Olmak Ya Da Olmamak

CHP’NİN TÜRKİYE’YLE DANSI: OLMAK YA DA OLMAMAK!
Prof. Dr. Hasan Şimşek
İstanbul Kültür Üniversitesi
31 Ağustos 2014
Perşembe’nin gelişi Çarşamba’nın gidişatından belliydi. Bu yazının bir öncesi “Erdoğan Devrinin Sonu:
Yükselerek Siyaset Dışına” başlıklı yazımda belirttiğim sonuç gerçekleşti. Çatı aday İhsanoğlu,
Başbakan karşısında beklenenin de altında oy alarak halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanlığı yarışında
devre dışı kaldı. “İki kere iki her zaman siyasette dört etmez” sözü siyaset stratejisi açısından sık dile
getirilir. Toplumsal olay ve olgularda da iki kere iki daima dört etmez. Demek ki, MHP ve CHP
tarafından ortak aday gösterilen kişinin son seçimlerde MHP’nin aldığı oyla CHP’nin aldığı oyun
toplamına ulaşamayabileceğine böylece tanık olduk. Seçmen psikolojisi açısından da bir partiye oy
atan seçmen her şart altında, oy attığı parti ne yaparsa yapsın oyunu yine aynı partiye atacak diye bir
kuralın olmadığı da anlaşıldı. Her yeni koşul altında seçmenin yeniden bir değerlendirme yaptığını
anlamış olduk. Bu açıdan da “çatı aday” stratejisi bize yeni şeyler öğretti.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonunda CHP’de beklenen hareketlenme başladı. Belki en çok olağanüstü
kongre yapan CHP şimdi yeni bir olağanüstü kongreye gidiyor (Acaba olağanüstü kongrelerin sıklığı bir
partinin olağan işlemediğinin de bir göstergesi mi?). Yeni genel başkan adayları ortaya çıktı ve CHP şu
günlerde bir kulis ve lobi trafiği ile yoğruluyor.
Yeni genel başkanla, yani Kılıçdaroğlu ile CHP’nin “sağ-muhafazakar ve Kürt seçmene açılma”
stratejisi pek çok açıdan çok ciddi zaafa uğradı. Cemaate ve muhafazakar dünya görüşüne yakın
isimlerin parti meclisine sokulması, hatta bazılarının milletvekili yapılması gibi yöntemlerle CHP
yönetimi sağ-muhafazakar seçmenin CHP’ye yönelebileceğini bekledi. Bu beklenti ciddi bir fiyaskoyla
sonuçlandı. Diyarbakır Baro Başkanı’nın partide yetkili bir konuma getirilmesi etrafında şekillenen
Kürt seçmeni cezbetme politikası da işe yaramadı. Son birkaç seçimde Güneydoğu’da CHP’nin
oylarında ciddi bir kıpırdama olmadı. Sağ-muhafazakar seçmeni cezbetmek fikrine dayalı “çatı aday”
stratejisi de ciddi bir fiyaskoyla sonuçlandığına göre, CHP’nin sağa ve Kürt seçmene açılma
stratejisinin yanlış temeller üzerine bina edildiği artık kolayca anlaşılıyor.
Bu stratejilerin fiyaskoyla sonuçlanmasında hata nerede?
“Tarihin Sonu” ve “Medeniyetler Çatışması” gibi tezlerle birlikte Yeni Liberalizm’in örgütlü sınıf
karşıtlığı insanları “sınıf bilincinden” yalıtarak onlara etnik ve dini yeni kimlikler giydirdi. Yeni
Liberalizm öncesinin işçisi, köylüsü, esnafı, memuru, emeklisi, yoksulu kendini bir etnik kimlikle veya
dini kimlikle ifade etmeye başladı. İşçi, köylü, memur, esnaf, emekli, yoksul artık kendini Kürt, Türk,
Ermeni, Laz, Boşnak olarak, ya da Sünni, Alevi olarak ifade etmeye başladı. Bu yeni kimlik tanımları ve
bireye bu yeni yaklaşım AKP ve Erdoğan tarafından son derece etkili bir şekilde yükseltilerek
sürdürüldü.
Sağ-muhafazakar ve Kürt kesimden isimler transfer ederek bu kesimlerden oy alabileceğini uman CHP
yönetimi bu “yeni kimlik” siyasetini çözemediği için sağa ve Kürt seçmene açılma stratejisi duvara
tosladı. Daha önceki yazılarımda da dile getirdim: Eğer CHP sol-sosyal demokrat bir parti olduğuna
inanıyorsa Yeni Liberalizm’le giydirilmiş bu kimlikleri aslına döndürme konusunda bir siyaset
geliştirmeliydi. Oysa CHP Kürt seçmenin, muhafazakar seçmenin, kendisini inanan olarak tanımlayan
dindar seçmenin aslında ve özünde işçi olduğu, köylü olduğu, esnaf olduğu, memur olduğu, emekli
olduğu, yoksul olduğu bilincini yerleştirmek, bu bilinç etrafında bu kesimlerin çıkarlarını nasıl
kollayacağını gösteren toplumsal, ekonomik, kültürel, siyasal önlemler alacağını topluma duyurmak
zorundaydı.
Gittikçe daha fazla batağa saplanan Yeni Liberalizm’in krizi derinleştikçe, bütün dünyada bugün etnik
ve dini özdeşlikler etrafında kimliklenmiş işçiler, köylüler, küçük esnaf, memur, emekli ve emekçiler
asıl kimliklerine geri dönecekler. Yeni Liberalizm günlerinde finans kuruluşlarınca adeta boğazlarına
zorla akıtılan krediyle borçlanarak yapay bir refah dönemi yaşayan bu kitleler kısa sürede başladıkları
yere geri dönecekler. Borçlarını ödeme dertlerine ek olarak kötüleşen ekonomik koşullarda işlerini
kaybedecekler, ya da çok düşük ücretlerle güvencesiz olarak çalışmayı kabul edecekler. Bu koşullarda,
asıl kimliklerine geri dönen bu geniş kitleler kendilerine hitap edecek siyasi oluşumların arayışı içine
girecekler.
Bu nedenle de CHP ciddi bir yol ayrımındadır. Yeni siyasi bir yol arayışı uzak görüşlülüğü ve risk almayı
gerektirir. Yeni Liberalist kapitalizmin Kabe’si olan ABD, İngiltere, Avrupa gibi ülkelerin ünlü ve saygın
ekonomistlerinin de öngörüleri Yeni Liberalizm’in artık gidiş yolunda olduğu yönünde. CHP yönetimi
isim transfer ederek kendisine ve Türkiye’ye sadece makyaj yapıyor. Bu şekilsizliği ve çarpıklığı
ortadan kaldırmak için CHP’nin, dolayısıyla Türk siyasetinin bıçak altına yatarak köklü bir operasyon
geçirmesi gerekiyor. Bir önceki yazımın konusu da bu içerik içinde anlamlı oluyor: Başbakan
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması ile birlikte AKP ve Sayın Erdoğan döneminin sona
ermesi süreci de fiilen başlamış oldu. Bu koşullar altında Türk siyasetini ister istemez çalkantılı günler
bekliyor.
CHP’ye önerdiğimizi Selahattin Demirtaş bile anladı.
HDP genel başkanı olarak seçim propagandasını çalışanlar, ezilenler, özgürlük talebi olan gençler ve
öğrenciler üzerine kurguladı. BDP’nin klasik %6 olan oy potansiyelini %10’a yaklaştırdı. Eğer CHP
makyaj stratejilerle yürümeye devam ederse bir sonraki seçimlerde bir kısım CHP seçmeninin de
oyunu alan HDP rahatlıkla %10 barajını aşabilir.
CHP’de süregiden kurultay tartışmalarında yukarıda sözünü ettiğim tarzda yeni bir siyasetin
geleceğinin ipuçları da görünmüyor. CHP hala Mehmet Bekaroğlu’nu CHP’ye davet ediyor. CHP’nin
sağa, muhafazakar, dindar ve Kürt seçmene açılması, daha kapsayıcı bir parti olması kesinlikle doğru
bir yönelim. Ancak, bu amacın bu yöntemle başarılamayacağı artık anlaşılmalı.
CHP, Yeni Liberal paradigmanın şekillendirdiği bir toplumsal ve ekonomik kültürün ürünleri olan dil,
söylem, kuram ve kavramları terk ederek artık geleceği konusunda pek çok ekonomist ve bilim
insanının mutabık olduğu yeni paradigmayı anlamalı ve kucaklamalıdır.
Bu, sadece CHP için değil, Türkiye’nin geleceği için de yaşamsal bir dönüşüm zorunluluğudur.