PİR SULTAN ABDAL Pir Sultan Abdal, yedi ulu ozanlardan birisidir. Pir Sultan Abdal, gelmiş geçmiş tüm ozanlar içinde, halk tarafından en çok tanınan bir ozandır. Pir Sultan Abdal ismi üç sözcükten oluşmuştur. Bu sözcüklerin her birinin Alevi-Bektaşi terminolojisinde çok önemli anlamları ve yüklendikleri sıfatları bulunmaktadır. Bu anlamda Pir Sultan Abdal; gerek ismindeki sözcüklerin yüklendiği anlamla, gerek yaşadığı dönemde vermiş olduğu mücadeleci kimliğiyle ve gerekse halk diliyle ürettiği güçlü ve destansı şiirleriyle O’nu diğer ozanlardan farklı bir kimlik kazanmıştır. Pir Sultan Abdal; Alevi-Bektaşilerce ulu sayılan yedi ozandan birisidir. Sayılan bu yedi ozan içinde hiç biri, halk üzerinde Pir Sultan’ın bıraktığı etkiyi bırakamamıştır.. Şiirlerindeki duygu, anlam zenginliği, öğretici ve düşündürücü yanı ve dizelerindeki uyum onu edebi yönünde çok güçlü kılmaktadır. O, zengin söz öbeğine, güçlü bir belleğe ve yoğun sezgisel bir yetiye sahip olduğunu hemen her şiirinde ortaya koymuştur. Bu yönleriyle güçlü bir ozan olan Pir Sultan Abdal, asıl ününe, zalime karşı başkaldırıcı olması, korkusuzluğu, cesareti, mazlumdan yana duruşu ve mücadeleci kimliğiyle ulaşmıştır. Pir Sultan Abdal’ın, dizelerinde ki sözcüklerin vurguları çok güçlüdür. Sözcükler adeta bir kurşun gibidir. Pir Sultan, sözleriyle karşısındaki kişiyi adeta yaralar. O, etkileyici dil ustalığıyla, tavizsiz duruşuyla, ödünsüz davranışıyla karşındaki insanı etkileyen bir ozandır. Onun en büyük silahı, kullandığı dili ve belleğindeki söz dağarcığının zenginliğidir. Pir Sultan Abdal, en çok tanınan ve ünü en üst noktada olan bir ozandır. Kendisinden sonra gelen hemen her ozan ve birçok sanatçı Pir Sultan Abdal’ın eserlerini yorumlamışlardır. Pir Sultan Abdal’a isim olan sözcüklerin anlamı; Pir: Bir öğretinin, bir tarikatın veya bir yolun kurucusu veya önderi anlamına gelir. Pir, bir öğretide en üst makamda bulunan, eğitmen, öğretmendir. Pir, kurduğu veya girdiği ya da benimsediği yolun öğretisini iyi bilen bir konumdadır. O yolu yaymayı ve en zor koşullarda bile onu savunmayı hiçbir an bırakmayan ödünsüz ve kararlı bir insan ancak Pir olabilir. Pir, ustadır, bilgilidir, ödünsüzdür, devindiricidir, kararlıdır, aktarıcıdır, yansıtandır, vericidir, üreticidir. Bir ulu insandır Pir. Pir, aynı zamanda olgunluğun, turaplığın aşamasıdır. Pir, ancak Pir’liği hak eden insanlara verilen bir unvandır. Bu sıfat herkese verilmez. Halk sevdiği ve önder gördüğü insana bu sıfatı verebilir. Pir’e ihtiyar anlamı da yüklenmiştir. İhtiyar, olgunluğun simgesidir. Sultan: Kelime olarak "güç", "otorite", "yönetici" anlamlarına gelir. Sultan, AleviBektaşi literatüründe, yolu en iyi bilen, yolun en yüksek aşamasında bulanan, yetkin, etkin, bilgili ve önder anlamlarını içerir. Herkes Sultan olamaz. Bir insanın Sultan’lık aşamasına gelebilmesi, onun bilgi derecesinin, gücünün aşamasıyla direk ilintilidir. Sultan olmak için, yolu iyi bilen, yolun öğretisini korkusuzca savunabilen, öğretici, akıcı, yönlendirici, sürükleyici, inandırıcı ve kitleleri etkileyici olması gerekmektedir. Pir Sultan Abdal da gerek duruşuyla, gerek bilgisiyle ve gerekse kararlılığıyla, bu sıfatı fazlasıyla hak etmiş bir önderdir. Sultan, yolun, öğretinin odak ismidir. En merkezde, en üst noktada bulunan bilgili ve önder kişiliktir. Abdal: Ermiş, ululanmış, kendi özünü pişirip olgunlaşmış ve dünya isteklerine karşı duyarlılığı azalmış, gösterişten uzak yaşayan insandır. Halk arasında Abdal’a insanüstü bir sıfat yüklenir. Abdal ismi “Ebdal”dan gelir. Bu sözcük kavram olarak dünya işlerinden kendini soyutlayan, gerçeğe ve Tanrı’ya kendisini adayan anlamına gelir. Alevi- Bektaşi Tasavvufunda Abdal kavramına; yola, öğretiye yön veren bir kimlik yüklenmiştir. Halk, Abdal’ın, aynı zamanda gizil güçlere sahip olduğuna da inanır. Abdal, isterse birçok olayı gerçekleştirir veya engeller. Abdal, dünya işlerine yön veren bir gücü elinde bulundurur. O ölümsüzdür. Pir Sultan asıldıktan sonra bile, onun tinsel gücüne inanan halk, Pir Sultan’ın ölmediğine inanmıştır. Halk O’nu yaşatmıştır. Halk, Abdal’ın tinsel yönden insanları rahatlatan bir gücü, bedenlerinde taşıdıklarına inanırlar. Abdal, Tanrı’ya en yakın insandır. Pir Sultan Abdal, bu özellikleri kendi benliğinde taşıyan bir kişilik oluşturduğu için, bu kavramları içeren bir isimle anılmak istenmiş olabilir. Bu ismi ona halk vermiştir. Çünkü onun gerçek ismi “Haydar”dır. Halk Pir Sultan’ı “Abdal” konumuna sokmuştur. Bundan dolayı da Pir Sultan Abdal, ölümsüzdür. Çünkü halk, Pir Sultan’ın canını kendi canına katmıştır. O canı sürekli diri tutmuş ve onu her zaman yaşatmıştır. Bu üç sözcüğün anlamca yüklendiği sıfatlar bakımından incelendiğinde; Pir Sultan Abdal isminin de hangi anlamları yüklendiğini çözümlemiş oluruz. Kavramlar temelinden bakılarak “Pir Sultan Abdal” mahlasının bize verdiği anlamı çözümlediğimizde; O’nun bu yolu yani Alevi-Bektaşi öğretisini kendisine merkez aldığı ve yaşamını bu öğretiyi yaymaya adadığı gerçeğiyle karşılaşırız. Pir, Sultan ve Abdal sözcüklerinin hepsi, Bâtıni felsefede derin anlamlar yüklenirler. Bu kavramların her biri, bir ismin önüne geldiğinde o isim çok değerli, çok anlamlı, çok önemli bir kişilik kazanmış olur. Pir, bu yolun önderidir. Sultan, bu yolun en üst noktasındaki insandır. Bu sıfatları yüklenen insan, artık bu yolun tüm bilgilerini edinmiş ve doruk aşamasına ulaşmış insandır. Onun üstünde bir önder, bir arif bulunmaz. Onun yaptıkları, eylemleri, davranışları, düşünce ve görüşleri temel kabul görür ve taraftarları onun arkasından gider. Pir Sultan Abdal böyle bir kişiliktir. Hiçbir zaman kendi çıkarı için çalışmamış ve tüm yaşamını inandığı dava uğruna adamıştır. Pir Sultan Abdal, gerçekten de ismine uygun bir kimlik oluşturmuş ve bu kimliğe uygun eylemlerde bulunarak, hak ettiği aşamaya ulaşmıştır. O hem Pir, hem Sultan ve hem de Abdal olmasını bilmiş ve kendisinden sonra da bu isim aynı yoğunlukta ve aynı canlılıkta yaşatılmıştır. Kendisini sevenler Pir Sultan Abdal’ın canı olmuşlar ve altı yüz yıldır bu canı yaşatmışlardır. Bundan sonra da Pir Sultan Abdal ismi yaşatılacak ve o sonsuza akacak ve cana can olacak, başkalarının bedeninde yeniden dirilerek yaşamın sürekliliğinde geleceğe akıp gidecektir. Bu sözcüklerin anlamı, O’nun kim olduğunu tanımlıyor. Şurası bir gerçek ki, Pir Sultan Abdal, yaşamın her anında ve tarihsel olarak her mekânda, yaratılabilecek bir kimliktir. Nitekim tarihte tek bir, Pir Sultan’dan söz edilmiyor. Çünkü halk “Pir Sultan Abdal”ını canlı bir şekilde yaşatıyor. O’na gereksinim duyduğu her süreçte, onun ağzıyla, diliyle, söylemiyle O’nu yeniden yaratıyor. Halk, Pir Sultan’ın, canına can olup onu bilinçlere taşıyor, O’nun özünü kendi özüne karıştırıyor. İnsanlar, geçmişi algılıyor, öğreniyor, kendisine katıyor ve benimsediği değeri kendi bedenine katarak o değerin yaşamasını sağlıyor. Pir Sultan’da çok önemli bir değer olarak sevenlerinin bilincinde ölümsüzleştirilip, yeniden doğuşu gerçekleştiriliyor. Çünkü Pir Sultan’ın canı, halkın kendi canında söz olup açığa çıkıyor. Halk, kendi istek ve ütopyalarını Pir Sultan’ın kimliğinde bilince taşıyor. Bundan dolayı da halktan birileri kendi yazdığı şiirleri Pir Sultan’a mal ediyor. Onu yüceltiyor, ona yeniden kimlik katıyor ve onu yaşatıyor. Bunun için altı tane Pir Sultan’dan söz ediliyor. Bunları çoğu kez birbirinden ayırmak çok zorlaşıyor. Önemli olan canına katıp yaşatılan ozanın dünya görüşüne, felsefesine, yaşam anlayışına uygun düşen eserler olmasıdır. Çünkü söz kültürünün egemen olduğu bizim gibi toplumlarda, üretilen eserlerin birbirine karışması kaçınılmazdır. Bu anlamda Pir Sultan, halkın dili, gözü, duygusu, ütopyası vs. olmuştur. Unutulmasın ki koşullar oluştuğunda, her halk, kendi kahramanını yaşatır. PİR SULTAN KİMDİR Peki, Pir Sultan Abdal kimdir: Bu konuda çok şeyler yazılabilir, çok şeyler söylenebilir ama şu an onun gerçek kimliğini açığa çıkaracak net bir bilgiye sahip değiliz. O’nun yaşamı üzerinde kesin bilgiler bulunmamaktadır. Bunun nedeni, ozanlık geleneğinin “söz” kültürüne dayanmasıdır. Ozanların yazılı eser bırakmamasıdır. Ozanları, halkın yaşatmasıdır. Böyle olunca da bazen gerçek ve söylence iç içe geçmektedir. Yapılan araştırmalar O’nun şiirlerindeki anlatımlar ve destanlarında süz edilen kişi ve kurumlar veri alınarak, onun yaşamı ortaya konmaya çalışılıyor. Bu konuda birçok araştırma yapılmış ve farklı sonuçlar, farklı tarihler ortaya konmuştur. Ama araştırmacıların çoğunun birleştiği nokta Pir Sultan Abdal’ın 16. Yüzyılda yaşadığıdır. Pir Sultan’ın asıl adı Haydar’dır. Sivas ili, Yıldızeli ilçesi, Çırçır Nahiyesi Banaz Köyünde doğmuştur. Yaşamı üzerinde kesin bilgiler bulunmamaktadır. Haydar: Aslan, cesur yiğit anlamlarına geldiği gibi, aynı zamanda, Hz. Ali’nin lakabıdır. Pir Sultan bir şiirinde şöyle der; Pir Sultan Abdal’ım destim dâmende İsmim Koca Haydar, aslım Yemen’de Garip başa bir hal gelse zamanda Orda her kişinin dostu bulunmaz Pir Sultan bu dizelerde adının Haydar olduğunu, aslının Yemen’den geldiğini söylüyor. Ozan, aslım Yemen’dedir diyerek, soyunu Zeynel Abidin’e dayandırıyor. Pir Sultan Abdal, destim damende diyerek, elinin Mürşidinin eteğinde olduğunu ve gücünü, enerjisini bağlandığı mürşidinden aldığını, bu mürşidin de Zeynel Abidin olduğunu vurguluyor. Bir başka şiirinde şu dizelerle karşılaşıyoruz: Bize de Banaz’da Pir Sultan derler Bizi de kem kişi bellemesinler Bu dizelerden de anlaşılacağı gibi; Pir Sultan Abdal Banazlıdır. Banaz Sivas İli/ Yıldızeli İlçesine bağlı bir köydür. Pir Sultan’ın mekânı, yaşam alanı, çocukluğu ve gençliği burada geçmiştir. Benim aslım Horasan’dan Hoy’dandır Kırklar olduğun Kanber’de yandadır. Bu dizelerde ise, Pir Sultan Abdal, aslını yani soy ağacını Horasan’a bağlıyor. Aslının Horasan’dan, önce Hoy kentine ve daha sonra ise Anadolu’ya gelerek, Sivas’a bağlı Banaz’a yerleştiğini anlatmaktadır. Bu konuda Mehmet Fuat şöyle diyor; “genel kanı, şairin İran’ın doğusunda ki Türk Yurdu Horasan’dan önce İran Azerbaycan’ındaki Hoy Kasabasına, oradan da Anadolu’ya göçüp Sivas’a yerleşen bir Türkmen soyundan geldiği yolundadır”. (Mehmet Fuat; Pir Sultan Abdal; yaşamı, sanatçı kişiliği, yapıtları; Detaş Yay. 1980; sayfa; 6). Buna göre de Pir Sultan Abdal, bir Türkmendir. Bunu çok güzel ve kusursuz kullandığı dilden anlayabiliriz. Kendisi yandaş ve yol eri olarak, Zeynel Abidin ve diğer ululara bağlıdır. Bu dizeler de o anlamdadır. Zaten Kırklara ve Kanber’e yapmış olduğu referans da bunu göstermektedir. Kanber, yol ulularına hizmet eden kişidir. Kanber aynı zamanda Hz. Ali’nin hizmetinde bulunan kişinin adıdır. Kırklar ise, Alevi- Bektaşi öğretisinin simgesel olarak yaşandığı, ütopik tinsel alandır. Ben de bildim şu dağların şahısın Gerçek erenlerin nazargahısın Abdal Pir Sultan’ın seyrangahısın Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın (Mehmet Fuat age.; sayfa; 86) Yıldız Dağı, Yıldızeli ilçesinin kuzeydoğusunda bulunan 2537 metre yükseklikte bir dağdır. Pir Sultan’ın özünde bu dağ; alımlı, gösterişli, görkemli, dost ve güvenilir bir dağdır. Pir Sultan Abdal, Yıldız Dağının nazlı ve korunmaklı bir dağ olduğunu, bu dağın kendisi ve kendisi gibi düşünen yandaşlarının uğrak yeri bulunduğunu ve Yıldız Dağını çok önemsediğini belirtir. Bu dizelerden de anlaşılacağı gibi, Pir Sultan Abdal, Yıldız Dağının eteklerinde yaşamıştır. PİR SULTAN NE ZAMAN YAŞAMIŞTIR Pir Sultan Abdal’ın, nerede yaşadığı az çok belli olsa da, ne zaman yaşadığı tam olarak bilinmemektedir. Pir Sultan Abdal konusunda yazılan birçok araştırma kitabı yayınlandı. Ama hiçbir araştırmacı Pir Sultan Abdal, kesin olarak şu tarihler arasında yaşamıştır deme noktasında değildir. Verilen tarihler yaklaşık tarihlerdir. Şimdi bu tarihlere bakalım. Pir Sultan Abdal’ım er nefesinde Arzumanım kaldı Şah çırasında Altmış ile yetmişin arasında Özümü irfana koşamam m’ola (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003; İlhan Cem ARSEVER; makalesi sayfa; 146) Kimi araştırmacılar bu dizelerden hareket ederek Pir Sultan Abdal’ın H. 960–970 yıllarında sağ olduğunu söylemektedirler. Bu tarih miladi takvimde 1552- 1563 yıları arasını kapsamaktadır. Bu yıllarda Şah Tahmasb (1524-1576) Safevilerin başındaydı. Pir Sultan Abdal’ın, Kalender Çelebi ayaklanmasına dolaylı olarak katıldığı Kalender Çelebi’yle, Pir Sultan Abdal’ın görüştükleri yönünde görüşler bulunmaktadır. Kalender Çelebi başkaldırısı sırasında, Pir Sultan’ın, Banaz yakınlarına geldiği, Yıldız Dağı çevresinde bulunduğu, bir süre buraları mekân edindiği ve bu sırada da Pir Sultan Abdal’la görüştüğü yönünde yargılar vardır. Kalender Çelebi kimdir? Kalender Çelebi 1476 yılında dünyaya gelmiştir. Kimilerine göre Balım Sultan’ın kardeşi ve kimilerine göre ise torunudur. Burada hangisi doğru olursa olsun, Kalender Çelebi, Hacı Bektaş Veli’nin meşrebine bağlı ve yolun sürücüsü olan bir halk önderidir. Balım Sultan (1457 ?- 1516) ölünce onun yerine Hacı Bektaş postnişini olmuş ve o ulu postta bir süre oturmuş bir Pirdir. Kalender Çelebi’nin posta oturduğu dönemde, Anadolu çok karmaşık bir yapı sergilemektedir. Osmanlı’nın çekilmez baskısı ve halk üzerindeki olumsuz davranışları alabildiğine artmıştı ve o dönem, halkın, Osmanlı’ya karşı bir çıkış aramaya girdiği bir dönemdi. Bu dönem de, Osmanlı yöneticilerince, halkın ürünlerine daha harmandayken el konulmuş, bu nedenle yokluk ve yoksulluk iyice artmış, halka kaldıramayacağı oranda vergiler yüklenmiş, kimi Türkmenlerin elinden dirlikleri, tımarları alınmış, tüm bu olgular halk üzerinde bezginlik ve yılgınlık yaratmıştır. İşte Kalender Çelebi başkaldırısı bu toplumsal yapının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Kalender Çelebi, Dulkadiroğulları’nın da desteğini alarak, bu yoksul halkı çevresine toplamış ve yaklaşık otuz bin taraftarıyla 1527 yılında Osmanlı’ya karşı ayaklanmıştır. Bu ayaklanma özünde bir köylü-çiftçi ayaklanmasıdır. Bu ayaklanma Kırşehir dolaylarında başladı ve daha sonra Ankara, Bozok, Sivas, Maraş, Adana ve Tarsus bölgelerine kadar yayılmıştır. Bu dönem Kanuni Sultan Süleyman’ın padişah olduğu dönemdir. Osmanlı bu ayaklanmayı bastırmakta zorlanmakla birlikte, yapılan savaş sonucunda Kalender Çelebi ve taraftarları 1527 tarihinde yenilmişlerdir. Bu tarihte Kalender Çelebi ve Dülkadir beyi Veli Dündar öldürülmüş ve başları kesilerek İstanbul’a götürülmüştür. Pir Sultan Abdal’ın da bu ayaklanmada yer almış olabileceği düşünülmektedir. Bu durumda Pir Sultan Abdal’ın o tarihlerde (1526–1527) genç (ortalama 25-30 ) yaşlarında olduğu sanılmaktadır. Bu görüş baz alındığında Pir Sultan Abdal’ın 1490- 1495 tarihleri arasında dünyaya gelmiş olması büyük bir olasılıktır. Pir Sultan Abdal (1524–1576 yılları) arasında yaşamıştır. (Özkırımlı age. 2. Cilt; sayfa 1956) Pir Sultan Abdal Şah İsmail’in oğlu, Şah Tahmasp döneminde (1524–1576) yaşadığı kesindir. (Mehmet Şimşek age; sayfa 139.) Ahmet Özdemir, Pir Sultan Abdal isimli kitabında, bir takım tarihi verilerden hareket ederek, Pir Sultan Abdal’ın, 1475-1480 yılları arasında doğduğunu yazmıştır. Özdemir’e göre; Pir Sultan’ın Alevi-Bektaşi yoluna girmesini sağlayan yol arkadaşı yani musahibi olan “Ali Baba”ydı. Bağlandığı Tekkenin Piri ise, Şeyh Hasan’dı. Yazar, Pir Sultan’ın, Balım Sultan’dan nasip aldığını, Hacı Bektaş Dergâh’ına hizmet ettiğini, oradaki Cemler de “zâkirlik” yaptığını, buradan da başka yerlere gidip oralarda yol hizmetleri yürüttüğünü, gittiği yerlerde, hem görev yaptığını hem de gittiği yerlerde gizlendiğini, yaşamının belli bir döneminde gezginci olarak bir çok yerleri dolaştığını ve buralarda Aleviliği yaydığını anlatmış ve Pir Sultan Abdal’ın çobanlık yaptığını da aktarmıştır.” (Ahmet Özdemir, Pir Sultan Abdal, Sivas Platformu Yay. 2008, s. 21) Özdemir’in öne sürdüğü görüşlerinden hareket edersek, Pir Sultan Abdal’la, Şah Hatayi, hemen hemen yaşıt sayılırlar. Şah Hatayi, 1486 yılında doğmuştur. Ayrıca, Pir Sultan Abdal, eğer Balım Sultan’dan nasip aldıysa, Balım Sultan 1516 yılında öldüğüne göre; bu tarihten önce Pir Sultan’la, Balım Sultan’ın görüşmüş olması gerekir. O tarihlerde Pir Sultan Abdal 25 veya 40 yaşları arasında görüşmüş olması ihtimal dâhilindedir. Pir Sultan’ım der ki Üçler Yediler Kırklar da orada hazır idiler Bağdat’ı, Basra’yı verdi dediler Aslı nedir neye verdin Bağdat’ı ( Rıza Algül; Aleviliğin Sosyal Mücadeledeki yeri; Pencere Yay.1.bs.1996; Sayfa 154; Bu dizelerde Pir Sultan Abdal; Osmanlı İmparatorluğu’nun 1534 yılında Bağdat’ı ele geçirmesini anlatan ve Şah Tahmasb’ın bu kenti neden Osmanlı’ya verdiğini eleştiren dizelerdir. “Pir Sultan’ın bu şiiri 20–24 yaşlarında yazdığı varsayılırsa, o zaman Pir Sultan’ın 15101514 yılları arasında doğduğu söylenebilir.” (Rıza Algül; age.; sayfa 155; Asım Bezirci’den alıntı yapmıştır.) O dönemde Şah Tahmasb Safevi Devletini yönettiğine göre, Pir Sultan Abdal, bu dizeleri Şah Tahmasb’a yazdığı kesindir. Metin Turan ise “Pir Sultan Abdal’ın 1512–1587 yılları arasında yani Yavuz Selim döneminde doğduğunu ve Şah Abbas döneminde öldürüldüğünü belirtir”.(Metin TURAN; Ozanlık Gelenekleri ve Türk Saz Şiiri; Ürün yay. 3. Bas. 1997 sayfa; 142). Pir Sultan Abdal’ın 1550 yılından sonra öldürülmüş olması büyük bir olasılıktır. Baki Öz ise geniş bir tarihsel analiz yapar. Kimi araştırmacıların yaptığı tarihsel bilgileri kitabına aktarır. Buna göre, kimi yazar ve araştırmacılar ( Rıza Zelyut; İsmail Beşikçi; Abdulbaki Gölpınarlı; Prof. Pertev Naili Boratav..vs.) kimi olaylardan ve ayaklanmalardan hareketle Pir Sultan Abdal’ın 2. Beyazıt, Kanuni ve Yavuz Selim döneminde yaşadığını ve Kanuni’nin İran seferi sırasında uyguladığı köylü-Alevi kırımı sonucunda idam edildiğini savunmuşlardır. Böylece Pir Sultan Abdal’ın (doğumu 1470/80- Ölümü 1547/50 arasında) yaşadığını söylemişlerdir. ( Baki Öz; Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları; Can Yay. 3. Bas.2003; Sayfa 259) İrene Melikoff, Olaylardan ve isyanlardan yola çıkarak, Pir Sultan Abdal’ın, Kanuni Sultan Süleyman (1520- 1566) dönemi ile Şah Tahmasb (1524–1576) döneminde yaşamış olabileceğini söylemiştir. (Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay.) İlhan Başgöz; Pir Sultan Abdal’ın 1590 yılında asıldığını ve Bağdat’ın elden çıkmasıyla ilgili yazdığı şiirin 1534 tarihli olduğunu ve bu şiiri yazdığında 20–25 yaşlarında olabileceğini var sayarak, Pir Sultan’ın 75–80 yaşlarında ölmüş olabileceğini söyler. (Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay. Sayfa; 65). Bu tespite göre Pir Sultan Abdal 1505–1510 yıllarında doğmuş olmaktadır. Fuat Bozkurt, İbrahim Aslanoğlu’na dayanarak yaptığı tarihlendirme sonucunda; Pir Sultan Abdal’ın 1470–1480 yılları arsında doğduğunu yazmıştır. (Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay. Sayfa; 112) Esat Korkmaz; Pir Sultan Abdal’ın 1510–1514 yılları arasında doğduğunu yazar. (Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay. Sayfa 123) Ali Yıldırım da Pir Sultan’ın doğum yılını İlhan Başgöz’le aynı doğrultuda bir tarihi yani 1514 yılı olarak kabul ediyor. (Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay. Sayfa; 173) Görüldüğü gibi, Pir Sultan’ın ne zaman yaşadığı ve hangi tarihte doğup, hangi tarihte öldüğü konusu net olarak yanıtını bulamamıştır. Bu tarihlerin hepsi tahmini tarihlerdir. Bu tarihleme yöntemi, Pir Sultan’ın ilişkilendirildiği olayların tarihlerine bakılarak tespit edilmeye çalışılıyor. Pir Sultan’ım ey Hatayi Dilimiz söyler hatayı Pişmedik çiğ yumurtayı Soymak elinden gelir mi? (Özdemir, age, s. 22) Pir Sultan Abdal, Osmanlı ile Safeviler (Yavuz Selim’le, Şah İsmail) arasında, 1514 yılında yapılan, Çaldıran Savaşında Şah İsmail’in yenilmesiyle sonuçlanan savaşa gönderme yapmaktadır. Burada, alınan yenilgiden dolayı Şah İsmail’i eleştirmektedir. Şah İsmail’in acele ettiğini, gücünü tanımadan, kendisini olgunlaştırmadan, karşı tarafın gücünü hesaplamadan vs. yapılan savaşın yitirileceği belliyken, bu koşullarda Şah İsmail’in savaşa girmesini hata olarak değerlendirmektedir. Pir Sultan Abdal’ın, şiirlerinde geçen kimi olay ve olguları inceleyerek, onun nasıl bir yaşam sürdüğünü, hangi duyarlılıkları gösterdiğini, yaşama, dünyaya ve insana nasıl baktığını anlayabiliyoruz. Pir Sultan Abdal, ozan kimliğiyle yaşanılan olayları şiirlerinde yansıtmıştır. Zamanında gelişen olaylara duyarsız kalmayan ozan, döneminde gelişen olayları şiirlerinde işlemiştir. Şiirlerine baktığımızda Pir Sultan Abdal’ın, Yavuz Selim (1466–1520); Kanuni Süleyman (1520–1566) ve Şah Tahmasb, (1524–1576) dönemlerinde yaşadığı söylenebilir. Bu durumda 1400’lü yılların son çeyreği ile 1500’lü yılların ortaları veya son yarısı arasında yaşamış olduğu sonucuna varabiliriz. Tahminlere göre 75-80 yaşlarına kadar bir ömür sürmüştür. Bu tarihler ve yaşam süresiyle ilgili görüşler tamamen olasılıktır. PİR SULTAN’IN İDAMI VE İDDİALAR Pir Sultan Abdal’ın hangi tarihte idam edildiği konusu da tam bir karmaşa. Çünkü söz konusu “Hızır Paşa”nın kim olduğu ve hangi tarihler arasında Sivas’a geldiği konusu tam olarak çözümlenememiştir. Çünkü o dönemlerde, Sivas’a gelen birden fazla “Hızır Paşa”dan söz ediliyor. Hangi “Hızır Paşa” Pir Sultan’ı astırdı. Bu tam olarak belli değil. Çünkü bu Hızır paşaların görev yaptıkları tarih ile Pir Sultan’ın asıldığı tarih arasında uyuşmazlıklar vardır. Olaylar ve olgular birbirleriyle uyuşmuyor. Atilla Özkırımlı’ya göre, Pir Sultan Abdal’ın asılması 1548 yılında gerçekleşmiştir. Özkırımlı bu savını Şah Tahmasb döneminde yaşanılan isyanlara bağlar. Kanuni Sultan Süleyman’ın, Safeviler’e (İran, Tebriz’e) yapmış olduğu sefer sırasında, Özellikle, Sivas, Amasya ve Tokat’ta yaşayan Alevilere büyük kıyımlar uygulamıştır. Bu kıyımlar sırasında Pir Sultan Abdal da asılmıştır. (Atilla Özkırımlı, Toplumsal Bir Başkaldırının İdeolojisi Alevilik-Bektaşilik, (1990, 2.bas.,1993) Mehmet Fuat ise, Pir Sultan Abdal’ın 1560 yılında idam edilmiş olabileceğini söylüyor. Yapılan araştırmalara göre o dönemde yaşayan Hızır Paşa’lar şunlar: 1-) Başbakanlık arşivi Rüus (Başkanlar, küçük yöneticiler) ve Mühime defterlerindeki kayda göre, 1547 yılında Sivas Valiliği yapan Hızır Paşa’dan söz edilir. Bu paşanın Vali olarak hangi tarihte Sivas’a atandığı bilinmiyor. Bununla ilgili bilgilere ulaşılamadı. Bu Hızır Paşa’nın Sivas Valiliğinden ayrılma tarihi tahminlere göre 1552 veya 1554 yılları olduğu sanılmaktadır. (Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; Nejat Birdoğan’ın incelemesi; sayfa 78) 2-) Başbakanlık arşiv kayıtlarına göre, Aralık 1588’de Mehmet Paşa’nın yerine Sivas Beylerbeyliğine menşur Deli Hızır Paşa tayin edildi ve 7 Mayıs 1590 yılında bu görevden ayrıldı. (Amasya tarihi, cilt 3, sayfa 333) (Lütfi KALELİ; Şah Hatayi ve Pir Sultan Alev Yay. 1.bas. 2006; s 100–101) Ancak bu tarihler, Pir Sultan’ın idam tarihi ile çakışmıyordu. Pir Sultan Abdal’ın idamının tahminen 1560–1570 yılları arasında olduğu sanılmaktadır. Tam bu noktada Ali Haydar Avcı, 3. Hızır Paşa’nın bulunduğunu söyledi. Ali Haydar Avcı, Mühime defterleri kayıtlarında bulduğu belgeye göre; “Söz konusu Hızır Paşa 1560 yılında Rum (Sivas) Eyaleti Beylerbeyi idi. 27 Şaban 967 (23 Mayıs 1960) tarihinde doğrudan kendisine gönderilen bir hüküm ve 9 Zilkade 967 (1 Ağustos 1560) tarihinde Dulkadirli Beylerbeyine hitaben yazılan "Sancak Defterlerinin Rum Beylerbeyi Hızır Paşa'ya gönderilmesi" yönündeki emirname, bu Hızır Paşa'nın aranan Hızır Paşa olduğunu ispatlıyor. İlginç bir ayrıntı da bu Hızır Paşa'nın Bağdat'tan gelmesi. Yani Pir Sultan Abdal ile yollarının daha önce de kesişme olasılığının kuvvetli olması” demektedir. Ali Haydar Avcı, bu bağlantıdan yola çıkarak, Pir Sultan Abdal’la bu Hızır Paşa’nın daha önce de görüşmüş olabileceklerini söylemektedir. (Ali Haydar Avcı; Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal; Nokta Yay. ) Buradan çıkarılan sonuca göre, Pir Sultan Abdal’ın 1548 ile 1570 yılları arasında idam edildiğidir. Pir Sultan’ın idamını 1600’lü yıllara götüren araştırmacılar da bulunmakla birlikte; en büyük kabul ve ileri sürülen sav, Pir Sultan Abdal’ın 1560- 1570 yılları arasında idam edildiği yönündedir. Burada, önemli olan Pir Sultan Abdal’ın hangi tarihte idam edildiği değildir. Onun yaşama, insana, topluma ve doğaya ilişkin olarak söylemiş olduğu görüşleri, olgu ve olaylar karşısındaki duruş ve eylemidir. Böyle bakınca biçimden çok öze inmemiz gerektiği hemen ortaya çıkar. Pir Sultan Abdal, yaklaşık 600 yıldır bu topraklarda dipdiri yaşamaktadır. Onun şiirleri halen toplumu derinden sarsmakta ve dizeleri insanların gönül telini titretmektedir. Hemen her gün, radyolarda, televizyonlarda, internet sayfalarında, insanların dillerinde Pir Sultan Abdal’ın bir deyişini, bir ağıtını, bir ağıtını vb. dinlemekte veya duymaktayız. Bu anlamda hiçbir ozan ve şair Pir Sultan Abdal kadar halkın bilincine ve gönlüne yerleşmemiştir. Halkın, Pir Sultan Abdal’a bu sevgisi ve duyarlılığı nedendir? Sorunun yanıtı doğru verildiğinde, Pir Sultan Abdal’ı doğru tanımlamış oluruz. Onun, halk gönlünde ulaştığı sevgiye, bugüne kadar hiçbir ozan ulaşamamıştır. Çünkü Pir Sultan Abdal, dünyanın ozanı olmuştur. Yani, somut olarak, üzerinde yaşadığı dünyayı sorgulamış ve dünyasal değerler için mücadele etmiştir. Yaşadığı dünyada, daha güzel, daha iyi yaşayabilmenin savaşımını vermiştir. Ozan, miskin, yaşamı boş veren, tembel, dünya gerçekliğinden kaçınan, dünyadaki sorunları imge (ahrete) dünyaya taşıyan anlayışlara karşı çıkmış ve dünyanın gerçekliğini dile getirmiştir. Bundan dolayı da, halkın sorunlarını dile getiren ve sorunların nedenselliklerini ortaya koyan ve çözüm yollarını da sunan bir bilge, bu sorunları sazıyla-sözüyle korkusuzca haykıran bir ozan olmuştur. Pir Sultan’ın şiirlerinde, halk kendi yaşanmışlıklarını bulmuştur. Çünkü Pir Sultan Abdal, halkın konuşan dili, düşünen beyni ve haykıran sesi olmuştur. Geçmişte de, bugün de, yoksulluk çelen, acı, keder, üzüntü ve baskı gören halk, kendi sorunlarıyla ilgili konuları, Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde bulmakta ve bu nedenle de onu gönlüne, bilincine taşıyarak ona beden olmaktadır. Pir Sultan Abdal, coşkunun, haksızlığa başkaldırının, eşitlikçi- paylaşımcı anlayışın, sömürüye, zalime, zulme karşı isyancı duruşun simgesi olmuştur. O, bir ozan olarak; yaklaşık 600 yıldır bu topraklarda toplumun belleğinde, her zaman diri kalmış ve gerek ürettiği şiirlerle ve gerekse cesur ve kararlı duruşuyla, Anadolu insanına ışık saçmış, Anadolu insanının gönlüne girmiş ve canlara can olmuş, bu anlamda da ölümsüzleşmiş bir önder insan, bir ulu ozandır. Alevi-Bektaşiliğin, toplumcu yanını gösteren ve Aleviliğin eşitlikçi-paylaşımcı anlayışını yansıtan Pir Sultan Abdal; yaşamı boyunca, eşitliği, iyiliği, dostluğu, kardeşliği savunmuştur. Alevi-Bektaşi öğretisinin toplumsal anlayışı, eşitlikçi-paylaşımcı bir anlayıştır. Buna göre, üreten, emek harcayan, değere değer katan insanların safında yer alan ve üretilen katma değerden herkesin adilce yararlanmasını savunan toplumcu modeli ön görür. Aleviliğin bu toplumcu yönünü en iyi yansıtan ozanların başında da, Pir Sultan Abdal gelir. Dünyada, onun kadar coşkulu ve inandığı dava uğruna canını ortaya koyan, çok az insan vardır. Bundan dolayıdır ki, yüzyıllardan bu halkının bilincinde yaşıyor ve yaşatılıyor. Pir Sultan Abdal, her zaman yaşamın içinde olmuştur. Üreten insanlarla aynı mekânı paylaşmıştır. Kendisi de üreten bir insandır. Üretim-tüketim çelişkisinde, tüketici Osmanlı egemen sınıfının, üretici köylü toplumunu sömürmesi karşısında, üreticinin safında yer almış ve sömürgene, zalime, zulme karşı koymuş ve başkaldırmıştır. Pir Sultan Abdal, haksızlığa karşı isyanın ozanıdır. Pir Sultan Abdal, yaşanmışlığın ozandır. Pir Sultan Abdal, insan gönlünü içten kuşatan ve halkın ortak duygularını yansıtan bir aydın kişi ve duygu yoğunluğu yaşatan lirik bir ozandır. Onun şiirleri, insanı derinden etkiler ve gönül telini titretir. İnsana güç katar ve bilincini açar. İnsanı yalnızlıktan kurtarır. Sorunlar yaşayan insana, enerji katar ve onun duygularına ortak olur. Bu anlamda da, Pir Sultan Abdal, tüm insanlığa örnek olmuş bir önderdir. Pir Sultan Abdal, Anadolu insanının sözcüsüdür. Yalnız Anadolu insanının değil, dünyada ezilen, yoksul, fakir, sömürülen vs. tüm insanların sözcüsüdür. Pir Sultan Abdal, düşündüğünü çekinmeden söyleyen bir insan olduğu gibi, düşündüklerini eyleme geçiren bir uygulayıcıdır da. Bu anlamda o, ulaşılması zor bir simgesel kişiliktir. Pir Sultan Abdal, bir eylem insandır. “İnsan eylem yapan varlıktır”, sözünün içini dolduran bir kişiliktir. Pir Sultan Abdal, aynı zamanda bir inanç önderidir. O, Aleviliğin yolunu, erkânını, usulünü, inancını, insana-evrene-Tanrı’ya bakışını, şiirlerinde herkesin anlayacağı bir dille anlatmıştır. Pir Sultan Abdal’ın dili, çeşmeden akan su gibi berraktır. O halkının konuştuğu dili kullanmış ve yalın bir anlatımla düşüncelerini dile getirmiştir. Alevi inancının temeli olan; birlik, bütünlük (tevhit), dostluk, muhabbet, barış; Hz. Ali’ye duyulan sevgi; Kerbelâ kıyımına duyulan öfke, on iki imamlara olan bağlılık, kâmil-insan; dört kapı-kırk makam vs. gibi değerleri de, şiirlerin de, yoğun, herkesin anlayacağı bir söylemle ve yalın bir şekilde işlemiştir. Pir Sultan Abdal, yaklaşık beş yüz yıldır halkın ortak belleğinde dipdiri yaşamaktadır. Hemen her gün birçok yerde, Pir Sultan’ın türküleri, nefesleri, deyişleri söylenmektedir. AleviBektaşilerin Cem’lerinde, ibadetlerinde, toplantılarında vs. Pir Sultan Abdal’ın deyişleri ve nefesleri her zaman okunur. Pir Sultan Abdal, hem bir inanç önderi ve hem de toplumcu duruşuyla Alevi-Bektaşiler tarafından ululaştırılmış bir ozandır. Yedi ulu ozan içinde topluma en çok etki eden ozan, Pir Sultan Abdal olmuştur. Halkının gönlünde, Pir Sultan Abdal, doruktaki ozandır. Pir Sultan Abdal’ın şiirleri, Halk Edebiyatı içinde yer alır. Bu şiirlerin tamamı hece ölçüsüyle yazılmıştır. Geleneksel şiir anlayışı, Pir Sultan Abdal’da sürdürülmüştür. Pir Sultan Abdal, her şeyden önce halkının “ortak duyarlılığını, duyuncunu, ütopyasını ve özlemini” korkusuzca yansıttığı ve halkın sözcüsü olduğu için ölümsüzleşmiştir. Pir Sultan Abdal, yalnızca yaşadığı dönemde değil, her dönem halkın sözcüsü ve gözcüsü olmuştur. Onun şiirlerinde halk kendisini bulmuştur. Pir Sultan, kendisinin değil tüm topumun bedeni olmuş ve bu beden, tüm insanlık ve tüm halk için kendisini feda etmiştir. Halk ve insanlık için ölümü göze alan ve bu uğurda ölen bir insan ancak “ulu” bir insan olur. Böylesi insanın “bedeni” ölse de; tini ölmez. O’nun tini (ürettiği değerler) başkalarının tininde yaşar, yaşatılır. Pir Sultan Abdal’da böylesine “ulu” bir insandır. Pir Sultan Abdal, yaşadığı dönemde, zalime ve halkı sömürüne karşı korkusuzca başkaldırmış, kendisine yapılan onca işkencelere direnmiş, görüşünden ve duruşundan asla ödün vermemiş; halkının “ortak istencini” korkusuzca savunmuş ve bu uğurda “idam edilerek” öldürülmüş bir insandır. İşte onu kahraman ve ölümsüz yapan bu isyancı ve korkusuz duruşudur. Pir Sultan Abdal’ın şiirleri çok durudur. Halkının konuştuğu dildir onun dili. Akıcı, doyurucu, anlaşılır, duru ve saf bir dil. Öz be öz kendi halkının konuştuğu dil. Bu da Pir Sultan Abdal’ı ölümsüz kılan diğer bir yandır. Onun dizeleri, ağdalı bir dilden ve anlaşılmaz sözcüklerden uzaktır. Dizeler bir anne sütünün besleyiciliği gibi, kendi halkının dilini besleyen, onu zenginleştiren ve bütünleyen dizelerdir. Pir Sultan Abdal, kibirden, yapaylıktan, yağdanlıktan ve gösterişten uzak, yalnızca halkının aydını ve ozanı olmuştur. Bunun için de her dönem halkının en yakınında bulunmuştur. Halkı da, Pir Sultan’ına sahip çıkmış, onun dizelerini, anlaşılır ve anlamlı sözcüklerini önemsemiştir. Çünkü halk, Pir Sultan’da kendini görmüştür. Pir Sultan’ın şiirleri onun yaşadıklarını anlatmaktadır. Bundandır ki, halk kendisinin söyleyemediğini, korkusuzca söyleyen insanı kahramanlaştırıyor ve onu yaşatıyor. Dünyadaki gerçek kahramanların öyküsü böyledir. HIZIR PAŞA SÖYLENCESİ Hızır Paşa söylencesi, Anadolu halkının üstün ve üretici zekâsının bir ürünüdür. İyi ve kötü birbirine karşıt iki güç her olay ve olguda vardır. Biri olmadan diğeri olmaz. Halk, bu iki karşıt güçten, Hızır Paşaya kötülük eylemini yüklerken, Pir Sultan Abdal”ın bedenine; iyilik, dostluk, dayanışma, paylaşma vs. gibi, insani değerleri içeren değerleri yükleyerek, onu ululaştırmış ve yüceltmiştir. Halk, yücelttiği ve değer verdiği insanı çok önemli (soyut, somut) değerlerlerle donandırır. Bu söylencede de, bu durumla karşılaşmaktayız. Pir Sultan Abdal, ulu bir ozandır. Halk bu ozanımıza, üstünlük sağlayan, bir takım manevi değerler yükleyerek, olağanüstü bir insan konumuna sokmuştur. Öyle ki, Pir Sultan, kimsenin yapamadığını yapan, insanlara enerji sunan, insanların yaşamını değiştirebilen bir yeteneğin, bir gücün sahibi gibidir. Böyle olağanüstü niteliklerle donatılan, Pir Sultan Abdal, özündeki manevi güçle, kendisinden yardım istemeye gelen Hızır’a, gerekli himmeti (besini, yardımı) sunmuştur. Halk söylencesi, bilinçte betimlendiğinde, zihinde tasarımlanıp somuta taşındığında, söz konusu söylencede, verilmek istenilen bir iletinin olduğu görülür. Bu anlamda her söylence değerlidir ve anlamlıdır. Bu açıklamadan sonra söylenceye bakalım. Söz konusu söylence şöyledir: Sivas’ın Hafik ilçesi, Sofular Köyünden “Hızır” isimli bir derviş vardır. Hızır, Pir Sultan’ın müridi olur. Pir Sultan ona gerekli olan enerjiyi sunar. Onun zihni, algılaması artar ve şansı açılır. Pir Sultan’dan gerekli tinsel gıdayı alan (himmet alan) Hızır, Pir Sultan’dan izin alarak İstanbul’a gider, ora da okur ve bunun üzerine Paşa, Beylerbeyi (Yönetici) olur. Söylenceye göre, Pir Sultan, Hızır’a: Hızır; “Gidip okuyacaksın, paşa, hatta vezir olacaksın. Fakat bir gün beni asmağa geleceksin!” diye bir öngörüde bulunmuş. Hızır da, hiç öyle bir şey yapar mıyım Pir’im demiş? Oradan ayrılmış. Süreç içinde okuyup, yönetici olarak Sivas’a Vali olarak gelen Hızır, artık farklı bir konumdadır. Artık o, yöneticidir ve Osmanlı’nın ileri gelen insanlarından birisi olmuştur. Hızır, görevi sırasında, halktan uzak, kibirli ve baskıcı bir davranış sergileyerek, öncekinden çok daha değişik bir kimliğe bürünür. Pir Sultan Abdal, Osmanlı’nın zulmüne, baskısına karşı, şiirleriyle, eylemleriyle korkusuzca karşı koyan ve zalimlere karşı duran, bir ozan ve eylem adımıdır. O dönem, Osmanlı’nın halka yaptığı baskılar ve kıyımlar, çok yoğun yaşanmaktadır. Halk, bir yandan ekonomik yönden perişanlık yaşarken, diğer bir yandan baskılardan yılmış, çaresiz ve güvencesizdir. Bu koşullar içinde Pir Sultan Abdal, bir aydın olarak, halka öncülük yapmıştır. Pir Sultan, bu koşullar içinde, halkla birlikte, halk önderi olarak Osmanlı’ya başkaldırmıştır. Hızır Paşa, tüm bu olanlardan rahatsızdır. Osmanlı’nın memuru ve yöneticisi olduğunu anımsayarak, geçmişini unutan Hızır Paşa, bu görev aşkı içinde kendisine himmet eden, onun Vali olmasının tinsel gıdasını veren Pir’inin iyiliğini unutmuştur. O, hırsına, nefsine yenilerek yöneticilik sarhoşluğu içinde, yukarıdan bakan, kibirli ve geçmişini unutan bir davranışla, Pir Sultan Abdal’ı yakalatıp, Sivas Toprak Kalesi’ne koydurmuş ve kısa sürede yargılatarak idama mahkûm ettirmiştir. Yine söylenceye göre, Hızır Paşa, bir ara geçmişini anımsar ve Pir Sultan’ın hayatını kurtarmak ister. Çünkü geçmişte kendisine yaptığı iyilikler ve verdiği himmet aklına gelmiştir. Hızır, Pir Sultan Abdal’ı huzuruna çıkartır. O’ndan içinde “Şah” sözcüğünün geçmediği üç nefes söylemesini istemiştir. Pir Sultan Abdal, bu sözlere ve isteğe çok kızar ve sazını eline alıp Şah’ı öven üç nefes söyler. Bu davranışı hiç beklemeyen Hızır Paşa, bunun üzerine çok kızar ve bu kızgınlığından deliye döner. Bu nasıl olurdu? Bir “Osmanlı Vali”sine karşı mı gelinirdi?! Ama karşısında koskocaman bir ozan ve devasa bir yürek vardı. O, bunu hesap etmemişti. Sanmıştı ki, Pir Sultan Abdal, idam edilmekten korkacak, özür diyecek ve O’da, Pir Sultanı affedecek. Oysa o Pir Sultan Abdal’ı tanımamıştı. Gerçek ozan diz çökmezdi. Pir Sultan Abdal da diz çökmedi, aldı eline sazı ve arka arkaya şu dizeleri dile getirdi: İlk nefesinde: “ Hızır Paşa bizi berdar etmeden Açılın kapılar Şah’a gidelim Siyaset günleri gelip yetmeden Açılın kapılar Şah’a gidelim”(İrene Melikoff; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Yay. 1998, sayfa12) İkinci nefesinde şöyle sesledi: “Kul olayım kalem tutan eline Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz Allah’ı seversen Kâtip böyle yaz Dünü gün ol Şah’a eylerim niyaz Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz…”(İrene Melikoff; age, Sayfa 12) Pir Sultan üçüncü bir deyişle sözlerini bitirdi:: “ Karşıda görünen ne güzel yayla Bir dem süremedim giderim böyle Ela gözlü pirim sen himmet eyle Ben de bu yayladan Şah’a giderim Pir Sultan Abdal’ım dünya durulmaz Gitti giden ömür geri dönülmez Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz Ben de bu yayladan Şah’a giderim …”(Melikoff; age; sayfa 13) Bu deyişleri duyan Hızır Paşa, artık dayanamaz, deliye döner, sinirinden çıldırır ve kızgınlık içinde, Pir Sultan Abdal için darağacını kurdurur ve idam ettirir. Anadolu Alevileri, Şah’ın yanında yer almışlardı. Osmanlı’nın zulmüne karşı direniyorlardı. Bu direnme sırasında Şah’lar, onarla yardımcı oluyordu. Şah İsmail, Şah Tahmasb, Şah Abbas, Kalender Şah vs. Anadolu’daki Alevilerin yanında yer alıyorlardı. Bu durum Osmanlı’yı çok kızdırıyordu. Bundan dolayı da, Alevilere dönük büyük kıyımlar gerçekleştiriyordu. Aynı zamanda, topluma ve halka öncülük eden önderleri asıyor, öldürüyordu. Pir Sultan Abdal da, bu halk önderlerinden birisiydi. Osmanlı, Pir Sultan Abdal’ın halk üzerindeki etkisini ve güvenirliliğini bildiğinden dolayı da, onu asarak öldürdü. ŞAH SÖZCÜĞÜNÜN ANLAMI VE PİR SULTAN’IN ŞAH’I KİMDİR? Şah, bir şeyin en iyisi, bir topluluğun en büyüğü anlamına gelir. (Büyük Larousse; ilgili madde). Bu anlamda, Alevi-Bektaşi öğretisinde Şah: Bu öğretiyi, bu felsefeyi, bu inancı en iyi bilen, en iyi yorumlayan, yetkin, etkili ve güvenilir ulu bir insan anlamını taşır. Şah, aynı zamanda Sultan’dır da. Çünkü Sultan bir yolun, bir öğretinin en üst makamıdır. Bu makama oturan kişi Şah’tır. Evrenin ulusu Tanrı’dır. Çünkü her şey Tanrı’nın bir görünümüdür. O halde Tanrı, her şeyin içindedir. Ulu olan, belirleyici ve yetkin olan Tanrı’dır. O zaman evrenin Sultan’ı da ve Şah’ı daTanrı’dır. Bir devleti yöneten kişi Sultan’dır. Çünkü en üst makam odur. O makama oturan insan, o ülkenin Şah’ıdır. En üst yöneticidir. Ulus Devletlerden önceki devlet yöneticilerinin sıfatlarının, Sultan ya da Şah adıyla anılmaları, o sözcüklerin içerdikleri anlam dolayısıyladır. Alevi- Bektaşilikte de “Şah” sözcüğünün çok temel bir anlamı vardır. Bu öğretide, Pir, Mürşit, Şah… gibi kavramlar belirli anlamlar yüklenirler. Bu sıfatları yüklenen insanlar, bu yolun uluları, önderleri ve sözcüleri sayılırlar. “Şah, kavramı, iyiliği, doğruluğu, güzelliği, hak ve adaleti, insanı kutsayan anlayışı ve insanlığın karanlıktan, kötülüklerden kurtuluşunu simgeleyen bir kavramdır. Şah tasarımı, aynı zamanda baskısız ve sömürüsüz bir dünyanın özlemini yansıtır. (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003; A.Haydar AVCI; makalesi sayfa; 70) Bu gerçeklik üzerinden hareketle, Şah, insanlığı gelecekte güzel günlere götürecek olan bir kimliğin simgesi konumundadır. Böyle olunca da, Osmanlı’nın baskısından, sömürüsünden bıkan ve bir kurtuluş beklentisi içinde olan Anadolu halkı kendi “Şah”ını yani kendi “kurtarıcısını” hep beklemiştir. Bu nedenle, bu kurtuluşu gerçekleştirmek amacıyla, birçok başkaldırı ve ayaklanma yaşanmıştır. Çünkü Osmanlı, yerli halkı her zaman baskı altında tutmuş, sömürmüş, yoksun ve yoksul bırakmış, yetim koymuş ve hep ezmiştir. Bundan dolayı da, Anadolu Halk’ı, her zaman bir “kurtarıcı” beklemiştir. Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde, bolca geçen bu kurtarıcı “Şah” kimdir?: İran’da devlet kurmuş olan Şah İsmail’mi? Yoksa o dönem de Hacı Bektaş Veli postunda oturan Kalender Çelebi’mi? Veya genel anlamda bir simgesel kurtarıcının adı mı? Ya da kendisinden önce yaşamış olan, bu yolun, bu öğretinin ulularına bir sesleniş mi? Bunların hepsi olabilir. Şu bilinmelidir ki “Şah” sözcüğü, genel bir kavramdır. Şah İsmail’le bu kavramı sınırlandırmak yanlıştır. Şah İsmail (Hatayi), İran’da Safevi Devleti’nin Sultan’ı ve Şah’ıdır. Anadolu’daki Aleviler üzerinde de büyük bir etkisi olmuştur. Anadolu Alevileri, Şah İsmail’i önder görmüşler, taraftar olmuşlar ve ona saygı duymuşlardır. Şah İsmail’de, Anadolu’daki Alevilere sahip çıkmış ve onları korumaya çalışmıştır. Şah İsmail yani Hatayi, Alevilerin kabul ettiği yedi ulu ozandan birisidir ve Pir Sultan Abdal’dan sonra, en etkili olanıdır. Konumuza dönersek, Pir Sultan Abdal’ın şiirlerindeki “Şah” kavramının, yalnızca “Şah İsmail”e yönelik olduğu çok şüphelidir. En azından tarihsel olarak da bunun böyle olması gerektiğini söyleyebiliriz. Özellikle Yavuz Sultan Selim’in, 1516 yılında halifeliği Osmanlı’ya getirmesiyle, yönetim, koyu bir dinciliğe bürünmüş ve devlette, “Şeriat” hükümleri egemen olmaya başlamıştır. Böylece, Osmanlı yönetimiyle, Anadolu’da çoğunlukta bulunan Türkmenlerin inancı arasında bir doku uyuşmazlığı oluşmuştur. Osmanlı’nın “Sünni” inancıyla, Anadolu’nun yoksul insanlarının muhalif inancı olan Bâtınilik (Alevilik) birbirleriyle uyuşmuyordu. Bu nedenle de, özellikle 1500-1660 yılları arasında, gerek ekonomik, gerek sosyal, gerek kültürel ve gerekse inançsal anlamda anlaşamayan Anadolu halkıyla, Osmanlı arasında büyük karşıtlıklar ve anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Bu durumda, Osmanlı’dan baskı ve eziyet gören Anadolu Türkmenleri, İran’da devlet kurmuş olan ama kendisi gibi konuşan, kendi dilinden şiirler yazan, kendi kültürünü yaşayan ve yaşatan, “Şah İsmail”e yanaşmayı uygun görmüştür. Bu duyarlılıklar içinde, Şah İsmail, bu duyarlılıklar içinde Anadolu’da ki Türkmen halkına sahip çıkmış ve onları doğal taraftar olarak görmüştür. Bu anlamda Pir Sultan Abdal’ın da Şah İsmail’i, önder görmesi kadar doğal bir şey olamaz. Şah sözcüğü, genel olarak, insanlığı kurtuluşa taşıyacak olan ve bu yönde görüş, düşünce ve eylem geliştiren önder insanlara yüklenilen bir sıfattır. Pir Sultan Abdal şiirlerinde, “Şah” derken bunu, genel anlamda da kullanmış olabilir. Yani bu hem “Şah İsmail”i anlatmış olurken ve hem de bir başka önderden (Örneğin; Kalender Çelebi’den, Hacı Bektaş Veli’den, Hz. Ali’den vs.) söz etmiş olabilir. Bunu şu an kesin olarak söyleme şansına sahip değiliz. Ama, Pir Sultan Abdal’ın şiirleri incelendiğinde “Şah” sözcüğünü hangi ulu için kullandığına ilişkin bir takım verilerle, ipuçlarıyla karşılaşıyoruz. Bu veriler ve ipuçları bize sözü edilen “Şah” Kalender Çelebi olabilir mi? Sorusunu aklımıza getiriyor. Örneğin: Karşı karşı karlı dağlar İndi Şah’a secd’eyledi Mülk iyesi ulu beyler İndi Şah’a secd’eyledi. (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003; A.Haydar AVCI; makalesi sayfa 72;) Pir Sultan’ın, bu dizelerde, yaşadığı bölgedeki (Sivas- Banaz) dağlara (Yıldız Dağı) gelen ve o dağları gezen, dolaşan bir ulu kişiden söz ettiği anlaşılıyor. Dağların Şah’a mekân olduğunu, orada yaşayan ve söz sahibi olan beylerin de bu Şah’a tapındıklarını, ona taraf çıktıklarını anlatıyor. Bu Şah, o dönemde Anadolu halkının sesi, özü olan, o halkın önderi konumunda bulunun en yüksek makamdaki Kalender Çelebi’dir. Kalender Çelebi, Sivas bölgesine de gelmiş, Yıldız Dağı çevresinde konaklamış ve o bölgelerde de kalmıştır. PİR SULTAN’ım oldu tamam İşte geldi Sahip-Zaman Dahi indi On’iki İmam İndi Şah’a secd’eyledi (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003; A.Haydar AVCI; makalesi sayfa 72;) Bu dizelerde Pir Sultan Abdal, Sahip-Zaman diyerek, o dönemdeki mekân ve zamana uygun gelişen olayları ve o süreçte, söz sahibi olan, olaylara, olgulara yön veren, bir insandan söz etmektedir. Bu kişinin Kalender Çelebi olma olasılığı bir hayli yüksektir. Çünkü İran’daki Şah İsmail’in, Sivas-Banaz’daki Yıldız Dağlarına gelmediği tarihsel bir gerçekliktir. O zaman söz konusu dağlara bir fiil olarak gelen ve şiirde sözü edilen bu ulu insanın Kalender Çelebi olduğu sanılmaktadır. Kalender Çelebi 1527-1528 yıllarında Osmanlı’ya başkaldırmıştır. Şu dizeler bu konuda daha belirgin bir yargıya varmamızı sağlıyor. PİR SULTAN’ım Çelebi’ye Eyvallahım var Veli’ye Yol oğluna yol diliyle Yolun sırrın soran gelsin (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003; A.Haydar AVCI; makalesi sayfa 73;) Bu dizeler açıkça Kalender Çelebi’yi işaret etmektedir. Pir Sultan Abdal, açıkça “Çelebi”ye derken, bu konuda ki yargımızı güçlendiriyor. Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaş Veli yolunu, öğretisini, felsefesini bilen, yol diliyle (Alevi-Bektaşi yolu) konuşan ve yolun gizlerini taşıyan bir kişiyi tanımlıyor. Ozanın söz ettiği kişi, o dönem, Hacı Bektaş Veli postunda oturan ve Şah olarak tanımlanan Kalender Çelebi’dir. Yazar A.Haydar Avcı, Pir Sultan’ın, sözünü ettiği Şah’ın, Kalender Çelebi olduğunu verdiği örnek şiirlerle kanıtlamaya çalışıyor. Gerçekten de bu dizeler, bu savı doğrular niteliktedir. Buna karşın aynı dönemde Şah İsmail’in de aynı niteliklerle anılması ve Anadolu Türkmen Alevileri tarafından önder görülmesi ve Pir Sultan Abdal’ın da, bu durumdan etkilenmesi ve “Şah” sözcüğünü “Şah İsmail” için kullanması da akla yakındır. Ama ne olursa olsun, ortada gerçek olan halkın büyük sorunlar yaşaması ve kendisini bu sorunlardan kurtaracak bir önder araması söz konusudur. İşte bu koşulların dayattığı ortamda sazıyla, sözüyle, eylemiyle halka sahip çıkan ve halka önderlik eden Pir Sultan Abdal, ozan ve bilge kişiliğiyle, halka öncü oluyor, halkın duygularını, taleplerini, görüşlerini yansıtan, bir duruş gösteriyor. Asıl adı Haydar olan, Pir Sultan Abdal, dönemin maddi koşullarının, itki gücüyle ortaya çıkmış, bir ozan, bir bilge ve bir eylem insandır. Bir de şu dizelere bakalım: Rum elinden devlet hanlar tutuldu Şad oluben top tüfekler atıldı Zahir oldu kurt koyuna katıldı On’iki İmam Mehdi ile geliyor. ( Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003; A.Haydar AVCI; makalesi sayfa 74;) Burada ozan, Rum eli derken Sivas’tan söz ediyor. O dönemde Sivas yöresi Rum diyarı olarak anılıyordu. Ozan, Mehdi derken, Sivas bölgesine gelen bir ulu’dan söz ediyor. Bu da o dönemde, Sivas bölgesine giden ulu kişinin Kalender Çelebi olduğunu göstermektedir. Mehdi inancı, Aleviliğin çok temel bir inancıdır. İnanca göre, 12. İmam olan Mehdi, gayb (görülmeyen, gizli olan) âlemine katılmıştır. Bir güm insanlığı kötülükten kurtarmak için dünyaya gelecektir. Bu anlamda “Mehdi” kurtarıcı ve düzenleyici bir kimlik olarak bilinçlere yansımaktadır. Anadolu Halkının, çok zor koşullar yaşadığı bir dönemde, bir “kurtarıcı” beklemeleri doğaldı. Halk, kendisine öncülük eden, yol gösteren öndere, “Mehdi” gözüyle bakmıştır. Kalender Çelebi’ye de “Mehdi” olarak gördüğü, yukarıdaki dizelerden anlaşılmaktadır. Şu dizelere ne demeli; Uçurdular Pir Sultan’ın kuşunu Seyrangah eyledi Yıldız başını Hub gösterdi toprağını taşını Mevlam kısmetini verdi orada Şah Yıldız dağında semah eyledi Ayaküstü bin bir kelam söyledi İndi Banaz’a hoş vatan eyledi Hayli devr-ü zaman geçti orada Koca Şah uruma bir elma saldı Dolandı Urum’u Banaz’a geldi PİR SULTAN elmaya bir tekbir kıldı İnsan taacüpte kaldı orada (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003; A.Haydar AVCI; makalesi sayfa 77;) Aslında bu dizlere bakıldığında, Pir Sultan Abdal; Yıldız Dağının eteğinde, çevresinde dolanan, bu dağı mekân edinen, varlığıyla güzelleştiren, dağı çekici kılan, dağda semah dönen, söz söyleyen, konuşan ve oradan Banaz’a inip insanlarla görüşen, sohbet eden ve Banaz’ı yurt edinen bir kişiden söz ediyor. Ozanın sözünü ettiği bu kişi Şah İsmail olabilir mi? Doğal ki olamaz. Araştırmacı A. Haydar Avcı’nın da belirttiği gibi, bu kişi olsa olsa, o dönem Pir, Mürşit ya da Şah olarak nitelendirilen ve halk tarafından sevilen ve önder kabul edilen Kalender Çelebi olabilir. Çünkü Şah İsmail’in, Sivas’taki “Yıldız Dağ”ına geldiğiyle ilgili bir belge yoktur ama Kalender Çelebi oralarda yaşamıştır. Haydar Avcı, bu görüşünü pekiştirmek için “elma” gönderme konusuna da açıklık getirerek, o dönemde “elma göndermenin” davet etme, çağırma anlamına geldiğini de belirtmektedir. Pir Sultan Abdal, son dizelerinde, Şah’ın Sivas’ a haber gönderdiğini ve sonra bu çağrının Sivas’taki, Banaz’daki insanları da kapsadığını, çevresinde bulunan insanlara çağrıda bulunduğunu, kendisinin de bu çağrıya uyduğunu belirtmektedir. Pir Sultan Abdal, Kalender Çelebi’nin çağrısına uyarak, Yıldız Dağı’na gittiğini söylemektedir. Birçok insanın bu durumu şaşkınlıkla karşıladığını dile getirmektedir. Burada yapılan, gerçekleşen maddi bir olgu var. O da toplantılara katılan, insanlarla konuşan bir kişiden söz edilmektedir. Bu kişi Şah İsmail olabilir mi? Doğal ki tarihi gerçekler böyle bir olaydan söz etmemekle birlikte kimi araştırmacılar bu kişinin “düzmece Şah İsmail” olabileceğini söylemektedirler. Tarihçiaraştırmacı Mustafa Akdağ’ın tezlerinden hareket ederek bu görüşü savunan İlhan Başgöz ve bu görüşe katılan Cem Erseven’e göre; “Şam tarafında ortaya çıkan ve Bozok (Yozgat) yakınlarına kadar gelen ve halkı ayaklanmaya çağıran düzmece yani yalancı Şah İsmail’in varlığında söz edilmektedir.” (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003; Cem Erseven makalesi sayfa 144;) Bunlar ortaya atılan tahmini görüşlerdir. Bu konuda halen kesin bilgilere ulaşılmış değildir. Tüm bu bilgilerden ve verilerden hareket ederek, Pir Sultan Abdal’ın 16. yüzyılda yaşadığını söyleyebiliriz. Belki de 15. yüzyılın son çeyreğinde dünyaya gelmiş olması ve 16. yüzyılın ortalarında veya son çeyreğinde ölmüş olabileceği büyük bir olasılık olarak ortaya çıkmaktadır. PİR SULTAN’IN FELSEFESİ Pir Sultan Abdal’ın felsefesi, insan merkezli, ayağı, düşüncesi, görüşleri yere basan, dünyasal olan bir felsefedir. Pir Sultan Abdal’da, yaşamın pratiğinden uzak olmayan, dünyanın gerçekliği üzerine kurulmuş olan görüş ve düşünceler egemendir. Ozanın şiirlerinde, dünyasallaşmış bir insanın duygularını ve düşüncelerini ortaya koyan bir bilinçle karşılaşırız. Bu anlamda, onun dizelerinde; yaşadığı toplumda ki, sorunlara, zorluklara karşı göstermiş olduğu duyarlılık, yılmayan ve kakarlıkla yürütülen bir mücadele ve davasına sonuna kadara inanan bir karşı davranış, belirgin bir şekilde görülmektedir. Pir Sultan; ezene karşı ezilenin, zalime karşı mazlumun, sömürene karşı sömürülenin, haksıza karşı haklının, arsıza karşı masumun, yalana karşı doğrunun, biçime karşı özün tarafında yer alan bir dünya görüşünün temsilcisidir. Pir Sultan Abdal; halkın baskılara ve haksızlıklara karşı geliştirdiği “ortak bilincin” bedenleşmesine ve açığa çıkmasına olanak sağlayan bir kimliğin adıdır. Aleviliğin, yüzyıllardır taşıyıp getirdiği eşitlikçi-paylaşımcı öğretisinden beslenen Pir Sultan Abdal, bu öğretiyi yaşamında her zaman savunagelmiş ve yaşamının pratiğine bunu yansıtmış bir kişiliktir. O, yılmadan, korkmadan, çekinmeden, kendisine yapılan baskılara karşın, görüşlerinden ödün vermeyen ve aynı zamanda zalimlere karşı verilen savaşımda “direncin, onurun” simgesidir. Yalın ve halkın anlayacağı bir dil kullanan Pir Sultan, yaklaşık 600 yıldır bu topraklarda her zaman halkın duygusunu, istencini, kavgasını, duyuncunu, isyanını dile getiren bir ozan olmuştur. Pir Sultan, isyancı bir ozandır. Bu isyan, karmaşa yaratma değil; halkı ezen, halkın ekmeğini elinden alan, halkı kandıran, küçümseyen, hor gören yönetimlere, zalimlere, sevgisizlere vs. karşı gösterilen bir bilincin dışa vurmasıdır. Gönül verdim ikrar verdim Hayder’e Geçmem beni etseler pare pare İrafizi deye çektiler dare Acab benim bunda ne günahım var Pir Sultan Abdal, görüş ve düşüncelerini net ortaya koyan bir ozandır. Bu dizelerde de görüldüğü gibi, Hz. Ali’ye bağlı olduğunu, bedenini parçalarsalar bile bu bağlılıktan dönmeyeceğini belirtiyor. Pir Sultan Abdal, Rafızî olduğu için sorgulandığını söyleyerek, Rafızî olmanın neden suç olduğunu soruyor. Osmanlı, Alevi kimliği taşıyan, Alevi inancına bağlı olan insanlara baskı ve zulüm uygulamıştır. Bu dizlerde de bunu görmekteyiz. Pir Sultan’ın yaşadığı dönemde Aleviler “Rafizi, Mülhid, Kızılbaş, Şii vs. diye adlandırılıyordu. Rafızîlik, Hz. Ali’yi halife olarak görüp, diğer halifeleri tanımayanlara verilen isimdir. Mülhit, Tanrı’ya inanmayanlar anlamına gelir. Şia ise Şiiliği benimseyenlerdir. Kızılbaş ise, savaşa giden Hz. Ali taraftarlarının ve yine savaş sırasında Safevilerin başlarına kızıl bir başlık takmaları nedeniyle, Şah İsmail ve Hz. Ali yanlılarına verilen bir isimdi. Görülüyor ki bu dönemde Alevi sözcüğü henüz kullanılmıyordu. Pir Sultan Abdal, açıkça “rafizi” diye suçlandığını belirtiyor. Oysa bugün bu sözcüklerin (Rafızî, Mülhit ve Kızılbaş…) hiçbiri kullanılmıyor. 1500-1600’lü yıllarda da “Alevi” sözcüğü yoğun olarak kullanılmıyordu. Alevi sözcüğünün, XV11. veya XIX. yüzyıllardan itibaren kullanıldığı yönünde görüşler bulunmaktadır. XX. Yüzyılda ise tamamen “Alevi” sözcüğü kullanılmıştır. Rafızi ve mülhit sözcükleri çok fazla kullanılmamış, Kızılbaş sözcüğü ise, küçümsemek ve aşağılanmak amacıyla kullanılır olmuştur. Lanet olsun sana ey Yezit Pelit Kızılbaş mı dersin, söyle bakalım Biz ol âşıklarız, ezel gününden Rafızî mi dersin, söyle bakalım.(Müslüm Ulusoy, Direnen Türkler, Tanı Yay. 2006, s. 398) Pir Sultan Abdal, Osmanlı yöneticiler tarafında Kızılbaş ve Rafızî denilerek küçük görülen ve aşağılanan ve suçlanan Alevi’lerin, bu suçlamalara hiç aldırmadıklarını ve bu tanımlamalardan mutlu olduklarını belirterek, onlara karşılık vermektedir. Pir Sultan, “Ey Yezit, bu aşağılamanı kınıyorum, bu alçakça duruşuna gülüp geçiyorum” demektedir. Hak bizi yoktan var etti Şükür yoktan vara geldim Yedi kat arşta asılı Kandilde ki nura geldim (Erdoğan Çınar; age; sayfa; 81) Felsefi anlamda yok’ta vardır. Tohumun içinde yok olan meyve, karşıtına dönüşünce varlık kazanır. O zaman var yok, yok ise vardır. Tohumun içindeki meyve veya ağaç tohumda gizil nesnellik olarak durur. Karşıtına dönüştüğünde yani meyva veya ağaç olduğunda ise, tohum gizil nesnellik olarak ağacın içinde yer alır. Biri diğerine dönüştüğünde, yani biri açığa çıktığında diğeri gizlenir “batın” konumuna gelir, diğeri açığa çıkar. Bu döngü sonsuzca var olur. Ozan, burada bu olguyu anlatmaktadır. Evren ve insan görünüşe çıkmadan veya kendi varlığını oluşturmadan önce Hakk’la birlikteydi, Hakk’ın içindeydi. Potansiyel olarak Hakk’ta mevcuttu. Ama insanın kendisi yoktu. Yani gerçek olarak açığa çıkmamıştı. Evren açığa çıkarak varoluşunu ortaya koymuştur. Bu varoluş, Tanrı’nın kendisinde mevcut olanı açığa çıkarması, görünür alana geçmek istemesiyle olmuştur. İnsan evrende yokken, Tanrı’nın özünde bulunmaktaydı. Ozan, yedi kat arş derken de, yedi kat gökten söz etmektedir. Kandildeki nura geldim derken de, evreni var eden sonsuz enerjinin, evreni var etmesi ve güneşin yeryüzüne ışık salmasını anlatmaktadır. Çünkü her şey enerjidir. Madde enerjinin farklı yoğunlukta bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Ozan bu gerçekliği dile getirmektedir. Fizikte çok temel bir yasa olan “Madde enerjiye, enerji de maddeye dönüşür “ ilkesi bu dizlerde açık bir şekilde dile getirilmiştir. Kadılar müftüler fetva yazarsa İşte kement, işte boynum asarsa İşte hançer, işte kellem keserse Dönen dönsün, ben dönmezsem yolumdan Bu dizelerde Pir Sultan Abdal, inandığı davadan, savunduğu görüş ve düşüncelerden asla ödün vermeyeceğini ve tüm baskılara karşın kendi dünya görüşünü savunacağını dile getirmektedir. O günün yöneticileri, karar vericileri, Pir Sultan’a, inandığı yoldan (Alevilik veya Kızılbaşlık) ve Şah’a (Şah kimine göre Şah Hatayi, kimine göre ise Kalender Çelebi ya da bu öğretiyi savunan en üst makamdaki mürşit veya yol ulusudur. Pir Sultan Abdal’ın Şah’ı kimdir? Diye bir soru sorulursa, bunun yanıtını net olarak vermekten uzağız. Ama yaşanılan olaylara bakıldığında bu Şah’ın “Kalender Çelebi” olma olasılığının yüksek olduğu düşüncesindeyim. S. Z) olan bağlılığından vazgeçmesi istenir. Pir Sultan Abdal; bilincinde ve benliğinde taşıdığı bu değerlerden vazgeçmeyeceğini ve bu uğurda gerekirse ölümü göze alacağını vurgulamaktadır. İşte ozan, bu toplumsal baskıları var eden egemen güçlere karşı “direncin” simgesi olarak günümüze kadar gelmiştir. Pir Sultan Abdal’ı, halkın, kendisine yakın görmesinin nedeni, onun bu duruşunun soyut olmaktan çıkıp, somuta dönüşmesi ve bilincinin toplumsal bilinçte bedenleşmesinin sonucudur. Şu kanlı zalimin ettiği işler Garip bülbül gibi zareler beni Yağmur gibi yağar başıma taşlar Dostun bir fiskesi pareler beni Dar günümde, dost düşmanım bell’oldu On derdim var ise, şimdi ell’oldu Ecel fermanı boynuma takıldı Gerek asa gerek vuralar beni Pir Sultan’ın, direnci, asla ödün vermeyen duruşu, o dönem karar vericileri çileden çıkarır ve yöneticilerin isteği doğrultusunda, karar vericiler, bu ulu insanı asmaya karar vermişlerdir. Asılma sırasında, karar vericiler, halka emir vererek, herkesin Pir Sultan’a taş atmasını isterler. O sırada, ozana, taşa atanların yanında bulunan, musahibi (yol kardeşi) Ali Baba da taş yerine “gül” atmıştır. Bu gül, Pir Sultan’ı derinden üzmüştür. Pir Sultan’ı üzen, Musahibinin taş atanların safında yer almasıdır. Taş yerine gül atsa bile, o gülün çok fazla bir anlamı yoktur. Çünkü orada önemli olan, taş atanlara karşı koymak yerine, onların yanında yer almasıdır acı olan. İşte, Pir Sultan Abdal’ı üzen budur. Dostluğun ve içten sevginin ne kadar önemli olduğunu belirten bu dizeler, Pir Sultan, asıldığı sırada, kendisine taş atan insanlarla birlikte, aynı kalabalık içinde bulunup, kendisine eğilip “gül” atan Musahibine karşı duymuş olduğu acıyı, üzüntüyü belirtir. Bu dizeler, dostluğun, kardeşliğin ne kadar değerli olduğunu yansıtan dizelerdir. Musahip, kardeştir. Kardeş olan birisi, gül de olsa kardeşine atmamalıdır. Çünkü orada önemli olan niyettir. Musahip Ali Baba’nın, orada kalabalığın içinde yer alarak, gül atması yerine, Pir Sultan’ın yanında bulunup, karşı duruşu ve hatta ölmeyi göze alacak iradeyi göstermesi gerekirdi. Gerçek dostluk ve Musahiplik bunu gerektirirdi. Pir Sultan Abdal da dizelerinde bu duygusunu yansıtmaktadır. Şimdi bizim aramıza Yola boynun veren gelsin İkrar ile pire varıp Hakikati gören gelsin Pir Sultan, direncin ve kararlılığın simgesi olduğunu bu dizelerde açıkça ortaya koymaktadır. Pir Sultan, “bu yola girenlerin” derken, Alevi- Bektaşilik öğretisinden söz etmektedir. Bir başka yönüyle de sınıfsal olarak, mazlumun, ezilenin, üretenin ve dışlananların safında yer alıp, bu alanda mücadele verenlerin korkusuz ve kararlı olması gerektiğini vurgulamaktadır. Kişinin, bir Pir’e veya bir mürşide gidip, gerçeği görmesi, hamlıktan kurtulup olgunlaşması gerekir. Bir Pir’e gidip ondan gerekli düşünsel gıdayı alan birisinin, o yola uygun davranışlar göstermesi gerekmektedir. Eğer, bir kişi almış olduğu bilgiye ve yolun değerlerine uygun davranışlar göstermeyecekse, Pir’ine verdiği sözle uyumlu davranışlar sergilemeyecekse, verdiği sözlerde duramayacaksa, o kişinin bu yola girmemesi gerektiğini söylemektedir. Bu dizeler, Pir Sultan’ın olmayabilir. Bunu halk da “kolektif bilinciyle” Pir Sultan Abdal’ın ağzından yazmış olabilir. Ama sonuçta bu dizeler, dostluğun, musahipliğin önemini belirten görüş ve düşünceleri ortaya koymuştur. En azından gerçek bir dost olan, Ali Baba’nın, nasıl davranması gerektiğini ortaya koyan bir bilinci yansıtmaktadır. Bu bilinç halkın“ortak bilinciyle” uyumlu bir bilinçtir. Yorulan yorulsun ben yorulmazam Derviş makamından ben ayrılmazam Dünya kadısına ben sorulmazam Kalsın benim davam divana kalsın Bu dizelerden de görüldüğü gibi, Pir Sultan Abdal, davasından asla dönmeyeceğini, hiçbir an, Osmanlı’nın Kadı’sından korkmadığını, onun kendisini yargılamasının bir anlamı olmadığını, kendisi için önemli olanın, savunduğu öğretinin değerli, önemli ve vazgeçilmez olduğunu ve bu konuda asla ödün vermeyeceğini belirtmektedir. Ozan, gerçek bir halk ozanın, sergilediği bir davranışı ortaya koymuştur. Pir Sultan Abdal, kendisine bir şey öğreten insanlara büyük sevgi ve saygı beslemektedir. Bir insanın hiçbir zaman “tam” olmadığını, her insanın eksiklerinin bulunduğunu belirten ozan, şu dizeleri söylemiştir: Kul olayım kalem tutan ellere Kâtip arzuhalim yaz Şah’a böyle Şu dizeler, yaşamda makamların geçici olduğunu, bugün hükümdar ve karar verici olanların, yarın çok farklı yerlerde olabileceğini söyler. Ş Şu dizelere bakalım: Yürü bre Hızır Paşa Senin de çarkın kırılır Güvendiğin Padişahın O da bir gün devrilir. Pir Sultan, kendisini yargılayan, idama götüren Hızır Paşa’nın da günü geldiğinde nasıl yetkisiz kalacağını, devran döndüğünde, güvendiği yönetimin değişmesiyle nasıl güçsüz düşeceğini vurgulamaktadır. Bu dünyanın gelip- geçer olduğunu, insanların da, bir gün bu dünyadan göçüp gideceklerini ve hiç kimsenin, hiçbir iktidarın, hiçbir sultanın yönetiminin sonsuzca egemen olamayacağını belirtmektedir. Değme arif bunu böyle bilemez Bilse dahi, yine arif olamaz Her dede ölüyü diri kılamaz Hünkâr Hacı Bektaş Vel’olmayınca Bu dizelerde Pir Sultan Abdal; her insanın bilgili olamayacağını, bilgisi olsa bile, her bilgisi olanın ehil sayılamayacağını, her dedenin (yol önderinin) ölüyü diriltemeyeceğini (kültürel anlamda ölümsüz olmayanlar, kısa sürede unutulurlar. Bellekte kalıcım olanlar, değer bırakanlardır.) belirterek, bunları ancak Hacı Bektaş Veli gibi, ulu insanların yapabileceğini söylemektedir. Hacı Bektaş Veli, bilinci uyaran, ışık saçan, aydınlatan bir bilgedir. Değerlere değer katar. Bu anlamda da, körelmiş, işlevsiz ve üretimsiz bilinçleri, harekete geçirir. Ozan bu duruma vurgu yapmaktadır. Şu bilinmelidir ki, kullanılmayan bilgi üretici değildir. Bilgiyi yaşamın pratiğine uygulamayan insanlar, ne kadar bilgili olurlarsa olsunlar, o insanların bilgilerinin bir anlamı olamaz. Ölüyü diri kılmak, Alevi- Bektaşi öğretisinde, çiğ, ham ve banal insanların, eğitilmesi, kendi öz bilincine varması ve var oluşun gizini çözebilmesi aşamasına gelmesidir. Diri olmak yaşamı ve var oluşu kavramak ve üretken olmaktır. Bunu da herkes başaramaz. Bu ancak Hacı Bektaş Veli gibi mürşitlerin yapabileceği iştir diyor Pir Sultan Abdal. Yerle gök arasında nizamlar kuran Ak kâğıt üstüne yazılar yazan Engür şerbetini, kırklara ezen Allah bir, Muhammet, Ali’dir Ali. Bu dizelerde, Pir Sultan Abdal, evrensel düzenden söz ederek, bu sonsuz evreni var eden yaratıcının, üstün gücünü dile getirmektedir. Ak kâğıt üstüne yazılan yazılar; insanların erdemli olmaları ve iyiliği, güzelliği yaşatmaları, verilen öğütleri ve bildirilen değerleri yerine getirmeleri ve insan olmanın gereklerini öğretecek donanımı, başkalarına da öğretmeleri anlamındadır. Bir tek üzümden akıtılan “üzüm suyunun”, Kırklar Cem’inde nasıl içildiğini ve içilen bu tek üzüm tanesinin suyundan, “Kırk kişinin” nasıl esrime olduklarını ve orada “kırk kişinin” çoklukken, nasıl birlendiklerini vurgulamaktadır. Allah bir, Muhammet Ali’dir diyen ozan, Ali, derken burada bütünün bir, birin de bütün olduğunu belirtiyor. Allah’ın, insandan ayrı olmadığını, insanda mevcut olduğunu söylemektedir. Allah’a en yakın insan, onu özünde bulan insandır. Pir Sultan’a göre, Hz. Ali Allah’a en yakın insandır. Ozan, varlık birliğinden, Allah kavramına ulaşmaktadır. Varlık birliği Alevi-Bektaşi öğretisinde “Vahdet-i Mevcut” kavramıyla ortaya konmuştur. Buna göre, Tanrı, var olanların toplamıdır. Bu gerçeğe ulaşabilmek için, var olandan geriye doğru gitmek gerekir. Tanrı, varlığın oluşunu sağlayan, sonsuz gücün soyutlanmasıdır. Hak dergâhına varalım Hub didarını görelim Bir Allah’a inanırım Şah’a, Padişah’a değil Pir Sultan bu dizelerde, Hak dergâhı derken; Tanrı’nın gizine ulaşmış, Tanrı’yla birlenmiş ululardan söz etmektedir. Hub didarını görelim derken; Tanrı’nın ruhunu, enerjisini, ışığını, özünü, kendi yüzünde yansıtan mürşitlerden söz etmektedir. Ozan, “Ben sadece Allah’a inanırım, Şah’a ve padişah’a değil” diyerek; burada olgunlaşmış, kâmil insan aşamasına ulaşmış insanlara vurgu yapmakta, o ulu insanlara olan bağlılığını belirtmekte ve onların yüzlerinde Tanrı’yı yansıttığını söylemektedir. Ozan buradan hareket ederek, var olan her şeyin, Allah’ı yansıttığını, çokluğun tekliği, yani birliği oluşturduğunu açıklamaktadır. Ozan, kendisini yönetenlere, karar vericilere inanmadığını ve onlardan hiçbir şey beklemediğini belirtmektedir. Söyler PİR SULTAN’ım söyler Hakk’ın birliğini birler Doğmuş bu âleme nurlar Nur Muhammet Ali’nindir. Pir Sultan, bu dizelerde, Tanrı, Doğa ve İnsan birlikteliğini yani doğasal diyalektiği olanca çıplaklığıyla yansıtmaktadır. Evrensel enerjinin, bireysel enerjiye dönüşerek, insan bedenini ve doğayı canlandırdığını söylemektedir. Ozan, var olan her şey de, bu enerjiyi veya ışığı görebileceğimizi ve insanlara en büyük enerjiyi ise Hz.Ali’nin yansıttığını belirtmektedir. Pir Sultan Abdal, Ali’nin, var oluşun sırrını bedeninde taşıdığını söylemektedir. Al eline Kudret kitabın oku Muhabbet suyundan dolan göl nedir Kudret, güç, enerji demektir. Pir Sultan, bu dizelerle, Alevilik öğretisinin özünü ortaya koymaktadır. İnsanlık ve sevgi temelli bu öğretinin, Muhabbete dayandığını, Muhabbetin ise gönülden bağlılığı içerdiğini, Alevi Tasavvufunun özünde, muhabbet olduğu için, bu göle girenlerin ya da bu gölden su içenlerin muhabbetten ayrılamamaları gerektiğini belirtmiştir. Ozana göre, sevgi yansıtanlar, sevgi bulurlar. PİR SULTAN’IM eydür kalbimiz nurdur Erenler gözlüdür, münkirler kördür Hakk’a giden yol kadimdir, birdir Her tepebaşında ayrı yol olmaz Pir Sultan Abdal, bu dizelerde, Alevilik öğretisinin temel görüşlerini yansıtmaktadır. Bedenimiz, ışıkla yani enerjiyle can kazanmıştır. İnsanlar ve var olan her şey oluşlarını bütünsel enerjiden almaktadırlar. Ozan, Tanrı’ya giden yolun, sonsuz geçmişten bu yana, tek bir yol olduğunu ve bu yolun da birlikten, sevgiden, muhabbetten geçtiğini, bu güzel değerlerin dışında kalan, farklı yolların aldatıcı bulunduğunu belirtiyor. Alevi öğretisinde, Tanrı’ya, sevgiyle ve aşkla varılır. Evrende her şey “Bir”den gelmiştir. Bu anlamda, “Bir” var olanların toplamıdır. Yunus’la ummana daldım Kırk gün balık içre kaldım Davut’la demirci oldum Örs’e çekiç ura geldim Gurbet elinde çatıldım Ana rahmine yatıldım İbrahim’le od’a atıldım Gülistanda nara geldim (Özdemir, age. S. 95) Pir Sultan Abdal, yukarıdaki dizelerde, devriye’yi anlatmaktadır. Alevi- Bektaşi öğretisinde “devriye”, varlığın, Tanrı’dan başlayarak ortaya çıkışını ve geçirdiği aşamalardan sonra, yeniden geldiği ana kaynağa, yani Tanrı’ya geri dönüşünü anlatır. Buna göre Tanrı, sonsuzlukta hiçlik içindeyken kendi kendine yeterli konumundaydı. Ama üretici değildi. Her şeye uzak ve kapalıydı. Tanrı’nın, üretici olması için kendi karşıtıma dönmesi, yani kendine yabancılaşması gerekiyordu. Bu gerçekliği gören Tanrı, devinmeye ve dönüşmeye karar verdi ve kendi karşıtına dönüşmeye başladı. Tanrı, kendi karşıtına dönüşürken önce Hak oldu. Hak durumuna, yani gerçek konuma geçen Tanrı, daha sonra ilk aklı var etti. İlk akıldan sonra, dokuz akıl, dokuz akıldan dokuz ruh, bunlardan dört nitelik (kuruluk, ıslaklık, sıcaklık, soğukluk) sonra dört öğe (su, ateş, hava, toprak),dört nitelikle, dört öğenin birleşmesinden, üç âlem (cansızlar, bitkiler, hayvanlar) ve en sonunda da, Tanrı’ya en yakın konumdaki olgun insan oluşmuştur. Olgun insan, Tanı’ya en yakın olandır. Tanrı’ya en uzak olanlar; Tanrı’yı kavrayamayanlardır (madenler, cansızlar, bitkiler ve hayvanlardır). Sessiz doğa anlamında ise, Tanrı, sessizdir. Konuşmaz, görülmez ve duyulmazdır. Nesnelerdeki devinimden ve onların ürettiği sonuçtan Tanrısal nitelikler ve sıfatlar kavranır. Sessiz doğa bakımından, Tanrı’ya en yakın olan ise cansız maddelerdir. Alevi öğretisinde Varlık Tanrı’dan taşan bir ışıktır. Tanrıdan çıkan bu ışık, dokuz akıl ve dokuz ruh aracılığı ile maddenin dört öğesine (toprak, su, hava, ateş) kadar iner. Bu iniş var oluş çemberinin aşağı doğru inen ilk yarısını oluşturur. Buna alçalan eğri (kavs-i nüzul) denir. En aşağıya inen varlık, çeşitli biçimlerde değişerek ve belirli aşamalardan geçerek, yaratılmışların en onurlusu olan insana döner ve derece derece yükselip Tanrı’ya vararak varlık dairesi ya da var oluş çemberinin yükselen ikinci yarısını oluşturur. Buna yükselen eğri (kavs-i uruc) denir. Alevilik öğretisine göre insan ruhu geldiği öz kaynağa geri dönecektir. Ruhun kaynağına geri dönmesi “Kamil İnsan” aşamasına ulaşmasıyla söz konusudur. Pir Sultan Abdal, bu dizelerde, farklı zamanlarda ve farklı uzamlarda yaşamış olan ululara gönderme yaparak, aslında onların aynı zamanda kendisi de olduğunu belirtmektedir. Burada “tenasüh” anlayışını da görmekteyiz. Ruh Göçü olan bu inanç da, insan ruhu, aşamalar göstererek, bir öncekinden daha üst aşamaya geçerek, farklı zamanlarda, farklı bedenlerde dünyaya gelmiştir ve gelecektir de. Devriye öğretisinde de, yükselen eğriye (Kavs-i Uruc) göre, Tanrı’ya ulaşmak için, eğitilmiş ve olgunlaşmış bilince ulaşmak gerekmektedir. Her bir ruh, değişerek, önceki durumdan daha da olgunlaşarak, dünyaya geliş-gidiş içindedir. Yol bilgisinde buna “don” değiştirme denir. Buna göre, Yunus Emre gibi derinlere dalan, Hz. Davut bedeninde demiri döven, Hz. İbrahim’le ateşe atılıp yanan, Balığın karnında Yunus olup kalan vs. benim demektedir. Alınmış abdestim aldırırlarsa Kılınmış namazım kıldırırlarsa Sizde Şah diyeni öldürürlerse Ben de bu yayladan Şah’a giderim. Pir Sultan Abdal, bu dizelerde Alevilik öğretisindeki bazı değerlerin anlamlarını açıklamaya çalışmıştır. Alevilikte, Abdest, kişinin özünü, tinini kinden nefretten arındırması, özüyle, tiniyle temiz duygular içinde bulunmasıdır. Alevilikte Namaz, niyazdır. Niyaz inanın Tanrı’yı, içinde yani gönlünde sürekli taşımasıdır. İnsanın yüzünde yansıyan Tanrı’ya, sevginin bir belirtisi olarak, kişinin karşısındaki insana yüzünü dönmesi ona sevgi göstermesidir. İnsanı onurlandırmak, insana değer vermek, olgunluğa erişmek, kötülüklerden arınmak niyazdır. Şah, var edici kaynağın adıdır. Pir Sultan Abdal, evreni var eden güce sevgi duyduğunu ve her zaman her mekânda, yaratıcı güçle birlikte olduğunu ve bir gün ona gideceğini söylemektedir. Pir Sultan, benim özüm temiz, beni var edene sürekli sevgi besliyorum, insanları ve var olanı seviyorum; özümde kin ve kötülük taşımıyorum. Yaratıcıyı kendimde buluyorum. Bunları yapanlar için, “hadi namaz kıl, abdest al demenin bir anlamı olamaz” demektedir. Yol içinde yol ararsan Yol Muhammet Ali’nindir Yetmiş iki dil içinde Dil Muhammet Ali’nindir ****** Seherin vaktinde cünbüşe geldim Dağlar ya Muhammet Ali çağırır Bülbülün sesinden sevişe geldim Güller Ya Muhammet Ali çağırır. Bu örneklerden de görüldüğü gibi, Pir Sultan Abdal, Hz. Ali, On iki İmam ve Kerbela konusunda birçok şiirler yazmıştır. Pir Sultan Abdal, büyük bir sevgi ve muhabbetle, Hz. Ali ve onun soyuna bağlı olduğunu göstermiştir. Ozan, aynı duyarlılığı ve sevgiyi, yolun ulusu, Hacı Bektaş Veli için de göstermiştir. Birçok şiirinde Hacı Bektaş Veli’ye olan sevgisini dile getirmiştir. Size niyaz eder Güruh-i Naci Arkasında hırka başında tacı Onulmaz yaranın merhem ilacı Var mı Hacı Bektaş Veli’den gayri? ********** Yalancı dünyanın varın getiren Zemheride gonca gülün bitiren Güvercin donuna girmiş oturan Hünkâr Hacı Bektaş Veli kandedir. Alevilik – Bektaşilikte, insan gönlü, Tanrı’nın evidir. Tanrı, insanda ancak gönül alanında kendini açığa vurur. O zaman, bir insanın gönlünü kırmak, aynı zamanda Tanrı’yı da kırmak anlamına gelir. Tanrı’ya ulaşmak, ancak gönlün ve zihnin sezgisel yoluyla olabilir. İnsanın arınması, bencillikten kurtulması, iyilik, güzellik ve değerlilik gibi üstün sıfatlar, ancak gönlün içsel uyarımlarıyla söz konusu olabilir. Zihin yoluyla insan, soyut tanrıyı, gönül sezgisiyle, bellekte beden durumuna sokabilir. Tanrı’sal değerleri dillendiren bir gönül, onun sözcülüğünü yapabilir. Tanrı’sal değerler, iyilik, sevgi, merhamet, hoş görü aşk vb. gibi değerlerdir. Aşkın konumuna gelen olgun insanlar, davranışlarında bu değerleri yansıtırlar. Bundan dolayı da bu insanlar Tanrı’ya en yakın kişilerdir. Gönül, sezgisel yetinin, duygu ve imgelemelerimizin bilincimize akması, bu değerlerin bilgi ve davranış olarak dışa yansımasıdır. Olgun insan, kırılsa da kırılmaz. Ezilse de ezmez. İncinse de incitmez vb. Pir Sultan Abdal, bu değerlerden söz etmektedir. Turap oldum düştüm toza İncinme gönül incinme Tahammül eyle her söze İncinme gönül incinme Turap’lık cümlenin başı Üstüne atarlar taşı Daim çiğnenmektir işi İncinme gönül incinme Pir Sultan Abdal, yukarıdaki dizelerde, olgun bir insanın nasıl davranması gerektiğini açık bir dille anlatmıştır. Turap olmak, insanın kendini eğitmesi ve olgunluğa erişmesidir. Turap olan, yani olgunluğa, verimliliğe erişmiş bir insan, hemen her hatayı bağışlayacak konuma gelmiş bir insandır. Yaşamda her insana olmadık suçlamalar ve karamalar yapılabilir. Meyve veren ağaç taşlandığı gibi, olgun insanlar da, cahiller tarafından anlaşılamayacağından bazen hak etmediği durumlarla karşılaşabilir. Bu anlamda gönlünü rahat tut, aldırma, incinme diyor Pir Sultan Abdal. Yaz gelince yazı yaban kurt olur Ak sürüye kara koyun, kurt olur Sevip sevip ayrılması zor olur Felek beni nazlı yardan ayırdı. Bu dizelerde, yaşanılan gerçek dünya var. Ozan mevsimlerden, ottan, kurt’tan, sürüden, koyundan, koyunlarda bulunan kurtçuktan, sevmekten, sevip de ayrılmaktan söz etmektedir. Pir Sultan Abdal, yaşamın tam içindedir. İşte, onun bu duruşu 600 yüz yıldır belleklerde çok diri bir şekilde yaşatılmaktadır. Şu bilinmelidir ki, halk sevdiği ozanına beden olur, onu unutturmaz, yaşatır. Pir Sultan Abdal’da, böylesi ozanlardan birisidir. Çıksam dağa ayısı var kurdu var Düze insem sıtması var derdi var Köye gitsem tahsildarın derdi var Şaştım ağam bu salgının elinden. (Ahmet Özdemir, Pir Sultan Abdal, Sivas Platformu Yay. 2008, s. 45) Pir Sultan Abdal, o dönem toplumsal yaşamın pratiğine yansıyan, olumsuzlukları, toplumsal sorunları, bu sorunlar karşında halkın algısını ve olaylara karşı göstermiş olduğu tepkileri dile getirmiştir. Halk, ne yapacağını bilemez konumundadır. Osmanlı’nın baskısından, vergi memurlarının, köy üreticisinin elinden ürününü daha harmandayken almasından, bir yandan da büyük halkın sağlığını tehdit eden “sıtma” salgınından, halkın perişan ve çaresiz olduğunu belirtmektedir. Pir Sultan Abdal, bu dizeleriyle, o dönemin toplumsal yapısını da tarihsel sürece taşıyarak, günümüzde ışık tutmaktadır. Öldürelim nefsi dinlemez oldu Sırr-ı hakikati söylemez oldu Şahinim kolumdan eğlenmez oldu Turnası çok olan göle gideriz. (Özdemir, age, s. 215) Pir Sultan Abdal, yukarıdaki dizelerde, insanın insanlaşmasının temel olgusu olan “nefsin öldürülmesini” dile getirmektedir. Nefsi öldürmek, bencilliği, kendinciliği, kişiselliği vs. aşıp, paylaşmayı ve sevgiyi yaşamın pratiğine uygulamakla söz konusu olabilir. İnsan olmanın özü de budur. Ozan, bu gerçeklerin her zaman söylenmesi gerektiğini belirterek, bu değerlerin artık dile getirilmediğini söyleyerek, serzenişte bulunmaktadır. Pir Sultan, yırtıcı, yok edici Şahin olmayı değil, güzelliği, nezaketi, zarafeti, iyiliği vs. simgeleyen Turna olmak ve o kaynağa yönelmek, insan olmanın temelidir demektedir. PİR SULTAN’IN ŞİİRLERİ -1KOCABAŞLI KOCA KADI Kocabaşlı koca kadı Sende hiç din iman var mı? Haramı helali yedi Sende hiç din iman var mı? Fetva verir yalan yulan Domuz gibi dağı dolan Sırtına vururum palan Senin gibi hayvan var mı? İman eder amel etmez Hakk’ın buyruğuna gitmez Kadılar yaş yere yatmaz Hiç böyle kötü şeytan var mı? PİR SULTAN’ım zatlarımız Gerçektir şöhretlerimiz Haram yemez itlerimiz Bu sözümde yalan var mı? Amel ; İş, eylem, hareket, uygulama. Fetva ; Dinî ve hukukî bir konuda görüş bildirme. Kadı ; Osmanlı döneminde yargı işlerine bakan görevli. Hakim. Zat ; Kişi, birey. -2SARI TAMBURAM Gel benim sarı tamburam Sen ne için inilersin İçim oyuk derdim büyük Ben anın için inilerim Koluma taktılar teli Söyletirler bin bir dili Oldum ayn-ı cem bülbülü Ben anın için inilerim Koluma taktılar perde Uğrattılar bin bir derde Kim konar kim göçer burada Ben anın için inilerim Göğsüne tahta döşerler Durmayıp beni okşarlar Vurdukça bağrım deşerler Ben anın için inilerim Gel benim sarı tamburam Dizler üstüne yatıram Yine kırıldı hatıram Ben anın için inilerim Sarı tambur benim adım Arşa çıkıyor feryadın PİR SULTAN’ımdır üstadım Ben anın için inileri Anın ; Onun Arş ; Göğün en üst aşaması. Tanrısal Mamak. Ayin-i Cem ; Toplumsal ve bireysel sorgulamanın da yapıldı cem. Tambura ; Kısa sap bağlama. -3BEN DERVİŞİM DİYE GÖĞSÜNGERERSİN Ben dervişim diye göğsün gerersin Hakk’ı zikretmeye dilin var mıdır? Sen kendini görsene ilden n'ararsın Hâli hâl etmeye hâlin var mıdır? Bir gün balık gibi ağa sararlar Mürşidinden rehberinden sorarlar Tütsü yakıp köşe köşe ararlar Ben arıyım dersin balın var mıdır? Dertli olmayanlar derde yanar mı Tahkik derviş ikrarından döner mi Her bir uçan gül dalına konar mı Ben bülbülüm dersin gülün var mıdır? PİR SULTAN’ım senin derdin deşilmez Derdi olmayanlar derde düş olmaz Mürşitsiz rehbersiz yollar aşılmaz Mürşit eteğinde elin var mıdır? Derviş ; Tarikat yoluna giren, düşünsel açlığını gidermeye çalışan gönül insanı. Mürşit ; Uyarıcı, önder, yol gösterici, kılavuz. Tahkik ; Araştırma. Zikretme ; Anma. -4DERDİM ÇOKTUR HANGİSİNE YANAYIM Derdim çoktur hangisine yanayım Yine tazelendi yürek yarası Ben bu derde nerden derman bulayım Meğer şah elinden ola çaresi Türlü donlar giyer gülden naziktir Bülbül cevreyleme güle yazıktır Çok hasretlik çektim bağrım eziktir Güle güle gelir canlar paresi Benim uzun boylu serv-i çınarım Yüreğime bir od düştü yanarım Kıblem sensin yönüm sana dönerim Mihrabımdır iki kaşın arası Güzel ile muhabbete doyulmaz Muhabbetten kaçan insan sayılmaz Münkir üflemekle çırağ sönülmez Tutuşunca yanar aşkın çırası PİR SULTAN’IM kati yüksek uçarsın Selamsız sabahsız gelir geçersin Âşkı muhabbetten niçin kaçarsın Böyle midir ilimizin töresi Mihrab ; İbadet etmek için insanın yönünü döndüğü yer. Münkir ; İnkar eden. Pare ; Parça. Ezik Söyünmez; Sönmez -5HAKİKATİ BİLENGELSİN Şimdi bizim aramıza Yola boynun veren gelsin İkrar ile pire varıp Hakikati gören gelsin Kişi halden anlayınca Hakikati dinleyince Üstüne yol uğrayınca Ayrılmayıp duran gelsin Talip olunca bir talip İşini Mevla’ya salıp İzzet ile selam alıp Gönüllere giren gelsin Koyup dünya davasını Hakk’a verip sevdasını Doğrulayıp öz nefsini Hak yolunu süren gelsin PİR SULTAN’ım Çelebi’ye Eyvallahım var veliye Yol oğluna yol diliyle Yolun sırrın veren gelsin Çelebi ; Bektaşiliğin “Soy” dan geldiğini savunan kol. İzzet ; Ululuk, yücelik. Talip ;Yol’a giren kimse. -6ERLER HİMMET EDİN BEN GİDİYORUM Banaz’dan sürdüler bizi Sivas’a Erler himmet edin ben gidiyorum Bu şirin canıma kıldılar cefa Erler himmet edin ben gidiyorum Gidi kafir gelir dedim imana Kuzular ağlıyor hem yana yana Götürür de hapsederler zindana Erler himmet edin ben gidiyorum Urganım çekildi sığındım dara Üstüne döküldü ağ ile kara Muhbirin üstünde çıralar yana Erler himmet edin ben gidiyorum Gördüceğim bir karalı düş oldu Gözlerimden akan kanlı yaş oldu Benim derdim birbirine eş oldu Erler himmet edin ben gidiyorum PİR SULTAN ABDAL’ım belim büküldü Aktı gözüm yaşı yere döküldü Ahir kemend boğazıma takıldı Erler himmet edin ben gidiyorum Ahir ; Son. Devr-ü zaman ; Zamane. Himmet ; Yardım. Hub ; İyi, güzel. Kemend; İdama götürülenlere takılan zincir…vs. Muhbir ; Dostlarını, arkadaşlarını şikayet eden. Tuzak kuran. Şad olma ; Sevinme, mutlu olma. Taacüp ; Şaşırma, hayret etme. Urgan ; İp Urum ; Sivas yöresi. -7SALLANIR AĞAÇLAR Yel esti mi aşka gelir sallanır Mart ayında yeşillenir ağaçlar Kıpkırmızı donlar giyer allanır Hu dost çağırır sallanır ağaçlar Çiçek açar domur domur dal verir Kimi uzar birbirine el verir Kimi meyva verir kimi gül verir Kuşlar üstünde dillenir ağaçlar Yaz baharda bahçe ile bağ ile Kaba çamın gürlemesi dal ile Koç yiğidin eğlenmesi yar ile Muhabbet eder eğlenir ağaçlar PİR SULTAN ABDAL’ım Hatayi şahım Âdem için ne halk etmiş Allah’ım Güz gelince salar yaprağın dalın Vakti geldimi sulanır ağaçlar -8BİR ALLAH’IM VAR Hızır Paşa’nın zulmü var ise Ne yapayım benim de bir ahım var Senin tuğlu padişahın var ise Benim arkam kal’em bir Allahım var Şol icra Tanrısı yatmaz uyumaz Kimsenin hakkını kimsede komaz Hünkâr sağır olmuş ünümü duymaz Masumlar boğdurur padişahım var Gönül verdim ikrar verdim Hayder’e Geçmem beni etseler pare pare İrafizi deye çektiler dare Acab benim bunda ne günahım var PİR SULTAN ABDAL’ım yedullahımız Batına hükmeder padişahımız Sahib çıkar miskin kul (a) Allahımız Şefaat edecek güzel şahım var Hünkar ; Yol (Tarikatın) büyüğü, önderi. İcra ; Bir işi yerine getirme. İrafiz ; Rafizi; Osman ve Ebubekir’in halifeliğine karşı çıkanlar. Kal’em ; Kale. Miskin ; Uyuşuk, tembel. Pare ; Parça. Şefaat ; Bir kimsenin suçunun bağışlanması için Tanrı’yla yapılan aracılık. Şol ; Şu Tuğlu ; Başlıklara takılan tüy, süs. Yedullah ; Tanrı’nın gücü, kudreti. -9DERDİMENDİ VAR Birlik makamında bir güzel gördüm Leblerinin şekeri var kandi var Âşıkı çok imiş aradım sordum Nice bencileyin derdimendi var Cemali geliyor hayalde düşte Canım asumanda kandilde düşte Uzakta yakında yepinde pişte Her nereye baksam Ali'm kendi var Gâh bahçeye girer gülden görünür Gâh mana söyleşir dilden görünür Gâh gönül evinde mihman görünür Âşıkına türlü türlü fendi var Şükür olsun bu sevdaya ulaştım Muhabbet bağını gezdim dolaştım On İki İmam'ın cemine düştüm Şimdi boynumuzda aşk kemendi var PİR SULTAN’ım sever böyle dilberi Bu cümle Cihanın yekta gevheri Kahrın lütfün çeker ise gel beri Sevdiğimin nerde bir menendi var Asuman ; Gökyüzü. Cem ; Toplanmak. Derdimend ; Dert yüklü. Fend ; Hile. Leb ; Dudak. Lütuf ; Yardım, iyilik. Menend ; Eşi benzeri yok anlamında ki söz. Mihman ; Konuk. Yekta ; Tek, eşsiz. -10FELEK BENİ NAZLI YARDAN AYIRDI Ne güzelce muradıma ererken Felek beni nazlı yardan ayırdı Al yanaktan kırmızı gül dererken Felek beni nazlı yardan ayırdı Demir kafeslerdir benim durağım Yanar iken yanmaz oldu çırağım Gün be gün artıyor derdim firakım Felek beni nazlı yardan ayırdı Yaz gelince yazı yaban yurt olur Ak sürüye kara koyun kurt olur Sevip sevip ayrılması dert olur Felek beni nazlı yardan ayırdı Yaz gelince atlar çıkar çayıra Kadir Mevlam sevdiğini kayıra Meğer beni senden ölüm ayıra Felek beni nazlı yardan ayırdı PİR SULTAN ABDAL’ım dağları aşam Aşam aşam ırmaklara karışam Hiç başına gelen var mı danışam Felek beni nazlı yardan ayırdı Firak ; Ayrılık, üzüntü. -11EMEK ÇEKTİM BİR EV YAPTIM ERENLER Emek çektim bir ev yaptım erenler Yine bu güzele bildiremedim Bahar geldi çiçek bitti ot bitti Toprak güldü taşı güldüremedim Önüne rehber almıştır kadıyı Gelir kitabın okuyu okuyu Burhan ile buldum yetmiş ikiyi İkisin bir kaba sığdıramadım Yüreğimde belli belli yaralar Şeytan kalbin almış gözün köreler Hakka niyaz eylemeye ar eyler Eğilip bir secde kıldıramadım Hu demine bir ikrarı güdenin Tuh yüzüne ikrarından dönenin PİR SULTAN’ım munafıkın nadanın Gönül aynasını sildiremedim Ar ;1-) Namus. 2-) Utanma duygusu. Burhan ; Delil, kanıt. İkrar ; Söz verme, kabul etme. Münafık ; Bozguncu. Nadan ; Bilgisiz, cahil. Secde ; İbadet etme amacıyla yüzün yere değdirilmesi. -12SOFİ MEZHEBİMİ NİYE SORARSIN Sofi mezhebimi niye sorarsın Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz Gözlüye gizli olmaz neyi ararsın Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz Eğnimize biz kırmızı giyeriz Halimizce biz de mana duyarız İmam Cafer mezhebine uyarız Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz Her kulun çırağın yaksa Hak yakar Mümin olanları katara çeker Aslımız On İki İmam'a çıkar Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz Muhammed Ali'dir Kırkların başı Anı sevmeyenin nic'olur işi Yezid'e lanetle atalım taşı Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz Biz tüccar değiliz alıp satmazız Erenler malına hile katmazız Gönlümüz geniştir biz kin tutmazız Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz İlkbaharda açılmıştır gülümüz Hakkın dergâhına gider yolumuz On İki İmamı okur dilimiz Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz PİR SULTAN’ım söyler ganidir gani Evveli Muhammed ahırı Ali Anlardan öğrendik erkânı yolu Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz Ahir ; Son. Anı ; Onu Erkan ; 1-) İleri gelenler 2-) Esaslar, kurallar 3-) Usul. Gani ; Zengin, varlıklı. Katar ; Bir arada yürüyen, birlikte hareket eden topluluklar. Kırklar ; Kırk kişilik evliya, ermişler topluluğu. Mümin ; İnanmış, inançlı kimse. Sofi (Sofu) ; Dinin buyruklarına sıkı bağlı olan. -13GELİN CANLAR BİR OLALIM Gelin canlar bir olalım Münkire kılıç çalalım Hüseyn'in kanın alalım Tevekkeltü taalallah Özü öze bağlayalım Sular gibi çağlayalım Bir yürüyüş eyleyelim Tevekkeltü taalallah Açalım kızıl sancağı Geçsin yezitlerin çağı Elimizde aşk bıçağı Tevekkeltü taalallah PİR SULTAN’ım geldi cuşa Münkirlerin aklı şaşa Takdir olan gelir başa Tevekkeltü taalallah Cuş ; Coşma, duygu yoğunluğu yaşama. Münkir ; İnanmayan, inkar eden. Tevekkeltü Taalallah ; Bir işi yaparken, yapılması gerekenleri yapıp, sonucu Allah’a bırakmak, yardım beklemek. Allah’a dayanmak. Yezit ; 1-) Emevi halifesi. 2-) Nefret edilen kişi. 3-) Hz. Hüseyin ve yandaşlarını şehit ettiren Emevi Halifesi. -14DİVANA KALSIN Ben de şu dünyaya geldim sakinim Kalsın benim davam divana kalsın Muhammed Ali'dir benim vekilim Kalsın benim davam divana kalsın Yorulan yorulsun ben yorulmazam Derviş makamından ben ayrılmazam Dünya kadısından ben sorulmazam Kalsın benim davam divana kalsın Ben de vekil ettim Bari Hüda'mı O da kulu gibi zulüm ede mi Orda söyletirler bir bir adamı Kalsın benim davam divana kalsın Mümin müslüm döşürür de cem olur Anda sınık yaralara em olur Kara taş erir de safi dem olur Kalsın benim davam divana kalsın PİR SULTAN ABDAL’ım dünya kovandır Giden adil beyler kalan ihvandır Muhammed divanı ulu divandır Kalsın benim davam divana kalsın Anda ; Onda. Bari ; Hiç değilse, hiç olmazsa. Em ; İlaç, deva. Hüda ; Tanrı. İhvan ; Kardeşler, yakın arkadaşlar. Müslüm ; Müslüman. Safi ; Saf, karışıksız. Sınık ; Kırılmış şey, kırık. -15HÜNKAR HACI BEKTAŞ VELİ Arzuladım size geldim Hünkâr Hacı Bektaş Veli Eşiğine yüzüm sürdüm Hünkâr Hacı Bektaş Veli Pir elinden dolu içtim Doğdum elinize düştüm Ak cenneti gördüm geçtim Hünkâr Hacı Bektaş Veli Rehber aradım aradan Cümle âlemi yaradan Beş taşlı şahit getiren Hünkâr Hacı Bektaş Veli Güvercin donunda durur Cümle eksikler yetürür Beş taşlı şahit getürür Hünkâr Hacı Bektaş Veli Âşıkların semah döner Kırk budakta şem'a yanar Dolusun içenler kanar Hünkâr Hacı Bektaş Veli Bahçende gördüm gülünü Erenler sürsün demini İmam Rıza'nın torunu Hünkâr Hacı Bektaş Veli Balım Sultan er köçeği Keser kılıcı bıçağı Erenlerin bal çiçeği Hünkâr Hacı Bektaş Veli PİR SULTAN’ım gerçek Veli Erenlerden çekmez eli On İki İmam'ın yolu Hünkâr Hacı Bektaş Veli Beş Şahit Taş. ; Hacıbektaş İlçenin kuzeyinde, 5 km. uzaklıkta, Çivril köyü yakınlarında beş adet büyükçe taşın bulunduğu yerdir. Hacı Bektaş Veli hayatta iken,bu taşların konuştukları, yürüdükleri, şahitlik yaptıklar söylencesi anlatıla gelmektedir Dem , 1-) İçki 2-) Ruhsal olgunluğa erme. Rehber ; Önder Yetürür ; Yitirir, biter. Şem ; 1-) Mum. Kaynak; ALGÜL, Rıza; Aleviliğin Sosyal Mücadelede ki yeri; Pencere Yay.1.bs.1996. Ana Britannica Ansiklopedisi (İlgili Maddeler) Büyük Larousse Ansiklopedisi (İlgili Maddeler ARSEVER, İlhan Cem, makalesi; Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003. AVCI, Ali Haydar; Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal; Nokta Yay. AVCI, Ali Haydar; Makale; Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003. BAŞGÖZ, İlhan; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür. Yay. BİRDOĞAN, Nejat; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal BOZKURT, Fuat; . (Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay. ÇINAR, Erdoğan; Kayıp Alevi Efsanesi; Kelkedon Yay.2007) EYUBOĞLU, İsmet Zeki; Alevi-Bektaşi Edebiyatı; Der Yay. 1991 EYUBOĞLU, İsmet Zeki, Alevilik-Sünnilik, İslam Düşüncesi, Der Yay. 1989 FUAT, Mehmet; Pir Sultan Abdal; yaşamı, sanatçı kişiliği, yapıtları; Detaş Yay. 1980 KALELİ, Lütfi; Şah Hatayi ve Pir Sultan Alev Yay. 1.bas. 2006. KORKMAZ, Esat; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der.Yay. MELİKOFF, İrene; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay ÖZ, Baki; Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları; Can Yay. 3. Bas.2003. ÖZ, Gülağ (Hazırlayan); Şah İsmail- Hatai; Hüseyin Gazi Kültür ve Sanat Yy. 2004. ÖZDEMİR, Ahmet, Pir Sultan Abdal, Sivas Platformu Yay. 2008 ÖZTELLİ, Cahit, Pir Sultan’ın Dostları, Özgür yay. 1984 ÖZKIRIMLI, Atilla; Toplumsal Bir Başkaldırının İdeolojisi Alevilik-Bektaşilik, 2.bas.,1993 ÖZKIRIMLI, Atilla; Türk Edebiyatı Tarihi. 2. Cilt. ŞİMŞEK, Mehmet; Dede Korkut ve Ahmet Yesevi’den Günümüze Uzanan Ünlü Alevi Ozanları; Can Yay.1. Bs. 1995 TURAN, Metin; Ozanlık Gelenekleri ve Türk Saz Şiiri; Ürün Yay.1997) ULUSOY, Müslüm, Direnen Türkler, Tanı Yay. 2006 YILDIRIM, Ali; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay. ZAMAN, Süleyman; Yedi Ulu Ozan; Can Yay. 2009
© Copyright 2024 Paperzz