AĞUSTOS 2014 YIL: 16 SAYI: 118 AYLIK HABER VE KÜLTÜR GAZETESİ WWW.BAHAR.DK Kopenhag Özel Lisesi’nden tarihi başarı TÜM MEZUNLARI ÜNIVERSITELI OLDU BAHAR KOPENHAG Türkiye kökenli müteşebbislerin Danimarka’da açtığı ilk ve tek lise olan Kopenhag Özel Lisesi ilk mezunlarını verdi. 2011 yılında eğitime başlayan lise, kısa sürede ilgi odağı oldu. İdealist ve tecrübeli öğretmen kadrosuyla ülke standartlarının üzerinde bir eğitim veren Kopenhag Özel Lisesi’nden bu yıl 70 öğrenci mezun oldu. Temmuz ayının son haftasında kimlerin üniversiteli olduğu açıklanırken, Kopenhag Özel Lisesi tarihi bir başarıya imza atarak tüm mezunları üniversiteli oldu. Kopenhag Özel Lisesi Müdürü Hasan Ademovski, ilk mezunlarını vermenin mutluluğunu yaşadıklarını ifade edip, üniversite hayatlarında başarılar diledi. Tüm mezunlarının üniversiteli olmasından dolayı tarifi imkansız bir mutluluk yaşadıklarını ifade eden Müdür Ademovski, ‘Yeni bir okuluz ama daha ilk mezunlarımızda başarı çıtası çok yükseğe taşıdık. 3 yılın emeğini alan öğrencilerimiz adına mutluyum. Hedefimiz, içinde yaşadığı topluma katkı sağlayacak başarılı öğrenciler yetiştirmektir’ diye konuştu. Kopenhag Özel Lisesi’nin ilk mezunları Danimarka’nın önde gelen üniversiteleri olan Roskilde Üniversitesi (RUC), Arhus Üniversitesi (AAU), Kopenhag Üniversitesi (KU), Danimarka Teknik Üniversitesi (DTU), Güney Danimarka Üniversitesi (SDU) ve Kopenhag Ticaret Üniversitesi’nden (CBS) okuyacaklar. İlk mezunlar arasında meslek tercihinde ilk sırada hukuk gelirken, Kopenhag Özel Lisesi’nin 12 mezunu hukukçu olmak için ter dökecek. Hukuktan sonra iktisat 8 mezunun ile tercih edilen ikinci bölüm olurken, mühendislik ve dil bilgisini 8’er mezun tercih etti. Diğer tercih edilen bölümler arasında tıp, değişik branşta öğretmenlik ve sosyal danışmanlık gibi birimler bulunuyor. 2 // HABER YENI IPHONE 6’DA HANGI ÖZELLIKLER OLACAK? DENİZ ERGÜREL Akıllı telefon dünyasının en çok ilgi çeken ürünlerinin başında iPhone geliyor. En son geçtiğimiz yıl iPhone 5S modeliyle güncellenen telefonun yeni serisinin eylül ayında tanıtılması bekleniyor. iPhone 6’da ne gibi özellikler olacağını derledik. Re/Code adlı teknoloji blogunda çıkan bir habere göre Apple 9 Eylül 2014 günü yeni bir ürün tanıtımı yapacak. Yeni ürünleriyle ilgili ağzını her zaman sıkı tutan Apple şirketinden ise henüz resmi bir açıklama gelmiş değil. Beklentiler bu ürünün yeni iPhone modeli olacağı yönünde. Üstelik son haftalarda çıkan söylentiler doğruysa bir değil, iki farklı iPhone modeliyle karşılaşabiliriz. İşte yeni iPhone 6 hakkında uzmanların beklentileri: Daha büyük ekran: Yeni iPhone daha büyük ekrana sahip olacak. Beklentiler 4.7 ve 5.5 inç ekranlı iki ayrı iPhone modelinin tanıtılacağı yönünde. Ekran çözünürlüğü muhtemelen 1704 x 906 olacak. Piksel yoğunluğunun ise 4.7 inç için 416, 5.5 inç içinse 365 olması bekleniyor. Her iki modelin aynı anda satışa çıkıp çıkmayacağı henüz belli değil. Daha kaliteli kamera: Her yeni iPhone serisi daha gelişmiş lens özellikleriyle karşımıza çıktı. Yeni iPhone’un 13 megapiksel kamera özelliğine sahip olması bekleniyor. Megapikselde bir artış olmasa bile, daha gelişmiş fotoğraf ve video kayıt özelliklerine sahip olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Metal kasa: iPhone 4 ve 5 serilerinin kasası özel bir cam maddeden yapılmıştı. Yeni iPhone’un alüminyumdan yapılan bir kasaya sahip olacağına dair beklentiler yüksek. Bu tip bir kasa hem daha dayanıklı hem de daha hafif olacaktır. Safir kristal ekran: iPhone 5’s kamera lensi ve optik parmak izi okuyucusunda safir kristal kullanılıyor. Bazı kaynaklara göre yeni iPhone’un ekranı da safir kristal ekrana sahip olacak. Klasik cam ekranlara göre safir kristal ekranın avantajı darbelere ve çizilmelere karşı çok daha dayanıklı olması. Daha güçlü işlemci: iPhone 5’te 64 bit A7 işlemci kullanılıyor. Yeni iPhone’un ise A8 işlemci kullanması bekleniyor. Uzmanlara göre bu işlemci önceki versiyona göre hem daha küçük hem de daha az enerji harcayacak. Bu da cihazın batarya süresini korumak adına önemli bir ayrıntı. Pil: Yeni iPhone’un daha büyük pil kapasitesine sahip olması kuvvetle muhtemel. Fakat aynı zamanda ekran boyutunun da artacağını düşündüğümüzde bu durumun toplam şarj süresinde çok ciddi bir fark yapmayacağını söyleyebiliriz. Tabii eğer iOS 8’de pil kullanımına dair çok farklı özellikler geliştirilmezse. Tasarım: Yeni iPhone’un hatlarının bir önceki modele göre daha yuvarlak olacağı söylentisi oldukça yaygındı. Fakat son haftalarda ortaya çıkan bazı maketlere baktığımızda, büyük bir değişiklik olmayacağı yönündeki beklentiler daha ağır basıyor. Tüm bu söylentilerin ne kadarının doğru olacağını ise zaman gösterecek. 4 // HABER DANIMARKA DOĞUMLULARA KOLAY VATANDAŞLIK BAHAR KOPENHAG Avrupa Birliği (AB) üyesi 28 ülke içinde çifte vatandaşlığı kabul etmeyen 7 ülkeden biri olan Danimarka, uzun süredir konuşulan çifte vatandaşlığı kabul eden kanunda mutabakata vardı. Adalet Bakanı Karen Hakkerup, Liberal Parti, Radikal Parti, Sosyalist Halk Parti, Liberal İttifak ve Birlik Listesi temsilcileriyle yaptığı toplantı sonunda çifte vatandaşlığın önünü açan mutabakata varıldı. Karen Haekkerup ”Günümüzde çok sayıda kişi yabancı bir ülkeye yerleşse de ülkesiyle bağlantısını koparmıyor” dedi. Bir başka gelişme ise Danimarka vatandaşlığına geçmenin kuralları hafifletildi. Danimarka’da doğan ve ilköğretim okulunu bitirenler 18 yaşına geldiğinde müracaat etmeleri halinde otomatik Danimarka vatandaşı olacaklar. Danimarka yasaları, aynı anda iki ülke vatandaşlığına izin vermiyordu. Bu durum sadece ülkede bulunan yabancı kökenliler için geçerli değildi. Yurtdışında yaşayan Danimarkalılar, bulundukları ülkenin vatandaşlığına geçtiklerinde Danimarka vatandaşlığını kaybediyordu. Çifte vatandaşlığa giden yolu Radikal Parti Başkanı Magrethe Vestager, ‘Çifte vatandaşlık hakkından sadece ülkede yaşayan yabancı kökenliler yararlanmayacak. Yurtdışında bulunan yüzbinlerce Danimarkalıda bu haktan yararlanacak. Başka ülke vatandaşlığına geçen Danimarkalılar, vatandaşlıktan çıkarılıyor. Bizimle aynı dili konuşan, aynı kültürden gelen akrabalarımızla aramıza duvar örüyoruz’ açıklamasıyla açtı. Danimarka’nın çifte vatandaşlığa izin vermemesinden dolayı yurtdışında yaşayan Danimarkalılar bulundukları ülkenin vatandaşlığına geçtiğinde Danimarka vatandaşlığından ayrılmak zorunda kalıyordu. Margrethe Vestager’in çifte vatandaşlık teklifine ilk desteği Liberal İttifak verirken, çifte vatandaşlığa karşı çıkan Liberal Parti’nin fikir değiştirmesiyle engelin kaldırılmasının önü açılmış oldu. Adalet Bakanı Karen Haekkerup, Liberal Parti, Radikal Parti, Sosyalist Halk Parti, Liberal İttifak ve Birlik Listesi çifte vatandaşlık konusunda mutabakata vardı. Haziran 2015’te yürürlüğe girecek çifte vatandaşlık uygulamasıyla; Danimarka vatandaşlığıa geçmek için geldikleri ülkenin vatandaşlığından çıkmak zorunda kalan göçmen kökenliler isterlerse tekrar geldikleri ülkenin vatandaşı olabilecekler. Aynı durum Danimarka vatandaşlığından çıkıp başka ülke vatandaşı olan Danimarkalılar için geçerli olacak. Adalet Bakanı Karen Haekkerup, varılan mutabakattan dolayı memnun olduğunu belirterek, ‘Halen mevcut olan yasa, insanların sahip oldukları etnik kimliklerini yüksek derecede zedelemektedir. Günümüzde birçok insan başka ülkelere göç etmekte, fakat kendi ülkelerine bağlılıklarını sürdürmektedir. Bizler, insanların hangi etnik kimliği taşımak istediklerine karar veremeyiz. Meclis çatısı altında bulunan partilerin tamamına yakını bu öneriyi yasalaştırmak için hemfikir oldu. Yasa ile birlikte uyumun daha başarılı olacağına ve etnik kökenli vatandaşlarımızın artık rencide olmadan kendi kimliklerini kullanabilme hakkına sahip olacağına eminim.’ açıklamasını yaptı. Schengen Antlaşması’yla AB sınırları içinde serbest dolaşımın yolunu açan Birlik üyeleri, çifte vatandaşlık engelini birer birer kaldırmıştı. 2001’de İsveç, 2003’te Finlandiya ve İzlanda, 2007 yılında ise Almanya çifte vatandaşlık hakkını kabul etmişti. Almanya, sadece AB ülke vatandaşları ve İsviçrelilere çifte vatandaşlık hakkı verirken, ülkede bulunan milyonlarca yabancı kökenliye çifte vatandaşlık hakkı vermeyerek ayrımcı bir tavır sergilemişti. Meclis, Danimarka vatandaşlığına geçişi kolaylaştıran kanunu da kabul etti. Danimarka’da doğanlar müracaat etmeleri durumunda 18 yaşına geldiklerinde otomatik vatandaşlık alacaklar. Bunun için ilköğretim 9. veya 10. Sınıfı 02 not ortalamasıyla bitirmek, Danimarka’da toplamda en az 12 yıl yaşamış olmak, bunun son 6 yılının 5 yılını Danimarka’da yaşamış olmak, her hangi bir suçtan dolayı 3 bin kron veya üzeri para cezası almamış olmak, alkolü araç kullanırken ceza almamış olmak, kriminal suçlardan hapis cezası almamış olmak. Bu şartları yerine getirenlere vatandaşlık verilecek. Hem çifte vatandaşlığa hem de Danimarka vatandaşlığına geçişi kolaylaştırmaya Meclis’te sadece aşırı sağ Danimarka Halk Partisi karşı çıktı. Eurovision’un faturası ağır oldu BAHAR KOPENHAG Danimarka’nın ev sahipliğini yaptığı 59. Eurovision şarkı yarışmasının mali tablosu giderek netleşirken, zararın 100 milyon kronu bulduğu ifade edildi. Danimarka bir taraftan iyi bir organizasyon gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşarken bunun bedeli milyonlarca kron zarar olarak döndü. Kopenhag Limanı civarında eskiden tersane olarak kullanılan Refshaleöen’deki B&W Hallerne’in, yarışma mekanı olarak dönüştürülmesi nedeniyle bütçesi ağırlaşan Eurovision için gün geçtikçe yeni harcama kalemleri ortaya çıkarken, durum, organizasyonu gerçekleştiren şirket ve ödeme bekleyen diğer firmaları zor durumda bıraktı. MetroXpress gazetesi Eurovision’un maliyenin çok daha ağır olduğunu belirten bir haber yatyınladı. Gazetenin verilerine göre; organizasyonu gerçekleştiren Host City Copenhagen şirketi bütçeyi 70 milyon kron aşarken, vergilerle birlikte edilen zarar 96,7 milyon kronu buluyor. MetroXpress, üç muhasebeci ve bir ekonomi uzmanını hesapları kontrol etmeleri için görevlendirildiğini ve bu kişiler hesapların hedeflenen rakamları aştığını belirttiğini yazdı. Hesap uzmanı Thorbjörn Helmo Madsen, eski B&W tersanesinin yenilenmesi için yapılan harcamalar konusunda ne kadar yanlış varsayımlar olduğunu fark ettiğinde oldukça şaşırdığını belirtirken, ekonomist Lise Lyck’e göre ise, şirketin profesyonel bir finans yönetimi bulunmuyor. Lise Lyck, MetroXpress’e ”Bütçe ve gerçek rakamlar arasında çok fazla fark mevcut. Bu profesyonelce değil. Bütçe, mantıklı varsayımlar yerine tahminler içeriyor. Turizm, hükümetin yeni büyüme stratejisi ve endüstri ortaklarıyla yaptığı işbirliği sayesinde, sonunda ciddi bir iş olarak görülüyor. Bu yüzden finans sektörüne girmek isteyenler için bu can sıkıcı bir durum olabilir’ açıklamasını yaptı. Lise Lyck, Eurovision şovunu da övdü, ancak proje şirketinin finans yönetimini “inanılmaz derecede amatör” olarak değerlendirdi. Wonderful Copenhagen, City of Copenhagen, Capital Region of Denmark ve REDA, Eurovision için B&W Salonu’nun hazırlanmasından sorumluydu. B&W tersanesinin dönüştürülmesindeki altyapıyı gerçekleştiren birçok firma, halen paralarını alamadıklarından dolayı organizasyonun sorumlusu Wonderful Copenhagen’in bu iş için kurduğu şirket Host City Copenhagen mahkemeye vermeye hazırlanıyor. Şirket yönetimi ise iflas durumunda hiçbir ödeme yapılamayacağını belirterek alacaklılarla faturaları düşürme pazarlığı yapıyor. Zarara neden olarak, organizasyondan önce yapılan planlamada birçok giderin yer almaması gösteriliyor. Eurovision’un net faturasının ağustos ayında açıklanması bekleniyor. NILEN PRIVATSKOLE bjødstrupvej 24, 8270 højbjerg - t. 86 14 14 95 studieture: berlin, dublin & istanbul - Kilden til en lys fremtid vi tilbyder: alkalær lektiehjælp tyrkisk medieværksted folkedans mv. gymnastiksal legeplads boldbur Der er stadig ledige pladser i de forskellige klasser. Skynd dig at tilmelde dit barn på www.nilenprivatskole.dk Erfarne undervisere Høj faglighed godt forældresamarbejde klare mål og værdier ring for at høre nærmere 86 14 14 95 6 // HABER PARA HAVALESİ Muhasebe ve Tercüme ile ilgili DUYURU Muhasebe ve tercümanlık hizmetlerinin yanı sıra, 25 yıllık mesleki tecrübeleri ve sizlerin güvenine dayanan para havalesi hizmetleri sayesinde Danimarka´nın her köşesinden gönderebileceğiniz, dilediğiniz miktardaki havaleleriniz SADECE 1 SAAT İÇİNDE * 50 kr.´dan başlayan fiyatlarla, tüm Türkiye´ye ulaştırılmaktadır. İrtibat: Pamir Kalkan Serbest Muhasebeci / Yeminli Tercüman ve Mütercim VEPA Revision & Rådgivning / T.A.C. - Transfer And Consulting Trommesalen 1, 1. sal - 1614 København V (v. Hovedbanegården) Tlf. 33 79 33 77 - Fax 33 79 33 37 - Mobil 20 66 20 99 www.muhasebe.dk - www.tercüme.dk - www.havale.dk Genç suçlular hapishane hizmetinde bulunacak Adalet Bakanı Karen Haekkerup, Ceza Kanunu Konseyi tarafından gözden geçirilen kamu hizmeti kurallarına dayanarak, daha fazla genç suçlunun boş zamanlarında ücretsiz olarak hapishane hizmetinde bulunacağını açıkladı. Bakan Haekkerup, “Kamu hizmeti öncelikli olarak hayatında ilk kez ceza almış suçlulara odaklanmaktadır. Daha fazla suç işlenmesine engel olmak ve hapishaneye girmenin iyi bir şey olmadığının öğrenilmesini istiyoruz.” dedi. Ceza Kanunu Konseyi’nin 2009 yılında sağ koalisyon hükümeti tarafından kuruldu. Konseyin amacı, kamu hizmeti cezasının gelecekte örneğin basit saldırılar nedeniyle ceza alan suçlulara verilmesini sağlamaktır. Daha öncesinde amaç, kamu hizmetinin esas olarak hırsızlık gibi mülkiyet suçları cezasına çarptırılmış olan suçlulara karşı kullanılmasıydı. Ancak, Ceza Kanunu Konseyi’ne göre, suçun türüne göre değil ciddiyetine göre karar verilmesi gerekiyor. Adalet Bakanı Haekkerup, ’Bu ileride daha fazla insanın normal bir yargılama yerine kamu hizmeti cezasına çarptırılması anlamına geliyor. Ancak, hızlı araba kullanma, gasp ve cinayet gibi suçların kamu hizmeti ile cezalandırılamayacağı da bir gerçektir. Suçların ciddiyeti üzerine tartışılacak çok konu var” dedi. AB’nin en pahalı ülkesi yine Danimarka Danimarka’da alışveriş arabalarına koyulan ürün ne olursa olsun, Avrupa Birliği’nde yer alan diğer ülkelerin vatandaşlarına göre daha fazla para harcınıyor. AB ülkeleri arasında 2400 tüketim malının fiyatlarına ilişkin yapılan kapsamlı bir karşılaştırmaya göre, Danimarka yüzde 140 oranla AB ortalamasının üzerinde yer alıyor. Fiyat karşılaştırması, AB İstatistik Kurumu Eurostat tarafından yapıldı. Tüketim malları kategorilerine ayrı ayrı bakıldığında da Danimarka’daki fiyatların çok yüksek olduğu görülüyor. Bu duruma istisna olarak, İsveç fiyatlarının Danimarka’yı geçtiği giyim sektörü ile İrlanda, Finlandiya ve Birleşik Krallık fiyatlarının yüzde 124 seviyesinde olup Danimarka fiyatlarını geçtiği alkol ve tütün ürünleri gösterilebilir. Eurostat, alkol ve tütün gibi ürünlerdeki fiyat dalgalanmalarının çoğunlukla ülkelerde uygulanan vergi oranlarına bağlı olduğunu belirtti. Danimarka’daki araba fiyatlarının da yüzde 155’lik bir oran ile ortalamanın çok üzerinde olması şaşırtıcı değil. Yüzde 117’lik bir oran ile ikinci sırada bulunan Hollanda ile arada büyük bir fark var. AB dışına bakıldığında ise fiyat konusunda Danimarka’yı geçen hala birkaç ülke bulunuyor. Norveç ve İsviçre, fiyatları Danimarka’dan bile yüksek olan ülkeler arasında yer alıyor. Kızlar not ortalamasında erkekleri geride bıraktı MÜLTECI KABULÜNDE İSVEÇ ILK SIRADA BAHAR ZAMAN Danimarka, 2013 yılında 3 bin 889 mülteciye oturum izni verdi. En kolay oturum izni veren AB ülkeleri arasında Danimarka 9. sırada yer aldı. Ancak nüfus rakamları baz alınarak yapılan istatiskte ise Danimarka dördüncü sırada bulunuyor. Almanya, 2013 yılında 26 binden fazla oturum izni verdi ancak, bu sayı nüfuslarıyla orantılı olarak değerlendirildiğinde, Danimarka’nın geldiği seviyeye ulaşamadıkları ortaya çıkıyor. Almanya geçen yıl bir milyon nüfus başına 327 mülteciye oturum izni verirken, Danimarka bu sayıyı ikiye katlayarak ülkedeki bir milyon nüfus başına 694 mülteciye oturum izni verdi. Danimarka ile kıyaslanan ülkelerden biri olan İsveç, gerek verdiği oturum izni sayısıyla gerekse nüfus başına düşen mülteci oranıyla listenin en üst sıralarında yer alıyor. İsveç 2013 yılında toplamda 28 bin 215 kişiye oturum izni verdi. İsveç’te bir milyon nüfus başına düşen mülteci sayısı 2 bin 950’ye karşılık geliyor. Listenin en başında küçük Akdeniz ülkesi Malta yer alıyor. Malta, yarım milyondan daha az nüfusa sahip bir ülke olarak bin 610 kişiye oturma izni vermiştir. Bu sayı, bir milyon nüfus başına 3 bin 820 oturma iznine karşılık geliyor. Yabancı karşıtı Danimarka Halk Partisi’nin entegrasyon sözcüsü Martin Henriksen, Danimarka’nın çok sayıda mülteci Kabul etmesini doğru bulmadıklarını hükümetin bu konuda frene basmasını istedi. Koalisyonun küçük ortağı Radikal Parti’nin entegrasyon sözcüsü Marlene Borst Hansen, Danimarka’nın uluslararası antlaşmalar çerçevesinde üzerine dşen görevi yerine getirerek savaş ve huzursuzluğun olduğu ülkelerden mülteci kabul ettiğini söyledi. 2013’te milyon nüfus başına düşen mülteci sayısı 1. Malta - 3820 2. İsveç - 2952 3. Avusturya - 750 4. Danimarka - 694 5. Hollanda - 651 6. Belçika - 610 7. Finlandiya - 445 8. Bulgaristan – 342 9. Almanya 327 10. Kıbrıs Rum Kesimi 260 Lise çağındaki erkek öğrenciler, oturup ödevlerini yapma konusunda başarısız. Daha iyi çalışma alışkanlıkları edinmek için yardıma ihtiyaçları var. Think Tank DEA tarafından yapılan analize katılan birçok uzmanın tepkisi bu yönde oldu. Analiz, ilköğretim ve lise çağındaki öğrencilerin notlarına dayanarak yapıldı ve lise çağındaki erkek öğrencilerin kız öğrencilerin gerisinde kaldığını gösterdi. İlköğretim çağındaki kız ve erkek öğrenciler tam olarak eş düzeydeler. Ancak, lise öğrenimine geçildiğinde, kız öğrencilerin daha yüksek notlar aldığı ve yükseköğrenime geçmek konusunda daha iyi fırsatlar yakaladıkları görülüyor. Son yıllarda, lise ve yükseköğrenim çağındaki erkek öğrencilerin başarısı düştü; uzmanlara göre bunun bir nedeni de eğitim sisteminin kız öğrenciler için daha uygun olması. Ayrımcılıkla mücadele için yeni uygulama Yeni uygulama, Kopenhag’daki ayrımcılığın kapsamını belirleyecek. Geçen yıl yapılan bir araştırmaya göre günlük hayatta 57 bin 237 kişi ayrımcılığa maruz kalıyor. Bu kişiler arasından yalnızca 47 vatandaş kendini ifşa etti. Kopenhag’ın istihdam ve entegrasyon sorumlu Belediye Başkanı Anna Mee Allerslev, bu sayının çok düşük olduğunu düşünüyor. Bu sebeple, şimdi ilk kampanya ile ulaşılamayan 57 bin 190 kişiye de ulaşabilmek için bu uygulamaya 1 milyon kron daha ödenecek. Anna Mee Allerslev bu uygulamanın çok büyük bir başarı yakalayabileceğine inanıyor. Anna Mee Allerslev, “Tam olarak kaç kişinin ayrımcılığa uğradığını öğrenebilirsek bunu önlememiz daha kolay olur” dedi. Herkes yeni uygulama hakkında olumlu düşüncelere sahip değil. 8 // HABER ARADIĞINIZ MARKAYA ULAŞILAMIYOR Dünyanın ilk uluslararası cep telefonu görüşmesi onunla yapıldı. 2007’de sektörün yüzde 64,9’u onun elindeydi. Kendine özgü melodisi ve ‘Connecting People’ sloganı hala kulaklarımızda. Peki, ne oldu da Nokia piyasadan silindi? HASAN CÜCÜK - YAVUZ ŞAHİN Tarih, 1 Haziran 1991. Dönemin Finlandiya Başbakanı Harri Holkeri, iletişim tarihine geçen dünyanın ilk uluslararası GSM (Global System for Mobile Communication -Mobil Haberleşme için Global Sistem) telefon görüşmesini yapıyordu. Holkeri’ye bu imkânı sunan, ülkenin medar-ı iftiharı olacak Nokia’ydı. 1979’da mobil telefona yatırım yapmaya başlayan Nokia, sürekli ilklere imza atıyor, kısa sürede dünyanın en tanınan markası oluyordu. Fakat yükselişi gibi çöküşü de hızlı oldu Nokia’nın. 2007’de telefon piyasasının yüzde 64,9’unu elinde bulunduran Nokia’nın pazar payı 2013’te yüzde 3’lere kadar düşüyor, Apple ve Google ile mücadelede başarısız olunca çareyi cep telefonu bölümünü satmakta buluyordu. Eylül 2013’te Microsoft, Nokia’nın cep telefonu bölümünü satın almak için girişimlere başladığını duyurduğunda bir devin tarih sahnesinden çekilmesinin ilk işaret fişeği veriliyordu. Satışa giden yol, Nokia’nın Microsoft’tan Eylül 2010’da transfer ettiği ilk Finli olmayan CEO’su Stephen Elop döneminde 3 yıl arka arkaya yaşanan ‘facia’ bilançonun neticesiydi. 2010 sonunda Nokia, akıllı cep telefonu piyasasının yüzde 29’unu elinde bulundururken, sadece iki yıl sonra ancak piyasanın yüzde 2’lik bölümünün sahibi oluyordu. 2000 yılında Nokia’nın bir hissesi 65 Euro iken, 2013’te 3 Euro’nun altına düşüyordu. Nokia’yı çöküşe götüren düşüş, 2011 yılının ilk çeyreğinde başladı. Bu tarihe kadar sürekli satışını artıran bir şirketti. Öyle ki dünyada Nokia markasının girmediği ülke ve hane kalmayacak kadar büyümüştü. Bugün cep telefonu (akıllı telefon) piyasasını elinde bulunduran Apple ve Google, 2005 yılında geleceğin bilgisayarlarının ‘insanın cebinde’ olacağını planlamaya başladı. Bu iki firmanın mobil telefon piyasasına girme sebepleri, Nokia’nın pazardaki payından ziyade, en büyük rakipleri olarak gördükleri Microsoft’tu. Nokia zaten Kuzey Amerika piyasasında etkili bir firma değildi. Apple ve Google, Microsoft’un Windows Mobile yazılım sisteminin cep telefonu piyasasındaki hegemonyasını kırmak istiyordu. 2005’te piyasanın en büyük şirketi olan Nokia, kendi yazılım sistemi olan Symbian’ı kullanıyordu. Apple, telefon piyasasına ilk ciddi tehdidin modern ‘walkman’ olan iPod’dan geleceğini gördü. 2001’de piyasaya sürdüğü iPod, müzik tutkunu genç- yaşlı herkesin tercihi oluyordu. 2005’te Apple 20 milyon iPod satarken, gelirinin yüzde 40’ını elde etmiş oluyordu. Cep telefonundan müzik dinleme projesini hayata geçirmek için Motorola ile anlaşan Apple’ın ortak ürünleri ROKR, Eylül 2005’te piyasaya sürüldü. Ancak beklenen ilgiyi görmedi. En fazla 100 şarkı alıyordu ve sadece Apple’ın iTunes programı kullanılıyor, cep telefonuna müzik yüklemek için bir bilgisayara ihtiyaç duyuluyordu. Apple CEO’su Steve Jobs, ortaya çıkan üründen memnun olmadığı gibi oldukça kızgındı. Motorola ile başlayan ‘birliktelik’ sadece birkaç ay sürdükten sonra yollar ayrıldı. Steve Jobs’un en büyük korkusu, cep telefonlarının iPod ile rekabet edecek noktaya gelmesiydi. Bu korkuyu hayata geçiren Nokia oluyordu. 2007 yılında Nokia, dünyanın önde gelen müzik yapım firmaları Universal, Sony, Warner, EMI ve diğer birçok firma ile anlaşarak ‘Nokia Comes Wiht Music’ hizmeti ile istenilen kadar şarkıyı belirli bir abone ücreti karşılığında dinleme imkânı sunuyordu. Yine Nokia Ovi Store ile programlar satın alınıp direkt telefona indiriliyordu. Nokia, rakiplerinden birkaç adım önde olduğunu bir kez daha ispat etmişti. Cep telefonu piyasasını kontrol altına alan ‘akıllı telefonları’ ilk bulan yine Nokia’ydı. Nokia 9000, 1996’da piyasaya sürülen ilk akıllı telefondu. Microsoft, Nokia’nın bu hamlesinden sadece 1 yıl sonra Windows Mobile’ı hayata geçirirken; Nokia, Motorola ve Ericsson ile işbirliği yapıp kendi yazılımı olan Symbian’ı kullanmalarını sağladı. Nokia’nın Symbian’ı hayata geçirmesinde Microsoft’un yazılım piyasasındaki hâkimiyetinin rolü vardı. Microsoft’un yazılımını kullanıp her cep telefonu için lisans ödemek istemiyordu. 2005 yılında Nokia, Symbian’ın artık miadını doldurmaya başladığını gördü. Aplle, İOS ile, Google da Android sistemiyle giderek güçleniyordu. Nokia yönetimi yeni bir yazılım geliştirmek için ekip kurarken ortaya çıkan Meamo yazılım arzu edilen özellikleri taşımıyordu. Nokia’nın can damarına ilk darbeyi vuran isim Apple CEO’su Steve Jobs oldu. 9 Ocak 2007’de sahneye çıkan Jobs, yeni ürünlerinin cep telefonu piyasasında devrim yapacağını söylüyordu. Jobs, Apple olarak Macintosh ile bilgisayar, iPod ile müzik endüstrisinde devrim yaptıklarını belirttikten sonra iPhone ile artık cep telefonu piyasasında devrim yapacaklarının müjdesini veriyordu. Jobs haklı çıktı. İnsanlar Haziran 2007’de ABD’de piyasaya sürülen iPhone’u almak için saatlerce kuyrukta beklemişti. iPhone bir telefondan çok öteydi. Google, Android’le akıllı telefon piyasasına girerken, eskinin devleri Nokia, Motorola ve Ericsson o günlerde yakında yaşayacakları çöküşün farkında bile değillerdi. Nokia ve Microsoft, Apple’ın ürünü iPhone’u ciddiye almıyordu. Nokia, cep telefonunda dünya piyasasını elinde bulundurmanın, Microsoft ise iş dünyasını Windows Mobile ile hegemonyası altına almanın rahatlığını yaşıyordu. Bugün ise piyasanın hâkimi Apple ve Google. Nokia ve Microsoft’un bu piyasada adı bile geçmiyor. Apple, gece-gündüz demeden Ocak 2007’de tanıtacakları iPhone için, Google da 5 Kasım 2007’de tanıtacağı Android için çalışırken; Nokia’da ise tam bir ‘iç savaş’ yaşanıyordu. Nokia’nın yıllarca kullandığı yazılım Symbian’ın yerini alması için geliştirilmek istenen Maemo ekibi arasında ‘rekabet ötesi mücadele’ vardı. Rekabet iyiydi ancak Nokia’da yaşanan savaştı. Nokia’nın ilk Maemo yazılımlı N800, Steve Jobs’un iPhone tanıtımından iki hafta önce piyasaya sürüldü. Ancak ürün tam bir fiyaskoydu. Eylül 2007’de piyasaya çıkan N810 da beklenen ilgiyi görmedi. Bu iki ürünün piyasaya sürülmesinde içte yaşanan çatışma etkili olmuştu. Maemo ekibi, Symbian ekibini ‘ekarte’ etmek için hızlı bir şekilde bu iki ürünü piyasaya sürmüştü. Sonuç ise hayal kırıklığı oluyordu. Nokia’nın ilk Finli olmayan CEO’su Stephen Elop, 21 Eylül 2010’da göreve başlarken, hedef özellikle Kuzey Amerika piyasasında Apple ve Google’ı yakalamaktı. Nokia yönetimi Elop’u işbaşına getirirken ‘yenilenmenin’ başarıya ulaştıracağına inanıyordu. Nokia, telefon branşına girdikten sonra ilk zararını 2010’un yaz aylarında yaşadı. Zarar cep telefonu bölümünden değil, NokiaSiemens Network’te olmuştu. 2010’un son çeyreğinde 101 milyon akıllı cep telefonu satılırken bir önceki yılın aynı dönemine göre satışlarda yüzde 87’lik bir artış vardı. Pazarda aslan payı 28 milyon adet satışla Nokia’ya ait olurken, Apple 16 milyon iPhone satışıyla ikinci, Blackberry 15 milyon adetle üçüncü sırada yer alıyordu. Piyasaya yeni aktör olarak giren HTC ve Samsung çok kısa sürede büyürken, Nokia’nın pazardaki payı yüzde 30 oranında azalıyordu. Microsoft’tan transfer edilen Stephen Elop, sadece 1500 çalışanı olan Macromedia şirketinde tepe yöneticiliği yapmıştı. Asıl şöhreti, Microsoft Office’in 2010’daki yeni versiyonunun hazırlanmasında yakalamış bir isimdi. Ancak cep telefonu piyasasında tecrübesi olmayan Elop’un Nokia’nın başına getirilmesi Finlandiya’da tepkiyle karşılanacaktı. İlk 4 ayını şirketi tanımaya ve gelecek stratejisini çizmeye ayıran Elop’un çalışanlarına yönelik yaptığı bir ‘iç konuşma’ sızdırılınca küçük çaplı bir sarsıntı yaşandı. Elop, daha sonra bu iç konuşmayı blogunda yayımlayacaktı. 9 // HABER 10 // HABER Elop, Nokia’nın durumunu, denizin ortasında yangın çıkmış bir petrol platformuna benzeterek “İki seçeneğimiz var: Ya alevlerin bizi içine almasını bekleyeceğiz ya da denize atlayıp kurtulmayı deneyeceğiz.” diyordu. Durum vahimdi. Nokia’nın Apple ve Google ile rekabeti artık imkânsızdı. Elop’a göre Nokia, ekosistemi bozulduğu için rakipleriyle rekabet edecek pozisyonu kaybetmişti. 11 Şubat 2011’de Elop, Microsoft’un direktörü Steve Ballmer ile yaptıkları anlaşma gereği Nokia’nın yeni stratejisini açıkladı. Nokia artık akıllı telefonların yazılımında Windows Phone kullanacak, Symbian devre dışı bırakılacak, MeeGo kesinlikle denenmeyecekti. Bu anlaşma, Nokia’nın 15 yıldır direndiği Microsoft yazılımlarına karşı teslim bayrağı çekmesi anlamına geliyordu. Bu karar Nokia çalışanlarında hayal kırıklığı ve moral bozukluğu yaşatırken, Finlandiya’nın ise ‘gururunu’ incitiyordu. Nokia’nın Android’i kullanmasını isteyenler çoğunlukta olmasına karşılık, Elop, Microsoft’la işbirliğini tercih etti. Elop’a göre bütün rakipler Android’i kullanıyordu. Nokia’nın farklı olanı tercih edince rekabete denge getireceğine inanıyordu. Elop’un Nokia’nın akıllı telefonlarda Windows Phone yazılımı kullanacağını açıklamasından sadece birkaç ay sonra Mayıs 2011’de Microsoft Skype’i alarak tüm dünyadaki cep telefonu şirketleriyle arasını bozdu. Skype, cep telefonları için büyük bir tehditti. İnternet üzerinden cep telefonuna gerek duyulmadan yapılacak görüşmeler pazarın hâkimlerini elbette rahatsız etmişti. Windows Phone, Skype’in alınmasıyla işlevini kaybetmiş oldu. Skype, yüzde 44’lük bir büyümeye imza atarken, dünyadaki her 3 uluslararası görüşmeden biri Skype üzerinden yapılıyordu. Skype’in bilgisayar ve Android sistemli akıllı telefonlar üzerinden rahatça kullanılması, GSM telefon şirketleri için rahatsızlık sebebiydi. Şirketler, Microsoft, Skype’e sahip olduğu müddetçe Windows Phone satmayacaklarını açıkladı. Bu karar sadece Microsoft’u hedef almakla kalmıyor, en büyük zararı “Akıllı telefonlarda Windows Phone yazılım kullanacağım.” diyen Nokia görüyordu. Stephen Elop, Nokia’nın en büyük akıllı telefon üreticisi olduğunu açıklayıp rakiplerinin kendileriyle boy ölçüşemeyeceğini belirtirken, yeni ürün piyasaya sürmeden, kullanmaktan vazgeçtikleri Symbian yazılımlı telefonları satmaya çalışıyordu. Ama kimse firması tarafından idama mahkûm edilmiş bir yazılım sistemine sahip telefonu almıyordu. Nokia, Windows sistemini kullanan Nokia Lumia’yı tam 9 ay sonra piyasaya sürüyordu. Bu süreçte hiçbir Nokia kullanıcısı eski model telefonu yeni bir modelle değiştirme imkânı bulamıyordu. Lumia da ilgi görmedi, satışlar hayal kırıklığı oldu. Dünyanın en büyük GSM operatörü China Mobile, Nokia’nın Symbian yazılımı kullanması halinde Nokia ile çalışacağını açıkladı. Ancak bu istek Nokia’da kabul görmedi. Microsoft’un kurucusu Bill Gates, Windows Phone’un ‘fiyasko’ olduğunu açıkladığında tarihler Şubat 2013’ü gösteriyordu. Aynı zamanda yönetim kurulu başkanı olan Gates’in bu açıklaması Microsoft’un CEO’su Steve Ballmer’in görev süresinin bitmesi anlamına geliyordu. Nokia’nın krizden çıkmak için sarıldığı Windows Phone, Bill Gates tarafından fiyasko olarak tanımlanınca Nokia için artık teslim bayrağı çekmenin zamanı geliyordu. Nokia’nın artık satılmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Samsung, Lenovo, Sony ve Microsoft, Nokia’yı almak için harekete geçerken; 2 Eylül 2013’te Microsoft, Nokia yönetimiyle şirketin cep telefonu bölümünü satın almak için 7,2 milyar dolara anlaştığını, nihai kararın yönetim kurulunun onayından sonra olacağını açıkladı. Nokia yönetimi satışı 25 Nisan’da onaylayınca bir devin sonu gelmiş oldu. KÂĞIT ÜRETİMİNDEN DÜNYA DEVLİĞİNE Nokia, ismini aldığı Nokianvirta Nehri kıyısında 1865’te faaliyetine başladı. O yıl Fredrik Idestam adlı bir mühendis, bir kâğıt hamuru değirmeni kurdu ve kâğıt üretmeye başladı. O günler, endüstride kâğıda çok talep olduğu günlerdi. Şirketin satışları yüksek paylara ulaştı. Nokia ilk olarak Rusya’ya, daha sonra İngiltere ve Fransa’ya kâğıt ihraç etti. Nokia fabrikası oldukça geniş bir işgücü kadrosu kurdu ve etrafında küçük bir topluluk gelişti. Finli bir kauçuk ürünler üreticisi olan Rubber Works (Hâlâ Nokian ismi ile otomobil lastiği üretiyor), sonradan Nokia’yla birleşti ve Nokia markası altında bisiklet, otomobil lastiği, bot gibi ürünler satmaya başladı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Finnish Cable Works hisselerinin çoğunluğunu satın aldı. Finnish Cable Works, II. Dünya Savaşı sırasında artan enerji iletimi, telgraf-telefon ağı ihtiyacına bağlı olarak hızla büyümüştü. Zaman içinde Rubber Works ve Cable Works şirketlerinin sahipliği konsolide oldu. 1967’de üç şirket birleşerek Nokia Grup’u oluşturdu. O yıl elektronik departmanı şirketin satışlarının yüzde 3’ünü oluşturuyordu ve 460 kişi çalışıyordu. 1970’in başında telefon santralleri elektromekanik analog devrelerden oluşmaktaydı. Kısa süre sonra Nokia başarıyla dijital devreleri (Nokia DX 200) geliştirdi. Nokia DX 200 ile bilgisayar kontrollü telefon santralleri en üst düzeyde olabilmekteydi. Nokia’nın iletişim teknolojisinde yükseliş yılı 1979’da Finli televizyon üreticisi Salora ile birlikte Mobira Oy’u kurmasıyla başladı. İki yıl sonra Mobil Network’ün başlangıcı Nokia üretiminin 1981’de Mobil Telefoni’yi (NMT), dünyanın ilk uluslararası cep telefonu şebekesini, icat etmesine imkan tanıdı. NMT daha sonra diğer ülkelerde faaliyete geçti. Nokia, 1984’te araç telefonu Mobira Talkman’i, 1987’de NTM şebekesiyle çalışan dünyanın ilk cep telefonu Mobira Cityman’i üretti. Ağırlığı 800 gr olan Mobira Cityman’in ücreti ise 4 bin 500 Euro’ydu. 1987’de dijital Global System for Mobile Communication, (GSM - Mobil Haberleşme için Global Sistem) piyasaya sürüldü ve Nokia GSM telefonlar geliştirmeye başladı. 1 Haziran 1991’de Finlandiya Başbakanı Harri Holkeri, ilk uluslararası mobil konuşmayı yaparken elinde tuttuğu telefonun üzerinde Nokia markası yazıyordu. 12 // SENEGAL’DE BULUNDUĞUM SÜRE KAFAMDA ‘İNSAN BU ÜLKEYE NEDEN GELIR’ SORUSU VARDI. CAZIP HIÇ BIR YANI YOK. ADETA YOKLUKLAR ÜLKESI. BENIM GIBI DÜŞÜNENLERIN SAYISI OLDUKÇA FAZLA OLMALI KI; ÜLKEDE YABANCI GÖRMEK IMKANSIZ. AMA BIR IDEALI OLANLAR IÇIN SENEGAL’IN ÇÖLÜ BILE VAHA GÖZÜKÜR. HASAN CÜCÜK [email protected] Senegal ne yana düşer İstanbul Atatürk Havalimanı’nda Dakar uçağına binmek için beklerken dikkatimi yolcuların ‘ten’ rengi çekiyordu. Beyaz görmek neredeyse imkansızdı. Uçağa bindiğimizde Timetohelp Derneği’nin yardımlarını götüren 12 kişilik bizim gruptan başka bir tane Türk vatandaşı daha vardı. Siyahilerin ezici çoğunlukta olduğu uçakta 3-5 Çinli ve İranlı vardı. Uçaktaki diğer Türk’le tanıştığımızda; ‘Afrika’ya ya işadamı ya da Türk okullarında çalışanlar gider’ sözünün bir kez daha doğru olduğunu görüyorduk. Mehmet öğretmen Senegal’de bir yıl kaldıktan sonra tayininin çıkmasıyla Türkiye’ye memleketi Balıkesir’e dönmüş. Kalan eşyalarını toplamak için geri giderken ‘Haydi iyisin tayinin memleketine çıkmış’ dediğimde ‘Yok abi döndüğüm için çok üzgünüm. Buraları çok sevmiştim’ diyordu. Oysa Senegal hiçte öyle sevilecek ve yaşanacak bir yer değildi. Gidiş gayesi farklı olunca seviliyordu. Senegal’i Avrupa ile kıyaslamak çok yanlış olur. Başkent Dakar’ın sokaklarında dolaşırken, 1990’lı yılların Şarkışla’sına yolculuk yaptığımı hissettim. Çöl ortasında bir ülke olmanın ne demek olduğunu Senegal’de görmüş olduk. Tüm sokaklar kumla kaplı. Asfalt olan yolları bile kum kaplamış. Kısaca kum hayatın bir parçası olmuş. Fransız sömürüsü olan Senegal 1960’da bağımsızlığını ilan etmiş ama hala herşeyden Fransız hakimiyeti var. Resmi dilin Fransızca olduğu ülkede, Fransa’da çöpe atılacak arabalar caddelerde seyrediyor. Dakar caddelerinde bir tarafına çarpılmamış araba görmek imkansız. Trafikteki kaosa rağmen sürücüler birbirine son derece saygılı. Bu aslında Senegal halkının genel karakterini yansıtıyor. Munis, ılımlı, kavgadan, gürültüden uzak karaktere sahipler. Senegal’de bulunduğum süre kafamda ‘İnsan bu ülkeye neden gelir’ sorusu vardı. Cazip hiç bir yanı yok. Adeta yokluklar ülkesi. Benim gibi düşünenlerin sayısı oldukça fazla olmalı ki; ülkede yabancı görmek imkansız. Ama bir ideali olanlar için Senegal’in çölü bile vaha gözükür. Tıpkı 1997’de bu ülkeye gelen ‘önden giden atlılar’ gibi. Bugün sayıları 10’dan fazla olan Yavuz Selim eğitim kurumlarının temeli tam 17 yıl önce atılmış. İlk gelenlerin yaşadığı zorluğu anlatanlar ‘Biz şimdi çok rahatız’ demeyi ihmal etmiyorlar. Hiç Türk’ün olmadığı dilini bilmediğin, fakirliğin hüküm sürdüğü bir ülkeye gelip geriye dönmemek her kişinin değil gerçekten erkişinin yapacağı bir yiğitliktir. Yavuz Selim Kolejleri, çölde vaha gibi. Türkiye’deki Hizmet kurumları standartlarında fiziki şartlara sahip. Kolejlerde kullanılan tüm malzeme Türkiye’den gitmiş. Çünkü Senegal’de kaliteli inşaat malzemesi bulmak imkansız. Binalar çok sıradan malzemelerle yapılıyor. 1980’li yıllarda Şarkışla’dan aşina olduğum briket kullanılıyor. Tuğla ile yapılan ev görmek neredeyse imkansız. Yavuz Selim Koleji’nin misafirhanesinin sorumluluğunu yapan Senegalli İsa, dünya tatlısı biri. İsa, katolik bir ailede doğmuş. 3 yıl önce İslamla müşerref olmuş. 28 gün Türkiye’de kalmış. İyi sayılacak derecede Türkçe konuşuyor. İftar sonrası yaptığı çay ve mango servisleri ve ‘nerelisin’ soruma -birazda baskıyla- ‘Sivaslıyım’ demesiyle İsa ile olan gönül bağımız oldu. Senegal’de 200 kadar hizmet gönüllüsü var. Ailesiyle sadece öğretmenler hicret etmemiş. Teknisyen olan Elazığlı Necati abi, emekli olduktan sonra eşiyle beraber buraya gelmiş. Necati abinin 5 çocuğu var ve hepsi değişik ülkelerde hizmet ediyor. İki yıldır kız kolejinin tüm teknik ve tamirat işleri Necati abiye emanet edilmiş. Müdür beyin ifadesiyle ‘Necati abi bizim gören gözümüz, tutan elimiz’. Avrupa’da gitmediğim ülke neredeyse kalmamıştı. İlk kez Afrika’da bir ülkeye gittim. Avrupa’da yaşayıpta Afrika’yı anlamak imkansızdır. Mutlaka gidip yakından görmek ve halimize şükretmek lazım. 13 // SIRPLARIN BOSNALILARA YÖNELİK KATLİAMLARINDA, AFRİKA’DA KABİLELERİN BİRBİRİNİ KATLETTİĞİNDE, DÜNYA BU VAHŞETE GÖZ YUMDUĞUNDADA BURADAYDIM. TÜRKMENLERİ, EZİDİLERİ, KÜRTLERİ KISACASI ÖNÜNE GELEN HERKESİ ZALİMCE ÖLDÜREN ZALİM, GADDAR IŞID’E KARŞI YAPILACAK BİR MİTİNGDE DE BURADA OLACAĞIM. HÜSEYİN ARAÇ [email protected] İnsan olduğum için Danimarka demokratik bir ülke ve Danimarka anayasasına göre , bu ülkede yaşayan insanlar kanun karşısında eşittirler. Bunu bilmelerine rağmen Venstre (Liberal) Partisinin politik sözcüsü Inger Støjberg, Danimarka’ya gelecek olanlara ayrı ayrı işlem yapılmasını istiyor. Örneğin Güney Amerika ve batı ülkelerinde gelenlere aile birleşimi, yeşil kartla oturum alma şartlarının kolaylaştırılmasını ama Ortadoğu’dan ve müslümanlar ülkelerden geleceklere daha ağır şartlar uygulanmasını, hatta gelmemesini istedi. Buna neden ise, Ortadoğuda veya müslüman ülkelerden gelenler Danimarka toplumuna uyum sağlamakta zorlanıyorlarmış vede entegre olmuyorlarmış. Bu konuyu anlattıklarımdan aldığım yanıtlar beni hayretler içerisinde bıraktı, birçoğu boşver ya, bana ne. Anadil eğitimini kaldırıyorlar ne diyorsun ? Boşver ya bana ne; ilkokula giden çocuğum yok. Bakım kotratlarını kaldırıyorlar ne diyorsun ? Boşver ya bana ne; benim kontrat yok. 24 yaş kaidesini getiriyorlar ne diyorsun? Boşver ya bana ne; o yaşta çocuğum yok. Memlekete Cumhurbaşkanı seçiliyor ne diyorsun? Boşver ya bana ne; ben maça gideceğim. Filistin halkı kan revan içinde, çoluk çocuk, kadın kız demeden öldürüyorlar ne diyorsun? Başkaları ne der bilmem ama, benim cevabım aşağıda. Arhus şehrinde düzenlenen İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarını protesto gösterisinde konuşmamda , BM ve diğer uluslararası kuruluşlara çocukların ve masum insanların öldürülmesini durdurun çağrısında bulundum. Mitingdeki konuşmamın özeti şu şekildeydi: ’Ben daha öncede bu meydandaydım, daha öncede dünya kamuoyuna sesim çıktığı kadar bağırmıştım. Saddam Hüseyin’in Halepçe de 5 bin Kürt’ü gazla zehirlediğinde, katliam yaptığındada buradaydım. Sırpların Bosnalılara yönelik katliamlarında, Afrika’da kabilelerin birbirini katlettiğinde, dünya bu vahşete göz yumduğundada buradaydım. Türkmenleri, Ezidileri, Kürtleri kısacası önüne gelen herkesi zalimce öldüren zalim, gaddar IŞID’e karşı yapılacak bir mitingde de burada olacağım. Bugün burada sizinle beraberim, burada olmam politikacı, yabancı, belli bir inanca, sol veya sağ görüşten olduğum, Ortadoğu ülkelerine yakın bir coğrafyadan geldiğim için değil. Bir insan olduğum için buradayım. Bugün, başka insanların insan haklarına, yaşam haklarına destek vermek ve de insanlara zulüm eden, onları evlerinden barklarından eden güçlere dur demek için buradayım. Ben demokrat bir insan ve savaşa karşı olduğum, çocukların, kadınların savunmasız insanların öldürülmesine karşı olduğum için buradayım. Buna benzer olaylara dünyanın neresinde olursa olsun bir insan olarak karşı çıkmaya devam edecek, her zaman mazlumdan, her zaman güçsüzden, her zaman haklıdan yana olmaya gayret göstereceğim. Bunu yaparken haksızlığa, zulme uğrayan insanların hangi inanca, hangi milliyete dahil olduğunu sormadan yapacağım, şimdiye kadar da öyle yaptım. Her insanın yaşam hakkı vardır. Her insanın iyi bir çocukluk, gençlik ve ergenlik dönemine ihtiyacı vardır. Her insanın özgürlüğe, refaha vede eşitliğe hakkı vardır. İnsana insan olarak değer vermeliyiz. Çocukların kadınların, sivillerin kısacası insanların ölmemesi için mücadele etmeliyiz. Gazze’de bir insanlık dramı yaşanıyor, 1770 kişi öldürüldü, 7000 kişi yaralı. Filistin halkının suya , ekmeğe, ilaca, hastaneye, okula, başını sokacağı bir eve ihtiyacı var. Filistinliler kan ağlarken dünya göz yumuyor. Hele Arap ülkeleri bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın politikası yürütüyorlar. Gazze 1,8 milyon Filistinliye açık hapishane yapılmış, İsrail biz Hamas’a karşı savaşıyoruz diyor, ama Hamas nerede? Ölenlere bakın, plajda oynayan 7-8 yaşlarındaki çocuklar ölen kadınlar hiç Hamas’ın askerlerine benziyor mu? Filistinlilerin gideceği, kaçacağı bir yer yok. Gazze’deki insanlara sahip çıkan, dertlerine derman olan, çocukların acı yaşamını anlatan yok, Onun için ben buradayım, onun için biz buradayız. Arap Birliği’ymiş, şu ülkeymiş bu ülkeymiş herkes kendi menfaati peşinde. Onun için ben ve burada bulunan herkes Birleşmiş Milletlere çağrı yapıyoruz, ’bu kanı, bu zulmü en kısa zamanda durdurun’. Ben ve bizler Danimarka hükümetine çağrıda bulunuyoruz, ’elinizde ne gelirse yapın, bu savaşı durdurmaya çalışın, bu ambargoyu kaldırın. Göz göre, göre ölüme terk edilen Filistinli çocuklara bir gelecek sağlayın.’ Bunu çocuklar için, kadınlar için, sivil insanlar için, insanlık namına, Allah aşkına, daha çok geç kalmadan yapın” 14 // SAĞLIK DIL DEĞIL AĞIZ YARASI Ağız yaraları yani aftlar, on kişiden birinde görülüyor. Hal böyle olunca da pek önemsenmiyor. Oysa bağırsak hastalıklarından romatizmaya, kan hastalıklarından vitamin eksikliklerine kadar birçok önemli rahatsızlığın habercisi olabiliyor. MERVE TUNÇEL Ağız yaraları yani aftlar, on kişiden birinde görülüyor. Hal böyle olunca da pek önemsenmiyor. Oysa bağırsak hastalıklarından romatizmaya, kan hastalıklarından vitamin eksikliklerine kadar birçok önemli rahatsızlığın habercisi olabiliyor. Domates, biber, patlıcan… Bunlar yalnızca mazide kalmış şarkı sözlerinden ibaret değil, ağız yaralarından muztarip olanlar için. Bir kâbus adeta. Üstelik sadece bu gıdalar değil, daha birçoğu. Ağızda nadiren çıkan, bazılarımızda ise çok daha sık oluşan minik, beyaz renkli yaralar hayatı adeta zehir ediyor. Sırf bu yüzden çok sevdiğimiz yemeklere uzaktan bakmakla yetindiğimiz çok olmuştur. İnsanı su içmeye bile korkar hale getiren ağız yaraları, bizi bebekliğimize geri götürür. Sonrası, gelsin yumuşak gıdalar gitsin asitli içecekler, çok soğuk ve sıcak yiyecekler… Acıbadem Ataşehir Tıp Merkezi’nden Cilt Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Simin Ada, “aft” olarak adlandırılan ağız içi yaralarının sebeplerini ve ne zaman ciddiye alınması gerektiğini anlattı. Ağız içi yaraları, erkeklerden çok kadınlarda görülüyor. Bazı kişilerde, tam tahıl, glüten, çikolata, soya, peynir veya fındık gibi gıdalara karşı vücudun gösterdiği aşırı duyarlılık ağızda aftlara yol açabiliyor. Stres ve regl dönemleri de diğer tetikleyici unsurlardan. Bu yaralar genellikle diş yüzeyindeki düzensizlikler ya da ısırmaya, aşırı sıcak-soğuk ya da sert gıdalara bağlı gelişiyor ve kendiliğinden düzeliyor. Ağızda oluşan yaraların sık rastlanan diğer bir nedeni de tekrarlayan aft hastalığı. Bu hastalık on kişiden birinde görülüyor. Ortası grimsi-beyazımsı, kenarları kırmızı bir halka ile çevrili ağrılı aftlar oluşuyor hastalarda. Sıklıkla 1-2 hafta içinde kendiliğinden geçiyor. Nedeni tam olarak bilinmese de bağışıklık sistemindeki bir bozukluğun bunda rol oynadığı düşünülüyor uzmanlarca. Genetik yatkınlık da olabiliyor. Çeşitli kanser ilaçları, ağrı kesiciler, bazı tansiyon ilaçları ve antibiyotikler de aft benzeri ağız yaralarının sebeplerinden. Ancak tekrarlayıcı aft benzeri yaralar çeşitli sistemik hastalıkların bulgusu da olabiliyor. Bu hastalıklar arasında Behçet hastalığı ilk sırada. B12, folik asit ve demir eksiklikleri, bağırsak hastalıkları (ülseratif kolit, crohn, çölyak hastalığı vb.), romatolojik hastalıklar ve bazı kan hastalıkları da bunlardan. Bu yüzden yarar deyip geçmemek gerekiyor Doç. Dr. Simin Ada’ya göre. Yılda üç defadan fazla, uzun süreli, büyük ve sayıca çok yara çıkıyorsa mutlaka bir uzmana görünmekte fayda var. Sebebine göre tedavi en doğrusu Ağızda çıkan yaraların sebepleri değişkenlik gösterdiğinden, tedavinin de buna göre planlanması gerekiyor. Ayrıca hastalığın şiddeti ve tekrarlama sıklığı da önemli. Bölgesel tedavide ağrı kesici, yara yüzeyi örtücü, antiseptik ya da antibiyotik içerikli jel, sprey ve ağız gargaraları, yara iyileşmesini hızlandıran kortizon içerikli kremler kullanılıyor. Kullanılan bir ilaca bağlı gelişen ağız yaraları ilacın kesilmesiyle hızla düzeliyor. Altta yatan sistemik bir hastalığın belirtisi olarak gelişen ağız yaralarında, bu hastalığın uygun şekilde tedavi edilmesi gerekiyor. Böylece ağız yaraları etkili bir şekilde tedavi edilmiş oluyor. Vitamin eksikliğine bağlı ağız yaralarında, bu eksikliğin giderilmesi şart. Kanser kökenli bir ağız yarasının tedavisindeyse cerrahi operasyon gerekebiliyor. Sebepleri neler? -Diş darbeleri ve yanıklar (ağız içi travmaları) -Tekrarlayıcı aft hastalığı -Enfeksiyonlar -Bağışıklık sistemiyle alâkalı hastalıklar -Vitamin eksiklikleri -Bazı ilaçlar TIL AUGUST SLÅR NØRREBRO PRIVATSKOLE DØRENE OP Vi har pladser tilbage i 0. til 9. klasse Vi tilbyder: Høj faglighed Erfarent lærerteam Eleven i centrum Mentor-ordning Gennemprøvede metoder Tæt skole-hjem samarbejde A: Glentevej 61 - 2400 København NV E: [email protected] / www.npskole.dk 16 // HABER Yeni medya anlaşması yürürlükte Kültür Bakanı Marianne Jelved son dönemde bütün siyasi partilerle yeni bir medya anlaşması yaptı. Bu anlaşma, DR, TV2 bölgesel kanalları, Radio24Syv ve Danimarka Film Enstitüsü’ne bildirilmek üzere yeni lisans değerleri konusunda bir mutabakat yapılması anlamına geliyor. Jelved, anlaşmanın toplumsal hizmeti güçlendireceğine vurgu yaparak: “Bütün gruplar gelecek dört yılın medya politikasının arkasında ve umarız Danimarkalılar bundan memnun kalır” dedi. Anlaşma aynı zamanda DR kanalında kullanılan Danca ve bölgesel içeriğin güçlendirilmesi gerektiğini vurguluyor. Bununla birlikte kamu hizmet alanının ve Danimarkalı yapımların desteklenmesi adına bölgesel film sermayelerinin de büyümesi anlamına geliyor. Bugün hane başına 2436 kronluk lisans düşüyor, bu rakam yılda 4,4 milyar krona denk gelir. Yeni anlaşmada haneler için oluşturulan lisanslar olduğu gibi bırakıldı. DR hali hazırda lisanstan 3,7 milyar kron, TV2 ise yarım milyar kron kazanıyor. İşletme lisansı kaldırıldığı için her iki taraf için de gelecek dört yıl içinde lisans akışı düşürülecek. Bunun yanında yerel istasyonlar, Danimarka Film Enstitüsü ve Radio24Syv yeni lisans değerleri alacak. DR ve TV2 bölgesel kanalları ile yapılan anlaşma sonunda yürürlüğe giriyor. EĞITIMDE YENI BIR SOLUK: HØJE TAASTRUP PRIVATE GYMNASIUM BAHAR KOPENHAG Danimarka’da Türkiye kökenli müteşebbislerin açtığı eğitim kurumlarına bir yenisi daha ekleniyor. ‘En iyi yatrım eğitime olandır’ prensibiyle haraket eden eğitim gönüllerinin açtığı Høje Taastrup Private Gymnasium (Høje Taastrup Özel Lisesi) 19 Ağustos’ta öğrencileriyle buluşacak. Høje Taastrup istasyonuna 10 dakikalık yürüme mesafesinde olan lise binası geniş ve yeni sınıflarıyla dikkat çekiyor. Høje Taastrup Private Gymnasium Müdür Yardımcısı Servet Dönmez, STK lisesi olarak hem fen bilimleri (Naturvidenskabelig studieretning) hem de sözel bölümden (Sproglige studieretning) oluştuklarını söyledi. Danimarka’da lise eğitiminin üniversite kapısını açtığını belirten Servet Dönmez, ’Maalesef Türkiye kökenliler arasında eğitimlilerin oranı henüz istenilen seviyeye ulaşmadı. Bu yıl eğitime kapılarını açacak lisemiz sayesinde bu oranın arttırılması için gayret göstereceğiz.’ dedi. Tecrübeli öğretmen kadrosuyla kısa sürede eğitimde marka olmak istediklerinin altını çizen Dönmez, öğrenci- veli – okul işbirliği sayesinde bu hedefe ulaşacaklarına olan inancının tam olduğunu söyledi. Liseye olan ilginin ilk yıl olmasına karşılık oldukça iyi olduğunu belirten Dönmez, Eğitim Bakanlığı’nın resmi onayıyla Türkçe’nin ikinci bir yabancı dil olarak (Anden fremmedsprog) seçilebildiğini söyledi. Høje Taastrup Private Gymnasium Müdür Yardımcısı Servet Dönmez, okul kayıtlarının devam ettiğini belirterek, ’28 44 97 29 numaralı telefonu arayıp daha ayrıntılı bilgi elde edebilirsiniz’ diye konuştu. Yurt dışındaki uzmanlara ulaşılacak Yurtdışındaki kalifiye elemanlara ulaşmayı kolaylaştırmak üzere hükümet ile yapılacak anlaşmaya Birlik Listesi dışında parlamentodaki bütün partiler sıcak bakıyor. Anlaşma ile yıllık yükseköğrenim görmüş bin kişiye ulaşıp her şeyden önemlisi şirketlerin uluslararası çalışanları daha kolay ve hızlı bir şekilde işe almasını sağlanacak. Vergi Bakanı Morten Östergaard, ”Bunlar şirketler tarafından en çok rağbet gören reformlar. Üç yeni anlaşmayla, yabancıların Danimarka iş piyasasına girmesi kolaylaşacak ve böylece şirketlerin istihdamı kolaylaşacak.” dedi. Uçakları ve 40 askerini geri çekti Danimarka, yaklaşık 40 asker, subay, pilot ve hava kuvvetlerini Hercules nakliye uçağı ile birlikte Batı Afrika ülkesi Mali’nin başkenti Bamako’dan geri çekti. Hava Kuvvetleri ve Dışişleri Bakanlığı, Danimarka’nın çatışmalı bir ülkede iki ay daha kalmasını isteyen BM’nin isteğini reddetti. Dışişleri Bakanlığı tarafından görev, bu yıl şubat ile haziran ayları arasında gerçekleştirildi. Danimarka Hercules hava aracı, savaşın gerçekleştiği Mali’nin kuzey kısmına malzeme götürdü ve yaralıları taşıdı. Hastalıklar tahmin edilebilir Bir araştırma ekibi, Danimarkalıların son 15 yılda geçirdiği tüm hastalıkları araştırdı. Farklı tedaviler arasında kurulan ilişkiyi görebilmek için test döneminde vefat eden kişiler de dahil olmak üzere, hastalık verileri toplanmış olan 6.2 milyon hasta bulunmaktadır. Kopenhag Üniversitesi ve Danimarka Teknik Üniversitesi’nden Prof Sören Brunak, ”Hastalıkların birbirini nasıl takip ettiğini görebiliyoruz ve bunlar hastalıklara ilişkin öngörülerde bulunabilmemiz için temel oluşturuyor” dedi. Sören Brunak, birbirinden farklı 22 bin tanının araştırılıp hastalıklar arasındaki bağlantıların bulunduğu bu projenin arkasındaki önde gelen kişilerden biri. Sören Brunak, ”Bulduğumuz sonuçları insanların tedavilerini daha iyi hale getirmek için kullanabiliriz, çünkü hastalığın nasıl ilerleyeceğini daha iyi biliyoruz” diye belirtti. Özlem Çekiç üçüncü kitabını yazdı Daha önce ’Ayşe’nin Kırmızı Örtüsü’ ve ’Ayşe’nin Pjaması’ adlı iki kitap yazan Özlem Çekiç, üçüncü kitabına ’Ayşe’nin Ramazanı’ adını verdi. Kitaplarının 8 yaş ve yukarısı çocuklar tarafından okunduğunu söyleyen Çekiç, kitabını Ramazan’dan önce yayınlatmak için yoğun bir çalışma dönemi geçirdiğini belirterek, ”Kitabımda Ayşe ve ailesinin ramazanı nasıl geçirdiklerini anlatıyorum. Bence ramazan ayı Noel’ebenziyor. Bazılara ramazanın hiç yemek yememek anlamına geldiğini sanıyorlar. Oysa aileler birbirini ziyaret ediyor, birlikte oluyor ve akşamları güzel yemek yiyorlar. Tabi hastalar oruç tutmuyorlar. Kitabımda çocukların oruç tutmaları halende eğitimde zorluk çektiklerini ve oruç tutmak zorunda olmadıklarını anlatıyorum. Yetişkinlerin çocuklarla konuşup kötü olmaları durumunda oruç tutmak zorunda olmadıklarını anlatmaları gerekir. Ramazan da umarım daha çok insan birbirini davet eder. Örf ve adetler başkalarıyla paylaşınca daha zenginleşiyor” dedi. Kitaplarının okullarda eğitim aracı olarak kullanıldığını belirten Özlem Sara Çekiç, yeni kitaplar yazması için teklif aldığını söyledi. 1 8 / / R Ö P O R TA J Yıllardır göz önünde bir hayat süren Cüneyt Arkın’ın bilinmeyen birçok yönü var. Mesela hikâye yazarlığı, şairliği, resim sevdası... Lisede edebiyat öğretmeninin kapısını aşındırmış, üniversite arkadaşlarıyla dergi çıkartıp, hikayelerini yayınlamış. Cüneyt Arkın 1937’de doğdu. Beş yıl sonra babasının yanında çoban oldu. Öksüz kuzuları sevdi, köpeğini, eşeğini… Güneşten, soğuktan bağrı yanık, kara, kuru, yoksul… Ama sonsuz hür bir çocukluğu oldu. Gençliğinde hiçbir kızın elini tutmadı. Ve bir gün doktor oldu, sonra ‘artiz’. Malın gözüydü artık. Nice kadınlar sevdi, hiçbiri yoktu. Çünkü onları öpmüyor, karate yapıyordu. Yüzlerce film, o kadar köfte. Hayatı boyunca ‘nayır, nolamaz’ dedi. Geçenlerde öldü, reklam filmi çekerken… Cüneyt Arkın’ın kendini anlattığı şiiri bu. Eskişehir’in minik dağlarında koyun güden, bostan bekçiliği yapan, imkansızlıklara diz çöktürüp okuyan, önce doktor, sonra Artist mecmuanın yarışmasında derece alıp oyuncu olan bir yıldızın hayatının kısa bir özeti. Yıldız oyuncuyu iki farklı şekilde anlatabiliriz. Birincisi Cüneyt Arkın. Güçlü, yiğit, cesur karakterlerin vazgeçilmez oyuncusu, orduları tek başına altüst eden, kaleler fetheden bir kahraman, duygusal, romantik karakterlerle zihinlere kazınan yakışıklı bir jön. Diğer ise Fahrettin Cüreklibatır. Kendi halinde bir hayat süren, yalnız, eşine, çocuklarına düşkün bir aile babası. Biri ne kadar göz önünde, ulaşılmaz görünse de, diğeri o kadar samimi, elinizi uzatıp yüreğine dokunabileceğiniz kadar yakın, görünür olmaya hak ettiğinden fazla değer atfetmeyen biri. Yıllardır göz önünde bir hayat süren Cüneyt Arkın’ın bilinmeyen birçok yönü var. Mesela hikâye yazarlığı, şairliği, resim sevdası... İlkokul yıllarında NE YOKLUK ÇEKTIM, ANLATAMAM! AYHAN HÜLAGÜ okuduğu kitapların etkisiyle başlamış yazı merakı. Lisede edebiyat öğretmeninin kapısını aşındırmış, üniversite arkadaşlarıyla dergi çıkartıp hikâyelerini yayınlamış. Cemal Süreya’nın teşvikiyle de şiir kaleme almaya başlamış.. O gün bugündür anılarını hikâyelere döküyor, duygularını şiirle paylaşıyor, yağlıboya tabloları (son on yıldır) yapıyor. Arkın’ın kişisel hikâyesinden hobilerine anlatılacak çok şey var. En iyisi biz aradan çekilelim sözü kendisine verelim. BOSTAN BEKÇILIĞI YAPIYORDUM Tarlada doğurmuş annem beni, Eskişehir’de. Engerek yılanının yaşayamayacağı bir yerde. 13 kardeşmişiz. Ayağa kalkan üç kişi. Diğerleri yoksulluktan, cehaletten öldü. Yüz koyunun peşinde ablam, ben, annem koşturup geçimimizi sağlardık. Çocukluğum babamla koyun gütmekle geçti. Bütün yoksulluğa, çektiğim acılara rağmen mutluydum. İki ablam genç kızlıklarını yaşamadı. Bahçemizde bir zerdali ağacı vardı, ablam zerdaliler toplar, bana verirdi. Dünya zerdali kokardı. Annem, babamla işte olduğu için ablam ilgilendi benimle, annelik yaptı. Hürdüm… Aileye ekonomik katkıda bulunmak için yazları üç ay bostan bekçiliği yapardım. Tek başıma değildim, iki köpeğim vardı, bir de sıpam. Dostluğu, vefayı, fedakârlığı onlardan öğrendim. Toprak, çiçek, güneş, gökyüzü… Tabiatla baş başa kalmanın bana kazandırdığı iç zenginlik müthişti. Cüneyt Arkın olduğumda hep oradan harcadım, bu hep beni zengin tuttu. Babamın beni bir kere kucağına alıp sevdiğini hatırlamıyorum. Başaramayacağı hiçbir şey yokmuş gibi gelirdi. Çok büyük bir insandı. Bir yere mevsimlik çalışmaya gider, iki üç koyun, yarım torba buğday ile geri dönerdi. Müthiş bir şeydi. Pazara yağ, deri, annemin ördüğü paketleri götürür, yerine şeker, gaz yağı ile takas ederdik. Lise sona kadar gaz lambası ışığında ders çalıştım. Yokluk vardı, yoksulluk… İNSANLARDAN UZAK, YALNIZDIM İlk, ortaokul, liseyi Eskişehir’de okudum. Öğretmenlerimiz Atatürk’ün eğitim neferleriydi, bizi çok iyi eğittiler. Dönem arkadaşlarım önemli insanlar oldular. Matematiğe çok meraklıydım, öğretmenimin tereddüde düştüğü soruları bile çözdüğüm olmuştur. Hâlâ üniversiteye giriş sınavlarının matematik sorularını çözerim. İlkokul öğretmenim Maide Coşkuner bana sürekli kitap verirdi. İlk kitabım Kimsesiz Çocuk. Çünkü ben de insanlardan uzak, yalnızdım. İlkokul arkadaşlarım yanıma pek sokulmazdı, nedeni sonradan anladım. Kümes taşıyorum, hayvanın kokusu üzerime siniyor, ondan … Çocukken pek hayalim yoktu. Bostan bekçiliği yaptığım dönemde kara tren geçerdi önümden. Yolcu vagonunda sarı saçlı, mavi gözlü, çiçekli elbiseli bir genç kız gördüm ya da hayal ettim. Cüneyt Arkın olduğum dönem de hep onu aradım. Zaten karım ona benzediği için evlendim. Eskişehir’de Porsuk’un etrafında yazlık sinemalar vardı. Tahta sandalyeler, ay çiçek çekirdekler, beyaz gazoz… Ailece en büyük eğlencemiz yılbaşı gecesi sinemanın ucuz bölümünde rahatsız sandalyelere oturup film izlemekti. Ablam zaman zaman Sakarya caddesindeki sinemaya götürürdü beni. Beşe çeyrek kala -yani koyunların sağılma 2 0 / / R Ö P O R TA J zamanı- çıkar, eve dönerdik. İzlediğim filmlerin hiçbirinin sonunu görmedim. HAYAT MATEMATİKTİR Yazmaya okul çağında başladım. Lisede yazdıklarımla edebiyat öğretmenimin canını çıkarıyordum, alın bunu eleştirin diye. İstanbul’a tıp okumaya geldiğimde dergilere hikâye yazıp gönderiyordum. O zamanlar Pazar Postası çıkıyordu; siyaset, sanat dergisi… Sonra açlıktan ölmemize rağmen üniversiteli arkadaşlarla Elek adlı bir dergi çıkardık, tek sahifelik. O dergi de Cemal Süreya’nın ilgisini çekmiş. İkinci Yenicilerle tanıştık, görüşmeye başladım. Cemal Süreya haftada bir gelir, sanat-şiir üzerine konuşurdu. Bir gün dedim ki, ben şiir yazmak istiyorum. ‘Tamam,’ dedi, iki yüz tane kitap getirdi. Şair olmak için sosyolojiden, resimden, ritimden, tarihten, hukuktan ve matematikten anlayacaksın, dedi. Lütfi Akad’la Yaralı Kurt’u çekiyoruz, ben asistanlık yapıyorum, rejisör olmak isteğindeyim. O da dedi: Heykeli, müziği, ışığı bileceksin ama en önemlisi matematik. Hayat matematiktir. Ne yaparsan yap matematiğin iyi olmalı. Bir insanı çılgınca güldürecek bir durumda, aynı mutluluğu hayat boyu yaşamadım. Cüneyt Arkınken bile çok acılar çektim. Doktorken artist oluyorsun, sürekli bir çaba göstermen gerekiyor. Ne şöhreti gördük, ne parayı. Görseydik, Orhan Günşıray gibi bir sinema devi sigorta hastanesinde üç kişilik bir odada ölmezdi. Yalnız olduğum dönemlerde karşıma çıktı eşim. Bir gençlik toplantısında aynı yalnızlığı yaşadığını gördüm. Herkes Cüneyt Arkın deyip övgülere başlayınca bozulmuş. Şöhret falan sevmiyor. Ben de bunu yediremedim, üzerine gittik derken birkaç defa daha buluştuk. Anne, babası vermedi, ata bindirip kaçırdım. Karım çok şekerdir, gece gündüz çalışır. “Hazırlan. Bir akşam yemeğine gidelim.” diyorum. Sabaha karşı geliyorum, giyinmiş, hazır bekliyor, hiç de şikâyet etmiyor. İçki dönemim vardı, lanet bir şeydi. Bir kadın çekemez ama çekti. Bana alkolü bıraktıran odur, Betül. Biraz vicdanın varsa utanıyor, ona göre davranıyorsun. İki çocuğum var: Kaan ve Murat. Hiçbir zaman ismimi kullanmadılar. Murat, 6. yılda diploma alacak, onun için okula gittim. Arkadaşları, öğretmenleri babasının Cüneyt Arkın olduğunu öğrendi. Hayırlı evlatlar, sözümüzden çıkmadılar, çıkmazlar. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra askere gittim. Uçuş hekimiydim, aynı zamanda uçak fabrikasında sivil hastalara bakıyordum. Halit Refiğ’le orada tanıştık. Fiziğimi, konuşmamı beğenmiş, “Bir doktor rolü var, oynar mısın?” dedi. Vakit olmadı, oynayamadım. Nöroşirürji ihtisası yapmaya niyetlendiğim dönem… Kadro yok, açlık, sefalet, ayağımda postallar. Bir akşam karşılaştık Galatasaray’da. Yağmur düşmüş, parkeler parlıyor. “Ne yapıyorsun doktor? Bir filme başlıyorum. Oynar mısın?” dedi. Oynarım, dedim: “Kaç para vereceksin?” -500 lira. O parayla İstanbul’da bir sene geçinirim. Gurbet Kuşları’nda oynadım, oynarken birkaç teklif daha geldi. Kadro beklerken sinema yolculuğu başladı. Bir sabah uyandım, Cüneyt Arkın olmuşum. Film, kırsal kesimden şehre gelen ailelerin hikâyesini anlatıyordu. Benim hikâyeme benziyor. Filmde nasıl sırtımda yatak, elimde valizle İstanbul’a geldiysem, tıp okumaya da öyle geldim. Aynı kara tren, aynı vapur… Cüneyt Arkın adını almamda hem Halit Refiğ’in hem Recep Ekicigil’in katkıları oldu. Cüneyt’i babam seviyordu, o isim teklif edince kabul ettik. Müslüman bir Türk kahramanının ismi. Arkın da dergi çıkarırken gittiğimiz, istediğimiz kitabı aldığımız kitabevinin adı. Ona bir vefa borcu. OĞLUM BENDEN DAHA İYİ Panzehir çok değişik bir film. İhanet, iç hesaplaşma, dram, aşk her şey var. Öz oğlum gibi sevdiğim Kadir’i düşmanların üzerine gönderiyorum, o sırada büyük bir kıyım başlıyor. İzleyenler, “Böyle bir Türk filmi görmedik. Kalıplardan bıktık, böylelerine ihtiyaç var.” diyor. Oğlum Murat da oynadı. Mükemmel bir deneyimdi. O harika bir herif. Gelip beni hep izliyormuş, ne yapıyor, ediyorum diye. Bir mekâna girişi var, Cüneyt Arkın mı giriyor, Murat mı anlayamazsın. Birçok yerde benden daha iyi, detayları yakalamış. Adamın içinde varmış, demek ki. Daha önce Yaralı Kurt’ta kötü adamı oynamış, ödül almıştım. Burada yine kötüyüm. Oyunculuk imkânı veren bir rol, ondan kabul ettim. Devamı da planlanıyor, bakalım. ‘ÇOCUKLARINA ÇOK DÜŞKÜN’ Betül Cüreklibatır (Eşi):1968’den bu yana evliyiz. Sanatçıyla beraber olmak çok zor. Kıskançlıkları, zamansızlıkları oluyor. Uzun vadeli ilişkinin sırrı sevgi. Başka türlü olamaz. Bana olan ilgisi, sevgisi, çocuklarına olan bağlılığı çok değerli. İyi bir eş, tamam. Dahası iyi biri baba, o inkar edilemez. Ben de çocuklarıma düşkün olduğum için o beni etkiliyor. Şimdikiler bir hafta sonra çekip gidiyor, çocuk falan da dinlemiyorlar. İnsanda biraz sabır olacak. Eşimle ilk tanıştığımız dönemde aramızda sağlam bir bağ olmadığı için Cüneyt dedim, ne zaman işin içine aşk girdi Fahrettin demeye başladım. O gün bugündür Fahrettin. Cüneyt sinemada bir jön, o başka. Çocuklarına Cüneyt Arkın olduğunu çok hissettirmedi. Harcamalarına dikkat eder, arkadaşları hakkında fikir sahibi olur, gittikleri yerleri bilirdi. Göz önünde olan biriyle olmak, çocuk büyütmek kolay değil, zor. 2 2 / / R Ö P O R TA J ENERJIMIN SIRRI KÖTÜLÜK VE DEDIKODU YAPMAMAK ALİ PEKTAŞ Onun sesini çoğumuz ilk kez Eurovision yarışmasını izlerken duyduk. Üslubu ve düzgün Türkçe’siyle hepimizin sevgisini kazandı Bülend Özveren. Son olarak Türkçe Olimpiyatları’nı sunan Özveren şimdilerde İstanbul’un gürültüsünden uzakta sakin bir hayat yaşıyor. Sunucuyla Tekirdağ Saray’daki evinde görüştük. Türkiye, iki yıldır Eurovision’a katılmıyor. Sizin sesinizi de duyamıyor. Bu zaman zarfına neler yaptınız? Son bir yıl benim için çok yoğun geçti. TRT’nin 50. yılı için belgesel hazırladım. TRT, 50 yıllık bir kurum. Ben 49 yıllık TRT’ciyim. Meslek hayatım onunla aynı yaşta. Kurumu benim kadar iyi tanıyan olduğunu sanmıyorum. İstanbul, İzmir, Ankara radyo ve televizyonlarında, haber merkezinde ve yurtdışı bölümünde çalıştım. 16 bölümlük bir belgeseldi ve benim müthiş zamanımı aldı. Metinlerini de ben yazdım, sunumlarını da ben yaptım. Arkadaşım Temel ile birlikte bu evde haftanın dört günü çalıştık. Bunların dışında bir bilgi yarışmasında jüri üyeliği yaptım ve Türkçe Olimpiyatları’nı sundum. Bülent Özveren deyince akla ilk Eurovision geliyor. Yarışma olmayınca bir boşluk hissettiniz mi hayatınızda? Lütfen gelmesin ne olur. (Gülüyor) Katiyen hissetmedim. Eurovision benim TRT’de yaptığım işlerden sadece biriydi. Türk halkı bu yarışmanın adını duymadığı zamanlarda ben radyodan naklen dinliyordum. Niye biz buna katılmıyoruz, dedim. Katılma önerisini TRT’ye veren benim. Kabul edildi. Prodüktörü de, sunucusu da ben oldum. Yani ihale benim üzerime kaldı. Bunda bir sıkıntı yok ama beni üzen şey, sadece Eurovision ile anılıyor olmak. TRT’de yaptığım onca şey var. Eurovision’a katılmayınca Bülend Özveren işsiz kaldı gibi yorumlar yapıldı. Tek yaptığım iş bu olmadığı için işsiz de kalmadım elbet. Sanırım böyle düşünülmesinde benim de payım var ve bu konuda belki hata yaptım. Çünkü kurumdan ayrıldıktan sonra Eurovision konusunu profesyonel düşünmedim. Biraz duygusal davrandım. Kurumdayken işim gereği ve görevli olarak bunu yapıyordum ama dışarıda olduğum vakit para isteyebilirdim. Aklıma bile gelmedi bunu söylemek. Buradan benim para kazanmam gibi bir durum söz konusu değil. Bu, tavrıma aykırı. Yarışmaya katılmama kararını nasıl değerlendiriyorsunuz? Katıldığım yerler var. Oylama sistemine ve beş üyenin direkt olarak finallere gitmesine itiraz haklı. Haklı olduğun halde kulis yapmadan, gündem oluşturmadan, arkana bir güç almadan tek başına böyle bir çıkış yaparsan onlar da ‘kusura bakma abi’ der. ‘Katılsanız iyi olur’ diyorlar ama hadi kural değiştirelim diyen yok. Nasıl Dünya Kupası’nda FIFA’nın kuralları geçerliyse burada da kurallar var. Giriyorsan kurallara uyacaksın. Oyunda kalmalı mıydık? Her şeye rağmen evet. Öte yandan şöyle bir sorun da var. Tamam, katılmıyoruz ama neden yayınlamıyoruz? Ben seyredemedim mesela bu yıl. Benden bunu mahrum etme. Türk halkı bunu seviyor. Bir de TRT’nin yıl boyu reytingde bir numara olduğu bir gün var; o da Eurovision şarkı yarışması finali. Bunu da kaybettin. Son zamanlarda bir gay muhabbeti çıkardılar. Ben oraya yirmi beş defa gittim. Sokakta ne kadar gay görüyorsam o kadar ya da biraz fazla gay görüyorum orada. Hem bundan bize ne. Sizce Eurovision’a gider miyiz? Eurovision’un Türkiye için artık bittiğini düşünüyorum. Eğer TRT bir gün ben bu işte yokum derse ya da sayın genel müdürün yerine yeni biri ya da yeni bir anlayış gelirse belki. Yaklaşık yedi yıldır Türkçe Olimpiyatları’nı sunuyorsunuz. En son Düsseldorf’taki finalde yaptığınız yorumlar izleyiciyi çok etkiledi. Türk okulları ve Türkçe Olimpiyatları’nı bu kadar desteklemenizin sebebi nedir? Ortaokulu Saint Benoit, liseyi Galatasaray Lisesi’nde okudum. Dolayısıyla Türk kimliğimin dışında en yakın olduğum kültür Fransız kültürü. Türk okulunu bitiren çocuklar da otomatik olarak kendi kimlikleri dışında en yakın olarak Türkiye ve Türk kültürünü hissediyorlar, hissedecekler. Beş kıtada, 160 ülkede çocuklar benim dilimi ve kültürümü öğreniyor, Türkiye dostu olarak yetişiyorlar. Daha sonra ülkelerinde çok iyi yerlerde görev alıyor, Türkiye’nin gönüllü kültür elçileri oluyorlar. Bunda ne tuhaflık var? Sonuna kadar destekliyorum. Bu yıl Türkiye’de yapılmasına izin verilmemesi üzdü mü sizi? Çok üzüldüm. Çünkü sadece İstanbul’da yapılmıyor ki bu etkinlik. Birçok ilde yapılıyor. Bu çocuklar bizim kültürümüzü yakından tanıma imkânı buluyor. Bundan mahrum kaldık. Umarım bu işler düzelir ve yine bu organizasyon burada yapılır. Yedi yıldır bu organizasyonlara katılıyorum. Çok iyi gözlemlediğim bir şey var. Bu organizasyonun içinde bulunanların hiçbirinde bir liralık menfaat yok. Bütün dertleri sevginin ve ülkemizin adını yüceltmek. Peki Türk okullarının kapatılma gayretlerini 2 3 / / R Ö P O R TA J nasıl değerlendiriyorsunuz? Buna nasıl karşı çıkılıyor, işin siyasi boyutu nedir bilmiyorum. Fakat gördüğüm bir şey var. Bu okulların Türkiye ve kültürümüze çok büyük faydası var. Türk bayrağı dalgalanıyor, Türkçe konuşuluyor, Türkiye sevdalısı insanlar yetişiyor. Bunun ne kötülüğü olabilir? Onları görünce gözyaşlarımı tutamıyorum. Bir defa o öğrencileri yetiştiren öğretmenleri tebrik etmek gerek. Onlar isimsiz kahramanlar. Bir de bu okullar bulundukları ülkelerin en iyi okulları. O çocukların aileleri onları o okullara sokabilmek için gayret sarf ediyor. Bunun neresinde tuhaflık var, soruyorum. Bu sadece alkışlanacak bir olay. Siyaset bambaşka bir şey, ben işin o tarafında değilim. Türk okullarından gelen çocukların Türkçelerini nasıl buluyorsunuz? Programlar için gittiğim vakit çocuklarla sohbet ediyorum. Geçen yıl benden, farklı illerde yapılacak programları sunacak çocuklara eğitim vermem istendi. Bazen konuşurken Arapça ya da Farsça kökenli kelimeler çıkıyordu, çocuklar onu bile anlıyordu. Çok güzel Türkçe konuşuyorlar. Sokaktaki insanlar gibi 300 kelimeyle Türkçe konuşmuyorlar. Müthiş bir olay bu kardeşim. Benim kültürüm bana yeter, artanı birkaç kişiye yeter Hukuk fakültesini yarıda bırakıp TRT’ye girmişsiniz. Nereden geliyor bu radyotelevizyon aşkı? Rahmetli babam radyolara meraklıydı. Ben Saint Benoit’ya girip dil öğrenmeye de başlayınca yabancı radyoları dinledim. Merakım giderek arttı. 1964’te TRT kuruldu. İstanbul ve Ankara radyolarında görevlendirilmek üzere spiker, metin yazarı, prodüktör arandığını öğrendim. Kendime ve genel kültürüme eskiden beri güvenirim. Hep söylerim, benim kültürüm bana yeter, artanı birkaç kişiye yeter. Çok okuyan biriydim. Rahatlıkla kazandım. Hangi bölümde çalışmak istediğimi sadece bana sordular. Ben de radyo tiyatrosunu seçtim. 49 yıl kurumda farklı görevlerde birçok iş yaptım ve birçok ilke imza attım. Televizyondaki sunuculardan beğendiniz ya da rahatsız olduğunuz isimler var mı? Sürekli değişiyorlar. Kim, nerede artık takip bile edemiyorum. Ama TRT’nin spikerlerinin bir mecburiyeti var. Türk halkına doğru ve güzel Türkçe ile hitap etmek zorundalar. Geçen sene arabada giderken haberleri açtım. Genelde TRT’den dinlerim haberleri. Tanımadığım bir ses 15 dakikalık haber bülteninde 47 kez hata yaptı. Yine başka bir spikerde 36 hata saydım. Bizim gençliğimizde böyle değildi. Hataları anlayan, bilen, takip edenler vardı. Spikerler de hemen hatasını düzeltirdi. Maalesef TRT’de de bir vurdumduymazlık var. Zaten özellerin böyle bir derdi hiç yok. Ne gibi? Mesela kimse bana NTV’ye entivi dedirtemez. Çünkü N nergisi temsil ediyor. Kimse bana TV’ye tivi dedirtemez. Mesele vtr (vetere) lafına deliriyorum. Öğrencilere soruyorum ‘bu ne’ diye, bilmiyorlar. İngilizce video tape recorder’dan geliyor. İngilizler v’ye ve mi diyor yoksa vi mi? Neden vetere diyoruz çünkü Kadırgalı Aysel, yani Seda Sayan vetere dedi, ben hariç herkes de böyle devam etti. KIM MILYONER OLMAK İSTER? BILGI YARIŞMASI DEĞIL Türkçeyi güzel ve düzgün konuşma konusunda çok hassassınız. Sanırım bu konuda bir de çalışmanız oldu… Türkçede genel anlamda bir yozlaşma var. Bundan 7-8 yıl önce TRT kökenli yakın arkadaşım Attila Sarıkayalı bana, ‘Özveren, durum kötüye gidiyor, gel bir şeyler yapalım.’ dedi. Gülgün Feyman ile oturduk, çok ciddi çalışma yaptık. ‘Türkçenin gittiği istikamet iyi değil, tedbir almamız gerekiyor.’ diye dosyalar hazırladık. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere gitmesi gereken her yere gitti. Sonuç ne oldu? Birkaç küçük haberi çıktı o kadar. Geçen sene Attila, ‘Hadi bir kere daha deneyelim.’ dedi. Yok dedim. Biz umursadık ama umursanmadık. Üzerimize düşeni yaptık. Bunca yıl sesiniz hiç değişmedi. Nasıl koruyorsunuz, var mı bunun bir reçetesi? Aslında hiçbir şey yapmıyorum. Çayı kahveyi kaynar, limonatayı üç buzlu içerim. Belki bunun üzerine kafayı takmadığım için böyle. Bir şeyi dert ettiğinde mutlaka problem çıkıyor. Bunları hiç dert etmiyorum. 1978’de bağırsaklarımdan ameliyat oldum. O günden sonra bir defa daha kontrole gitmedim. Asla kötü şeyler getirmedim aklıma çünkü yaşayamazsın öyle. Öte yandan sesimle değil, yaptığım işlerden para kazandım. Yıllarca Ben Bilirim, Banko ve Joker adında bilgi yarışmaları sundunuz. Günümüzdeki bilgi yarışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? ATV’de Kim Milyoner Olmak İster? diye bir yarışma var, izlerken çok sinirleniyorum. ‘Genel kültür ve bilgi yarışması’ deniyor. Ama sorularına bakıyorum ‘Halk arasında söylendiğine göre...’ şeklinde sorular geliyor. Bilgi yarışmasında böyle sorular olmaz. Bir tane genel kültür ve bilgi sorusu yok. Malum Kenan Işık rahatsızlanınca bu yarışmayı başkası sunmaya başladı. Beni de çağırdılar. Gitmeme sebeplerimden biri buydu. İkincisi de sunuculara bir para ödenmiyor. Bu para yapımcıya kalıyor. Ben profesyonelim, sen bana para ödersin, ben onu alır Kenan’ın hastane masraflarına veririm. Ya da LÖSEV’e bağışlayacağız dersin, ona da varım. Ama bu şekilde olmaz. Bu benim çizgime uymayan bir şey. Neden İstanbul dışında yaşıyorsunuz? 20 yıl önce bir arkadaş vasıtasıyla burayı gelip gördüm ve havasını çok beğendim. 1992 yılında ilk kez burada oturanlardanım. Sonra Çatalca’ya gittim. Ancak yeniden dönüp geldim. Şehrin gürültüsünden, boğucu havasından uzakta çok sakin bir yer olduğu için geçen aydan itibaren tamamen burada yaşamaya karar verdim. Bundan sonra sadece iş için İstanbul’a gitmeyi düşünüyorum. Geçenlerde İstanbul’a gittim, çok sıcaktı, ben burada yatarken üzerime yorgan çekiyorum. Bugünlerde neler yapıyorsunuz? Şu an sudan çıkmış balık gibiyim. Çok yoğundum. Hepsi birden bitti. Son zamanların en boş zamanlarını yaşıyorum. Sanırım yakın bir zamanda bazı programlar başlayacak. Başkent Üniversitesi’nde ders vermeye devam ediyorum. Hâlâ elim ayağım tutuyor. Yapamam gibi bir derdim yok. Bu bana moral veriyor. Bu hayat enerjisinin kaynağı ne? Stresle yaşamıyorum. Hiçbir şey kazandırmıyor. Eğer bir sorunum varsa ve kendim içinden çıkamıyorsam, güvendiğim bir arkadaşımı arar fikir alırım. Ona göre hareket ederim. Kötülük ve dedikodu yapmamak da sizi enerjik kılıyor. Dedikodularla ilgilenmiyorum. Peki aile hayatınız nasıl? Baba ve dede olarak Bülend Özveren nasıl biri? Bir oğlum var. 42 yaşında. Çok şeker de bir torunum var, 9 yaşında. Benim şansıma, akıllı ve zeki bir torun. Bu çok önemli benim için. Aptallığa tahammülüm yok. Onunla oturup konuşmak, ders çalışmak çok keyifli. Hayatınızda ‘keşke’leriniz oldu mu? İşe dönük hayır. Çünkü işimi iyi yaptım, başarılı oldum ve çoğunlukla da beğenildim. Bu da bir insan için yeterli değil mi? Vicdanen rahatım. Çünkü bilerek ve isteyerek kimsenin aleyhinde konuşmadım ve kimseye kötülük yapmadım. Kalp kırmadım. Yardımsever bir insanım. Bu anlamda düzgün bir insanım. Kötülük, gıybet ve başkası hakkında tezvirat yapmamanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Onun için kimse bana b.ka bakar gibi bakmadı sokakta. Hep sempati ve saygıyla bakıyorlar. Demek ki bu sana yansıyor. Çok şükür halimden memnunum. Moral dünyam ve ilişkiler yönünden evet, bir dönem yanlış bir ilişkiye girdim, keşke girmeseydim. Yanlıştı. İyi bir müzik dinleyicisi olduğunuzu biliyorum. Kimleri dinlersiniz? Yenilerden biraz kopuğum. Kaliteli Türk sanat müziği ve klasik Batı müziği sevenlerdenim. Çaykovski hayranıyım. 24 // KADIN SAHİBİ: MOVINGMEDIA APS YÖNETİM KURULU BAŞKANI : VEDAT OĞUZ HABER MERKEZİ YAYIN EDİTÖRÜ: HASAN CÜCÜK DANIŞMAN Bahattin Karataş GRAFİK TASARIM Sebahattin Çelebi ADRES: HOLSBJERGVEJ 41 B, 2620 ALBERTSLUND Tel: 70 20 69 70 www.bahar.dk • [email protected] Emre Oğuz, Kadir Erdoğmuş, Mıyase Bardakçı REKLAM Hasan Yıldırım 71 51 43 85 [email protected] [email protected] BASKI OTM AVISTRYK Gazetemizde yayınlanan yazı ve haberler referans gösterilerek kullanılabilir. Yayınlanan reklamların içeriğinden gazetemiz sorumlu değildir. DIKKATINIZ DAĞINIKSA... MERVE TUNÇEL Dikkat dağınıklığı birçok insanın ortak derdi. Psikolojik ve metabolik hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkabildiği gibi uykusuzluk, yorgunluk gibi nedenlerden dolayı da görülebiliyor. Okuduğu parçaya bir türlü odaklanamama, karşımızdakini ‘dinliyormuş’ gibi yapma, onlarca kez gittiğimiz yeri şaşırma… Bunlar dikkat eksikliğinin habercisi. Beynimizin ön bölgesi dikkat toplama, sürdürme ve konsantrasyonu sağlamada rol alır. Beynin bu bölümünün olumsuz gelişimi, dikkatini toplayamamak, aşırı hareketlilik ve dürtüsellik şikâyetleriyle kendini belli eden ‘dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu’ gibi bir hastalığa yol açabiliyor. Ancak tek sebebi bu değil. Dikkat sorunları birçok hastalıkta ortaya çıkan bir durum. Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Vedat Bilgiç, “Tek başına dikkat bozukluğu bir hastalıktan çok bir semptom yani belirtidir. Bazı hastalıkların bir parçası olarak bulunur. Örneğin depresyonda dikkat bozuklukları önemli belirtilerden biri.. Birçok psikiyatrik hastalıkta dikkat etkilenir. Örneğin bipolar bozukluğu, şizofrenisi olan hastalarda dikkat dağınıktır.” diyor. İlaçlar ve tiroid fonksiyon bozuklukları da dikkati olumsuz etkiliyor. Hastalarda konsantre olamama, dikkatini toplayamama ve sürdürememe gibi yakınmalar görülüyor. Dikkat dağınıklığı olan kişilerin en belirgin özelliği unutkanlık. İyi öğrendiklerini düşündüğünüz bir bilgiyi çabuk unutabilirler. Zaman yönetimleri iyi değildir, organize olamazlar. Kendilerine uygun bir çalışma düzeni ve sistemi geliştiremezler, çoğunlukla ders çalışmayı sevmezler. Yaşanan bu öğrenme zorluklarına sınavlarda dikkatsizce yapılan hatalar da eklenir. Sabırsızlıkları ve çabuk sıkılmaları, sorulan soruları yanlış okuma ve dolayısıyla da yanlış anlamalarına neden olur. Çok iyi bildikleri bir soruyu dahi basit hatalarla yanlış cevaplayabilirler. Bazıları sınavları yetiştirememe sorunu yaşar. Sonunda bilgileri ve bildiklerinden daha azı oranında not alırlar, özgüvenleri zedelenir ve sınavlardan korkmaya, çekinmeye başlarlar. Evde veya çalışma hayatında günlük yapmaları gereken işler konusunda sorumluluk almak istemezler. Genellikle dağınıktırlar ve kurallardan hoşlanmazlar. Tıpkı görme bozukluğu gibi… Teşhis için psikiyatri, nöroloji veya bir dahiliye uzmanı tarafından muayene edilmesi ve hekimin şikayetlere yönelik isteyeceği tetkiklerin yapılması gerekiyor. Depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite, anksiyete bozukluğu, panikatak, şizofreni, bipolar bozukluk gibi psikiyatrik hastalıkların yanında tiroid, B12 eksikliği, demir eksikliği, gibi metabolik hastalıkların da belirtisi olabilir. Ancak dikkat dağınıklığı bir hastalığın habercisi olmayabilir de. Yorgunluk, uykusuzluk, stres, kaygı gibi durumların da dikkat dağınıklığına sebep olacağı unutulmamalı. Dikkat dağınıklığı kişinin sosyal hayattaki uyumunu, çevresiyle olan ilişkilerini, iş hayatındaki başarılarını olumsuz etkileyeceği için mutlaka tedavi edilmeli. Çocukluk çağında teşhis edilip önlemler alınması gerekiyor. “Dikkat eksikliği, ‘görme bozukluğu’ gibi bir sorun. Nasıl astigmat olan bir çocuğun iyi görmemesi o çocuğun suçu değilse dikkat eksikliği de suçu değil. Çocuğun elinde olmadan gelişen bir klinik tablo. Bu durumda çocuğun tedavi edilmemesi aslında çocuğa yapılan bir haksızlık. Hak etmediği bir muamele ile karşılaşan çocukta, uzun vadede özgüven sorunu olması kaçınılmaz.” diyor, Vedat Bilgiç. PLANLAMAK ÖNEMLİ * Günlük işlerinizi, planlarınızı, randevularınızı ve yapacaklarınızı not alın. * Alışverişe çıkarken liste yapın. * Önemli telefon numaralarını bir yere yazın. * Koyduğunuz eşyaları (anahtar, gözlük gibi) bulamıyorsanız hep aynı yere koymaya dikkat edin. * Randevularınızı hatırlatması için saat kurun. * Birisiyle konuşurken tüm dikkatinizi ona verin. * Mümkünse konuşmalarınızı sessiz ortamlarda yapın. * Omega 3, hem beyin hem de bellek için oldukça yararlı. Bu yüzden ceviz, somon ve ton balığını bolca tüketin. 26 // SAĞLIK VITAMINSIZLIK, GÖZÜ DE VURUYOR MERVE TUNÇEL A vitamini eksikliği kemik ve dişlerde aşınmadan ciltte sivilcelenme ve yorgunluğa kadar birçok probleme neden oluyor. Ama en çok göz sağlığını etkiliyor. Tedavi edilmezse kalıcı körlüğe neden olan gece körlüğünün de en büyük sebebi. Yağda eriyen vitaminlerden olan A vitamini eksikliği vücutta pek çok hastalığa neden olabiliyor. Hem bitkisel hem de hayvansal gıdalarda bulunan A vitamini, göz sağlığıyla yakından ilgili. Eksikliği yetersiz ve dengesiz beslenme sonucu ortaya çıkabileceği gibi bazı ilaçlar ve E vitamini eksikliğinden de kaynaklanabiliyor. Veni Vidi Göz Grup uzmanlarından Opr. Dr. Akın Akyurt, bu sorunun göze olan etkisini anlattı. A vitamini eksikliği sık ve kolay hastalanmaya, cilt kuruluğuna, ağızda yaralara, iştahsızlık ve diş eti sorunlarına sebep olabiliyor. Çocuklarda kilo alamama ve boyun uzamaması gibi sorunlar varsa bunlar da A vitamininin eksikliğinden kaynaklanabilir. Akyurt’a göre A vitamini eksikliğinin en önemli etkisi göz sağlığı üzerinde görülüyor. En tehlikeli göz hastalıklarından biri olan gece körlüğünde etkisi çok fazla. “Gözümüzün arka kısmında bulunan çomak biçimli hücreler düşük ışıkta dahi nesnelerin görülmesini sağlar. Çomak hücrelerin içerisinde gece görmeyi sağlayan rodopsin pigmenti bulunur. Rodopsin, ışığa duyarlı bir pigment olduğu için harekete geçirildiği zaman gece görmeyi sağlar ve bu pigmenti ise sadece A vitaminini harekete geçirmektedir.” diyor, Akyurt. Eksikliğin nasıl anlaşıldığına gelince; göz altında lekeler meydana gelir, bağışıklık sistemi zayıflar ve diş ve kemiklerde deformiteler meydana gelir. Ciltteki sivilcelenme ve yorgunluk da diğer Avukat Kadir Erdoğmuş Avukata gittiğinizde geç kalmış olmayın, her türlü hukuki sorunlarınız için arayabilirsiniz. Vindingevej 7 C • DK 4000 Roskilde Tlf.: + 45 29 72 39 98 • Fax: + 45 59 43 39 98 Mail: [email protected] belirtilerinden. Karanlıkta net görememe, hatta bir süre sonra loş ışıkta meydana gelen şiddetli görme zorluğu yaşanabilir. Gözün, çevrede olup biteni yeteri kadar algılamaması sonucunda gündüz de bir yerlere çarpabilir, ayağınız takılabilir ya da düşebilirsiniz. Konsantrasyon bozukluğu, gözünüzde birdenbire ışık çakması ve etrafın parlaması, ileri derece astigmat ve miyop varsa gece körlüğünden şüphelenebilirsiniz. A vitamini en çok balık, süt ve süt ürünlerinde, yeşil yapraklı sebzeler ve yumurta gibi gıdalarda bulunur. Bu yüzden hastaların, bu gıdalardan bol bol tüketmesi gerekiyor. Tedavi sonucu vitamin eksikliği dışarıdan ağız yoluyla alınan takviyeler sayesinde yerine konulur. A vitamini eksikliği gece körlüğü hastalığına sebep olduğundan dolayı vakit kaybetmeden bir göz doktoruna muayene olmakta fayda var. Eğer önlem alınmazsa, bu hastalık körlüğe kadar ilerleyebilir. Çocuklarda A vitamini eksikliği az miktarda bile olsa, üst solunum yolu enfeksiyonlarına ve ishale sebep olabilir. Bunun yanı sıra, vücudun enfeksiyonlara karşı direnci zayıflar ve hayati risk taşıyan hastalıklara yakalanma riski artar. 28 // SPOR FUTBOL İngiltere mi, İspanya mı? İki lig arasında kıyasıya bir kalite rekabeti var. Dünyanın en önemli futbolcularını İspanyol ve İngiliz takımları kapıyor. Peki, dünyanın en kaliteli futbol ligi hangisi? HASAN CÜCÜK Futbolun bitmeyen tartışmaları vardır. Bunların başında Pele-Maradona kıyaslaması gelir. Son yıllardaki iki önemli kıyaslama ise Maradona-Messi ve Premier Lig (İngiltere)-La Liga (İspanya)… Maradona-Messi tartışmasını bir tarafa bırakıp transfer savaşlarının devam ettiği şu günlerde İngiltere ve İspanya Ligi arasında bir kalite tespiti yapalım. Premier Lig’i La Liga’dan ayıran en önemli özellik, kulüplerin sahiplerinin milyarder Arap, Rus ve ABD’li işadamları olması. 2003’te Rus milyarder Roman Abramovich’in Chelsea’yi satın almasıyla ada futbolunun dev kulüpleri birer birer yabancılara satıldı. Zengin sahiplerinden dolayı Premier Lig, toplamda, La Liga’dan daha değerli oyuncuları bünyesinde barındırıyor. Premier Lig’in piyasa değeri 3,6 milyar Euro olarak hesaplanırken La Liga’ya biçilen değer, 2,7 milyar Euro. Premier Lig’de zenginlik sıralamasında ilk sırada Chelsea gelirken bu takımı Manchester City, Manchester United ve Arsenal takip ediyor. La Liga’yı farklı kılan özellik ise yapısının Real Madrid-Barcelona ikilisi ve diğerleri şeklinde olması. Bu takımlara kısmen geçen yılın şampiyonu ve Arda Turan’ın takımı Atletico Madrid eklense de Real Madrid-Barcelona ikilisi, oyuncularının piyasa değeri olarak açık farkla önde bulunuyor. Real Madrid’in 715, Barcelona’nın 608 milyon Euro değerine karşılık Atletico Madrid’inki Barcelona’nın yarısından daha az: 283 milyon Euro. Premier Lig ‘zenginler topluluğu’ olmasına karşılık, Real Madrid ve Barcelona sayesinde yıldız oyuncuların toplandığı yer La Liga. İki kulübün zengin mali yapısının yanı sıra başarısı da bu tercihte rol oynuyor. Transfer tarihinin en pahalı isimleri Real Madrid ve Barcelona’yı tercih ediyor. İşin ilginç yanı, transfer tarihinin en pahalı oyuncuları listesinde ilk 3 sırada Premier Lig’den La Liga’ya gelen oyuncular bulunuyor. Real Madrid, Tottenham’dan Gareth Bale ve Manchester United’dan Christiano Ronaldo için 94’er milyon Euro bonservis öderken Barcelona geçen haftalarda kadrosuna kattığı Liverpool’dan Luis Suarez için 81 milyon Euro’yu kasasından çıkardı. Real Madrid ve Barcelona, Premier Lig’den, kelimenin tam anlamıyla nokta atışı transfer yapıyor. Bu transferlerle İngiltere Ligi’nin değeri düşerken İspanya Ligi’ninki artıyor. Premier Lig’de yıldızlaşanları kadrosuna katan Real Madrid ve Barcelona’nın transfer ettiği isimlerin bir başka özelliği ise İngiliz vatandaşı olmamaları. Premier Lig takımları ise La Liga’dan daha çok Real Madrid ve Barcelona’nın kadrosuna katmayı düşünmediği, bir anlamda ikinci sınıf oyuncuları ya da bu takımların kadro yapısından dolayı gözden çıkardığı isimleri transfer ediyor. Bunun en son örneğini, Mesut Özil’in geçen sezon Arsenal’e transfer olmasıyla yaşadık. Mesut, transfer sezonunun bitmesine saatler kala 50 milyon Euro bedelle Arsenal’in yolunu tutarken bu transfer gurbetçi futbolcumuzun istemesinden ziyade, Gareth Bale’i kadrosuna katan Real Madrid yönetiminin kararıyla gerçekleşti. Mesut Özil, La Liga’dan Premier Lig’e giden en pahalı oyuncu olarak tarihteki yerini alırken, bu sezon Barcelona’nın kadrosunda düşünmediği Cesc Fabregas ve Alexis Sanchez de İngiltere’ye giden ‘pahalı’ statüsünde oyuncular oldu. La Liga’yı Premier Lig’den bir adım öne çıkaran bir başka özellik ise dünyanın en iyi oyuncuları sıralamasında ilk basamaklarda yer alan oyuncuları bünyesinde barındırması. “Şu an dünyanın en iyi üç oyuncusu kim?” sorusuna verilecek cevaplarda Messi, Cristiano Ronaldo ve Neymar adları mutlaka yer alacaktır. Bu isimlere geçen sezon başında bekleneni veremeyen ancak ilerleyen haftalarda kendini bulan Gareth Bale ile bu sezon İspanya’yı tercih eden Premier Lig’in gol kralı Luis Suarez ve 2014 Dünya Kupası’nın gol kralı James Rodrigues’i eklemek gerekiyor. Toplamda dünyanın en pahalı ligi olan Premier Lig’de ise dünyanın en iyi futbolcuları listesinde üst sıralarda oyuncu görmek pek mümkün olmuyor. Premier Lig’in kalitesi konuşulurken ister istemez “Real Madrid ve Barcelona’da oynayacak düzeyde kaç oyuncu var?” sorusu soruluyor. Bu sorunun cevabını vermek kolay 29 // SP0R olmadığı gibi sayılan oyuncular bir elin parmaklarına ulaşmıyor. Sonuç olarak, bizim kanaatimiz, Real Madrid-Barcelona ikilisinin Premier Lig’e kafa tuttukları, transfer ettikleri ve ellerinde bulundurdukları yıldızlarla La Liga’yı Premier Lig’in bir adım önüne taşıdıkları şeklinde. BAŞARIDA İSPANYA ÖNDE La Liga ile Premier Lig arasında Avrupa’da da kıyasıya bir rekabet var. Son 10 yılda La Liga takımları 4 kez (3 kere Barcelona, 1 kere Real Madrid) Şampiyonlar Ligi Kupasını havaya kaldırırken Premier Lig ekipleri bu sevinci 3 kez (Liverpool-M. United-Chelsea) yaşayabildi. Şampiyon Kulüpler Kupası ve Şampiyonlar Ligi tarihinde ise La Liga ekipleri 14, Premier Lig ekipleri ise 12 kez mutlu sona ulaştı. UEFA Kupası ve UEFA Avrupa Ligi’nde de yine İspanyolların önde olduğunu görüyoruz. Son 10 yılda La Liga takımları bu organizasyonlarda 6 kez (1 kere Valencia, 3 kere Sevilla, 2 kere Atletico Madrid ) şampiyon olurken Premier Lig takımları bu sevinci sadece bir kez (Chelsea) tadabildi. UEFA Kupası ve UEFA Avrupa Ligi tarihinde ise La Liga ekipleri 8, Premier Lig ekipleri ise 7 kez mutlu sona ulaştı. PREMIER LİG'DEN LA LIGA'YA GİDEN YILDIZLAR Sezon Oyuncu Eski Takım 2009-10 C. Ronaldo M. United 2009-10 Xabi Alonso Liverpool 2013-14 Gareth Bale Tottenham 2010-11 Javier Mascherano Liverpool 2011-12 Cesc Fabregas Arsenal 2012-13 Alex Song Arsenal 2014-15 Luis Suarez Liverpool LA LIGA'DAN PREMIER LİGE GİDEN YILDIZLAR Sezon Oyuncu Eski Takım 2013-14 Mesut Özil Real Madrid 2010-11 Yaya Toure Barcelona 2014-15 Alexis Sanchez Barcelona 2014-15 Cesc Fabregas Barcelona 2011-12 Kun Agüero A. Madrid 2014-15 Diego Costa A. Madrid 2014-15 Ander Herrera A. Madrid 2014-15 Filipe Luis A. Madrid 2013-14 Roberto Soldado Valencia 2011-12 Juan Mata Valencia 2010-11 David Silva Valencia 2013-14 Alvaro Negredo Sevilla 2013-14 Jesus Navas Sevilla 2014-15 EN PAHALI PREMIER LİG TRANSFERLERİ Oyuncu Eski Takım Diego Costa Atletico Madrid Alexis Sanchez Barcelona Luke Shaw Southampton Ander Herrera Atletico Madrid Romelu Lukaku Chelsea Cesc Fabregas Barcelona Adam Lallana Southhampton Dejan Lovren Southampton Lazar Markovic Benfica Filipe Luis Atletico Madrid Calum Chambers Southampton Yeni Takım Real Madrid Real Madrid Real Madrid Barcelona Barcelona Barcelona Barcelona Ücret (Euro) 94 milyon 34,5 milyon 94 milyon 20 milyon 34 milyon 19 milyon 81 milyon Yeni Takım Arsenal M. City Arsenal Chelsea M. City Chelsea M. United Chelsea Tottenham Chelsea M. City M. City M. City Ücret (Euro) 50 milyon 30 milyon 37,8 milyon 33 milyon 45 milyon 38 milyon 36 milyon 20 milyon 30 milyon 26,7 milyon 28,75 milyon 25 milyon 20 milyon Yeni Takım Chelsea Arsenal M. United M. United Everton Chelsea Liverpool Liverpool Liverpool Chelsea Arsenal Ücret (Euro) 38 milyon 37,8 milyon 37,5 milyon 36 milyon 35 milyon 33 milyon 31 milyon 25 milyon 25 milyon 20 milyon 20 milyon 2014-15 EN PAHALI LA LIGA TRANSFERLERİ Oyuncu Eski Takım Yeni Takım Luis Suarez Liverpool Barcelona James Rodríguez Monaco Real Madrid Antoine Griezmann Real Sociedad Atletico Madrid Toni Kroos Bayern Münih Real Madrid Mario Mandzukic Bayern Münih Atletico Madrid Jeremy Mathieu Valencia Barcelona Ivan Rakitic Sevilla Barcelona Ücret (Euro) 81 milyon 80 milyon 30 milyon 30 milyon 22 milyon 20 milyon 18 milyon 30 // SPOR DÜNYA FUTBOLUNUN YENI YILDIZI JAMES RODRIGUEZ HASAN CÜCÜK 16 yaşında profesyonel oldu. 17 yaşındayken Arjantin Ligi’nde oynayan en genç yabancı futbolcu unvanını aldı. 20 yaşındayken evlendi. 2014 Dünya Kupası’nda gol kralı olup 80 milyon Euro’ya Real Madrid’e gitti. Yıllar sonra “2014 Dünya Kupası” dendiğinde özellikle üç şey akla gelecek: Almanya’nın şampiyonluğu, Brezilya’nın tarihi hezimeti ve Kolombiyalı genç yıldız James Rodrigues… Organizasyon öncesi yıldız adayları listesinde yer bulamayan Rodriguez, 6 golle krallıkta zirveye çıkmakla kalmadı, asist ve oyunuyla da kupaya damgasını vurdu. Kolombiya çeyrek finalde ev sahibi Brezilya’ya 2-1 yenilip elenirken gözyaşlarını tutamayan Rodriguez’i David Luiz teselli ediyor, bu hareketi stattaki binlerce taraftar ve ekran başındaki milyonlarca futbolsever alkışlıyordu. Kolombiya’nın dünyaca ünlü yıldızı Radamel Falcoa’nun yokluğunu hissettirmeyen Rodriguez, kupa başarısının ödülünü Real Madrid’e transfer olarak alıyordu. Takvim yaprakları 12 Temmuz 1991’i gösterdiğinde dünyaya gelen James Rodriguez, futbola henüz 4 yaşındayken Envigado takımında başladı. 2007’de 16 yaşındayken profesyonel imzayı atan Rodriguez, Envigado’da 30 maçta 9 gol atarak genç yaşında futbol kumaşının kalitesini ortaya koydu. Daha kariyerinin başında yurtdışına açılarak Arjantin’in Banfield takımına transfer olduğunda yıl 2008’di. Arjantin Ligi’nde forma giyen ‘en genç yabancı oyuncu’ ünvanını elinde bulunduran Rodriguez’i farklı kılan özeliliği, tekniği ve oyunu iyi okumasının yanı sıra, sürekli kendini geliştirmek için çalışması. Arjantin’de geçirdiği iki sezonun ardından 2010’da 5 milyon Euro’ya Porto’ya transfer olan Rodriguez’in bir başka özelliği de gittiği takımlarda uyum sorunu yaşamaması. Nitekim 3 sezon top koşturduğu Porto’da sadece takımın en iyileri arasında olmakla kalmayıp Portekiz Ligi’ne damga vuran isimlerden biri de oluyordu. 2012’de Portekiz’de yılın oyuncusu seçilirken, 2013’te de yılın karmasında kendine yer buluyordu. Rodriguez’in yükselen başarı grafiği, yeni bir takıma transfer olması demekti. 2013’te bu kez durağı Rus milyarder Dmitry Rybolovlev’in satın aldığı Fransa’nın Monaco takımı olurken ödenen bonservis ücreti 45 milyon Euro olarak kayıtlara geçiyordu. Monaco’da 34 maçta forma giyip 9 gol atan Rodriguez, 12 asistle Fransa Ligi’nde asist kralı oluyordu. Dünya Kupası öncesi adı büyük kulüplerle pek anılmayan Rodriguez, attığı goller ve oyunuyla bir anda dev kulüplerin transfer listesinde ilk sıraya yükseldi. Kupada bir maç sonrası ropörtajında Real Madrid’e olan sevgisini ‘aşk ve hayranlık’ olarak tanımlıyor, “Orada oynamak hayatımın rüyası.” diyordu. Rodriguez’in bu rüyası, 22 Temmuz’da 45 bin taraftarın önünde kendini 6 yıllığına Real Madridli yapan imzayı atmasıyla gerçekleşti. Real Madrid, genç oyuncu için tam 80 milyon Euro bonservis ücreti öderken, bu rakam Rodriguez’i futbol tarihinin en pahalı dördüncü oyuncusu konumuna yükseltti. Rodriguez, hayranı olduğu Ronaldo ile aynı takımda ter dökme, Messi ile ise rakip olma şansını yakaladı. Genç oyuncuya Zidane, Puskas ve Figo gibi efsanelerin giydiği 10 numaralı forma verildi. İlginç saç stiliyle hafızalara kazınan Kolombiya’nın efsane ismi Carlos Valderrama, milli formayı 27 maçta giyip 11 gol atan Rodriguez için “Hayal edilemeyecek bir yeteneğe sahip. Ne futbolculuk ne de teknik adamlık hayatımda bu denli kabiliyetli bir oyuncu görmedim. James, bu şekilde devam ederse sadece Kolombiya’nın değil, dünyanın en iyi futbolcularından biri olur.” diyor. Rodriguez’in başarısının altında yatan bir başka sebep ise düzenli bir yaşantısının olması. 2011’de henüz 20 yaşındayken hayatını Kolombiya Milli Takımı’nın başarılı kalecisi David Ospina’nın kız kardeşi Daniela ile birleştiren Rodriguez’in 1 yaşında Salome adında bir kızı bulunuyor. Chaufføruddannelse med STORT KØREKORT til lastbil eller bus KUN 3.660 KR.* Kørekort til taxi eller limousine KUN * 3.050 KR. Mulighed for både dag- eller aftenundervisning Kontakt os 43 425 425 [email protected] TUC A/S, Kirkebjerg Parkvej 7, 2605 Brøndby, www.tucdekra.dk * AMU-mål 47854 Godstransport med lastbil, 30 dage, 40531 Personbefordring med bus, 30 dage, og 46927 Personbefordring med taxi, 25 dage, er underlagt den til enhver tid gældende AMU-lovgivning. AMU-tilskuddet er betinget af, at kursisten er i arbejde, og ikke har en videregående uddannelse (enkelte undtagelser - ring for information). Minimumsdeltagerantal er 10. Ovenstående uddannelser udbydes i Region Hovedstaden. For målgruppe og yderligere info - se www.tucdekra.dk. 140410.indd 1 14-04-2014 12:23:46
© Copyright 2024 Paperzz