beyin oyunları

Algıda, İknada, İletişimde
BEYİN
OYUNLARI
Tamer Demirdelen
ISBN 978-605-5090-59-3
© Optimist Yayım Dağıtım, 2014
Optimist Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.
Sertifika no.
: 11970
Telefon
: 0216 481 29 17-18
Faks
: 0216 521 10 64
e-posta: [email protected]
www.optimistkitap.com
facebook.com/optimistkitap
twitter.com/optimistkitap
www.youtube.com/OptimistKitap
www.optimistkitapblog.com
Optimist yayın no. :369
Konu
:Kişisel gelişim
Yayına hazırlayan :Mutlu Dinçer
Basım :Mayıs 2014, ‹stanbul
Düzelti
:Esen Güray
Düzenleme ve
kapak tasarım
: Selim Talay
Sertifika no.
:13137
Baskı ve cilt
:Tor Ofset San. Tic. Ltd. Şti.
Hadımköy Yolu Akçaburgaz Mah.
4. Bölge 9. Cadde 116. Sokak. No: 2
Esenyurt - ‹STANBUL
Tel: 0212 886 34 74
Rahmetli anneme,
oğullarım Ömer ve Çelik’e…
İÇİNDEKİLER
Önsöz9
Başlarken
11
Kararlarımız Ne Kadar Bilinçli?
23
Karar Verme
26
Son Kararı Sürüngen Beyin Verir
31
Beyin Önce Beden Diline İnanır
34
Bilinçaltı Dili İngilizceden Önemli
36
Karşılıklılık İlkesi
39
Öğrenilmiş Çaresizlik
42
Güzellik Algısı
44
Kıyaslama
47
Dokunmak Ne Kadar Önemli?
49
Olumlama
51
Duygular
54
Zaman Dilimi
57
Tekrar
60
Translarımız
63
Plasebo Etkisi, Nosebo Etkisi
66
Çıpa Atmak
69
Renkler
72
Ruhumuzdaki Kelepçe: Travmalarımız
74
6
İ Ç İN D E K İLER
Yanılsamalar
76
Akıl Okuma
78
Protez Hafıza
80
Hikâyeler
82
Sizin Hikâyeniz
85
Anlam
88
Bize Ait Olmayan Hiçbir Şey Bizi Rahatsız Edemez
91
Deneyimler
92
Acı-Haz
95
Güdümlü Füze
97
Kopyalama
99
Otorite
101
Nefes Almak
104
Etkin Dinlemek
106
TV’den Uzak Durun
108
Otoban
109
Beyninizin Sağ mı, Yoksa Sol Tarafını mı Kullanıyorsunuz?
110
Elyazınız Karakterinizi Ele Veriyor
114
Metrodaki Kemancı
119
Motivasyon
121
Empati
123
Rol Model
125
Mahşerin 4 Atlısı
127
Alışma Etkisi
129
Duyu Organları
131
Görme Duyumuz
133
Medyum Beyin
135
Hayvanlar
137
Yalan
138
Özgür İrade
140
Hafıza
141
İ Ç İN D E K İLER
7
Beyin Sınıflayarak Düşünür
143
Telkin
144
Kayıt Makinesi Bilinçaltı
146
Bastırılmış Anılar
147
Çağrışım ve Genelleme
149
Davranışlarımızın Kaynağı Nedir?
151
Topluma Uyum
153
Emir Eri Bilinçaltı
154
Bedeni İşleten Bilinçaltı
155
Ego
156
Grup Davranışı
161
Sevgi
163
İletişim
166
Sevgi mi?
169
Aşkın Gözü Kör müdür?
171
Şımarık Çocuk
172
Kendini Gerçekleştiren Kehanet
174
Gerekçe Göstermek
176
Kendine Hayran Beyin
177
Önyargı
178
Algı
179
Ben, Senim…
184
Simurg Anka Efsanesi
185
Zor mu Dedin?
187
Bir Atacı, 60 Saniyede Kaç Farklı Şekilde Kullanabilirsiniz?
189
Birinci Kadın, İkinci Kadın ve Adama Dair (+18)
190
Subliminal Etki Zeytin Ağaçlarını Nasıl Yedi?
192
Öncelik Etkisi Çıkabilir
193
Kelebek Etkisi
194
Birkaç İpucu Daha
195
Kişisel Gelişim Yanlışları
197
ÖNSÖZ
T
amer’i 30 yıl önce ABD’ye bir değişim öğrencisi olarak giderken tanıdım. Türkiye’nin dört bir yanından çıkmış lise
öğrencileri olarak başka bir kültürü tanımaya gidiyorduk. Neşeli, spontan, müthiş zeki, yaratıcı kişiliğiyle neden Türkiye’yi
temsil edecek bir kültür elçisi seçildiğini anlamak zor değildi.
Tamer ABD dönüşünde tıp eğitimine başladı, sonra çoğumuzun cesaret edemediği bir karar alarak hayalleriyle buluşmadığına inandığı için tıbbı yarıda bırakarak satış ve sigortacılık
alanına adım attı. Bu zorlu alanda başlı başına kitap olabilecek
başarılara imza attı. Tamer’e sorsanız “Başardığım kadar çuvalladığım da olmuştur” der tevazuyla ve bunun nasıl bir kazanım
olduğundan bahseder. Oysa Türkiye’de birçok kişi benzer kazanımlarını bir türlü yazamaz, paylaşamaz. Ülkemizde yetişen
birçok deha için bu durum aynıdır. Sözlü olarak dar bir çevreye
sıkışmış etkileşimler, geniş kitlelere ulaşacak yazılı bir paylaşıma dönüşmez çoğunlukla. Bu nedenle birçok fikir hazinesi
dünya yüzüne çıkmadan yiter gider.
Elinizdeki bu kitap yıllardır gizli kalmış bir hazinenin yeryüzüne çıkmış halidir. Kendisini satış ve kişisel gelişime adamış
kocaman yüreği olan bir dehanın bizlerle buluşmasıdır. Bu kitapta Tamer’in yıllardır kendisinde kalan tecrübelerini, başarı
ve başarısızlık hikâyelerini ilk ağızdan dinleyeceksiniz. Sözlü
kültürün yazılı kültürün önünde gittiği ülkemizde tecrübelerin
9
10
Ö N S ÖZ
kaleme dökülmesi açısından hepimize cesaret ve ilham veren
bir kitap yazmış Tamer. Öyle güzel yazmış ki, her bir kısım ayrı
ayrı kolayca okunuyor ve akıp gidiyor... Eğer satış ve kişisel
gelişim alanında ilham, yeni fikirler, cesaret veya yeni açılımlar
arıyorsanız tam yerindesiniz. Bu kitabı tadına vara vara okurken yazarını merak etmemeniz olanaksız. Tamer Demirdelen’le
tanışmak demek bitmeyen keyifli bir bir sohbetin başlangıcıdır.
Beyin Oyunları’nın kitabın her satırının güzel bir sohbet gibi
akıp gitmesi benim için şaşırtıcı olmadı.
Okurken anladım ki bu kitabın yazarında öğreneceğimiz
daha çok şey var. Sigortadaki gerçek hayat öyküleri, sırlı ocaklık tecrübeleri bunlardan bir kısmı sadece... Bu kitabı defalarca
sindire sindire okurken devamını iple çekiyor olacağım...
Alper Utku
Menagement Center
Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı
BAŞLARKEN
B
azen kendimizi kaybolmuş, çaresiz, hayatın anlamını ararken buluruz. Problemlerimiz aşılmaz dağlar gibi görünür.
Oysa her sorun, o işin ustası için çok kolaydır. Böylesi zamanlarda, işini iyi bilen insanlara ihtiyaç duyarız. Elinizdeki kitap
işini iyi bilen biri tarafından yazıldı. Bu kitabın konusu olan
bilinçaltının gizemli dünyasını bir nebze olsun daha iyi anlayarak sizi ayağa kaldıracak, hatta koşturacak gücün kaynağını da
öğrenmiş olacaksınız.
Başkalarının onayını almak için inanılmaz bedeller ödüyoruz ve sonra ödediğimiz bu bedellerin altından kalkamıyoruz.
Sağlığımızı kaybediyoruz, çoğu zaman anlamsız koşuşturmalarla gerçekten değerli şeylere yeterli zamanı ayıramıyoruz. İhtiyacımızdan büyük evler alıp, o evin taksitleri için endişelenen
psikopatlar haline geliyoruz. Korkularımız bizi çoktan hasta etti
veya etmek üzere. Onay için lüks bir arabaya, büyük bir eve ve
kolejde okuyan çocuğa ihtiyaç duyuyoruz.
Maymunsu yeteneklerin arandığı bir ortamda, başarınız sadece ağaca çıkma hızınıza göre değerlendiriliyorsa ve siz yunussanız ayvayı yediniz. Şanslıysanız ya yunus olarak gücün,
hızın gerektiği uçsuz bucaksız denizlerde yüzersiniz ya da yunusluğunuzun değerli olduğu bir ortamı seçersiniz, daha da
ileri gidersek, kendi denizinizi yaratabilirsiniz. Bu kitap kendini
yunus görenler veya yunus zannedilenler için yazıldı.
11
12
B A Ş LAR K EN
“Beynimizin yüzde 5’ini kullanabiliyoruz” lafı ne kadar da
tanıdık değil mi? İsrafın en büyüğünü ziyan ettiğimiz ekmeklerle değil, gerçek kapasitemizi kullanmayarak yapıyoruz. Yani
belki de beynimizin yüzde 50’sini kullanabileceğimize yüzde
5’iyle yetiniyoruz. Rasyonel aklımızla ve mantığımızla hareket
ettiğimizi sanıyoruz ve fena halde yanılıyoruz. Yalan düzenimizde, hiç farkında olmadan, görmemiz gerekenleri değil, görmek istediklerimizi görüyoruz.
Bu kitap sadece ben yönünüze değil, mutluluğunuz ve huzurunuz için gerekli biz yönünüze de dokunacak, çünkü sadece birey olma yetkinliklerimizin değil, ilişki kurma ve sosyalleşme becerilerimizin de gelişmesine acilen ihtiyacımız var.
U tünelinden geçmeyenimiz var mı veya geçmeyecek olan?
U tünelinde ilerlerken arkamızdaki ışığın aydınlattığı yolda ilerleyebiliriz. Tünelin sonuna geldiğimizde de karşımızda ışık görürüz ve bu, adımlarımızı hızlandırmamız için bizi motive eder.
Peki, ya tünelin tam ortasında ne hissederiz? Hiçbir yerden ışık
gelmezken? İlişkilerim, aile hayatım ve işimle ilgili ben de bu
tünellerden defalarca geçmek zorunda kaldım. Şu anda karanlığı yaşıyorsanız üzülmeyin, karanlık da aydınlık gibi hayatın
bir parçası.
Bu kitabı güçlü bir neden ve beklentiyle okuyun, çünkü daha
okurken erişeceğiniz yeni farkındalık seviyenizle “nasılları” daha
kolay bulacaksınız. Sizi, bu kitapla uçuracağımı iddia etmiyorum
ama hayata tutunmak ve sıçramak için gerekli daha güçlü ayak,
kol, karın kasları ve farkında bir beyin vadediyorum.
NASIL BİR ALET ÇANTASI?
Hayata dair alet çantanızda neler var? En yeni ve en kullanışlı
bilgileri çantanıza yerleştirmeye hazır mısınız? Bu kitaptan sonra birçok şey eskisi gibi olmayacak, özellikle de siz...
B A Ş LAR K EN
13
Bu bir gelişim, bu bir ikna, bu bir yardım, bu bir iletişim,
bu bir farkındalık, bu bir bilinçaltı, bu bir iyileşme, bu bir keşif
kitabıdır. Bu kitapla, bilinçaltının gücünü ve onu nasıl yönlendirebileceğimizi öğreneceğiz; onu insanları ve kendimizi etkilemek için nasıl kullanacağımızı keşfedeceğiz. Sizi bulunduğunuz
yerden almak için buradayım...
YAZARINIZ KİMDİR?
Yazarımız, hayatında bazı doğruları yaparken, yapmadığı salaklık ve hata az kalmış, guruların deyimiyle büyük tecrübeler
kazanmış bir kişi.
Yazarımız, memur çocuğu olarak çok gezmiş (Anne öğretmen, baba bankacı olduğundan, malum tayinler) bu taşınmalarda, yeni yerlerde keşiflerle gelişirken, ayrıldığı yerlerde bıraktıklarıyla da eksilmiş bir kişi.
Binlerce yıllık Şaman geleneğinin ürünü olan ocaklığı, babasından el alarak 13 yaşında ocak olmuş bir kişi.
Biraz baskın karakterli annesini mutlu etmek için başarılı bir
öğrenci olmuş, AFS ile ABD’de liseyi bitirip, rahmetli annesinin
teşvikleriyle (!) girdiği ‹stanbul Tıp Fakültesi’ni 3. sınıfta bırakarak İstanbul işletmeyi bitirmiş bir kişi.
Alaylı satışçı özelliğiyle sigorta şirketi (Bayındır Hayat; satıldıktan sonraki ismiyle Acıbadem Sigorta), Medlife gibi büyük
iki şirketin kurucu ortağı olarak on milyonlarca dolar kazanmış
ve kaybetmiş bir kişi.
İki yakışıklı erkek çocuğun babası bir kişi.
Bugün koçluk, eğitmenlik, danışmanlık yapan bir kişi.
Türkiye’nin en büyük 100 firmasının 30’una hizmet veren ve
onlardan hâlâ öğrenen bir kişi.
14
B A Ş LAR K EN
VE BU KİTABI NASIL YAZDI?
“Daha iyi, iyinin düşmanıdır” cümlesini bir yere yazın ve altını
çizin. İleride çok işinize yarayabilir. Yıllardır daha iyisini yapabilmek için yazamadığım kitabımı, biraz da oğlum Ömer’in
söylediği bu cümle sayesinde yazabildim.
Kitabı uzun süre yazamadığım için, hep bir çözüm yolu aradım. Sadece ilk sayfayı 100 kere yazıp, çöpe atmıştım. Kitabımı
bitirmek bir fili yemek kadar zor geliyordu bana. Sonunda sevgili
arkadaşım Taçlı’nın önerisiyle bir blog yazarak “Bir fili yiyebilir
misiniz?” sorusuna “evet” cevabını verdim. Yani kitap yazmak
benim için çok zor bir şeyken bloglarım sayesinde o zorluğu
parçalara böldüm. Anlayacağınız filimi, fil burgerler halinde her
gün, bir senede yedim. Bu arada şişman değil, biraz iriyim.
İnsan tanıma ve ikna konusunda da bir parça iddialı olduğumdan, kitapta satışla ilgili de çok şey söyledim, neden derseniz:
“Herkes ama herkes hayatını bir şeyler satarak kazanır.” (Robert Louis Stevenson)
“Modern iş dünyasında, yarattığınız şeyi satamıyorsanız, yaratıcı, özgün düşünür olmak işe yaramaz. İyi bir satışçı tarafından kendilerine sunulmadıkça yönetimin iyi bir fikri kabul
etmesi beklenemez.” (David M. Ogilvy)
Kitabı okurken not almaya, en azından bazı satırların altını
çizmeye ihtiyaç duyacağınıza emin olarak bir kalemle okumaya
ve kitabı sevmeye başlayın. Benimle bu paylaşımımda buluştuğunuz için size minnettarım. Siz, siz olduğunuz için harikasınız...
PEKİ, BURAYA NASIL GELDİ?
Lise 2’ye geçtiğim yaz Bodrum’a tatile gitme fikriyle yanıp tutuşuyordum. Delikanlılığın da getirdiği coşkuyla, babamdan tatil
parası istedim. Kendisi bankadan emekli olduktan sonra, bir
B A Ş LAR K EN
15
sigorta şirketinde çalışma hayatına devam ediyordu, dört çocuğu üniversitede okutmak kolay değildi. “Oğlum, geleceğin
sigortası diye bir poliçe çıktı, istersen onu sat komisyonu da
iyi, böylelikle tatil paranı çıkartabilirsin” dedi. Para alamadığım
için üzülsem de, hâlâ tatile çıkma umudum olduğu için çabuk
toparladım.
Babamın da yardımıyla poliçe detaylarını öğrenerek bu maceraya atılmaya hazırlandım. Satış yapmak ne kadar zor olabilirdi ki?
Satmaya niyetlendiğiniz ürün gözünüze öyle güzel görünüyor ki “almamaları imkânsız” diyorsunuz içinizden. Elli küsur
yakın akrabamla yaptığım görüşmede sizce kaç satış yapmışımdır? Cevap: 0
İnsanın akrabası almaz mı ya? Almadılar… Bir teki bile. Albay olan öz amcam “Oğlum harçlık istiyorsan vereyim, bizi mi
kandıracaksın?” deyince yer yarıldı dibine girdim, şimdi rahmetli olan sevgili amcamın yanından yüzüm kıpkırmızı çıktım. Herkes mi kördü? Benim gördüğümü nasıl göremezlerdi? Elli görüşme daha yapmaya ve satış olmazsa satış kariyerimi bitirmeye
karar verdim. (Bu sayılar en az 30 dakika ayırdığım görüşmeleri
ifade ediyor, hemen reddedildiklerimi değil.)
Olmadı, 50 kişiye de reasüranstan, iştiradan, istikrazdan, yatırımlardan bahsettim, ama olmadı. Değil alan, nezaketen, “düşüneyim” diyen bile olmadı. 50 görüşmede satış olmazsa işi
bırakacaktım ya, dedim 100’de bırakayım bari, düz olsun. Sizce
kaç satış oldu? Cevap: 0
Aldığım “hayır” cevapları beni ciddi anlamda yoruyordu.
Bunca kişi bu işten karnını doyururken, ben nasıl bir tek satış
yapamıyordum? Sırf meraktan 150 hedefini işi bırakmak için
önüme koydum. Bana gene hüsran, bana gene satışsız günler
düştü. Artık içim sıkılmıştı, umutlarım sönüyordu.
Olmayınca olmuyor, bu sefer kesin kararlı olarak 200 görüşmeyi hedefledim, şişmiştim. Yüz doksan küsuruncu görüşmem-
16
B A Ş LAR K EN
de bir yedek parçacıdan kafamı içeri uzatarak, orada oturan,
künyeli, kolyeli, bağrı açık üç kişiye heyecanla “Beyler mesela
ölürseniz?” diyerek bir giriş yaptım. Adamlar “Gel hele gel” dediler, gülerek. “Gel de bizi neden öldürdüğünü anlat.” Oturdum ve poliçenin faydalarını saydım; ardından tüm içtenliğimle
satışta yaşadıklarımı anlattım. Çaylar içilip sohbet iyice güzelleşince, onlara ne tür hatalar yapmış olabileceğimi bile sordum.
Kullandığım terimlerin kafalarını karıştırdığını, bu yüzden söylediklerime konsantre olamadıklarını ve başlangıçta olduğu gibi
dinlemeleri için, insanların dikkatini çekmem gerektiğini söylediler. HAKLIYDILAR. Keyifle not alarak anlattıklarını dinledim.
Sonra ne mi oldu? Üç adet cillop gibi müşterim oldu. Dışarıya
çıktığımda bir ceylan, yok yok bir kurt, o da değil bir aslan,
yok yok, bir ejderha gibiydim. Sanki Adana’da, dünya üzerinde,
evrende benden daha akıllı, yakışıklı, yeteneklisi yoktu. Tatil
artık kollarımın arasındaydı. Satış görüşmeleri mi? Vız gelir, tırıs
giderdi, işi çözmüştüm. Daha doğrusu çözdüğümü sanmıştım,
aynı ortamı bir daha yakalayamayınca, satışsız günlerim yine
birbirini kovalamaya başladı.
Adana’da büyük bir sitenin bütün kapılarını sigorta satışıyla
ilgili görüşmek için çaldım, bir kişi bile içeri buyur etmedi. Son
kapıdan, artık geç oldu diye kapıyı çalmadan ayrıldım. Ertesi
gün çalmadığım kapının önüne geldiğimde bir sürü ayakkabı
ve ağıt seslerinden kötü bir şey olduğunu anladım. Benimle
görüşmeyen site sakinlerinden birkaçı beni tanıdı. “Sigortacı
buraya gelmiş miydin?” diye sordular. “Hayır” dedim. “Ah be,
keşke gelseydin” dediler. Evin erkeği gece ölmüş, evlenmek
için gençken kaçırdığı karısının hayatta kimsesi yokmuş, kadıncağız iki çocuğuyla ortada kalmış. İlk kez, satış yaparak kazanacağım komisyon için hiç utanmadım. Çünkü kazandığım
paranın binlerce katını müşterilerime kazandırdığımı fark ettim.
Rahmetli sigortalım olsaydı, ailesine Adana şartlarında iki ev
bırakabiliyordu. Oradan hayli üzgün ama meslek aşkıyla dolu
B A Ş LAR K EN
17
olarak ayrıldım. Artık tatil için bir uğraşım değil, inandığım bir
işim vardı.
İlk iş akrabalarıma gittim, olayı anlatarak çoğuna zorla satış
yaptım. Albay amcamdan önce harçlık istedim, sonra bu parayı
sigortanın ilk taksidi yapacağımı söyleyerek, ona da başımdan
geçenleri anlattım. “Tamam” dedi amcam “beni ikna ettin, ilk
geldiğinde sen bile poliçene güvenmiyordun, bu nedenle almamıştım, ama şu an görüyorum inancın tam, bu nedenle poliçene ben de güveniyorum” dedi. Amcamın yanından ayrılırken
hem gururluydum, hem de çok şey öğrenmiştim.
Reddedilme korkusuyla başa çıkmak için tepkilerimi kontrol etmem, konfor alanımdan çıkmam, eylem halinde olmam
gerektiğini de öğrendim. “Hayır” yanıtını şahsıma yönelik algılıyordum ve canımı en çok bu yüzden yakıyordu. Ben de hayırlara dayanıklılığımı artıracak bir yöntem geliştirdim. Müşteri
adaylarıma “Güngörmüş biri olduğunuz her halinizden belli,
bana bir şey öğretir misiniz?” diye soruyordum. “Bir tecrübeniz,
bir hikâye ne olursa…” Çoğu bana bir kitabı daha doldurabilecek türden şeyler aktardı. Bu sayede hem müşteri adayı kendini daha iyi hissettiğinden (en çok kendimizle ilgili konuşmayı
severiz) daha çok satış yaptım, hem de cebime her zaman para
koyamasam da önemli nasihatler dinledim.
Artık görüşmelerde o yabancı terimlerle insanların kafasını karıştırmıyordum. Heves ve inançla, müşteriye sunduğumuz
gerçek faydayı anlatıyordum. İnsanların duygu durumlarını
anlayarak yaptığım sunumların bir kısmında, işyerlerinde beni
dinleyen kalabalık gruplar, sigortalanmak için kuyruğa giriyorlardı, onlar da teklifleri doldurabilsin diye cebimde bir düzine
kalemle geziyordum.
Kazandığım para öyle bereketliydi ki bir buçuk ay Bodrum’da
ye ye bitmedi.
Bu tecrübelerimle AFS vasıtasıyla ABD’de liseyi burslu bitirdim. Hem okulumda satış birincisi oldum hem de aileme des-
18
B A Ş LAR K EN
tek oldum. ‹stanbul Tıp Fakültesi’nde okuduğum sırada babam,
abim ve ben bir acente kurduk. Bu acente bir yılda, hem de iki
büroyla benim bir ayda yaptığım satışı yapamamıştı. Babamın
hesaplarına göre, benim gibi beş kişi olsa zengin oluyorduk.
Satıcılık ile liderliğin farklı şeyler olduğunu o zaman anladım. Müşterinin duygularını tanıyan ve buna hitap edebilen bir
satışçı olduğum halde satışçı yetiştiremiyordum. Şaka gibiydi...
İşin yönetsel kısmında fena tökezlemiştim, satışın başına Ali
Bey isimli birini geçirdik ve ben de yöneticilik konusunda kendimi geliştirmeye koyuldum. İstanbul büromuzdan topladığımız satışçılarla Nazilli’de kalarak hem satışta hem de örgütlenmede oradaki ekibe örnek olup işi öğretecektik. Hayatımın en
zor 15 günüydü. Ali Bey, gittiğimiz ilk gün Nazilli personeli ve
İstanbul ekibine, “Tamer, sigorta satmak için randevu alamadığınız en büyük 5 firmaya gidecek ve hepsinden randevu alıp
gelecek” dedi. Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü.
Nazilli’de çevresi olan 20 kişinin bugüne kadar beceremediğini ben becerecektim, öyle mi? Hem de aralarında Türkiye’nin
en büyük fabrikalarından Sümerbank ve Uğur Dondurma fabrikaları vardı. Şimdi planlama yapma zamanıydı, o kadar adama karşı başarısız olmak istemiyordum. Önce merkezimiz
İstanbul’da olduğundan, 5 büyük firmayı içeren bir görüşme
görev emri yazdım (ben imzaladım). İstanbul’dan onlarla görüşmek üzere gelmiş olmanın havasını kullanmak istiyordum.
Her görüşmemde işi öğretmek için Nazilli yöneticisini de yanımda götürecektim. Yanımda birinin olması beni daha da
fazla geriyordu. Nazilli’nin yaz sıcağında planlı düşünmek gerçekten zordu.
Beş firmanın en küçüğünden başlayarak randevu almaya
başladım. En büyük 5 firmanın içinde görülmüş olmasına fabrikanın patronu çok sevinmişti. Sevinci bizi krallar gibi ağırlamasından belli oluyordu. Öğle tatillerinde çalışanlara sunum
yapmak için izin almamız tahminimden kolay olmuştu. Müşte-
B A Ş LAR K EN
19
rinin kendisini iyi hissetmesini sağlayarak randevumu almıştım.
Diğer firmalarla randevu konusunda biri patron, ikisi yönetici
olan arkadaşlarını benimle görüşmeleri için aradı.
Beşinci firma yaklaşık 5000 kişinin çalıştığı Sümerbank fabrikasıydı. İçeri girip fabrika müdürüyle görüşmeyi bile kimse
başaramamıştı. İstanbul’dan görevli gelme espirisi kapıyı geçerek fabrika müdürüyle görüşmemize yardımcı oldu. Müdür
bey sigortanın “s”sini duymaya tahammülü olmayan bir adamdı. Geçmişte kâr payı olmayan bir poliçeyle, emeklilik parası
olarak, ancak pul alabilmişti.
Ne söylersem söyleyeyim müdür beyin kafasını olumlu yöne
çekemeyeceğimi anlayınca, odasındaki tekne resmi vesilesiyle
deniz tutkusu ve masadaki fotoğraflar nedeniyle de çocuklarıyla ilgili konuşmaya başladık. Yirmi dakika kadar süren bu hoş
sohbette birbirimize, vurduğumuz en büyük balığı ve onu nerede vurduğumuzu bile anlatmıştık. Müdür bey buna rağmen,
işçilere sunum yapmamıza izin vermiyordu. Biz keyifli sohbet
için teşekkür ederek çıkmak istedik. Ayrılırken “Bugün hem
çok mutluyum hem de üzüntülüyüm” dedim. “Neden?” diye
sordu. “Sizin gibi bir insanı tanıdığım için çok mutluyum, hayatımda ilk kez şirketimin bana verdiği görevi yerine getiremediğim içinse üzülüyorum” dedim. “Yine de sizi tanımaya ve güzel
sohbete değerdi” diyerek kapıya yürümeye başladım. İçimden
sayıyordum “1, 2, 3, dur de, 4, 5, 6 dur de artık”. Müdür bey
“Bir dakika” dedi, “bu sunum sizin için bu kadar önemliyse,
ben almayacak olsam da yemek saatlerinde sunum yapmanıza
izin verebilirim.” Yüzümü görseydiniz küçük dağları da, büyük
dağları da bu adam yaratmış derdiniz. Ortak zevkler ve tatlı bir
sohbet görevini yapmıştı, müdür beyin sevgisini ve güvenini
kazanmıştım.
Sadece Sümerbank’ta 1300 poliçe yaptık, Ali Bey’in beni
denize atar gibi ortaya sürmesinden nefret etmiştim, ama işe
yaramıştı.
20
B A Ş LAR K EN
Satışçılarla, 20 gün boyunca yaptığımız sohbetler, onların ihtiyaçlarını, neredeyse evlerindeki fincan sayısını bilmemi sağladı. Bu bilgiler bizi yakınlaştırdı, birbirimizin yaşam tecrübesine
daha fazla saygı duymaya başladık.
İnanılmaz olan, Nazilli’dekilerden çok, İstanbul’dan iş öğretmeye gelen satışçıların hepsi daha iyi satışçı ve daha iyi yöneticiler oldular. Paylaşımlarımız hem bilgilerimizi artırdı, hem
de bu tür zorlu çalışma ortamlarına dayanma gücünü verdi.
Tüm bunları hiç tanımadığımız bir yerde yaparak, yeni satışçılar bularak, onlarla satışa çıkarak onları yetiştirmeyi öğrenmek,
hepimize olağanüstü deneyimler katmıştı. İstanbul’a dönünce
bu 12 satışçıyla (yöneticiyle) tüm Türkiye’yi örgütleyerek 700
bin poliçe sattık. Aramızda çok güçlü bir bağ oluştu. Hocalık
yapmaya çalışırken, ben onlardan hocalığı öğrenmiştim.
Her akşam, deşarj olmak için, otelde yaptığımız sohbetler
ve oyunlar sayesinde, beraber oynayan ve eğlenen ailelerin bir
arada kalacağını öğrendik. Dönünce de, eğlenmek ve beraber
olmak için her fırsatı kolladık. Bürolarda ödülleri bile kâğıtlara
yazarak balonlara koyduk, balonları da şişirerek tavana astık
(yüzlercesini). Balonların kiminde bir kutu kola, kiminde de
tam altın vardı. Her satış yapanın bir balon patlatma hakkı vardı
ve satış yapanlar bu balonları patlatmaya bayılıyorlardı.
Her büroda duvara asılı okul çanlarını, satış yapan çalıyor ve
bu sayede satış yapanın başarısından herkes haberdar oluyordu. Çanı çalabilmek için satış yapanlar vardı.
BAŞLAMADAN ÖNCE SON SÖZLER
Önce karar verir sonra kararımızı destekleriz. O zaman aldığımız kararlar ne kadar nesnel? Her oyunun dönem dönem
kazanan ve kaybedeni olacaktır. Oyundan ne zaman çıkmamız
gerektiğini bilmek, en az ne zaman oyuna girmemiz gerektiğini
B A Ş LAR K EN
21
bilmek kadar önemlidir. Hayatın kendisi kaostur ve gün geçtikçe kaos azalmamakta, tam tersine artmaktadır. Aslında, akışa
bırak sözü bu anlama gelir. Direnmek yerine akıntının kuvvetinden faydalan. Kastedilen, hiçbir şey yapmamak değildir.
Sana faydalı olacak akıntılardan faydalan, başa çıkamayacaklarınla bir süre beraber ak, sonra başka bir akıntıyla toparlan,
demektir. Böyle değilse de ben böyle anlıyorum.
Kendimize dışarıdaki insanlardan daha uzağız. Çünkü başkaları için kısmen beliren objektifliğimiz, kendimiz için hiç ortaya çıkmıyor. Martı mı, köstebek mi, ayı mı olmak istersiniz?
Ne istiyorsanız olun o zaman. Hayatın içinde oynadığımız bütün roller, ne kadar etki altında kalmış olursak olalım, bizim
seçimimizdir. Köstebekken uçmak mı istiyorsanız? Önce martı
olun ve uçun o zaman! Deniz ne kadar mavi, martı ne kadar
beyaz, yanakların ne kadar pembe? Senin istediğin kadar. Gerçekliği istesek de istemesek de büküyoruz, yani değiştiriyoruz.
Ben diyorum ki lehinize bükün, mutluluğunuza doğru bükün.
İstemediğimiz şeyi düşünmemek mümkün müdür? Sadece
yerine başka bir şey koyarsanız mümkündür. Bilinçaltı temizliği
yapılırken en büyük hata, temizlenen yere başka bir senaryo
koymamaktır. İyi telkinci, usta bir yönetmen gibi, senaryoyu da
şekillendirebilir.
Kediyi seven küçük çocuğunuza, mikrop kaparsın ya da
kedi sana saldırır diyerek çocuğunuzu korkutmak, onda bir
ömür boyu sürecek kedi korkusuna neden olabilir. Büyüklerimiz bizde büyük izler bıraktı, en azından bizler, bilinçaltımızı
yönlendirmenin ipuçlarını bilerek, sevdiklerimizle ve kendimizle ilgilenelim.
“Birine bir şey öğretemezsiniz... Yalnızca onu kendi
içinde keşfetmesine yardımcı olursunuz.”
—Galileo Galilei