TÜM MEZUNLARI ÜNIVERSITELI OLDU

AĞUSTOS 2014 YIL: 16
SAYI: 118
AYLIK HABER VE KÜLTÜR GAZETESİ
WWW.BAHAR.DK
Kopenhag Özel Lisesi’nden tarihi başarı
TÜM MEZUNLARI ÜNIVERSITELI OLDU
BAHAR KOPENHAG
Türkiye kökenli müteşebbislerin Danimarka’da
açtığı ilk ve tek lise olan Kopenhag Özel Lisesi ilk
mezunlarını verdi. 2011 yılında eğitime başlayan
lise, kısa sürede ilgi odağı oldu. İdealist ve tecrübeli
öğretmen kadrosuyla ülke standartlarının üzerinde
bir eğitim veren Kopenhag Özel Lisesi’nden bu yıl
70 öğrenci mezun oldu. Temmuz ayının son haftasında kimlerin üniversiteli olduğu açıklanırken,
Kopenhag Özel Lisesi tarihi bir başarıya imza
atarak tüm mezunları üniversiteli oldu. Kopenhag
Özel Lisesi Müdürü Hasan Ademovski, ilk mezunlarını vermenin mutluluğunu yaşadıklarını ifade
edip, üniversite hayatlarında başarılar diledi.
Tüm mezunlarının üniversiteli olmasından dolayı
tarifi imkansız bir mutluluk yaşadıklarını ifade
eden Müdür Ademovski, ‘Yeni bir okuluz ama
daha ilk mezunlarımızda başarı çıtası çok yükseğe
taşıdık. 3 yılın emeğini alan öğrencilerimiz adına
mutluyum. Hedefimiz, içinde yaşadığı topluma
katkı sağlayacak başarılı öğrenciler yetiştirmektir’
diye konuştu.
Kopenhag Özel Lisesi’nin ilk mezunları
Danimarka’nın önde gelen üniversiteleri olan
Roskilde Üniversitesi (RUC), Arhus Üniversitesi
(AAU), Kopenhag Üniversitesi (KU), Danimarka
Teknik Üniversitesi (DTU), Güney Danimarka
Üniversitesi (SDU) ve Kopenhag Ticaret Üniversitesi’nden (CBS) okuyacaklar. İlk mezunlar arasında
meslek tercihinde ilk sırada hukuk gelirken,
Kopenhag Özel Lisesi’nin 12 mezunu hukukçu
olmak için ter dökecek. Hukuktan sonra iktisat 8
mezunun ile tercih edilen ikinci bölüm olurken,
mühendislik ve dil bilgisini 8’er mezun tercih etti.
Diğer tercih edilen bölümler arasında tıp, değişik
branşta öğretmenlik ve sosyal danışmanlık gibi
birimler bulunuyor.
2 // HABER
YENI IPHONE 6’DA HANGI
ÖZELLIKLER OLACAK?
DENİZ ERGÜREL
Akıllı telefon dünyasının en çok ilgi çeken
ürünlerinin başında iPhone geliyor. En son
geçtiğimiz yıl iPhone 5S modeliyle güncellenen
telefonun yeni serisinin eylül ayında tanıtılması
bekleniyor. iPhone 6’da ne gibi özellikler olacağını
derledik.
Re/Code adlı teknoloji blogunda çıkan bir
habere göre Apple 9 Eylül 2014 günü yeni bir ürün
tanıtımı yapacak. Yeni ürünleriyle ilgili ağzını her
zaman sıkı tutan Apple şirketinden ise henüz resmi
bir açıklama gelmiş değil. Beklentiler bu ürünün
yeni iPhone modeli olacağı yönünde. Üstelik son
haftalarda çıkan söylentiler doğruysa bir değil, iki
farklı iPhone modeliyle karşılaşabiliriz. İşte yeni
iPhone 6 hakkında uzmanların beklentileri:
Daha büyük ekran: Yeni iPhone daha büyük
ekrana sahip olacak. Beklentiler 4.7 ve 5.5 inç
ekranlı iki ayrı iPhone modelinin tanıtılacağı
yönünde. Ekran çözünürlüğü muhtemelen 1704
x 906 olacak. Piksel yoğunluğunun ise 4.7 inç için
416, 5.5 inç içinse 365 olması bekleniyor. Her iki
modelin aynı anda satışa çıkıp çıkmayacağı henüz
belli değil.
Daha kaliteli kamera: Her yeni iPhone serisi
daha gelişmiş lens özellikleriyle karşımıza çıktı. Yeni
iPhone’un 13 megapiksel kamera özelliğine sahip
olması bekleniyor. Megapikselde bir artış olmasa
bile, daha gelişmiş fotoğraf ve video kayıt özelliklerine sahip olacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Metal kasa: iPhone 4 ve 5 serilerinin kasası
özel bir cam maddeden yapılmıştı. Yeni iPhone’un
alüminyumdan yapılan bir kasaya sahip olacağına
dair beklentiler yüksek. Bu tip bir kasa hem daha
dayanıklı hem de daha hafif olacaktır.
Safir kristal ekran: iPhone 5’s kamera lensi
ve optik parmak izi okuyucusunda safir kristal
kullanılıyor. Bazı kaynaklara göre yeni iPhone’un
ekranı da safir kristal ekrana sahip olacak. Klasik
cam ekranlara göre safir kristal ekranın avantajı
darbelere ve çizilmelere karşı çok daha dayanıklı
olması.
Daha güçlü işlemci: iPhone 5’te 64 bit A7
işlemci kullanılıyor. Yeni iPhone’un ise A8 işlemci
kullanması bekleniyor. Uzmanlara göre bu işlemci
önceki versiyona göre hem daha küçük hem de
daha az enerji harcayacak. Bu da cihazın batarya
süresini korumak adına önemli bir ayrıntı.
Pil: Yeni iPhone’un daha büyük pil kapasitesine
sahip olması kuvvetle muhtemel. Fakat aynı
zamanda ekran boyutunun da artacağını düşündüğümüzde bu durumun toplam şarj süresinde
çok ciddi bir fark yapmayacağını söyleyebiliriz.
Tabii eğer iOS 8’de pil kullanımına dair çok farklı
özellikler geliştirilmezse.
Tasarım: Yeni iPhone’un hatlarının bir önceki
modele göre daha yuvarlak olacağı söylentisi
oldukça yaygındı. Fakat son haftalarda ortaya
çıkan bazı maketlere baktığımızda, büyük bir
değişiklik olmayacağı yönündeki beklentiler daha
ağır basıyor. Tüm bu söylentilerin ne kadarının
doğru olacağını ise zaman gösterecek.
4 // HABER
DANIMARKA DOĞUMLULARA
KOLAY VATANDAŞLIK
BAHAR KOPENHAG
Avrupa Birliği (AB) üyesi 28 ülke içinde
çifte vatandaşlığı kabul etmeyen 7 ülkeden biri
olan Danimarka, uzun süredir konuşulan çifte
vatandaşlığı kabul eden kanunda mutabakata
vardı. Adalet Bakanı Karen Hakkerup, Liberal Parti,
Radikal Parti, Sosyalist Halk Parti, Liberal İttifak ve
Birlik Listesi temsilcileriyle yaptığı toplantı sonunda
çifte vatandaşlığın önünü açan mutabakata varıldı.
Karen Haekkerup ”Günümüzde çok sayıda kişi
yabancı bir ülkeye yerleşse de ülkesiyle bağlantısını koparmıyor” dedi. Bir başka gelişme ise
Danimarka vatandaşlığına geçmenin kuralları
hafifletildi. Danimarka’da doğan ve ilköğretim
okulunu bitirenler 18 yaşına geldiğinde müracaat
etmeleri halinde otomatik Danimarka vatandaşı
olacaklar.
Danimarka yasaları, aynı anda iki ülke vatandaşlığına izin vermiyordu. Bu durum sadece
ülkede bulunan yabancı kökenliler için geçerli
değildi. Yurtdışında yaşayan Danimarkalılar,
bulundukları ülkenin vatandaşlığına geçtiklerinde
Danimarka vatandaşlığını kaybediyordu. Çifte
vatandaşlığa giden yolu Radikal Parti Başkanı
Magrethe Vestager, ‘Çifte vatandaşlık hakkından
sadece ülkede yaşayan yabancı kökenliler yararlanmayacak. Yurtdışında bulunan yüzbinlerce
Danimarkalıda bu haktan yararlanacak. Başka
ülke vatandaşlığına geçen Danimarkalılar, vatandaşlıktan çıkarılıyor. Bizimle aynı dili konuşan,
aynı kültürden gelen akrabalarımızla aramıza
duvar örüyoruz’ açıklamasıyla açtı. Danimarka’nın
çifte vatandaşlığa izin vermemesinden dolayı
yurtdışında yaşayan Danimarkalılar bulundukları
ülkenin vatandaşlığına geçtiğinde Danimarka
vatandaşlığından ayrılmak zorunda kalıyordu.
Margrethe Vestager’in çifte vatandaşlık teklifine
ilk desteği Liberal İttifak verirken, çifte vatandaşlığa
karşı çıkan Liberal Parti’nin fikir değiştirmesiyle
engelin kaldırılmasının önü açılmış oldu.
Adalet Bakanı Karen Haekkerup, Liberal
Parti, Radikal Parti, Sosyalist Halk Parti, Liberal
İttifak ve Birlik Listesi çifte vatandaşlık konusunda
mutabakata vardı. Haziran 2015’te yürürlüğe
girecek çifte vatandaşlık uygulamasıyla; Danimarka
vatandaşlığıa geçmek için geldikleri ülkenin
vatandaşlığından çıkmak zorunda kalan göçmen
kökenliler isterlerse tekrar geldikleri ülkenin
vatandaşı olabilecekler. Aynı durum Danimarka
vatandaşlığından çıkıp başka ülke vatandaşı olan
Danimarkalılar için geçerli olacak. Adalet Bakanı
Karen Haekkerup, varılan mutabakattan dolayı
memnun olduğunu belirterek, ‘Halen mevcut olan
yasa, insanların sahip oldukları etnik kimliklerini
yüksek derecede zedelemektedir. Günümüzde
birçok insan başka ülkelere göç etmekte, fakat
kendi ülkelerine bağlılıklarını sürdürmektedir.
Bizler, insanların hangi etnik kimliği taşımak
istediklerine karar veremeyiz. Meclis çatısı
altında bulunan partilerin tamamına yakını bu
öneriyi yasalaştırmak için hemfikir oldu. Yasa ile
birlikte uyumun daha başarılı olacağına ve etnik
kökenli vatandaşlarımızın artık rencide olmadan
kendi kimliklerini kullanabilme hakkına sahip
olacağına eminim.’ açıklamasını yaptı. Schengen
Antlaşması’yla AB sınırları içinde serbest dolaşımın
yolunu açan Birlik üyeleri, çifte vatandaşlık engelini
birer birer kaldırmıştı. 2001’de İsveç, 2003’te
Finlandiya ve İzlanda, 2007 yılında ise Almanya
çifte vatandaşlık hakkını kabul etmişti. Almanya,
sadece AB ülke vatandaşları ve İsviçrelilere çifte
vatandaşlık hakkı verirken, ülkede bulunan milyonlarca yabancı kökenliye çifte vatandaşlık hakkı
vermeyerek ayrımcı bir tavır sergilemişti.
Meclis, Danimarka vatandaşlığına geçişi
kolaylaştıran kanunu da kabul etti. Danimarka’da
doğanlar müracaat etmeleri durumunda 18 yaşına
geldiklerinde otomatik vatandaşlık alacaklar.
Bunun için ilköğretim 9. veya 10. Sınıfı 02 not
ortalamasıyla bitirmek, Danimarka’da toplamda
en az 12 yıl yaşamış olmak, bunun son 6 yılının
5 yılını Danimarka’da yaşamış olmak, her hangi
bir suçtan dolayı 3 bin kron veya üzeri para cezası
almamış olmak, alkolü araç kullanırken ceza
almamış olmak, kriminal suçlardan hapis cezası
almamış olmak. Bu şartları yerine getirenlere
vatandaşlık verilecek. Hem çifte vatandaşlığa
hem de Danimarka vatandaşlığına geçişi kolaylaştırmaya Meclis’te sadece aşırı sağ Danimarka Halk
Partisi karşı çıktı.
Eurovision’un faturası ağır oldu
BAHAR KOPENHAG
Danimarka’nın ev sahipliğini yaptığı 59.
Eurovision şarkı yarışmasının mali tablosu giderek
netleşirken, zararın 100 milyon kronu bulduğu
ifade edildi. Danimarka bir taraftan iyi bir organizasyon gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşarken
bunun bedeli milyonlarca kron zarar olarak döndü.
Kopenhag Limanı civarında eskiden tersane olarak
kullanılan Refshaleöen’deki B&W Hallerne’in,
yarışma mekanı olarak dönüştürülmesi nedeniyle
bütçesi ağırlaşan Eurovision için gün geçtikçe yeni
harcama kalemleri ortaya çıkarken, durum, organizasyonu gerçekleştiren şirket ve ödeme bekleyen
diğer firmaları zor durumda bıraktı. MetroXpress
gazetesi Eurovision’un maliyenin çok daha ağır
olduğunu belirten bir haber yatyınladı. Gazetenin
verilerine göre; organizasyonu gerçekleştiren Host
City Copenhagen şirketi bütçeyi 70 milyon kron
aşarken, vergilerle birlikte edilen zarar 96,7 milyon
kronu buluyor. MetroXpress, üç muhasebeci ve
bir ekonomi uzmanını hesapları kontrol etmeleri
için görevlendirildiğini ve bu kişiler hesapların
hedeflenen rakamları aştığını belirttiğini yazdı.
Hesap uzmanı Thorbjörn Helmo Madsen, eski
B&W tersanesinin yenilenmesi için yapılan
harcamalar konusunda ne kadar yanlış varsayımlar olduğunu fark ettiğinde oldukça şaşırdığını
belirtirken, ekonomist Lise Lyck’e göre ise, şirketin
profesyonel bir finans yönetimi bulunmuyor. Lise
Lyck, MetroXpress’e ”Bütçe ve gerçek rakamlar
arasında çok fazla fark mevcut. Bu profesyonelce
değil. Bütçe, mantıklı varsayımlar yerine tahminler
içeriyor. Turizm, hükümetin yeni büyüme stratejisi
ve endüstri ortaklarıyla yaptığı işbirliği sayesinde,
sonunda ciddi bir iş olarak görülüyor. Bu yüzden
finans sektörüne girmek isteyenler için bu can sıkıcı
bir durum olabilir’ açıklamasını yaptı. Lise Lyck,
Eurovision şovunu da övdü, ancak proje şirketinin
finans yönetimini “inanılmaz derecede amatör”
olarak değerlendirdi. Wonderful Copenhagen,
City of Copenhagen, Capital Region of Denmark
ve REDA, Eurovision için B&W Salonu’nun hazırlanmasından sorumluydu. B&W tersanesinin
dönüştürülmesindeki altyapıyı gerçekleştiren
birçok firma, halen paralarını alamadıklarından
dolayı organizasyonun sorumlusu Wonderful
Copenhagen’in bu iş için kurduğu şirket Host City
Copenhagen mahkemeye vermeye hazırlanıyor.
Şirket yönetimi ise iflas durumunda hiçbir ödeme
yapılamayacağını belirterek alacaklılarla faturaları
düşürme pazarlığı yapıyor. Zarara neden olarak,
organizasyondan önce yapılan planlamada birçok
giderin yer almaması gösteriliyor. Eurovision’un
net faturasının ağustos ayında açıklanması bekleniyor.
NILEN PRIVATSKOLE
bjødstrupvej 24, 8270 højbjerg - t. 86 14 14 95
studieture:
berlin, dublin
& istanbul
- Kilden til en lys fremtid
vi tilbyder:
alkalær
lektiehjælp
tyrkisk
medieværksted
folkedans mv.
gymnastiksal
legeplads
boldbur
Der er stadig ledige pladser
i de forskellige klasser.
Skynd dig at tilmelde dit barn
på www.nilenprivatskole.dk
Erfarne
undervisere
Høj
faglighed
godt
forældresamarbejde
klare
mål og
værdier
ring for at
høre nærmere
86 14 14 95
6 // HABER
PARA HAVALESİ
Muhasebe ve Tercüme
ile ilgili
DUYURU
Muhasebe ve tercümanlık hizmetlerinin yanı sıra, 25 yıllık mesleki tecrübeleri
ve sizlerin güvenine dayanan para havalesi hizmetleri sayesinde Danimarka´nın
her köşesinden gönderebileceğiniz, dilediğiniz miktardaki havaleleriniz
SADECE 1 SAAT İÇİNDE *
50 kr.´dan başlayan fiyatlarla, tüm Türkiye´ye ulaştırılmaktadır.
İrtibat:
Pamir Kalkan
Serbest Muhasebeci / Yeminli Tercüman ve Mütercim
VEPA Revision & Rådgivning / T.A.C. - Transfer And Consulting
Trommesalen 1, 1. sal - 1614 København V (v. Hovedbanegården)
Tlf. 33 79 33 77 - Fax 33 79 33 37 - Mobil 20 66 20 99
www.muhasebe.dk
-
www.tercüme.dk
-
www.havale.dk
Genç suçlular hapishane
hizmetinde bulunacak
Adalet Bakanı Karen Haekkerup, Ceza Kanunu Konseyi
tarafından gözden geçirilen kamu hizmeti kurallarına
dayanarak, daha fazla genç suçlunun boş zamanlarında
ücretsiz olarak hapishane hizmetinde bulunacağını açıkladı.
Bakan Haekkerup, “Kamu hizmeti öncelikli olarak hayatında
ilk kez ceza almış suçlulara odaklanmaktadır. Daha fazla suç
işlenmesine engel olmak ve hapishaneye girmenin iyi bir
şey olmadığının öğrenilmesini istiyoruz.” dedi. Ceza Kanunu
Konseyi’nin 2009 yılında sağ koalisyon hükümeti tarafından
kuruldu. Konseyin amacı, kamu hizmeti cezasının gelecekte
örneğin basit saldırılar nedeniyle ceza alan suçlulara verilmesini sağlamaktır. Daha öncesinde amaç, kamu hizmetinin
esas olarak hırsızlık gibi mülkiyet suçları cezasına çarptırılmış
olan suçlulara karşı kullanılmasıydı. Ancak, Ceza Kanunu
Konseyi’ne göre, suçun türüne göre değil ciddiyetine göre
karar verilmesi gerekiyor. Adalet Bakanı Haekkerup, ’Bu
ileride daha fazla insanın normal bir yargılama yerine kamu
hizmeti cezasına çarptırılması anlamına geliyor. Ancak, hızlı
araba kullanma, gasp ve cinayet gibi suçların kamu hizmeti
ile cezalandırılamayacağı da bir gerçektir. Suçların ciddiyeti
üzerine tartışılacak çok konu var” dedi.
AB’nin en pahalı ülkesi yine
Danimarka
Danimarka’da alışveriş arabalarına koyulan ürün ne olursa
olsun, Avrupa Birliği’nde yer alan diğer ülkelerin vatandaşlarına göre daha fazla para harcınıyor. AB ülkeleri arasında
2400 tüketim malının fiyatlarına ilişkin yapılan kapsamlı
bir karşılaştırmaya göre, Danimarka yüzde 140 oranla AB
ortalamasının üzerinde yer alıyor. Fiyat karşılaştırması, AB
İstatistik Kurumu Eurostat tarafından yapıldı. Tüketim malları
kategorilerine ayrı ayrı bakıldığında da Danimarka’daki
fiyatların çok yüksek olduğu görülüyor. Bu duruma istisna
olarak, İsveç fiyatlarının Danimarka’yı geçtiği giyim sektörü
ile İrlanda, Finlandiya ve Birleşik Krallık fiyatlarının yüzde 124
seviyesinde olup Danimarka fiyatlarını geçtiği alkol ve tütün
ürünleri gösterilebilir. Eurostat, alkol ve tütün gibi ürünlerdeki
fiyat dalgalanmalarının çoğunlukla ülkelerde uygulanan vergi
oranlarına bağlı olduğunu belirtti. Danimarka’daki araba
fiyatlarının da yüzde 155’lik bir oran ile ortalamanın çok
üzerinde olması şaşırtıcı değil. Yüzde 117’lik bir oran ile
ikinci sırada bulunan Hollanda ile arada büyük bir fark var.
AB dışına bakıldığında ise fiyat konusunda Danimarka’yı
geçen hala birkaç ülke bulunuyor. Norveç ve İsviçre, fiyatları
Danimarka’dan bile yüksek olan ülkeler arasında yer alıyor.
Kızlar not ortalamasında
erkekleri geride bıraktı
MÜLTECI KABULÜNDE
İSVEÇ ILK SIRADA
BAHAR ZAMAN
Danimarka, 2013 yılında 3 bin 889 mülteciye oturum izni verdi.
En kolay oturum izni veren AB ülkeleri arasında Danimarka 9. sırada
yer aldı. Ancak nüfus rakamları baz alınarak yapılan istatiskte ise
Danimarka dördüncü sırada bulunuyor. Almanya, 2013 yılında 26
binden fazla oturum izni verdi ancak, bu sayı nüfuslarıyla orantılı olarak
değerlendirildiğinde, Danimarka’nın geldiği seviyeye ulaşamadıkları
ortaya çıkıyor. Almanya geçen yıl bir milyon nüfus başına 327 mülteciye
oturum izni verirken, Danimarka bu sayıyı ikiye katlayarak ülkedeki bir
milyon nüfus başına 694 mülteciye oturum izni verdi. Danimarka ile
kıyaslanan ülkelerden biri olan İsveç, gerek verdiği oturum izni sayısıyla
gerekse nüfus başına düşen mülteci oranıyla listenin en üst sıralarında
yer alıyor. İsveç 2013 yılında toplamda 28 bin 215 kişiye oturum izni
verdi. İsveç’te bir milyon nüfus başına düşen mülteci sayısı 2 bin
950’ye karşılık geliyor. Listenin en başında küçük Akdeniz ülkesi Malta
yer alıyor. Malta, yarım milyondan daha az nüfusa sahip bir ülke olarak
bin 610 kişiye oturma izni vermiştir. Bu sayı, bir milyon nüfus başına 3
bin 820 oturma iznine karşılık geliyor. Yabancı karşıtı Danimarka Halk
Partisi’nin entegrasyon sözcüsü Martin Henriksen, Danimarka’nın
çok sayıda mülteci Kabul etmesini doğru bulmadıklarını hükümetin
bu konuda frene basmasını istedi. Koalisyonun küçük ortağı Radikal
Parti’nin entegrasyon sözcüsü Marlene Borst Hansen, Danimarka’nın
uluslararası antlaşmalar çerçevesinde üzerine dşen görevi yerine
getirerek savaş ve huzursuzluğun olduğu ülkelerden mülteci kabul
ettiğini söyledi.
2013’te milyon nüfus başına düşen mülteci sayısı
1. Malta - 3820
2. İsveç - 2952
3. Avusturya - 750
4. Danimarka - 694
5. Hollanda - 651
6. Belçika - 610
7. Finlandiya - 445
8. Bulgaristan – 342
9. Almanya 327
10. Kıbrıs Rum Kesimi 260
Lise çağındaki erkek öğrenciler, oturup ödevlerini yapma
konusunda başarısız. Daha iyi çalışma alışkanlıkları edinmek
için yardıma ihtiyaçları var. Think Tank DEA tarafından yapılan
analize katılan birçok uzmanın tepkisi bu yönde oldu. Analiz,
ilköğretim ve lise çağındaki öğrencilerin notlarına dayanarak
yapıldı ve lise çağındaki erkek öğrencilerin kız öğrencilerin
gerisinde kaldığını gösterdi. İlköğretim çağındaki kız ve erkek
öğrenciler tam olarak eş düzeydeler. Ancak, lise öğrenimine
geçildiğinde, kız öğrencilerin daha yüksek notlar aldığı ve
yükseköğrenime geçmek konusunda daha iyi fırsatlar yakaladıkları görülüyor. Son yıllarda, lise ve yükseköğrenim çağındaki
erkek öğrencilerin başarısı düştü; uzmanlara göre bunun bir
nedeni de eğitim sisteminin kız öğrenciler için daha uygun
olması. Ayrımcılıkla mücadele için
yeni uygulama
Yeni uygulama, Kopenhag’daki ayrımcılığın kapsamını
belirleyecek. Geçen yıl yapılan bir araştırmaya göre günlük
hayatta 57 bin 237 kişi ayrımcılığa maruz kalıyor. Bu kişiler
arasından yalnızca 47 vatandaş kendini ifşa etti. Kopenhag’ın
istihdam ve entegrasyon sorumlu Belediye Başkanı Anna
Mee Allerslev, bu sayının çok düşük olduğunu düşünüyor.
Bu sebeple, şimdi ilk kampanya ile ulaşılamayan 57 bin 190
kişiye de ulaşabilmek için bu uygulamaya 1 milyon kron daha
ödenecek. Anna Mee Allerslev bu uygulamanın çok büyük bir
başarı yakalayabileceğine inanıyor. Anna Mee Allerslev, “Tam
olarak kaç kişinin ayrımcılığa uğradığını öğrenebilirsek bunu
önlememiz daha kolay olur” dedi. Herkes yeni uygulama
hakkında olumlu düşüncelere sahip değil.
8 // HABER
ARADIĞINIZ MARKAYA
ULAŞILAMIYOR
Dünyanın ilk uluslararası cep telefonu görüşmesi onunla yapıldı. 2007’de sektörün yüzde 64,9’u
onun elindeydi. Kendine özgü melodisi ve ‘Connecting People’ sloganı hala kulaklarımızda. Peki, ne
oldu da Nokia piyasadan silindi?
HASAN CÜCÜK - YAVUZ ŞAHİN
Tarih, 1 Haziran 1991. Dönemin Finlandiya
Başbakanı Harri Holkeri, iletişim tarihine geçen
dünyanın ilk uluslararası GSM (Global System for
Mobile Communication -Mobil Haberleşme için
Global Sistem) telefon görüşmesini yapıyordu.
Holkeri’ye bu imkânı sunan, ülkenin medar-ı
iftiharı olacak Nokia’ydı. 1979’da mobil telefona
yatırım yapmaya başlayan Nokia, sürekli ilklere
imza atıyor, kısa sürede dünyanın en tanınan
markası oluyordu. Fakat yükselişi gibi çöküşü de
hızlı oldu Nokia’nın. 2007’de telefon piyasasının
yüzde 64,9’unu elinde bulunduran Nokia’nın pazar
payı 2013’te yüzde 3’lere kadar düşüyor, Apple ve
Google ile mücadelede başarısız olunca çareyi cep
telefonu bölümünü satmakta buluyordu.
Eylül 2013’te Microsoft, Nokia’nın cep
telefonu bölümünü satın almak için girişimlere
başladığını duyurduğunda bir devin tarih sahnesinden çekilmesinin ilk işaret fişeği veriliyordu.
Satışa giden yol, Nokia’nın Microsoft’tan Eylül
2010’da transfer ettiği ilk Finli olmayan CEO’su
Stephen Elop döneminde 3 yıl arka arkaya yaşanan
‘facia’ bilançonun neticesiydi. 2010 sonunda
Nokia, akıllı cep telefonu piyasasının yüzde 29’unu
elinde bulundururken, sadece iki yıl sonra ancak
piyasanın yüzde 2’lik bölümünün sahibi oluyordu.
2000 yılında Nokia’nın bir hissesi 65 Euro iken,
2013’te 3 Euro’nun altına düşüyordu.
Nokia’yı çöküşe götüren düşüş, 2011 yılının
ilk çeyreğinde başladı. Bu tarihe kadar sürekli
satışını artıran bir şirketti. Öyle ki dünyada Nokia
markasının girmediği ülke ve hane kalmayacak
kadar büyümüştü. Bugün cep telefonu (akıllı
telefon) piyasasını elinde bulunduran Apple ve
Google, 2005 yılında geleceğin bilgisayarlarının
‘insanın cebinde’ olacağını planlamaya başladı.
Bu iki firmanın mobil telefon piyasasına girme
sebepleri, Nokia’nın pazardaki payından ziyade,
en büyük rakipleri olarak gördükleri Microsoft’tu.
Nokia zaten Kuzey Amerika piyasasında etkili
bir firma değildi. Apple ve Google, Microsoft’un
Windows Mobile yazılım sisteminin cep telefonu
piyasasındaki hegemonyasını kırmak istiyordu.
2005’te piyasanın en büyük şirketi olan Nokia,
kendi yazılım sistemi olan Symbian’ı kullanıyordu.
Apple, telefon piyasasına ilk ciddi tehdidin modern
‘walkman’ olan iPod’dan geleceğini gördü.
2001’de piyasaya sürdüğü iPod, müzik tutkunu
genç- yaşlı herkesin tercihi oluyordu. 2005’te
Apple 20 milyon iPod satarken, gelirinin yüzde
40’ını elde etmiş oluyordu. Cep telefonundan
müzik dinleme projesini hayata geçirmek için
Motorola ile anlaşan Apple’ın ortak ürünleri ROKR,
Eylül 2005’te piyasaya sürüldü. Ancak beklenen
ilgiyi görmedi. En fazla 100 şarkı alıyordu ve
sadece Apple’ın iTunes programı kullanılıyor, cep
telefonuna müzik yüklemek için bir bilgisayara
ihtiyaç duyuluyordu. Apple CEO’su Steve Jobs,
ortaya çıkan üründen memnun olmadığı gibi
oldukça kızgındı. Motorola ile başlayan ‘birliktelik’
sadece birkaç ay sürdükten sonra yollar ayrıldı.
Steve Jobs’un en büyük korkusu, cep telefonlarının
iPod ile rekabet edecek noktaya gelmesiydi. Bu
korkuyu hayata geçiren Nokia oluyordu. 2007
yılında Nokia, dünyanın önde gelen müzik yapım
firmaları Universal, Sony, Warner, EMI ve diğer
birçok firma ile anlaşarak ‘Nokia Comes Wiht
Music’ hizmeti ile istenilen kadar şarkıyı belirli
bir abone ücreti karşılığında dinleme imkânı
sunuyordu. Yine Nokia Ovi Store ile programlar
satın alınıp direkt telefona indiriliyordu. Nokia,
rakiplerinden birkaç adım önde olduğunu bir kez
daha ispat etmişti.
Cep telefonu piyasasını kontrol altına alan
‘akıllı telefonları’ ilk bulan yine Nokia’ydı. Nokia
9000, 1996’da piyasaya sürülen ilk akıllı telefondu.
Microsoft, Nokia’nın bu hamlesinden sadece 1
yıl sonra Windows Mobile’ı hayata geçirirken;
Nokia, Motorola ve Ericsson ile işbirliği yapıp
kendi yazılımı olan Symbian’ı kullanmalarını
sağladı. Nokia’nın Symbian’ı hayata geçirmesinde
Microsoft’un yazılım piyasasındaki hâkimiyetinin
rolü vardı. Microsoft’un yazılımını kullanıp her
cep telefonu için lisans ödemek istemiyordu. 2005
yılında Nokia, Symbian’ın artık miadını doldurmaya
başladığını gördü. Aplle, İOS ile, Google da Android
sistemiyle giderek güçleniyordu. Nokia yönetimi
yeni bir yazılım geliştirmek için ekip kurarken
ortaya çıkan Meamo yazılım arzu edilen özellikleri
taşımıyordu.
Nokia’nın can damarına ilk darbeyi vuran
isim Apple CEO’su Steve Jobs oldu. 9 Ocak
2007’de sahneye çıkan Jobs, yeni ürünlerinin
cep telefonu piyasasında devrim yapacağını
söylüyordu. Jobs, Apple olarak Macintosh ile
bilgisayar, iPod ile müzik endüstrisinde devrim
yaptıklarını belirttikten sonra iPhone ile artık
cep telefonu piyasasında devrim yapacaklarının
müjdesini veriyordu. Jobs haklı çıktı. İnsanlar
Haziran 2007’de ABD’de piyasaya sürülen iPhone’u
almak için saatlerce kuyrukta beklemişti. iPhone
bir telefondan çok öteydi. Google, Android’le
akıllı telefon piyasasına girerken, eskinin devleri
Nokia, Motorola ve Ericsson o günlerde yakında
yaşayacakları çöküşün farkında bile değillerdi.
Nokia ve Microsoft, Apple’ın ürünü iPhone’u
ciddiye almıyordu. Nokia, cep telefonunda dünya
piyasasını elinde bulundurmanın, Microsoft ise iş
dünyasını Windows Mobile ile hegemonyası altına
almanın rahatlığını yaşıyordu. Bugün ise piyasanın
hâkimi Apple ve Google. Nokia ve Microsoft’un bu
piyasada adı bile geçmiyor.
Apple, gece-gündüz demeden Ocak 2007’de
tanıtacakları iPhone için, Google da 5 Kasım
2007’de tanıtacağı Android için çalışırken; Nokia’da
ise tam bir ‘iç savaş’ yaşanıyordu. Nokia’nın yıllarca
kullandığı yazılım Symbian’ın yerini alması için
geliştirilmek istenen Maemo ekibi arasında
‘rekabet ötesi mücadele’ vardı. Rekabet iyiydi
ancak Nokia’da yaşanan savaştı. Nokia’nın ilk
Maemo yazılımlı N800, Steve Jobs’un iPhone
tanıtımından iki hafta önce piyasaya sürüldü.
Ancak ürün tam bir fiyaskoydu. Eylül 2007’de
piyasaya çıkan N810 da beklenen ilgiyi görmedi.
Bu iki ürünün piyasaya sürülmesinde içte yaşanan
çatışma etkili olmuştu. Maemo ekibi, Symbian
ekibini ‘ekarte’ etmek için hızlı bir şekilde bu iki
ürünü piyasaya sürmüştü. Sonuç ise hayal kırıklığı
oluyordu.
Nokia’nın ilk Finli olmayan CEO’su Stephen
Elop, 21 Eylül 2010’da göreve başlarken, hedef
özellikle Kuzey Amerika piyasasında Apple ve
Google’ı yakalamaktı. Nokia yönetimi Elop’u
işbaşına getirirken ‘yenilenmenin’ başarıya
ulaştıracağına inanıyordu. Nokia, telefon branşına
girdikten sonra ilk zararını 2010’un yaz aylarında
yaşadı. Zarar cep telefonu bölümünden değil,
NokiaSiemens Network’te olmuştu. 2010’un son
çeyreğinde 101 milyon akıllı cep telefonu satılırken
bir önceki yılın aynı dönemine göre satışlarda
yüzde 87’lik bir artış vardı. Pazarda aslan payı 28
milyon adet satışla Nokia’ya ait olurken, Apple 16
milyon iPhone satışıyla ikinci, Blackberry 15 milyon
adetle üçüncü sırada yer alıyordu. Piyasaya yeni
aktör olarak giren HTC ve Samsung çok kısa sürede
büyürken, Nokia’nın pazardaki payı yüzde 30
oranında azalıyordu. Microsoft’tan transfer edilen
Stephen Elop, sadece 1500 çalışanı olan Macromedia şirketinde tepe yöneticiliği yapmıştı. Asıl
şöhreti, Microsoft Office’in 2010’daki yeni versiyonunun hazırlanmasında yakalamış bir isimdi.
Ancak cep telefonu piyasasında tecrübesi olmayan
Elop’un Nokia’nın başına getirilmesi Finlandiya’da
tepkiyle karşılanacaktı. İlk 4 ayını şirketi tanımaya
ve gelecek stratejisini çizmeye ayıran Elop’un
çalışanlarına yönelik yaptığı bir ‘iç konuşma’ sızdırılınca küçük çaplı bir sarsıntı yaşandı. Elop, daha
sonra bu iç konuşmayı blogunda yayımlayacaktı.
9 // HABER
10 // HABER
Elop, Nokia’nın durumunu, denizin ortasında
yangın çıkmış bir petrol platformuna benzeterek
“İki seçeneğimiz var: Ya alevlerin bizi içine almasını
bekleyeceğiz ya da denize atlayıp kurtulmayı
deneyeceğiz.” diyordu. Durum vahimdi. Nokia’nın
Apple ve Google ile rekabeti artık imkânsızdı.
Elop’a göre Nokia, ekosistemi bozulduğu için
rakipleriyle rekabet edecek pozisyonu kaybetmişti.
11 Şubat 2011’de Elop, Microsoft’un direktörü
Steve Ballmer ile yaptıkları anlaşma gereği
Nokia’nın yeni stratejisini açıkladı. Nokia artık
akıllı telefonların yazılımında Windows Phone
kullanacak, Symbian devre dışı bırakılacak, MeeGo
kesinlikle denenmeyecekti. Bu anlaşma, Nokia’nın
15 yıldır direndiği Microsoft yazılımlarına karşı
teslim bayrağı çekmesi anlamına geliyordu.
Bu karar Nokia çalışanlarında hayal kırıklığı ve
moral bozukluğu yaşatırken, Finlandiya’nın
ise ‘gururunu’ incitiyordu. Nokia’nın Android’i
kullanmasını isteyenler çoğunlukta olmasına
karşılık, Elop, Microsoft’la işbirliğini tercih etti.
Elop’a göre bütün rakipler Android’i kullanıyordu.
Nokia’nın farklı olanı tercih edince rekabete denge
getireceğine inanıyordu.
Elop’un Nokia’nın akıllı telefonlarda Windows
Phone yazılımı kullanacağını açıklamasından
sadece birkaç ay sonra Mayıs 2011’de Microsoft
Skype’i alarak tüm dünyadaki cep telefonu
şirketleriyle arasını bozdu. Skype, cep telefonları
için büyük bir tehditti. İnternet üzerinden cep
telefonuna gerek duyulmadan yapılacak görüşmeler pazarın hâkimlerini elbette rahatsız etmişti.
Windows Phone, Skype’in alınmasıyla işlevini
kaybetmiş oldu. Skype, yüzde 44’lük bir büyümeye
imza atarken, dünyadaki her 3 uluslararası
görüşmeden biri Skype üzerinden yapılıyordu.
Skype’in bilgisayar ve Android sistemli akıllı
telefonlar üzerinden rahatça kullanılması, GSM
telefon şirketleri için rahatsızlık sebebiydi. Şirketler,
Microsoft, Skype’e sahip olduğu müddetçe
Windows Phone satmayacaklarını açıkladı. Bu
karar sadece Microsoft’u hedef almakla kalmıyor,
en büyük zararı “Akıllı telefonlarda Windows
Phone yazılım kullanacağım.” diyen Nokia
görüyordu. Stephen Elop, Nokia’nın en büyük akıllı
telefon üreticisi olduğunu açıklayıp rakiplerinin
kendileriyle boy ölçüşemeyeceğini belirtirken,
yeni ürün piyasaya sürmeden, kullanmaktan
vazgeçtikleri Symbian yazılımlı telefonları satmaya
çalışıyordu.
Ama kimse firması tarafından idama mahkûm
edilmiş bir yazılım sistemine sahip telefonu
almıyordu. Nokia, Windows sistemini kullanan
Nokia Lumia’yı tam 9 ay sonra piyasaya sürüyordu.
Bu süreçte hiçbir Nokia kullanıcısı eski model
telefonu yeni bir modelle değiştirme imkânı
bulamıyordu. Lumia da ilgi görmedi, satışlar
hayal kırıklığı oldu. Dünyanın en büyük GSM
operatörü China Mobile, Nokia’nın Symbian
yazılımı kullanması halinde Nokia ile çalışacağını
açıkladı. Ancak bu istek Nokia’da kabul görmedi.
Microsoft’un kurucusu Bill Gates, Windows
Phone’un ‘fiyasko’ olduğunu açıkladığında tarihler
Şubat 2013’ü gösteriyordu. Aynı zamanda yönetim
kurulu başkanı olan Gates’in bu açıklaması Microsoft’un CEO’su Steve Ballmer’in görev süresinin
bitmesi anlamına geliyordu. Nokia’nın krizden
çıkmak için sarıldığı Windows Phone, Bill Gates
tarafından fiyasko olarak tanımlanınca Nokia için
artık teslim bayrağı çekmenin zamanı geliyordu.
Nokia’nın artık satılmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Samsung, Lenovo, Sony ve Microsoft,
Nokia’yı almak için harekete geçerken; 2 Eylül
2013’te Microsoft, Nokia yönetimiyle şirketin cep
telefonu bölümünü satın almak için 7,2 milyar
dolara anlaştığını, nihai kararın yönetim kurulunun
onayından sonra olacağını açıkladı. Nokia yönetimi
satışı 25 Nisan’da onaylayınca bir devin sonu
gelmiş oldu.
KÂĞIT ÜRETİMİNDEN DÜNYA DEVLİĞİNE
Nokia, ismini aldığı Nokianvirta Nehri kıyısında
1865’te faaliyetine başladı. O yıl Fredrik Idestam
adlı bir mühendis, bir kâğıt hamuru değirmeni
kurdu ve kâğıt üretmeye başladı. O günler,
endüstride kâğıda çok talep olduğu günlerdi.
Şirketin satışları yüksek paylara ulaştı. Nokia ilk
olarak Rusya’ya, daha sonra İngiltere ve Fransa’ya
kâğıt ihraç etti. Nokia fabrikası oldukça geniş
bir işgücü kadrosu kurdu ve etrafında küçük bir
topluluk gelişti. Finli bir kauçuk ürünler üreticisi
olan Rubber Works (Hâlâ Nokian ismi ile otomobil
lastiği üretiyor), sonradan Nokia’yla birleşti ve
Nokia markası altında bisiklet, otomobil lastiği, bot
gibi ürünler satmaya başladı. II. Dünya Savaşı’ndan
sonra Finnish Cable Works hisselerinin çoğunluğunu satın aldı. Finnish Cable Works, II. Dünya
Savaşı sırasında artan enerji iletimi, telgraf-telefon
ağı ihtiyacına bağlı olarak hızla büyümüştü.
Zaman içinde Rubber Works ve Cable Works
şirketlerinin sahipliği konsolide oldu. 1967’de üç
şirket birleşerek Nokia Grup’u oluşturdu. O yıl
elektronik departmanı şirketin satışlarının yüzde
3’ünü oluşturuyordu ve 460 kişi çalışıyordu.
1970’in başında telefon santralleri elektromekanik
analog devrelerden oluşmaktaydı. Kısa süre sonra
Nokia başarıyla dijital devreleri (Nokia DX 200)
geliştirdi. Nokia DX 200 ile bilgisayar kontrollü
telefon santralleri en üst düzeyde olabilmekteydi.
Nokia’nın iletişim teknolojisinde yükseliş yılı
1979’da Finli televizyon üreticisi Salora ile birlikte
Mobira Oy’u kurmasıyla başladı. İki yıl sonra Mobil
Network’ün başlangıcı Nokia üretiminin 1981’de
Mobil Telefoni’yi (NMT), dünyanın ilk uluslararası
cep telefonu şebekesini, icat etmesine imkan
tanıdı. NMT daha sonra diğer ülkelerde faaliyete
geçti. Nokia, 1984’te araç telefonu Mobira
Talkman’i, 1987’de NTM şebekesiyle çalışan
dünyanın ilk cep telefonu Mobira Cityman’i üretti.
Ağırlığı 800 gr olan Mobira Cityman’in ücreti
ise 4 bin 500 Euro’ydu. 1987’de dijital Global
System for Mobile Communication, (GSM - Mobil
Haberleşme için Global Sistem) piyasaya sürüldü
ve Nokia GSM telefonlar geliştirmeye başladı.
1 Haziran 1991’de Finlandiya Başbakanı Harri
Holkeri, ilk uluslararası mobil konuşmayı yaparken
elinde tuttuğu telefonun üzerinde Nokia markası
yazıyordu.
12 //
SENEGAL’DE BULUNDUĞUM SÜRE KAFAMDA ‘İNSAN BU ÜLKEYE NEDEN GELIR’
SORUSU VARDI. CAZIP HIÇ BIR YANI YOK. ADETA YOKLUKLAR ÜLKESI. BENIM GIBI
DÜŞÜNENLERIN SAYISI OLDUKÇA FAZLA OLMALI KI; ÜLKEDE YABANCI GÖRMEK
IMKANSIZ. AMA BIR IDEALI OLANLAR IÇIN SENEGAL’IN ÇÖLÜ BILE VAHA GÖZÜKÜR.
HASAN CÜCÜK
[email protected]
Senegal ne yana düşer
İstanbul Atatürk Havalimanı’nda Dakar
uçağına binmek için beklerken dikkatimi
yolcuların ‘ten’ rengi çekiyordu. Beyaz görmek
neredeyse imkansızdı. Uçağa bindiğimizde
Timetohelp Derneği’nin yardımlarını götüren
12 kişilik bizim gruptan başka bir tane Türk
vatandaşı daha vardı. Siyahilerin ezici çoğunlukta olduğu uçakta 3-5 Çinli ve İranlı vardı.
Uçaktaki diğer Türk’le tanıştığımızda; ‘Afrika’ya
ya işadamı ya da Türk okullarında çalışanlar
gider’ sözünün bir kez daha doğru olduğunu
görüyorduk. Mehmet öğretmen Senegal’de
bir yıl kaldıktan sonra tayininin çıkmasıyla
Türkiye’ye memleketi Balıkesir’e dönmüş. Kalan
eşyalarını toplamak için geri giderken ‘Haydi
iyisin tayinin memleketine çıkmış’ dediğimde
‘Yok abi döndüğüm için çok üzgünüm. Buraları
çok sevmiştim’ diyordu. Oysa Senegal hiçte
öyle sevilecek ve yaşanacak bir yer değildi. Gidiş
gayesi farklı olunca seviliyordu.
Senegal’i Avrupa ile kıyaslamak çok yanlış
olur. Başkent Dakar’ın sokaklarında dolaşırken,
1990’lı yılların Şarkışla’sına yolculuk yaptığımı
hissettim. Çöl ortasında bir ülke olmanın ne
demek olduğunu Senegal’de görmüş olduk.
Tüm sokaklar kumla kaplı. Asfalt olan yolları bile
kum kaplamış. Kısaca kum hayatın bir parçası
olmuş. Fransız sömürüsü olan Senegal 1960’da
bağımsızlığını ilan etmiş ama hala herşeyden
Fransız hakimiyeti var. Resmi dilin Fransızca
olduğu ülkede, Fransa’da çöpe atılacak arabalar
caddelerde seyrediyor. Dakar caddelerinde bir
tarafına çarpılmamış araba görmek imkansız.
Trafikteki kaosa rağmen sürücüler birbirine son
derece saygılı. Bu aslında Senegal halkının genel
karakterini yansıtıyor. Munis, ılımlı, kavgadan,
gürültüden uzak karaktere sahipler.
Senegal’de bulunduğum süre kafamda
‘İnsan bu ülkeye neden gelir’ sorusu vardı. Cazip
hiç bir yanı yok. Adeta yokluklar ülkesi. Benim
gibi düşünenlerin sayısı oldukça fazla olmalı ki;
ülkede yabancı görmek imkansız. Ama bir ideali
olanlar için Senegal’in çölü bile vaha gözükür.
Tıpkı 1997’de bu ülkeye gelen ‘önden giden
atlılar’ gibi. Bugün sayıları 10’dan fazla olan
Yavuz Selim eğitim kurumlarının temeli tam 17
yıl önce atılmış. İlk gelenlerin yaşadığı zorluğu
anlatanlar ‘Biz şimdi çok rahatız’ demeyi ihmal
etmiyorlar. Hiç Türk’ün olmadığı dilini bilmediğin, fakirliğin hüküm sürdüğü bir ülkeye gelip
geriye dönmemek her kişinin değil gerçekten
erkişinin yapacağı bir yiğitliktir.
Yavuz Selim Kolejleri, çölde vaha gibi.
Türkiye’deki Hizmet kurumları standartlarında
fiziki şartlara sahip. Kolejlerde kullanılan tüm
malzeme Türkiye’den gitmiş. Çünkü Senegal’de
kaliteli inşaat malzemesi bulmak imkansız.
Binalar çok sıradan malzemelerle yapılıyor.
1980’li yıllarda Şarkışla’dan aşina olduğum
briket kullanılıyor. Tuğla ile yapılan ev görmek
neredeyse imkansız. Yavuz Selim Koleji’nin
misafirhanesinin sorumluluğunu yapan
Senegalli İsa, dünya tatlısı biri. İsa, katolik bir
ailede doğmuş. 3 yıl önce İslamla müşerref
olmuş. 28 gün Türkiye’de kalmış. İyi sayılacak
derecede Türkçe konuşuyor. İftar sonrası yaptığı
çay ve mango servisleri ve ‘nerelisin’ soruma
-birazda baskıyla- ‘Sivaslıyım’ demesiyle İsa
ile olan gönül bağımız oldu. Senegal’de 200
kadar hizmet gönüllüsü var. Ailesiyle sadece
öğretmenler hicret etmemiş. Teknisyen olan
Elazığlı Necati abi, emekli olduktan sonra eşiyle
beraber buraya gelmiş. Necati abinin 5 çocuğu
var ve hepsi değişik ülkelerde hizmet ediyor. İki
yıldır kız kolejinin tüm teknik ve tamirat işleri
Necati abiye emanet edilmiş. Müdür beyin
ifadesiyle ‘Necati abi bizim gören gözümüz,
tutan elimiz’.
Avrupa’da gitmediğim ülke neredeyse
kalmamıştı. İlk kez Afrika’da bir ülkeye gittim.
Avrupa’da yaşayıpta Afrika’yı anlamak imkansızdır. Mutlaka gidip yakından görmek ve
halimize şükretmek lazım.
13 //
SIRPLARIN BOSNALILARA YÖNELİK KATLİAMLARINDA, AFRİKA’DA KABİLELERİN
BİRBİRİNİ KATLETTİĞİNDE, DÜNYA BU VAHŞETE GÖZ YUMDUĞUNDADA BURADAYDIM.
TÜRKMENLERİ, EZİDİLERİ, KÜRTLERİ KISACASI ÖNÜNE GELEN HERKESİ ZALİMCE ÖLDÜREN
ZALİM, GADDAR IŞID’E KARŞI YAPILACAK BİR MİTİNGDE DE BURADA OLACAĞIM.
HÜSEYİN ARAÇ
[email protected]
İnsan olduğum için
Danimarka demokratik bir ülke ve
Danimarka anayasasına göre , bu ülkede
yaşayan insanlar kanun karşısında eşittirler.
Bunu bilmelerine rağmen Venstre (Liberal)
Partisinin politik sözcüsü Inger Støjberg,
Danimarka’ya gelecek olanlara ayrı ayrı
işlem yapılmasını istiyor. Örneğin Güney
Amerika ve batı ülkelerinde gelenlere aile
birleşimi, yeşil kartla oturum alma şartlarının
kolaylaştırılmasını ama Ortadoğu’dan ve
müslümanlar ülkelerden geleceklere daha
ağır şartlar uygulanmasını, hatta gelmemesini
istedi. Buna neden ise, Ortadoğuda veya
müslüman ülkelerden gelenler Danimarka
toplumuna uyum sağlamakta zorlanıyorlarmış
vede entegre olmuyorlarmış.
Bu konuyu anlattıklarımdan aldığım
yanıtlar beni hayretler içerisinde bıraktı,
birçoğu boşver ya, bana ne. Anadil eğitimini
kaldırıyorlar ne diyorsun ? Boşver ya bana ne;
ilkokula giden çocuğum yok. Bakım kotratlarını
kaldırıyorlar ne diyorsun ? Boşver ya bana ne;
benim kontrat yok.
24 yaş kaidesini getiriyorlar ne diyorsun?
Boşver ya bana ne; o yaşta çocuğum yok.
Memlekete Cumhurbaşkanı seçiliyor
ne diyorsun? Boşver ya bana ne; ben maça
gideceğim.
Filistin halkı kan revan içinde, çoluk çocuk,
kadın kız demeden öldürüyorlar ne diyorsun?
Başkaları ne der bilmem ama, benim cevabım
aşağıda.
Arhus şehrinde düzenlenen İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarını protesto gösterisinde
konuşmamda , BM ve diğer uluslararası
kuruluşlara çocukların ve masum insanların
öldürülmesini durdurun çağrısında bulundum.
Mitingdeki konuşmamın özeti şu şekildeydi:
’Ben daha öncede bu meydandaydım, daha
öncede dünya kamuoyuna sesim çıktığı kadar
bağırmıştım. Saddam Hüseyin’in Halepçe
de 5 bin Kürt’ü gazla zehirlediğinde, katliam
yaptığındada buradaydım.
Sırpların Bosnalılara yönelik katliamlarında, Afrika’da kabilelerin birbirini
katlettiğinde, dünya bu vahşete göz yumduğundada buradaydım. Türkmenleri, Ezidileri,
Kürtleri kısacası önüne gelen herkesi zalimce
öldüren zalim, gaddar IŞID’e karşı yapılacak
bir mitingde de burada olacağım. Bugün
burada sizinle beraberim, burada olmam
politikacı, yabancı, belli bir inanca, sol veya
sağ görüşten olduğum, Ortadoğu ülkelerine
yakın bir coğrafyadan geldiğim için değil. Bir
insan olduğum için buradayım. Bugün, başka
insanların insan haklarına, yaşam haklarına
destek
vermek ve de insanlara zulüm eden,
onları evlerinden barklarından eden
güçlere dur demek için buradayım. Ben
demokrat bir insan ve savaşa karşı olduğum,
çocukların, kadınların savunmasız insanların
öldürülmesine karşı olduğum için buradayım.
Buna benzer olaylara dünyanın neresinde
olursa olsun bir insan olarak karşı çıkmaya
devam edecek, her zaman mazlumdan,
her zaman güçsüzden, her zaman haklıdan
yana olmaya gayret göstereceğim. Bunu
yaparken haksızlığa, zulme uğrayan insanların
hangi inanca, hangi milliyete dahil olduğunu
sormadan yapacağım, şimdiye kadar da öyle
yaptım. Her insanın yaşam hakkı vardır. Her
insanın iyi bir çocukluk, gençlik ve ergenlik
dönemine ihtiyacı vardır. Her insanın
özgürlüğe, refaha vede eşitliğe hakkı vardır.
İnsana insan olarak değer vermeliyiz.
Çocukların kadınların, sivillerin kısacası
insanların ölmemesi
için mücadele etmeliyiz. Gazze’de bir
insanlık dramı yaşanıyor, 1770 kişi öldürüldü,
7000 kişi yaralı. Filistin halkının suya , ekmeğe,
ilaca, hastaneye, okula, başını sokacağı bir eve
ihtiyacı var. Filistinliler kan ağlarken dünya göz
yumuyor. Hele Arap ülkeleri bize dokunmayan
yılan bin yıl
yaşasın politikası yürütüyorlar. Gazze
1,8 milyon Filistinliye açık hapishane
yapılmış, İsrail biz Hamas’a karşı savaşıyoruz
diyor, ama Hamas nerede? Ölenlere bakın,
plajda oynayan 7-8 yaşlarındaki çocuklar
ölen kadınlar hiç Hamas’ın askerlerine
benziyor mu? Filistinlilerin gideceği, kaçacağı
bir yer yok. Gazze’deki insanlara sahip
çıkan, dertlerine derman olan, çocukların
acı yaşamını anlatan yok, Onun için ben
buradayım, onun için biz buradayız. Arap
Birliği’ymiş, şu ülkeymiş bu ülkeymiş herkes
kendi menfaati peşinde. Onun için ben ve
burada bulunan herkes Birleşmiş Milletlere
çağrı yapıyoruz, ’bu kanı, bu zulmü en kısa
zamanda durdurun’. Ben ve bizler Danimarka
hükümetine çağrıda bulunuyoruz, ’elinizde ne
gelirse yapın, bu savaşı durdurmaya çalışın,
bu ambargoyu kaldırın. Göz göre, göre ölüme
terk edilen Filistinli çocuklara bir gelecek
sağlayın.’ Bunu çocuklar için, kadınlar için, sivil
insanlar için, insanlık namına, Allah aşkına,
daha çok geç kalmadan yapın”
14 // SAĞLIK
DIL DEĞIL
AĞIZ
YARASI
Ağız yaraları yani aftlar, on kişiden
birinde görülüyor. Hal böyle
olunca da pek önemsenmiyor.
Oysa bağırsak hastalıklarından
romatizmaya, kan hastalıklarından
vitamin eksikliklerine kadar birçok
önemli rahatsızlığın habercisi
olabiliyor.
MERVE TUNÇEL
Ağız yaraları yani aftlar, on kişiden birinde
görülüyor. Hal böyle olunca da pek önemsenmiyor.
Oysa bağırsak hastalıklarından romatizmaya, kan
hastalıklarından vitamin eksikliklerine kadar birçok
önemli rahatsızlığın habercisi olabiliyor.
Domates, biber, patlıcan… Bunlar yalnızca
mazide kalmış şarkı sözlerinden ibaret değil,
ağız yaralarından muztarip olanlar için. Bir kâbus
adeta. Üstelik sadece bu gıdalar değil, daha
birçoğu. Ağızda nadiren çıkan, bazılarımızda ise
çok daha sık oluşan minik, beyaz renkli yaralar
hayatı adeta zehir ediyor. Sırf bu yüzden çok
sevdiğimiz yemeklere uzaktan bakmakla yetindiğimiz çok olmuştur. İnsanı su içmeye bile korkar
hale getiren ağız yaraları, bizi bebekliğimize geri
götürür. Sonrası, gelsin yumuşak gıdalar gitsin asitli
içecekler, çok soğuk ve sıcak yiyecekler… Acıbadem
Ataşehir Tıp Merkezi’nden Cilt Hastalıkları Uzmanı
Doç. Dr. Simin Ada, “aft” olarak adlandırılan ağız
içi yaralarının sebeplerini ve ne zaman ciddiye
alınması gerektiğini anlattı.
Ağız içi yaraları, erkeklerden çok kadınlarda
görülüyor. Bazı kişilerde, tam tahıl, glüten,
çikolata, soya, peynir veya fındık gibi gıdalara
karşı vücudun gösterdiği aşırı duyarlılık ağızda
aftlara yol açabiliyor. Stres ve regl dönemleri de
diğer tetikleyici unsurlardan. Bu yaralar genellikle
diş yüzeyindeki düzensizlikler ya da ısırmaya, aşırı
sıcak-soğuk ya da sert gıdalara bağlı gelişiyor ve
kendiliğinden düzeliyor. Ağızda oluşan yaraların
sık rastlanan diğer bir nedeni de tekrarlayan aft
hastalığı. Bu hastalık on kişiden birinde görülüyor.
Ortası grimsi-beyazımsı, kenarları kırmızı bir halka
ile çevrili ağrılı aftlar oluşuyor hastalarda. Sıklıkla
1-2 hafta içinde kendiliğinden geçiyor. Nedeni
tam olarak bilinmese de bağışıklık sistemindeki
bir bozukluğun bunda rol oynadığı düşünülüyor
uzmanlarca. Genetik yatkınlık da olabiliyor. Çeşitli
kanser ilaçları, ağrı kesiciler, bazı tansiyon ilaçları
ve antibiyotikler de aft benzeri ağız yaralarının
sebeplerinden. Ancak tekrarlayıcı aft benzeri
yaralar çeşitli sistemik hastalıkların bulgusu da
olabiliyor. Bu hastalıklar arasında Behçet hastalığı
ilk sırada. B12, folik asit ve demir eksiklikleri,
bağırsak hastalıkları (ülseratif kolit, crohn, çölyak
hastalığı vb.), romatolojik hastalıklar ve bazı kan
hastalıkları da bunlardan. Bu yüzden yarar deyip
geçmemek gerekiyor Doç. Dr. Simin Ada’ya göre.
Yılda üç defadan fazla, uzun süreli, büyük ve
sayıca çok yara çıkıyorsa mutlaka bir uzmana
görünmekte fayda var.
Sebebine göre tedavi en doğrusu
Ağızda çıkan yaraların sebepleri değişkenlik gösterdiğinden, tedavinin de buna göre
planlanması gerekiyor. Ayrıca hastalığın şiddeti ve
tekrarlama sıklığı da önemli.
Bölgesel tedavide ağrı kesici, yara yüzeyi
örtücü, antiseptik ya da antibiyotik içerikli
jel, sprey ve ağız gargaraları, yara iyileşmesini
hızlandıran kortizon içerikli kremler kullanılıyor.
Kullanılan bir ilaca bağlı gelişen ağız yaraları ilacın
kesilmesiyle hızla düzeliyor. Altta yatan sistemik
bir hastalığın belirtisi olarak gelişen ağız yaralarında, bu hastalığın uygun şekilde tedavi edilmesi
gerekiyor. Böylece ağız yaraları etkili bir şekilde
tedavi edilmiş oluyor. Vitamin eksikliğine bağlı ağız
yaralarında, bu eksikliğin giderilmesi şart. Kanser
kökenli bir ağız yarasının tedavisindeyse cerrahi
operasyon gerekebiliyor.
Sebepleri neler?
-Diş darbeleri ve yanıklar (ağız içi travmaları)
-Tekrarlayıcı aft hastalığı
-Enfeksiyonlar
-Bağışıklık sistemiyle alâkalı hastalıklar
-Vitamin eksiklikleri
-Bazı ilaçlar
TIL AUGUST SLÅR
NØRREBRO PRIVATSKOLE
DØRENE OP
Vi har pladser
tilbage i
0. til 9. klasse
Vi tilbyder:
Høj faglighed
Erfarent lærerteam
Eleven i centrum
Mentor-ordning
Gennemprøvede metoder
Tæt skole-hjem samarbejde
A: Glentevej 61 - 2400 København NV
E: [email protected] / www.npskole.dk
16 // HABER
Yeni medya anlaşması
yürürlükte
Kültür Bakanı Marianne Jelved son dönemde bütün siyasi
partilerle yeni bir medya anlaşması yaptı. Bu anlaşma, DR, TV2
bölgesel kanalları, Radio24Syv ve Danimarka Film Enstitüsü’ne
bildirilmek üzere yeni lisans değerleri konusunda bir mutabakat
yapılması anlamına geliyor. Jelved, anlaşmanın toplumsal hizmeti
güçlendireceğine vurgu yaparak: “Bütün gruplar gelecek dört
yılın medya politikasının arkasında ve umarız Danimarkalılar
bundan memnun kalır” dedi. Anlaşma aynı zamanda DR kanalında
kullanılan Danca ve bölgesel içeriğin güçlendirilmesi gerektiğini
vurguluyor. Bununla birlikte kamu hizmet alanının ve Danimarkalı
yapımların desteklenmesi adına bölgesel film sermayelerinin de
büyümesi anlamına geliyor. Bugün hane başına 2436 kronluk
lisans düşüyor, bu rakam yılda 4,4 milyar krona denk gelir. Yeni
anlaşmada haneler için oluşturulan lisanslar olduğu gibi bırakıldı.
DR hali hazırda lisanstan 3,7 milyar kron, TV2 ise yarım milyar
kron kazanıyor. İşletme lisansı kaldırıldığı için her iki taraf için de
gelecek dört yıl içinde lisans akışı düşürülecek. Bunun yanında yerel
istasyonlar, Danimarka Film Enstitüsü ve Radio24Syv yeni lisans
değerleri alacak. DR ve TV2 bölgesel kanalları ile yapılan anlaşma
sonunda yürürlüğe giriyor. EĞITIMDE YENI BIR SOLUK:
HØJE TAASTRUP
PRIVATE
GYMNASIUM
BAHAR KOPENHAG
Danimarka’da Türkiye kökenli müteşebbislerin açtığı
eğitim kurumlarına bir yenisi daha ekleniyor. ‘En iyi yatrım
eğitime olandır’ prensibiyle haraket eden eğitim gönüllerinin
açtığı Høje Taastrup Private Gymnasium (Høje Taastrup Özel
Lisesi) 19 Ağustos’ta öğrencileriyle buluşacak. Høje Taastrup
istasyonuna 10 dakikalık yürüme mesafesinde olan lise binası
geniş ve yeni sınıflarıyla dikkat çekiyor. Høje Taastrup Private
Gymnasium Müdür Yardımcısı Servet Dönmez, STK lisesi olarak
hem fen bilimleri (Naturvidenskabelig studieretning) hem
de sözel bölümden (Sproglige studieretning) oluştuklarını
söyledi. Danimarka’da lise eğitiminin üniversite kapısını açtığını
belirten Servet Dönmez, ’Maalesef Türkiye kökenliler arasında
eğitimlilerin oranı henüz istenilen seviyeye ulaşmadı. Bu yıl
eğitime kapılarını açacak lisemiz sayesinde bu oranın arttırılması
için gayret göstereceğiz.’ dedi. Tecrübeli öğretmen kadrosuyla
kısa sürede eğitimde marka olmak istediklerinin altını çizen
Dönmez, öğrenci- veli – okul işbirliği sayesinde bu hedefe
ulaşacaklarına olan inancının tam olduğunu söyledi. Liseye
olan ilginin ilk yıl olmasına karşılık oldukça iyi olduğunu belirten
Dönmez, Eğitim Bakanlığı’nın resmi onayıyla Türkçe’nin ikinci bir
yabancı dil olarak (Anden fremmedsprog) seçilebildiğini söyledi.
Høje Taastrup Private Gymnasium Müdür Yardımcısı Servet
Dönmez, okul kayıtlarının devam ettiğini belirterek, ’28 44 97
29 numaralı telefonu arayıp daha ayrıntılı bilgi elde edebilirsiniz’
diye konuştu.
Yurt dışındaki uzmanlara
ulaşılacak
Yurtdışındaki kalifiye elemanlara ulaşmayı kolaylaştırmak üzere
hükümet ile yapılacak anlaşmaya Birlik Listesi dışında parlamentodaki bütün partiler sıcak bakıyor. Anlaşma ile yıllık yükseköğrenim
görmüş bin kişiye ulaşıp her şeyden önemlisi şirketlerin uluslararası
çalışanları daha kolay ve hızlı bir şekilde işe almasını sağlanacak.
Vergi Bakanı Morten Östergaard, ”Bunlar şirketler tarafından
en çok rağbet gören reformlar. Üç yeni anlaşmayla, yabancıların
Danimarka iş piyasasına girmesi kolaylaşacak ve böylece şirketlerin
istihdamı kolaylaşacak.” dedi. Uçakları ve 40 askerini geri
çekti
Danimarka, yaklaşık 40 asker, subay, pilot ve hava kuvvetlerini
Hercules nakliye uçağı ile birlikte Batı Afrika ülkesi Mali’nin başkenti
Bamako’dan geri çekti. Hava Kuvvetleri ve Dışişleri Bakanlığı,
Danimarka’nın çatışmalı bir ülkede iki ay daha kalmasını isteyen
BM’nin isteğini reddetti. Dışişleri Bakanlığı tarafından görev, bu
yıl şubat ile haziran ayları arasında gerçekleştirildi. Danimarka
Hercules hava aracı, savaşın gerçekleştiği Mali’nin kuzey kısmına
malzeme götürdü ve yaralıları taşıdı. Hastalıklar tahmin edilebilir
Bir araştırma ekibi, Danimarkalıların son 15 yılda geçirdiği
tüm hastalıkları araştırdı. Farklı tedaviler arasında kurulan ilişkiyi
görebilmek için test döneminde vefat eden kişiler de dahil olmak
üzere, hastalık verileri toplanmış olan 6.2 milyon hasta bulunmaktadır. Kopenhag Üniversitesi ve Danimarka Teknik Üniversitesi’nden
Prof Sören Brunak, ”Hastalıkların birbirini nasıl takip ettiğini
görebiliyoruz ve bunlar hastalıklara ilişkin öngörülerde bulunabilmemiz için temel oluşturuyor” dedi. Sören Brunak, birbirinden
farklı 22 bin tanının araştırılıp hastalıklar arasındaki bağlantıların
bulunduğu bu projenin arkasındaki önde gelen kişilerden biri.
Sören Brunak, ”Bulduğumuz sonuçları insanların tedavilerini
daha iyi hale getirmek için kullanabiliriz, çünkü hastalığın nasıl
ilerleyeceğini daha iyi biliyoruz” diye belirtti.
Özlem Çekiç üçüncü kitabını
yazdı
Daha önce ’Ayşe’nin Kırmızı Örtüsü’ ve ’Ayşe’nin Pjaması’ adlı iki
kitap yazan Özlem Çekiç, üçüncü kitabına ’Ayşe’nin Ramazanı’ adını
verdi. Kitaplarının 8 yaş ve yukarısı çocuklar tarafından okunduğunu
söyleyen Çekiç, kitabını Ramazan’dan önce yayınlatmak için yoğun
bir çalışma dönemi geçirdiğini belirterek, ”Kitabımda Ayşe ve
ailesinin ramazanı nasıl geçirdiklerini anlatıyorum. Bence ramazan
ayı Noel’ebenziyor. Bazılara ramazanın hiç yemek yememek
anlamına geldiğini sanıyorlar. Oysa aileler birbirini ziyaret ediyor,
birlikte oluyor ve akşamları güzel yemek yiyorlar. Tabi hastalar
oruç tutmuyorlar. Kitabımda çocukların oruç tutmaları halende
eğitimde zorluk çektiklerini ve oruç tutmak zorunda olmadıklarını
anlatıyorum. Yetişkinlerin çocuklarla konuşup kötü olmaları
durumunda oruç tutmak zorunda olmadıklarını anlatmaları
gerekir. Ramazan da umarım daha çok insan birbirini davet eder.
Örf ve adetler başkalarıyla paylaşınca daha zenginleşiyor” dedi.
Kitaplarının okullarda eğitim aracı olarak kullanıldığını belirten
Özlem Sara Çekiç, yeni kitaplar yazması için teklif aldığını söyledi.
1 8 / / R Ö P O R TA J
Yıllardır göz önünde bir hayat süren Cüneyt
Arkın’ın bilinmeyen birçok yönü var. Mesela hikâye
yazarlığı, şairliği, resim sevdası... Lisede edebiyat
öğretmeninin kapısını aşındırmış, üniversite
arkadaşlarıyla dergi çıkartıp, hikayelerini yayınlamış.
Cüneyt Arkın 1937’de doğdu. Beş yıl sonra
babasının yanında çoban oldu. Öksüz kuzuları
sevdi, köpeğini, eşeğini… Güneşten, soğuktan
bağrı yanık, kara, kuru, yoksul… Ama sonsuz hür
bir çocukluğu oldu. Gençliğinde hiçbir kızın elini
tutmadı. Ve bir gün doktor oldu, sonra ‘artiz’.
Malın gözüydü artık. Nice kadınlar sevdi, hiçbiri
yoktu. Çünkü onları öpmüyor, karate yapıyordu.
Yüzlerce film, o kadar köfte. Hayatı boyunca ‘nayır,
nolamaz’ dedi. Geçenlerde öldü, reklam filmi
çekerken… Cüneyt Arkın’ın kendini anlattığı şiiri
bu. Eskişehir’in minik dağlarında koyun güden,
bostan bekçiliği yapan, imkansızlıklara diz çöktürüp
okuyan, önce doktor, sonra Artist mecmuanın
yarışmasında derece alıp oyuncu olan bir yıldızın
hayatının kısa bir özeti.
Yıldız oyuncuyu iki farklı şekilde anlatabiliriz. Birincisi Cüneyt Arkın. Güçlü, yiğit, cesur
karakterlerin vazgeçilmez oyuncusu, orduları tek
başına altüst eden, kaleler fetheden bir kahraman,
duygusal, romantik karakterlerle zihinlere kazınan
yakışıklı bir jön. Diğer ise Fahrettin Cüreklibatır.
Kendi halinde bir hayat süren, yalnız, eşine,
çocuklarına düşkün bir aile babası. Biri ne kadar
göz önünde, ulaşılmaz görünse de, diğeri o kadar
samimi, elinizi uzatıp yüreğine dokunabileceğiniz
kadar yakın, görünür olmaya hak ettiğinden fazla
değer atfetmeyen biri.
Yıllardır göz önünde bir hayat süren Cüneyt
Arkın’ın bilinmeyen birçok yönü var. Mesela hikâye
yazarlığı, şairliği, resim sevdası... İlkokul yıllarında
NE YOKLUK ÇEKTIM,
ANLATAMAM!
AYHAN HÜLAGÜ
okuduğu kitapların etkisiyle başlamış yazı merakı.
Lisede edebiyat öğretmeninin kapısını aşındırmış,
üniversite arkadaşlarıyla dergi çıkartıp hikâyelerini yayınlamış. Cemal Süreya’nın teşvikiyle de
şiir kaleme almaya başlamış.. O gün bugündür
anılarını hikâyelere döküyor, duygularını şiirle
paylaşıyor, yağlıboya tabloları (son on yıldır)
yapıyor. Arkın’ın kişisel hikâyesinden hobilerine
anlatılacak çok şey var. En iyisi biz aradan çekilelim
sözü kendisine verelim.
BOSTAN BEKÇILIĞI YAPIYORDUM
Tarlada doğurmuş annem beni, Eskişehir’de.
Engerek yılanının yaşayamayacağı bir yerde.
13 kardeşmişiz. Ayağa kalkan üç kişi. Diğerleri
yoksulluktan, cehaletten öldü. Yüz koyunun
peşinde ablam, ben, annem koşturup geçimimizi
sağlardık. Çocukluğum babamla koyun gütmekle
geçti. Bütün yoksulluğa, çektiğim acılara rağmen
mutluydum. İki ablam genç kızlıklarını yaşamadı.
Bahçemizde bir zerdali ağacı vardı, ablam zerdaliler toplar, bana verirdi. Dünya zerdali kokardı.
Annem, babamla işte olduğu için ablam ilgilendi
benimle, annelik yaptı. Hürdüm… Aileye ekonomik
katkıda bulunmak için yazları üç ay bostan bekçiliği
yapardım. Tek başıma değildim, iki köpeğim vardı,
bir de sıpam. Dostluğu, vefayı, fedakârlığı onlardan
öğrendim. Toprak, çiçek, güneş, gökyüzü… Tabiatla
baş başa kalmanın bana kazandırdığı iç zenginlik
müthişti. Cüneyt Arkın olduğumda hep oradan
harcadım, bu hep beni zengin tuttu. Babamın
beni bir kere kucağına alıp sevdiğini hatırlamıyorum. Başaramayacağı hiçbir şey yokmuş gibi
gelirdi. Çok büyük bir insandı. Bir yere mevsimlik
çalışmaya gider, iki üç koyun, yarım torba buğday
ile geri dönerdi. Müthiş bir şeydi. Pazara yağ,
deri, annemin ördüğü paketleri götürür, yerine
şeker, gaz yağı ile takas ederdik. Lise sona kadar
gaz lambası ışığında ders çalıştım. Yokluk vardı,
yoksulluk…
İNSANLARDAN UZAK, YALNIZDIM
İlk, ortaokul, liseyi Eskişehir’de okudum.
Öğretmenlerimiz Atatürk’ün eğitim neferleriydi,
bizi çok iyi eğittiler. Dönem arkadaşlarım önemli
insanlar oldular. Matematiğe çok meraklıydım,
öğretmenimin tereddüde düştüğü soruları bile
çözdüğüm olmuştur. Hâlâ üniversiteye giriş
sınavlarının matematik sorularını çözerim. İlkokul
öğretmenim Maide Coşkuner bana sürekli kitap
verirdi. İlk kitabım Kimsesiz Çocuk. Çünkü ben
de insanlardan uzak, yalnızdım. İlkokul arkadaşlarım yanıma pek sokulmazdı, nedeni sonradan
anladım. Kümes taşıyorum, hayvanın kokusu
üzerime siniyor, ondan … Çocukken pek hayalim
yoktu. Bostan bekçiliği yaptığım dönemde kara
tren geçerdi önümden. Yolcu vagonunda sarı saçlı,
mavi gözlü, çiçekli elbiseli bir genç kız gördüm ya
da hayal ettim. Cüneyt Arkın olduğum dönem de
hep onu aradım. Zaten karım ona benzediği için
evlendim. Eskişehir’de Porsuk’un etrafında yazlık
sinemalar vardı. Tahta sandalyeler, ay çiçek çekirdekler, beyaz gazoz… Ailece en büyük eğlencemiz
yılbaşı gecesi sinemanın ucuz bölümünde rahatsız
sandalyelere oturup film izlemekti. Ablam zaman
zaman Sakarya caddesindeki sinemaya götürürdü
beni. Beşe çeyrek kala -yani koyunların sağılma
2 0 / / R Ö P O R TA J
zamanı- çıkar, eve dönerdik. İzlediğim filmlerin
hiçbirinin sonunu görmedim.
HAYAT MATEMATİKTİR
Yazmaya okul çağında başladım. Lisede
yazdıklarımla edebiyat öğretmenimin canını
çıkarıyordum, alın bunu eleştirin diye. İstanbul’a
tıp okumaya geldiğimde dergilere hikâye yazıp
gönderiyordum. O zamanlar Pazar Postası
çıkıyordu; siyaset, sanat dergisi… Sonra açlıktan
ölmemize rağmen üniversiteli
arkadaşlarla Elek adlı bir
dergi çıkardık, tek sahifelik. O dergi de Cemal
Süreya’nın ilgisini çekmiş. İkinci Yenicilerle tanıştık,
görüşmeye başladım. Cemal Süreya haftada
bir gelir, sanat-şiir üzerine konuşurdu. Bir gün
dedim ki, ben şiir yazmak istiyorum. ‘Tamam,’
dedi, iki yüz tane kitap getirdi. Şair olmak için
sosyolojiden, resimden, ritimden, tarihten,
hukuktan ve matematikten anlayacaksın, dedi.
Lütfi Akad’la Yaralı Kurt’u çekiyoruz, ben asistanlık
yapıyorum, rejisör olmak isteğindeyim. O da dedi:
Heykeli, müziği, ışığı bileceksin ama en önemlisi
matematik. Hayat matematiktir. Ne yaparsan yap
matematiğin iyi olmalı.
Bir insanı çılgınca güldürecek bir durumda,
aynı mutluluğu hayat boyu yaşamadım. Cüneyt
Arkınken bile çok acılar çektim. Doktorken artist
oluyorsun, sürekli bir çaba göstermen gerekiyor.
Ne şöhreti gördük, ne parayı. Görseydik, Orhan
Günşıray gibi bir sinema devi sigorta hastanesinde üç kişilik bir odada ölmezdi. Yalnız olduğum
dönemlerde karşıma çıktı eşim. Bir gençlik toplantısında aynı yalnızlığı yaşadığını gördüm. Herkes
Cüneyt Arkın deyip övgülere başlayınca bozulmuş.
Şöhret falan sevmiyor. Ben de bunu yediremedim,
üzerine gittik derken birkaç defa daha buluştuk.
Anne, babası vermedi, ata bindirip kaçırdım. Karım
çok şekerdir, gece gündüz çalışır. “Hazırlan. Bir
akşam yemeğine gidelim.” diyorum. Sabaha karşı
geliyorum, giyinmiş, hazır bekliyor, hiç de şikâyet
etmiyor. İçki dönemim vardı, lanet bir şeydi. Bir
kadın çekemez ama çekti. Bana alkolü bıraktıran
odur, Betül. Biraz vicdanın varsa utanıyor, ona
göre davranıyorsun. İki çocuğum var: Kaan ve
Murat. Hiçbir zaman ismimi kullanmadılar. Murat,
6. yılda diploma alacak, onun için okula gittim.
Arkadaşları, öğretmenleri babasının Cüneyt Arkın
olduğunu öğrendi. Hayırlı evlatlar, sözümüzden
çıkmadılar, çıkmazlar.
İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra
askere gittim. Uçuş hekimiydim, aynı zamanda
uçak fabrikasında sivil hastalara bakıyordum.
Halit Refiğ’le orada tanıştık. Fiziğimi, konuşmamı
beğenmiş, “Bir doktor rolü var, oynar mısın?”
dedi. Vakit olmadı, oynayamadım. Nöroşirürji
ihtisası yapmaya niyetlendiğim dönem… Kadro
yok, açlık, sefalet, ayağımda postallar. Bir akşam
karşılaştık Galatasaray’da. Yağmur düşmüş,
parkeler parlıyor. “Ne yapıyorsun doktor? Bir
filme başlıyorum. Oynar mısın?” dedi. Oynarım,
dedim: “Kaç para vereceksin?” -500 lira. O parayla
İstanbul’da bir sene geçinirim. Gurbet Kuşları’nda
oynadım, oynarken birkaç teklif daha geldi. Kadro
beklerken sinema yolculuğu başladı. Bir sabah
uyandım, Cüneyt Arkın olmuşum. Film, kırsal
kesimden şehre gelen ailelerin hikâyesini anlatıyordu. Benim hikâyeme benziyor. Filmde nasıl
sırtımda yatak, elimde valizle İstanbul’a geldiysem,
tıp okumaya da öyle geldim. Aynı kara tren,
aynı vapur… Cüneyt Arkın adını almamda hem
Halit Refiğ’in hem Recep Ekicigil’in katkıları oldu.
Cüneyt’i babam seviyordu, o isim teklif edince
kabul ettik. Müslüman bir Türk kahramanının ismi.
Arkın da dergi çıkarırken gittiğimiz, istediğimiz
kitabı aldığımız kitabevinin adı. Ona bir vefa borcu.
OĞLUM BENDEN DAHA İYİ
Panzehir çok değişik bir film. İhanet, iç
hesaplaşma, dram, aşk her şey var. Öz oğlum
gibi sevdiğim Kadir’i düşmanların üzerine gönderiyorum, o sırada büyük bir kıyım başlıyor. İzleyenler,
“Böyle bir Türk filmi görmedik. Kalıplardan bıktık,
böylelerine ihtiyaç var.” diyor. Oğlum Murat da
oynadı. Mükemmel bir deneyimdi. O harika
bir herif. Gelip beni hep izliyormuş, ne yapıyor,
ediyorum diye. Bir mekâna girişi var, Cüneyt Arkın
mı giriyor, Murat mı anlayamazsın. Birçok yerde
benden daha iyi, detayları yakalamış. Adamın
içinde varmış, demek ki. Daha önce Yaralı Kurt’ta
kötü adamı oynamış, ödül almıştım. Burada yine
kötüyüm. Oyunculuk imkânı veren bir rol, ondan
kabul ettim. Devamı da planlanıyor, bakalım.
‘ÇOCUKLARINA ÇOK DÜŞKÜN’
Betül Cüreklibatır (Eşi):1968’den bu yana
evliyiz. Sanatçıyla beraber olmak çok zor. Kıskançlıkları, zamansızlıkları oluyor. Uzun vadeli ilişkinin
sırrı sevgi. Başka türlü olamaz. Bana olan ilgisi,
sevgisi, çocuklarına olan bağlılığı çok değerli. İyi bir
eş, tamam. Dahası iyi biri baba, o inkar edilemez.
Ben de çocuklarıma düşkün olduğum için o beni
etkiliyor. Şimdikiler bir hafta sonra çekip gidiyor,
çocuk falan da dinlemiyorlar. İnsanda biraz sabır
olacak. Eşimle ilk tanıştığımız dönemde aramızda
sağlam bir bağ olmadığı için Cüneyt dedim,
ne zaman işin içine aşk girdi Fahrettin demeye
başladım. O gün bugündür Fahrettin. Cüneyt
sinemada bir jön, o başka. Çocuklarına Cüneyt
Arkın olduğunu çok hissettirmedi. Harcamalarına
dikkat eder, arkadaşları hakkında fikir sahibi olur,
gittikleri yerleri bilirdi. Göz önünde olan biriyle
olmak, çocuk büyütmek kolay değil, zor.
2 2 / / R Ö P O R TA J
ENERJIMIN SIRRI KÖTÜLÜK VE
DEDIKODU YAPMAMAK
ALİ PEKTAŞ
Onun sesini çoğumuz ilk kez Eurovision
yarışmasını izlerken duyduk. Üslubu ve düzgün
Türkçe’siyle hepimizin sevgisini kazandı Bülend
Özveren. Son olarak Türkçe Olimpiyatları’nı sunan
Özveren şimdilerde İstanbul’un gürültüsünden
uzakta sakin bir hayat yaşıyor. Sunucuyla Tekirdağ
Saray’daki evinde görüştük.
Türkiye, iki yıldır Eurovision’a katılmıyor. Sizin
sesinizi de duyamıyor. Bu zaman zarfına
neler yaptınız?
Son bir yıl benim için çok yoğun geçti. TRT’nin
50. yılı için belgesel hazırladım. TRT, 50 yıllık bir
kurum. Ben 49 yıllık TRT’ciyim. Meslek hayatım
onunla aynı yaşta. Kurumu benim kadar iyi tanıyan
olduğunu sanmıyorum. İstanbul, İzmir, Ankara
radyo ve televizyonlarında, haber merkezinde
ve yurtdışı bölümünde çalıştım. 16 bölümlük
bir belgeseldi ve benim müthiş zamanımı aldı.
Metinlerini de ben yazdım, sunumlarını da ben
yaptım. Arkadaşım Temel ile birlikte bu evde
haftanın dört günü çalıştık. Bunların dışında bir
bilgi yarışmasında jüri üyeliği yaptım ve Türkçe
Olimpiyatları’nı sundum.
Bülent Özveren deyince akla ilk Eurovision
geliyor. Yarışma olmayınca bir boşluk
hissettiniz mi hayatınızda?
Lütfen gelmesin ne olur. (Gülüyor) Katiyen
hissetmedim. Eurovision benim TRT’de yaptığım
işlerden sadece biriydi. Türk halkı bu yarışmanın
adını duymadığı zamanlarda ben radyodan naklen
dinliyordum. Niye biz buna katılmıyoruz, dedim.
Katılma önerisini TRT’ye veren benim. Kabul edildi.
Prodüktörü de, sunucusu da ben oldum. Yani ihale
benim üzerime kaldı. Bunda bir sıkıntı yok ama
beni üzen şey, sadece Eurovision ile anılıyor olmak.
TRT’de yaptığım onca şey var.
Eurovision’a katılmayınca Bülend Özveren
işsiz kaldı gibi yorumlar yapıldı.
Tek yaptığım iş bu olmadığı için işsiz de
kalmadım elbet. Sanırım böyle düşünülmesinde
benim de payım var ve bu konuda belki hata
yaptım. Çünkü kurumdan ayrıldıktan sonra
Eurovision konusunu profesyonel düşünmedim.
Biraz duygusal davrandım. Kurumdayken işim
gereği ve görevli olarak bunu yapıyordum ama
dışarıda olduğum vakit para isteyebilirdim. Aklıma
bile gelmedi bunu söylemek. Buradan benim para
kazanmam gibi bir durum söz konusu değil. Bu,
tavrıma aykırı.
Yarışmaya katılmama kararını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Katıldığım yerler var. Oylama sistemine ve beş
üyenin direkt olarak finallere gitmesine itiraz haklı.
Haklı olduğun halde kulis yapmadan, gündem
oluşturmadan, arkana bir güç almadan tek başına
böyle bir çıkış yaparsan onlar da ‘kusura bakma
abi’ der. ‘Katılsanız iyi olur’ diyorlar ama hadi kural
değiştirelim diyen yok. Nasıl Dünya Kupası’nda
FIFA’nın kuralları geçerliyse burada da kurallar var.
Giriyorsan kurallara uyacaksın.
Oyunda kalmalı mıydık?
Her şeye rağmen evet. Öte yandan şöyle bir
sorun da var. Tamam, katılmıyoruz ama neden
yayınlamıyoruz? Ben seyredemedim mesela bu
yıl. Benden bunu mahrum etme. Türk halkı bunu
seviyor. Bir de TRT’nin yıl boyu reytingde bir
numara olduğu bir gün var; o da Eurovision şarkı
yarışması finali. Bunu da kaybettin. Son zamanlarda bir gay muhabbeti çıkardılar. Ben oraya yirmi
beş defa gittim. Sokakta ne kadar gay görüyorsam
o kadar ya da biraz fazla gay görüyorum orada.
Hem bundan bize ne.
Sizce Eurovision’a gider miyiz?
Eurovision’un Türkiye için artık bittiğini
düşünüyorum. Eğer TRT bir gün ben bu işte
yokum derse ya da sayın genel müdürün yerine
yeni biri ya da yeni bir anlayış gelirse belki.
Yaklaşık yedi yıldır Türkçe Olimpiyatları’nı
sunuyorsunuz. En son Düsseldorf’taki
finalde yaptığınız yorumlar izleyiciyi
çok etkiledi. Türk okulları ve Türkçe
Olimpiyatları’nı bu kadar desteklemenizin
sebebi nedir?
Ortaokulu Saint Benoit, liseyi Galatasaray
Lisesi’nde okudum. Dolayısıyla Türk kimliğimin
dışında en yakın olduğum kültür Fransız kültürü.
Türk okulunu bitiren çocuklar da otomatik olarak
kendi kimlikleri dışında en yakın olarak Türkiye
ve Türk kültürünü hissediyorlar, hissedecekler.
Beş kıtada, 160 ülkede çocuklar benim dilimi ve
kültürümü öğreniyor, Türkiye dostu olarak yetişiyorlar. Daha sonra ülkelerinde çok iyi yerlerde
görev alıyor, Türkiye’nin gönüllü kültür elçileri
oluyorlar. Bunda ne tuhaflık var? Sonuna kadar
destekliyorum.
Bu yıl Türkiye’de yapılmasına izin
verilmemesi üzdü mü sizi?
Çok üzüldüm. Çünkü sadece İstanbul’da
yapılmıyor ki bu etkinlik. Birçok ilde yapılıyor. Bu
çocuklar bizim kültürümüzü yakından tanıma
imkânı buluyor. Bundan mahrum kaldık. Umarım
bu işler düzelir ve yine bu organizasyon burada
yapılır. Yedi yıldır bu organizasyonlara katılıyorum.
Çok iyi gözlemlediğim bir şey var. Bu organizasyonun içinde bulunanların hiçbirinde bir liralık
menfaat yok. Bütün dertleri sevginin ve ülkemizin
adını yüceltmek.
Peki Türk okullarının kapatılma gayretlerini
2 3 / / R Ö P O R TA J
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Buna nasıl karşı çıkılıyor, işin siyasi boyutu
nedir bilmiyorum. Fakat gördüğüm bir şey var.
Bu okulların Türkiye ve kültürümüze çok büyük
faydası var. Türk bayrağı dalgalanıyor, Türkçe
konuşuluyor, Türkiye sevdalısı insanlar yetişiyor.
Bunun ne kötülüğü olabilir? Onları görünce
gözyaşlarımı tutamıyorum. Bir defa o öğrencileri
yetiştiren öğretmenleri tebrik etmek gerek. Onlar
isimsiz kahramanlar. Bir de bu okullar bulundukları
ülkelerin en iyi okulları. O çocukların aileleri onları
o okullara sokabilmek için gayret sarf ediyor.
Bunun neresinde tuhaflık var, soruyorum. Bu
sadece alkışlanacak bir olay. Siyaset bambaşka bir
şey, ben işin o tarafında değilim.
Türk okullarından gelen çocukların
Türkçelerini nasıl buluyorsunuz?
Programlar için gittiğim vakit çocuklarla
sohbet ediyorum. Geçen yıl benden, farklı illerde
yapılacak programları sunacak çocuklara eğitim
vermem istendi. Bazen konuşurken Arapça ya da
Farsça kökenli kelimeler çıkıyordu, çocuklar onu
bile anlıyordu. Çok güzel Türkçe konuşuyorlar.
Sokaktaki insanlar gibi 300 kelimeyle Türkçe
konuşmuyorlar. Müthiş bir olay bu kardeşim.
Benim kültürüm bana yeter, artanı birkaç
kişiye yeter
Hukuk fakültesini yarıda bırakıp TRT’ye
girmişsiniz. Nereden geliyor bu radyotelevizyon aşkı?
Rahmetli babam radyolara meraklıydı. Ben
Saint Benoit’ya girip dil öğrenmeye de başlayınca
yabancı radyoları dinledim. Merakım giderek arttı.
1964’te TRT kuruldu. İstanbul ve Ankara radyolarında görevlendirilmek üzere spiker, metin yazarı,
prodüktör arandığını öğrendim. Kendime ve genel
kültürüme eskiden beri güvenirim. Hep söylerim,
benim kültürüm bana yeter, artanı birkaç kişiye
yeter. Çok okuyan biriydim. Rahatlıkla kazandım.
Hangi bölümde çalışmak istediğimi sadece bana
sordular. Ben de radyo tiyatrosunu seçtim. 49
yıl kurumda farklı görevlerde birçok iş yaptım ve
birçok ilke imza attım.
Televizyondaki sunuculardan beğendiniz ya
da rahatsız olduğunuz isimler var mı?
Sürekli değişiyorlar. Kim, nerede artık takip
bile edemiyorum. Ama TRT’nin spikerlerinin bir
mecburiyeti var. Türk halkına doğru ve güzel
Türkçe ile hitap etmek zorundalar. Geçen sene
arabada giderken haberleri açtım. Genelde
TRT’den dinlerim haberleri. Tanımadığım bir ses
15 dakikalık haber bülteninde 47 kez hata yaptı.
Yine başka bir spikerde 36 hata saydım. Bizim
gençliğimizde böyle değildi. Hataları anlayan,
bilen, takip edenler vardı. Spikerler de hemen
hatasını düzeltirdi. Maalesef TRT’de de bir
vurdumduymazlık var. Zaten özellerin böyle bir
derdi hiç yok.
Ne gibi?
Mesela kimse bana NTV’ye entivi dedirtemez. Çünkü N nergisi temsil ediyor. Kimse
bana TV’ye tivi dedirtemez. Mesele vtr (vetere)
lafına deliriyorum. Öğrencilere soruyorum ‘bu ne’
diye, bilmiyorlar. İngilizce video tape recorder’dan
geliyor. İngilizler v’ye ve mi diyor yoksa vi mi?
Neden vetere diyoruz çünkü Kadırgalı Aysel, yani
Seda Sayan vetere dedi, ben hariç herkes de böyle
devam etti.
KIM MILYONER OLMAK İSTER?
BILGI YARIŞMASI DEĞIL
Türkçeyi güzel ve düzgün konuşma
konusunda çok hassassınız. Sanırım bu
konuda bir de çalışmanız oldu…
Türkçede genel anlamda bir yozlaşma var.
Bundan 7-8 yıl önce TRT kökenli yakın arkadaşım
Attila Sarıkayalı bana, ‘Özveren, durum kötüye
gidiyor, gel bir şeyler yapalım.’ dedi. Gülgün
Feyman ile oturduk, çok ciddi çalışma yaptık.
‘Türkçenin gittiği istikamet iyi değil, tedbir almamız
gerekiyor.’ diye dosyalar hazırladık. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere gitmesi gereken her
yere gitti. Sonuç ne oldu? Birkaç küçük haberi çıktı
o kadar. Geçen sene Attila, ‘Hadi bir kere daha
deneyelim.’ dedi. Yok dedim. Biz umursadık ama
umursanmadık. Üzerimize düşeni yaptık.
Bunca yıl sesiniz hiç değişmedi. Nasıl
koruyorsunuz, var mı bunun bir reçetesi?
Aslında hiçbir şey yapmıyorum. Çayı kahveyi
kaynar, limonatayı üç buzlu içerim. Belki bunun
üzerine kafayı takmadığım için böyle. Bir şeyi dert
ettiğinde mutlaka problem çıkıyor. Bunları hiç dert
etmiyorum. 1978’de bağırsaklarımdan ameliyat
oldum. O günden sonra bir defa daha kontrole
gitmedim. Asla kötü şeyler getirmedim aklıma
çünkü yaşayamazsın öyle. Öte yandan sesimle
değil, yaptığım işlerden para kazandım.
Yıllarca Ben Bilirim, Banko ve Joker
adında bilgi yarışmaları sundunuz.
Günümüzdeki bilgi yarışmaları hakkında ne
düşünüyorsunuz?
ATV’de Kim Milyoner Olmak İster? diye bir
yarışma var, izlerken çok sinirleniyorum. ‘Genel
kültür ve bilgi yarışması’ deniyor. Ama sorularına
bakıyorum ‘Halk arasında söylendiğine göre...’
şeklinde sorular geliyor. Bilgi yarışmasında böyle
sorular olmaz. Bir tane genel kültür ve bilgi
sorusu yok. Malum Kenan Işık rahatsızlanınca
bu yarışmayı başkası sunmaya başladı. Beni de
çağırdılar. Gitmeme sebeplerimden biri buydu.
İkincisi de sunuculara bir para ödenmiyor. Bu
para yapımcıya kalıyor. Ben profesyonelim, sen
bana para ödersin, ben onu alır Kenan’ın hastane
masraflarına veririm. Ya da LÖSEV’e bağışlayacağız
dersin, ona da varım. Ama bu şekilde olmaz. Bu
benim çizgime uymayan bir şey.
Neden İstanbul dışında yaşıyorsunuz?
20 yıl önce bir arkadaş vasıtasıyla burayı gelip
gördüm ve havasını çok beğendim. 1992 yılında
ilk kez burada oturanlardanım. Sonra Çatalca’ya
gittim. Ancak yeniden dönüp geldim. Şehrin gürültüsünden, boğucu havasından uzakta çok sakin bir
yer olduğu için geçen aydan itibaren tamamen
burada yaşamaya karar verdim. Bundan sonra
sadece iş için İstanbul’a gitmeyi düşünüyorum.
Geçenlerde İstanbul’a gittim, çok sıcaktı, ben
burada yatarken üzerime yorgan çekiyorum.
Bugünlerde neler yapıyorsunuz?
Şu an sudan çıkmış balık gibiyim. Çok
yoğundum. Hepsi birden bitti. Son zamanların
en boş zamanlarını yaşıyorum. Sanırım yakın bir
zamanda bazı programlar başlayacak. Başkent
Üniversitesi’nde ders vermeye devam ediyorum.
Hâlâ elim ayağım tutuyor. Yapamam gibi bir
derdim yok. Bu bana moral veriyor.
Bu hayat enerjisinin kaynağı ne?
Stresle yaşamıyorum. Hiçbir şey kazandırmıyor. Eğer bir sorunum varsa ve kendim içinden
çıkamıyorsam, güvendiğim bir arkadaşımı arar
fikir alırım. Ona göre hareket ederim. Kötülük
ve dedikodu yapmamak da sizi enerjik kılıyor.
Dedikodularla ilgilenmiyorum.
Peki aile hayatınız nasıl? Baba ve dede olarak
Bülend Özveren nasıl biri?
Bir oğlum var. 42 yaşında. Çok şeker de bir
torunum var, 9 yaşında. Benim şansıma, akıllı ve
zeki bir torun. Bu çok önemli benim için. Aptallığa
tahammülüm yok. Onunla oturup konuşmak, ders
çalışmak çok keyifli.
Hayatınızda ‘keşke’leriniz oldu mu?
İşe dönük hayır. Çünkü işimi iyi yaptım, başarılı
oldum ve çoğunlukla da beğenildim. Bu da bir
insan için yeterli değil mi? Vicdanen rahatım.
Çünkü bilerek ve isteyerek kimsenin aleyhinde
konuşmadım ve kimseye kötülük yapmadım. Kalp
kırmadım. Yardımsever bir insanım. Bu anlamda
düzgün bir insanım. Kötülük, gıybet ve başkası
hakkında tezvirat yapmamanın çok önemli
olduğunu düşünüyorum. Onun için kimse bana
b.ka bakar gibi bakmadı sokakta. Hep sempati ve
saygıyla bakıyorlar. Demek ki bu sana yansıyor. Çok
şükür halimden memnunum. Moral dünyam ve
ilişkiler yönünden evet, bir dönem yanlış bir ilişkiye
girdim, keşke girmeseydim. Yanlıştı.
İyi bir müzik dinleyicisi olduğunuzu
biliyorum. Kimleri dinlersiniz?
Yenilerden biraz kopuğum. Kaliteli Türk sanat
müziği ve klasik Batı müziği sevenlerdenim.
Çaykovski hayranıyım.
24 // KADIN
SAHİBİ: MOVINGMEDIA APS
YÖNETİM KURULU BAŞKANI : VEDAT OĞUZ
HABER MERKEZİ
YAYIN EDİTÖRÜ: HASAN CÜCÜK
DANIŞMAN
Bahattin Karataş
GRAFİK TASARIM
Sebahattin Çelebi
ADRES: HOLSBJERGVEJ 41 B, 2620 ALBERTSLUND
Tel: 70 20 69 70
www.bahar.dk • [email protected]
Emre Oğuz, Kadir Erdoğmuş, Mıyase Bardakçı
REKLAM
Hasan Yıldırım
71 51 43 85
[email protected]
[email protected]
BASKI
OTM AVISTRYK
Gazetemizde yayınlanan yazı ve haberler referans gösterilerek
kullanılabilir. Yayınlanan reklamların içeriğinden gazetemiz sorumlu
değildir.
DIKKATINIZ DAĞINIKSA...
MERVE TUNÇEL
Dikkat dağınıklığı birçok insanın ortak derdi.
Psikolojik ve metabolik hastalıklara bağlı olarak
ortaya çıkabildiği gibi uykusuzluk, yorgunluk gibi
nedenlerden dolayı da görülebiliyor.
Okuduğu parçaya bir türlü odaklanamama,
karşımızdakini ‘dinliyormuş’ gibi yapma, onlarca
kez gittiğimiz yeri şaşırma… Bunlar dikkat
eksikliğinin habercisi. Beynimizin ön bölgesi
dikkat toplama, sürdürme ve konsantrasyonu
sağlamada rol alır. Beynin bu bölümünün olumsuz
gelişimi, dikkatini toplayamamak, aşırı hareketlilik
ve dürtüsellik şikâyetleriyle kendini belli eden
‘dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu’ gibi
bir hastalığa yol açabiliyor. Ancak tek sebebi bu
değil. Dikkat sorunları birçok hastalıkta ortaya
çıkan bir durum. Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi
Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr.
Vedat Bilgiç, “Tek başına dikkat bozukluğu bir
hastalıktan çok bir semptom yani belirtidir. Bazı
hastalıkların bir parçası olarak bulunur. Örneğin
depresyonda dikkat bozuklukları önemli belirtilerden biri.. Birçok psikiyatrik hastalıkta dikkat
etkilenir. Örneğin bipolar bozukluğu, şizofrenisi
olan hastalarda dikkat dağınıktır.” diyor. İlaçlar ve
tiroid fonksiyon bozuklukları da dikkati olumsuz
etkiliyor. Hastalarda konsantre olamama, dikkatini
toplayamama ve sürdürememe gibi yakınmalar
görülüyor.
Dikkat dağınıklığı olan kişilerin en belirgin
özelliği unutkanlık. İyi öğrendiklerini düşündüğünüz bir bilgiyi çabuk unutabilirler. Zaman
yönetimleri iyi değildir, organize olamazlar.
Kendilerine uygun bir çalışma düzeni ve sistemi
geliştiremezler, çoğunlukla ders çalışmayı
sevmezler. Yaşanan bu öğrenme zorluklarına
sınavlarda dikkatsizce yapılan hatalar da eklenir.
Sabırsızlıkları ve çabuk sıkılmaları, sorulan soruları
yanlış okuma ve dolayısıyla da yanlış anlamalarına
neden olur. Çok iyi bildikleri bir soruyu dahi basit
hatalarla yanlış cevaplayabilirler. Bazıları sınavları
yetiştirememe sorunu yaşar. Sonunda bilgileri
ve bildiklerinden daha azı oranında not alırlar,
özgüvenleri zedelenir ve sınavlardan korkmaya,
çekinmeye başlarlar. Evde veya çalışma hayatında
günlük yapmaları gereken işler konusunda sorumluluk almak istemezler. Genellikle dağınıktırlar ve
kurallardan hoşlanmazlar.
Tıpkı görme bozukluğu gibi…
Teşhis için psikiyatri, nöroloji veya bir dahiliye
uzmanı tarafından muayene edilmesi ve hekimin
şikayetlere yönelik isteyeceği tetkiklerin yapılması
gerekiyor. Depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite, anksiyete bozukluğu, panikatak, şizofreni,
bipolar bozukluk gibi psikiyatrik hastalıkların
yanında tiroid, B12 eksikliği, demir eksikliği, gibi
metabolik hastalıkların da belirtisi olabilir. Ancak
dikkat dağınıklığı bir hastalığın habercisi olmayabilir de. Yorgunluk, uykusuzluk, stres, kaygı gibi
durumların da dikkat dağınıklığına sebep olacağı
unutulmamalı. Dikkat dağınıklığı kişinin sosyal
hayattaki uyumunu, çevresiyle olan ilişkilerini,
iş hayatındaki başarılarını olumsuz etkileyeceği
için mutlaka tedavi edilmeli. Çocukluk çağında
teşhis edilip önlemler alınması gerekiyor. “Dikkat
eksikliği, ‘görme bozukluğu’ gibi bir sorun. Nasıl
astigmat olan bir çocuğun iyi görmemesi o
çocuğun suçu değilse dikkat eksikliği de suçu
değil. Çocuğun elinde olmadan gelişen bir klinik
tablo. Bu durumda çocuğun tedavi edilmemesi
aslında çocuğa yapılan bir haksızlık. Hak etmediği
bir muamele ile karşılaşan çocukta, uzun vadede
özgüven sorunu olması kaçınılmaz.” diyor, Vedat
Bilgiç.
PLANLAMAK ÖNEMLİ
* Günlük işlerinizi, planlarınızı, randevularınızı
ve yapacaklarınızı not alın.
* Alışverişe çıkarken liste yapın.
* Önemli telefon numaralarını bir yere yazın.
* Koyduğunuz eşyaları (anahtar, gözlük gibi)
bulamıyorsanız hep aynı yere koymaya dikkat
edin.
* Randevularınızı hatırlatması için saat kurun.
* Birisiyle konuşurken tüm dikkatinizi ona
verin.
* Mümkünse konuşmalarınızı sessiz ortamlarda yapın.
* Omega 3, hem beyin hem de bellek için
oldukça yararlı. Bu yüzden ceviz, somon ve ton
balığını bolca tüketin.
26 // SAĞLIK
VITAMINSIZLIK, GÖZÜ DE
VURUYOR
MERVE TUNÇEL
A vitamini eksikliği kemik ve dişlerde
aşınmadan ciltte sivilcelenme ve yorgunluğa kadar
birçok probleme neden oluyor. Ama en çok göz
sağlığını etkiliyor. Tedavi edilmezse kalıcı körlüğe
neden olan gece körlüğünün de en büyük sebebi.
Yağda eriyen vitaminlerden olan A vitamini
eksikliği vücutta pek çok hastalığa neden olabiliyor.
Hem bitkisel hem de hayvansal gıdalarda bulunan
A vitamini, göz sağlığıyla yakından ilgili. Eksikliği
yetersiz ve dengesiz beslenme sonucu ortaya
çıkabileceği gibi bazı ilaçlar ve E vitamini eksikliğinden de kaynaklanabiliyor. Veni Vidi Göz Grup
uzmanlarından Opr. Dr. Akın Akyurt, bu sorunun
göze olan etkisini anlattı.
A vitamini eksikliği sık ve kolay hastalanmaya,
cilt kuruluğuna, ağızda yaralara, iştahsızlık ve diş
eti sorunlarına sebep olabiliyor. Çocuklarda kilo
alamama ve boyun uzamaması gibi sorunlar varsa
bunlar da A vitamininin eksikliğinden kaynaklanabilir. Akyurt’a göre A vitamini eksikliğinin
en önemli etkisi göz sağlığı üzerinde görülüyor.
En tehlikeli göz hastalıklarından biri olan gece
körlüğünde etkisi çok fazla. “Gözümüzün arka
kısmında bulunan çomak biçimli hücreler düşük
ışıkta dahi nesnelerin görülmesini sağlar. Çomak
hücrelerin içerisinde gece görmeyi sağlayan
rodopsin pigmenti bulunur. Rodopsin, ışığa duyarlı
bir pigment olduğu için harekete geçirildiği zaman
gece görmeyi sağlar ve bu pigmenti ise sadece A
vitaminini harekete geçirmektedir.” diyor, Akyurt.
Eksikliğin nasıl anlaşıldığına gelince; göz altında
lekeler meydana gelir, bağışıklık sistemi zayıflar
ve diş ve kemiklerde deformiteler meydana
gelir. Ciltteki sivilcelenme ve yorgunluk da diğer
Avukat
Kadir Erdoğmuş
Avukata gittiğinizde geç kalmış olmayın,
her türlü hukuki sorunlarınız için arayabilirsiniz.
Vindingevej 7 C • DK 4000 Roskilde
Tlf.: + 45 29 72 39 98 • Fax: + 45 59 43 39 98
Mail: [email protected]
belirtilerinden. Karanlıkta net görememe, hatta
bir süre sonra loş ışıkta meydana gelen şiddetli
görme zorluğu yaşanabilir. Gözün, çevrede olup
biteni yeteri kadar algılamaması sonucunda
gündüz de bir yerlere çarpabilir, ayağınız takılabilir
ya da düşebilirsiniz. Konsantrasyon bozukluğu,
gözünüzde birdenbire ışık çakması ve etrafın
parlaması, ileri derece astigmat ve miyop
varsa gece körlüğünden şüphelenebilirsiniz. A
vitamini en çok balık, süt ve süt ürünlerinde,
yeşil yapraklı sebzeler ve yumurta gibi gıdalarda
bulunur. Bu yüzden hastaların, bu gıdalardan bol
bol tüketmesi gerekiyor. Tedavi sonucu vitamin
eksikliği dışarıdan ağız yoluyla alınan takviyeler
sayesinde yerine konulur. A vitamini eksikliği gece
körlüğü hastalığına sebep olduğundan dolayı
vakit kaybetmeden bir göz doktoruna muayene
olmakta fayda var. Eğer önlem alınmazsa, bu
hastalık körlüğe kadar ilerleyebilir. Çocuklarda
A vitamini eksikliği az miktarda bile olsa, üst
solunum yolu enfeksiyonlarına ve ishale sebep
olabilir. Bunun yanı sıra, vücudun enfeksiyonlara
karşı direnci zayıflar ve hayati risk taşıyan hastalıklara yakalanma riski artar.
28 // SPOR
FUTBOL
İngiltere mi, İspanya mı? İki lig arasında kıyasıya bir kalite rekabeti var. Dünyanın en önemli
futbolcularını İspanyol ve İngiliz takımları kapıyor. Peki, dünyanın en kaliteli futbol ligi hangisi?
HASAN CÜCÜK
Futbolun bitmeyen tartışmaları vardır. Bunların başında Pele-Maradona
kıyaslaması gelir. Son yıllardaki iki önemli kıyaslama ise Maradona-Messi
ve Premier Lig (İngiltere)-La Liga (İspanya)… Maradona-Messi tartışmasını
bir tarafa bırakıp transfer savaşlarının devam ettiği şu günlerde İngiltere ve
İspanya Ligi arasında bir kalite tespiti yapalım.
Premier Lig’i La Liga’dan ayıran en önemli özellik, kulüplerin sahiplerinin
milyarder Arap, Rus ve ABD’li işadamları olması. 2003’te Rus milyarder Roman
Abramovich’in Chelsea’yi satın almasıyla ada futbolunun dev kulüpleri birer
birer yabancılara satıldı. Zengin sahiplerinden dolayı Premier Lig, toplamda,
La Liga’dan daha değerli oyuncuları bünyesinde barındırıyor. Premier Lig’in
piyasa değeri 3,6 milyar Euro olarak hesaplanırken La Liga’ya biçilen değer,
2,7 milyar Euro. Premier Lig’de zenginlik sıralamasında ilk sırada Chelsea
gelirken bu takımı Manchester City, Manchester United ve Arsenal takip
ediyor. La Liga’yı farklı kılan özellik ise yapısının Real Madrid-Barcelona ikilisi
ve diğerleri şeklinde olması. Bu takımlara kısmen geçen yılın şampiyonu ve
Arda Turan’ın takımı Atletico Madrid eklense de Real Madrid-Barcelona ikilisi,
oyuncularının piyasa değeri olarak açık farkla önde bulunuyor. Real Madrid’in
715, Barcelona’nın 608 milyon Euro değerine karşılık Atletico Madrid’inki
Barcelona’nın yarısından daha az: 283 milyon Euro.
Premier Lig ‘zenginler topluluğu’ olmasına karşılık, Real Madrid ve
Barcelona sayesinde yıldız oyuncuların toplandığı yer La Liga. İki kulübün
zengin mali yapısının yanı sıra başarısı da bu tercihte rol oynuyor. Transfer
tarihinin en pahalı isimleri Real Madrid ve Barcelona’yı tercih ediyor. İşin ilginç
yanı, transfer tarihinin en pahalı oyuncuları listesinde ilk 3 sırada Premier
Lig’den La Liga’ya gelen oyuncular bulunuyor. Real Madrid, Tottenham’dan
Gareth Bale ve Manchester United’dan Christiano Ronaldo için 94’er milyon
Euro bonservis öderken Barcelona geçen haftalarda kadrosuna kattığı
Liverpool’dan Luis Suarez için 81 milyon Euro’yu kasasından çıkardı. Real
Madrid ve Barcelona, Premier Lig’den, kelimenin tam anlamıyla nokta atışı
transfer yapıyor. Bu transferlerle İngiltere Ligi’nin değeri düşerken İspanya
Ligi’ninki artıyor. Premier Lig’de yıldızlaşanları kadrosuna katan Real Madrid
ve Barcelona’nın transfer ettiği isimlerin bir başka özelliği ise İngiliz vatandaşı
olmamaları. Premier Lig takımları ise La Liga’dan daha çok Real Madrid
ve Barcelona’nın kadrosuna katmayı düşünmediği, bir anlamda ikinci sınıf
oyuncuları ya da bu takımların kadro yapısından dolayı gözden çıkardığı isimleri
transfer ediyor. Bunun en son örneğini, Mesut Özil’in geçen sezon Arsenal’e
transfer olmasıyla yaşadık. Mesut, transfer sezonunun bitmesine saatler
kala 50 milyon Euro bedelle Arsenal’in yolunu tutarken bu transfer gurbetçi
futbolcumuzun istemesinden ziyade, Gareth Bale’i kadrosuna katan Real
Madrid yönetiminin kararıyla gerçekleşti. Mesut Özil, La Liga’dan Premier Lig’e
giden en pahalı oyuncu olarak tarihteki yerini alırken, bu sezon Barcelona’nın
kadrosunda düşünmediği Cesc Fabregas ve Alexis Sanchez de İngiltere’ye
giden ‘pahalı’ statüsünde oyuncular oldu.
La Liga’yı Premier Lig’den bir adım öne çıkaran bir başka özellik ise
dünyanın en iyi oyuncuları sıralamasında ilk basamaklarda yer alan oyuncuları
bünyesinde barındırması. “Şu an dünyanın en iyi üç oyuncusu kim?”
sorusuna verilecek cevaplarda Messi, Cristiano Ronaldo ve Neymar
adları mutlaka yer alacaktır. Bu isimlere geçen sezon başında bekleneni
veremeyen ancak ilerleyen haftalarda kendini bulan Gareth Bale ile
bu sezon İspanya’yı tercih eden Premier Lig’in gol kralı Luis Suarez
ve 2014 Dünya Kupası’nın gol kralı James Rodrigues’i eklemek
gerekiyor. Toplamda dünyanın en pahalı ligi olan Premier
Lig’de ise dünyanın en iyi futbolcuları listesinde üst sıralarda
oyuncu görmek pek mümkün olmuyor. Premier Lig’in
kalitesi konuşulurken ister istemez “Real Madrid ve
Barcelona’da oynayacak düzeyde kaç oyuncu var?”
sorusu soruluyor. Bu sorunun cevabını vermek kolay
29 // SP0R
olmadığı gibi sayılan oyuncular bir elin parmaklarına ulaşmıyor.
Sonuç olarak, bizim kanaatimiz, Real Madrid-Barcelona ikilisinin Premier Lig’e kafa tuttukları, transfer ettikleri ve ellerinde
bulundurdukları yıldızlarla La Liga’yı Premier Lig’in bir adım
önüne taşıdıkları şeklinde.
BAŞARIDA İSPANYA ÖNDE
La Liga ile Premier Lig arasında Avrupa’da da kıyasıya
bir rekabet var. Son 10 yılda La Liga takımları 4 kez (3 kere
Barcelona, 1 kere Real Madrid) Şampiyonlar Ligi Kupasını
havaya kaldırırken Premier Lig ekipleri bu sevinci 3 kez
(Liverpool-M. United-Chelsea) yaşayabildi. Şampiyon Kulüpler
Kupası ve Şampiyonlar Ligi tarihinde ise La Liga ekipleri 14,
Premier Lig ekipleri ise 12 kez mutlu sona ulaştı. UEFA Kupası
ve UEFA Avrupa Ligi’nde de yine İspanyolların önde olduğunu
görüyoruz. Son 10 yılda La Liga takımları bu organizasyonlarda
6 kez (1 kere Valencia, 3 kere Sevilla, 2 kere Atletico Madrid
) şampiyon olurken Premier Lig takımları bu sevinci sadece
bir kez (Chelsea) tadabildi. UEFA Kupası ve UEFA Avrupa Ligi
tarihinde ise La Liga ekipleri 8, Premier Lig ekipleri ise 7 kez
mutlu sona ulaştı.
PREMIER LİG'DEN LA LIGA'YA GİDEN YILDIZLAR
Sezon
Oyuncu
Eski Takım
2009-10
C. Ronaldo
M. United
2009-10
Xabi Alonso
Liverpool
2013-14
Gareth Bale
Tottenham
2010-11
Javier Mascherano
Liverpool
2011-12
Cesc Fabregas
Arsenal
2012-13
Alex Song
Arsenal
2014-15
Luis Suarez
Liverpool
LA LIGA'DAN PREMIER LİGE GİDEN YILDIZLAR
Sezon
Oyuncu
Eski Takım
2013-14
Mesut Özil
Real Madrid
2010-11
Yaya Toure
Barcelona
2014-15
Alexis Sanchez
Barcelona
2014-15
Cesc Fabregas
Barcelona
2011-12
Kun Agüero
A. Madrid
2014-15
Diego Costa
A. Madrid
2014-15
Ander Herrera
A. Madrid
2014-15
Filipe Luis
A. Madrid
2013-14
Roberto Soldado
Valencia
2011-12
Juan Mata
Valencia
2010-11
David Silva
Valencia
2013-14
Alvaro Negredo
Sevilla
2013-14
Jesus Navas
Sevilla
2014-15 EN PAHALI PREMIER LİG TRANSFERLERİ
Oyuncu
Eski Takım
Diego Costa
Atletico Madrid
Alexis Sanchez
Barcelona
Luke Shaw
Southampton
Ander Herrera
Atletico Madrid
Romelu Lukaku
Chelsea
Cesc Fabregas
Barcelona
Adam Lallana
Southhampton
Dejan Lovren
Southampton
Lazar Markovic
Benfica
Filipe Luis
Atletico Madrid
Calum Chambers
Southampton
Yeni Takım
Real Madrid
Real Madrid
Real Madrid
Barcelona
Barcelona
Barcelona
Barcelona
Ücret (Euro)
94 milyon
34,5 milyon
94 milyon
20 milyon
34 milyon
19 milyon
81 milyon
Yeni Takım
Arsenal
M. City
Arsenal
Chelsea
M. City
Chelsea
M. United
Chelsea
Tottenham
Chelsea
M. City
M. City
M. City
Ücret (Euro)
50 milyon
30 milyon
37,8 milyon
33 milyon
45 milyon
38 milyon
36 milyon
20 milyon
30 milyon
26,7 milyon
28,75 milyon
25 milyon
20 milyon
Yeni Takım
Chelsea
Arsenal
M. United
M. United
Everton
Chelsea
Liverpool
Liverpool
Liverpool
Chelsea
Arsenal
Ücret (Euro)
38 milyon
37,8 milyon
37,5 milyon
36 milyon
35 milyon
33 milyon
31 milyon
25 milyon
25 milyon
20 milyon
20 milyon
2014-15 EN PAHALI LA LIGA TRANSFERLERİ
Oyuncu
Eski Takım
Yeni Takım
Luis Suarez
Liverpool
Barcelona
James Rodríguez
Monaco
Real Madrid
Antoine Griezmann
Real Sociedad
Atletico Madrid
Toni Kroos
Bayern Münih
Real Madrid
Mario Mandzukic
Bayern Münih
Atletico Madrid
Jeremy Mathieu
Valencia
Barcelona
Ivan Rakitic
Sevilla
Barcelona
Ücret (Euro)
81 milyon
80 milyon
30 milyon
30 milyon
22 milyon
20 milyon
18 milyon
30 // SPOR
DÜNYA FUTBOLUNUN YENI
YILDIZI JAMES RODRIGUEZ
HASAN CÜCÜK
16 yaşında profesyonel oldu. 17 yaşındayken Arjantin
Ligi’nde oynayan en genç yabancı futbolcu unvanını aldı.
20 yaşındayken evlendi. 2014 Dünya Kupası’nda gol kralı
olup 80 milyon Euro’ya Real Madrid’e gitti.
Yıllar sonra “2014 Dünya Kupası” dendiğinde
özellikle üç şey akla gelecek: Almanya’nın şampiyonluğu,
Brezilya’nın tarihi hezimeti ve Kolombiyalı genç yıldız
James Rodrigues… Organizasyon öncesi yıldız adayları
listesinde yer bulamayan Rodriguez, 6 golle krallıkta
zirveye çıkmakla kalmadı, asist ve oyunuyla da kupaya
damgasını vurdu. Kolombiya çeyrek finalde ev sahibi
Brezilya’ya 2-1 yenilip elenirken gözyaşlarını tutamayan
Rodriguez’i David Luiz teselli ediyor, bu hareketi stattaki
binlerce taraftar ve ekran başındaki milyonlarca
futbolsever alkışlıyordu. Kolombiya’nın dünyaca ünlü
yıldızı Radamel Falcoa’nun yokluğunu hissettirmeyen
Rodriguez, kupa başarısının ödülünü Real Madrid’e
transfer olarak alıyordu.
Takvim yaprakları 12 Temmuz 1991’i gösterdiğinde dünyaya gelen James Rodriguez, futbola henüz
4 yaşındayken Envigado takımında başladı. 2007’de
16 yaşındayken profesyonel imzayı atan Rodriguez,
Envigado’da 30 maçta 9 gol atarak genç yaşında futbol
kumaşının kalitesini ortaya koydu. Daha kariyerinin
başında yurtdışına açılarak Arjantin’in Banfield takımına
transfer olduğunda yıl 2008’di. Arjantin Ligi’nde forma
giyen ‘en genç yabancı oyuncu’ ünvanını elinde bulunduran Rodriguez’i farklı kılan özeliliği, tekniği ve oyunu
iyi okumasının yanı sıra, sürekli kendini geliştirmek için
çalışması. Arjantin’de geçirdiği iki sezonun ardından
2010’da 5 milyon Euro’ya Porto’ya transfer olan Rodriguez’in bir başka özelliği de gittiği takımlarda uyum
sorunu yaşamaması. Nitekim 3 sezon top koşturduğu
Porto’da sadece takımın en iyileri arasında olmakla
kalmayıp Portekiz Ligi’ne damga vuran isimlerden biri de
oluyordu. 2012’de Portekiz’de yılın oyuncusu seçilirken,
2013’te de yılın karmasında kendine yer buluyordu.
Rodriguez’in yükselen başarı grafiği, yeni bir takıma
transfer olması demekti. 2013’te bu kez durağı Rus
milyarder Dmitry Rybolovlev’in satın aldığı Fransa’nın
Monaco takımı olurken ödenen bonservis ücreti 45
milyon Euro olarak kayıtlara geçiyordu. Monaco’da 34
maçta forma giyip 9 gol atan Rodriguez, 12 asistle Fransa
Ligi’nde asist kralı oluyordu. Dünya Kupası öncesi adı
büyük kulüplerle pek anılmayan Rodriguez, attığı goller
ve oyunuyla bir anda dev kulüplerin transfer listesinde
ilk sıraya yükseldi. Kupada bir maç sonrası ropörtajında
Real Madrid’e olan sevgisini ‘aşk ve hayranlık’ olarak
tanımlıyor, “Orada oynamak hayatımın rüyası.” diyordu.
Rodriguez’in bu rüyası, 22 Temmuz’da 45 bin taraftarın önünde kendini 6 yıllığına Real Madridli yapan
imzayı atmasıyla gerçekleşti. Real Madrid, genç oyuncu
için tam 80 milyon Euro bonservis ücreti öderken, bu
rakam Rodriguez’i futbol tarihinin en pahalı dördüncü
oyuncusu konumuna yükseltti. Rodriguez, hayranı
olduğu Ronaldo ile aynı takımda ter dökme, Messi ile
ise rakip olma şansını yakaladı. Genç oyuncuya Zidane,
Puskas ve Figo gibi efsanelerin giydiği 10 numaralı forma
verildi.
İlginç saç stiliyle hafızalara kazınan Kolombiya’nın
efsane ismi Carlos Valderrama, milli formayı 27 maçta
giyip 11 gol atan Rodriguez için “Hayal edilemeyecek bir
yeteneğe sahip. Ne futbolculuk ne de teknik adamlık
hayatımda bu denli kabiliyetli bir oyuncu görmedim.
James, bu şekilde devam ederse sadece Kolombiya’nın
değil, dünyanın en iyi futbolcularından biri olur.” diyor.
Rodriguez’in başarısının altında yatan bir başka
sebep ise düzenli bir yaşantısının olması. 2011’de henüz
20 yaşındayken hayatını Kolombiya Milli Takımı’nın
başarılı kalecisi David Ospina’nın kız kardeşi Daniela ile
birleştiren Rodriguez’in 1 yaşında Salome adında bir
kızı bulunuyor.
Chaufføruddannelse
med
STORT KØREKORT
til lastbil eller bus
KUN
3.660 KR.*
Kørekort til taxi
eller limousine
KUN
*
3.050 KR.
Mulighed for både dag- eller aftenundervisning
Kontakt os
43 425 425
[email protected]
TUC A/S, Kirkebjerg Parkvej 7, 2605 Brøndby, www.tucdekra.dk
* AMU-mål 47854 Godstransport med lastbil, 30 dage, 40531 Personbefordring med bus, 30 dage, og 46927 Personbefordring med taxi, 25 dage, er underlagt den til enhver tid gældende AMU-lovgivning.
AMU-tilskuddet er betinget af, at kursisten er i arbejde, og ikke har en videregående uddannelse (enkelte undtagelser - ring for information). Minimumsdeltagerantal er 10. Ovenstående uddannelser
udbydes i Region Hovedstaden. For målgruppe og yderligere info - se www.tucdekra.dk.
140410.indd 1
14-04-2014 12:23:46