GABRIEL GARCÍA MÁRQUEZ (1927-2014) Stj. Av. Güliz GENÇ “Hayat, insanın yaşadığı değildir; aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır.” Büyülü gerçekçiliğin büyülü yazarı Márquez (Gabo), bizlere yaşam dolu bir veda mektubuyla onlarca eser bırakarak 17 Nisan’da bu dünyadan ayrıldı. Kitapları sayısız dile çevrilen, milyonlarca okura ulaşan, Nobel ödüllü yazarın ölümü, tüm dünyada üzüntüyle karşılandı. Ölümünün ardından yaşanan üzüntü, edebiyat dünyasının ve okurlarının vefakâr ilgisi, yazarın ne kadar çok sevildiğini bize bir kez daha gösterdi. Márquez’in bu kadar sevilmesinin en büyük nedeni, her yönüyle farklı bir yazar olmasıydı. Hüzünle aşkı, gerçekle rüyayı, gözlemlerle hayalleri, zenginlikle olabildiğine fakirliği romanlarında harmanlamıştı. Márquez, sihirli, gerçeklikten uzak bir akımın öncüsü, romanlarını masallarla, rüyalarla besleyen bir yazardı. Aslında Gabo, tambir masal anlatıcısıydı, gerçek hikayeyi süsleyip, sihirleyip dinleyiciyi büyülerdi. 1927 yılında Kolombiya’nın küçük bir kasabasında doğan Márquez, saygın bir asker olan büyük babası ve masallarla dolu büyük annesinin kalabalık evinde büyüdü. Bu ev yazarın hayatının şekillenmesinde olduğu kadar, romancılığında da mihenk taşı oldu. Márquez romanlarında çocukluğuna ait anılarını ve ev halkını hep kullandı. Nitekim Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazarken büyükannesinin anlattığı hikâyelerin, Kolera Günlerinde Aşk’ta anne ve babasının aşkının, Albaya Mektup Yazan Kimse Yok’da büyükbabasının etkisi olduğunu, roman kahramanlarını da etrafındaki gerçek kişilerden seçtiğini her fırsatta belirtti. Edebiyat ve Kitaplarla dolu okul yıllarından sonra ailesinin etkisiyle başkent Bogota’ya hukuk okumaya gitti. Ancak, ne pahasına olursa olsun yazmaya adadığı hayatı için ailesini karşısına alıp hukuk ve daha sonra gazetecilik eğitimini yarım bıraktı ve gençlik yıllarında olabildiğine serkeşlik ve fakirlik içinde eline geçen parayla kitap alıp bulduğu her köşede okudu ve yazdı. Özellikle Faulkner, Virginia Woolf, James Joyse, Hemingway Márquez’in elinden düşürmediği yazarlardı. Yazarlık sürecinde birçok kitaptan etkilense de, kendisi için en önemli eşiğin 19 yaşında hukuk öğrencisiyken okuduğu Kafka’nın Dönüşüm’ü olduğunu, bu şekilde alışılmışın dışında, gerçek üstü de yazılabileceğini bu kitapla gördüğünü kendisiyle yapılan her söyleşide anlattı. Márquez, üniversiteden sonra uzun zaman gazetecilik yaptı. Öykü ve senaryo yazılarının yanında bu yıllarda ükesinin içinde bulunduğu durumdan çok etkilenerek, ülkesinin Peru ve Venezuela ile olan savaşlarını, yüzlerce insanın öldüğü katliamları, ülkedeki grupların çatışmalarını, fakirlik, ölüm ve kargaşa dolu günleri de yazdı. Yazarın ilk yapıtı 1955’te basılan Yaprak Fırtınası’ydı. Tüm nefret ve hoşgörüsüzlük ortamı içinde yapılması gereken bir cenaze törenini anlattığı ve diğer kitaplarının da temelini oluşturan düşsel Maconda kasabası ilk kez bu kitapta ortaya çıktı. Albaya Mektup Yazan Kimse Yok, Hanım Ana’nın Cenaze Töreni gibi romanlarından sonra, nihayet 1967’de bugünkü ününe kavuştuğu Yüzyıllık Yalnızlık yayınlandı. Büyük annesinin anlattığı masallardan, toprak yiyen kız kardeşine, büyükbabasının kasvetli ve kalabalık evinden, renkli akrabalarına kadar çocukluğunun tüm gerçek kişilerini gerçeküstü, masalsı bir anlatımla yazdığı, büyülü gerçekçiliğin en önemli yapıtı olarak kabul edilen bu romanı için “Kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek bir cümle bulamazsınız.” der. Bu kitap yazarın hayatındaki dönüm noktasıdır. Etrafındaki tüm insanları, anılarını, rüyalarını, duyduğu hikâyeleri, gözlemlediği olayları ve yılların birikimini Yüzyıllık Yalnızlık ile fotoğraflar Márquez. Márquez anılarını yazdığı kitabı Anlatmak İçin Yaşamak’ta da, romanın hayatın kendisi olduğunu, roman için en iyi malzemeyi gerçek yaşamın verdiğinin ısrarla altını çizerek, “Hayat, insanın yaşadığı değildir; aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır”der. Kaynağını yaşamdan alan, yaşadığı çevrenin gerçekliğinden uzaklaşmayan Márquez’in tek yaptığı, gerçeği kaleme alırken biraz sihirdir. Yazarın büyük üne kavuştuğu Yüzyıllık Yalnızlık’tan sonraki bazı eserleri, Başkan Babamızın Sonbaharı, Kırmızı Pazartesi, Benim Hüzünlü Orospularım, Aşk ve Öbür Cinler, Mavi Köpeğin Gözleri, Labirentteki General, Bir Kayıp Denizci, Latin Amerika’nın Sessizliği… Gabo’nun biz okurlarına bıraktığı, okunmakla eskimeyecek kitaplar karşılığında bizden tek bir istediği vardır, sevgi dolu bir hayat geçirmemiz… 2014/2 | Hukuk Gündemi 91
© Copyright 2024 Paperzz