İSLAM VE RİBA1 A. RİBA’NIN TARİFİ 1. Sözlükte Riba’nın Anlamı Riba, sözlükte herhangi bir fazlalık anlamına gelir. Bir şeyin kendinde olan fazlalığa veya bir şeyin diğer şeylere oranla fazlalığına “riba” denir. Allah (c.c): “Biz yeryüzüne yağmur yağdırdığımız zaman toprak harekete geçer ve kabarır” 2 buyurmuştur. Bu âyet-i kerîme’de toprağın yükselmesi ve kabarması, toprağın kendisinde olan bir fazlalıktır. Bu fazlalık “riba” kökünden gelen “rabet” kelimesi ile ifade edilmiştir. Diğer bir âyet-i kerîme’de Allah (c.c.): “Bir ümmet diğer bir ümmetten daha çok olduğu için...”3 buyurmuştur. Bu ayette geçen ve riba ile aynı kökten gelen “erba” kelimesi, bir ümmetin diğer ümmete göre adedinin daha fazla olduğu anlamında kullanılmıştır ve nısbî bir fazlalığı ifade eder. 2. İslam Hukuku’nda Riba’nın Tanımı Ribanın en açık tanımını Hanefi ve Şafii âlimler yapmıştır. Hanefiler ribayı; satışta karşılığı olmayan fazlalık olarak tarif etmişlerdir. Diğer bir ifade ile “ribel-fadl4”ı; şer'î ölçülere göre satış akdinde şart koşulan fazla mal olarak, “ribe'n-nesîe5”yi de; vadenin geçmesiyle borca eklenen mal olarak tarif etmişlerdir.6 Şafiî'ler ise, satış esnasında şer'î ölçülere göre eşitliği belli olmayan bir şey karşılığında diğer bir şeyi satın almayı veya her iki bedelin yahut da birinin vadeli satılması olarak tarif etmişlerdir. Bu tarifin birinci bölümü ile mezheplerine göre “ribe'lfadl”ı; ikinci bölümü ile de “ribe’n-nesîe”yi ve “ribe'l-yed 7 ”i kastetmişlerdir. 8 El-Askalânî riba’nın; “ribe'l-fadl”, “ribe’l-yed” ve “ribe’n-nesîe” olmak üzere üç çeşit olduğunu söyler. Ribe’l-Fadl, biri fazla olmak kaydıyla riba maddelerinden, aynı cinsten iki şeyin satışıdır. Ribe’lyed, bedellerden biri veya her ikisinin teslim alınmasının (kabz) geciktirilmesi; ribe'n-nesîe ise vadeli satıştır”. 9 Diğer mezhepler de ribayı aşağı yukarı Hanefî’ler ve Şafiî’ler gibi tarif etmişlerdir. 1 Mahmut Arif Vehbe, Mecelletü’l-Müslim El-Muasır, sayı 24, c. 5, s. 105-155, Ekim-Kasım-Aralık, Beyrut, 1980; Tercüme: Ahmet Arpa, Ankara, 1989. 2 Hac 22/5; Fussilet 41/39. 3 Nahl 16/92. 4 Ribe’l-Fadl: Fazlalık ribası. 5 Ribe’n-Nesîe: Vade ribası. 6 Kâsânî, Bedâiu's-Sanâî, c. 5, s. 258. 7 Ribe'l-Yed: El ribası. 8 Tâcuddîn es-Subkî, Tekmiletü'l-Mecmû', Şerhu'l Mühezzeb, c. 1, s. 25. 9 El-Askalânî, Şerhu’l-Buhârî, c. 3, s. 22. 1 B. CAHİLİYE DEVRİNDE RİBA 1. Cahiliye Devrinde Riba Çeşitleri Kur’ân-ı Kerîm nazil olmaya başladığı zaman Araplarda cahiliye devrinden kalma üç çeşit riba vardı. Belli bir zamana kadar borç para verilir, daha fazla ödenmesi şart koşulurdu. Cahiliye devrinde en meşhur riba şekli budur. Vade dolduğu zaman alacaklı borçluya: “Ya öde, ya artır!” derdi. Bu cümle, cahiliye devrindeki ribanın, âlimler dilinde özel ismi olmuştur. Öyle ki, riba işlemi yapılırken riba yerine bu cümleyi kullanırlardı.10 İkinci şekil ise vadeli satışla ilgiliydi. Yani bazı satışlar veresiye yapılıyordu. Cahiliye devrinde çoğunlukla borçlanmalar bu şekilde oluyordu. Riba yoluyla belli bir zamana kadar borçlanan kişilerin tamamı sıkıntı içinde olan muhtaç kişilerdi. Bu insanlar muhtaç oldukları yiyecekleri ve diğer zaruri maddeleri veresiye satın alırlar ve borçlanırlardı. Borçlarının esasını bu paralar teşkil ederdi.11 Bu iki çeşit cahiliye ribasını kitaplar geniş olarak anlatmaktadırlar. Birinci çeşit riba hakkında Fahruddîn Râzî şöyle demektedir: “O devrin insanları birine mal verir ve borçlandırırlardı. Her ay borçludan, şart koştukları belli bir miktar mal alırlar ve ana mal olduğu gibi kalır, ödenmiş olmazdı. Vade dolunca alacaklılar, borçludan anamalı isterlerdi. Şayet borçlu anamalı ödeyemez ise, hem vadeyi uzatırlar, hem de taksitleri artırırlardı. Cahiliye devrinde uygulanan riba budur.”12 Cessas şöyle demektedir; “Araplar, belli bir zamana kadar borç para verirler, alınan borca taraflar kendi rızalarıyla belli bir miktar daha eklerlerdi. Araplarda bilinen en meşhur riba budur. Borç verilen malda şart koşulan fazlalık ribadır. Çünkü borç veren, bu fazlalığı karşılıksız olarak almaktadır.” Cessas başka bir yerde de şöyle demektedir; “Bildiğimize göre cahiliye devrinde fazla almak kaydıyla vadeli borç veriliyordu. Burada alınan fazlalık ribadır. Çünkü karşılığı yoktur.”13 Suyûtî, veresiye satıştan meydana gelen ribayı anlatırken Mücahid'den şöyle bir nakil yapmıştır: “Cahiliye devrinde Araplar veresiye satış yaparlardı. Vade dolunca borçlular borçlarını artırırlar, alacaklılar da vadeyi uzatırlardı.”14 Saîd b. Cübeyr der ki; borçlu, borcunun vadesi dolunca alacaklıya: “Vadeyi uzat, alacağını artırayım” der. Bunu yaptıktan sonra kendilerine: “Bu yaptığınız ribadır,” denilince onlar: “Başlangıçta pahalı satmak ile borcun vadesi dolduğu zamanki artırma arasında hiçbir fark yoktur,” derlerdi.15 10 İbnü'l Kayyim, İ'lamü'l-Muvakkı’în, c.1, s.201. Fahruddîn-i Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, c.2, s.360, Tefsîru'l-Âlûsî, c. 3, s.48, c. 4, s.55. 12 Fahruddîn-i Râzî, a.g.e., c.2, s.357. 13 El-Cessâs, Ahkâmu'l Kur'ân, c.1, s. 465-467. 14 Celâlüddîn es-Suyûti, ed-Dürrü'l Mensur fi’t-Tefsîr-i bi'l-Me'sûr, c.2, s.71. 15 Celalüddın Es-Suyûtî, a.g.e., c.1, s.365. 11 2 Taberî de Katâde’den şöyle nakletmiştir: “Cahiliye devrinde bir kimse vadeli bir satış yapar, vade dolunca borçlu borcunu ödeyemez ise alacağını artırır ve vadeyi uzatırdı.”16 Cahiliye devrinde üçüncü bir riba şekli daha vardır ki Araplar, bunun riba olduğunu bilmezler ve daha fazla gelir elde etmek için satış veya sarf esnasında aynı cinsten olan iki bedelin birisini vadeli yaparlardı. Mesela; altını altın veya gümüşü gümüş karşılığında veresiye satmak gibi… Araplar gümüşü gümüşle, altını altınla vadeli olarak satmanın riba olduğunu bilmiyorlardı. Hâlbuki bu, İslam Hukukuna göre ribadır. Cessas işte bunun riba olduğuna işaret etmektedir.17 2. Cahiliye Devrinde Uygulanan Ribanın Özellikleri Bu devirde çoğunlukla taksitli borçlanma ile yapılan iki şekil riba uygulanıyordu. Vadeli olarak borç verilir, vadesi karşılığında bu borç artırılırdı. Bu birinci şekildir. İkinci şekilde de aynı cinsten olan riba maddelerinin veresiye satışları yapılırdı. Riba; ölçek ile ölçülen, tartılan, metre ile ölçülen veya sayılan maddelerde söz konusudur. Zeyd'den 18 rivayet edildiğine göre, cahiliye devrinde uygulanan riba, katlanabilir maddelerle, hayvanların yaşlarında söz konusuydu. Mesela bir kişi, bir deve borçlanmış ve vadesi de dolmuş ise alacaklı ondan borcunu ödemesini veya artırmasını isterdi. Borçlu imkânı varsa borcunu öderdi. Ödeyemez ise borçlu bulunduğu hayvanın yaşını bir yaş daha artırırdı. Mesela, bir yaşında bir deve borçlanmışsa, ikinci sene borcu iki yaşında bir deve olurdu. Şayet müteakip senelerde de borcunu ödeyemez ise, her sene bir yaş artırarak borcu üç yaşında veya dört yaşında bir deve olurdu. Para borcu olan kişi borcunu ödeyemez ise, bir sene sonra bu borç ikiye katlanırdı. Mesela, borç 100 lira ise, ikinci sene 200 lira olur; ikinci senede de ödeyememiş ise 400 lira olurdu. Bu durumda borçlu borcunu ödemek veya bu şekilde artırmak zorundaydı. C. KUR'AN VE RİBA Kur'an-ı Kerim, cahiliye devrine ait birçok işlemi kaldırmıştır. Bunlar içerisinde en çok ribayı yermiştir. En çok tehdit edilenler ribacılardır. Kur’an-ı Kerîm’in meseleyi bu şekilde ele almasında sayısız hikmetler vardır. Cahiliye devrindeki ribanın zararları öteki işlemlerin zararlarıyla karşılaştırılamayacak kadar fazladır. Çağımızda da böyledir. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’in riba düzenine karşı açtığı bu savaşın sebep ve hikmetlerini günümüz insanlarının hayatındaki feci durumuna baktığımız zaman anlayabiliriz. Kur’an-ı Kerim riba konusunu eğitici ve öğretici bir metotla ele almıştır. Zaten Kur’an-ı Kerim bir takım kötülükler ile mücadele ederken insan topluluklarının durumunu göz önünde bulundurarak o kötülüklerin kökünü yavaş yavaş zaman içerisinde kazımıştır. Riba ile mücadelede de aynı metodu takip etmiş, şiddet kullanmamış ve bir anda da yasak etmemiştir. Aksine gittikçe artan bir dozla ıslah edici bir yol takip etmiş ve en üst düzeye ulaşmıştır. İslam geldiği zaman Araplar arasında yaygın olan riba bir defada yasak edilmiş olsaydı, Arap 16 İbn-i Cerîri’t-Taberî, Tefsîru'l-Kur'ân el-Müsemma bi Câmii’l-Beyan, c.3, s.67. El-Cessas, a.g.e., c.l, s.464. 18 İbn-i Ceriri't-Taberî, a.g.e., c.4, s.59. 17 3 kabilelerindeki sosyal ve ekonomik hayat şiddetli bir sarsıntı geçirebilirdi. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim ribayı aşamalı olarak yasak etmiştir. Zira insanlar ruhen hazır olmadıkları, uyum sağlamaları zor olan kesin hükümlerle karşılaştıkları zaman şaşırabilirler ve şüpheye düşebilirler. Nihai hükmün kabul edilebilmesi için insanları hazırlayacak şekilde yavaş yavaş, kademeli olarak ve yumuşak hareket etmek gerekir. Böylece insanların bu hükme karşı çıkmaları ve reaksiyon göstermeleri önlenmiş olur. Kur’an-ı Kerim’de riba dört yerde geçmektedir. Bunlardan biri Mekke’de, diğerleri de Medine’de nazil olan ayetler arasında yer almıştır. Kur’an-ı Kerim, bu dört yerde ribayı yasaklamasında takip ettiği dört aşamayı bize göstermektedir. Birinci Aşama: Bu bir hazırlık aşamasıdır. İnsanlar, zihinsel ve psikolojik olarak ileride ribanın yasaklanacağı fikrine hazırlanmıştır. Allah (c.c) şöyle buyurur: “Ey zenginler! Artırmak için ribaya vermiş olduğunuz mallarınız, Allah katında artmaz. Allah rızasını kazanmak amacıyla zekât olarak vermiş olduğunuz mallara gelince, bu malları verenler mutlaka kat kat ecir ve sevap alacaklardır.”19 Görülüyor ki bu âyet-i kerîme’de riba yasak edilmemiş, ribacılara azap edileceğine dair bir tehditte de bulunulmamıştır. Tefsircilerin aktardığına göre, bazı kişiler mallarını artırmak için zenginlere hediye verirlerdi ve bu hediyenin kat kat fazlası kendilerine tekrar geri gelirdi.20 Allah Teâlâ mal artırmanın meşru ve doğru yolunun bu olmadığını açıklamış aynı zamanda kazanmanın meşru ve doğru yolunu da göstermiştir. Bu yol zekât vermektir. Kişi sırf Allah rızası için kuldan karşılık beklemeden malının zekâtını verir. Allah da manevi yönden onun malını artırır. Yani ona ecir ve sevap verir. Bu aşamada sadece irşat edilmiş, ribacıların ecir sevaptan mahrum kalacağı anlatılmıştır. Bununla birlikte ribacılara azap edileceği bildirilmemiştir. Riba ile zekâtın karşılaştırması yapılmış, arasındaki fark izah edilmiş, aklı başında olan insanların uyarılması için bu kadarı yeterli görülmüştür. Böylece İslam dininin riba konusunda ileride ağırlık vereceği taraf ve yöneleceği istikamet de gösterilmiştir. İkinci Aşama: Henüz bu aşamada Kur’ân-ı Kerîm, Müslümanlara ribayı doğrudan yasak etmemiş onlara ribayı kötü göstermeye çalışmış, bunun için de dolaylı olarak irşat ve yönlendirme metodunu takip etmiş ve geçmiş ümmetlere ait öğretici ve eğitici kıssaları anlatmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur: “Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu halde riba almaları, insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helal kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık”.21 19 Rum 3/39. Seyyit Kutup, Tefsîru Âyâti'r-Riba, s. 65, Beyrut, 1975. 21 Nisâ 4/l60,161. 20 4 Kendilerine haram edilmesine rağmen ribacılık yapan Yahudilerin Kur’ân’da anlatılan hikâyeleri ders ve ibret verici mahiyettedir. Emrine karşı geldikleri için Allah onlara azap edecektir. Bu durum ileride Müslümanlara ribanın yasak edileceğini açık olarak göstermektedir. Ancak bu safhada dolaylı olarak yani ribacılık yapanlara karşı çıkılarak ribanın haram olduğu ifade edilmiştir. Henüz açık olarak ribayı yasaklayan bir ayet yoktur. Bu aşamada Müslümanlar, ribanın kendilerine doğrudan yasak edileceğini bekleme noktasına getirilmiş ve artık herkes açıkça ribanın yasak edileceğini gözler olmuştur. Bu iş üçüncü aşamada gerçekleşmiştir. Fakat bu safhada da riba tamamen değil, kısmen yasaklanmıştır. Yasak edilen riba, kat kat artan aşırı derecedeki ribadır. Üçüncü Aşama: Bu aşamada cahiliye devrinde kat kat artan riba açıkça yasak edilmiştir. Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: “Ey İnananlar! Kat kat olarak riba yemeyin. Allah’tan sakının ki başarıya eresiniz. İnkâr edenler için hazırlanmış ateşten sakının.”22 Bu âyet-i kerime indiği zaman Mü’minler tarafından bilinen riba, kat kat artan riba idi. Mutlak fazlalık anlamına gelen riba değildi. Böylece Kur'an-ı Kerim aşırı ribayı haram etmekle işe başlamıştır. Bu, bütün riba çeşitlerini nihai olarak haram etme yolunda ilk adımı teşkil etmektedir. Dördüncü Aşama: Bu aşamada Cenâb-ı Allah ribanın bütün çeşitlerini gayet açık ve kesin şekilde yasaklamıştır. Artık bu yasaktan sonra ribacılık yapanlar, Allah ve Resulüne savaş açmış olurlar. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulmaktadır: “Riba yiyenler, mahşerde şeytanın çarptığı kimseler gibi kalkarlar. Bu onların; ‘Zaten alış veriş de riba gibidir’ demelerindendir. Oysa Allah alış verişi helal, ribayı haram kıldı. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de ribacılıktan vazgeçerse geçmişi kendi lehinedir. Onun işi Allah’a aittir. Kim ribacılığa dönerse işte onlar cehennemliktir. Onlar orada temelli kalacaklardır. Allah ribayı eksiltir, sadakaları bereketlendirir. Allah, pek nankör olan hiçbir günahkârı sevmez. İnanıp yararlı işler işleyenlerin, namaz kılıp zekât verenlerin, Rableri katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Ey İnananlar! Allah’tan sakının. İnanmışsanız, ribadan arda kalmış hesaptan vazgeçin. Böyle yapmazsanız, bunun Allah'a ve Peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer tövbe ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz. Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Bilmiş olsanız borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.”23 Bu ayetlerle Yüce Allah, ribanın en son hükümlerini koymuştur. Hatta Kur’an’da en son ribanın hükmü açıklanmıştır. Bakara suresindeki bu ayetleri özet olarak şöyle izah edebiliriz; 22 23 Âl-i İmrân 3/130,131. Bakara 2/275-280. 5 Âyet-i Kerîme’deki “Riba yiyenler” sözü hukuken sadece ribaya para verip malını artıranlar değildir. İlk planda bunlar tehdit edilmiş ise de toplumun riba ile iş gören bütün fertleri hedef alınmıştır. Cabir b. Abdullah der ki: “Allah'ın elçisi, “riba alana, verene ve kâtibine lanet etti ve bunlar arasında fark yoktur” buyurdu.24 Ayette geçen “alış veriş riba gibidir” ifadesi, cahillerin sözü olup onlar ribayı da alış veriş saymışlar ve aralarında bir fark görmemişlerdir. Hatta bu insanlar “alış veriş riba gibidir” derken ribayı esas kabul edip alış verişi ribaya benzetirler. Bunlara göre riba; muamelelerin vazgeçilmez esas temelidir. Daha önce Suyûtî’nin Said b. Cübeyr'den yaptığı rivayeti burada tekrar hatırlatmak istiyorum: “Borcun vadesi dolunca borçlu alacaklıya ‘Sen vadeyi uzat, ben de alacağını artırayım’ der ve bunu yaparlardı. Kendilerine: “Bu ribadır” denilince onlar: “Akit sırasında yaptığımız artışla, borcun vadesi dolduğu zamanki yaptığımız artış arasında fark yoktur. İkisi de birdir” derlerdi. Doğrusu ribayı alışveriş gibi düşünmek büyük bir demagoji ve hatadan ibarettir. Evet riba bir iş yapmak ve menfaat elde etmektir. Alışveriş de öyledir. Riba ve alış verişin bu noktada birleşmiş olmaları, bazı kişileri ikisinin aynı şeyler olduğu neticesine götürmüştür. Hâlbuki bu nokta zayıf bir noktadır. Böyle bir neticeye götürecek kadar kuvvetli değildir. Çünkü alış veriş ve ticaret kâr da edebilir, zarar da edebilir. Kâr-zarar ise kişinin özel çalışmasına, maharetine, ekonomik, sosyal ve siyasi ortama, kişinin sempatik oluşuna bağlıdır. Fakat ribada kâr kesindir. Zarar diye bir şey yoktur. İşte alışveriş ile riba arasındaki en önemli fark budur. Alışverişin helal, ribanın haram olmasının sebebini de bu noktada aramak gerekir.25 Karşılıklı olarak iki şeyin alınıp satılmasına alışveriş denir. Riba ise borç üzerine vade karşılığında eklenen bir fazlalıktır. Ribanın gerçekte karşılığı yoktur. İslam’da karşılığı olmayan kazanç meşru değildir. Esasen karşılığı olan şeylerin alış verişi yapılıyor ve karşılıksız olarak hiç kimsenin malına sahip olunmuyorsa bu alış veriş helaldir. Haram olan, mal sahibinin bir müddet beklemesi karşılığında fazla olarak alınan ribadır. Ribanın karşılığı olmadığı için riba ödeyen kişiye zulmedilmiş olur.26 Ribanın haram edilmesinin sebebi bu şekilde açıkça ortaya konduktan sonra bazı müfessirlerin: “Ribanın haram olması taabudî bir iştir. Yani Allah alışverişi helal kılmış, ribayı da haram kılmıştır. Bunun sebebini incelemeden Allah’ın emrine uymak gerekir” şeklindeki görüşleri yersizdir. Ayet-i Kerime’de: “Kime Rabbinden bir öğüt gelir de ribacılıktan vazgeçerse geçmiş kendi lehinedir. Onun işi Allah’a aittir” buyrulmuştur. Cahiliye devrinde ribacılık yapan bir kimse, İslam’ın ribayı yasak ettiğini öğrenir öğrenmez derhal gecikmeden ve tereddüt etmeden ribacılığı bırakırsa, daha önce almış olduğu ribaları, aldığı kimselere geri vermekle mükellef değildir. Bundan sonra ribayla iş yapmaması yeterlidir. Artık onun işi Allah’a kalmıştır. Allah adaletiyle hükmeder ve O en adaletlidir ve hakimdir. 24 Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 393 (37/25); Müslim, Musakât, 23/19 (41/77). Seyyid Kutup, a.g.e., s. 29,30. 26 Es-Seyyid Muhamrned Reşid Rıza, Tefsîru'l-Menâr, c. 3, s. 81. 25 6 Kur’an-ı Kerim, burada haram edilen ribanın nasıl uygulanacağını bildirmektedir. Ribanın haram olması, ayet-i kerime’nin indiği tarihten itibaren başlamakta, daha önceye gitmemektedir. Böylece Kur’an-ı Kerim sadece o günkü ribacılığı yasak ediyor ve ribayı yasaklamakla ekonomik ve sosyal sıkıntıların doğmasına veya bir takım zorlukların meydana gelmesine meydan vermiyordu. Ama riba yasağından sonra ribacılık yapanlara açık olarak en şiddetli tehditlerde bulunuyor ve şöyle diyordu: “Kim ribacılığa dönerse onlar cehennemliklerdir. Ve cehennemde ebedi kalacaklardır.” “Allah ribayı eksiltir, sadakaları bereketlendirir.” Bu bölümde Kur’an-ı Kerim, birbirine zıt olan sadaka ve ribayı karşılaştırır. Sadaka; cömertlik, hoşgörü, yardımlaşma ve dayanışmadır. Riba; cimrilik, bencillik ve ferdiyetçiliktir. Sadaka, kendi isteğiyle malını karşılıksız olarak vermek, riba ise borca ilave edilen ve karşılığı olmayan, borçlunun elinin emeği ve alın teri olan bir malı onun elinden zorla almaktır. İslam, konuya sadece bu iki açıdan bakmaz. Diğer taraftan Allah ribayı eksiltir, sadakayı artırır. Sadakadan elde edilecek olan şey kat kat ecir ve sevaptır. Sadaka verenin dünyada malı, ahirette de ecir ve sevabı çok artar. Ayette geçen “yemhaku” kelimesinin kökü “mahk”dır. Bu bir şeyi mahvetmek ve onu alıp götürmek anlamındadır. Yani Allah'ın ribayı artırmayıp eksiltmesi, ribayı ve ribaya verilmiş malı helak etmesi manasına gelmektedir. Rasulullah (s.a.v): “Riba çoğalıyor görünse bile neticede azalacaktır” buyuruyor.27 Bu, dünya hayatında böyledir. Ahirette ise Dahhak’ın28 dediği gibi: “Ribacı ahirette ecir ve sevap beklediği ibadet ve taatlarının boşa gittiğini görür ve eline hiç bir şey geçmez.”29 “Allah ribayı eksiltir” ayetinin tefsirinde İbn-i Abbas’ın şöyle bir yorumu vardır: “Ribacının verdiği sadaka, yaptığı hac, Allah yolunda yaptığı savaş ve sıla-i rahim makbul değildir”.30 “İnanmışsanız, ribadan arda kalmış hesaptan vazgeçin” ayetinde Kur’ân, kişinin mü’min olmasının ribayı terk ederek, Rabbinin emrine uymasına bağlı olduğunu bildirmiştir. Bundan, ribacılık yapanların ve ribanın ekonomiyi düzenleyen bir faktör olduğunu söyleyenlerin mü’min olmadıkları sonucu çıkar. “Eğer böyle yapmazsanız, bunun Allah ve Peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin” ayetini tefsir edenler, ribacılarla olan savaşın mahiyetinde ihtilaf etmişlerdir: 1. İdarecilerin ribayı helâl görerek ribacılığa devam edenlerle tıpkı dinden çıkanlarla mücadele ettiği gibi mücadele etmeleridir. Şayet haram olduğuna inanarak ribacılık yapıyorlarsa, âsilerle yaptıkları gibi savaş etmeleri manasınadır. Zira Allah ve Resulüne harp ilân edilmesi tabiri, idarecilere karşı silâhlı savaş açmak ifadesinden daha şumüllüdür. 2. Burada söz konusu savaş, ribayı ekonomik düzenin bir kaidesi olarak kabul eden topluluklara karşı ilan edilmiş manevi bir savaştır. Zira riba, silâhlarını insanlara çevirmiş, onları kötülüğe sürüklemekte ve günaha sokmaktadır. 27 İbn-i Mes’ûd, İbn-i Mace, el-Hakim, İbn-i Cerir de tefsirinde rivayet etmişlerdir. Âlûsî, Ruhu'l-Meânî, c. 3, s. 52. 29 Kurtubî, el-Camiu li Ahkami'l-Kur’âni’l-Kerîm, c. 3, s. 362. 30 Kurtubî, a.g.e., c. 3, s. 362. 28 7 Müfessirlerin çoğu birinci görüştedirler. “Eğer tövbe ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz” âyet-i kerîme’sinin bu son bölümünde mal sahibinin anamalını güvence altına alan ilahî adaletin neticesi açıklanmıştır. Allah, ‘ribacılıktan vazgeçerseniz borçlulardan riba almak suretiyle haksızlık etmemiş, anamalınızı eksiksiz tam almak suretiyle de haksızlığa uğramamış olursunuz’ demektedir. Bu bir karz-ı hasen yani borç para vermektir ve sadaka vermenin yarısı sayılır. “Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Bilmiş olsanız borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.” Bu âyetler, mü'minleri faziletli olmaya davet etmektedir. Faziletli olmanın iki derecesi vardır. Birinci derece, eli darda olan borçlunun eli genişleyinceye kadar beklemektir. Bu bir fazilettir. İkinci derece ise muhtaç olan borçluya alacağını tasadduk etmektir ki bu, derecelerin en büyüğü ve işlerin en hayırlısıdır. YORUM Kur’ân-ı Kerim’deki ribayla ilgili âyetleri tarihi seyrine göre arz ettikten sonra Kur’an’ın normal ribayla aşırı ribayı ayrı ayrı değerlendirdiğini iddia eden kişilere cevap vermek isterim. Güzel ahlâkı tamamlamak hususunda son noktaya gelmiş olan İslâm dinini geriye dönerek güzel olmayan şeyler var ediyormuş gibi gören bir takım araştırmacılar, İslam âlimlerinin icmâı’na, İslam’ın ortaya koyduğu riba mantığına muhalefet etmekle kalmıyorlar, tarihi de tahrif ediyorlar. Kur’ân-ı Kerîm’in ribanın yasaklanması konusunda takip ettiği aşamaların üçüncüsünü son aşama sayıyorlar. Hâlbuki bu aşama bir geçiş aşamasıdır. Son aşama değildir. Bu hususta bütün tefsirci, hadisçi ve fakihler birleşmişlerdir. Hiç biri muhalefet etmemiştir. Faraza üçüncü aşamayı son aşama olarak kabul etsek bile yine Kur’ân-ı Kerîm’in, insanların normal kabul ettiği ribayla, aşırı kabul edilen ribanın arasını ayırdığı sonucunu elde etmemiz mümkün değildir. Her şeyden önce ayette geçen “kat kat” ifadesi, ribanın yasak edilmesinin zorunlu bir şartı değildir. Bunu destekler mahiyette, âyet-i kerîme'yi yorumlamamda mümkün değildir. Çünkü insanlar arasında, fazla ilgi bulmamasına rağmen aşırı ribanın zararlarının tehlikeli bir noktaya ulaşmış olması dolayısıyla Cenâb-ı Allah özellikle ribanın zararlarını belirtmiş, diğer ribalara burada temas etmemiştir, denilebilir.31 Diğer taraftan Arap dilinin özelliği göz önünde tutulursa “kat kat” sözünden, alınan ribanın kat kat olduğu anlaşılır. Sözü edilen araştırmacıların tefsirlerinden anlaşıldığı gibi borç olarak verilen anamalın kat kat artırıldığı manası çıkmaz. Şayet öyle olsaydı Kur’ân-ı Kerîm, anamal % 600 artırılmadan ribayı yasak etmezdi. Çünkü âyette geçen “Ed’âfi” kelimesi çoğuldur ve “katlar” anlamındadır. Bu kelime, en az anamalın üçe katlanmasını gerektirir. “Mudâafeten (kat kat) kelimesi gereğince bunu bir defa daha katlamak gerekir ki bu takdirde anamal altı kat artmış olur.32 Böyle bir artış en kötü ribacılarda bile görülmemiş ve en kötü kanunlar bile buna müsaade etmemiştir. Bu takdirde bu zatların görüşüne göre Kur’an-ı Kerîm bu konuda diğer bütün ilâhî ve beşerî kanunlardan daha geri olmuş olur. “Ed’âfen mudâafeten : kat kat” ifadesi Arap dilinin 31 32 Muhammed Abdullah el-Arabî, El-Muâmelâtü'l-Masrifiyye, s. 82. Muhammed Abdullah Derrâz, Dirâsâtü İslâmiyye, s. 158. 8 özelliği gereğince kat kat artırılan riba anlamına gelirse durum tamamen değişir. Bu zatların davalarını ispat etmek için delil gösterdikleri bu ayetin doğru tefsir edilmesi sonucunda az bile olsa ribanın her çeşidinin haram olduğu anlaşılır. Burada şunu da söylemek gerekir. Bugün batı aşırı ribaya müsaade etmiyor ise de belli bir artışı gelir olarak kabul ediyor. İslâm’da ise az veya çok anamala eklenen bütün artışlar ribadır.33 Belirtmek istediğim diğer bir husus da şudur: Riba oranının normal ya da aşırı sayılması anlayışı topluma ve zamana göre değişiklik gösterir. Bu durum İslâm hukukunun uygulama alanının genişliğini ortaya koyar. Özetleyecek olursak, bir intikal devresindeki dini hükmü açıklayan İslâm bu ayetlerle son sözü söylemiş değildir. Bu konuda son hükmü beyan eden âyetler, dördüncü aşamada serdedilen Bakara suresinde geçen âyetlerdir. Bu âyetler İslâm hukukunun istikametini göstermektedir. Bu istikamet başlangıçtan itibaren riba oranının sıfıra düşürülmesi yönündedir. Borçludan alınan en küçük bir ribayı bile İslâm dini hoş görmemiştir. İslâm dini, eli dar olan borçluya zaman tanımaya, alacağından vazgeçmeye alacaklıyı teşvik etmektedir. Aynı dinin dönüp alacaklının alacağına ilaveten biraz riba almasına müsaade etmesi, sağ eliyle verdiğini sol eliyle geri almak anlamına gelir ki bu da açık bir çelişki olur ve mantıksızdır. D. HADİSLERE GÖRE RİBA Hadis-i şeriflerle “ribe'n-nesîe” adı ile bilinen cahiliye devri ribası haram kılınmıştır. Bu ribayı Kur’ân da yasaklamıştır. Ayrıca hadisler, “ribe’l-büyu’” genel adı ile hem "ribe’n- nesîe”yi hem de “ribe'l-fadl”ı yasaklamıştır. Böylece iki çeşit riba ortaya çıkmıştır. Gerçek riba, dolaylı riba. Gerçek riba, verilen borçtan alınan riba olup bu riba cahiliye devrinde çok yaygındı. Bu yüzden uzun süren savaşlar yapılıyordu. Bu çeşit ribanın azı, çoğuna sebep olduğu için bu kapının tamamen kapanması lazımdı. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm bu tip ribanın üzerinde durmuştur. Dolaylı riba ise “ribe'l-fadl”dır. Bu tip riba sadece hadislerle yasaklanmıştır. Buna önceleri gerçek ribaya benzediği için ve çirkinliğinin ortaya konulması maksadıyla mecazen riba denmiş ise de daha sonra bu tabir yaygınlaştığı için terim olarak gerçek manada kullanılmıştır.34 Riba ile ilgili hadis-i şerifleri iki başlık altında inceleyeceğim; 1. Konusu riba olan hadisler ve bu hadisler arasındaki çelişki 2. Bu hadisler arasındaki çelişkinin izalesi. 1. Riba İle İlgili Hadîsler ve Bu Hadîsler Arasındaki Çelişki Riba ile ilgili hadisleri iki ana bölümde incelemek mümkündür. Birinci bölümde, belli maddelerin belli şartlar altında alış verişine izin veren, bu şartlara uymaksızın alış veriş yapmayı yasaklayan hadisler yer alacaktır. Bu hadisler “Ehâdîs'ü Esnâfi's Sitte” (altı sınıfa ait hadisler) olarak bilinir. 33 34 Muhammed Fethî Osman, El-Fikru’l-İslâmiyye ve’t-Tetavvur, s. 368, Kuveyt, 1975. Şah Veliyyullah Dehlevî, Huccetullâhi'l-Bâliğa, c. 2, s. 106, 107. 9 İkinci bölümde, ribe’n-nesîe adıyla bilinen riba çeşidini yasaklayan hadisler yer alacaktır. Bu hadisler ribanın sadece “Ribe’n-Nesîe”den ibaret olduğunu ifade etmektedirler. a. Altı madde ile ilgili hadisler Bu hadisler birçok sahabe tarafından merfû’ olarak rivayet edilmiştir. İçlerinde, dört halîfe Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Ubâde b es-Samit, Ebû Saîd el-Hudrî, Ebû Hüreyre, Saîd b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Ömer, Fedâle b. Ubeyd, Ebû Bekre, Ebu’d Derdâ, Ebû Üseyd es-Sâidî, Ruveyfea b. Sabit, Büreyde ve diğer birçok sahabe vardır.35 Bu hadislerden ikisi çok meşhurdur. Bunları Ubâde b. es-Sâmit ve Ebû Saîd el-Hudrî rivayet etmişlerdir. Burada işte bu hadislerin metinlerini zikretmekle yetineceğim. Ubâde b. es-Samit'in hadisi: Buhârî hariç Kütüb-i Sitte’nin ravileri bu hadisi Ubâde b. es-Sâmit'ten rivayet etmişlerdir. Bu zat Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Altını altınla, gümüşü gümüşle, buğdayı buğdayla, arpayı arpayla, hurmayı hurmayla, tuzu tuzla misli misline eşit ve peşin olarak satınız. Bu maddelerin sınıfları değişik olursa peşin olmak kaydıyla serbest olarak satabilirsiniz.” Ebû Saîd el-Hudrî hadisi: Ebû Sâîd el-Hudrî Resûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Altını altınla, gümüşü gümüşle, buğdayı buğdayla, arpayı arpayla, hurmayı hurmayla, tuzu tuzla misli misline ve peşin olarak satınız. Kim fazla verir veya alırsa ribacılık yapmış olur. Ribayı alan da veren de birdir (ikisi de günahkâr olur).” Yukarıdaki hadis-i şerifin lâfızları tamdır. Başka bir lâfızla Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur: “Altını altınla yalnız misli misline satın, birbirinden daha fazla yapmayın. Gümüşü gümüşle yalnız misli misline satın. Birbirinden daha fazla yapmayın. Bunlardan birini peşin, diğerini veresiye olarak da satmayın.”36 b. Ribe'n-Nesîe ile ilgili hadisler Zahiren ribanın yalnız ribe’n-nesîe'den ibaret olduğunu ifade eden bu hadislerin en meşhurları Üsâme ve el-Berâ’ b. Âzib tarafından rivayet edilen iki hadis-i şeriftir. Ben burada bu hadislerin metnini zikretmekle yetineceğim, Ebû Sâlih ez-Ziyâd der ki: Ebû Saîd el-Hudrî’nin, “Altın parayı altın parayla, gümüş parayı gümüş parayla” dediğini işittim ve ona: “İbn-i Abbas böyle demiyor” dedim. Ebû Saîd; “Ben ona bunu Hz. Peygamberden mi işittin, yoksa Kur’ân-ı Kerîm’de mi var?” diye sordum. O da: “Bunun hiç birini söyleyemem, sen Rasulullah’ı benden daha iyi tanıyorsun. Yalnız Usâme b. Zeyd bana Hz. Peygamber'in (s.a.v.): “Vadeli borçlardan alınan riba dışında riba yoktur.” 35 36 Tâcuddîn es-Subkî, Tekmiletü'l-Mecmu’, Şerhu’l-Mühezzeb, c. l, s, 40, 59. Tâcuddîn es-Subkî, a.g.e. c. 1, s. 63; San’ânî, Sübülü’s-Selâm, c. 3, s. 49; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, c. 5, s. 190. 10 buyurduğunu söyledi.”37 Diğer iki rivayette: “Riba, yalnız vadeli borçlarda söz konusudur. Peşin olarak yapılan alış verişte riba yoktur.”38 şeklindedir. et-Taberî’ye39 ait iki rivayet de şöyledir: “Riba sadece vade karşılığında alınan fazlalıktır. Borçtan başka yerde riba olmaz.” el-Berâ’ b. Âzib ve Zeyd b. Erkâm’ın hadisi; Bu hadis üç şekilde rivayet edilmiş olup ikisi Buhârı ve Müslim’dedir. Birinci rivayet: el-Berâ’ b. Azib ve Zeyd b, Erkam; “Biz Rasulullah zamanında tacir idik. Rasulullah (s.a.v.)’e sarfı sorduk. O da: “Sarf peşin olursa sakıncası yok, vadeli yapmak doğru olmaz.” buyurdu, dediler.40 İkinci rivayet: Ebû Minhal der ki: “Bir ortağım hac mevsimine kadar vadeli gümüş sattı. Bana gelerek bunun doğru olup olmadığını sordu. “Bu iş doğru değil” dedim. “Bu satışı ben pazarda yaptım hiç kimse anormal karşılamadı” dedi. Ben de Bera’ b. Azib’e gelerek meseleyi ona sordum. Dedi ki: “Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine’ye geldiği zaman biz de bu şekilde alış veriş yapıyorduk. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Peşin olursa sakıncası yok, vadeli olursa riba olur” buyurdu. Berâ b. Azib bana, “Zeyd b. Erkam benden daha fazla ticaret yapıyor ona git” dedi. Gittim ve sordum o da aynısını söyledi.”41 Üçüncü rivayet: Ebû Minhal der ki: “Bir ortağım gümüş paraları gümüş paralarla fazla olarak sattı. “Bunu doğru bulmuyorum” dedim. “Bu satışı çarşıda yaptım, hiç kimse beni ayıplamadı” dedi. Ben de Berâ’ b. Azib’e giderek konuyu ona sordum. O da: “Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine’ye geldiğinde beraber bu konuyu konuştuk. “Peşin olursa sakıncası yok, vadeli olanda da hayır yok” buyurdu. “Sen Zeyd b. Erkam’a git. O benden daha çok ticaretle meşgul oldu” dedi. Ona gittim konuyu anlattım. O da: “Bera’ doğru söylemiş” dedi.” Ribe’n-nesîe ve ribe’l-fadl hadislerini mütalaa eden bir kişi zahiren bu hadisler arasında bir çelişkinin olduğunu düşünür. Zira ribe’n-nesîe ile ilgili hadislerin zahirine göre riba, ribe'nnesîe’den ibarettir. Yani bu hadislerle, Kur’ân’daki riba arasında bir mutabakat vardır. Bu da insanı ribe’l-fadl’ın helâl olduğu neticesine götürür. Hâlbuki ribe’l-fadl, altı sınıf maddeyi konu eden hadis-i şerîflerle haram kılınmıştır. Bu hadisler arasındaki zahirî çelişkiye bakarak, bazı İslam fakîhleri ribe'l-fadl’ı caiz görmüşlerdir. Zira onlara göre ribe’n-nesîe’den başka riba yoktur. Bilindiği gibi bu fakîhler ribe’l-fadl diye bir riba olmadığı görüşünden vazgeçmişler ve böylece tabiîn ve tebeî tabiîn fakîhleri arasında hem ribe’l-fadl’ın hem de ribe’n-nesîe’nin haram edildiğine dair icmâ oluşmuştur. Bununla birlikte bu hadisler arasındaki zahirî çelişkiyi kaldırmak için konu üzerinde iyi bir şekilde durmaya ihtiyaç vardır. Şimdi bu hususu inceleyeceğiz. 37 Buharî, Büyu’, 39/79 “20/69”. Tâcuddîn es-Subkî, a.g.e., c. l, s. 26, 27, 50. 39 Tâcuddîn es-Subkî, a.g.e., c. l, s. 50. 40 Buharî, Büyu’, 39/8. 41 Tâcuddîn es-Subkî, a.g.e., c. l, s. 50, 56. 38 11 2. Hadisler Arasındaki Çelişkinin İzalesi Altı sınıf madde ile ilgili hadislerle ribe’n-nesîe ile ilgili hadisler arasındaki çelişkiyi şu yollardan biri ile izale etmek mümkündür. Ya hadislerden biri te’vîl edilebilir veya birisi ötekinin hükmünü nesh eder. Ya da iki hadisten biri tercih edilir. 2.1. Te’vîl Yolu a. Üsâme hadisi: Bu hadis dört şekilde te’vîl edilmiştir: 1. Üsâme hadisinden sadece ribe’n-nesîe anlaşılır. Alınan ve satılan bedeller altı maddeden ve iki ayrı cinsten olursa, bu altı madde ile ilgili hadislere göre fazlalık helâl, vade haram olur. 2. Üsâme hadisinden sırf ribe’n-nesîe anlaşılması aynı sınıftan olan bedellerin eşit olması durumunda söz konusudur. Bu satış peşin olmasa ribe’n-nesîe olacağı için caiz değildir. Ancak bu yorum akla yakın değildir. Zira mutlak olarak ifade edilen hadise iki kayıt yapılmıştır; a. Bir sınıftan olma kaydı. Hâlbuki hadis bütün sınıflara şamildir. b. Bedeller arasında müsavi olma kaydı. Hâlbuki riba deyince vade karşılığında alınan riba akla gelir. Vadenin karşılığında bir şey alınmıyorsa riba olmaz. 3. Üsâme hadisi, riba maddelerinin dışında borcu borç mukabilinde satmak gibi konulara hamledilir. Bu da hadis-i şerifle yasaklanmıştır. Hz. Peygamber borcu borç mukabilinde satmayı yasak etmiştir. Bu yorum, öncekinden daha zayıf bir yorumdur. Çünkü bu yorum, hadisin zahirinde olduğu gibi, riba çeşitlerini sadece “borç karşılığında borcun satışı” na inhisar ettirmektedir. Kaldı ki bu fakihler satışın haram olduğunda ihtilaf etmişlerdir. 4. Bu hadîsler arasında mutabakat: Allâme İbn-i Rüşd, dördüncü bir yorum yapmış ve: “Ribe’n-nesîe’den başka riba yoktur” sözü, insanlar arasında daha çok ribe’n-nesîe ribacılığı yapılıyor manasına gelebilir. Bu ihtimali göz önünde bulundurduğumuz takdirde her iki sınıf hadisler arasında mutabakat sağlayacak derecede bir değerlendirme yapmak lâzım” demiştir. Takıyyüddîn Subkî, ilk üç yorumu zikrettikten sonra, Ûsâme hadisi ile ribevî maddelerle ilgili hadisler arasındaki çelişkiyi kaldırmak hususunda uygun yorumlar olduğunu söylemiştir. Bununla birlikte, bir engelden dolayı bu hadisler arasında mutabakat sağlanamayacağı kanaatinde olan İbn-ü Sebbak'ın görüşüne de işaret etmiştir. İbn-ü Subkî, İbn-ü Sebbak'ın “Uddetü’l Âlim fî Usûli'l-Fıkh” adlı kitabındaki şu sözlerini nakleder: “Eğer hadisler arasını cem etmek mümkünse yapılır, değilse hadisler arasında bir çelişkinin varlığında icmâ edilmiş olur. Tıpkı İbn-i Abbas ile Ebu Saîd el-Hudrî hadislerinde olduğu gibi. Zira İbn-i Abbas’ın hadisinin muhtelif iki sınıfa hamledilmesi mümkündür. Değilse, bu takdirde âlimler iki hadisin arasında bir çelişkinin varlığında ittifak etmiş olurlar. İbn-i Sebbak bunu hadisler arasında çelişkinin varlığında icma' olduğundan dolayı te’vile gerek görmediği için söylemiştir. b. Berâ' ve Zeyd’in Rivayet Ettiği Hadîs: Bu hadisin de iki te’vîli yapılmıştır. 12 1. Hadis-i şerif, gümüş para karşılığında ribevî altı maddenin dışında bir şey satmak manasına hamledilir. Burada satışın fasit olması, fazlalıktan değil hasat veya hac zamanına kadar süre tanındığı içindir. Burada hasat ve hac zamanı belli değildir. Bilhassa Araplar bu şekilde alışveriş yapıyorlardı. Bu yorum da uzak bir yorumdur. Zira hadis-i şerifte “sarf” anlatılmaktadır. Diğer taraftan bu yorum hadisin siyakına da uymaz. Zira Hz. Peygamber: “Eğer peşin olursa sakıncası yok, veresiye olması uygun değil” buyurmuştur. Bu hadis, zamanı belli olmadığı halde riba olmayacak şekilde yapılacak bir muameleden söz etmemektedir. 2. Hadis-i şerif, her iki bedelin iki ayrı sınıftan eşit durumda olması manasına gelebilir. Üsâme hadisini Şafii (r.a) böyle yorumlamıştır. Bu iki yorumu Takıyyüddîn es-Subkî de yapmıştır. O, Buhârî ve Müslim’in sahîhlerinde iki şekilde bulunan hadis-i şeriflerin bu iki manaya gelebileceği görüşündedir. Çünkü her iki hadis-i şerîfte de genel olarak “sarf” ve “altının” vadeli satışı sorulmuştur. Buhârî ve Müslim’in dışındaki bir hadis-i şerîfte ise, gümüş paralar karşılığında gümüş paranın satışından söz edilmektedir. Dolayısıyla bu hadis-i şerîfi bu iki yorumdan biri ile yorumlamaya imkân yoktur. Bir de İbn-i Subkî, Beyhakî’nin üçüncü hadis-i şerîfte geçen “gümüş parayı gümüş para mukabilinde satmak” sözünün hata olduğu görüşünde olduğuna işaret ediyor. Beyhakî’nin delilleri şunlardır: 1. Hadîs-i şerîfi el-Humeydî Süfyan b. Uyeyne'den, aşağıda adı geçen üç râvîye muhalif olarak; “gümüş paralar karşılığında gümüş paraları...” şeklinde bir kayıtla rivayet etmiştir. Aynı hadis-i şerîfi bu üç ravi yine Ebû Süfyan’dan kayıtsız olarak rivayet etmiş olduklarından yorumu mümkündür. Bu üç ravi, Buhârî'nin rivayet ettiği Ali b. Medînî; Müslim’in rivayet ettiği Muhammed b. Hâtem, Nesâî'nin rivayet ettiği Muhammed b. Mensur’dur. 2. el-Humeydî ve Ali b. el-Medînî son derece sika ravilerdir. Âli b. el-Medînî'nin rivayet ettiği bu hadisi öteki iki ravi de rivayet etmiştir. İbn-i Cüreyc’in rivayeti de onu desteklemektedir. Bu sebeple Ali b. el-Medînî, el-Humeydî'ye tercih edilir. Çünkü ibn-î Cüreyc’in Buhârî’ye benzer şekilde rivayet ettiği hadisde böyle bir kayıt bulunmamakta, genel olarak “sarf” sorulmaktadır. İbn-i Cüreyc, Ebû Süfyan’ın rivayet ettiği Amr b. Dînâr’dan da aynı şekilde bir hadis rivayet etmiştir. 3. Öte yandan İbn-i Medînî ve ona uyan diğer iki ravinin rivayetlerinin tercih edilmesini destekleyen başka bir rivayet daha vardır. Hubeyb b. Ebî Sabit'in rivayet ettiği hadis; Bu rivayetin Sahîh-i Buhârî’deki metni şöyledir; Hafz b. Amr, sırasıyla Şu'be, Hubeyb b. Ebî Sabit'ten rivayet etti. Hubeyb, Ebu Minhal'in şöyle dediğini işittim, dedi; Berâ' b. Âzib ve Zeyd b. Erkam’dan sarfı sordum. Her ikisi de: “O, benden daha iyi bilir” diyerek, “Rasulullah (s.a.v.)’in, altını gümüş mukabilinde veresiye satmaktan nehyetti” dediler.42 Bu rivayette “sarf” sözünden maksadın, gümüş karşılığında altın satmak olduğu açıkça ortaya konulmuştur. Bu ise, hadis-i şerifin değişik iki sınıftan olan bedellerin mübadelesi şeklinde 42 El-Allâme eş-Şeyh Hasan el-Advi, kenarında en-Nuru's-Sârî olan Sahih-i Buharî, c. 3, s. 287. 13 yorumlanmasını te’yid eder. Görüldüğü gibi bu, Humeydî'nin bu yoruma imkân vermeyecek derecede, “gümüş paralar karşılığında gümüş paraları” şeklindeki rivayetine muhaliftir. Daha sonra Takıyyüddin-i Subkî, el-Beyhaki’nin şu görüşünü naklediyor; el-Humeydî'nin “gümüş paralar karşılığında gümüş paralar” şeklindeki rivayeti karşısında hiçbir fakîh hadisler arasındaki çelişkiyi gidermek amacıyla el-Humeydî'nin bu rivayetinin hatalı olduğunu söylemeye cesaret edememiştir. Biz Amr b. Dinar’dan yapılan rivayetler arasında bir çelişkinin olmadığını söylüyoruz. Zira bu rivayetlerin bir kısmında sarf genel manada kullanılmış, bir kısmında da gümüş paralar karşılığında gümüş paraların satışı şeklinde izah edilmiştir. Bu durumda bu iki rivayet mutlakı mukayyede hamletmek suretiyle birleştirilir. Mukayyet, müphem olan mutlakı açıklamış olur. Yani diğer rivayetleri... Kümeydi’nin rivayeti gibi anlamak lazımdır. Bu takdirde gerekirse nesh veya tercih yapmak zorunda kalınır”. Bu açıklama ile İbnü's-Subkî, el-Beyhaki’nin, el-Berâ’ ve Zeyd’in hadisine dayanarak, elHumeydî’nin te’vile imkan vermeyen rivayetinin hatalı olduğuna dair serdetmiş olduğu delilleri hükümsüz kılmıştır. Bu durumda, mademki yoruma imkân vermeyen bir hadis-i şerif mevcuttur, öyleyse ya nesih yapılmalı ya da bu hadisle altı sınıf madde ile ilgili hadisler arasında bir tercih yapılmalıdır. 2.2. Nesh Yolu Bazı İslam hukukçuları, ribanın sırf ribe’n-nesîe'den ibaret olduğu hükmünün nesh edildiği (kaldırıldığı) görüşündedirler. Bunlar içerisinde el-Berâ’ b. Âzib ve Zeyd b. Erkam’ın hadisini, yoruma meydan vermeyecek derecede “Gümüş paralar mukabilinde gümüş paraları” ifadesiyle rivayet eden, Abdullah ez-Zübeyr el-Humeydî vardır. Bu zat hadisi rivayet ettikten sonra: “Bu hadis hükümsüzdür, hükmü kaldırılmıştır. Delil olarak kullanılmaz.” demiştir. Takıyyüddîn es-Subkî, Şafiî âlimlerinden Hâvî’nin daha sonra nesh iddiasını şu şekilde izah ettiğini söylemiştir: 1. Nesh iddiasında bulunanlar, “Bahru'ş-Şifâ” kitabının Abdu’l-Azîz, O da Ebu Bekr’den rivayet ettiği: “Hz. Peygamber (s.a.v.) ölümünden bir ay önce fazla olarak yapılan para satışını (sarfı) yasakladı.” hadis-i şerifine dayanmışlardır. Hâlbuki bu hadis-i şerifin isnadı zayıftır. Bahru'ş-Şifâ kitabı da delil olmaz. 2. Burada yasağın Hayber Gazvesi günü olduğuna dair bir hadis-i şerif daha var. Hadis, Fedâle b. Ubâd'e aittir. Fedâle der ki; “Hayber günü Rasulullah ile beraberdik. Yahudilere bir gerdanlığı, iki veya üç dinara sattık. Bunun üzerine Rasulullah: “Altını tartı ile müsavi olarak satınız.”43 buyurdu. Buna göre yasak Rasulullah (s.a.v)’in ölümünden bir ay değil, birkaç sene öncedir. 3. Şayet yasak Hayber günü olmuş ise Üsâme Hayber gününden önce rivayet ettiği hadisi işitmiş midir, işitmemiş midir? Bunu araştırmak gerekir. İşitmişse nesh sabit olur. İşitmemişse sabit olmaz. Hadisin, diğer altı sınıf maddelerle ilgili hadislerle arasındaki çelişkiyi kaldırmak için, Şafiî mezhebinde olduğu gibi te’vile gitmeye mahal yoktur. el-Hâvî, Ebu Bekre’nin 43 Müslim, Musâkât, 23/17 (41/60). 14 rivayetini destekleyecek ve Usame’nin hadisinin daha önce olduğunu açıklayacak, böylece nesh iddiasını kabule imkan verecek ciddi bir araştırma yaptığını ama nesh iddiasında bulunan kişinin lehine Humeydî’nin rivayet ettiği hadisin sonunda: “Bu hadis mensuhtur” sözü dışında bu kabil bir senet bulamadığını kaydetmiştir. Bütün bu açıklamalardan el-Humeydî’nin sözünün el-Hâvî nazarında nesh görüşünü ispat edecek bir delil olmadığı anlaşılır. İbnü’s-Subkî, el-Bera' ve Zeyd’in hadisinde el-Mâverdî’nin neshin kesin olduğunu söylediğini zikretmişti. Çünkü Mâverdî’nin görüşüne göre bu hadis, riba haram kılınmadan önce İslam’ın ilk yıllarında rivayet edilmiştir.44 Yukarıdaki tüm ilmî tartışmaları şöyle özetlemek mümkündür: Nesh iddiasını destekleyen isnatlar bulunmamaktadır. Nesh, zan ile sabit olmaz. Zira sadece nesh ihtimali, fiilen neshin varlığını ispata kâfi gelmez. Bundan dolayı tercihe başvurmaya da mahal yoktur. 2.3. Tercih Durumu Ribe’l-fadl yani altı sınıf madde ile ilgili hadisler, Usâme hadisine iki şekilde tercih edilmiştir. Birinci tercih: Birinci tercihi Şafiî, “İhtilâfü’l-Hadîs” adlı kitabında yapmıştır. Orada Şafiî şöyle demektedir: “Biz bu hadisleri yani ribe'l-fadl hadislerini -ki bunlar ubâde'nin hadislerine uygun hadislerdir- delil olarak aldık. Usâme b. Zeyd’in hadisini ise almadık. Çünkü bu hadis zahiri itibariyle öteki hadislere muhaliftir. En güzeli çoğunluğun hadisine göre hüküm vermektir. Zira çoğunluk azınlığa nispetle hadisi daha iyi hıfz ederler. Osman b. Afvan ve Ubâde b. Amr, Üsâme’den daha yaşlıdırlar ve Rasulullah (s.a.v) ile daha önce tanışmışlardır. Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd el-Hudrî de bizim bildiğimize göre Usâme’den daha fazla hadis rivayet etmişlerdir.45 Şafiî ribe’l-fadl hadislerini, ribe’n-nesîe’ye ait olan Usâme hadisine tercih ediyor. Bu tercihin sebebini ribe'l-fadl hadisleri ravilerinin Usâme b. Zeyd’den daha çok olması ve daha yaşlı olmaları ve Hz. Peygamberle daha uzun sohbet etmiş olmalarına bağlıyor. İkinci Tercih: el-Hâfız İbn-i Hacer, Sahîh-i Buharî şerhi Fethu’l-Bârî’de, İbnü’r-Rüşd, Bidayetü’l Müctehid kitabında tercihten söz etmişlerdir. Ben burada her iki zatın sözlerini nakledeceğim: a. İbn-i Hacer şöyle demiştir: “Usâme hadisinin genel değerlendirilmesinden ribe’l-fadl’ın haram edilmemiş olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Ebu Saîd’in hadisi, Usâme hadisine tercih edilir. Zira bu hadis doğrudan sözlü olarak ribel-fadl’ın yasak olduğunu ifade etmektedir. b. İbnü'r-Rüşd şöyle demiştir: “Âlimlerin çoğunluğu ribe'l-fadl hadislerine ağırlık vermişlerdir. Çünkü bu hadislerin manası yoruma yer vermeyecek derecede açıktır. İbn-i Abbas’ın hadisi ise bu konuda yoruma müsaittir. Çünkü bu hadis iki şekilde rivayet edilmiştir. 44 45 Tâcuddîn es-Subkî, a.g.e., c. l, s. 55. Tâcuddîn es-Subkî, a.g.e., c. l, s. 51. 15 “inneme'r-ribâ fi’n-nesîe: Ancak riba nesîe'dedir.” şeklinde. Bu hadisten normalde ribe’lfadl’ın mübah olduğu anlaşılmaz. Ancak hitap şekline göre anlaşılabilir. Bu da zayıftır. Özellikle manası açık olan bir hadisle çelişirse... Diğer şekli: “Lâ ribâ illâ fi’n-nesîe; Riba yoktur ancak nesîe’de vardır.” Bu ifade bir önceki ifadeden daha kuvvetlidir. Zira bu ifade, zahiri itibariyle ribe'n-nesîe dışında bir ribanın olmadığını ortaya koyar. YORUM Bu değerlendirmelerden şu üç netice elde edilir; 1. Ribe'l-fadl ile ribe’n-nesîe hadisleri arasındaki çelişkiyi kaldırmak için Şah Veliyullah Dehlevî, İbn’i Kayyim, el-Hâfız İbn’i Hacer gibi âlimlerin yorumlarını (te’vîl) akla daha yakın görüyorum. Buradan ribanın iki kısım olduğu neticesine gidiyorum; 1.1. Celî (açık) veya muğallaz (çirkin) veya hakîki (gerçek) riba. Bu kısma giren ribaya ribe'n-nesîe veya cahiliye çağında bilinen ismiyle ribe'd-düyûn yani borçlardan alınan riba denilir. Bu anlamda olan ribanın sözlük anlamıyla da ilgisi vardır. Kur’ân-ı Kerîm işte bu çeşit ribayı haram kılmıştır. 1.2. Gizli riba. Bu ribaya da ribe’l-fadl denilmiştir. Bu tabir, bu çeşit ribanın zararlarını ortaya koymak amacıyla kullanılmıştır. Zira bu çeşit riba gerçek ribaya imkân hazırlamaktadır. Bunun haram edilmiş olması seddü'z-zerâî (yani kötülüğe götüren şeylerin engellenmesi) kabilindendir. Böylece ribe'n-nesîe; lizatihi haram, ribe'l-fadl ise ligayrihî haram olmaktadır. “Hadisler arasında bir çelişki olur ve bu çelişki te’vil yoluyla giderilebilir ise artık nesh veya tercihe başvurulmaz” kaidesine dayanarak bu te’vilin kabul edilmesi gerektiği sonucuna vardım. Daha önce nesh görüşünde olanların ikna edici delilleri olmadığı için bu iddianın zayıf olduğunu söylemiştim. Tercih ise bütün yollar kapalı olduğu zaman başvurulması lazım gelen son çıkış noktasıdır. 2. İslam hukukçuları ribe’l-fadl’ın haram olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu ittifaktan sonra ribe’l-fadl ile ribe’n-nesîe hadisleri arasındaki zahiri çelişki üzerinde durmaya gerek yoktur. İbn-i Subkî Tekmiletü'l-Mecmu'da; en-Nevevî ve İbn-i Abdi'l-Berr' den böyle bir nakil yapmış ve bunu üç madde halinde izah etmiştir: 2.1. İlk asırda âlimler arasında ihtilafsız icmâ’ vaki olduğu iddia edilmiştir. Buradaki icmâ’ iddiası muhaliflerin adedinin nazarı dikkate alınmayacak kadar son derece az olmalarından ileri gelmektedir. 2.2. Birinci asrın sonuna doğru muhalifler görüşlerinden dönmüşler ve ribe’l-fadl’ın haram olduğunda icmâ' vaki olmuştur. 2.3. Birinci asırdan sonra bir takım ihtilaflar ortaya çıkmıştır. İcmâ’ bundan sonra vaki olmuştur. Bu üç ihtimalden herhangi biriyle ribe'l-fadl’ın haram olduğuna dair İslam hukukçularının bu icmâ'ına göre, hem ribe'n-nesîe hem de ribe'l-fadl birlikte haram kılınmış olmaktadır. Her iki 16 çeşit riba hakkında varit olan hadislerin manalarının çeliştiğine dair getirilen deliller zayıftır. Çünkü din her iki ribayı da haram kılmıştır. 3. Ben riba konusundaki hadislerin daha iyi anlaşılabilmesi için ribevi maddelerle yapılan alış veriş çeşitlerini göz önünde bulundurmak gerektiği kanaatindeyim. Konu ile ilgili olarak şu üç çeşit alışverişi nazarı dikkate alabiliriz; 3.1. Bedellerin aynı cinsten olması: Altını altınla, buğdayı buğdayla satmak gibi. Satışta, eşit ve peşin olmak şartları (iki şart) vardır. Alış verişin sıhhatli olabilmesi için bedellerden birinin vadeli olmaması gerekir. Eşitlik şartı bulunmadığı zaman ribe’l-fadl olur. Bedellerden biri vadeli olur ise ribe’n-nesîe olur. 3.2. Bedellerin bir cinsten iki muhtelif sınıftan olması: Altını gümüş, buğdayı arpa karşılığında satmak gibi. Böyle bir alış verişin yapılabilmesi için bir şart aranır; O da peşin olma şartıdır. Burada bedellerden birinin fazla olması caizdir. Diğer bedellerden birisi vadeli olursa ribe'n-nesîe olur ve haramdır. 3.3. Bedellerin değişik cinsten olması: Gümüşün yiyecek bir şey mukabilinde satışı gibi. Böyle bir alış veriş yapmak için herhangi bir kayıt veya şart mevcut değildir. Bu alış veriş tamamen serbesttir. Böylece sünnet bir kısım alış verişleri tamamen yasaklamış, bir kısmını belirli şartlara bağlamış, bir kısmını da şartsız serbest bırakmıştır. Burada haramdan helale doğru tedrici bir gidiş vardır. Alış verişi yapılan maddeler, tabiatları itibariyle tamamen ayrı cinsten olup, yapılan alış veriş, borç verme şüphesi taşımıyor ise İslâm dini böyle bir alış verişi serbest bırakmış, hiç bir sınır koymamıştır. Şayet alış verişi yapılan bedeller aynı cinsten olmayıp, aralarında tabii bir yakınlık varsa, bu alış verişi yapanların ribacılık yapabileceği ihtimaline dayanarak dinin bunu da akla uygun bir şekilde yasakladığını görüyoruz. Alış verişi yapılan bedellerin ziyade veya noksan olmasına müsaade ediyor fakat herhangi birinin vadeli olmasını yasaklıyor. Bu, alış veriş perdesi altında ribayla borç vermenin önüne geçmek için yapılıyor. Şayet alış verişi yapılan maddeler, evsaf ve kıymetleri değişik olmakla birlikte aynı cinsten olurlarsa din, bedellerden birinin vadeli olmasına veya birinden diğerinin daha fazla olmasına müsaade etmiyor. Vade ve ziyadelik olan yerde alış veriş perdesi altında ribaya borç para vermek ihtimali yüksektir. Esasen yasak edilmesinin hikmeti budur. Biz burada şunu da belirtmeden geçemeyeceğiz. Aynı cinsten olan bedellerin satışının yapılması için şartlardan birisi, bu bedellerin eşit olması idi. Burada söz konusu edilen eşitlik, ölçü ve tartı ile olan kemmiyetteki eşitliktir. Yoksa bedellerin kalitesi ile ilgili olan keyfiyetteki eşitlik değildir. İslam hukukundaki bu hükme bakarak İslam Dini, kaliteyi göz önünde bulundurmadan hüküm vermiş denilebilir. Haddizatında kemmiyetteki eşitlik şartını korken kaliteyi dikkate almış ve kalitede eşitliği şart koşmamıştır. Müslim'in sahihinde rivayet etmiş olduğu şu hadis konuya ışık tutmaktadır: Bir sahâbi Hz. Peygamber'e (s.a.v.) biraz hurma getirdi. Hz. Peygamber de: “Bu bizim hurmamız değil, daha kaliteli” buyurunca, sahâbi: “Kendi düşük kaliteli hurmamızın iki ölçeğini, yüksek kaliteli bir ölçek karşılığında sattık” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) “Bu ribadır, bunu geri verin, sonra hurmanızı satın, parasıyla bu hurmadan alın.” buyurdu. Bu hadisten bedellerde şart koşulan eşitliğin nasıl bir eşitlik olduğu ve hedefi 17 anlaşılmış olmaktadır. Bu şart, aynı cinsten olan ve kalitesi değişik bedeller arasında kalitede de eşitlik yapmaları için alan ve satanı zorlamamaktadır. Aksine taraflara iki seçenek tanımaktadır. Böylece zorlama ortadan kalkmaktadır. Ya taraflar aynı cinsten olan kaliteyi değişik iki bedelin arasındaki kalite farkına razı olacaklar ya da bu farklılığı para ile değerlendireceklerdir. Yani mallarını para ile satacaklar, o para ile aynı cinsten kalitesi farklı bir mal daha alacaklardır. İslam’ın bu hükmünde pratik, derin hikmetler, ahlâkî büyük gayeler mevcuttur. Burada aynı cinsten eşit miktarda iki şeyin alışverişi yapılmış, birisi yüksek kaliteli, öteki de düşük kalitelidir. Düşük kaliteliyi alan kişi bunu tamamen serbest iradesiyle içinden gelerek ve bunun düşük kaliteli olduğunu bilerek almıştır. Kaldı ki, bu alışverişi yapmama hakkı da mevcuttur. Üstün kaliteliyi alan tarafın durumu biraz daha değişiktir. Bu kişi hem üstün kaliteli bir malı almış, hem de eşit miktarda almıştır. Ama bu kalite farkına rağmen her iki bedel, birbirinin karşılığı kabul edilmiştir. Çünkü birbirine nisbetle bedellerin arasındaki kaliteyi tespit edecek bir ölçü yoktur. Vakıa, bu tip alışverişlerde, alışverişi yapan tarafların içlerinde en iyisini, en pahalısını alma fikri vardır. Zahiren böyle bir alışverişi yapmış olmaları tarafların bunu tam anlamıyla kabul ettiklerini göstermez. Bundan daha iyi bir yol daha vardır. Taraflar aynı cinsten olan kendi mallarını para karşılığında satarlar, aldıkları para ile de mal satın alırlar. Böylece para, malların kalitesini değerlendiren bir ölçü olmaktadır. Hz. Peygamber’in bu yolu tavsiye etmesinin gayesi, bu gerçeği ortaya koymaktır. Bu şekilde her iki taraf, yapmış olduğu muamelenin bilincinde olur ve hile de yapılamaz. Buradan da anlaşıldığı gibi Hz. Peygamber’in (s.a.v.) alışveriş muameleleri konusundaki hadis-i şerifleri birçok gayeyi bir arada hedef almıştır. Diğer taraftan para ve yiyeceklerin tedavülü de sağlanmış olur. Para ve yiyecekler insanların en önemli ihtiyacı ve en büyük yaşam kaynağıdır. Böyle bir düzenleme ile İslam, para ve yiyeceklerin tek elde toplanmasına veya fiyatların aşırı derecede artmasına mani olur. Öte yandan bu sayede fakirler himaye edilmiş ve tamahkâr tacirlerin şerrinden kurtarılmış olmaktadır. E. İSLAM HUKUKUNDA RİBA İslâm hukukunda riba hakkında en önemli konuları üç maddede ele almak mümkündür. 1. Bu maddede ribanın illeti üzerinde durulacaktır. İllet, altı riba maddesi ile yapılan bir kısım satışların haram olmasına etki eden bir vasıftır. Bu vasıf söz konusu altı madde dışındaki öteki maddelerde de bulunursa kıyas yoluyla bu maddelerle yapılan bir kısım satışlar da riba olur ve haramdır. 2. Bu maddede her mezhebin, hadisi şerifleri anlayış tarzlarıyla birinci maddede incelenecek olan illet konusuna ilâveten, bunu tamamlayan diğer hususlar incelenecektir. Meselâ, peşin olma şartına ek olarak tarafların kabzının veya bedeller arasındaki eşitliğin bilinmesinin şart olup olmadığı gibi... 3. Bu maddede bir kısım hukukçuların riba kabul ettiği, zahiren normal alışveriş veya normal takaslar olarak görünen bir takım akitler incelenecektir. Meselâ, “bey'ü'l-îyne” (satış ve 18 borç vermenin birlikte olması hali), iki pazarlıklı bir satış, bey'u bi'l-vefa, daha sonra da menfaat sağlayan borç akitleri gibi. Şimdi bu üç maddeyi teker teker ele alalım. 1. Fıkhî Mezheplere Göre Ribanın İlleti Fıkhı mezhepler ribanın illeti konusunda iki gruba ayrılmışlardır. 1.1. Riba yalnız hadislerde belirtilen altı maddede söz konusudur. Buradaki haramlık, bunların dışındaki maddelere geçmez görüşünde olanlar. Bunlar Katâde gibi İslam hukukunda kıyası delil olarak kabul etmeyenler veya bizzat riba konusunda kıyas ile amel edilemeyeceği görüşünde olan kişilerdir. Çünkü bu kişiler bir takım sebeplere dayanarak, kıyas yapılmasının doğru olmadığı kanaatindedirler. Bu zatlardan biri Osman elBettî’dir. Bu zat, “bir asılda (asıl hükümde) kıyas edilebileceğine dair bir delil bulunmaz ise buna kıyas caiz olmaz” görüşündedir. Ona göre riba konusunda da böyle bir delil yoktur.46 İbn-i Akîl de aynı şekilde düşünmektedir. Çünkü Ona göre riba konusundaki kıyasların illetleri zayıf illetlerdir.47 Zahirîler de bu grubun içinde yer alırlar. Zahirîler genel olarak kıyası kabul etmezler. Riba konusunda kıyasa karşı çıkmaları ise daha da özel bir nedene bağlıdır. Bunlara göre riba yalnız alışverişte ve selem’de veya karz’da söz konusudur. Hadislerde geçen altı sınıf madde haricindeki maddelerle yapılan alışveriş veya selem’de riba yoktur. Karz’da ise altı maddenin dışındaki maddelerde riba olabilir. Borç verenin hiçbir şekilde verdiği borçtan daha fazlasını geri alması veya verdiği şeyin yerine değişik sınıftan başka bir şey alması helâl olmaz. Alış veriş ve selem ile karz arasındaki fark şudur: Alışveriş ve selem, bir sınıfın diğer bir sınıfla veya bir sınıfın kendi sınıfı ile mübadelesi şeklinde olur. Karz ise yalnız bir sınıfın aynı sınıfla mübadelesidir. 1.2. Ribayı bu altı madde ile sınırlandırmamak gerekir. İkinci grubun görüşü de şöyledir: Hadislerde geçen altı maddenin sadece kendileri kastedilmemiştir. Bu altı madde ile yapılan riba muamelesinin haram oluşunun illeti öteki maddelerde de varsa haramlık hükmü onlara da geçer. Çünkü bu altı madde ile ilgili hadisler ribanın yalnız bu maddelerde gerçekleşeceğini açıkça belirtmemektedir. Hadis-i şeriflerde bu maddelerin zikredilmiş olması çoğunlukla alışverişlerin bu maddelerle yapılıyor olmasından ileri gelmektedir. Bu görüşte olanlar, fıkhî konularda kıyasın delil olduğunu kabul eden kişiler olup riba konusunda da kıyas yapmaya bir engel görmemektedirler. Bu gruba dâhil olan mezhepler ribanın haram oluşunun illetinde ihtilâf etmişlerdir. Yani altı maddenin dışında gerçekleşen ve kıyas yoluyla bu maddelerle yapılan alışverişlerin haram olmasına etki eden vasfı açıklarken değişik görüşlere sahip olmuşlardır. Bu sebeple bu grubun, illet konusunda dokuz ayrı görüşe mensup kişilerden meydana geldiğini söylemek mümkündür. Bu görüşler şunlardır: 1.2.1. Ebu Bekir Abdurrahman b. Keysan el-Esam’ın görüşü. Bu görüşe göre ribayı haram kılan illet, riba maddelerinin faydalı olmasıdır. 46 47 Serahsî, Mebsût, c. 12, s. 112. İbn-i Kayyım, Îlâmü’l-Muvakkı’în, s. 201. 19 1.2.2. İbn-i Sirîn ve Şafiî mezhebinden Ebû Bekir Evdenî’nin görüşü. Bu görüşe göre illet, alışverişi yapılan maddelerin aynı cinsten olmasıdır. Toprağı toprakla fazla olarak, bir elbiseyi iki elbise karşılığında, bir koyunu iki koyun karşılığında satmak gibi. İllet, bir cinsin yine aynı cinsle satışı olur. Bu hüküm istisnasız bütün maddeler için geçerlidir. 1.2.3. Hasan Basrî’nin görüşü. Buna göre illet, bir maddenin para olarak değeridir. Değeri bir dinar olan bir elbiseyi, değerleri bir dinar olan iki elbise karşılığında satmak caizdir. Değeri bir dinar olan bir elbiseyi, değeri iki dinar olan iki elbise karşılığında satmak ise haramdır. 1.2.4. Said b. Cübeyr’in görüşü. Buna göre ribanın illeti, maddeler arasında menfaat yakınlığı olmasıdır. Bundan dolayı, arpa karşılığında buğdayın fazla olarak satışı haram olur. Baklayı, nohut karşılığında, akdarıyı mısır karşılığında fazla olarak satmak da böyledir. 1.2.5. Rabia b. Ebu Abdurrahman’ın görüşü. Bu görüşe göre illet, bir maddenin zekât verilmesi farz olan sınıftan olmasıdır. Hayvanlar, zirai mahsuller vs. gibi zekât verilmesi farz olan maddelerde riba cereyan eder. Zekâtı olmayan maddelerde riba yoktur. Geriye dört büyük mezhebin imamları Ebu Hanîfe, İbn-i Hanbel, Şâfi’î ve Mâlik’in görüşleri kalmıştır. Bunların görüşünü daha geniş bir şekilde arz etmek istiyorum. Hanefîlerle Hanbelîlerin illetleri bir yönden birbirine benzemektedir. Şafiî mezhebiyle Mâlikî mezhebinin illetleri de birbirine benzemektedir. Aynı mezhep içerisinde illetleri birbirine yakın olan kişiler de vardır. Bundan dolayı illetleri birbirine benzeyen mezheplerin görüşünden başlayarak sırasıyla konuyu açıklamaya çalışacağım. 1.2.6. Hanefî ve Hanbelî mezheplerinde illet a. Ribe’l-Fadl’ın illeti Hanefîlere göre illet, Kadr yani aynı cinsten olan bedellerin ölçekle ölçülür veya tartılır şeyler olmasıdır. Bu itibarla iki bedelden birisi diğerinden fazlaysa bu fazlalık haram olur. Yiyecek maddelerinden olan buğdayı buğday karşılığında, kireci kireç karşılığında satmak gibi. Zira buğday ve kireç ölçek ile ölçülen şeylerdir. Aynı şekilde altını altın karşılığında, demiri demir karşılığında fazla olarak satmak da haramdır. Çünkü altın ve demir tartılan maddelerdir. Ahmed b. Hanbel’in zahirî mezhebine göre, Hanbelilerin illeti ile Hanefilerin illeti arasında pek değişiklik yoktur. Şu kadar var ki Hanbeliler, ribe’l-fadl’da bedellerin aynı cinsten olmasını müstakil bir şart olarak kabul ederler. Hanefiler gibi illetin bir parçası saymazlar. b. Ribe'n-Nesîe’nin illeti Hanefîlere göre ribe'n-nesîe’de illet, ribe’l-fadl’da belirtilen iki illetin birisidir. Yani bedellerin ölçekle ölçülür ve tartılır bir madde olması veya aynı cinsten olmasıdır. 48 Bu iki illetten birisinin bulunması halinde vadeli satış caiz olmaz. Ölçülür maddelerden olan buğdayın 48 Serahsî, a.g.e., c. 12, s. 112-124; Kemal İbn-ü Hümam, Fethu’l-Kadir, c. 5, s. 275-281. 20 buğdayla, tartılır maddelerden olan demirin demirle, aynı cinsten olan bir elbisenin diğer bir elbise ile vadeli olarak satışı haramdır. Alınan ve satılan maddelerin her ikisi de tartılan olmakla birlikte ayrı cins tartı aletleri ile tartılıyor ise bu maddeler arasında yapılan vadeli satış caizdir. Demirin altınla satılması buna bir örnektir. Her ikisi de tartılan maddeler olmasına rağmen vadeli olabilir. Çünkü birincisi kantarla, ikincisi terazi ile tartılmaktadır. 1.2.7. Hanbelîlerin illet anlayışı da Hanefîlerinkine benzemektedir. Ancak Ahmed b. Hanbel’in görüşünde olanlar, demirin altın karşılığında vadeli satılmasının ribe’n-nesîe olmadığını farklı aletlerle tartılmalarına bağlamazlar. Onlar, ribe’lfadl’ın illeti bulunan ve birisi nakit olmayan bütün maddelerde ribe’n-nesîe’nin cereyan edeceğini söylerler. Böylece birisi nakit olduğu için altının demirle vadeli satışı riba olmamaktadır.49 1.2.8. Şafiî ve Mâlikî mezheplerinde illet a. Ribe’l-fadl’ın illeti Şafiîlere göre ribe'l-fadl’ın illeti, altın ve gümüş dışındaki maddelerin insan yiyeceği olmasıdır. Ribe’n-nesîe’de bedellerin bir cinsten olması şartı vardır. Bu görüş Şafiî’nin yeni görüşüdür.50 Altın ve gümüşteki illet ise daha çok para cinsinden olmalarıdır.51 Altın ve gümüşteki illet, illet-i kasıra olarak bilinir. Zira bu illet, altın ve gümüşün dışında mevcut değildir. Bu sebeple bu illetin hükmü altın ve gümüşün dışındaki paralara geçmez. Mâlikîlere göre ribe’l-fadl’da altın ve gümüşün illeti, Şafiîlerde olduğu gibi bunların para olmasıdır. Diğer dört madde ise depo edilebilir ve insan bünyesini ayakta tutabilen insan yiyeceği olmasıdır. Ribe’l-fadl’da bedellerin aynı cinsten olması da şarttır. b. Ribe’n-nesîe’nin illeti Şâfiîler ve Malikîlere göre ribe'n-nesîe ile ribe’l-fadl’ın illeti aynıdır. Ancak bedellerin aynı cinsten olmaları şart değildir. Mezheplerin İllet Görüşlerinin Özeti Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığına göre şari’, ribanın illetini açık olarak ortaya koymamıştır. Ribanın var olup olmadığı hükmünü verdirecek böyle bir illetin varlığına delâlet eden bir delil yoktur. Bana göre altı madde hakkında varit olan ve ribayı haram kılan hadisler misal olarak verilmiştir. Yoksa riba maddelerini bu altı madde ile sınırlamış değildir. Hadislerde özellikle bu altı maddenin belirtilmiş olması, bu maddelere insanların çok ihtiyacı olmasından kaynaklanmıştır. Hatta Hz. Peygamber zamanında riba bu maddelerle yapılıyordu. Bu sebeple bu riba muamelelerinin haram kılınmış olmasının genel bir gayesi verdir. 49 Şevkânî, a.g.e., c. 5, s. 193-195. Sanânî, er-Ravdu’n-Nadîr, c. 3, s. 223, 224; İbn-i Hazm, el-Muhallâ, c. 8, s. 470. 51 “Daha çok” kaydı, altın ve gümüş dışındaki maddelerden yapılmış paralara şamil olmaması ve altın ve gümüşten yapılan ziynet eşyaları ile diğer kapları da içine alması için yapılmıştır. Bak: Gazzalî, el-Vecîz, c. 1, s. 136; Nevevî, el-Mecmû' Şerhu’l Mühezzeb, c. 9, s. 392-404. 50 21 Bu gaye, o zamanki şer kaynağını kurutmaktır. Bundan ribanın illetinin bedellerin birinde şart koşulan ve karşılığı olmayan fazlalık olduğu sonucu çıkar. Bu tarifin gerçekleştiği ve gerçekleşecek olan bütün maddeler, hadislerde geçen “altı maddeye” nispetle riba maddeleri sayılır. Dolayısıyla bedeller aynı cinsten olursa, hem ribe'n-nesîe hem de ribe'l-fadl haram olur. Ayrı cinsten olurlarsa yalnız ribe'n-nesîe haram olur. 2.1. Kabz Şartı ve Ribe'l-Yed Hukukçuların çoğu altı madde ile yapılan alışverişlerde pazarlık yerinden ayrılmadan kabzın yapılması gerektiğini söylemişler, peşin olma şartını yeterli görmemişlerdir. Bu sebeple şayet bu kabz şartına uyulmaz ise riba olur. Bu çeşit ribaya ribe’l-yed demişlerdir. Bu ismi altı madde ile ilgili hadislerde geçen “yeden biyedin” sözünden esinlenerek kullanmışlardır. Bu hadislerin bir rivayeti de “aynen biaynin” şeklindedir. Âlimler bu ifadeden peşin olma şartını “yeden biyedin” ifadesinden de satış yerinden ayrılmadan önce kabzın olması şartını çıkarmışlardır. Bu husustaki delilleri, Hz. Ömer’in “illa haen ve haen” şeklinde rivayet ettiği hadistir. Kabzı şart koşmayan Hanefîler konu ile ilgili olarak şu görüşleri ileri sürerler: 2.1.1 Riba ayetinde, “Allah alış verişi helal kıldı” ifadesi, tarafların malları teslim almadan akit yerinden ayrılmaları ile alışverişin batıl olmayacağına delâlet etmektedir. 52 Çünkü satışta kabz şartı yoktur. Ayetteki, “Allah ribayı haram kıldım” ifadesiyle karşılığı olmayan fazlalık haram kılınmıştır. Bu fazlalık miktarda, vadede veya kalitede olur. 53 Kısaca alışveriş, bedellerin cârî kıymetleri üzerinden yapıldığı müddetçe kabzın sonradan yapılmış olması hiçbir şekilde riba sayılmaz. Kabz şartını koşmak Kur’ân’da olmayan bir şeyi Kur’ân’a sokmak olur. 2.1.2. Kabz daha önce bir akdin var olmasını gerektirir. Çünkü akit olmadan kabz olmaz. Zira böyle olunca kabz şart olmaz. Şartın akit esnasında mevcut olması gerekir. Bu sebeple satışın geçerli olabilmesi için bedellerin belirlenmesi şarttır ama kabz şart değildir. Hadis-i şerifte geçen “Yeden biyedin” ifadesinin, elin kabz aleti olması itibariyle kabzın gerekli olduğu manasına gelebileceği gibi elin, işaret ve tayin aleti olması itibariyle tayin (belirleme) manasına da gelebilir. Bu son ihtimal Kur’an-ı Kerim’le desteklendiği için “yeden biyedin” ifadesini kabzetmek manasında değil, tayin etmek manasında anlamak gerekir. Riba maddelerinde ve selemde bedellerin belirlenmesi lazımdır. Para peşin, buğday vadeli olmak üzere bir selem akdi yapılmış olsa, paranın belirlenmesi için kabz edilmesi gerekir. Para kabz edilmez ise, borcu borç karşılığında satmak olur ki bu haramdır. Çünkü buğday zimmette sabit olan bir borç olmuştur. Kabz edilmeyen paralarda zimmet de borç olarak sabit olur. Böylece iki borç biribiriyle mübadele edilmiş olur. Hanefî’ler, paraların kabz etmekten başka bir yolla tayin edilemeyeceği görüşündedirler. Bundan dolayı Hanefîler, belirleme gayesiyle altı maddeden yalnız paralarda kabzı gerekli görüyorlar. Yoksa ribe’l-yed diye bir riba çeşidini kabul etmiyorlar. 52 53 Cessâs, Ahkamü’l-Kur’an, c. 1, s. 469, 470. İslam, kalite farkını haram olan riba kapsamına almamıştır. 22 “Ribe’l-yed” sözünü cumhur-u fukaha, hadislerin zahirî ifadelerine dayanarak ortaya atmışlardır. Hâlbuki bu hadisler “yeden biyedin” ve “haen ve haen” ifadeleriyle kabzın şart olduğunu açıkça belirtmektedir. Ben de Hanefîler gibi bunun lüzumsuz olduğu görüşündeyim. Çünkü hadislerin gayesi kabzı şart koşmak değil, ribe’n-nesîe’ye götürecek sebepleri ortadan kaldırmaktır. 2.2. Bedellerin Eşit Olduğunu Bilmek Hanefîler dışında hukukçuların çoğu “akit yapılırken bedellerin eşit olduğunu bilmemek, gerçekte bedellerin birinde bir fazlalık varmış gibi kabul edilir” veya “eşitliği bilmemek, eşitsizliği bilmek gibidir” kaidesini kabul etmişlerdir. Bu kaide birçok meselede uygulanmaktadır. Örneğin: Bir avuç buğdayı iki avuç buğday karşılığında satmak caiz değildir. Çünkü avuç hukukî bir ölçek değildir. Böylece bedellerin eşit olduğu bilinmediği için eşit olmadıkları kabul edilir. Altı sınıftan olan iki bedelin birisine herhangi bir madde daha eklenerek yapılan satış da caiz değildir. Bir ölçek hurma ve bir dirhem para karşılığında iki ölçek hurma satın almak veya altın ve kıymetli taşlardan yapılmış bir gerdanlığı altın ile almak gibi. İmam Şafiî, imam Ahmed ve Mâlikî mezhebinden Muhammed b. el-Hakem bu satışları caiz görmemektedirler. Bu âlimler, Fadâle b. Übeyd’in hadisine dayanmaktadırlar. Fadâle der ki: “Hayher günü oniki dinar altın para) vererek altın ve kıymetli taşlardan yapılmış bir gerdanlık satın aldım. Gerdanlıktaki altınlarla taşları ayırdığımda verdiğim oniki dinardan daha fazla altın olduğunu gördüm. Bunu Hz. Peygamber’e (s.a.v.) söyledim, O da: “Ayrılmadan satılmaz!” buyurdu.54 Hanefîler ve imam Sevrî, verilen altının alınan gerdanlıktaki altınlardan daha fazla olması halinde bu satışı caiz görmektedirler.55 Yaş hurmayı veya meyvayı, kurularıyla satmak Şafiî âlimlerinin çoğuna göre haramdır. Hanefîlere göre ise bu satış caizdir.56 Altın ve gümüş dışında kalan diğer dört sınıftan birinin bir çeçini (yığınını) aynı cinsten bir çeç karşılığında göz kararı veya tahmini ölçü ile yapılan satışlar caiz değildir.57 Altı maddeden orta kalitede bir madde ile bir kısmı üstün kaliteli, bir kısmı düşük kaliteli aynı cins maddenin satışının yapılması caiz değildir. Kalitesi normal olan iki ölçek hurmanın bir kısmı üstün kaliteli bir kısmı düşük kaliteli iki ölçek hurma karşılığında satılması gibi. Bu satışta hurmanın bir kısmının satılan hurmadan daha kaliteli olduğu bilinmektedir. Altı maddeden orta kalitede bir maddenin kalitesi farklı iki kısımdan oluşan aynı cins madde karşılığında satılması haramdır. İki ölçek normal hurmayı, bir kısmı daha kaliteli, bir kısmı düşük kaliteli olan iki ölçek hurma karşılığında satmak gibi. Bu satışta, satılan hurmanın bir kısmının alınandan daha kaliteli, bir kısmının da daha kalitesiz olduğu bilinmektedir. 54 Ebu Dâvud, Büyu’, 23/13 (33/54); Müslim, Musakat, 23/17 (41/60). Şevkânî, a.g.e., c. 5, s. 196, 197. 56 Şevkânî, a.g.e., c. 5, s. 199. 57 Gazzalî, el-Vecîz, c.1, s. 137. 55 23 İmam Şafiî, kalitedeki üstünlüğe bakarak bu satışın haram olduğunu söyler. Çünkü orta kalitede bir hurmayla, bir kısmı daha kaliteli bir kısmı da daha düşük kaliteli hurmanın satışı yapılmaktadır. Üstün kaliteli ile orta kaliteli arasındaki farkın, düşük kaliteli kısım ile orta kaliteli arasındaki farka eşit olduğu bilinmemektedir. 3. Bazı Hukukçuların Riba Saydığı Zahiren Meşru Olan Akitler 3.1. Bey’u'l-İyne Malını veresiye satan bir kişinin, sonra da bu malı müşteriden daha az bir fiyatla geri alması muamelesine; Bey’u‘l-Iyne denir. Bu ismin, müşterinin malı karşılığında, peşin para (ayn) alması veya satıcıya sattağı malının aynısının geri gelmesi dolayısıyla verilmiş olduğu söylenmektedir. İmam Malik ve İmam Ahmed bu satışın haram olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu bir ribe’nnesîe hilesidir. Delilleri Hz. Aişe'nin (r.anhâ) hadisidir. Ümmü Muhibbe der ki: “Hz. Aişe'ye dedim ki, Benim bir cariyem vardı. Onu Zeyd b. Erkam'a veresiye 800 dirheme sattım. O da aldığı cariyeyi satmak istedi. Ben de onu peşin olarak 600 dirheme sattın aldım. Ümmü Muhibbe, “Hz. Aişe bize döndü: “Ne kötü alışveriş yaptın. Zeyd'e söyle, dönmezse Resûlullah'la birlikte yapmış olduğu cihadı iptal etmiştir” dedi. Ben kendisine: “Anamalımı alsam da mı durum böyle olur?” diye sordum. Hz. Aişe de: “Bir kimseye Rabb'inden bir öğüt gelir de yapmış olduğu kötülüğe son verirse geçmiş onun lehinedir.” dedi.58 İmam Şafii bu satışın caiz olduğu görüşündedir. Çünkü imam Şafiî ve ashabı Hz. Aişe hadisini kabul etmiyorlar. Zeyd de Hz. Aişe'ye muhalefet etmiştir. Sahabe ihtilâf edince yapılacak iş, kıyasa başvurmaktır, buna benzer bir söz de İbn-i Ömer'den rivayet edilmiştir.59 Bu satışı caiz gören Şafiî ve Şafiî âlimleri, Sahîhayn'daki şu hadisi delil getirmişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.v.) Hayber'e bir kişiyi memur tayin etmişti. Bu kişi oradan “cenib” hurması getirdi. Resûlullah ona: “Bütün Hayber hurmaları böyle mi?” Memur: “Vallahi Ya Rasûlallâh, biz bu hurmanın bir ölçeğini iki ölçekle, iki ölçeğini de üç ölçekle alıyoruz.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Bunu yapma! “Cem” hurmasını para ile sat, sonra “cenib” hurmasını para ile al.- buyurdu.60 Şafiî, Hz, Peygamber'in gösterdiği bu yolu, haramdan kurtulmak için yapılan bir çare olarak kabul etti. Aynı şekilde Hz. Peygamber bu yolu tavsiye ederken; birinci müşteriden mi yoksa başka birinden mi satın alınacağını belirtmemiştir. Ben Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “cem” hurmasını parayla satıp, aynı parayla “cenib” hurmasını almayı ribadan kurtulmak için çare olarak emrettiği görüşünde değilim. Resûlullah (s.a.v.) hurmanın hurma ile fazla olarak satılmasının lizatihî haram olan ribe’n-nesîe'nin yolunu kapatmak için haram edildiğini bildirmektedir. Üstelik cem hurmasının cenib hurması ile satışında ribe'n-nesîe diye de bir şey söz konusu değildir. Burada gaye, daha kaliteli olanı elde etmektir. Bunu temin etmek için o düşük kaliteli hurmaları para ile satıp aynı para ile üstün 58 Dâr-u Kutmî, Büyu, 211; Şeyh Elbânî “Ümmü Muhibbe ve ravilerden Âliye meçhuldürler. Bunlarla ihticac olunmaz.” 59 İbnü’r-Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, c.2, s. 118. 60 Buhârî, c. 1(üçüncü cüz), s. 102. 24 kaliteli hurma alınması yolunu gösteriyor. Bunu, böyle durumlarda insanlar ribaya düşmeden ihtiyaçlarını karşılayabilsinler diye yapıyor. Böylece Hz. Peygamber (s.a.v.) haramın bir çaresini bularak helâl etmiş olmuyor. Fakat Şafii ve taraftarları böyle sanıyorlar. Çünkü onlar ribe'l-fadl'ı lizatihî haram olarak görüyorlar. Helâl yolun gösterilmesini haramdan kurtulmak için bir çare bulmak şeklinde değerlendiriyorlar. Hz. Peygamber bunu kesinlikle yapmaz ve insanlara da böyle bir tavsiyede bulunmaz. Bana göre el-Evzâî’nin Hz. Peygamber’den (s.a.v,) rivayet ettiği şu hadis şerîf bey'u'lIyne'nin haram olduğuna delâlet eder: “Bir zaman gelecek, insanlar ribayı alışveriş yoluyla helal yapmak isteyecekler.” 61 İbn-i Kayyım: “Bu hadis mürsel olsa da ittifakla delil olabilir. Bu hadisi kuvvetlendiren başka hadisler de vardır. Bütün bu hadisler, bey'u'l-ıyne'nin haram olduğuna delâlet ederler.” demiştir. 62 İbn-i Ömer de Peygamber (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. “Müslümanlar altın ve gümüşte cimrilik eder, bey’i ıyne satışı yaparlar ve öküzün kuyruğundan ayrılmazlar (dünyalık peşine düşerler) ve Allah yolunda savaş etmezler ise Allah başlarına bir belâ verir, onlar dinlerine dönmedikçe bu belâyı kaldırmaz,” 63 Şevkânî'nin yorumu da şöyledir: “Bilindiği gibi ıyne yapanlar bunun adına alışveriş diyorlar. Daha böyle bir alışveriş yapmadan önce taraflar bunun iba olduğunu biliyorlar. Ama maksatları alışveriş olmadığı halde şeklen bir alışveriş yapıyorlar ve buna iba , demiyorlar da adını değiştirerek alışveriş diyorlar. Bu, Allah‘ı aldatmaya çalışmaktır.”64 3.2. Bey'u'l-Vefa Malını satan bir kişi müşteriye; “Paranı geri verirsem sen de malımı bana geri vereceksin” der. Müşteri de bu şartı kabul eder ve satış gerçekleşir. İşte bu satışa “bey’u’l-vefa” denir. Bu isim, satıcının parayı geri vermesi halinde müşterinin de malı geri vereceğine dair söz vermiş olması ve buna vefa göstermesi sebebiyle verilmiştir. Bu takdirde parayı veren müşteri, mal kendinde kaldığı sürece onun gelirinden yararlanmaktadır. Bu şekilde ribadan kurtulmanın çaresi bulunmuş olur. Zaten vefa satışının esas gayesi budur. Bazı hukukçular, ihtiyaç duyulduğu takdirde ribadan korunmak için böyle bir satışa cevaz vermişlerdir. Bana göre mesele bütünüyle ribadan kaçmak veya riba olur endişesiyle helâl bir yol bulmak meselesi değildir. Aslında burada yapılan iş, riba görünümünde ise de daha çok rehin özelliği taşımaktadır. Bu sebeple müşteri mala sahip olmakla birlikte satanın izni olmadan ondan faydalanamaz. Meyvesini yemiş, ağacını telef etmiş ise tazmin eder. (Kendi kusuruyla) malı zayi etmiş ise vermiş olduğu parayı geri alma hakkı olmaz.65 3.3. Menfaat Sağlayan Borç Borç verirken koşulan şartlar, borç verene bir menfaat temin ediyor ise İslâm hukukçuları bu işleme “menfaat sağlayan borç” demekte ve “menfaat sağlayan her borç ribadır” veya “riba 61 Ebu Dâvud, Tehzib, c. 1, s. 153. Bu hadis mürseldir. İbn-i Kayyım, İ’lâmü'l-Muvakkı’în, c. 3, s.112. 63 Ahmed b. Hanbel, c. 8, s. 440 (48/25). İsnadı zayıftır. 64 Şevkânî, a.g.e., c. 5, s. 206, 207. 65 Hâşiyetü İbn-i Abidîn, c. 5, s. 274. 62 25 kapılarından biridir” hadisine dayanarak bunun haram olduğunu söylemektedirler. Öte yandan burada sözü edilen menfaat, riba işlemindeki fazlalığa benzemektedir. Çünkü bu menfaatin de karşılığı yoktur. Borç vermek bir yardım sözleşmesidir. Bu işten menfaat sağlamak şart koşulursa yardım olmaktan çıkar.66 Borç verirken menfaat şart koşulmaz. Fakat borçlu bunu kendiliğinden yaparsa bunun bir sakıncası yoktur. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız borcunu en iyi ödeyeninizdir.”67 Serahsî konu ile ilgili bazı örnekler vermiştir: Abdullah b. Mes’ud’un karısı Zeyneb der ki: “Rasulullah (s.a.v.) bana ellibir vesak hayber hurması, yirmi vesak da arpa verdi. Asım b. Adiy bana: “Ben sana şu hurmalarını vereyim sen de bana Hayber’deki hurmanı ver” dedi. Ben de “Bunu sormadan olmaz” dedim. Konuyu Ömer b. Hattab’a (r.a.) sordum. Bunu yapmamamı istedi: “İkisi arasındaki fark nasıl karşılanacak?” dedi. Mebsût’da şöyle bir yorum vardır: “Biz Hz. Ömer’in sözüne göre amel ederiz. Çünkü bu bir alış veriş akdi ise, masrafı gerektiren Hayber’deki hurmayı verip oradaki hurmayı almayı şart koşmak satış akdini geçersiz kılar. Zira bu iş, hurmayı hurma karşılığında vadeli olarak satmaktır. Eğer bu işlem bir borç işlemi ise menfaat sağlayan bir borç olur. Çünkü Hayber’deki hurmanın taşıma ve yol riski vardır. Hayber’deki hurmayı veren kişi bu menfaati elde etmiştir. Hâlbuki Rasulullah menfaat sağlayan borcu yasaklamış ve adına riba demiştir.68 Bir rivayet de şöyledir: Hz. Ömer, Ubey b. Ka’b’a borç vermiş idi. Ubey ona kendi bahçesinden yaş hurma gönderdi. Hz. Ömer bunu kabul etmedi. Ubey b. Ka’b bu hediyeyi borcu olduğu için vermediğini Hz. Ömer’e anlattı ve ona en iyi hurmalarından ikram da bulundu. Bunun üzerine Hz. Ömer hediyeyi kabul etti ve şöyle dedi: “Borçlunun borcunu, daha önce koşulan şart gereği, aldığından daha iyisini vererek ödemesi helal olmaz. Çünkü borç vermekle menfaat sağlanmış olur. Böyle bir şart mevcut değilse bunda bir sakınca yoktur.” Âta der ki: “Zübeyr (r.a.) Mekke’de tacirlerden gümüş aldı. Buna mukabil kendilerine bir mektup verdi. Onlar da Basra veya Kufe’den vermiş oldukları gümüşün yerine daha iyisini aldılar. Bu meseleyi İbn-i Abbas’a sordum: “Şayet şart koşulmamışsa sakıncası yok” dedi. Borçlunun borcunu aldığından daha fazla olarak ödediği bilinirse o kişiye borç vermenin iki şekli vardır. Birincisi; aynısını geri ödemek şartıyla borç vermek caizdir. Çünkü adet yoluyla yapılan iş şart koşulmuş gibi değerlendirilir. İkincisi; borç vermek caizdir. Çünkü fazla fazla ödemek müstehaptır.69 3.4. Geçmişe Bağlı veya İki Pazarlıklı Satış Hanefî ve Şafiî hukuk âlimleri geçmişe veya borca bağlı satışı caiz görmemektedirler. Bu hususta birçok hadis-i şerife (delil olarak) dayanmaktadırlar. Bunlardan birisi, Hz. Ömer’den 66 Nevevî, el-Mühezzeb, c. 1, s. 304. Buharî, Vekale, 45/6 (21/83); Müslim, Musakat, 23/22 (41/94). 68 Serahsî, Mebsut, c. 14, s. 30, 37. 69 Kasânî, Bedâyiu's-Sanai, c. 7, s. 395. 67 26 rivayet edilen şu hadis-i şeriftir: Hz. Peygamber (s.a.v.), Attab b. Useyd’i Mekke’ye gönderdi ve Ona; “Bir satışta iki pazarlık yapmaktan, geçmişe bağlı satıştan, teslim alınmayan satıştan ve tazmin edilmeyen kârdan onları (Mekkelileri) men ettiğini söyledi.”70 Ebû Hüreyre’nin rivayeti de şöyledir: Resûlullah (s.a.v.), “Bir kimse iki pazarlıklı bir satış yapar ise eksiğini alsın. Fazlasını alır ise riba olur”71 buyurmuştur. Abdullah b. Mes’ud der ki: “Rasûlullah bir satışta iki pazarlığı yasakladı”. Simâk der ki: “Bu satış bir kimsenin, peşin olursa şu kadar, veresiye olursa şu kadar diye yapmış olduğu satıştır”.72 İbn-i Hıbban’dan: “Bir satışta yapılan iki pazarlık ribadır” dediği rivayet edilmiştir.73 Birinci hadis-i şerifi rivayet ettikten sonra Serahsî şöyle demiştir: “Biz bu hadisle amel ediyoruz. Bir satışta iki pazarlık, peşin olursa şu kadar veresiye şu kadar demek suretiyle olur. Bu caiz değildir. Geçmişe bağlı satış ise daha önce borç verdiği için veya alacağını tecil ettiği için kâr ettirebilmek amacıyla bir kişiye yapılan satıştır. Hanefîlere göre bu satışlar riba olduğu için caiz değildir. Sarahsî, birinci satıştaki vadenin açıkça fiyat üzerine eklenen bir fazlalık olduğunu söylüyor ve bu da alacağa eklenen karşılıksız bir ziyadeliktir, ribanın manası da budur” diyor. İkinci şekil ise verilen borç mukabilinde fiyatta indirim yapılmak suretiyle borçlu tarafından alacaklıya bir satış yapılmıştır. Böylece doğrudan borçtan riba almamanın bir yolu bulunmuş olmaktadır. Şafiî de bir satışta iki pazarlık sözünü Serahsî gibi izah etmiştir. İkinci izahı da şöyledir: Bir kimse alıcıya: “Evini bana şu fiyata satman kaydıyla sana bu köleyi bine sattım. Evin benim olursa kölem de senin olur” demektedir. İşte Şafiî bu satışı geçersiz saymıştır. 74 Şevkânî, bir satış içinde iki pazarlığı şöyle açıklamıştır: “Bir şahıs bir dinara bir ölçek buğdayı bir ay vade ile bir şahsa satıyor. Müşteri de bir dinar borçlanıyor. Vade dolunca satıcı müşteriden buğdayını istiyor. Müşteri satıcıya: “Bendeki alacağın olan bir ölçek buğdayı iki ay vade ile iki dinara bana sat” diyor. İşte bu işlem bir satış içerisinde iki satış olmaktadır. Çünkü ikinci satış birincinin içine girmiştir. Müşterinin iki bedelin en azı olan bir dinarı vermesi gerekir. Bu satış, fiyatta istikrar olmadığı için haramdır.”75 YORUM Burada şunu da kaydetmeden geçemeyeceğim. İslâm dini bütün kanunların üzerinde bir kanun daha koymuştur. Bu kanun bütün haramları helâl kılan zaruret kanunudur. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah darda kalmanız dışında size, haram olanları genişçe anlatmıştır”.76 Diğer bir ayet-i kerîmede de: “Ey insanlar! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile 70 Serahsî, a.g.e., c. 14, s. 36. Ebu Dâvud, İcâre, 24/19 (34/63). 72 Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 398 (37/83). 73 Kemalüddin b. el-Hümam, Fethu’l-Kadir, c. 5, s. 218. 74 Kemalüddin, b. Hümam, a.g.e., c. 5, s. 219. 75 Şevkanî, a.g.e., c. 5, S. 151-153. 76 En’âm 6/119. 71 27 yapılan ticaretle yiyin” buyruluyor. 77 Rasûlullah (s.a.v.) de: “Zarar vermek ve zarara zararla mukabele etmek yoktur” buyurmuştur. İslam dini, bütünüyle kolaylık sağlamak ve zorluğu kaldırmak prensibi üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla taraflar arasında, taraflardan birinin veya bir başkasının zararını ihtiva etmeyen ve karşılıklı rıza ile yapılmış bütün iktisadı işlemler meşru ve helaldir. Zaruret kanununun iyi bir şekilde uygulanabilmesi için kişinin İslam hukukunu bilmesi yeterli değildir. Bunun yanında zaruret kaidesini zorlamasına engel olacak derecede takva sahibi olması da gerekir. Ben, nelerin zaruret olduğunun tespit edilmesi gerektiği görüşündeyim. Müslüman idareciler bunun için komisyonlar oluşturmalıdır. Büyük âlimler ve mütefekkirler, iktisatçılar, iş adamları, hukukçular vb. kişiler de (bu komisyonda) bulunmalıdır. 77 Nisa 4/29. 28
© Copyright 2024 Paperzz