360 Haliç Kitapçık - Medina Turgul DDB

KASIMPAŞA
06.00
6
SEVGİLİ GÜNLÜK, YAZMAYA BAŞLAYALIM BAKALIM
Bir fotoğrafçı, bir art direktör, iki illüstratör ve bir yazar…
Sabah 06.00’da uykulu gözlerle Tuzambarı’nda buluştuk.
Sırtlarda çantalar, ellerde fotoğraf makineleri, defterler,
kitaplar... Herkes hazır ve nazır. Amacımız belli: Biraz
buraların yerlisi, biraz da yerli turisti olarak 24 saat
boyunca Haliç’i turlayacağız. Gördüklerimizi bir kenara
not edeceğiz. Sonrasına bakacağız.
7
8
KASIMPAŞA
06.15
İLK REHBERİMİZ EVLİYA ÇELEBİ
İlk yol göstericimizin Evliya Çelebi Caddesi tabelası
olması bir tesadüf mü, bilmiyoruz. Onun kadar değil
yolumuz, biliyoruz ve tabelanın işaret ettiği yöne doğru,
Perşembe Pazarı’na yürüyoruz.
9
PERŞEMBE PAZARI
06.30
10
11
KARAKÖY
06.45
12
İSTANBUL UYKU MAHMURLUĞUNU ÜZERİNDEN ATIYOR
Aheste aheste yürüyerek nihayet Karaköy’e varıyoruz. Tarihi yarımadanın
arkasından güneş yine aynı ifadesiyle yüzünü gösteriyor. Fotoğraf makinesi
gören herkesin çalışılmış bir pozu vardır ya, İstanbul’un da öyle bir pozu var
işte. Bir martı soldan kadraja giriyor, gökyüzündekiler yerlerini alıyor, vapur
düdüğünü öttürerek geliyor, İstanbul hafifçe tebessüm ediyor...
– İstanbul çok güzel poz veriyor...
– Ama hep de aynı pozu veriyor.
13
KARAKÖY
KARAKÖY’DE KAHVALTI
Karaköy’de, yeni yeni hareketlenen şehri
çizip fotoğraflarken börekçiden gelen enfes
kokulara kayıtsız kalamıyoruz. Fırından yeni
çıkmış börekler, poğaçalar ve çayla yaptığımız
kahvaltının ardından artık tamamıyla uyanmış
halde Galata Köprüsü’ne doğru ilerliyoruz.
14
07.00
15
07.30
GALATA KÖPRÜSÜ’NÜN ÜZERİNDEYİZ
Bu saatte tüm köprü balıkçı dolu. Köprünün hemen girişindeki
küçük balıkçılara yanaşıyoruz: Cumhur ve Görkem.
Doğma büyüme Eyüplüler. Arada balık tutmaya Galata Köprüsü’ne
geldiklerini söylüyorlar. Karikatürlerini çiziyoruz, beğenmiyorlar.
Benzetememişiz. Peki öyleyse, biz de fotoğraflarını çekeriz.
GALATA KÖPRÜSÜ
16
“… ve Haliç çocuk dişleri
gibi dedim. Gülünce çıkan.
Esmer.” İlhan Berk
17
“Balıklar
yunuslardan kaçıp
geliyor, biz hanım
dırdırından kaçıp geliyoruz,
her sabah Haliç’te
buluşuyoruz!”
07.45
BALIKÇILARLA
MİNİ FELSEFE MOLASI
Köprüdeki yem satan
ablaya yanaşıyoruz.
Kendisiyle konuşmak isteyince
tersliyor bizi. Yanındakiler
gülerek “Yine psikoya bağladı,
zorlamayın konuşmaz”
diyorlar. Bu kez muhabbeti
koyu bir gruba yanaşıyoruz.
“Hannover Üniversitesi’nden
bile gelip röportaj yaptılar
bizimle!” diyorlar. “Her sabah
burada mısınız?” diye
soruyoruz, “Evet” diyorlar.
“Niye?” diyoruz, cevap şahane:
18
GALATA KÖPRÜSÜ
19
Leonardo soruyor:
“Galata Köprüsü’nü
ben yapsam?”
Leonardo da Vinci 1502’de Haliç’te
dünyanın en büyük ve en güzel
köprüsünü inşa etmek ister. Sultan
II. Bayezid’e bir mektup yazar ama
istediğini elde edemez.
“Ceneviz’den Licardo (?) adlı kâfirin
gönderdiği mektubun suretidir: Ben
kulunuz, değirmen hakkında şimdiye
kadar düşündüm ve Allah’ın
inayetiyle şöyle bir çare buldum:
Bir tertib ile susuz ve yalnız rüzgârla
bir değirmen yapayım ki denizde
olan değirmenden daha az (masraf) ile
yapılsın ve halka da daha kolay olsun
ve her yerde kurulabilsin,
(bundan başka) Allahü teâlâ ipsiz ve
urgansız geminin suyunu
kendi kendine dönen bir dolab ile
boşaltmak tertibini bana nasib
etmiştir. Bu kulunuz şunu
işittim ki İstanbul’dan Galata’ya bir
köprü yapmak kasdinde imişsiniz.
Ama bilir kişi bulamadığınızdan
yapamamışsınız. Ben kulunuz
bilirim, (köprü)yü bir yay gibi
yüksek kaldırayım ki hiç kimse
yüksekliğinden dolayı üzerinden
geçmeye razı olmaya.
Ama düşündüm ki bir çıkma
(dalgakıran - rıhtım) yaparak ondan
sonra suyu çıkarayım ve kazıklar
koyayım. Şöyle yapayım ki altından
hemen yelken ile bir gemi çıka ve
öyle bir şekil vereyim ki kalktığı
zaman istedikleri vakit (gemiler)
Halic’den Anadolu yakasına geçeler.
Ama sular daim aktığı için kenarlar yenir. Bu husus için bir tertib
yapayım ki o akan su aşağıdan akıp
kenara zarar etmiye. Senden sonra
olan padişahlar kolay harcla yapalar.
Bu sözlerin doğruluğuna inşallah
inanırsınız ve ben kulunuzu daima
hizmetinizde bilip emredersiniz.
Bu mektup temmuz ayının üçünde
yazılmıştır.”
Abdülhak Adnan Adıvar / Hakikat
Peşinde Emeklemeler, 1954
20
21
EMİNÖNÜ
08.00
22
YENİ CAMİSİZ OLUR MU?
İstanbul’un -herhalde- en çok fotoğraflanan camisinin avlusu henüz
bomboş. Temizlik yapan bir görevli ve abdest alan bir kişi var yalnızca.
Yan tarafa geçiyoruz, güvercinlerden oluşan bir halı bizi karşılıyor.
Güvercinler de yem satıcısıyla birlikte turistleri bekliyor.
23
40 YILLIK BOYACI FEYZİ USTA’NIN
ATEŞLE İMTİHANI
Yeni Cami’nin yanındaki ayakkabı
boyacılarına yaklaşıyoruz. Ateşle
elindeki ayakkabıyı yakan Feyzi
Usta ilgimizi çekiyor. Ne yaptığını
soruyoruz, ayakkabının rengini
değiştirdiğini söylüyor. Bunu ilk
kez duymuş olmamız tuhafına
gidiyor. Bildik bir usulmüş!
“Ya alevler büyür de yakarsan
Yeni Cami’yi?” diye soruyoruz,
“Hiç öyle düşünmemiştim” diyerek
gülüyor.
08.30
24
HALİÇ’E ÇİFTE KORUMA
Yürürken surlardaki güvenlik
kameraları gözümüze
takılıyor. Bir an Malkoçoğlu
surların arkasından Bizans
tekfuruyla çıkacak mı diye
bekliyoruz. Çıkmıyor.
Biz de çiziyoruz,
“ya çıksaydı” diyerek.
MISIR ÇARŞISI
08.45
MISIR ÇARŞISI’NIN
HASIRCILAR KAPISI’NIN
ÖNÜNDEYİZ
Sol taraftan baharat,
sağ taraftan Kurukahveci Mehmet Efendi’den
gelen kahve kokuları...
Tam ortalarında durup
havayı içimize çekiyoruz.
Burası dünyanın en güzel
kokan yerlerinden biri
olmalı.
26
27
69’dan beri aynı dükkânda baharatçılık yapıyoruz. Her şey gibi Haliç de çok
değişti. Evvelden motorla dışarıya sevkiyat yapardık buradan. Sonra Boğaz
Köprüsü açıldı, deniz trafiği karaya kaydı. (…) Zamanla satılan baharat çeşitleri de değişiklik gösterdi. Organik durumu çıktı. Daha çok otlar tercih edilir
oldu. Büyük marketlerle birlikte buraların müşteri profili de değişti. (…) Çocukluğumda Haliç Hali vardı burada. Sahil yörelerinden mavralara yüklenerek hale
mal gelirdi, buradan tüm İstanbul’a dağılırdı. (…) Haliç’in kokusu meşhurdu
bildiğiniz gibi. Düşünün, 30 metre aşağıda Haliç kokarken burada baharat
kokuları arasında yaşıyorduk. Türkiye tezatlar ülkesi. (…) Haliç’in çehresi
değişmeye başladı. Koku yavaş yavaş gitti.
TAHTAKALE
09.00
28
BAHARAT MOLASI
İstanbul da bizim gibi uyku
mahmurluğunu tamamen üzerinden
atmış görünüyor. Sokaklar tıklım
tıklım. Tahtakale’ye doğru yürürken
baharatçı Yunus Bey’in dükkânında
durup laflıyoruz.
TAHTAKALE
30
31
SÜLEYMANİYE
09.30
32
SÜLEYMANİYE’NİN DAR SOKAKLARINDAYIZ
Çevredeki tarihi binalara bakınırken birden
tepemizde süzülen yeşil papağanı
fark ediyoruz. Bu papağanlar uzun süredir
İstanbul semalarını mesken edinmiş durumdalar.
33
09.45
SÜLEYMANİYE CAMİSİ’NDE MOLA
Caminin uzun zamandır
devam eden restorasyon çalışmaları
bitmek üzere. Yan tarafındaki
mezarlığa geçiyoruz. Gökyüzüne
doğru uzanan ince uzun mezar
taşları arasında onlarca hayalet
sanki bizi bekliyor.
34
En son yanımızdan geçen
“Türkiye Cumhuriyeti’nin
yalancısı benim!”
diye bağırıyor. Tam ona
gülerken bu kez de elinde
kelle olan bir adam
“Amanını kelle kelle,
gel beni yelle yelle!” diye
şarkı söyleyerek geçiyor.
4 SAATTE 4 DELİ
Vefa’ya uğramaya karar veriyoruz.
Yürürken karşımıza bir deli çıkıyor. Sabah
06.00’dan 10.00’a kadar 4 saat içinde 4 deli
gördüğümüzü fark ediyoruz. Tövbe tövbe...
10.15
36
ÇAY TİRYAKİSİ KÖPEK
Deliler üzerine konuşurken karşımıza devasa bir köpek çıkıyor.
Köpeği sevmek için eğildiğimizde sokağın karşısından bir ses
duyuyoruz: “Ellemeyin, çay içiyor!” Dönüp bakıyoruz, köpeğin
yanında gerçekten de bir bardak çay var. Tam fotoğrafını çekecekken
adamın sesinden korkan köpek uzaklaşıyor. Deliler listemize
bu adamı da eklemeli miyiz, yoksa biz de yavaş yavaş
deliriyor muyuz, tartışarak ilerliyoruz. Güneş tepemizde yükseliyor.
37
VEFA BOZACISI
10.30
Boza molası veren temizlik işçileri bir yandan bozalarını içerken bir yandan da bize
poz veriyorlar.
“Hiç içmemiş
olana bozayı
nasıl anlatmalı?”
Orhan Pamuk
BOZA MOLASI
Vefa Bozacısı’na varıyoruz. Çoğumuz
bugüne kadar burada boza içmediğimizi
fark ediyoruz. Dükkânda bizim dışımızda
bir de belediye temizlik görevlisi var. O da
çöp toplamaya gelen arkadaşlarına boza
alıp çıkıyor. Atatürk’ün boza içtiği köşeye
oturup birer bardak boza içiyoruz.
38
39
11.00
UNKAPANI
40
5 ATIŞ 1 LİRA, VURANA BEDAVA
Vefa’dan çıkıp Unkapanı’na doğru ilerlerken
su kemerinin altında tüfekle atış yaptıran
bir amcaya rastlıyoruz. Rastlamasak
şaşardık. Tüfeği elimize alıp duvardaki
şişelerden birkaçını da biz indiriyoruz.
Amcaya adını soruyoruz, “Söylersem bana
zarar verirler” diyerek adını söylemiyor.
Ne demek istediğini tam anlamıyoruz.
41
1970 yılından beri baba
mesleği bu. Türkiye’nin
ilklerindeniz biz. (...) 80’li
yıllarda bu çarşı müthişti,
içeri girilmiyordu ama internet
bitirdi bizi. (...) Meşhur olmak
için eskisi kadar çok insan
gelmese de arada tek tük
birileri geliyor. (...) Şimdi bizim
albümlerin en iyi müşterisi turistler. Bu yüzden ağırlıklı olarak etnik işler yapıyoruz. (...)
Haliç çevresi çok değerlendi.
Bazen niye buralardan bir ev
almadım diye düşünüyorum.
30 yıldır buradayım, işimizle
uğraşmaktan önümüzdeki
fırsatı göremedik.
İMÇ
11.15
42
MÜZİKLERİN EFENDİSİYLE SOHBET
Yolumuz düşmüşken İMÇ’ye uğruyoruz. Çarşıda
çıt çıkmıyor. Sorup soruşturup çarşının en eski
plakçılarından birine giriyoruz. Plak şirketinin
sahibi beyle laflıyoruz. Yaptığı albümlerden,
çarşıda ilk olduğunu iddia ettiği akımlardan
bahsediyor. Çoğu kendisinin eseri, o piyasanın
öncülerinden biri. Hatta bize küresel ısınmayla ilgili
yaptırdığı yeni şarkıyı dinletiyor.
43
44
EKMEK TEKNELERİ İŞ BAŞINDA
İMÇ’den çıkıp arka sokaklarda
yürüyoruz. Sokak boyunca
tespihçiden fırıncıya, balıkçıdan
berbere birçok farklı esnafa
rastlıyoruz. Elektrik kablolarını
falan çıkarırsak burası adeta
bir dönem filminin seti gibi. Bir
balıkçının tabelasına gözümüz
takılıyor. Tabelada güzel bir söz:
“En rahat yastık vicdanındır.”
45
11.45
46
KAVUNCU ALİ BABA VE MAHDUMLARI
Arka sokaklardan Haliç’e doğru yürürken
seyyar bir kavuncu görüyoruz.
Tezgâha davet ediyorlar bizi. “Ali Baba
kavuncusudur bu, meşhurdur” diyorlar.
Hatta “Kavunlar Ali Baba’nın çiftliğinden”
diye ekliyorlar. “Ali Baba nerede?” diyoruz,
“Adıyaman’da” diyorlar, “ama mahdumları
burada.” Söylenenlere pek inanmıyoruz.
Ama olsun, 1 liraya bal gibi bir kavun yiyoruz.
“Her günüm mis gibi dünya kokan bir kavun dilimi
Senin sayende.
Bütün yemişler elime güneştenmişim gibi uzanıyor
Senin sayende.
Senin sayende yalnız umutlardan alıyorum balımı.
Yüreğimin çalışı senin sayende.”
Nâzım Hikmet Ran
47
12.00
48
KÜÇÜKMUSTAFAPAŞA’NIN KÜÇÜKLERİ
Yıkık dökük binalarla dolu Küçükmustafapaşa
sokaklarındayız. Binalar adeta insana “Çekme kardeşim”
dercesine bakıyor. Hangi sokağa girsek yalnızca çocuk
var. Bizi turist sanıyorlar ve hepsi söz birliği etmişçesine
aynı şeyi söylüyorlar: “Hello hello! Money money!”
49
12.15
KIYI GÖRÜNDÜ
Tekrar deniz kıyısındayız. Tarihi
yarımada tarafında tüm kıyı
şeridi boyunca, balık avlayanların
karşısında tersanenin vinçleri
dev oltalarını denize sallamış gibi
duruyor. Haliç’in iki yakasında da
balıkçılar var sanki. Haliç kimseyi
eli boş göndermiyor. Her olta
sallayana her çekişte mutlaka
en az 2-3 istavrit veriyor. Kimisi
orada kurduğu derme çatma
mangalda balıkları pişiriyor,
kimi eve saklıyor.
50
51
12.30
ÖĞLE MOLASI
Cibali’de kısa bir yemek molası
veriyoruz. Ekibin tercihi kokoreç ve köfte.
Yemek boyunca Murat Belge’nin İstanbul
Gezi Rehberi kitabında bahsettiği Haliç’le
ilgili hikâyeleri konuşuyoruz.
Cibali
Bu ad, İstanbul’un fethiyle ilgili
bir efsaneden kalmıştır. Fatih’in
ordusunda Cebe Ali adında
bir derviş varmış. Kuşatma
sırasında elindeki postu denize
atıp üstünde ayakta durmuş.
Yanındaki müritleri de aynı şeyi
yapmış. Böylece, su üstünde
yürüyerek karşı kıyıya varmışlar
ve surlardaki Bizanslı muhafızları
dehşet içinde bırakmışlar. Cebe
Ali’nin mezarı, Muammer Karaca’nın
meşhur ettiği Cibali Karakolu’nun
içindedir (ama Cibali Karakolu
şimdi içerilere, Zeyrek taraflarına
taşınmış).
Murat Belge / İstanbul Gezi Rehberi
52
53
13.00
FENER’E GELİP DE
RUM PATRİKHANESİ’Nİ
ZİYARET ETMEMEK OLMAZ
Oldukça mütevazı bir bina.
Bizimle birlikte birkaç turist
var sadece. 200 yıla yakın
bir süredir kapalı duran ana
kapının önünde güvenlikçilerle
laflıyoruz. Kapının hikâyesini
bir kez de onlardan dinliyoruz.
Yanımızdan bize gülümseyerek
bir papaz geçiyor. Az sonra
kafamızı kaldırdığımızda
o papazı balkonda iPhone’unu
kurcalarken görüyoruz.
54
FENER
55
13.30
FENER
56
Eskiden Moda’da oturuyordum.
Bu sene evimi de, atölyemi de
buralara taşıdım. (...) Buralar çok
keyifli. Bazen Balat’taki evimden
Fener’deki atölyeme yolda keyif
yapmaktan 3 saatte ancak gelebiliyorum. (...) Buralar Moda’dan
daha güvenli geliyor. Ama ilginç,
bir arka sokakta silah sesleri
duyuyorsunuz, polisler devriye
geziyor, bizim sokakta hayat
sessiz sakin ilerliyor. (...)
Balat’a biz gelince binalar daha
değerlenmeye başladı. Bundan
bazıları rahatsız oluyor tabii...
TEPEDEKİ İLGİNÇ BİNA: FENER RUM LİSESİ
Fener’in sırtlarından Haliç’i seyreden Fener Rum
Lisesi’ne doğru tırmanıyoruz. Burası “Kırmızı
Mektep” olarak da anılıyor. 1881 yılında mimar
Dimadis tarafından yapılmış. Osmanlı toprakları
içinde felsefe ve modern fen eğitimi verilen
ilk okulmuş. Halen okulda yalnızca 10 kadar öğrenci
eğitim görüyormuş. Binanın önünde bizimle birlikte
Rum bir turist grubu da fotoğraf çekiyor.
14.00
FENER
58
59
Arsen Lüpen (Arsène Lupin), bir
Fransız roman karakteri. Yazarı
Maurice Leblanc, bu karakteri oluştururken ünlü Fransız
anarşist ve akıllı hırsız Marius
Jacob’dan esinlenmiş. Her zaman
esprili ve kibar olan Arsen Lüpen,
kandan nefret eder, silah kullanmamaya çalışır, jiu jitsu bilir,
iyi rol yapar, iyi nişancıdır.
Daima istediğini elde eder.
Kadınları kendine aşık etmekte
üzerine yoktur, fakat her zaman
bir şekilde onları kaybeder.
Arsen Lüpen, 2004 yılında
yönetmen Jean-Paul Salomé
tarafından yeniden
beyaz perdeye aktarılmıştır.
Film, serinin tüm kitaplarından
kesitler içerir. Peyami Safa,
“Cingöz Recai” isimli karakteri
Lüpen’den etkilenerek
oluşturmuştur.
FENER
Vikipedi
14.30
TENHA BİR SOKAKTA
ARSEN LÜPEN’E RASTLADIK
Yürümeye devam ediyoruz. Birden yıkık dökük
bir binanın yanında hırsızların piri
Arsen Lüpen’i görüyoruz. Sokağın dokusuna
oldukça yapıştırma duran bir posterin üzerinde!
Posterin gizemini çözemiyoruz. Tahminimiz
bir film setinden kalmış olduğu. Ama niye
burada? Kim, ne çekmiş? Ne zaman?
Sorularımızı da alıp yola devam ediyoruz.
60
61
HALİÇ’TE AYAKKABI BOYACILARININ OYUNUNA
GELDİĞİMİZİN RESİMLİ ROMANIDIR
Olaylar göz açıp kapayıncaya
kadar gelişti.
Birine yardım etmenin
gururuyla boyacıya fırçasını
uzattık.
Pamuk ellerimizi cebe attık ve
gak guk ederek istediği
parayı çıkarıp verdik.
62
Parkta yürürken birden
önümüzdeki boyacı fırçasını
düşürdü.
Elimizi uzattığımız boyacı kolumuzu, hatta ayağımızı kaptı ve
“Abi gel, ayakkabını temizleyeyim” diyerek spor ayakkabıyı
cilalamaya başladı.
Boyacılar artlarına bile
bakmadan olay mahallini
hızla terk etti.
Nasıl bir tuzağa düştüğümüzü
anlamadan yere düşen fırçayı
alıp boyacının arkasından
seslendik.
Birden hasta olan çocuğundan
bahsetmeye başladı ve 20 lira
istedi. O sırada sanki bir gerilim
filmi karakteri gibi arkamızda bir
boyacı daha belirdi.
Biz de cilalanmış spor
ayakkabılarla öylece
arkalarından bakakaldık.
Sonradan duyduk ki bu çokça
yapılan bir numaraymış.
63
15.00
BALAT’IN ARKA SOKAKLARINA
DALIYORUZ
1 dakika içinde karşımıza 2 hurdacı
çıkıyor. Biri darbuka satıyor, diğerinin
sattığı tenekeleri çocuklar darbuka
yapıyor. Darbukanın Balat’ın gündelik
hayatındaki yeri üzerine tespitler
yaparak sahile inerken yandaki eve
rastlıyoruz. Sanırız Balat’taki değişime
dair Balat sakinlerinin neler hissettiğini
açık ve net bir şekilde anlatıyor.
BALAT
65
FESHANE
15.30
66
67
16.30
PIERRE LOTI
68
NİHAYET PIERRE LOTI
Epey yürümüşüz. Buradan daha da iyi anlaşılıyor.
Sağ tarafımızda mezarlıkların ardından güneş
batarken karşımızda Haliç benzersiz manzarasıyla
arzıendam ediyor. Dilimize “Sana Dün Bir Tepeden
Baktım Aziz İstanbul” şarkısı takılıyor.
Pierre Loti’nin sanki güneşi batırmak gibi bir
görevi var. Hava kararmaya başlayınca teleferikle
tekrar Haliç kıyısına iniyoruz. Dört tarafı şeffaf
teleferikle mezarlıkların üzerinde ilerlemek
oldukça garip hissetiriyor.
69
HALİÇ YAVAŞ YAVAŞ KARANLIĞA GÖMÜLÜYOR
Akşam ezanı okunuyor. Bir motor kiralayarak Haliç turu yapmaya
karar veriyoruz. Sıkı bir pazarlık yapıp Şükrü Kaptan’la anlaşıyoruz.
1 saat boyunca Haliç’i turlamak için yola çıkıyoruz.
17.00
HALİÇ
70
Azapkapı Camii’nin karşısında,
sebze halinin önünden başlayıp
Haliç’in ortasına kadar arka arkaya,
borda bordaya yanaştırılmış
eski, karanlık, katran kokulu
Laz takalarının buğulu kokusu,
ağırlığı, bitkinliği içinde birbirlerine
sokulmuş, uyumuşlardı, şafakla
birlikte vapur düdükleriyle
uyandılar. Bu eski takalarda
insanlar oturuyorlardı, bekârlar,
gurbetçiler, işsizler. Birbirlerine,
özellikle kadınlara sonsuz saygılı.
Kıyıdaki esrarkeşler, sigara
kaçakçıları, hırsızlar, yankesiciler
buraya giremiyorlardı. Haliç
ne kadar kirliyse bu takalara
sığınmışlar o kadar aydınlıktı.
Yaşar Kemal / Deniz Küstü
71
Haliç’le ilgili
etraftan
duyduğumuz
lüzumlu lüzumsuz
bilgiler:
Bahariye
Adaları’na yabani
tavşanlar ve
kazlar ev sahipliği
yapıyor.
4 Ocak 1755’te
Haliç’in tamamen
donduğu söyleniyor.
72
Haliç’in ortasındaki
adacıklara “Bahariye
Adaları” deniyor.
Lumiére Kardeşler
kamerayla kaydırma
hareketini dünyada
ikinci kez Haliç’te çektikleri
Haliç Manzarası adlı kısa
filmde kullanıyor.
73
17.30
Ardımızda altın rengi bir güneş batarken
Haliç’in altındaki altınları konuşuyoruz.
74
75
18.45
SANTRALİSTANBUL
76
77
BİRAZ DA SERGİ GEZELİM
1910-2010 Kent, Yapılı Çevre ve Mimarlık Kültürü Sergisi’ni geziyoruz.
Santralistanbul’daki sergi, İstanbul’un son yüzyıl içindeki mimari değişimini
fotoğraflar, çizimler ve belgelerle çok etkili bir şekilde anlatıyor. Haliç’in büyük
yangınlar sonrasında yaşadığı dönüşüm inanılmaz. Adım adım dolaştığımız
yerlerin 100 yıl önceki hallerini görmek ilginç.
19.30
SANTRALİSTANBUL
78
79
HALİÇ TARAFINDAKİ KALEYE
YOĞUN ATAKLAR
Santralistanbul’da akşam
yemeğimizi de yiyip (bugün
ne çok yedik) Koç Müzesi’ne doğru
ilerliyoruz. Bu saatte sokaklarda
in cin top oynar diye düşünürken
karşımıza gecenin karanlığında
halı saha maçı yapanlar çıkıyor.
Bizim fotoğraf çektiğimizi gören
defans duvara, forvet rüzgâra,
kaleci pantere dönüşüyor.
23.00
HALICIOĞLU
80
81
GECE YARISI MÜZE ZİYARETİ
Koç Müzesi kapalı ama güvenlikçilere gezimizin nedenini
anlatınca bizi içeri alıyorlar. Eskiden “Haliç” kokan
bu bölge artık tarih kokuyor. Koşarak, karanlığın içinde
her an gökyüzüne doğru fırlayacakmış gibi duran uçakların
yanına gidiyoruz. Sonra eski arabalara göz atarken
müzenin barı Barbarossa’yı fark ediyoruz.
24.00
KOÇ MÜZESİ
82
83
01.00
Koç Müzesi’nin, müdavimleri
ne zaman giderse o zaman
kapanan barındayız:
Barbarossa... İçeride birkaç
müşteri var. Barmen Murat barın
arkasından müşterilere sataşıp
duruyor. Elimizdeki fotoğraf
makinelerini görünce koyu bir
muhabbete başlıyor.
BARBAROSSA
84
10 yıldır burada çalışıyorum. Haliç’te
çalışmanın önemini çok sonradan
fark ettim. Kimse burnunun dibindekini
görmez. (...) Amerikalılar geliyor ellerinde
haritayla, “Golden Horn” diyorlar.
Buradan bir adamı çevirip “Golden Horn”u
sorsan karşıdaki birahaneyi gösterir. (...)
Kıymetini bilmiyoruz bu hazinenin.
Thames Nehri’yle Haliç’in yoğunluğu
aynıymış. Orada dünyaca ünlü
kürek yarışı yapılırken neden Haliç’te
yapılmaz ki?
60 yıldır Hasköylüyüz. Aslen Rizeliyiz. (...) Çocukluğumda burada dere olduğunu
hayal meyal hatırlıyorum. Şimdi Dereiçi diyorlar ama ortada dere mere yok tabii.
(...) Buralar raspa denilen, gemilerin ziftlenme yeriydi. Eskiden geceleri cam açamazdık
kokudan. O eski Haliç’ten eser yok şimdi. (...) Eskiden herkesin bir lakabı vardı.
Mesela Patrik Hasan. Karşı kıyıdaki patrik gelirdi ara sıra bu yakaya. Cebinde
şekerlerle. Hasan’a cebindeki şekerlerden verirdi her seferinde, Patrik Hasan kaldı adı öyle.
Barın müdavimlerinden Mustafa Bey muhabbetimizi
duyunca yanımıza gelip anlatmaya başlıyor:
86
87
02.00
UYKUDAN ÖNCE UYKULUK ZAMANI
Daha 24 saati dolduramadık ama ekipte uyku
emareleri başlıyor. Organizasyon şart. Sütlüce’ye
gelip de uykuluk yemezsek olmaz. Sadrazam
Mahmut’un yerine girip hemen uykuluk siparişi veriyoruz. Mekânın sahibi Ilgın Bey fotoğraf makinelerimizi
görünce geliyor masamıza. Bir yanda mangalda pişen
uykulukların, bir yanda sacda pişen özel bulgur pilavının
kokusu eşliğinde koyu bir sohbete dalıyoruz. Mekânın
şöhreti malum, biraz da sahibinden dinliyoruz.
SÜTLÜCE
88
Şu an Haliç Kongre Merkezi’nin bulunduğu
Sütlüce Mezbahası’nın yanında açmıştık ilk
dükkânı. Sütlüce Mezbahası kapanınca buraya
taşındık. Şu dükkândan azıcık da olsa Haliç’i
görmek bize yetiyor. (...) Haliç yeni keşfediliyor,
biz Haliç’te köpek leşleri yüzerken, işkembeler
yüzerken buradaydık. (...) Haliç’in bizim
için anlamı büyük. Ablam vefat ettiğinde
ne yaptım ne ettim, Eyüp’te mezar yeri buldum.
(...) Haliç’te en büyük hayalim, bir zamanlar
Pierre Loti’nin yaptığı gibi tepedeki kahvenin
orada bir duble rakımı kavunla birlikte içmek.
89
04.00
EZGER
SİNAGOGU
90
ESKİ SİNAGOG, YENİ KAFE
Eski bir sinagog (Ezger Sinagogu)
olan Safiye Sultan Kafe’ye
rastlıyoruz. Burası yıkık dökük
bir binayken 2001 yılında restore
edilmiş. Sonrasında kafe olmuş.
Kalın duvarlara bakarak
kahvelerimizi içerken fonda
Yeni Türkü’den Yedikule çalıyor.
Tesadüf mü? Bilmiyoruz.
91
04.30
HASKÖY
KASIMPAŞA’YA DOĞRU
BOŞ CADDELERDE YÜRÜYORUZ
Başımıza hiçbir şey gelmiyor.
92
93
05.00
KASIMPAŞA
94
SON DURAĞIMIZ: DENİZ TAKSİ
Deniz Taksi bizim ajans olarak da çalıştığımız durak.
Bizi görünce hemen buyur ediyorlar. Deniz Taksi
(kendilerinin söylediğine göre) İstanbul’un en eski
taksi durağıymış (1968). Çay ikram ediyorlar,
uykumuz yine açılıyor, hemen sıcak bir muhabbete
başlıyoruz.
Siz iyi günlerinde geldiniz buranın. Burnunda mandalla gezerdin
buralarda. Kasımpaşa bir ailedir. Burada doğdum, büyüdüm.
Haliç’te denize bile girdim küçükken... 1 sene Kadıköy’e gittim,
dayanamadım, geri geldim. Biz burada toprakla bir olmuşuz.
Burada hayat durmaz! Canın
ne istedi? Tatlı mı? Eğlence mi?
Namaz mı? Çık, bulursun.
24 saat yaşar burası.
Az önce bir aileyi Halkalı’ya
götürdüm. Evini bulamadı
adam. Evler hep aynı oralarda.
Kasımpaşa öyle değil.
Ama hiçbir şeyin değerini bilmiyoruz. Eski
tarihi binaları yıktık, yerine ev yaptık! Tarihi
komple harcadık. Kazdıkça Bizans kanalları
çıkardı buralardan. Şimdi şimdi sahip çıkılıyor.
Haliç’in yeni sakinleri canlandırdı buraları.
95
05.30
KASIMPAŞA
96
SON DÜZLÜKTEYİZ
Kalan son enerjimizle yorgun argın
Tuzambarı’na doğru yürüyoruz.
Gökyüzü aydınlanmaya başlıyor.
Tüm şehir hâlâ uykuda.
Yanımızdan şehri güne hazırlayan bir
çöp kamyonu geçiyor.
97
06.00
KASIMPAŞA
DÖNÜP DOLAŞIP AYNI YERE GELİYORUZ: TUZAMBARI’NA
24 saatlik 360 derece Haliç turumuz sona eriyor. Aynı saatte aynı yerdeyiz. Balıkçısından
bozacısına, heykeltıraşından delisine birçok yeni insan, papağandan martıya birçok hayvan
girdi hayatımıza (Çay içen köpeği de unutmamalı). Hazırlanacak bir kitabımız, anlatacak
bir dolu öykümüz, bir o kadar da uykumuz var. Yeni bir güne uyanan Haliç’i geride bırakıyor,
sessiz sedasız evlere dağılıyoruz.
98
99
Yazılar: Arda Erdik, Kurtcebe Turgul
Tasarım: Barış Sarhan, Esma Suna Erdoğan
Fotoğraf: Gülüm İmrat
İllüstrasyon: Caner Atakul, Murat Kalkavan
Grafik Uygulama: Derya Bolluk, Orhan Öztürk
e-kitap Uygulama: Tolga Toykoç
Organizasyon: Gürgel Özver
Düzelti: Banu Yantur
2010, İstanbul
100