Dut Pekmezi

Dut Pekmezi
Her cuma ve her pazar günü geçerdik o mahalleden.
Çok kar yaðmamýþsa, tipi, fýrtýna yoksa elbet...
Yayan yürüyen sekiz öðrenciydik. Evlerimizin olduðu
Günözü köyünden ortaokulu sürdürdüðümüz Þavþat’a
kadar olan dokuz, on kilometrelik yolu birlikte yürürdük.
Pazar günleri, köyden Þavþat’a gelirken bir hafta boyunca
yiyeceðimiz, ‘paðaça’ dediðimiz; ocaktaki sacýn altýnda,
tezek közünde piþmiþ koca ekmeklerimizi sýrtýmýzdaki torbalara vurur, ellerimizde katýk edeceðimiz peyniri, yaðý, ya
da süzme yoðurdu, içimizde, evlerimizden, sevdiklerimizden ayrý geçecek koskoca bir haftanýn ezikliðini taþýrdýk.
Cuma günleriyse, Þavþat’taki izbe kira evlerinde iliklerimize iþlemiþ beþ altý günlük soðuðun; yarý aç, yarý tok
geçirilmiþ günlerin; bedenimizde, çamaþýrlarýmýzýn katlarý
arasýnda gezinen, sayýlarý iyice artmýþ bitlerin; anasýzlýðýn,
yalnýz kalmýþ çocukluðun... üzerimizde býraktýðý garipliði
köyümüze götürürdük.
Cuma günleri daha þen geçerdi yolculuklarýmýz. Evlerimize, analarýmýza, kardeþlerimize, oyun arkadaþlarýmýza
7
kavuþacak olmanýn sevinciyle atardýk adýmlarýmýzý. Yol
bittiðinde, bir hafta sonra da olsa yeniden sýcak bir çorba
içebilecek, analarýmýzýn bizim için daha saatler önceden
hazýrladýðý köy unuyla piþireceði biþi, mafiþ, kete, feselli,
sinor, karnicýrýð gibi adlar taþýyan hamur iþi yemeklerden
yiyebilecek, sýcak suyla yýkanýp, aklanýp paklanacak, biraz
olsun bitlerimizden arýnabilecektik...
Biz Þavþat’ta iken kar yaðmýþsa, tipi varsa, o hafta sonu
gidemezdik köyümüze. Yoksulluðumuz, yoksunluklarýmýz
daha da artardý. Ne karnýmýzý doyurmak için fýrýndan
ekmek, bakkaldan azýk alacak para olurdu cebimizde ne
su ýsýtýp yýkanabilme olanaðýmýz. Suyu dýþarýdan, uzaklardaki azýcýk akan bir çeþmede herkesle birlikte sýraya girip,
saatlerce bekledikten sonra kaplarýmýza doldurur taþýrdýk
zaten. Banyosuz, tuvaletsiz, mutfaksýz birer göz odadan
ibaret evlerde kalýrdýk ikiþer üçer çocuk... Tuvaletlerimiz
evlerin dýþýndaydý. En korktuðumuz þey de kurt ulumalarýnýn sessizliðe baskýn olduðu o karanlýk kýþ gecelerinde
dýþarýdaki tuvalete gitmek zorunda kalmamýz olurdu.
Benim kaldýðým evden elli metre kadar ötedeydi tuvaletimiz. Duvar tahtalarý iðreti kapatýlmýþ, derince kazýlmýþ bir
çukurun üzerine aralýklý konulmuþ kalaslardan yapýlmýþtý...
Soðuktan ve korkudan titreyerek giderirdik gereksinimimizi. Koþa koþa dönerdik arkadaþlarýmýzla paylaþtýðýmýz
yataklarýmýza.
Yalnýz benim evimde soba vardý. Aylar süren kýþýn, geçmek bilmeyen soðuk günlerinde bizim köylü sekiz çocuðun tümü benim eve gelirdi. Babamýn güzden köyden
getirip bir köþeye yýðmýþ olduðu odunu, tezeði idareli kullanmak, yaza kadar idare etmek zorundaydým. Arkadaþla8
rýmýn tümünün birden benim yataðýma girmelerine, bir
yataðýn içinde yan yana yatan tam sekiz çocuk olmamýza
bir þey diyemezdim, ama sobayý sürekli yakmam için ýsrar
etmelerine aldýrmazdým. Bahar gelmeden, karla kaplý köy
yollarý öküz arabalarýnýn geçmesi için uygun olmadan,
odun ya da tezek getirilemeyeceðini bilmeleri gerekirdi.
Köydeki evlerimizde de yeterli tezeðimiz olmazdý çoðunluk. Kýþ günü, metrelerce karý yarýp, ormana aðaç kesmeye gitmekse akýl iþi deðildi... Köyden, babadan yana da
çok umudumuz olmamalýydý...
Þavþat çýkýþýndaki o mahalleden sekiz çocuk art arda
dizilip geçerdik. Baþýmýzýn belasý bir küçük köpek vardý her
geçiþimizde üzerimize saldýran. Büyük çoban köpeklerinin
tümü çocuklarýn dostuydu. Onlar tanýsýnlar, tanýmasýnlar,
biz yoldan geçerken aðýrbaþlý gözlerle bizi süzüp dostça
bakarlardý. Düþmanýmýz, yörede “Tula” diye adlandýrýlan
küçük köpeklerdi. Baþka küçük köpeklerin de saldýrdýklarý,
bizi korkuttuklarý olurdu; ama o siyah renkli tula sanki özellikle yolumuzu beklerdi. Baðýrýr çaðýrýr, ýsýrmak için bacaklarýmýza, pantolonlarýmýzý parçalamak için paçalarýmýza
saldýrýr, diþlerini gösterip bizi korkutmak için elinden geleni
ardýna koymazdý.
Sekiz çocuðun içinde en cesuru, en korkusuzu bendim. Daha doðrusu, bir kez öyle çýkmýþtý adým. Aslýnda,
pek de hoþnut deðildim durumdan... Ben de korkuyordum
ben de içimi ürperten tedirginlikler yaþýyordum; ama bir
kez korkusuz diye bilinmiþtim iþte. Her tehlikede, her karmaþada benim arkama sýðýnýyordu arkadaþlarým.
9
Bizi gördüðünde ortalýðý birbirine katan, üzerimize terbiyesiz bir haydut gibi saldýrmak için sanki günlerce yolumuzu beklemiþ o siyah tulayý karþýlamak, onu oyalayýp arkadaþlarýmýn yürümelerine saðlamak da benim görevimdi...
Elimde ne varsa onu önüme tutar geri geri, adým adým
yürürdüm karþýsýnda. Gözlerine bakardým. Kýskanç, yaramaz, öfkeli bir çocuðun gözlerine benzetirdim gözlerini...
O pazar günü yine ayný yolun yolcusuyduk. Köyden
geliyorduk. Sýrtýmda dört beþ kilo gelecek koca bir paðaça
vardý. Bir hafta boyunca sertleþmesine, bayatlamýþ olmasýna aldýrmadan onunla doyurmak zorundaydým karnýmý.
Elimde de anamýn bir torbaya doldurduðu birkaç kiloluk
süzme yoðurdu taþýyordum. Bir buçuk saati aþmýþ yolumuzun sonuna yaklaþmýþtýk. Orman içinden, dað baþlarýndan geçen yollar boyunca olasý bir kurt saldýrýsýndan,
daðlarda gezdiði söylenilen haydutlarýn hücumuna uðramaktan bir kez için daha kurtulmuþtuk; ama sýrtýmdaki
paðaça belimi burkumu aðrýtmýþ, yoðurt torbasý kollarýmý
koparmýþtý...
Yine çýktý karþýmýza o küçük kara tula. Yolumuzu özlemle beklemiþti sanki. Arkadaþlarým onun sesini duyar duymaz arkama sýðýnmýþlardý. Yine ben karþýlamýþtým o yaramaz saldýrganý. Korktuðumuzun ayrýmýna varýrsa daha da
saldýrgan olacaðýný bilerek, içimdeki korkuyu, tedirginliði
ona belli etmemeye çalýþarak paylarca sesler çýkarýyor,
adýmlarýmý cesur, kararlý bir adamýn adýmlarýna benzetmeye çalýþýyordum. Çevremde dönüp dolaþýyor, paçalarýma
aðýz atmak, bacaklarýmý ýsýrmak için bir fýrsat kolluyordu
yaramaz köpek. Elimi, kolumu yorgunluktan taþ kesmiþ
10
o yoðurt torbasýný tutuyordum çok dara düþtüðümde
önüme.
Otuz kýrk metreyi büyük bir þamata, baðýrtý çaðýrtý içinde
geçmiþ, o tulanýn önünde bizi beklediði evden biraz uzaklaþmýþtýk ki birden beni býrakýp elimdeki torbaya saldýrdý
tula. Tuttu torbayý keskin diþleriyle. Baþýný öfkeyle iki yana
sallayýp silkeledi. Torbanýn dibi yýrtýlýverdi birden! Boþanýverdi bir hafta ekmeðime katýk edeceðim yoðurt! Baþýma
kaynar sular dökülmüþ gibi olmuþtu. Günlerce yalnýz yavan
paðaçayla karýn doyurmak zorundaydým artýk.
Öfkeden baþým döndü, gözümün önü karardý. Attým
elimdeki içi boþalmýþ yýrtýk torbayý yere. Önce okkalý bir
tekme salladým utanmaz saldýrgana... Yetmedi. Koþtum
üzerine, yakalayýverdim boðazýndan. Ne keskin diþleri
umurumdaydý ne bana öfkeyle bakan kara gözleri. Sýktým
boðazýný iyice.
“Oðul etme, etme oðul!” diye baðýrýyordu evin önündeki taþlýða çýkmýþ bir kadýn. Týnmadým onun da baðýrtýsýný...
Çýrptým tulayý havada, silkeledim iyice iki yana; kaldýrdým,
evin arkasýndaki çitle çevrili bahçenin ortasýna fýrlattým.
Katýksýz kalmýþ olmanýn öfkesiyle gerçek bir kahraman
olmuþtum! Arkadaþlarým hayranlýkla bakýyorlardý bana.
Tula, attýðým yerden güçlükle doðrulmuþ, aðlaya sýzlaya bir köþeye gidip yatmýþtý. Bir daha bize saldýramayacaktý... Ýstediði, hak ettiði dersi almýþtý benden! Evin önüne
çýkmýþ kadýna da içerlemiþtim. Onca baðýrtýya, onca karmaþaya karþýn zamanýnda evden çýkýp köpeðini uyarmamýþ, bize yardýmcý olmamýþtý çünkü...
11
“Niye zamanýnda çýkýp da bize yardýmcý olmadýn teyze?”
diyerek ona döndüm öfkeyle. “Gördün iþte köpeðin yaptýðýný... Bir hafta yiyecektim ben o yoðurdu.”
“Ne desen haklýsýn oðul,” dedi kadýn. “Haklýsýn elbet de
ben de yýldým bunun elinden. Kapýnýn önünden bir çocuk
geçmeyiversin. Yýkýyor ortalýðý. Gücünün çocuklara yeteceðini biliyor. Ben de þaþýrdým artýk. Gün, akþama kadar
onun önünde duramam ya...”
“Baðlasaydýnýz o zaman köpeðinizi teyze. Bizi aç býrakmaya hakkýnýz var mý?”
Eh bir kahramana da böyle konuþmak yakýþýrdý doðrusu!
“Haklýsýn oðul,” dedi yeniden kadýn. Sesi usuldan, suçlu suçlu çýkýyordu. “Hele az bekle orada...”
Bekledim. Arkadaþlarým da benden biraz uzakta bekliyorlardý. Tula, bahçenin bizden en uzak köþesinde, bir
kuytuya kývrýlýp yatmýþtý. Hiç sesi çýkmýyordu artýk. Bizi hiç
görmemiþ gibi baþýný bacaklarýnýn arasýna gömmüþ, uyuyor numarasýna yatmýþtý.
Bu kadýn neden bekletiyor acaba bizi burada diye
düþünüyordum. Yorgunluktan, sinir bozukluðundan iyice
bitkinleþmiþtim. Üstelik, bir buçuk saatlik yol boyu taþýdýðým yoðurdum da yere dökülmüþtü.
Çok fazla beklemedik. Kadýn çýktý kapýnýn önüne, bize
doðru yürüdü. Elinde külek dediðimiz, bükülmüþ aðaçtan
yapýlmýþ büyücek bir yiyecek kabý vardý. Ýçi de dolu
olmalýydý kabýn.
“Al oðul, bunu ye yoðurdunun yerine,” dedi. “Dut pekmezidir. Kendi ellerimle, kendi dutumuzdan yaptým.
12
Yarasýn oðul. Sana da zihin açýklýðý verir umarým. Kusurumuza bakma...”
Dünyalar benim olmuþtu! Dutun, kirazýn, elmanýn yetiþmediði bir dað köyü çocuðuydum. Dut pekmezi bulunmaz
bir yiyecekti benim için. Tatlý tatlý katýk edecektim ekmeðime. Bir hafta boyunca içimi ýsýtacaktý.
Dut pekmezini duymuþ arkadaþlarým da aðýzlarý kulaklarýnda, sevinç içinde bekliyorlardý beni...
14