(4) - ResearchGate

Acıgöl’de bir endemik
Fotoğraf: Baran
Yoğurtçuoğlu
Acıgöl
Röportaj: Umut Uyan, Akdeniz Koruma Derneği
Geride bıraktığımız 2 Şubat “Dünya Sulak Alanlar Günü” vesilesiyle, bu
sayımızda Hacettepe Üniversitesi’nden Araş. Gör. Baran Yoğurtçuoğlu ile
bir söyleşi yaptık. Baran Yoğurtçuoğlu, Türkiye’nin çeşitli sulak alanlarında,
özellikle endemik balıkların yaşam döngüleri, popülasyon yapıları, ekolojileri
ve korunmalarıyla ilgili çalışmalar yapmış bir isim. Kendisi bize, Türkiye’deki
Sulak Alanlarının durumunu ve hali hazırda yürüttüğü projelerini anlattı.
“Sulak Alan” nedir? Neresidir?
Ramsar Sözleşmesi kapsamında
yapılan tanıma göre sulak alanlar,
doğal ya da yapay, sürekli ya da
mevsimsel, tatlı, acı ya da tuzlu,
durgun ya da akan ve derinliği 6
metreyi geçmeyen su kütleleridir.
Tabi bu tanım içerisine göl, bataklık
ve turbalıklardan tutun da akarsu
deltaları ve kıyı lagünleri gibi pek
çok sistem giriyor. Ancak bu tanıma
göre sulak alanın sadece suyun
kendisi olduğu izlenimi uyanıyor.
Hâlbuki bir sulak alan, onu besleyen
veya ondan beslendiği yeraltı suyu,
etkileşim halindeki toprağı ve bitki
örtüsünden tutun da içerdiği
mikroflorayı bile kapsayan çok
daha karmaşık bir sistem.
Bu kadar geniş kapsamlı tanıma
sahip sistemlerin yaşamsal önemi de
oldukça önemli olmalı?
Sulak alanlar öncelikle yeryüzünün
en zengin ve tropikal ormanlardan
sonra en üretken sistemler.
Sundukları hizmetler de aslında
saymakla bitmez. Örneğin; aşırı
yağışlarda sel sularının depolanması
ile taşkın kontrolünde, kirlenmemiş
oldukları takdirde içme suyu
sağlanmasında, yeraltı sularının
beslenmesinde, bulundukları
bölgelerde yağış ve nem oranı gibi
yerel iklimsel öğeleri etkilemesinde
olukça önemliler. Bunun yanı sıra,
tarım, hayvancılık, balıkçılık, turizm
ve rekreasyon alanlarında da
büyük öneme sahipler.
“Sulak alanlar
öncelikle
yeryüzünün en
zengin ve tropikal
ormanlardan sonra
en üretken
sistemler.”
Baran Yoğurtçuoğlu, Hacettepe
Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nde
doktora yapıyor
Zenginlik derken…
Fotoğraf: Fotoğraf: Baran Yoğurtçuoğlu
Acıgöl
Zenginlik derken biyolojik
zenginliği kastettim. Tabi
zenginlik denilince, ne yazık ki
insanların aklına petrol, kömür,
madenler ve ormanlar gibi
sadece doğrudan kullanılabilen
veya sömürülebilen kaynaklar
geliyor. Ancak artık değişen
dünya koşullarında birçok ülke
içme suyunu ve biyolojik
zenginliği haklı olarak bu
değerlerden de önemli bir
noktaya koyuyor. Şimdi sulak
alan ölçeğinde bakalım; sulak
alanlar dünyadaki tüm türlerin
%40’ını barındırıyor; yani en
önemli genetik rezervuar
konumundalar. İçme suyunun
ise neredeyse tamamını
barındırıyorlar.
“Sulak alanlar dünyadaki tüm
türlerin %40’ını barındırıyor”
Sulak alanlar konusunda ülkemizde durum nedir? Neler yapılması gerekir?
Türkiye, yarı-kurak olarak tanımlanabilecek bir iklim kuşağında yer almasına rağmen sulak alanlar bakımından oldukça
zengin bir ülke. Ancak demin de bahsettiğim gibi ne yazık ki sulak alanların değeri bugüne kadar çok iyi anlaşılmamış.
Bunun en bilinen örneklerinden biri 70’lerde “kurutulan” Amik Gölü veya daha güncel bir örnek vermek gerekirse,
kaybetmek üzere olduğumuz Sultan Sazlığı. Ancak yeni düzenlenen mevzuatlar ve Ramsar gibi sözleşmelerle alınan
önlemlerle, halen bir umut olduğunu söyleyebiliriz. Tabi bunlar yeterli değil; çünkü sulak alanlar ile ilgili hazırlanan
sözleşme veya yönetmelikler genelde kuş odaklı oluyor. Yani bir bölge kuşlar tarafından sıkça kullanılıyorsa, ya da çok
fazla kuş türünü barındırıyorsa o zaman öncelikli konumda ele alınıyor, koruma ve izleme çalışmaları da bu kapsamda
şekilleniyor. Hâlbuki asıl hassas olan gruplar balık ve amfibi gibi suya tamamen bağımlı, kaçıp kurtulma şansı olmayan
gruplardır.
Bununla birlikte, suyun kendisi de başlı başına bir uzmanlık alanı. Su olmazsa hayat da olmaz. Bu yüzden korunması
planlanan ekosistemlerin sadece barındırdığı canlı türleri açısından değil, aynı zamanda kapsamlı bir hidrolojik ve
hidroekolojik yaklaşımla da değerlendirilmesi gerekiyor. Sistemden çekilen su nereye gidiyor veya sisteme giren su
nereden geliyor; sistem ne miktarda su kaybederse alanı ne kadar değişecek, kıyı çizgisi nasıl şekillenecek, yeraltı suyu
bundan nasıl etkilenecek? Sulak alan koruma çalışmalarında bunların birçoğu ne yazık ki göz ardı edilen noktalar.
Biraz da bize bu konuda yürüttüğünüz çalışmalardan kısaca bahsedebilir misiniz?
Hali hazırda yürüttüğümüz bir proje aslında tam da bu anlattıklarımla örtüşüyor. Yaklaşık 6 aydır Türkiye’nin önemli sulak
alanı konumundaki Acıgöl’de (Çardak) “kritik düzeyde tehlike altında” olan bir dişli sazancık (Aphanius transgrediens)
türünün korunması ile ilgili bir proje yürütüyoruz.
Projenizden önce bu balıklardan bahsedelim isterseniz.
Caption describing picture or
graphic.
Aphanius cinsi çok özel bir gruptur. Anadolu’nun bilinen en eski ikincil tatlısu balıkları, yani denizden köken almış, daha
sonra tatlı sulara giriş yapıp türleşmişler. Türkiye, bu cinsin dağılımı konusunda ayrıcalıklı bir noktada. Dünya üzerinde
şimdiye kadar tanımlanan 26 türün 9’u Türkiye’de yaşıyor ve bu türlerin de 7 tanesi ülkemize endemik. Hatta endemik
olan türlerin de 4’ü sadece bir gölde veya bir kaynak sisteminde yaşıyor. Küçük boylu balıklar ve özellikle üreme
döneminde erkekleri oldukça parlak, renklere sahip oluyor.
AKD Bülteni ● Şubat 2014, Sayı 2 ● www.akdenizkoruma.org.tr
Projeye dönelim, nasıl başladınız?
Benim asıl çalışma alanım Türkiye’deki
dişli sazancık (Aphanius) türlerinin
biyolojileri, ekolojileri ve korunmaları.
Lisans dönemimde ve yüksek lisansta
bu gruba ait bazı türleri hem
akvaryum koşullarında hem de doğal
popülasyonlarında çalıştım. Tabi bu
süreç içerisinde Türkiye’deki
neredeyse tüm Aphanius türlerini
doğal ortamlarında gözlemleme
fırsatım oldu ve fark ettim ki Acıgöl’ü
besleyen kaynaklarda yaşayan Acıgöl
dişli sazancığı (Aphanius
transgrediens) tüm türler içerisinde en
kritik konumda bulunanı. O kadar sınırlı
bir dağılıma sahip ki, Acıgöl’ün güney
kıyısında yaklaşık 2,5-3 km bir hat
boyunca 20-25 küçük kaynak
bulunmakta ve bu balık, dünya
üzerinde sadece bu kaynakların 1-2
tanesinde yaşamakta. İşin korkutucu
olan tarafı ise daha önceki kayıtların
bu balıkların oradaki tüm kaynaklarda
bolca bulunduğunu göstermesi.
Nasıl bu kadar azalmışlar?
Bizim ekip olarak belirleyebildiğimiz en
önemli etken Acıgöl’e ne şekilde ve
ne zaman girdiği belli olmayan istilacı
özellikte yabancı Sivrisinek balığı
(Gambusia holbrooki). Bu tür yine
küçük bir balık, ancak ekosisteme ve
özellikle Aphanius türlerine etkisi ne
yazık ki çok büyük. Öncelikle agresif
bir balık, bizzat akvaryum ortamında
yaptığımız gözlemlerde, Aphanius
bireylerinin kuyruklarına ve
yüzgeçlerine saldırdığını gördük.
Birçok çalışmada sivrisinek balıklarının
Dişli sazancık yavrularını ve
yumurtalarını yediği ve bu balıklarla
hem besin hem de alan açısından
rekabete girdiği saptanmış. Durum
böyleyken acil bir önlem alma ihtiyacı
duyduk ve İngiltere’de bulunan bir
koruma vakfı olan Rufford
Foundation’la iletişime geçtik. Yaklaşık
3-4 aylık bir değerlendirme sürecinden
sonra proje önerimiz kabul edildi ve
başladık.
Projenizin kapsamı nedir tam olarak?
Bu projenin aslında dört ayağı var. Bir
yandan dişli sazancıklar ile sivrisinek
balıklarının oradaki rekabetinin ortaya
konması ki bu da benim şu an doktora
çalışma konum. Bir yandan alanın
hidrojeolojik özelliklerinin ortaya
konması, bir yandan bu proje ile çevre
bilincinin gelişmesine yönelik yöre
halkıyla yapılan eğitim çalışmaları ve
son olarak da Aphanius
transgrediens’in popülasyon sayısının
artırılması.
Tüm bunlar için herhalde kalabalık
bir ekip gerekiyor.
Çok kalabalık sayılmayız aslında ama
konusunun tam anlamıyla uzmanı bir
ekip diyebilirim. Projemizin biyolojik ve
ekolojik ayağının başında Hacettepe
Üniversitesi Biyoloji bölümünden Prof.
Dr. F. Güler Ekmekçi yer alıyor, kendisi
benim de danışman hocam.
Hidrojeoloji ayağında yine Hacettepe
Üniversitesi Hidrojeoloji Bölümü’nden
Prof. Dr. Mehmet Ekmekçi bulunuyor.
Mehmet Hoca bu kapsamda sadece
kaynaklardaki hidrolojik yapıyı değil,
aynı zamanda gölün kuzey kıyısında
bulunan soda işletmelerinin çevresel
dinamiklerini de ortaya koyuyor.
Düzce Üniversitesi Biyoloji
Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Ş. Gülsün
Kırankaya ve yine Hacettepe
Üniversitesi’nden yüksek lisans
öğrencisi Fatma Kübra Erbay da hem
eğitim hem de arazi çalışmalarımıza
destek veriyor. Bunun yanı sıra, alana
en yakın yerleşim yeri olan Başmakçı
Belediye Başkanlığı ve
Kaymakamlığı’nın ve Hacettepe
Üniversitesi Rektörü Murat Tuncer’in
de projemize büyük katkıları var.
“Dişli sazancığın
dünyada
yaşadığı tek yer
Acıgöl’deki bu
birkaç kaynak”
Projenin hangi aşamadasınız?
Kazanımlarınız neler oldu?
Proje henüz tamamlanmasa da
aslında önemli kazanımlarımız oldu
tabi ki. Öncelikle alana artık
tamamen hâkimiz diyebilirim. Hangi
kaynakta hangi tür veya türler
bulunuyor, Aphanius transgrediens ve
Gambusia holbrooki’nin
kaynaklardaki bollukları nedir, hangi
kaynak veya kaynaklar koruma
öncelikli amaç için kullanılabilir, hangi
mevsimde sularda ne gibi değişimler
oluyor, bunları artık az çok ortaya
koymuş bulunuyoruz. Bunun yanı sıra,
Başmakçı Kaymakamlığı ve
Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü
yardımıyla ilçede iki defa olmak
üzere tüm ilköğretim öğrencilerine
eğitim verdik ve bu esnada,
çocukların biraz daha ilgisini çekmek
amacıyla projeyi tanıtan baskılara
sahip t.shirt dağıtımımız oldu. Yine
Başmakçı Kaymakamlığı’nın
yardımları ile bir pilot çalışma
gerçekleştirdik, bu çalışmada da
Gambusia’nın olmadığı bir noktaya
Aphanius bireyleri bırakarak burada
üremelerini sağlamaya çalışıyoruz.
Fotoğraf: Umut Uyan
Acıgöl’de çalışmaları küçük ama
yetkin bir ekip yürütüyor
Umut Uyan
Akdeniz Koruma Derneği
Peki son olarak
düşünüyorsunuz?
söylemek
istediğiniz
bir
şey
var
mı?
İleride
neler
yapmayı
Konuşmam sırasında da belirttiğim gibi, sulak alanlar hem başlı başına su kaynağı olarak,
hem sağladıkları hizmetler olarak, hem de barındırdıkları biyolojik zenginlik olarak çok
önemli. Bu alanların korunması ve canlı yaşamının sürdürülebilmesi için sivil toplum
kuruluşlarının, üniversitedeki uzman kişilerin ve resmi kurumların bir arada ve eşzamanlı
çalışması, problemleri tanımlayıp çözümler üretmesi gerekiyor. Ulusal düzenlemelerin yanı
sıra, taraf olunan uluslararası sözleşmelere bağlı kalmak ve yükümlülükleri yerine
getirebilmek de çok önemli.
E-Mail:
[email protected]
Biz de ileride öncelikli olarak tabi ki Acıgöl’deki projeyi devam ettirmeyi planlıyoruz.
Dediğim gibi bir yandan benim doktora çalışmam da bu proje kapsamına giriyor. Bir diğer
yandan Sakarya Havzası’na endemik olan bir başka tür Aphanius villwocki’nin de
dağılımını ve sivrisinek balığı ile olan rekabetini yüksek lisans öğrencimiz Fatma Kübra
Erbay’ın tez konusu kapsamında çalışıyoruz. Aslında yapılacak o kadar iş var ki…
Maddi destek buldukça, zamanla diğer türlerin de biyolojilerinin ortaya konulması ve
korunması ile ilgili çalışmalar planlıyoruz. Bununla birlikte yine bu türlerin akvaryum
koşullarında tuzluluk ve sıcaklık gibi farklı çevresel değişkenlere nasıl tepki verdiklerini,
özellikle üreme özelliklerinin nasıl etkilendiği belirlemek de bir başka çalışma konumuz.
Bir taraftan bilimsel çalışma yapmak diğer taraftan da eğitimler vererek yerelde gündem
oluşturmak oldukça zahmetli işler. Umarız emeklerimiz sonuç bulur, sulak alanlar ve içinde
barınan canlılar, insanların yardımı olmadan yaşamlarını devam ettirebilirler.
Fotoğraf: Baran Yoğurtçuoğlu
Aphanius transgrediens Soldaki Erkek Sağdaki Dişi
Page 4
Fotoğraf: Baran Yoğurtçuoğlu
Sakarya Havzası'na endemik bir başka tür Aphanius villwocki
AKD Bülteni ● Şubat 2014, Sayı 2 ● www.akdenizkoruma.org.tr