Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN MEVLANA KİMDİR? (1207-1273) Mevlana 30 Eylül 1207 yılında, bugünkü Afganistan sınırları içerisinde bulunan Horasan yöresindeki Belh şehrinde doğmuştur. Mevlana’nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında Sultanü’l Ulema (Bilginler Sultanı) ünvanı almış Hüseyin Hatibi oğlu Bahaeddin Veled’dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun’dur. Bilginler Sultanı Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh’ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Bilginler Sultanı 1212 / 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostlarıyla birlikte Belh'ten ayrıldı. Bilginler Sultanı’nın ilk konağı Nişabur olmuştur. Nişabur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Feridüddin Attar ile karşılaşır. Mevlana burada küçük yaşına rağmen Feridüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır. Bilginler Sultanı; Nişabur’dan Bağdat’a, oradan da Kûfe yolu ile Kabe’ye hareket etti. Hac görevini ifa ettikten sonra dönüşte Şam’a uğradı. Şam’dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Karaman’a geldi. Karaman'da Subaşı Emir Musa’nın yaptırdığı medreseye yerleşti. 1222 yılında Karaman’a gelen Bilginler Sultanı ve ailesi burada yedi yıl kaldı. Mevlana 1225 yılında Şerafeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun’la Karaman’da evlendi. Mevlana’nın bu evlilikten Sultan Veled ve Alaeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun’u kaybeden Mevlana, bir çocuklu dul bir kadın olan Kerra Hatun’la ikinci evliliğini yaptı. Mevlana’nın bu evlilikten de Muzafferüddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi. O yıllarda Anadolu’nun büyük bir kısmı Selçuklu devletinin egemenliği altında idi. Konya bu devletin başkentiydi. Konya sanat eserleriyle donatılmış, alimler ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Selçuklu devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devrin hükümdarı Alaeddin Keykubat’tı. Alaeddin Keykubad, Bilginler Sultanı Bahaeddin Veled’i Konya'ya davet etti ve Konya'da yerleşmesini istedi. Bahaeddin Veled; sultanın davetini kabul eder ve Karaman’dan Konya’ya 3 Mayıs 1228’de ailesi ve dostlarıyla birlikte gelir. Sultan Alaeddin Keykubad onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ikametgah olarak İplikçi (Altunapa) Medresesi’ni tahsis etti. Bilginler Sultanı 12 Ocak 1231’de Konya’da hayata veda eder. Kabri için Selçuklu sarayının gül bahçesi seçilir. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlana dergahına gömülür. Bilginler Sultanı ölünce öğrencileri Mevlana’nın çevresinde toplandılar. Mevlana’yı babasının varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlana büyük bir alim olmuş, Altunapa Medresesi’nde vaazlar veriyordu. Medrese, onu dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu. Mevlana 15 Kasım 1244’te Şems-i Tebrizi ile karşılaşır. Mevlana Tebrizi’de ‘Mutlak kemalin varlığını’ yüzünde ise ‘Tanrısal nuru’ görmüştür. Ancak birliktelikleri uzun sürmez. 1 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Çünkü Tebrizi aniden hayatını Allah’a teslim eder. Mevlana Tebrizi’nin ölümünden sonra yıllarca süren bir inzivaya çekilir. Daha sonraki yıllarda Selahaddin Zerkubi ile Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizi'nin yerini doldurmaya çalıştılar. Hayatını ‘Hamdım, Piştim, Yandım!’ sözleri ile özetleyen Mevlana 17 Aralık 1273 tarihinde Allah’ın rahmetine kavuştu. Mevlana, ölüm gününü; yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman aşkına yani Allah’a kavuşacaktı. Onun için Mevlana, ölüm gününe; düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen Şeb-i Arus diyordu. Bu nedenle dostlarına, ölümümden sonra ağlamayın diye vasiyet ediyordu. “Dinle neyden kim hikayet etmede Ayrılıklardan şikayet etmede Beni kamışlıktan kestiklerinden beri Ahımdan herkes inlemede.” MESNEVİ NEDİR? Özellikle Arap, Fars ve Osmanlı edebiyatında kendi aralarında uyaklı beyitlerden oluşan ve aruz ölçüsüyle yazılan şiir biçimidir. Arapça’da ‘müzdevice’ denilen mesnevi türü; ilk olarak 10. yüzyılda İran edebiyatından doğmuştur. Türk edebiyatına girişi, 11. yüzyılda Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eseriyle başlar. Her beytinin ayrı uyaklı olması yazma kolaylığı sağlar. Bu nedenle uzun aşk öykülerinde, destanlarda genellikle mesnevi türü kullanılmıştır. Mesnevi türündeki bir eserde başlıca şu bölümler bulunur: Tevhid, münacat, na’t, miraciye. Mesneviler; aşk mesnevileri, tasavvufi mesneviler, ahlaki ve öğretici mesneviler, savaş ve kahramanlık konusunu işleyen gazavatnameler, bir kentin güzelliklerini anlatan şehrengizler ve mizahi mesneviler gibi farklı türlere ayrılmıştır. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin altı ciltlik Mesnevi adlı eseri de tasavvufi bir mesnevidir. “Mesnevi masaldır diyenlere; evet masaldır diyorum. Onda kendini görmek erlik ister. Mesnevimiz tamamen vahdet dükkanıdır. Bu dükkanda vahdetten başka gördüklerin puttur. Mesnevi bir meradır; ondaki misaller de merada otlayan hayvanlara benzer. Sen hayvanlara takılma; merayı seyretmeye bak!” Mevlana ESERLERİ: • • • • Mesnevi: Eldeki en eski nüshası 1278 tarihlidir. Beyit sayısı 25 bin 618. Dili Farsça. Tamamı 6 cilt. Divan’ı Kebir: Çoğu Farsça ama Arapça, Rumca ve Türkçe şiirleri de var. 21 küçük divan (Bahir) ve rubai divanının biraraya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Beyit sayısı kırk binden fazla. Mektûbat: Mevlana’nın Selçuklu hükümdarları ve dönemin ileri gelenlerine yazdığı mektuplar. Hepsi 147 adet. Fîhi Mâ Fih: (Anlamı; Ne varsa içinde?) Dini ve dünyevi konulardaki sohbetleri. 61 bölümden oluşur. 2 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN • Mecâlis-i Seb’a (Yedi Meclis) Mevlana’nın yedi vaazının biraraya getirilmesiyle oluşturulmuştur. vvv MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER Düne ait ne varsa dünde kaldı cancağızım! Şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım. v Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok. v Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır. v Bal yiyen, arısından gocunmaz. v Bir kişiyi tanımak istiyorsan, düşüp kalktığı arkadaşlarına bak. v Gönlünü yıkayıp arıtmadıysan; abdest alıp durmaktan fayda bekleme! v İki kişiyi aşan bir söz; bir başkasına söylenen her sır duyulur. v Körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında gazel atma! v Yüz kişinin içinde bir aşık; gökteki yıldızlar arasında parlayan ay gibi belli olur. v Eşekten şeker esirgenmez ama eşek, yaratılış icabı otu beğenir. v 3 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Leş, bize göre iğrençtir ama domuza, köpeğe göre; şekerdir, helvadır. v Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül; kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç? v Mal ve para külah gibidir. Külaha, keller sığınır. v Yoksullar mal ve mülkün ötesinde Allah’tan başkaca rızıklar alırlar. İnsanlar onları anlamaz, sözlerine değer vermez. v Peygamber; fakirlik övüncümdür, demiş. v Fakirliğe sabret, gam ve kederi bırak . Ulu Tanrı’nın ululuğu; yoksulluktur. v Benim sözlerim can memesinde süttür. Emen olmadıkça akıcılaşmaz. Dinleyen susuz ve istekli olursa; ölü vaiz bile olsa konuşur. v Aşağılık kişi uluların düşmanıdır. v Cenab-ı Allah kadını erkeğe yoldaş yarattı. Adem nasıl olur da Havva’sından ayrı kalır. Görünüşte su; ateşten üstündür. Görünüşte erkek; kadına üstündür. Ama gerçekte su, ateşe konunca fokur fokur kaynar. Gerçekte erkekler mağluptur. Mağlupluk muhabbet vesilesi olacaksa ne mutlu o mağluplara! v Sevgi ve merhamet, insanlık; hiddet ve şehvet, hayvanlıktır. v Kadın, Hak nurudur; sevgili değil. Kadın, sanki yaratıcıdır; yaratılmış değil. v Barış dalgaları gönül kirlerini giderir. Sevgi, acıları tatlıya çeker. Sevginin aslı hak yola gitmektir. v Sıradan otlar, bir ayda yetişir. Gül yetiştirmek istersen bir yıl bekleyeceksin. v Su; korukta ekşidir, üzümde tatlı olur, şarapta haram, sirkede helal olur. v Görünüşteki iyilikler, gizli sevgilerin alemetidir. v 4 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Akrabalık sevgiyi bildirir. v Sevgi, insanı kör ve sağır eder. v Gözlerini heva ve hevese kapat! v Yoksulluk ayna gibidir; yoksula olan tavrına göre kendini ölç. Cimri misin cömert misin, anlarsın. v Pisler; pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır. v Dikenden gül bitiren; kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir şekilde yücelten; kederi de sevinç haline sokabilir. v Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir; nasıl olur da güneş üflemekle söner! v Akıl padişahı kafesi kırdı mı; kuşların her biri başka tarafa uçar. v Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir; Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir. v Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü; inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü. v Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir. v Dünya tuzaktır, yemi de istek. İstek tuzaklarından kaçının. v 5 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığını kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer. v Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder. v İstetmeden vermeye bak. v Yöneticilerin huyu halka tesir eder. Gökyüzü yeşilse, yer yeşerir. Gökyüzü karaysa yere yıldırımlar yağar. v Deniz; ölüyü üstünde taşır, diriyi boğmak ister.Nefis sıfatlarını öldür ki hakikât sırlarını denizi seni üstünde taşısın. v Görüntü ibadete engeldir. Görüntüyü bırak manaya bak. v Gam ve kederin ilacı sabırdır. Endişe etmekten sakın, sakin ol. İlacın başı perhizdir. Düşünce ve mantık perhizi yap ki, can kuvvetini göresin. Kaşınmak uyuza ilaç değildir, sadece kaşıntıyı artırır. v Süslenen kişi, kendini göstermek ister. Dünyada ibadet süsü sürmediysen ahirette kendini Allah’a nasıl göstereceksin..? v Çiçek dökülünce meyva çıkar. v Hevesler ile az dost ol. v Arslanlığına güvenme; ümit gölgesine sığın! v Dünya malı, Allah’ın tebessümü gibidir; ona bak ama sarhoş olacak kadar değil!.. v Hayallerimiz geniş, dünya dardır; hayale fazla dalma, sıkıntın artar. v Akıllı kişi, sıkıntı çekerken; harap olanlardan ders alır. v Arslana ancak akılsızlar yiğitlik taslar. v 6 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Başına gelen eziyetler artıyor değil mi? Buğdayı başak olsun diye toprağa attılar. Değirmende un olsun diye ezdiler. Ekmek oldu; dişleri ile ezdiler. Ezil ki can olasın; can veresin. v Varlık yoklukta görülür. Zenginin cömertliği yoksullar varsa anlaşılır. v Kendi eksiklerini gören, Allah’a kanatlanır; kendini olgun sanan yerde kalır. v Kasırga, ağaçları yerinden söker ama kısacık otlara şifadır. Gönül; sende Allah’a karşı bir ot gibi mütevazi ol da rahmete eresin! v Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu; dinleyenin dinlemesinden, anlayışından ileri gelir. v Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah’ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir. v Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan; toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek. v Kabuğu kırılan sedef için üzülme, içinden inci çıkar! v Bilgi, sınırı olmayan bir deniz. Bilgi dileyen ise denizlere dalan bir dalgıç. v Bulutlar ağlamazsa yeşillikler nasıl gülerdi? v Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır. v 7 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir. v Kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın; tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme! v O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir noksan. v Altın nedir, can nedir, inci mercan nedir ki bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra. v Gördün ya, beni gamdan başka kimse hatırlamıyor; gama binlerce kere aferin! v Nefsin; üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki? v Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol! v Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese? v Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de. 8 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN v Şu dünyada yüzlerce ahmak; etek dolusu altın verir de şeytandan dert satın alır. v Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi; sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler. v Sarhoş, cinayeti işler de sonra ‘Özrüm vardı, kendimde değildim’der. Kendinde olmayışın; kendiliğinden gelmedi sana,onu sen çağırdın. v İnsan gözdür, görüştür; gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri de o kadardır. v Yoldaki bir tepecik seni bunaltmış, oysa onun ardında yüzlerce dağ var. v Adalet her şeyi yerine koymaktır. Zulüm bir şeyi yerine koymamak, başka yere koymaktır. v Hiçbir kafire hor gözle bakmayın. Müslüman olarak ölmesi umulur çünkü. v Şu deredeki su kaç kere değişti, yıldızların akisleri hep yerinde. v Yol kesenler olmadıkça, lanetlenmiş şeytan olmadıkça; sabırlılar, gerçek erler, yoksulları doyuranlar nasıl ortaya çıkar? v Oyun; görünüşte akla uymaz ama çocuk oyunla akıllanır. v 9 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Resimler, ister haberleri olsun ister olmasın; hepsi de ressamın elindendir, o elden çıkarlar. v Alışan güvercin sallanan kamıştan kaçar mı hiç? O kamıştan, göklere uçan yere alışmamış olan güvercin ürküp kaçar. v Mal; sadaka vermekle hiç eksilmez. Hayırlarda bulunmak, malı yitmekten korur. v Ağlayışın, feryat edişin bir sesi, sureti vardır. Zararınsa sureti yoktur. Zararda insan elini dişler ama zararın eli yoktur. v Verdiğini geri alan kişi; köpek gibi kusmuğunu yemiş olur. v Şarap kadehtedir ama o kadehten meydana gelmemiştir. Ağzını, şarabı verene aç. v Ekme günü gizlemek, toprağa tohumu saçmak günüdür. Toplama günüyse tohumun yetiştiği gündür, karşılığını bulma günüdür. v Dünya malı; bedene tapanlara helaldir. v Gerçek kokusuyla ahmağı kandıran yalan sözün kokusu, miskle sarımsak kokusu gibidir; söz söyleyenin soluğundan anlaşılır. v Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır. v Kötü nefis, yırtıcı kuştur. 10 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN v Hırsın yemdir, cehennemse tuzak. v Doğan, avdan av geçinir fakat kendi kanadıyla uçarak avlanır. Padişah da bu yüzden onu keklikle, çil kuşuyla besler. Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdayıp da kokusu duyuldu mu, ne pişiyor anlarsın. v Yemekle dolu karın, şeytanın pazarıdır. v Sözle anlatılan bir şey yalan bile olsa; kokusu gerçek olduğunu da haber verir, yalan olduğunu da. v Sevgiyle acılar tatlanır. Sevgiyle bakırlar altına döner. Sevgiyle; tortulu bulanık sular, arı duru bir hale gelir. Sevgiyle dertler şifa bulur. Sevgiyle ölüler dirilir. Sevgiyle padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir. v Mumundur, karanlık veren sana. v Rüşvet alan, para pul padişahı değiliz. Paramparça olmuş gönül hırkalarını dikip yamarız biz. v İnsan; gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir. v Bir gömlek derdine düşmüşsün ama belki o gömlek kefen olacaktır sana. 11 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN v Saman çöpü gibi her yelden titrersin. Dağ bile olsan, bir saman çöpüne değmezsin. v v Nefsin; üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin? v Ağzını kapa ve altın dolu avucunu aç. Ceset cimriliğini bırak da cömertliği seç. v İnanmışsan, tatlı bir hale gelmişsen; ölüm de inanmış, tatlanmıştır. Kafirsen, acılaşmışsan; ölüm de kafirleşir, acılaşır sana. v Doğruluk, Musa’nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca bütün eğrilikleri yutar. v Bir kötülük yaptıktan sonra pişmanlık hissetmek; Allah'ın inayet ve muhabbetine mazhar olmanın delilidir. v Sıkıntı ve huzursuzluk mutlaka bir günahın cezası; huzur ise bir ibadetin karşılığıdır. v Meyveyle dolu bir dal aşağı sarkar. Meyvesiz bir dalın ucu ise servi ağacı gibi havada olur. v İnsanlar bizim yanımıza geliyor; Susacak olsak incinirler, Bir şey söyleyecek olsak -onların anlayışına uygun konuşmak lazım geldiğinden- o zaman da biz inciniriz. 12 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN v Ümit, güvenlik yolunun başıdır. v Kuş seslerini öğrenen kimse; kuş olmadığı gibi aynı zamanda, kuşların düşmanı ve avcısıdır. v Dert, insana yol gösterir. v İman, namazdan daha iyidir. Çünkü namaz beş vakit, iman ise her zaman farzdır. v İki canlı kuşu birbirine bağlasan; dört kanatlı oldukları halde uçamazlar, çünkü aralarında ikilik mevcuttur. v Sokak köpeğine, ister altın ister yünden tasma tak; yine sokak köpeği olmaktan kurtulamaz. v Cübbe ve sarıkla alim olunmaz. Alimlik, insanın şahsiyetinde bulunan bir hünerdir. v Değil mi ki gönül mutfağında yemekler tabak tabak; peki ne diye aşağılık kişilerin mutfağına kase tutacakmışım? v Hangi tohum yere ekildi de bitmedi; ne diye insan tohumundan böyle bir şüpheye düşüyorsun? v Testi taştan korkar ama o taş, çeşme oldu mu; testiler her zaman ona gitmeye can atar. v 13 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma. Çünkü bize; kırıkları sarıp onarmak, sırları örtmek yaraşır. v Altın aramıyorum, altın olmaya yetenekli olan bakır nerede? v Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren mum ve petek değildir. Arı biziz. Şekil sadece bizim imal ettiğimiz mumdur. v Dünya köpüktür. Allah sıfatlarıysa denize benzer. Fakat şu cihan köpüğü, denizin arılığına duruluğuna perdedir. v Sözün özünü elde etmek için harf kabuğunu yar. Saçlar da sevgilinin yüzünü, gözünü örter. v Burnuna sarımsak tıkamışsın, gül kokusu arıyorsun! v Dünyaya demir atmış Karun’u, yer çekip yuttu. Ulular ulusu İsa’yı, gökyüzü çekip yüceltti. v Ekmek, beden hapishanesinin mimarıdır. v Gübre olup bostanın gönlüne giren pislik, yok olur gider de pislikten kurtulur; kavunun, karpuzun lezzetini arttırır. v Avlanmak istedik mi uçup gittiğimiz yer Kafdağı’dır. Akbaba gibi leş avlamayız biz. v 14 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Bir köpeğin önüne bir çuval şeker koysan bile, onun gönlü yine leş peşindedir. Köpek şekerden ne anlar ? v Allah ile birleşmek demek, senin varlığının onunla birleşmesi demek değildir. Senin yok olmandır. v Küfürle iman, yumurtanın akıyla sarısına benzer. Onları ayıran bir berzah var, birbirine karışmazlar. v Köpekler gibi kızmayı bırak, arslanların gazabına bak. Arslanların gazabını görünce de, bir yaşına girmiş koyun gibi yavaş ol. v Din evinde haset faresi bir delik açar ama kedinin bir miyavlaması ile ürker kaçar. v Kadınlar; aklı olanlara, gönül sahiplerine pek üstün olurlar. Cahillere gelince; onlar, kadına üstündür. Çünkü tabiatlarında hayvanlık vardır. Sevgi ve acımak,insanlık vasıflarıdır. Hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasıfları. v Mümin bir kopuza benzer. Madem ki inanan kişi feryat edip ağlamakta kopuzdur; kopuz kendisine mızrap vuran olmadıkça feryat etmez. v Madem ki akıl babandır, beden de anan; oğulsan babanın yüzüne bak. v Yeryüzü ile dağda aşk olsaydı, gönüllerinde bir ot bile bitmezdi. v Kuş, kafeste kaldıkça başkasının buyruğu altındadır. Kafes kırıldı da kuş uçtu mu, nerede ona geçecek buyruk? v 15 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Bal çanağının ağzı kapalı. Sen ise üstünü, yanını yalayıp duruyorsun. Çanağı yere çal! v İnsana bütün korku içinden gelir fakat insanın aklı daima dışarıdadır. v Dil, anlamlara bir oluktur adeta, fakat nereden sığacak oluğa deniz? v O kadar çok koşmayın, o kadar yorulmayın, şu yerin altında çırak ne olmuşsa usta da o olmuştur. v Bir lağımın pis kokusunu koklamak, ruhu kokuşmuş zenginlerle sohbetten yüz misli iyidir. v Sen yeni bir çocuk doğurmadıkça, kan tatlı süt haline gelmez. v Hırsızlara, kötülere, alçaklara acımak; zayıfları kırıp geçirmektir. v Aşk, davaya benzer; cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki! v Tohum yerde gizlenir, o gizliliği; bağın bahçenin yeşermesine sebep olur. v Yazı yazılırken, eli görmeyen kişi; yazıyı kalemin hareketleri yazıyor sanır. v Gül solup, gül bahçesi harap olduktan sonra gülün kokusunu nereden duyabiliriz? Gül suyundan! 16 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN v Firavun, yüzlerce çocuk öldürttü; aradığı ise evinin içindeydi. v Geminin içindeki su, gemiyi batırır. Geminin altındaki su ise gemiye arka olur. v Aynanın berraklığını yüzüne karşı söylersen ayna hemen buğulanır, seni göstermez olur. v Eşek, suyun kadrini bilseydi; ayak yerine başını koyardı ırmağa. v Aklın deveciye benzer, sen ise devesin. Aklın seni mecbur kılar, dilediği yere çeker götürür. v Gümüşün dışı aktır, berraktır ama onun yüzünden el de kararır, elbise de. v Peygamberler, insanları Allah’a ulaştırmak için gelmişlerdir. İnsanların hepsi bir bedense, Allah’la kul birleşmişse kimi kime ulaştıracaklar? v Terazide arpa, altınla yoldaş olur ama bu; arpanın da altın gibi değerli olmasından değildir. v Koruktaki su ekşidir ama koruk üzüm olunca tatlılaşır, güzelleşir. Derken küpte yine acır, haram olur fakat sirke olunca ne güzel katıktır. v Ay, yıldızlardan utanır ama yine de cömertliği yüzünden yıldızların arasında bulunur. v Sen şekillerde kalırsan, puta tapıyorsun demektir. Her şeyin şeklini bırak, manasına bak. 17 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN v Rengi kara bile olsa; bir kişi seninle aynı maksadı güdüyorsa ona ak de; çünkü o senin rengindedir. v Hacca gideceksen, bir hac yoldaşı ara. İster Hint’li olsun, ister Arap, ister Türk. Şekline, rengine bakma; maksadı ne ona bak. v Zıttı meydana çıkaran, onun zıttı olan şeydir. Bal, sirkeyle belirir. v Dostların ziyaretine eli boş gelmek, değirmene buğdaysız gitmektir. v Herkes güneşi görebilseydi, güneşin ışıklarına delalet eden yıldızlara ne ihtiyaç vardı? v Hristiyanların bilgisizliğine bak ki, asılmış Tanrı’dan medet umuyorlar. v Resim, ressama; beni kusurlu yaptın diye söz söyleyebilir mi? v İnsanoğlu, dilinin altında gizlidir. Dil, can kapısının perdesidir. Yel perdeyi kaldırdı mı; ne var ne yok, çıkar ortaya. v Sen de aldın sağ eline bir sopa ama senin elin nerede, Musa’nın eli nerede!.. v Akıllı birisinden gelen cefa, bilgisizlerin vefasından iyidir. v 18 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Kara odun ateşe eş oldu mu; karalığı gider, tümden ışık kesilir. v Bağışlamak, kinin merhemidir. v Tahtanın içindeki kurt; o tahtanın fidanlık halini hiç bilir mi? v Madem ki hırsızsın, bari o güzelim inciyi çal; madem ki gebe kalıyorsun, bari yüce bir çocuğa gebe kal. v Sabrı olmayanın imanı yoktur. v Allah yüzünü çirkin yaratmışsa, kendine gel de; hem çirkin yüzlü hem de çirkin huylu olma bari. v Aynada bir şekil görürsün ya hani; o senin şeklindir, aynanın değil. v Satrançta piyon yola çıkar, sonunda vezir olur. v Canını yandır ki tenin aydınlansın. v Kim seviyorsa, bil ki seviliyordur. v Susuzlar su arar; su da susuzları. v Hak’ka dalan doymaz, daha çok dalmak ister. v Gönül verilerek gönül alınır. v Ucuz kazanan, ucuza verir. İnci, bir çocuğun eline geçse onu somun ekmeğe satar. v 19 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN İki deniz olan gözlerin inciyle dolsun istersen; gam toprağından gözüne sürme çekip ağla! v Dünyanın lütfu ve yaltaklanması pek hoş bir lokmadır. Ama az ye; çünkü o lokma ateştendir. v Kınanmak; hazır ilaç gibidir. v Kibir kokusu, hırs kokusu, tamah kokusu; söz söylerken soğan gibi kokar. v Sonsuzun iki yanı da yoktur, ortası nasıl olabilir ki? v Dosttan gelen bir cefa, düşmanın bin cefasına bedeldir. v Güneşin ışığı pisliğe vursa bile pislenmez, çünkü o ışıktır! v Başın, ırmağın suyuna daldı mı; suyun rengini nasıl görebilirsin? v Sabır, insanı maksadına en tez ulaştıran kılavuzdur. v Yılan yumurtası da serçe yumurtasına benzer ama aralarında epey fark vardır. v Bilginin iki kanadı vardır; şüphenin tek. v Yüz okka bala, bir okka sirke döksen; balın içinde erir gider. Balı tattın mı, sirkenin tadını bulamazsın fakat tartarsan bir okka fazla gelir. Demek ki sirke; hem yok olmuştur, hem de vardır. v Bir kuyudan her gün toprak çeker, her gün orayı kazarsan; sonunda arı duru suya ulaşırsın. v 20 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Denizden bile, yerine su koymadan devamlı su alsan; bu yaptığın denizleri çöle çevirir. v Oltandaki et lokması, balık avlamak içindir. Öyle lokma, ne bağıştır ne cömertlik. v Saçın sakalın ağarması ile pir olunmaz. İblisten daha ihtiyar var mı? v Tavus kuşu gibi sadece kanadını görme, ayağını da gör. v İnci de denizin dibinde, taşlarla beraberdir. Övünç de ayıpların arasındadır. v Pirenin ısırışından meydana gelen yanma, seni yılan soktu mu yok olur gider. v Öküz, ansızın Bağdat'a gelir; şehri bir baştan bir başa dolaşır. Bütün o zevki, güzelliği, tadı, tuzu görmez de göre göre karpuz kabuğunu görür. v Uçan kuş, yeryüzünde kalsa tasalanır; derde düşse ağlayıp inlemeye koyulur. Ama ev kuşu, kümes hayvanı; yeryüzünde sevinçle yürür, yem toplar, neşeyle koşar durur. v Kin; sapıklığın da aslıdır, kafirliğin de. v Kuru duayı bırak, ağaç isteyen tohum eker. v İnciyi sedefin içinde ara; hüneri de sanat ehlinden iste. 21 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN v İnsan bir ağaca benzer, kökü verdiği sözde durmaktır. v Susmakla canın özü, yüzlerce gelişmeye ulaşır. Ama söz dile geldi mi, öz harcanır. v Tanrı’yla hayat da hoştur, ölüm de. Tanrı’ya kavuşmadıktan sonra, ‘Hayat suyu’ bile ateştir. v Hırs, çirkinlikleri bile güzel gösterir! v Hiçbir şeyden haberi olmayan cansızlardan, gelişip boy atan bitkiye, bitkiden yaşayış, derde uğrayış varlığına; sonra güzelim akıl, fikir, ayırt ediş varlığına geldin. v Yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur. v Demirciliği bilmiyorsan; demirci ocağından geçerken sakalın da yanar, saçın da. v Taş, taşlıktan çıkıp yok olmadıkça; mücevher diye yüzüğe takılır mı hiç? v Eğri ayağın gölgesi de eğridir. v Ayak bilgiye ulaştı mı, kanat olur. v Göz olgunlaştı mı temeli, özü görür. Ama kişi şaşı oldu mu ancak ıvır zıvırı görür. v 22 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Can, doğan kuşuna benzer; beden ona bir tuzaktır. v Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına; ne mazaretin devası ne ilacın şifası derman getirir. v Nice alimler vardır ki hakiki bilgiden, hakiki irfandan nasipleri yoktur. Bunlar, bilgi hafızıdır, bilgi aşığı değil! v Aşk altın değildir, saklanmaz. Aşığın bütün sırları meydandadır. v Balığa, denizden başka her şey azaptır. v Dertli adamın kararsızlıklarla, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır; derdini dinlersen onun gönlüne bir pencere açmış olursun.. v Özü ve sözü bir olmayan kimsenin yüz dili de olsa; o yine dilsiz sayılır. v Dinin aslını anlamaya imkan yoktur, ona ancak hayran kalınır. v İnsanlarla dost ol. Çünkü kervan ne kadar kalabalık ve halkı çok olursa; yol keseni de o kadar kırılır! v Hazine; eziyet çekene, çalışıp çaba gösterene görünür. v Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir. 23 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN v Güneş olmak ve altın ışıklar halinde Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim Gece esen ve suçsuzların ahına karışan Güz rüzgarı olmak isterdim v Aklın varsa bir başka akıllıyla dost ol da; işlerini danışarak yap! v Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz. Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz. v Başkalarının bahtiyarlığına imrenme. Çok kimseler var ki, senin hayatına gıpta ediyorlar. v Topraktan biten güller solar gider, gönülden biten güller daimidir. v İçteki kiri su değil, ancak gözyaşı temizler. v Keskin dişli kaplana acımak; zavallı koyunlara haksızlıktır. v Önce farenin şerrini defet, sonra buğday biriktirmeye çalış. v İnsan yüzlü pek çok seytan var, her ele el vermemek gerek. v Herkes herkese bir lokma birşey verebilir ancak boğaz bağışlamak, Allah’a mahsustur. v Tatlı suyun başı kalabalık olur. 24 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN v Putların anası, nefsinizin putudur. v Ecel verileni almadan önce, verilmesi gereken herşeyi vermek gerekir. v Nefis üç köşeli dikendir; hangi türlü koysan da batar. v Bir kimseyi tanımak istiyorsan, düşüp kalktığı arkadaşlarına bak. v Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak; onu aramamak demektir. v Hiç bir el; gönülden gizli bir iş yapamaz. v Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla; ışığından birşey kaybetmez. v Kurdun kuzuyu yemeye niyetlenmesinde şaşılacak bir şey yok. Şaşılacak olan şudur; bu kuzu kurda gönül bağlamış, aşık olmuştur. v Ne kadar bilirsen bilirsen bil; söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır. v Doğrudan nasihat, kişiyi yaralar. v Hayatta muvaffak olmak için üç sey lazımdır: Dikkat, düzen(li), çalışma. v Her şeye doğru demek ahmaklıktır, fakat her şeye yanlış demek de zorbalıktır. 25 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN v Akıl, aşk ve can! bunlar üçgendir. Her derde çare, her yaraya merhemdir. v Düşüncen gül ise sen gül bahçesisin, diken ise dikenliksin. v Komşularından av kapmak arslanlar için ayıptır; köpeklere değil. v Dünya alimin kıymetsiz oyuncağı, delinin de değerli salıncağıdır. v Aşksız kalma ki ölü olmayasın. Aşk ile öl ki diri kalasın. v Eğer dostun yoksa niçin ara mıyorsun; eğer dost buldunsa niçin sevin miyorsun? v Allah için ateşe atılmak vardır; Lakin ateşe atılmadan önce kendinde İbrahim’lik olup olmadığını araştır. Çünkü ateş İbrahimleri tanır ve yakmaz. v Bütün cihanı araştırdım, iyi huydan daha güzel bir liyakat görmedim. v Fikir ona derler ki bir yol açsın, Yol ona derlerki bir gerçeğe ulaşsın. v Sopayla kilime vuran, kilimi dövmez; tozlarını silkeler. v Dua ve ibadet; Allah’la birlikte olmaktır. Allah’la olan kimse için; ölüm de ömür de hoştur. v 26 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir. v Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür. Gönlü açan, adamı gönül ehli yapan ilim insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insanın malı olmayan ilim yükten ibarettir. v Gönül ne tarafı işaret ederse duygu da eteklerini toplayıp o tarafa gider. v Gönül aynası saf olmalı ki çirkin suratı, güzel surattan ayırt edebilsin. v Gönül, yalan sözlerle rahata kavuşamaz. Doğru söz söylemek gönle rahatlık verir. v Su ile yağ karışık olursa kandil aydınlık vermez. v Aşık, sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu aşk değildir; aslı yok bir sevdadır. Aşk öyle bir yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa her şeyi yakar. v İnsan bir ağaca benzer, verdiği sözde durmak da bu ağacın köküdür. Kökün iyileşmesine, sağlamlaşmasına çalışmak gerekir. v Gönülde sözsüz, işaretsiz, yazısız; binlerce tercüman bulunur. v Söz söylemek için önce dinlemek gerekir. Söze, kulak verme yoluyla gir! v Yol düzgün ama altında tuzaklar var. Yazının üslubu hoş ama içinde mana kıt! 27 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Sözler, yazılar; tuzaklara benzer. Tatlı sözler ömrümüzün kumudur. İçinde su kaynayan kum pek az bulunur; git onu ara! v Gönül isterse el; yemek için bir kepçedir, isterse on kiloluk bir gürz. v Dert; Allah'ı gizlice çağırmana sebep olduğundan bütün dünya malına yeğdir. Dertsiz dua soğuktur, bir şeye yaramaz. Dertli bir dua ve yakarış, gönülden gelir. v Dostun dosta zahmeti ağır gelir mi? Zahmet; özdür, ruhtur. Dostluksa onun derisi gibidir. v Dostluk göstergesi; beladan, afetlerden, mihnetlerden hoşlanmak değil midir? Dost altın gibidir. Bela da ateşe benzer. Halis altın, ateş içinde saflaşır. v Gönülden gelmeyen latif sözler, Beygirin ağzındaki ota benzer dostlar. Uzaktan bakıp geç. Cancağızım; onlar yemeye, koklamaya değmez. v Vefasızlara gitme. İyi dinle; onlar yıkık bir köprüdür! Bilgisiz biri gibi oraya ayak basarsan köprü de yıkılır, ayağın da kırılır. Asker, nerde bir bozguna uğrarsa; iki üç korkak tabiatlı adam yüzünden uğrar. O, erkek gibi silahlanıp savaş safına girer. Diğerleri de ‘İşte gerçek dost!’ diye ona güvenirler. Fakat savaş zahmetlerini görünce arkasını döner. Onun kaçışı, senin moralini de bozar. v Sohbet vardır, keskin bir kılıca benzer; bağı bahçeyi, kış gibi kesip biçer. Sohbet vardır,bahar gibidir. Her tarafı ihya eder, sayısız meyveler verir. 28 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN v Seni dostundan ayıracak sözü dinleme. O sözde, ziyan vardır ziyan! v Mutlu, güzel günlerde; herkes dosttur, ahbaptır. Fakat dert ve gam zamanı Allah'tan başka kim sana dosttur? v Kaza ve kaderle pençeleşmek mücadele sayılmaz. Çünkü bizi diklendiren, savaştıran da kaza ve kaderdir. Kaza ve kaderi inkar edenin inkarı bile, kaza ve kaderdendir. v Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetin yerleşip kuvvetlenmesi de ‘Alışkanlık’ yüzündendir. Kötü huy; adet edinildiğinden dolayı sağlamlaşır, yerleşir. Seni, ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın. Toprak yemeye alışınca kim seni bundan menetmeye kalkışsa onu düşman sayarsın. Puta tapanlar, bu tapmayı adet edindiklerinden; men edenlere düşman olmuşlardır. v Kimin aşka meyli yoksa, kanatsız kuş gibidir. v Sırların gönlünde kalırsa, muradına çabuk erersin. Tohum toprağa gizlenirse yeşerir. v Dış güzelliğe karşı duyulan aşk, aşk değildir. v Dünya bir dağdır, yaptıklarımız ses; başımıza gelenler o sesin yankısıdır. v Kalp huzurun olmadan, namaz tamam olmaz. v Beden haset yuvasıdır. v Bu alem insanın hapisanesidir. v Şekil özü görmeye engeldir. v 29 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Kim daha uyanıksa, derdi daha fazladır. v Parçaların yüzü bütüne; bülbülün gönlü de güle dönüktür. v Nefis, putların anasıdır. v Tanrı bir kişinin perdesini yırtmak isterse; o kimseyi, diğer insanları ayıplamaya sevk eder. Ayıbını örtmek isterse; o kişi, ayıplı kimseler hakkında konuşmaz hale gelir. Yardım etmek isterse; ona, dua kapısını açar. v Akarsu varsa orası yeşerir; gözyaşı nerdeyse rahmet gelecektir. v Kederlenince istiğfar et! Çünkü gam Yaradan’ın emriyle tesir eder. Tanrı dilerse, gam ve keder bile sana neşe verebilir. v Yoksulluk korkusu, insanları; hırs ve hevese yem yapmıştır. v Dünya zindan biz mahkumuz; zindanı del ve kurtul. Ten bir gemi, dünya deniz. Dünyayı tenine koyarsan, gemin batar. Dünyayı ayaklarının altına al ki yüzüp gidesin. v Alem cesettir; ilim can. v İçi kötü olanın ayıbını derisi örter. İçi iyi olanın ayıbını gayb alemi örter. v Manasız sözle; suya yazılan yazı gibidir. v Gözün nuru gönlün nurudur. v Kaza gelince, bilgi ve tedbir uykuya yatar. v Allah insana, akıbetine göre isim verir. İnsanlar Ömer’i müşrik bilirdi. Ama ezelde Cenab-ı Allah onu mümin yazmıştı; o da mümin oldu. v Nefis, övüldükçe Firavun’laşır. Tevazu sahibi ol, kibirlenme! v Yusuf gibi güzel değilsen, bari Yakup gibi ağlamayı öğren... v 30 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Bahar yelinden yararlanın, güz yelinden sakının! Bahar, akıl ve ruhtur; güz, nefis ve heveslerdir. Bahar, evliya sözüdür; güz ise şeytanın fısıltısıdır. v Bu dünyanın direği gaflettir. Akıllılık ve uyanıklık öbür alemdendir. Bunlara tutunursan bu alem gözünde alçalır. Akıl güneş, hırs buzdur. Akıl su, dünya kirdir. v Allah kimi kendine davet ederse, o kişi dünya işlerinden vazgeçmeye başlar. v Geçmişe üzülmek, gelecekten endişe duymak, seninle Allah arasındaki perdedir. O perdeyi ateşe at ki ardındaki görünsün... v Aşığın vergisi, candır. Hak uğruna ekmek verene ekmek verilir. Can verene de can katılır. v Sel, ister bulanık olsun ister saf olsun; madem ki geçicidir, onu konuşarak vakit öldürme. Dünya malı sele benzer. v Bütün yaratılanlar Cenab-ı Allah’ın ailesi gibidir. O da ne güzel aile reisidir. v Kaza seni gece gibi sarsa da elinden tutacak olan yine odur. Seni güvende tutmak için Cenab-ı Allah’ın bela ile korkutmasını da bir çeşit yardım bil. v Sağlık; zıtların barışıdır. Aralarında savaş varsa bedene ölüm gelir. v Zalimin zulmü karanlık bir kuyudur; sonunda içinde boğulur gider. v Ey gam ateşine dalan kişi! Ateşe azar azar nur serp de nur olsun. v Dünya; bahis, tartışma ve dedikodu kuyusudur. Bu kuyuya düşersen sağlam çıkamazsın. v Üstünlüklerin ve durumların değişmesini Allah’tan bil! v Cehennem nefsimizdir. Nefsimiz ateşten bir parça. Parça bütünü özler. Nefsin hedefi de parçası olduğu cehenneme bizi çekmektir. v İnsan, gözden ibarettir. Göz ise dostu gören gözdür. v Ekmek sofrada cansızdır ama vücuda girince neşeli bir ruh olur. 31 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN v Allah’ın yaratması bizim işlerimizi meydana getirir. Bizim işlerimiz Allah’ın işlerinin eseridir. v Cenab-ı Allah Adem aleyhisselama; - Senin işlediğin suçu da ben takdir ettiğim halde sen suçun tamamını üstüne alıp tevbe ettin. Neden ‘Rabbim bunu sen yaptırdın, demedin.’dedi. Adem; - ‘Korktum, edep dışına çıkamazdım.’ dedi. Cenab-ı Allah; - ‘İşte o edebin sayesinde biz seni koruduk ve kayırdık, dedi. v Saygı gösteren, saygı görür. v Kuran’ın emirlerine uyar, kıssalarından hisse alırsan can kuşuna ten kafesi dar gelir. v Halk arasında ünlü olmak, sırlara ermeye engeldir. Şöhretten kurtulmaya bak! v Dostun sevgiliyi anması; sevgiliye ne mutludur. v Allah’ım kahrın da hoş, lütfuna da... v Dil, demir ve çakmaktaşı gibidir; dilden çıkan ateş olur. v Şeker gibi söz söylemek istersen helva yemeyi bırak, sabret. Sabreden arşa çıkar, helva yiyen yerde kalır. v Kamil insan toprak tutsa altın olur, eksik insan altın tutsa toprak olur. v Söze kulaktan gir. v Adem Allah’ın azabından ağlayarak kurtuldu. v Helal lokma, olgunluğu ve nuru arttırır. İlim, hikmet, aşk ve incelik helal lokmadan doğar. Lokma tohumdur; mahsulü fikir. v Ağızdan çıkan bir söz; yaydan çıkan ok gibidir. v Ey müslüman, edep nedir diye sorarsan, bil ki edep; her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektir. Kimi, ‘Filan adamın huyu kötü…’ diye şikayet eder görürsen, Bil ki bu; şikayetçinin huyu kötüdür, çünkü o kötü huylunun kötülüğünü söylüyor! 32 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Çünkü iyi huylu kişi; kötü huylulara, fena tabiatlılara tahammül eden, onların kötülüğünü söylemeyen kişidir. v Bir adamın birçok hüner, fen, bilgi sahibi olduğuna bakma! Verdiği sözde duruyor mu? Vefası var mı? Asıl ona bak! Tanrı’yla yaptığı sözleşmeyi yerine getiriyorsa, insanlara verdiği sözde duruyorsa onu istediğin kadar öv! Onun iyi vasıflarını bir bir say! O, senin övgünden, saydığın meziyetlerden daha üstün bir kişidir. v Şöhret afettir; şöhret peşinde koşmak, iyi tanınmak için uğraşmak, insanlığa yakışmaz. Eğer sen hakikati, aşk incisini arıyorsan; görünüşten kurtulman, denize dalman, derinliklere inmen gerek! Yoksa şöhret, gösteriş; deniz kıyısına düşen köpüktür. v Kötü huy kılavuzun oldukça mutlu olacağım sanma! Sen sabaha kadar gaflet uykusundasın, ömürse kısadır. Korkarım ki sen bu uykudan uyanınca gündüz olur. v Pişman olmayı kendine adet edinirsen sürekli pişman olur durursun. Nihayet bu pişmanlığına da daha fazla pişman olursun. Ömrünün yarısı perişanlıkla geçer, yarısı da pişmanlıkla telef olur gider. Bu pişmanlık alışkanlığını terket ve daha iyi bir hal, daha iyi bir dost ve daha iyi bir meşguliyet ara! v Faziletin mihrabı şüpheli işten kaçınmak ve dünya sevgisini azaltmaktır. v Heveslerinden kurtulan kişi buluğa ermiştir. Halkın çoğu halen çocuktur.Vehim, fikir, duygu; çocukların tahtadan atıdır. Sen ilim atına bin. İlim, gönül ehline küheylan olur, beden ehline yük. v Zina artınca bulaşıcı hastalıklar artar. v Kendini kendinden arıt ki içindeki pak seni göresin. v Vücut, ana gibi ruha gebedir.Ölüm ruhun doğumudur. v İyilikte ve kötülükte; her insanın kendisine benzer melekten bir arkadaşı vardır. v 33 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Ateşten yaratılanlar, topraktan yaratılana düşmandır. Ateş suya , su ateşe düşmandır. Ateş hevesler, su ise dindir. Din ehlini, kin ehlinden ayır. Hak’la oturanı arayıp bul da onunla düşüp kalk! v Olayları yorumlama. Kendini yorumla. Kendini kötüle ama gül bahçesine kötü deme! Hilm (yumuşaklık) kılıcı düşmanları yener. İlim suyu toprağı yeşertir. v Allah’a kul ol, tene değil! v Şiddet, şehvet ve hırs rüzgarı namaz ehli olmayanları siler süpürür. v Zekat verilmeyince yağmur bulutu gelmez. v Arzularına kul olan, Allah katında köleden beterdir. v Bazı suçlar ve günahlar rahmet ve kurtuluş sebebidir: Hz. Ömer Peygamber’i öldürmeye gelmişti; iman etti. Adem yasak meyveyi yedi; kulluk ve dünya hayatı başladı. v Bazı ölümler hayat verir. Bahçıvan ağaçları budamazsa dallar hiç gelişir mi? Terzi kumaşı parça parça etmezse elbise çıkar mı? v Yürü, kork ve kötüleri az kına! Allah’ın takdirine karşı aczini bil! v Hangi renk camdan bakarsan, güneşi o renkte görürsün. Camı kır ki nur görünsün! v Dilencilere, hırslarından dolayı rahmet kapıları kapandı. v Cenab-ı Allah seni bezedi, nakşetti. Nakşı kıramazsan ruhu göremezsin. Allah’ın nakşını yine Allah’ın eliyle kır. Sevgilinin camına onun bahçesinden taş at. v Amaca sabırla varılır; aceleyle değil. vvv MESNEVİ’DEN SEÇME ŞİİRLER Her gün bir yerden göçmek ne iyi Her gün bir yere konmak ne güzel Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş Dünle beraber gitti cancağızım, Ne kadar söz varsa düne ait 34 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım. v Duy şikayet etmede her an bu ney, Anlatır, hep ayrılıklardan bu ney. Der ki feryadım kamışlıktan gelir. Duysa her kim, gözlerinden kan gelir. Ayrılıktan parçalanmış, bir yürek, İsterim ben, derdimi dökmem gerek. Kim ki aslından ayırmış canını, Öyle bekler, öyle vuslat anını. Ağladım her yerde hep ah eyledim. Gördüğüm her kul için dostum dedim. Herkesin zannında dost oldum ama, Kimse talip olmadı esrarıma. Hiç değil feryadıma sırrım uzak, Nerede bir göz, nerede bir can kulak. Aynadır ten can için, can ten için. Lakin olmaz can gözü her kimsenin. Ney sesi tekmil, hava oldu ateş, Hem yok olsun kimde yoksa bu ateş. Aşk ateş olmuş dökülmüştür neye, Cezbesi aşkın karışmıştır meye. Yerden ayrı dostu ney, dost kıldı hem. Perdesinden perdemiz yırtıldı hem. Kanlı yoldan ney sunar hep arzuhal, Hem verir mecnunun aşkından misal. Ney zehir, hem panzehir ah nerede var? Böyle bir dost, böyle bir özlem var. Sırrı bu aklın, bilinmez akıl ile, Tek kulaktır müşteri, ancak dile. Gam dolu günler, zaman hep aynı hal. Gün tamam oldu yalan yanlış hayal. Gün geçer, yok korkumuz her şey masal. 35 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Ey temizlik örneği sen gitme kal. Kanar her şey tek balık kanmaz sudan. Gün uzar, rızkın eğer bulmazsa can. Olgunun halinden anlar mı ham? Söz uzar kesmek gerektir vesselam… v Oraya gitme demedim mi sana, Seni yalnız ben tanırım demedim mi? Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi benim, Bir gün kızsan bana, alsan başını yüz bin yıllık yere gitsen. Dönüp kavuşacağın yer benim demedim mi? Demedim mi şu görünene razı olma. Demedim mi sana yaraşır otağ kuran benim asıl, Onu süsleyen bezeyen benim demedim mi? Ben bir denizim demedim mi sana, Sen bir balıksın demedim mi? Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın, Senin duru denizin benim demedim mi? Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi? Demedim mi senin uçmanı sağlayan benim. Senin kolun kanadın benim demedim mi? Demedim mi yolunu vururlar senin. Demedim mi tövbeni bozarlar senin. Oysa senin ateşin benim, sıcaklığın benim demedim mi? Türlü şeyler derler sana demedim mi? Ölmezlik kaynağını kaybedersin, yani; Beni kaybedersin demedim mi? Söyle, bunları sana hep demedim mi? v Bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendim, Ayrılık atına eğer vurdum inadına. Ama bizi unutma, hatırla ama! Sana temiz dostlar, iyi dostlar, vefakar dostlar Yeryüzünde de var, gökyüzünde de var. 36 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Eski dostunla ettiğin yemini hatırla ama! Sen her gece ay küreyi başına yastık edince yollarda, Dizime yattığın geceleri hatırla ama! Sen, ey Hüsrev’i kendine kul, Şirin gibi bir nice güzeli esir eden Aşkının ateşi ile tıpkı Ferhat gibi ayrılık dağını delmede olduğunu hatırla ama! Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında, bir aşk ovasını görmüştün hani; Safran dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaş dolaş, bunu unutma hatırla ama! Ey Tebrizli Şems! Dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli. Benim dinim senin yüzünle övünür ey sevgili, bunu unutma hatırla ama! v Müslümanlığın, kafirliğin dışında bir ova; Uçsuz bucaksız ovada sevdamız uzar gider. Ne gönlümün derdini sor bana, Ne sararan yüzümü sor bana, Ne içimin ateşini sor bana, Gel gözünle gör, gel artık! Sıcağınla pişmiş bir somun gibi, o kıpkızıl, al al yüzümü sorma! Yine ekmek gibi kuruyup yine ekmek gibi ufalana ufalana, Çaresiz düşmüşüm yollara. Gel topla beni, gel artık! Bir vakitler bir oyaydım, yüzünden izler toplamadaydım. Şimdi buruştum, şimdi sarardım. Gel gör beni, gel artık! Dere gibi akıyorum sağa sola, ayrılık her yanımda pusuda. Sabahları yalvarırım, yakarırım rüzgarların karşısında; Gel ne olur, gel artık! Başın kirlenmişse de, ayağına diken batmışsa da Durma gel, Allahaşkına! Gel demeden kurtar beni, ey aşıklar peygamberi… Gönül ateşinde yanmışım ben, boğulmuşum gözyaşına. Git sor Allahını seversen! Ne yol gösterir sevgili, ne çare yazar bana? v Bir gün şu çiçekli dal, dolar meyveyle Bir gün döner istek adlı şahin; avla Aşk imgesi şimdi gelip gitse bile 37 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Bir gün gelir, artık gitmez; asla! v Ben aşığım aşka; aşk da sevdalı bana Aşık tene can; ten de sevdalı cana Bazen dolarım boynuna kollarımı Bazen de sürükler beni yanına vvv MESNEVİ’DEN SEÇME HİKAYELER FARE ile DEVE Eski zamanlarda kendini beğenmiş, şımarık bir fare ile akıllı ve alçak gönüllü bir deve yaşarmış. Bir gün karşılaşıp arkadaş olurlar. Fare: - Sana kılavuzluk edebilirim! Yularından çekip istediğin yere götürebilirim... Deve arkadaşının bu densizce teklifine razı oldu. Bir süre yol gittikten sonra küçük bir dere kenarına vardılar. Devenin diz kapaklarına bile gelmeyen su; fare için ucu bucağı olmayan bir derya gibiydi. - Ben buradan geçemem diye söylendi, korkarak... Deve: - Ne bekliyorsun? diye çıkıştı. Kılavuz önden gider, dal bakayım suya! - Ama... diye kekeledi, fare. Görmüyor musun su çok derin? Fare mahcup olmuş, boyundan büyük işlere giriştiği için kıpkırmızı kesilmişti... Fare: -Senin için küçük ama bana göre çok büyük bir su! diye inledi. Ben artık kılavuz olmaktan vazgeçiyorum. Keşke daha önceden düşünseydim; boyumdan büyük işlere girişmeseydim. Deve yumuşak bir sesle: - Herkes kendi haddini bilmeli ve asla aldatıcı gurura kapılmamalı... ALİM ile KAYIKÇI Kibirli bir gramer (dilbilgisi) bilgini, gezintiye çıkmak için bir kayık kiraladı ve kendini beğenmiş bir şekilde oturdu yerine. Kayıkçı; olgun ve alçak gönüllü bir insandı. Hiç ses çıkarmadan küreklere asılıyor, yolcusunu 38 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN sağ salim gezdirmek ve üç beş kuruş kazanmak istiyordu. Denize iyice açılmış oldukları bir sırada, bilgin küçümseyici bir tavırla sordu: - Kayıkçı, sen hiç gramer bilir misin? Kayıkçı: - Aman efendim, ben cahil bir kayıkçıyım; sabahtan akşama kürek çeker dururum, dediğiniz şeylerden hiç anlamam. Bilgin: - Vah vah, ömrünün yarısı boşa geçmiş! Böylece bir süre gezindikten sonra rüzgar şiddetini arttırmaya, dalgalar da büyümeye başlamış. Denizde fırtına çıkınca bilgin korkmaya başlar. Kayıkçı olağanüstü bir güçle kurtulmaya, sağ salim kıyıya ulaşmaya çalışıyordu. Gördü ki artık başka çıkış yolu yok; bilgine dönerek: - Efendim, yüzme bilir misiniz? Bilgin: - Maalesef bilmiyorum!.. diye inledi. Kayıkçı: - Vah vah, sizin ömrünüzün hepsi boşa gitmiş olacak!.. TİLKİNİN ADALETİ Arslan, kurt ve tilki arkadaş olmuşlar ve beraber avlanmaya çıkmışlar Akşama doğru bir yaban öküzü, bir dağ keçisi, bir de semiz bir tavşan yakaladılar. Avlarını sürükleyerek ormana getirince arslan kral, kurda dönerek: - Bunları, aramızda adaletli bir şekilde üleştir bakalım! diye emiretti. Kurt: - Kral hazretleri; yaban öküzü en büyük av olduğu için size layıktır. Keçi orta boyda olduğu için o da benim olsun. Tilki de tavşanı alsın. Arslan, kurdun taksimine şiddetle karşı çıkıp: - Sen kim oluyorsun da ben varken pay istiyorsun? diye kükredi. Bir pençe attı ve kurdu yere serip parçaladıktan sonra tilkiye döndü: -Hey, sen! Avlarımızı bir de sen taksim et de göreyim... Tilki korkusunu gizlemeye çalışarak: - Aman efendim, üleştirmek de neymiş? Bu besili öküz sizin kuşluk yemeğinizdir, keçiyi gün ortasında yer, akşama doğru da tavşanla kendinize ziyafet çekersiniz! Arslan; tilkinin taksimini pek beğenmiş, gülümsemeye başlamış. 39 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN - İşte adaletli bir paylaşım böyle olur, diye mırıldanmış. Bu çeşit paylaştırmayı kimden öğrendin sen? Tilki başını çevirip yerde yatan kurdu gösterdi: - Kralımız, tabii ki şu kurdun halinden... Arslan bu cevaba daha çok memnun olur. - Aferin sana! Aptal kurttan ibret aldığın için avların üçü de senin olsun! Evet; akıllı kişi bir bela yüzünden dostlarını kaybedince ondan ibret alır ve nerede, nasıl davranması gerektiğini bilir. Sen aklın ve kurnazlığınla hem canını kurtardın, hem de avların tümünü kazandın. Haydi afiyetle ye! BEDEVİ ve FİLOZOF Çöllerde avare avare dolaşan bir filozof, devesiyle yolculuk yapan bir bedeviye (çöl adamına) rastlar. Bedevi’nin nereden gelip nereye gittiğini öğrendikten sonra devenin iki yanından sarkan çuvallarda ne taşıdığını sordu. Bedevi: - Çuvalların birine buğday diğerine kum doldurdum diye cevap verdi. Filozof: - Buğdayı anladım da kumu niçin doldurdun? diye sorunca Bedevi: - İkinci çuval boş kalsaydı yükün dengesi bozulurdu! dedi. Filozof gülmeye başladı. - Dengeyi sağlamak için buğdayın yarısını bir çuvala, yarısını da diğer çuvala doldursaydın ya! Hem daha akıllıca davranmış olurdun hem de zavallı devenin yükünü biraz azaltmış olurdun, dedi. Bedevi şaşırmış, bu bilge adama hayranlıkla bakmaya başlamış: - Sen padişah veya vezir olmalısın! Bu kadar akıl ancak onlarda bulunabilir. Filozof: - Hayır, ben ne padişahım, ne de vezir. - Öyleyse dükkan sahibi, zengin bir tüccarsın. - Ne gezer; cebinde tek kuruşu bile olmayan bir adamım ben! Bunca bilgi ve hikmetin karşılık, elimdeki şu asa ve eski püskü kıyafetlerimle gezip duruyorum çöllerde. Bedevi bu cevaptan hiç memnun kalmamıştı: - O zaman çek git yanımdan! Senin bilgi ve hikmet dediğin şeyin bir faydası olsaydı önce sana yarardı. Torbamın birindeki kum, senin içi boş bilgi ve felsefenden çok daha iyidir!.. 40 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN YAVRU FİL Akıllı bir adam, yolculuğa çıkacak arkadaşlarına: - Geçeceğiniz ormanda bir çok tehlike var, dedi. Karnınız acıktığında sakın kuvvetsiz ve semiz olduklarına bakıp da fil yavrularını avlamayın. Anaları yakınlarındadır ve yavrularına zarar verildiği anda amansız bir düşman haline gelirler! Öğüdümü tutarsanız, sizin için iyi olur. Arkadaşları teşekkür edip ayrıldılar. Ormandaki yolculukları pek zorlu geçti. Bir süre sonra karınları acıkmaya, dudakları susuzluktan kurumaya başladı. O sırada yalnız başına dolaşan güzel bir fil yavrusu gördüler. Verilen öğütleri unutup hırsla saldırdılar. Yavru fili yatırıp kestiler ve etinden kebap yapıp yediler.Kısa zamanda derin bir uykuya daldılar. Aç adam ise sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı. Akşama doğru kızgın bir fil çıkıp geldi. Korkuyla kendine bakan uyanık ve aç yolcunun etrafında üç kere dolaşıp, ağzını üç kere kokladı. Onda yavrusunun kokusunu alamayınca uyuyanların ağzını koklamaya başladı. Evladını kebap edip yiyenleri tanıyınca, birer birer havaya kaldırmaya ve hırsla yere çarpıp öldürmeye başladı. Geride sadece yavrusunun etinden yemeyen akıllı ve uyanık adam kalmıştı. Ana fil, ona hiç dokunmadan ormanın derinliğine çekilip gitti. İşte böyle; kibir, hırs ve şehvet kokusu da fil yavrusunu yiyenlerin ağızları gibi kokar durur. Bu yüzden dualar kabul olmaz ve insan bin türlü bela ile karşılaşır. En iyisi bilge insanların öğüdünü dinleyip ağızları ve gönülleri kokutmamak; öyle değil mi? TAVŞANIN HİLESİ Ormanlar kralı dehşetle kükrüyor, karnını doyurmak için kendinden güçsüz hayvanları avlamaya devam ediyordu. Ondan kaçıp kurtulabilmek çok zordu. Günlerden bir gün; ceylanlar, tavşanlar, dağ keçileri, zürafalar ve diğer hayvanlar toplanıp bu kötü gidişin önüne geçmek istediler. Topluca arslanın huzuruna çıkıp: -Efendimiz! Biz aramızda anlaştık. Her gün ölüm korkusu çekmektense içimizden birinin gönüllü kurban olmasını kararlaştırdık. Böylece siz hiç yorulmayacaksınız, avınız ayağınıza kadar gelecek, bizde sıra kendimize gelinceye kadar korkudan uzak yaşayacağız. 41 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Arslan kral bu teklife razı oldu. Nihayet aradan günler geçti ve kurban olma sırası tavşana geldi. Zavallı tavşan ölümden çok korkuyor, kendi ayağıyla gidip arslanın pençeleri arasında can vermeye bir türlü razı olamıyordu. Birden aklına parlak bir fikir geldi. Ormanda oyalanıp gidişini geciktirdikten sonra huzura çıktı. Arslanın karnı acıkmış, sinirleri gerilmişti. - Niçin bu kadar geç kaldın? diye bağırdı. Tavşancık boynunu büküp: -Hiç sormayın efendim; yolda gelirken başka bir arslan gördüm. Bu ormanın kralının kendisi olduğunu söyleyip size olmadık hakaretler savurdu, elinden güçlükle kurtuldum... Arslan kral daha çok sinirlenmişti: - Kim bu küstah? diye kükredi. Galiba eceline susamış! Gideyim ve cezasını vereyim ona. Tavşan önde, Arslan arkada yola düştüler. Bir süre gittikten sonra derince bir kuyu başına ulaştılar. Tavşan: - İşte size hakaret eden yalancı Kral bu kuyunun içinde efendimiz! Arslan kuyuya eğilip bakınca su kendi yansımasını gördü. Bağırıp çağırmaya başladı. Sudaki akside aynı şekilde cevap verince kendinden geçip hırsla atıldı ve bir anda kendini buz gibi suların içinde buldu. Küçük bir tavşan tarafından aldatıldığını anladığında ise iş işten geçmişti. HAYVANLARLA KONUŞMAK Meraklı bir adam Hz. Süleyman’dan hayvanların dilini öğrenmek istedi. Büyük peygamber bunun sakıncalarını anlattıysa da adam ısrar etti. Nihayet horozla köpeğin neler konuştuğunu anlayacak duruma geldi. Bir gün evin hanımı büyükçe bir ekmek parçasını köpeğin önüne atmış fakat horoz hızla atılıp ekmeği kapmıştı. Köpek: - Niçin benim hakkıma göz dikiyorsun? Horoz: - Merak etme, yarın sahibimizin ineği ölecek, kendine bol bol ziyafet çekersin diye cevap verdi. Horozla köpeğin konuşmalarını duyan adam hemen koştu ve ineği pazara çıkarıp sattı. Ertesi gün yine köpek ve horozun konuştuğunu duyup kulak kabarttı. Köpek: - Sen yalan söylüyorsun, diyordu horoza. Hani sahibimizin ineği ölecekti ve ben ziyafet çekecektim? Horoz: 42 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN - Merak etme sen; sahibimiz kurnazlık yapıp ineğini sattı ama yarın da devesi ölecek. Sen de taze ete kavuşursun... Adam yine koşup devesini pazara götürdü. İyi bir paraya onu da sattıktan sonra evine dönerken ‘Hayvanların dilini öğrenmek çok faydalıymış; bir sürü zarardan kurtuldum.’ diye seviniyordu. Sabah olur olmaz yine bahçeye çıkıp horozla köpeğin konuşmalarına kulak kabarttı. Köpek dünkü gibi yine horoza çıkışıyor: - Hani deve! Nerede taze et? Horoz: -Canını sıkmaaa, yarın sahibimiz ölecek! Eş dost başına toplanır, bir sürü yemek pişirilir. Sen de kendine ziyafet çekersin. Adam, horozun bu sözleri karşısında donup kaldı. Yüzü bembeyaz oldu. Elleri titremeye, kalbi küt küt çarpmaya başladı. Yarın öleceğini bilmek onu şaşkına çevirmişti. Daha fazla ayakta duramayıp bir külçe gibi yere yığıldı. AVCININ OYUNU Bir avcı; kuşları kolayca yakalayabilmek için kendini ağaç dalları, otlar ve yapraklarla gizleyip çayırlığa oturdu. Önüne bir tuzak koyup bir da avuç buğday serpti. Hiç hareket etmeden beklemeye başladı. Bu sırada karnı iyice acıkmış bir kuş gelip, yakınına kondu. Onu böyle sessiz sedasız oturur görünce: -Sen ne yapıyorsun burada? diye sordu. Avcı: - Dünyadan elini eteğini çekmiş bir zahidim ben! Hiç kimsenin işine karışmıyor, burada kendi halimde yaşıyorum. Kuş: - O buğdaylardan birazcık yiyebilir miyim? Avcı: - Bilmem ki? Onlar bir yetimin emaneti bana. Ama karnın çok acıktıysa gel ye bari! Kuş; avcının gizli niyetlerinden habersiz, onu iyi yürekli ve dünya işlerinden uzaklaşmış veli bir zat sanıp buğdaylara saldırınca, hilekar avcının eline düştü. Aldatıldığını farkettiğinde ise iş işten geçmiş, tuzakta feryat etmeye başlamıştı. Avcı: - Görünüşe ve söylenen her söze inanırsan sonun böyle olur işte! Tuzağa yakalandıktan sonra feryadın ne faydası var? Hırs ve uygunsuz hevesler canın düşmanıdır. Önemli olan tehlike gelmeden önce uyanık ve tedbirli olmaktır. Felaket tufanından sonra ağlayıp sızlamışsın neye yarar? 43 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN KÜÇÜK KUŞUN NASİHATİ Avcının yakaladığı küçük kuş birden konuşmaya başladı: - Ben minicik bir kuşum; etim, dişinin kovuğunu bile doldurmaz. Eğer serbest bırakırsan işine yarayacak üç öğüt veririm. Bak dinle, birinci öğüdümü şimdiden vereyim: ‘Olmayacak bir söz duyarsan, asla inanma!’ Avcı şaşırmıştı. İkinci öğüdü sorunca küçük kuş: - Beni bırak, ikinci öğüdümü şu damın üstünden vereyim, dedi. Avcı kuşu bıraktı. Bir anda dama konan kuş: - Dinle; ‘Geçip gitmiş şeyler için asla üzülme!’ Olan olmuş, giden gitmiştir çünkü. Bak, benim karnımda on dirhem ağırlığında bir inci vardı. Çok kıymetli bir inciydi bu. Ne yazık ki elinden kaçırdın. Avcı daha çok şaşırmış, kuşu serbest bıraktığına pişman olmuştu. Ah vah etmeye, saçını başını yolmaya başladı. Kuş: - Ne oldu? Niçin dövünüp duruyorsun? Ben sana olmayacak söze asla inanma demedim mi? Sen karnımda inci olduğunu duyunca bu öğüdü hemen unuttun. Kendisi üç dirhem gelmeyen kuşun karnında on dirhemlik inci olur mu hiç? Üstelik ikinci öğüdümü de unutmuşa benziyorsun. Hani elinden kaçırdığın şeyler için asla üzülmeyecektin! Avcı utanmış, başını önüne eğmişti: - Üçüncü öğüdünü de ver bari diye inledi. Küçük kuş damdan kalkıp yüksekçe bir ağacın dalına kondu ve oradan gökyüzünün boşluğuna doğru süzülürken şöyle bağırdı: - Be hey sersem avcı! Sen verdiğim ilk iki öğüdü tuttun mu da üçüncüsünü istiyorsun? BİLGE TAVŞAN Tavşanların huzur içinde yaşadıkları göl kenarına bir gün kocaman gövdeleriyle filler geldiler. Ağaçları devirmeye, otları ezmeye, etrafta huzursuzluk çıkartmaya başladılar. Bazen çalıların arasına saklanmış yavru tavşanları bile, farkına varmadan ezip geçiyorlardı. Yaşlı ve bilge bir tavşan bu kötü gidişin önüne geçmek, kendi soyunu bu fil ordusundan kurtarmak istedi. Bir gece, dağın üzerine çıkıp fillerin kralına seslendi: - Ey fillerin kralı! Ben gökyüzünün padişahı Ay'ın elçisiyim. O Ay ki hem bu gölün hem de civardaki şu arazilerin sahibidir. Sizin yaptıklarınızı görüyor ve çok sinirleniyor. Eğer en kısa 44 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN zamanda bu memleketi terketmezlerse sonu fena olur, diyor.İspatı için de yarın gece seni göl kıyısında bekliyor! diye bağırdı. Fillerin kralı biraz korkmuştu ama yarın geceyi beklemeye karar verdi. ‘Hele Ay-padişah ile bir görüşüp konuşayım’ dedi. Öbür gece göl kenarına geldi. Ay'ın ondördüncü günüydü. Gökyüzünde gümüş bir tepsi gibi parlayan Ayın görüntüsü, gölün durgun sularına vurmuştu. Tam bu sırada fil kral, hortumunu suya değdirmiş ve suyu dalgalandırmıştı. Ayın sudaki aksi de hareket etmeye başlayınca fil kral korkuyla geri çekildi. ‘Her halde Ay çok kızgın, hepimizi öldürecek.’ diye düşündü ve geri dönüp diğer filleri yanına alarak o yöreden hızla uzaklaştı. Yaşlı tavşan güçsüz ve zayıf bir yaratık olduğu halde; aklı ve zekasıyla kocaman filleri kandırmış, kuvvetliyim diye böbürlenenleri yenmeyi başarmıştı... vvv DÜNYA MALI Selçuklu sultanı Rükneddin, Mevlana’ya üç beş kese altın gönderir. Mevlana talebelerine: - Beni gerçekten seviyorsanız, bu altınları sokaktaki çamurun içine atın! Talebeler bu emri hemen yerine getirdiler. Dünya malına kıymet veren bazı kişiler, bu altınları toplamak için çamurun deryasının içinde aramaya başladılar. Fakat yüzleri gözleri, üstleri başları çamur içinde kaldı. Mevlana, talebelerine onların bu hallerini göstererek; - O altınlar, şu gördüğünüz dünya malı düşkünlerinin üstünü başını batırdığı gibi, ahiret ehlinin de kalbini kirletir. Mal mülk derdi insanı çeşitli günahlara sevkedip ibadetlerden alıkoyar. Bu sözlerimi de yanlış anlamayın! Dünya için çalışmayın demiyorum. Dünya malına tapmayınız diyorum. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışmak lazımdır. Dikkat edilmesi gereken husus; hırslanmadan kanaat etmektir. Dünya hayatındayken, ahiret mutluluğumuz için çalışmalıyız. Zira İslamiyet, insanlara faydalı olmayı emreder. En büyük mutluluk, en büyük sermaye; helalinden kazanıp, hayırlar yaparak ahirete göndermektir. Asıl sermaye, mal mülk sahibi olmak değil; güzel ahlaktır, buyurdu. 45 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN SİMYACI Simya ilmiyle uğraşan Bedreddin Tirmizî adlı bir kişi, Mevlana'nın ismini duymuş ve Konya’ya ziyarete gelmiştir. Önce Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’e uğrayarak; yapacağı altınlardan hergün bir miktarını talebelere vereceğini vaat eder. Haberi duyan Mevlana önce hiçbir şey söylemedi. Birkaç gün sonra Bedreddin'in atölyesine gitti. Bedreddin altın yapmaya uğraşıyordu. Mevlana’nın geldiğini görünce, ayağa kalkarak hürmette bulundu. Mevlana, atölyede bulunan demir, bakır ve diğer metallerden yapılmış eşyaları tek tek alıp Bedreddin'e uzatmaya başlar. Simyacı, eline gelen eşyaların som altından olduğunu hayretle gördü. Bedreddin'in şaşkın şaşkın ona bakarken Mevlana; - Ey Bedreddin, simya ile uğraşmayı bırak! Çünkü sen ahirete göçünce, simya dünyada kalacaktır. Öyle bir ilimle uğraş ki o da seninle birlikte ahirete gitsin. İşte o da din ilmidir. Bu da ancak Allah sevgisinden başka herşeyi kalbinden atıp Allah’ın beğendiği şeyleri kalbe doldurmakla olur, der. ZAFER Mevlana’nın at tüccarlığı yapan Celaleddin adında bir talebesi anlatıyor: Mevlana bir gün giyinip kuşanmış olduğu halde, kendisine bir at hazırlamamı emretti. Ben de atlarımın en güçlüsünü eyerlemek için ahıra gittim. Fakat at huysuzlandığı için bir türlü eyerleyemedim. Yanıma iki arkadaş daha çağırdım ve atı zorla eyerledik. Yine de at hala huysuzluk ediyordu. Güçlükle Mevlana’nın bulunduğu yere getirip, atın hazır olduğunu söyledik. Mevlana daha dışarı çıkar çıkmaz at sakinleşti. Mevlana ata binerek güneye doğru yola çıktı. Akşamleyin kan ter içinde, toz toprak içinde geri döndü. At oldukça halsiz görünüyordu. Bizler bir şey sormadık. Öbür gün yine bir at hazırlamamı emretti. Başka bir atı eyerleyip getirdik. Önceki gün gibi gitti, akşama doğru geldi. Üçüncü gün de aynısı tekrarlandı. Akşama üstü geri geldiğinde; - Allah’a hamdolsun! O kafir; cehennemi boyladı, dedi. Biz yine bir şey soramadık. Aradan birkaç gün geçti. Şam tarafından gelen bir kervandakiler; o taraflarda, Müslümanlar ile Moğolların yaptığı savaşı anlattılar: - Moğollar çok kalabalıktı. Müslümanlar yenilmek üzereydi. Savaşın son üç gününde Mevlana da savaş meydanında göründü. ‘Allah, Allah!’ nidalarıyla düşmanın üstüne atılıp önüne gelene kılıç sallıyordu. Mevlana’nın olağanüstü hamlelerini ve yardımını gören 46 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Müslümanların morali düzeldi. Peşpeşe yaptıkları saldırılarla düşmanı geriye püskürttüler. Mevlana Moğol komutanını öldürdü ve kafirler kaçışmaya başladı. Bendeniz bu haberi duyunca hemen hocam Mevlana’nın huzuruna vardım. Beni görünce; - Müslüman askerlere yardım edilip ve savaşı kazanmalarına vesile olunmuştur. Ey Celâleddin! Bize gönülden hizmet edenler dünya ve ahirette gam ve kederden kurtulur, buyurdu. HELVA TEPSİSİ Mevlana’nın talebelerinden birisi hacca gider. Talebe Hicaz’dayken hanımı; arefe günü bir tepsi helva yapıp, Mevlana’nın talebelerine gönderir. Mevlana, helvayı bütün talebelerine kendi eliyle dağıtır. Herkes payını aldığı halde, tepsideki helva hiç eksilmez. Bitirenler tekrar aldılar, doyuncaya kadar yediler, yine eksilmez. Bunun üzerine tepsiyi kaldıran Mevlana; - Bu tepsiyi sahibine göndereyim diyerek dışarı çıkar. İçeri girdiğinde, elinde tepsi yoktur. Öbür gün helvayı gönderen hanım, tepsiyi medresenin mutfağında aratır ama bulunamaz. Aradan aylar günler geçer ve hacca gidenler döner. Bu hanımın tepsisi kocasının hacdan getirdiği eşyaların arasından çıkar. Kadın tepsiyi görür görmez tanıyıp hayretler içersinde kalır: - Ben arefe günü helva yapıp bu tepsiyle Mevlana’nın talebelerine göndermiştim. Tepsiyi öbür günü arattığım halde bulamalar. Nasıl oldu da tepsi senin eline geçti? Kocası: - Arefe günü hacı arkadaşlarıyla oturmuş sohbet ediyorduk. Bir ara çadırın kapısından biri bu tepsiyi uzattı. Biz de tepsiyi aldık, getirenin kim olduğuna bakmak aklımıza gelmedi. Helvayı yiyip bitirdikten sonra tepsiyi tanıdım. Kimseye göstermeden eşyalarımın arasına koydum... Bunun Mevlana'nın bir kerameti olduğunu anlayınca, ona olan sevgileri daha da arttı. BÜYÜK SÖZÜ Mevlana’nın sevenlerinden biri ticaret için Mısır’a gitmeye hazırlanıyordu. Yakınları gitmemesi için ne kadar ısrar ettiyse de dinletemediler. Bunun üzerine akrabaları, durumu Mevlana’ya ilettiler. Mevlana da ‘Gitme!’ der. Fakat genç adam dinlemeyip gizlice yola çıkar. Gemiyle yolculuk ederken, bir küffar gemisi adamın bindiği gemiye saldırdı. Pek 47 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN çok yolcuyla birlikte bu genci de esir aldılar. Ülkelerine götürüp çeşitli işlerde çalıştırdılar. Genç adam başına gelen felaketin sebebinin; Allah-ü Teala’nın sevdiği bir kulunun sözünü dinlememekten olduğunu anlar. Yaptığına pişman olarak tövbe eder. Bir süre sonra rüyasında Mevlana’yı gördü. Mevlana: - Yarın sana bazı şeyler soracaklar. Ne sorarlarsa, biliyorum de! Sonra da bir hastalığın ilacını tarif etti. Adam sabah uyandığında içi sevinçle doldu. Sabahleyin yanına gelenler: - Hastalıklar hakkında bilgin var mıdır? Genç adam: - Vardır! Adamlar genci aldıkları gibi oraların hükümdarına götürdüler. Hekimlerin, derdine derman bulamadığı hükümdar çok hastadır. Esir genç, hasta hükümdarı görünce; oradakilere hemen bazı otlardan getirmelerini söyler. Tez zamanda otları bulup getirdiler. Esir genç, hepsini iyice kaynatıp macun haline getirdi ve hükümdara yedirdi. Allah’ın izniyle hasta bir anda toparlandı. Hükümdar genç adama: - Bir dileğin varsa söyle, borçlu kalmak istemem sana! Genç adam: - Ben ailemden ve hocamdan izinsiz para kazanmak için evden çıktım. Yolda esir düştüm ve buralara getirdiler. Başıma gelen bu belanın sebebini anlayınca çok tövbe ettim ve hocam Mevlana’dan af diledim. Gece Mevlana hazretleri, bu yaptığım ilacı bana tarif etti. Hükümdar esir genci azat etti. Birçok ihsanda bulundu memleketine geri gönderdi. Mevlana’ya da hediyeler gönderdi. AKSİLİK Bir gün Konya’da büyükçe bir cemaat toplanmıştı. Okumuş yazmış bir kişi meydan okurcasına çevresindekilere: - Mevlana bu gün mecliste ne söylerse aksini iddia edeceğim, görelim bakalım ne yapacak? Oradakilerin ricalarına rağmen, niyetinde ısrar etti. Mevlana bu sırada kapıdan içeri girip sohbetine başladı: - Ey dostum! Bana istediğin kadar karşı çıkabalirsin, ters cevap verebilirsin: La ilahe illallah Muhammedün Resulullah, diyorum!.. 48 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Umduğunu bulamayan adam hiçbir şey söyleyemediği gibi bir de mahcup olmuştu. Kibirli davranışından dolayı orada pişman olup tövbe etti. SULTAN RÜKNEDDİN Selçuklu sultanı Rükneddin’in eşi anlatıyor: - Günlerden bir gün Mevlana ansızın ortamızda peyda oldu. ‘Çabuk bu evi boşaltın, hemen dışarı çıkın!’ dedi. Biz de dediğini yaptık. Daha evden çıkar çıkmaz ev çöküverdi. Kimsenin burnu bile kanamadan bu felaketten kurtulmuştuk. Bu kerametin bir karşılığı olarak kocam Rükneddin; Mevlana’nın medresesinde okuyan talebelere bin altın dağıttı. Sultan Rükneddin’i çekemeyen bir kısım beyler, onu Aksaray’a davet eder. Mevlana ‘Gitme!’ dediyse de ikinci kez davet edilince Mevlana’ya danışmadan gider. Maalesef, Aksaray’da şehit edilir. DERGAH İmam İhtiyarüddin anlatıyor: - Bir gün Mevlana ile birlikte oğlu Hüsameddin Çelebi’nin bahçesine gidiyorduk. Bendeniz, Mevlana'nın ardı sıra ağır ağır ilerlerken onun bir arşın kadar havalanmış olarak gittiğini gördüm. Gördüğüme inanamadım ve şoka girdim. Kendime geldiğimde baktım ki Mevlana gitmiş. Koşarak kendisine yetiştim. Bana dönerek; - İnsanoğlu bir kuştan daha mı acizdir ki havalanmasına hayret ediyorsun, dedi. Bahçeye vardıktan sonra sohbet sırasında Mevlana, Hüsameddin Çelebiye hitaben: - Şeyh Ziyaeddin dergahının senin olmasını ister misin, diye sordu. Hüsameddin Çelebi: - Başkalarının makamında gözümüz yoktur efendim!.. Mevlana: - Dediğin gibi olsun ama benim içimden öyle geçti… Öbür gün, şehirden gelenler; dergahta Şeyh Ziyaeddin’in ölmüş olduğu haberini getirdiler. Birkaç gün sonra da Hüsameddin Çelebi, Şeyh Ziyaeddin’in dergahına müderris tayin edildi. TEVAZU 49 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Mevlana, Müslüman olsun olmasın herkese karşı güleryüzlü ve iyi niyetli olduğu için ünü her yere yayılmıştır. Bir zamanlar, İstanbul’da yaşayan büyük bir papaz, ününü duyduğu Mevlana’yı görmek ister. İstanbul’dan kalkıp Konya’ya kadar gelir. Konya’da yaşayan Hristiyan cemaati onu karşılar. Sokakta yürürken Mevlana’ya rastladılar. Papaz hemen Mevlana’ya hürmet gösterdi ve saygıyla önünde eğildi. Mevlana da Papaza hürmet gösterdi ve papazdan daha fazla eğilerek karşılık verdi. Papaz ve çevresindeki cemaat, Mevlana’nın güzel ahlakı ve olgunluğu karşısında Kelime-i şehadet getirip müslüman oldular. Mevlana, oğlu Sultan Veled’e şöyle öğüt verir: - Evladım; eğer cennete gitmek istersen; herkesle iyi geçin, hiç kimseye kin tutma. Herkese karşı mütevazi ol. Çünkü tevazu sahibi olmak asıl sultanlıktır. NEFİS Mevlana’nın oğlu Sultan Veled anlatıyor: - Ben beş yaşında iken babamın talebelerine şöyle dediğini duydum: ‘Yedi yaşımdayken nefsim bütünüyle ruhuma tabi oldu. Nefsani arzularımdan kurtuldum.’ Orada bulunan talebelerden biri; - Hocam, bizler sizi devamlı nefsinizle mücadele halinde görüyoruz. Bu sözünüzün hikmeti nedir? dedi. Mevlana: - Nefis, mahlukların içinde en ahmak olanıdır. Hep kendi zararına olan şeyleri ister. Onun yakasını bırakmaya gelmez. En büyük düşman nefistir. Büyüklerimiz, ölünceye kadar nefisle mücadele etmiştir. Biz de öyle yapıyoruz! ALTINLAR Konyalı Muînüddin Pervane, şehrin ileri gelenlerini yemeğe davet etmişti. Gelenler arasında Mevlana da vardı. Misafirlere yemek ikram edildi. Ev sahibi yaranmış olmak için Mevlana’nın yemeğini altın bir tabak içinde sundu. Pilavın altına da bir kese altın koymuştu. Mevlana, tabağı görür görmez yüz çevirdi ve yemeğe elini uzatmadı. Ev sahibi; - Helal lokmadır efendim, lütfen yiyiniz! diye ısrar etti. Mevlana: - Altın tabak içine altın kesesi saklayarak bizi imtihan mı ediyorsun? Hem de yememiz için ısrar ediyorsun, bu size yakışır mı! 50 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Bu sözleri duyan ev sahibi çok mahcup oldu ve Mevlana’dan kendisini talebeliğe kabul etmesini rica etti. Mevlana’nın önde gelen talebelerinden biri oldu. AZİM Emir Ahmet anlatıyor: - Mevlana’nın adını ve ününü duyunca ona bağlanıp kalmıştım. Annem ve babam memleketim Diyarbakır'dan kalkıp Konya’ya gitme arzuma müsade etmiyorlardı. Her geçen gün ona olan kavuşma isteğim artıyordu fakat gidecek yolum yoktu. Bir gece kalkıp iki rekat namaz kıldım ve Cenab-ı Allah’a yalvardım. En’âm suresini okuyup yattım. Düşümde Mevlana Celaleddin-i Rumi’yi gördüm. Yüzü önceden bana anlatılanlara aynen uyuyordu. Bizim eve gelmişti. Eline aldığı bir makasla alın tarafından bir tutam saçımı kesti. ‘Bu delikanlı, Mesnevi alimi olacak!’ dedi. Uyandığımda, makas ve saçlarım yastığımın üzerinde duruyordu. Bu rüyamı ebeveynime anlatınca onlar da izin verdiler. Tez zamanda Konya’ya gittim ve Mevlana’nın talebesi oldum. Bana Mesnevi üzerinde çalışmamı emretti. Kısa bir sürede, Mesnevi hakkında sorulan soruları cevaplayabilecek bir seviyeye ulaştım. KAYIP Muhammed adlı bir hafız anlatıyor: - Hacca ibadetimizi yerine getirdikten sonra Konya’ya geri dönmüştük. Hacda arkadaşlık yaptığımız bir delikanlı; beni ve diğer arkadaşlarımızı zaman zaman Mevlana’nın meclisine götürüyor, onun sohbetlerine katılmaya davet ediyordu. Birgün ona bu ısrarlı tutumunun sebebini sorduk. Kendisi: - Hacca giderken bir konakta uyuya kalmışım. Uyandığımda kervanın beni bırakıp gittiğini gördüm. Paniğe kapıldım ve tahmini bir yol tutup koşmaya başladım. Bir süre ilerledikten sonra çölün ortasında kalakaldım. Uzaktan, çadıra benzettiğim bir şekil görünce o yöne doğru yürüdüm. Çadıra ulaştığımda, içinde heybetli bir kişinin helva pişirmekte olduğunu gördüm. Başıma gelenleri ona anlattım. Adam: - Bu helvayı Bilginler Sultanı’nın oğlu Mevlânâ için pişiriyorum. Her gün buradan gelir geçer. Birazdan burda olur, dedi. Gerçekten biraz sonra Mevlana göründü. Adamın 51 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN ikram ettiği helvadan bir miktar yediği gibi bana da verdi. Durumumu Mevlana’ya da anlatınca bana tebessüm ederek; - Endişelenme, yalnız gözlerini yum ve biraz sonra aç! dedi. Ben de gözlerimi kapadım ve açtığımda kendimi kervanın arkasında buldum. İşte benim Mevlana hazretlerini çok sevmemin ve arkadaşlarıma onun sohbetlerini tavsiye etmemin sebebi budur. PAPAZ Sevenlerinden biri, ticaret amacıyla İstanbul'a gitmek için Mevlana’dan izin ister. Mevlana: - Güle güle gidiniz. İstanbul’da şu adreste bir kilise vardır. O kilisenin papazına selamımı söyle, olur mu? Tüccar: - Başüstüne! diyerek yola çıkar. İstanbul’da alışverişini bitirdikten sonra Mevlana’nın tarif ettiği adrese gitti. Kilisenin papazına Mevlana’nın selamını söyledi. O sırada, Mevlana’nın kendilerini seyreden silueti yanlarında belirir. Tüccar şaşkınlıktan oracıkta düşüp bayıldı. Kendisine geldiğinde karşısında yalnızca papaz vardı. Ayrılmak için müsaade isteyince Papaz Efendi: - Benden de Mevlana’ya selam söyleyiniz, dedi. Tüccar uzun bir yolculuktan sonra Konya’ya ulaşınca hemen Mevlana'nın huzuruna vardı. İstanbul’daki papazın da kendisine selamı olduğunu söyledi. Bu sırada diz çökmüş bir şekilde, papazın silueti Mevlana'nın önünde belirir. Tüccar yine hayretler içersinde yere yığılır. Tüccar kendine gelince Mevlana: - Ey tüccar! Bu gördüklerini, benim sağlığımda kimseye söyleme, dedi. O günden sonra tüccar, bütün mal varlığını İslamiyet’in yayılması için harcadı. Dünya ve ahiret saadetine kavuşmak için Mevlana’nın talebesi oldu. ATEŞ Deyr-i Eflatun kilisesinde bir rahip vardı. Cübbesini giymiş olduğu halde kilisenin önünde bekler; gelen cemaate İslamiyeti anlatırdı. Kendisinin Mevlana hazretlerine ve talebelerine karşı da büyük bir muhabbeti vardı. Bir gün ona; bir İslam bilgini olan Mevlana’ya duyduğu alakanın sebebini sordular. O da Mevlana’nın birçok kerametini gördüğünü söyler ve birini anlatmaya başlar: 52 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN - Bir gün kırk rahip bir araya geldik ve Mevlana'ya bir soru sormak üzere yola çıktık. Kendisiyle bir fırının önünde karşılaştık. İçimizden biri sordu: - Kuran-ı Kerim’in Meryem suresinde, 71. ayette; ‘İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere, mutlaka Cehennem'e varacaktır. Bu Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.’ buyruluyor. Müslüman olsun kafir olsun; herkesin cehennemden geçeceği bildiriliyor. O zaman İslamiyet’in ne üstünlüğü var ki? Mevlana: - Doğrudur, herkes cehennemi görecektir. Müminler cehenneme uğradığında ateş onları yakmayacaktır. Bir de cehennem; ‘Ey mümin! Çabuk geç, nurun ateşimi söndürüyor!’ diye seslenecektir. Ama aynı ateş; Cenab-ı Allah’ın iradesiyle kafirleri yakacaktır. İsterseniz size bunun nasıl olacağını göstereyim. Rahip sonra şöyle devam etti: - Bizden, üstümüzdeki cübbeleri çıkarmamızı istedi. Biz de çıkarıp kendisine verdik. O da cübbesini çıkarıp, içine bizimkileri sardı ve oradaki fırının içine attı. Birazdan fırını açarak alevlerin içinden cübbesini alıp önümüze koydu. Herhangi bir yanık belirtisi yoktu ama cübbesini açtığında, bizim cübbelerimizin yanıp kül olduğunu gördük. Mevlana bize dönerek; - Evet rahip efendiler! Gördüğünüz gibi ateşe biz başka siz başka uğruyorsunuz, dedi. İşte o gün hepimiz Kelime-i şehadet getirip Müslüman olduk. İslamiyet’in yayılması ve Hristiyanların hak yola gelmesi için çalışacağımıza söz verdik. HIRS Kadı Siraceddin adındaki bir hoca, talebelerine; - Bir gün Mevlana’nın meclisine gidelim ve onu soru yağmuruna tutalım. Öyle sorular hazırlıyıp soralım ki hiç birisine cevap veremesin! der. Sonra da kendisi ve talebeleri soru hazırlamaya girişir. Bir ara Kadı Siraceddin’in yanı başında Mevlana’nın silueti belirir. Kadı Siraceddin hayretle ona bakınca siluet ortadan kayboldu. Kadı, talebelerine; - Mevlana şimdi buradaydı, dedi. Talebeler hep bir ağızdan; - Biz görmedik efendim!? diye cevap verdiler. 53 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Kadı Siraceddin şaşırır kalır bu işe. Bir süre sonra Mevlana’nın silueti tekrar yanı başında belirdi. Bu kez onu talebeler de gördü. Mevlana; ‘Selamünaleyküm!’ deyip oradan ayrıldı. Namaz vakti gelince Kadı Siraceddin ve talebeleri namaz kılmak için salona girdiklerinde duvarlarda birtakım yazılar gördüler. Yakından bakınca; Mevlana’ya sormak için hazırladıkları soruların cevaplarının teker teker yazılmış olduğunu gördüler. Kadı ve talebeleri, hayretten dona kaldılar. Böyle büyük bir alime karşı hırslandıkları için çok pişman oldular. Hep birlikte gidip Mevlana’nın talebeleri arasına katıldılar. BARIŞ Bir gün Mevlana’nın huzuruna, birbirine küsmüş iki adam getirdiler. Mevlana onlara barışmalarını öğütleyerek sözüne devam etti: - Cenab-ı Allah bazı insanları su gibi mütevazi, her zaman aşağıya doğru akıcı; bazı insanları da taş, toprak gibi sert mizaçlı yarattı. Su; toprağa karışıraşarak bitkilerin büyümesini, canlıların hayatının devamını sağlar. Suyla ruha ve bedenlere gıda sağlanmış olur. Su toprağa katılmazsa topraktan ve sudan istifade etmek zorlaşır. Ey Nureddin, bu arkadaşını toprak gibi düşün; o yerinden kalkıp barışmazsa, sen su gibi tevazu gösterip ona sarıl. Biliniz ki dargın kişilerden hangisi daha önce barışmaya yanaşırsa, cennete ötekinden önce girecek ve daha çok sevap kazanacaktır. Bu sözleri dinleyen adamlar hemen barıştılar. İYİLİK HAKKINDA Mevlana iyilik yaparken Allah rızasını gözeterek yapmak gerektiğini şöyle bir örnekle anlatmıştır: - Nişaburlu bir talebe ile bir tüccar yolculuk etmektedirler. Talebe fakir olduğu için ayağında doğru dürüst bir ayakkabısı yoktu. Bu durumu gören tüccar da ona bir çift ayakkabı verdi. Yol boyunca tüccar, ikide birde; - Ey talebe! Yürürken önüne bak, yoldaki taşlara dikkat et, ayaklarını sürümeden yürü, deyip durmuş. Bu tembihlerden bıkıp usanan talebe dayanamayıp ayakkabıları çıkarır ve tüccarın önüne bırakıp; - Ben yıllardır yalın ayak seyahat ederim, kimse bana karışmıyordu. Bu vakitten sonra da bir çift ayakkabıya kul olamam! der. GÖREV 54 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Dönemin devlet memurlarından biri zaman zaman Mevlana hazretlerini ziyaret eder; vazifesinden ayrılıp devamlı onun hizmetine bulunmak isteğinden söz ederdi. Mevlana hazretleri de ona vazifesini bırakmamasını söyler, nasihatlerde bulunurdu. Bir gün o devlet adamına şöyle bir menkıbe anlattı: - Harun Reşid zamanında bir Subaşı vardı. Hızır aleyhisselam ile her gün görüşüp sohbet ederdi. Günlerden bir gün Subaşı görevinden istifa ederek kendisini ibadete adayıp insanlardan ayrı yaşamaya, kimseyle görüşmeyip tek başına ibadetlere daldı. Fakat ondan sonra Hızır aleyhisselam da kendisini ziyaret etmez oldu. Subaşı buna çok üzüldü ve her gün Cenab-ı Allah’a yakarıp gözyaşı döktü, tövbe istiğfar etti. Bir gece rüyasında Hızır aleyhisselamı görününce; - Ey dostum! Ben seninle devamlı sohbet edebilmek için görevimden istifa ettim, inzivaya çekilip, yalnız başıma ibadet etmeye başladım. Böylece seninle daha fazla görüşürüm sandım. Ama tam tersi oldu ve seninle hiç görüşemedik. Bunun hikmeti nedir? Yoksa bir kusur mu işledim? diye yalvardı. Subaşı’nın bu haline acıyan Hızır aleyhisselam; - Ey dost! Benim seninle sohbet etmemin sebebi; senin yaptığın ibadetler değildi. Senin çalıştığın önemli görevinle, müslümanların işlerini adaletle yaptığın için gelip sohbet ediyordum. Ama sen bu mühim görevi bırakarak Müslümanlara hizmeti terkettin. Üstelik onları hiç de adil davranmayan birine bırakmış oldun. Yalnızca kendi huzurun için inzivaya çekildin. Kendi menfaatini müslümanlara tercih ettin. Şimdi senin yerine bakan şahıs, Müslümanlara gayri meşru işlerle zulüm etmektedir. Şunu bil ki senin kişisel menfaatin, müslümanların umumi menfaatlerinden yüksek değildir. Bir köşeye çekilip abdest almak, namaz kılıp oruç tutmak herkesin harcı. Fakat Müslümanlara hizmet etmeyi herkes başaramaz. Bu yüzden artık senin yanına gelmiyorum, dedi. Subaşı Hızır aleyhisselamın sözlerini dinleyince; istifa etmekle büyük bir hata yaptığını anladı. Sabahleyin hemen halifenin huzuruna varıp, eski görevini yeniden istedi. Harun Reşid onu anlayışla karşıladı ve tekrar eski görevine tayin etti. Mevlana: - İşte bu Subaşının görevi gibi senin işin de önemlidir. Bundan dolayıdır ki benim yanıma gelmenden çok, görevini sürdürmen daha iyidir. İNCİR Mevlana’ya talebelerinden biri incir getirmişti. Mevlana ikram edilen inciri alarak; 55 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN - İncirler çok güzelmiş ama kemiği var deyip yere bıraktı. Talebe; ‘İncirin kemiği nasıl olur ki?’ diyerekten şaştı ve incirleri alıp gitti. Bir süre sonra bir sepet incirle tekrar geldi ve incirleri Mevlana’ya ikram etti. Mevlana bir tanesini alıp yedikten sonra; - Bu incirde hiç kemik hiç yokmuş! der ve kalan incirlerin orada bulunanlara dağıtılmasını söyler. Oradakiler bu duruma şaşırıp kaldı. Talebe dışarı çıktığında çevresindekiler ona inciri nereden topladığını sordular. Talebe: - Bir dostumun bağına uğradım ama bahçıvanı bulamadım. İzin almadan bir sepet incir toplayıp Mevlana hazretlerine getirdim. Fakat niyetim; bahçıvanı gördüğüm zaman incirlerin bedelini ödemekti. Mevlana bunu anladı ve inciri yemedi. Galiba kemikli incir dediği oydu. Bu sefer hemen o dostumun bağına gittim ve ondan incirleri satın alıp bedelini ödedim. Arkadaşım da razı oldu. İşte bu yüzden Mevlana da ikramımı kabul etti. AKREP VE KAPLUMBAĞA Mevlana hazretleri , kötü huylu kimselerle ilgili şu hikayeyi anlatıyor: Bir gün akrebin biri nehir kıyısında dolaşıyordu. Oralardan geçen bir kaplumbağa akrebin yanına gelip; - Burada ne yapıyorsun, diye sordu. Akrep: - Ben nehrin karşısına geçmek için bir çare arıyorum. Çünkü bütün yavrularım ırmağın karşı kıyısında! Kaplumbağa da çok yumuşak huylu ve iyiliksever olduğu için akrebe yardım etmek istedi. Onu sırtına alarak nehirde yüzmeye başladı. Suyun ortasına geliklerinde akrebin canı kaplumbağayı sokmak istedi. Kaplumbağanın sırtına iğnesini dokundurmaya başladı. Kaplumbağa: - Sen ne yapıyorsun? Akrep: - Marifetimi gösteriyorum. Sen bana yardım ettin, ben de sana iğnemi sokuyorum. Benim sana verebileceğim karşılık ancak budur! Bunun üzerine kaplumbağa hemen suya daldı ve akrep de suya kapılarak boğulup gitti… Daha sonra Mevlana şu beyitleri okudu: Cahil, yakınlık gösterse de sonunda seni incitir. 56 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN Ahmağın sevgisi, ayının sevgisine benzer; onun kini sevgi, sevgisi kindir. Haydi kötü nefsi öldürün! Bu konuda gevşeklik göstermeyin. Onu diri bırakmayın, çünkü o akreptir! BEKLEMEK Selçuklu veziri Muinüddin Pervâne bir gün Mevlana hazretlerini ziyarete geldi. Fakat Mevlana onu karşılamaya çıkmadığı için kapıda beklemeye başladı. Daha sonra Mevlana’nın oğlu Sultan Veled, babası adına vezire mazeret bildirdi: - Efendim, babam diyor ki ‘Çoğu zaman benim Tanrı ile hallerim olur. Vezirler veya dostlar beni her zaman göremezler. Onlar kendi işleri ile meşgul olsunlar. Biz gider kendilerini buluruz.’ diyor. Vezir bu sözler üzerine başını iki elinin arasına alıp düşüncelere daldı. Bu sırada Mevlana çıkıp geldi. Vezir hemen ayağa kalkarak; - Efendim, niçin bize geç görünürsünüz? Mevlana hiç ses çıkarmadı. Vezir: - Düşündüm de sanki bana; ey Pervâne, muhtaç bir kimsenin beklemesi büyük zahmettir. Bunu bil ve hiç kimseyi kapıda bekletme! demek istediniz. Mevlana gülümseyerek; - İyi düşünmüşsün ama eskiden beri adettir; birinin kapısına kılıksız bir dilenci gelse onu fazla görmemek ve sesini duymamak için eline bir şeyler tutuşturulup yolcu edilir. Lakin iyi huylu, hoş biri geldiğinde; ‘Ekmek pişinceye kadar biraz bekle!’ derler. Bizim de geç gelişimizin sebebi; sizin muhabbetinizin ve sesinizin bize hoş gelmesiden ve bunları daha çok işitmek isteyişimizdendir. Vezir bu sözler üzerine sevildiğini anlayıp rahatladı. VERMEK Bir gün Mevlana, talebelerine başkalarından bir şey istemeyi yasak ediyordu: - Başkalarına el açıp bir şeyler isteyen, bizim talebemiz değildir. Dünyada ve ahirette ona yüz vermeyiz ve uzak dururuz. El açıp istemek bizim yolumuzda yoktur. Biz talebelerimize; her 57 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN zaman vermeyi, ikramda bulunmayı, herkese karşı mütevazi olmayı, tatlı sözlü ve güler yüzlü olmayı tavsiye ediyoruz. KUL HAKKI Mevlana 1273 yılında hasta düştü. Hastalığında başkalarına olan borçlarını gönderir. Bazıları; - Biz helal ettik, kalsın! dedilerse de tekrar gönderip almalarını istedi. Sonra da kendi kendine; - Elhamdülillah, bu tehlikeden kurtulduk! diyerek kul hakkının önemine dikkat çekmiştir. FERYAT Mevlana hazretleri vefat edeceği sıralar medresede bulunan bir kedi feryat figan etmeye başlar. Kedinin feryadını yattığı yerden işiten Mevlana; - Bu kedicik niçin feryat ediyor biliyor musunuz; bu günlerde siz gerçek aleme, asıl vatana göçeceksiniz. Biz çaresizleri buralarda yetim bırakacaksınız. Bizim halimiz nice olacak? diyor. VASİYET Ölüm döşeğindeki Mevlana’ya talebeleri sordu: - Efendim, sizden sonra kime tabi olalım? Yerinize kimi bırakacaksınız? diye sordular. Mevlana: - Hüsameddin Çelebi’ye tabi olunuz, yerime onu vekil bırakıyorum! Orada bulunanlar bu soruyu üç kere sordular, üçünde de aynı cevabı aldılar. Sonra da; - Cenaze namazını kim kıldırsın? diye sordular. Mevlana’nın cevabı; - Hocam Sadreddin Konevi kıldırsın, oldu. HELAL Mevlana her haliyle insanları doğru yola teşvik eder; vaaz ve öğütleriyle hasta kalplere şifa olan sözler söylerdi. Yine bir gün talebelerine; - Dostlarım; sevgili Peygamberimizin gittiği yoldan yürüyüp ehl-i sünnet yolunu ihya etmeliyiz. Cenab-ı Allah’ın sevdiği amellerle, helal yollardan çocuklarımızın rızkını 58 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN kazanarak, hayırlı kullar zümresine dahil olmak lazımdır. Her zaman helalinden istemeli, helal yiyip helal içmeli ve helalinden giymek lazımdır. Sözlerimiz, dinlediklerimiz, düşündüklerimiz hep helal olmalı. Her hareketimizi Peygamberimizin hal ve hareketlerine uydurmalıyız. Herkes bir sanata sahip olmalı ve din ilimlerini öğrenmelidir. Bunu sizlerden özellikle istiyorum. Edebe uymayanlar ve ehl-i sünnet yoluna karşı çıkanlar; kıyamet günü bizi göremeyeceklerdir diye nasihatte bulundu. DEPREM Mevlana hasta olduğu sıralar yedi gün boyunca çok şiddetli depremler olur. Birçok evin duvarları yıkılır. İnsanlar bu depremlerden korkup feryat figan etmeye başlar. Bunun üzerine Mevlana hazretleri şöyle buyurdu: - Evet, zavallı toprak yağlı bir lokma istiyor; onu vermek lazımdır! Ben sizlere; gizliden ve açıktan Allah-ü Teala’dan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, günahlardan sakınmayı, oruca, namaza devam etmeyi, daima şehvetten kaçınmayı, halkın eziyetine ve cefasına sabretmeyi, aşağı kimselerle düşüp kalkmaktan uzak durmayı, olgun kimselerle dost olmanızı vasiyet ediyorum. Çünkü insanların en hayırlısı, başka insanlara faydalı olandır. Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır. Hamd, yalnızca alemlerin Rabbinedir. ÖĞÜTLER Mevlana hazretleri buyuruyor: Peygamber sünnetine aynen uymak lazımdır. Helal kazanıp helalinden yemeli, giyinmeli, çalışmalıdır. Her hareketimizi Peygamber efendimize uydurmalıyız. Dargın kimseler barışmalıdır; önce davranan cennete önden girer. Yalnız başına kalınca da günahtan sakınmalıdır. Nefsimizi yenmek için onu rahatsız etmelidir. İstediği şeyleri vermemeliyiz. En güçlü araçlarımız; gündüzleri oruç tutmak, geceleri ise az uyuyup namaz kılmaktır. Kibirli ve gururlu olmayınız, nefsinizle mücadele ediniz. Peygamberimiz hep sabretmiş, zenginlik istememiş, arpa ekmeğini bile doyuncaya kadar yememiştir. 59 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN MİSAFİR Hüsameddin Çelebi anlatıyor: - Mevlana hazretlerinin bu alemdeki son günüydü. Mevlana’nın bulunduğu odada aniden babayiğit bir delikanlının siluetinin belirdiğini gördüm. Mevlana yatağından kalkıp bu delikanlıyı karşıladı ve bana hitaben; - Bu döşeği kaldırın, dedi. Çok hasta olmasına rağmen hocamızın bu harekti beni o kadar şaşırttı ki! O delikanlıya sordum: - Siz de kimsiniz, hocam hasta yatağından kalkıp böyle sizi karşılıyor? Delikanlı: - Ben Azrail’im; Allah’ın emrini yerine getirmek, Mevlana’yı öbür aleme davet etmek için buraya geldim! Mevlana: - Cenab-ı Allah beni kendi huzuruna davet ediyor, artık gitmek zamanıdır. Ey Azrail, çabuk ol! Tez beni Rabbime ulaştır dedikten sonra Kelime-i şehadet getirdi. 17 Aralık 1273 Pazar günü ikindi vaktinde hayata veda etti. HEYECAN Şerafeddin-i Kayseri anlatıyor: - Mevlana’nın cenaze namazını kıldırmak için ilerleyen hocası Sadreddin-i Konevi’ye aniden bir hıçkırık geldi ve kendinden geçti. Bir müddet sonra da kendine gelip namazı kıldırdı. Daha sonra, talebelerin bazıları; - Efendim, cenaze namazını kıldıracağınız zaman, üzerinizde daha önce hiç görmediğimiz bir hal vardı. Oradaki halinizin hikmeti nedir? diye sordular. Sadreddin-i Konevi: - Namazı kıldırmak için ilerlediğim zaman meydanda; meleklerin Peygamber efendimizin arkasında saf tutmuş oldukları halde cenaze namazını kıldıklarını gördüm. Gökteki meleklerin hepsi mavi elbiseler giymiş ağlıyorlardı. GÜNEŞ Büyük küçük bütün insanlar başlarını açmışlardı. Kadınlar ve çocuklar da oradaydılar. Büyük kıyamete benzer bir kıyamet kopmuş gibi herkes ağlıyordu. Erkekler feryat ederek, 60 Yayına Hazırlayan: Mesut ALTUN elbiselerini yırtarak yürüyorlardı. Hristiyanlardan, Yahudilerden, Araplardan ve Türklerden bütün insanlar, din ve devlet sahipleri cenazede hazır bulunuyorlardı. Her biri, kendi adetlerine göre kitapları ellerinde gidiyorlardı. Zebur’dan, Tevrat’tan, İncil’den ayetler okuyorlar ve hepsi de feryat ediyorlardı. Müslümanlar, sopa ve kılıçla onları uzaklaştırmak istiyor ama bu cemaat hiç çekinmiyordu. Sonunda kalabalık içinde bir dalgalanma yaşandı ve durum Sultan’a kadar ulaştı. Bunun üzerine Sultan, papazları ve kilise büyüklerini çağırtıp onlara; - Bu din bilgini bizim imamımızdır, bu törenin sizinle ne ilgisi var? diye sordu. Onlar da: -Bizler, Musa, İsa ve bütün peygamberler hakkındaki bilgileri onun açık sözlerinden öğrendik. Kendi kitaplarımızda okuduğumuz olgun peygamberlerin hareketlerini de onda gördük. Siz Müslümanlar, nasıl Mevlana’yı zamanının Ahmed’i olarak biliyorsanız, biz de onu zamanın Musa’sı ve İsa’sı olarak biliyoruz. Siz nasıl onun seveniyseniz, biz de onun talebesiyiz. Kendisi de şöyle buyurmuştur: ‘Yetmiş iki millet sırrını bizden dinler. Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir neyiz.’ Mevlana hazretlerinin zatı, insanlar üzerinde parlayan bir hakikatler güneşidir. Güneşi, bütün dünya sever. Bütün evler onun nuruyla aydınlanır, dediler. SON KAYNAK: • Mevlana Celaleddin-i RUMİ; ‘Mesnevi’ 61
© Copyright 2024 Paperzz