EDEBİYAT / Musa TEKTAŞ Dervişliğin Hakikati “Dervişlik, Allahu Teâlâ’nın rızasına talip olurken kalp kırmamak, gönül kazanmaktır. Gönlünü Allah sevgisiyle doldurmak ve her türlü işini bu sevgilinin rızasına uygun yapmaktır. Hâl böyle olunca kendine yol gösteren mürşidini canından çok seven, onun terbiyesini gözetleyen, tavsiyelerine uyarak hayatına ona göre yön verenlere ancak derviş denir.” M aneviyat ocakları olan tasavvuf merkezlerinin Anadolu dervişliğinin oluşumundaki katkıları çok fazladır. Maneviyatına düşkün olan Anadolu insanı, bilge ârif kimselere daima kucak açmıştır. Özellikle Mevlâna, Somuncu Baba, Hacı Bayram-ı Velî, Niyazî-i Mısrî gibi yüce şahsiyetlerin etraflarında kümelenen toplumun ahlâk yapısının oluşmasındaki etkileri çok fazladır. Derviş, tasavvufî terbiye ile hakikate talip olan kimse demektir. Allahu Teâlâ’dan başka her şeyi gönlünden çıkaran, Kur’an ve sünnete uyan; mürşidinin emirlerine itaat ederek gönlünü yalnız Allahu Teâlâ’ya bağlayan; içini ve dışını güzel huylarla süslemeye gayret gösteren kişidir. Derviş olan kendi kusurlarıyla meşgul olur, başkalarının kusurlarına bakmaz. Kendini hiç kimseden üstün bilmez. Dost, düşman, herkesi güler yüz ve tatlı dil ile karşılar, hiç kimse ile münakaşa etmez. Manevî yakınlığa talip olan, bu dünyada garip kalan bir kişidir. Azerbaycanlı bilge Hacı Ferhat Mirza’nın tespitiyle: “Türk dünyasının en zirve bilge kişisi” olan Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri özel arşivindeki bir notunda şöyle buyurur: Derviş olan bu âleme garip gelir garip gider Dervişlik sözü âdeme garip gelir garip gider1 32 ŞUBAT 2014 Dervişlik, Allahu Teâlâ’nın rızasına talip olurken kalp kırmamak, gönül kazanmaktır. Gönlünü Allah sevgisiyle doldurmak ve her türlü işini bu sevgilinin rızasına uygun yapmaktır. Hâl böyle olunca kendine yol gösteren mürşidini canından çok seven, onun terbiyesini gözetleyen, tavsiyelerine uyarak hayatına ona göre yön verenlere ancak derviş denir. Derviş; dünya sevgisini kalbinden söküp atmış, canını, malını, Allah’ın rızası için ortaya koymuş fedakâr kimsedir. Kendisine ihsan edilen her türlü hizmeti kendine nimet bilen, kibirden uzak, tevazu ile yaşayan, güzel ahlâkıyla etrafına örnek olan kişidir. Bazıları onu garip olarak görse de aslında o manevî yakınlık kesbetmiş, eşyanın hakikat sırrını keşfetme yolcusudur. Dervişin Tasavvufî Eğitimi Tasavvuf; nefsin ıslahını, terbiye metotları ile yeniden inşasını hedefler. Nefsi, emmârelikten sırasıyla levvâme, mülhime, mutmainne, râziye, marziyye ve kâmile mertebelerine getirmeye özen gösterir. Nefsi okşamanın, nefs hazlarını doyurmanın değil nefsin arzularını kırmanın çabasını güder. O nedenle tasavvufî eğitim alan bir derviş mütevazı, sabırlı, dengeli, paylaşım sahibi, mütevekkil, vefalı, sadık, sorumluluklarının bilincinde ve hayatı aşkla yaşamaya taliptir. O; korkularını, açgözlülüğünü, şehevî arzularını, törpülemiştir. Meşâyih-i kiram, müridânını vuslata ermeye, vahdet şarabını içmeye davet eder. Varlık gerçekte tektir. Her şey Bir’den tecelli ettiğinden, Hakk’ın dışındaki her şey izâfîdir. Hakikat sabittir, değişmez ve evrenseldir. Bu yüzden içtedir. Hakikatler içten dışa doğru tezahür eder. Mânen Allah’la beraber olan gönül, ağyârdan ayrılmış; Hakk’ın zikrine koyulan zihin, Allah’ı tefekküre koyulmuş; kısaca Allah’tan geldiğini idrak eden ruh, içteki hakikate erme yolculuğundadır. Tasavvufî eğitimle dervişler, birbirini anlama duygusuna sahip olur, nefislerini ortak bir potada eritir, başkalarını sevmeyi, acıları paylaşmayı, sevince ortak olmayı ve sükûnete ermeyi öğrenirler. Tilâvet, salâvat, semâ’, devrân, zikir, tesbihât, evrâd ve mûsiki ile yoğun bir şekilde duygusal ve ruhsal hâller yaşayan derviş veya muhibbanın içe bakışı, derin tefekkürü, bilinçaltını algılaması, kendini aşması ve hakikatin kaynağına ermesi sağlanır. Asla umuttan yoksun kalmayan derviş Hakk’a vuslatın özlemi ile hayat sürer. Tasavvuf yolundaki yolculuğu ile derviş her şeyden önce iç benliğini değiştirmeye çalışır. Dervişin yegâne görevi, benlik duygusunu kırmaktır. Bu amaca ulaştıktan sonra onun arayışı sona erer. Arayanların eli, zihni ve kurguları boştur. Onlar bir yönden var, bir yönden yok mesabesindedirler.2 Hakikati Bulanlar Arama sürecindeki derviş “ben”i terk etmiştir. Yunus Emre’nin “Bir ben vardır bende benden içeru” ifadesindeki “ben” tasavvufî bakışta içeridedir. Söz dışarıdadır, insanın hakikati de içeridedir. Hulûsi Efendi Hazretleri bu konuda dervişe şöyle sesleniyor: Dervîş ….. Hakk’ı kendinde bulmaz mısın Bu gafletten ayılıp kendine gelmez misin Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu Rabbini bilmek için nefsini bilmez misin3 Marifet; Allah’ın zâtını, sıfatlarını, ulûhiyetini, kudretini ve hikmetlerini hakk’al-yakîn derecesinde bir bilgi ve duygu ile görüp tanıyabilmek anlamındadır. Ve böylece insanın, kendi kulluğunu içtenlikle duyması ve bunu kalben yaşamasıdır. Yine Arapçada ve dilimizdeki, “Men arefe nefsehû fe kad arefe Rabbehû/Kim nefsini (kendini) bilirse, Rabbini bilir.” sözü de çok meşhurdur. Ârif, Allah’a manen yakındır ve imanı da yakîn halindedir. İmamı Gazalî, insanlardaki imanın üç derecede olabileceğini söyler: Avam tabakasının imanı ki, daha çok taklitten ibarettir. Güvenilir bir kimseden, mesela, falancanın evde olduğunu duymak ve buna inanmak gibi. somuncubaba 33 tevhid âlimidir. Fakat onu gönlünde duyan, her şeyi Allah’a bağlayan ve onu mutlak fail bilen kimse, ancak ârif insandır.4 İnsanın içinin zenginleşmesi de onu yetiştirecek bir Allah dostu ile mümkündür. Terbiye mektebine girer, ondan istifade ederse, artık o da mertebesini yükseltir. Kelamcıların imanı ki bu da bir nevi delil ve istidlâl ile karışık olan bir imandır. O adamın içeriden sesini duymak suretiyle orada olduğuna inanmak gibi. Sonuncusu âriflerin imanıdır ki, yakîn nuru ile müşahede edilen bir inançtır. İçeride bizzat adamın kendisini görerek inanmak gibi. İmanın en kuvvetlisi de işte budur. Ve insan için nihaî gaye de bu olmalıdır. İşte ârif kişi bu hedefe ulaşandır. Yani nefsi, nefesi ve hâli ile Allah yolunda olandır. Terbiye Mektebindeki Derviş Hoca Ubeydullah Hazretleri der ki: “İlim ikidir. Verâset ilmi ve ledün ilmi. Veraset ilmi çalışmakla elde edilen, ledün ilmi ise ilâhî olarak verilen ilimdir. Ve bunlar başka başka şeylerdir. Mesela, dilbilgisi ilmini bilene dilbilgisi âlimi denir, fakat dilbilgisi ârifi denilemez. Ama ârif kişi, nahiv kaidelerini yerinde kullanırsa o zaman sıfatını göstermiş ve nahvin arifi olduğunu belirtmiş olur. Tevhid ilmi için de aynı şey söz konusudur. Tevhidi ve şeriata uygun olarak Allah’ın zâtını, fiillerini ve sıfatlarını tecrit ve tenzih ile (noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu) bildiren kimse 34 ŞUBAT 2014 Peki, Allah dostu kimdir? Mesnevî’de Allah dostu şöyle tarif edilir: “Allah tarafından vahiy ve cevaba nail olan kişi, her ne buyurursa o buyruk doğrunun ta kendisidir. Senin cüz’î aklın onun küllî aklı vasıtasıyla küllî olur. Çünkü akl-ı kül, nefse vurulmuş zincir gibidir. Her devirde peygamber yerine bir veli vardır; bu sınama kıyamete kadar daimidir. Tane arayana tane tuzaktır. Fakat Süleyman arayan hem Süleyman’ı bulur, hem taneyi elde eder. Ustaya müracaat etmeksizin bir sanat tutan kişi, şehirde de alay konusu olur, köyde de! Olmayacak şey onların himmetiyle olur. Halkın aynada gördüğünü pîr, pişmemiş kerpiçte görür.” Hulûsi Efendi Hazretleri bu hususta şöyle buyuruyor: Her ateşe can atıp da yanma Her dervişi derviş olur sanma Her nâkısa dil verip inanma Git gör ki ne kâmil ne kâmil Git gör ki o ârifi ne ârif5 Yukarıda iki beytini verdiğimiz dervişin vasıflarını belirten manzumenin son beyti ise şöyledir: Yokuş değil düzdürür hakikatin yolları Düzgün işler işleyip bu yola gelmez misin İnsanlar mürşidleri, şeyhleri değerlendirirken onlardaki büyüklüğü kerametle ölçmeye kalkışırlar. Güya keramet gösteren şeyh büyüktür. Bununla ilgili bir hikâyeye bakalım: Bir gün müridleri Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinden keramet istemişlerdi. Buyurdular ki: Bizim kerametimiz açıktır. İşte bakınız; omuzlarımızdaki bunca günah yüküne rağmen ayakta durabiliyor ve yeryüzünde yürüyebiliyoruz. Bundan daha büyük keramet mi olur?..” Ardından tasavvufta mühim olan hususun keramet değil, istikâmet olduğunu bir kez daha hatırlatarak şöyle buyurdular: Bir kimse bir bahçeye girse ve orada her ağacın yaprak yaprak dile gelip, “Ey Allah’ın velîsi merhaba!” diye seslendiğini duysa, zâhiren de bâtınen de bu sese asla iltifat etmemeli! Bilâkis kulluktaki gayret ve azmi daha da ziyadeleşmelidir.” Bunun üzerine bazı müridleri: Efendim, ne kadar üzerini örtseniz de sizden de zaman zaman keramet zâhir olmakta, dediler. O büyük tevazu âbidesi: O müşâhede ettikleriniz, müridlerimin kerametleridir, buyurdu. Dervişin İç Âlemi O halde Yunus Emre’nin dediği gibi insan denmeye layık tarafımız mânâ tarafımızdır: Bu âdem dedikleri el ayakla baş değil Âdem mânâya derler suret ile kaş değil Mevlânâ da diyor ki; “İnsanlık merdiveninin en alt basamağında bulunanla en üstünde bulunanı sırf isimleri insan olduğu ve bedenen benzeştikleri için bir tutmak mümkün değildir.” Dervişlik, iç âlemin bezenmesiyle mümkündür, dış görünüşle dervişlik olmaz. Hulûsi Efendi (k.s.) bu gerçeğe şöyle işaret buyuruyor: Hulûsi Efendi Hazretleri de der ki, “İnsanın kılığına kıyafetine bakarak onun kemal mertebesini tayin etmek doğru değildir. Onun; içine, manasına bakarak insanlığını ölçebilirsiniz.” Kılık kıyafet ile âdem âdem olmaz Bir ulu kimseden el almayınca6 (Kendinde bir şey olmadığı halde cübbe, sarık gibi bazı kıyafetlerle insan olunmaz. Ancak kâmil bir Allah dostunun terbiyesinden geçmek gerekir.) Yeryüzündeki insan hayatının anlamını öğrenip keşfetmek, sırlarına vakıf olmak, Allah dostluğunu kazanmak ancak hakiki dervişlikle olur. Dış görüşten çok iç âlemin büyüklere uygun olması gerekir. Hazretin kelamıyla yazımızı bağlayalım: Hacı Bektaş Veli’nin meşhur “Dervişlik hırkada tacda değildir” mısraıyla dervişliğin, daha geniş anlamıyla insanlığın kılık kıyafetle değerlendirilemeyeceğine işaret eder. 16. yüzyılın şairler sultanı Bâkî, bir beyitte şöyle diyor: Şeref vermez dür ü güher kemâl olmaz zer ü ziver Hüner kesb et hüner bahr-i fazîlet kân-ı irfân ol (İnci, cevher sahibi olmak kişiye şeref vermez. Altın ve süs, olgunluk getirmez. Hüner sahibi olmaya bak. Fazilet denizi ve irfan madeni ol.) Ne sakal ile bu iş Ne makal ile bu iş Sûfî Hakk’ı anlamak Mutlak ki hâl ile bu iş7 Dipnot 1. H. Hulûsi Ateş Efendi Şeyhzadeoğlu Özel Arşivi, No: 84 2. Kadir Özköse, Dervişin Günlüğü, s.237-238, Ensar Yay., 2008. 3. H. Hulûsi Ateş Efendi Şeyhzadeoğlu Özel Arşivi, No: 770 4. Ekrem Sağıroğlu, Altınoluk, Sayı: 245, Temmuz 2006, s. 52. 5. H. Hulûsi Ateş Efendi Şeyhzadeoğlu Özel Arşivi, No: 012. 6. Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş, Mektûbât-ı Hulûsî-i Dârendevî, s. 292. Nasihat Yay, 2006. 7. H. Hulûsi Ateş Efendi Şeyhzadeoğlu Özel Arşivi, No: 751. somuncubaba 35
© Copyright 2024 Paperzz