Değer Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi Sesleniş Gazetesi Ekidir Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır Şubat 2014 Yıl: 1 Sayı: 2 04 Sevgi Nedir? 08 12 Güleryüzlü Olmak Yunus Emre 20 Ertuğrul Fırkateyni 17 DEĞİŞEN YAŞAMLAR Ücretsizdir Kırma dostun kalbini; Onaracak ustası yok. Soldurma gönül çiçeğini; Sulamaya ibrik yok. Sevgi; paylaşmaktır. Şubat 2014 D eğer EDİTÖR'DEN Modernizmin insan üzerindeki yıkıcı etkilerinden bahsederken sevginin değerini yitirmesi en çok vurgulanan hususlardan biri olmalıdır. Sevgi, zamanımız insanının en çok aradığı, varlığına en çok muhtaç olduğu değer haline gelmiştir. Maddi ihtiyaçları karşılanan, iletişim imkanları ile dünyanın herhangi bir yerinden arkadaşlar edinebilme şansını yakalayan modern çağ insanının mutsuz bir hayat sürmesi, sosyal hayatta yalnızlaşması, mutluluğun anahtarlarından biri olarak kabul edilen sevginin önemini gözler önüne sermektedir. Buradan hareketle Yunus'un "Yaratılanı severim yaratandan ötürü" ifadesi sevginin her şeyi kapsayabilecek bir değer olduğunu kabul ederek dergimizin bu sayısının temasını "sevgi" olarak belirledik. Büyük bir sevinç ve heyecanla derginizin ikinci sayısını yayım hayatına kazandırmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Dergimizde bu ay; Ceza infaz kurumlarımızda özellikle kadınlara yönelik çalışmaları ile sevgi annesi olarak tanınanProf. Dr. Öznur Özdoğan ‘’Sevgi Nedir?’’ başlıklı makalesi ile sevginin sıcaklığını bizlere hissettirirken, değerler eğitimi konusunda ülkemizin önemli isimlerinden olan Prof. Dr. Hayati Hökelekli ise “Herşey Merhamete Muhtaçtır” yazısı ile varlığın mayasının sevgi ve merhamet olduğu hususuna dikkatlerimizi çekecek. Sevginin her şeyi ile vücud bulduğu, hayatını sevgi ve aşka adamış, ölümü bile “Ölen hayvan imiş, Aşıklar ölmez” diyerek karşılayan, Mevlana’nın “Nereye vardıysam bu Türkmen kocasının izlerini önümde gördüm” diyerek manevi mertebesini tayin ettiği, haçlı seferlerinin acıları daha silinmeyen memleketin bir yandan Moğol istilası öte yandan beylikler arası iktidar kavgaları ile geçirdiği zor günlerde karış karış dolaştığı Anadolu’nun insanının ruhuna sevgi nefeslerini işleyen Hak aşığı Yunus Emre’nin hayatından bir kesit sunduk. Tarih bölümümüzde bu ay Türkiye ve özelde Japonya genel anlamda ise tüm Uzakdoğu arasında bir dostluk ve sevgi köprüsü olup hatıralardaki yerini sıcaklığı ile koruyan Ertuğrul Fırkateyni’nin hüzünlü hikayesini kaleme aldık. Bu ay dergimize Diyarbakır şehrimizi konu ettik. Diyarbakır’a kısa bir gezi düzenlerken birçok güzelliğini gözler önüne serme gayreti içinde olduk. Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez ‘’İnsanlık Onuru’’ yazısında insanlık onurunun ilahi ve beşeri yönlerini ele alarak bizlere ışık tuttu. Dergimizi bilim, kültür, sanat, tarih, edebiyat ve diğer alanları ile doludolu hazırlama gayreti içinde olduk. Sizleri dergimizle başbaşa bırakırken bir sonraki sayımızda "Vatanseverlik" teması ile karşınızda olmayı umuyoruz. Gelecek sayıda buluşmak ümidiyle… 1 D eğer D eğer Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi Yıl: 1 Sayı: 2 Şubat 2014 Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır YAYIN KURULU Burhanettin ESER (Yayın Kurulu Başkanı) Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdür Yardımcısı Vehbi Kadri KAMER Eğitimden Sorumlu Daire Başkanı Mustafa DOĞAN Tetkik Hakimi Ramazan GÜNŞAN Şube Müdürü Alpaslan DEMİR Tuncay KARACA Evren TANRIKULU Metin KARTAL Mustafa Serdar ÖZGÜN Süleyman KARAKUŞ Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Naci BİLMEZ Editör İlhan GÜLER Grafik Tasarım Fatih ŞAFAK Sahibi Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Adına Ali Turan KARADAĞ Kurum Müdürü Baskı Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Matbaası İstanbul Yolu 15.Km Hava Müzesi Karşısı Şaşmaz / Ankara Tel: (0312) 278 7610 Faks: 278 25 68 Yayın Türü Yerel Süreli Yayın Basım Tarihi: 05/02/2014 İletişim Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Konya Yolu No:70 06330 Beşevler/ANKARA Tel: 0312 204 13 75 Faks: 223 43 91 e-posta: [email protected] Web: www.cte.adalet.gov.tr Sesleniş Gazetesinin Ayda Bir Yayımlanan Kültür Ekidir 2 Şubat 2014 İÇİNDEKİLER 06 07 08 15 17 24 28 26 44 47 49 BAL ARILARINDAN MİMARLIK HARİKASI... HAYVAN SEVGİSİNİN BEŞ FAYDASI GÜLER YÜZLÜ OLMAK DEĞERLER MİNİKLERE NASIL ÖĞRETİLİR? HERŞEY SEVGİYE MUHTAÇ KAÇ SENE GEÇTİ DOĞAYI ANLAMA SANATI İNSANLIK ONURU DEĞİŞEN YAŞAMLAR MİGREN TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ? PİRAMİDLERİN SAKLADIĞI SIR Şubat 2014 D eğer 20 BİR DOSTLUK KÖPRÜSÜ; ERTUĞRUL FIRKATEYNİ 4 SEVGİ NEDİR? 18 ŞEFKATLE MÜKELLEFİZ 12 YUNUS EMRE 40 DİYARBAKIR 3 Toplum D eğer Şubat 2014 Sevgi nedir? “Eğer yüreğinde sevgi yoksa, hiçbir yere kımıldama. Kendini eşyalarınla, kendinle, istediğin herhangi bir şeyle oyala; fakat insanlarla değil. Yaşamak için, sadece acıktığın zaman yemek yiyebilirsin. İnsanlara yararının olması için, sevgiyi hissettiğin zaman onlarla ilişki kurmalısın.” (Tolstoy) 4 Şubat 2014 D eğer Prof. Dr. Öznur Özdoğan S evgi, insanın kendisinin ve bir başkasının ruhsal gelişimini desteklemek amacıyla benliğini genişletme arzusudur. Sevgiyi yaşamaya önce kendimizi severek başlayabiliriz. Mahkûmlara anlattığım, onları derinden etkileyen ve mektuplarında yakınlarıyla paylaştıkları “KUSURLARIMIZ” başlığını taşıyan aşağıdaki hikâyeyi, sevgi gücümüzü büyütmemizde yararlı olacağına inandığım için burada da paylaşmak istiyorum: Hindistan’da bir sucu, boynuna astığı bir sopanın ucunda taşıdığı iki kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova, her seferinde patronun evine uzanan yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova, içine konan suyun sadece yarısını ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca böyle devam etmiş. Sucu patronun evine sadece bir buçuk kova su götürebilmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getirmekten dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda çatlak kova sucuya seslenmiş: “Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.” Sucu, “neden?” diye sormuş. Niçin utanç duyuyorsun? Kova cevap vermiş. Sen bu kadar çalışıyorsun ve benim kusurumdan dolayı emeklerinin karşılığını alamıyorsun”. Sucu şöyle demiş: “Patronun evine dönerken, yol kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum”. Gerçekten de tepeye tırmanırken, patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş, fakat yolun sonunda suyunun yarısını kaybettiği için, yine kendisini kötü hissetmiş ve sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş: “Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi? Bunun sebebi, benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır, ben bu güzel çiçekleri toplayıp patronun masasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde böyle güzellikleri yaşayamayacaktı”. Hepimizin kendimize has kusurlarımız var. Aslında hepimiz bir bakıma çatlak kovalar değil miyiz? Yaradanımızın büyük planında hiçbir şey ziyan edilmez. O nedenle, kusurlarımızdan, eksik yanlarımızdan korkmayalım. Onları sahiplenelim. Kusurlarımızda gerçek gücümüzü bulursak, biz de güzelliklere sebep olabiliriz. Kendinizi sevin ki yaşantınız güzelleşsin. Kalbinizi, vücudunuzu ve aklınızı güçlendirecek her türlü metodu deneyin. İçinizdeki Gücü harekete geçirin. Manevi bir bağlantı bulun ve bunu elden kaçırmamaya gerçekten çaba gösterin. Eğer korkunun sizi tehdit ettiğini hissederseniz, bilinçli bir biçimde nefes almaya başlayın. Korktuğumuz zaman genellikle nefesimizi tutarız. Bu nedenle derin derin nefes alın. Nefes almak, içinizde boş bir yer açar, kaynağıdır. Sevgi sayesinde, bize kötü davrananı bile, gene değerli kişi olarak görebiliriz. Sevgi sayesinde, kötü davranışı bir kenara itip, bunu yapan kişiyi davranışından ayrı olarak göz önüne alabilir, gene de abartılı hareket etmiş olmayız. Kötü davranan ile kötülüğe uğrayan arasındaki sınırları silmeye çalışır, kötü davranışın nede-nini anlamasak bile, bunun için büyük çaba harcarız. Bu çaba sırasında, sevdiğimizle bir araya gelir, inancımızı yeniler; birbirimizi daha iyi anlar ve gücümüzü artırarak geleceğe yeniden işte bu sizin gücünüzdür. Belkemiğinizi dikleştirir. Göğsünüzde açılan yer kalbinizin genişlemesine olanak sağlar. Nefes alarak engelleri yıkıp açılmaya başlarsınız. Kasılıp büzüleceğiniz yerde genişlersiniz. Sevginiz akmaya başlar. "Beni Yaratan Güçle bağlantı kuruyorum. Güvencedeyim. Yaşantımda her şey çok güzel," deyin. Korku sevginin karşıtıdır. Ya severiz ya da korkarız. Nefret tutkunun zıttıdır. Yaşam sürecinde maneviyatımıza güvenip Yaratıcımızla bağlantı kurarsak, korkularımızı, öfkelerimizi geldikleri gibi hızla yok edebiliriz. Yaşamda her şeyin doğru zamanda oluşmasını sağlayan ilahi adalete güvenmeliyiz. Sevgi, bağışlamanın tek ve en büyük güvenle bakarız. Bağışlama, kendimizi geçmişin etkisinden kurtarmak, geleceği daha akılcı yoldan yenilenmiş umut ve inançlarla karşılamaktır. Bağışlama çoğu kez koşulsuz bir sevgi hediyesi olarak adlandırılır. Bunun ifade ettiği anlam; seni bağışlayacağım. Çünkü yaşamı dolu dolu sürdürmeyi umut ediyorsam seni bağışlamaya zorunluyum, şeklinde olacaktır. Hz. Muhammed: "Ben merhamet edici ve barışçı olarak gönderildim.” (ElCami's Sağir, 1. s. 427, akt: Sakallı, 1996, s. 17) sözleriyle kendisini tanımlamaktadır. * Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı Başkanı 5 D eğer Bilim Sağlık Bilim Şubat 2014 Gençlik Hipertansiyon, kalp kasını kalınlaştırıyor Dünyanın en soğuk bölgesi Çeyrek yaş bunalımının ilacı, farklı yaş grupları Hipertansiyonun en büyük sebebi kalp yetmezliğine kadar giden kalp kası kalınlaşması. Uzmanlar, düzenli sağlık kontrolü, erken tedavi, ideal vücut ağırlığı, az tuz tüketimi, alkol ve sigaradan uzak durmanın, hipertansiyondan korunmada etkili olduğunu belirtiyor. Uydular yardımıyla tespit edilen dünyanın en soğuk noktası -93,2 derece olarak ölçüldü. Antarktika’nın merkezinde yer alan en soğuk nokta 10 Ağustos 2010 tarihinde tespit edildi. Daha önceki en soğuk nokta ölçümü, -89,2 derece ile yine Antarktika’daydı. Bu ölçüm, 21 Temmuz 1983 yılında Rusya’daki Vostok üssünde tespit edilmişti. 26-30 yaş aralığındaki gençlerin yüzde 73 ‘ü çeyrek yaş bunalımı yaşıyor. İngiltere’de yapılan araştırmaya göre gençlerin kariyer sahibi olmak istemeleri, ünlülere özenmeleri, iş bulma süreci, kendilerini kanıtlama gayretlerinin sebep olduğu stres için en iyi çözüm, farklı yaş gruplarıyla vakit geçirmek ve gönüllülük faaliyetlerine katılmak. Bal arılarından mimarlık harikası: Petekler Bal arıları, dünyanın her yerinde bu kusursuz açıyı kullanarak petekler yapar. Kovan etrafında yüzlerce arı bulunmasına rağmen bunların tek bir tanesinin bile hata yapması söz konusu değil. T am olarak 109 derece 28 dakikalık birbirine bitişik altıgen şekiller yapmak söz konusu olduğunda, bu şekilleri belirtilen açıda, kusursuz olarak yapabilmek için çeşitli açıölçerlere ve düzgünlüğü sağlayabilmek için cetvellere ihtiyaç vardır. Bir insan için bu şekilleri çizerken arada yanlışlık yapma ihtimali çok büyüktür. Ayrıca çeşitli düzeltmeler yapmak, gerekirse bazı altıgenleri baştan çizmek ve buna muhtemelen oldukça uzun bir vakit ayırmak gerekecektir. Şaşırtıcı olan, insan, akıllı ve şuurlu bir varlık olarak tüm bunlarla uğraşırken, aynı çalışmayı bal arılarının hiçbir açıölçer veya cetvel kullanmadan hatasız ve aralıksız şekilde gerçekleştirmeleri. Bal arıları, dünyanın her yerinde bu kusursuz açıyı kullanarak petekler yapar. Kovan etrafında yüzlerce arı bulunmasına rağmen bunların tek bir tanesinin bile hata yapması söz konusu değil. Bu canlılar, peteklerini inşa ederken tam olarak 109 derece 28 dakika ve 70 derece 32 dakikalık iki açı kullanır. Hesapta en ufak bir sapma olmaz. Peteklerin uçlarını ise 13’er derece yükselterek inşa ederler. Bu önemlidir, çünkü bu eğim sayesinde bal, petekten dışarıya akmaz. Bir arının böylesine usta ve yetenekli olması mümkün müdür? Bir arı, insandan daha iyi hesap yapabilme kabiliyetine sahip midir? Elbette arı ne matematik bilgisine ne de üstün yeteneklere sahip. Peki, bu kusursuz peteği oluşturmayı tesadüfen WWW.yenibahardergisi.com 6 mi öğrenmiştir? Milyonlarca yıldır, her balarısı, tesadüfen bu yetenekle doğmuş olabilir mi? Kuşkusuz insanın sahip olmadığı bu yeteneğe, bir arının tesadüfen sahip olması mümkün değil. Bu canlıları, üstün özellikleri ile birlikte meydana getiren, canlılara Kendi fazlından ilim veren, sonsuz kudret ve güç sahibi Yüce Allah’tır. Şubat 2014 D eğer İletişim Erkekler görünüme kadınlar duyguya önem verir Erkekler iletişimde daha çok görünene ve somut olana, kadınlar ise duygulara değer veriyor. Bu tezi destekleyen Psikolog Gürdal Görhan, erkeklere, sıkıntısını anlatmaya çalışan eşlerine hemen yardımcı olmak için konuşmaya başlamak, akıl vermek yada ‘’Üzülme geçer.’’ gibi teselli edici yaklaşımlar yerine dinlemeyi ve anlamayı denemelerini öneriyor. Beslenme Teknoloji Balık eklem iltihabı riskini azaltıyor İstediğin rüyayı gösteren gözlük Haftada en az bir kez somon ya da uskumru gibi yağlı bir balık yemenin, eklem iltihabı riskini önemli oranda azalttığı belirlendi. "Annals of the Rheumatic Diseases" dergisinin son sayısında yayımlanan çalışmaya göre, Omega-3 açısından zengin bir beslenme biçimi, kalp ve beyni korumanın yanı sıra vücutta enfeksiyon oluşumunu da engelliyor. 'Reeme’ adında geliştirilen cihaz, ‘luciddream’ yani açık rüya olarak ifade edilen bir rüya gözlüğü. Gözlüğün iç kısmında bulunan 6 adet LED lamba ile kullanıcıların kapalı olan gözlerine sinyal gönderiliyor. Böylece kullanıcılar, görmek istedikleri rüyaya konsantre olarak uykuya dalıyor. Uyku halindeyse kullanıcılar, bilinçli olarak istedikleri rüyayı görebiliyor. Hayvan sevgisinin beş faydası Figen Karaceylan Çakmakçı* H ayvan sevgisi çocuklarda ince motor gelişimi, sorumluluk duygusu, zihinsel gelişim, özgüven ve sosyal beceri gelişimi ve empati gelişimine büyük katkısı vardır.. Çocuğun sevgiyi tanımasında hayvanların önemli etkisi bulunmaktadır. Çocuğun bir hayvana sahip olmasının psikolojisini olumlu yönde etkilemektedir. Çocuğun hayvanla temas halindeyken canını yakmadan tutması, sarılması ve dengeli bir şekilde dokunsal temas kurabilmesi 'ince motor gelişimine' büyük katkısı oluyor. Evcil hayvan besleyen bir çocuğun ona hergün yem vermesi gerektiğini bilmesi sorumluluk duygusunu geliştiriyor. Hayvanının büyürken bedenindeki değişiklikleri gözlemlemesi 'zihinsel gelişimine' olumlu katkı sağlıyor. Onun bir takım ihtiyaçlarını karşılaması, ona sahip olma duygusu 'özgüven ve sosyal beceri' gelişimini olumlu yönde etkiliyor. Empati kurma özelliği gelişiyor. Hayvanlar, doğumundan başlayarak çocukların hayatına oyuncaklarla girmektedir. Peluşlar, banyoda yüzen ördekler, plastik çiftlik hayvanları, yürüyen ve konuşan motorlu oyuncaklar. Özel bir bebek ve ayıcık çocukların annelerinden sonra en yakın arkadaşı. Evcil hayvanlarda çocuğun yaşamında oyuncaklardan fazla etkili olabilir. Çocuğunuzu dışarıya çıkardığınızda sokaktaki kedi ve köpeklere karşı nasıl sevgi gösterdikleri ve dokunmak istediklerini tanık olmuşuzdur. * Psikiyatri Uzmanı. www.turkcebilgi.org 7 Kişisel Gelişim D eğer Şubat 2014 Güleryüzlü olmak... Çevrelerine tebessümle bakan, güleç insanlar bazen yanlış anlaşılsalar da gönüllerindeki insana saygı ve sevginin yansıması yüzlerine aksetmektedir. Zülküf Güneş* Güleryüzlü olmak insanlar arasında olumlu bir atmosferin oluşması ve iletişim kanallarının açılması için gereklidir. Asık suratlı veya alaycı insanlarla kimse zorunlu olmadıkça iletişime geçmek istemez. Çevrelerine tebessümle bakan, güleç insanlar bazen yanlış anlaşılsalar da gönüllerindeki insana saygı ve sevginin yansıması yüzlerine aksetmektedir. Gülmek kahkahalarla insanlara alay etmenin aracı olmamalı, gönüldeki iyiniyetin, sevginin ve muhabbetin dışa yansıması olmalıdır. İnsanlara içinizden geldiği şekilde rol yapmadan gülümsediğinizde onlarında size güldüğünü göreceksiniz. Yüzünüzü asarsanız çevrenizdeki insanlar da yüzlerini asacaklardır. Tıpkı aynanın karşısındaki yüz ifadenizin aynısının size dönmesi gibi… İçten bir gülümseme, insanlar tarafından kabul edilmenizi sağlar. Ne kadar samimi olduğunuzu ortaya koyar. Size içten davranan insanlara güvenirsiniz. Güven hisleri aranızda sevgi bağlarının oluşmasını sağlar. İçten bir gülümseme bu güven hislerinin oluşmasının en etkili yollarından biridir. Güleryüzlü insanlar, mutluluk hisleriyle yaşarlar. Asık suratlı olan insanlar servet sahibi olsalar bile huzur ve mutluluk adına istedikleri sonuca ulaşamayacak ve çevrelerinde kimseyi bulamayacaklardır. İnsanın sosyal zekasının güçlü olması, güleryüzlü olmasını gerektirir. Olumlu ve etkili iletişim içten bir gülümsemeyle başlamış olur. İletişimde devamlılığı sağlar. İçten bir gülümseme, insanların bilinçaltında gereksiz korkuların oluşmasının önüne geçer. Birbirlerini tehlike olarak algılamayan bireyler, yakın arkadaşlıklar ve derin dostluklar 8 kurabilirler. İnsanlarla karşılaştığınızda güleryüzle selamlayın, onlardan ayrılırken de güleryüzle vedalaşın. Sevdiğiniz insanları incitecek bir şekilde asıksuratla ayrılmayın. Kendinizi daha iyi hissetmekle birlikte karşınızdaki insanın da iyi hissetmesini sağlamış olursunuz. İnsanlardan ayrılırken, bir daha karşılaşmayabileceğinizi düşünerek ayrılın… Çok malınız olmayabilir ama gülümseyen bir simaya sahipseniz hayat da size gülecek şikayet etmeden huzurla yaşayabileceksiniz. İçten bir gülümseme, insanlar tarafından kabul edilmenizi sağlar. Ne kadar samimi olduğunuzu ortaya koyar. Size içten davranan insanlara güvenirsiniz. Güven hisleri aranızda sevgi bağlarının oluşmasını sağlar. * Psikolojik Danışman http://evrenselterapi.blogcu.com Şubat 2014 D eğer Kendini sevmek... direk olarak sizin kendiniz hakkındaki inançlarınız, tutumlarınız ile ilgilidir. Karşınızdaki insan size istediğiniz değeri vermiyor çünkü Çağımızın metropol insanı olarak içine düştüğümüz yanılmasiz kendinize yeterli değeri vermiyorsunuz. lardan biri de maalesef kendimizi sevdiğimizi, kendimize saygı Kendine değer vermek, kendini sevmek ile alakalı bir duyduyduğumuzu sanmakta oluşumuzdur. Kendini sevmek, insanın gudur. Kendini sevmek ilk başta kendini her halin ile kabul edip, yaşamında karşılaştığı birçok sorunun çözümü ve çektiği acıların kendine yetebilmek demektir. ilacı demektir. Kendini sevmek, bir insanın kendine verebileceği Hayal kırıklığı ve sorunların ortaya çıkması, gerçekte sizi iyien yüksek değer ve en güzel hediyedir. leştirmek ve kendi bütünlüğünüzde neyin eksik olduğunun işaretİster özel yaşamınızda olsun, ister iş hayatınızda olsun, yaşalerini vermek için Evren tarafından size sunulan birtakım sinyaldığımız birçok ilişkide sorunlarla karşılaşmaktasınız ve tüm bunlerdir. Hayal kırıklıkları ve sorunların ortaya çıkması çok normaldir ların sorumluluğunun da karşınızdakilerde olduğunu düşünmekçünkü siz başkalarından bektesiniz. Bense, size belki de şu ana lenti içine girerek kendi bütünkadar hiç aklınıza getirmediğiniz lüğünüzü parçalamaktasınız. Kendine değer vermek, kendini sevmek bir şeyi söylemeye çalışacağım. Başka insanlardan beklentileriile alakalı bir duygudur. Kendini sevmek Yaşadığınız ilişkilerin çoğunda, niz, gerçekte sizin kendiniz ile suç ta, sorumluluk ta çoğu zaman ilk başta kendini her halin ile kabul edip, alakalı içsel eksikliklerinizin bir sizdedir ve tüm bu sorunların gökendine yetebilmek demektir. göstergesidir. Kendini sevmek, rünmeyen yüzünde de “kendinizi kendi değerini bilmek ve kenyeterince sevmemek” yatmaktadır. dini ruhsal olarak kimseden bir Oysa siz kendinizi sevdiğinizi sanışey beklemeden tatmin edebilmek demektir.. yordunuz değil mi? Gerçekte birçok problemin, birçok üzüntü ve acının altında İkili ilişkilerinizde birtakım sorunlar yaşıyorsunuz, örneğin kar- “kendini sevmemek” yatar. İlişkilerin birçoğunda yaşanan soşınızdaki insanın size değer vermediğini düşünüyorsunuz; daha runlar, temelde kendinizi ne derece sevdiğinizin göstergesinden önceki bir yazımızda demiştik ki diğer insanlar bizim için birer ay- başka bir şey değildir. Kıskançlık bile, kendinizde olan özgüven nadır. Gerçekte siz kendinize ne kadar değer veriyorsanız sizin eksikliğinin dışa vurumundan başka bir şey değildir. Kendinizi dışınızdaki insanlar da size aynalık yaparak sizin kendinize verdi- sevdiğinizde eskiden sizi üzen ve acı veren birçok olay, üzerinizğiniz değeri yansıtmak için, size aynı derecede değer verecektir. deki eski etkisini kaybetmeye başlar. Çünkü, dış koşulların sizi Siz kendinize yeterli değeri vermediğinizde, diğer insanlardan etkilemesine izin vermeyecek kadar kendinizi sevmekte ve kensizin kendinize veremediğiniz bir şeyi size vermelerini nasıl bek- dinizi üzmeyecek kadar kendinize değer vermektesiniz. İçsel huleyebilirsiniz? Tüm ikili ilişkilerde ortaya çıkan sorunlar gerçekte zurunuz gerçekte başkaları tarafından size verilen ya da sizden alınan bir duygu değil, sizin kendinizi sevme boyutunuzla alakalı bir duygudur. Kendini sevmek, dışarıdan gelen birçok acı ve üzüntünün sizi etkilemesine izin vermemek demektir. Çünkü siz kendiniz için en önemlisiniz ve kendinizin koruyucu meleğisiniz. Başkalarını sevmek, ancak kendini sevmekle başlayacak bir süreçtir. Kendinizi sevmeden hiç kimseyi sevemezsiniz. Dr. Faruk Budak http://fabe.biz 9 Aile D eğer Şubat 2014 Ailede sevgi SEVGİnin gelişim yeri, her duygumuzun ilkokulu olan ailedir. SEVGİ ile örülmüş o duvarlar, SEVGİnin o sıcak renklerini yansıtır tüm aile bireylerine… Ailedeki fertlerin, yüreğine SEVGİ tohumları itina ile serpiştirilmeli… Sonra filizlendirilip özenle beslenmeli… Tülay Çankaya A ile güçlü beraberliklerin başlangıç noktasıdır. Her aile kendine ördüğü duvarların arasında kendine has rengi ve tadıyla vardır. Yaşadığı mekân, alışkanlıkları ve kuralları ne olursa olsun her ailede sahip olunması gereken kavramlardan biridir SEVGİ… İnsan, SEVGİyle yaşar. SEVGİ, varlığın yaratılış sebebidir. Çünkü varlığı var eden Allah, onu, SEVGİyle yaratmış, sevmiş ve sevilmeyi istemiştir. SEVGİnin gelişim yeri, her duygumuzun ilkokulu olan ailedir. SEVGİyle örülmüş o duvarlar, SEVGİnin o sıcak renklerini yansıtır tüm aile bireylerine… Ailedeki fertlerin, yüreğine SEVGİ tohumları itina ile serpiştirilmeli… Sonra filizlendirilip özenle beslenmeli… Köklerinden gelen SEVGİyle beslenen bu en minik topluluk, en kocaman ortaklıklardan daha güçlü ve daha zengindir… SEVGİ kozasında yaşayabilen ailelerin nefes alması daha rahat, daha temiz ve daha derin soluklu olur. Birbirine sımsıkı kenetlenmiş bir SEVGİ toplumunun temelleri burada atılmaya başlanır… Aile temelinde eksik kalmış bir taş, gelecekte toplumda ortaya çıkacak bir hastalık demektir. çukurlarından bir çukurdur. Evi cennetten bir köşe yapan şey SEVGİ, cehennemden bir çukur yapan şey ise SEVGİsizliktir. Yüreklerindeki saygı ve SEVGİyi aralarında paylaşarak çoğaltan ailelerde, her yeni günün başlangıcında güneş gibi doğar tüm umutlar… Bu güneş karşısında çirkinlikler, aydınlıktan korkar ve kaçar. Hem SEVGİnin olduğu yerde çirkinlik ve kötülük barınamaz ki… SEVGİnin cennetten bir köşeye dönüştürdüğü evlerde yetişen çocuklar, kendisiyle barışık, kendine ve başkalarına güvenen ve güvenilen, umutlu, hoşgörülü ve mutlu birer insan olarak hayata atılırlar. Aile sıcaklıktır, saygıdır… En önemlisi de SEVGİdir… Aileyi içerisinde barındıran ev, ya cennet köşelerinden bir köşe, ya da cehennem İlk önce SEVGİyi öğretelim çocuklarımıza… Yaşayarak, birbirimizi severek… Ve onları çok sevip, onlara gerekli ilgiyi göstererek. Hani bir 10 Şubat 2014 D eğer söz vardır: ’’Ne kadar ilgi; o kadar SEVGİ’’… Ben de diyorum ki:’’Ne kadar SEVGİ; o kadar ilgi’’…SEVGİ ve ilgi… Biz aileler, çocuklarımıza korkuyu her şekilde öğretmeyi başarıyoruz. Bir yaramazlık yaptıkları zaman belki de farkında olmadan sözlerimizle ve hareketlerimizle onlara korkuyu çok güzel öğretiyoruz. Ancak SEVGİ… Nedense SEVGİyi öğretmede eksik kalıyoruz… ’’Akşam baban gelince görürsün’’ diyerek babasından korkmasını öğrettik ama babasını sevmesini öğretemedik… ’’Sen de Ayşe gibi, Ali gibi çalışsana derslerine’’ diyerek çekememezliği, hırsı, rekabeti öğrettik ama sevgiyi, dostluğu, paylaşımı ve fedakârlığı öğretemedik… Allah’ı bile öğretmeden, anlatmadan, çocuğumuz O’nun korkulması gereken bir varlık olduğunu öğrendi SEVGİsinden önce. Onu severek ve ona sevdirerek hayatı öğretemediğimiz için, maske taktı yüzlerine çocuklarımız, biz arkamızı döndüğümüzde çıkarttıkları… Hâlbuki köklerinden gelen SEVGİ ve ilgiyle beslenseler çocuklarımız, SEVGİ harcıyla karılmış sağlam aile temelleri içinde, sağlıklı bir topluma umutla yürüyecekler… Haydi artık! ilk fırsatta bakalım ailemizdeki fertlerin gözlerine sevgiyle… Ve yakalayalım o güçlü SEVGİ ışıltısını… O ışıltı, ailemizin hiç bitmeyen tükenmeyen kaynağıdır… Hem bedavadır biliyor musunuz o SEVGİ tohumları, ne milyarlar harcamanız gerekir, ne de gece gündüz çalışmanız… Bedavadır SEVGİ, SEVMEK, SEVİLMEK… Yüreğimizden ve ailemizden SEVGİ hiç eksik olmasın dileğiyle… www.amasyamuftulugu.gov.tr SEVGİ DOLU BİR ÇOCUK YETİŞTİRMEK İÇİN • Sabahları güler yüzlü olun ve GÜNAYDIN demeyi unutmayın • Çocuğunuzun arkadaşları ve kardeşleriyle sevdiği bir oyuncağını paylaşmasını teşvik edin • Birlikte bir hastayı ziyaret edin. • Size ve arkadaşına sevgisini ifade etmesine sağlayın, bunun için önce siz ifade edin. Yardıma ihtiyacınız olduğunda onlardan yardım isteyin • Çocuğuz da olumlu yardımlaşma davranışları gördüğünüzde onu motive edin • Akrabalarınızı birlikte ziyaret edin. • Çocuğunuzun sevdiği arkadaşına birlikte hediye alın. • Birlikte bir yardım kurumunu ziyaret edin. • Sevgiyi ifade etme ilgili davranış örnekleri, hikâyeleri anlatın. • Hayatta mutlu olmanın başkalarını mutlu etmek olduğunu sıklıkla vurgulayın. 11 Yunus Emre Örnek Hayatlar Y unus Emre (d. 1240 - ö. 1321), Anadolu´da Türkçe şiirin öncüsü olan mutasavvıf bir halk şairidir. Büyük bir Türk İslam düşünürüdür. Hayatı Hayatı ve şahsiyeti hakkında pek az şey bilinen Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti´nin dağılmaya ve Anadolu´nun çeşitli bölgelerinde küçük-büyük Türk Beyliklerinin kurulmaya başladığı 13. yüzyıl ortalarından Osmanlı Beyliği´nin kurulmaya başladığı 14. yüzyılın ilk çeyreğinde Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış bir şair ve erendir. Yunus Emre, uzun bir süre Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhında çile doldurmuş ve dergâha hizmet etmiştir. Yunus´un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır.13. yy´ın ikinci yarısı, sadece siyasî çekişmelerin değil, çeşitli mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. İşte böyle bir ortamda, Mevlânâ 12 D eğer Şubat 2014 Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur, aşktır; Allah katında kabul görmektir; nefsini yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır. Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân-ı Velî gibi ilim ve irfan kutuplarıyla birlikte Yunus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini, her türlü batıl inanca karşı, gerçek İslam tasavvufunu işleyerek Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır. Yunus Emre, işlediği konularla Anadolu´da gelişen Türk edebiyatının en büyük adlarından sayılan Yunus Emre, yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkiledi, yaşarlığını çağlar boyu sürdürdü. Hece ve aruzla yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı. Tasavvufla, İslam düşüncesiyle beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Allah´la ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama bağlılık, İlahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele aldı. Çağına hâkim olan düşünüş biçimini ve kültürü konuşulan dille, yalın akıcı bir söyleyişle dile getirdi; kendinden önce yetişmiş İran ozanlarının, çağdaşlarının yapıtlarında geçen kavramlara yeni bir öz, yeni bir deyiş kattı. Bu yanıyla tasavvuf düşüncesini, Alevi-Bektaşi inançlarını zenginleştirdi, kendi adına bağlanan tekke şiirinin Anadolu´daki ilk temsilcilerindendir. Türbesi Bir garip öldü diyeler / Üç gün sonra duyalar / Soğuk su ile yuyalar / Şöyle garip bencileyin diyen Yunus,belki de doğduğu ve yaşadığı topraklardan çok uzaklarda bu dünyadan göçüp gittiğini anlatmak istemektedir. Türkiye’nin pek çok yerinde Yunus Emre’nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlardan başlıcalar şöyle sıralana- Şubat 2014 D eğer bilir: Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman’da Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Kula ile Salihli arasında Emre Sultan köyü; Erzurum, Duzcu köyü; Isparta’nın Keçiborlu ilçesi civarı; Aksaray; Afyon’un Sandıklı ilçesi; Ordu’nun Ünye ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Görüldüğü gibi sayı ve iddia hayli kabarıktır. Bazı belgeler, Yunus Emre’nin asıl mezarının Karaman veya Sarıköy’de olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, 1970′li yılların başında Sarıköy’deki mezarın Yunus’a ait olduğuna kesin gözüyle bakılarak bu köye Yunus Emre adı verildi ve oradaki bir bahçe içine anıt dikildi. 1980′li yıllarda ise, 1350′de yapılmış olan Karaman’daki Yunus Emre Camii’nin yanındaki mezarın onun gerçek mezarı olduğu iddia edildi. Aslında bu durum, Yunus Emre’nin insanlar tarafından ne kadar sevildiği ve benimsendiğinin çarpıcı bir örneğidir. Mısralarında didaktik ahlak telkinlerinde bulunan Yunus Emre, “gönül kırmamak” konusuna ayrı bir önem verir ve “üstün bir değer” olarak şiirlerinde bu konuyu özenle işler. Bu arada Yunus Emre’yi öne çıkaran bir başka önemli özelliği de, şiirlerinde işlediği konuları ve telkinleri bizzat kendi hayatında uygulamasıdır. Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur, aşktır; Allah katında kabul görmektir; nefsini yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır. Yunus Emre aynı zamanda bütün insanlığa hitap eden büyük şairlerdendir. Bu anlamda Mevlana’nın bir benzeridir. O’nun Mevlana kadar çok tanınmayışı ise, bir yandan kullandığı dil olan Türkçe’nin Batı’da Farsça kadar bilinmemesi, öte yandan da Türk aydınlarının O’nu ihmal etmesindendir. Yunus’taki insanlık sevgisi, neredeyse kendisiyle 13 D eğer özdeşleşmiş “sevgi felsefesinin bir parçası ve hatta sonucudur. Nitekim Yunus’un insan sevgisini ilahi sevgi ile nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi; “Yaradılanı hoş gör / Yaradan’dan ötürü”dür. Yunus Emre’ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler. Madem ki insanoğlu ruh yönüyle Allah’tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar. Yunus Emre'nin insan sevgisi Yunus Emre her şeyden önce gönül insanıdır. Sevgi aşığıdır. Onun tek istediği sevgiye balı olan her şeydir. İnsanın ilk önce gönlüne önem verir. Bir gönül yıkmayı büyük günah sayar. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Yunus Emre genel felsefesi insan ve aşk özellikle ilahi aşk üzerinedir. Günümüzde herkes bir demokrasi havarisi kesiliyor. Özgürlükler deniliyor, temel hak ve hukuk deniliyor. Yunus Emre bunu asır öncesinden halletmiştir. Çünkü “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” diyerek bütün insanlığı bütün mahlukatı bütünü mevcudatı kısaca yaratılmış olan her şeyi sevmemiz gerektiğini söylüyor. İnsanların kimlikleri ve milliyetleri önemli değildir, hatta ve hatta dinleri de önemli değildir Yunus Emre için. Önemli olan yaratılmış olması ve onu da bir yaratanının bulunması yani Yüce Allah tarafından yaratılmış olmasıdır. İnsan değer verilmiş yaratılmıştır. İnsan ne kadar kötü olsa da ne kadar istemediğimiz düşmanımız olsa da Hakkın hatırı için Yaratanının hatırı için sevmek zorundayız, ve biz de bir yaratılmış olduğumuz için sevilmek zorundayız. Zaten yine Yunus Emre “Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalamaz” diyerek insanın dünyada ki amacının ne olması gerektiğin açıklıyor. Yunus Emre’de insanın dili 14 dini önemli değildir.Yunus Emre için bütün insanlar birdir. Aynı gözle insan gözüyle bakılmasını ister. Bu bakımdan insanlar eşittir ona göre. "Yetmiş iki millete bir göz ile bakamayan, Şer’in evliyasıyla hakikatte asidir” Eserleri Divanı Lügat-üt Türk Yunus Emre´nin şiirleri bu Divanda toplanmıştır. Şiirler aruz ölçüsüyle ve hece ölçüsüyle yazılmıştır. Ayrıca Fatih nüshası, Nuruosmaniye nüshası, Yahya Efendi nüshası, Kahraman nüshası, Balıkesir nüshası, Niyazi Mısrî nüshası, Bursa nüshası diye 7 ye ayrılır. 1. Divan Bu eserinde şiirleri toplanmıştır. Şiirlerinin kimileri hece, kimileri ise aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Bu şiirlerde derin bir Allah, peygamber ve insan sevgisi vardır. Hatta "Yaratılanı severiz yaratandan ötürü" dizesinden de anlaşılacağı üzere Yunus bütün varlık âlemine sevgiyle yaklaşmıştır. Yunus´un bu sevgi ve hoşgörü iklimi sadece Anadolu´da etkili olmamıştır. Günümüzde Yunus Emre, sevgi ve hoşgörüsüyle dünyaca tanınan bir şahsiyet olmuştur. 2. Risaletü´n - Nushiyye 1307´de yazıldığı sanılmaktadır. Eser, mesnevi tarzında yazılmıştır ve 573 beyitten oluşmaktadır. Eser; dinî, tasavvufî, ahlaki bir kitaptır. "Öğütler kitabı" anlamına gelmektedir. Kaynakça Öztelli, Cahit. Yunus Emre. Özgür Yayınları, 1984. ISBN 975-447-018-9 Tatcı, Mustafa. Yunus Emre Dîvânı. Akçağ Yayınları, 1998. ISBN 975-338-232-4 Güneş, Burhan. Halk Şiiri Antolojisi. İlke Kitabevi, 2003. ISBN 975-7923-22-2 yunusemre.info Yunus Emre´nin hayatı ve kişiliği http://mebk12.meb.gov.tr Şubat 2014 GÖNÜLLER YAPMAYA GELDİM Benim bunda kararım yok, Bunda gitmeye geldim Bezirganımmataım çok, Alana satmağa geldim. Ben gelmedim da'vi için Benim işim sevi için Dostun evi gönüllerdir, Gönüller yapmağa geldim Dost eşruğu deliliğim, Aşıklar bilir neliğim Devşuruben ikiliğim, Birliğe bitmeye geldim Yunus Emre aşık olmuş, Ma'şuka derdinden olmuş Gerçek erin kapısında Ömrüm harcamaya geldim. Yunus EMRE YUNUS EMRE'DEN ÖZLÜ ÖZLER Bir bahçeye giremezsen, durup seyran eyleme. Bir gönül yapamazsan, yıkıp viran eyleme. Maharet güzeli görebilmektir, sevmenin sırrına erebilmektir. Cihan, Alem herkes bilsin ki şunu; En büyük ibadet sevebilmektir. Sen doğru olda varsın sanan eğri sansın. Lâkin sakın unutma ki; Sen kendini birşey sanmadığın sürece doğru insansın. Sabır saadeti ebedi kalır Sabır kimde ise o nasib alır. Cümleler doğrudur sen doğru isen, Doğruluk bulunmaz sen eğri isen. Şubat 2014 D eğer Çocuk Değerler miniklere nasıl öğretilir? Çocukların ilk yıllarında sürekli onları eleştiren, zorla onları değiştirmeye çalışan ve onlara manevi değerler öğreten ebeveynlere ihtiyaçları yok. Çünkü... G ünümüzde değerler gitgide daha fazla kıymetini yitiriyor. Yardımseverlik, başkalarını önemsemek, nezaket veya sorumluluk ifadeleri anlamsız kelimeler haline geldi. Peki bu durumda çocuklarımıza 'teşekkür ederim', 'birşey değil' demeyi ya da yalan söylememeyi nasıl öğreteceğiz? Kesin olan, doğru ve yanlışın ne olduğunu bilmeyen çocukların ileride zorluk çekecekleri. Küçük Serra'nın kahvaltı tabağı bin parçaya bölünmüş halde mutfak zemininde duruyor. Anne - babası ona bunun nasıl olduğunu sorduğunda, onlara ilginç bir hikaye anlatıyor: "Yabancı bir çocuk mutfağa geldi ve tabağımı yere attı!" Ebeveynler endişeli, acaba minik kızları bir yalancı olma yolunda mı? Çocukların bazen anne - babalarının istedikleri gibi davranmamaları, onların potansiyel birer suçlu olduklarını göstermez. Çünkü her çocuk bir değer sisteminin içinde büyümeli ve yetişkinlerin olaylara yaklaşım biçimlerinden kendi tecrübelerini edinmeli. Genelde yalan söyleyerek karşılarındaki insanın düşünce dünyasına girmeye çalışırlar ve ne yazık ki küçük çocuklar tüm insanların kendileri gibi düşündüklerini sanırlar. Yaklaşık 4 yaşından sonra diğer insanlardan farklı düşünceler geliştirirler. Uzmanlara göre; bilinç bu yaşta oluşmaya başlıyor. Bundan dolayı çocukların ilk yalanlarının bu 'roller oyunu'nun dönemine denk gelmesi bir tesadüf değil. Bu dönemde sadece başkalarının düşüncelerini benimsemekle kalmayıp aynı zamanda onların kişiliğine de bürünmeye çalışıyorlar. Baba - anne - çocuk dünyasında günlük olarak yaşananları daha sonra oyuncak ayılar, bebekler veya komşunun köpeği ile tekrar canlandırıyor ve bu yaşta uçsuz bucaksız bir hayal dünyasına sahip oluyorlar. Çocukların ilk yıllarında sürekli onları eleştiren, zorla onları değiştirmeye çalışan ve onlara milli ve manevi değerler öğreten ebeveynlere ihtiyaçları yok. Çünkü istenilen sosyal düşünce ve davranış biçimini özümseyebilmek için kendilerini güvende hissetmeleri gerekir. Oldukları gibi sevildiklerini ve anlaşıldıklarını bilmeliler. Sürekli doğru olmayan davranışlarda bulunduğunu hisseden çocuk zamanla içine kapanır ve bir süre sonra artık erişilemez hale gelir. Bu, çocuğunuzun her şeyi yapmasına izin vereceğiniz ve üstüne bir de doğru olmayan davranışları için onu ödüllendireceğiniz anlamına gelmiyor. Hemen tepki göstermeyin Ebevenyler çocuklarına, yanlış bir şey yaptıklarında mutlaka uygun bir dille söylemeliler. Ancak yolunda gitmeyen şeyler için büyük hayalkırıklıkları yaşamak için henüz erken. Anne - babaların, çocuklarının davranışlarının bir suç değil de, bir gelişme safhası olduğunu bilmeleri onları rahatlatır. Her çocuk doğru davranmak ister. Hiçbir şey onun için anne - babası tarafından kabul görmek kadar önemli değildir. Tüm davranışlarını onları mutlu etmeye ve takdir almaya odaklar. Tabii buna karşılık onların hoşuna gitmeyecek her türlü eylemi de sakınır. Elbette bunların terbiyeli olmakla hiç ilgisi yok. 15 D eğer Çünkü bu yaştaki çocukların davranışlarında henüz bir anlam mevcut değildir. Gelişim döneminin onlara getirdikleri çerçevesinde hareket ederler. Dünyaya karşı sınırsız bir merak içinde, elleri ile onu tanımak, ağızları ile onu kavramak isterler. İstenmeyen bir davranışın sonucunda gelen bir şaplağa veya başka bir cezaya karşı çocukta, davranışları ile annesinin elini bağdaştıran bir korku gelişir. Sonuç olarak, çocuk istenildiği gibi davranır! Ama onu anlayışla karşıladığınızı ve davranışını anladığınızı bu şekilde öğretemezsiniz. Sizi örnek alırlar İlk etapta anne - babanın oluşturduğu örnek, çocukların duygu ve düşüncelerini geliştiriyor. Otobüste giderken engelli bir kadının bindiğini görüp sizden yer istemediği halde yerinizden kalkıyorsanız, kişiliğinizi ortaya koymuş olursunuz. Bu davranış çocuğunuzun ileride yaşam biçimini belirlemesinde yardımcı olur. Elbette onun örnek alacağı tek insan siz değilsiniz, ama ilk yıllarında en önemli kişi siz olacaksınız. Düşünceleriniz ve davranışlarınız çocuğunuz tarafından özümsenir ve onda gelişir. Burada önemli olan ne kadar mükemmel olduğunuz değil, çocuğunuzun sizi gördüğü dünyada ne kadar dürüst ve tutarlı olduğunuzdur. İşte bu da onun görüp daha sonra benimseyeceği temel davranış biçimidir. • İlk yıllarda, düşündükleriniz ve hissettikleriniz çocuklarınız için yol gösterici olacaktır. Çocukların çok hassas antenlere sahip olduklarını unutmayın: Söylediklerinizle, demek istedikleriniz uyuşmadığında bunu kolayca anlayabilirler. • Çocuğunuzu toz pembe bir gözlükle görmeye çalışın. Onun güzel yanlarına odaklanın, yolunda gitmeyen davranışlarını görmemeye çalışın. Sık sık ona, onu olduğu gibi sevdiğinizi ve kabul ettiğinizi gösterin. Değerlerin temelini oluşturmak için, ona ilk yaşam yıllarında anlayış ve güven gösterin ve onu sınırsız sevin. • Ona yetişkinlerin değerler sistemine alışabilmesi için zaman tanıyın. Çocuğunuzu sevdiğiniz ve dikkate aldığınız takdirde sizin davranışınızı örnek alacaktır. Onu döverek veya başka türlü cezalar uygulayarak ancak tam tersini elde edebilirsiniz. • Önemli olan, milli ve manevi değerleri günlük yaşamınızda uygulamanız. Bir çocuk, ailesinde kimsenin diğerinin sözünü bölmediğini ve yanlış davranışların alay konusu olmayacağını görürse 16 Şubat 2014 bu yaklaşımı benimser. • Büyüdükçe çocuklar arkadaşlarından ve televizyondan da etkilenmeye başlar. Öğrendiği bazı davranış şekilleri sizin vermek istediklerinizle örtüşmeyecektir. Bundan dolayı bu tarz faktörlerin etkilerini azaltmaya çalışın. Kaynak: ailemveben.com.tr Şubat 2014 D eğer Toplum Herşey sevgiye muhtaçtır Prof. Dr. Hayati Hökelekli * Denilebilir ki, dünya merhamet yasası ile ayakta durmaktadır. Çünkü yaratılmışlık, tüm mümkün varlıklar için bir eksiklik, zayıflık, fânilik, muhtaçlık, kırılganlık, ölümlülük, demek olduğuna göre merhamet olmadan hayat olmaz. Bu dünya hayatında zorluk, acı ve keder, korku, yoksulluk ve yoksunluk, haksızlık, tüm insanları birleştiren ortak paydadır. Herkesin kendi ölçüsünde bunlardan bir nasibi vardır. Yaratılan hiçbir varlık kendi varoluşunun ve bütünlenmesinin temelini kendinde bulamaz. Kendi hayat ve kemal garantisini kendi kendisine sağlayamaz. Yardıma, korunmaya, ilgi ve desteğe başvurmadan varlığını koruyup geliştiremez. Onun için herkes ve her şey merhamete muhtaçtır. Merhamet, herkesin iyiliğini isteyip onlara yardım etme arzusu duymadır. Merhamet tüm insanlar ve tüm canlılar için dünyayı güvenli bir yer kılma duyarlılığına sahip olmadır. Herkese ve her şeye anlayış, acıma ve şefkatle yaklaşmadır. Onları esirgeyip koruma, üzerlerine titremedir. Tüm canlı varlıkların hürriyet ve güven içinde gelişip serpilmesine yardımcı olmak, varlıklarının devamı için güç ve destek vermek merhametin temelini oluşturur. Bizim sahip olduğumuz imkânlara, hak ve hürriyetlere başkalarının sahip olmayışı içimizde onlara karşı bir acıma duygusu uyandırdığında, bunun adı merhamettir. Merhamet, başkasının güçsüzlük, sıkıntı ve derdine ilgi duyma, onun durumuna acıma ve şefkat gösterme, onunla birlikte ıstırap çekmedir. Layık olmadıklarını sandığımız bir kötülükten ıstırap çektiğini gördüğümüz kimselere karşı duyduğumuz şefkat, iyi niyetle karışık bir üzüntüdür. Dert ve sıkıntı içerisinde olan kişinin derdiyle dertlenme, üzüntüsüyle üzülme ve ona yardımcı olmaya çalışmadır. Merhamet, yaratıklardan hiç birine zulüm ve haksızlığı reva görmeyip, içlerinde zararlı olmayan güçsüzlerin zayıf hallerine acıyıp, imdat ve yardımlarına yönelmedir. Merhametli insan, başkalarından apayrı bir ben- lik ve kişilik olduğunu bilmekle birlikte, başkalarının hal ve durumlarını içten sezinleyerek onlara eşduyum (empati) gösterir. Bir bakıma onlarla özdeşleşme süreci yaşar. İnsanlara merhametle yöneldiğimizde, onların daha iyi hayat şartlarına kavuşmasını, hatta bizim gibi olmasını isteriz. Böylece merhamet aynı zamanda hem adalet hem de eşitlik duygusunun kaynağıdır. Aralarında elbette ki bir fark vardır. Merhamet, iyilik yapmaya, başkalarının durumuna ilgi gösterme ve yardım yapmaya bizi yönelten bir duygudur. Bu ilgi ve yardım, akli, mantıki, hukuki bir ölçü ve ilkeye göre yapıldığında da adalet ortaya çıkar. Merhamet, karşı tarafın kimlik ve kişiliğini gözetmeden herkese eşit dağıttığımız bir acıma duygusudur. Istırapta eşitlik yoktur, fakat merhamet bize ıstırap ihtimalinin eşitliğini öğretiyor. Bir başkasının başına gelen benim de başıma gelebilir. Merhamet, insanların eşitliği anlayışına dayanıyor. İnsan olarak hepimiz ıstıraba karşı duyarlıyız, acı hepimizi kırılganlaştırıyor. Her bireyin insanlığının eşit değer taşıdığı bir dünya anlayışı içerisinde ancak merhamet barınabilir. Merhamet sahipleri, diğerinin yaşadığı ıstırabın ne kadar acı verici olduğunu düşünebilen insanlardır. Merhamet, başkasının ıstırabına katılmaktır. Merhamet, ahlaki olarak acı verici bir ıstıraba üzülmektir. Merhamet bu üzüntünün kendisidir, daha doğrusu bu üzüntü merhametin başlangıcı ve en küçük birimidir. Merhamet, başkasının ıstırabını paylaşmaktır. Kötülük yapan bir kimsenin içindeki kine, üzüntüye, sefalete rağmen, onun ıstırabı ya da deliliği karşısında merhamet duymak, onun içini kemiren kötülük karşısında masum olmaktır. En azından kine kin eklemeyi reddetmektir. Böylece merhamet, başkasının ıstırabından zevk alan ve en büyük kötülük olan acımasızlığın ve bunu dert etmeyen ve tüm kötülüklerin ilkesi olan bencilliğin tersidir. * Uludağ Üniv. Öğretim Üyesi 17 Toplum D eğer Şubat 2014 Bir annenin, evlâdının mutluluk ve istirahatlerinden şefkat vasıtasıyla aldığı lezzet o kadar kuvvetlidir ki, onların rahatı için ruhunu feda eder derecesine getirir. Zaten şefkat duygusu gelişmiş insanlar, yardımsever, merhametli ve dayanışmacı değil midir? Buket Davulcu A nne şefkati nasıl da sarıp sarmalar insanı. Annelik ile abideleşen bu hissiyata bugün insanlığın ne kadar da ihtiyacı var. Rahman’ın tecelli ettiği kâinat, bize bu duyguyla mükellef olduğumuzu en güzel biçimde hatırlatıyor. Ancak şefkat de körelip tükenebiliyor. Bize düşense onu yeniden canlandırmanın peşine düşmek. İnsan ve kimlik konulu bir sunum yapıyordu genç öğrenci. Belli ki iyi hazırlanmıştı. Kadın ve kimlik konusuna geldiğinde sınıftaki kızlar dikkat kesildi: “Önce bir itirafla başlayayım bu bölüme. Kadın deyince ilk önce aklıma annem gelir. Evet, annelik kadının bir kimliği. Ben kadınları bir sebepten dolayı çok kıskanırım.” Konudan biraz uzaklaşmıştı ama bir erkekten bu itirafları duymak hayli heyecan vericiydi kızlar için. Öğrenci, “Onlar birer ‘şefkat kahramanları’. Biz erkeklerde de bu duygu var ama hiçbir zaman bir kadınınki kadar abideleşemiyor.” dediğinde yüzlerde bir tebessüm belirdi. Bu itirafla devam etti konuşmasına: “Ben haylaz bir çocuktum. Çok da uslandığım söylenemez. İstemeden de olsa annemi üzerim ara sıra. Ama o, o kadar şefkatli ki beni hep affeder.” Haksız değildi sunum yapan öğrenci. Annelerin şefkati karşılıksız, şartsız, özverili, fedakâr ve sevgi yüklüydü. Allah’ın kadında ‘abideleştirdiği’ bu duygu aslında her insanda zaman zaman tecelli ediyor. Bazen bir çocuğa ya da çaresiz birine bazen de minik bir kediye karşı beliriveriyor içimizde. Biraz sevgi biraz da merhamet var sanki mayasında bu hissin. Şefkatteki lezzet de bir başka oluyor. Hem bir şefkat ve merhamet sahibi, şefkat ettiği mahlukların istirahatleri derecesinde hakikî bir lezzet alır. Meselâ, bir annenin, evlâdının mutluluk ve istirahatlerinden şefkat vasıtasıyla aldığı lezzet o kadar kuvvetlidir ki, onların rahatı için ruhunu feda eder derecesine getirir. Zaten şefkat duygusu gelişmiş insanlar, yardımsever, merhametli ve dayanışmacı değil midir? Hatta kâinat bile sanki aynı bilinçle hareket eder. “Güneş hangi şefkatle bizi ısıtır, toprak hangi şefkatle bize nimetler sunar?” Allah’ın engin rahmeti tüm bu soruların cevabını veriyor esasında. Zira O’nun şefkati, zayıftan güçlüye her canlıya yetişiyor. İnsanın benliğini kuşatan, onu iyiliğe, hayra teşvik eden bu duyguyu canlı tutabilmesi için onu ‘beslemesi’ gerekiyor. Top- 18 Şefkatle lumdaki suç oranının yüksek olması, insanlar arasındaki ilişkilerin giderek bencilleşmesi, şefkat, fedakârlık ve merhamet gibi hasletlerin körelmesinden kaynaklanıyor. Hal böyle olunca “Toplum olarak gitgide ‘şefkat’ duygusundan uzaklaşıyoruz muyuz?” sorusu düşüyor aklımıza. İnsan bencilleştikçe vicdanının sesini dinlemez olur. Merhametsizlik, zaman içinde vicdanı sessizleştirir. Şefkatin olmadığı yerden insanlık göç eder.” sözleriyle nazara veriyor. Şefkatin kendini belli ettiği yürekte; sevgi, merhamet, acıma, koruma ve kollama hisleri uyanır. Peşinden de paylaşma, fedakârlık ile yardım duyguları sökün eder. Fakat sadece “Ben!” diyen ve yalnız kendi çıkarları peşinde koşan kişi, şefkatle mükellef olduğunu unutur. Çünkü nefsî bir yarışta soluk soluğa kalmış insan için bu meziyet, ayak bağından farksızdır. Bu sebeple enaniyetinin etrafında dönen nefsin en hoşlanmadığı duygu şefkattir. Kişi, onu egale etmezse, daha çok kazanmak için giriştiği haksız rekabetleri ve başkalarını görmezden gelen vur- Şubat 2014 D eğer Şefkatli ve merhametli olsun diye… mükellefiz dumduymaz davranışlarını sürdüremez. Yavrusunu yemeye niyet eden kedinin onu kuzguna benzetmesi gibi şefkati aşağılar, ilkel görür, acizlik olarak değerlendirir. Dolayısıyla şefkatten kaçanlar için bu duygu aslında acziyet anlamına geliyor. Bu bakış açısı ile de onu hayatlarından soyutluyorlar. Bu sebeple kişinin mutlaka şefkati besleyecek ve yenileyecek çareler bulması gerek. Öncelikle bu hissiyatımızı öne çıkaran bir tutum içinde olmamız gerekiyor. Ardından aileden eğitim sistemine bir dizi değişikliğe ihtiyacımız olduğunu tavsiye ediyor: “Eğitim sistemimiz, temel insanî değerlerden biri olan şefkati, ana sınıfından itibaren yavrularımızın gönül gündemlerine yerleştirmeli. Tabii ki önce evde, ailede çok ciddi ve bilinçli bir şefkat eğitiminin muhatabı olmalı çocuk.” Çünkü birbirini seven ve şefkatle kavrayıp kuşatan anne-babalar, çocuklarına en isabetli ve en etkili şefkat dersini vermiş olur. Böylelikle, evde ve okulda benimsetilen her duygu gibi şefkat de toplumun bütün katmanlarına yayılıp varlığını hayatın her anında ve alanında hissettir. Çocuğunuzun yardımsever, merhametli, şefkatli, vicdan sahibi olmasını istiyorsanız öncelikle bunu sözlerinizle, davranışlarınızla gösterin. Çocuklarınızın merhametli vicdanlı olmasını istiyorsanız size pratik birkaç tavsiye: • Aile içinde birbirinize şefkatli davranışlarda bulunarak model olun. Sevgi dolu ve sıcak bir aile ortamı içinde büyüyen çocuklar başkalarının duygularına daha duyarlıdır. Uyuyan yabancının üstünü örtün, çocuğunuz düştüğünde ona bağırmayın, 'çok mu acıdı?' diyerek sarılıp acısını hissettiğinizi ona fark ettirin. • Çevrenizde yardımsever davranışlarda bulunun. Fakirlere, muhtaç olanlara yardım edin; küçülen kıyafetlerinizi, oyuncaklarınızı çocuğunuz ile birlikte seçip verin. • Tabiatı ona sevdirin. Tabiat ile bütünleşmesinde ona yardımcı olun. Evinizdeki çiçekleri sulama vazifesini verin. Çiçekleri koklayın ve hatta çiçeklerle konuşun. • Hayvanları sevdirin ve besleyin. Birlikte aç bir köpeği, susamış kediyi besleyin; artan yemeklerinizi poşetleyip sokaktaki hayvanlara verin. Karıncaları ezmeyin. • Onun paylaşmanın güzelliğini, sevincini içinde hissetmesine vesile olun. Beslenme çantasına arkadaşlarıyla paylaşması için ara sıra sürprizler hazırlayın. • Şefkatli ve merhametli davranışları onun karakteriyle özdeşleştirin. "Sen şefkatli, güzel düşünen bir çocuksun" gibi. • Davranışlarının başkaları üzerinden etkilerini anlatın. Arkadaşına zarar verdiğinde veya haksız bir davranışta bulunduğunda "Sen onun yerinde olsaydın ne hissederdin?" sorusunu sorun. Haksız davranmasına izin vermeyin. Kurallarınızı açık ve net koyun. • Duygularını anlayın ve ifade etmesinde yardımcı olun, duygularını anladığınızı ona hissettirin ve bol bol duygularıyla ilgili sözcükler kullanın. "Çok kızgın gözüküyorsun, bir şey mi oldu?" gibi... • Akrabalarınızla ilişkilerinizi güçlendirin. Dayı, hala, amca, teyzeleriyle düzenli görüşmesine fırsat tanıyın. • Karşılık beklemeden iyilik yapmanın bir erdem olduğunu ona davranışlarınızla ve sözlerinizle ifade edin. Siz de karşılık beklemeden iyilikler yapın. http://mebk12.meb.gov.tr www.yenibahardergisi.com 19 Tarih D eğer Bir Dostluk Köprüsü Şubat 2014 Ertuğrul Fırkateyni EY GAZİ ‘Besmeleyle Ertuğrul’um demir aldı Hep ahâlî sahillerde bakakaldı Çoluğun çocuğun feryadı arşa vardı Hak selâmet versin şanlı Ertuğrul’a. Üç direkli fırkateyndir gemimiz Kimimiz, bekârız, evlidir kimimiz Gayret edin çocuklar caponya’dır yolunuz Hak selâmet versin şanlı Ertuğrul’a.’ 20 Şubat 2014 D eğer ğını, Asya’daki Müslümanların da İngiliz sömürgesindense, Osmanlı’yı benimseyebileceğini bu yolTemmuz 1889 günü öğle saatlerinde la gösterecekti. Fakat bunu yaparken Türk-Japon Haliç’te büyük bir coşku vardı. Büyük bir münasebetlerinin gelişmesini istemeyen Rusları kalabalık Ertuğrul Gemisi’ni seyrediyorrahatsız etmek de istemiyordu. dı. Bayraklarla donatılmış geminin askerleri güBöyle bir ortamda Ertuğrul gemisi; Albay Osman vertede toplanmış, mızıkalar ‘Ey Gazi’yi çalıyordu. Paşa komutasında, 54’ü subay, 553’ü er olmak üzeYelkenleri açılmamış gemi, çarkını işleterek yürüre toplam 607 mürettebatıyla 14 Temmuz 1889’da yordu. İstanbul’dan demir aldı. Sırasıyla, İstanbul, MarmaNağmeleri İstanbul’un her köşesine yayılıyordu. ris, Süveyş, Port-Sait, Cidde ve Aden’e uğrandı ve Geminin Sarayburnu’ndan kıvrılarak gözden kay20 Ekim’de Bombay’a varıldı. Halkının yarısı Müsbolmasıyla bu sevinç yerini, hüzne ve hıçkırıklara lüman olan Bombay’da Sultan Abdülhamid’e duyubırakmıştı. Ertuğrul mürettebatı sevdiklerinden aylan sevgiden dolayı Ertuğrul Gemisi’ne ve müretterılmış olmanın hüznüne rağmen, Asya’daki Müslübatına büyük ilgi gösterildi. Gemiyi bir hafta içinde man kardeşlerini görecek olmanın ve onlara halife150.000 kişi ziyaret etti. nin selâmını götürmenin Bunların arasında Müslüheyecanıyla doluydu. man olmayan, ama İngiErtuğrul mürettebatı sevdiklerinden Maddî imkânsızlıkların lizlerden bıkmış mihraceayrılmış olmanın hüznüne rağmen, yanısıra, her an bir savaş ler de vardır. Ertuğrul’un olma ihtimaline karşılık Asya’daki Müslüman kardeşlerini Hindistan’a geleceği, Ertuğrul gibi bir geminin görecek olmanın ve onlara halifeMüslüman toplum araAsya’ya gönderilme kanin selâmını götürmenin heyecasında bir efsane gibi yararı çok zor verilmişti. Fayılmış, Lahor; Delhi ve nıyla doluydu. kat, siyasî bir deha olan Haydarabad’dan on binİkinci Abdülhamid Han, lerce Müslüman Bombay’a bütün zor şartlara rağmen akın etmişti. Bombay’da yagemiyi, Avrupa’nın Osmanlı’yı hasta adam olarak yımlanan iki gazetede Ertuğrul hakkında makaleler tasvir ettiği bir zamanda Japonya’ya göndermeyi yayımlanmış; mürettebatın cuma günü camilerde çok istemişti. namaz kılması, kıyafetlerinin ve ahlâklarının güzelBu gezinin görünüşteki sebebi, 1880 yılında bir liği halk üzerinde büyük tesir uyandırmıştı. Japon ticaret gemisinin İstanbul’a yaptığı ziyareBurada özellikle İngilizlerin Türk subaylarına te mukabelede bulunulması ve Deniz Harp Okuyemek vermiş olması dikkat çekmektedir. İngilizlelu öğrencilerinin Japon sularında tatbikat gerçekrin Osmanlı gemisini sıcak karşılamasının sebebi, leştirmesiydi. Diğer yandan, bu gezi Osmanlı ile gemiyi Müslüman halkın yanısıra ateşperestler ve İngiltere’yi karşı karşıya getiren hilâfet meselesinputperestler de ziyaret ettiğinden, halk üzerinde iyi de, sultanın İngiltere’ye karşı da elini güçlendirebir izlenim bırakmak ve buradaki Müslüman halkı cekti. kendisine düşman etmemekti. Abdülhamid Han, İngilizlerin Osmanlı’yı bölme Bombay’dan ayrılan gemi, 1 Kasım’da Seylan’ın oyununa karşılık Japonya’ya bu gemiyi göndere(Sri Lanka) başkenti Kolombo’ya ulaştı. 300.000 rek Osmanlı Sancağı’nı Kızıldeniz, Hint Okyanusu nüfuslu Kolombo’da yaklaşık 200.000 kişinin geve Japonya sularında dalgalandırarak, Asya’da İnmiyi ziyaret ettiği, geminin etrafının kayıklarla dolu giliz idaresi altındaki Müslüman toplumlarının nabolduğu ve Bombay’da olduğu gibi Kolombo’da zını yoklamak istiyordu. İslâm dünyasının sadece Araplardan ibaret olmadı- Kürşat Yaman* 14 21 D eğer da Sultan adına hutbeler okunduğu belirtilmektedir. Gemi Bom-bay’dan ayrılırken kaza yaptığından Singapur’a varmak için acele edilmeliydi. 15 Kasım 1889’da gemi Singapur’a ulaştı. Burada Kaptan Albay Osman Bey gemiyi sağ sâlim Singapur’a ulaştırdığı için terfi ettirilerek mirlivalığa (tuğgeneral) getirildi. Ertuğrul, Singapur’da tamir edildiğinden ve Japonya’ya gitmek için en uygun mevsim beklendiğinden 4 ay kadar Singapur’da beklemek mecburiyeti hâsıl oldu. Bu zaman zarfında mürettebat Singapur halkı tarafından son derece samimi hislerle ağırlandı. 29 Ekim 1889’da Singapur’dan İstanbul’a çekilen telgrafta gemiyi Malaka, Sumatra ve Cava’dan Müslümanların ve bazı prenslerin ziyaret ettiği bildiriliyordu. Mürettebat her gün ziyafetlere davet ediliyordu. HattâSumatra, Cava ve Siyam Müslümanları, Felemenklilerin yaptığı mezalimi dile getiren iki yazıyı Osman Paşa’ya vermişler ve Osmanlı Devleti’nden yardım istemişlerdi. Bunun yanısıra halk, Ertuğrul’u sanki mukaddes bir yer olarak görüyor, hattâ şükranlarını sunmak için gemide secdeye varıp dua ediyor, Singapur sularındaki gemilere de Osmanlı sancağı çekiliyordu. 22 Mart 1890’da Singapur’dan hareket eden Ertuğrul, Saygon’a uğradı, 26 Nisan’da Hon Kong’a vardı. Buradan 22 Mayıs’ta Nagasaki’ye, 26 Mayıs’ta Kore’ye ve 7 Haziran’da son durağı olan Yokohama’ya ulaştı. Japonya’ya 6 ayda ulaşması plânlanan gemi Yokohama’ya ancak, 11 ayda varabilmişti. Başta geminin çeşitli kazalar yapması olmak üzere, maddî imkânsızlıklar ve salgın hastalıklar yolculu- 22 Şubat 2014 ğun uzun sürmesine sebebiyet vermişti. Osman Paşa, 13 Haziran 1890’da imparatora, padişahın mektup, nişan ve diğer hediyelerini takdim etti. İmparator Meiji de, o gece verilen yemekte, Osmanlı nişanını taktı. Ayrıca Osman Paşa’ya ‘Sulilovan’ nişanının büyük kordonu ve yanındaki subaylara da aynı nişanın üçüncü ve daha sonraki rütbeleri hediye edildi. Türk heyeti ayrıca imparatoriçeye de taç ile murassa gerdanlığı sundu. Heyet, burada bulunduğu zaman zarfında karşılaştıkları muameleden son derece memnun kaldı. Bu arada Osman Paşa Tokyo’da yabancı devlet elçileriyle resmî temaslarda bulundu. Dönüş tarihi yaklaştığında Yokohoma-İstanbul rotası üzerinde farklı görüşler ortaya atıldı ve bunlar İstanbul’a soruldu. Ayrıca ekim ayına kadar tayfun mevsimi olduğu da gözönünde bulundurularak, dönüşte Japonya’nın Uraga, Hyogo ve Nagasaki, hattâ Çin’in Şangay gibi limanlarına uğrayıp buralarda birer ay bekleyerek tayfun mevsimini bu şekilde geçirmek fikri ağır basmaktaydı. Bunun yanı sıra Japonya’ya gelirken uğranılamayan, kalabalık bir Müslüman ahâlîye sahip Kalkuta’ya, Felemenk limanlarına ve Sunda adasına uğranmanın da münasip olacağı kanaati hâsıl oldu. O zamanlar Hollanda sömürgesi olan Açe’ye de uğranmak istenmesine rağmen, bu ziyaretin Hollanda-Osmanlı münasebetlerini bozacağı düşüncesiyle bundan vazgeçildi. Ertuğrul 15 Eylül 1890’da Yokohoma’dan İstanbul’a doğru yola çıktı. Ancak Yokohama’dan Kobe’ye giderken Kashinozaki fenerini geçtiği sı- Şubat 2014 D eğer rada kayalıklara çarparak battı. Kaza Osmanlı ve Japon basınının yanısıra bütün dünya basınında geniş yer buldu. Bu hazin hâdisede Ertugrul mürettebatından sadece 69 kişi kurtulabildi; 538 kişi şehit oldu. Kazadan kurtulan gazilerimize ilk yardımı tam bir misafirperverlik örneği gösteren fakir köylüler yaptı. İmparator Meiji, kazadan kurtulanlara çeşitli hediyeler sundu ve iki kruvazörünü tahsis ederek onları İstanbul’a gönderdi. Abdülhamid’e de hediyeler getiren bu kruvazörler bir ay İstanbul’da kaldı. Daha sonra da Yakın Doğu Ticaret Komitesi Şefi Torajiro Yamada, Tokyo zenginlerinden toplanan parayı 1891’de İstanbul’a getirdi. Yamada ile bir diğer vazifeli Sultan Abdülhamid’in isteği üzerine, Türk subaylarına Japonca öğretmek için kaldılar ve kendileri de Türkçe öğrendiler. Yirmi iki sene İstanbul’da kalarak, Japon kültürünü tanıtmaya, iki ülke münasebetlerini geliştirmeye çalışan Yamada aynı zamanda Beyoğlu’nda açılan ilk Japon hediyelik eşya dükkânının da ortaklarından oldu. Şehitler için Oshima halkı tarafından bir taş kitabe dikildi. Wakayama’da ise, bir kabristan yapıldı ve bu münasebetle buranın valisine ikinci rütbeden Osmanlı nişanı verildi. 1900 yılında şehitlere ve şehitliğe ait fotoğrafları Yamada getirdi. Kitabe ikinci defa, 1929 yılında Türk-Nippon Ticaret Derneği’nin yardımıyla düzeltildi. Ertuğrul Kitabesi’nin üçüncü düzenlenmesi de 3 Haziran 1937’de gerçekleştirildi. Günümüzde çok sayıda Japon, Ertuğrul trajedisinden haberdârdır. Hüzünlü olsa da, iki millet arasındaki dostluğu başlatan hâdise her yıldönümünde yâd edilir. Şehitler için dikilen âbideleri Japonlar akın akın ziyaret etmektedir. Yolculuk tamamlanamamasına rağmen şehitlerimiz kendilerine verilen vazifeyi yerine getirdiler. Bazı Avrupa ülkeleri tarafından Abdülhamid’in Japonya ile münasebet kurma teşebbüsü ‘Japonları İslâm’a dâvet’ şeklinde yorumlandı. Bunun sebebi, yol güzergâhındaki hemen bütün ülkelerde yaşayan milletlerin Sultan’a ve onun şahsında Osmanlı Devleti’ne gösterdiği sevgiydi ve Avrupa’yı asıl korkutan da buydu. Ertuğrul yolculuğunu tamamlayabilseydi tesiri daha büyük olacaktı. Büyük bir trajedi olan bu kaza Türk-Japon münasebetlerinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Zaman içerisinde bu münasebetler tam bir dostluğa dönüşmüştür. Şehitlerimiz bizlere yüz yılı aşkın bir zaman öncesinden çok önemli bir miras bırakmışlardır. Bizlere düşen vazife ise, bu dostluğu daha ileriye götürmek olmalıdır. * Tarih Dergisi-Şubat 2007 Kaynaklar - Osmanlı Araştırmaları (http://os-ar.com/modules.php?name=AvantGo &file=print&sid=11531) - Çetinkaya Apatay, Ertuğrul Fırkateyni’nin Öyküsü. XIX.yy’dan Bugüne Türk-Japon İlişkileri, Milliyet Yay.,ist., 1998. - http://www.kokueki.com/swf/toruko.htm 23 D eğer Tarih Kaç sene geçti? KAÇ SENE Şubat 2014 GEÇTİ? Türk kadınının, milletvekilliği seçimlerinde ilk kez seçme seçilme hakkını kazanmasının üzerinden 79 sene geçti. 1 Şubat 1935 1 Şubat 1935 Islahat Fermanı yayınlanması üzerinden 158 sene geçti. Ayasofya’nın , müzeolarak halkın ziyaretine açılması üzerinden 79 sene geçti. 19 Şubat 1451 18 Şubat 1856 Çanakkale Savaşları'nın başlamasının üzerinden 99 sene geçti. Osmanlı Padişahı II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) tahta geçmesi üzerinden 561 sene geçti. (19 Şubat 1451) 7 Şubat 1973 18 Şubat 1856 Timur ailesine mensup asil bir Türk ailesinin çocuğu olan büyük Türk şairi, Edibi ve dilcisi Ali Şir Nevai doğumunu üzerinden 573 sene geçti. ( 9 Şubat 1441) TBMM'de kabul edilen bir yasa ile "Maraş" iline "kahramanlık" unvanı verilerek ilin adının "Kahramanmaraş" olması üzerinden 41sene geçti.(7 Şubat 1973) 24 9 Şubat 1441 Şubat 2014 D eğer Osmanlı tarihinin en büyük hükümdarlarından Sultan II. Abdülhamit Han ölümü üzerinden 96 sene geçti. 15 Şubat 1517 10 Şubat 1918 Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya'nın aralarında Balkanlarda kendi hudutlarının güvenliğini karşılıklı olarak tekeffül etmek için Balkan Antantı imzalanması üzerinden 80 sene geçti. Yavuz Sultan Selim Han Türk ordularının başında Ridaniye Meydan Savaşı'nı kazanarak büyük törenle Kahire'ye girmesi üzerinden 497 sene geçti. 24 Şubat 1793 9 Şubat 1934 İlhanlılar Devleti'nin kurucusu büyük Moğol hükümdarı Hülagü Han ölmesi üzerinden 748 sene geçti. III. Sultan Selim Nizam-ı Cedid” denen yenileşme ve batılaşma hareketini fiilen başlatılması üzerinden 221 sene geçti. 24 Şubat 1918 8 Şubat 1266 Elektrikli Tramvayın İstanbul'da ilk kez açılışının üzeriden 99 yıl geçti. Güzel ve kahraman Trabzon şehrimizin I. Dünya Savaşı'nda işgali altına düştüğü Ruslardan kurtarılmasının üzerinden 96 sene geçti. 2 Şubat 1904 25 Din D eğer Şubat 2014 İnsanlık Onuru BİR DUA Allah’ım!dünyada ve ahirette Senden esenlik isterim; Allah’ım, dinim, dünyam, ailem ve malım konusunda Senden af ve esenlik isterim. Allah’ım, ayıplarımı ört. Korkularımdan beni emin eyle. Önümde, ardımda, sağımda, solumda, üstümde olanlardan beni koru. Altımdakilerden de Senin azametine sığınırım.” Ebû Davud) Prof. Dr. Mehmet Görmez* R ahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Sevgili Peygamberimizin (sas) insanlığa getirdiği mesajın varlık anlayışında insan, yaratılmışların en saygını (eşref-i mahlukât) ve varlığın özüdür (zübde-i âlem). İnsanın fıtrat ve yaratılış itibariyle onurlu bir varlık olması, İslâm’ın varlık, bilgi ve değer anlayışını şekillendiren en temel unsurlardan biri olmuştur. Bununla birlikte insanoğlunun, son iki yüzyılda bilimsel ve teknolojik alanlarda gösterdiği olağanüstü ilerlemeyi, ne yazık ki insan onurunun korunması ve yüceltilmesi konusunda gösteremediği bir gerçektir. Geride bıraktığımız yüzyıl, daha şimdiden insanlık onurunun had safhada zedelendiği talihsiz bir zaman dilimi olarak anılmaktadırw. Ayrımcılık, ötekileştirme, ırkçılık, şiddet, işkence, terör, savaş, gelir adaletsizliği, zulüm, sömürgecilik, eğitim eşitsizliği, emeğe saygısızlık, istismar, kürtaj, açlık ve kıtlık gibi onur kırıcı küresel sorunların kıskacındaki insanlık, tarihte görülmemiş bir sınavdan geçiyor. Göğün kapılarına sırt çeviren insanoğlu, kendi eliyle ürettiği yapay sorunların açılmak bilmeyen kapıları önünde yorgun ve bitkin bir hâlde bekliyor. Bilim ve tekniğin son imkânlarıyla ürettiği en modern anahtarlar, kilitli kapıların açılmasında ona yardımcı olmuyor. Kendi ürettiğinin esiri olan insanlık, kendini hapsettiği karanlık zindanlardan çıkış yolları arıyor. Bu yüzden de özlediği aydınlığı, peşinde koştuğu idealleri ‘nerede’ ve ‘nasıl’ araması gerektiğini yeniden düşünmesi gerekiyor. İşte bu sebeple Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle “Hz. Peygamber ve İnsan Onuru” temasının hem ülkemiz in- 26 sanının hem de bütün insanlığın gündemine taşınması son derece önem arz etmektedir. İslâm’ın, insan onurunu merkeze alarak tesis ettiği insan anlayışının esaslarını Hz. Peygamberin (sas) çağlar üstü örnek hayatında, sünnet-i seniyyesinde, söz ve davranışlarında, en genel hatlarıyla da Veda Hutbesi’nde görmek mümkündür. Rahmet Peygamberi (sas), on binlerce insana hitaben yaptığı o tarihî konuşmasında insanların canlarının, mallarının ve ırzlarının yani kişilik değerlerinin ve insanlık onurlarının dokunulmaz olduğunu bildirmiştir. Böylece o, İslâm’ın, insanın yaşama ve Şubat 2014 BİR HADİS D eğer Hz. Allah şöyle buyurmuştur: " Ben¸ kulumun zannettiği gibiyim. Beni andığı zaman¸ muhakkak onunla beraberim. Eğer beni kendi kendine anarsa¸ ben de onu Zat'ımda anarım. Beni bir topluluk içinde anarsa¸ ben de onu andığı topluluktan daha hayırlı bir toplulukta anarım.” (Buhârî¸ Tevhîd¸ 15) mülkiyet hakkı ile manevî kişiliğine ilişkin bütün haklarını aynı ölçüde güvence altına aldığını ilan etmiştir. Sevgili Peygamberimizin (sas) tanımıyla iyi Müslüman, din kardeşinin canına ve malına olduğu gibi kişilik onuruna da saygı gösteren ve onun şahsiyetini dokunulmaz gören kimsedir. Şurası iyi bilinmelidir ki onurlu olarak yaratılan insanı onurlu veya onursuz kılan temel ölçüt de davranışlarıdır. Davranışları kendisini onurlandırmayan kimseyi haricî hiçbir aidiyet onurlandıramaz. İnsan, ırk, renk, zenginlik, soy-sop gibi maddî, izafî ve geçici ölçülere göre değer- lendirilmemelidir. “Nice kapılardan kovulmuş üstü başı perişan insan vardır ki, Allah’a yemin etse Allah onu yemininde haklı çıkarır” (Müslim, Birr ve sıla, 138) buyuran Sevgili Peygamberimiz (sas), insan onurunu maddî ölçütlerle değerlendirmenin yanıltıcı olabileceğine işaret etmiştir. İnsan bizatihi değerli ve onurlu bir varlıktır. Efendimizin (sas) nazarında onun siyahı da değerlidir beyazı da; fakiri de onurludur, hizmetçisi de. İnsan onurunun beşerî ve ilahî yönü birbirinden ayrı tutulamaz. Bütünüyle insanı merkeze alarak aşkın hiçbir gerçekliği tanımayan bir bakış açısı, insanı bir bütün olarak kuşatmaktan uzak olacaktır. İnsan ve insan onuru, maddesi ve manasıyla; bedeni ve ruhuyla bir bütündür, parçalanamaz. Hiçbir insancıl düşünce ve ideoloji, İslâm’ın insan onuru konusundaki ayrıcalıklı konumuna alternatif oluşturamaz. Aşkın değerlerden soyutlanmış, metafizik ilkelere bağlı olmayan bir ‘insan onuru’ insana hak ettiği değeri veremediği gibi insanı daha da onursuz bir hale getirmektedir. Sevgili Peygamberimizin (sas) kutlu doğumu vesilesiyle bir kez daha hatırlatmak gerekir ki insanın ucuzladığı, bir meta haline dönüştüğü, insan onurunun göz ardı edildiği, zedelendiği, ayaklar altına alındığı, insanlığın kaybolmaya yüz tuttuğu, insanı onursuzlaştırma, itibarsızlaştırma, değersizleştirme ve değerlerinden soyutlama gayretlerinin küresel ölçekte politikalar haline geldiği günümüzde bütün âlemleri onurlandırmak için gönderilen rahmet yüklü adalet, hikmet yüklü ahlâk peygamberinin onur mücadelesini ve insana bakışını yeniden keşfetmeye ve bu keşfimizi toplumun bütün katmanlarına açmaya her zamankinden daha fazla muhtacız. Hiç kuşkusuz Peygamber Efendimizin (sas) örnekliği ve rehberliği, insanlığın bugün içine düştüğü her türlü badireyi atlatması, zedelenen insanlık onurunun tekrar yücelmesi ve özlenen aydınlığa kavuşması yolunda yegâne melcedir. Bu duygu ve düşüncelerle aziz milletimizin, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın, gönül coğrafyamızdaki kardeşlerimizin ve tüm İslâm âleminin Kutlu Doğum Haftasını tebrik ediyor; haftanın, özellikle Suriye’de, Irak’ta, Arakan’da, Afrika’da, Somali’de, Mali’de, Filistin’de ve dünyanın muhtelif yerlerinde çiğnenen ve zedelenen insanlık onurunun yeniden yücelmesine ve korunmasına vesile olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. * Diyanet İşleri Başkanı 27 Farkındalık D eğer Şubat 2014 Doğayı anlama sanatı Doğa, bizden olumlu geri bildirimler beklemektedir. Hepimiz, bir diğerimizden beklentiler, istemler ya da ihtiyaçlar içerisinde iletişim halindeyiz. Ve bu beklenti, istem ya da ihtiyaçları talep ederken, her zaman haklıyız! Mehmet Fatih Hanoğlu* şeklinde” solmakta olduğunu bize belirtirken, biz Her varlık, çevresinde var olan diğer varlıklarla bu tepkiye bilinçli ya da bilinçsiz bir karşılık ver-kendi üslubuyla- iletişim halindedir. Gözle görül- mediğimizde bitkinin uğrayacağı akıbet belirgindir. Olumsuz bir geri bildirim vererek, bitkiyi sulameyen bir bakteriden, hareket edemeyen bir bitkimak yerine topraktan da sökebiliriz… ye tüm evren, “Kendinde var olmayanı bir arayış Doğa, bizden olumlu geri bildirimler beklemekya da kendinde var olanı bir bildiriş şeklinde” bu tedir. iletişimi farklı şekillerde yaşamaktadır. Hepimiz, bir diğerimizden beklentiler, istemler Bu farklı iletişim şekillerine ne kadar yakından bakarsanız, sınırların var olduğunu ve hangi an- ya da ihtiyaçlar içerisinde iletişim halindeyiz. Ve lamları ihtiva ettiğini (içerdiğini) de görmeniz o ka- bu beklenti, istem ya da ihtiyaçları talep ederken, her zaman haklıyız! dar kolay olacaktır. Peki, doğanın bekİletişimde başarılentileri, istemleri ve sızlık, sadece insanİletişimde başarısızlık, sadece inihtiyaçları? larda olan/yaşanan bir sanlarda olan/yaşanan bir olgu deO kadar haklıyız ki olgu değildir. Bu başağildir. Bu başarısızlıklar türler arası birbirimizi bile bazen rısızlıklar türler arası üzüyor ya da tepki verfarklılıklar gösterse de doğada var farklılıklar gösterse de meyerek kızdırabiliyodoğada var olan ortak olan ortak bir paydayı gözler önü- ruz. Doğanın da dilinbir paydayı gözler önüne koyar: “geri bildirim eksikliği”. de var olan bu tepkiler, ne koyar: “GERİBİLDİbizim doğaya verdiğiRİM EKSİKLİĞİ”. miz etkilerle/geri bildirimlerle de bağıntılı olarak “İletişimde başarısızlığın en önemli sebeplerinartmaktadır. den biri, geribildirim eksikliğidir.” Örnekle; Geribildirim Nedir? “Sel, felaket değildir, felaket olsan sele neden Geribildirimi iletişimin pasif bir formu ya da bir soruya, bir bilgiye veya bir davranışa verilen yanıt, olan geri bildirim eksiklikleridir.” Bu ve benzeri durumların tek nedeni biz olmatepki olarak tanımlayabiliriz. sak da en büyük nedeni olduğumuz yadsınamaz. Size geribildirimin ve doğayla ilişkisinin ne olDoğanın var olan düzenini anlamak, anlamlandırduğu hakkında daha iyi anlaşılacağını umduğum mak ve tanımlamak için doğaya karşı geri bildirimbirkaç örnek sunmak isterim. lerimizin olumsuz ya da eksik olmamasına dikkat “Okuduklarınızda zevk alıyor musunuz?” Yukarıda yazılı olan soruya “Evet” ya da “Ha- etmeliyiz. Makaleme son verirken, Aşık Veysel’in Kara yır” gibi verilebilecek binlerce cevap olduğunun Toprak adlı eserinden sadece üç mısrayı sizlerle bilincindeyim. Lakin sadece bir tane dahi cevap paylaşmak ve sizleri geribildirimler hakkında düverseniz soruyu soran kişi, olumlu ya da olumsuz şündürmek istiyorum. bir geri bildirim almış olacaktır. “Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi İşte bu soruya cevap vermeme ihtimaliniz/duYemek verdi, ekmek verdi, et verdi rumunuz da “Geribildirim Eksikliği” yaratmaktadır. Kazma ile döğme döğmeyince kıt verdi…” Tüm canlıların ortaklaşa kullandığı olumsuz payda da işte budur. Sararmakta olan bir bitki, “Kendinde var olmayanı bir arayış ya da kendinde var olanı bir bildiriş 28 * Rota Bilim Araştırma & Geliştirme Kurumu Yöneticisi www.makalemarketi.com Şubat 2014 D eğer İLKBAHAR Yüzümü bulutlara kaldırıp Dua eder gibi mırıldanıyorum Kuşlarla, otlarla yıkanıyorum Rüzgarla, ilkbaharla Güneş gözkapaklarımı ısıtıyor Ah! Güvenilmez ilkbahar güneşi Rüyada mıyım, gerçek mi bu Hem var gibiyim, hem yok gibi Bir güney kentinde, bir kıyı kahvesinde Başakların sonsuz salınışı Burada, kendimle başbaşa Ömrümü böylece tamamlayabilirim Bir kuşu dilinden hiç öpmedim Belki bir gün öpebilirim Belki bir gün rüzgar olurum ben de Eserim başakların üzerinden Kalbim bir yaz gününe karışsın isterim Bir kuş cıvıltısında doğmak için yeniden Ataol Behramoğlu 29 Edebiyat D eğer Şubat 2014 Kitap okumanın önemi Türkiye’de kütüphane sayısı 1.412, kahvehane sayısı 570.000. Buna göre 49.000 kişiye bir kütüphane düşerken, 122 kişiye bir kahvehane düşmektedir. Okuyarak olayların ve gelişmelerin iç yüzünü öğrenen bir kişi, öncelikle kendine olan güvenini artırır. Bu ise aynı zamanda düşünce ufkunu geliştirip, geniş bir görüş açısı sağlayarak, olayları inceleme yeteneği kazandırır. Ayrıca okuyan kişiler çok okumanın beraberinde getirdiği zengin kelime dağarcığına sahip oldukları için, hikmetli ve etkileyici konuşarak hitap ettikleri kişilerde etki de uyandırırlar. Bu etki ise insanlarla ilişkileri güçlendirmekte, kişiye daha sosyal bir karakter kazandırmaktadır. Dahası, geniş kelime dağarcığı, insanın daha fazla kavramla düşünebilmesini de sağlar. Yani düşünce kapasitesini ve kültür düzeyini artırır. Boş zamanlarını, çoğu zaman hiçbir yararlı bilgi aktarmayan televizyon karşısında geçirmek yerine kitap okuyarak değerlendiren bu kişiler, edindikleri bilgi ve kültür sonucunda aynı zamanda toplum içinde etkin bir kişiliğe sahip olurlar. Tüm 30 bu özellikler, kişilerin öncelikle kendileri için okumaları gerektiğinin çok önemli bir göstergesidir. Okuyarak kendini geliştiren kişiler ise elbette çevrelerinde gelişen olaylara da hakim olacak ve toplum içinde eğitim seviyesinde zamanla bir ilerleme sağlanacaktır. Okuyarak Zaman Kazanmak Genellikle iş sonrası veya evde televizyon karşısında amaçsızca, kanal kanal dolaşarak boşa geçirilen zamanlar, kitap okuyarak geçirilebilecek en verimli zamanlardır. Bunun yanı sıra otobüs, tren, taksi ve uçak gibi ulaşım araçlarında seyahat ederken zorunlu olarak geçen boş zamanlar da kitap okuyarak değerlendirilebilecek anlardır. Özellikle bekleme yapılan yerlerde kitap okumak, geçirilen zamanı hem zevkli hale getirecek hem de kişinin yeni bir şey daha öğrenmesine vesile olacaktır. Bu konuda gelişmiş ülkelerin çizdiği tablo oldukça etkilidir. Sahip olunan her boş anda yanlarında bulunan kitabı okuyan Batılılar, kitap okuma alışkanlığının en güzel örneklerini sergilemektedirler. Türk milleti olarak ne yazık ki okuma alışkanlığımız yok denecek kadar azdır. Yapılan tüm araştırmalar bu gerçeği ortaya koymaktan çekinmiyor. Japonlar yılda 25, İsveçli yılda 10 ,Fransız yılda 7 kitap okurken maalesef 6 Türk yılda bir kitap okuyor. Niçin az okuduğumuz konusunda aşağıda verdiğimiz bilgiler sanırım yeterli olacaktır; Millî Eğitim Bakanlığı’nca yapılan bir ankete göre insanımızın okuma sebepleri şu şekilde sıralanmaktadır: 1- Kitap okuma alışkanlığının olmaması: % 50,2 2- Yeterince zaman bulunamaması: % 16,6 3- Boş zamanlarında yoğun olması: % 10,6 4- Tv, video ve sinemanın tercih edil- mesi: % 10,5 5- Kitap fiyatlarının yüksek olması: % 4,6 6- Dersleri sebebiyle okuyamama: % 3,4 7- Diğer sebepler: % 1,9 8- Cevap yok: % 2,27 Okuyarak cahilliğin ayazından kurtulmalıyız! Bazı İstatistikler - Türkiye’de ihtiyaç malzemeleri sıralamasında kitaplar 235. sırada yer almaktadır. - Türk çocukları kitap okuma konusunda çoğu Afrika ülkelerinin gerisinde kalmış durumdadır.Japonya’da toplumun %14’ü, Amerika’da % 12’si, İngiltere’de ve Fransa’da %21’i düzenli kitap okurken Türkiye’de yalnız 10.000 kişide 1 kişi düzenli kitap okuyor. - Türkiye’de 1 kişinin kitap okumaya ayırdığı zaman dünya ortalamasının üçte biri. Kişi başı kitap harcamasında dünya ortalaması 1.3 dolar iken, Türkiye’de bir kişi kitaba yılda ancak 0,45 dolar harcıyor. - Türkiye’de kütüphane sayısı: 1.412 - Kahvehane sayısı: 570.000 - Buna göre 49.000 kişiye bir kütüphane düşerken, 122 kişiye bir kahvehane düşmektedir. - Türk halkı kitap okumaya yılda ortalama 6 saat ayırıyor. Türkiye kitap okuma konusunda çoğu Afrika ülkesinin gerisinde kalmış durumda. Türkiye’de 100 kişiden sadece 4 kişi kitap okuyor. Türk toplumu bu bilgi çağında kendine iyi güzel bir yer edinmek istiyorsa işe kitap okumakla başlamalı, bu sayede tartışıp, sorgulayarak bilim üretmeli, muasır medeniyetler seviyesine ulaşabilmelidir. Maddi alemden sıyrılıp ,dördüncü boyuta geçmek, aklın sınırlarını aşıp manevi yolculuğa çıkmak ,bizi çevreleyen karanlığı yırtıp aydınlığa çıkmak istiyorsak mutlaka okumalıyız! Kaynak: www.e-okul.meb.com D eğer Şubat 2014 Edebiyat Deyimler ÇİZMEYİ AŞMAK Söyleyişte daha ziyade "Çizmeyi aşma!", yahut "Çizmeden yukarı çıkma!" biçiminde emir kipiyle ve boyundan büyük bir işe girişildiğini ima eder mahiyette kullanılan bu deyimin hikâyesi şöyledir: Milâd-ı İsa'dan üç asır evvel Efes'te Apelle (Apel) isimli bir ressam yaşarmış. Büyük İskender'in resimlerini yapmakla şöhret bulan Apel'in en büyük özelliği, yaptığı resimleri halka açması ve gizlendiği bir perdenin arkasından onların tenkitlerini dinleyip hoşa gidecek yeni resimler için fikir geliştirmesi imiş. Günlerden birinde bir kunduracı, Apel'in resimlerinden birini tepeden tırnağa süzüp tenkide başlamış. Önce resimdeki Çizmeler üzerinde görüşlerini bildirip, kunduracılık sanatı bakımından tenkitlerini sıralamış. Apel, bunları dinleyip gerekli notları almış. Ancak bir müddet sonra adam, resmin üst kısımlarını da eleştirmeye ve hatta teknik yönden, sanat açısından renklerin kontrastı ve gölgelerin derecesi üzerine de ileri geri konuşmaya başlayınca Apel, perdenin arkasından bağırmış: — Efendi, haddini bil; çizmeden yukarı çıkma! ELİ KULAĞINDA Eskiden birisi yanındakine, — Ezan okundu mu, dediğinde, eğer vakit çok yakın ise, — Okunmadı ama (müezzinin) eli kulağında; dermiş. Gerçekleşmesi pek yakın olan işler hakkında "(Henüz olmadı ama) eli kulağında!" deriz. Bu deyimin kaynağı Asr-ı Saadet'e, Bilal-i Habeşî'ye kadar uzanır. İslâmiyet yayılmaya başlayıp da Müslümanların sayısı artınca, namaz için onları bir araya toplamak üzere ezan okunması kararlaştırılmış ve sesi güzel olduğu için de Habeşistanlı eski köle Hz. Bilal, bu vazifeye seçilmişti. Ne var ki Medine'deki müşrikler ve diğer dinlere mensup olanlardan bazı tahammülsüz insanlar, ezan okunurken sesi duyulmasın diye gürültü yapmaya, çocukları toplayıp Bilal-i Habeşî ile alay ettirmeye başlamışlardı. Bunun üzerine Hz. Bilal, ellerini kulaklarına tıkayarak ezan okumaya başladı. Bilâhare müezzinler, ellerini kulaklarına tıkamayı bir tür Bilal-i Habeşî sünneti gibi gördüler ve ezanı öyle okudular İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK Giyim kuşamına özen göstermiş, şık ve süslü kıyafetleriyle dikkat çeken insanlar hakkında sık sık "iki dirhem bir çekirdek" sözü kullanılır. Bu yakıştırma, ağırlık ölçüsü olarak okkanın kullanıldığı eski devirlerden kalmadır. Belki biliyorsunuz, bir okka bugünkü ölçülerle 1283 gram tutar. Okkanın dört yüzde birine, dirhem adı verilirdi. Şimdiki gram ile aynı birim olduğunu sanarak gram diyecek yerde dirhem denilmesi hatalıdır.) Dirhem, daha ziyade hassas teraziler için kullanılan bir ölçüdür. Ancak sarraflar, dirhemden daha hassas ölçümler için bir ağırlık birimi daha kullanırlar. Buna çekirdek denir ki toplam, 5 santigram karşılığıdır. Eski devirlerin en kıymetli parası olan bir Osmanlı altını, toplam iki dirhem ve bir çekirdek ağırlığa sahiptir. Bu durumda süslenmiş kimselere, iki dirhem bir çekirdek yakıştırmasında bulunanlar, mecaz yoluyla onlara altın demiş olurlar ki bizce pek zarif bir nüktedir Kaynak: Prof. Dr. İskender Pala, "İki Dirhem Bir Çekirdek". 31 Edebiyat Derviş kaşıkları Bir gün ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" diye sormuşlar... Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce "Sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak" onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıklarıdenilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine "Şimdi" demiş ermiş, "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığınıçorbaya daldırıp, sonra karsısındakine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan... "İşte" demiş ermiş, "Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim karşısındakini düşünür de doyurursa o da doyurulacaktır şüphesiz. Ve şunu da unutmayın, gerçek sevgi pazarında alan değil, veren kazançtadır daima." Sevgi Tüketmek için bunca acele ettiğiniz, takvim yapraklarına… Onca hızla çevirdiğiniz akreplere yelkovanlara… İçine gönüllü daldığınız o insafsız rutin çarkına şöyle bir uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz? “Ne kadarı benim hayatım” diye soruyor musunuz? Ne kadarını başkaları yaşamış benim yerime…. Ya da ben başkalarının?.. “Aynadakinin ne kadarı ben’im, ne kadarı oynadıklarım? Sevgiyi koydum kum saatinin dolu dizgin akıp giden kumlarının her bir zerresine…. Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca yıldan damıtılıp gelen.. Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllarından geriye… Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan ötesi yalan… Can Dündar 32 D eğer Bülbül ile Bağban Şubat 2014 Bahçıvan,bir sabah bağında güzel bir gül açtığınıgördü.Baktı,seyretti,hoşlandı,gönlü ısındı ve onu,sanki aşık olmuşçasına koruyordu.Gözünden kıskanıyor,esen yelden sakınıyordu. Bir sabah ne görsün!..Bülbülün biri gülün dalına konmuş,yapraklarını bir bir koparıyor,zedeleyip yaralıyor.Önce bülbülü kovaladı. Ama gülü boynunu bükmüş,mahzunlaşmıştı. Ertesi sabah gül ile bülbül arasında aynı hadisenin yaşandığındı,gülün daha kötü hırpalandığını gördü. Bu sefer bülbüle kast etmek istedi.Ama bülbül uçup gitmişti.Bahçıvan güle bakıp bakıp ağladı. Üçüncü gün bülbül yine gelecekti.Ona bir tuzak kurdu,bülbülü yakaladı.Ne çare bülbül tuzağa düşesiye kadar gülün bütün yapraklarınıyok etmişti,sevgiliye kıymıştı.Üstelik de girdiği kafesten hahçıvanaşöyle diyordu: -A insafsız adam!..Sana ne yaptım ki beni kafese kapattın?Eğer sesimi beğenmediğin için beni hapsettiysen ben zaten senin bağının bülbülü değil miyim?!..Eğer başka bir suç işlediysem bunu bilmek elbette benim hakkımdır,söyle,neden bu kafesi bana reva gördün? Bahçıvan olup biteni anlattı,gülünü kopardığıiçin kendisini cezalandırdığını söyledi.Bu sefer bülbülsesini daha dayükseltti: -Yanişimdi sen,yalnızca bir iki gün içinde solacak bir gülü telef ettim diye mi bunu bana reva gördün?..Bunun için mi hürriyetimi kısıtladın?!.. Bu seninki adalet midir?!.. Bağcı merhamete geldi,bülbülü bıraktı.Özgürlüğüne kavuşan bülbül bahçıvana şöyle dedi: -Ey iyi kalpli aşık,mademki sen bana hürriyetimi verdin,ben de sana hazine vereyim.Bahçenin falanca yerimni kaz. Bahçıvan orada bir küp altın buldu.Sevindi,yeni gül bahçeleriyapmaya ahd etti.Bu arada bülbülü affetti,her seher şakıyışlarınılezzetle dinlemeye başladı.Ve bir sabah merakını yenemeyip ona sordu: -Bahçemdeki hazineyi toprak altındayken biliyorsun da gül dalının yanına kurduğum kapanı gözünün önündeyken nasıl bilmedin? -"Senin kapanın kaza ve kaderin gereğiydi"diye başladı söze bülbül."Kadere karşı hikmet gözü kapanır.Kişi ne kadar açık göz olursa olsun kazaya karşı kördür." Şubat 2014 D eğer Edebiyat AY IŞIĞI Ben uzaklardan beklerdim, Sayarak günlerimi. Bu gece penceremden düşen ay ışığında, Birden yanıbaşımda buldum Bir ağaç gibi çiçeklenmiş Anladım almış yürümüş Sarmış bu sevda içimi II Gece yarısı elbiselerim, Ayakkabılarım üstüne Düşen ay ışığı, İnsan böyle mi olur Sevdaya tutuldu mu? Bütün eski kitapları okudum, Yaşlanmış güzellere sordum, Mutluluk bu mu? Ama bu sarışın Ötekine hiç benzemiyor. Ah, daha yeni yeni anladım O küçük elleri, gülen gözleriyle Beni bu kadar seviyor... Kalmadı başka korkum Düşünmeden eline bıraktım kendimi Bütün dostlarım söylüyor Bu sefer mutlaka tutuldum III O yanından döndüğüm, gece yarıları Güler, konuşurdum, kendi kendime Tutmasam, kucaklayabilirdim ağaçları. Kimbilir, gelen geçen Görünce ne derdi halime. Sizin de, seviştiğiniz, kardeşler Mevsim bahara rastlarsa Benim canım açılmak isterdi Mutlaka bir başkasına Öperdim evde ilk karşıma çıkanı. Uzakta, şimdi çok uzakta... O nar tanesinden taze Kuş tüyünden hafif geceler Kalbim ümit içinde yüzer Dünyam yıkanır ay ışıklarıyla... Necati CUMALI (1921-2001) 33 D eğer Edebiyat Şubat 2014 BİR GÜN ANLARSIN Uykuların kaçar geceleri, Bir türlü sabah olmayı bilmez, Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya Deli eden uğultudur başlar kulaklarında, Ne çarşaf halden anlar, ne yastık Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık, Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın, Onun unutamadığın hayali, Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine, Sevmek ne imiş bir gün anlarsın. Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu, Şerefin, faziletin, iyiliğin güzelliğin. Gün gelir de, sesini bir kerecik duymak için, Vurursun başını soğuk, taş duvarlara, Büyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığın Duyarsın. Ta derinden acısını çaresiz kalmışlığın. Sevmek ne imiş bir gün anlarsın. Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin Niçin yaratıldığını. Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini Uzun uzun seyredersin aynalarda güzeliğini Boşuna geçip, giden yıllarına yanarsın. Dolar gözlerin, için burkulur Sevmek ne imiş bir gün anlarsın. Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların Sevilen gözlerin erişilmezliğini O hiç beklenmeyen saat geldi mi Düşer saçların önüne ama bembeyaz Uzanır gökyüzüne ellerin Ama çaresiz Ama yorgun Ama bitkin Bir zaman geçmiş günlerin uykusuna dalarsın Sonra dizilir birbiri ardınca gerçekler acı Sevmek ne imiş bir gün anlarsın Bir gün anlarsın hayal kurmayı Beklemeyi Ümit etmeyi Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi Lanet edersin yaşadığına Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın O zaman bir çiçek büyür kabrimde kendiliğinden Seni sevdiğimi bir gün anlarsın. Ümit Yaşar Oğuzcan 34 Şubat 2014 D eğer Edebiyat Bir Hikaye... NEYLESİN SULTAN MAHMUT Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor. Tıkandı Baba, çay getir!.. Tıkandı Baba, kahve getir!.. Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. – Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi? – Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba. – Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi. Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya; Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı.Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı.Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve: “Tıkandı Baba, tıkandı. Uğraşma artık”, dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı Baba”ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz. Tıkandı Baba’nın anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına: “Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz” demiş. Sultan Mahmut’un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba’ya baklavaları vermişler. Tıkandı Baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis. – “Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya. Taze baklava, güzel baklava! Bu esnada oradan geçen bir adam baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı Baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Müşteri baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış ki her dilimin altında altın var. Ertesi akşam adam acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adam- ları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Müşteri hiçbir şey olmamış gibi: “Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım” demiş. Tıkandı Baba da “Peki” demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı Baba’ya her akşam baklavalar gelmiş ve adam da her akşam Tıkandı Baba’dan baklavaları satın almış. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut: “Bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım” deyip Tıkandı Baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan: – “Tıkandı Baba sana baklavalar gelmedi mi?” demiş. – Geldi sultanım! – Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı? – Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım. Sultan şöyle bir tebessüm etmiş. “Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benimle gel” deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş. “Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir” demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda, düştü düşecek. Sultan demiş; “Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar” demiş ve askerlerden birini çağırmış. “Alın bu adamı Üsküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin” demiş. Padişahın adamları ’peki’ deyip adamı alıp Üsküdar’a götürmüşler. Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler. Baba, “niçin?” demiş. Askerler: “Hele sen bir beğen bakalım” demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline. “Ne olacak şimdi” demiş. “Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı” demiş. Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişah’a haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş: “VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT!” www.kisiselbasari.com 35 Edebiyat D eğer Şubat 2014 Sevgi ile dolmak Sevgi, vermektir. Verebilmek, isteyerek vermek, bir potansiyelin, gücün, kuvvetli oluşun ifadesidir. Vermek almaktan daha üstündür. Ama yalnız madde planında değil ilgi, bilgi, anlayış, sevinç gibi madde ile ölçülemeyen şeyleri vermek muhatabı ve çevreyi de vermeye özendirir. Üstelik bu verme fiili, anlamak için değildir. Taha Tahsin Ne çıkar öfkeden, kinden? Bir bal peteği misali sevgi ile dolmak varken.. Daha sevmesini öğrenmeden nefret etmek neden? Çünkü sevmek zor, bir sanat sevmek. Kötü duyguları bastırmak, sevgiyi onların üstüne çıkarmak ve iktidar yapmak kolay değil. Nefret etmek gayet basit. Nefret ettiğimiz takdirde nefret edilmeye mahkûmuz. İçimizi yakıp kavuran kinden ne fayda. Hırs ve intikam bize Cehennemi bir halet-i ruhiye yaşatmıyor mu? Öyleyse Cehennemimizi biz hazırlıyoruz. Ya km, ya din; ikisi bir arada bağdaşmıyor. Sevmek bir nevi genişliktir. Üstünlüktür sevmek. Bağışlamak ve karşılıksız vermek; sevginin ve gönül genişliğinin tezahürleridir. Dar kaplı olmak niye? Serâpâ sevgi ile dolmak en güzel şey! Sevgi bir silahtır. Her düşmanı mağlup eden bir silah. Evet sevgi sütunu kesilmek ve benliğinde yabancı duyguları barındırmamak ne güzel. Ufuklar kadar geniş, güneş gibi parlak bir gönül aydınlığına kavuşmak bizim elimizde. Gök kubbe gibi sevgi arşı haline gelmek; diğer insanlara kıyasla göğün yere üstün olduğu gibi üstünleşmek demektir. Sevebilen insan kuvvetli insandır. Bağışlayan daha bir mutlu. Çirkin, kötü, rahatsız edici duyguların zebunu olmak, şerlerin cehenneme aktığı gibi, cehenneme gitmek için kendimize yol yapmaktan başka nedir? Açık, berrak, şef- 36 faftır muhabbet, kin, öfke, haset, hırs gibi kesif ve karanlık değildir. O halde kendimizi karanlığa mahkum etmemiz neden? Gerçek sevgi hınç bırakmaz. Muhabbet sevilende kusur göstermez. Sevilen bir insana ise, hata ve kusurlarından dolayı hiddet değil, merhamet ve şefkat duyarız ki, bu da dilek ve temenni hükmüne geçer. Akan suyun şırıltısını, kuşların cıvıldaşmalarını, kuzuların melemelerini, güzel kokuyu, çiçeği baharı, yazı, ay ve güneşi kim sevmez? Bir deniz manzarası, bir ormanı, lacivert gözlü bir geceyi, aydınlık bir günü kötü ve çirkin bulan bir mizaca tesadüf edilmez. Demek ki yaradılış itibariyle her insan “güzel”e şıktır. Aşk ise şiddetli sevgidir. Yaratılmış güzelleri, güzellikleri hayranlıkla seven kişi; bu güzelleri ve güzellikleri yaratan “Cemil-i Mutlak”ı nasıl sevmez? Mahlûkatı, onlardaki hüsün ve cemli, yaratıcı hesabına sevmek. Sonra sevmeğe, yakın çevremizden başlamak.. Zira yakınımızdakileri sevmezsek, sevemezsek, uzağımızdakileri de sevemeyiz. Sevgi bir takas muamelesi değildir. “Sev beni seveyim seni” demek “Al gülünü ver gülümü” demek gibi, daha amiyane bir tabirle alış-veriş yapmak olur. Oysaki kişi sevdiği için sevildiğini kabul etmelidir. Sadece yalnız bir anne şefkati ile sevmek, kişinin değerlendirme melekesini dejenere eder, öyleyse babalık yanı- Şubat 2014 D eğer mızı hakim kılarak, o yanımızın çevresinde ve mutlu olamayışımızı başka sebeplerle izah etanne şefkatini de ihtiva eden bir biçimle sev- memiz yanlış olur. Kişi sevdiğini söylediği meliyiz. kimseler için, vecibelerini yerine getirmiyor, Şu hırçın, keşmekeş, asabı dünyada herke- bununla beraber fedakârlıklarda bulunmuyorsa, sin, hepimizi aydınlık çehrelere, ümit ve şevk bu takdirde pek de inandırıcı olamaz. “Kişi sevveren, yüzlerce, yaşamak idrak istek ve sevin- diği ile beraberdir.” cini veren sımalara ne kadar ihtiyacımız var? Sevgi, vermektir. Verebilmek, isteyerek verAf eden, bağışlayan, veren, verebilme kapasite- mek, bir potansiyelin, gücün, kuvvetli oluşun si, hacmi yüksek insanlara ne kadar muhtacız? ifadesidir. Vermek almaktan daha üstündür. O halde istediğimiz portreyi evvela kendimiz, Ama yalnız madde planında değil ilgi, bilgi, kendi benliğimizanlayış, sevinç de oluşturmalıyız. gibi madde ile ölBaşkalarını kendimizden az seviyorsak, İyi dostlar çülemeyen şeyleri pek mutlu olamayışımızı başka sebepedinmek istiyorvermek muhatabı lerle izah etmemiz yanlış olur. Kişi sevsak önce iyi bir ve çevreyi de verdiğini söylediği kimseler için, vecibeledost olmalıyız. meğe özendirir. rini yerine getirmiyor, bununla beraber Çünkü pervaneÜstelik bu verme fedakârlıklarda bulunmuyorsa, bu takler ışık neşreden fiili, anlamak için dirde pek de inandırıcı olamaz. lambaların etradeğildir. fında dönerler. Sevgiyle dolu Yanmayan ampullere pervaneler itibar etmezler. bir dünya için kırıcı değil, kurucu olmak zoZıtların ahengiyle dönen bir dünyada yaşa- rundayız. Bunu gerçekleştirdiğimiz takdirde dığımıza göre çirkinle ve çirkinliklerle de kar- muhayyel dünyalara kaçmaya gerek kalmaz. şılaşacağımız pek tabiidir. Onları da sevmek Gözlerinin içi gülen insanların dünyası ütopik gibi bir mükellefiyetimiz yok. Yalnız çirkinler dünyalardan trilyon kere daha güzeldir. Onun ve kötüler; güzel ve iyileri sevmemizin kamçı- için fikir ve ruh dünyamızı inancın, vahyin disıdırlar. riltici iksiri ile yıkayarak gerçek sevincini bulSevgiden, kadife bir dünya kurmak bizim muş insanlar haline gelmeliyiz. İnancın sonrası elimizde. Düşmanlıklar bile tebessümle dost- hareket ve aksiyondur. Kuvveden fiile çıkan iyi luklara dönüşebiliyor. Hoşgörü ve iyi niyeti- niyet ve düşüncelerimiz, bize mutluluğun eşmizin tezahürü olan davranışlarımızla, en sarp siz tat ve lezzetini taşıyan meyveleri devşirme engelleri aşabilir, katı yürekleri fethedebiliriz. imkânını bahşedecektir. Başkalarını kendimizden az seviyorsak, pek www.sizinti.com.tr 37 D eğer Kitap Şubat 2014 Kitap Tanıtımı SERENAD Zülfü Livaneli Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran’ın (36) ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’i (87) karşılamasıyla başlar. 1930’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir. Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor. BEŞ SEVGİ DİLİ Gary Cahapman Siz eşiniz ile oturup konuşmak istiyorsunuz, ama o size çiçek gönderiyor. Siz ev yemeği yemek istiyorsunuz, ama o size sarılarak doyuyor. Sorun sevginizde değil, sevgi dilinizde! Dünyaca ünlü Dr. Gary Chapman, farklı insanların sevgilerini nasıl farklı şekillerde ifade ettiklerini ortaya koyuyor ve bunları şöyle sıralıyor:Kaliteli Zaman, Onay Sözleri, Hediye Alma, Hizmet Eylemleri, Fiziksel Temas. ÇİÇEKLER SUSAYINCA Ahmet Günbay YILDIZ Cıvıl cıvıl çocukluk çağından gençliğin umut dolu günlerine doğru uzanan hayat çizgisinde nice insanlar kaybolup gitmiştir.Toplumun acımasızca öğütülen dişlileri arasında sıkışıp kalan, kötülerin tuzaklarına düşerek çirkin emellerine kurban giden bir genç kızın romanı. Pırıl pırıl sevecen bakan gözleriyle herkesi güzel gören nice genç kızlar ve delikanlılar kötülerin tuzaklarına ve çirkin emellerine kurban gitmiştir. O kalpleri güzelliklerle dolu çocukların mutlu olmaya hakları yok muydu? Neden ağlayarak karanlıklara karışıp gittiler? Bu dünyada mutlu olmanın yolu yok mu?İşte gerçek hayatın içinden alınan bir kesit. Roman kahramanlarımız da bu soruları kendilerine ve çevrelerine sordular. Siz de yaşadığımız bu üdnyada geçek saadeti arıyorsanız bu muhteşem romanı okumalısınız. Çünkü bugüne kadar binlerce kiş bu eseri okudu ve sorularının cevabını buldu. Siz de memnun olacaksınız. AŞK Elif ŞAFAK Doğan Yayınları "Ya ortasındasındır AŞK’ın merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde.. Ella Rubinstein (40) Amerikalı bir ev kadınıdır. Tipik burjuva değerlerinin hâkim olduğu oldukça varlıklı bir ailesi, düzenli ve görünüşte “sorunsuz” bir evliliği vardır. Üç çocuğunu da büyüttükten sonra bir yayınevinde editör-asistanı olarak iş bulur; görevi A. Z. Zahara adlı tanınmamış bir yazarın tasavvuf felsefesini konu alan tarihi romanını değerlendirmektir. Ancak hayatının kritik bir döneminde eline aldığı bu kitap, hiç beklemediği bir şekilde Ella’yı derinden sarsacak, dünyevi aşkı keşfetmek adına zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmasına neden olacaktır. Hayatlarımızın durgun gölünü dalgalandıran taş misali, yüzleşmek zorunda olduğumuz sıkıntılar, acılar… ve aşkın peşinde kat etmek zorunda olduğumuz zorlu yollar, ödediğimiz bedeller… 38 Şubat 2014 D eğer YÜREĞİM SENİ ÇOK SEVDİ Canan TAN Altın Kitaplar "Biliyorum, imkânsız aşk bu! Ama hükmedemiyorum kendime..." demişti Murat. "Çünkü, Yüreğim Seni Çok Sevdi!.." Ardından da dizelere dökmüştü sevdasını. "Yüreğim seni çok sevdi, o yürek talan, o yürek yangın yeri, o yürek seni istiyor, bir tek seni..." Aslı ile Murat’ın İstanbul-Bursa-Amerika üçgeninde yaşadıkları destansı aşkın öyküsü. Herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği kadar gerçek... AİLEDE SEVGİ İLETİŞİMİ Vehbi VAKKASOĞLU Nesil yayınları Bu eserle, eşler birbirini sevmeyi öğrenecek. Bu eserle eşler, bütün meselenin bir gönle girmek olduğunu anlayacak; eş sevgisinin cinsellikten ibaret olmadığını görecek. Bu eserle, eşler, mutluluğu maddenin ötesinde bulacak, evlilik hazırlığının sadece eşyadan ibaret olmadığını kavrayacak. Bu eserle, sevgi iletişimi kurma uzmanları yetişecek. Bu eserle, gönüller, sadece sevgiye ayarlanacak; yüce ve kutsal bir sevgiye yelken açacak. Bu eserle, aşk, dünya boyutlarını aşıp yücelecek ve kalplere benzersiz bir hazzı tattıracak. Bu eserle, sevgisizlikler ve boşanmalar azalacak.Bu eserle kaynanasını seven gelinler, damatlar; gelinlerini ve damatlarını seven kaynanalar çoğalacak. AYNALAR KORİDORUNDA AŞK Mustafa ULUSOY Aşk insanın kalbini doldurmaya yeter mi? Caddede bir terapist yürüyor; insanları gözlemleyen ve yaşadıkları mutsuzluğun nedenlerini anlamaya çalışan bir terapist. Dr. Mavi, Aynalar Koridorunda Aşk’ın kahramanı. Hepimizin yaşadığı duygusal karmaşaları tecrübe eden, varoluşun özünü anlamaya çalışan Beyaz, Kırmızı, Gri ve Sarı da. Ve vitrindeki aksini inceleyen yüksek ökçeli kırmızı ayakkabılı kadın, etrafın ilgisini çekmek için sarmaş dolaş gezen sevgililer, önündeki arabayı sollayamayınca kendini değersiz hisseden BMW sürücüsü. Birer varoluş mabedi haline gelmiş kafeler, restoranlar ve buraları dolduran insanlar. Milyonlarca imge. İmgelerde varoluşunu arayan insanlar... SEVGİNİN SON DİLEĞİ Debbi Macomber Michael, genç yaşta kanserden kaybettiği eşinin bıraktığı ve ölümünden bir yıl sonra okumasını istediği mektupla neye uğradığını şaşırır. Hayatını yalnızca sevdiği kadına adayan Michael, eşinin şok etkisi yaratan istekleri karşısında yaşamına nasıl devam edeceğini bilemez. Onun sağduyusundan bir an olsun şüphe duymayan Michael, kendisine yeni bir hayatın kapılarını açacak maceraya ister istemez dahil olur. Okurlarını her zaman aşka, umuda ve yeni başlangıçlara sürükleyen Debbie Macomber, Sevginin Son Dileği’nde kaybedilenlerin ardından hayata tutunmaya çalışan insanlara mutluluğun işaretini sunuyor. SENDEN BAŞKA YOK Marian Keyes New York'a geri dönüp onu bulmak zorundaydım. Orada olmama ihtimali de vardı ama şansımı denemek zorundaydım çünkü tek bir şeyden emindim: Burada değildi. Anna Walsh resmen bir harabe. Anne ve babasının Odadan İyidir diye tabir edilebilecek evinde, Dublin'i terk edip New York'a dönebilmenin hayaliyle yaşıyor. Arkadaşlarına dönmek. Dünyanın En Muhteşem İşine dönmek. Ve hepsinden ötesi, Aidan'a dönmek. Fakat ailesinin başka düşünceleri var (kendi başağrıları dışında yani). Ve sanki Aidan da onunla tekrar temasa geçmekten kaçınıyor gibi. Nedendir bilinmez! Anna'nın bu kadar çok sevdiği dünyasını ne parçalamış olabilir? Ayrıca her şeyi yeniden yerli yerine oturtacak olan kişi gerçekten de Aidan mı acaba? 39 Gezi D eğer Şubat 2014 Medeniyetlerin beşiği Tarihin canlı tanığı DİYARBAKIR Diyarbakır tarih, kültür ve medeniyet kenti olmanın yanı sıra aynı zamanda bir sevgi kentidir. Bu sevgiyi surlarındaki motiflerinde de görmek mümkündür. Diyarbakır ülkemizdeki kültür ve tabiat varlıkları itibariyle ilk 5 kentin içerisinde yer almaktadır. İ smini medyada sık sık duyduğumuz Diyarbakır şehri… Acaba bu şehir hakkında bildiklerimizin ne kadarı gerçek, ne kadarı sanal?… Gerçekte ne biliyoruz Diyarbakır hakkında?... Acaba bilmemiz gerekenlerin, bildiklerimizden birkaç yüz kat fazla olduğunu biliyor muyuz? Daha düne kadar nasıl bir şehir olduğunu bile biliyor muyuz? Nice medeniyetler görmüş oysa, tarihi binlerce yıl öncesine uzanan bu kadim şehir… Hurri-Mitanni Krallıklarından Asur Urartulara… Perslerden Makedonyalılara… Selevskos, Büyük Tigran ve Partlardan Romalılara… Sasanilerden Bizanslılara… İslam ordularının fethinden sonra Emeviler’den Abbasilere… ŞeyhoğullarındanBüveyhoğullarına… Mervanilerden Selçuklulara… Nisanoğulları’ndanİnaloğullarına… Artuklulardan Eyyubilere… İlhanlılar ve Akkoyunlulardan Safevilere… Osmanlılardan Cumhuriyete… Dört bir yanında, bir çoğunun ismi Kur’an-ı Kerim’de zikredilmiş Peygamber makam ve kabirleri… Hz. Yunus, Hz. Zülkifl, Hz. Elyesa, Hz. Harun, Hz. Harut, H. Enûş, Hz. Hallak… 40 Neredeyse her sokağında Sahabe ve Evliya türbeleri… Şehid Sahabeler Hz. Süleyman bin Velid, Sultan Şücaeddin, Sultan Sa’saa, Sa’d bin EbiVakkas gibi daha yüzlerce sahabe bulunan, hafızalarda bugün bile Aziz MahmudUrmevi dergâhından zikir sesleri, Celal Güzelses’ten ilahiler ve türkülerin çınladığı, minarelerinden ezanın beş vakit beş ayrı makamda okunduğu, Diyarbakır Cami-i Kebir’i gibi İslam aleminin en önemli mabedlerinden birine sahip olan mübarek şehir… Bu şehir Diyarbekir… Amid’imiz, Diyarbakır’ımız… Türk, Kürt, Acem ve Arap, nice farklı kavimlerden tüm Müslüman ahalisiyle; Ermenisi, Süryanisi, Rumu, Keldanisi, Katoliği, Protestanı, Yahudisiyle; her ırk ve inançtan insanların yüzyıllarca kardeşçe, hoşgörüyle, saygı ve sevgiyle, birlikte yaşadığı barış ve esenlik şehri… Bu şehir Diyarbekir… Diyarbakır tarih, kültür ve medeniyet kenti olmanın yanı sıra aynı zamanda bir sevgi kentidir. Bu sevgiyi surlarındaki motiflerinde de görmek mümkündür. Diyarbakır ülkemizdeki kültür ve tabiat varlıkları itibariyle ilk 5 kentin içerisinde yer almaktadır. 600’ den fazla tescilli kültür ve tabiat varlığına sahip olan bu kadim şehrin turizm potansiyelinin iyi tanıtılması da bu kentin dinamiklerinin birinci ödevi olmalıdır. Mezopotamya’nın kuzeyinde, bin yılların kültür denizinde demlenmiş, uygarlığın en büyük ve en güzel havzalarından biridir Diyarbakır. Bazalt adı verilen, siyah taştan bir tabaka üstüne kurulu Diyarbakır. Kentin tarihi mimarisine de yansıyan bu kara taşının tersine, köklü geçmişinin görkemi çağlar boyunca bilgeliğin kenti kılmış Diyarbakır’ı. Bilgeliğin getirdiği erdemle olsa gerek, kimliğini oluşturan onlarca medeniyetin izlerini yaşatarak vefasını göstermiş Diyarbakır. Şubat 2014 D eğer AMİDA’DAN DİYARBAKIR’A DİCLE’NİN SEVGİLİSİ Bir kentin isimleri, mazisinin bin yıllar öncesine uzanışının İlk görüşte hayran olacağınız, büyülü bir güzelliğe sahip bu ve kurulduğu günden beri cazibe merkezi olmayı sürmesinin is- nehir. Diyarbakır Dicle’siz, Dicle’de Diyarbakırsız düşünülemez. patıdır. Her bir isim bir öyküdür, kenti zenginleştiren bir efsanedir Diyarbakır için Dicle’nin sevgilisi diyebiliriz. Uygarlığın geliştiburada. ği bu toprakları, kardeşi Fırat’la bir olup besliyor. Diyarbakır’ın Antik çağlarda Greklerin ‘Amida’ adıyla andıkları şehir bu binlerce yıllık tarihinin, efsanelerinin tanığıdır Dicle. Kıyılarında adı ufak değişikliklerle yüzyıllar boyunca korudu. Müslüman insanoğlunun ilk buğdayı yetiştirdiği, yerleşik yaşama geçmenin Arapların MS. 8.yüzyılda bölgeyi fethetmelerinin en erken örneklerini verdiği ve bir medeniyet anlaardından Amid adı bölgeye yerleşen Bekr yışı getirdiği nehirdir. Şehrin bin Vail (BenûBekr, Bekiroğulları) Akıp geçtiği coğrafyaya hayat, kabilesine nispetle Diyar-ı Bebolluk ve bereket taşır. Nehrin önemli merkezlerinden kir adıyla meşhur oldu. Ama suları baharda coşar ve baDağkapı’daki Ulu Cami Anadolu’nun İslam uygarlıkları dönemzen yatağına sığmaz, taşar lerinde Amid adı da yaşailk Ulu Camii olma özelliğine sahip. Şam’daki ama yazın durulur, dingin dı. Cumhuriyet döneminBereketli ovaların Emevi Camii ile benzeşen bir mimariye sahip akar. de Diyarbakır adıyla il toprağı onun sularıyla olan yapının tarihi antik Yunan, Roma oldu kent. Tarihsel süreçte coşar. Güneşin cömertçe kentin adı ne olursa olsun, ısıttığı bu coğrafyaya aynı ve Bizans dönemlerine değin bir bilim, ticaret ve kültür merbonkörlükle karşılık verir. Suuzanmakta. kezi oluşu değişmeyen yegâne yunu içirir, insanları serinletir ve özelliği olageldi. yeri gelir elektrik olur, aydınlatır kenti. 13 BİN YILIN TARİHİ Mervaniler Dönemi’nin kente armağanı olan On Diyarbakır yeryüzünde insan yaşamının kesintisiz sürdüğü Gözlü Köprü’nün altından akar gider Basra Körfezi’ne doğru. nadir kentlerden biri. Kentin ilçelerinden Silvan (Meyyafarikin), Ulu Cami (Merkez) Eğil ve Ergani yörelerinde yürütülen bilimsel çalışmalarda yerİslam dünyasında beşinci Harem-i Şerif olarak bilinmekteleşik yaşam izlerinin M.Ö. 11 bin yılına değin uzandığı anlaşıl- dir. Diyarbakır İslam ordularınca fethedildikten sonra, ildeki en dı. Hayvanların evcilleştirilmesi, tarım yapılması gibi insanlık büyük Hıristiyan tapınağı Mar-Tama kilisesi, M.S. 639 yılında tarihinin önemli köşe taşları bu coğrafyayı daha da seçkin kılan camiye çevrilmiştir. 1091′de Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah özelliklerinden. zamanında tamir ettirilmiştir. 1115 tarihinde meydana gelen dep- 41 D eğer rem ve yangında büyük hasar gören cami, 1240 yılında halkın yardımıyla onarılmıştır. Avlusundaki şadırvanları, çeşitli devirlere ait kitabeleri yönünden büyük değer taşıyan bu ilk İslam yapısı, kara taşlarla inşa edilmiştir. Anadolu’nun en eski camisi olan Ulu Cami, çevresindeki iki medrese ve diğer yapılarla anıtsal yapılar topluluğu olarak günümüzde de dikkat çekmektedir. Plan olarak 705-715 yıllarında inşa edilen Şam’daki Ümmiye ve Emevi camilerine benzemektedir. HAMRAVAT SUYU’NUN ÖYKÜSÜ Diyarbakır’da suyun anası Dicle’dir ama Dicle’nin de çocuğu, yani kolları çoktur. Lezzetli içimi ile meşhur olan bu suyun ünü zamanında İstanbul’a, ta Osmanlı Sarayı’na kadar ulaşmış. Suyun şöhretinin aktarımını Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi’ye bırakalım: “….Eski bilginler, bu Hamravat Suyu içine pamuk koyup sonra yine tartmışlardır….İstanbul’da Eski Saray kapısı önündeki biricik çeşme suyundan ıslanıp kuruyan pamuk ile bu 42 Şubat 2014 DiyarbekirHamravatSuyu’nun pamukları beraber tartılmıştır. Bu kadar hafif sudur. Eğer pamuğu ağır olsa, acı olup faydasızlığına delalet ederdi. Bu HamravatSuyu’nun safra, soda ve balgamı mahveylediği tecrübe ile malumdur. Hatta Osmanoğulları’ndan İbrahim Han bu suyun vasıflarını duyunca, “Elbette bana Diyarbekir’denHamravat Suyu gelsin!” diye hatt-ı şerif ile dergâh-ı ali kapıcı-başısı, memuren Diyarbekir’e gelmiştir. O zaman efendimiz Melek Ahmet Paşa, Kara-Amid valisi idi. Paşa, padişah emrini görünce baş üstüne deyip, onar okka su alır, altı adet gümüşten ve altı kurşundan ve altı adet tutyadan ve altı adet çam boduçlarından, toplam olarak 24 adet gümgümlere sular doldurup ve ağızlarını mühürleyip, gelen kapıcı-başıya on kese de ihsan verip teslim eyledi. On altı kese dahi gümgümlerin masrafını çekip ılgar ile Hamravatı İbrahim Han’a gönderdi. Şubat 2014 D eğer Allah’ın hikmeti bu soğuk saf su İstanbul’a girdiği gün, yeni padişahın tahta oturduğu gün olup, bu Hamravat Suyu, Sultan İbrahim’in oğlu Dördüncü Mehmet Han’a nasip olmuştur. 1056 Recebinin on sekizinci Cumartesi günü, ikindiden sonra tahta oturduğu vakit, ilk olarak Hamravat Suyu içti. Sözün kısası bu Hamravat Suyu Diyarbekir’in yüzsuyudur.” (Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Zahuri Danışman Yayını, c. 6, s. 127, 1970.) EL-CEZERİ Bilimler tarihinin en önemli isimlerinden olan büyük mühendis ve mucit Ebu’lİzz el Cezeri’nin Diyarbakır’daki yeri ayrı. 12. yüzyılın bu değerli bilgini birçok önemli buluşuna Diyarbakır Artuklu Sarayı’nda imza attı. Mekanik robotların yanı sıra, saat modellerinden hassas terazilere kadar çalışmalar gerçekleştiren elCezeri, Leonardo da Vinci’den 150 yıl önce çalışmalarını bir kitap haline getirdi. Dicle Üniversitesi, robotik biliminin babası sayılan el-Cezeri’nin çalışmalarından oluşan modellerin Diyarbakır’da sergilendiği bir müze oluşturulması için çalışmalar yapıyor. İNANCIN KENTİ Diyarbakır’a su ve iklim insanı, insan da medeniyeti ve kültürü getirmiş. Tek tanrılı dinlerin tamamının kutsal değerlerinin yaşadığı kentte, Zerdüşt, Yezidi ve pagan kültürlerinin de izleri bulunuyor. Şehrin önemli merkezlerinden Dağkapı’daki Ulu Cami Anadolu’nun ilk Ulu Camii olma özelliğine sahip. Şam’daki Emevi Camii ile benzeşen bir mimariye sahip olan yapının tarihi antik Yunan, Roma ve Bizans dönemlerine değin uzanmakta. Medrese bölümündeki mihrabın her iki yanındaki döner sütunlar ise Diyarbakır’daki mimari şaheserlerden sadece biri. Ulu Cami’nin yanı başındaki Nebi Camii ise, Anadolu’da Akkoyun’lu döneminden kalan az sayıdaki eser arasında. Meryem Ana ve Keldani Kilisesi dışında yirmi civarında kilisenin bulunduğu Diyarbakır’da Yunus Peygamber’in ve Hristiyanlığın en önemli isimlerinden Aziz George’un da makamı dikkat çekiyor. Diyarbakır İslam tarihi açısından da özel bir öneme sahip. Mekke ve Medine’nin ardından İslam dünyasında en fazla sahabe barındıran kent 541 sahabeye ev sahipliği yapıyor. Diyarbakır genelinde peygamber makamı ve ziyaret yerleri de kentin inanç dünyasını zengin kılıyor. SANAT ŞAHESERİ SURLAR Yapımına ilk olarak ne zaman başlandığı tam olarak bilinmese de, ilk şeklinin Helenistik dönemlerde verildiği düşünülüyor. Uzunluğu altı kilometreye yaklaşan surları bir sanat şaheseri kılan unsurlar ise ortaçağda Artuklu ve Eyyubi egemenliği sırasında eklenen burç ve kraliyet sembolleri ve yazı sanatının muhteşem örnekleri ile meydana getirilmiş. Kuş bakışı bakıldığında kenti adeta bir kalkan balığı şeklinde sarmalayan surların 5 adet çıkış kapısı ve 16 adet de burcu var. DİYARBAKIR HANLARI Çağlar boyunca ticaret yollarının kesiştiği bir cazibe merkezi olan Diyarbakır hanları kentte mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Yapım tarihleri yüzyıllarla ifade edilen hanlar özgün mimarileri ve geniş avluları ile dikkat çekiyor. Tamamı Osmanlılar döneminden kalan hanlar günümüzde genellikle alışveriş ve konaklama amaçlı kullanılıyor. Hemen hepsinin birer öyküsü olan bu hanlar arasında Hasan Paşa Hanı, Deliller Hanı, Çifte Han ve Sülüklü Han’ı görmek için birkaç saat ayırmanızda yarar var. Özellikle Hasan Paşa Hanı’nda yöresel kahvaltı salonlarında hem göze hem de damağa hitap eden eşsiz lezzetleri tadabilirsiniz. DİYARBAKIR VE GÜL Günümüzde pek bilinmiyor olsa da, Diyarbakır’da gül yetiştiriciliğinin geçmişi Asur dönemine kadar uzanır. Gülün onlarca çeşidinin yetiştirildiği kent Osmanlı döneminde gülistanlıklar kurulan, yetiştirilen güllerden gülyağı ve gülsuyu elde edilen önemli bir merkezdi. Matrakçı Nasuh’un 16.yüzyılda meydana getirdiği ‘Beyan-ı Menazir-i Sefer-i Irakeyn’ adlı eserinde resmedilen bir minyatürde şehrin surlarının dışında büyük gül bahçeleri resmedilir. Evliya Çelebi’de Seyahatnamesi’nde Diyarbakır güllerinden söz ederken: ‘Büyük nehrin aktığı toprakların iki tarafı da “gül bahçeleri” güzel kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir. Buralar vilayet halkının altı ay boyunca Diyarbekir’in Dicle fasıllarını yaptıkları mesire yerleridir’ der. Kaynak: http://diyarbakiransiklopedisi.com 43 Değişim D eğer Şubat 2014 DEĞİŞEN YAŞAMLAR Erkek berberliği kursunu başarı ile bitirir. O.Y artık berberdir. O ilk günlerindeki çekingenliği, ürkekliği gitmiş; kendine güveni olan, hatasını anlayan, hayata tutunmak için çaba gösteren biri olmuştur. O artık berber O.Y'dir. 44 O.Y. köyünde çiftçilikle uğraşan, ekmeğini topraktan kazanan birisidir. Kader bu ya O.Y. bir suçtan dolayı 10.03.2001 yılında Ceza İnfaz Kurumuna girer. Oldukça tedirgin, bilinçsiz, ürkekdir. Kurumun öğretmeni ve diğer personelin yardım ve ilgileri sonucunda , Ceza İnfaz Kurumunda, Kitap okuyabileceğini, Okullara gidebileceğini, Meslek kurslarına katılarak bir meslek sahibi olacağını öğrenir. O.Y. Zaman geçtikçe Ceza İnfaz kurumunun şartlarına alışır ve kendini adapte eder. Cezasını infaz ederken dışarı çıktığın da bir daha dönmemek için Kurumun tüm imkanlarından faydalanmaya karar verir. Kendini geliştirmeye başlar önce Açık Öğretim Ortaokuluna kayıt yaptırır. Sınavlara girer, sürekli kütüphaneden kitap alır ve okur. Sonun da orta okulu bitirir. Kurumda açılan meslek kurslarına kayıt olur ve devam eder. Erkek berberliği kursunu başarı ile bitirir. O.Y. artık berberdir. O ilk günlerindeki çekingenliği, ürkekliği, gitmiş kendine güveni olan, hatasını anlayan hayata tutunmak için çaba gösteren biri olmuştur O, artık berber O.Y'dir. Zile M Tipi Ceza infaz Kurumundan 2006 yılında Niğde Açık Ceza İnfaz Kurumuna gider. Zile M Tipi Ceza infaz Kurumu ve diğer gittiği Kurumlarda berberlik yapar. Bu şekilde farklı Açık Ceza İnfaz Kurumlarında Cezasını tamamlayarak 2011 yılında tahliye olur. Tahliye olur ancak kendine bir iş bulması gerekmektedir. Köyüne dönmek çiftçilik yapmak imkanı yoktur artık. O anda Ceza İnfaz Kurumunda almış olduğu berberlik sertifikası ve yapmış olduğu berberlik aklına gelir. Sorar araştırır. Sertifikası olması nedeniyle ilçe kaymakamlığına müracaat eder. Sıfır faizli istediği şekildeki taksitlerle geri ödemeli 15.000 ( On beş bin ) Lira kredi alabileceğini öğrenir. O.Y. çok sevinir, Şansı dönmüştür. O.Y. krediyi alır, ilçe’nin en güzel çarşısında kendine bir dükkan açar. Geçenlerde O.Y.nin dükkanının önünden geçerken yanına uğradım. Beni görünce çok memnun olmuş bir tavırla çay içmeden bırakmayacağını söyledi. Ben de kıramadım çayını içtim. Çayımızı yudumlarken O.Y.ye sordum: İşler nasıl, hayatından memnunusun?. Allah Devletimizden ve sizlerden (Adalet Bakanlığı çalışanlarından) razı olsun. Ben pişman oldum, her şeyi Cezaevinde öğrendim. Cezaevi sayesinde hayatı öğrendim, iş sahibi oldum. Şu anda ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü ve tutuklular, imkanları çok iyi değerlendirsinler, kitap okusunlar, eğitim faaliyetlerine katılsınlar; bu fırsatları iyi değerlendirsinler, zira geçmez denilen yıllar geçiyor, bitmez sanılan ceza bitiyor. Bu sözleri duyunca O.Y.nin suçundan dolayı pişmanlığını, topluma kazandırılmış halini, işini görünce; çorbada tuzu olan birisi olarak ben de oldukça memnun bir şekilde oradan ayrıldım. O.Y. şimdi kendi işini yapan parasını kazanan, evine ekmek götüren bir berberdir. Her fırsatta, her sohbette, Allah’a şükrederek, Devlet yetkililerine, kurum çalışanlarına dualar etmektedir. D eğer Şubat 2014 Bilgi GERÇEKLER “Radyonun geleceği yok.” Lord Kevin – İskoçyalı fizikçi “Artık yeni hiçbir şey yok. İcat edilebilecek her şey icat edildi.” Charles H. Duell – Amerikan Patent Dairesi Başkanı (1899) “Denizaltıların savaşta ne işe yarayabileceklerini anlayamadım. En fazla, mürettebatın boğularak ölmesine sebep olabilirler.” H. G. Wells – Yazar (1901) “Atlar her zaman kullanılacaktır. Otomobil ise ancak geçici bir moda olabilir.” Henry Ford´un kredi talebi üzerine otomotiv sektörünün geleceği konusunda ekspertiz veren bir banka müdürü (1903) “Uçaklar hoş oyuncaklar, ama askeri bir değerleri yok.” Mareşal Ferdinand Foch – 1. Dünya Savaşı´nda Fransız Orduları Başkomutanı Televizyon en geç altı ay içinde piyasadan silinecektir. İnsanlar her akşam böyle bir kutuya bakmak istemez.” Daryik F. Zanuck – Twenty Century Fox´un başkanı (1944) “Bilgisayarlar, gelecekte belki sadece 1.5 ton ağırlığında olacaklar.” Popular Mechanics Dergisi (1949) Artistlerin konuşmalarını kim duymak ister ki?” Harry M. Warner – Film endüstrisi yöneticisi (O sıralarda yeni icat edilen sesli film hakkındaki yorumu,1927) “Sound´larını beğenmedim. Ayrıca, gitar gruplarının modası geçti.” Decca Record Plak Firmasının bir yöneticisi (Beatles hakkındaki yorumu, 1962) OKYBLYRMSUNZ Bir ignliiz üvünsertsinede ypalın arşaıtramya gröe, kleimleirn hrfalreiinn hnagi srıdaa yzalıdklraı ömneli dğeliimş.Öenlmi oaln brinci ve snonucnu hrfain yrenide omlsaımyış.Ardakai hfraliren srısaı krıaışk oslada ouknyuorumş.Çnükü kleimlrei hraf hraf dğeil bri btüün oalark oykuorumuşz. BAKIN NASILDA DÜZGÜN OKUDUNUZ DEĞİL Mİ ? Kaynak: http://kisiselbasari.com 45 Kişisel Gelişim D eğer Şubat 2014 Affetmek stres ve öfkeyi azaltıyor Affetmek, istismarın genel bir kabulü ya da boyun eğmek gibi algılanmadığı sürece, çoğu zaman ruhsal yapımızı koruyan bir davranış biçimidir. Stresin vücudunuzda yarattığı zarar zannettiğinizden büyük olabilir. Çünkü strese bağlı olarak meydana gelen metabolik değişiklikler, özellikle damar duvarlarına ciddi zarar veriyor. Bu da kalp damarlarında plak oluşumuna ve dolayısıyla kalp krizine yol açabiliyor. Bu zararların ortadan kaldırılabilmesi için kronik stresi önlemeye yönelik çalışmaların arttığına işaret eden Psikiyatri Uzmanı Dr. Onur Özalmete, affetmenin stresi azalttığını, dolayısıyla kalp sağlığını koruduğunu söyledi. “Düşman olan stres değil, onun nasıl yaşandığıdır” diyen Dr. Özalmete’nin stresin sağlık üzerinde yarattığı etkiyle ilgili söyledikleri şöyle: “Anlık stres, canlıları koruyan birçok fiziksel mekanizmayı düzenliyor ve tehlikeli durumlarla başa çıkmamızı sağlıyor. Oysa kronik stres, hormonal ve sinirsel değişimler yoluyla bedene zarar veren bir etkene dönüşüyor.” Kronik stresle birlikte sürekli yüksek düzeydeki adrenalin, kortizol ve türevi olan hormonların özellikle kalp-damar sistemine zarar verdiği birçok deneysel çalışma ile gösteriliyor. Kronik stresin en önemli kaynaklarından birinin ilişkilerde yaşanan zorluklar olduğunu vurgulayan Özalmete, kişinin bir süre sonra öfkeyi kendi bedenine yöneltebildiğini dile getirdi. KESKİN SİRKE KÜPÜNE ZARAR Bu davranışın erken çocukluk döneminde annebebek ilişkilerinde edinilen alışkanlıklara bağlı olduğuna değinen Dr. Özalmete, şöyle devam etti: “Çoğu bebeğin annesine kızınca yemek yemeyi reddetmek, fiziksel olarak kendine zarar vermek gibi aslında yine kendisine zarar verecek davranışlar geliştirdiği gözlenir. Eğer bebeğin bu davranışları anne tarafından yeterince iyi ele alınır ve duygusal işlemden geçirilirse, öfkenin bebeğe geri dönüşü zararsız bir düzeye çekilebiliyor. Çocukların öfke ile baş etme yetenekleri yeterince gelişmediğinde ise erişkinlik döneminde kişilerarası ilişkilerde tekrarlayan zorluklarla karşılaşıyor. Bu zorlukların yarattığı kronik stresin etkileri için bir atasözümüz bile var; keskin sirke küpüne zarar.” AFFETMEK KARŞINIZDAKİNE DEĞİL, KENDİNİZE İYİLİKTİR İlişkilerdeki stresin etkileriyle baş etmek için tercih edilecek yöntemlerden birinin de affetmek ol- 46 duğunu kaydeden Dr. Özalmete’’ye göre affetmek, ruhsal yapıyı koruyan bir davranış. Dr. Özalmete’nin bu konudaki görüşleri şöyle: “Affetmek, istismarın genel bir kabulü ya da boyun eğmek gibi algılanmadığı sürece, çoğu zaman ruhsal yapımızı koruyan bir davranış biçimidir. Çünkü başkalarına yönelik olumsuz duygusal aktarımlar, bir süre sonra öfkenin kendimize yönelmesine neden oluyor. Farkında olmadan kendimizi tahrip etmeye başlıyoruz. Tıpkı bir bebeğin kendini tırmalaması gibi, stres hormonlarıyla yaşamsal sistemlerimizi tırmaladıkça özellikle kalpdamar sisteminde kalıcı tahribatlara yol açabiliyoruz. Bu nedenle öfkeyi uzun süre taşımamak adına yeri geldiğinde affetmeyi öğrenmek gerekiyor.” Kaynak: www.ilgin.gen.tr Şubat 2014 D eğer Sağlık Şiddetli ve çekilmez baş ağrılarının ilk sıralarında yer alan MİGREN TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ? Şiddetli baş ağrıları migrenin habercisi mi? Migrenden kurtulmanın ya da bu ağrıları azaltmanın bir çaresi yok mu? Başınıza sık sık zonklamalar şeklinde ağrılar girmeye başlar. Sanki biri başınızı avucunun içine almış var gücüyle sıkıştırıyordur. Yanınızda kısık sesle konuşup duran birilerine dahi tahammülünüz yoktur. Koku duyarlılığına mide bulantısı (hatta bazen istifra) da eklenince, iyice bitkin düşersiniz. En düşük voltajdaki ışık bile size düşmanken, bir de gündüzse güneşe perde çekip ışıktan kurtulma gibi hayallere sarılırsınız. Tek istediğiniz yorganın altında uyumak, uyumak, uyumak… Bunların hepsinin işaret ettiği muhtemel hastalığı nasıl anlar, onunla nasıl başa çıkarız acaba? Önce adıyla başlayalım: Migren… Migren, beyin zarında ve damarlarında bir çeşit iltihaplanma ve bunun sonucu olarak duyulan baş ağrısı, beyinde aşırı bir duyarlılık hali. Ailemizde migren olması bizim de mutlaka olacağımız anlamına gelmiyor ancak genetik mirasımız bu rahatsızlığa yakalanma riskimizi 1,5-2 kat artırabiliyor. Ülkemizde bu hastalıktan muzdarip olanların sayısı ise azımsanmayacak derecede. 2008’de yaptıkları araştırmanın sonuçlarını bizimle paylaşan Liv Hospital Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ertaş, Türkiye’de migren oranının yüzde 16,4 olduğu bilgisini veriyor. Daha çarpıcı olan ise, her 12 erkekten biri migrenken, kadınlarda bu durumun 4 kişiden biri şeklinde tezahür etmesi. Kadınlarla erkekler arasındaki bu durum aslında hormonlarla ilgili. Migren hastası kadınların yüzde 60’ında baş ağrısı atakları regl dönemlerinde meydana geliyor. Hatta hamilelik döneminde adet görülmediğinden, hastalar iyileşme gösterebiliyor. Ancak doğum sonrası migren bulguları tekrar geri dönüyor. Aynı nedenlerle kadınlar menopoza girdiklerinde de migren atakları seyrekleşiyor. Migreni tetikleyen unsurları azaltmak bizim elimizde. Migreni tetikleyen tek unsur hormonlar değil elbette. Bu hastalığa genetik yatkınlığımız olsa da çevresel tetikleyici faktörlerden korunmak elimizde. Örneğin ışığa karşı hassasiyetimiz varsa, fazla ışıkta ya da güneşte kalmak migren atağına yol açabilir. Birçok hastalıkta olduğu gibi, öğün atlamak, uykusuzluk ya da fazla uyku hali, kendimizi fiziksel olarak çok yormak ve tabii çağımızın olmazsa olmazı stres (ani duygu değişimleri de buna dâhil) yine migrenin başta gelen sebepleri arasında. Ayrıca rüzgâr, lodos ya da hava değişiklikleri de başımızı ağrıtabilecek düşmanlardan. Bunların yanı sıra sigara kokusu, bazı deodorant veya kolonyalar gibi keskin kokular yine bir krizi çağırabilir. Hepsiyle birlikte ataklarda doğum kontrol haplarının ve kişiden kişiye değişen migren tetikleyici gıdaların etkisini de unutmamak lazım. Bu gıdaların tespiti hastanede doktorlar tarafından çeşitli testlerle yapılabiliyor. Migren olduğunuzu nasıl anlarsınız? • 4 saatle 3 gün arasında değişen zonklayıcı baş ağrılarınız varsa, • Şiddetli ağrılar sebebiyle işe ya da okula gidemediğiniz olduysa, • Ağrılarla birlikte mide bulantısı veya kusma başgösteriyorsa, • Işık, ses ve kokuya karşı duyarlılığınız keskinleşiyorsa, migren olma ihtimaliniz yüksek demektir. Bu belirtiler sizde varsa bir nörologa başvurmanızda fayda var. Migren hastaları için ataktan korunma yolları Nöroloji uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ertaş, migren ağrılarını en aza indirmek için uygulayabileceğimiz yöntemleri şöyle sıralıyor: • Sabah banyo yapıp sokağa çıkmayın. Çünkü başınız soğuğu daha çok hissedeceğinden migreniniz tetikleyebilir. • Duşunuzu gece alın ve saçınızı iyice kurutun. • Saç kurutma makinesini ılık ayarda kullanın. Ne çok sıcak ne de çok soğuk olmalı. Vücut ısısına yakın olmalı ve hızlı üflememeli • Rüzgârda durmamaya çalışın. Başa doğrudan gelen rüzgârı önlemek çok önemli. • Ev veya araçta klimayı doğrudan yüzünüze üfletmeyin. Çok şiddetli çalıştırmayın. • Migreninizi lodos tetikliyorsa o gün dışarı çıkmamaya çalışın. Kapıyı açıp o havayı içeri aldığınızda evinizde bile lodosun etkisini yaşama ihtimaliniz var. • Kapalı ortam migren için tetikleyici olabilir. Ama yine de arabada içeri hava girsin diye doğrudan yüzünüze esecek şekilde camı açmayın. Kaynak: Hatice Tuba Çetinkaya 47 D eğer Bilim-Teknoloji Şubat 2014 3 BOYUTLU ÇİZİM YAPAN KALEM ÜRETİLDİ D ünyada yeni yeni uygulanmaya başlanan üç boyutlu yazıcı teknolojisi üzerinde çalışan bilim insanları Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Teknokent'te nesneleri üç boyutlu çizme imkanı sağlayan kalem yaptı. PAÜ Teknokent'te Ar-Ge çalışmaları yapan Elektrik Elektronik Mühendisi Ali Boz, projeyle ilgili yaptığı açıklamada, söz konusu kalemle ilgili çalışmaların birkaç yıldan beri devam ettiğini, prototipi yaklaşık 4 ay önce tamamlayıp, TÜBİTAK'a proje olarak sunduklarını söyledi. Bu kalemin hiçbir bilgisayar programına gerek kalmadan 10-12 yaşından itibaren her birey tarafından rahatlıkla kullanabildiğine işaret eden Boz, "Adeta elle tutulabilen lazere elle dokunuyorsunuz gibi. Bu keyifli cihazı Türkiye'de üretmek isterdik ancak ilk etapta prototipini yapabildik. Türkiye'de tanınmadığımız için ABD'de bir firma ile anlaştık. Üretim için bu firmayla görüşüyoruz." Boz, havada nesneler çizebilen üç boyutlu kalemin, içinde yer alan ve çabuk H KAR MUCİZESİ Hiç biri birbirine benzemiyor B ilindiği üzere, kar yağmur gibi çok küçük su damlacıklarından meydana gelir. Bu küçük su damlacıkları serbest akan buhar molekülleri olup, havada milyonlarca bulunur. 48 kuruyan plastiği kalemin ucundan sızdırarak istenen şeklin meydana getirildiğini anlattı. Kalemin sıcak silikon tabancası gibi çalıştığına anlatan Boz, "Kalemden çıkan plastik havayla buluşunca hemen sertleşiyor. Adeta kağıda yazı yazmak gibi bir şey. Ne düşünüyorsak kalem yardımıyla hemen çizme şansımız oluyor. Elle tutulabilir olduğu için de pratik. Bunu hemen her alanda kullanmak mümkün" diye konuştu. Beş yıl içinde çocukların şu ana kadar kullandığı normal kalemin ve suyu boyaların yerine artık görsel üç boyutlu eğitim materyallerinin kullanılacağını savunan Boz, "Çocuklarımız artık rahatlıkla eliyle dokunabilip yazabileceği materyale sahip olacak. Bu kalemi eğitim camiasının, mühendislerin, mobilyacıların kısaca herkesin kullanımına sunmaya çalışıyoruz" dedi. PAÜ Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bora Boz ise amaçlarının 3D teknolojisini kullanarak sanal gerçeklik odaları yapmak olduğunu kaydetti. ava sıcaklığı azaldığında, buhar moleküllerinin hareketi yavaşlar ve bütün moleküllerin sahip olduğu (itme-çekme) kuvveti sayesinde birleşirler ve akabinde bulut veya sis olarak görülürler. Birleşmeden sonra, donma sıcaklığının altında bizim kristal adını verdiğimiz şekli alırlar ve burada kar kristalleri muayyen (belli belirsiz) ve lâtif şekiller alarak enteresan ve şaşılacak bir duruma getirirler. Başlangıçta bu kristaller simetrik ve geometriktirler. Kristallerin çoğalmaları ve büyümelerini teşkil için bir yardımcı maddeye ihtiyaçları vardır. Bu yardımcı maddeler havada bol miktarda bulunmaktadır. Bu parçacıklar sadece yeryüzündeki toz ve dumanlar, volkanik küller, toz serpintileri olmayıp, aynı zamanda uzay dışındaki meteor tozlarıdır. Normal olarak, biz bütün bu parçacıkların farkına varmayız, fakat onların bazılarının mevcudiyetini güneş şuaları ile rahatlıkla görebiliriz. Bu teşkilde cüce diskler veya buz ibreleri olarak inşa edilirler ve kar kristalleri olarak ortaya çıkarlar. Çeşitleri sonsuzdur, her zaman olmasa bile çoğu zaman hegzagoneldirler (altıgen) ve aynı zamanda her biri küçük bir yıldız şeklindedir. Kristal eğreltio- tunun kompozisyonuna benzediğinde, 6 noktalı yaprağa sahip olur; eğer yel değirmenine benziyorsa, 6 kanada sahip olur; eğer bir deniz yıldızına benzerse, 6 şemsiye teline sahip olur; eğer köknara benzerse 6 mükemmel simetrik gövdeye sahip olur. Ancak teknoloji ve metodolojinin ilim ve sanatla izdivacı sonucu (mesela fotomikrografı vs. yardımıyla) kar kristallerinin bütün parlaklığı (harikası)ortaya çıkarılabilmiştir. Wilson Bentley adlı ilim adamı hemen hemen hayatının büyük bir kısmını kar çalışmalarına vakfetti. 1885'de fotomikrografik kameranın keşfi ile, 20 yaşında iken, Wilson, 46 sene devamlı tek başına Amerika'daki yeni İngiltere dağlarında kar fotoğrafları çekti. Takriben 3000 seçkin fotoğraflarını "Kar Kristalleri" adı altında yayınladı. Böylece ilk defa insanlığa kar tanelerini bütün güzellik ve harikalarıyla tanıttı. Bentley elindeki 5300 kristal fotoğraflarından birbirinin aynı olan hiçbir kar kristaline rastlayamadı. Bu Kâinatın San'atkârı için milyarlarca kar kristalini ayrı ayrı yaratmanın hiç de zor olmadığını ilmî tetkikleriyle ispatlıyordu. Kaynak: http://heryermucize.com Şubat 2014 D eğer Piramitlerin sakladığı sır K ahire'nin 250 km. doğusunda Gize'de dünyanın en esrarlı yapıları olan piramitler 5.000 yıldan beri sırlarını muhafaza ediyorlar. İlk çağlardan beri dünyanın yedi hârikasından birisi sayılan piramitler yalnız mîmârî açıdan değil, yapılış gâyeleri ve biçimleriyle de dikkatleri çekmeye devam ediyorlar. Yapanlar, yaklaşık 57.000 m2 lik bir sahada her birisi 54 ton gelen büyük kireçtaşı bloklarının, üstelik aralarında yarım mm lik bir açıklık bile bırakmadan üst üste koyarlarken acaba ne düşünmüşlerdi? Bu mevzuda şimdiye kadar pek çok şey yazılıp söylendi. Ancak hâlâ piramitlerin üstlerini örten esrar perdesi aralanamadı. Bu yazıda mevzûya değişik bir bakış açısı getirilecektir. 38 °C sıcakta bunalmış ve üstelikte yolunu şaşırmıştı Mösyö Bovis. Meraklı bir Fransız turisti olmaktan öte meziyeti yoktu. Keops piramidinin içinde şaşkınşaşkın bir oraya bir buraya gidip gelirken yolda, rastgele ölü kediler gördü. Herhalde bunlar da onun gibi yollarını şaşırıp ölmüşlerdi. Ancak kedilerin tuhaf bir halleri vardı. Rutubet ve sıcağa rağmen hiç de kokmuş ve çürümüşe benzemiyorlardı.Ortalıkta ne bir leş kokusu ne de rüzgâr vardı. O halde hayvanları böyle mumyalaşmış gibi tutan sebeb ne idi? İnatçıve meraklı karakteri Mösyö Bovis'e şu soruyu sordurdu! Acaba, Firavunların cesedlerinin bozulmaması için piramitlerin biçimleri bir nevi garanti mi oluyordu? Bu şaşırtıcı soruya cevab bulmak için Paris'e döndüğünde Keops Piramidinin küçük bir modelini yaptı. Yönünü kuzey-güney doğrultusuna göre ayarladıktan sonra içine tabandan tepeye kadar olan yüksekliğin 1/3'ü uzaklığındaki noktaya ölü bir kedi yavrusu koydu. Bir, iki, beş gün derken İnanılması güç bir olay cereyan ediyordu. Günler geçmesine rağmen kedi yavrusunda ne bir kokma ve bozulma ne de çürüme emaresi yokdu. Sanki mumyalanmıştı. Denemelerine büyük bir merakla devam ediyordu. Şimdi çabuk bozulan organik materyallerle çalışmaya başlamıştı. Et, süt, balık, yoğurt, yumurta gibi gıdalar piramidin içine girince "konserve" oluyorlardı. Sonunda şu neticeye vardı: Piramidin içindeki boşluğun biçimiyle, bu boşlukta oluşan fizikokimyasal ve biyolojik olaylar arasında bir alâka mevcuttu. Meselâ: Biçim teşekkülü, yoğurdun mayalanma müddetini hızlandırmakta ve bîr katalizör vazifesi görmekte idi. Bu araştırmanın raporları yayınlandığı halde o yıllarda pek dikkat çekmeden bir köşede kalmışdı. Prag'lı mühendis Karel Drbal'ın harekete geçmesine kadar. Genç elektronikçi askerde iken arkadaşlarının birbirlerine sık yaptıkları bir şakayı şimdi daha iyi hatırlıyordu. Gizlice ay ışığına bırakılan traşbıçakları pencere kenarında polorize ışığın tek yönlü titreşmesinden dolayı keskinliğini kaybediyor ve köreliyordu. Piramitlerde de böylesine bir güç saklı olamaz mıydı? Derhal, Zenit marka bir traş bıçağı alıp piramit modelinin altına yerleştirdi. Netice fevkalâde idi. Aynı bıçakla beş kez, üstelik her defasında da sanki yeniymiş gibi traş olabiliyordu. Değişik markalar da aynı neticeyi verdi. Elli hatta altmış defa kullanıldıkları halde körelmeyen traş bıçaklarına sahipti artık. Demek ki, piramidin içindeki alan, kristallerin orjinalşekillerine dönmelerini mümkün kılıyordu. 1959'da müracaat ederek 91/304 numarayla piramit şeklindeki traş bıçağıbileyicisinin patentini aldı. Artık, meseleye bu yönüyle bakanlar çoğalmışdı. Prof. L. Turanne, "Ondes des Formes" adlı kitabında dairelerin, yan dairelerin ve piramitlerin Güneşve kâinattaki değişik enerji nevileri için farklı tipte çalışan rezanatörler olduklarını yazıyordu. Kaynak: 1- Muses C. A. "TranceınductıontechnioueınancıentEgyptConscıounessandrealıty. Newyork-Dutton 1972. 2- Ostrander S. Schroeder C. "PsychıcDıscoverıesbehındtheIronCurtaın. Inpact. UNESCO. 3- T. Arabaları, Daniken E.V. http://fcaynak.com 49 Nükte D eğer Şubat 2014 Fıkra DİŞİ ASLAN Hayvanlar bir gün kim daha çok çocuk doğurabilir diye çekişmeye başlarlar. Hep birlikte dişi aslana gidip, danışırlar: “Sen kaç çocuk doğurabiliyorsun?” “Bir.” diye yanıtlar dişi aslan. “Fakat ben ASLAN doğururum.” AVCI Bir avcı, evine gelen misafirlerine eski bir ayı postunu göstererek der ki: "Bu ayıyı Bolu ormanlarında vurmuştum." Misafirlerden biri, bu palavraya inanmayıp sorar: "Nasıl olur? Bu kutup ayısıdır. Bolu'da bulunmaz."Avcı gülümseyerek cevap verir: "Kardeşim ayı bu. Buranın kutup olmadığını, Bolu ormanları olduğunu nereden bilsin?" YORGAN GİTTİ, KAVGA BİTTİ Gecenin bir yarısında Hoca'nın evinin önünde iki kişi kavgaya tutuşunca Hoca meraklanmış. Karısının itirazını dinlemeden dışarı çıkmış. Üstüne de serinlikte üşümemek için yorganını almış. Adamlara: - Yahu durun, neden kavga ediyorsunuz? demeye fırsat kalmadan biri Hoca’nın sırtındaki yorganı kaptığı gibi kaçmış, öteki de başka bir yöne sıvışmış. Hoca eve eli boş dönmüş. Karısı sormuş: - E Hocam kavgayı ayırabildin mi? Hoca: - Hayır hanım. Yorgan gitti, kavga bitti, demiş. FARELERİN TOPLANTISI Bir gün fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir kediden kurtulma planları yaparlar. Pek çok fikir öne sürülür. Hiçbiri kabul görmez. En sonunda genç bir fare kedinin boynuna bir çan asmayı önerir. Boylece kedi kendilerine yaklaşırken farkına varacak ve kaçabileceklerdir. Bu öneri fareler tarafından alkışlarla onaylanır. Bu arada bir köşede sessizce onları dinlemekte olan yaşlı bir fare ayağa kalkar ve bu önerinin çok zekice olduğunu, başarılı olacağından hiç kuşkusu olmadığını belirtir. -“Fakat, der, kafamı bir soru kurcalıyor. Aramızdan kim kedinin boynuna çan asacak?” 50 ANNECE TERBİYE Aşçılığıyla ün yapmış yaşlı bir kadın, akşam yemeğine gelecek olan oğlu ve yeni gelini için yine mutfağına kapanmış, yemek yapıyordu. Aynı akşam yemeğe eski bir aile dostu da davetliydi. Beklenen misafirler gelip sofraya oturduklarında çok şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Yaşlı kadının o gece yaptığı yemekler değme oburların bile iştahını kapatacak kadar berbattı. Tatlılar un kokuyordu, patatesler yanmıştı, köfteler ise neredeyse hiç pişmemişti. Oğlu, yeni gelini ve aile dostu,kadıncağıza durumu fark ettirmemek için ellerinden geleni yaptılarsa da, yemek sırasında pek iştahlı göründükleri söylenemezdi. Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift annelerinin ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostları ise biraz daha kaldıktan sonra gitmeyi düşünüyordu. Oğlu ve gelini gittikten sonra, yaşlı kadına: “Senin harika bir aşçı olduğunu adım gibi biliyorum. Bana söylermisin, bu geceki yemekler neden o kadar kötüydü? Bence ya hastasın ya da bir sorunun var.” dedi. Yaşlı kadın gülümseyerek cevap verdi: “Hayır, hiçbir şeyim yok. Kasten yaptım. Bu yemekten sonra oğlum asla ikide bir annesinin yemeklerini hatırlatıp karısının kalbini kıramayacak.” Alıntı.. Yüreğinde öyle bir umut taşı ki onu senden kimse alamasın,kalbin öyle sevgiyle dolsun ki isteyen değil hakeden alsın… Çalınan Her Kapı Hemen Açılsaydı; Ümidin,Sabrın ve İsteğin Derecesi Anlaşılmazdı,Bir Kelebek Avcısı Bile Çalıların Yırttığı Ayaklarla Koşmak Zorundaysa,Hayatın Anlamını Eliyle Koymuş Gibi Bulmak Kimin Harcı? Şubat 2014 D eğer Bilgi » Gülmek için 17, kaşlarımızı çatmak için 42 kasımızın çalışması gerektiğini, » Bir çift farenin yılda 500,üç yılda 20 milyon tane yavru meydana getirdiğini, » Fillerin suyu hortumuyla içmediğini,sadece hortumuyla çekip ağzına püskürttüğünü, » Son 4.000 sene içerisinde herhangi bir hayvanın evcilleştirilmediğini, » İnsanların ölümüne en fazla sebep olan hayvanın sivrisinek olduğunu, » Bir insanın,gözünü günde ortalama 100.000 kez kırptığını, » Arıların buldukları çiçeklerin yerlerini diğer işçi arıların arı dansı denilen bir işaret dili ile anlattıklarını,bu dans sırasında yapılan hareketlerin çiçeğin uzaklığını ve yönünü anlattığını, » Bütün kar tanelerinin altıgen olduklarını,her yağışta düşen milyarlarca kar tanesinden hiçbirinin diğerine benzemediğini, » Ağaçların büyürken gövdelerinin her yıl genişlediğini,bu genişlemelerin gövdeye her yıl bir halka kazandırmış olduğunu,ve bu halkaların sayılarak ağacın yaşının bulunabilineceğini, » 1 insan uyurken 400 kere şekil değiştirir PSİKOLOJİK TEST Öykünün kahramanı bir genç kız. Bu genç kız, kendi annesinin cenaze töreninde daha önce kim olduğunu hiç bilmediği bir genç adamla karşılaşıyor. Bu genç adam kızın rüyalarının adamı ve kız görür görmez adama aşık oluyor. Aradan bir kaç gün geçi yor. genç kız kız kardeşini olduruyor. Polis neden öldürdüğünü sorduğunda, genç kız cevap veriyor? kızın kızkardeşini öldürme sebebi nedir? Aşağıdaki cevaba bakmadan cevap verin. Cevap: genç kız, adamın cenazeye geleceğini ve adamı orada göreceğini umuyor. Bunu doğru cevapladıysanız, polise gidip sizi hapsetmelerini isteyin. Bu unlu bir Amerikan psikoloji testiymiş. Öldürebilme zihniyetine sahip kişiler buna doğru cevap verirlermiş. Seri katillerin çoğu bu teste hiç düşünmeden doğru cevabi vermişler. Doğru cevabi bulamadıysanız, ne iyi. 51 Bilgi D eğer Şubat 2014 İ lginç bilgiler Yumurtanın niçin bir tarafı yuvarlak, diğer tarafı sivridir? Eğer köşeli olsalardı kenarları dayanıklılık bakımından çok zayıf olurdu. En dayanıklı geometrik şekil küredir ama bu şekildeki yumurta yuvarlanacak olursa nerede duracağı belli olmaz. Yumurta yuvarlanınca düz gitmez. İnce tarafı üstünde dairesel bir yol çizer. Başladığı yere yakın bir noktada durur. Yani düz bir yerde kaybolması olanaksızdır. Yumurta, tavuğun yumurta kanalında küre şeklindedir. İlerlemesi sırasında arkada kalan dairesel kasların büzüşerek hem yumurtayı ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik biçimini sağlarlar. Yumurtanın şeklinin nedeni de budur. Sürüngenlerde bu düzenek olmadığından yumurtaları küresel biçimdedir. Ateş böceği nasıl ışık saçıyor? Aslında bu böceğin verdiği ışığın ateşle de sıcaklıkla da bir ilgisi yoktur. Bilimsel adı "Soğuk Işık"tır. Bu ışık olayı, moleküler seviyede kimyasal bir işlemdir. Bazı moleküllerin ayrışarak daha yüksek enerjili hale geçebildikleri ve bu fazla enerjiyi ışığa dönüştürebildikleridir. Ateş böceğinin karın bölgesindeki ışık organında bulunan guddelerden ışık elde etmede rol alan iki ana kimyasal madde üretilmektedir. Fakat onlar da tam olarak ışık vermeye yetmediği için böceğinışık bölgesine yakın solunum organının ışık verme anında burayı oksijenle beslemesi gerekmektedir. Huzur ve mutluluk kaynağı: 10 taş Evrende onlarca değerli taş vardır. Bu taşların her birinin farklı özellikleri, farklı görevleri vardır. Bu taşlar sayesinde negatif enerjiyi üzerimizden kovabilir pozitif enerjiyi çekebiliriz. Huzuru ve mutluluğu bulabiliriz.Konsantrasyonumuzu arttırabiliriz. Akik Taşı: Bedeni ve zihni her türlü tehlikeden korur. Uyumsuzlukları ortadan kaldırır. Cesaret verir. Metabolizmanın düzgün çalışmasını sağlar. Tüm burç özelliklerine uyar. Ametist Taşı: Strese, migrene iştahsızlığa, göz ağrılarına, akciğer hastalığına ve bağışıklık sistemine iyi gelir. Aquamarin Taşı: Beden ve zihin ilişkisini kuvvetlendirir. Duyarlılık sezgisini arttırır. Aile saadetini güçlendirir. Avanturin Taşı: Beden, ruh ve zihnin dengeye gelmesini ve kişinin rahatlık hissetmesini sağlar. Kaplangözü Taşı: İşe ve derse konsantre olunmasını- 52 sağlar. Her çalışma masasında bulunması gereken bir taştır. Florit Taşı: Konsantrasyonu kuvvetlendirir. Algılamayı çabuklaştırır. Özellikle öğrencilerin kullanması gereken bir taştır. Kolsedan Taşı: Düşünceyi kuvvetlendirir. Özellikle satranç oynayanların kullanması gereken bir taştır. Hafızayı kuvvetlendirir. İyi konuşmayı sağlar. Malahit Taşı: Sakinlik neşe verir. Tansiyonu dengeler. Hücreleri yenileme özelliği vardır. Kalbi kuvvetlendirir. Zümrüt Taşı: Hücre yenileyici özeliği vardır. Ruhsal gelişmeyi güçlendirir. Derin gevşeme, rahatlık sağlar. Aytaşı: Lenfotik sistemdeki düzensizlikleri ortadan kaldırır. Duyguları dengeler. Sezgileri güçlendirir. Kramplara iyi gelir. Yıldızı düşük olanlara destek verir. Yengeç, terazi, akrep, kova ve balık bucundan olanların mutlaka takması gereken bir taştır. Kaynak: hepsi10numara Şubat 2014 D eğer Bulmaca ÇENGEL BULMACA Bulmaca: Mehmet Acar 53 D eğer Bulmaca Şubat 2014 KARE BULMACA SAĞDAN SOLA (1) Ambulans – cömert, olumlu, şerefli – imdat (2) Üstün karşıtı – bir nota – bisiklet ayaklığı – üretim – ithal edilecek mallara getirilen sınırlama (3) Tersi (bir nida) – iyotun simgesi – hamle – tavuk kemiğini kırarak oyun oynamak, kazanmasına – beyaz (4) izin onay – ilave – askerin bıçağı – bir bağlaç – Amarikyumun simgesi (tersi) (5) Aramak – TV gereci – gönül kazanmaya çalışmak – bir balık (6) Bir nida – bir kuş – çocuk doğuran (7) başbuğa verilen ad Kazaklarda – ilk insan – sözcük, kelime – Hal’in sessizleri, (8) Ağırlık ölçmeye yarar – bir ay adı – terazi gözü – savaş (9) Kok’un sessizleri – silindir biçimine getirme – bağnaz – üzerine basıldığında çöken toprak (10) Hareket – öz su – Bir göz rengi (tersi) – mutfak gereçlerinin konulduğu yer (11) İnce keskin ses – Sırlı cam (tersi) – adet – dönem (12) iyi pekiyi – bir kumaş – dini tören – Eskişehir’in bir ilçesi (13) Tersi (sonraki) – deste, bağlam – uyarıcı alet – Malatya’nın kısaltılışı (14) Beyaz – söylenti – dekor olarak kullanılan – bir haber ajansı (15) Mecal – eşeğin çıkardığı ses – çavuş kuşu – çocuk doğuran kadın (16) Bir hastalık – sayıları gösterir – hoş güzel – boyut (17) Bir hayvan – bir soru – kalsiyumun simgesi – nikelin simgesi – saha, meydan (18) Akıl – bitki – ata – çözünülme özelliği olan besinlerde olan (19) Bir bitki – olmamış – gelin eline yakılır – bir şeker (20) Bir ilimiz – tersi (limonluk) – tersi (şifa) – tersi (ziyan) (21) Getirim – adanılan şey – lezzetli – bir kar fırtınası – sicim (22) Nar’ın sessizleri – üst karşıtı – geçerli olan (23) Tümör – tersi (bir isim) – kalp – bir yağış türü – bir nota (24) İki dağ arasındaki çukur arazi veya geçit – Sakarya’nın bir ilçesi – yardımlaşma – tersi (bir nota) – bir hayvan (25) bayağı – bir peygamber – elektrik birimi – gelir (26) Bir nota – ezilmiş – kırmızı – karakterist – pervane (27) Karadenizli – titanın simgesi – tersi (kemiklerin toparlak ucu) – inanç – İzmir’in ilçesi (28) Bir bayan adı – acıklı – boru sesi – fitne (29) tersi (boru sesi) – kabul etmeme – tersi (yetersiz) – bir erkeğin nikahsız olarak aldığı kadın – yansıma yankı (30) bir toprak – bir ilçemiz – tümör – bir ilçemiz – bir soru (31) Leke – işaret – turunçgiller – bir ekmek – bir cetvel (32) Eleme gereci – bir bitki – bir bayan ismi – tersi (aruz vezni) (33) Kaya parçası – haberci – vilayet – bir bayan ismi – kızartma gereci . YUKARIDAN AŞAĞIYA: (1) Bir edebiyatçımız – şenlik – bilya ve ya Ankara oyun havası (2) Renk ala – terslik – gemi ve uçaklarda kullanılan cihaz – hak – tersi (bir halife) (3) Net’in sessizleri – mesafe – açıklama- şan – ud çalan – kırmızı – çocuk bakım evi (4) Açıklama – utanma duygusu – Zıt’ın sessizleri – bir kadın giysisi – öncesiz, eski (5) Akıl – tersi (kuzu sesi) – bir tarla gereci – tersi (gelecek) – Muğla’nın ilçesi – Kaz’ın sessizleri – lityumun simgesi (6) tersi (iridyumun simgesi) – Karadeniz’de kayık adı – alt tabaka – Soy’un sessizleri – tutturacak kıskanç – köpek – işaret veren bir araç (7) Erzincan’ın bir ilçesi – beyaz – dilemma – uzaklığı gösterir (8) Bir haber ajansı – tersi (tarın gereci) – bir hayvan – arkadaş, yakın dost - balta – şahit (9) Bir nota – tersi (zeka) – sanki – idare eder anlamında – eskiz – taneli bir meyve (10) Etrafı suyla çevrili kara parçası – nikelin simgesi – bir erkek ismi – ince, nazik – yuvarlak halde destelenmiş – tavla gereci (11) Tersi (güneş doğmadan önceki alacakaranlık) – takımın kısaltması – yapma, yerine getirme , tersi (bir nota) – bir haber ajansı – cerrahi müdahale – çağırma (12) Cilalama – bir erkek ismi – Selyum’un simgesi – temel, esas – vücuttan akan tuzlu sıvı – ebat (13) Damarlarda bulunan – safi – bir cetvel – zorunlu – ivedi (14) Tersi (il) – anlak – isim – kiralayan kimse – bir bağlaç - desen (15) Oruca başlama zamanı – bataklık gazı – odun yakılan gereç – aza yakın – bir meyve – matem (16) Kalsiyumun simgesi – dolaşma – kale direklerine asılan – iltihap – en uygun durum, zaman – düzenekler bütünü – ilavesi (17) Bir uzvumuz – tümör – kir izi – Gazitantep ilinin ilçesi – fiyat göstergesi – lütesyumun simgesi – bir kan grubu (18) Sodyumun simgesi – bir içecek – meleke – acil – aktinyumun simgesi – kısrak ve erkek eşeğin çiftleşmesinden doğan hayvan – bir cetvel (19) harita kitabı – bir ilçemiz – bir tür asalak – kedi, köpek yavrusu (20) Alınmamış para, matlup – bir tür çalgı – sicim – tersi (çok sarhoş) (21) Bir erkek ismi – temiz – bir tür dayak şekli – oymak – ümit (22) Bir erkek ismi – kadın köle, cariye – onarım – fabrika yapımı her türlü kumaş (23) Çizgi, mihver – maç yöneten, çağırma, bağırma, seslenme – yetersiz – raf – tersi (bir ilimiz) (24) Bir nota – üst’ün karşıtı – tanrı ile ilgili – adak – kesilmiş olan – (25) Bir kumaş – bir bayan adı – değersizleşme, zarar – hidrojenin yerine maden alarak tuz oluşturan hidrojenli bileşik (26) Karadeniz sandalı – abide – futbolda terim – tükenmek – tersi (ilave) – zaman gösteren – otlak Bulmaca:Oğuz Alıcı - Silivri Açık Ceza İnfaz Kurumu SUDOKU BULMACA KOLAY SUDOKU 54 Şubat 2014 D eğer 55 Bulmaca ZOR SUDOKU D eğer GEÇEN AYKİ SAYIDAKİ BULMACALARIN CEVAPLARI KARA BULMACA 56 Şubat 2014 Hangi tohum toprağa düştü de yeşermedi ki.. Mevlana CEZA VE TEVKİFEVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 2014 Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın...
© Copyright 2024 Paperzz