Acıgöl’de bir endemik Fotoğraf: Baran Yoğurtçuoğlu Acıgöl Röportaj: Umut Uyan, Akdeniz Koruma Derneği Geride bıraktığımız 2 Şubat “Dünya Sulak Alanlar Günü” vesilesiyle, bu sayımızda Hacettepe Üniversitesi’nden Araş. Gör. Baran Yoğurtçuoğlu ile bir söyleşi yaptık. Baran Yoğurtçuoğlu, Türkiye’nin çeşitli sulak alanlarında, özellikle endemik balıkların yaşam döngüleri, popülasyon yapıları, ekolojileri ve korunmalarıyla ilgili çalışmalar yapmış bir isim. Kendisi bize, Türkiye’deki Sulak Alanlarının durumunu ve hali hazırda yürüttüğü projelerini anlattı. “Sulak Alan” nedir? Neresidir? Ramsar Sözleşmesi kapsamında yapılan tanıma göre sulak alanlar, doğal ya da yapay, sürekli ya da mevsimsel, tatlı, acı ya da tuzlu, durgun ya da akan ve derinliği 6 metreyi geçmeyen su kütleleridir. Tabi bu tanım içerisine göl, bataklık ve turbalıklardan tutun da akarsu deltaları ve kıyı lagünleri gibi pek çok sistem giriyor. Ancak bu tanıma göre sulak alanın sadece suyun kendisi olduğu izlenimi uyanıyor. Hâlbuki bir sulak alan, onu besleyen veya ondan beslendiği yeraltı suyu, etkileşim halindeki toprağı ve bitki örtüsünden tutun da içerdiği mikroflorayı bile kapsayan çok daha karmaşık bir sistem. Bu kadar geniş kapsamlı tanıma sahip sistemlerin yaşamsal önemi de oldukça önemli olmalı? Sulak alanlar öncelikle yeryüzünün en zengin ve tropikal ormanlardan sonra en üretken sistemler. Sundukları hizmetler de aslında saymakla bitmez. Örneğin; aşırı yağışlarda sel sularının depolanması ile taşkın kontrolünde, kirlenmemiş oldukları takdirde içme suyu sağlanmasında, yeraltı sularının beslenmesinde, bulundukları bölgelerde yağış ve nem oranı gibi yerel iklimsel öğeleri etkilemesinde olukça önemliler. Bunun yanı sıra, tarım, hayvancılık, balıkçılık, turizm ve rekreasyon alanlarında da büyük öneme sahipler. “Sulak alanlar öncelikle yeryüzünün en zengin ve tropikal ormanlardan sonra en üretken sistemler.” Baran Yoğurtçuoğlu, Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nde doktora yapıyor Zenginlik derken… Fotoğraf: Fotoğraf: Baran Yoğurtçuoğlu Acıgöl Zenginlik derken biyolojik zenginliği kastettim. Tabi zenginlik denilince, ne yazık ki insanların aklına petrol, kömür, madenler ve ormanlar gibi sadece doğrudan kullanılabilen veya sömürülebilen kaynaklar geliyor. Ancak artık değişen dünya koşullarında birçok ülke içme suyunu ve biyolojik zenginliği haklı olarak bu değerlerden de önemli bir noktaya koyuyor. Şimdi sulak alan ölçeğinde bakalım; sulak alanlar dünyadaki tüm türlerin %40’ını barındırıyor; yani en önemli genetik rezervuar konumundalar. İçme suyunun ise neredeyse tamamını barındırıyorlar. “Sulak alanlar dünyadaki tüm türlerin %40’ını barındırıyor” Sulak alanlar konusunda ülkemizde durum nedir? Neler yapılması gerekir? Türkiye, yarı-kurak olarak tanımlanabilecek bir iklim kuşağında yer almasına rağmen sulak alanlar bakımından oldukça zengin bir ülke. Ancak demin de bahsettiğim gibi ne yazık ki sulak alanların değeri bugüne kadar çok iyi anlaşılmamış. Bunun en bilinen örneklerinden biri 70’lerde “kurutulan” Amik Gölü veya daha güncel bir örnek vermek gerekirse, kaybetmek üzere olduğumuz Sultan Sazlığı. Ancak yeni düzenlenen mevzuatlar ve Ramsar gibi sözleşmelerle alınan önlemlerle, halen bir umut olduğunu söyleyebiliriz. Tabi bunlar yeterli değil; çünkü sulak alanlar ile ilgili hazırlanan sözleşme veya yönetmelikler genelde kuş odaklı oluyor. Yani bir bölge kuşlar tarafından sıkça kullanılıyorsa, ya da çok fazla kuş türünü barındırıyorsa o zaman öncelikli konumda ele alınıyor, koruma ve izleme çalışmaları da bu kapsamda şekilleniyor. Hâlbuki asıl hassas olan gruplar balık ve amfibi gibi suya tamamen bağımlı, kaçıp kurtulma şansı olmayan gruplardır. Bununla birlikte, suyun kendisi de başlı başına bir uzmanlık alanı. Su olmazsa hayat da olmaz. Bu yüzden korunması planlanan ekosistemlerin sadece barındırdığı canlı türleri açısından değil, aynı zamanda kapsamlı bir hidrolojik ve hidroekolojik yaklaşımla da değerlendirilmesi gerekiyor. Sistemden çekilen su nereye gidiyor veya sisteme giren su nereden geliyor; sistem ne miktarda su kaybederse alanı ne kadar değişecek, kıyı çizgisi nasıl şekillenecek, yeraltı suyu bundan nasıl etkilenecek? Sulak alan koruma çalışmalarında bunların birçoğu ne yazık ki göz ardı edilen noktalar. Biraz da bize bu konuda yürüttüğünüz çalışmalardan kısaca bahsedebilir misiniz? Hali hazırda yürüttüğümüz bir proje aslında tam da bu anlattıklarımla örtüşüyor. Yaklaşık 6 aydır Türkiye’nin önemli sulak alanı konumundaki Acıgöl’de (Çardak) “kritik düzeyde tehlike altında” olan bir dişli sazancık (Aphanius transgrediens) türünün korunması ile ilgili bir proje yürütüyoruz. Projenizden önce bu balıklardan bahsedelim isterseniz. Caption describing picture or graphic. Aphanius cinsi çok özel bir gruptur. Anadolu’nun bilinen en eski ikincil tatlısu balıkları, yani denizden köken almış, daha sonra tatlı sulara giriş yapıp türleşmişler. Türkiye, bu cinsin dağılımı konusunda ayrıcalıklı bir noktada. Dünya üzerinde şimdiye kadar tanımlanan 26 türün 9’u Türkiye’de yaşıyor ve bu türlerin de 7 tanesi ülkemize endemik. Hatta endemik olan türlerin de 4’ü sadece bir gölde veya bir kaynak sisteminde yaşıyor. Küçük boylu balıklar ve özellikle üreme döneminde erkekleri oldukça parlak, renklere sahip oluyor. AKD Bülteni ● Şubat 2014, Sayı 2 ● www.akdenizkoruma.org.tr Projeye dönelim, nasıl başladınız? Benim asıl çalışma alanım Türkiye’deki dişli sazancık (Aphanius) türlerinin biyolojileri, ekolojileri ve korunmaları. Lisans dönemimde ve yüksek lisansta bu gruba ait bazı türleri hem akvaryum koşullarında hem de doğal popülasyonlarında çalıştım. Tabi bu süreç içerisinde Türkiye’deki neredeyse tüm Aphanius türlerini doğal ortamlarında gözlemleme fırsatım oldu ve fark ettim ki Acıgöl’ü besleyen kaynaklarda yaşayan Acıgöl dişli sazancığı (Aphanius transgrediens) tüm türler içerisinde en kritik konumda bulunanı. O kadar sınırlı bir dağılıma sahip ki, Acıgöl’ün güney kıyısında yaklaşık 2,5-3 km bir hat boyunca 20-25 küçük kaynak bulunmakta ve bu balık, dünya üzerinde sadece bu kaynakların 1-2 tanesinde yaşamakta. İşin korkutucu olan tarafı ise daha önceki kayıtların bu balıkların oradaki tüm kaynaklarda bolca bulunduğunu göstermesi. Nasıl bu kadar azalmışlar? Bizim ekip olarak belirleyebildiğimiz en önemli etken Acıgöl’e ne şekilde ve ne zaman girdiği belli olmayan istilacı özellikte yabancı Sivrisinek balığı (Gambusia holbrooki). Bu tür yine küçük bir balık, ancak ekosisteme ve özellikle Aphanius türlerine etkisi ne yazık ki çok büyük. Öncelikle agresif bir balık, bizzat akvaryum ortamında yaptığımız gözlemlerde, Aphanius bireylerinin kuyruklarına ve yüzgeçlerine saldırdığını gördük. Birçok çalışmada sivrisinek balıklarının Dişli sazancık yavrularını ve yumurtalarını yediği ve bu balıklarla hem besin hem de alan açısından rekabete girdiği saptanmış. Durum böyleyken acil bir önlem alma ihtiyacı duyduk ve İngiltere’de bulunan bir koruma vakfı olan Rufford Foundation’la iletişime geçtik. Yaklaşık 3-4 aylık bir değerlendirme sürecinden sonra proje önerimiz kabul edildi ve başladık. Projenizin kapsamı nedir tam olarak? Bu projenin aslında dört ayağı var. Bir yandan dişli sazancıklar ile sivrisinek balıklarının oradaki rekabetinin ortaya konması ki bu da benim şu an doktora çalışma konum. Bir yandan alanın hidrojeolojik özelliklerinin ortaya konması, bir yandan bu proje ile çevre bilincinin gelişmesine yönelik yöre halkıyla yapılan eğitim çalışmaları ve son olarak da Aphanius transgrediens’in popülasyon sayısının artırılması. Tüm bunlar için herhalde kalabalık bir ekip gerekiyor. Çok kalabalık sayılmayız aslında ama konusunun tam anlamıyla uzmanı bir ekip diyebilirim. Projemizin biyolojik ve ekolojik ayağının başında Hacettepe Üniversitesi Biyoloji bölümünden Prof. Dr. F. Güler Ekmekçi yer alıyor, kendisi benim de danışman hocam. Hidrojeoloji ayağında yine Hacettepe Üniversitesi Hidrojeoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Ekmekçi bulunuyor. Mehmet Hoca bu kapsamda sadece kaynaklardaki hidrolojik yapıyı değil, aynı zamanda gölün kuzey kıyısında bulunan soda işletmelerinin çevresel dinamiklerini de ortaya koyuyor. Düzce Üniversitesi Biyoloji Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Ş. Gülsün Kırankaya ve yine Hacettepe Üniversitesi’nden yüksek lisans öğrencisi Fatma Kübra Erbay da hem eğitim hem de arazi çalışmalarımıza destek veriyor. Bunun yanı sıra, alana en yakın yerleşim yeri olan Başmakçı Belediye Başkanlığı ve Kaymakamlığı’nın ve Hacettepe Üniversitesi Rektörü Murat Tuncer’in de projemize büyük katkıları var. “Dişli sazancığın dünyada yaşadığı tek yer Acıgöl’deki bu birkaç kaynak” Projenin hangi aşamadasınız? Kazanımlarınız neler oldu? Proje henüz tamamlanmasa da aslında önemli kazanımlarımız oldu tabi ki. Öncelikle alana artık tamamen hâkimiz diyebilirim. Hangi kaynakta hangi tür veya türler bulunuyor, Aphanius transgrediens ve Gambusia holbrooki’nin kaynaklardaki bollukları nedir, hangi kaynak veya kaynaklar koruma öncelikli amaç için kullanılabilir, hangi mevsimde sularda ne gibi değişimler oluyor, bunları artık az çok ortaya koymuş bulunuyoruz. Bunun yanı sıra, Başmakçı Kaymakamlığı ve Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü yardımıyla ilçede iki defa olmak üzere tüm ilköğretim öğrencilerine eğitim verdik ve bu esnada, çocukların biraz daha ilgisini çekmek amacıyla projeyi tanıtan baskılara sahip t.shirt dağıtımımız oldu. Yine Başmakçı Kaymakamlığı’nın yardımları ile bir pilot çalışma gerçekleştirdik, bu çalışmada da Gambusia’nın olmadığı bir noktaya Aphanius bireyleri bırakarak burada üremelerini sağlamaya çalışıyoruz. Fotoğraf: Umut Uyan Acıgöl’de çalışmaları küçük ama yetkin bir ekip yürütüyor Umut Uyan Akdeniz Koruma Derneği Peki son olarak düşünüyorsunuz? söylemek istediğiniz bir şey var mı? İleride neler yapmayı Konuşmam sırasında da belirttiğim gibi, sulak alanlar hem başlı başına su kaynağı olarak, hem sağladıkları hizmetler olarak, hem de barındırdıkları biyolojik zenginlik olarak çok önemli. Bu alanların korunması ve canlı yaşamının sürdürülebilmesi için sivil toplum kuruluşlarının, üniversitedeki uzman kişilerin ve resmi kurumların bir arada ve eşzamanlı çalışması, problemleri tanımlayıp çözümler üretmesi gerekiyor. Ulusal düzenlemelerin yanı sıra, taraf olunan uluslararası sözleşmelere bağlı kalmak ve yükümlülükleri yerine getirebilmek de çok önemli. E-Mail: [email protected] Biz de ileride öncelikli olarak tabi ki Acıgöl’deki projeyi devam ettirmeyi planlıyoruz. Dediğim gibi bir yandan benim doktora çalışmam da bu proje kapsamına giriyor. Bir diğer yandan Sakarya Havzası’na endemik olan bir başka tür Aphanius villwocki’nin de dağılımını ve sivrisinek balığı ile olan rekabetini yüksek lisans öğrencimiz Fatma Kübra Erbay’ın tez konusu kapsamında çalışıyoruz. Aslında yapılacak o kadar iş var ki… Maddi destek buldukça, zamanla diğer türlerin de biyolojilerinin ortaya konulması ve korunması ile ilgili çalışmalar planlıyoruz. Bununla birlikte yine bu türlerin akvaryum koşullarında tuzluluk ve sıcaklık gibi farklı çevresel değişkenlere nasıl tepki verdiklerini, özellikle üreme özelliklerinin nasıl etkilendiği belirlemek de bir başka çalışma konumuz. Bir taraftan bilimsel çalışma yapmak diğer taraftan da eğitimler vererek yerelde gündem oluşturmak oldukça zahmetli işler. Umarız emeklerimiz sonuç bulur, sulak alanlar ve içinde barınan canlılar, insanların yardımı olmadan yaşamlarını devam ettirebilirler. Fotoğraf: Baran Yoğurtçuoğlu Aphanius transgrediens Soldaki Erkek Sağdaki Dişi Page 4 Fotoğraf: Baran Yoğurtçuoğlu Sakarya Havzası'na endemik bir başka tür Aphanius villwocki AKD Bülteni ● Şubat 2014, Sayı 2 ● www.akdenizkoruma.org.tr
© Copyright 2024 Paperzz