BÂTINİLİK DE SAYILARIN ANLAMI YEDİ (7) SAYISI NEDEN YEDİ ULU OZAN Yazan: Süleyman ZAMAN YEDİ SAYISININ ANLAMI Sayılar matematiğin abc’sidir. Sayılar, esasında bir düşünce aracıdırlar. Soyut düşüncelerin ortaya konmasında aracıdırlar. Somut olanın soyut olarak düşünülmesi, bir azlığın veya çokluğun belirlenmesi sayılarla yapılır. Sayılar düşüncenin simgesi veya sembolüdürler. Böyle olunca da sayılara “kutsallık” yüklemek veya kutsal olanı sayılarla açıklamaya çalışmak çok daha kolay olmaktadır. Çünkü her ikisi de soyut alanı içermektedir. Kutsal olan her şey, saygı duyulan, sevgi beslenen, dokunulmazlık kazanan, tüm değerlerin en üstünde bulunan olağanüstü değerleri içerir. Sayılara yüklenilen her kutsal, ona dokunulmazlık ve üstün değerlilik kazandırır. Sayıların kutsallığı, eski çağ toplumlarında gelişen pagan inançları içinde yer bulmuş ve kimi önemli değerleri gizlemek, saklamak ve onları geleceğe aktarmak veya kendi yandaşlarına simgelerle, gizlenmiş veya sırlanmış değerleri iletmek ya da yansıtmak amacıyla gelişmiş bir Ezoterik anlayıştır. Ezoterizm, içrek anlamına gelmekte ve gizli bilgiler demektir. Türkçe de “Bâtınilik’in karşılığıdır. Bâtınilik, şekli, biçimi, görünüşü önemsemeyen, öze, asıl olana, esasa ve içe önem veren felsefi bir inançtır. Ezoterizm dediğimizde Bâtınilik, Bâtınilik dediğimizde de Ezoterizm anlaşılmalıdır. Tüm Bâtıni öğretilerde semboller geçerlidir ve bunlar hayvanlar (Aslan,Kartal, Koç,Kurt, Geyik, Turna, Güvercin…), geometrik şekiller (Kare, Üçgen, Daire, Küre…), çeşitli nesneler (Tüy, Asa, Kılıç, Ateş, Güneş, Ay, Işık, Su….), renkler (Yeşil, Kırmızı, Sarı, Siyah, Mavi..) ve sayılar (0,1,3,7,9,12,40,52…) olmaktadır. Alevi-Bektaşilikte de yukarıda sözü edilen sembollerden birçoğu kullanılmıştır. Sembollerin başında sayılar gelmektedir. 1,3,5,7, 9, 12 ve 40 sayıları hemen her alevi önderi, ozanı, inanç önderi veya mürşidi tarafından kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Neden sembol, çünkü sembol bir işarettir. Bir değeri taşımanın yolu ve yöntemidir. Sayıların, bir görüşü, bir düşünceyi veya önemli bir iletiyi, kısa ve kesin bir konuma sokan ve bunu başkalarına aktaran bir işlevselliği vardır. Sayı mistisizmi Mısır, Sümer, İran, Akad, Hint, Hitit, Roma ve Yunan inançlarında önemli bir yere sahipti. Yedi kat gök, yedi kat yer kavramı, Babil’de, Sümerler de ve Anadolu’da vardı. Her görüş ve düşünce herkese anlatılamaz. Her insan her görüşü veya her düşünceyi kavrayamaz veya kaldırmaz. Bu da düşünceyi aktaranlar ile aktarılanlar arasında büyük sorunlar yaratır ve yaratmıştır. Tarihte bunun birçok örneği de vardır. Düşünceleri ve inançları nedeniyle öldürülen birçok bilge ve bilim insanı bulunmaktadır. Örneğin, Hallac-ı Mansur (Ene-l Hakk dediği için bedeni parçalanarak; Seyyid Nesimi, aynı görüşleri dile getirdiği için derisi yüzülerek; İbn-i Mukaffa, Kur’an’a nazire yaptığı suçlamasıyla, parçalanarak; Pir Sultan Abdal, görüşlerinden ödün vermediği için asılarak vs. öldürülmüşlerdir. Bu bilgelerin ortak özelliği ise Bâtınitasavvufi değerleri savunmalarıdır. Bu durum Batı da, Hıristiyan dünyasında da yaşanmıştır. Orada da birçok aydın ve bilge, görüşleri ve inançları nedeniyle Engizisyonlarda yargılanmışlar ve kimileri yakılmış, kimileri asılmış, kimileri yırtıcı hayvanlara atılmış ve korkunç şekillerde öldürülmüşlerdir. İşte tüm bu sorunlar yüzünden çok önemli değerde bilgelerin, aydınların, velilerin ve aykırı inancı dile getirenlerin, egemenler ve bilinçsiz insanlar tarafından öldürüldüğü de bir gerçektir. Ama var olan bir başak gerçek de var ki, bu da insani değerlerin ve herkes tarafından bilinmeyen birçok gerçeklerin yaşatılması ve geleceğe taşınması gerektiğini var kılan gerçekliktir. Bu herkes tarafından bilinmeyen ve ancak çok az bilgelerce bilinen çok değerli bilgilerin saklanması ve kavrayıcı zihinlere taşınması gerekir. Bu bilgiler “kozmik bilgilerdir”. Kozmik, evrensel düzen anlamına gelir. Bu anlamda, kozmik bilgi, dünyada tüm insanlığı ilgilendiren ve genel geçer inançlara, görüşlere ve değerlere uymayan ve tam da onların karşıt konumunda düşünceler, görüşler, inançlar ve değerler içeren temel anlayışları ve bilgileri içeren demektir. Onun içinde “kozmik” değerde önem içeren bilgiler gizlenmeli ama aynı zamanda bu bilgiler yaşatılmalı ve taşınmalıdır. İşte Bâtınilik veya Ezoterizm bu anlayışla ortaya çıkmıştır. Pythagoras (Pitagor) (İ.Ö.570-500) Evrenin bir sayı uyumu olduğunu ve her şeyin sayılardan oluştuğunu söyler. Pitagor, evrenin bir’le-çokluk arasında ki karşıtlıktan ve boşla-dolunun çatışmasından doğduğunu belirtmiştir. Buna göre her varlık belirli bir sayının toplamından oluşmuştur. Pitagor’a göre evrende bulunan tüm varlıklar Bir’den çıkmıştır. “Temel olan bir’dir. Bir noktadır. Nokta devinerek çizgi, çizgi devinerek yüzey ve yüzey devinerek de nesneler meydana gelmiştir. Çünkü sayılar nesnelerin tözüdür, var edenidir demiştir.” ERGÜVEN; Abdullah Rıza; Evren ve Yaratı; Gerçek Sanat Yay. 1990.S.32) Pitagor’a göre madde de, ruh da sayılardan oluşmuştur. Tüm evrenin temelinin sayı olduğunu söyleyen Pitagor, gizemli bir duruş sergilemiştir. Bu görüşüyle kendisinden sonra gelen tüm gizemci (Bâtıni) öğretileri de etkilemiştir. Maddeyi soyut bir kavramla açıklayan Pitagor, kendisinden sonra gelen tüm ruhçu ve mistik görüşlerin dayanak noktasını da oluşturmuştur. Çünkü sayılar soyut kavramlardır. Oysa soyut olan her kavram somut olmadan açıklanamaz. İnsanlığın başlangıçta her şeyi somut düşünmesi, bebeklerin, çocukların soyutu algılayamaması ve soyut düşünceden uzak olması bize pratik yaşamda da bu gerçeği göstermektedir. Soyut kavramlar ancak somutun nicelliğini ortaya koymakla ve belleğe taşınıp zihinde tasarlamakla ortaya çıkmıştır. Yani somut algılanmadan soyuta varılamaz. Soyut somut olanın süreç içinde kavramsallaşmasıyla oluşmuştur. O halde kavramlar, somut algılarımızın zihnimizdeki karşılıklarıdır. İlk insanlar doğayı ve dünyayı pratik yaşam içinde oluşan, gelişen olgulara bakarak ve bu olgular arasında ki bağıntıları kurarak anlamaya çalışmışlardır. İlkçağ insanları olayları çözümlemeye çalışırlarken her zaman tümevarım (özelden genele varan) bir yöntem kullanmışlardır. Yani somut olaylar ve olgulardan hareket ederek olup-biteni anlamlandırmaya gitmişlerdir. Sayı gizemciliği, Hurufilik, kabalizm, Mistisizm’e... büyük bir katkı sağlamıştır. Alevi-Bektaşi öğretisinde ozanların sayısı neden 7 sayısıyla sınırlandırılmıştır. Bunu kesin olarak açıklayacak veriler elimizde yoktur. Bu işlevin tamamen Bâtıni, Hurufi ve Ezoterik bir yanının bulunduğunu belirtmek gerekir. Bu anlayışta, evrenin sayılardan oluştuğunu belirten, sayı gizemciliğinin ve bunu en üst aşamada savunan Hurufiliğin derin etkisinin görüldüğü söylenebilir. Bâtıniliği Ezoterizmin içinde değerlendirmek gerekir. Ezoterizm gizli öğreticiliktir. Mistisizm, Kabalizm, Bâtınilik ve Hurufilik... gibi öğretiler Ezoterik öğretilerdir. Bu öğretiler, sembollerle, simgelerle, işaretlerle ve sayılarla birçok gizli bilgiler aktarırlar ve bunlara gizili anlamlar yüklerler. Bu öğretiler, ya bir gurubun, bir topluluğun, ya da bir kesimin vs. görüşlerini ve duruşlarını yansıtır. Alevilik- Bektaşilikte, Ezoterik değerler bir hayli fazlasıyla bulunmaktadır. Çünkü bu değerlerin içinde “gizli bilgiler” bulunmaktadır. Bu gizli bilgiler kimi sembol veya şifrelerle tanımlanırlar. Yani Alevilik-Bektaşilikte de, bazı görüş, düşünce ve değerler “gizli bilgiler” içermektedir. Bu gizli veya kozmik bilgiler, kimi sembol, işaret, sayı veya şifrelere taşınmış ve bu yöntemle, kimi gizili bilgiler bazı özel değerler içinde geçmişten bugüne aktarılmış ve bir örtü ve sembol içinde saklanarak korunmuştur. Bu yöntem bir nevi kültürel genetiktir. Genetik nasıl bir canlının sürekliliğini var kılan kozmik bir şifreyse ve bu şifreyle her canlı kendisini var kılan özel bilgileri depo ediyorsa, aynı işlevsellik içinde “Kültürel Genetik” de bu değerleri içermektedir. Kültürel Genetik, kültürel ölümsüzlüktür. Yaşatılması gereken ve insanlık var olduğu sürece değerini yitirmeyecek olan kültürel öğeleridir. Alevilik-Bektaşilik de gizli değerler içerdiğinden, bir Ezoterik öğretidir. Bu anlamda, kimi “gizli bilgiler” bazı sayılar, işaretler ve kimi sembollerle kendi kültürel genetik yapısı içinde korumakta ve saklanmaktadır. Örneğin: Bazı dağlar, hayvanlar, ırmaklar, ağaç ve bitkiler vs. sembolik olarak bir takım“simgeleri” içerirler. Aslında bu durum Ezoterik değerlerin yansımasından başka bir şey değildir. Özelikle sayıların kutsallığı bir Bâtıni anlayış olan Hurufiliğin etkisinin Anadolu’da çok önemli bir yer tuttuğunun göstergesidir. Huruf; Arapçada “harf”in çoğulu anlamına gelir. Hurufilik ise işaretler veya rakamlarla Tanrısal gerçekliği çözmeye ve evrensel oluşumu bu gerçeklik üzerinde açıklamaya çalışmaktır. Burada diğer sayılar üzerinde değil, konumuz gereği yedi sayısının üzerinde duracağız. YEDİ SAYISI Yedi sayısı, birçok inançta kutsaldır. Yedi sayısı, eski Sümer, Mısır, İran, Akad, Hitit ve Yunan uygarlıklarında da önemli bir yer tutmuştur. (İsmet Zeki EYUBOĞLU; Anadolu İnançları; Geçit Kit. 1987) . Sayıların kutsallığı insanla - insan ve insanla - doğa arasındaki ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Eyupoğlu’nun belirttiğine göre yedi sayısı ilk kez Sümer inançlarında kutsallık kazanmış ve daha sonra da Mısır ve Hititlere ve oradan da Anadolu inançlarına geçmiş ve buralarda etkin olmuştur. “Aristo’da evreni 7 kat olarak düşünüyordu. Aristo döneminde beş gezegen (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn), Ay ve Güneş olmak üzere yedi gök cismi biliniyordu. Bu yedi gök cismi yer'in etrafında dönüyordu. Ayrıca yedi gök cismine bağlı olarak görünmeyen yedi kristal küre var olan evreni yedi katmana ayırıyordu. Bu evren algısı süreç içinde tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarına da geçmiştir. Dinlerdeki "yedi kat gök" kavramı buradan gelmektedir. Bugün haftanın yedi gün olması da aynı kaynaklıdır. Hatta müzik notalarının kaynağı da yedi katlı evren modeliyle ilgilidir.” (http://derman.science.ankara.edu.tr) İnsanoğlu var olduğundan bu yana gökyüzünü hep hayretle, şaşkınlıkla, sevgiyle ve korkuyla izlemiştir. Gökyüzündeki hareketler insanoğlunu hayran bırakmış ve cezp etmiştir. Süreç içinde gökyüzünü, yeryüzündeki olayları etkileyen bir güç olarak görmüştür. Çıplak gözle baktığında Güneş, Ay ve beş gezegeni fark etmiş ve zamanla bu yedi gök cisminin dünyada varlaşan tüm olayları ve olguları belirlediğine dönük bir inanç oluşmuştur. Bu anlayış süreç içinde yedi sayısına “kutsallık” yüklemiştir. İlk uygarlıklarda “Yedi Gök İnancı” çok temeldir. Bu inanç zaman içinde karşıtı olan yedi kat yer kavramını da doğurmuştur. Bir inanç olarak yedi kat gök, birçok inançta, öğretide ve söylemlerde yer bulmuştur. Öyle ki ilk insanlar, evrenin yedi kattan oluştuğunu düşünmüşler ve bu temel üzerinden birçok olgu ve olaylara farklı anlamlar yüklemişlerdir. Gök kuşağının yedi renk olması, güneş ışınlarının yedi renkten oluşması da vs. ilk insanlar üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Bu etki süreç içinde “yedi” sayısına bir “kutsallık” yüklenmesine neden olmuştur. Kimi başka sayılar gibi, yedi sayısı da Alevi-Bektaşi öğretisinde çok temel bir yer edinmiş ve simgesel bir hal kazanmıştır. Yedi sayısı, gizemli bir sayıdır. Birçok inançta, öğretide ve dinlerde simge olarak kullanılmıştır. Yedi sayısı gizemciliği, Budizm’de, Mu Tarikat’ında, Yahudilikte, Hıristiyanlıkta, eski pagan inançlarında, Mısır’da, Yunan’da vs. kullanılmıştır. Ezoterik öğretilerde yedi sayısı, Tanrı’ya açılan kapıyı simgeler. Birçok ulu mekânlar, yerler, yedi sayısının gizemli anlayışına uygun yedili sayısını içeren yapılar gerçekleştirmişlerdir. Doğada birçok nesne yedili yapılar göstermektedir. Örneğin gülün yedi taç yaprağı vardır, gök kuşağı yedi renklidir, ay kendi çevresinde ki döngüyü yedi günde tamamlar, çocukların dişleri genelde yedi ayda çıkar. Çocuklar okula yedi yaşında başlar (Çünkü bu yaş akıl ve kavrama çağıdır), vs. yedi sayısı insanı gizemci bir dünyaya taşır. Gizler, sırlar dünyasına götürür. Yedi, Bâtıni öğretide tamamlanmışlık, olgunluk, yücelik anlamına da gelmektedir. On ikinci gezegen olarak kabul gören Marduk Gezegeni, yörüngesini 3661 yılda döner. Maya uygarlığına göre dünyada çağlar 25,625 yılda bir değişime uğrar. 3661 yıl 25,526 yılın yedide biridir. Pluton gezegeninden geriye doğru sırasıyla gelindiğinde dünyamız yedinci gezegendir. (Burak Eldem, 2012: Mardukla Randevu; İnkılap Yay. 3. Baskı. s. 553554) Zigguratlar (tapınaklar) yedi kattan oluşmuştur. Her kat bir gezegeni simgeler ve her katın rengi farklıdır. (Eldem, age, s. 554) Yeni Ahit’teki Yuhanna Vahyin de, gökte dört taht ve 7 mühür bulunduğundan, 7 kiliseye 7 mühür, 7 bela, 7 tane gazap tası, 7 tane borazan gönderildiğinden söz ediliyor. Tanrı'nın 7 ruhu olduğu belirtiliyor. 7 sayısı temel bir sayı olarak beliriyor. Burada, 7 sayısı Tanrının tasarımı olarak ortaya konuyor. Tanrı 6 günün sonunda evrenin tümünü yaratıyor ve evrenin tamamını 7. gün tamamlamış oluyor. Demek ki yedi bütünlüğü, düzeni ve ahengi oluşturuyor. Bu durumda, 6 eksikliği belirtirken 7 tamlığı ve mükemmelliği belirtiyor. 6 karmaşayı, 7 ise düzeni ortaya koyuyor ve Tanrı’nın utkusunu, zaferini simgeliyor. Tarihsel süreç içinde, bugün bile kullandığımız kimi kavramlarda toplumsal yaşamda kimi sayılar ( birler, üçler, beşler, yediler, kırklar… vs.) yerini almıştır. Öyle ki, -Yedi gök ( Zühal, Müşteri, Merih, Güneş, Zühre, Utarit, Ay; ), -Yedi kat yer(Yeryüzü, Litosfer, Hidrosfer, Manto, Magma, Kayaçlar ve çekirdek), -Yedi gün (Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma, Cumartesi ve Pazar), - Yedi nota (Do-re-mi-fa-sol-la-si); -Ay, kendi çevresinde yedi günde dolanır -Yedi evrimsel oluşum: İlkel tek hücreli canlıdan evrilerek insana ulaşan gelişmeyi, evrimleşmeyi içeriyor. Bu evrimsel oluşum ( Tek hücreli canlı, bitkiler, sürüngenler, kuşlar, memeliler, primatlar (Maymunlar), ve insan olarak beliriyor). Yedi bölüm (insan bedeni yedi bölümden oluşur): (El, ayak, baş, karın, sırt, göğüs ve iç organlar.). Yedi hayati organ (İnsanın içyapısında yedi yaşamsal organ bulunur): Kalp, Akciğer, Karaciğer, Mide, Bağırsaklar, Böbrekler, Damarlar)… Yedi kat yer (insanda): Ezoterik (gizli bilimlerde) görüşlerde simgesel olarak insan bedeninin göbekten yukarısı yedi kat göğü ve göbekten aşağısıysa yedi kat yeri simgeler. Bu anlamda insanda: - Yedi kat gök (İnsan kafasında bulunan yedi delik): İki göz, iki kulak, iki burun ve bir ağız); -Yedi kat yer (İnsan da boğazdan aşağıda bulunan yedi delik): İki meme, yemek borusu, soluk borusu, göbek, anüs, sidik borusu); -Yedi Kıta( Asya, Avrupa, Afrika, Antarktika, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avustralya), -Yedi Bölge (Ege, Marmara, Akdeniz, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Karadeniz, İç Anadolu bölgeleri.) -Yedi iklim (a-) Her kıtaya ilişkin iklimler. B-) Tüm dünya halkları, bütün dünya); -Yedi çarka (İnsan da bulunan enerji bölgeleri): (Kök, Karın, Göbek, Kalp, Boğaz, Alın ve Tepe çakraları). (Süleyman Diyaroğlu, Tanrı’nın Gizli Dili, Çiviyazıları yay. 2005.) -Yedi Derya (Her kıtayı veya kara parçanı kapsayan deniz. Bütün sular.) -Yedi uyurlar (Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş, Kefeştatayuş ve köpeklerinin ismi Kıtmir’dir.); Davut’un Yıldızı: Yahudi kaynaklarında yedi rakamını simgeler. Davut’un Kalkanı veya yıldızı bugünde İsrail’in bayrağında bulunmaktadır. Yahudi’lerin simgesidir. Bu simge karşıt iki üçgenden oluşur. Altı köşeden ve bir orta bölümden meydana gelir. Yedi sayısıyla gizemli bir ileti sunar. Yahudi inancında evrenin altı günde yaratıldığı ve Tanrının yedinci günde dinlendiğine dönük temel bir inanç vardır. Söz konusu simge, bu yaratılışı anlatmaktadır. Davut Yıldızı ve Kalkanının farklı iletiler ve anlamlar içerdiği de dile getirilmektedir. Burada bizi ilgilendiren yönü onun kozmik bir ileti olarak “evrenin yaratılmasına” dönük bir anlam içerdiğidir. Siyasi yönü elbette vardır ama konumuz dışıdır. -Yedi günde evrenin Tanrı tarafından yaratılması: Tevrat’a göre Tanrı, birinci gün gökleri, yeri, gece ve gündüzü yaratıyor; ikinci gün suları gökyüzünden ayrıştırıyor, üçüncü gün toprağı (yeri), sudan ayırıyor, topraktan ağaçlar, bitkiler çıkartıyor. Dördüncü gün, gök kubbesinde güneş, ay ve yıldızları yapıyor; Beşinci gün, suda yaşayan hayvanlarla kuşlar, altıncı gün sığırlar, sürüngenler, yerde yaşayan bütün hayvanlar yaratılıyor. Tanrı, tüm bu yaratılanlara egemen olması için de, insanı yaratıyor. İnsan Tanrı’nın görüntüsüyle ortaya çıkıyor. Tanrı, tüm yaratma işlevini tamamladıktan sonra da yedinci gün dinleniyor.) -Yedi doğuş: Alevi teolojisi, varoluşu yedi doğuş olarak açıklar: Buna göre, en başta tek bir noktada her şey bir bütündü. Bu tek nokta patlayarak açığa çıktı ve bu açığa çıkışla Samanyolu oluştu. Bunu ozanlarımız “katreden, ummana dönüş” olarak dile getirmişlerdir. Daha sonra sırasıyla, güneş ve güneş sistemi (gezegenler), güneş sistemi içinde bulunan dünyamız, sonra madenler, sonra bitkiler, sonra hayvanlar ve en son da insan meydana gelmiştir. (Yani; Samanyolu, güneş, gezegenler, dünya, bitkiler, hayvanlar ve insan). (Süleyman Şahin (Ari Mazın); Aleviliğin Anadolu Uygarlıklarındaki İzleri; Aydüşü Yay. 2007. S. 14) - Yedi imamlar ( Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Zeynel Abidin, Hz. Muhammet Bakır, Hz. Cafer-i Sadık ve Hz. İsmail.) -Yedi aşama (Nefis aşaması, Gönül aşaması, Ruhsal aşama, Sır aşaması, Sırrı sır aşaması, En gizli aşama Tanrı’ya en yakın aşama), Mutlak gerçekler aşaması); -Yedi renk (Siyah, beyaz, kırmızı, mavi, sarı, mor ve yeşil); -Yedi Nefis: -Nefs-i Cemadi (maddenin ruhu), - Nefs-i Nebati (bitkilerin ruhu), - Nefs-i Hayvan (Hayvanların ruhu), -Nefs-i insani (insanların ruhu), - Nefs-i Natıka (bilinçli insan ruhu), -Nefs-i Kutsiye (kutsal ruhu, ermişlerin ruhu), - Nefs-i kül (tüm evrenin ruhu). -Yedi aşama: Alevilikte, insanların bulundukları farklı aşamaları belirler. İnsanlar bilinç düzeylerine göre yedi aşamadan birinde bulunurlar. Buna göre: -Nefs-i Emmare (Kötülüklerin, kinlerin yaşandığı, görüldüğü ve eğitimsiz İnsanların bulunduğu aşama), -Nefs-i Levvame (Eğitimi en düşük seviyede olan insanların bulunduğu aşama.) -Nefs-i Mülhime (Eğitilmiş ama olgunlaşmamış insanların, bulunduğu aşama). -Nefs-i doygun, (Eğitilmiş, iyiliğe ve doğruluğa yönelen insanların bulunduğu aşama), -Nefs-i razı (her şeyi olgunlukla karşılayan insanların bulunduğu aşama), -Nefs-i Merziye (Tanrı sevgisini kazanmış insanların bulunduğu aşama), -Nefs-i olgun (Bütünüyle olgunlaşmış, arınmış ve temiz nefisleri kazanmış olan insanların aşaması). -Yedi arınma: Alevilikte ruhsal arınma için yedi değere uymak gerekir, bunlar: Nefis, gönül, gizem, sır aşamalarıyla, gerçeklik, söz ve davranışlardır. (Alkan, age, s. 74) -Yedi Harika (Rodos Heykeli, Kral Mausoleion Heykeli, Keops Piramidi, Zeus Heykeli, İskenderiye Feneri, Babil’in Asma Bahçeleri, Artemis Tapınağı); -Yedi erkân ( Alevilik de, Pir, Rehber, Mürşit, bunlara iki musahip iki de eşi eklenince erkân sayısı yedi olur.) -Yedi bilge (Thales, Solon, Bias, Kleobulos, Pittokas, Priandros, Kilon); Yedi Melek (Cebrail, Azrail, Mikail, İsrafil, Münker, Rıdvan, Malik.). Yedi İmamlar (Yedicilik veya Sebiye): Şiiliğin İsmaililik kolu. (Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Zeynelabidin, Muhammed Bakır, Cafer’i Sadık ve İsmail.); -Yedi farz: Buyruk’ta belirtilen yedi farz. (Mürebbi’ye gitmek, Musahip olmak, Taç Giymek, Sır saklamak, Dost ile dost olmak, Özünü ulu kılmak, Hak’la sohbet etmek.) (Erdoğan Alkan, Alevi Mitolojisi; Kaynak Yay. 2005, s. 62-63) -Yedi Kale: Hacı Bektaş Veli, insanı insan yapan yedi kaleden söz etmiştir. Bunlar: (Bilim, cömertlik, Sabır, Marifet, Perhiz, Korku ve Edep’tir). (Erdoğan Alkan, Alevi Mitolojisi; Kaynak Yay. 2005, s. 63) - Yedi Tavaf: Hac’ca gidenler Kâbe’nin çevresinde yedi kez dolanırlar. (Alkan, age, s. 63) -Kuran’ın yedi harf üzerine indirildiği söylenir. -Yedi tepe: İstanbul yedi tepe üzerine kurulmuştur. -Yedi yıl çile: Ermişler ve Peygamberler yedi yıl çile çekerler. (Alkan, age. S. 64) -Yedi temel günah: (Adam öldürmek, Zina, hırsızlık, yalancı tanıklık, baba ve anneye saygısızlık, komşuya kayıtsızlık, dünya malına olan düşkünlük) (Alkan, age,s. 68), -Yedi melek: Her gök katının bir meleği vardır. -Yedi başlı canavar: Denizlerde yaşadığına inanılan efsanevi canavar. -Yedi şimşek sesi: Şimşek’in çıkardığı sesler. -Yedi Âlem: Güneş, Ay, Burçlar, Menzil, Konaklar, Yıldızlar, Gezegenler. -Yedi borazan tutan yedi melek. (vahiy’de sözü geçen, yedi meleğin her birinin borozanı) -Yedi Melek: Her âlemi yöneten melekler. Yedi âlemi, yedi melek yönetir. Bunlar: (Rukyali, Cebrail, Mikail, Semsemail, Sarfyail, Anyail, Kesfiyali) (http://spiritualistman.blogcu.com/ -Yedi altın tas: İncil’de geçen yedi altın tas. Tanrı’nın öfkelenerek yeryüzüne yağmur yağdırması (Alkan, age, s. 68) vurgusu vardır. Buradan çıkan sonuç: Altın Tas, yağmur sularının tutulduğu kap anlamına gelmektedir. -Yedi tamu kapısı: Cehennemde yedi kapı olduğu inancı vardır. -Mısır’da yedi sayısı sonsuzlu simgeler. -Buda’nın merdiveni yedi renkli ve yedi simgelidir. (Alkan age, s. 69) -Yedi ced, yedi sülale deyimleri vardır. -Yedi Oluk; İnsan bedeninde yedi akar vardır. Bunlara yedi oluk da denir. Bunlar, Yutak, yemek borusu, soluk borusu, damarlar, İdrar borusu, Bağırsaklar, Anüs’tür. Bu kavramların kimisi günlük yaşamımızda kullanırken, kimisi de belleklerimizde yer almışlardır. Şu bir gerçek ki bu sayılara ve kavramların her birine, bu öğretileri (Gizli Öğreticilik) savunanlar tarafından çok önemli değerler yüklenmişlerdir. Öyle ki kimi öğretilerde “kozmik (yaratıcı, dizayn (tasarımlayıcı) edici güç) bilinç, ancak bazı sembol ve işaretlerle kimi insanlara bildirilmiştir. Dolayısıyla bu sembol veya işaretler “kozmik bilinci” yansıtırlar. Her insan bu bilince ulaşamaz. Çünkü bunlar gizli bilgilerdir. Ama süreç içinde bu bilgiler, kimi veliler ve bilginler tarafından çözümlenip, bilinç seviyesine göre bazı insanlara yansıtılırlar. Bu insanlar inisiye (seçilmiş, el verilmiş) olmuş insanlardır. NEDEN YEDİ ULU OZAN Bu durum tamamen Ezoterik (gizli bilgiler içeren) öğretinin ve Bâtıni İnancın yöntemiyle ilgilidir. Bâtıniliğin, iletilerini, gizli bilgilerini, sırlarını, geçmişten getirdiği kendine özgü görüş ve düşüncelerini vs. bir takım simgelerle, sembollerle, imgelerle, remizlerle ve sayılarla vermesinden kaynaklanmaktadır. Yedi sayısının batini inançlarda ve Ezoterik öğretilerde çok önemli bir karşılığı vardır. Bu sayı kozmik (evrensel, dünyasal, genel geçer) bir ileti taşımaktadır. Bu iletilerin neler olduğunu önceki sayfalarımızda sunduk. Yedi sayısıyla ilgili bu bilgiler tüm bilgileri içerdiği savında değilim. Eksikler vardır ve herkesin kafasında yedi sayısıyla ilgili farklı anlamlar vardır. Zaten hiçbir konuda bir insan her şeyi söyleyemez. Çünkü evrende mutlak bilgi yoktur. Her şey eksiktir ve eksiklik evrensel yasanın en temel olgusudur. Alevi-Bektaşilik de Ezoterik bir öğreti ve Bâtıni bir inanç olduğundan, gizli bilgiler ve sırlar içermektedir. Örneğin, bu öğretide ve inançta, sekahüm sırrı, Bektaşi sırı, büyük Alevi sırrı, sırrı müphem vs. gibi, sırlar vardır. Bu sırlar kozmik (yani her dönem geçerli olan, geçmiş, bugün ve gelecekte de değişmeyecek bulunan) bilgileri içermektedir. Bu bilgiler herkese anlatılmaz ve verilmez. Bu sırlar ve bilgiler, ancak insiye olmuş (seçilmiş, bilgilenmiş, aydınlanmış, güvenli) bilinçlere verilir. İnsiye olmak, Alevi inancında ve öğretisinde “el vermek” anlamımdadır. El vermek, bir ulu insanın, özünde taşıdığı çok önemli bilgileri ve değerleri, yanında bulunan insanlardan birisine anlatması, verilmesi gereken bilgileri sunası; bilgileri verdiği insanın o değerleri taşıyabileceğine dönük güvende bulunması ve o değerleri taşımasıyla görevlendirmesidir. Yedi sayısı da bu tür bir sırrı içermektedir. Bunun içinde yedi sayısı kozmik bir iletiyi sunar. Binlerce ozan olmasına karşın, ozan sayısını yedi sayısıyla sınırlayan anlayışı, bu öğretinin özünde bulunan, önemli gizil bilgileri simgelerle, sayılarla vermek düşüncesinin pekiştirilmek istenmesinden dolayı olabilir. Bu yolun uluları bir kozmik ileti sunmak amacı taşıyor olabilirler. Bizim yapmamız gereken bunun nedenselliklerini ortaya koymamızdır. Bunun bir anlamı ve karşılığı vardır. Yoksa bu öğretiye ve inanca değer katmış binlerce ozan bulunmaktadır. Bu durumda “yedi” sayısı, söz konusu “kozmik bilinci” yansıtan bir değeri, bir sembolü içermektedir. Ulu ozanların sayısının neden “sekiz” değil de “yedi” olduğu sorusunun yanıtı, bu “yedi” sayısına yüklenilen kutsallıktan dolayıdır demek, akla uygun düşmektedir. Alevi-Bektaşi edebiyatında binlerce ozan yaşamıştır. Anadolu’da bu kadar çok ozan olmasına karşın ozanlara bir sınır getirilmesi sanırım yukarıda sözü edilen ve örnekleri verilen yedi sayısının kutsallığından kaynaklanmıştır. Bunun en akılcı açıklaması budur. Yoksa ismi sayılan ( Nesimi, Fuzuli, Hatayi, Virani, Yemini, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet) yedi ozan dışında da nice ozanlar bu topraklarda isim bırakmış ve toplumda etkili olmuşlardır. Bugün, yaşayan Aleviliğe baktığımızda da, ritüellerde, semahlarda ve uygulamalarda bu ozanların eserleri (Özellikle, Pir Sultan Abdal, Hatayi, Virani, Nesimi vs.) en çok dile getirilmektedir. Anadolu’ya özellikle 12. -14 yüzyıllarda Horasan’dan gelen ulu erenler bu yolu, bu öğretiyi yaymışlardır. O dönemlerde, bu öğretinin ve inancın yayılması ve halkın belleğine yerleşmesinde, bu ulu ozanların eserleri çok önemli bir işlev görmüştür. Adı geçen bu ozanlar, gerek bilgileri, gerek cesaretleri ve gerekse halk üzerinde bıraktıkları etkileri, bugün bile halen çok yoğum bir şekilde devam etmektedir. Bu ozanların yüzyılları aşan etkileri, onları önemli kılmış ve gerek bu yolun sürdürücüleri ve gerekse önderleri bu ozanları “ulu” konumuna sokmuşlardır. Yukarıda belirtilen ve isimleri verilen yedi ulu ozanın yaşadıkları dönemlere baktığımızda, 1200 ila 1650 yılları arasında olduklarını hemen görebiliriz. Bu dönem Anadolu’da gelişen çok farklı toplumsal olayların meydana geldiği dönemdir. Yoğun olarak, 900’lü yıllardan başlayarak Anadolu’ya gelen konar – göçer Türkmenler 1200’lü yıllardan itibaren yerleşik düzene geçmeye zorlanmışlar, gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı İmparatorluğu tarafından bu Türkmen guruplar, yerleşik düzenin getirmiş olduğu yaşama koşullarına uzun süre direnmişlerdir. Türkmenler, atalarından taşıyıp getirdikleri kültürlerini, inançlarını ve toplumsal değerlerini (özellikle dillerini ve inançlarını) ödün vermeden yaşatmaya çalışmışlar bu anlamda egemen inanç ve siyasi iradeyle büyük savaşım içine girmişlerdir. Tarihsel olarak bakıldığında bu savaşımın en yoğun olduğu dönemler, Selçuklular dönemiyle, Osmanlı’nın gelişme döneminin sonlarını kapsamaktadır. Söz konusu tarihsel süreçte birçok olaylar ve başkaldırılar yaşanmıştır. Bu başkaldırılar: -1240 yılında, Babailer başkaldırısı, -1420 yılında, Şeyh Bedrettin başkaldırısı, -1510–1511 yıllarında, Şah Kulu başkaldırısı, -1512 yılında, Nur Ali Halife başkaldırısı, -1517–1522 yıllarında, Celali başkaldırısı, -1526 yılında, Atmaca başkaldırısı, -1527 yılında, Zünnunoğlu başkaldırısı, -1527 yılında, Kalender Çelebi başkaldırısı ve yine 1500’lü yılların ortalarında Pir Sultan Abdal’ın asılması vs. olduğu görülür. Tüm bu başkaldırılar dışında birçok bireysel ve küçük ayaklanmalar da yaşanmıştır. Bu başkaldırıların ve ayaklanmaların çoğunun belki de tamamının nedeni, yoksul Anadolu Halkının hak arama ve daha iyi yaşama isteğinin bir sonucu olduğudur. Ama yöneten egemen kesim, bu mücadelenin gerçek yönünü özünden uzaklaştırmasını bilmiş ve bu kavgayı “inanç ayrılıklarına ve mezhep farklılıklarına” indirgemesini başararak, halkların birbirine düşman olmalarını sağlamışlardır. Bu anlamda bu dönemler, Alevilerin zorla inançlarından koparılmaya, baskılarla egemenlik altına alınmaya çalışıldığı bir dönemdir. Bu dönemler (1200–1650 yılları) Alevilerin asimile edildikleri en ağırlıklı bir dönemdir. Osmanlı İmparatorluğu dış dünyaya karşı hoşgörülü olurken, Anadolu’daki Alevilere en korkunç baskıları uygulamıştır. Aleviler her dönem hem şiddete ve hem de psikolojik baskılara uğramışlardır. Tarihsel anlamda en büyük şiddeti ve kıyımı Yavuz Sultan Selim döneminde yaşamışlardır. Yine Kuyucu Murat paşa’nın (1521-1611) on binlerce Alevi’yi kuyulara atarak kıyım yapması da tarihin sayfalarında yazılıdır. Bu kıyımlarda on binlerce (kimi kaynaklar 30.000 Celali’nin öldürüldüğünü yazmaktadır. Büyük Larousse, Cilt 12) Alevi-Bektaşi öldürülmüştür. Bunların amaçları Alevileri Sünnileştirmek ve kendi özlerinden koparmaktır. Ama bu konuda tam bir başarı sağlayamamışlardır. Sünnileşen Aleviler olmuştur. Buna karşın ödün vermeyen, kendi inanç ve öğretilerinden vazgeçmeyen Aleviler de çoğunlukta kalmıştır. Yaşanan tüm bu baskıları ve şiddeti ozanlar şiirleştirmişler ve baskılara, şiddete karşı direnişlerin simgesi ve bu yolun (AleviBektaşi) uluları olmuşlardır. İşte bu yedi ulu ozan, söz konusu bu çalkantılı ve zor dönemde, bu Alevi asimilasyonuna karşı durarak, Anadolu’da bulunan Alevilerin kendi dillerini, kültürlerini ve yaşama bakışlarını vs. sürekli ayakta tutmaya çalışmışlar ve bu dilin, bu inancın yaşamasını sağlayan bir katalizör görevi üstlenmişlerdir. Alevi-Bektaşiliğin, öğretisini, inançsal değerlerini, ibadetlerini, korkusuzca işleyerek bu öğretinin ve inancın yaşatılmasını sağlamışlardır. Bu ozanlar, söz sanatını ustaca kullanmışlar ve hem edebi olarak estetik eserler üretirlerken, diğer yandan Alevi-Bektaşi felsefesini de yaşatmayı sağlamışlardır. Bu işlevi sadece bu ozanlarımız değil, kendilerinden sonra gelen birçok ozanlarımız da devam ettirmişlerdir. Yedi Ulu Ozanların bu dönemlerde yaşayan ozanlardan seçilmesinin de bir anlamı vardır. Bu ozanlar o kadar baskılara, kıyımlara ve zorlamalara karşı direnmişler ve bu yolun öğretisini ve inancının özünü ve temelini oluşturmuşlardır. Yedi ulu ozan dışında kalan: Kaygusuz Abdal, Teslim Abdal, Kazak Abdal, Kul Nesimi, Fedayi, Haşim Baba, Gedai, Kemteri, Hilmi Dede Baba, Edip Harabi, Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, İbreti, Davut Sulari, Âşık Dâimi, Mahzuni Şerif, Adil Atalay (Vaktidolu) vs.; bu serçeşme kaynağından beslenmiş, özelerinden sapmamış ve bu zengin kaynak bu topraklarda ismini anamadığımız binlerce ozanı yaratmıştır. İnsanlık var olduğu sürece de bu pınar, bu kaynak hiç bitmeyecek ve sürekli akacaktır. Daha nice ozan doğacak, bu serçeşmeye katkı sunacak ve bu serçeşmeyi besin sağlayacaktır. Yedi Ulu ozanların şiirleri incelendiğinde, bu ozanların dizelerinde: Hz. Muhammet, Hz. Ali, Ehlibeyt, Kerbela, On iki İmamlar, vs. gibi konular çok fazlaca yer almışlardır. Ama Yunus Emre ve ondan önceki şiir geleneğinde bu kavramların ya daha az ya da hiç işlenmediği de görülür. Bu da bize, Anadolu Aleviliğinde, Şah İsmail’in büyük bir etki bıraktığını göstermektedir. Özellikle 15. yüzyıldan itibaren Anadolu’da Şiiliğin etkisi açıkça görülür. O dönemde Şiilik bugünkü gibi koyu İslamcı bir duruş göstermiyordu. Yine Şah İsmail (Hatayi) döneminde, Şiilik bir muhalif hareket olarak doğdu. Başlangıçta Şiilik İslam içinde Heterodoks bir anlayış olarak ortaya çıktı ve süreç içinde de merkezileşerek tutuculaştı. Hatayi, Fuzuli, Virani, vs. gibi Şiilik yanlısı ozanların da etkisiyle, yukarıda sözü edilen kavramlar, hemen hemen tüm yedi ulu ozanlar tarafından en temel konular olarak işlenmiş ve bu durum günümüze kadar sürmüştür. Bugün de, Alevi-Bektaşi inanç ve öğretisinde, bu ozanlar etkisini sürdürmektedir. Söz konusu bu ozanlar, kendilerinden sonra gelen birçok Alevi-Bektaşi ozanların da, aynı kavramlar (Hz. Muhammet, Hz. Ali, On İki İmam, Ehlibeyt, Teberra, Tevella… ) üzerine eserler üretmelerine kaynaklık etmişlerdir. Yedi ulu ozanın, eserleri derinlemesine irdelendiğinde, açıkça dile getirilen kavramlar yanında, gizli anlamlar, derin içerikler taşıyan Bâtıni ve tasavvufi (Tanrı, vahdet, tenasüh, hulul, devriye, anasır-ı Erbaa, mekân, lâmekân, Hakk, şarap, bade, vuslat, türap, hikmet…) kavramlarında sıkça kullanıldığı görülmektedir. Ozanlar, Alevi-Bektaşilerin Telli Kur’an’ıdır. Telli Kur’an, ozanın sazıyla, bağlamasıyla, sözünün birlikte ortaya koyduğu; saz-söz uyumunun belirli bir şekilde yaşama geçirildiği ve söylenen sözlerin ibadet sayıldığı bir anlamı içerir. Ozan dili sert ve çevik olur. Alevi ozanları aynı zamanda inanç önderidirler. Onların dile getirdiği her söz, önemli değerler içerir ve ibadet sayılır. Bağlama, müziğin dili, söz ise ozanın dilidir. Müzik, evrenin dili, söz ozanın görüş ve düşünceleridir. Müzikte evrenin ahengi, düzenliliği ve olumluluğu dile gelir, ozanın sözlerinde de insanın bütünsel yapısı ve bu bütünsel yapının birlikte oluşturduğu düzenli yapı anlatılır. Müzik, evrensel çeşitliliğin oluşturduğu ortak değerin sesini ve uyumunu, ozan ise, toplumsal çeşitliğin oluşturduğu ortak uyumun sözcülüğünü yapar. Telli Kur’an, bu her iki olguyu birleştiren bir işlevi yerine getirir. Müzik’te evrensel uyum yedi sesle ortaya çıkmıştır. O halde bu yedi sese yedi ozan gerekmektedir. O halde neden yedi ulu ozan? Sorununun yanıtını biraz da bu derinliklerde aramak gerekir. Yoksa ozan sayısını sınırlamak, evrensel çeşitliliğe de, toplumsal gelişim yasalarında da, yaşanılan gerçekliğe de uygun değildir. Burada yedi sayısı bir simge ve bir semboldür. KAYNAKÇA BEYDİLİ, Celal; Türk Mitolojisi, Ansiklopedik Sözlük; Yurt Yay. 2005 BİRDOĞA Nejat; Anadolu’nun Gizli Kültürü, Alevilik; Berfin Yay. 3. Bs. 1995 BORATAV, Pertev Naili;100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, ; 4. Baskı. Gerçek Yay. Büyük Larousse 1. Cilt Büyük Larousse 13. Cilt. CANDAN, Ergun; Gizli Sırlar Öğretisi; Sınır Ötesi Yay. 1998 DİYAROĞLU, Süleyman; Tanrı’nın Gizli Dili, Çiviyazıları yay. 2005. ELDEM, Burak; 2012: Marduk’la Randevu, 3. Baskı. EYUBOĞLU, İsmet Zeki;Anadolu İnançları, Anadolu Mitologisi; Geçit Yay. 1987 EYUBOĞLU, İsmet Zeki; Alevi-Bektaşi Edebiyatı, Der Yay. 1991 EYUBOĞLU, İsmet Zeki; Alevilik- Sünnilik, -İslam Düşüncesi-; Der Yay.1989 EYUBOĞLU, İsmet zeki; Bütün Yönleriyle Tasavvuf, Tarikatlar ve Mezhepler Tarihi; Der Yay. 1993 EYUBOĞLU, İsmet Zeki; Tanrı Yaratan Toprak; Der Yay. 1990 KORKMAZ, Esat; Alevilik ve Bektaşilik Terimler Sözlüğü; Anahtar Kit. 2005 ÖZ, Baki; Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları; Can Yay. 3. Baskı. 2003 ÖZKIRIMLI, Atilla; Türk edebiyatı tarihi; Cilt 1; İnkılâp yay. 2004 ÖZKIRIMLI, Atilla; Türk edebiyatı tarihi; Cilt 11. İnkılâp yay. 2004 ŞAHİN, Süleyman (Ari Mazın); Aleviliğin Anadolu Uygarlıklarındaki İzleri; Aydüşü Yay. 2007 ŞİMŞEK, Mehmet; Dede Korkut ve Ahmet Yesevi’den Günümüze Uzanan Ünlü Alevi Ozanlar; Can Yay.1. Baskı. 1995 ULUSOY, Müslüm, Direnen Türkler, Tanı Yay. 2006 www.alevihaber.org www.hermetics.org www.turkdiliveedebiyati.com/ ZAMAN, Süleyman, Yedi Ulu Ozan, Can Yay. 2009
© Copyright 2024 Paperzz