İNANIR, Emine-TÜRK VE RUS YAZARLARININ OSMANLI

879
TÜRK VE RUS YAZARLARININ
OSMANLI-RUS SAVAŞLARINA YAKLAŞIMLARI
İNANIR, Emine
TÜRKİYE/ТУРЦИЯ
ÖZET
Çalışmamızda, karşılaştırılacak olan Sevinç Çokum’un “Hilal Görünce’’ ile
B. Akunin’in “Türk Hamlesi’’ (“Turetsiy Gambit’’) romanları, Avrupa’da
gelişen edebiyat tarihçiliği ve karşılaştırmalı edebiyat araştırma prensipleri (“Rus Formalizmi’’, “Fransız ve Alman Ekzistansiyalizmin Eleştirisi’’, Amerikan Yeni Eleştirisi’’) dikkate alınarak yorumlanacaktır. Sevinç
Çokum Kırım’ın, Bahçesaray’ın o mitolojik eksenindeki savaş arenasında
Kırımlı Nizam Bey’in ve yakınlarının kendi topraklarına tutunma çabasını, Kırım halkının özgürlük hayallerini, Doğu Sorunu içinde ele alıp dramatik gelişmelerle anlatmıştır. B. Akunin ise postmodernizmin özelliklerini taşıyan romanında, Çarlık Rusyası’nın Osmanlıları Avrupa’dan atmak,
İstanbul’u ele geçirerek sıcak denizlere inmek adına başlatılan 1877-1878
Osmanlı-Rus savaşını ele almaktadır. Çalışmamızda her iki romandan da
seçilmiş metinler, tarihsel bağlamla etkileşimleri doğrultusunda konumlandırılarak yorumlanacaktır. Osmanlı-Rus savaşlarının hem Kırım’da,
hem de Rumeli topraklarında yaşayanların hayatlarına taşıdığı, sorumluluk, kin, nefret, korku, ihanet, kaçış, günah, vicdan azabı gibi insani duyguları irdelenecektir. Böylece, yazarların savaşı anlatırken bağlandıkları
dünya görüşü de ortaya çıkarılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı-Rus savaşları, karşılaştırmalı edebiyat,
Sevinç Çokum, B. Akunin.
ABSTRACT
In our paper, two considerable novels, Sevinch Chokum’s “Hilal
Görünce’’and B.Akunin’s “Türk Hamlesi’’ are studied and interpreted
over literature historiography’s and comparitivist literature’s analysing principles,
which are constantly progressing in Europe. Crimean Nizam Bey’s and
his relatives’ endeavour of hanging on to their lands, Crimean public’s
dreams of liberty are discussed and given with dramatic events, inside the
880
theme ‘Eastern Matter’. Sevinc Cokum is effectively using Crimea’s, Bahcesaray’s war arena which is set on a mythological axis. On the other hand,
Boris Akunin’s novel which contains postmodern properties, is discussing
the ‘1877-1878 Ottoman - Russian War’. This war had started due to Russia’s (Tsardom of Russia) intentions concerning Ottomans dismission from
Europe and also conquest of İstanbul.Texts choosen from both novels are
configurated and interpreted according to their historical context interactions. Humanely feelings and attitudes such like enmity, hatred, fear, betrayal, breakaway, sin, compunction which were carried into the lives of
people living in the Crimean and Rumelian lands, by Ottoman - Russian
wars, are examined. Authors’ aspects which influence their way of describing the war come into the open, by the help of this fact .
Key Words: Ottoman-Russian wars, comparitive literature, Sevinch
Chokum, B. Akunin.
----Dünya tarihinde yaşanmış binlerce savaş, birçok düşünürün çalışmalarıyla mitleştirilmiş ve yazarların kalemi altından savaşı konu alan yüzlerce destan, roman ve öyküler ortaya çıkmıştır. Homeros’un “İlyada”,
Tolstoy’un “Savaş ve Barış”, E. M. Remarque’ın “Garp Cephesinde Yeni
Bir Şey Yok”, Nazım Hikmet’in “Şeyh Bedrettin” ve “Kuva-i Milliye”
destanları gibi edebiyatın büyük yapıtlarında savaş atmosferi, tarihsel süreçlerin insan kaderlerine yaptığı etkileri göstermektedir. Bireysel ve toplumsal kaderler, kendilerinin dışında gelişen ve asla önünde durma imkanı
olmayan bu kıyımlar, anında yeniden biçimlenirken bazı yazarlar insan
psikolojisini öne çıkarır, bazıları ise toplumsal ideoloji ve etkileri vurgular.
Antik Çağ’dan günümüze kadar birçok yazarın bu konuyu ele almış
olması, “savaşı’’, karşılaştırmalı edebiyat kuramcılarının ‘’Littérature
générale‘’ programında yer alan, edebiyatın genel estetik normlarının
‘’suprenational’’ (ulusal üstü) boyutundan yararlanmamıza neden oldu.
Örneğin, Paull Van Tieghem uluslararası edebiyat araştırmalarında iki tarz
tespit etmiştir:
Birincisi, iki edebiyat arasındaki ilişkiler üzerine olanlar, diğeri ise
aynı anda birden fazla edebiyata ait olanlar (Aytaç, 2003: 62). Paull Van
Tieghem’in yanı sıra, Fransız komparatistlerinden Jean-Marie Carré ile
Marius-François Guyard da karşılaştırmalı edebiyat objesini tanımlarken,
iki edebiyat ya da iki yazar arasındaki ilişkileri, ‘‘rapport de fait’’ (olgu
raporları) diye adlandırdıkları ilişkilerle sınırlamış olurlar.
881
Amerikan üniversitelerinde araştırma faaliyetlerinde bulunan H. Peyre,
G. Chinard, A. Guérard ve W.P.Friedrich sadece Fransız ekolünü buraya
taşımakla kalmamışlar, Amerikan komparatistiğini oluşturup, uluslararası
edebiyat incelemelerini daha yüksek bir düzeye çıkarmışlardır.
XX. yüzyılın ortalarında René Wellek çalışmalarıyla söz konusu iki
komparatistik ekolün (Fransız-Amerikan) varlığını somut bir şekilde ortaya koymakla beraber, karşılaştırmalı edebiyat biliminin “hem objesini hem
de bakış yönünü’’ belirleyen “Rus Formalizminin’’, “Fransız ve Alman
Ekzistansiyalizmi eleştirisinin’’, Amerikan Yeni Eleştirisi’nin, “Jung’un
arketipolojisinden esinlenmiş mitolojik eleştirisinin ’’ (Wellek, 1993; 3141.) etkilerinden söz eder.
Avrupa’da gelişen edebiyat tarihçiliği ve karşılaştırmalı edebiyat araştırma ilkelerini dikkate alarak çalışmamız için bir yön belirlemeye çalıştık.
Böylece, karşılaştırmalı olarak Sevim Çokum’un “Hilal Görünce’’ ile B.
Akunin’in “Türk Hamlesi’’ (“Turetsiy Gambit’’) romanları tarihsel bağlamla etkileşimleri doğrultusunda konumlandırılarak yorumlanacak, yazarların Osmanlı-Rus savaşlarıyla ilgili görüşleri ortaya çıkarılacaktır.
Osmanlı-Rus savaşları, konusunu incelediğimiz iki romanın yazılış
tarihlerine baktığımızda eşzamanlı olarak da kabul edilebilirler. Sevim
Çokum’un Osmanlı-Rus savaşlarının Kırım ile ilgili mücadeleye dair kısmını anlatan “Hilal Görünce’’ adlı romanı 1984 yılında yayınlanır. Adı
geçen romanla karşılaştırdığımız B.Akunin’in Türkiye tarihinin dönüm
noktalarından birini teşkil eden, “93 Harbi” diye de adlandırılan 1877-78
Osmanlı-Rus savaşını konu eden, “Türk Hamlesi’’ adlı romanı ise 1998
yılında okurlarıyla buluşur.
Gürsel Aytaç’ın da belirttiği gibi karşılaştırmalı edebiyat çalışmaları çoğunlukla içerik, yani konu ağırlıklı yapılmaktadır. Adı geçen iki romanın
konusu da Osmanlı-Rus Savaşları olduğundan biz her iki yazarın savaşa
yaklaşımlarında ortaklıkları, benzerlikleri ve farklılıkları tespit etmeye çalıştık.
Sevinç Çokum’un “Hilal Görünce’’ romanı, Kırım Harbi adıyla da bilinen Osmanlı-Rus savaşına ve Kırım Türklerinin topraklarına sahip çıkma mücadelesi üzerine kuruludur. 1853 yılından 1856’ya kadar süren bu
savaş, savaşların çoğu gibi, bir kahramanlık destanı olduğundan elbette ki
kendine özgü bir mitolojik dünya yaratmıştır. Sevinç Çokum bu yapıtında son dönem modern romanlarında olduğu gibi, mitolojik bir dünyanın
efsanelerini tarihsel gerçekçilikle birleştirir, anlattıkları bazen fantastik
boyutlara ulaşmakta ya da masala yaklaşmaktadır.
882
Romanın anlatıcısı Felekzade Arif Çelebi, ‘‘vaktiyle yeryüzüne hükmetmiş olan Türk Milletinin “efsanelerine dönüşlerle geniş bir zaman
içinde Kırım Türklerine özgü yaşayış tarzını, renkli örf ve geleneklerini
dile getirir. Böylece Sevinç Çokum Kırım’ın, Bahçesaray’ın o mitolojik
eksenindeki savaş arenasında Kırımlı Nizam Beyin ve yakınlarının kendi
topraklarında tutunma çabalarını, Kırım halkının Osmanlı’dan beklediği
özgürlüğün hayallerini, Doğu Sorunu içinde dramatik gelişmelerle anlatır. Yazar bu gelişmeleri tarihsel bir mekan ve tarihsel gerçeklik fonuna
oturtmuştur. Nizam Dede ve eşi Altın Hanım, oğulları Giray Bey, gelinleri
Şirin Hanım ve torunları Bahadır, Emircan ve Nurdevlet Bahçesaray’da
yaşamaktadır. Anlatıcı Felekzade, Türklerin köklerine inerek onların bu
“güneş ülkesine’’ yerleşmeleri gibi Ruslarla olan sorunlarının da çok eskilere dayandığını şu sözlerle anlatır:
“İşte bu cennet bağına ilk gelenler Hunlar olmuştur (…) Ondan sonra
bu diyara Hazarlar, Kumanlar, Peçenekler ve Selçuklular dahi gelmişlerdir. O görklü (muhteşem) Altınorda Devletini ise Cengizliler kurmuş olup,
o vakitler Altınorda Devletinin sınırları, adı sanı dünya üzerinde hesaba
katılmayan Moskova Prensliğine doğru bir hançer gibi sokulmuş idi…’’
(Çokum, 2005;10)
Bölgenin bilge kişilerinden olan Nizam Bey, Kırım tarihine ait anlattığı
“Çorabatır” ve daha bir birçok destanla köylülerin sevgisini ve saygısını
kazanmıştır. Çorabatır, Kırım’ın bağımsızlığı için savaşmış bir kahramandır. Nizam Dede, Osmanlı-Rus Savaşında da bir Çorabatır’ın hilâlin göründüğü gece ortaya çıkıp, Kırım’ı bağımsızlığına kavuşturacağını hayal
etmektedir. Türk halkları arasında sefer için kutlu bir işaret sayılan hilâlin
görünmesi böylece romanın başlığı olmuştur.
Nizam Dede, torunlarını, oğlu Giray ve yeğeni Arslan Bey’i de kendilerini ülkelerinin bağımsızlık davasına adamaları fikriyle yetiştirir. Ancak
oğlu Giray’a kıyasla Arslan Beyin yiğitliğiyle daha çok gurur duymaktadır.
Nizam Dede ve Bahçesaray’ın ileri gelenleri, toplanıp, memleketlerinin
son durumunu konuşurlar. Yaşlı adam Kırım halkıyla, Rus zulmüne karşı benliklerini yitirmemeleri gerektiği, Osmanlı’nın yardıma gelip onları
kurtarmaya çalışacağı konusundaki düşüncelerini sıkça paylaşır. Osmanlı
ordusu, Kırım’a çıkartma yapınca başta Nizam Bey olmak üzere Bahçesaray, Akmescit, Eski Kırım, Kefe, Akyar halkı da milli mücadele havasına
kapılmıştır. Nizam Dede, Tepegerman dağlarının eteklerindeki bir mağarada demir ocağı kurar. Demirleri eriterek hançer, bıçak yapıp, onları savaşa
katılacak yürekli erkeklere dağıtır. Arslan Bey, Osmanlı askerlerine kılavuzluk yapmak için onlara katılır.
883
Şirin, eşleri Osmanlı Ordusu’na katılan kadınlara özenmektedir. Sürekli
kitaplara, atlaslara, bilime, “Frenk’’ meselelerine kafa yoran eşi Giray Bey,
türbedar Seyyit Ali Çavuş’un ölüm haberini, ardından da babasının dostu
Hacı İsa Bey’in Ruslar tarafından kaçırıldığı haberini alır almaz, silâh kuşanıp Rus çetecilere karşı baş kaldırır. Hacı İsa Bey’i Rus askerlerinden
kurtarmak isterken, Giray askerler tarafından öldürülür. Giray ölünce,
Arslan Bey Şirin Hanımla evlenir; Giray’ın intikamını almak için onu öldüren Rus askerlerinin peşine düşer. Gregoroviç’e gider ve Kırım köylülerini rahat bırakması için onu uyarır. Gregoroviç, Arslan Bey’e, kendisinin
Osmanlı ordusuna yardım ettiğini bildiğini ve ayağını denk alması gerektiğini söyler. Sonraki günlerde Gregoroviç, Arslan Beyin köyüne gelir, onu
ormanda tek başına bulur, bağlayıp götürür. Bir daha da Arslan Beyden
haber alınamaz. Aradan yıllar geçer. Nizam Dede’nin torunları Emircan,
Nurdevlet ve Bahadır koca birer yiğit olmuştur ve Kırım’ın bağımsızlık
davasını babalarının bıraktığı yerden devam ettirirler.
Yakın tarihimizden önemli tarihsel olayları betimleyen S. Çokum, zaman ve mekan boyutlarını öne çıkarır. Yazarın bu romanında efsane, masal,
türkü gibi türlerden yararlanmış olması, aynı anda birçok “olay düğümünün’’ bir arada ortaya çıkmasına yol açar; bu yoğun öğeleri karışıklıktan
koruyan yine yazarın adeta bir eksen olarak kullandığı 1853-1856 Kırım
Savaşıdır. Aşağıdaki örnekten de anlaşılacağı gibi savaş dolaysız olarak
betimlenir, uyumlu bir anlatım tekniğiyle romandaki diğer olaylarla bütünleşir:
“Eylül başlarıydı. Ruslar, Kırım’a asker yığmaya başlamışlardı. Süvariler, top arabaları, piyadeler, Kırım Türkünün yüreğini eze eze yollardan
geçip gidiyorlardı (…) Toprağın son yeşili, onların ayakları altında eziliyor, sönüyordu. 1853 baharından beri süren Osmanlı Rus harbi burada
düğümlenecek veya düğüm burada çözülecekti. Nizam Dede, olan biteni
şehirden gelenlere soruyor, bazen de Bahçesaray’a, Akmescit’e uzanıp ortalığı gözden geçiriyordu.” (Çokum, 2005: 196)
Yazar savaşın akışına ve bu savaşın Kırım halkında yarattığı umut ve
duygulara kendisini o kadar kaptırmıştır ki, kendi yarattığı kahramanının
ağzından (Salih Hoca) hem Rusya’ya, hem de Osmanlı’ya sitem dolu sözlerle seslenir:
“Moskofa bel bağlamadım hiçbir zaman. Osmanlıyı da kardaş bildim.
O da Türk, biz de Türküz. Gel gelelim, evvelinden Osmanlıya biraz kızgınımdır. O da şundan dolayı (…) Osmanlı ağır aksak davranmıştır. Neden Purut Muharebesinde istavroz çıkarıp, “İşimiz Allah’a kaldı’’ diyen
884
Petro’yu ve askerini oracıkta darmadağın etmedi? Osmanlının derviş gönlünden kopan merhamet mi buna sebep oldu? Ben bu Osmanlının yerli
yersiz merhametinden usandım ağalar. Usandım! ‘’(Çokum, 2005: 87)
Buradan da anlaşıldığı gibi S. Çokum, bireylerin yaşamlarını; romanının lirik efsanevi dokusunu, dönem tarihi ve o tarihteki egemen ideolojiyle
ilişkilendirir. Yazar, Kırım’ın Eski Yurdu’nda yaşayan Nizam Dede ve ailesinin, Bahçesaraylı,, Akmescitli ailelerinin hikayelerini tarihsel bir zemine
oturtmuştur. Bilindiği üzere, 1850’lilerde Osmanlı Devleti ile birlikte olan
İngiltere, Fransa ve İtalya, XIX. yüzyılı ikinci yarısında kendi çıkarları nedeniyle tekrar Avusturya ve öteki devletlerle birleşmişlerdi. Rus ve Avrupa
siyaseti amacına ulaşmış, Osmanlı Devleti, ekonomik sıkıntı ve yalnızlık
içinde bırakılmıştı . (Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, 1985; 6-7).
Boris Akunin de “Türk Hamlesi’’ (Turetskıy Gambit) adlı romanında,
“Avrupa’nın hasta adamının”* Balkanlardaki hakimiyetini kaybetmeye
başlamasıyla, Çarlık Rusyası’nın yüzyıllar boyunca devam eden emellerini gerçekleştirmek; Osmanlıları Avrupa’dan atmak ve İstanbul’u ele
geçirerek sıcak denizlere inmek adına başlatılan 1877-1878 Osmanlı-Rus
savaşını ele almaktadır. Yazar, Rusların Plevne’yi aldıkları, Yeşilköy’e
kadar geldikleri, Avrupa’da da büyük yankılar uyandıran ve sonunda
Bulgaristan’ın kuruluşunun gerçekleştiği bu savaşı tüm tarihsel gerçekçiliğiyle anlatıyor bizlere. Plevne Savaşı olarak da adlandırılan bu savaşın
betimlemelerinde yazarın alışagelmiş siyah-beyaz zıtlıktan sıyrılarak, “ya
biri ya öteki” yerine, “hem biri hem öteki”ni kabul etmiş olması, adı geçen romanı postmodernizmin bir yapıtı kılmaktadır. Böylece Akunin, efsaneleşmiş Osmanlı-Rus savaşını, alışılmışın dışında bir tarihsel-polisiye
romanıyla anlatmaktadır.
S. Çokum, montaj tekniği kullanarak Çorabatır ve Şeyh Şamil destanlarını, şiirleri, türküleri metinle organik bir biçimde bütünleştirir. Akunin’in
romanında da, Avrupa ve Rus gazetelerinde yer alan 1877-1878 OsmanlıRus savaşına ilişkin haberler, telgraflar, istihbarat raporları, günlük notlar,
Enver Paşa’nın anlattığı Saray hikayeleri ham malzeme olarak karşımıza
çıkar.
Roman, ‘’Revué Parisién’’ gazetesinin 14 Temmuz 1877 tarihli bir haberiyle başlar:
“Rusların Tuna Garnizonu’nda ikinci hafta bulunan muhabirimizin verdiği bilgilere göre, İmparator Aleksandr, 1 Temmuz (Avrupa takviminde
13 Temmuz) tarihli Yüksek yazısıyla, Tuna nehrinden başarılı bir geçiş
885
yapıp, Osmanlı Devleti topraklarına hücum eden, mağlubiyet tanımayan
ordularına teşekkürlerini iletmektedir. Bu Yüksek yazıda, düşmanların tamamen yenildiği ve iki haftaya kadar İstanbul’da Aya Sofya üzerinde bir
Ortodoks haçının dikileceği açıklanmaktadır.’’ (Akunin, 2002: 7)
“Türk Hamlesi’’ romanının böyle bir girişle başlamış olması, yazarın,
Çarlık Rusyası’nın Osmanlıları Avrupa’dan atma, İstanbul’u ele geçirerek
sıcak denizlere ulaşma emellerini çekinmeden ortaya çıkardığını gösterir.
Dahası bu durum, daha ilk sayfalarda Akunin’in savaşa karşı sergileyeceği tutuma işaret etmektedir. Böylece bir postmodern yapıtta olmasının
beklendiği gibi, yazarın yüksek düzeyi de, en alt düzeyi de, ciddiyeti de,
iğnelemeyi da aynı hevesle kucaklayacağı aşikardır.
Sevinç Çokum, romanında Nizam Dede ve çevresindekilerin verdiği
mücadelede karşı güç olarak, yani “öteki’’ olarak İgor Gregoroviç karakterini yaratmıştır. Bir tarafta Nizam Dede, İgor Gregoroviç’le kavga eden
ve eline öldürme fırsatı geçtiği halde onu salıveren Arslan Bey ve Kırım
Türkleri, diğer tarafta ise arkasına aldığı Rus desteğiyle kibirli, zengin,
zevk düşkünü, Arslan’ı adamlarına vurduran, Bahçesaray ve Akmescit
çevresinde yaşayanlara eziyet etmekte olan Gregoroviç’i görüyoruz.
“Türk Hamlesi’’ romanında ise, savaşın fonunda, Rus casusu Erast
Petroviç Fandorin (genç, içine kapanık, sessiz bir adam) ile son derece
akıllı, ölçülü tavırlarıyla herkesin dikkatini çeken Türk casusu Enver Efendi arasındaki, karşılıklı zeka yarışına dönüşen iletişim sergilenmektedir.
Dahası romanın adının da işaret ettiği gibi anlatılanların temelinde bir
“oyun’’(satranç) kurgusu yatmaktadır. Satranç, bilindiği gibi insanoğlunun
geliştirdiği, en kıvrak zekayı karşılayan oyunlardan birisidir. Enver Efendi
de Rus subaylarıyla “gambit’’ kurallarını oynayarak önemli taşı kazanmak
adına küçük taşı feda etmektedir. Yazar’ın romana böyle bir ad vermiş
olması tesadüf değildir. S.Çokum kendi romanına simgesel bir ad verip,
Kırım’ın halkının yeni ay doğuşlarını bekleyeceğine işaret ediyorsa, Akunin de romanının odak simgelerinden biri olan “gambit’’ oyununu isim
olarak seçer yapıtına.
Akunin’in romanı bir postmodern yapıt olduğundan, Postmodernizm’in
koşullarına kısaca göz atalım. Postmodernizm’i açabilmek için anlam berraklığından çok, anlam zenginliğini aramak; siyah-beyaz ayrımından sıyrılıp, “ya biri ya öteki” yerine, “hem biri hem öteki”ni kabul etmek; birkaç
düzeyde anlam ve birkaç odak noktasının birleşimini ortaya çıkarmak gerekmektedir. “Türk Hamlesi’’ adlı romanda bu anlam zenginliğini bulmak
olasıdır.
886
Acımasız savaş koşullarında, adeta bir masal olarak anlatılan Giray Bey
ile Şirin Gelin’in, Arslan Bey ile Göknür Hanım’ın aşklarına karşın, “Türk
Hamlesi’’ adlı romanda yer alan kahramanların yaşamları, aşkları bir oyun
olarak betimlenmektedir. Romanın yine önemli kahramanlarından, ileri
görüşlü ve Petersburg’un sayılı güzellerinden biri olan Varvara Suvorova
savaşın en şiddetli yaşandığı bölgeye doğru, Başkomutanlık karargâhında
şifre memuru görevini sürdüren nişanlısı Petya Yablokov ile görüşmek
amacıyla yola çıkmıştır. Genç kızın macera dolu bir gezi olarak gördüğü
bu yolculuğu, bir yol üzerindeki meyhanede tek başına kalıp, buradaki
şüpheli şahısların Varvara’yı kazanmak adına giriştikleri kağıt oyunuyla
sonuçlanır.
Romanın ilk sayfalarındaki akışa kapılarak, burada savaştan etkilenen
kişilerin serüvenlerini izlemekten ziyade, 1877-78’lerde gelişen olayları
aşan ülkelerarası sorunların ortaya atıldığını görmekteyiz. Örneğin, Varvara Suvorova ile Erast Fandorin arasında geçen diyalog, ya da Fandorin’in
düşünce karşıtı olan Türk diplomat ve casus Enver Paşa’nın gelişmekte
olan eylemlere ilişkin düşünceleri, 623 yıllık Osmanlı Devleti’ni parçalamak için düğmeye basılan tarih ve olaylara işaret eder:
“Rus halkının misyonu nedir acaba: İstanbul’u ele geçirip Slav halklarını bir araya getirmek midir? Nelerin uğruna? Belki Romanov Hanedanı’nın
Avrupa’da kendi iradesini ortaya koyabilmek adına? Ürkütücü bir düşüncedir bu! Madmuazel Barbara, bunları duymaktan rahatsız mı oldunuz?
Ancak, bu durumda, Rusya’nın uygarlığa ne büyük tehditler taşıyacağını
da görmeliyiz…’’ (Akunin, 2002: 197)
Buna benzer örnekler “Hilal Görününce” romanında da karşımıza çıkar:
“Rus saldatı hazırlık içindeymiş. Muharebe çıkacak deniliyor. Kınyaz Mençikof İstanbul’u karıştırmağa gitmiş. Öbür taraftan frenkler de
Bâbiâli’yi sıkıştırırlarmış. Nikolay, Osmanlı illerindeki hıristiyanları kendi
himayesi altına almak istiyor. Benim bildiğim, Osmanlı ezelden beri kendi
gâvuruna müslümandan fazla sahip çıkar. Nikolay’ın maksadı ise Osmanlıyı ezip, aşağı denizlere inmektir.” (Çokum, 2005: 45)
Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi her iki yazar da, romanlarındaki kahramanlarına kendi yaklaşımlarını savunma olanağı tanımadan, tarafsız olarak tarihsel gerçeklerle konuşmayı yeğlemiştir.
Yıl 1877, Rus-Türk savaşı askeri harekatına Sırbistan’da Rus Dış İşleri görevlisi olarak katılan Erast Fandorin, gizli tutulan önemli bir bilgiy-
887
le Rus birliklerinin karargâhına doğru ilerlemektedir. Savaşın yaşandığı
bölgede yine Başkomutanlığın bulunduğu istikamete doğru giden Varvara
Andreevna Suvorova’nın yolu Erast Fandorin ile kesişir. Fandorin’in yardımıyla genç bayan hem nişanlısının görevli olduğu birliğe ulaşır; burada
Rus Ordu’sunun yüksek rütbeli komutanları ve Avrupa’dan olayları izlemek üzere gelen gazetecilerle tanışır, hem de kendi isteği ve bilgisi dışında
bir anda uluslararası bir istihbarat eylemin merkezinde bulur kendini. Toplumsal olaylara son derece duyarlı, genç ve alımlı Varvara, S.Çokum’un
romanındaki güçlü ve güzel, çevresindeki olaylara ve kişilere yön veren
Şirin Gelin’i anımsatmaktadır.
Romanın ilerleyen sayfalarında Varvara’yı yol eşkiyalarından kurtaran
Fandorin, Rus birliklerinin karargâhına ulaşır ulaşmaz, general Sobolev’e
Türk Ordusu’nun planladığı ani yan darbeyle ilgili bilgileri aktarır. Böylece Osman Paşa’nın Plevne’yi ele geçirmesini engellemek için, Rusların bir
an evvel buraya el atmaları gerekmektedir.
Fandorin’in eski şefi olan general Mizinov, Başkomutanlık’ta önceden hazırladıkları eylem planını subay Petya Yablokov’a bildirir. Petya,
verilen emirleri kodlar, Rus birliklerine iletir. Ayrıca general Mizinov,
Fandorin’e bir görev daha vermeyi düşünmektedir. Bu yeni görev, Sultan II. Abdülhamid’in özel kâtibi olan Enver Efendi’nin Ruslara karşı hazırladığı eylem planı ile ilgilidir. Ancak olaylar oldukça hızlı gelişmekte
ve aynı gün içerisinde general Mizinov’a Rus birliklerinin Nibolu’yu aldıkları haberi ulaşır. Yine kısa bir süre sonra Petya Yablokov tutuklanır;
onun şifrelediği mesajda “Plevne’’ yerine “Niğbolu’’ sözcüğü yer almıştır.
Rusların bu yanlış haberleşmelerinden dolayı Türk birlikleri Plevne’yi ele
geçirmiştir.
Olup bitenlerin karşısında çaresiz kalan Varvara, Fandorin’den nişanlısına yardım etmesini istemektedir. Büyük bir olasılıkla “yanlış şifrenin’’
arkasında Rus Başkomutanlık Karargâhına sızan ve De’ Evre adını alan
Enver Efendi bulunmaktadır. Karşı güçlerden olmasına karşın, Akunin’in
bu genç ve yetenekli Türk istihbaratçıya olumsuz bir anlam yüklemediğini,
aksine onun kıvrak zekasına, cesaretine, görüşlerine saygıyla yaklaştığını
görmekteyiz. Kimliğinin açığa çıkmasından sonra genç adam Varvara’ya
dünyadaki gelişmeleri şu sözlerle anlatır:
“Dünya haritasında aydın noktalar azdır, ancak bunlar hızla çoğalıyor.
Bu aydınlığı, karanlığın baskısından korumak gerekir sadece. Muntazam
bir satranç oyunu oynanıyor, ben bu oyunda beyazlardan yanayım.’’ (Akunin, 2002; 194)
888
“Türk Hamlesi’’ adlı romanda kahramanların siyasi, toplumsal ve tarihsel konular çerçevesinde dönen konuşma ve tartışmaları, söz konusu
romana tarihsel boyut kazandırmakta ve serüvenliğin dışına taşımaktadır.
Her iki romanda da yazarların Osmanlı ve Rus İmparatorlukları’nın
realitesini ne denli iyi bildiği ortaya çıkmaktadır. Büyük bir titizlikle XIX.
yüzyılda Osmanlı Devleti ile Rusya arasında ilişkiler kaleme alınmış, tarih ile diyalog kurulmuş ve günümüzün küreselleşen dünya koşullarında
bazı ülkelerin dışlayıcı tutumlarına göndermeler yapılmıştır.
Savaşlar, bireyin görev, sorumluluk, kin, korku, ihanet, kaçış, günah,
vicdan azabı gibi insani duygularının en çıplak gözlendiği, çığlıklarla yatıştırılabilecek acıların dile getirildiği sahnelere gebedir. S.Çokum da, B.
Akunin de romanlarında Osmanlı-Rus savaşları konusunu bireysel hikayelerden yola çıkarak evrensel boyuta taşırken, kendi dünya görüşlerini de
açık bir biçimde ortaya koymaktadırlar.
KAYNAKÇA
Aкунин, Б., (2004), Турецкий Гамбит. Moсква: Заxаров Первый
канал.
Armağan, M., (2006), Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı. İstanbul:Ufuk
Kitap.
Aytaç, G., (2003), Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi. İstanbul: Say Yayınevi.
Connor, S., (2005), Postmodernist Kültür. Çev.:D.Şahiner, İstanbul:
YKY.
Çokum, S., (2005), Hilal Görününce. İstanbul:Ötüken.
Moran, B., (1999), Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi.Osmanlı Devri.1877-1878 Osmanlı-Rus
Harbi.”II’nci cilt”, Ankara: Genkur.Basımevi, (1985).
Wellek, R., (1993); Edebiyat Teorisi. Çev.:Ö.F.Huyugüzel, İzmir: Akademi Kitabevi.