9.3.1) ARABULUCULUK YASASININ DEĞERLENDİRİLMESİ: Örnek Vakaları ve yorumlarını, referans kaynağı olması itibarıyla akılda tutarak yapacağımız “Arabuluculuk Yasasını değerlendirme aşamasında”, öncelikle Arabuluculuğun ne olduğu, sürecin aşamaları ve Arabulucuda aranan vasıflar konusundaki düşüncelerimiz izah edilecektir. a) Arabuluculuk nedir? Arabuluculuk Yasası, Arabuluculuğu, “Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren,uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemi” olarak tanımlamıştır. Arabuluculuk, süreç sonunda düzenlenecek tutanak, özelliğine göre (Aşağıda “9.3.1.4-Tutanağın ilam hükmünde olması” başlığına bakınız) “ilam hükmünde belge” ise de bir yargılama faaliyeti değildir. Ancak, Arabuluculuk sürecini, Muhakeme kavramının doğru anlaşılması şartı ile sürecin sonunda bir “Yargı” kararı oluşturulmayan “Muhakeme Süreci” olarak tanımlamak, toplum yapımız, kültür değerlerimiz ve bilimsel açıdan daha doğru olacaktır. Her bilim dalının bir lisanı olduğu gibi Hukuk biliminin de bir lisanı bulunmaktadır. Toplumumuzda zaman zaman yaşanan kültür kırılmaları (Bkz 2. Bölüm 9.3.5 Arabuluculuk Eğitimi-Kültür kırılması), hukuk alanında kullanılan terim ve kavramların, toplum nezdinde anlaşılabilir olmasını engellediği gibi yeni hukuki kavramlar üretilmesinde de bu kez üretilen kavramlar, hukuk lisanına uymayan, altı boş ve kargaşaya neden olabilmektedir. Hukuk dilinde Muhakeme, bir süreçtir. Bu süreçte yer alan tüm taraflar, Hakim Savcı dahil, olayları, durumları, davranışları ve kendilerini muhakeme ederek bir sonuca ulaşmaya çalışırlar. Muhakeme sürecinde, tarafların doğru şekilde iletişim kurabilmeleri, taleplerini, açıklamalarını, delillerini sunmaları ve diğer tarafın sunduklarını da incelemeleri, bu şekilde hemhal olmaları (Empati yapmak), birbirlerini anlamaları, karşılıklı hak ve çıkarları ile yükümlülüklerini belirlemeleri beklenir. Taraflar muhakeme sürecinde bir çözüm üzerinde mutabık kalamadıkları takdirde, bu kez yapılan Yargılama olup tarafların dosyaya sundukları beyan ve belgeler esas alınarak (resen nazara alınacak istisnalar hariç) Hakim tarafından bir karar verilir. Bu karar, Hakim’in ulaştığı Yargı’dır. Yargı kararı ile taraflardan biri kazanmış, diğeri kaybetmiş olmaz. “Taraflardan biri kazandı biri kaybetti” dediğiniz zaman kaybeden için “Hakim kaybettirdi” düşüncesi ve suçlaması oluşur, Adalete güven duygusu zedelenir. Hakim’in, muhakeme süreci sonunda ulaştığı Yargı kararı, kaybettiren veya kazandıran bir karar değil, tarafların uyuşmazlık konusuna münhasır olan karşılıklı hak ve yükümlülüklerini belirleyen ve herkesin saygı duyması, uygulaması gereken bir “Mahkeme Kararı”dır. Ceza ve Usul Kanunlarımız, çok doğru olarak “Muhakemeleri Kanunu” kavramını başlıklarında kullanmış ise de içerik, uygulama ve toplum algısında, “muhakeme olmak” yerine “yargılanmak” kavramları kullanılabilmektedir. Pek çok duruşma tutanaklarında da “açık yargılamaya başlandı, devam olundu” şeklinde kavramlar kullanılmaktadır. Yanlış kavramlar, algıda ve tarafların kendi davranış ve yükümlülüklerini belirlemelerinde, doğruya erişime engel oluşturmaktadır. Muhakeme sürecinin başında “Yargılama” tabirini kullandığınız zaman, Yargı yetkisi tanınmış olan Hakim’in, daha ilk baştan itibaren bir yargıya ulaştığı, devamının usul işlemlerinin tamamlanmasından ibaret teferruat olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda bir hukuk veya ceza davasında, iddia ve taleplerin, savunmanın ve karşı taleplerin, hiçbir anlam, önem ve niteliği kalmamış olacaktır. Adli Yargı olsun İdari Yargı olsun Hakim’in görevi, Hukuk kavram ve normlarına uygun şekilde önce “Muhakeme Süreci” ni doğru bir şekilde uygulamak, sürecin sonunda ulaştığı kanaati, “Yargı Kararı” olarak açıklamaktır. Kavramları doğru tanımlayıp kavram içeriklerini de doğru şekilde uygulayamadığımız zaman “Adil Yargılama” ilkesinden bahsetmek mümkün olmaz. Bir mahkeme hakimi, taraflarla hemhal olmadığı (empati yapmadığı) takdirde bir suçun temel unsurlarından olan “manevi unsur-cürm i kast” unsurunu veya hukuki bir uyuşmazlıkta hak ve yükümlülüklerin doğru tespiti için gerekli olan Saikleri ortaya koyamaz, ulaşılan Yargı, adil olamayabilir. Muhakeme kavramının anlaşılması bakımından “Tekil Muhakeme, Kendimizi Muhakeme” tanımlamasıyla bir kavram ele alalım. Bu kavramı, kendi kendimizi sorgulamak, yaptıklarımızı, yapacaklarımızı değerlendirmek, üçüncü kişilerle olan ilişkileri gözden geçirmek, ortaya çıkan yeni durumları doğru yorumlamaya çalışarak davranış şeklini belirlemek vb amaçlarla sıklıkla yaptığımız bir “duygu ve düşünce sorgulaması yaparak bir yargıya ulaşmak” şeklinde tanımlamak mümkündür. Kendimizi muhakeme sonucunda ulaştığımız yargı, sorguladığımız konuyla ilgili davranışımızı belirlemektedir. Muhakeme kavramıyla ilgili bu kısa açıklamadan sonra Arabuluculuğu tanımlarken; Uyuşmazlıkların husumete dönüşmemesi, uyuşmazlığa düşen tarafların daha çok maddi ve manevi zararlara uğramaması, uyuşmazlığa değil, geleceğe odaklanan ve doğru iletişim yöntemleriyle yapılacak müzakere süreci sonucunda, öncelikle tarafların, kazan-kazan prensibine uygun işbirliği imkanlarının bulunabilmesi, bu sayede kaybedenin olmadığı, taraflarla birlikte toplumun da kazandığı, geleceğe yönelik işbirliği imkanları oluşturulamadığı takdirde bu kez ihtilafa odaklanarak adil ve karşılıklı hak ve çıkarlara uygun bir çözüm yolunun kısa sürede ve en ekonomik şekilde oluşturulmasını sağlamayı hedefleyen alternatif bir çözüm yöntemi ve “Muhakeme Süreci” olduğunu, ancak sürecin sonunda bir Hakim tarafından verilen “Yargı kararı” ile değil, tarafların kendi özgür iradeleriyle hak ve yükümlülüklerini kendilerinin belirlediği bir anlaşma ortaya çıktığı, bu anlaşmanın Arabulucu tarafından Tutanağa bağlanması ve şerh verilmesiyle “icra edilebilir ilam hükmünde belge” oluştuğunu, süreçte yer alan Arabulucunun, mesleki bilgi ve tecrübesine, süreci yönetme becerisine güvenilerek uyuşmazlığın taraflarınca ve kendi özgür iradeleriyle seçilmiş olduğunu, tarafların uygulanacak usulü serbestçe seçebileceklerini, Arabulucu tarafından da somut olayda, tarafların ortak ve azami çıkarları çerçevesinde en elverişli olacak usulü, mesleki tecrübe ve eğitimi sayesinde önerebileceği ve uygulayacağı, süreç boyunca Arabulucu tarafından sistematik teknikler uygulanarak tarafların ortak çıkarları ve işbirliği imkanlarını anlamaya, çözüm oluşturabilmelerine zemin hazırlayacağı bir usul ve yöntemler bütünü olarak tanımlayabiliriz. b) Arabuluculuk Süreci ne şekilde işler? Süreç, 5 aşamalı bir çalışmayı kapsamaktadır. Süreçte uygulanan tüm aşamalar, iletişim yöntemleri, müzakereler, saha araştırmaları, toplantı yönetimi vb konularda raporumuzun 2. Bölüm 9.3.5 başlıklı “Arabuluculuk Eğitimi” bahsinde detaylı açıklamalar yapılmıştır. İlk aşama; arabulucu sıfatıyla taraflarla ilk temas, süreç hakkında tarafları bilgilendirme ve tarafların sürece hazırlanmasına yardım etme, fiziki mekan ve düzenlemelerin yapılması, belgelerin hazırlanması, Arabuluculuk Anlaşmasının yapılması ve Arabuluculuk gününe hazırlık işlemlerini kapsayan HAZIRLIK aşamasıdır. Süreçte uygulanacak usul kurallarını, emredici hukuk kurallarına aykırı olmamak kaydı ile taraflar belirleyebilir. Aksi halde; uyuşmazlığın niteliği, hızlı bir şekilde çözümlenmesi için gereken usul ve esaslar göz önüne alınarak uygun yöntemi, Arabulucu belirler. İkinci aşama ise GİRİŞ aşaması olup ilk ortak toplantı ve açılış beyanları, giriş aşamasında yapılır. ÖYKÜ ANLATMA aşaması, sürecin üçüncü aşamasıdır. Bu aşamada ortak ve özel toplantılar kullanılarak gerek sorunlarla ilgili gerekse geleceğe yönelik açıklamalar, olaylar, talep ve beklentiler gibi konularda düşüncelerin ve duyguların ifade edilmesi ve anlaşılabilmesi hedeflenmektedir. Arabulucu, tarafların çözüm önerileri üretimine katkı sağlamak ve özellikle geleceğe odaklı işbirliği imkanlarını araştırmak ve uygulanabilir olan çözümler sunabilmek için sahada da gerekli çalışmaları bu aşamada tamamlar. SORUN ÇÖZME aşaması, süreçte dördüncü aşamadır. Bu aşamaya gelinceye kadar edinilen bilgiler ışığında taraflar, yapılacak ortak ve özel toplantılar sonucu oluşan işbirliği alanları ve çözüm önerilerini geliştirmiş ve sunmuş olacaklardır. Daha verimli kararlar alabilmek için mümkün olduğunca fazla seçenekli öneriler oluşturulur. Müzakereler sonucu uygulanabilir ve kabul edilebilir geleceğe dönük işbirliği ve çözüm önerileri, bu aşamada açıklığa kavuşturulur. Sürecin beşinci ve son aşaması ANLAŞMA aşaması olup dördüncü aşamada belirlenen geleceğe dönük işbirliği ve çözüm önerileri üzerinde müzakere edilir. Uzlaşmaya varılan konularda uzlaşma şartları, tarafların hak ve yükümlülükleri, uygun hukuki dille kaleme alınır. Uzlaşmaya varılamayan konular var ise irdelenir ve tutanak tutulur. c) Arabulucudan beklenen vasıflar nelerdir? Arabulucudan beklenen vasıflar, aşağıda altı başlık halinde ve ana hatlarıyla belirtilmiş olup; gerekçeler, talepler, vasıfları edinmek için mesleki tecrübe, pratik ve teorik eğitimde öne çıkan unsurlar, vasıfların geliştirilmesi için kamuya ve bireye düşen görevler hakkında raporumuzun 2. Bölüm 9.3.5 başlıklı “Arabuluculuk Eğitimi” bahsinde detaylı açıklamalar yapılmıştır. Somut olaylara göre tarafların Arabulucu tercihlerinde, ilave vasıflar aranabilir. c.1) Arabulucu, öncelikle Hukukun her alanına hakim ve “Vicdani Adalet” duygusu, gelişmiş olmalıdır: Arabulucu, ihtilafa değil, geleceğe odaklı çözüm önerileri oluşturulmasına katkı sağlamak ve süreç sonunda uygun tutanağı tanzim etmekle yükümlü olduğuna göre başlangıçta bir hukuk alanında ortaya çıkan ihtilaf, geleceğe odaklı müzakere sürecinde çok farklı hukuk alanlarında bilgi ve tecrübeyi gerektirebilir. “Örnek Vaka A” da olduğu üzere başlangıçta Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu kapsamında ortaya çıkan ihtilafın çözüm sürecinde, ihtilaf hiç gündeme gelmemiş, geleceğe odaklı müzakere sürecinde, İnşaat Hukuku, İmar Hukuku, İdare Hukuku, Rehin Hukuku, Bankacılık Mevzuatı, Gümrük Mevzuatı vb alanlarda, “Örnek Vaka D” de ise ortaya çıkan ihtilaf, başlangıçta İcra Hukuku alanında iken, süreçte Uluslar arası Ticaret Hukuku, Deniz Taşımacılığı, Kara Ticaret Hukuku, Fikri ve Sınai Haklar Hukuku, Teşvik Mevzuatı vb alanlarda bilgi birikimi ve tecrübeyi gerektirmiştir. Vicdani Adalet duygusunu geliştiren Arabulucu, uyuşmazlıklar konusunda tarafsız kalabileceği gibi kendi çıkarları da dahil olmak üzere tüm taraflarla birlikte üçüncü kişilerin ve varlıkların da hak ve çıkarlarının korunması ve bir haksızlık ortaya çıkmamasına dikkat eder. c.2) Arabulucu, aynı zamanda iyi bir Moderatör olmalıdır: Müzakere sürecinde taraflara söz hakkının verilmesi, gerektiği yer ve zamanda uygun müdahalelerin yapılması, gerektiği anda müzakereye ara verilmesi, sürecin sağlıklı yönetilmesinin temel şartlarından biridir. Bu nedenle Arabulucunun, aynı zamanda iyi bir Moderatör olması beklenir. c.3) Arabulucu, aynı zamanda iyi bir İletişim Uzmanı olmalıdır: Müzakere süreci ve özel görüşmelerde, taraflara uygun soruları sormalı, etkin dinleme ve diğer iletişim tekniklerini doğru şekilde kullanmalıdır. c.4) Arabulucu, aynı zamanda iyi bir Terapist olmalıdır: Müzakere sürecinde tarafları anlamaya, kişilik özelliklerini tanımaya, ihtilafın kaynağı ve Saikleri tespite, gelecek beklentilerini, duygu ve düşüncelerini öğrenmeye, öfkeleri müspet enerjiye dönüştürecek formülleri bulmaya çalışmalıdır. c.5) Arabulucu, aynı zamanda iyi bir Vizyoner olmalıdır: Arabulucu, yukarıda sayılan vasıflarını kullanarak edindiği bilgiler doğrultusunda geleceğe dair ideal çözüm önerisi olabilecek hayaller üretmeli, bu hayallerini birer kompozisyon olarak resmedebilmelidir. c.6) Arabulucu, aynı zamanda iyi bir Analist olmalıdır: Arabulucu, hayal ettiği çözüm önerilerini, gerek mesleki bilgi ve tecrübe birikimi, gerekse müzakere süreci ve saha araştırmasında öğrendiği tüm bilgiler çerçevesinde, tüm yönleriyle doğru şekilde analiz ederek, uygulanabilir olanları tespit edebilmelidir. 9.3.1.1) ARABULUCULUĞA ELVERİŞLİ ALANLAR Yasanın 1.madde 2.fıkrasında; Ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş veya işlemlerden doğan özel hukuk uyuşmazlıklarının çözümlenmesinde yasanın uygulanacağı, aile içi şiddet iddiasını içeren uyuşmazlıkların arabuluculuğa elverişli olmadığı, 17/1-d fıkrasında; Uyuşmazlığın arabuluculuğa elverişli olmadığının veya 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince uzlaşma kapsamına girmeyen bir suçla ilgili olduğunun tespit edilmesi durumunda arabuluculuk faaliyetinin sona ereceğine dair hükümler bulunmaktadır. Yasanın “Arabuluculuğa elverişli alanlar” tanımlaması ve sınırlandırmalarını, Arabuluculuk Hukukuna uygun bir tanımlama ve sınırlama olarak benimsemek mümkün gözükmemektedir; 9.3.1.1.1) Yasa, üzerinde serbestçe tasarruf edilebilecek özel hukuk uyuşmazlıkları dışında, CMK da uzlaşma kapsamında sayılan suçların şüpheli ve mağdurları arasında Arabulucu önünde uzlaşma sağlandığında; soruşturma safhasında ise ceza davası açılmayacağı, dava açılmış ise ceza davasının düşmesine, edim takside bağlanmışsa sanık hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair düzenleme ile, özel hukuk ilişkilerine ilave olarak, farklı Arabuluculuk alanları ihdas etmiştir. Ancak yasanın 17/1-d fıkrasının yazılışı, bazı meslektaşlarımız tarafından, uzlaşma kapsamında olmayan bir suçtan kaynaklanan tazminat uyuşmazlıklarının, Arabuluculuk kapsamında olmadığı şeklinde yorumlanmaktadır. Oysa “Örnek Vaka C” de belirtilen “kasten adam öldürme” davasında olduğu gibi; mağdurların, işlenen suç nedeniyle maddi ve manevi tazminat talepleri, özel hukuk alanına, Borçlar Hukuku alanına giren bir konudur. Tarafların, özel hukuk alanına giren konuda uzlaşmaları ve mağdurların şikayetlerinden vazgeçmeleri, kamu davasını ortadan kaldırmamaktadır. CMK 253 maddede sayılı suçlarda ise uzlaşma, kamu davasının açılmasını önlemekte, açılmış ise ortadan kaldırmaktadır. Örnek Vaka C de, Arabuluculuğa konu olan, ceza davasının kendisi değil, işlenen haksız fiil sonucu uğranılan kayıplardır. Uygulamada, bir suçtan zarar görenlerin, zararlarının tazmini için; öncelikle suçun şüphelileri adına dava açılması, açılan dava sonucunda suçu işlediklerine kanaat getirilen sanıkların mahkum edilmesi ve bu mahkumiyet kararının kesinleşmesinden sonra Hukuk Mahkemelerince tazminat davası konusunda karar verilmesini beklemeleri gerekmektedir. Uzunca bir süreçten sonra bu kez Hukuk Mahkemesi kararı icraya konulduğunda tazminatın tahsil edilmesi, mesleki tecrübelerimizden de bilindiği üzere genellikle mümkün olmamaktadır. Zira bu uzun süreçte, sanıkların malvarlıkları ellerinden çıkmış oluyor. Muhakeme sürecinde taraflar arasındaki husumetin arttığı, mağdur tarafın zorluklara düçar olduğu, telafi edilemeyecek zararlara uğradığı bilindiğine ve Arabuluculuk sisteminin temel amaçlarından birinin de, taraflar arasında husumetin ve mağduriyetin sonlandırılması olduğuna göre CMK 253. Madde kapsamıyla sınırlı olmaksızın hangi suç olursa olsun,mağdur tarafın özel hukuk alanına giren tazmin talepleri yönündeki ihtilaflar, üzerinde serbestçe tasarruf edilebilecek haklardan ve borçlardan olmakla, Arabuluculuğa elverişli alanlar olduğu düşüncesindeyiz. Bu konuda uygulamada farklılıklar ve hak kayıpları yaşanmaması için yasanın 17/1-d fıkrasının, yanlış anlaşılmalara meydan vermeyecek şekilde yeniden yazılmasında fayda bulunmaktadır. 9.3.1.1.2) Gerek Arabuluculuk Eğitimi, gerekse Uygulamalı Sınav aşamalarında bazı meslektaşlarımızın, boşanma, vesayet gibi Hakim’in karar vermesinin kamu düzeninden olduğu konuların, Arabuluculuğa elverişli olmadığı yönündeki görüşlerine tanık olduk. “Örnek Vaka B” de Vesayet davasına konu olan ihtilafın ne şekilde çözümlendiği anlatılmıştır. Arabuluculuğun, bir yargılama faaliyeti olmadığı, asıl amaç; geleceğe dönük ortak çıkar ve hedeflerin belirlenerek tarafların hak kayıplarına uğramalarını engellemek ve kazan-kazan prensibini gerçekleştirmek olduğuna göre, bunun yöntem ve sınırlarını, tarafların belirleyebilmeleri, en doğal haklarıdır. “Örnek Vaka B” benzeri bir olayda, Arabulucu, Vesayet Makamı olan Sulh Mahkemesinin yetkisini kullanmamaktadır. Aksine, bir taraftan hakları muhtel olabilecek kişilerin çıkarları azami düzeyde korunurken, diğer taraftan Mahkemenin işi kolaylaştırılmakta ve doğru kararın doğru zamanda verilmesi ve doğru şekilde uygulanması sağlanmaktadır. Aynı şekilde aralarında geçimsizlik nedeniyle boşanmayı düşünen bir aile, boşanma kararı için değil, öncelikle geleceğe yönelik işbirliği imkanları ve çözüm önerileri bulunarak evliliklerinin devam etmesi, ortak bir gelecek üzerinde mutabık kalınmadığı takdirde bu kez, Mahkeme sürecinde çekişme yaşanmaması, kendilerinin ve müşterek çocuklarının, çekişme sonucu zarar görmemesi için çözüm önerilerini müzakere etmek, nafaka, tazminat, çocuklarla şahsi münasebet tesisi, velayet, mal paylaşımı vb konularda müzakere ve çözüm bulmak amacıyla Arabulucu’ya başvurabilir. Arabulucu, böyle bir başvuruda “Boşanma, Arabuluculuğa elverişli değildir” diyemez. Aile hukuku ile ilgili her alanda “Avukat sıfatıyla” çözüm sağladığımız uyuşmazlıklar, “Arabuluculuğa elverişli değildir” cümlesiyle yasaklama ve sınırlama altına alınamaz. Müzakere süreci sonucunda eğer taraflar, ortak gelecek için anlaşırlarsa, süreç çok başarılı olmuş demektir. Zaten hukukçuların mesleki bilgi ve tecrübeleri, pek çok aile yuvasının devamını sağlayabilecek özellikleri taşır. (Bkz. 2. Bölüm, “9.3.5 Arabuluculuk Eğitimi”) Eğer evlilik devam edemeyecekse ancak taraflar, fer’i nitelikteki konularda uzlaşmaya varmışlar ise bu kez, Arabulucunun, tarafların evliliği bir yılı doldurmuş olmak kaydı ile düzenleyeceği tutanak, “Boşanma Protokolü” hükmünde olacak ve bu protokol çerçevesinde Mahkemeye anlaşmalı boşanma davası açılarak Hakim tarafından boşanma kararı verilecektir. Bu şekilde tarafların yargıda uzun yıllar sürecek çekişmeleri ve oluşacak kayıpları önlenmiş ve Yargının iş yükü de azaltılmış olacaktır. 9.3.1.1.3) Yasanın 1.madde 2.fıkrasındaki “Ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş veya işlemlerden doğan özel hukuk uyuşmazlıklarının çözümlenmesinde yasanın uygulanacağı” tanımlaması, Arabuluculuk müessesesini, geleceğe değil, ihtilafa odaklanan ve çözümün, sadece ihtilafla sınırlı tutulacağı konuma indirgeyen bir yoruma sebep olabilecektir. Yasanın 1. madde gerekçesinde de tarafların sulh olmak suretiyle sona erdirebilecekleri hukuk uyuşmazlıklarında Arabuluculuk kurumuna müracaat edebilecekleri ibaresi eklenmiştir. Yasanın 1.madde 2. fıkrası ve madde gerekçesi, Arabuluculuğu doğru şekilde tanımlamaktan uzaktır. Arabuluculuğun özü ihtilafa değil, geleceğe odaklanmak olduğuna göre yasa maddesinin; “Bu Kanun, yabancılık unsuru taşıyanlar da dahil olmak üzere, uyuşmazlıklarında zarar görmemek üzere geleceğe odaklanan çözüm ve işbirliği imkanları araştırmak, ortak çıkarlar üzerinde uzlaşmak amacıyla, Arabuluculuk Kurumuna yapılacak müracaatlar ile Arabuluculuk sistemi ve sürecine dair usul ve esasları düzenler. “Arabulucu önünde yapılan müzakere sürecinde taraflar, ilk aşamada geleceğe odaklı işbirliği çözümleri üzerinde, bu yönde uzlaşma sağlanamadığı takdirde ihtilafa odaklı uzlaşma sağlayabilirler. Şu kadar ki Arabulucu tarafından düzenlenecek uzlaşma tutanaklarında, niteliği gereği karar verme yetkisi Hakim’e ait olan konularda hüküm oluşturulamaz” Şeklinde düzenlenmesinin, düşüncesindeyiz. Arabuluculuk Hukukuna uygun olacağı Yasanın madde gerekçesinde olmadığı halde sonradan maddeye eklenen Aile içi şiddet iddiasını içeren uyuşmazlıkların arabuluculuğa elverişli olmadığı” şeklindeki ibarenin kaldırılması gerektiğine dair eleştiri, raporumuzun 2.Bölüm 9.1.3.2 başlığı ile 9.3.5 başlıkları altında değerlendirilmiştir. 9.3.1.1.4) Yasanın genel gerekçesinde de belirtildiği üzere dünyada Arabuluculuk uygulaması, özel hukuk alanında olduğu kadar ceza ve idare hukuku alanında da yapılmaktadır. Ancak genel gerekçede, ülkemizde idare hukuku alanında ayrı bir düzenleme yapılması öngörülmüştür. Amacına uygun şekilde Arabuluculuk bürosu kurmak ve işletmek, raporumuzun 4. Bölümünde yapılan hesaplamalardan da anlaşılacağı üzere oldukça yüksek bir sermaye ihtiyacı ile aylık munzam giderlerin karşılanmasına bağlıdır. Arabulucu, sermayesiyle değil, bilgi, tecrübe ve emeği ile para kazanacaktır. Arabuluculuk, idealist amaçlarla yapılabilecek bir meslek durumundadır. Öte yandan raporumuzun 9.3.1/c başlığı altında bulunan “Arabulucudan beklenen vasıflar” dikkate alındığında, her ne kadar hukukçu meslektaşlarımız,tüm bu vasıflara tecrübeleriyle sahip olsalar da her bir vasfın, 4 yıl süren Lisans öğretilerini, Arabuluculuk Eğitiminde almaları mümkün olamayacağından muhakkak ki ilk uygulamalarda bazı somut vakalarda eksiklik ve yetersizlikler olabilecektir. Her meslek gibi Arabuluculuk ta yaparak öğrenilir. Mesleğin ifası sırasında iletişim uzmanı ve/veya psikolog mesleklerinden olan kişilerin sürece katılımının, eğitim ve tecrübeye katkı sağlayacağı aşikardır. Bu gerçeklerden hareketle; a) İlk aşamada İdare Hukuku alanına giren Gümrük ve Vergi uyuşmazlıklarının, mükellefin uzlaşma talebinde bulunması halinde Uzlaşma Komisyonları önünde yapılan görüşmelerinin, Arabuluculuk kapsamına alınması faydalı olacaktır. Arabuluculuk görüşmelerinde İdareyi temsilen İletişim Uzmanı ve/veya Psikolog görevlendirilmesi, Arabuluculuğun gelişmesine, Arabulucuların mesleki eğitimine katkı sağlayacağı gibi, uzlaşmaya konu olan eylem ve işlemlerin, saik ve tüm yönleriyle İdare tarafından değerlendirilerek uygun politikalar geliştirilmesine ve sürece katılan mükelleflerin çoğunluğunun davranış kalıplarının, olumlu yönde değişmesine (Bkz. 2. Bölüm, “9.3.5 Arabuluculuk Eğitimi”) imkan sağlayacağını düşünüyoruz. Uzlaşma Komisyonu nezdinde görülen ihtilafların, Arabuluculuk kapsamına alınması halinde genel bütçeye ek bir külfet gelmeyeceği, aksine bürokratların zaman ve emeklerinin başka alanlarda değerlendirilmesi ile bütçeye katkı sağlanacağını düşünmekteyiz. Arabuluculuk kapsamına alınabilecek diğer idari ihtilafların da kısa vadede belirlenerek kapsam dahiline alınması, Vatandaş ile Devlet arasındaki yakınlaşma ve birlikteliği de sağlayacaktır diye düşünüyoruz. b) Bir Arabuluculuk bürosunun, tam Kapasitede çalışmasını temin ve faydalı olması bakımından ilk aşamada İş Mahkemeleri, Tüketici Mahkemeleri ve Aile Mahkemelerinde açılacak tüm davaların, UYAP üzerinden coğrafi konum, nitelik ve nicelik olarak eşit paylaşım vs unsurlar gözetilerek Arabuluculuk Bürolarına tevzi edilmesi, taraflar Arabulucu önünde geleceğe dönük işbirliği imkanları veya uyuşmazlığa yönelik çözüm önerileri üzerinde uzlaşamadıkları takdirde bu kez, Arabulucunun Hakem sıfatıyla uyuşmazlığı çözüme bağlaması (Boşanma gibi kamu düzeninden olan ve Hakim tarafından karar verilmesi gerekenler hariç) yönünde yasal düzenleme yapılarak “Zorunlu Tahkim” kuralının uygulanmasının doğru olacağına inanıyoruz. c) İdari uyuşmazlıklarda sulh uygulamasının yaygınlaştırılması kapsamında İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemeleri görev alanında kalan bazı dava türleri için de “Zorunlu Tahkim” kuralının uygulanarak,öncelikle Arabulucu katılımıyla uzlaşma, uzlaşma sağlanamadığı takdirde Arabulucunun Hakem sıfatıyla uyuşmazlık hakkında bir karar vermesi yönünde yasal düzenleme yapılması ve VUK vb yasalara muhalefet nedenleriyle Ceza Mahkemelerine açılabilecek ve açılmış davaların da CMK 253. Madde kapsamına alınması ve Arabulucu önünde uzlaşmaya uygun hale getirilmesi de doğru olacaktır diye düşünüyoruz. 9.3.1.2) ARABULUCULUK UNVAN VE YETKİSİNİN KULLANIMI Yasanın 6/1 fıkrası, Arabulucu unvanı ve bu unvanın sağladığı yetkilerin kulanım hakkını, Arabuluculara vermiş ancak bir müeyyide getirilmemiş olmakla sicile kayıtlı olmayan üçüncü kişilerin unvan ve yetkileri kullanmaları halinde genel hükümler çerçevesinde sahte evrak tanzimi, dolandırıcılık vb suçların oluşabileceği düşünülebilir. Burada Avukatlık Yasasına paralel bir müeyyide getirilmesinin uygun olacağı düşüncesindeyiz. Ancak burada belirtmek gerekir ki; ticari işletmelerde istihdam yapılan pek çok pozisyonun görev tanımları, “uyuşmazlığı önlemeye, uyuşmazlık çıktığında çözümlemeye yönelik” tipik bir Arabuluculuk hizmetidir. İnsan Kaynakları Uzmanı, her ne kadar maaşını işverenden alıyor olsa da, iş gören ile işveren arasında bağımsız ve her iki tarafa da eşit mesafede durması, çıkabilecek uyuşmazlıkları önleme veya çözümleme noktasında öneriler beklenen bir “Arabulucu Personel” pozisyonundadır. Aynı şekilde “müşteri temsilcisi, satış temsilcisi…” vb unvanlarla istihdam edilenler de, “Arabulucu Personel” pozisyonundadır. Avukatın, müvekkili ile uyuşmazlığa düşen diğer taraf arasında bağımsız kalarak, geleceğe yönelik işbirliği imkanları, olmadığı takdirde uyuşmazlığa yönelik çözüm önerileri getirmesi de (Örnek Vakalarda olduğu gibi) tipik bir Arabuluculuk faaliyetidir. Yasa, farklı meslek gruplarında yapılan “Arabuluculuk Faaliyeti”ni değil, “Arabulucu” unvanı ile yetkilerinin, Arabulucular Siciline kayıtlı olmayanlar tarafından kullanımını yasaklamaktadır. Pek çok meslek mensubunun yaptığı tipik arabuluculuk faaliyetlerinin yasaklanması, zaten söz konusu olamaz. 9.3.1.3) ARABULUCULUK SÜRECİNDE VEKİLLİK Yasanın 8/1 fıkrası, tarafların görüşmelere vekilleri aracılığıyla katılabileceklerini, 15/6 fıkrası da, tarafların müzakerelere bizzat veya vekil aracılığıyla katılabileceklerini düzenlemiştir. Bazı meslektaşlarımda vekilin, Avukat olması gerektiği yönünde bir görüş var ise de; Arabuluculuk, bir yargı faaliyeti olmadığından vekilin, Avukat olması zorunluluğu yoktur. Vekiller, müzakere sürecindeki aşamalara ve konulara göre farklı meslek gruplarından olabilecektir. İradi olan süreçte, taraf, şifahen veya eposta ile hangi konunun müzakeresine kimi vekil veya vekiller olarak katılabileceğini belirtebilir. Ancak nihai çözüm aşamasında vekil bulunarak imza işlemi yapacaksa mutlaka yazılı vekalet aranması gerekir diye düşünüyoruz. 9.3.1.4) ANLAŞMA BELGESİNİN İCRA EDİLEBİLİRLİĞİ Yasanın 18 maddesi, tarafların anlaşması halinde tutanağın icra edilebilirliğine yönelik olarak asıl uyuşmazlık hakkındaki görev ve yetki kurallarına göre belirlenecek olan mahkemeden talepte bulunabilmeleri konusunda düzenleme getirmiştir. Genel gerekçede, şerh işlemi için İcra Hakimliği öngörülmüş idi. Öte yandan Avukatlık Yasası 35/a maddesinde “ Avukatlar dava açılmadan veya dava açılmış olup da henüz duruşma başlamadan önce kendilerine intikal eden iş ve davalarda, tarafların kendi iradeleriyle istem sonucu elde edebilecekleri konulara inhisar etmek kaydıyla, müvekkilleriyle birlikte karşı tarafı uzlaşmaya davet edebilirler. Karşı taraf bu davete icabet eder ve uzlaşma sağlanırsa, uzlaşma konusunu, yerini, tarihini, karşılıklı yerine getirmeleri gereken hususları içeren tutanak, avukatlar ile müvekkilleri tarafından birlikte imza altına alınır. Bu tutanaklar 09/06/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesi anlamında ilam niteliğindedir” hükmü bulunmaktadır. Mesleki tecrübelerimizden de bildiğimiz üzere Avukatlık faaliyetlerimizde pek çok olayda taraflar arasında uzlaşma sağladığımız halde, bu uzlaşmaları, A.Y.35/a anlamında tutanağa bağlanmasına ihtiyaç kalmamaktadır. Yukarıda Örnek Vakalarda açıklanan olaylarda da “icra edilebilirlik” vasfı ve ihtiyacı ortaya çıkmamıştır. Uzlaşmaya varılan konularda ortak çıkarlar çerçevesinde derhal ifa edilen ve/veya mütemadi ilişkilere dayalı taraflar arası sözleşmeler oluşmakla bu tür belgeler, aynı zamanda yazılı delil vasfında ve halin icabı gereği, zaman ve zemin şartları çerçevesinde, şartlar ortaya çıktığında revize edilmeye ihtiyaç gösterecek belgelerdir. Ancak istisnai olarak bazı alanlarda 35/a çerçevesinde tutanak düzenlemekteyiz. Düzenlediğimiz tutanaklarda eğer kamu düzeni açısından “kesin yetki” vb alanlar ile gizlilik, sır saklama, know how gibi unsurlar mevcut ise bu kez, temel tutanak dışında “birden fazla tali tutanaklar” düzenleyerek “birden fazla icra edilebilir ilam hükmünde belgeler” oluşturmaktayız. Arabuluculuk faaliyetlerinde de “icra edilebilirlik” ihtiyacı olacak tutanaklar, istisnai alanlarda olmakla birlikte, yasa maddesiyle şerh işleminin, Mahkemelerin yetkisine verilmiş olması, doğru olmadığı gibi uygulanabilirliği de yoktur. Zira; a) Arabulucu tarafından düzenlenen ve icra edilebilirlik ihtiyacı olan bir tutanakta bulunan maddeler, farklı farklı mahkemelerin görev ve yetki alanları kapsamında olduğunda, yetkili mahkeme nasıl belirlenecektir? Mahkemelerin olası görev uyuşmazlıkları nasıl çözümlenecektir? b) Arabuluculuk Hukuku konusunda eğitim almayan Hakimler, tutanağa konu maddelerin Arabuluculuğa elverişli olup olmadığını hangi kriterlere göre tespit edecektir? Bu konuda bilirkişiden rapor mu alacaktır? c) Uzlaşma tutanağının imzası aşamasında taraflara “Bu tutanağı, şu mahkemeye götürün, harcını yatırın, kaleme kaydedin, bir süre sonra (sürenin ne kadar olduğu belirsizdir, iş yüküne göre inceleme yapılacaktır.) tekrar gidip şerh verilip verilmediğini öğrenin, Hakim, duruşma yapabileceği gibi bilirkişiden rapor da isteyebilir.” dediğimiz de, taraflardan birinin Avukat vekili; “Ne gerek var masrafa, bürokrasiyle uğraşmaya, alın benim 35/a ya göre hazırladığım tutanağı, bu tutanak ilam hükmündedir.” Dediğinde, Arabulucunun düştüğü durum ve iş sahibinin algısını düşünebilir misiniz? d) Arabulucu tarafından hazırlanan tutanak, elverişli alanlarda olduğu ve şerh verilmesi gerektiği halde, Hakim’in aksi düşünceyle şerh verilmesini red ettiği (Bir rehin fekki davasında; Hesap bilirkişisi, rehin konusu borçtan fazla ödeme yapılmıştır, davacı … TL alacaklıdır diye rapor verdiği halde, “rehnin kaldırılıp kaldırılmayacağı konusunda hesap bilirkişisinden ek rapor alınmasına” dair 1.Bölge Adliyesinde ara kararına rastlamaktayız.) durumlarda sürecin devamı, tarafların Arabulucu’ya bakışı nasıl olacak, uğrayacakları zararlar nasıl ve kim tarafından karşılanacaktır? Anlatılanlar karşısında kötü ve zor durumlara düşmemek ve iş sahiplerinin yargı bürokrasisinde karşılaşabileceği güçlükler ile masraf ve zaman kaybını önlemek isteyen meslektaşlarım, bu kez Arabulucu olarak tutanak tutmak yerine, taraflara izahat vererek, sürecin başında Arabuluculuk faaliyeti yokmuş gibi Avukat sıfatıyla A.Y. 35/a çerçevesinde özgürce tutanaklar düzenleyebileceklerdir. Bu kez “denetim ve sicilden silinme” gündeme gelebilecektir. Baroya kayıt olarak Avukatlık mesleğini ifa etmeye başlayan bir meslektaşımın ilk gününde A.Y.35/a çerçevesinde ilam hükmü niteliğinde tutanak düzenleme yetkisi vardır. Arabulucu olarak sicile kayıt olanların tamamına yakınının Avukat olduğu, Arabuluculuk için en az 5 yıl mesleki kıdem ve ayrıca Arabululuculuk eğitim sertifikası ile yazılı ve uygulamalı sınavların her birinden ayrı ayrı en az % 75 başarı puanı arandığı halde,Arabulucu tarafından düzenlenecek tutanakların, ilam hükmünde olması için mahkeme şerhi aramak, Hukuk ilkelerine uygun olmadığı gibi sistemin başarıya ulaşmasının önünde büyük bir engel olarak durmaktadır. Bu nedenlerle yasanın 18. Maddesinin 2. ve 3. Fıkralarının kaldırılarak yerine; “Arabulucular tarafından düzenlenen anlaşma tutanakları, icra edilebilir ilam hükmünde belgelerden sayılır.” Hükmünün getirilmesinin doğru olacağı düşüncesindeyiz. Burada Avukat olmayan Arabuluculara da ilam hükmünde belge düzenleme yetkisi verilmesine karşı muhtemel itirazlara karşı belirtmek isteriz ki Arabuluculuk, zaten Avukatlar tarafından yapılabilecek bir faaliyettir. Bu konu aşağıda, yasanın 20. Maddesinin değerlendirilmesinde incelenmiştir. 9.3.1.5) ARABULUCULUK SİCİLİNE KAYIT OLABİLECEKLER Arabuluculuk Yasası, diğer şartlar dışında 20/2-b maddesi ile mesleğinde en az beş yıllık kıdeme sahip hukuk fakültesi mezunlarının sicile kayıt olabilecekleri konusunda düzenleme getirmiştir. Yapılan ilk başvuru ve sicil kayıtlarından da anlaşılacağı üzere Arabulucu olanların tamamına yakını Avukatlık mesleğinde olanlardır. Ancak sınav başvuru formu ve Arabulucular Sicilindeki “Çalıştığı Kurum, Görevi” gibi tanımlamalara bakarsanız “Düzenleme yapılırken Avukatların, yargı bürokrasisi tarafından Arabulucu olarak düşünülmediği, beklentilerin daha farklı olduğu” yönünde bir kanaate ulaştığımı da söylemeliyim. Avukatlık mesleği, bir yönüyle çözüm bulma sanatı olup Avukatlar, önlerine gelen ihtilaflarda, hukukun her alan ve branşıyla ilgili, gerek usul yönünden, gerekse esas yönünden araştırma, inceleme ve değerlendirme yaparak, uzlaşma yolu bulunup bulunamayacağı, dava ile olay çözümlenecekse nasıl bir strateji uygulayacağını belirlerler. Aynı şekilde muhakeme sürecinde de takdiri delil olan bilirkişi raporlarına karşı, ne kadar teknik konu olursa olsun “her meslek, mutlak olarak bir yasal mevzuata dayanmaktadır.” Kuralı çerçevesinde raporlardaki yanlış görüşlere karşı itirazlarını yapmak zorunda olduklarından, tüm mevzuatla devamlı olarak irtibatlı olmak zorundadırlar. Diğer taraftan Avukatlar; gerek müvekkilleriyle gerekse uyuşmazlığa taraf olanlarla çok yakın temas ve çözüm müzakereleri, bürokrasi ile ilişkileri ve diğer faaliyetleri, Hukukun her alanına hakim olma özellikleri dışında, aynı zamanda Moderatörlük, İletişim, Kişi ve Toplum Psikolojisi, Vizyonerlik ve Analistlik gibi Arabuluculuk için bize göre zorunlu olan alanlarda da büyük tecrübeler edinirler. (Bkz. 2.Bölüm, “9.3.5 Arabuluculuk Eğitimi”) Uygulamada, Avukatlar tarafından ticari işletmelere hazırlanan tip sözleşmeler, yönetmelikler, özel sözleşmeler ve danışmanlık hizmetleri ile gerçek ve tüzel kişilere, Hukukun her alanında verilen danışmanlık hizmetleri, uyuşmazlıkların çıkmasını büyük ölçüde önlemekte olup, yapılan hukuki yardımlarla da,pek çok uyuşmazlık, yargıya gidilmeden, tüm taraflar açısından elverişli şartlarla çözümlenmektedir. Maalesef Avukatların bu yöndeki etkinlik ve yetkinlikleri, bilinmemekte veya bilinmek istenmemektedir. Bu durumda mesleki etkinlik ve tecrübelerden, toplum ve kamu, tam olarak istifade edememektedir. Bu nedenlerle Arabuluculuk Siciline kayıt taleplerinin tamamına yakınının Avukatlar tarafından yapılması doğaldır. Diğer mesleklere gelince; a) Hukuk Fakültesi mezunlarının, Avukatlık, Hakimlik, Savcılık, Kaymakamlık, Öğretim Üyeliği, Bakanlıklarda Müfettişlik, Gelir Kontrolörlüğü, Uzmanlık ve pek çok kamu ile özel sektörde farklı unvan ve görev tanımlarıyla çalışma imkanı bulunmaktadır. Çalışılan yerlerin bir bölümünde, aldığı Hukuk eğitiminden farklı alanlarda farklı görev tanımlarıyla çalışmaktadırlar. Bu nedenle Arabuluculuk için “Hukuk Fakültesi mezunu olmak” kriteri, eksik kalmaktadır. b) Hakimlik mesleğinde çalışanlar da meslek hayatlarında, belirli branşlarda önlerine gelen dosyayı incelemek ve bir karar vermek konusunda çalıştıklarından Arabulucunun vasıflarını taşımaları, zayıf bir ihtimal olarak görülmektedir. c) Aynı şekilde Öğretim Üyesi olarak mesleklerini ifa edenler de belirli branşlarda uzmanlaştıklarından Arabulucunun vasıflarını taşımaları, zayıf bir ihtimal olarak görülmektedir. d) Öte yandan Arabuluculuk, para kazanmaktan ziyade, idealist duygulara yönelik bir meslektir. Bir hukukçunun, mevcut mevzuat ve bugünün şartlarında sadece Arabuluculuk yaparak bürosunun giderlerini karşılayabilmesi mümkün değildir. (Çok özel ve destek verecek çevreye sahip olanları hariç tutuyorum.) Bununla birlikte Avukatlık mesleği dışında farklı mesleklerden gelen ve Arabulucu olan meslektaşlarımızın da, aynı zamanda Avukatlık Ruhsatı alarak Baro’ya kayıt yapmalarının, Vergi Hukuku ve Çalışma Ruhsatları açısından zorunluluk olacağı düşüncesindeyim. Bu nedenlerle yasanın 20/2-d fıkrasının; “Baroya kayıtlı olarak mesleğinde en az beş yıllık kıdeme sahip Avukat olmak (Hakimlik ve Savcılık mesleğinde geçirilen süre, kıdemden sayılır.)” şeklinde değiştirilmesi gerektiği düşüncesindeyim. 9.3.1.6) ARABULUCULUK SİCİLİNDEN SİLİNME Yasanın 21/2 fıkrası, Daire Başkanlığına, “yasanın öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyeni tespit ve uyarı, uyarıya uyulmaması hâlinde arabulucunun savunmasının alınması, gerekirse adının sicilden silinmesini Kuruldan talep” yetkisi vermiş, 32/1-e fıkrasında da 21/2 kapsamında Arabulucunun sicilden kaydının silinmesi, Arabuluculuk Kurulu’nun görevleri arasında sayılmıştır. Sicilden silinmeyi düzenleyen hükümler, muğlak olup keyfi uygulamalara yol açabilecek görünmektedir. Madde, sicilden silinme kararını, Daire Başkanına bırakmış, “kuruldan talep” yetkisi verilmiş, kurula ise böyle bir talep geldiğinde talebin yerine getirilmesi görevi verilmiştir. (m.32/1-e) Aşağıda denetim ve sicilden silinme ile ilgili Avukatlık Yasasına paralel düzenleme getirilmesinin doğru olacağına dair açıklamalar bulunmakta olup bu nedenlerle yasanın 21/2 fıkrası ve 32/1-e fıkrasının madde metinlerinden çıkarılması gerektiği düşüncesindeyiz. 9.3.1.7) ARABULUCULUKTA DENETİM: Yasanın 32/1-c fıkrası, Arabulucuların denetimine ilişkin kuralları belirlemek üzere Arabuluculuk Kuruluna yetki vermiş, Yönetmeliğin 25/3 fıkrasında da Daire Başkanına, Arabulucuyu uyarma ve “denetim yaptırma” yetkisi verilmiştir. Yönetmeliğin 47/1 fıkrasında Daire Başkanlığının,kanun ve yönetmelik hükümlerinin yerine getirilip getirilmediği, yasak uygulama ve davranışların bulunup bulunmadığı ve amaç dışında faaliyet gösterilip gösterilmediği konusunda arabulucuları, arabuluculuk bürolarını ve arabuluculuk eğitim izni verilen kuruluşları, 48. madde hükümlerine göre istihdam edilen “Denetim Görevlileri” (ki bunlar, Adalet Uzmanı olarak çalışanlardan seçilecektir) aracılığıyla denetleyeceği öngörülmüştür. Yönetmelik 49. Maddede de, 47/1 fıkrasına ilave edilen ve kapsamı genişletilen yeni denetim alanları ihdas edilmiştir. Anlaşılan klasik bürokrasi refleksi, burada da öne çıkmış olup uygulamada karşılaşılacak problemler, şimdiden anlaşılabilmektedir. (Bkz. 9.1.3.7) Avukatlık mesleğinin meslektaşlarımız tarafından tercih edilmesindeki en önemli unsurların, vicdani adalet ve bağımsızlık duyguları olduğunu söyleyebiliriz. Veciz ifadesiyle; “Görevimizi yaparken kimseye, ne müvekkile ne hakime hele ne iktidara tabiiz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiçbir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar esir kullanmadılar, fakat efendileri de olmadı.” Arabuluculuk faaliyetinde, Avukatlık mesleğine göre daha öne çıkan bağımsız yetkilerle mücehhez olunması gerektiği halde, yasa ve yönetmelikle, Avukat olarak sahip olduğumuz hak ve yetkilerin dahi kısıtlanmış olduğunu (Örnek olarak A.Y.35/a da bulunan yetki) görüyoruz. Diğer taraftan Arabuluculuk mesleğinin “Hiyerarşik bir yapı” olarak şekillendirilmesi, atanmış bürokrasinin denetimine verilmesi, sistemin başarısının önündeki en büyük engellerden olacaktır. Bu nedenlerle Arabuluculuk Yasasında denetim, soruşturma ve sicilden silinme ile ilgili konularda, Avukatlık Yasasına paralel düzenleme getirilmesinin ve Arabulucuların kendi aralarından seçecekleri Yönetim, Denetim ve Disiplin Kurulları oluşturulmasının zorunlu olduğu düşüncesindeyiz.
© Copyright 2024 Paperzz