancak bu durum için ülkemizde de uygulanan bir diğer yöntem vericilerin karşılıklı değiştirilmesidir. ORGAN NAKLİNDE ÖNEMLİ DİĞER FAKTÖRLER NELERDİR? Organ red veya kabulünde önemli diğer bir antijenik yapı, doku uygunluk antijenleridir. İnsan lökosit antijenleri(HLA) olarak adlandırılan, yarısı anneden, yarısı babadan gelen bu antijenik yapıda Sınıf I antijenler A, B, C ve sınıf II antijenler DR, DP, DQ olarak isimlendirilir. Organ naklinde önemli olanlar ise önem sırasına göre DR, B, ve A antijenleridir. Her birinden ikişer tane olmak üzere toplam altı tane olan bu antijenik yapılar alıcı ve vericide tamamen aynı ise tam uyumluluktan bahsedilir. Tam uyumlu yapılan organ nakillerinde organın sorunsuz olarak kalış süresi uzamaktadır. Alıcıda organın kabul edilip edilmeyeceğini belirlemek üzere crossmatch testi yapılır. Bu testle organı alacak kişinin vericideki antijenlerle (yani red olaylarını başlatan yapılarla) daha önce karşılaşıp karşılaşmadığı anlaşılır. Bu testin pozitif olması verici antijenleri ile daha önce karşılaşıldığını gösterir. T lenfosit crossmatch pozitifliği durumunda organın hızla ret edilme riski yüksek olduğundan, bu durumda organ nakli yapılmaz. Nakil ancak crossmatch testi negatif olduğunda yapılır. Alıcıda mevcut HLA antikorları panel reaktif antikor(PRA) testi ile tespit edilir. Vericiye özgül PRA’nın pozitif olması organ reddi ihtimalini arttırır. AntiHLA antikorların gelişiminde kan nakli, gebelik, daha önce yapılan organ nakli önemlidir. Son yıllarda özellikle eritropoetin tedavisi ile kan nakli ihtiyacı giderek azalmıştır. 61 ŞEKER HASTALARINA ORGAN NAKLİ YAPILIR MI? Evet. Şeker hastalarında da böbrek nakli başarıyla yapılmakta ve bu hastalarda da nakil sonrası yaşam kalitesinde artış olmaktadır. Tip1, insüline bağımlı diyabeti olan hastalarda yapılan pankreas nakilleri aynı zamanda kan şekerinin kontrol altına alınmasını da sağlamaktadır. Uzun yıllardır şeker hastalığı olanlarda kalp-damar hastalığı riski yüksek olduğunda, özellikle bu açıdan daha ayrıntılı incelenmeleri gerekmektedir. Gerek daha önceden şeker hastası olanlarda, gerekse organ nakli sonrası şeker hastalığı gelişenlerde kan şekerinin yakın takibi ve sıkı kontrolü önemlidir. ORGAN NAKLİ İÇİN BAŞVURAN HASTALARA HANGİ TESTLER YAPILMAKTADIR? Hastaların başlangıç değerlendirmesi başlıca şunları kapsamalıdır: 1.Mümkünse kronik böbrek hastalığının nedeni tespit edilmeye çalışılmalı ve böylece tekrarlama olasılığı olan hastalıklar ortaya çıkarılmalıdır. 2.Ailede diyabetes mellitus, hipertansiyon, kronik böbrek hastalığı varlığı sorgulanmalıdır. 3.Kalp, beyin veya uzuvların damar hastalığı olup olmadığı açısından değerlendirilmelidir. 4.Pıhtılaşma sistemi bozukluğu açısından değerlendirme yapılmalıdır. 5.İdrar yolu ve torbasındaki bozukluklar saptanmalıdır. 6.Hastanın böbrek nakli sonrası ilaç tedavilerini alabil62 mesi açısından maddi durumu değerlendirilmelidir. 7.Psikolojik açıdan hasta değerlendirilmelidir. 8.Kan nakli, gebelik, daha önce geçirilmiş böbrek nakli gibi hastada daha önce duyarlılaşmaya neden olabilecek faktörler açığa çıkarılmalıdır. 9.Yeniden böbrek nakli yapılacak hastalarda daha önceki böbrek kaybı nedenleri, tıbbi tedaviye uyum değerlendirilmelidir. Hastaların böbrek nakline hazırlanması sırasında istenen tetkikler merkeze göre değişmektedir. Amaç, hastanın genel sağlık durumunun, olası enfeksiyon odaklarının, gizli kanserlerin ortaya çıkarılmasıdır. Başlangıç değerlendirmede mutlaka yapılması gereken testler şunlardır: • İki laboratuarca doğrulanmış kan grubu, • Tam kan sayımı, ayrıntılı biyokimyasal testler, • Kan pıhtılaşmasını değerlendiren testler (Protrombin zamanı-PT, parsiyel tromboplastin zamanı-PTT) • Hepatit ve insan immün yetersizlik virüs (HIV) testleri, • Frengi açısından tarama testi, • Doku tiplemesi ve panel reaktif antikor belirlenmesi, • Panel reaktif antikor pozitifse, özgül PRA’ların belirlenmesi, • Akciğer grafisi ve elektrokardiyogram, • Sitomegalo virüs (CMV) ve Epstein-Barr virüs (EBV) serolojisi, ve diğer sık görülen virüs hastalıklarına ait sero63 lojik testler • Tüberküloz açısından deri testi (PPD) • Böbrek ultrasonu ile değerlendirme. Bu değerlendirmeler mutlaka yapılmalıdır, bunların dışında ise hasta ve yaşadığı bölgenin özelliklerine göre de ek değerlendirmeler yapılabilir. Bu değerlendirmeler genellikle; • Elli yaş üzerinde kolonoskopi, • Çocuk doğurma yaşındaki kadınlarda kadın doğum muayenesi, • 40 yaş üzerindeki kadınlarda mamografi, • 45 yaş üzerindeki erkelerde prostat özgül antijen (PSA), • Pıhtılaşma ve kanama eğilimi olan hastalarda detaylı olarak kan hastalıkları açısından değerlendirme, • O bölgede sık olan enfeksiyonları taramayı içerir. CANLI VERİCİLER NASIL HAZIRLANIR? Canlı vericiler öncelikle börek vericisi olmak için istekli olmalıdır. Eğer birden fazla verici varsa doku grubu en uygun olanı, yaşı daha fazla olanı tercih edilebilir. Vericiler için öncelikle muayene ve bazı temel laboratuar testleri yapılarak, bir sağlık sorunu olup olmadığı ve organ vericisi olması açısından sakıncalı bir durumu olup olmadığına bakılır. Tıp biliminin temel ilkesi olan önce zarar verme böbrek vericisi değerlendirilirken mutlaka uyulan bir kuraldır. Vericiler değerlendirilirken yapılan testler merkez64 den merkeze bazı küçük değişiklikler gösterebilir. Canlı vericilerin değerlendirilmesinde önerilen testler: • Sağlık durumuna ait öykü ve muayene • Psikolojik değerlendirme • Kan sayımı, biyokimyasal testler, pıhtılaşma testleri ve idrar testi • 24 saatlik idrardan hesaplanan böbrek süzme oranı ve protein atılım oranı • Akciğer filmi, kalp grafiği (EKG) • Virüs hastalıklarına ait kan testleri (Hepatit B, Hepatit C, Epstein Barr virüs, sitomegalovirüs testleri) • Frengi testi (VDRL veya RPR) • Böbreklerin görüntülenmesi (Tomografi veya manyetik rezonans anjiyografi, böbrek sintigrafisi, ilaçlı anjiyografi gibi) KİMLER CANLI VERİCİ OLAMAZ? Verici hazırlığında önce zarar verme ilkesi oldukça önemlidir. Günümüzde böbrek vericisi olmak için engel kabul edilen bazı durumlar şunlardır: • Böbrek vericisi olmanın anlamını bilecek zeka düzeyine sahip olmamak • Bazı psikiyatrik hastalıklar • İlaç veya alkol bağımlılığı • Böbrek hastalığı bulguları olması 65 • Böbreklerin yapısının ameliyata engel olacak şekilde olması • Şeker hastalığı • Yüksek tansiyon • Ciddi kalp ve akciğer hastalığı • Kanser varlığı • Enfeksiyon varlığı İleri yaşlarda ameliyat sonrası daha fazla sorun görülebileceğinden merkezlere göre değişen verici olabilme üst yaş sınırları uygulanabilir. Vericinin şişman (obes) olması durumunda ameliyat sonrası sorunlar görülebileceğinden belli oranda kilo fazlalığı olan vericiler kilo verdikten sonra değerlendirilebilir. Verici olmaya karar veren kişiler eğer sigara içiyorsa bırakmalıdır. Canlı vericilerin açlık kan şekeri dışında şeker hastalığı gelişimi için risk faktörleri varsa bu durumda şeker yükleme testi yapılır. BEYİN ÖLÜMÜ TANISI NASIL KONUR? Ülkemizde henüz istenen düzeylere gelmese de beyin ölümü gerçekleşen kişilerden alınan organlar dünyada önemli bir kaynaktır. Beyin ölümü gerçekleşen kimselerde beyin işlevleri yoktur ve bu durum geliştikten sonra en çok 2-3 gün içinde vücut ölümü gerçekleşir. Beyin ölümü karar verilecek kişilerde vücut ısı düşük olmamalı, elektrolit bozukluğu veya hormonal hastalıklar olmamalı ve bazı ilaçların alınmaması gerekir. Beyin ölümünü göstermek için bu durumdan şüphelenen kimselere beynin çalışıp çalışmadığını gösteren çeşitli testler yapılır. Kurul tarafından gerekli 66 testler yapıldıktan sonra beyin ölümü tanısı konan hastadan alınan böbrekler özel maddeler içeren solüsyonlarda korunur. KADAVRADAN ALINAN ORGANLARIN HANGİ HASTAYA TAKILACAĞINA NASIL KARAR VERİLİR? Ülkemizde son yıllara böbrek alıcı adaylarının doku gruplarına göre listesi ve beyin ölümleri yasal zorunluluk olarak sağlık bakanlığına bildirilmektedir. Böylece doku grubu belirlenen kadavradan doku grupları arasında en fazla uyum olan kişilere (diyaliz süreleri ve bazı tıbbi durumlar değerlendirilerek ) organ gönderilir. Ancak kadavradan yapılan nakillerde de ameliyat öncesi cross match testi negatif olmalıdır. AMELİYAT NASIL YAPILIR? Canlı böbrek vericilerinden böbrek açık veya kapalı ameliyatla yapılır. Eğer bir engel yoksa damar yapısı daha uygun olduğundan genellikle sol böbreğin alınması tercih edilir. Ameliyat sonrası genellikle 2-3 gün hastanede yatmak yeterlidir ve 3-4 haftada işe dönülebilir. Böbrek vericisi olmanın gebe kalmaya ve çocuk doğurmaya negatif etkisi yoktur. Böbrek vericisi olduktan sonra vericinin izlemi normal kişilere önerilen tıbbi kontroller gibi yapılır. Sigara içmemeli ve fazla alkol almaktan kaçınmalıdır. Yüksek proteinli diyet, şişmanlık böbreğin fazla çalışmasına neden olduğundan önerilmez. Fazla ağrı kesici kullanımı ve bazı bitkisel ilaçların kullanımı böbrek çalışmasını etkilediğinden önerilmez. Beyin ölümü gerçekleşmiş küçük çocuklardan iki böbrek büyük damarları ile birlikte çıkarılarak tek bir alıcıda kulla67 nılır. Bazen ileri yaştaki kadavradan alınan iki böbrek tek bir alıcıya takılabilir. Alınan böbrek alıcının kasık bölgesine yerleştirilir ve vericinin böbrek damarları kasık damarlarına dikilir. Vericinin idrar borucuğu ise alıcının idrar torbasına dikilir. AMELİYAT SONRASI HANGİ SORUNLAR GÖRÜLEBİLİR? Ameliyat yarasında iltihaplanma Günümüzde, organ nakli yapılırken hastaların sağlık durumunun daha iyi olması, bazı ilaçların daha az dozlarda kullanımı, ameliyat öncesi alınan tedbirlerle oldukça az görülür. Dikiş etrafında kızarıklık, şişlik, ısı artışı gibi şikayetlere yol açar. Tedavide uygun antibiyotikler kullanılır. Lenfosel (Beyaz kan birikimi) Kasık damarları üzerinde beyaz kan bulunduran damarlardan (lenfatiklerden) beyaz kan (lenf) sızması sonucu gelişir ve görülme sıklığı değişkendir. Bulgu vermeyecek kadar küçük olabileceği gibi büyük boyutlara ulaşıp idrar yolunda tıkanıklık tıkanma, kasık damarlarına baskı, damar pıhtılaşması gibi sorunlara yol açabilir. Bazı ilaçların kullanımı ile görülme sıklığı artabilir. Ultrasound ile kolaylıkla tanınır ve küçük ise genellikle girişim gerekmez. Bazı bulgulara yol açması durumunda iğne ile boşaltılması gerekebilir. Kanama Eğer hasta nakil öncesi kan sulandırıcı ilaç alıyorsa bunları ameliyat öncesi doktorunun önerdiği zamandan itibaren almamaya başlamalıdır (aspirin de bu tip ilaçlardandır). Ameliyattan hemen sonraki kanamalar genellikle 68 böbrek etrafındaki küçük damarlardan kaynaklanır. Kanamanın miktarına göre sadece kan verilmesi yetebileceği gibi bazen dikişlerin tekrar açılıp kanamanın kontrol edilmesi gerekebilir. Nakledilen böbrekte damar tıkanması Atar veya toplar damarda pıtılaşma sonucu damar tıkanması gelişebilir ve genellikle nakli izleyen 2-3. günlerde olur. Bu durumun erken saptanarak damarın açılması gerekir. Böbrek atar damarında daralma Genellikle nakli izleyen üçüncü ay ila ikinci yıllar arasında gelişir. Bu daralma böbreğin çalışmasını etkileyecek miktarda ise darlığın giderilmesi gerekebilir. İdrar sızması İdrar torbası veya borucuklarından kaynaklanabilir. Genellikle nakilden sonraki ilk birkaç günde görülür. Sızan sıvıdaki kreatinine bakılarak tanı konur. İdrar yolunda tıkanıklık Genellikle takılan böbreğin işlevlerinde bozulma ile kendini gösterir. Ultrasonda genişlemiş idrar yolları görülebilir. Nakil sonrası gelişirse, çoğunlukla cerrahi tamir gerekir. Değişik nedenlerle tıkanıklık gelişebilir. ORGAN TAKILDIKTAN SONRA RED EDİLMESİNİ ENGELLEMEK İÇİN NE YAPILIR? Organ nakli yapıldıktan sonra, organın reddedilmesini engellemek üzere hastanın hergün düzenli olarak bazı ilaçlar alması gerekir. Bunun yanında ameliyat sonrası ilk altı 69 ayda enfeksiyon gelişimini engellemek için çeşitli ilaçlar kullanılabilir. Organ nakli sonrası ilk günlerde organın reddini engellemek için daha fazla ve yüksek dozda ilaç verilir. Sonrasındaki takipte ilaçlar dozları böbrek testlerinin durumu ve ilaç düzeyleri takip edilerek daha düşük dozlarda uygulanır. Organ nakli yapıldıktan sonra organ reddini engellemeye ve reddelirse tedavi etmeye yönelik kullanılan çeşitli ilaçlar da bulunmaktadır. Antikor İçeren İlaçlar Bu ilaçlar organ reddedilmesinde önemli görev yapan hücrelerin sayısını azaltarak veya bu hücrelerin etki göstermesini engelleyerek etki ederler. Nakil öncesinde kullanım amaçları; nakilden sonra çabuk gelişen organ reddinin engellenmesi, nakil sonrası kullanılan ve bazen kendilerinin böbreğe zarar verme ihtimali olan ilaçların dozunun düşük tutulmasını sağlamaktır. Bunlardan en eskisi ve organ reddinin(rejeksiyon) tedavisinde de kullanılan antitimosit globulindir(ATG). Antitimosit globülin tavşan veya attan elde edilir. ATG yabancı protein oluğundan alerjik reaksiyonlara, ateşe yol açabilir. Bu nedenle uygulamadan önce, gelişebilecek bu alerjik olayları engellemek için tedavi verilir. Vücudun savunma sisteminde görev alan hücrelerin bir kısmının(lenfosit) sayısın azalttığı için uygulama sonrasında enfeksiyon sıklığı artabilir. Yine lenfositlerin etki göstermesini engelleyen antikorlar olan basiliksumab, daklizumab vücutta belli proteinleri taşıyan hücrelere bağlanarak onların etki göstermesini engeller. Bu ilaçlar organ reddi gelişimini önlemek için kullanılır. Organ reddi gelişirse bunu tedavide kullanılmazlar. Alemtuzumab, rituksimab yine belli proteinleri taşıyan 70 hücrelere bağlanarak onların etki göstermesini engeller. Özellikle farklı kan grubundan yapılan nakillerde daha sık kullanılmaktadır. Bu ilaçlara ait ciddi yan etkiler genellikle görülmez. Ancak enfeksiyonlara eğilimde artış, kan hücrelerinde azalma görülebilir. Organ reddi tedavisi böbrek biyopsisindeki bulgulara göre düzenlenir. Kullanılan ilaçlar biyopsi bulgularına göre değişir. Organ reddi geliştiğinde genellikle önce yüksek doz damardan kortizon içeren ilaçlarla başlanır. Eğer yanıt vermezse ATG tercih edilebilir. Ancak biyopsi bulgularına göre plazma değişim tedavisi (plazmaferez) rituksimab gibi değişik ilaçlar da kullanılabilir. Savunma Sistemini Zayıflatan İlaçlar Siklosporin ve Takrolimus: Kimyasal olarak farklı, etki şekilleri ve yan etkileri benzer olan ilaçlardır. Hücre içindeki proteinlere bağlanarak etki ederler. Her iki ilaç da kullanılırken, serum ilaç düzeyleri takip edilir. Bu amaçla siklosporin kullanan hastalarda sabahki ilaç dozu alındıktan iki saat sonra, takrolimus için sabahki ilaç dozu alınmadan hemen önce kan alınarak, ilaç düzeylerine bakılır. İlaç düzeylerinin belirli aralıklarda tutulmasını sağlamaktaki amaç, savunma sistemini yeterli derecede baskılarken, başta böbrekler üzerinde olmak üzere ilaç yan etkilerinin daha az görülmesini sağlamaktır. İlaçların düzeyinin hedeflenenden daha düşük devam etmesi organ reddi ihtimalini arttırırken, daha yüksek seyretmesi böbrekte zararlı etkilere yol açabilir. Bu nedenlerle ilaç düzeylerinin belirlenen aralıklarla yapılması, yapılan ilaç değişikliği önerilerine uyulması nakledilen böbreğin vücutta uzun süre kalması açısından önemlidir. Bu ilaçların kullanımı sırasında çeşitli yan etkiler görülebilir. Bunlardan en önemlisi böbreğe ait yan etkilerdir. 71 Böbreklerdeki kan akımını azaltabilirler, uzun süreli kullanımlarında böbrekte hücreler arasında fibrozis(büzülmeye) neden olabilirler. Bunun dışında hipertansiyon, serum potasyumunda artış, tuz birikimi, magnezyum düzeyinde azalmaya neden olabilirler. Karaciğer enzimlerinde (AST ve ALT) hafif yükselmeye neden olabilirler. Biluribinde hafif artma görülebilir. Siklosporin kullanımı sırasında tüylenmede artış ve diş etlerinde büyüme görülebilir. Takrolimus ise saç dökülmesi yapabilir. Bu ilaçlar insülin salgılanan pankreasa olan etkileri ile yatkınlığı olan hastalarda şeker hastalığı gelişimine neden olabilirler. Takrolimusta daha fazla olmak üzere ellerde titreme, başağrısı gibi yan etkiler gelişebilir. Siklosporin ve takrolimus kullanımı sırasında dikkat edilmesi gereken bir durum ise, bu ilaçların düzeylerinin kullanılan diğer ilaçlar, bitkisel maddelerden etkilenmesidir. Örneğin greyfurt suyu ilaçların düzeyini artırabilir. Bu nedenle size önerilen herhangi bir ilacı kullanmadan önce böbrek doktorunuza danışınız ve bitkisel ilaçlar dahil doktorunuzdan habersiz herhangi bir ilaç kullanmayınız. Mikofenolat Mofetil: Lenfositlerin çoğalmasını engelleyerek etki eder. Günde iki kez olarak kullanılır. Daha çok lenfositler üzerinde etkili olmasına rağmen anemi(kansızlık), trombositopeni(pıhtılaşmayı sağlayan hücrelerde azalma) gibi etkilere neden olabilir. En sık yan etkileri mide-barsak sistemi üzerinde görülür. Bulantı, şişkinlik, kusma, ishal gibi şikayetlere neden olabilir. Bu durumlarda doz ayarlaması yararlı olabilir. Azatiopirin: Mikofenolat mofetil kullanıma girmeden önce sık kullanılan bir ilaçtı. Mikofenolat mofetile benzer şekilde etki eder, ancak sadece lenfositleri değil, diğer kan 72 hücrelerini de daha fazla etkiler. Karaciğer üzerine etkisi ile karaciğer terslerinde bozulma neden olabilir. Kemik iliği üzerindeki etkisi ile kan hücrelerinde düşmeye neden olabilir. Sirolimus ve Everolimus: Hücre bölünmesine engelleyerek etki ederler. Everolimus daha kısa etki sürelidir. Etki süreleri uzun olduğundan serum düzeylerinin oluşması zaman alır. Böbrek testlerinde hafif değişmeye neden olabilirler. Sirolimus kullanımı sırasında yara iyileşmesi gecikebilir. Sperm sayısında geçici azalma olabilir. Kan yağlarında yükselme, kan hücrelerinde düşme, zatüre gibi yan etkiler görülebilir. İlaçların an düzeyleri takip edilerek uygun dozlar belirlenir. Kortikosteroidler: Hem vücudun savunma sitemi ve dolayısıyla organ reddinde önemli olan hücreler üzerinde, hem de diğer hücrelerdeki bağışıklık sistemi zayıflatıcı ve iltihap azaltıcı etkileriyle kullanılırlar. Genellikle organ naklinin ilk günlerinde daha yüksek dozlarda kullanıldıktan sonra azaltılarak, izleyen aylarda çok düşük dozlarda devam edilir. Bu ilaçlar hem nakil sonrası reddi engellemek üzere sürekli tedavide, hem de organ reddedildiğinde yüksek dozlarda tedavide kullanılır Son yıllarda kullanılan ilaçların güçlü olması nedeniyle bu ilaçları içermeyen tedavi rejimleri de kullanılabilmektedir. Bu ilaçların kozmetik yan etkileri(yüzde şişlik ve kızarma, sivilce gibi), kemik erimesi, yatkınlığı olanlarda şeker hastalığı, hipertansiyon, enfeksiyona yatkınlık, yağlarda yükselme, katarakt gibi yan etkileri vardır. Bu ilaçlar sürekli tedavide bir kaçı bir arada kullanılır. Bu ilaçlar nakledilen organ vücutta görev yapmaya 73 devam ettiği sürece kullanılmaya devam edilir. Organın kalış süresi uzadıkça dozlarının azaltılması ve bazen de kesilmesi mümkün olabilir. Dirençli enfeksiyon ve bazen kanser gelişiminde ilaçlara ara vermek gerekebilir. Organ nakli yapıldıktan sonra, yeni organın vücutta en uzun süre kalmasını sağlamak üzere hasta ve sağlık ekibi birlikte çaba göstermelidir. Görüldüğü gibi nakil sonrası organ reddini önlemek üzere hem bir taraftan vücudun savunma sistemini zayıflatmak için ilaçlar kullanılması gerekirken, bir taraftan da kullanılan ilaçların yan etkilerinin yakın takibi gerekmektedir. Bu amaçla nakli izleyen ilk aylarda daha sık olmak üzere, düzenli kontrollerin aksatılmaması gerekmektedir. Organ reddi, gebelik, kanser tedavisi, enfeksiyon, ilaç düzeylerini etkileyen başka ajanların kullanımı gibi durumlarda izlem sıklığı arttırılır AMELİYAT SONRASI ERKEN DÖNEMDE GÖRÜLEBİLECEK SORUNLAR NELERDİR? Ameliyat sonrasında ideal şartlarda beklenen organın iyi çalışması, bol idrar çıkarılması, kreatinin hızla düşerek ilk haftada 2.5mg/dl altına inmesidir. Canlı vericilerden yapılan nakillerde bu hedeflere çok büyük oranlarda ulaşılır. Bazen yeni böbrek yeterince çalışmaz, bu durumda gecikmiş fonksiyondan bahsedilir. Bu durumda genellikle idrar miktarında azalma olur ve bazı hastalarda diyaliz yapılması gerekir. Bu durumun bazı sık rastlanan nedenleri şunlardır: • Yeni gelişen böbrek hasarı(akut tubüler nekroz) • Atar damar veya toplar damardaki tıkanıklık 74 • Yetersiz sıvı alınması • İlaç etkisi • Hızlı gelişen organ reddi Akut tubüler nekroz: Özellikle kadavradan yapılan nakillerden sonra daha sık görülür. Böbreğe gelen kan akımının azalması sonucunda gelişir ve genellikle günler veya haftalar içinde kendiliğinden geriler. Tanı bazen güç olabilir, damar tıkanıklıkları ve organ reddinden ayrılması gerekir. Biyopsi tanıda yardımcı olabilir. Ultrasonografi ve sintigrafi hem tanıda hem de diğer nedenlerin dışlanmasında yardımcıdır. Organ reddi: Genellikle organ nakledilmesini takiben ilk haftada görülür. Biyopsi ile red reaksiyonunun cinsinin belirlenerek, tedavinin ona göre düzenlenmesi sağlanır. İlaç yan etkisi: Takrolimus ve siklosporin kullanımı sırasında böbreğe gelen damarda kasılmaya neden olabilir. Böbreğe kan getiren damardaki kasılma kan gelişinde azalma sonucu kreatininde yükselmeye neden olabilir. BÖBREK NAKLİ YAPILAN HASTALARDA BAŞKA SORUNLAR GÖRÜLÜR MÜ? Böbrek nakli yapılan hastaların bazı sorunlar gelişebileceğinden yaşamları boyunca izlenmesi gerekir: • Kalp damar hastalıkları • Uzuvlara giden damarların hastalıkları • Metabolik bozukluklar (yüksek tansiyon, kan yağlarında yükselme, şeker hastalığı, kilo artışı, gut) • Geç gelişen böbrek işlev bozukluğu (nakledilen böbrekte ilerliyici ve kalıcı işlev bozukluğu, enfeksiyonlar, 75 yeni gelişen böbrek hastalığı, altta yatan böbrek hastalığının tekrarı, ilaç yan etkisi, geç dönemde gelişen organ reddi) • Kanser gelişimi (böbrek naklini izleyen lenf kanseri (lenfoma), cilt, meme, rahim ağzı, prostat ve bağırsak kanserleri) • Kan komplikasyonlar (Kan hücrelerinde azalma veya artış) • Kemik hastalıkları (kemik erimesi, kemikte çürüme (osteonekroz), paratiroid bezin fazla çalışmaya devam etmesi gibi) Hipertansiyon Hipertansiyon, böbrek alıcılarında sıktır. Hem böbreğin çalışmasını hem de kalp ve damarlarda neden olduğu hasarların sonuçları nedeniyle yakın takip edilerek kontrol altına alınmalıdır. Böbrek nakli yapılmış hastalarda büyük tansiyonun 130 mmHg, küçük tansiyonun 80 mmHg’nin altında olması önerilir. Büyük tansiyon genellikle naklin hemen ertesinde en yüksekken, bir yıl içinde azalır. Daha önce hipertansiyonu olan, fazla kilo alan, böbreği az çalışan, organ reddi gelişen, tekrarlayan veya yeni gelişen böbrek hastalığı (glomerülonefriti) olan, böbrek atar damarı darlığı olan hastalarda daha sıktır. Şeker Hastalığı gelişimi Böbrek nakli sonrasında daha önce şeker hastası olmayan hastalarda şeker hastalığı gelişebilir. Şeker hastalığı gelişimi için bazı riskler tanımlanmıştır. Ailede şeker hastalığı olanlarda, organ naklinden önce şeker toleransı bozulmuş hastalarda, kilo fazlalığı olanlarda, bazı ilaçların 76 kullanımında şeker hastalığı daha sık görülür. Şeker hastalığı gelişirse tedavi ile kan şekerinin önerilen düzeylere düşürülmesi gerekir. Bu durumda hap şeklindeki ilaçlardan yararlanılabileceği gibi insülin de kullanılabilir. Kan şekeri yanında, kalp hastalığına yatkınlık yaratan diğer durumlar olan yağ ve tansiyon yüksekliği de kontrol altında tutulmalıdır. Kan yağlarında yükseklik Nakil sonrası kullanılan çeşitli ilaçlar, yaş, diyet, hızlı kilo alınması gibi değişik nedenlerle organ nakli sonrası dislipidemi sık görülür. Hastalarda kan yağlarının düzeyinin toplam kolesterol için 200 mg/dl’nin, düşük dansiteli kolesterol için (LDL) 100 mg/dl’nin altında tutulması önerilir. Yüksek dansiteli kolesterolün 40 mg/dl’nin üzerinde, trigliseridlerin ise 150 mg/dl’nin altında tutulması önerilir. Yağ düzeyleri açısından hastaların ilk altı ayda en az bir kez, sonraki takiplerde de yıllık izlenmesi önerilir. Ancak izlem sıklığı hastanın risk faktörlerine ve yağ düzeylerine, kullandığı ilaçlara göre de düzenlenmelidir. Tedavide öncelikle diyet ve egzersiz gibi yaşam tarzı değişiklikleri yapılmalı, bunların yetersizliğinde ise ilaç tedavisi kullanılmalıdır. Ancak özellikle yağ ilaçları ve kullanılan diğer ilaçlar etkileşerek bazı yan etkilerin görülebileceği unutulmamalıdır. Enfeksiyon Hastalıkları Organ nakillerinden sonra kullanılan bağışıklık sistemini zayıflatıcı ilaçlar nedeniyle enfeksiyonların gelişme sıklığı artar. Enfeksiyona neden olan etkenler naklin üzerinden geçen zaman ve kullanılan ilaçlara göre değişir. 77 Ameliyat sonrası erken dönemde genellikle hastaneden kaynaklanan enfeksiyonlar görülür. İdrar yolu enfeksiyonları sık olup, idrar sondası ve kateterlerin mümkün olan en kısa sürede çıkarılmasına çalışılır. Nakil sonrası ilaçların daha yüksek dozda kullanıldığı ilk altı ayda enfeksiyon gelişimini önlemek veya azaltmak için çeşitli antibiyotikler kullanılır. Bağışıklık sistemi zayıf hastalarda enfeksiyonlar hızlı ilerleyebileceğinden hızla doktora başvurulmalıdır. Ayrıca enfeksiyonlar sırasında hastanın su içmesinde azalma meydana gelmesi, ateş nedeniyle ciltten sıvı kaybı olması nedeniyle bazen damardan sıvı tedavisi de verilmesi gerekebilir. Enfeksiyonlar bazen toplumda nadir görülen sağlıklı insanlarda nadir görülen mikroplara bağlı gelişebileceğinden tanı ve tedavide zorluklar yaşanabilir. Kanser Gelişimi Böbrek nakli yapılan hastalarda kanser gelişim sıklığı artmıştır. Lenfoma (lenf kanser) daha erken dönemlerde görülürken, deri kanserleri uzun yıllar sonra görülebilir. Kullanılan ilaçların kanser gelişiminde rolü olduğu düşünülmektedir. Çeşitli virüs hastalıkları ile bazı kanserlerin gelişimi arasında bağlantı vardır. Toplum genelinde fazla görülen akciğer, meme, prostat kanseri gibi diğer kanserlerin görülme sıklığında ise artış gösterilmemiştir. Mide-Bağırsak sorunları İlaç kullanımı ile ilişkili bulantı, kusma, iştahsızlık, gaz ve ishal görülebilir. Doz değişimi ve ilacın kesilmesi, doz aralığının azaltılması bu durumlarda yararlıdır. Çeşitli enfeksiyonlar gelişebilir. 78 Karaciğer testlerinde yükselme olabilir. Kas İskelet Sistemi Hastalıkları Kortikosteroidlerin kullanımı ile kemik erimesi (mineral yoğunluğunda azalma) sık karşılaşılan bir sorundur. Nakli izleyen ilk yıl yeterli kalsiyum ve D vitamini desteği verilmesi kemik mineral yoğunluğunun azalmasını engellemek için önerilen tedbirlerdir. Kan Hücrelerinde Sorunlar Nakli izleyen erken dönemde kansızlık sıktır. Kansızlık devam ederse kanama, enfeksiyon gibi nedenler gözden geçirilmelidir. Bazı ilaçların kullanımı da kansızlığa neden olabilir. Diğer kan hücrelerinin sayısının azalma (lökopeni ve trombositopeni) olabilir ve genellikle kullanılan ilaçlara bağlıdır. Genellikle ilacın dozunun azaltılması ve kesilmesi tedavide yeterlidir. Kırmıza kan hücrelerinde artış (eritrositoz) görülebilir. Kan değerleri belli düzeylerin üzerine çıktığında damar pıhtılaşmasını engellemek için hastanın kan vermesi gerekebilir. Nakledilen Böbrekte Kronik İşlev Kaybı Nakli izleyen bir yılda böbrek kaybının önemli bir nedenidir. İdrarla atılan proteinde artış ve serum kreatininde yükselmeye neden olur. Kesin tanı biyopsi bulguları ile konur. Gelişimini kolaylaştıran bazı faktörler: • Daha önce organın reddedilmesi • Böbreği nakledildikten sonra geç çalışmaya başlaması 79 • Takılan böbreğin kalitesinin düşük olması • Hastanın ilaçlarını düzensiz kullanması • Bazı durumların varlığı (kontrolsüz hipertansiyon, şeker hastalığı, idrarda potein kaçağı olması gibi) Doktorunuzun önerdiği ilaçları düzenli ve önerilen şekilde kullanmanız, böbreğinizin uzun süre çalışması için son derece önemlidir. ORGAN NAKLİNDEN SONRA BESLENMEDE NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR? Organ nakli yapılan hastalarda kalp damar hastalığı sıklığı artmıştır. Bunun dışında hipertansiyon, şeker hastalığı gelişimi ve diyetin serbestleşmesi, kullanılan ilaçların katkısıyla artan iştahla fazla kilo artışı gibi diğer kalp-damar hastalığı gelişme riskini artıran durumlar birlikte bulunabilir. Bu nedenlerle hastaların beslenmelerine dikkat etmesi gerekir. Diyetin karbonhidrat içeriğinin toplam kalorinin % 50-60’ ını oluşturması, protein içeriğinin böbreği iyi çalışan hastalarda kilogram başına 1 gram olması önerilir. Günde 25-30 gram lif tüketimi kan şekeri ve yağlarının kontrolünü kolaylaştırdığı için önerilir. Toplam yağ tüketimi diyetin kalori içeriğinin %25-30’unu aşmamalı, günlük kolesterol tüketimi 200 mg ile sınırlandırılmalıdır. Katı yağlar toplam kalorinin %7’sinden az olmalıdır. Kalori içeriği hastanın vücut kitlesini normal sınırlarda sürdürecek şekilde düzenlenmeli, kilo vermesi gereken hastalarda kalori kısıtlaması yanında egzersiz de yapılmalıdır. Özellikle tansiyonu yüksek hastalarda günlük tuz tüketimi 2-3gramı aşmamalıdır. Aşırı alkol alımından kaçınılmalıdır. Düzenli egzersiz yapılmalıdır. 80 Bitkisel içerikli çok sayıda ürüne günümüzde kolaylıkla ulaşılabilmektedir. Ancak bunların içindeki maddeler kullanılan ilaçların düzeyini etkileyeceğinden kullanılmamalıdır. Vitaminlerin her hastada kullanılması gerektiğine dair günümüzde yeterli bilimsel kanıt yoktur. Kemik erimesinden korumak için kalsiyum ve D vitamini desteği yapılabilir. ORGAN NAKLİNDEN SONRA CİNSEL İŞLEVLERDE DEĞİŞİKLİK OLUŞUR MU? Böbrek nakli sonrası erkek hastaların büyük kısmında cinsel istek artar ve böbrek hastalığı öncesi düzeylere döner. Hormon düzeyleri normal düzeylere doğru gelir ve çocuk olma şansı artar. Nakil sonrası kadın hastaların da hormonal düzeyleri ve yumurtlama dönemleri normale döner. Bu nedenle nakli izleyen birinci aydan itibaren etkin bir doğum kontrol yöntemi uygulanmalıdır. Doğum kontrol haplarının yan etkilerine dikkat edilmelidir. Rahim içi araçlar, enfeksiyon riski nedeniyle pek önerilmez. En uygun yöntem kondom veya diyafram kullanmaktır. Eğer naklin üzerinden bir yıl veya daha fazla zaman geçmiş, böbrek işlevleri iyi (kreatinin 1,5 gr/dl’nin altında), son zamanlarda organ reddedilmesi nedeniyle tedavi verilmemiş, idrarda protein kaçağı yoksa hamilelik önerilir. Hamile kalınması durumunda bazı ilaçlar kullanılmadığından, gebelik planlanıyorsa tedavinin ve takiplerin düzenlenmesi gerekir. NAKİLDEN SONRA AŞI OLABİLİRMİYİM? Canlı olmayan aşılar organ nakli sonrası uygulanabilir. Aşı uygulama önerileri hastanın yaşadığı ülkeye, bölgeye 81 göre değişebilir. Ancak canlı aşıların yapılması önerilmemektedir. Nakil sonrası yapılabilecek aşılar Difteri-boğmaca-tetanoz Hemofilus influenza B Hepatit A Hepatit B Pnömokok Aktif olmayan polio İnflüenzaA ve B (grip,yıllık) Meningokok (yüksek riskli hastada gerekirse) Tifoid Vi Nakil sonrası yapılması önerilmeyen aşılar Varisella zoster BCG( tüberküloz) Çiçek Burun içi influenza Canlı Tifoid Ty21 veya diğer yeni aşılar Kızamık Kabakulak Kızamıkçık Ağızdan çocuk felci 82 KAYNAKLAR 1. Management of the Patient with Renal Failure. Brenner & Rector’s The Kidney,7th ed. 2. National Kidney Foundation: K/DOQI Clinical Practice Guidelines for Bone Metabolism and Disease in Chronic Kidney Disease.Am J Kidney Dis 2003; 42: 1-201. 3. KDOQI; National Kidney Foundation. Clinical practice guidelines and clinical practice recommendations for anemia in chronic kidney disease in adults. Am J Kidney Dis 2006; 47(5 Suppl 3):S16–S85. 4. Standards of Medical Care in Diabetes—2011.Diabetes Care 2011;34(Suppl1):11-61 5. Diyaliz El Kitabı. Daugirdas JT, Blake PG, Ing TS. Üçüncü baskı. Çeviri Editörü S Bozfakıoğlu. 6. Vascular Access. Am J Kidney Dis. 2006;48 Suppl 1:S177-247. 7. Hemodialysis Adequacy. Am J Kidney Disease. 2006; 48 Suppl 1:S3-90. 8. Clinical practice recommendations for peritoneal dialysis adequacy. Am J Kidney Dis. 2006;48 Suppl 1:S130-58. 9. Clinical practice guidelines for peritoneal adequacy, update 2006. Am J Kidney Dis. 2006;48 Suppl 1:S99-129. 10. Baysal A, Bozkurt N, Pekcan G ve ark. Diyet el kitabı. Mercanlıgil S, Böbrek hastalıklarında beslenme. Hatipoğlu yayınları 4. baskı, sf:187-223, Ankara 11. Kazancıgil A, Gedikoğlu G, Bayraktar K (editörler). Klinik bilimler 2,3. baskı, Beşer Ofset, 1996, İstanbul 12. Eschlemen M Milntroductory nutrition and nutrition therapy, third edition, lippincott-raven publishers, USA, 1996. 13. Sever Ş M, Koç Z,Böbrek hastalıkları için diyet el kitabı, 5. baskı, 2006 İstanbul 14. http://users.rcn.com/jkimball.ma.ultranet/BiologyPages/N/Nutrition. html 15. Handbook of Dialysis. Fourth Edition. JT Daugirdas, PG Blake, TS Ing. Lippincott Williams & Wilkins. 2007. 16. Handbook of Kidney Transplantation. GM Danovitch. Fourth Edition. 2005 Lippincott Williams&Wilkins. 17. Gaston RS. Current and evolving immunosuppressive regimens in kidney transplantation. Am J Kidney Dis. 2006 ; 47(4 Suppl 2): 3-21. 83 CKD_EPİ FORMÜLÜNE GÖRE ERİŞKİN ERKEKLERDE YAŞ VE SERUM KREATİNİNE GÖRE GLOMERÜLER FİLTRASYON DEĞERİ CL(mg/ol) 20 yaş 30 yaş 40 yaş 50 yaş 60 yaş 70 yaş 0.8 129 120 112 102 97 91 80 yaş 84 0.9 123 114 106 99 93 86 80 1.0 108 101 94 87 81 76 72 1.1 96 90 84 78 73 68 63 1.2 87 81 75 70 65 61 57 1.3 79 73 68 64 59 55 52 1.4 72 67 62 58 54 51 47 1.5 66 62 57 54 50 46 43 1.6 61 57 53 49 46 43 40 1.7 57 53 49 46 43 40 37 1.8 53 49 46 43 40 37 35 1.9 50 46 43 40 37 35 33 2.0 47 43 41 38 35 33 31 2.1 44 41 38 36 33 31 29 2.2 42 39 36 34 31 29 27 2.3 39 37 34 32 30 28 26 2.4 37 35 33 30 28 26 25 2.5 36 33 31 29 27 25 23 2.6 34 32 30 28 26 24 22 2.7 32 30 28 26 25 23 21 2.8 31 29 27 25 23 22 20 2.9 30 28 26 24 22 21 20 3.0 29 27 25 23 22 20 19 3.1 27 26 24 22 21 19 18 3.2 26 25 23 21 20 19 17 3.3 25 24 22 21 19 18 17 3.4 25 23 21 20 19 17 16 3.5 24 22 21 19 18 17 16 3.6 23 21 20 19 17 16 15 3.7 22 21 19 18 17 16 15 3.8 21 20 19 17 16 15 14 3.9 21 19 18 17 16 15 14 4.0 20 19 18 16 15 14 13 4.1 20 18 17 16 15 14 13 4.2 19 18 17 15 14 13 12 4.3 18 17 16 15 14 13 12 4.4 18 17 16 15 14 13 12 4.5 18 16 15 14 13 12 11 4.6 17 16 15 14 13 12 11 4.7 17 15 14 13 13 12 11 4.8 16 15 14 13 12 11 11 4.9 16 15 14 13 12 11 10 5.0 15 14 13 12 12 11 10 5.1 15 14 13 12 11 11 10 5.3 14 13 12 12 11 10 9 5.5 14 13 12 11 10 10 9 5.7 13 12 11 11 10 9 9 5.9 13 12 11 10 10 9 8 6.1 12 11 11 10 9 9 8 6.3 12 11 10 9 9 8 8 6.5 11 10 10 9 8 8 7 6.7 11 10 9 9 8 8 7 7.0 10 10 9 8 8 7 7 84 CKD_EPİ FORMÜLÜNE GÖRE ERİŞKİN KADINLARDA YAŞ VE STANDARDİZE SERUM KREATİNİNE GÖRE GLOMERÜLER FİLTRASYON DEĞERİ CL(mg/ol) 20 yaş 30 yaş 40 yaş 50 yaş 60 yaş 70 yaş 0.5 140 130 121 113 106 98 80 yaş 92 0.6 132 123 114 107 99 93 86 0.7 125 117 109 101 94 88 82 0.8 106 99 93 86 80 75 70 0.9 92 86 80 75 70 65 61 1.0 81 76 71 66 61 57 53 1.1 72 68 63 59 55 51 48 1.2 65 61 57 53 49 46 43 1.3 59 55 51 48 45 42 39 1.4 54 50 47 44 41 38 36 1.5 50 46 43 40 38 35 33 1.6 46 43 40 37 35 32 30 1.7 43 40 37 35 32 30 28 1.8 40 37 35 32 30 28 26 1.9 37 35 33 30 28 26 25 2.0 35 33 31 28 27 25 23 2.1 33 31 29 27 25 23 22 2.2 31 29 27 25 24 22 21 2.3 30 28 26 24 22 21 19 2.4 28 26 25 23 21 20 19 2.5 27 25 23 22 20 19 18 2.6 26 24 22 21 19 18 17 2.7 24 23 21 20 18 17 16 2.8 23 22 20 19 18 16 15 2.9 22 21 19 18 17 16 15 3.0 22 20 19 17 16 15 14 3.1 21 19 18 17 16 15 14 3.2 20 19 17 16 15 14 13 3.3 19 18 17 16 14 14 13 3.4 19 17 16 15 14 13 12 3.5 18 17 16 14 13 13 12 3.6 17 16 15 14 13 12 11 3.7 17 16 15 14 13 12 11 3.8 16 15 14 13 12 11 11 3.9 16 15 14 13 12 11 10 4.0 15 14 13 12 11 11 10 4.1 15 14 13 12 11 10 10 4.2 14 13 12 12 11 10 9 4.3 14 13 12 11 11 10 9 4.4 14 13 12 11 10 10 9 4.5 13 12 11 11 10 9 9 4.6 13 12 11 10 10 9 8 4.7 13 12 11 10 9 9 8 4.8 12 11 11 10 9 9 8 4.9 12 11 10 10 9 8 8 5.0 12 11 10 9 9 8 8 5.1 11 11 10 9 9 8 7 5.3 11 10 9 9 8 8 7 5.5 10 10 9 8 8 7 7 85 Diyaliz hastalarında günlük diyet önerileri Besin grubu Hemodiyaliz Karın diyalizi Protein (g/kg) 1,2 1,2-1,3 Kalori (kcal/kg) 30-35 30-35 Protein (%) 15-25 15-25 Karbonhidrat (%) 50-60 50-60 Yağ (%) 25-35 25-35 Kolesterol 200 mg’dan az 200 mg’dan az Doymuş yağ % 7’den az % 7’den az Lif 20-30 20-30 Sodyum 2 gramdan az 2 gramdan az Potasyum 2 gram 4 gram Kalsiyum 2 gram 2 gram Fosfor 0,8-1 gram 0,8-1 gram A vitamini Hayır Hayır Tiamin (mg) 1,5 1,5 Riboflavin (mg) 1,7 1,7 B6 vitamini (mg) 10 10 B12 vitamini (mg) 0,006 0,006 Niasin (mg) 20 20 Folik asit (mg) >1 >1 Pantotenik asit (mg) 10 10 Biotin (mg) 0,3 0,3 C vitamini (mg) 60-100 60-100 86 Bazı besinlerin 100gramında bulunan fosfor miktarı Besin Fosfor Besin Fosfor Besin Fosfor Bakla(iç) 391mg Pirinç 94mg Pırasa 50mg Barbunya 457mg Bulgur 300mg Patates 53mg Beyaz peynir 302mg Reçel 9mg Yeşil biber 22mg Bezelye 268mg Kraker(sade) 149mg Karnabahar 56mg Ceviz 380mg Domates 27mg Armut 11mg Çilek 21mg Mandalina 18mg Greyfurt 16mg Fındık 337mg Salatalık 27mg Ayva 17mg Karpuz 7mg Kayısı(taze) 16mg İncir 22mg Kaşar peyniri 563mg Margarin 20mg Bamya 51mg Kivi 30mg Kavun 14mg Kayısı(kuru) 67mg Kuru fasulye 425mg Antep fıstığı 500mg Fasulye 44mg Lor peyniri 104mg Mayonez 26mg Elma 10mg Mercimek 377mg Makarna 162mg Patlıcan 26mg Nohut 331mg Ekmek 77mg Kabak 29mg Otlu peynir 393mg Tereyağ 23mg Marul 54mg Soya fasulyesi 554mg Mısır(haşlanmış) 89mg Sarımsak 202mg Süt(yağlı) 93mg Mısır(nişasta) 0mg Kereviz 115mg Şeftali 19mg Portakal 20mg Muz 26mg Yoğurt(yağlı) 87mg Çikolata(sade) 142mg Ispanak 51mg Yumurta 180mg Dondurma 115mg Kıvırcık 54mg 87 Bazı besinlerin 100gramında bulunan potasyum miktarları Besin Potasyum Besin Potasyum Besin Potasyum Armut 130mg Mandalina 126mg Kavun 251mg Ayva 197mg Portakal 200mg Kayısı(taze) 281mg Balık (Levrek) 256mg Soya fasülyesi 1677mg Kıvırcık 294mg Balık (uskumru) 330mg Börülce(kuru) 1024mg Yeşil biber 213mg Barbunya 984mg Kahve(granül) 3810mg Bamya(taze) 249mg Beyaz peynir 68mg Çay 37mg Bamya(kuru) 1839mg Çilek 164mg Greyfurt 135mg Kayısı(kuru) 979mg Dana eti 500mg Kakao 1522mg Enginar 860mg Elma 110mg Şeftali 202mg Karpuz 100mg Hindi eti 266mg Salça 888mg Bezelye 895mg Kaşar peyniri 104mg Haşlama kestane 715mg Ekmek 74mg Koyun eti 290mg Domates 244mg Makarna 197mg Kuru fasülye 1196g Salatalık 160mg Bulgur 310mg Lor peyniri 32mg Fasulye(taze) 243mg Kraker(sade) 384mg Mercimek 790mg Kabak 202mg Pirinç 92mg Muz 370mg Kivi 300mg Kiraz 191mg Nohut 797mg Patlıcan 214mg Mısır(haşlanmış) 96mg Otlu peynir 128mg Patetes 407mg Ceviz 450mg Reçel 88mg Çikolata(fıstıklı) 487mg Dondurma 181mg Sosis 159mg Karnabahar 295g Fındık 704mg Süt(yağlı) 152mg Pırasa 347mg Badem 773mg Şeker 3mg Çikolata(sade) 269mg Pestil(kayısı) 1260mg Tahin 414mg Pekmez 405mg Tere yağı 26mg Tavuk eti 204mg Sarımsak 529mg Yer fıstığı 701mg Üzüm(kuru) 763mg Hurma 648mg İncir(kuru) 600mg Vişne 191mg İncir(taze) 194mg Pestil(erik) 94 Yoğurt (yağlı) 132mg Kereviz 300mg Antep fıstığı(tuzsuz) 972mg Yumurta 130mg Ispanak 470mg Ay çekirdeği 88 920mg Notlar: 89 90 91
© Copyright 2024 Paperzz