yazının devamını okumak için buraya tıklayınız

Seçimler Sonrası Türkiye Ekonomisinde Kredi Balonu
30 Mart yerel seçimleri ve öncesinde yaşanan siyasi kriz, dünya ekonomisinde önemli
gelişmelerle çakıştı. Bu açıdan bakıldığında, seçimlerden güçlenerek çıkan, ayrıca bir
veya iki yıl içinde yapılacak iki önemli seçime hazırlanan AKP Hükümeti’nin aslında
zamana karşı yarıştığı söylenebilir.
AKP’nin 12 yıla yayılan seçim başarısının, özellikle 2008 dünya finansal krizi sonrası oy
oranlarını artırmasının elbette birçok nedeni var. Burada ekonomik indirgemecilik
yapmak niyetinde değilim. Fakat ortada savaş, büyük bir doğal afet gibi dönemsel olarak
belirleyici görüngüler olmadığında, ekonominin orta vadede siyasi yapıyı şekillendiren
en önemli faktörlerden biri olduğu rahatça söylenebilir. Bu durum, AKP Hükümeti için
de geçerli: AKP Hükümeti geçen 5 yılda emekçi ve orta sınıfların gerçek gelirlerinde
kayda değer bir artış sağlayamadı. Aksine gelir eşitsizliği olduğu gibi devam etti. Fakat
dünya konjonktürü Türkiye’ye bol miktarda ve ucuz “sıcak para” girmesini temin ettiği
için şirketler ve hanehalklarının üretim/tüketimi, her iki kesimin de aşırı borçlanmasıyla
finanse edildi. Bu finansman elbette farklı kredi türleriyle gerçekleştirildi. Böylece,
birçok kamuoyu araştırmacısının da belirttiği gibi, alt ve orta sınıflar gerçekte sahip
olmadıkları bir geliri tüketmenin keyfini çıkardılar ve kendilerini bir süreliğine “bir üst
tabaka”nın yaşam standartlarına sahipmiş gibi hissettiler. Bu, kuşkusuz, çok önemli bir
sosyolojik “değişim”di.
Şimdi, “gelişmekte olan piyasalar” (GOP) denilen ülkelerin ekonomik durgunluğa
girmeye başladığı yeni bir dönem söz konusu. Sorun şu: GOP’ların ekonomileri dikkat
çekici şekilde büyürken, şirketler ve hanehalklarının yatırımları/tüketimi artıyor,
böylece birçok sektörde “balonlar” oluşuyordu. Türkiye’deki gayrimenkul piyasası bu
açıdan iyi bir örnek oluşturuyor. “Balon”, hisse senedi, devlet tahvili, konut ya da arsa
olsun, “varlık” fiyatlarını yapay şekilde, yani söz konusu artışı destekleyen gerçek
ekonomik temellerden yoksun olarak artması demek. Yüksek fiyat artışı, borçlanma
yoluyla yaratılan talep sayesinde meydana geliyordu. O halde, GOP’lar ne kadar süreceği
tam belli olmayan bir ekonomik durgunluk dönemine girer ve uluslararası piyasalardan
borç
bulmak
zorlaşırken,
bu
fiyat
düzeyleri
nasıl
korunacak?
Muhtemelen
korunamayacak. O zaman, örneğin, şu anda 400 bin TL’lik daire sahibi olan bir aile, bir
süre sonra aynı dairenin 250 bin TL’ye düştüğünü görecek. Sonuçta, bir servet kaybı
yaşayacak, eskisi kadar tüketim yapamaz hale gelecek ve üstelik kredi borçlarını geri
ödemekte zorlanabilecek.
Gerçekte ait olduğu sınıfın koşullarıyla yüzleşmek
durumunda kalacak. Bu da önemli sosyolojik değişimleri beraberinde getirecek.
İkincisi ise, bu yazıda asıl üzerinde durmak istediğim “kredi balonu” meselesi. Kredi
balonu, bir bankanın, şirketin ya da hanehalkının özsermayesi/geliriyle orantısız şekilde
borçlanması anlamına geliyor. Dolayısıyla devran dönüp ülke ekonomisi durgunluğa
girdiğinde, gerek bankalar gerekse hanehalklarının geliri azalıyor ve bu süreç sonunda
adı geçen birimlere kredi açmış olan bankacılık sistemi zorlanmaya başlıyor. Türkiye’de
doğrudan yurtdışı bankalardan ve fonlardan dövizle borçlanan reel sektör şirketlerini
ise bir sorun daha bekliyor: Gelirleri çoğunlukla TL cinsinden, oysa borçları dolar
üzerinden alınmış; üstelik GOP’lardan sermaye çıkışı nedeniyle TL, dolar karşısında
değer kaybediyor. Bu da borçların durduk yerde artması demek.
Dünya Konjonktüründeki Değişmeler: FED’in, Parasal Genişleme Programını (QE)
Azaltması
Bilindiği gibi, 2008 finans kriziyle birlikte Amerikan Merkez Bankası (FED), bankaları
kurtarmak için trilyonlarca dolar para bastı. Bu para, GOP’lara aktı. Derken, tam da
Mayıs 2013’de iki derecelendirme kuruluşu Türkiye’nin notunu “yatırım yapılabilir
ülke” seviyesine çıkardığı sırada, FED, enflasyon ve balon riskine dikkat çekerek bastığı
para miktarını azaltacağını ve tedricen sonlandıracağını açıkladı. FED’in tahvil karşılığı
her ay Amerikan bankalarına verdiği 85 milyar dolar, art arda gelen üç indirimle Mart
2014’te 55 milyar dolara düşürüldü. Bunu, tahminen 2015’in ikinci yarısında FED’in kısa
vadeli faizleri arttırması izleyecek. Dolayısıyla 10 yıllık Amerikan devlet tahvillerinin
faizleri yükselecek ve GOP’lara akan “sıcak para”nın, yeni dönemde “güvenli liman”
niteliği kazanan ABD’ye geri dönüşü hızlanacak.
İşte bu konjonktürde, yani FED’in parasal genişlemeyi azaltacağını açıkladığı Mayıs
2013’ten bu yana GOP’lardan sıcak para çıkışı başladı. Yeni sıcak para girişleri ise Mayıs
2013 öncesi dönemine göre çok daha düşük düzeylerde kaldı. Sonuç olarak, Brezilya,
Endonezya, Türkiye, Hindistan, Güney Afrika gibi ülkelerin para birimleri yüksek oranda
değer kaybına uğradı. Bu ülkelere “kırılgan beşli” ismi takıldı.
Değişen dünya konjonktürü derken bunu kast ediyoruz: GOP’larda ve bu arada
Türkiye’de yapay olarak yaratılan talep artışının sonuna gelmiş bulunuyoruz. Öyleyse
hayli şişkin fiyatların olduğu gayrimenkul sektörü ne olacak? Farklı koşullarda bankalar,
şirketler ve bireylerin aldığı krediler, şimdi ekonomi orta vadeli bir durgunluk dönemine
girerken nasıl geri ödenecek?
Kuşkusuz bu yeni konjonktürde “kredi balonu”nun patlamasının ne kadar şiddetli
olacağını, bunun daha derin bir krize yol açıp açmayacağını kestirmek kolay değil. Fakat
yeni bir döneme girerken, insanların yaşam standartlarının nasıl değişeceğini, geniş
kesimlerin hangi sorunlarla boğuşmak zorunda kalacağını ve bunun siyasi yansımalarını
genel hatlarıyla tartışmak önemli sanıyorum.
Verilerle Kredi Balonu
Aşağıdaki veriler incelendiğinde, 2008-2013 döneminde oluşan kredi balonunun
boyutları daha iyi görülebilir.
Bütün süreç uluslararası finans piyasalardan yoğun şekilde borçlanmayla başladığı için
öncelikle Türkiye özel sektörünün, finans krizinin başladığı 2008’den 2013’ kadar
kısa/uzun vadeli dış borç stoğunun nasıl olağanüstü arttığına bakalım. Aşağıdaki
grafikler, özel sektörün toplamı ile onun alt-bileşenleri finansal kuruluşlar (bankalar) ve
reel ekonomi/hizmet sektörü şirketlerinin dış borç stoğundaki artışı gösteriyor. Özel
sektör toplam brüt dış borç stoğu 2008’deki 47,4 milyar dolar seviyesinden 2013
sonunda 110,7 milyar dolar seviyesine çıkıyor. Özellikle bankacılık sektöründeki artış
yüksek: 24,1 milyar dolardan dönem sonunda 74,5 milyar dolara yükseliyor. Kısa vadeli
borçlar 1 yıl vadeli olduğundan doğal olarak daha riskli bir kategori. Borçların bir yıldan
kısa süre içinde tekrar “çevrilmesi” gerekiyor.
Grafik 1: 2008-2013 Döneminde Özel Sektör Kısa Vadeli Brüt Dış Borç Stoğunun
Gelişimi (milyon dolar)
120000
100000
Özel Sektör
Toplam
80000
Finansal
Kuruluşlar
60000
40000
Reel Sektör
20000
0
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Kaynak: TCMB (elektronik veri dağıtım sistemi – EVDS)
Özel sektör toplamının, bankaların ve reel/hizmet sektörü şirketlerinin uzun vadeli brüt
dış borç stoğu ise şöyle bir gelişim izliyor: Özel sektörün toplamda dışarıdan
borçlanması 2008’de 141,4 milyar dolardan 2013 sonunda 156,6 milyar dolara
yükseliyor. Bu kategoride de bankaların uzun vadeli dış borç stoğu daha ciddi bir artış
gösteriyor: 2008’de 51,3 milyar dolardan 2013 sonunda 70,7 milyar dolara çıkıyor.
Grafik 2: 2008-2013 Döneminde Özel Sektör Uzun Vadeli Brüt Dış Borç Stoğunun
Gelişimi (milyon dolar)
180000
160000
140000
Özel Sektör
Toplam
120000
100000
Finansal Kuruluşlar
80000
60000
Reel Sektör
40000
20000
0
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Kaynak: TCMB (EVDS)
Bu olağanüstü kaynak akışı, Türkiye’de bankaların gerek özel sektör şirketlerine gerekse
tüketimin finansmanı için bireylere (daha doğrusu hanehalklarına) yine görülmedik
ölçüde kredi aktarımına yol açtı.
Önce, bankalar tarafından özel sektör şirketlerine yatırım ve üretimin finansmanı için
verilen “taksitli ticari kredilere” bakalım.
Grafik 3: 2008-2013 Döneminde Bankalarca Özel Şirketlere Açılan Taksitli Ticari
Kredilerin Gelişimi (TL ve yapancı para toplam; bin TL)
TAKSİTLİ TİCARİ KREDİLER (TL + YP)
140000000
120000000
100000000
80000000
60000000
40000000
20000000
0
TAKSITLI
TICARI
KREDILER
(TL + YP)
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Kaynak: TCMB (EVDS)
Ele aldığımız dönemdeki aşırı ve ucuz (düşük faizli) kaynak bolluğu, özel sektöre büyük
bir finansman imkânı sağladı. 2008’de şirketler yurtiçindeki bankalardan 37,6 milyar TL
kaynak sağlarken 2013 sonunda bu tutar çok yüksek bir artışla 121,7 milyar TL’ye çıktı.
Elbette şirketlerin yatırımlar yapması ve üretimini artırması tek başına yetmiyordu.
Halkın bu ürünleri alabilmesi gerekiyordu. Dolayısıyla tüketicilerin (dolayısıyla
hanehalklarının) da aşırı ölçüde borçlandırılması gerekti. Döviz ucuz ve bol olunca bunu
yapmak işten bile değildi.
Grafik 4: 2008-2013 Döneminde Tüketici Kredileri ve Alt-Bileşenleri Konut, Taşıt
ve Diğer Kredilerdeki Artışlar (TL ve yapancı para toplam; bin TL)
250000000
200000000
TUKETICI KREDILERI
(TL+YP)
150000000
I.C.1.Konut
100000000
I.C.2.Tasit
50000000
I.C.3.Diger
0
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Kaynak: TCMB (EVDS)
Böylece 2008 krizinden önce merkez kapitalist ülkelerde, özellikle ABD’de, krizden
sonra ise çoğu GOP’larda olduğu gibi Türkiye’de tüketici kredilerinde bir patlama
yaşandı.
Yabancı para ve TL cinsinden 2008’de verilen toplam tüketici kredileri 81 milyar TL
düzeyindeyken, 2013 sonunda 236,4 milyar TL’ye yükseldi. Tüketici kredilerinin en
önemli iki kalemi olan konut ve diğer (çoğunlukla ihtiyaç) kredilerindeki gelişim ise
şöyle: Konut kredileri 2008’de 37,4 milyar TL iken 2013’te neredeyse 3 misli artarak
101,2 milyar TL’ye çıktı İhtiyaç kredilerinin de içinde olduğu “diğer krediler” ise 2008’de
38,2 milyar TL iken 2013 sonunda 127,3 milyar TL’ye yükseldi. Üç katın üzerinde bir
artış.
Tüketimi kışkırtan diğer önemli kalem ise hepimizin bildiği gibi bireysel kredi kartları
oldu. Bu alandaki gelişmeler aşağıdaki grafikte gösteriliyor.
Grafik 5: 2008-2013 Döneminde Bireysel Kredi Kartları Bakiyesinin Gelişimi (TL
ve döviz toplam; bin TL)
BİREYSEL KREDİ KARTLARI
100000000
80000000
60000000
I.I.1.BIREYSEL KREDI
KARTLARI
40000000
20000000
0
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Kaynak: TCMB (EVDS)
Hepimizin gayet aşina olduğu üzere bu dönemde bireysel kredi kartı bakiyelerindeki
artış da çok yüksek bir artış gösterdi. 2008’de bireylerin toplam kredi kartı bakiyesi 33,4
milyar TL iken, bu tutar 2013 sonunda 81,2 milyar TL’ye yükseldi.
Bütün bu kredi türlerindeki olağanüstü artışlar, Türkiye’de özellikle gayrimenkul
sektöründe gerçek bir balona yol açtı. Yurtdışından sağlanan kolay finansman sayesinde
konut kredisi faizleri düştü ve alt-orta ve orta sınıflar, ucuzlayan konut kredisine âdeta
saldırdı. Böylece, özellikle son yıllarda, konut sektörü toplumsal dengeleri yakından
etkileyecek bir “rant kaynağı” haline geldi. Pek çok sektörü harekete geçirdiği için de
ekonomik büyümenin lokomotiflerinden birine dönüştü. Sonuç olarak konut fiyatları
son yıllarda yapay şekilde arttı.
Aşağıdaki grafik, Haziran 2007 dönemi 100 birim olarak alındığında sonraki, yıllarda
konut fiyatlarındaki “şişme”yi gösteriyor. Buna göre, küresel krizin Türkiye’ye
yansımasının yoğun olduğu 2008-2009 yıllarında % 10’un üzerinde değer kaybeden
konut fiyatları, sadece yaklaşık bir yılda (20012-2013) % 30 değer kazandı. Bu yapay bir
artıştı, çünkü ekonomik büyüme çok daha düşük düzeyde gerçekleştiği için birçok yerde
pahalıya alınan konutlar kiraya verildiğinde, kedini amorti etmesi 20-25 yılı buluyor.
Oysa bu süre normalde 10-15 yıl olmalı.
Grafik 6: 2008-2013 Döneminde Birleşik Konut Satışları Fiyat Endeksi
(Haziran 2007 = 100)
Kaynak: TCMB (EVDS)
GOP’larda Ekonomilerin Durağanlaşması
Yukarıda FED’in parasal genişlemeyi azaltmaya başlamasının ardından birçok GDP’dan
sermeye çıkışları yaşandığını ve ulusal para birimlerinin ciddi kayıplara uğradığını
söylemiştik.
İşte bu nedenle söz konusu ülkelerin merkez bankaları, para birimlerindeki değer
kaybını frenlemek üzere faiz oranlarını yükseltti. TC Merkez Bankası da (MB) geçtiğimiz
Ocak’ta ancak çok yüksek oranda bir faiz artışına giderek (gösterge niteliğindeki gecelik
faizler % 4,5’tan % 10’a çıkarıldı) TL’nin Dolar ve Avro karşısında değer kaybını
önleyebildi.
Hemen bütün GOP’larda merkez bankalarının yüksek oranlı faiz artışları, şirketlerin
kullandığı ticari krediler ile tüketicilerin kullandığı çeşitli kredilerin faizlerinde ciddi
artışlara yol açtı. Örneğin, Türkiye ekonomisinin neredeyse temel dinamiği konut
sektöründe talebin motoru olan konut kredisi faizleri, geçen yıl Aralık’ta yıllık % 10’un
altındayken, MB’nin kısa vadeli faizleri artırmasının ardından % 14’lere yaklaştı. Diğer
kredi faizlerinde de benzer artışlar gözlendi: Taşıt kredilerine hem çeşitli sınırlamalar
getirildi hem de Aralık’ta % 11 seviyesinde bulunan faizler, Mart’ta % 15,5’lara yükseldi.
İhtiyaç kredisi faizleri ise Aralık’ta % 13,5’lardan, şimdilerde % 17’lere çıktı.
-
Tüketici Kredileri
Aşağıdaki grafik, faiz artışı nedeniyle tüketici kredilerinin Ocak 2014’ten itibaren nasıl
düştüğünü gösteriyor. Grafikte gösterilen eğilimler, verilen kredi tutarlarını değil, bu
tutarlarda bir önceki aya göre meydana gelen değişimleri gösteriyor. Örneğin, 2013’ün
son 4 ayında (Eylül-Aralık 2013) toplam tüketici kredileri % 4,21 oranında artmışken,
2014’ün ilk üç ayında artış % 1,05’le sınırlı kalıyor. Yine bu iki dönemi
karşılaştırdığımızda, konut kredilerindeki artışın % 3,5’tan %1,37’ye düştüğünü; taşıt
kredilerinde ilk dönemdeki % 2,72’lik artışın 2014’ün ilk üç ayında eksi % 7,34
olduğunu, yani bu oranda küçüldüğünü; diğer kredilerde ise ilk dönemde artış % 4,7
iken, ikinci dönemde % 1,6’ya indiğini gözlemliyoruz.
Grafik 7: Haziran 2013–Mart 2014 Dönemi Tüketici Kredilerinde % Değişim
5
4
3
2
1
0
-1
% Degisim
I.A.KONUT
% Degisim
I.B.TASIT
-2
-3
-4
% Degisim
I.C.DIGER
Kaynak: TCMB (EVDS)
Faiz oranlarındaki artış, tüketici kredileri kullanımını azaltarak talebi daralttı; bu da,
reel ekonomi üzerinde durağanlaştırıcı bir etki oluşturmaya başladı. Örneğin, OcakŞubat 2013 dönemiyle karşılaştığında, konut kredisi faizlerinin yükseldiği Ocak-Şubat
2014 aralığında ipotekli konut satışları % 24 oranında azaldı. Türkiye ekonomisi için
başka bir lokomotif sektör olan otomotivde ise Şubat 2014’de satışlar % 27,5 oranında
düştü. İç talebin düşmesinin reel ekonomiyi daraltıcı sonuçları hakkında gazetelerin
ekonomi sayfalarında her gün yeni haberler görmek mümkün. Tam da bu yüzden geçen
hafta T. Erdoğan MB’ye, “faizleri yükselttiği gibi artık indirmesi gerektiği” talimatı verdi.
Doğal olarak T. Erdoğan ekonominin durgunlaştığı bir konjonktürde cumhurbaşkanlığı
seçimlerine girmek istemiyor.
-
Taksitli kredi kartı harcamaları
Bilindiği gibi Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Şubat 2014’ten geçerli
olmak üzere kredi kartı taksitlerine ciddi sınırlamalar getirdi. Özellikle dayanıklıdayanıksız tüketim eşyalarında (beyaz eşya, mobilya, tüketici elektroniği vs.) taksitler
12 ila 9 ay arasında sınırlandırıldı. Görünen gerekçe döviz harcatan, dolayısıyla cari açığı
artıran akıllı cep telefonu gibi ürünleri kolayca satın alınmasını önlemekti. Biraz daha
derine indiğimizde ise, aslında korkulan, yoksul ve alt-orta sınıf hanehalklarının büyük
gruplar halinde kredi kartı borçlarını ödeyemeyecek duruma gelmesi, böylelikle
bankacılık sistemini tehdit etmesiydi. Türkiye’de kredi kartları düşük gelirli kesimler
tarafından savunulduğu gibi bir “savurganlık” değil, bir geçim aracı olarak kullanılıyor.
Bu toplum kesimleri harcanabilir gelirlerine göre yüksek derecede borçlanmış durumda.
Durum böyleyken, insanların geçim araçlarına sınırlama getirmenin yaratacağı geçim
zorlukları elbette toplumsal tepkilere yol açacaktır.
Bu sınırlamalar sonucunda, özellikle taksitli kredi kartı harcamaları Şubat-Mart
aylarında, sınırlamaların geçerli olduğu 1 Şubat’a göre % 15 oranında azaldı. Böylece iç
talebi daraltıcı bir etki daha oluştu.
Grafik 8: Haziran 2013–Mart 2014 Dönemi Bireysel Kredi Kartı Harcamalarında
% Değişim
4
2
Bireysel Kredi Kartları %
Değişim
Taksitli Kredi Kartaları %
Değişim
Taksitsiz Kredi Kartları %
Değişim
0
-2
-4
-6
-8
-10
Kaynak: TCMB (EVDS)
Kredi Balonunun Getirdiği Riskler Neler?
Geçen haftalarda iki derecelendirme kuruluşu, Moody’s ve Fitch sırasıyla 10 büyük Türk
bankasını ve bankacılık-dışı şirketleri izlemeye aldı. Uzun süredir “son derece sağlam”
denilen bankacılık sisteminde Garanti, İş, Yapı Kredi, Ziraat, Akbank gibi büyük
bankaların notlarının gözden geçirilmek üzere incelemeye alınması gayet önemliydi.
-
Moody’s Raporu
Moody’s’in ilgili raporunda bazı sistemik risklere dikkat çekiliyor. Aslında bu riskler,
kredi balonunun göstergeleri niteliğinde:
-
2010’dan bu yana Türk bankacılık sistemindeki toplam varlıklar % 72 oranında
artarken, krediler % 99 artmış durumda. Bu, krediler için kullanılabilecek bir
kaynak
açığı
yaratıyor
ve
açık,
finans
piyasalarından
borçlanılarak
bulunduğundan piyasalardaki olası oynaklıklar ciddi bir risk unsuru oluyor.
Bankaların verdiği kredi/topladığı mevduat oranı ise % 88’den riskli bir seviyeye,
% 114’e çıkıyor. Yani 100 birim mevduata karşılık 114 birim kredi açıyorlar.
Böylece bankaların “kaldıraç” denilen, borç/özsermaye oranı biraz daha
bozuluyor: 1 birim özsermaye karşılığında 8 birim borç alırlarken, bu oran 9’a
yükseliyor. Sonuç olarak, Türk bankaları piyasalardan borçlanmalarını artırarak
varlıklarına göre daha fazla kredi vermiş, böylelikle bir kredi “balonu”
oluşturmuşlar.
-
Raporda sözü edilen diğer iki önemli risk ise, bir dizi olumsuz gelişme karşısında
Türk bankalarının kredi batışları yaşaması ve kârlarının düşmesi riski. Olumsuz
gelişmeler, ekonominin durgunlaşması, MB’nin bankalara gecelik borç verme
faizini çok yükseltmiş olması ve FED’in politika değişikliği nedeniyle uluslararası
piyasalardan fon bulma maliyetinin yükselmesini kapsıyor. Ulusal ekonominin
yavaşlaması,
haliyle şirket
ve
hanehalklarının
gelirlerinde
düşüşe
yol
açacağından, ticari krediler ile tüketici kredilerinin bir kısmının geri ödenmemesi
riski var. Fon bulma maliyetlerinin artmış olması ise, bankların kârlılıklarını
olumsuz etkileyecek.
-
Buna karşın, Moody’s’in raporunda Türk bankacılık sisteminin, finans piyasaları
ve ülkedeki politik durumda kötüleşme olmazsa, bu riskleri emebilecek
rezervlere sahip olduğu belirtiliyor. Yine de Moody’s bu incelemenin sonunda
Türkiye’nin ülke görünümünü “durağan”dan “negatif”e çevirdi.
-
Fitch Raporu
Fitch’in reel sektör Türk şirketleri hakkındaki raporunda ise kabaca şunlar söyleniyor:
-
Büyük Türk şirketleri, küresel likiditenin bol olduğu konjonktürde yurtiçindeki
yüksek kredi faiz oranları yerine uluslararası piyasalardaki düşük faiz oranlarının
cazibesine kapıldı. Bu nedenle yoğun şekilde borçlandılar. Durumun böyle devam
edeceğini ve uluslararası kuruluşların bir şekilde yeni borç vermeye istekli
olduğunu düşündüler.
-
Oysa Türk şirketlerinin büyük çoğunluğunun borçları döviz, gelirleri ise TL
cinsinden olduğundan, TL’nin ciddi şekilde değer kaybetmesi bilançolarını
bozacaktır. Bu durumda, finansal kuruluşlar yeniden borç vermek için çok daha
yüksek faizler talep edecektir. Döviz pozisyon açıklarının yüksek olması,
GDP’larda meydana gelebilecek bir olumsuzluk karşısında Türk şirketlerini
kırılgan kılıyor. Türk şirketleri belki vadesi dolan tahvillerinin yerine yeni tahvil
ihraç etmekte zorlanırlarsa uluslararası bankalardan kredi bulabileceklerini
düşünüyorlar, ama bunlar da kısa vadeli krediler olacaktır.
-
Raporda Doğan, Coca Cola İçecek, Tüpraş, Arçelik, Yaşar Holding gibi büyük Türk
şirketlerinin durumu ele alıyor. Bu tür şirketlerin her şeye karşın banka fonlarına
erişim imkânı olduğu, fakat daha küçük boy şirketlerin bu imkândan yoksun
olduklarını belirtiliyor.
Fitch bu raporun ardından Türkiye’nin notunu ve “durağan” olan görünümünü
değiştirmedi. Türk bankacılık sektörünün dış şokları emebilecek kapasitede olduğunu,
ancak siyasi durumun gerçek bir risk oluşturduğunu belirtti.
Sonuç
FED’in parasal genişlemeyi azaltacağını ilan ettiği Mayıs 2013’ten bu yana diğer
GOP’ların olduğu gibi Türkiye’nin de yeni bir konjonktüre girdiğine şüphe yok. Kritik
soru, yalnızca Türkiye’nin yüksek cari açığını yeni koşullarda nasıl finanse edeceği değil.
Asıl kritik soru, büyüme hızının belirgin şekilde düşeceği 2014 ve 2015’de bankalar,
şirketler ve hanehalklarının aşırı borçlanmasıyla oluşan kredi balonunun patlayıp
patlamayacağı; dolayısıyla gayrimenkul gibi varlık fiyatlarında aşırı bir düşüşün olup
olmayacağı.
Her durumda Türkiye kredi balonunu daha fazla şişiremeyecek durumda. Erdoğan
seçimleri düşünerek MB üzerinde baskı kurarsa, “balon” gerçekten patlayabilir. Her ne
olursa olsun alt-orta ve orta sınıflar kendini, uzun süredir ait olmadığı bir sınıfın yaşam
standardına “ulaşmış” gibi hissetmeyecek. Ortaya çıkacak hoşnutsuzluğun politik alanda
demokratikleştirici bir etki yaratıp yaratmayacağı ise politik öznelerin tutumuna bağlı.