556 TEŞBİH da başlangıçtan günümüze kadar teşbi

TEÞBÝH
Teþbîhü’l-belî³ hel yeršå ilâ dereceti’lmecâz (Kahire 1980); Abdülfettâh Osman,
et-Teþbîh ve’l-kinâye (Kahire 1993); Ýbrâhim Abdülhamîd, et-Teþbîh (Kahire 1999);
Ahmed Hindâvî, Edevâtü’t-teþbîh fî Lisâni’l-£Arab (Kahire 2003); Yûsuf Ebü’lAddûs, et-Teþbîh ve’l-isti£âre (Amman
2007).
BÝBLÝYOGRAFYA :
et-Ta£rîfât, “Teþbîh” md.; Tehânevî, Keþþâf (Dahrûc), I, 434-445; Sîbeveyhi, el-Kitâb (nþr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1386/1966, II, 28; Ma‘mer b. Müsennâ, Mecâzü’l-Æurßân (nþr. Fuat Sezgin), Kahire 1374/1954, I, 73, 269; Cumahî, Fu¼ûlü’þ-þu£arâß, I, 55; Câhiz, Kitâbü’l-¥ayevân, IV,
37-40; Müberred, el-Kâmil (nþr. Zekî Mübârek –
Ahmed M. Þâkir), Kahire 1355-56/1936-37, I,
40-117, 367; II, 743-766; III, 853-875; Ýbnü’l-Mu‘tez, el-Bedî£ (nþr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Beyrut 1410/1990, s. 166-175; Ýbn Ebû Avn, Kitâbü’t-Teþbîhât (nþr. M. Abdülmuîd Han), Cambridge 1369/1950, s. 2-3; Kudâme b. Ca‘fer, Našdü’þþi £r (nþr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Beyrut, ts.
(Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 124-130; a.mlf., Našdü’n-ne¦r (nþr. Tâhâ Hüseyin – Abdülhamîd elAbbâdî), Beyrut 1402/1982, s. 58-59; Rummânî, en-Nüket fî i £câzi’l-Æurßân (¡elâ¦ü resâßil fî
i £câzi’l-Æurßân içinde, nþr. M. Halefullah – M.
Zaðlûl Sellâm), Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 7479; Ýbn Cinnî, el-ƒa½âßi½ (nþr. M. Ali en-Neccâr),
Kahire 1371/1952, I, 302; Ebû Hilâl el-Askerî, Kitâbü’½-Øýnâ£ateyn (nþr. Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1404/1984, s. 261-282; Ýbn Reþîk el-Kayrevânî, el-£Umde (nþr. M. Muhyiddin Abdülhamîd),
Kahire 1374/1955, I, 239, 256-271; Ýbn Sinân elHafâcî, Øýrrü’l-fe½â¼a, Beyrut 1402/1982, s. 246256; Abdülkahir el-Cürcânî, Esrârü’l-belâ³a (nþr.
H. Ritter), Ýstanbul 1954, s. 26, 67-70, 80-93,
143-204, 224-225, 304-305; Reþîdüddin Vatvât,
¥adâßišu’s-si¼r fî dešåßiši’þ-þi £r (trc. Ýbrâhim
Emîn eþ-Þevâribî), Kahire 1364/1945, s. 139148; Fahreddin er-Râzî, Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-i £câz (nþr. Bekrî Þeyh Emîn), Beyrut 1985,
s. 188-230; Ebû Ya‘kub es-Sekkâkî, Miftâ¼u’l£ulûm (nþr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s.
332-355; Ziyâeddin Ýbnü’l-Esîr, el-Me¦elü’s-sâßir
(nþr. Ahmed el-Havfî – Bedevî Tabâne), Riyad
1403/1983, s. 121-165; Ýbn Ebü’l-Ýsba‘, Ta¼rîrü’tTa¼bîr (nþr. Hifnî M. Þeref), Kahire 1383, s. 159166; a.mlf., Bedî£u’l-Æurßân (nþr. Hifnî M. Þeref),
Kahire 1377/1957, s. 58-63; Þehâbeddin Mahmûd el-Halebî, ¥üsnü’t-tevessül ilâ ½ýnâ£ati’t-teressül (nþr. Ekrem Osman Yûsuf), Baðdad 1400/
1980, s. 107-121; Þürû¼u’t-TelÅî½, Kahire 1937,
III, 291-477; Bahâeddin es-Sübkî, £Arûsü’l-efrâ¼
(a.e. içinde), III, 312; Ýbn Ya‘kub el-Maðribî, Mevâhibü’l-fettâ¼ (a.e. içinde), III, 290; Desûkî, ¥âþiyetü’l-MuÅta½ar (a.e. içinde), III, 312; Safedî, elKeþf ve’t-tenbîh £ale’l-va½f ve’t-teþbîh (nþr. Hilâl
Nâci – Velîd b. Ahmed Hüseyin), Leeds 1420/1999,
s. 51-156; Teftâzânî, el-Mu¹avvel, Ýstanbul 1304,
s. 241-273; Zerkeþî, el-Burhân, III, 414-422; Süyûtî, Þer¼u £Uš†di’l-cümân, Kahire 1358/1939,
s. 86-91; Abdünnâfî Ýffet, en-Nef‘u’l-muavvel, Ýstanbul 1290, II, 11-71; Brockelmann, GAL Suppl.,
II, 920; Ahmed Matlûb, Mu£cemü’l-mu½¹ala¼âti’lbelâ³ýyye ve te¹avvürühâ, Beyrut 1996, s. 323350.
ÿÝsmail Durmuþ
556
™ FARS EDEBÝYATI. Fars edebiyatýnda baþlangýçtan günümüze kadar teþbihin kullanýmý deðiþiklikler göstermiþtir. Ýlk
dönemlerde Horasan üslûbuna (sebk-i Horasânî) baðlý þairler sade ve somut teþbihler kullanýrken sonralarý özellikle Hint
üslûbu (sebk-i Hindî) þairleri anlaþýlmasý zor
teþbihlere raðbet etmiþtir. Bu tür teþbihler XVI, hatta XVIII. yüzyýla kadar devam
etmiþtir. Daha sonra geriye dönüþ üslûbunu (bâzgeþt-i edebî) benimseyen þairler,
teþbih sanatýnda sebk-i Hindî’den uzaklaþýp ilk dönemlerdeki gibi sade ve somut
teþbihlere yer vermiþtir. Ýran þairleri özlü
ve kýsa ifadelerde benzetme edatýný anmamýþ, birçok yerde benzeme yönünü dahi zikretmemeye çalýþmýþ ve bu iki unsuru okuyucuya býrakmýþtýr. Râdûyânî’ye ve
Þems-i Kays’a göre teþbih türleri içinde
en makbulü teþbîh-i ma‘kûstur, yani müþebbeh ve müþebbehün bihin birbirine benzetilmesidir (Tercümânü’l-belâ³a, s. 44; elMu£cem, s. 306). Kezzâzî’ye göre ise teþbihin en güzeli, müþebbeh ve müþebbehün bihi kuramsal ve hayalî varlýklardan
deðil mevcut maddî varlýklardan seçilmiþ
olanýdýr (Hüseyin Vâiz-i Kâþifî, neþredenin
giriþi, s. 107).
Fars edebiyatýndaki teþbih türleri þöylece sýralanabilir: 1. Teþbîh-i hissî-teþbîh-i
gayr-i hissî. Benzeyen veya benzetilenin
soyut ya da somut olmasýna göre teþbih
dörde ayrýlýr. Teþbîh-i hissî (mahsûs) teþbihin her iki tarafýnýn somut (mahsûs-be-mahsûs), teþbîh-i gayr-i hissî (aklî/ma‘kul) teþbihin her iki tarafýnýn soyut olmasýdýr (ma‘kulbe-ma‘kul). Benzeyenin somut, benzetilenin soyut (mahsûs-be-ma‘kul) ve benzeyenin soyut, benzetilenin somut (ma‘kulbe-mahsûs) olmasýna göre de bu teþbih kýsýmlara ayrýlýr. 2. Teþbîh-i vehmî-teþbîh-i
hayâlî. Teþbîh-i vehmîde benzetilen kuramsal bir varlýktýr. Teþbîh-i hayâlîde ise
benzetilen iki þeyden meydana gelir ve her
ikisi de somut varlýklardýr; ancak bunlardan oluþan þey mevcut bir varlýk deðil hayalî bir varlýktýr. Teþbîh-i vehmî ve teþbîh-i
hayâlî sebk-i Horasânî’de hissî, sebk-i Irâký’de aklî teþbihten sayýlmýþtýr. 3. Teþbîh-i
müfred-teþbîh-i mürekkeb. Dört türü vardýr. a) Teþbîh-i müfred-be-müfred. Teþbihin benzeyen ve benzetileninin tekil olmasýdýr. b) Teþbîh-i müfred-be-mürekkeb.
Benzeyen tekil, benzetilen birleþiktir, yani tek bir þeyin birkaç þeye benzetilmesidir. c) Teþbîh-i mürekkeb-be-müfred. Benzeyen birleþik, benzetilen tekildir, yani birkaç þeyin bir þeye benzetilmesidir. d) Teþbîh-i mürekkeb-be-mürekkeb. Benzeyen
ve benzetilenin birleþik olmasýdýr. 4. Teþ-
bîh-i mutlak. Benzeyen, benzetilen, ben-
zeme edatý ve benzetme yönünün açýk ve
belli olduðu, bir kayýt ve þartýn bulunmadýðý benzetmedir. Fars edebiyatýnda teþbih türlerinin en basit ve sade olaný, dolayýsýyla en çok kullanýlanýdýr. 5. Teþbîh-i
meþrût (þartî / mukayyed). Müþebbehin müþebbehün bihe benzetilmesi bir þarta baðlanmýþtýr. Mutlak ve mukayyed teþbih benzeyen ve benzetilenin durumuna, tek kelime veya birleþik olmasýna göre dört gruba ayrýlýr (mutlak-be-mutlak, mukayyed-bemukayyed, mutlak-be-mukayyed, mukayyed-bemutlak). 6. Teþbîh-i aks (kalb / maklûb). Mü-
þebbehle müþebbehün bihin birbirine benzetilmesi ve sonraki mýsrada yer deðiþtirmesidir. 7. Teþbîh-i tafdîl. Bir þeyin baþka
bir þeye benzetilmesi, ardýndan benzeyenin benzetilenden üstün tutulmasýdýr. 8.
Teþbîh-i cem‘. Bir þeyin birkaç þeye benzetilmesidir. 9. Teþbîh-i muzmer (izmâr).
Gizli, örtülü benzetmedir. Söyleyenin teþbihi açýkça belirtmeyip dikkat edilmeden
farkýna varýlamayacak þekilde sunmasýdýr.
10. Teþbîh-i tesviye. Teþbîh-i cem‘in tersi,
yani birkaç þeyin tek bir þeye benzetilmesidir. 11. Teþbîh-i melfûf. Önce birkaç benzeyen ve benzetilenin getirilmesi, ardýndan sýrasýyla bütün benzeyenlerin ve benzetilenlerin zikredilmesidir. 12. Teþbîh-i
mefrûk. Önce birkaç benzeyen ve benzetilenin getirilmesi, sonra da her benzetilenin kendi benzeyeninin yanýnda zikredilmesidir. 13. Teþbîh-i kinâye (meknî). Benzetme edatýnýn hazfedilip benzeyenin benzetilen yerine getirilmesidir. 14. Teþbîh-i
sarîh (mürsel). Benzetme edatýnýn zikredildiði teþbihtir; benzetme edatýnýn zikredilmediði teþbihe de teþbîh-i müekked denir. 15. Teþbîh-i temsîl. Benzeme yönünde birkaç þeyden oluþan bir sýfatýn bulunduðu, benzeme yönünün farklý birkaç þeyden oluþtuðu benzetmedir. Benzeme yönünün tek olduðu gayri temsilî teþbih de
ikiye ayrýlýr. Benzeme yönü zikredilmiþse
teþbîh-i mufassal, zikredilmemiþse teþbîh-i
mücmel diye adlandýrýlýr. 16. Teþbîh-i mugalata. Beyân kitaplarýnda geçerli sýnýflandýrmalarda yer almayan bu tür teþbih
örfe ve edebî geleneðe aykýrý biçimde bir
þeyi bir þeye benzetmektir.
BÝBLÝYOGRAFYA :
Râdûyânî, Tercümânü’l-belâ³a (nþr. Ahmed
Ateþ), Ýstanbul 1949, s. 44-47; Reþîdüddin Vatvât,
¥adâßišu’s-si¼r fî dešåßiši’þ-þi £r (nþr. Abbas Ýkbâl), Tahran 1362 hþ., s. 42-50; Þems-i Kays, elMu£cem fî me£âyîri eþ£âri'l-£Acem (nþr. Sîrûs Þemîsâ), Tahran 1373 hþ., s. 306-311; Hüseyin Vâiz-i
Kâþifî, Bedâyi£u’l-efkâr (nþr. Mîr Celâleddîn-i Kezzâzî), Tahran 1369 hþ., neþredenin giriþi, s. 107109; Ebü’l-Kasým Râdfer, Ferheng-i Belâ³-ý Edebî, Tahran 1368 hþ., I, 343-359; Celâleddin Hümâî,
TEÞBÝH
Fünûn-ý Belâ³at ve Øýnâ£ât-ý Edebî, Tahran
1373 hþ., s. 227-246; Abbaspûr, “Teþbîh”, Dâniþnâme-i Edeb-i Fârsî (nþr. Hasan Enûþe), Tahran 1381 hþ., II, 359-361; Ali Rýzâ Hâciyân Nejâd,
“Nev.î Teþbîh der Edeb-i Fârsî”, Mecelle-i Dâniþkede-i Edebiyyât u £Ulûm-i Ýnsânî Dâniþgâh-ý
Tahrân, sy. 160, Tahran 1380 hþ., s. 387-402;
Ahmed Rýzâ-yi Cemkerânî, “Nakþ-ý Teþbîh der Digergûnîhâ-yi Sebkî”, Dû Fa½lnâme-i Pejûheþ-i
Zebân u Edebiyyât-ý Fârsî, sy. 5, Tahran 1384
hþ., s. 85-100; Nâsýr Kulî Sârlî, “Mâhiyet ve Zibâ-yi Þinâsî-yi Teþbîh-i Maklûb”, Pejûheþhâ-yý
Edebî, sy. 14, Tahran 1385 hþ., s. 53-73; G. J. H.
van Gelder, “Tashbýh”, EI 2 (Ýng.), X, 341; Asgar-i
Dâdbih, “Teþbîh”, Dâniþnâme-i Cihân-ý Ýslâm,
Tahran 1382/2003, VII, 324-330; a.mlf., “Teþbîh”, DMBÝ, XV, 335-341.
ÿVeyis Deðirmençay
™ TÜRK EDEBÝYATI. Teþbih gerek Ýslâm belâgatýnda gerekse Batý retoriðinde
mecazla birlikte ele alýnmýþtýr. Ancak teþbihte mecazdan farklý olarak kelimeler gerçek anlamýyla kullanýlýr. Türkçe’de teþbih
edatý “gibi” takýsýdýr. Bunun yanýnda “tek,
sanki, nitekim, çün, güya, gûne, mânend,
kadar, sýfat, misal” kelimeleriyle “-casýna,
-cýlayýn, -âsâ, -veþ, -vâr” ekleri de kullanýlmýþtýr (Tâhirülmevlevî, s. 169). Teþbihler
þekil ve muhtevalarýna göre farklý tasniflerle ele alýnmýþtýr. Bu tasniflerde belirleyici unsur teþbihin dört rüknüdür. Teþbihin temel unsurlarýndan olan benzeyen ile
benzetilenden biri kaldýrýlýr ve teþbih için
kelime mecaz mânasýyla kullanýlýrsa istiare meydana gelir. Teþbih içeren bir ifadede ya bütün teþbih unsurlarý ya da bunlardan en az ikisi bulunur. Böylece teþbih
dörde ayrýlýr. 1. Mufassal teþbih. Tam teþbih adý da verilen bu türde bütün unsurlar zikredilir. Yûnus Emre’nin, “Geldi geçti ömrüm benim þol yel esip geçmiþ gibi”
ve Bâkî’nin, “Açýlma ey yüzü gül þahs-ý nâdâna kitâb-âsâ” mýsralarýnda olduðu gibi. Bâkî’nin mýsraýnda yüzü gül benzeyen,
kitap benzetilen, açýlmak benzeme yönü,
-âsâ benzetme edatýdýr. 2. Mücmel teþbih.
Muhtasar diye de anýlan bu türde benzeme yönü zikredilmez. Mücmel teþbih mufassal teþbihe nisbetle abartýlý bir söyleyiþ olup belâgat açýsýndan daha makbul
sayýlýr. Yahya Kemal’in, “Rûyâ gibi bir yazdý yarattýn hevesinle” mýsraýnda yaz benzeyen, rüya benzetilen, gibi benzeme edatýdýr; benzeme yönü ise okuyucunun muhayyilesine býrakýlmýþtýr. Mücmel teþbih
herkes tarafýndan anlaþýlamayabilir; “Mesâfât-ý hayâtý kat‘ için gerdûne-i ömre /
Sipihrin mihr ü mâhý çarh iþi iki tekerlektir” beytinde olduðu gibi. Burada ömür
arabaya benzetilmiþ, bu teþbihin benzetme yönünü hatýrlatmak için ay ve güneþ
bu arabanýn tekerlekleri þeklinde nitelendirilmiþtir (Ahmed Cevdet Paþa, s. 132). 3.
Müekked teþbih. Mûcez de denilen bu teþbihte benzetme edatý zikredilmez, teþbih
edatý özellikle zikredilirse mürsel teþbih
olur (Bilgegil, s. 145). Müekked teþbih mürsel ve mufassal teþbihlere göre daha belið kabul edilmiþtir. Teþbih unsurlarý ne kadar azaltýlýrsa ifade o kadar güçlenir; Yûnus Emre’nin, “Bu dünya bir gelindir yeþil kýzýl donanmýþ / Kiþi yeni geline bakubaný doyamaz” beytinde olduðu gibi. Dünyayý süslerle bezenmiþ geline benzeten
þair, nasýl böyle bir geline bakmaya doyulmazsa dünya süslerine de doyulmayacaðýný dile getirmektedir. Burada benzeme yönü seyre doymamak fiilidir. Necâtî
Bey, “Lebin letâfeti söylense goncanýn sözü yok / Sözün halâveti anýlsa þekkerin tuzu yok” beytinde sevgilinin dudaðýný goncaya, sözlerini þekere benzetirken teþbih
edatýný hazfederek ifadeyi daha belið hale
getirmiþtir. 4. Belið teþbih. Teþbihin benzeyen ve benzetileniyle yapýlan teþbihtir.
Anlam burada etkili ve abartýlý biçimde
ifade edildiðinden teþbih türlerinin en
makbulü sayýlýr. Belið teþbih Batý retoriðinde “metafor” (istiare) olarak tanýmlanmýþtýr. Çünkü belið teþbihte benzetme niyetinden ziyade istiarede olduðu gibi anlam aktarýmý söz konusudur. Yahya Kemal’in, “Bu dil aðzýmda annemin sütüdür”
mýsraý bir teþbîh-i belîð örneðidir. Þair konuþtuðu dili doðrudan anne sütüne benzetmektedir. Burada benzeme yönü muhatabýn anlayýþýna býrakýlmýþtýr. Bursalý
Ahmed Paþa, “Kad kýyâmet gamze âfet
zülf fitne hat belâ / Âh kim ben hüsnünün
bunca belâsýn bilmedim” beytinde benzeme yönü ve benzetme edatý zikredilmeden sevgilinin boyu kýyamete, bakýþý felâkete, perçemi fitneye, ayva tüyleri belâya teþbih edilmektedir. Teþbihin belið vasfýný kazanabilmesi için benzeme yönünden baîd-i garîb olma (birbirine benzetilen
iki unsurun hangi açýdan benzetildiðinin kolayca anlaþýlmamasý) þartý aranmýþtýr. Þeyh Ga-
lib’in, “Bir þu‘lesi var ki þem‘-i cânýn / Fânûsuna sýðmaz âsumânýn” beyti hayalin orijinalliði bakýmýndan belið teþbihe güzel bir
örnektir. Bu beyitte de benzeme yönü ve
benzetme edatý belirtilmeden gök kubbesi fanusa, can muma benzetilmiþtir. Teþbihin iki temel unsurunun bulunmasý her
zaman bu ikisinin söylenmesi anlamýna
gelmez. Cümlede öznenin bazan kim veya
ne olduðu belli olmak þartýyla ya da baþka bir sebeple kaldýrýlabilir. Meselâ, “Ali
nasýl biridir?” sorusuna “aslan” cevabý verildiðinde benzeyen zikredilmemiþ olsa bi-
le istiare deðil teþbih yapýlmýþtýr. Çünkü
istiarede müþebbehün bihin müþebbeh
olduðu iddiasý vardýr. Halbuki bu örnekte
Ali doðrudan aslana benzetilmektedir.
Belâgat kitaplarýnda yer alan teþbih türlerinin sayýsý ve sýralanmasý hususundaki
farklýlýklar konuya yaklaþým biçiminden
kaynaklanmakta, bu da teþbih çeþitlerinin sayýsýný arttýrmaktadýr. Ayný teþbih içerisinde benzeyen ve benzetilenin sayýsýna
ve sýralanmasýna göre yapýlan tasnifte teþbihin taraflarý birden fazla olabilir. Buna
göre teþbihler mefrûk, melfûf, tesviye ve
teþbîh-i cem‘ þeklinde tasnif edilmiþtir. Bu
tasnife göre bir teþbihte benzeyen ve benzetilen birden fazla olduðunda her benzeyen kendi benzetileninin yanýnda yer alýrsa mefrûk (saçý sümbül lebi mül kameti
ar‘ar dilber), önce bütün benzeyenler, ardýndan benzetilenler sýralanýrsa melfûf
(Sahbâ-yý lebin çeþm-i füsun-kâra mý mahsûs / Feyz-i dem-i Îsâ iki bîmâra mý mahsûs-Þeyh Galib), tek bir benzeyen için birden fazla benzetilen zikredilirse tesviye
veya tesviyeli teþbih (Gül âteþ gülbün âteþ
gülþen âteþ cûybâr âteþ-Þeyh Galib), benzeyen tek, kendisine benzetilen birden fazla olursa teþbîh-i cem‘ (Hem kadeh hem
bâde hem bir þûh sâkîdir gönül-Nef‘î) adýyla anýlýr. Teþbihler benzeme yönünün kullanýmýna göre de çeþitlilik gösterir. Benzeme yönü teþbihin iki temel unsuru için
mantýk bakýmýndan uygun düþüyorsa tahkîkî, aksi durumda tahayyülî, birbirine zýt
unsurlarýn karþýlaþtýrýlmasý yoluyla kurulursa tehekkümî veya telmîhî (Bilgegil, s.
148), benzeme yönü bakýmýndan benzeyen kendisine benzetilenden üstün tutulursa maklûb, ma‘kûs veya teþbîh-i tafdîl,
iki temel unsuru benzeme yönü açýsýndan
eþ deðerde ise veya biri diðerine üstün
tutulmamýþsa teþbîh-i teþâbüh adýný alýr.
Bunlarýn dýþýnda sýkça baþvurulan ve hemen anlaþýlan teþbihlere mübtezel veya
karîb, benzeme yönü nisbeten daha zor
anlaþýlan teþbihlere baîd veya garîb teþbih
denilir. Çok kullanýlan teþbihler tekrar edildikçe orijinalliklerini kaybeder. Zoraki, süflî ve çirkin hayallerle kurulan teþbihler üslûbu güzelleþtirmekten ziyade bayaðýlaþtýrýr. Bu sebeple maksadý iyi ifade eden
teþbihlere makbul, iyi ifade edemeyenlere merdud adý verilmiþtir. Bir þarta baðlý
olarak yapýlýrsa teþbîh-i meþrût, tasvirle
geniþletilip âdeta bir tablo haline dönüþtürülürse mürekkep teþbih denilir. Mürekkep teþbih deyim ve temsillerle yapýlmýþsa temsilî veya temsilli teþbih (Coþkun, s.
49) yahut teksifî veya tafsilî teþbih (Bilgegil, s. 148-149) adýný alýr. Teþbihler fark557