Bildiri Özetleri Akut Lösemi Bildiri:0093 P-001 AKUT MYELOMONOSİTİK LÖSEMİDE HİPERLÖKOSİTOZA BAĞLI İNTRAKRANİYAL KANAMA; BİR OLGU SUNUMU. Senar Ebinç1, Cengiz Demir2, Ramazan Esen2. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı- Van. 2 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı- Van Hiperlökositoz akut lösemi hastalarında blast sayısında aşırı artış ile karekterize bir durumdur. Akut lösemi aşırı derecede yüksek blast sayısı ile ortaya çıkabilir. Hiperlökositik lösemilerde, solunum yetmezliği, intrakraniyal kanama ve ağır metabolik anormalliklere sık rastlanır. Hiperlökositoz daha çok miyelomonositik ve monoblastik lösemide sık görülmektedir. Erken dönem ölümlerin büyük bir kısmının nedeni pulmoner ve serebral mikrodolaşımda yığılan blastik hücrelerin neden olduğu intrakranial kanama ve solunum yetmezliğidir. Kliniğimize hiperlökositoz ve akut myelomonositik lösemi tablosu ile başvuran 23 yaşında erkek olguda akciğerde lökostaz izlendi. Hastaya lökoferez ve sitotoksik tedavi başlandı. Hastanın geliş anında akciğer sağ orta zonda lökostaza uyumlu konsolide alan mevcut idi. Takiplerinin aynı gününde bilinç bulanıklığı gelişen hastanın çekilen beyin tomoğrafisinde multifokal hemorajk odaklar tespit edildi. Biz bu olguda hiperlökositoz ile başvuran hastalarda sitotoksik tedavinin ve erken lökoferez işleminin başlanmasının önemini vurgulamak istedik. Anahtar Kelimeler: İntrakranial Hemoraji, Hiperlökositoz, Akut Myelomonositik Lösemi Bildiri:0112 P-002 AKUT LÖSEMİ TANILI HASTALARDA HLA EŞ ALLOJENEİK VE HAPLOİDENTİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONUÇLARIMIZ: TEK MERKEZ DENEYİMİ. Zafer Gülbaş1, Hasan Atilla Özkan2, Ufuk Güney Özer1, Neslihan Başkan1, Emel Güçyener1, Serap Kural1, Banu Sarıtaş1. 1Özel Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi, Kemik İliği Nakil Merkezi, Gebze/Kocaeli. 2Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul Giriş: Birçok hematolojik malignite için HLA eş akraba donörden allojeneik hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) yapılması yaygın şekilde kabul görmüş bir tedavi seçeneğidir. Ancak olguların yalnızca %30-50’ si HLA eş akraba donöre sahiptir. Tam uyumlu donörü olmayanlara akraba dışı donörden ya da kısmi uyumlu akraba donörden (haploidentik) HKHN yapılmaktadır. Çalışmamızda, HLA eş ve HLA kısmi uyumlu akraba donörden allojeneik HKHN yaptığımız akut lösemi tanılı hastaların sonuçları sunulmuştur. Materyal-Metod: Temmuz 2010 ile Kasım 2012 tarihleri arasında allojeneik HKHN yapılan 94 akut lösemi tanılı hastanın verileri analiz edildi. Hastalarda kök hücre kaynağı olarak periferik kan kullanıldı. T hücre deplesyonu yapılmadı. GVHD proflaksisi için HLA eş HKHN’de siklofosfamid + siklosporin ve haploidentik HKHN’de siklofosfamid + siklosporin + mikofenolat mofetil kullanıldı. Evre >=2 graft vs host hastalığı (GVHD) geliştiğinde steroid ek olarak kullanıldı. Posakanazol ve asiklovir nakil gününde, piperasillin tazobakatam ise nötropeni gelişince 6-8 Mart 2014, Antalya proflaktik olarak başlandı. Hastalara ait karakteristik özellikler Tablo 1’de özetlendi. Bulgular: Gruplardaki hastaların karakteristik özellikleri benzerdi. Haploidentik HKHN grubunda HLA eş gruba göre infüze edilen ortanca kök hücre sayısı daha yüksekti (7,6 vs 6,1 p=0,002). Ortanca takip süresi haploidentik HKHN grubu için 194 ( 88-372) gün HLA eş HKHN grubu için 210 (105-417) gündü. Hastaların 98%’inde engraftman gerçekleşti. Ortanca nötrofil ve trombosit engraftman süreleri haploidentik grupda HLA-eş gruba göre daha uzundu. Evre >=2 akut GVHD sıklığı haploidentik grupda 56% iken HLA-eş grupda 16% idi (p=0,001). Haploidentik grupda, HLA-eş gruba oranla dökümante edilmiş viral enfeksiyon sıklığı daha fazla idi (sırasıyla 42% vs 11%, p=0,001). Ortanca yatış süresi haploidentik grup için 35 gün iken HLA-eş grupta 30 gün idi (p=0,044). Grupların relaps ve mortalite (100 günlük ve 1 yıllık) oranları benzerdi. Nakil sonrası bulgular Tablo 2’de özetlenmiştir. Sonuç: HLA-eş akraba donörü bulunmayan akut lösemi tanılı hastalarda haploidentik HKHN’nin güvenli ve etkin bir tedavi seçeneğidir. Nötrofil engraftman süresi daha uzun olmasına karşın bakteriyel enfeksiyon sıklığında artış yaratmamaktadır. Ancak, akut GVHD ve viral enfeksiyonlar önemli bir sorun teşkil etmektedir. Haploidentik HKHN grubunda daha fazla viral enfeskiyon gelişme nedeni olarak, daha fazla akut GVHD gelişmesi ve buna bağlı olarak daha fazla steroid kullanımı olduğu düşünülebilir. Siklofosfamid, siklosporin ve mikofenolat mofetil kombinasyonu GVHD proflaksisi için etkilidir. Bu kombinasyon rejimi ile T hücre deplesyonu olmadan haploidentik HKHN yapılması akrabadışı HLA uyumlu nakle alternatif bir tedavidir. Bu nedenle, graft vs lösemi etkisi korunurken aynı zamanda akut GVHD ve enfeksiyonun sıklık ve ciddiyetini azaltabilen transplantasyon sonrası immün yapılanmayı geliştirmeye yönelik yapılan çalışmaların sonuçları önem arz etmektedir. Anahtar Kelimeler: Akut lösemi, Allojeneik, Haploidentik, Kök hücre nakli Tablo 1. Hastaların genel karakteristik özellikleri AML; akut miyeloblastik lösemi ALL; akut lenfoblastik lösemi CY; siklofosfamid Flu; fludarabin TBI; total vucüt ışınlaması ATG; anti-timosit globülin ²; ortanca (25%75%) ¹; ortalama 129 yapılan hastalardan 2’si nakil ilişkili komplikasyonlardan, 2’si hastalık nüksü (toplam mortalite %36), otolog HKHN yapılan 1 hasta relapsa bağlı olarak exitus oldu. Tablo 2. Klinik Sonuçlar Sonuç olarak hasta sayısı az ve homojen olmamakla birlikte erişkin ALL’li hastalarda erken dönemde yapılan allojenik HKHN’nin hastalığa bağlı mortaliteyi azaltabileceği kanaatine varıldı. Anahtar Kelimeler: Akut lenfoblastik lösemi, Kök hücre nakli Bildiri:0126 ¹; ortanca (25%-75%) Bildiri:0113 P-003 AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİLİ HASTALARDA İLK REMİSYONDA KÖK HÜCRE NAKLİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ. Nilay Ermantaş, Hasan Mücahit Özbaş, Şule Yüzbaşıoğlu, Mehmet Sönmez. Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı-Trabzon Giriş: Akut lenfoblastik lösemi (ALL), kemik iliğinde B yada T lenfosit progenitörlerinin klonal çoğalmasıyla karakterize immunfenotipik, genetik ve prognostik açıdan son derece heterojen malign bir hastalıktır. Özellikle çocuk hastalarda sık görülmesi nedeniyle pediatrik malignite olarak algılanmasına rağmen bimodal yaş dağılımı gösterir ve olguların %40’ı yirmi yaş üzerindedir. Pediatrik olgularda yaklaşık %80 oranında kür sağlanabilirken yetişkinlerde bu oran %35-40’lara düşmektedir. ALL’de kemoterapiye primer direnç nadir görülmekle birlikte erişkinlerde kür sağlanamamasının nedeni nüks gelişim oranın yüksek olmasındandır. Bu nedenle ALL tedavisi genel olarak çeşitli kemoterapi ajanlarının çoklu sikluslar halinde ve merkezi sinir sistemi profilaksisiyle birlikte uygulandığı fakat tek bir standart yaklaşımın belirlenemediği komplike bir tedavidir. Hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) işlemle ilişkili mortalite, morbidite, geç komplikasyonlar ve hastanın yaşam kalitesi de göz önünde bulundurulmak koşuluyla remisyon sonrası önemli bir seçenektir. Bu çalışmada tek merkezde takip edilen ve HKHN yapılan ALL olgularının demografik özellikleri, komplikasyonları ve tedavi yanıtları değerlendirildi. Bulgular: Ocak 2011 ve mart 2013 tarihleri arasında ALL tanısıyla ilk remisyonda HKHN yapılan 13 hasta çalışmaya alındı. Olguların ortalama tanı yaşı 30 (18-46) olup, 9 hasta erkek (%69), 4 hasta kadın (%31) idi. 7 hasta t-ALL, 6 hasta b-ALL iken, 3 hastada Philadelphia (Ph) kromozomu pozitif (%23) saptandı. Standart risk grubu olan timik t-ALL’li bir hasta (%8) hariç, 12 hasta yüksek risk grubu (%92) olarak değerlendirildi ve tanı sırasındaki lökosit sayısı ortalama 72000/mm³ (4400-297000) idi. 5 t-ALL’li hastada tanı esnasında mediastinal kitle mevcuttu (%38). Hastalara hiper-CVAD tedavi protokolü uygulandı. İki hastaya uygun vericisi olmadığından otolog, diğer 11 hastaya tam uyumlu kardeşten siklofosfamid, busulfan ile hazırlama rejimi sonrası myeloablatif allojenik HKHN yapıldı. Allojenik HKHN yapılan 11 hastadan 7’sinde (%63) akut veya kronik garft versus host hastalığı (GVHD) gelişti. 6 hastada sitomegalovirus (CMV) enfeksiyonu (%54) ve 5 hastada BK virus enfeksiyonu (%45) saptandı. HKHN sonrası relaps gelişen 4 hastanın 2’sinde kemoterapi ile remisyon sağlandı. Allojenik HKHN 130 P-004 PH POZİTİF AML Mİ? YENİ TANI PH POZİTİF KML BLASTİK DÖNÜŞÜM MÜ?. Güçhan Alanoğlu. Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Isparta BCR/ABL1 füzyon geni t(9;22)(q34;q11) sonucu oluşan Philadelphia kromozomu (Ph) tarafından taşınmaktadır. Kronik myeloid (KML) löseminin bulgusudur. Erişkinde akut lenfoblastik lösemi de sıklıkla saptanır iken yeni tanı akut myeloid lösemide (AML) nadiren bulunmaktadır. Bu olgu sunumunda AML tanısı ile başvuran ve Ph pozitifliği saptanan bir hasta tartışılacaktır. 58 yaşında kadın hasta, Halsizlik yakınması ile başvuran hastada fizik muayenede solukluk dışında patoloji saptanmadı. Ek hastalığı mevcut değildi. Lab: Hb: 4.6gr/ dL, BK: 33900/mm3, Trombosit: 78000/mm3. LDH: 745, Karaciğer, böbrek fonksiyonları normal. Periferik yaymada: blastik hücre infiltrasyonu. Kemik iliği aspirasyon ve biopsisinde tek tip gevşek nukleuslu, nukleolleri belirgin blastik hücre izlenmiştir. Akım sitometrik analiz: İntrasitoplazmik MPO %89, CD33 %85, CD 13%83 CD 7 %14, CD3% 5.2. Hasta bu bulgular ile AML kabul edilerek sitozin arabinozid 100 mg/m2 1-7 gün, Mitoksantron 10 mg/m2 1-3 gün, uygulandı. Hastanın kemik iliği sitogenetik analizinde 46,XX,t (9:22) (q34;q11)[22]/46,XX,t(9;22) (q34;q11) add (7p)[3]/46,XX[5], 1.41x10-1 bcr/abl gen ürünü amplifikasyonu, FISH analizi ile de %80 pozitiflik saptanmıştır. IGH/MYC(8;14)füzyonu, inversiyon 16, t(8;21), t(15;17) negatif saptanmıştır. Tedaviye 800 mgr İmatinib po eklendi. Daha sonra Dasatinib 140 mgr/ güne geçildi. Kemoterapi sürecinde ve nötropenik dönemde hastaya destek tedavi uygulandı. Hastanın 6. Hafta sonunda yapılan kemik iliği incelemesinde remisyonda olarak değerlendirildi. Hastaya dasatinib desteğinde yüksek doz AraC 2x3gr/m2/gün 1.3.5. günler uygulandı. FISH ile t(9;22) füzyonu %97 negatif, real time pcr ile de negatif saptanmıştır. Hastada transuda vasfında bilateral plöral effüzyon saptanmıştır. Neden olabilecek diğer etyolojik patolojiler araştırılmış diüretik tedavi eklenmiştir. Ancak yanıt alınamayınca dasatinib kesilmiştir. Hastaya destek tedavi uygulanmıştır. 20 gün ara sonunda hastaya yeniden dasatinib başlanmıştır. Yan etki gözlenmemiştir. Hasta remisyonda Ph pozitif AML olarak kabul edilmiştir. Allojeneik kök hücre nakli için sevk edilmiştir. Hastanın Ph pozitif AML mi? yoksa yeni tanı Ph pozitif blastik dönüşüm KML mi ayrıcı tanısı için array comporative genomic hybridizasyon (aCGH) önerilmektedir. Ph pozitif ALL için tipik olan IKZF1 ve CDKN2A genlerinin kaybı Ph pozitif AML de de gözlenmektedir. Immunoglobulin ve T hücre reseptör genlerinde ki kriptik kayıpların significans analysis of microarray (SAM) ile gösterilmesi ile iki antite ayırıcı tanısına gidebilme imkanı olabilecektir. Anahtar Kelimeler: philadelphia kromozomu, akut myeloid lösemi, kronik myeloid lösemi blastik kriz 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Bildiri:0128 P-005 B HÜCRELİ AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİLİ HASTALARDA RİSK GRUPLARINA GÖRE HLAA*,B*,DRB1* ALELLERİNİN SIKLIĞI. Türkan Patıroğlu1, Himmet Halıuk Akar2. 1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji-Onkoloji ve İmmünoloji Bilim Dalı,Kayseri. 2Pediatrik İmmünoloji-Alerji Hastalıkları Bilim Dalı,Kayseri Amaç: Önceki çalışmalar lösemik hastalar ve sağlıklı insanların HLA alelleri arasında önemli farklılıklar olduğunu göstermiştir. Bu çalışmada da Orta Anadolu Bölgesindeki akut lenfoblastik lösemili (ALL) hastalar ile sağlıklı insanların HLA- A,B,DRB1* alelleri arasında farklılık olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya yaşları 1-18 arasında değişen 90 ALL’li hasta alındı. Berlin Frankfurt Münster (BFM) kriterlerine gore hastaların 29’u standart risk grubu (SRG), 37’si orta risk grubu (MRG), 24’ü yüksek risk grubu (HRG)’nda idi. Hastalarda ve akraba olmayan sağlıklı 90 kişide Luminex teknolojisi kullanılarak düşük çözünürlüklü yöntem ile HLA-A,B,DRB1* alelleri tiplendirildi. Bulgular: ALL’li hastalarda kontrol grubuna göre HLAA*01, A*29 ve DRB1*07 (sırası ile p=0.008, p=0.032, ve p=0.000) alellerinin daha sık olduğu gözlendi. B*08 ve DRB1*08 (sırası ile p=0.010, ve p=0.016) alellerinin ise ALL’li hastalarda kontrol grubuna göre daha nadir olduğu saptandı. DRB1*04 aleli, SRG grubuna göre HRG ve MRG’li hastalarda daha sık (p=0.009) bulundu. Halbuki SRG’li hastalarda MRG ve HRG’li hastalara göre DRB1*07 alelinin daha sık olduğu saptandı (p=0.007). ALL’li hastalarda en sık gözlenen haplotip A*02, B*35, DRB1*13 (p=0.023) idi. Lösemi grubunda en sık gözlenen homozigot alelin A*24 (p=0.043) olduğu saptandı. Bu sonuçlar, HLA-A*01,A*29 ve DRB1*07 alellerinin ALL’li çocuk hastalarda predispozan bir faktör olduğunu, HLA-B*08 ve DRB1*08 alellerinin ise ALL ile negatif birlikteliğinin olduğunu gösterdi. HRG ve MRG grubu ALL’de DRB1*04, SRG-ALL’de ise DRB1*07 alelinin predispozan bir faktör olabileceği düşünüldü. Ancak, bu konuda daha fazla sayıda çalışmaya ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Akut lenfoblastik lösemi, HLA-A, B, DRB1 Bildiri:0130 P-006 AKUT MİYELOBLASTIK LÖSEMİLİ HASTALARDA HLAA, B VE DRB1 ALELLERİNİN SIKLIĞI. Türkan Patıroğlu1, Himmet Haluk Akar2. 1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı,Kayseri. 2Pediatrik İmmünoloji-Alerji Hastalıkları Bilim Dalı,Kayseri Amaç: Önceki çalışmalar lösemik hastalar ve sağlıklı insanların HLA alelleri arasında önemli farklılıklar olduğunu göstermiştir. Bu çalışmada da Orta Anadolu Bölgesindeki akut miyeloblastik lösemili (AML) hastalar ile sağlıklı insanların HLA-A,B,DRB1* alelleri arasında farklılık olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya yaşları 1-18 arasında değişen 32 AML’li hasta alındı. Hastalarda ve akraba olmayan sağlıklı 126 kişide Luminex teknolojisi kullanılarak düşük çözünürlüklü yöntem ile HLA-A,B,DRB1* alelleri tiplendirildi. Bulgular: AML’li hastalarda kontrol grubuna göre HLAA*03 ve A*11 (sırası ile p=0.07, p=0.041) alellerinin daha sık olduğu gözlendi. Ayrıca, HLA-B*13 aleli AML’li 6-8 Mart 2014, Antalya hastalarda kontrollerden daha nadir olarak bulundu ( p=0.017). Sonuç: HLA-B*03 ve A*11 alellerinin AML oluşması için predispozan bir faKtör, HLA-B*13, alelinin de koruyucu bir faktör olduğu düşünülmesine rağmen bu konuda daha fazla sayıda çalışmaya ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Akut miyeloblastik lösemi, HLA-A*, B*, DRB1* Bildiri:0137 P-007 İKİNCİ KEZ ALLOJENEİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ UYGULANMASI NEDENLERİ VE SONUÇLARI. Pervin Topçuoğlu, Mehmet Gündüz, Mehmet Özen, Erden Atilla, Önder Arslan, Muhit Özcan, Hamdi Akan, Meral Beksaç, Günhan Gürman. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Kliniğimizde ikinci kez allojeneik hematopoetik kök hücre nakli (allo-HKHN) yapılan 22 hasta ile ilgili deneyimimizi vermeyi amaçladık. Hastalar ve Yöntem: 1993 yılından itibaren toplam 22 hastaya ikinci kez allo-HKHN yaptık. Ortanca yaş 27,5 yıl (16-64 yıl). Ondört hasta erkek ve 8 i kadındı. Hastaların çoğunluğu aynı vericiden 2.transplantasyon yapıldı (n=18). Transplantasyon ilişkili özellikleri ve sonuçları kliniğimiz bilgisayar tabanlı veri tabanından geriye dönük olarak analiz ettik. Sonuçlar: İkinci transplantasyon nedenleri graft yetmezliği (birincil 11; ikincil 1) ve altta yatan hematolojik hastalığın dirençli/nüks olmasıydı (n=11) (Tablo). Başarılı engraftman birincil graft yetmezliği olan hastaların yarısında elde edildi. Birinci ile ikinci transplantasyon arasındaki süre dirençli/nüks hastalığı olanlarda ortanca 8,2 aydı (5,7-92,4 ay). Bu gruptaki tanılar 9 akut miyelositer lösemi (3 ü MDS veya KMML ye ikincil lösemi), 1 akut lenfoblastik lösemi ve 1 kronik miyelositer lösemiydi. Bu grupta 4 hastada transplantasyon 1.transplantasyondakinden farklı vericilerinden yapıldı: 2 sinde HLA yarı uyuşumlu anne, biri diğer HLA uyuşumlu akraba verici ve biri diğer HLA uyuşumlu kardeş. Hastaların hepsi değerlendirmeye alındığında tam yanıt %59,1 idi. Akut ve kronik graft versus host hastalığı (GvHH) sıra ile %43,8 ve %41,6 sında gelişti. İki yıllık-sağ kalım olasılığı ikinci transplantasyondan sonra %32,3±%11 di. Toplam sağkalım graft yetmezliği nüks hastalardan uzun (%45±15 karşı %22,7±13,6) olarak hesaplanmasına rağmen, istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0,67). Tablo 1. Transplantasyon Özellikleri ve Sonuçları Nedenleri 1./2. Graft yetmezliği graft failure, Nüks veya dirençli hastalık 1.-2.transplantasyon arası geçen ortanca süre, ay (dağılım) 11/1/ 11 5,8 (0,9-92,4) Kök Hücre Kaynağı: Çevre Kanı/Kemik İliği 17/5 Hazırlık rejimi: Ablatif/İndirgenmiş Yoğunlukta 9/13 Tam Yanıt 13 (%59,1) Erken transplantasyon ilişkili ölüm 11 (%50.0 ) Aplazi veya nüksü içeren ölüm 7 (%31,8) Akut GvHH, %(n) Gr I/II/III), n %43,8 (7/16) 3/2/2 Kronik GvHH (Sınırlı/Yaygın) %41,6 (5/12) 3/2 2-yıllık sağkalım %32,3±%11 131 Sonuçta ikinci allo-HKHN graft yetmezliği ve hastalık nüksünde aynı veya farklı vericiden başarı ile yapılmaktadır. Yine de ikinci transplantasyonun başarısı nüks veya direçli hastalarda sınırlıdır. Bu nedenle birinci transplantasyon sonrası 2.yi yap yerine nüksü önlemek veya yanıt oranlarını artırmak için yeni yaklaşımlar ve tedavi yöntemleri geliştirmek gerekir. Anahtar Kelimeler: 2.transplantasyon, garft yetmezliği, lösemi Bildiri:0145 P-008 AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ’DE KEMİK İLİĞİ MİKRO-ÇEVRESİNİN İNCELENMESİ. Neslihan Karakurt1, Tekin Aksu1, Yasin Köksal2, Neşe Yaralı1, Bahattin Tunç1, Duygu Uçkan Çetinkaya3, Meltem Özgüner2. 1Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve angiogenezi desteklerken anti-angiogenik faktör sentezini azalttığı, supernatandaki Angiopoietin 2’nin Fetal Bovine Serum kaynaklı olabileceği düşünüldü. Tanı anında kemik iliğinde Ang1/ Ang2 oranının düşük olmasının lösemik transformasyonla, indüksiyon sonunda yükselmesinin de tedaviye olumlu cevap ile ilişkilendirilebileceği ve lösemik blastlarla MKH etkileşiminin Ang1/ Ang2 oranının belirlenmesinde rolü olabileceği düşünüldü. Tedavi direnci ve prognostik önemiyle ilgili uzun takipli çalışmalar gerekmektedir. Literatürde ALL’de Ang1 ve Ang2 değeri ve oranıyla ilgili başka bir çalışmaya rastlanmamıştır. Anahtar Kelimeler: Akut lenfoblastik lösemi, angiogenez, Angiopoietin1, Angiopoietin 2, Angiopoietin 1/ Angiopoietin 2 oranı, mezenkimal kök hücre Araştırma Hastanesi, Hematoloji Bölümü. 2Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kök hücre Laboratuarı. 3Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı Hematopoietik-stromal hücre etkileşimindeki bozukluklar sonucu oluşan kemik iliği mikro-çevresindeki değişimler ve angiogenezin lösemi gelişiminde ve/ veya seyrinde rol oynadığı ileri sürülmektedir. Angiogenezin en önemli mediatörü VEGF’dir. Endotelyal hücreler VEGF düzeyinin yüksekliğinde yeni damar oluşumu için prolifere olurken, VEGF düzeyinin düşüklüğünde apoptozise giderler. Angiopoietin(Ang) 1 endotelyal hücre sağkalımı, proliferasyonu, neoangiogenezis ve damar stabilizasyonu için gerekli bir sitokindir. Ang2, mevcut damarlarda perisitlerin ayrılmasında ve vasküler permeabilitenin artmasında rol oynar. Endotelyal hücre migrasyonu, proliferasyonu ve angiogenezin potent inhibitörü olan endostatin ise endotelyal hücrelerde büyümeyle ilgili genleri downregüle etmektedir. Çalışmamızda ALL hastalarında kemik iliği mikro-çevresini temsilen kemik iliği plazmalarında(KİP) ve mezenkimal kök hücre (MKH) supernatanlarında (pasaj2) angiogenik faktör düzeyleri araştırılmıştır. 20 pediatrik yaştaki ALL hastasının ilk tanı anında indüksiyon öncesi ve indüksiyon tedavisi sonrası kemik iliği örneklerinde VEGF, Ang1, Ang2, endostatin düzeyleri ve Ang1/ Ang2 oranı değerlendirilmiş, 8 sağlıklı kemik iliği vericisinden oluşan kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Hastaların tanı anında KİP Ang 1 düzeyleri kontrol grubuna göre düşük, Ang2 düzeyleri ise kontrol grubuna göre yüksek bulundu(p=0,000). VEGF düzeyleri kontrol grubu ile benzerdi. İndüksiyon tedavisi sonrası KİP VEGF ve Ang1 düzeylerinin yükseldiği, Ang2 düzeylerinin düştüğü saptandı(sırasıyla p=0,046, p=0,002, p=0,030). Endostatin seviyeleri tedavi öncesi ve sonrası kontrol grubu ile benzerdi. Ang1/ Ang2 oranının başlangıçta kontrolden düşük olduğu, tedavi sonrası yükseldiği gösterildi (sırasıyla p=0,000, p=0,001) Şekil 1. Kemik iliği plazması Angiopoietin 1, Angiopoietin 2 ve Angiopoietin 1/ Angiopoietin 2 oranının karşılaştırılması. Angiopoietin 1 ve 2’nin birimleri pg/ml’dir. Angiopoietin 1/ Angiopoietin 2 (Ang 1/ Ang 2) oranı birimsizdir; 10000 ile çarpılarak yazılmıştır. Şekil 2. Kemik iliği plazması ve MKH kültür supernatanlarındaki VEGF, Angiopoietin 1,2 ve Endostatin düzeylerinin karşılaştırılması. Birimler pg/ ml’dir. MKH kültür supernatanı VEGF, Ang1 ve Ang2 düzeylerinin tanı anı, indüksiyon sonrası ve kontrol grubunda benzer olduğu görüldü. Ancak tanı anındaki Ang1/ Ang2 oranı kontrolden daha düşük saptandı (p= 0,035). Tanı anında MKH kültür supernatanındaki VEGF, Ang1, Ang2 ve endostatin düzeyleri KİP düzeyleri arasındaki korelasyon değerlendirildiğinde sadece Ang 2 düzeyleri arasında ilişki bulundu(r=0,520, p=0,010). Yani hastaların tanı anında MKH kültür supernatanında VEGF ve Ang1 düzeyleri KİP’e göre yüksek, endostatin düzeyleri ise düşük bulundu; Ang2 ise benzerdi. MKH’lerin 132 Şekil 3. Mezenkimal kök hücrelerin adipojenik farklılaşması 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Bildiri:0149 P-009 ALLOGENİK KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILMIŞ AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ OLGUSUNDA UNİLATERAL LÖSEMİK HİPOPİYON. Şerife Solmaz Medeni1, Ömür Gökmen Sevindik1, Celal Acar1, İnci Alacacıoğlu1, Nilüfer Koçak2, Özden Pişkin1, Mehmet Ali Özcan1, Fatih Demirkan1, Hayri Güner Özsan1, Bülent Ündar1. 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Kliniği, İzmir. 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Kliniği, İzmir Giriş: Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) olgularında allogenik kök hücre nakil tedavisini takiben ekstramedüller relaps süresi median 19aydır. Bu olgularda oculer bölgede lösemik relaps oldukça nadirdir. Hastamız ise posttransplant üçüncü yılında akut unilateral hipopiyon gelişmiş ve sol göz ön kamera bölgesinden cerrahi ile alınan parasentez mayiinde lösemik tutulum tespit edilmiştir. Bu nadir görülen relaps yeri açısından literatüre katkı sağlayacağı düşünülmüş olup sunulmuştur. Olgumuz otuz iki yaşında,kadın hasta, 28 haftalık hamileyken lökositoz tablosunda gelerek standart riskli ALL tanısı almıştır. Hasta tanı anında hamile olması nedeni ile kemoterapiyi kabul etmemiş ve toplamda üç kez lökoferez tedavisi almış olup gebeliğin 32. haftasında doğum yapmıştır.Sonrasında hastaya ALL tanısına yönelik Hyper-cvad 1. kür 1. kol -2. kol tedavisi verilmiş ve hastanın kontrol kemik iliğinde %20 lenfoblast izlenmesi üzerine refrakter ALL tanısı ile hastaya İDA-FLAG kemoterapisi verilmiştir. Hastanın İDA-FLAG rejimi sonrası görülen kemik iliği aspirasyonunda remisyonda olduğu gözlenmiş ve hastaya tam uyumlu kardeşinden eylül 2010 tarihinde allogenik kök hücre nakli yapılmıştır. Posttransplant üçüncü yılında hastanın görmede bulanıklık,çift görme şikayetleri gelişmiştir.Hastanın göz hastalıkları tarafından muayenesi, anjiografisi yapılmış ve lösemik tutulum düşünülmüştür. O dönemde çekilen Orbital MR da bulgu saptanmamış, kemik iliği aspirasyonunda ve bos sitosantrifüjde tutulum izlenmemiştir. İzleme devam edilen hastanın 3 ay sonrasında sol gözde görmede azalma, kızarıklık, ağrı ve anizokorisi gelişmiştir. Eş zamanlı yapılan göz muayenesinde sol gözde hipopiyon tespit edilmiştir. Göz hastalıklarınca sol göz ön kameradan cerrahi ile ponksiyon yapılması planlanmış ve alınan örnek sitasantrifüjünde lenfoblast izlenmiştir (Şekil 1). Ayrıca alınan bos sitosantrifüjünde lenfoblast izlenmiştir. Eş zamanlı çekilen Orbital MRda sol orbital intrakoronal mesafede psödotümör ya da ALL ye seconder olabilecek yumuşak doku lezyonu,sol da koroid kalınlığı ödemli görünümde olarak yorumlanmıştır.Hastaya kranyal, orbital bölgeye yönelik RT tedavisi verilmiştir. Göz hastalıklarınca topikal kortikosteroid tedavisi verilmiş. Tarafımızca sistemik steroid, 8 kez intratekal MTX ve ARA-C tedavisi uygulanmıştır. Son 5 intratekal tedavisinde bos sitasantrifüjünde tutulumu düşündüren hücreler izlenmemiş ve remisyon elde edilmiştir.Tedavi sonunda kontrol orbital MR da daha önce tanımlanmış olan sol gözdeki yumuşak doku lezyonu gözlenmezken hastanın takipte görme ile ilgili olan bulguları kaybolmuştur.Hasta aylık kontrollerine devam etmektedir. Literatür incelendiğinde Decker EB ve arkadaşları postransplant ALL hastalarında unilateral hipopiyon bildirmişler.Olguda topikal KS, Kemoterapi,RT verilmiş.Bunun yanında Charif CM ve arkadaşlarıda ALL de oculer relapslı bir olgu sunmuşlardır. Literatür verileri ışığında ALL de oculer relaps oldukça nadir olmakla beraber akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Akut lenfoblastik lösemi, Okuler relaps 6-8 Mart 2014, Antalya Şekil 1. Vitröz kamera örneğinde lenfoblast Bildiri:0150 P-010 ALLOJENİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI STERNAL BÖLGEDE GELİŞEN İZOLE EKSTRAMEDÜLLER RELAPS. Hacer Berna Afacan Öztürk, Gülsüm Özet, Simten Dağdaş, Funda Ceran, Ahmet Kürşad Güneş, Cenk Sunu, Ömer Önder Savaş, Yasin Kalpakçı. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Allojenik hematopoetik kök hücre nakli (AHKHN) günümüzde akut myeloid lösemi (AML) olgularında başarı ile uygulanmakta olup yüksek oranda kür elde edilmektedir. Yapılan çalışmalarda AHKHN sonrası relaps %30-70, izole ekstramedüller (EM) relaps yani myeloid sarkom (MS) %9, izole kemik iliği relapsı %29 oranında, EM relaps ve kemik iliği relapsının aynı anda gelişmesi de %1’den az görülmektedir. EM relaps; beyin, meme, baş-boyun, gastrointestinal sistem karaciğer, ürogenital sistem, spinal kanal, kemik, cilt, göğüs ve periton gibi çeşitli bölgelerde rapor edilmiştir. MS immatür myeloid hücrelerin oluşturduğu bir EM tümördür ve AML olgularının %3-5’inde görülür. AML’de AHKHN sonrası izole EM relaps %0,65 olarak rapor edilmiştir. AHKHN sonrası kemik iliği relapsı olmadan kitle lezyonu ile başvuran hastaların ayırıcı tanısında MS akla gelmelidir. EM relaps olgularında sadece kemik iliği relapsı olan olgulara göre prognoz kötüdür. Genel olarak EM relaps kötü prognoz ve kısa yaşam süresi ile ilişkilidir. Olgu: 27 yaşında haziran 2012’de AML M2 tanısı konduktan sonra indüksiyon tedavisi sonrası remisyona giren ve konsolidasyon tedavisi sonrası doku grubu tam uyumlu donörü olan kardeşinden mart 2013’de periferik AHKHN yapılan hastanın 1. ay kimerizmi T lenfoid hücrelerde %98,nonlenfoid hücrelerde %92, nakilin 3. ayında da komplet kimerizim tespit edildi. Hastanın Kasım 2013’de göğüs ön duvarında ağrılı sert kitle lezyonu oluştu. Yapılan USG’de 6. İnterkostal aralık düzeyinde kas dokusu ile benzer özellikte heterojen kitle lezyonu izlendi ve çekilen sternum MR’da sternumu ve komşu yapıları destrükte eden anteriorda cilt altı yağ dokuya uzanan anterior mediasteni dolduran solid kitle lezyonu tespit edildi. Hastanın yapılan kemik iliği biopsisinde atipik hücre infiltrasyon izlenmedi ve akım 133 sitometri ile gönderilen MRD (-) tespit edildi. Yapılan sternal kitle biopsisinde infiltratif hücreler de CD117, MPO ve lizozimle yaygın pozitif tespit edildi ve bu bulgular myeloid sarkomla uyumlu idi. Takibinde nefes darlığı ve taşikardisi olan hastaya çekilen EKO’da kalbin sağ boşluklarına bası yapan masif perikard sıvı saptandı ve tamponad boşaltıldıktan sonra serbest drenaja alındı. Hastanın perikardial mayiden gönderilen akım sitometri sonucunda CD1, CD33, CD 117, MPO, HLA DR pozitifliği ve CD5 ve CD56 aberant ekspresyonu izlendi ve bu hücreler myeloblast olarak değerlendirildi. Hastaya 3-7 tedavisi verildi. Bu tedavi sonrası 10 gün içinde makroskopik olarak lezyon kayboldu. USG değerlendirilmesinde %70 oranında küçülme izlendi. Genel durumu düzelen hastaya radyoterapi planlandı. Halen kemik iliği remisyondadır. Sonuç olarak AHKHN sonrası görülen miyeloid sarkomlar sistemik kemoterapiye cevap vermekte ancak AHKHN’e rağmen bu bölgede halen relaps riski olduğundan konvansiyonel tedaviye, tutulu alan radyoterapisin de eklenmesi uygundur. Anahtar Kelimeler: allojenik kök hücre nakli, izole ekstramedüller relaps Bildiri:0167 P-011 AKUT MYELOİD LÖSEMİ TANILI HASTALARDA OTOLOG KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU. Aysun Gönderen, Funda Ceran, Simten Dağdaş, Gülsüm Özet, Cenk Sunu. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Ankara AML tanılı hastalarda tek küratif tedavi yaklaşımı AKHT olmasına rağmen allegenik nakil için donörü bulunamayan hastalarda OKİT yapılması,bir tedavi seçeneği olarak akılda bulundurulmalıdır. Olgu: 2008-2013 yılları arasında hastanemiz kemik iliği transplantasyon ünitesinde AML tanılı 5 hastaya otolog kök hc nakli yapılmıştır. Hastalardan dördü erkek biri kadın,yaşları 19 ila 57 arasında değişmekteydi ve yaş ortalaması 40 olarak saptandı.Hastaların dördü iyi ve orta risk grubundaki sitogenetiğe sahip biri ise kötü risk grubuna ait sitogenetiğe sahipti.Hastaların hepsinde nakil öncesi remisyon sağlanmıştı ve tanıdan nakile kadar geçen süre ortalama 10 ay idi.Hastaların tümünde AKİT için donör taraması yapıldı ancak uygun donör bulunamadı.Kötü riskli sitogenetiğe sahip olan hastada akraba dışı tarama sonuçlarında da uygun donör bulunamadı.Tüm hastalarda hazırlık rejimi olarak etoposid-busulfan protokolü kullanıldı.Kötü riskli gruba ait 42 yaşındaki hasta dışında hastaların hepsi yaşıyor ve remisyonda devam ediyor,kötü riskli sitogenetiğe sahip olan hasta ise nakil sonrası 3. ayda relaps nedeniyle aldığı FLAG tedavisi sonrası sepsise girerek nakilden 4 ay sonra kaybedildi. Tartışma: Sitogenetik değerlendirme AML de prognozu belirleyen en önemli faktörlerden biridir.Allogenik kök hücre nakli kötü riskli sitogenetiğe sahip grubun olumsuz etkilerini azaltmasına rağmen bu özellik yine de önemli bir olumsuz faktör olmaya devam etmektedir. İyi sitogenetiğe sahip remisyonda OKİT yapılan AML tanılı hastalarda EBMT verileri hastalıksız sağkalımın >%70 olduğunu göstermiştir.AKİT yapılan hastalarda ise bu oran %63 olarak saptanmıştır.Bu durum OKİT in bu grup hastalarda tercih edilebilir bir tedavi olduğunu göstermektedir.OKİT ile ilişkili transplant ilişkili düşük mortalite göz önüne alındığında bu grup hastalarda AKİT in yeri düşük gibi görünmektedir. Şekil 1. Sternal Kitlenin Kemoterapi Öncesi Görünümü Orta riskli sitogenetiğe ait grupta yapılan OKİT sonuçları iyi riskli grup kadar tutarlı değildir.Bu grupta AKİT daha iyi bir seçenek gibi görünmektedir ve AKİT yapılan hastalarda hastalıksız sağkalım %52, OKİT yapılan grupta ise bu oran %36 olarak saptanmıştır.Bu nedenle orta riskli ve uygun vericisi olmayan hastalarda OKİT göz önünde bulundurulması gereken bir tedavi yöntemidir. Kötü riskli sitogenetiğe sahip grupta ise OKİT sonuçları iyi değildir.Bu grupta uzun dönem hastalıksız sağkalım oranları <%15, AKİT yapılan grupta ise %35 olarak saptanmıştır. Sonuç: OKİT yaptığımız AML tanılı hastalarda kötü riskli sitogenetiğe sahip hasta dışında tüm hastalarımız OKİT sonrası gözlemlerinde 5-6 yıldır hastalıksız olarak takip edilmektedirler.Bizim vakalarımızda da literatür bulguları ile uyumlu olarak sitogenetiğin önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır.Özellikle allogenik vericisi olmayan orta sitogenetik riske sahip hastalarda OKİT bir seçenek olarak düşünülmelidir. Şekil 2. Sternal Kitlenin 3-7 Kemoterapisinin 10. Günündeki Görünümü 134 Anahtar Kelimeler: aml, otolog, nakil, sitogenetik 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Bildiri:0175 P-012 ALLOJENEİK VE OTOLOG PERİFERİK HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU: GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ KİT MERKEZİ 4 YILLIK KLİNİK DENEYİMİ. Mustafa Pehlivan, Handan Haydaroğlu Şahin, Erdal Gündoğan, Mehmet Yılmaz, Vahap Okan. Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı&Kemik İliği Transplantasyon Merkezi, Gaziantep. Otolog periferik kök hücre transplantasyonu (PKHT) özellikle multipl myelom ve relaps/refrakter lenfomalı hastalarda günümüzde standart bir tedavi yaklaşımıdır. Allojeneik PKHT ile kemik iliğinin yeniden yapılanması birçok malign hastalıklarda ve kemik iliğini ya da immün sistemi etkileyen malign olmayan hastalıklarda küratif bir tedavi seçeneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde her geçen yıl Kemik İliği Transplantasyon (KİT) yapılan merkez ve olgu sayısı artmaktadır. Yeni bir merkez olan Gaziantep Üniversitesi Erişkin Hematoloji KİT merkezi bölgemizde ilk ve tektir. Bu çalışmada merkezimizde 4 yılda gerçekleştirilen 257 otolog ve allojeneik PHKHT klinik verileri geriye dönük olarak değerlendirilmiştir. Otolog PHKHT 157 hastada uygulanmış ve hastaların %54’ü erkek ve medyan yaş 53 (20-74)’dür. Allogeneik PHKHT 96 hastada uygulanmış ve hastaların %51‘i erkek ve medyan yaş 26 (15-63) dır. Otolog ve allojeneik PHKHT yapılan hastaların klinik özellikleri ve erken komplikasyonlar Tablo 1,2’de verilmiştir. Yeni kurulan KİT merkezi olmamıza karşın otolog ve allojeneik PHKHT yapılan hastaların nötrofil ve trombosit engrafmanı, 100 günlük mortalite oranları, erken gelişen komplikasyonlar ve iki yıllık total sağkalım olasılıkları EBMT verileri ile uyumludur. Bölgemizde halen KİT endikasyonu olan hastaların bir kısmı merkez ve deneyimli personel sayısı azlığı nedeni ile KİT tedavi seçeneğine zamanında ulaşamamaktadır. Gaziantep KİT merkezi olarak bu eksikliğin giderilmiş olması ümit vericidir. Elde edilen veriler, KİT standartlarının çok iyi takibi ve uygulanması, ekibin oluşturulması, sürekli eğitimi, iyi bir aferez ve laboratuar desteğinin sağlanmasıyla merkezimizde yılda 150 KİT ve evrensel standartlarda daha iyi sonuçlara ulaşılabileceğine inanılmaktadır. Anahtar Kelimeler: allo/ oto PKHT sağkalım ve Erken komplikasyonlar Tablo 1. Allo/Oto PHKT Klinik Sonuçlar: Tablo 2. Allo/Oto PHKT Erken Komplikasyonlar Bildiri:0182 P-013 ALLOJENİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ TEK MERKEZ DENEYİMİ. Funda Ceran, Simten Dağdaş, Gülsüm Özet, Mesude Falay, Meltem Aylı, Cenk Sunu, Nurullah Zengin. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Allojenik hematopoetik kök hücre nakli(AHKHN) benign ve malign bir çok hastalıkta yaygın kullanılan, kür elde edilebilen bir tedavi yöntemidir. Nakil ünitemizde 8 yılda 86 hastada tam uyumlu donörlerden yapılan 88 allojenik kök hücre naklini retrospektif olarak değerlendirdik. Hastalardan ikisine relaps nedeniyle ikinci AHKHN uygulandı. Bu hastalardan birine Kronik miyelositer löseminin(KML) kronik fazında yapılan nakilden 8 yıl sonra blastik faz ile, diğer hastaya ise AML nedeniyle yapılan nakilden 2 yıl sonra relaps nedeniyle ikinci nakil gerçekleşti. Nakillerin 5’i nonmyeloablatifti. Hastaların cinsiyet dağılımı 58(%67.5) hasta erkek ve 28(%32.5) hasta kadındı. Yaş aralıkları 17 ile 57 arasındaydı. Donörlerin yaş aralığı ise 9-50 arasında saptandı. Hastalık dağılımı 40 Akut miyeloblastik lösemi, 17 Kronik miyelositer lösemi, 14 Akut lenfoblastik lösemi, 7 Aplastik anemi, 5 Myelodisplastik sendrom, 2 Hodgkin lenfoma, 2 Lenfoblastik lenfoma ve 1 Kronik lenfositer lösemi şeklindeydi. 45 hastaya farklı cinsiyetten 41 hastaya aynı cinsiyetten nakil yapıldı. Akut lösemi nedeniyle yapılan 55 nakilin nakil öncesi hastalık durumlari; 31’i birinci tam remisyon (TR), 18’i >=2. TR, 6’ı kısmi remisyon ya da refrakter hastalıktı. 17 KML nedeniyleyapılan naklin biri akselere fazdaydı. Hazırlama rejimi olarak busulfan+siklofosfamid(75 nakil), ATG+siklofosfamid (4 nakil), tüm vucut ışınlaması(TBI)+siklofosfamid (3 nakil), fludarabin+bu sulfan+siklofosfamid (3 nakil), fludarabin+melfalan (2 nakil), ATG+fludarabin+siklofosfamid(1 nakil) kullanıldı. Hastaların 12’inde major, 13’ünde minör ve 4’ünde çift yönlü ABO kan grubu uyumsuzluğu, 9’unda Rh uyumsuzluğu mevcuttu. Kök hücre kaynağı 84 hastada periferden, 2 hastanın donörünün çocuk yaşta olmasından dolayı kemik iliğinden sağlandı. Verilen kök hücre miktarları 3-10.02x106/kg arasındaydı. Tüm nakillerde santral venöz katater kullanıldı. Graft versus host hastalığı(GVHH) profilaksisi siklosporin A ve metotreksat ile yapıldı. Takiplerinde bazı hastalara ya siklosporin yan etkisi ya da GVHH gelişimi nedeniyle diğer ajanlar ve yöntemler eklendi. Nötrofil engrafmanı 9-31. günler, trombosit engrafmanı 9-37. günler arasında gerçekleşti. Takipler sırasında 50 hastada akut veya kronik GVHH gelişti. Medikal tedavilere ek olarak akut gastrointestinal GVHH gelişen iki hastaya mezenterik artere steroid uygulandı ve yanıt alındı. Kronik GVHH olan 5 hastaya ekstrakorporoal fotoferez yapıldı, hastaların 4’ünde yanıt alındı. Hastaların 34’ü (%39.5) erken veya geç ölümler nedeniyle kaybedildi. Bu ölümlerin 11’i (%12.7) ilk 100 günde gerçekleşti. Geç ölümlerin nedeni kronik GVHH ve beraberindeki enfeksiyonlar ile relapslardı. Allojenik kök hücre nakli özellikle malign hastalarda sağ kalıma önemli katkı sağlarken takipler sırasında gelişen GVHH morbidite ve mortalite nedeni olmaya devam etmektedir.Nakil sonrası geç dönem komplikasyonların tanısı ve tedavisi için hastaların yakın izlemi ve sosyal desteği önemlidir. Anahtar Kelimeler: Allojenik hematopoetik kök hücre nakli 6-8 Mart 2014, Antalya 135 Bildiri:0198 P-014 AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİDE T HÜCRE AZALTIMI YAPILMADAN DÜŞÜK YOĞUNLUKLU HAZIRLAMA REJİMİ KULLANILARAK GERÇEKLEŞTİRİLEN HAPLOİDENTİK PERİFERİK KÖK HÜCRE NAKLİ. Hakan Özdoğu1, Mahmut Yeral1, Can Boğa1, Nurhilal Turgut Büyükkurt1, İlknur Kozanoğlu2, Süheyl Asma3. 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara. 2Başkent Üniversitesi Tıp fakültesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Ankara. 3Başkent Üniversitesi Tıp fakültesi, Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı, Ankara Özellikle yüksek riskli ve performansı uygun olan hastalarda allojenik periferik kök hücre nakli standart tedavi yaklaşımlardan biridir. Ancak HLA tam uyumlu akraba ya da akraba dışı verici bulunamaması en önemli engellerden biridir. Doku grubu uyumsuz bağışçılardan yapılan haploidentik nakiller için neredeyse tüm hastalara uygun verici bulunabilmektedir. Eylül 2012 ile Haziran 2013 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Adana Erişkin Kemik İliği Nakli Ünitesinde HLA uyumlu verici bulunamayan yaklaşık 7 olguya haploidentik periferik kök hücre nakli yapıldı. Ortanca yaşları 25 yıl (19-55) olan hastaların tümü akut lenfoblastik lösemi olup bunların 3’ü T, 4’ü B hücreli idi. Nakil öncesi değerlendirmede hastaların 5’i tam remisyonda 2’si aktif hastalık durumunda idi. Hazırlama rejiminde, busulfan 9,6 mg/kg, siklofosfamid 29 mg/kg, fludarabin 150 mg/m2 dozunda kullanıldı. GvHH’nın koruyucu tedavisi için takrolimus, mikofenolat mofetil ve ayrıca nakil sonrası 3. ve 4. günler siklofosfamid 50 mg/kg/gün verildi. Anti mikrobial koruyucu tedavi olarak flukonazol, asiklovir, trimetoprim ve levofloxasin uygulandı. Hastalar ortanca 13 (11-14) günde nötrofil, 12 (11-18) günde nötrofil engrafmanı oldu. Olguların hiçbirinde engrafman problemi yaşanmadı. Tüm olgularda 30. günde tam verici kimerizmi elde edildi. Hastaların ortalama takip süreleri 9 (1-17) ay olarak belirlendi. Bu süre içerisinde 2 olguda hastalık relapsı gelişti. Bunlar primer refrakter ve çoklu kurtarma rejimi almış hastalar idi. Takip sırasında iki hasta kaybedildi. Çoklu tedaviler alan ve nakil açısından yüksek riskli olan hasta 1. ayda karaciğerde abse ve sepsis, diğeri CMV viremisi nedeni ile gansiklovir tedavisi almakta iken gelişen akciğer enfeksiyonu nedeni ile kaybedildi. Komplikayon olarak hastaların %28’inde akut, %43’ünde kronik GvHH gözlendi, hepsi steroide cevap verdi. Hastaların 4’ ünde (%57) CMV antijenemisi, 3’ünde (%43) BK virus ilişkili hemorajik sisitit gelişti. Relaps olan olguların birinde sinoorbital mukormukosis gelişti. İnfeksiyon durumu kontrol altına alındı. Halen nakil sonrası 8. ayda hastalık durumu sitoredüktif tedaviler ile araya girilerek ve NK hücre içerikli kök hücre ürünü ile kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır. Haploidentik nakillerde T hücre azaltımı yapılmadan yapılan nakillerde myeloablatif olmayan hazırlama rejimi ve alloreaktivitenin üstesinden gelmek için kök hücre infüzyonu sonrası yüksek doz siklofosfamid kullanımı oldukça iyi tolere edilmiştir. Ancak bu yaklaşımlarda relaps oranı yüksek bulunmuştur. Geriye dönük yaptığımız analizde akut lenfoblastik lösemi hastalarında kök hücre ürününde T hücre azaltımı yapılmadan gerçekleştirilen haploidentik nakiller ile elde edilen ön sonuçların graft yerleşimi, 100 günlük mortalite, relaps oranı, akut 136 ve kronik GvHH ve infeksiyöz komplikasyonlarının sıklığı yönünden kabul edilebilir olduğu belirlenmiştir. Bu tür nakillerde hasta bakımını geliştirmeye yönelik çabaların önemi anlaşılmaktadır. Anahtar Kelimeler: akut lenfoblastik lösemi, haploidentik nakil Bildiri:0214 P-015 BİRİNCİ TAM REMİSYONDAKİ AKUT MYELOİD LÖSEMİLİ HASTALARDA ALLOJENEİK KÖK HÜCRE NAKLİ Serkan Güvenç1, Emine Tülay Özçelik2, Fehmi Hindilerden1, Nuri Barış Hasbal1, Songül Şerefhanoğlu2, Reyhan Küçükkaya1, Mutlu Arat2. 1İstanbul Bilim Üniversitesi Hematoloji Bilim Dalı. 2Şişli Florence Nightingale Hastanesi, İstanbul Giriş: Allojeneik kök hücre nakli (allo-KHN), birinci veya ikinci tam remisyon (TR1, TR2) sağlanmış M3 dışı-AML’ li hastalarda tek küratif tedavi seçeneğidir.Sitogenetik risk faktörleri, transplant öncesi hastalık durumu ve lösemi dışı faktörler allo-KHN başarısını etkilemektedir.TR1‘ de allo-KHN etkinliği, özellikle standart sitogenetik risk grubundaki hastalarda henüz belirsizdir. Materyal-Metod: Tedavi amacına yönelik, tek merkez, geriye dönük bu çalışmada, Ocak 2011-Kasım 2013 tarihleri arasında allo-KHN uygulanmış ardışık 40 AML’ li olguda, TR1’ de allo-KHN’nin rolü değerlendirilmiş, genel sağ kalım, hastalıksız sağkalım, erken ve geç transplant ilişkili ölüm irdelenmiştir. Sağ kalım analizleri KaplanMeier metodu ile yapılırken, log-rank testi ile yaşam eğrileri üzerine etkisi olan değişkenler değerlendirilmiştir. Sonuçlar: Ortanca yaş 48 yıl (19-64) idi.Sitogenetik verisi bilinen 28 (%70) olgunun 12’si (%30) yüksek sitogenetik risk grubundaydı.Tanıdan allo-KHN’ ye kadar geçen ortanca süre 6,5 ay (2-54) bulundu.Yaşayan olguların ortalama takip süresi 419 gün (105-487) idi. 24 olgu (%60) TR1’ de, 12 olgu (%30) TR2’ de, 4 olgu ise (%10) aktif hastalıkla allo-KHN programına alındı.Hazırlık rejimi olarak 32 olguya (%80) myeloablatif (Bu16-Cy 120), 8 hastaya (%20) ise azaltılmış yoğunlukta rejim (Flu150Bu8) uygulandı.32 olguda (%80) HLA tam uyumlu kardeş, 1 olguda (%2,5) haploidentik, 7 olguda (%17,5) ise HLA tam uyumlu akraba dışı verici kullanıldı.İki olgu dışındaki tüm hastalara (%95) periferik kök hücre verildi. 30. ve 100. gün transplant ilişkili ölüm oranı sırasıyla %7,5 (n=3) ve %10 (n=4) bulundu.Geç ölüm (>100 gün) 7 olguda (%17,5) görülürken, bunların 3’ ü transplant ilişkili idi.Grade 2-4 akut GVHD 20 olguda (%50), kronik yaygın GVHD 8 olguda (%20) gelişti.TR1’ de allo-KHN uygulanan 24 olgudan 18 ‘i (%75) remisyonda, hastalıksız takip edilmektedir.TR1 dışı 16 olgunun 9’ u (%56,5) hastalık nüksü nedeniyle kaybedilmiştir. Sağ kalım analizleri, TR1’de allo-KHN uygulanan olgularda (ortanca 901 gün), TR1 dışı olgulara göre (ortanca 202 gün) daha üstün genel sağkalım ortaya koymuştur (log-rank, OS p=0,003).Hastalıksız sağ kalımda da benzer bulgu saptanmıştır (p=0,007).TR1’ de allo-KHN uygulanan olgularda (n=24) yapılan tek değişkenli analizlerde standart risk sitogenetik, yüksek komorbidite indeksi (>=2), tanıda yüksek lökosit sayısı (>30k), cinsiyet, kan grubu uyumsuzluğu ve TR için çift indüksiyon uygulanmasının genel sağ kalıma etkisinin olmadığı gözlenirken, sadece pretransplant invazif fungal enfeksiyon varlığının genel sağkalıma olumsuz etkisi olduğu saptandı (p=0,038, 901 gün vs 553 gün). 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Tartışma: Uyumlu kardeş vericisi olan AML olgularında TR1’de allo-KHN seçeneği hastalara sunulmalıdır. Transplant öncesi invazif fungal enfeksiyon varlığı genel sağkalım üzerine olumsuz etkisi olan tek faktördür. Anahtar Kelimeler: Akut myeloid lösemi, Allojeneik kök hücre nakli, Birinci tam remisyon Sonuç: Allojeneik HKHN sonrası akut batın benzeri tablo gelişen hastalarda ‘pnömosistis intestinalis’ komplikasyonu ayırıcı tanılar içinde akla gelmelidir. Geç Yan Etkiler Bildiri:0138 Tartışma: Kemoradyoterapi, GVHH ve kortikositeroidler P. intestinalis gelişiminde en çok suçlanan sebepler arasındadır. Karında şişkinlik, ağrı, ishal ve rektal kanama ile prezente olabilir. Ağırlıklı olarak sağ kolon etkilenir. Radyolojik olarak grafilerde genellikle linear tarzdadır. Çoğu vaka konservatif yaklaşımlarla spontan olarak düzelirken cerrahi girişim çok nadirin gerekli olmaktadır. P-016 HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI PNÖMOSİSTİS İNTESTİNALİS: NADİR BİR KOMPLİKASYON. Ufuk Güney Özer1, Hasan Atilla Özkan2, Murat Dökdök1, Atilla Çakmak1, Zafer Gülbaş1. 1Özel Anadolu Sağlık merkezi Hastanesi, Kemik İliği Nakil Merkezi, Gebze/Kocaeli. 2Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul Anahtar Kelimeler: Allojeneik, Kök hücre nakli, Pnömosistis intestinalis Tüm batın tomografisinde ‘ Pnömosistis İntestinalis’ görünümü Amaç: Pnömosistis intestinalis, allojeneik HKHN sonrası GVHH’li hastalarda gelişebilen çok nadir bir komplikasyondur. İki vaka ile sunumu ile bu nadir komplikasyonun farkındalığını arttırmak istedik. Yöntem: Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi, Kemik İliği Nakil Merkezinde Haziran 2010 – Ocak 2014 tarihleri arasında allojeneik HKHN yapılan 282 hastanın 2’sinde (0.7%) pnömosistis intestinalis gelişti. Olgu 1: 13 yaşında AML tanılı erkek hastaya 14.11.2013 tarihinde HLA tam uyumlu kardeşinden allojeneik HKHN yapıldı. Naklin +22. gününe kadar bir komplikasyon gelişmeyen hastada +22. günde karın ağrısı, bulantı ve kusma şikayeti başladı. Karin bölgesi orta düzeyde bombe görünümde olan hastanın palpasyonla umblikal ve her iki alt kadranda belirgin olmak üzere yaygın hassasiyet ve kısmen defansı mevcuttu. Barsak sesleri aktif olan hastanın perküsyonla her iki kostovertebral bölgesinde de hassasiyet saptandı. Yapilan tetkikler sonucunda hastaya akut pankreatit tanısı konuldu. Oral beslenme kesildi, iv sıvı, antibiyotik ve enteral beslenme başlandı. Hastanın durumu mevcut tedavi ile +54. günde tamamen düzeldi. Daha sonra hastada karnın alt kadranlarında hafif bir ağrı başladı. Künt vasıfta, hafif şiddette ve zaman zaman gezici olabilen bir ağrıdan şikayet ediyordu. Batin hafif bombe görünümde, defans ve rebound yoktu. Çekilen batın BT de pnömosistis intestinalis saptandı (Resim 1). Cerrahi girişim düşünülmeyen hasta konservatif olarak izlendi. Hastanın genel durumu giderek düzeldi ve +80. günde taburcu edildi. Olgu 2: ALL tanılı hasta allojeneik HKHN’nin +174. gününde iken (kimerizm 100%) sol dizde şişlik ve kızarıklık yakınması ile yatırıldı. Sol diz eklemine ortopedi tarafından aspirasyon yapıldı. Eklem sıvısından alınan kültürde staph. epidermidis üredi. Uygun antibiyotik başlandı. Yatışından dört gün sonra ateşi yükseldi. Kan kültüründe klebsiella pneümonia üredi. Uygun antibiyotik kullanımı ile ateşi kontrol altına alındı. Ancak karın ağrısı şikayeti tabloya eklendi ve batında distansiyon gelişti. Oral alımı kesilerek enteral beslenmeye geçildi. Batın tomografisinde pnömosistis intestinalis saptandı. Cerrahi girişim yapılmayan hasta konservatif olarak takip edildi. IV sıvı replasmanı, entral beslenme ve mevcut antibiyoterapiye devam edildi. Hastanın semptomları 10 gün içerisinde geriledi. Ağrı ve distansiyon azaldı. 4 hafta sonra çekilen kontrol batın tomografisinde bulguların düzeldiği gözlendi. 6-8 Mart 2014, Antalya Şekil 1. Mezenter ve intestinal ansların duvarlarında yaygın hava imajları Bildiri:0146 P-017 OTOLOG KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU SONRASI TEDAVİ İLİŞKİLİ MİYELODİSPLASTİK SENDROM GELİŞEN VE 5-AZASİTİDİN İLE TEDAVİ EDİLEN BİR MULTIPLE MIYELOM VAKASI. Anıl Tombak, Mehmet Ali Uçar, Aydan Akdeniz, Eyüp Naci Tiftik. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Hematoloji Bilim Dalı, Mersin Giriş: Dünya Sağlık Örgütü sınıflamasına göre tedavi ilişkili miyeloid neoplaziler (t-MN); akut miyeloid lösemi (t-AML), miyelodisplastik sendrom (t-MDS) veya miyelodisplastik sendrom/miyeloproliferatif neoplazi (t-MDS/ MPN) vakalarını içerir. Hastalar, sitotoksik ajana ve/veya radyasyona maruziyetten sonraki 1-10 yıllık bir latent dönemden sonra yorgunluk, enfeksiyonlar ve/veya kanamalar ile başvururlar. Burada, multiple miyelom nedeniyle remisyon indüksiyon sonrası otolog kemik iliği nakli (OKİT) yapılan, takiplerinde t-MDS gelişen ve 5-azasitidin ile tedavi edilen bir vakayı sunuyoruz. Vaka: 06-2010 tarihinde kappa hafif zinzir miyelomu tanısı konulan, tip 2 diabetes mellitus’u ve HBV taşıyıcılığı da olan 57 yaşındaki kadın hastaya 2 kür VAD (vinkristin, doksorubisin, deksametazon), takiben 2 kür VCD (bortezomib, siklofosfamid, deksametazon) verildi. 137 Yanıt değerlendirmesinde tam remisyonda olduğu saptanan vakaya, 05-2011 tarihinde melfalan (200 mg/m2) kullanılarak OKİT yapıldı. OKİT sonrası takiplerinde, nakilden yaklaşık 1,5 ay sonra pansitopenisi gelişti ve nötrofil ve trombositleri ilerleyici olarak azalmaya başladı (lökosit: 2830/mm3, nötrofil: 50/mm3, Hb: 8,3 gr/ dL, platelet: 71/mm3). Lamivudin profilaksisi altında olan hastada HBV reaktivasyonu olmadı ve serum-idrar immün fiksasyonunda ve serum protein elektroforezinde multiple miyelom nüksünü düşündürecek bulgu tespit edilmedi. Çevresel kan yaymasında hiposegmente nötrofil görüldü. Kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisi yapıldı ve hiposelüler MDS tanısı konuldu. Plazma hücre artışı yoktu. Multiple miyelom tanısı esnasında 46, XX olarak raporlanan kemik iliği sitogenetiği, bu dönemde mitoz gözlenmediği için analiz edilemedi. 5-azasitidin tedavisi başlanan hastanın 4 kür sonra yapılan yanıt değerlendirmesinde kemik iliği biyopsisi normoselüler olarak raporlandı. Hematolojik tam iyileşme gelişen hastanın takipleri kliniğimizde devam etmektedir ve miyelom açısından da remisyondadır. Tartışma: Tedavi ilişkili MN’ler, tüm AML, MDS ve MDS/ MPN vakalarının %10-20’sini oluşturur. Sitotoksik ajanlarla tedavi edilen hastalarda insidans, altta yatan hastalığa, diğer ajanlara ve/veya radyoterapiye maruziyete, maruz kalınan ajanın dozuna ve süresine bağlı olarak değişir. Ortalama tanı yaşı 61’dir. Tanı, yorgunluk, enfeksiyonlar ve/veya kanama ile başvuran bir vakada önce şüphelenmeyi, sonrasında ise çevresel kan yayması ve kemik iliğinin incelenmesini gerektirir. Küratif tedavisi allojenik kemik iliği nakli olan hastalarda, hiposelüler MDS saptanması durumunda, performans durumu da iyi değilse, bizim vakamızda olduğu gibi, hipometile edici ajanlar, iyi bir tedavi seçeneği olabilir. Anahtar Kelimeler: multiple miyelom, t-MDS, 5-azasitidin Bildiri:0147 P-018 ALLOJENİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI PULMONER HİPERTANSİYON İLE KOMPLİKE OLAN İDİYOPATİK PNÖMONİ SENDROMUNUN BOSENTAN VE STREOİD İLE TEDAVİSİ. Özlem Gül Kırkaş1, Neslihan Koşar1, Ekrem Ünal1, Mehmet Köse1, Ali Baykan1, Selim Doğanay2, Musa Karakükçü1. 1Erciyes Ünivesitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri. 2Erciyes Ünivesitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Kayseri Giriş: İdiyopatik pnömoni sendrom (İPS), allojenik hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) yapılan hastalarda görülebilen enfeksiyon dışı akciğer hastalığıdır. Pulmoner hipertansiyon (PHT) HKHN’in akciğer komplikasyonlarından olup, erken tanınıp ve tedavisi başlanmaz ise ölümcül olabilir. Bu bildiride literatürde ilk olarak HKHN sonrası PHT ile komplike İPS tanısı alan ve bosentan, streoid ile tedavi edilen çocuk olgu sunulmuştur. Olgu: Talasemi major nedeni ile tam uyumlu (6/6) kardeşinden 135 gün önce HKHN yapılan hasta sık nefes alıp verme ve solunum yetmezliği yakınması ile başvurdu. Fizik muayede takipne, burun kanadı solunumu, interkostal, subkostal retraksiyonlar ve oda havasında pulse oksimetri ile oksijen saturasyonu %85 olarak saptandı. Akciğer tomografisinde bilateral retiküler ve buzlu cam görünümü, plörezi, proksimal pulmoner arterlerde ve sağ kalp boşluklarında genişleme görüldü. Ekokardiyografik incelemede normal sol ventrikül fonksiyonlarıyla beraber PHT saptandı. C- reaktif proteinde 138 yükselme saptanmayan, plevral sıvı incelemeleri, kan kültürü ve diğer serolojik viral çalışmalarda herhangi enfeksiyöz ajan saptanmadı. Hastaya PHT ile komplike olan İPS tanısı ile bosentan, streoid tedavisi başlandı. Tedavi sonrası semptomlarında tam düzelme saptandı. Tartışma: Günümüzde İPS’un kesin tedavisi bilinmemekle birlikte steroid tedavisinin faydası tartışmalıdır. Ulusal sağlık enstitüsü “National Institutes of Health” tarafından yapılan bir çalıştay sonucunda İPS, HKHN sonrası aktif alt solunum yolu enfeksiyonu olmaksızın yaygın alveolar hasar olarak tanımlanmıştır. 4496 hastayı içeren 12 çalışmanın metaanalizi sonucunda IPS’un görülme sıklığı %10 (%2-%17) olarak hesaplanmış olup mortalite ortalaması %74 (%60-%86) olarak bildirilmiştir. PHT ise nadir fakat potensiyel olarak ölümcül bir durum olup, artmış pulmoner vasküler direnç, sağ ventrikül yetmezliği ve ölüm ile ilişkilidir. Sonuç: HKHN yapılan hastalarda İPS ve PHT gibi geç yan etkiler hakkında dikkatli olunması gerekmektedir. Tedavide endotelin reseptör antagonistleri ve steroid gibi destekleyici ajanlar akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Bosentan, hematopoetik kök hücre nakli, idiyopatik pnömoni sendromu, pulmoner hipertansiyon, steroid Bildiri:0172 P-019 DİRENÇLİ HEMORAJİK SİSTİT’İN TEDAVİSİNDE VEZİKAL ARTER EMBOLİZASYONU, BİR OLGU SUNUMU. Mehmet Özen1, Ahmet Peker2, Esra Bulut3, Sadık Bilgiç2, Pervin Topçuoğlu1. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara. 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara. 3Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Giriş: Geç başlangıçlı hemorajik sistit (HS) allojeneik hematopoietik kök hücre nakli (AHKHN) sonrası gelişebilen önemli bir morbidite nedenidir. Ağrısız mikroskopik hematüriden çok ağır mesane hemorajisine kadar değişik şekillerde görülebilir. Tedavisinde HS’in ciddiyetine göre farklı yaklaşım şekilleri bulunmaktadır. Biz burada tüm konvansiyonel tedavilere dirençli 3. derece bir geç başlangıçlı HS vakasından bahsedeceğiz. Olgu: Nüks t(8:21) pozitif AML tanılı 26 yaşında bir kadın hastaya ikinci tam remisyondan 8 ay sonra Nisan 2013 tarihinde akraba dışı vericiden AHKHN yapıldı. Nakil için 9/10 HLA uyuşumlu ve major kan grubu uyuşumsuzluğu olan erkek vericiden alınan 4,52x10’6/kg CD34 pozitif periferik kök hücre kullanıldı. Nakil hazırlık rejimi olarak Busülfan- Siklofosfamid ve Antitimosit globulin ve graft versus host hastalığı profilaksisi için siklosporin ve metotreksat kullanıldı. Nakil sonrası nötrofil, trombosit engraftmanı zamanında oldu. Nakil sonrasında geç dönemde makroskopik hematürisi olan hastanın BK virus enfeksiyonu olması üzerine parenteral hidrasyon, mesane içi irrigasyon, ciprofloxacine, sidofovir ve ribavirin tedavileri verildi. Bu tedavilere yanıt vermeyen hastada tüm mesane içini dolduran pıhtı gelişti. Bunun üzerine hastaya bu tedavilere ek olarak sistoskopi eşliğinde pıhtı boşaltılması işlemi uygulandı. Mesane içi yüzeyel epitelyal sızıntı şeklinde kanaması ve pıhtı gelişimi devam eden hastada birkaç kez daha sistoskopi ile pıhtı boşaltıldı ve lazer tedavisi ile mesane içi yakıldı. Hastada mesane içi alüminyum ve hyalüronik asit uygulamaları da etkili olmadı. Hastada sistektomi planlandı. Ancak hastanın komorbid durumları ve 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi operasyonun yüksek mortalitesi nedeniyle sistektomi öncesinde son seçenek olarak bilateral vezikal arter embolizasyonu yapılmasına karar verildi. Girişimsel radyoloji bölümü tarafından sağ femoral arterden Seldinger tekniği ile girilerek 5F kılıf yerleştirildi. Daha sonra uygun kateter ve kılavuz tel aracılığı ile önce sağ daha sonra sol taraf vezikal artere selektif olarak girildikten sonra 2 vial embosfer ile embolizasyon işlemi yapıldı. İşlem sonrası vezikal arterlerde doluşun belirgin azaldığı kaydedildi (Resim 1-2). Hastada işlem sonrası kanama tamamen durdu ancak hasta takipte gelişen pnömoni nedeniyle entübe edilerek yoğun bakım bölümümüze devredildi. Burada pnömoniye bağlı gelişen solunum yetmezliği nedeniyle hasta kaybedildi. Sonuç: AHKHN uygulanan ünitelerin bu morbidite için hazırlıklı olmaları ve çok alanlı bir tedavi algoritması belirleyerek üroloji ve girişimsel radyoloji klinikleri ile işbirliği yapmaları çok önemlidir. Tüm tedavilere dirençli vakalarda seçici vezikal arter embolizasyonu işlemi sistektomi öncesinde rahatça uygulanabilen ve etkin bir tedavi yöntemi olarak düşünülebilir. Ancak hastanın enfeksiyona bağlı ölümü nedeni ile uzun dönem sonuçları hakkında yorum yapamamaktayız. Anahtar Kelimeler: Hemorajik sistit, allojenik kök hücre nakli, vezikal arter embolizasyonu Sağ Taraf İşlem Öncesi Bildiri:0178 P-020 AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİLİ HASTADA NAKİL SONRASI PNÖMATOZİS İNTESTİNALİS HEMŞİRELİK BAKIMI: OLGU SUNUMU. Özlem Topkaya, Asuman Kuşçu, Ufuk Güney Özer, Zafer Gülbaş. Anadolu Hastanesi, Hematolojik Bilimler, Kocaeli Pnömatozis İntestinalis nadir görülen, etyolojisi tam olarak anlaşılamamış bir barsak patolojisidir. İn-oporabıl olan bu vakada medikal tedavi ve hemşirelik bakımı, izlemi önem kazanmıştır. Bu Olgu Sunumunda; Kimlik Bilgileri; 40 yaş, bayan, ilkokul mezunu, evli, çocuksuz Özgeçmiş; Tonsilektomi, 23 yaşında menapoz Soy geçmiş; Özellik yok Alışkanlıklar; Yok Özet; Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) tanısı almış olan hastaya 2012 yılında kemoterapi ve radyoterapi uygulanmış, ancak relaps görülmüş. Relaps sonrası kurumumuzda Temmuz 2013’te HLA eş erkek kardeşten Allojenik kemik iliği nakli yapıldı. +28, +56, +112. günlerde uyum sırasıyla %100, %99 ve %100 olarak değerlendirildi. Nakil sonrası evden takip edilen hasta +159. günde sol dizde şişlik, kızarıklık ve ağrı nedeniyle yatırıldı. Ortopedi tetkik etti, dizden aspirasyon yapıldı, üreme oldu. Uygun analjezikler ve antibiyotikler verildi. +172. günde batında distansiyon, şişkinlik ve ağrı şikayeti başladı. Genel cerrahi gördü, Batın Tomografisinde Pnömatozis İntestinalis saptandı. Oral alımı stoplandı, konservatif yaklaşılarak tedavisi düzenlendi. +185. günde batın rahatladı. R1 diyet ile orali açıldı. GVHD ishali oldu, tedavisi düzenlendi. GVHD düzeldi. Hastanın halen yatarak tedavi ve bakımı sürmektedir. Hemşirelik Bakımı; Şekil 1. Embolizasyon Öncesi Sağ Taraf İşlem Sonrası Bulantı-Kusma- Ağız Yarası-Yetersiz Beslenme; Oral alımı stoplanan hastanın bulantı ve kusmalarını kontrol etmek için antiemetikler uygulandı. Hasta/eşine bulantı yönetimi ile ilgili destek verildi. Sıvı-elektrolit dengesini sürdürmek ve enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla paranteral sıvı ve beslenme yapıldı. Ağız yaraları için sık aralıklarla ağız bakımı yapıldı ve uygun ilaç tedavisi uygulandı. Ağrı; Hastanın ağrısı her dört saatte bir ve ağrı ifadesi oldukça değerlendirildi. Order edilen aşamalı ağrı tedavisi uygulandı. Hastanın ağrısı en aza indirgendi ve geçti. İshal; Hastanın aldığı çıkardığı ve kilo takibi yapıldı. Elektrolit replasmanı yapılarak sıvı elektrolit dengesizliği giderildi. Günlük dışkılama sayısı, özellikleri takip edildi. Hastanın hijyeninin ve deri bütünlüğünün devamlılığı sağlandı. Acı Çekme ve Anksiyete; Hasta/eşi hastanın in-oparabıl olmasından dolayı korku ve endişe içinde idi. Hasta/eşi çektiği acıyı ve korkuyu ifade edebilmesi ve duygularını birbirleri ile paylaşabilmeleri için desteklendi. Hasta/eşi ile güvene dayanan ilişki devam ettirildi. Bakım ve tedavi kararlarına aktif katılımları sağlandı. Rahatsızlık verici semptomlar giderilmeye çalışıldı. Hasta/eşi duygularını birbirleri ile ve ekiple paylaşarak rahatladığını ifade etti. Şekil 2. Embolizasyon Sonrası 6-8 Mart 2014, Antalya 139 Öz Bakım Eksikliği; Hastanın işlevselliğini en üst düzeye çıkarabilmek amacıyla günlük yaşam aktiviteleri hemşire tarafından giderilirken hasta sınırlı da olsa katılımı için cesaretlendirildi. Akut dönemde bütün ihtiyaçlar yatak içerisinde karşılandı. Hastanın ağrısı kontrol altına alındığında destekle bazı aktiviteleri yapması sağlandı. Anahtar Kelimeler: hemşirelik, pnömatozis intestinalis Bildiri:0181 P-021 AKUT MYELOİD LÖSEMİLİ HASTADA NAKİL SONRASI GVHD HEMŞİRELİK BAKIMI: OLGU SUNUMU. Asuman Kuşçu, Özlem Topkaya, Ufuk Güney Özer, Zafer Gülbaş. Anadolu Hastanesi, Hematolojik Bilimler, Kocaeli Graft-versus-host hastalığı (GVHD); nakil sonrası en önemli mortalite ve morbidite sebebi olarak kabul edilir. GVHD multidisipliner bir tedavi yaklaşımı gerektirir, destekleyici bir tedavi ve hemşirelik bakımı ile hastaların yaşam kalitesi iyileştirilebilir. Bu Olgu Sunumunda; Kimlik Bilgileri; 33 yaş, bayan, evli, üç çocuklu Özgeçmiş; 2 kez sezeryanla doğum Soy geçmiş; Annede diyabet/felç, amca kızı lösemi Özet: 2011 de Akut Myeloid Lösemi –M4 tanısı ile kemoterapi almış ve 18 ay remisyonda kalmış. 2013 de relaps olan hastaya kurumumuzda HLA eş uyumlu kardeşten allojenik kemik iliği nakli yapıldı. +37.günde ateş ve kanlı dışkılama ile yatırıldı. Kültürleri alındı ve üremesi oldu. Antibiyoterapisi düzenlendi. Hastanın GIS GVHD ile uyumlu yeşil kanlı dışkılaması artarak devam etti. Tedavisi düzenlendi. Oral alımı stoplandı, paranteral beslenme ve sıvı tedavisi başlandı. Gerektikçe kan ürünleri transfüzyonu yapıldı. Gastroenteroloji gördü, endoskopi de aktif kanayan eroziv pangastrit (GVHD) geldi. Mevcut tedaviye devam edildi. Hastanın el ve ayaklarında cilt GVHD döküntüleri oldu. İmmünosupresyon ve steroid ilaç tedavisi düzenlendi. Cilt GVHD geriledi. GIS GVHD gaita yeşil renge dönerek kanama azaldı. Oral R1 diyet ile açıldı. Steroid myopatisi gelişti, hasta fizik tedavi programına alındı. Beslenmesi düzeldi, kanaması geçti ve ishali normale döndü. Genel durumu düzelen hasta kontrole çağrılarak taburcu edildi. Hemşirelik Bakımı: Yetersiz Beslenme-Ağız Yarası; Oral alımı stoplanan hastanın sıvı-elektrolit dengesini sürdürmek ve enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla paranteral beslenme yapıldı. Ağız yaraları için sık aralıklarla ağız bakımı yapıldı ve uygun ilaç tedavisi uygulandı. Kanama; Hastanın kanaması ve miktarı takip edildi. Hasta travmalardan korundu. Gerektikçe kan ürünleri transfüzyonu yapıldı. Hastanın günlük bel çevresi ölçüldü. Ağrı; Hastanın ağrısı her dört saatte bir ve ağrı ifadesi oldukça değerlendirildi. Order edilen aşamalı ağrı tedavisi uygulandı. Hastanın ağrısı en aza indirgendi. İshal; Hastanın aldığı çıkardığı ve kilo takibi yapıldı. Elektrolit replasmanı yapılarak sıvı elektrolit dengesizliği giderildi. Günlük dışkılama sayısı, özellikleri takip edildi. Diyeti düzenlendi, oral sıvı alımı desteklendi. Hastanın perineal hijyeninin ve deri bütünlüğünün devamlılığı sağlandı. 140 Acı Çekme ve Anksiyete; Hasta/eşi duygularını birbirleri ile paylaşabilmeleri için desteklendi. Hasta/eşi ile güven duyulan bir ilişki kuruldu. Bakım ve tedavi kararlarına aktif katılımları sağlandı. Rahatsızlık verici semptomlar giderilmeye çalışıldı. Hasta ve eşi duygularını ifade etti. Verilen multidisipliner bakımla hastanın tedavi sürecinde gelişen komplikasyonları giderildi. Hasta 7 aylık bir süreçte hastane bakımı aldı. Hastaneye ve tedavi ekibine bağımlılığı arttı. Hasta ve aile ev bakımı için cesaretlendirildi. Eşinin ve ailenin ev hazırlıklarını tamamlamalarının ardından eğitim ve destek verilerek taburcu edildi. Anahtar Kelimeler: Hemşirelik, GVHD Graft Versus Host Hastalığı Bildiri:0134 P-022 AKUT GREFT VERSUS HOST HASTALIĞININ NADİR FORMU: İZOLE KARDİYAK TAMPONAD GELİŞMİŞ BİR ADOLESAN OLGU. Şebnem Yılmaz Bengoa1, Fatma Demir Yenigürbüz1, Eser Doğan1, Mustafa Kır2, Nuh Yılmaz2, Hale Ören1. 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı. 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Kardiyolojisi Bilim Dalı Giriş: Greft versus host hastalığı (GvHH), allojeneik kök hücre nakli (AKHN) sonrası morbidite ve mortalitenin sık görülen nedenlerindendir. Sıklıkla deri, gastrointestinal sistem ve karaciğerde görülür ancak nadir olarak diğer organ sistemleri de etkilenebilir. Burada AKHN sonrası izole kardiak tamponad ile prezente olan bir akut GvHH olgusu sunulmuştur. Olgu: Onaltı yaşında, MLL pozitif pro-B hücreli ALL tanılı hasta ALL-BFM 2000 protokolü yüksek risk kolunda tedavi aldı ve HLA tam uyumlu kardeş vericisinden 1. HR3 blok tedavisi sonrası kemik iliği toplanarak AKHN yapıldı. Kondisyonu TVI ve etoposid ile yapıldı, nakil öncesi transtorasik ekokardiyografisi (TTEKO) normal bulundu. Siklosporin ve Mtx ile GvHH profilaksisi verilen, +9. günde ateşi ve mukoziti olan ve geniş spektrumlu antibiyotik alan hastanın tüm yüzde belirgin ödemi gelişti. Ödeme yönelik yapılan TTEKO’da 8 mm’lik perikardiyal efüzyon saptandı, vital bulguları normal olan hastanın haftalık TTEKO takibi planlandı. Ateş yüksekliği süren hastanın kan kültürleri, viral incelemeler ve galaktomannan Ag negatif saptandı. TTEKO izleminde sıvıda artış gözlenmeyen hastanın 1. ay sonunda kemik iliği remisyonda, MLL negatif ve kimerizm %98 bulundu. Naklin +48. gününde göğüs ağrısı, taşikardisi olan, TTEKO’sunda 2 cm’lik perikardiyal sıvı ve tamponad bulgusu olan hastaya önce çocuk kardiyolojisi perikardiyosentez yapıp 120 cc serohemorajik sıvı boşalttı, ancak semptom ve bulguların devam etmesi nedeniyle kalp damar cerrahisi tarafından tüp perikardiyostomi yapıldı. Hemorajik tipte 750 cc sıvı boşaltıldı ve hasta çocuk yoğun bakım ünitesine alındı. Tablonun GvHH veya viral enfeksiyon ilişkili olabileceği düşünüldü, 2 mg/kg/gün dozunda iv metilprednizolon başlandı. Profilaktik asiklovir yerine gansiklovire geçildi, siklosporine devam edildi ve İVİG verildi. Sıvının eksuda tipinde olduğu görüldü, bakteriyel ve mantar kültürlerde üreme olmadı, maliyn hücre görülmedi. Viral seroloji ve PCR incelemelerinde spesifik bir ajan saptanmadı. Tamponad sonrası 16 gün 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi süreyle perikard tüpü ile izlenen hastanın semptomları azalarak kayboldu, TTEKO’da sıvı 2 mm’ye gerilediğinde tüp çekildi. Gansiklovir tedavisi 21 güne tamamlanıp asiklovire geçildi. Steroid dozu kademeli olarak azaltılan hasta +75. günde taburcu edildi. En son yapılan TTEKO’su normal olarak değerlendirildi, kemik iliği remisyonda idi ve kimerizmi %97,3 bulundu. Hastada viral enfeksiyona ait herhangi bir kanıt olmadığından, daha öncesinde kardiyak fonksiyonları normal olduğundan ve steroid tedavisi ile semptom ve bulgularda belirgin düzelme görüldüğünden mevcut tablo izole akut kardiyak GvHH olarak değerlendirildi. Tartışma: Klinik olarak kardiyak GvHH nadir görülmesine karşın sonuçları çok ciddi olabilir, bildirilen mortalite oranı %43 civarındadır. Agresif immunsupresif tedavi, olguların çoğunda semptomların azalmasında etkilidir. KHN sonrası yeni gelişmiş kardiyak semptomu olan genç hastalarda kardiyak GvHH akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: allojeneik kök hücre nakli, greft versus host hastalığı, kardiyak tamponad Bildiri:0136 P-023 GRAFT VERSUS HOST HATSALIĞINDA EKTRAKORPOREAL FOTOFEREZİS. Mehmet Gündüz1, Pervin Topçuoğlu1, Bengü Nisa Akay2, Hatice Erdi Şanlı2, Erol Ayyıldız1, Günhan Gürman1, Osman İlhan1. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara. 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dermatoloji Anabilim Dalı, Ankara Hastalar ve Yöntem: Ocak 2001 ve Aralık 2013 arasında 32 hastada EKF tedavisi yaptık. İşlem UVAR XTS (USA) (n=16) veya UVAPIT Sistemle (Almanya) (n=14) yapıldı. İki ardışık gün EKF işlemi bir siklus kabul edildi. EKF uygulama şeması klinik dermatoloji ile işbirliği ile GvHH şiddeti ve 1.aydaki yanıtlara göre planlandı. EKF işlemi başlangıcında ortanca yaş 37,5 yıldı (18-57 yıl). Hastaların 18 i erkek ve 14 ü kadındı. Sonuçlar: EKF tedavisi de novo kronik GvHH li 26 hastada, akuttanda kronik GvHH ye ilerleyen 4 ve akut şiddetli gastrointestinal (Gİ) GvHH li 2 hastada uygulandı. On hasta (%41,6) 1.ayda belirgin bir yanıt vermedi. Ancak minimal veya kısmi yanıt sıra ile %33,3 ve %25 hastada görüldü. Altınca ayda yanıt değerlendirebildiğimiz kronik GvHH li 18 hastadan 16 sında yanıt elde edildi (2 sinde minimal, 11 inde kısmi ve 3 ünde tama yakın yanıt) (Tablo). Ortanca 8 siklus (1-21) EKF işlem ortanca 6 ayda (1-24 ay) yapıldı. Bu grupta 2 hastada enfeksiyon veya performans durumunun iyi olmaması nedeni ile EKF işlemine devam edilemedi. Kronik akciğer GvHH li hastalarımızda yanıtların iyi olmadığı görüldü. Akut GİS GvHH li 2 hastada yanıt alınamadı. Akuttan kronik GvHH ye ilerleyen 4 hastada ortanca 8 ayda (2-18 ay) 4 ile 18 siklus EKF işlemi yapıldı. Bu grupta 1 hasta yanıt vermedi. Diğer 3 hasta 1.ayda minimal yanıt verirken 6.ayda kısmi, tama yakın ve tam yanıt verdi. Tartışma: EKF steroid-dirençli veya bağımlı kronik GvHH ve nadiren akut GvHH tedavisinde kullanılmaktadır. EKF tedavisi akut GİS GvHH ve bronşiolitis obliterans ile seyreden akciğer GvHH de yanıtlar iyi değildir. En iyi yanıtlar cilt tutulumu olan kronik GvHHdir. Sonuç: EKF tedavisi iyi tolere edilebilen ve cilt tutulumlu akut veya kronik GvHH de etkili bir tedavi yöntemidir. Anahtar Kelimeler: Ektrakorporeal fotofrezis, Graft versus Host Hastalığı 6-8 Mart 2014, Antalya Tablo 1. Kronik de novo GvHH de EKF tedavisi Görünüm Sınırlı (cilt tek-sklerodermoid, Karaciğer tek, Cilt+Karaciğer) Yaygın 6 (2/1/4) 18 Yanıtlar 1.ayda (n=24): Yok/Minimal/Kısmi 10/8/6 6.ayda (n=18): Yok/Minima/Kısmi/Tama yakın/Tam 2/2/11/3/0 12.ayda (n=10): Yok/Minimal/Kısmi/Tama yakın/Tam 0/0/1/5/4 Bildiri:0170 P-024 İMMUNSUPRESİF TEDAVİYE DİRENÇLİ KRONİK GVHH OLGULARINDA EKSTRAKORPOREAL FOTOFEREZ UYGULAMASI: TEK MERKEZ DENEYİMİ. Ömer Önder Savaş, Cenk Sunu, Hacer Berna Afacan Öztürk, Aysun Gönderen, Ahmet Kürşat Güneş, Yasin Kalpakçı, Funda Ceran, Simten Dağdaş, Gülsüm Özet. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği Kronik graft versus host hastalığı (kGVHH) nakilden sonraki mortalite ve morbidite nedenlerinin başında gelmektedir. Ekstrakorporeal fotoferez (EKF) kullanımı kortikosteroid ve diğer immunsüpresor ilaçların kullanımını kısıtlayarak uzun dönem morbidite ve mortalitede belirgin azalmaya sebep olmaktadır. Biz de ünitemizde kGVHH gelişen, immunsupresif tedaviye yanıt vermemesi nedeniyle EKF tedavisi alan hastaları değerlendirdik. kGVHH gelişen 5 hastanın 2si AML,2si MDS,1‘i KML tanılı hastalardı. KML tanılı 37 yaşında erkek hastanın kGVHH cilt(grade 1-2), göz, santral sinir sistemi ve akciğer tutulumu mevcuttu. Hasta beş ay boyunca fotofereze alındı. Fotoferez sonrasında KGVHH ilişkili bulgu ve şikayetleri belirgin olarak azaldı, immunsupresif tedavi ihtiyacı azaldı. 2009da AML tanısıyla nakil yapılan 43 yaşında erkek hasta nakilden yaklaşık 1 yıl sonra cilt ve karaciğer tutulumuyla seyreden kGVHH tanısı aldı.3 ay boyunca fotoferez uygulandı. Hastanın tedavi sonrası immunsupresif tedavi ihtiyacı kalmadı. Yaklaşık 7 sene önce MDS tanısıyla nakil yapılan 27 yaşında erkek hastada, kGVHH cilt, göz, gis tutulumu mevcuttu.Takipte fotoferez başlanan hastanın immunsupresif tedavi ihtiyacı kalmadı. MDS tanısıyla nakil sonrası 3.yılda kGVHH gelişen 34 yaşında bayan hastada göz ve cilt( grade 1-2) kGVHH mevcuttu. Fotoferez sonrasında immunsupresif tedavi ihtiyacı kalmadı. AML tanısıyla 2009 yılında nakil yapılan 32 yaşında erkek hastaya nakil sonrası 2.ayda gis, grade 2 cilt kGVHH tanısıyla immunsupresif tedavi başlandı. Takipte fotoferez uygulanan hastada yanıt alınamadı,endikasyon dışı rituksimab tedavisi planlandı. Tartışma: EKF kullanımı ile immunsüpresor ilaçlara ihtiyacın azalması, dolayısıyla da uzun dönem morbidite ve mortalitede belirgin azalma sağlanabilmektedir. Yapılan bir çalışmada yüksek riskli MDS tanısıyla yapılan allojenik kök hücre nakli sonrası gelişen GVHD olgusunda ilk sıra tedavi olarak EKF kullanılmış ve başarılı sonuç alınmıştır. EKF tedavisine yanıt GVHD tanı konması sonrası erken (özellikle ilk 9 ayda) EKF başlanan hastalarda daha yüksek olarak bulunmuştur. Bazı çalışmalarda vakalarda yanıt oranı ile EKF seans sayısı arasında belirgin ilişki olmadığı da ifade edilmiştir. Bizim vakalarımızın hiçbiri ilk 9 ayda tedavi almadı ancak önemli derecede yanıt elde 141 edildi. Tek merkez deneyimini gösteren başka bir çalışmada ise tedavi edilen vakaların hepsinde immunsupresif ajan dozunda azalma sağlanmış, organ tutulumu olan vakalarda da belirgin yanıt gözlendiği ifade edilmiştir. Aynı çalışmada özellikle cilt tutulumu olan vakalarda yanıtın daha fazla görüldüğü saptanmıştır. Bizim vakalarımızda da EKF sonrası cilt tutulumu olan vakalarda yanıt daha belirgin olarak gözlenmiştir. Sonuç olarak steroid refrakter kGVHH olgularında EKF iyi bir alternatif olup, cilt tutulumu olan vakalarda iyi yanıt alınmaktadır. İmmunsupresif tedavi dozunun azaltılması ve kesilmesinin yanı sıra EKF iyi tolere edilebilen bir tedavi modelidir. 38 olarak saptanan olgunun fotoferezinin 10. Ayında (32 uygulama) RDS 27´ye kadar geriledi. Schirmer testi sol göz 9/10, sağ göz 2/10 mm iken fotoferez sonrası 10/10 ve 5/10 mm´ye artış gösterdi. Göz kırpma ve gözde yanma bulguları azalan hastanın halen ayda bir fotoferezi devam etmektedir. Bir çok çalışma ECP´nin ne kadar erken uygulanırsa o kadar etkin olacağını vurgulasa da bizim olguda yaklaşık 12 yıl sonra tedaviye başlamanın da yararlı olduğu gözlendi. ECP´nin zaman kısıtlaması olmaksızın tedavide her zaman düşünülmesi gerektiği kanısındayız. Anahtar Kelimeler: GVHH, fotoferez Anahtar Kelimeler: Fotoferez, Graft versus host hastalığı, İmmunsupresif Tedavi Bildiri:0212 Bildiri:0194 P-025 KRONİK GRAFT VERSUS HOST HASTALIĞI OLAN BİR OLGUDA 12 YIL SONRA UYGULANAN FOTOFEREZİN YARARI. Vedat Uygun1, Hayriye Daloğlu1, Gülsün Karasu2, Akif Yeşilipek1. 1 MedicalPark Antalya Çocuk Hematoloji ve Kök Hücre nakli Ünitesi. 2MedicalPark Göztepe Çocuk Hematoloji ve Kök Hücre nakli Ünitesi Graft versus host hastalığı (GVHH) allojenik kök hücre nakli sonrası hem morbiditeye hem de mortaliteye negatif etkisi olan ciddi bir komplikasyondur. Bu yazıda, yaklaşık 12 yıldır immunsupresif tedaviye rağmen ağır kronik GVHH bulgularında gerileme olmayan bir hastada kullanılan ekstrakorporeal fotofereze (ECP) yanıt sunulacaktır. Talasemi major tanısı ile izlenen 5 yaşındaki hastaya tam uyumlu kardeşten periferik kök hücre nakli yapıldı. Nakilin 6. ayında ağızda aftöz lezyonlar gelişti ve candidial plak ve GVHH ön tanısıyla izleme alındı. Birinci yıl sonunda dilde gelişen likenoid lezyonlardan alınan biopsinin GVHH ile uyumlu olması nedeniyle sınırlı kronik GVHH (limited) tanısıyla, aldığı siklosporine ek olarak metilprednizolon tedavisi başlandı. Yanıt alınan hastanın izlemde siklosporini kesildi ve lezyonları tamamen gerilememe nedeniyle düşük doz steroid ile devam edildi. Nakilin 3.yılında deride hipo-hiperpigmente alanlar olması ve kollarda sklerodermoid lezyonlar gelişmesi nedeniyle biopsi alındı ve kronik GVHH olarak raporlandı. Olguya 2 mg/kg/gün prednizolon başlandı. İyi yanıt alınan hastaya mikofenolat eklendi ve aralıklı olarak steroid dozu azaltılmaya çalışıldı. Nakilin 4.yılında lezyonların devam etmesi ve sklerodermoid lezyonların artması nedeniyle PUVA tedavisi başlandı. Gözde keratokonjunktivitis sicca bulguları gelişti ve lokal tedavi de eklendi. Olgunun izlemde sklerodermoid lezyonları, aralıklı olarak eklenen siklosporin, tacrolimus ve mikofenolat tedavileri ile düzelme ve alevlenme şeklinde devam etti. Göz bulguları giderek ilerleyen hastaya nakilin 9.yılında kornea nakli ve sonrasında lakrimal kanal obstrüksiyonu da uygulandı. Nakilden 13 yıl ve kronik GVHH başlangıcından 12 yıl sonra tacrolimus ve göze topikal immunsupresif tedaviye rağmen göz bulguları ve sklerodermatöz deri bulguları gerilemeyen hastaya fotoferez uygulanmasına karar verildi. Olguya ilk iki ay haftada bir ardışık 2 gün, sonraki iki ay iki haftada bir ardışık 2 gün ve sonrasında ayda bir ardışık 2 gün fotoferez planlandı. Olgunun deri bulguları modifiye Rodnan deri skoru (RDS) ile, göz kuruluğu ise schirmer testi ile izlendi. Başlangıcın 1.ayında (8.uygulama sonrası) cilt bulgularında belirgin gerileme oldu. Eklem açıklıkları artan olgunun yüz kaslarında hareketlerde rahatlama gerçekleşti. Fotoferez öncesi RDS 142 P-026 ALLOJENEİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE ALICILARINDA GRAFT VERSUS HOST HASTALIĞININ PULMONER VE PERİFERİK ETKENLER ÜZERİNE ETKİLERİNİN ARAŞTIRILMASI. Meral Boşnak Güçlü1, Gülşah Barğı1, Zeynep Arıbaş1, Burcu Camcıoğlu1, Müşerrefe Nur Karadallı1, Zeynep Şahika Akı2, Gülsan Türköz Sucak2. 1Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara. 2Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Graft versus host hastalığı (GVHH) allojeneik hematopoetik kök hücre naklinin (allo-HKHN) yüksek morbidite ve mortaliteye sebep olan önemli komplikasyonlarından biridir. Allo-HKH alıcılarında egzersiz kapasitesi azalmıştır ve anormal pulmoner fonksiyonlar ve kas zayıflığı sıklıkla görülür. Literatürde akut GVHH’nın pulmoner ve periferik faktörler üzerine etkilerini araştıran çalışmalar sınırlıdır. Amaç: Bu çalışmanın amacı akut GVHH olan ve olmayan alıcılarda pulmoner fonksiyonlar, pulmoner difüzyon kapasitesi (DLCO), solunum ve periferik kas kuvveti, submaksimal ve maksimal egzersiz kapasitesi, yaşam kalitesi, yorgunluk ve dispne algılaması ve fiziksel aktivite seviyesini karşılaştırmaktı. Yöntem: Akut GVHH olan 16 ve olmayan 32 allo-HKH alıcısı (nakil sonrası en az 100 gün geçmiş) karşılaştırıldı. Pulmoner fonksiyonlar ve DLCO spirometre ile ölçüldü. Fonksiyonel egzersiz kapasitesi 6 dakika yürüme testi (6DYT), maksimal egzersiz kapasitesi Modifiye Artan Hızda Mekik Yürüme Testi (AHMYT), solunum kas kuvveti (MİP, MEP) ağız basınç ölçüm cihazı, periferik kas kuvveti taşınabilir el dinamometresi, fiziksel aktivite seviyesi Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (IPAQ), dispne Modifiye Medical Research Council Dispne Ölçeği (MMRC), yaşam kalitesi Avrupa Kanser Araştırması ve Tedavisi Organizasyonu Yaşam Kalitesi Ölçeği-C30 (EORTC OLQ-C30) ve SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği, yorgunluk Yorgunluk Şiddet Ölçeği (YŞÖ) kullanılarak değerlendirildi. Sonuçlar: Akut GVHH olan alıcıların 6DYT ve Modifiye AHMYT mesafesi (p=0.048), %DLCO (p=0.002), MIP (p=0.049), MEP (p=0.002) quadriceps femoris (p=0.012) ve kavrama kuvveti (p=0.003), IPAQ yürüme (p=0.026) ve toplam fiziksel aktivite süresi (p=0.05), EORTC QLQ-C30 Genel Sağlık Durumu alt ölçeği (p=0.027) puanı ve SF-36 Fiziksel Fonksiyon (p=0.014) ve Genel Sağlık (p=0.003) ve Fiziksel Sağlık (p=0.004) alt ölçeği puanları istatistiksel anlamlı olarak düşük, IPAQ oturma süresi daha uzundu (p=0.039). Modifiye MRC dispne ve YŞÖ puanları her iki grupta benzerdi (p>0.05). 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Tartışma: Akut GVHH, alıcıların submaksimal ve maksimal egzersiz kapasitesini, akciğer difüzyon kapasitesini, solunum ve periferik kas kuvvetini günlük yaşam aktivitelerinde enerji tüketimini azaltır ve yaşam kalitesini kötüleştirir. Akut GVHH olan allo-HKH alıcılarında pulmoner rehabilitasyon programlarının etkilerini inceleyen rastgelelenmiş ileriye dönük çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: hematopoetik kök hücre nakli, graft versus host hastalığı, egzersiz kapasitesi, kas kuvveti, solunum kas kuvveti, dispne, yorgunluk Graftın Tümöre Karşı Etkisi Bildiri:0190 P-027 HAZIRLAMA REJİMİ OLARAK BUSULFANFLUDARABİN-ATG KULLANILAN AKUT MYELOBLASTİK LÖSEMİLİ OLGULARDA AFEREZ ÜRÜN İÇERİĞİNİN ALLOJENİK HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ GİDİŞ BELİRTEÇLERİ ÜZERİNE ETKİSİ. Mahmut Yeral1, Mutlu Kasar1, Can Boğa1, İlknur Kozanoğlu2, Hakan Özdoğu1. 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Adana. 2Başkent Üniversitesi Tıp fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Adana Allojeneik kemik iliği nakillerinde aferez ürün hücre içeriğinin nakil sonrası klinik gidiş belirteçleri üzerine olan etkisi ile ilgili çalışmalar oldukça azdır. Yapılmış çalışmalarda hastalık tipi ve hazırlık rejimlerinin değişken olması önemli bir eksikliktir. Bu çalışmada, akut myeloblastik lösemi tanısı alan ve allojenik nakil sürecinde hazırlama rejimi olarak busulfan-fludarabin-ATG kullanılan hastalarda, nakil amaçlı kullanılan aferez ürün içeriğinin gidiş parametreleri üzerine olan etkisi incelenmiştir. Geriye dönük kesitsel bir çalışma olarak 55 hasta çalışmaya alındı. Olguların ortalama yaşları 32 (17–60) olup 33’ü (%60) kadın, 22’si (%40) erkekti. Genetik, klinik ve hastalığın durumuna göre yapılan değerlendirmede 8’i orta, 47’si kötü risk grubunda idi. Nakil öncesi değerlendirmede hastaların 52 (%95) remisyon, 3’ü (%5) aktif hastalık durumunda idi. Hazırlama rejimi olarak Busulfan (6,4-12,8 mg/kg), Fludarabin (150 mg/m2), ATG-fresenius (30mg/kg) kullanıldı. GvHH profilaksisi siklosporin ve kısa süreli metotreksat ile yapıldı. Hastalar trimetoprim, flukonazol ve asiklovir proflakisine alındı. Hastaların HLA tam uyumlu vericilerine mobilizasyon amaçlı 10μg/kg/gün toplam 5-6 gün G-CSF uygulandı. Ortalama 5 x106/kg CD34+ hücre toplanması hedeflendi. Lökoferez işlemi için devamlı akım santrifüj tekniği ile çalışan hücre ayırma cihazı Cobe Spectra ya da Optia spectra kullanıldı. Hastalara kg başına infüze edilen ürün hücre ortanca (min-max) değerleri sırası CD34 6.38 x106 (3.14–13.5), CD3 1.95 x108 (0.78–4.3), CD16 1.7 x107 (0.1–8), CD4 7.76 x107 (1–22.1), CD8 4.96 x107 (0.41–14.2) ve CD19 3.23 x107 (0.28–10.1) idi. Sonuçlarımız yüksek dozda CD34, T ve B lenfositlerin hastalıksız ve genel yaşam üzerine etkisi olmadığı yönündendir. Çalışmamızda aferez ürünündeki ortanca değer üzerindeki NK hücreleri hastalıksız yaşam üzerine olumlu bir etki göstermiştir (%88.9 karşın %64.3, P=0.023). Tek değişkenli analizlerde bu bulgular yaş, nakil anında 6-8 Mart 2014, Antalya hastalık durumu, akut ve kronik GvHH ve nüks zamanından bağımsız bulunmuştur. Busulfan-fludarabin-ATG hazırlama rejimlerinde aferez ürünü’nün T ve B hücre içeriğinin hastalarda gidiş parametrelerini değiştirmediği anlaşılmıştır. Hazırlama rejiminde bulunan lenfolitik etkili ATG ve fludarabinin bu sonuçların alınmasında rolü olabileceği düşünülebilir. Ayrıca ATG-Fresenius’un diğer ATG’lere göre daha uzun yarılanma ömrü olması bir diğer faktör olabilir. Anti tümöral etkinlik ise NK hücrelerinin sayısı ile ilgili gibi görünmektedir. ATG verilen hastalarda NK kinetiğini ilgilendiren çalışmalar bu sonucu destekleyebilir. Sonuçlarımız busulfan-fludarabin-ATG hazırlama rejimleri kullanılarak allojenik nakil sürecine giren AML olgularında etkinliğin aferez ürünündeki T lenfosit ve B lenfosit sayısından bağımsız olduğunu göstermektedir. Bu sonuçların, doku grubu uyumsuz bağışçılardan yapılan allojeneik nakillerde yapılacak çalışmalardan elde edilecek çalışmalar ile desteklenmesi gereklidir. Anahtar Kelimeler: akut lösemi, allojenik nakil, graft içeriği Hazırlık Rejimleri ve İndirgenmiş Yoğun Transplantasyon, Hazırlık Rejimi Toksisitesi Bildiri:0098 P-028 ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HEMATOLOJİ BİLİM DALI KEMİK İLİĞİ NAKLİ ÜNİTESİ, PERİFERİK KÖK HÜCRE NAKLİ DENEYİMİ. Vildan Özkocaman, Fahir Özkalemkaş, Yasemin Karacan, Ali Gül, Nesrin Varol, Rabia Taşyılmaz, Tuba Ersal, H. Erdem Gözden, Rıdvan Ali. Uludağ Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı Giriş-Amaç: Bu çalışma merkezimizde gerçekleştirilen periferik kök hücre nakli hasta deneyimini paylaşmak amacıyla yapıldı. Çalışmaya Ağustos 2009 ile Ocak 2014 tarihleri arasında periferik kök hücre nakli yapılan 133 hasta, 25’i allojenik kök hücre nakli, 108 otolog kök hücre nakli olgusu alındı. Veriler SPSS 11.5 paket programında sayı, % dağılımı ve Kaplan Meier analizleri yapılarak değerlendirildi. Bulgular:Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erişkin Hematoloji BD, Kök Hücre Transplantasyon Ünitesi Kliniğinde Otolog ve Allojenik PKHN yapılan 133 hastanın 64 (%48.1)’ si kadın, 69 (%51.9)’i erkek olup ortanca yaş 51 (min: 20, max:72)’dir. Tanılarına bakıldığında hastaların 82 (%61.7)’i MM, 26 (%19.7)’ü lenfoma ( NHL- 19, HL-7), 18 (%13.5)’ü AML ve 7 (%5.3)’ si ALL’dir. Kliniğe yatırılan hastaların Karnofsky skoruna göre performansına bakıldığında %86.5’ u 90-100 performansa sahipti. Hastaların %42’si 1. remisyonda, %48.1’i 2. remisyonunda nakile alındı. Hazırlama rejimi olarak MM tanısı olan hastalara yüksek doz melfelan, lenfomalara BEAM, AML tanısı olanlara Bu-Cy, ALL tanısı olanlara ise Vp/ Cy/TBI ve aktif hastalıkla giren olguya FLAMSA kemoterapisi verildi. Tüm hastalarda nakil santral juguler venöz kateter ile ortalama hücre sayısı CD34+: 6.8x10⁶/ kg (min:2.31-max:28.4), MNH: 5.9x108/kg (min:0.27max:19.22) olarak verildi. Nakil sonrası engrafmanını hızlandırarak infeksiyöz komplikasyonlardan korunması ve hastanede kalış sürelerini kısaltmak amacıyla otolog nakilden sonra +5. günde G-CSF 5μg/kg başlandı. Allojenik nakillerde ise G-CSF kullanılmadı. Nötrofil 143 engrafmanı ortalama 12. gün, trombosit engrafmanı 13. günde gerçekleşti ve hastalara ortalama eritrosit 2(0-11) ünite, trombosit 4.6 (0-35) ünite verildi. Hastanede ortalama kalış süresi 27 gün iken nakilden sonra ortalama kalış süresi ise 22 gündü. Tablo 1. KHN yapılan hastaların özellikleri çıkarak tam kan tablosunun düzelmesi durumu (Verilen lenfohematopoetik hücrelerin konakçıda yerleşmesi) engrafman olarak tanımlanmaktadır. Engrafman sürecini; miyeloablatif rejimlerde engrafman sürecinin uzun olması nedeniyle hazırlama rejimi, GVHH profilaksisi, antimikrobiyal profilaksi, kemik iliği stromal yapısı, kök hücre kaynağı, nakil sonrası büyüme faktörü, hipersplenizm ve kök hücre içeriği gibi faktörler etkilemektedir. Kök hücre içeriği olarak CD34 miktarı arttıkça nötrofil ve trombosit toparlanma süreleri kısaldığı bilinmekle birlikte infüze edilen hücre sayısı ile engrafman arasında doğrusal ilişki kanıtlanamamıştır. Hızlı bir engrafman için CD34+ hücre eşik değeri 2x10⁶/kg olması istenmektedir. Pre-transplant dönemde serum ferritin düzeyi ile engrafman arasında bir ilişki olduğu ve bunun da kemik iliği ile mikroçevre hasarıyla ilişkilendirilebileceği düşünülmektedir. Amaç: Bu çalışma otolog ve allojenik kök hücre nakli yapılan hastaların verilen kök hücre sayısı, kriyoprezervasyon süresi, hücrelerin viyabilitesi ve nakil öncesi ferritin düzeyleri ile engrafman süresi arasındaki ilişkiyi tanımlamak amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Çalışmaya Ağustos 2009 ile Aralık 2014 tarihleri arasında mobilizasyon yapılan 108 otolog ve 23 allojenik kök hücre nakli olgusu alındı. Veriler SPSS 11.5 paket programında sayı, % dağılımı ve Ki-kare testi, analizleri yapılarak değerlendirildi. Kök hücre nakli yapılan tüm hastalarda 4.5 yıllık Kaplan Meier Analizi ile hesaplanan toplam sağkalım (OS) %81.2, kök hücre nakli yapılan tüm hastalarda hastalıksız sağkalım (DFS), %80.6’dır. Tüm hastalarda nakile bağlı 100 günlük mortalite %5.8 (6/129)’di. Hastaların 1’i pulmoner toksisite, 1’i infeksiyon, 1’i kardiyak toksisite (Scleroderma, kompanse KRY, kronik atriyel fibrilasyon, amiloidoz gibi komorbit hastalıkları vardı) nedeniyle ex, 1 hastanın ise evinde bilinmeyen nedenle ani ex olduğu öğrenildi. Toplam nakil hastalarına bakıldığında 133 hastanın %81.2’si hastalıksız olarak tam remisyonda yaşantısını sürdürmektedir. Nakilden 100 gün sonra 17 hastanın 12’si nüks-progresyon diğerlerinin ise enfeksiyon, graft versus host hastalığı, kardiyak toksisite nedeniyle kaybedildi. Halen 108 hasta nakil sonrası kemik iliği nakil polikliniğinde izlenmektedir. Anahtar Kelimeler: Periferik kök hücre nakli Bildiri:0101 P-029 HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE ÜRÜNÜ; CD34+ HÜCRE İÇERİĞİ, FERRİTİN DÜZEYİ, VİYABİLİTE VE TRANSPLANTASYONA KADAR GEÇEN SÜRENİN TRANSPLANTASYON SONRASI ENGRAFMANA ETKİSİ. Bulgular: Tanılarına göre engrafman süreleri ile CD34+, nakil öncesi ferritin düzeyi, kriyoprezervasyon süresi, viyabilite arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>=0.05). Multiple miyelom ve Non-Hodgkin Lenfoma hasta grubunda ise G-CSF desteği ile nötrofil ve trombosit engrafman süresi arasında anlamlı bir ilişki saptandı (p<=0.05). Tartışma: Çalışmamızda otolog nakil sonrası engrafmanı hızlandırarak infeksiyöz komplikasyonlardan korunma ve hastanede kalış sürelerini kısaltmak amacıyla +5. günde G-CSF 5μg/kg başlanması nedeniyle MM ve NHL hasta gruplarında engrafman sürelerinin etkilendiği düşünülmektedir. Nakil öncesi ferritin düzeyi otolog kök hücre nakli hastalarında mobilizasyonu etkilerken, allojenik kök hücre nakli hastalarında ise SOS riskini artırdığı bilinmektedir. Bu nedenle allojenik kök hücre nakli öncesi ferritin düzeyi yüksek olan 2 (ALL-AML) olguya oral demir şelasyon tedavisi başlanıldı. Ayrıca 1 transforme AML olgusuna ise flebotomi yapıldı. Olgularımızda tüm tanı gruplarında ferritin düzeyi ile engrafman arasında ilişki görülmedi. Anahtar Kelimeler: Hematopoetik kök hücre, CD34+, engrafman Vildan Özkocaman1, Fahir Özkalemkaş1, Yasemin Karacan1, Ali Gül1, Nesrin Varol1, Rabia Taşyılmaz1, Tuba Ersal1, Hilmi Erdem Gözden1, Ferah Budak2, Rıdvan Ali1. 1 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Bursa. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İmmunoloji Bilim Dalı, Bursa. 2 Giriş: Hematopoetik kök hücrenin mobilizasyon rejimleri sonrası toplanılıp, infüze edileceği güne kadar kriyoprezarvasyon sürecinde beklemesi gerekmektedir. Başarılı bir nakil ve engrafman için kök hücre ürününün CD34+ içeriği, canlılığı, bekleme süresinde etkilenebilmektedir. Hematopoetik kök hücre nakli öncesi hazırlık rejimini takiben aplazi sonrası hücre serilerinin tekrar ortaya 144 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Tablo 1. Kök hücre nakli yapılan hastaların tanılarına göre CD34+ hücre içeriği, kriyoprezervasyon süresi, viyabilite, nötrofil ve trombosit engrafman süreleri, transfüzyon ihtiyaçlarının değerlendirimi analizde anlamlı iken çok değişkenli analizde ise kraniyal tutulum ve cinsiyet anlamlı prognostik belirteç olarak bulundu (Kraniyal kemik tutulumu: p=0.014, HR:5.0, Cinsiyet: p=0.033, HR=5.7). Buna karşılık bu belirteçler tek değişkenli analizde BuMel ve CEM tedavi gruplarında HYH için anlamlı bulunmadı (HYH: Kranial kemik tutulumu; BuMel; p=0.441 vs CEM; p=0.373, Cinsiyet; BuMel; p=0.282 vs CEM; p=0.950, Transplant esnasındaki durum; BuMel; p=0.743 vs CEM; p=0.757). Tartışma: Yüksek risk nöroblastomlu çocuklarda GYH kabul edilebilir limitlerde olmasına rağmen, OYH daha düşük bulundu. BuMel rejimi CEM’e nazaran daha iyi yaşam hızına sahiptir. Kraniyal kemik tutulumu OYH‘da çok etkili bir faktördür. CEM grubu için HYH oranı BuMel den iyi olmasına rağmen, GSD BuMel grubunda yaklaşık iki kat daha yüksektir. Kraniyal kemik tutulumu BuMel grubunda düşük HYH ile ilişkili olabilir [BuMel grubu; %60 (n=6) – CEM grubu; %33 (n=3)]. Bildiri:0103 P-030 OTOLOG KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU UYGULANMIŞ NÖROBLASTOMLU ÇOCUKLARDA KARBOPLATİN-ETOPOSİD-MELFALAN İLE BUSULFAN-MELFALAN HAZIRLAMA REJİMLERİNİN ETKİNLİĞİNİN KARŞILAŞTIRILMASI. Erman Ataş1, Vural Kesik1, Oğuzhan Babacan1, Nadir Korkmazer2. 1Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı Ankara. 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Çocuk Hastalıkları AD, Ankara Giriş: Nöroblastom (NBL), çocukluk çağının en yaygın ekstrakraniyal solid tümörüdür. Beş yıllık yaşam hızı Evre IV hastalarda, konvansiyonel standart tedavi rejimleri ile %30 olarak bildirilmiştir. Otolog kök hücre transplantasyonu (OKHT)’nin olaysız yaşam hızının (OYH) konvansiyonel kemoterapiye (KK) kıyasla yüksek olduğu bildirilmektedir (OYH: OKHT:%30 ve KK: %17). Materyal Metod: 1998-2013 yılları arasında yüksek risk NBL tanısı ile OKHT uygulanmış 19 oldu çalışmaya dahil edildi. Ortanca yaş 5 yıl ( 2-17) ve erkek kız oranı 14/5=2.8 idi Sonuçlar: Primer tümör lokalizasyonu 11 hastada (%57.9) sol adrenal bez, 5 hastada (%26.3) sağ adrenal bez, 1 hastada (%5.3) sol mediastinal, 1 hastada (%5.3) paraaortik, ve 1 hastada (%5.3) sağ servikal idi. Olguların %63’ü (n=12) primer hastalık, geri kalanlar relaps hastalardı (%37). Olguların %57’si (n=11) pre-transpant dönemde tam remisyondaydı. Onyedi olguda (%89.5) kemik ve 9 olguda (%47.4) kranial kemik tutulumu vardı. Evre dağılımları; iki olgu Evre III (%10.5), 17 olgu evre IV (%89.5) idi. Transplantasyon öncesi hazırlama rejimleri; 10 olguda (%52.6) BuMel, 9 olguda (%47.4) CEM rejimi şeklinde idi. Beş yıl OYH ve genel yaşam hızı (GYH) sırasıyla %18.4 ve %67.7 idi. Post-transplant ortanca 13 aylık (2-154) takip ile hastalıksız yaşam hızı (HYH) hastalık durumuna bakılmaksızın genel son durum (GSD), 17 ay için sırasıyla %49 ve %65.3 olarak bulundu. Posttransplant 15.ayda HYH ve GSD, BuMel tedavi grubunda %39.5 ve %88.9, CEM tedavi grubunda %55.6 ve %55.6 idi. Yaş, kemik tutulumları, N-myc durumu, LDH, VMA, ferritin, sedimantasyon hızı, primer tümör lokalizasyonu ve hazırlama rejimleri OYS ve GYH için anlamlı prognostik faktör olarak bulunmadı (p>0,05). Kraniyal kemik tutulumu, cinsiyet ve transplantasyon öncesi durum (primer hasta veya nüks hasta) OYH için tek değişkenli 6-8 Mart 2014, Antalya Anahtar Kelimeler: Otolog Kök Hücre Transplantasyonu, Nöroblastom, Karboplatin-Etoposid-Melfalan, Busulfan-Melfalan Bildiri:0111 P-031 ALFA-BETA T HÜCRE AYIKLAMALI HAPLOİDENTİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU YAPILAN BİR HEMOFAGOSİTİK SENDROM OLGUSU. Muzaffer Keklik, Leylagül Kaynar, Gülşah Akyol, Çiğdem Pala, Bülent Eser, Serdar Şıvgın, Ali Ünal, Mustafa Çetin. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Kayseri Giriş-Amaç: Hemofagositik Sendrom (HS) erişkinlerde nadir fakat mortalitesi yüksek bir hastalık olup, kemik iliği ve mononükleer fagositer sistemdeki benign makrofajların aktivasyonundan kaynaklanır. Tedavide Allojenik hematopoetik kök hücre transplantasyonu (AKHT) yaygın olarak kullanılmakla birlikte, tüm hastalar için tam uyumlu verici bulmak zordur. Bu çalışmada, Alfa-Beta T hücre ayıklamalı Haploidentik Hematopoetik Kök Hücre Transplantasyonu yapılan bir Hemofagositik Sendrom Olgusunu sunduk. Olgu: 24 Yaşında erkek hasta, 3 aydır mevcut olan karın ağrısı ve kilo kaybı şikayeti ile başvurduğu dış merkezde, anemi ve splenomegali saptanması üzerine Hematoloji bölümüne yönlendirildi. 38.5 ̊C ateşi saptanan hastanın Hb:10.8 g/dl, Plt: 70,000/μL WBC: 3,460/μL idi. Serum trigliserid: 251 mg/dl, ferritin:1,964 ng/ml, fibrinojen:105 mg/dl.olan hastanın kemik iliği de incelenerek hemofagositoz tanısı konuldu. Etoposid ve dexametazon içeren 6 siklus kemoterapi alan hastanın kliniği ve laboratuar değerleri düzeldikten kısa süre sonra ateşi ve hemofagositoz tablosu yineledi. Rituximab tedavisi ve sonrasında AKHT planlanan hasta için HLA tam uygun akraba ve akraba dışı donor bulunamadı. Böylelikle, HLA 4/8 uyumlu olan babadan Alfa-Beta T hücre ayıklamalı Haploidentik nakil planlandı. Hastaya hazırlama rejimi olarak; ATG, fludarabin, thiotepa, melfalan verildi. 13.1 x 106/kg CD34+ hücre verildi. Alfa-Beta’da azalma %99.98 idi. Nakil sonrası 11. gün nötrofil engraftmanı, 13. gün trombosit engraftmanı oldu. 32. günde kimerizm %99,3 idi. Halen nakil sonrası 3. ayda olup, düzenli kontroller devam etmektedir. Tartışma: Hemofagositik sendrom tedavisinde Allojenik hematopoetik kök hücre transplantasyonu yaygın olarak kullanılmakla birlikte, tüm hastalar için tam uyumlu 145 verici bulmak zordur. Bu hastalarda Alfa-Beta T hücre ayıklamalı Haploidentik Hematopoetik Kök Hücre Transplantasyonu uygun bir seçenek olabilir. Anahtar Kelimeler: Haploidentik Hematopoetik Kök Hücre Transplantasyonu, Alfa-Beta T hücre deplesyonu Bildiri:0118 P-032 GERİATRİK HASTALARDA OTOLOG HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONUÇLARI: TEK MERKEZ DENEYİMİ. Zafer Gülbaş1, Hasan Atilla Özkan2, Ufuk Güney Özer1, Neslihan Başkan1, Serap Kural1, Neslihan Tiryaki1, Banu Sarıtaş1, Türkan Özdaş1. 1Özel Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi, Kemik İliği Nakil Merkezi, Gebze/Kocaeli. 2Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul (MM) tekrar otolog KHN yapıldı. İlk 100 günlük ve ilk 1 yıllık mortalite oranları %0 bulundu. Otolog HKHN sonrası +14. ayda relaps olan MM bir olgu +20. ayda hastalık kaynaklı eksitus oldu. Sonuç: Otolog hematopoetik kök hücre nakli, komorbidite indeksi çok yüksek olmayan geriatrik hasta grubu için etkin ve güvenli bir tedavi seçeneğidir. Anahtar Kelimeler: Geriatri, Kök hücre nakli, Otolog Tablo 1. Hastaların karakteristik özellikleri Giriş: Geriatrik hastalar, organ fonksiyonlarındaki fizyolojik değişiklikler ve komorbid hastalıkları gereğince tedavi ve takipleri özellik arz eden bir hasta grubudur. Çalışmamızda, otolog hematopoetik kök hücre nakli yaptığımız (HKHN) 20 geriatrik hastanın verileri sunulmuştur. Materyal-Metod: Merkezimizde Temmuz 2010 ile Temmuz 2013 tarihleri arasında otolog HKHN yapılan hematolojik malignite tanılı 372 hasta geriye dönük tarandı. Yaşı >65 olan hastalar geriatrik hasta kabul edildi. Otolog HKHN yapılan 20 (5,4%) geriatrik hastanın karakteristik özellikleri, nakil verileri ve komplikasyonları geriye doğru değerlendirilerek analiz edildi. Bulgular: Genel özellikler: Hastaların ortanca yaşı 67 (6674) idi. On altısı Erkek, 4’ü Kadındı. 6 hasta NHL ve 14 hasta MM tanılı idi. Hastaların çoğu (15/20) nakil öncesi aktif/rezidü hastalığa sahipti. Yalnızca 2 multipl miyeloma’ lı (MM) ve 3 lenfomalı hasta nakil öncesi tam remisyonda idi. Radyoterapi öyküsü 2 hastada (MM) mevcuttu. Nakil öncesi 6 hasta (30%) en az bir kez melphelan/fludarabin/ lenalidomid içeren kemoterapi almıştı. Hastalara ortanca 2 (1-4) farklı kemoterapi rejimleri uygulanmıştı. Nakle kadar geçen süre ortanca 12 (6-135) aydı. Hastaların Sorror komorbidite skorları ortanca 1 (0-3) idi. Mobilizasyon: 20 hastaya toplam 25 mobilizasyon rejimi uygulandı. 3 hastada (15%) birden fazla mobilizasyon uygulandı. Ortanca CD 34 sayısı 8 (1-105), ortanca aferez sayısı 3 (1-8) idi. İlk mobilizasyon rejimi sonrası 15 hastada (75%) ilk 1-2 seansda >2 miü/kg kök hücre toplandı. 25 mobilizasyonun 14’ü siklofosfamid + G-CSF, 6’sı etoposide + G-CSF, 3’ü ICE + G-CSF ve 2’si plerixafor + G-CSF ile yapıldı. Mobilizasyon rejimlerinin 16’sında (64%) eritrosit, 3’ünde (12%) trombosit ve 4’ünde (16%) santral venöz katater ihtiyacı oldu. Beş (20%) mobilizasyon rejiminde febril nötropeni gelişti. RT; radyoterapi, KT; kemoterapi, M/F/L; melfelan/fludarabin/lenalidomid, *; ortanca Tablo 2. Kök hücre mobilizasyon verilerinin özeti ICE; ifosfamid+karboplatin+etoposid, *; ortanca Tablo 3. Otolog kök hücre nakli verilerinin özeti Transplantasyon: Tüm hastalarda hematopoetik kök hücre kaynağı olarak periferik kan kullanıldı. Hazırlık rejimi olarak MM’lı hastalarda melphalan, lenfomalı hastalarda BEAM rejimi kullanıldı. İnfüze edilen kök hücre miktarı ortanca 5,6 (3,2-18,9) miü/kg idi. Nötrofil engraftman süresi ortanca 10 (9-13) gündü. Trombosit engraftman süresi ise ortanca 11,5 (9-17) gündü. Kanıtlanmış bakteriyal enfeksiyon oranı 13,6% (3/22) idi. Viral enfeksiyon dokümante edilmedi. Ortanca yatış süresi 19 (1336) gündü. Hastaların ortanca takip süresi 4 (1-29) aydı. 4 MM (nakil öncesi aktif/rezidü hastalıklı) ve 3 lenfomalı (ikisi parsiyel yanıtlı) toplam 7 hastada (35%) nakil sonrası relaps/rezidü hastalık gelişti. Bu hastaların 2’sine 146 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi 18,63 x 106 kg olarak hesaplanmıştır. Bu hastalara KKHN için hazırlık rejimi olarak BEAM kemoterapi protokolü uygulanmıştır. Hastaların 2. Basamak Tedavi Sonrası (İVE, İCE, R-İCE) Sonrası-Nakil Öncesi Evreleri HL NHL Remisyonda n=27 (%81,81) Remisyonda n=17 (%60,71) Evre I A n=1 (%3,03) Evre I A n=6 (%21,42) Evre II A n=4 (%12.12) Evre II A n=4 (%14,28) Evre III A Sn=1 (%3,03) Evre III A n=1 (%3,57) Elde edilen bu sonuçlar, 44 hastanın (%72,13) verilen tedavi sonrası remisyona girdiğini, 17 hastanın(%27,86) ise hastalıklarında gerileme olduğunu göstermiştir. Merkez verilerimiz literatür ile uyumlu olarak Primer Refrakter veya Nüks HL ve NHL tanılı hastalarda İVE, İCE ve R-İCE kemoterapi protokollerinin kurtarma tedavisi ve mobilizisyon amaçlı başarılı bir şekilde kullanılabileceğini ortaya koymuştur. BEAM; karmustin, etoposid, sitarabin, melfelan, *; ortanca Bildiri:0131 P-033 İFOSFAMİD, ETOPOSİD, EPİRUBİCİN-ETOPOSİD, CARBOPLATİN, İFOSFAMİDE TEDAVİ PROTOKOLLERİ NÜKS/PRİMER REFRAKTER HODGKİN LENFOMA VE NON-HODGKİN LENFOMA HASTALARI İÇİN HEM KURTARMA KEMOTERAPİSİNDE HEM DE KAN KÖK HÜCRE MOBİLİZASYONUNDA ETKİLİ TEDAVİLERDİR. Şebnem İzmir Güner1, Mustafa Teoman Yanmaz1, Perihan Sinem Özdemir1, Songül Özdemir1, Sevgi Kalayoğlu Beşışık2. 1İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi MEdical Park Bahçelievler Hastanesi Erişkin Kemik İliği Nakil Merkezi. 2İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Bilim Dalı Merkezimizde 61 hasta (E:34 %55,73/K:27 %44,26; yaş ortalaması: 39,14) Primer Refrakter veya Nüks Hodgkin Lenfoma (HL) (n=33) ve non-Hodgkin Lenfoma (NHL) (n=28) tanıları ile otolog (n=58 %95,08) ve allogeneik (n=3 %4,91) kan kök hücre nakli (KKHN) amacıyla tedavi edilmiştir. Mobilizasyon ve kurtarma tedavisi amacı ile Primer Refrakter veya Nüks HL hastalarına İVE (İfosfamid 3000mg/m2 D1-3, etoposid 200mg/m2 D1-3, epirubicin 50mg/m2 D1) protokolü, Primer Refrakter veya Nüks NHL hastalarına ise İCE (etoposid 100mg/m2 D1-3, carboplatin AUC=5 max 800mg D2, ifosfamide 5000mg/ m2 D2) veya R-İCE(rituximab 375mg/m2 D1 etoposid 100mg/m2 D1-3, carboplatin AUC=5 max 800mg D2, ifosfamide 5000mg/m2 D2) protokolleri 21 gün arayla uygulanmıştır. Anahtar Kelimeler: İCE, İVE, Kan Kök Hücre Mobilizasyonu, R-İCE Tablo 1. Hastaların patolojik tanıları HL (n=33 %54,09) Klasik Tip Nodüler sklerozan n= 25(%75,75) Klasik Tip Karışık Hücreli n=8 (%24,24) NHL (n=28 %45,90) Büyük B Hücreli Lenfoma n= 9 (%32,14) Periferik T Hücreli Lenfoma n= 5 (%17,85) T Lenfoblastik Lenfoma n= 4 (%14,28) Mantle Cell Lenfoma n= 3 (%10,71) Marginal Zone Lenfoma n= 2 (%7,14 ) T Hücreden Zengin Büyük B Hücreli Lenfoma n= 2 (%7,14) Gri Zone Lenfoma n= 1 (%3,57) ALK (+) Anaplastik Büyük Hücreli Lenfoma n= 1 (%3,57) Folliküler Lenfoma n= 1 (%3,57 ) Tablo 2. Hastaların 1. Basamak Tedavi Öncesi- Tanı Anındaki Evreleri HL NHL HL’da 1. Basamak tedavisi olarak tüm hastalara ABVD protokolü, NHL’da ise CHOP veya R-CHOP protokolleri uygulanmıştır. Evre II A n=6 Evre I A n=2 Evre II A S n=2 Evre II A n=4 HL tanılı 8 hastaya 1. Kür İVE, 15 hastaya 2. Kür İVE, 9 hastaya 3. Kür İVE sonrası; NHL tanılı 7 hastaya 1. Kür R-İCE, 2 hastaya 1. Kür İCE, 6 hastaya 2. Kür R-İCE, 8 hastaya 2. Kür İCE, 1 hastaya 3. Kür R-İCE, 2 hastaya 3. Kür İCE sonrası KKHN yapılmıştır. 35 hastanın 1 kür kemoterapi sonrası, 15 hastanın 2 kür kemoterapi sonrası, 11 hastanın ise 3 kür kemoterapi sonrası KKH’si toplanmıştır. Toplanan aferez ürününde CD34+ hücre sayısı ortalaması 16,08 x 106/kg, viabilite ortalaması ise Evre III A n=7 Evre III A n=6 Evre III A S n=2 Evre IV A n=2 Evre IV A n=1 Evre IV A S n=1 6-8 Mart 2014, Antalya Evre II B n=6 Evre II B n=2 Evre III B S n=2 Evre III B n=4 Evre III B n=3 Evre IV B n=7 Evre IV B n=3 147 Tablo 3. Hastaların 1. Basamak Tedavi Sonrası (Merkeze başvuru sırasındaki) Evreleri HL Nüks Primer Refrakter Evre I A n=2 Evre II A n=3 Evre II A Evre III A n=6 Evre III A n=4 n=3 Evre III A S n=2 Evre III A S n=1 Evre IV A n=1 Evre IV A n=1 Evre II B n=3 Evre II B n=1 Evre III B n=1 Evre III B S n=1 Evre III B S n=1 Evre IV B n=2 NHL Nüks Primer Refrakter Evre I A n=2 Evre I A n=1 Evre II A n=6 Evre II A n=3 Evre III B n=1 Evre III A n=3 Evre IV B n=1 Evre IV A n=3 Evre II B n=1 Bildiri:0148 Evre III B n=2 Evre III B S n=1 Evre IV B n=4 P-034 SİKLOSPORİNE BAĞLI NADİR KOMPLİKASYONLARLA SEYREDEN ALLOJENİK KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILMIŞ BİR KML HASTASI. Hacer Berna Afacan Öztürk, Simten Dağdaş, Gülsüm Özet, Funda Ceran, Ahmet Kürşad Güneş, Cenk Sunu, Ömer Önder Savaş, Aysun Gönderen. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Siklosporin A (CSA), allogenik hematopoetik kök hücre naklinden (AHKHN) sonra graft-versus-host-hastalığı (GVHD) profilaksisinde kullanılan kalsinörin inhibitörüdür. CSA’ya bağlı; renal disfonksiyon, arteryel hipertansiyon, karaciğer toksisitesi, gingival hiperplazi, hipertrikozis, fırsatçı enfeksiyonlar ve tremor yaygın yan etkilerdir. AHKHN yapılmış hastalarda oryantasyon bozukluğu, konfüzyon, ciddi nörotoksisite, çabuk cevap verme yeteneğinde azalma, görsel halüsilasyonlar, sanrılar, pirimidal motor güçsüzlüğü, kortikal körlük, afazi ve ataksi gibi ciddi nörotoksisite %4-11 olarak rapor edilmiştir. CSA’ya bağlı geçici akinetik mutism ve ciddi diskinezi olan vakalar da bildirilmiştir. CSA’ya bağlı nörotoksisitenin beyin MR bulguları tipik olarak beyin beyaz cevherinin posterior bölgelerinde görülür. Genel olarak CSA toksisitesinin prognozu iyidir ve doz azaltıması yada ilacın bırakılmasıyla genellikle tamamen düzelir. 47 yaşında bayan hasta, 2005 yılında KML nedeniyle abisinden allojenik HKHN yapılmış. Kontrollerinde hastanın 148 blastik faz ile gelmesi, kimerizm kaybı olması, imatinib direnç panelinde T315I mutasyonu saptanması üzerine hastaya TBI (total vücut ışınlaması)+siklofosfamid protokolü ile 2. allojenik HKHN karar verildi. Nakilin -2. gününde siklosporin 5mg/kg/gün olarak başlandı ve 11-11-2013de 6,02x106/kg CD34 (+) kök hücre ile nakil yapıldı. Hastanın nakilin +7. gününden itibaren günlük replasman gerektiren hipomagnezemisi gelişti, diüretik tedavisine rağmen artan vücut ağırlığı oldu. Hastanın +7. gün CSA düzeyi 202ng/ml, +17.gün 248ng/ml idi. Hastanın +17. günden itibaren hareketlerde yavaşlama, konuşamama, hareketsizlik, halsizlik, uykuya meyil gözlemlendi ve +17. Günden itibaren CSA dozu 2x3mg/kg olarak azaltıldı. Hastanın +24. Gün 412ng/ml gelmesi üzerine CSA dozu 2x2mg/kg olarak azaltılarak devam edildi. +28. Gün siklosporin düzeyi 619ng/ml geldi ve yatışında 50kg olan hasta 76kg olmuştu. CSA dozu 2x1mg/kg’a azaltıldı ancak hastanın halsizliği, hareketsizliği, konuşmaması daha da artması üzerine siklosporin toksisitesi düşünülerek CSA kesildi prednizolon 1mg/kg/ gün ve Mycophenolate Mofetil 2x500mg/gün başlandı. Teknik nedenler nedeni ile siklosporin kesildikten sonra çekilebilen MR bulgularında bilateral frontal subkortikal alanlarda, bilateral forceps majorda milimetrik nonspesifik gliotik sinyal değişikliği izlendi. Hasta CSA kesildikten 5 gün içinde 70kg’dan 51kg’a geriledi, konuşması ve hareketleri tamamen düzeldi. Hastanın düşük dozlarda bile siklosporin kan düzeyinin çok yüksek olması, birlikte kullanılan diğer ilaçlara bağlı olabileceği düşünülmüştür. Literatürde siklosporinin mutizm ve belirgin ödemle giden komplikasyonlarının çok nadir görülmesi nedeni ile bu vakayı sunmaya uygun bulduk. Anahtar Kelimeler: allojenik hematopoetik kök hücre nakli, siklosporin toksisitesi, mutism Bildiri:0157 P-035 AĞIR APLASTİK ANEMİLİ ÇOCUKTA HAPLOİDENTİK NAKİL SONRASI ERKEN GRAFT REJEKSİYONU VE SONRASINDA TOTAL LENFOİD IŞINLAMA (TLI) İLE ANNEDEN BAŞARILI ALFA/BETA T HÜCRE AZALTILMIŞ HAPLOİDENTİK NAKİL. Musa Karakükçü1, Ekrem Ünal1, Celalettin Eroğlu2, Ebru Yılmaz1, Bilgen Işık1, Fatma Türkan Mutlu1, Türkan Patıroğlu1, Mehmet Akif Özdemir1. 1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, Kayseri, Türkiye. 2Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye Giriş: İmmünsüpresif tedaviye cevap vermeyen ve uygun kardeş veya akraba dışı vericisi olmayan ağır aplastik anemili hastalarda haploidentik nakiller kurtarma tedavileri olabilir. Ancak özellikle daha önceden çok sayıda transfüzyon alan hastalarda graft yetmezliği veya erken graft rejeksiyonu, haploidentik nakile bağlı mortalite ve morbiditenin en önemli sebebidir. Olgu: Kan sayımında pansitopeni, kemik iliğinde %5 selülarite ve DEB testi negatif olması saptanması ile ağır aplastik anemi tanısı alan ve immünsüpresif tedaviye cevap vermeyen 11 yaşındaki erkek hasta için hematopetik kök hücre nakli için uygun aile içi ve akraba dışı verici bulunamadı. Haftada 3 kez trombosit transfüzyonu ihtiyacı olan hastaya kurtarma tedavisi olarak babadan haploidentik nakil planlandı. ATG, Fludarabin, Thiotepa, Melfalan ile hazırlama rejimi uygulandı. Hastada +9. gün myeloid engraftman gerçekleşti ve beyaz küre değerleri +11. gün 6980/mm3 idi. Ancak hastada +7. gün başlayan 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi ve +17. güne kadar devam eden tedavilere cevapsız, 40 C derece üzerinde seyreden ateş ile graft rejeksiyonu gerçekleşti. +25. günde hastanın kemik iliği aspirasyonunda sadece lenfositlerin görüldüğü aplazi mevcuttu. Hastada bu durum erken graft rejeksiyonu olarak kabul edildi. Hastanın annesinden Alfa/Beta T Hücre deplesyonu ile haploidentik re-transplantasyon yapıldı. Hasta hazırlama rejimi olarak thiotepa, siklofosfamid, fludarabin, ATG yanında -1. gün tek doz 700 cGy total lenfoid ışınlama (TLI) aldı. TLI sonrası ateşi çıkan, kalpte pompa fonksiyonu bozulan, ejeksiyon fraksiyonu ve kan basıncı düşen hastaya dopamin, dobutamin verilirken diğer taraftan anneden alınan Alfa/Beta T Hücre deplesyonu ile haploidentik re-transplantasyon yapıldı. Naklin +10. günü myeloid engraftman, +13. günü trombosit engraftmanı gerçekleşti. Hasta +32. gün %99.32 kimerizm ile taburcu edildi. Takipte CMV, adeno virüs, BK virüs PCR sonuçları pozitif olan hastaya valgansiklovir ve sidofovir tedavileri uygulandı. Anneden yapılan re-transplantasyonun birinci yılında kimerizm değerleri iyi olan hasta kan değerleri normal olarak herhangi bir komplikasyon olmadan izlenmektedir. Sonuç: TLI ile yapılan Alfa/Beta T Hücre azaltılmış haploidentik nakiller graft yetmezliği ve graft rejeksiyonu sonrası tolere edilebilir nakiller olarak görülmektedir. Ancak bu nakillerde ikinci nakil olması yanında TLI verilmesi nedeni ile de immün yapılanma gecikmekte, sonuç olarak çok sayıda enfeksiyon görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Ağır Aplastik Anemi, Haploidentik hematopetik kök hücre nakli, Erken Graft Rejeksiyonu, Total Lenfoid Işınlama siklofosfamidden oluşan hazırlık rejimini takiben ürün kardeşinin kemik iliğinden toplanarak verildi (çekirdekli hücre: 6,07/108/kg, CD34: 3,76x106/kg). Nakilden bir hafta sonra başlayan ve hızla ilerleyen vücut ağırlığının %20’sine kadar artış, eşlik eden ağrılı hepatosplenomegali ve asit, sarılık (en yüksek T/D bil:9,04/6,85 mg/dL), karaciğer ve böbrek fonksiyon testlerinde ileri derecede bozulma (en yüksek üre /kreatin: 170/1,36 mg/dL, AST/ ALT: 2876/997mg/dL), anüri, koagulasyon testlerinde bozulma gelişti. Hastaya klinik bulguların başlangıcında sodyum/sıvı kısıtlaması ve destek tedavilerine ek olarak defibrotide (önce 25 sonra 40 mg/kg/gün) eklendi. Hastanın çoklu organ yetmezliği kontrol altına alınamadığı için böbrek replasman ve ventilasyon planlandığı dönemde metilprednizolon 500 mg/m2/doz, günde 2 doz, toplam 6 doz verildi. Hasta yüksek doz metilprednizolona beklenmedik ölçüde iyi cevap vererek, önce idrar çıkarmaya başladı ardından klinik ve laboratuar bulguları hızla düzeldi. +15. günde nötrofil, +17. günde trombosit engrafmanı oldu. +28. günde taburcu edildi. 1. ay kimerizmi %100 bulundu. Hasta posttransplant 14 aydır tam kimerizm ile izlenmektedir. Tartışma: Çocuklarda ağır SOS’un optimal tedavisi henüz netleşmemiştir. Hastalığın patogenezi multifaktöriyel olmakla birlikte ortaya çıkan endotel hasarı koagulasyon kaskadı ile birlikte sitokinlerin salınımını aktive ettiği düşünülmektedir. Ağır SOS tedavisinde yüksek doz kısa süreli steroid tedavisi akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Yüksek Doz Steriod, Ağır Venookluzif Hastalık Bildiri:0183 Bildiri:0168 P-036 YÜKSEK DOZ STERİOD İLE BAŞARIYLA TEDAVİ EDİLEN AĞIR VENOOKLUZİF HASTALIKLI BİR OLGU. Arzu Yazal Erdem, Serap Kirkiz, Cengiz Bayram, Zekai Avcı, Pamir Işık, Fatih Azık, Bahattin Tunç. Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji-Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi Giriş: Klasik venookluzif hastalık (VOD), hazırlık rejiminden sonraki ilk iki haftada (-1 ile +21. günlerde) hepatomegali ve/veya sağ üst kadran ağrısı, ödem ve asitin eşlik edebildiği kilo artışı (bazal ağırlığın >%5i), sarılık (serum total bilirubin >2 mg/dl) ile ortaya çıkar. Sinüzoidal Obstrüksiyon Sendromu (SOS) olarak da isimlendirilen bu hastalığın kliniği değişkendir. Hafif, geri dönüşlü hastalıkla seyredebileceği gibi ağır vakalarda ölümcül seyredebilir. Bilinen standart tedaviler sıvı kısıtlaması, analjezi, diürez, transfüzyon, ventilasyon, renal replasman desteği gibi destek tedavilerdir. Altta yatan neden çok iyi anlaşılamadığından başarılı hedef tedaviler nadirdir. Defibrotid alternatif olmakla birlikte temini güç ve pahalıdır. Burada yüksek doz metilprednizolon tedavisi ile başarılı sonuç alınan çok ağır SOS gelişen bir hasta sunulmuştur. Olgu: 8 aylıktan beri aylık düzenli eritrosit süspansiyonu alan 21 aylık kız hasta Talasemi major (Codon5 Del CT Homozigot) nedeni ile 7 yaşındaki HLA tam uyumlu kız kardeşinden HKH nakli yapılmak üzere hastanemize yatırıldı. Fizik muayenede VA: 9,6 kg (3-10 p) Boy: 76,5 cm (3-10 p) Batında karaciğer kot altı 2 cm ele geliyordu, dalak ele gelmiyordu. Ferritin düzeyi 469 ng/mL saptandı. Hasta Pesaro evre I-II kabul edilerek busulfan ve 6-8 Mart 2014, Antalya P-037 TALASEMİ MAJORLÜ PEDİATRİK HASTALARDA, TREOSULFAN TEMELLİ HAZIRLAMA REJİMLERİNİ TAKİBEN ALLOJENİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ: İKİ PEDİATRİK OLGU İLE TEK MERKEZ DENEYİMİ. İbrahim Eker, Orhan Gürsel, Oğuzhan Babacan, Ahmet Emin Kürekçi. Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı Giriş: Busulfan (Bu) ve siklofosfamid (Cyc) temelli hazırlama rejimi, Talasemi majorlü (TM)’li hastalarda kullanılan standart hematopoietik kök hücre transplantasyonu (HKHT) hazırlama rejimidir. Fakat bu rejim özellikle Pesaro kriterlerine göre yüksek riskli olarak sınıflandırılan hastalarda, artmış transplant ile ilişkili toksisiteyle birliktedir. Yakın zamanda literatürde treosulfan (Treo) temelli hazırlama rejimlerinin, TM hastalarının allojenik HKHT’sinde (Bu) ve (Cyc) temelli hazırlama rejimleri kadar etkili, fakat çok daha az toksik olduğu bildirilmektedir. Burada TM’li iki pediatrik olgunun, (Treo) temelli hazırlama rejimlerini takiben preimplantasyon genetik tanı ile dünyaya gelen kardeşlerinden yapılan allojenik HKHT ile ilgili tek merkez deneyimi aktarılmıştır. Olgu: Temmuz 2013 ve Ocak 2014 tarihlerinde, 16 ve 10 yaşlarındaki TM’li iki pediatrik hastaya, merkezimizde (Treo) temelli hazırlama rejimleri kullanılarak HKHT yapıldı. Hastaların ikisi de Pesaro kriterlerine göre orta riskli idi. Hematopoietik kök hücre transplantasyonlarının ikisi de hastaların preimplantasyon genetik tanı ile dünyaya gelen tam uyumlu kardeşlerinden, yine ikisinde hem umblikal kord kanı (UK) hem de kemik iliği (Kİ) kaynaklı hematopoietik kök hücre kullanılarak yapıldı. Hastaların ikisi de kümülatif olarak 42 g/m2 dozunda (Treo), 8 mg/kg dozunda thiotepa (Thio) ve 160 mg/m2 149 dozunda fludarabin (Flu) aldı. İkisinde de metotreksat ve siklosporin içeren graft versus host hastalığı (GVHH) profilaksisi verildi. Nakil sürecinde önemli bir transplantasyon ile ilişkili toksisite ve GVHH gelişmeyen, her ikisinde de, tam engraftman ve tam kimerizm sağlanan hastaların transfüzyon ihtiyacı olmaksızın takiplerine devam edilmektedir. Olguların ve hastalıklarının karakteristikleri ile HKHT sonuçları Tablo 1’de özetlenmiştir. Sonuç: Nakil sürecinde önemli bir transplantasyon ile ilişkili toksisite ve GVHH gelişmeyen, her ikisinde de, tam engraftman ve tam kimerizm sağlanan hastaların transfüzyon ihtiyacı olmaksızın takiplerine devam edilmektedir. Tartışma: Literatürde konu ile ilgili az sayıdaki çalışmada, treosulfanlı hazırlama rejimleri kullanılan HKHT’lerde hastaların risk grubunun ve donör türünün nakil sonucunu etkilemediği, akut GVHH, kronik GVHH, otolog rekonstitüsyon ve transplant ile ilişkili mortalite açısından (Bu)’lu hazırlama rejimleri ile fark saptanmadığı bildirilmektedir. Fakat bazı çalışmalarda Treo temelli protokollerde uzun dönemde transplant ile ilişkili mortalitenin artmış olabileceğine dair endişeler de bildirilmektedir. Talasemi majorlü hasta prevelansı ile dünyada önemli bir yere sahip ülkemizde planlanacak, Treo temelli protokollerin etkinliklerinin değerlendirilerek, diğer sık kullanılan protokoller ile karşılaştırılacağı prospektif, randomize ve kontrollü çalışmalar, konu ile ilgili literatür çalışmalarına ışık tutacaktır. Anahtar Kelimeler: Pediatrik transplantasyon, Talasemi major, Treosulfan Tablo 1. Talasemi majorlu çocukların transplantasyon özellikleri etoposid (eto) ve 180.000 Ü/m2 L-Asparajinaz (L-Asp) içeren St. Jude XIII protokolü ile TR sağlandığı, tedavi başlangıcında ve sonundaki konvansiyonel sitogenetik incelemelerde normal karyotip saptandığı ve santral sinir sistemi tutulumunun da eşlik ettiği, AML-M4 şeklindeki ilk hematolojik relapsına kadar ilk TR’nin iki yıl devam ettiği öğrenildi. Takip edildiği merkezde relapsındaki kemik iliği örneğinin sitogenetik incelemesinde, 20 metafazda tüm hücrelerde 46, XY, t(11;11) karyotipi saptanmış olan, AML BFM-87 protokolü ile remisyon indüksiyonu başarısız olduktan sonra AML-BFM-2004 tedavi protokolü ile ancak üçüncü HAM tedavi bloğu sonrası TR2 sağlanabilmiş olan hastaya, nakil ünitemizde tam uyumlu kız kardeşinden HKHT yapıldı. Treosulfan (36 mg/kg), siklofosfamid (120 mg/kg) ve etoposid (30 mg/ kg)’den oluşan hazırlama rejiminin ardından hastaya 8,6 x 106/ kg CD34+ kök hücre verildi Sonuç: Graft versus host hastalığı (GVHH) profilaksisi için metotreksat ve siklosporin verilen hastada sırasıyla 20, 25 ve 41. günlerde myeloid, tromboid ve eritroid engraftmanları sağlandı. Akut veya kronik GVHH gelişmeyen hastada, tam hematolojik ve moleküler remisyon ve tam donör tipi kimerizmle nakil sonrası birinci yıl takibine ulaşıldı. Tartışma: Tip II DNA topoizomeraz inhibitörlerinden veya alkilleyici ajanlardan oluşan tedavilerin ardından s-AML gelişebilir. Alkilleyici ajanlarla oluşanların aksine, etoposid ile tedavilerin ardından gelişen s-AML’lerde, genellikle kısa bir latent dönemi (1-3 yıl) takiben ve prelösemik bir faz olmaksızın, M4 veya M5 tipinde AML’ler gelişir, sıklıkla da 11. kromozomun uzun kolundaki anormallikler (11q23)ile birliktelik gösterirler. Riskin özellikle 5 g/m2’den yüksek etoposid dozlarında arttığı bildirilse de, güvenli bir DNA-topoizomeraz tip II inhibitörü dozu bulunmadığını, total 900 mg/m2 gibi düşük dozlarla bile s-AML gelişebileceği bildirilmektedir. L-Asp tedavisinin de etoposidin lökomojenik etkisini potansiyalize edebildiği bildirilmektedir. Bu tür hastalardaki HKHT uygulamalarında, treosulfanlı hazırlama rejimleri daha az toksik olmaları nedeniyle tercih edilebilir. Anahtar Kelimeler: Hematopoietik kök hücre nakli, Sekonder AML, Treosulfan Bildiri:0184 P-038 NADİR GÖRÜLEN T(11;11) BİRLİKTELİĞİ OLAN SEKONDER AKUT MYELOBLASTİK LÖSEMİLİ BİR ÇOCUKTA BAŞARILI HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU. Orhan Gürsel1, İbrahim Eker1, Ceyhun Bozkurt2, Süreyya Bozkurt3, Oğuzhan Babacan1, Ahmet Emin Kürekçi1. 1Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı. 2Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hematoloji-Onkoloji Kliniği. 3Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Anabilim Dalı Sitogenetik Laboratuarı Giriş: Çocuk veya ergen, kanser sağkalanlarında ikincil kanser gelişme riski mevcuttur. Bunlardan birisi olan sekonder AML (s-AML) tüm AML’lerin %10 ile %30’unu oluşturur, sağ kalım aynı sitogenetik risk grubundaki de novo AML’leye göre daha düşüktür. Burada aldığı ALL kemoterapisini takiben, muhtemelen de protokolündeki etoposid tedavisine bağlı olarak gelişen ve nadir görülen t(11;11) birlikteliği ile seyreden s-AML’li bir çocukta uygulanan, başarılı hematopoietik kök hücre transplantasyonu (HKHT) sunulmuştur. Olgu: 12 yaşında kız hasta s-AML tanısı ile 2. tam remisyondayken (TR2) kliniğimize yatırıldı. Öyküsünden 7,5 yaşında pre-B-ALL tanısı alan hastada, total 14,4 g/m2 150 Bildiri:0185 P-039 REFRAKTER AKUT LÖSEMİDE FLAMSA TEDAVİSİNİN ARDINDAN T HÜCRESİNDEN ARINDIRILMAMIŞ HAPLOİDENTİK ALLOJENEİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU. Meltem Kurt Yüksel1, Ayla Gökmen1, İbrahim Tek1, Devrim Özbek1, Mevlude Kurdal Okçu1, Özlem Köktaş1, Ender Soydan1, Önder Arslan2, Osman İlhan2, Muhit Özcan2. 1Özel Medicana International Ankara Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesi, Ankara. 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: FLAMSA tedavisi ile allojeneik HLA uyuşumlu allojeneik nakiller giderek artan oranlarda yapılmakla birlikte, FLAMSA ile haploidentik allojeneik transplantasyonun ardışık uygulamasına ait veri yoktur. Burada refrakter aktif hastalık döneminde FLAMSA kurtarma tedavisi ardından haploidentik kök hücre nakli yapılan altı hastanın transplant sonuçlarını sunulmaktadır. Hastalar: Kasım 2012 ve Aralık 2013 tarihleri arasında 6 (k/e: 3/3) refrakter akut lösemili hastaya kurtarma tedavisi ardından farklı hazırlama rejimleri kullanılarak T hücreden arındırılmamış haploidentik periferik kök hücre 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi nakli uygulanmıştır. Tablo 1’de hastaların tanıları demografik özellikleri ile vericilerin demografik özellikleri gösterilmiştir. Kurtarma tedavisi ve Hazırlama rejimi: Fludarabine 30mg/m2/gün, ARA-C 2gm/m2/gün, Amsacrine 100 mg/ m2/gün 4 gün uygulanmıştır. İlaçsız 4 günlük aranın ardından, hazırlama rejimi uygulanmıştır (Tablo 2). Graft versus host hastalığı (GVHD) profilaksisi: Siklofosfamid 50mg/kg/gün(+3,+4), Tacrolimus 0.03 mg/kg/gün +5. Günden itibaren and MMF 3x15mg/kg +6 günden itibaren kullanılmıştır. GVHD gelişmeyen hastalarda, MMF +30, tacrolimus +60 - +100 günler arasında kesilmiştir. Tablo 1. Hastaların ve verilerin demografik özellikleri Hasta no Cinsiyet Hasta Tanı yaşı Transplantasyon sayısı PRA Verici Verici yaşı 1 E 37 ALL 1 Neg Erkek kardeş 44 2 K 47 ALL 1 Neg 23 3 K 44 AML 1 Neg Oğlu 22 4 E 41 AML 3(2UAV) Neg Anne 65 5 K 26 AML 2(1UADV) Neg Anne 54 6 K 46 ALL 2(1UAV) Neg Kız kardeş 53 Oğlu E: Erkek F: Kadın ALL:Akut lenfoblastik lösemi, AML:Akut myeloblastik lösemi, PRA:Panel Reactive Antibody, Neg: Negative UAV:Uyumlu Akraba Verici, UADV:Uyumlu Akraba Dışı Verici) Tablo 2. Hazırlama rejimleri ve nakil sonrası durum Hasta no Hazırlama Rejimi FLAMSA Engraftman Sekonder GVHD Komorbid sonrası PLT/NEU Engraftman Grade 3-4 durum dinlenme yetmezliği günü 1 MEL50mg/m2 / gün(-5,-4) TBI Gy (-3,-2,-1) -6 2 MEL50mg/m2/ gün (-5,-4) TBI 4Gy (-3,-2,-1) -6 3 MEL 200mg/ m2/gün (-1) -3,-2 H - 4 BU 3.2mg/kg/ gün -9,-8,(-5,-4,-3,-2) 7,-6 MEL 140mg/ 2 m /gün (-1) H 5 MEL 200mg/m2 -3,-2 /gün(-1) 6 BU 3.2mg/kg/ gün -9,-8,(-5,-4,-3,-2) 7,-6 MEL 140mg/ 2 m /gün (-1) E E E Y Son durum Exitus +210 gün GVHD Y Sağ +215 gün - IPA Exitus+14. gün Gram(-) sepsis - - IPA Exitus+12. gün Candidemi E - H IPA Sağ +69. gün H - - Aspergillus Panniculitis Exitus 0.gün E H H BU: Busulfan, Mel: Melfelan, TBI: Total Beden Işınlaması, PLT: Platelet NEU: Neutrofil, GVHD: Graft versus Host Disease, IPA: Invaziv Pulmoner Aspergillozis, E: Evet, H: Hayır, (-) Değerlendirilemedi, Y: Yok 6-8 Mart 2014, Antalya Sonuçlar: En sık görülen organ toksisitesi tüm hastalarda (%100) gelişen grade 3-4 mukozittir. Hastaların üçü transplantasyonla ilişkili mortalite nedeniyle kaybedilmiştir(%50). Bu hastalardan biri 0.günde transplantasyon yapılamadan diğer ikisi engraftman olmadan erken dönemde enfeksiyon nedeniyle kaybedilmiştir. Diğer üç hastanın ikisi (%33) 6 aydan daha uzun yaşamışlardır. Bu hastalardan birisi gastrointestinal GVHD nedeniyle kaybedilmiştir. Halen yaşamakta olan 2 hastanın birisi (%17) 7.ayını GVHD olmaksızın tamamlamış halen tam remisyonda izlenmektedir. Yaşayan diğer hasta ise 2.ayını hastalıksız tamamlamıştır. Tartışma: FLAMSA ile haploidentik transplantasyonun ardışık kullanıldığı ve bilgimiz dahilinde ilk verilerin sunulduğu bu çalışmadaki önceden çok sıra tedaviler almış dirençli hastalıkla allojenik nakil uygulanan bu altı hastadan üçünde sağlanan remisyon umut verici görünmektedir. Anahtar Kelimeler: Akut lösemi, FLAMSA, Haploidentik kök hücre nakli Bildiri:0196 P-040 AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ HASTALARINDA TBI İÇEREN VE İÇERMEYEN HAZIRLIK REJİMLERİNİN ETKİNLİĞİNİN KARŞILAŞTIRILMASI. BİR MERKEZ DENEYİMİ. Can Boga1, Mahmut Yeral1, Mutlu Kasar1, Nurhilal Turgut Büyükkurt1, Çiğdem Gereklioğlu2, Hakan Özdoğu1. 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara. 2Başkent Üniversitesi Tıp fakültesi, Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı, Ankara Allojenik hematopoetik kök hücre nakli özellikle yüksek riskli ve performansı uygun olan hastalarda standart tedavi yaklaşımlardan biridir. Tüm beden ışınlaması (TBI) bazlı hazırlama rejimleri klasik ve yaygın kullanılmaktadır. Ancak TBI içeren hazırlama rejimlerini fludarabinbusulfan-ATG bazlı rejimlerle karşılaştıran çalışmalar sınırlıdır. Başkent Üniversitesi Adana Erişkin Kemik İliği Nakil Merkezinde Nisan 2004-Kasım 2013 tarihleri arasında akut lenfoblastik lösemi tanısı alan toplam 26 hastaya allojenik periferik kök hücre nakli uygulandı. 15’i kadın 11’i erkek olan hastaların ortanca yaşları 30 (17-50) idi. Hastaların 20’si (%77) B hücreli, 6’sı (%33) T hücreli olup %31’inde BCR/ABL pozitifliği bulunmakta idi. Bütün hastalar nakil öncesi Hiper-CVAD tedavisi aldı. Direnç ya da nüks hastalık durumunda kurtarma rejimi olarak FLAG kullanıldı. Hastaların %88’inde hastalık durumu nakile girerken tam remisyonda idi. Hastaların tümüne HLA uyumlu kardeşlerinden nakil uygulandı. Allojenik nakil hazırlama rejimleri: 5 olguda busulfan (16mg/kg), fludarabin (150mg/m2), ATG-fresenius (30mg/kg); 16 olguda TBI (12-13.2 Gy), siklofosfamid (120mg/kg); 5 olguda TBI (12Gy), etoposid (60mg/kg) idi. Graft-versus-host hastalığından koruma amacıyla siklosporin ve kısa süreli methotreksat tedavisi uygulandı. Tüm hastalarda engraftman gözlendi; Nötrofil engraftmanı >500/uL ortanca 12 gün (10-15), trombosit engraftmanı ise >20.000/uL ortanca 11 gün (8-18) idi. Hastalar trimetoprim-sulfametoxazol, flukonazol ve asiklovir proflakisine alındı. Hastaların ortanca hastalıksız yaşam süresi 10 ay, genel yaşam süresi ise 14.5 ay (1-54) idi. İlk 100 günlük mortalite oranı 4/26 (%15) olarak tespit edildi. 1 yıllık yaşam %52, 3 yıllık yaşam ise %38 idi. Busulfan-fludarabin-ATG; TBI-siklofosfamid 151 ve TBI-etoposid içeren hazırlama rejimleri ile yapılan nakillerde genel yaşam süreleri sırası ile ortalama 24±9, 34±6 ve 9±4 ay idi. Aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi (p< 0,05). Cox regresyon analizinde BCR/ABL ve nakil sırasında hastalık durumun hastalıksız yaşam ve genel yaşam süresi üzerine etkili olduğu gözlendi. Bu uzun süreli geriye dönük çalışma; akut lenfoblastik lösemi hastalarında yaygın olarak kullanılan TBI bazlı ve siklofosfamid içeren hazırlık rejiminin diğer hazırlık rejimlerine üstün olduğunu göstermektedir. Bu konu ile daha geniş çaplı ve ileriye dönük karşılaştırmalı çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Akut lenfoblastik lösemi, allojenik nakil Bildiri:0207 P-041 MİYELOFİBROZİS TEDAVİSİNDE AZALTILMIŞ YOĞUNLUKLU HAZIRLAMA REJİMİ İLE ALLOGENEİK PERİFERİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONUÇLARIMIZ. Nurhilal Turgut, Mahmut Yeral, Hakan Özdoğu, Can Boğa, İlknur Kozanoğlu, Mutlu Kasar. Başkent Üniversitesi Tıp fakültesi, Adana Eğitim ve Araştırma Merkezi, Hematoloji Bilim Dalı Miyelofibrozis kök hücre kaynaklı klonal miyeloproliferatif hastalık grubunda olup; allogeneik kök hücre nakli yüksek risk grubundaki hastalarda önerilen bir tedavi seçeneğidir. Allogeneik kök hücre naklinde Busulfan, fludarabin ve antitimosit globulin (ATG) yoğunluğu azaltılmış hazırlama rejimi olarak geniş bir kullanım alanı bulmuştur. Biz de merkezimizde bu hazırlama rejimi ile nakil yapılmış 8 myelofibrozis hastamızın sonuçlarını paylaşmak istedik. Transplant sırasındaki medyan yaşı 49 yıl (32-63) olan 7 erkek ve 1 kadın hastaya nakil yapıldı. Cervantes risk sınıflamasına göre 7 hasta orta (intermediate-II) ve bir hasta yüksek riskli idi.. Hastalığın tanısından nakle kadar geçen süre median 24 ay (4-300) idi. Bir hastada değerlendirme sırasında transfüzyona ikincil yoğun hemosiderozis saptanmıştı. Hepsine tam uyumlu kardeş vericiden nakil yapıldı. Hazırlama rejiminde fludarabin 150-180 mg/m2, busulfan 9,6mg/ kg ve ATG 15mg/kg toplam dozunda kullanıldı. Verilen periferik kök hücre dozu en az 4x106 CD34+/kg idi. Graft versus host hastalığı (GVHD) profilaksisi için siklosporin ve mikofenilat mofetil kullanıldı Nötrofil engraftmanının median 13.5 günde (7-19), trombosit engraftmanı olan 7 hastada ise median 13. günde (11-22) olduğu saptandı. Bir hastada trombosit engraftmanı olmadan kaybedildi. Median takip süresi 16.5 ay (1-49) idi ve transplant ilişkili ölüm oranı %25 saptandı. Beş hastanın üçünde sınırlı ve ikisinde yaygın tutulumlu GVHD gelişti. Beklenen yaşam süresi ortalama 20,25 ay olarak gözlendi. Myelofibrozis orta ve yüksek riskli hastalık grubunda azaltılmış yoğunluklu hazırlama rejimi kullanılarak yapılacak allogeneik naklin uzun vadede kabul edilebilir mortalite ve komplikasyonlarıyla hastalık kontrolü sağlayabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Miyelofibrozis, azaltılmış yoğunlukta hazırlama rejimi Bildiri:0209 P-042 HAZIRLAMA REJİMİ İLE İLİŞKİLİ ÇOK NADİR BİR KOMPLİKASYON: AKUT YAYGIN DAMAR İÇİ PIHTILAŞMASI. Meltem Kurt Yüksel1, Ayla Gökmen1, İbrahim Tek1, Devrim Özbek1, Mevlude Kurdal Okçu1, Özlem Köktaş1, Nebahat Öztürk1, Ender Soydan1, Önder Arslan2, Muhit Özcan2, Osman İlhan2. 1Özel Medicana International Ankara Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesi, Ankara. 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Olgu: Primer myelofibrozis tanılı 63 yaşında erkek hasta akraba dışı vericiden allojeneik kök hücre nakli yapılmak üzere başvurdu. Özgeçmişinde thallessemia minor mevcuttu. Fiziksel performansı ECOG 1 idi. Fizik muayenesinde massif splenomegalisi mevcuttu. DIPSS skoru yüksek olan hastanın nakil öncesi hazırlık tetkiklerinde hemoglobin değeri 6 gr/dl, Lökosit sayısı 20.000, trombosit 100.000 idi. Protrombin zamanı, aktive parsiyel tromboplastin zamanı fibrinojen ve D-Dimer değerleri normaldi. INR 1.21 normalin üzerinde idi. Hastaya tünelli santral venöz katetrer takılmasının ardından hazırlama rejimi başlandı. Hazırlama rejimi Fludarabine, Busulfan, ATG –Fresenius 20mg/kg (-3,-2,-1) den oluşmakta idi. ATG tedavsinin ilk günü premedikasyon yapılarak yavaş infuzyon ile ATG uyulanmaya başlandı.Tedavinin ilk 3 saatinde herhangi bir komplikasyon gelişmedi. İnfuzyon hızı tedricen arttırıldı. Ancak üçüncü satten sonra hastada giderek şiddetlenen tremor gelişti, eş zamanlı, ateş 38.5’C e yükseldi, nabız120/dk sinuzal ritmdeydi ve tansiyon arteriel 90/50 ‘e düştü, hipotansiyon gelişti. Biperidin, antihistaminik, parasetamol ve 0.5mg/kg/ek doz metilprednizolon tedavisi ile semptomlar geriledi. Bir saat sonra genel durumu düzelen hastanın vital bulguları stabilleşti, ATG infuzyonu tekrar başlandı. İnfuzyonun 1 saati olmadan hastada tekrar hipotansiyon, 160/dk ulaşan nabız sayısı, presenkop nedeniyle infuzyon stoplandı. Hastada geçici bir bilinç bulanıklığı gelişti. Mobilizasyon sınırlaması getirilen hastaya vital bulgu takibi için idrar sondası takıldı. Ancak üretra meatusundan aktif kanaması başladı. Tüm enjeksiyon yerlerinde sızntı şeklinde kanaması oldu. Koagulasyon testlerinin kontrolunde, PTZ, a PTT, D-Dimer, Fibrinojen ölçülemeyecek kadar yüksekti. Krioprespitat ve taze donmuş plazma replasmanına ragmen hastada akut DIC tablosu hızlı bir şekilde ilerledi. Karaciğer enzimleri ve böbrek fonksiyonları hızlı bir şekilde bozuldu. Hastada solunum yetmezliği gelişti. Arter kan gazında metabolik asidoz saptandı. Bikarbonat replasmanına ragmen düzelme olmadı. Hastada Kusmaul Solunum gelişti, ATG infuzyonunun 12. Saatinde multiorgan yetmezliği tablosu gelişti. Akut böbrek yetmezliği, dirençli metabolik asidoz, hiperpotasemi nedeniyle acil hemodiyalize alındı. Solunum yetmezliği nedeniyle hasta yoğun bakıma alınarak entube edildi. ATG infuzyonunun 13. Saatinde hasta solunum arresti oldu, CPR uygulaması sonrası sinus ritmi tekrar sağlandı. Hipotansif seyreden hastada vasopressor tedaviye ragmen normotansiyon sağlanamadı, 3,5 saatlik hemodiyaliz sonrası metabolic asidozu düzelmedi. Hastanın tüm enjeksiyon bölgelerinden fışkırır tarzda kanaması devam etti. ATGden sonraki20. Saatte anürisi devam eden hastaya hemodiyafiltrasyon başlandı.ATG tedavisinin 30. Saatinde hastada tekrar solunum arresti gelişti, 45 dakikalık CPR tedavisine yanıt vermeyen hasta exitus oldu. Anahtar Kelimeler: ATG, Yaygın damar içi pıhtılaşması, myelofibrozis 152 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi İmmünobiyoloji ve İmmün Yeniden Yapılanma Bildiri:0117 P-043 HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI GUİLLİAN-BARRE SENDROMU; TÖRAPÖTİK PLAZMA DEĞİŞİMİNİN YERİ. Zafer Gülbaş1, Hasan Atilla Özkan2, Serap Kural1, Neslihan Tiryaki1, Ufuk Güney Özer1. 1Özel Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi, Kemik İliği Nakil Merkezi, Gebze/Kocaeli. 2Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Guillain Barre Sendromu (GBS), sıklıkla hızlı progresif, asendan, simetrik güçsüzlük ve arefleksi ile karakterize akut inflamatuar polinöropatidir. Guillain Barre Sendromunun, T hücre aktivasyonu sonucu periferik sinirlerin antijenik proteinlerine karflı antikorların üretimi ile sonuçlanan otoimmun bir hastalık oldu¤u düşünülmektedir.Tablo sıklıkla nonspesifik enfeksiyondan birkaç gün veya haftalar sonrasında ortaya çıkan progresif güçsüzlük,eşlik eden hafif duysal semptomlar ve albuminositolojik dissosiasyonla karakterizedir. Hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) sonrası GBS gelişin olgular bildirilmiştir ve GBS gelişimi kemoterapi toksisitesi ve viral enfeksiyonlar ile ilişkilendirilmiştir. Biz de merkezimizde HKHN sonrası GBS gelişen 2 olguyu sunmayı amaçladık. Yöntem: Özel Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi, Kemik İliği Nakil Merkezinde Temmuz 2010 - Temmuz 2013 tarihleri arasında allojeneik HKHN yapılan 257 hastadan 2’sine (0,8%) klinik, beyin omirilik sıvı (BOS) incelemesi ve elektromiyografi (EMG) bulguları doğrultusunda GBS (veya varyantı) tanısı konuldu. Bu olgularda tetikleyici nedenler araştırıldı. Iv immünoglobulin (IVIg) 1 gr/kg/ gün dozunda 2 gün uygulandı. Metilprednisolon 1 mg/ kg/gün dozunda verildi. Yanıtsız olguda törapötik plazma değişimi tedavisine geçildi. Bulgular: Olgu 1: 31 y, K, AML tanılı hastaya busulfan + siklofosfamid hazırlama rejimini takiben HLA eş kardeşinden HKHN yapıldı. Febril nötropeni atağını FUO olarak geçirdi. Grade II cilt GVHD atağı steroid ile kontrol altına alındı. Engraftmanları beklenen sürede gerçekleşti. Kontrol kemik iliği sitolojik ve akım sitometrik incelemsinde tam remisyonda olduğu görüldü. +28. gün kimerizm testi 100% donör lehine raporlandı. Taburculuğa hazırlanırken +45. günde GBS benzeri nörolojik bulguları gelişti. Kranial görüntüme normal iken BOS proteini artmış saptandı. IVIg + steroid tedavisine yanıt alınamadığından törapötik plazma değişimi tedavisine geçildi. Toplam 10 plazma değişimi sonrası klinik olarak tam yanıt alındı. Olgu 2: 47 y, E, MDS transforme AML tanısı ile fludarabin + busulfan hazırlama rejimi sonrası HLA eş kardeşinden allojeneik HKHN yapıldı. Ayaktan sorunsuz takipte iken +69. günde polinöropati tablosu ile yatırıldı. Kranial görüntüme normal iken BOS proteini artmış saptandı. EMG tetkikinde ağır aksonal polinöropati tespit edildi. Viral enfeksiyon ya da GVHD saptanmadı. IVIg + steroid tedavisine yanıt alınamadığı. Solunum kasları tutulduğundan mekanik ventilasyon cihazına bağlandı. Törapötik plazma değişimi + thioctazid tedavisine geçildi. Klinik ve EMG bulguları doğrultusunda tam yanıt elde edildi. 6-8 Mart 2014, Antalya Sonuç: GBS, HKHN sonrası gelişebilen nadir ancak ciddi komplikasyonlardan biridir. Farkındalık ve erken tanı hastalığın seyri açısından önemlidir. Sebebe yönelik tedavi ile birlikte IVIg + steroid ilk tedavi seçeneği olmakla birlikte yanıt alınamayan olgularda beklenmeden törapötik plazma değişim tedavisine geçilmelidir. Anahtar Kelimeler: Allojeneik, Guillian-Barre Sendromu, Kök hücre nakli, Törapötik plazma değişimi Bildiri:0193 P-044 ALLOGENEİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI ANTİ-HLA VE ANTİ-GSTT1 ANTİKORLARININ NAKİL BAŞARISI ÜZERİNE ETKİSİ. İpek Yönal1, Çiğdem Kekik2, Fatma Savran Oğuz2, Sebahat Usta2, Sonay Temurhan2, Duygu Batu Demir1, Sevgi Kalayoğlu Beşışık1, Fatma Deniz Sargın1. 1İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul. 2İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul Allogeneik Kök Hücre Nakli (AKHN) sonrası greft yetmezliği hayatı tehdit eden bir komplikasyondur. HLA uyumsuz vericilerden AKHN yapılan hastalarda donör spesifik anti-HLA antikor ve anti-Glutatyon S-transferaz T1 (antiGSTT1) antikor varlığı, graft versus host hastalığı (GVHH) ve greft yetmezliği ile ilişkilendirilmiştir. Çalışmamıza İstanbul Tıp Fakültesi Hematopoetik Kök Hücre Nakli Ünitesi’nde 1996 ile 2013 arasında AKHN yapılan ortalama nakil yaşı 33 yıl (SD 10.76) olan 68 hasta (41 erkek, 27 kadın) dahil edildi. ELİSA testi ile tüm hastalarda anti-HLA ve 45 hastada anti-GSTT1 antikorları araştırıldı. Bu antikorların akut/kronik GVHH gelişimi ve greft yetmezliği üzerine etkisi incelendi. 68 hastanın 53’ünde kök hücre kaynağı periferik kandı. En sık tanılar AML (n=25) ve ALL idi (n=12). En sık kullanılan HR Bu-Cys olmak üzere (n=47) toplam 53 hastada miyeloablatif rejim kullanıldı. 61 kardeşten (6/6 uyumlu) ve 7 akraba dışı vericiden (4’ü 10/10 uyum, 3’ü 9/10 uyum) AKHN yapıldı. 43 hasta (%64.7) vericisi ile ABO uyumluydu. 14 hasta nüks etti (%20.5) ve 10 hasta vefat etti (%14.7). 19 hastada akut GVHH (%27.9) ve 24 hastada kronik GVHH (%35.2) gelişti. Verici ortalama yaşı 33 yıl (SD 11.08) olup 49’u erkek ve 19’u kadındı. AKHN sonrası ortalama 36.ayda (SD 53.7) alınan serum örneklerinde 8 hastada (%11.7) PRA Sınıf I antikoru saptandı. 5 hastada PRA Sınıf I ve PRA Sınıf II antikoru birlikteliği (%7.3) saptandı. PRA Sınıf I antikoru olan hastaların 5’i (%62.5) ve PRA Sınıf I ve II antikoru birlikteliği olan hastaların 3’ü (%60) hayatını kaybetti. Anti-GSTT1 antikoru araştırılan 45 hastanın 2’sinde (%4.4) bu antikorun pozitifliği gözlendi. Anti-HLA antikoru ve anti-GSTT1 antikoru taşıyan hastaların özellikleri tablo I ve tablo II’de özetlenmiştir. Çalışmamızda anti-HLA antikorlarının akut/kronik GVHH, greft yetmezliği ve relaps üzerine etkisi gösterilemedi (p>0.05). Anti-HLA ve anti-GSTT1 antikoru saptanan olgularımızın hepsi kardeşten nakilli idi. PRA Sınıf I antikoru olan 8 hastanın 6’sı (%75) ve PRA Sınıf I ve II antikor birlikteliği saptanan 5 hastanın hepsi (%100) kadın idi. Kadın hastalarda anti-HLA varlığı istatistiksel olarak anlamlı bulundu (sırasıyla %22.2, %4.8, p=0.05). PRA Sınıf I antikorunu taşıyan hastalarda mortalite oranı, bu antikoru taşımayan hastalara göre belirgin yüksek bulundu (sırasıyla %62.5, %8.3; p=0.001). PRA Sınıf I ve Sınıf II antikor birlikteliği bulunan hastalardaki 153 mortalite oranı, bu antikorları taşımayan hastalara göre belirgin yüksek saptandı (sırasıyla %60, %11.1; p=0.02). PRA Sınıf I antikorlarının AKHN sonrası seyir üzerine etkisi tablo III’de özetlenmiştir. Sonuç olarak çalışmamızda PRA Sınıf I anti-HLA antikorlarının mortalite üzerine anlamlı bir etkisi olduğu gösterildi. HLA uyumsuz nakillerde önemi gösterilen anti-HLA antikorlarının, HLA uyumlu nakillerde de önemli olabileceğini ve bu konudaki araştırmaların olgu sayısı arttırılarak desteklenmesi gerektiğini önerebiliriz. Anahtar Kelimeler: Allogeneik Kök Hücre Nakli, anti-HLA antikor, anti-Glutatyon S-transferaz T1 antikoru Tablo 1. Anti-HLA antikoru saptanan hastaların özellikleri Olgu/tanı nakil verici Donör PRA PRA Akut Kronik OS PFS Relaps Sağkalım yaş/C yaş/C tipi Sınıf I Sınıf GVHH GVHH (ay) (ay) II 1/KML 23/E 10/E Kardeş + dönüşümlü ALL - yok yok 14 3 var Ölü 49/E 46/E Kardeş + *2/MDS 5q delesyonu - var yok 4 4 yok Ölü 3/Aplastik 33/K 29/K Kardeş + anemi - yok var 26 26 yok Hayatta 4/AML Bildiri:0088 P-045 KÖK HÜCRE NAKLİNDE PROFİLAKTİK ANTİBİYOTİK UYGULAMASI FEBRİL NÖTROPENİK ATAK SIKLIĞINI AZALTMAKTADIR. Melda Cömert1, Ayhan Dönmez1, Ayşenur Arslan2, Murat Tombuloğlu1. 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir. 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Amaç: Oral profilaktik antibiyotik uygulamasının febril nötropenik atak (FNA) sıklığını azalttığı bilinmesine karşın kök hücre naklinde profilaksi uygulaması ile ilişkili ayrıntılı bilgiler yoktur. Çalışmamızda hematopoetik kök hücre naklinde profilaktik antibiyotik uygulamasının etkinliğini ortaya koymayı amaçladık. Gereç-Yöntem: 2005 - 2012 yılları arasında kök hücre nakli uygulanan 135 hastanın (E / K: 79 / 56; ortanca yaş: 49) sonuçları geriye dönük olarak değerlendirilmiştir. Ulaşabildiğimiz değişkenler (yaş, tanı [multipl myelom: 59, lenfoma: 45, akut lösemi: 25, diğer: 6], profilaktik antibiyotik kullanımı [kullanan / kullanmayan: 34/K 32/E Kardeş + + yok yok 12 2 var Ölü 5/KML 38/K 50/E Kardeş + dönüşümlü ALL + yok var 40 16 yok Ölü 92 / 43], cinsiyet, nakil tipi [otolog / allojeneik: 99 / 36]) ile FNA, kültür pozitifliği, CMV pozitifliği ve mantar enfeksiyonları (olası ve kesin) arasındaki ilişki araştırılmıştır. Çok değişkenli yöntem (lojistik regresyon analizi) ile tanımlanan değişkenlerin FNA, kültür pozitifliği, CMV pozitifliği ve mantar enfeksiyonları üzerine etkileri (risk oranı = RO) belirlenmiştir. İstatistik değerlendirmeler SPSS 16.0 programı ile yapılmış ve anlamlılık eşik düzeyi p = 0.05 olarak kabul edilmiştir. 6/AML 50/K 46/E Kardeş + + var yok 44 44 yok Hayatta Bulgular: Doksan iki (%68.1) hastamıza profilaktik antibiyotik uygulandığını belirledik. Profilaktik antibiyotik uygulaması FNA sıklığını azaltırken (RO = 0.199, p = *7/MDS 30/K 31/E Kardeş + + var yok 3 3 yok Hayatta 8/AML 46/K 43/E Kardeş + + yok yok yok Ölü 136 136 OS: Tüm yaşam süresi, PFS: Progresyonsuz yaşam süresi, *2 ve 7 numaralı olgularda serum örneği nakilden önce alınmakla beraber 1, 3, 4, 5, 6 ve 8 numaralı olgularda sırasıyla naklin 10., 4., 4., 5., 23. ve 132. ayında alınmıştır Tablo 2. Anti- GSTT1 antikoru saptanan hastaların özellikleri Olgu/ nakil verici Donör PRA PRA Akut Kronik OS PFS Relaps Sağkalım tanı yaş/C yaş/C tipi Sınıf I Sınıf GVHH GVHH (ay) (ay) II 1/ALL 34/K 32/E Kardeş - - yok yok 15 15 yok Hayatta 2/KML 57/E 41/E Kardeş - - yok yok 88 88 yok Hayatta Tablo 3. PRA Sınıf I antikorlarının AKHN sonrası seyir üzerine etkisi PRA Sınıf I antikor varlığı n (%) PRA Sınıf I antikor yokluğu n (%) P değeri 8 60 - AKHN sonrası relaps 2 (%25) 12 (%20) 0.66 Akut GVHH 3 (%37.5) 16 (%26.6) 0.67 Kronik GVHH 2 (%25) 22 (%36.6) 0.702 Ölüm 5 (%62.5) 5 (%8.3) 0.001 Olgu sayısı 154 Sonuç: Kök hücre naklinde profilaktik antibiyotik kullanımı kültür pozitifliği, CMV pozitifliği ve mantar enfeksiyon sıklığını etkilemeden FNA sıklığını önemli derecede azaltmaktadır. Sekiz yıllık sonuçlarımıza göre kök hücre naklinde profilaktik antibiyotik uygulaması güvenle kullanılabilecek etkin bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler: Kök Hücre Nakli, Febril Nötropeni, Antibiyotik Proflaksisi Bildiri:0089 P-046 KÖK HÜCRE NAKLİNDE PROFİLAKTİK ANTİBİYOTİK UYGULAMASI YAMANMA SÜRELERİNİ ETKİLEMEMEKTEDİR. Melda Cömert1, Ayhan Dönmez1, Ayşenur Arslan2, Murat Tombuloğlu1. 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir. 2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir OS: Tüm yaşam süresi, PFS: Progresyonsuz yaşam süresi, *1 ve 2 numaralı olgularda serum örneği sırasıyla naklin 4. ve 68. ayında alınmıştır. AKHN 0.04), kültür pozitifliği (RO = 0.85, p > 0.05), CMV pozitifliği (RO = 0.66, p > 0.05) ve mantar enfeksiyonları (RO = 0.91, p > 0.05) sıklığını etkilememektedir. Amaç: Kemoterapi uygulamalarında oral profilaktik antibiyotik uygulaması son yıllarda giderek artan sıklıkta kullanılmasına rağmen nakil üzerine etkileri ayrıntılı olarak bilinmemektedir. Çalışmamızda hematopoetik kök hücre naklinde profilaktik antibiyotik uygulamasının yamanma süreleri üzerine etkilerini ortaya koymayı amaçladık. Gereç-Yöntem: 2005 - 2012 yılları arasında kök hücre nakli (otolog: 93, allojeneik: 38) uygulanan 131 hastanın (E / K: 78 / 53; ortanca yaş: 50) sonuçları geriye dönük 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi olarak değerlendirilerek profilaktik antibiyotik (verilen / verilmeyen: 89 / 42) kullanımları ile trombosit ve nötrofil yamanma süreleri belirlenmiştir. İstatistik değerlendirmeler Graphpad 4.03 programında non-parametrik testler kullanarak yapılmış, anlamlılık eşik düzeyi p = 0.05 olarak kabul edilmiş ve sonuçlar ortanca (en düşük - en yüksek) olarak sunulmuştur. Bulgular: Seksen dokuz (%67.9) hastamıza profilaktik antibiyotik (levofloksasin / siprofloksasin: 78 / 11) uyguladığımızı saptadık. Ortanca nötrofil yamanma süresi 11 (8 - 36) gün ve trombosit yamanma süresi 13 (0 - 100) gün olarak belirlendi. İki hastada trombosit yamanması gerçekleşmedi. Antibiyotik profilaksisi uygulanmayan grup ile karşılaştırıldığında, profilaksi alan grupta nötrofil (11 [8 - 36] gün karşın 12 [9 - 38] gün, p>0.05, sırasıyla) ve trombosit (13 [0 - 100] gün karşın 13 [7 - 100] gün, p>0.05, sırasıyla) yamanma süreleri farklı bulunmadı. Sonuç: Kök hücre naklinde sıklıkla uygulanan profilaktik antibiyotik kullanımı gerek trombosit gerekse nötrofil yamanma sürelerini etkilememektedir. Febril nötropenik atak riskini anlamlı azalttığını gösterdiğimiz çalışmamız ile birlikte değerlendirildiğinde kök hücre naklinde profilaktik antibiyotik kullanılması uygun ve güvenli bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler: Kök Hücre Nakli, Antibiyotik Proflaksisi, Yamanma Süreleri Bildiri:0119 P-047 RATLARDA PROKARBAZİNİN YOL AÇTIĞI TESTİKÜLER TOKSİSİTENİN ENGELLENMESİNDE MELATONİNİN ETKİNLİĞİ. Vural Kesik1, Bilal Fırat Alp2, Ercan Malkoç2, Nuri Yiğit3, Mehmet Saldır4, Onur Erdem5, Oğuzhan Babacan1, Emin Özgür Akgül6, Yavuz Poyraz7, Nadir Korkmazer4, Mustafa Gülgün4. 1Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji ve Onkolojisi Bilim Dalı, Ankara. 2Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Üroloji Bilim Dalı, Ankara. 3Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Patoloji Bilim Dalı, Ankara. 4Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Ankara. 5Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Toksikoloji Bilim Dalı, Ankara. 6Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Biyokimya Bilim Dalı, Ankara. 7Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Bilim Dalı, Ankara Giriş: Prokarbazin, lenfoma tedavisine kullanılan etkin bir kemoteropötik ilaçtır, bununla beraber testiküler toksisitesi kullanımını sınırlandıran bir faktördür.Tedavide testiküler fonksiyonların korunması için hormonal ve antioksidan tedavi ve ek olarak sperm kriyoprezervasyonunu içeren farklı yollar denense de sonuçlar tatmin edici olmamıştır. Prokarbazin tek dozda bile steriliteye yol açtığı iyi bilinen bir ajandır ve korunmada N asetilsistein ve askorbat gibi antioksidanlar ile başarılı sonuçlar bildirilmiştir. Bu nedenle çalışmamızda rat modelinde güçlü bir antioksidan olan melatoninin prokarbazine bağlı testiküler toksisiteden korunmadaki etkisi araştırıldı. Materyal Metod: Çalışmamızda kontrol grubunda 7, prokarbazin grubunda 8, prokarbazin ve melatonin grubunda ise 6 rat (2 rat deney esnasında ex oldu) kullanılmıştır. Prokarbazin (P) grubunda prokarbazin 62.5 mg/kg/hafta dozunda haftada bir kez peroral gavaj yardımıyla 4 hafta verildi (total doz: 250 mg/kg) ve PM grubunda (prokarbazin + melatonin) 10 mg/kg melatonin haftanın 5 günü günlük peroral uygulamalarla 4 hafta verildi (toplam: 20 gün). Çalışma 90. günde sonlandırıldı. Sonuçlar: Prokarbazin ve PM gruplarının testiküler genişlik, uzunluk, ağırlık, sperm AB, sperm A, spermatogonya, 6-8 Mart 2014, Antalya sertoli hücreleri, seminifer tübül ve germinatif tabaka kalınlığı konrol grubu ile karşılaştırıldığında düşük saptandı. Ayrıca bu parametreler göz önünde bulundurulduğunda P ve PM grupları arasında anlamlı bir farklılık bulunmadı. Sertoli ve spermatogonya fonksiyonları ile testosteron ve FSH düzeyleri melatonin verilen grupta korunmuş olarak saptandı. Melatonin, malondialdehid (MDA) düzeyini anlamlı derecede düşüktü ve glutatyon peroksidaz (GPx) ve nitrit nitrat (NO2/NO3) gibi antioksidan enzim düzeyleri korundu. Tartışma: Melatonin, prokarbazinle tedavi edilen hastalarda testiküler fonksiyonları korunmasında katkıda bulunabilir ve bilinen bir yan etkisi olmadığından kemoterapi ile birlikte kullanılabilir. Anahtar Kelimeler: prokarbazin, spermiyotoksisite, sterilite, melatonin, yan etki, çocuk, kemoterapi Bildiri:0121 P-048 ALLOJENEİK HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI GELİŞEN BK VİRUS İLİŞKİLİ HEMORAJİK SİSTİT. Ömür Gökmen Sevindik, Şerife Medeni Solmaz, Abdullah Katgı, Celal. Acar, İnci Alacacıoğlu, Özden Pişkin, Mehmet Ali Özcan, Fatih Demirkan, Bülent Ündar, Güner Hayri Özsan. Dokuz Eylül Üniversitesi Hematoloji Bilim Dalı, İzmir BK virus enfeksiyonlarıhematopoietik kök hücre nakli sonrası gelişen hemorajik sistit ayırıcı tanısında mutlaka akılda tutulmalıdır. BK virus enfeksiyonu ile CMV reaktivasyonları da literatürde bildirilmiştir. BK virus ilişkili hemorajik sistitin standardize edilmiş bir tedavi yaklaşımı ve antiviral önerisi bulunmamakla birlikte mesane irrigasyonu, florokinolon, leflunomid, düşük veya yüksek doz sidofovir kullanımı denenmiş bazıları ile yüksek başarı oranı yakalanmıştır. Özellikle ülkemiz koşullarında Bk viral yük tespiti ve sidofovir eldesi konusundaki güçlükler hemorajik sistit yönetimini de zora sokmaktadır. Sunancağımız vakamızda allojeneik transplantın 15. gününde hemorajik sistit gelişmiş ve etyolojik faktör olarak BK virüs virürisi ve viremisi gösterilerek tespit edilmiş ve hasta mesane irrigasyonu ve levofloksasin kullanımı ile tedavi edilmiştir. BK virus enfeksiyonu peşi sıra gelişen CMV reaktivasyonu da iv gansiklovir ile tedavi edilmiştir. Olgu Sunumu: 32 yaşındaki erkek hasta acil servise pansitopeni ile başvurdu ve yapılan incelemeler sonucunda philedelphia kromozomu pozitif pre b hücreli akut lenfoblastik lösemi tanısı aldı. Hyper-CVAD ile remisyon indüksiyonu ile remisyon sağlandıktan sonra hastaya ilk remisyonda HLA tam uyumlu kardeşinden 05.02.2013 tarihinde allojeneik hematopoietik kök hücre nakli uygulandı. Nakil sonrası sinüzoidal obstruksiyon sendromu gelişen hastanın sinüzoidal obstruksiyon sendromu defibrotid tedavisi ile geriledi. İzlemde nakilin 14. gününde hemorajik sistiti gelişen hastaya üroloji ile konsulte edilerek mesane irrigasyonu ve mesane antiseptiği başlandı. Olası etyolojik faktör olarak BK virus enfeksiyonu düşünüldüğünden hastadan hem idrar hem de periferik kan BK virüs yükü çalıştırıldı. İdrar BK virüs yükü 3*108 kopya/ml ve kan virüs yükü 2,8*103 kopya/ml olarak saptandı. Ağrılı hematürisi devam eden hastaya levofloksasin intravenöz tedavisi başlandı ve sidofovir temini için başvuruda bulunuldu. Levofloksasin ve mesane irrigasyonu ile hematürisi nakilin 34. gününde sonlanan hastanın kontrol idrar viral yükü 1,7*107 kopya/ml ve kan viral yükü 1,23*103 kopya / ml saptandı. BK enfeksiyonu 155 sonrası CMV reaktivasyonu da gelişen hastaya eş zamanlı intravenöz gansiklovir tedavisi de başlandı. İzlemde ağrılı hematürisi gerileyen hasta sidofovir kullanımına gereksinim göstermeden taburcu edildi. BK virüse bağlı ağrılı hematürisi tekrarlamayan hasta naklinin ilk senesini doldurmak üzere sorunsuz olarak takip edilmektedir. BK virüs enfeksiyonuna bağlı sistit ve nefropati allojeneik kök hücre nakli sonrası gelişen ağrılı hematürinin ayırıcı tanısında mutlaka akılda bulundurulmalıdır. Sidofovir ile renal fonksiyonlarda bozulma sık olarak bildirilmekte olduğundan son dönemde düşük doz sidofovir ve intravesikal sidofovir uygulamaları ön plana çıkmaktadır. Vakamızda ise hematüri sidofovir kullanımına gereksinim duyulmadan mesane irrigasyonu ve levofloksasin ile başarıyla tedavi edilebilmiştir. Anahtar Kelimeler: BK virüs, hemorajik sistit Bildiri:0139 P-049 çıkış yeri enfeksiyonu, tünel enfeksiyonu, port cebi apsesidir. Sistemik bulgular ise ateş, üşüme, titreme gibi baktiyemi bulguları yanında septik şoka kadar götüren tabloyu oluşturabilmektedir.Üremeyi sinyalle saptayan otomatize sistemlerde ise kateter kan örneğinin periferik ven kan örneğinden iki saat daha önce üremesi de kateter enfeksiyonuna işaret eder. Bu yöntemin duyarlılığı %91, özgüllüğü %94 olarak bildirilmiştir.Kök hücre nakli ünitemizde genel yaklaşım kateter ile ilgili komplikasyon gelişmedikçe kateterin 20-30 gün süreyle yerinde kalmasıdır. Çalışmamızda kateterlerin ortalama kalış süresi 22 gündür. Kateterin takılı kalma süresi ile kateter kolonizasyonu ve KBİ arasında doğru orantılı bir ilişki olduğu bilinmektedir. Çalışmamızda kateteri 15 gün ve daha uzun süre kalan vakalarda kateter kolonizasyonu ve KBİ daha sık olup istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptandı(p=0.04). Anahtar Kelimeler: Kemik iliği transplantasyonu, santral venöz kateter, enfeksiyon KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU YAPILAN OLGULARDA SANTRAL VENÖZ KATETER UYGULAMALARI VE ÇIKARILMA NEDENLERİ. Vildan Özkocaman1, Fahir Özkalemkaş1, Yasemin Karacan1, Cüneyt Erdoğan2, Nesrin Varol1, Ali Gül1, Tuba Ersal1, H. Erdem Gözden1, Rıdvan Ali1. 1Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Bursa. 2Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Girişimsel Radyoloji Ünitesi, Bursa. Giriş: Kemik iliği transplantasyonu (KİT) yapılacak hasta grubunda santral venöz kateterizasyon (SVK) uygulamalarıyla; güvenilir venöz yol sağlanması, yoğun kemoterapinin periferal venlerde yapabileceği ekstravazasyon ve sonuçta oluşan cilt yanıkları, nekroz gibi sorunların önlenilebilirliği sağlanabilmektedir. Kemoterapiye bağlı immunsupresyon sonucu oluşan ciddi sistemik enfeksiyonların kontrol altına alınmasında kullanılan çoklu antibiyotiklerin uygulanması, sıvı elektrolit gereksiniminin karşılanması, kemik iliğinin baskılanması sonucu gereksinim duyulan kan ve kan ürünlerinin karşılanması, kemoterapi esnasında oluşabilecek komplikasyonların izlenmesi için gerekli olan kan örneklerinin alınmasında faydası çoktur. Amaç: Otolog ve allojenik kök hücre nakli yapılan hastalarda SVK olan olgularda; kateterin çıkarılma nedeni, kateterle ilişkili bakteriyemi, kateter çıkış yeri enfeksiyonu, cep enfeksiyonu, kateter kolonizasyonunda etkenlerin dağılımını saptamak amacıyla yapıldı. Şekil 1. Kateterden izole edilen etkenlerin dağılımı (n=41) Tablo 1. Kemik iliği nakli yapılan hastalarda kateterin çıkarılma nedenleri Yöntem: Bu çalışmada Ağustos 2009 ve Aralık 2013 yılları arasında otolog ve allojenik kök hücre nakli yapılan 131 olgu retrospektif olarak incelendi. Olguların 124’ ünde juguler geçici, 6’ sında tünelli hicman kateter vardı. Kateterde üreme olup kan kültüründe farklı bir organizma üremesi kontaminasyon ya da kolonizasyon, kateter ve kan kültür örneklerinde aynı direnç paternine sahip mikroorganizma üremesi durumunda katetere bağlı kan akımı infeksiyonu (KBKAİ) olarak değerlendirildi. Bulgular:Kateter tiplerine bakıldığında 124 olguya juguler geçici kateter, 6 olguya ise hicman kateter takılmıştır. Yaş ortalamaları 51 (20-72) olup, %52.3’ü kadın, %63.1 (82) multiple miyelom, %19.2 (29) lenfoma, %17.7’ si (23) ise akut lösemidir. Ortalama kateter kalış süresi 22 gün (8-73) dür. Tartışma: Katetere bağlı enfeksiyonlar lokal ve sistemik bulgularla karşımıza çıkabilir. Lokal enfeksiyon bulguları 156 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Tablo 2. Klinik olarak enfeksiyon saptanmış hastalarda kateterle ilişkili mikroorganizma etkeni Bildiri:0153 P-050 ÇOCUKLARDA HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI GELİŞEN SİTOMEGALOVİRUS ENFEKSİYONUNUN PRE-EMPTİF TEDAVİSİNDE ORAL VALGANSİKLOVİR KULLANIMI. Musa Karakükçü, Bilgen Işık, Ekrem Ünal, Ebru Yılmaz, Fatma Türkan Mutlu, Türkan Patıroğlu, Mehmet Akif Özdemir. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, Kayseri, Türkiye Giriş: Hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) sırasında CMV PCR pozitif hastalarda pre-emptif tedavide en sık kullanılan antiviral ilaçlar gansiklovir ve foskarnettir. Her iki ilacın da intravenöz kullanılması nedeni ile hastane yatışının gerekli olması ve kemik iliği supresyonu yapması en önemli dezavantajlarıdır. Pre-emptif tedavide kullanılan diğer bir antiviral ilaç olan valgansiklovir gansiklovirin ön ilacı olup benzer etkinliğe sahiptir ve oral kullanılabilme avantajına sahiptir. Ancak çocuklarda kullanımı ile ilgili sınırlı veri mevcuttur. Bu çalışmada pediatrik HKHN sonrası gelişen CMV enfeksiyonunun pre-emptif tedavisinde oral valgansiklovirin etkinliği ve güvenilirliği araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kemik İliği Nakli Ünitesinde HKHN yapılan hastalar CMV profilaksisi için asiklovir veya valasiklovir alırken, haftada 2 kez de CMV-PCR ile takip edildi. Üst üste 2 pozitif veya tek seferde yüksek titrede CMV-PCR pozitifliği durumunda hastalara pre-emptif tedavi olarak CMV-PCR titreleri, engraftman ve klinik durumları göz önüne alınarak gansiklovir, foskarnet veya oral valgansiklovir verildi. Taburculukları sırasında CMV-PCR pozitifliği devam eden hastalar oral valgansiklovir ile taburcu edildi. Valgansiklovir tedavisi üst üste iki kez CMV-PCR negatifliği durumunda kesildi. Hastalar aralıklı fizik muayene, tam kan sayımı, böbrek ve karaciğer fonksiyon testler ve serum elektrolitleri ile takip edildi. Bulgular: Ortalama 20 aylık süre zarfında 14’ü allojenik, 6’sı otolog olmak üzere toplam 20 nakilde valgansiklovir kullanıldı. Allojenik nakillerden 6’sı MSD, 2’si MFD, 3’ü haploidentik, 2’si kord kanı nakli ve bir tanesi MUD idi. 20 vakanın 6’sı kız, 14’ü erkekti. Hastaların yaş ortalaması 7,7±5,1 (6 ay-15 yaş) idi. Hastaların tamamına valgansiklovir 15 mg/kg/doz olmak üzere 12 saatte bir verildi. Tedavinin başlangıcında hastaların ortalama CMV-PCR titreleri 940,1±737,1 (212-2500) kopya/ml idi. Tedavi başladıktan sonra ki takip CMV-PCR titreleri en yüksek 2083±2589,2 (234-9270) kopya/ml’ye kadar yükseldi. CMV-PCR pozitifliği engraftman sırasında tespit edilen 3 hastada foskarnet tedavisi ile başlanıp ardından valgasiklovire geçildi. 4 hastada ise valgansiklovir tedavisi altında CMV-PCR titrelerinde ani ve yüksek artış olmasından dolayı iv gansiklovir tedavisine geçildi. Titreler düşünce tekrar oral valgansiklovir başlandı. Hastalar naklin ortalama +26,9±15,1. (-3 ve +60.) gününde oral valgasiklovir kullanmaya başladı. Ortalama 16,5±9,9 (3-46) gün süreyle oral valgansiklovir tedavisi aldılar. Bir hastada şüpheli ALP yüksekliği ortaya çıktı. Diğerlerinde anlamlı yan etki saptanmadı. Sonuç: Oral valgansiklovir pediatrik HKHN sonrası gelişen CMV enfeksiyonlarının tedavisinde etkili ve güvenilir bir antiviral ajandır. Bu sayede hastaların tekrar hastaneye yatışları azalmıştır. Anahtar Kelimeler: Hematopoietik Kök Hücre Nakli, Valgansiklovir, CMV Bildiri:0154 P-051 HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN PEDİATRİK HASTALARDA GRANÜLOSİT TRANSFÜZYONU. Bilgen Işık, Musa Karakükçü, Ekrem Ünal, Ebru Yılmaz, Fatma Türkan Mutlu, Türkan Patıroğlu, Mehmet Akif Özdemir. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, Kayseri, Türkiye Giriş: Hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) sırasında enfeksiyonlar morbidite ve mortalitenin en önemli nedenleridir. Hastaların enfeksiyon dönemlerinde granülosit transfüzyonu ile enfeksiyon süresi ve şiddetinin azaldığına dair yayınlar olmasına rağmen Amerikan Enfeksiyon Hastalıkları Derneği granülosit transfüzyonunun rutin kullanımını önermemektedir. Bu çalışmada pediatrik HKHN sonrası nötropenik dönemde gelişen ciddi enfeksiyonların tedavisinde kullanılan granülosit transfüzyonu deneyimlerimiz sunuldu. Hastalar ve Yöntem: Beklenen nötropeni süresi 7 günden fazla olan ve geniş spektrumlu antibiyotik ve antifungal tedavi ile kontrol altına alınamayan enfeksiyon veya nedeni bilinmeyen ateş nedeni ile granulosit transfüzyon tedavisi alan 8 hastanın nakil dosyası retrospektif olarak incelendi. Bulgular: İki ailesel hemofagositik lenfohistiyositozis, bir Griscelli sendromu, bir Fankoni aplastik anemisi, bir ALL ve üç nöroblastom hastasına yapılan; bir haploidentik, iki MSD, iki MFD ve 3 otolog olmak üzere 8 HKHN sırasında toplam 20 granülosit infüzyonu verildi. Dört hastada ateş kaynağı olarak sepsis, kateter enfeksiyonu ve anal apse saptandı. Bu hastaların üçünün kan kültüründe üreme tespit edildi. Diğer 4 hastada ise belirgin bir odak 6-8 Mart 2014, Antalya 157 bulunamadı, ancak ciddi mukozit ve genel durum düşüklüğü vardı. Hastalarda 3-4 dereceden mukozit ve ortanca 141 mg/dl CRP değerleri tespit edildi. Ortanca nötropeni süreleri 8 gün, ortanca ateş süreleri 4.5 gün bulundu. Naklin ortanca +6.5. gününde hastalara granülosit infüzyonu verildi. Bu dönemde hastaların ortanca beyaz küre değerleri 65/mm3, nötrofil değerleri 30/mm3 idi. Hastalara ortanca 120 400/mm3 beyaz küre infüzyonu yapıldı ve ertesi gün beyaz küre değerleri ortanca 2670/mm3 e çıkarıldı. Beş hastada ertesi gün, 2 hastada 2 gün sonra, 1 hastada ise 4 gün sonra ateşler düştü. Granülosit transfüzyonları sırasında ciddi yan etki izlenmedi. Myeloid engraftman ortanca +12.5 gün gerçekleşti. CMV enfeksiyonu artışı veya kimerizmde bozulma izlenmedi. Sonuç: Granülosit infüzyonu geniş spektrumlu antibiyotik ve antifungal tedavi ile kontrol altına alınamayan enfeksiyon durumlarında HKHN hastalarında erken dönemde nötropeni durumlarında da kullanılabilir görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Granülosit transfüzyon, Hematopoetik kök hücre nakli, Enfeksiyon Şekil 1. Hastanın cildindeki makulopapulonoduler candida lezyonları Sonuçta immun supresif olup yoğun antibiyotik veya kemoterapi tedavisi alan hastalardaki cilt lezyonlarında sistemik kandidiyazis de akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Candida sepsisi, Makulopapulonoduler döküntü, Kemik iliği nakli Bildiri:0174 Bildiri:0169 P-052 APLASTİK ANEMİLİ BİR HASTADA ALLOJENİK NAKİL SONRASI CİLT BULGULARIYLA PREZENTE OLAN KANDİDA SEPSİSİ. Serap Kirkiz, Arzu Duygu Dönmez, Abdurrahman Kara, Zekai Avcı, Pamir Işık, Sibel Tekgündüz, Bahattin Tunç. Ankara Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi Sistemik fungal enfeksiyonlar nötropenik ve immun suprese hastalarda sık görülür. Cilt tululumu nadirdir. Burada cilt bulguları ile kendini gösteren bir vaka sunulmuştur. Çok ağır aplastik anemi tanısı ile HLA 9/10 uyumlu kardeşinden fludarabin, siklofosfamid, ATG hazırlık rejimiyle ikinci kez kök hücre nakli yapılan 10 yaşındaki hastaya GvHD için siklosporin ve methotrexate uygulandı. Hazırlık rejimiyle birlikte flukonazol profilaksisi de başlanan hastanın +8. gününde başlayan ateşi ve mukoziti nedeniyle meropenem ve teikoplanin tedavileri başlandı. +10. gününde yaygın kemik ve kas ağrısına ek olarak saçlı deri dahil tüm ciltte makulopapülonodüler lezyonları belirdi (Resim1). Bu dönemdeki lökosit sayısı 0,2x103 /μL, Hb:9 gr/dl, platelet sayısı 23x103 /μL idi. Ateşin başlangıcında alınan periferik kan, kateter ve idrar kültürlerinde Candida Crusei (Lipozomal amfoterisin B duyarlı, flukanazol orta hassas) üremesi saptandı. Yine bu dönemde alınan cilt biyopsisi doku kültüründe de aynı antifungal duyarlılığa sahip Candida Crusei üremesi oldu. Tedavi olarak Lipozomal amfoterisin B (5mg/kg/gün) ve kaspofungin combine tedavisine ek olarak günaşırı toplam 6 kez granülosit süspansiyonu verildi. Hastanın katateri çıkarıldı. Cilt bulguları ateş ve klinik bulguları 1 hafta içerisinde düzelen hastanın tekrarlanan kan ve idrar kültürlerinde üreme gözlenmedi. İnvazif kandidiazis açısından diğer organlarda bulgu saptanmadı. Amfoterisin B 12. gününde, kaspofungin 18.günde kesildi. Primer graft yetmezliği olan hasta +50. günde genel durumu iyi olarak izlenmektedir. 158 P-053 ALLOGENEİK KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU YAPILAN HASTALARDA POLİMERAZ ZİNCİR REAKSİYONU İLE BK VİRUS TARAMASI. Fahriye Ekşi1, Tekin Karslıgil1, Mustafa Pehlivan2, Mustafa Sağlam1, Handan Haydaroğlu Şahin2. 1 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji AD. Gaziantep. 2Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Erişkin Hematoloji Bilim Dalı&KİT Ünitesi, Gaziantep Amaç: Bu çalışmada Allogenik kemik iliği transplantasyonu (AKİT) yapılan hastalarda, hematüri gelişmesi ve hastanın idrarında BK virus saptanması irdelenmiştir. Olgu: 24 yaşındaki erkek hasta Gaziantep Üniversitesi Şahinbey Araştırma ve Uygulama Hastanesi’ne halsizlik, vücutta morluk şikayeti ile başvurmuştur. Hastanın rutin tetkiklerinde hemogramda total lökosit 30800/ mm3, hemoglobin 5.6 g/dl, trombosit 47000/mm3 saptanması üzerine hastaya kemik iliği aspirasyon ve biyopsi (KİA-B) yapılmış ve %90 monoblast saptanarak AML M5 tanısı konmuştur. Translokasyonlar ve sitogenetik negatif olarak saptanmıştır. Hastaya orta riskli AML tanısı ile remisyon indüksiyonu amacıyla 7+3 kemoterapi protokolü (sitarabin ve idarubisin) başlanmıştır. Kemoterapi sonrası kontrol KİA-B’de blast: %1, flowsitometri normal, sitogenetik negatif olarak saptanmıştır. Remisyon kabul edilen hastaya konsalidasyon tedavisi verilmiştir. Kontrol KİA ve KİB’ nde blast:%1 ve flowsitometri normal olarak saptanmıştır. 2 kür yüksek doz sitarabin ile kosalidasyon kemoterapisi verilerek remisyonda olan hastaya %100 HLA uyumlu akraba donörden AKİT yapılmıştır. Hastanın AKİT’in 22. gününde iken kırmızı renkte yaygın makülopapüler döküntüleri gelişmiştir. Hastaya akut Greft Versus Host Disease (GVHD) ön tanısı ile cilt biyopsisi yapılmıştır, patoloji sonucu cilt GVHD ile uyumlu saptanmıştır. AKİT sonrası siklosporin kullanan hastada akut cilt GVHD gelişmesi nedeniyle immunsupresif tedavisi arttırılarak siklosporine ilaveten mikofenolat mofetil ve metilprednizolon başlanmıştır. Hastanın 49. günde hematürü şikayeti başlamıştır. RT-PCR ile hastadan alınan serum örneğinde BK virus DNA’sı saptanmazken, idrar örneğinde 1.105.039.372 kopya/ml saptanmıştır. AKİT sonrası profilaktik anti-viral tedavi olarak valasiklovir kullanan hastada tedavi değişikliği yapılarak valgansiklovir başlanıp, siklosporin dozu düşürülmüş, 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi metilprednizolon azaltılarak kesilmiştir. Hastadan bir hafta sonra alınan idrar örneğinde 911 milyon, sekiz gün sonraki örneğinde BK virus 110 milyon kopya/ml. olarak saptanmıştır. Bu arada yapılan mesane biyopsi’sinde, kronik inflamasyon ve trombüs saptanmıştır. Yedi gün sonraki idrarında BK virus 8.1 milyon kopya/ ml saptanmıştır. Hastanın hematüri şikayeti düzelmiştir. Hasta halen AKİT’in 83. gününde remisyonda takip edilmektedir. Hastanın idrarındaki BK virus değerleri birer hafta arayla takip edilmiş; 2,5 milyon, 313 bin, 116 bin, ve 8227 kopya/ ml olarak saptanmıştır. Allogenik kemik iliği transplantasyonu yapılan 34 hastada 104 idrar örneği çalışılmıştır. Hastalardan ilk olarak serum ve idrar örnekleri alınmakta bu hastaların idrarlarında yada serumlarında pozitiflik saptandığı taktirde takibe alınmaktadır. Ancak şu ana kadar serum pozitifliğine rastlanmadı. İdrar örneklerinde 107ve üstü pozitiflik saptanan hasta sayısı 4 (%11.8) ‘dür. Sonuç: BK virus KİT alıcılarında hemorajik sistite neden olabilir, bu hastalarda BK virus araştırılması ve tedavinin düzenlenmesi önemlidir. perikardiyal effüzyon saptanmıştır.Hastanın perikardiyosentez işlemi yapılmış ve hemorajik vasıflı örnekten yollanılan sitosantrifüjde pnl hakimiyeti olduğu görülmüştür. Gönderilen sıvı tetkikleri de eksuda vasıflı olduğu saptanmıştır. Bu süreçte hastaya karbapenem, glikopeptid, TPM/SFM, Ciprofloksasin, Vorikonazol tedavileri başlanmıştır.Hastanın perikardiyal sıvıdan gönderilen ARB negatif, kültür üremesinde ise klebsiella pnömonia üremesi olmuştur, alınan kan kültür sonucunda da pseudomonas aeroginosa üremesi olmuştur.Ayrıca hastanın plevral sıvısı da olması nedeni ile plevral sıvıdan da örneklenmiştir.Plevral sıvı örneği de eksuda vasıflı olup kültür üremesi olmamıştır. Plevral sıvıdan gönderilen ARB negatif, ADA düzeyi:53 gelmiştir. Hastanın antibiyoterapisi 3 haftaya tamamlanmıştır ve poliklinik izlemine alınmıştır. Otolog kök hücre naklini takiben gelişen ve tamponad ile sonuçlanan perikardiyal mayi gelişen olgumuzu nadir olması nedeni ile literatüre katkı sağlamak amacı ile sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: otolog kök hücre, perikardiyal tamponad Anahtar Kelimeler: Kemik iliği transplantasyonu, hematüri, BK virus, RT-PCR Bildiri:0179 P-054 RELAPS DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ LENFOMA OLGUMUZDA OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI PERİKARDİYAL TAMPONAD. Şerife Solmaz Medeni, Özden Pişkin, Ömür Gökmen Sevindik, Celal Acar, İnci Alacacıoğlu, Mehmet Ali Özcan, Fatih Demirkan, Hayri Güner Özsan, Bülent Ündar. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Kliniği,İZMİR Giriş: Otolog kök hücre nakli sonrası tamponada yol açan perikardiyal effüzyon nadir olmakla beraber allogenik kök hücre naklini takiben graft versus host hastalığına bağlı, cmv enfeksiyonuna seconder tanımlanmış olgular gözlenmiştir. Otolog kök hücre naklini takiben ise etyolojisi net ayırt edilememiş birkaç olguya literatürde rastlanmıştır. Biz de relaps diffüz büyük B hücreli lenfoma(DBBNHL) tanılı otolog nakil sonrası tamponad ile sonuçlanan perikardiyal effüzyon kliniği ile gelen olgumuzu sunuyoruz. Olgumuz 53 yaşında,kadın hasta olup şubat 2011 yılında evre 4 DBBNHL tanısı alarak 6 kür CHOP tedavisi almış (Ritüksimab allerjisi nedeni ile alamamış), izlemde relaps olması üzerine 2 kür ESHAP ve sonrasında kemosensitif olan hastaya aralık 2013 tarihinde otolog kök hücre nakli yapılmıştır. Otolog naklin dokuzuncu gününde nötrofil engrafmanı olmakla beraber izlemde trombosit engrafmanı geçiken hastaya naklin 28. gününde IVIG tedavisi verilmiş ve IVIG sonrası trombositleri çıkışa geçmiştir. Nötropeni süresince kateter enfeksiyonu dışında bir enfeksiyonu olmamıştır. Taburculuğu yapılmış olan olgumuz 3. gününde ciddi nefes darlığı ve ateş şikayeti ile acile başvurmuştur. Bu dönemde hastanın fizik bakısında tansiyon:80/50mmHg,NB:120/dk,kardiyak sesleri derinden geliyor olup akciğerde bazallerde solunum sesi azalmış.Hastanın tetkiklerinde WBC:14.3, NEU:11,PLT:85.000, HB:11.5,CRP:271, krea:1.1,LDH: 245,Prokalsitonin:1.07 olarak gelmiştir. hastanın nefes darlığı şikayeti doğrultusunda Kan gazı görülmüş ve kan gazında hipoksemisi saptanmıştır. PA akciğer direk grafide KTO artmış olan hastada kardiyoloji tarafından yapılan eko da RV önünde basıya yol açan 2.2 cm 6-8 Mart 2014, Antalya Şekil 1. Torax BT Perikardiyal-plevral mayii Bildiri:0188 P-055 FAMİLİYAL HEMOFAGOSİTİK LENFOHİSTİYOSİTOZ TEDAVİSİNDE HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ. Burçin Beken, Selin Aytaç, Barış Kuşkonmaz, Günay Balta, Mualla Çetin, Fatma Gümrük, Duygu Uçkan Çetinkaya. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı Familyal hemofagositik lenfohistiyositoz (FHL), otozomal resesif kalıtılan, kontrolsüz ve yetersiz immun yanıt ile karakterize bir hastalıktır. Altta yatan patoloji sitotoksik T lenfosit ve doğal öldürücü (NK) hücrelerin öldürme fonksiyonundaki bozukluk olup günümüzde tek küratif tedavi seçeneği hematopoetik kök hücre naklidir. Bu çalışmada; Kasım 1994 ile Aralık 2012 tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Ünitesi’nde FHL tanısı konan 57 hastanın klinik ve laboratuvar bulguları retrospektif olarak incelenmiş; hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) yapılan hastalar ve bu hastaların prognozları analiz edilmiştir. 159 FHL tanısı konan 57 hastanın 37’sinde (%65) mutasyon çalışılmış olup, bu 37 hastanın 11’inde (%30) UNC13D mutasyonu, 10’unde (%27) PRF1 mutasyonu, üçünde (%8) STX11 mutasyonunun pozitif, on üç (%35) hastada ise her üç mutasyon da negatif bulundu. Tanı anında hastaların tümünde kemik iliği tutulumu, 25 hastada da SSS tutulumu saptandı. Hastalar aldıkları tedaviler açısından değerlendirildiğinde; 32 (%56) hasta HLH-2004 protokolü, 17 (%30) hasta HLH-1994 protokolü, sekiz (%14) hasta ise sadece destek tedavisi aldığı (tanı anında genel durumu kötü olup protokol başlanamadan eksitus olanlar) görüldü. (tedavi protokolleri etoposid, siklosporin-a, deksametazon ve intratekal metotreksat+prednisolonu içermektedir) HLH-1994 protokolü alan hastaların 6’sının (%35), HLH-2004 protokolü alan hastaların da 18’inin (%56) remisyona girdiği görüldü, iki grup arasında fark saptanmadı (p=0.273). Hastaların remisyona girme süresi median 76 gün (dağılım:15-705 gün) olarak bulundu. Remisyonda olan 11 (%19) hastaya median 10 ay(dağılım: 3-74 ay) sürede tam ve kısmi uyumlu donorlerden (kardes=8, anne=1, baba=1, babaanne=1) hastanemizde HKHN( periferik kök hücre ( n=8) kemik iliği (n=5 ) yapıldı (1 hastaya relaps olması nedeniyle 3 kez HSCT yapıldı). Vericilerin HLA uyumu 8 hastada 6/6, 1 hastada 5/6, 2 hastada 10/10 olup, kullanılan hazırlık rejimleri; busulfan, siklofosfamid, etoposid, antitimositglobulin, fludarabin, melfelan, alemtuzumab ve total vücut ışınlaması idi. HKHN yapılanlardan beşi ortanca dokuz ayda (dağılım: 0.3-161 ay) kaybedilirken (3 hasta akut GVHD, 1 hasta kronik GVHD, 1 hasta IVIG’e bağlı hemolitik anemi), 6 hasta halen izlenmektedir. HKHN yapılan hastalarda beş yıllık sağkalım oranı %44 iken HKHN yapılmayan hastalarda %16 olup, iki grup arasında sağkalım açısından anlamlı fark saptandı (p=0.020). Sonuç olarak; FHL ölümcül seyirli bir hastalık olup tek küratif tedavi seçeneği HKHN’dir. FHL tanısı mutasyon çalışmalarıyla kesinleştirildikten sonra derhal uygun donör aranmaya başlanmalı ve hastalar remisyona girer girmez HKHN’ne yönlendirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Familyal Hemofagositik lenfohistiyositoz, hematopoetik kök hücre nakli Bildiri:0192 P-056 ALLOJENEİK HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKİL HASTASINDA GELİŞEN CMV ENFEKSİYONUNUN GASTROİNTESTİNAL TUTULUMUNA BAĞLI ŞİDDETLİ GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANAMASI. Ömür Gökmen Sevindik1, Tuğba Başoğlu1, Şerife Medeni Solmaz1, Göksel Bengi2, Mesut Akarsu2, İnci Alacacıoğlu1, Özden Pişkin1, Mehmet Ali Özcan1, Fatih Demirkan1, Bülent Ündar1, Güner Hayri Özsan1.1Dokuz Eylül Üniversitesi Hematoloji Bilim Dalı, İzmir. 2Dokuz Eylül Üniversitesi Gastroenteroloji Bilim Dalı, İzmir CMV enfeksiyonu allojeneik kök hücre sonrası sık karşılaşılan enfeksiyöz problemlerdendir. Pek çok sistem tutulumu ile birlikte seyredebilen CMV enfeksiyonlarında gastrointestinal tutulum nadir de olsa bildirilmektedir. Çoğu gastroenterolojik tutulumu mevcut olan vakada sıklıkla mide ve kolon mukozası etkilenmekte ve klinik silik bulgularla seyretmektedir. Şiddetli gastrointestinal sistem kanaması ile seyreden olgular literatürde nadirdir ve bu olguların yönetimi ile ilgili yeterli bilgi mevcut değildir. Sunacağımız olgu da hastanemize şiddetli gastrointestinal kanama ile başvurmuş ve kanamaya neden 160 olacak etyolojik faktör olarak çok yüksek viral yük ile birlikte cmv enfeksiyonu saptanmış bir allojeneik kök hücre nakli alıcısıdır. Olgu Sunumu: Nisan 2011 tarihinde dış merkezde Akut Myeloid Lösemi tanısı almış olan hastanın yapılan sitogenetik incelemesinde kompleks karyotipik anomali saptanmış ve hasta tarafımıza remisyonda iken kök hücre nakli amacı ile yönlendirilmiş. HLA tam uyumlu kardeşinden Kasım 2011’de allojeneik kök hücre nakli uygulanan hasta ciddi bir komplikasyon yaşanmadan naklin 35. gününde taburcu edildi. İzlemde hafif cilt GVHD’si dışında ek sorunu olmayan hasta naklin 92. gününde hastanemiz acil servisine halsizlik ve bayılayazma yakınmaları ile başvurdu ve yapılan değerlendirmede şiddetli alt GIS kanaması tespit edildi. Başvurusunda Hb değeri 3,5 g/dl olan ve trombosit değeri de 24000/microL olan hasta hemodinamik instabilite nedeni ile acilen servise yatırıldı ve intravenöz sıvı ve kan ürünü desteği başlandı. Gastroenteroloji uzmanlarınca yapılan alt GIS incelemesinde kanama odağı saptanamayan hastaya hemodinamik destek amaçlı ampirik olası CMV enfeksiyonu tutulumuna yönelik intravenöz Gansiklovir tedavisi başlandı. Hemodinamik stabilitesi sağlanan hastanın ertesi gün görülen periferik kan CMV viral yükü 1273633 kopya/ml idi. Olası kanama odağı açısından değerlendirilen hastanın yapılan çift balon enteroskopisinde jejunal ve ileal segmentlerde multipl milimetrik ülsere lezyonlar ve sızdırma şeklinde kanaması tespit edildi. Endoskopik tedavisi uygulanan hastanın izlemde aktif GIS kanaması durdu ve CMV kopya sayısı tedavinin 15. gününde 80 kopya/ml’nin altına düştü. Tekrar kanaması olmayan hasta yatışının 23. gününde oral valgansiklovir idame tedavisi ile taburcu edildi. İzlemde CMV reaktivasyonu gelişmeyen hasta nakilinin 3. yılı içerisinde komplikasyonsuz izlenmkte. Bu vaka ışığında, özellikle acil servise abondan ve şiddetli gastrointestinal kanama ile başvuran hastalarda gastrointestinal sistem tutulumu ile seyreden CMV enfeksiyonunu akılda bulundurmanın ve eğer acil şartlarda çalışılamıyor ise CMV viral yük tayinini beklemeden ampirik gansiklovir tedavisinin başlamanın hasta izlemi ve yönetimi açısından doğru ve etkili bir yaklaşım olacağı özetlenebilir. Anahtar Kelimeler: cmv enfeksiyonu, gastrointestinal kanama, gastrointestinal tutulum Bildiri:0202 P-057 ÇOCUKLARDA HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONUNDA KATETER ENFEKSİYONU GELİŞİMİNDEKİ RİSK FAKTÖRLERİ. Sibel Kandemir, Muhammed Asarkaya, Nebahat Bora Güneş, Ozan Bulut, Egzi Tezer, Nurgül Doğancı, Zeynep Kisecik, Nazife Karakoç, Zekai Avcı. Sağlık Bakanlığı Ankara Çıcuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Giriş: Hematopoetik kök hücre transplantasyonu uygulanan hastalarda, geçici veya kalıcı damar yolu için zorunlu olarak santral venöz kateterler (SVK) kullanılmaktadır. SVK uygulamalarının; uygun, güvenilir venöz yol sağlaması, yoğun kemoterapinin periferal venlerde yapabileceği ekstravazyon ve sonuçta oluşan cilt yanıkları, nekroz gibi sorunların önlenmesinde, yaşamı tehdit eden sepsis gibi ağır komplikasyonlara yol açabilmektedir. 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Kateter enfeksiyonları, kateter kayıplarının en önemli nedenidir ve kateterle ilişkili bakteriyemiler yüksek oranda mortalite ve komplikasyon riski taşımaktadır. Amaç: Bu çalışmada, ACHO Kemik İliği Nakil Ünitesi’nde 2011 ile 2014 tarihleri arasında HKHT yapılmış olan 68 hastanın kateter enfeksiyonları ve gelişimindeki risk faktörleri değerlendirilmek üzere yapılmıştır. Yöntem: Retrospektif olarak yapılan bu çalışmaya ACHO HKHN’de yapılmış olup, veriler, kayıtlardan araştırmacılar tarafından oluşturulmuş veri toplama formu ile toplanmıştır. Herhangi bir örnekleme yöntemine başvurulmayıp kliniğin açılışından verilerin toplanmasına kadar geçen sürede ACHO HKHN’de hematopoetik kök hücre transplantasyonu yapılmış olan 68hasta çalışmaya dahil edilmiş, hastalara ait tüm veriler hemşire gözlem kayıtlarından, dosyalardan ve bilgisayar sisteminden toparlanmış, SPSS programı 18.0 versiyonu kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular:Yaşları ortalama 9.6±1.3 yıl, 2-17 yaş arasında değişen, 20’si kız ve 48’i erkek toplam 68 hastanın 34’ünde (%50.0) çeşitli patojenlerin neden olduğu kateter enfeksiyonu ve bu hastaların 13’ünde periferik üreme geliştiği saptanmıştır. Hastaların 17’sine talasemi major (%25.0),11’ine akut miyelositik lösemi (%16.2), 8’ine akut lenfositik lösemi ( %11.8), 5’ine nöroblastoma (%7.4), 4’üne ağır kombine immün yetmezlik (%5.9), (%6.1), 3’üne hodgkin lenfoma (%4.4), 3’üne fankoni aplastik anemi (%4.4), 3’üne MDS (%4.4), 2’sine HLH (%2.9), 2’sine aplastik anemi (%2.9), 1’ine ataksi-telenjektazi-mix lösemi (%1.5), 1’ine wiscott aldrich senromu-nonhodgkin lenfoma(%1.5), 1’ine hiperimmünglobulin E sendromu (%1.5), 1’ine chediak higashi (%1.5), 1’ine kronik miyelositik lösemi(%1.5), 1’ine hemofagositik sendrom (%1.5), 1’ine osteopetrozis (%1.5), 1’ine Ewing Sarkom ve 1’ine T hücreli lenfoma (%1.5) nedeniyle transplantasyon yapılmıştır. Kök hücre kaynağına bakıldığında 56 hastaya kemik iliği, 12 hastaya periferik kök hücre transplantasyonu yapıldığı saptanmıştır. Allojenik nakilde otolog nakile göre efeksiyon görülme sıklığının arttığı bulunmuştur. Hastanın tanısının malign veya nonmalign olması, hazırlık rejimi, nötröpeni süresi, kateter türü, refakatçiye ilişkin faktörler, alt bezi kullanımı ve diyare görülme durumu ve süresi parametrelerinin kateter enfeksiyonu gelişmesinde etkisi çoklu regresyon analizi ile incelenmiş ve anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Kateterin yerinin enfeksiyon gelişmesine etkisi femoral kateter kullanılan hasta sayısının az olması (n:2) nedeniyle değerlendirilemiştir. Anahtar Kelimeler: Kateter Enfeksiyonları, Kök Hüce Nakli, İlişkili Faktörler Bildiri:0210 P-058 OTOLOG HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASINDA GELİŞEN BİR CMV RETİNİT VAKASI. Güldane Cengiz Seval1, Pervin Topcupğlu1, Celal İdemen2, Taner Demirer1. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı. 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Amaç: CMV retiniti, AHKHN sonrasında %1,4 oranında görülmektedir. OHKHN’de CMV enfeksiyonu riski ise çok daha düşüktür. Biz burada OHKHN sonrasında gelişen CMV retinitli bir olguyu rapor ettik. 6-8 Mart 2014, Antalya Olgu: 37 yaşında erkek hasta, 2005 yılında Hodgkin Hastalığı tanısı almış. Olgumuza 8 kür ABVD sonrasında Aralık 2013 tarihinde OHKHN yapıldı. Nakil sonrası 41. günde CMV DNA düzeyi 2042 kopya/ml olarak saptandı. Hastanın 10 gün içinde CMV titresi 12028 kopya/ ml’ye kadar arttı. Hastaya 12 saatte bir 5 mg/kg/gün gansiklovir tedavisi başlandı. Ancak tedavinin ilk gününde hastada ani görme kaybı gelişti, nörolojik değerlendirmesinde patoloji saptanmadı. Oftalmatolojik açıdan yapılan değerlendirmesinde hastaya fundus florasein anjiografi (FFA) yapılması önerildi. Yapılan FFA’da retinal venlerin etrafında beyaz lezyonlar, tomurcuklanmış ağaç görünümü şeklinde perivaskulit ile uyumlu bulunarak CMV retinitine bağlı değişiklikler olarak değerlendirildi. Gansiklovir tedavisi altında 2 gün içinde görmesi düzelen hastanın takiplerinde de 2 hafta içinde CMV titresi negatifleşti. Hasta valgansiklovir 900 mg/gün ile CMV DNA (-) olarak takip edilmektedir. Tartışma: CMV enfeksiyonları, OHKHN sonrasında nadir olarak görülmekle birlikte hastaların olası CMV reaktivasyonuna karşı dikkatli takip edilmeleri gerekmektedir. Ani gelişen görme problemlerinde CMV retiniti aklımızda bulunmalıdır. Burada sunmuş olduğumuz olgu, OHKHN sonrasında gelişen ilk CMV retiniti vakası olması nedeniyle de önemlidir. Anahtar Kelimeler: otolog hematopoetik kök hücre nakli, CMV retiniti Kordon Kanı Transplantasyonu Bildiri:0161 P-059 KORDON KANI HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE İÇERİĞİNİ BELİRLEMEK İÇİN CD34 MİKTARI VE İN VİTRO GRANÜLOSİTER KOLONİ OLUŞTURMA (CFUGM) ARASI İLİŞKİ ANALİZİ. Emine Begüm Gençer1, Pınar Yurdakul2, Handan Karakaya2, Seda Özkul2, Klara Dalva3, Meral Beksaç2. 1Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü,Ankara. 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kordon Kanı Bankası,Ankara. 3 Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesi Hematoloji Labaratuvarı,Ankara Giriş: Çeşitli in vivo kaynaklardan elde edilen hematopoietik kök hücrelerin (HKH)’lerin klinik uygulama için yeterli niteliklere sahip olup olmadığını gösteren standart yöntemlerden nakil başarısını en iyi belirleyen parametrelerden biri CD34+ HKH sayısıdır. Kordon kanı (KK) gibi kriyoprezerve edilmiş ve uyarılmamış kök hücre kaynağında, CD34‘e ilave olarak kısa ve uzun süreli progenitör hücreleri saptayan granülositer koloni oluşturma (CFU-GM) analizleri, kordon kanı transplantasyonu sonrası engrafmanı sağlayacak HKH kolonilerini belirlemek açısından kullanılan bir yöntemdir. CFU-GM ile CD34+ hücre miktarları arasında korelasyon olduğunu destekleyen yayınlar olduğu gibi aksi doğrultuda yayınlar da literatürde mevcuttur.Bu çalışmada, Ankara Üniversitesi Kordon Kanı Bankası’nda (AÜTF KKB) işlenen ve saklamaya alınan KK ünitelerinde CD34 sayıları ile CFU-GM arasında ilişki olup olmadığı araştırılmaktadır. Yöntem: Çalışmaya, 2013 yılında AÜTF KKB laboratuvarlarına gönderilen, hacim ve çekirdekli hücre (TNC) açısından kabul edilebilirlik kriterlerine uygun toplam 749 KK ünitesi arasından seçilen 46 örnek dahil edilmiştir. Eritrosit ve plazma deplesyonu sonrası 400 mikrolitre KK alınarak, öncelikle mononükleer hücre izolasyonu 161 gerçekleştirilmiş, başlangıç hücre sayısı belirlenmiş ve uygun sulandırım sonrasında yarı katı metilselüloz besiyerine ekim gerçekleştirilmiştir.7. ve 14. günlerde CFU kontrol ve sayımları gerçekleştirilmiştir. CFU oluşturan hücreler, fenotipik özelliklerin en kesin biçimde mikroskobik olarak tespit edildiği 14. gün baz alınarak CFU-GM sayıları kaydedilmiştir. Sonuç: Çalışmaya dahil edilen örneklerin fiziksel özellikleri ortalama ve ortanca değerlerine göre analiz edilmiş ve Tablo 1’de özetlenmiştir. 14. günde mikroskobik CFU-GM koloni sayısı ile CD34 hücre konsantrasyonu (hücre/μl) arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir (r=0.32). İlaveten saklanan toplam CD34 hücre sayısı ile koloni sayıları arasında korelasyon analizi yapılmış ve yine anlamlı bir ilişki gösterilememiştir (r=0.31). Değerlendirmeye alınan KK ünitelerinde CD34 hücre konsantrasyonu ve CD34 hücre sayıları ile koloni oluşturma kapasiteleri arasındaki ilişki Grafik 1/2’de gösterilmektedir. Tartışma: CD34+ hücrelerin nakil öncesi, donma/erime sonrası kalitesinin kontrol edilmesi ve CFU-GM test sonuçlarıyla ilişkilendirilmesi, KK naklinin başarısını öngörmekte seçim kriteri olarak kullanılmaktadır. CD34 sayısı ile kantitatif CFU-GM sonuçları arasında beklenen ilişkinin bulunmaması CD34 ölçümünün HKH alt tiplerini belirlemekte yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır. Araştırmamızda çok düşük CD34 sayımlarına rağmen yüksek sayıda CFU-GM kolonilerinin elde edilmiş olması bu hipotezi açıklamaktadır.Araştırmamızın devamı Aldehid Dehidrogenaz’ın akım sitometrik analizi ile CD34 ve CFU-GM kolonilerinin alt grup analizini yaparak korelasyonun niçin gözlenmediğini incelemek olacaktır. Hedef saklanan KK ünitelerinin engrafman potansiyelinin en ideal ölçüm yöntemine ulaşmaktır. Anahtar Kelimeler: Kordon Kanı, Hematopoietik Kök Hücre, CD 34, Granülositer Koloni Oluşturma (CFU-GM) Grafik 1 CFU GM/ CD34 (hücre/μl) korelasyon Grafik 2 CFU GM / CD 34 (X 106 hücre) korelasyon 162 Tablo 1. Kordon kanı üniteleri fiziksel özellikleri Ortalama CD34/μl TOPLAM CD34 X106 Ortanca (aralık) 130,283 103 (18-553) 2,83 2,10(0,4-11,9) PRE TNC (x107) 95,2413 83,05 (46,9-315,13) POST TNC(x107) 76,93 63,75 (36,10-193,20) CFU-GM(Koloni/hücre sayısı) 48,3261 31,5 (2-400) Canlılık 97,6739 98 (92-100) Bildiri:0215 P-060 ÇOK AĞIR APLASTİK ANEMİLİ BİR ÇOCUKTA UMBLİKAL KORD KANI KAYNAKLI BİR ANTİJEN UYUMSUZ AKRABA DIŞI HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU. Ahmet Emin Kürekçi, İbrahim Eker, Orhan Gürsel, Oğuzhan Babacan. Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı Giriş: Pediatrik çok ağır aplastik anemide (AA), umblikal kord (UK) kanı kaynaklı hematopoietik kök hücre transplantasyonu (HKHT) ile ilgili literatürde çok sınırlı bir bilgi birikimi mevcuttur. Burada immünsüpresif tedavilere cevap vermeyen, uygun akrabadan veya akraba dışından donör bulunamayan çok ağır AA’lı bir çocuğa, Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Pediatrik HKHT Merkezi’nde uygulanan, bir antijen uyumsuz akraba dışı UK kaynaklı HKHT sunulmuştur. Olgu: 4 yaşında kız hastanın öyküsünden, son 2 aydır mevcut olan vücudundaki morluklar şikayetiyle dış bir merkeze kabul edildiği, burada beyaz küre:3290/mm3, total nötrofil sayısı:110/mm3, hemoglobin: 10,8 g/dl ve platelet:11000 / mm3, retikülosit 3000/mm3 olarak saptandığı, kemik iliği aspirasyonunun ileri derecede hiposelüler bulunduğu ve hastanın çok ağır AA ön tanısı ile kliniğimize sevk edildiği öğrenildi. Kliniğimizde kemik iliği biyopsisinin sellüleritesi %1-2 olarak saptandı. Etiyolojiyle ilgili pozitif bir bulgu olmayan ve tam uyumlu akraba vericisi de bulunmayan hastaya, idiopatik çok ağır akkiz AA tanısı ile şikayetlerinin ortaya çıkmasından üç ay sonra BCSH protokolü başlandı. Tedaviye herhangi bir yanıt alınamayan ve uygun vericisi olmayan hastanın, transfüzyon ihtiyacının ve enfeksiyon sıklığının da artması nedeni ile tanıdan bir yıl sonra UK kaynaklı, HLA-DRB1 lokusunda bir antijen uyumsuz, akraba dışı HKHT yapıldı. Fludarabin (4x30 mg/m2/gün), tavşan kaynaklı ATG (4x3,75 mg/kg/gün) ve siklofosfamid (4x300 mg/m2/gün)’den oluşan hazırlama rejiminin ardından hastaya 6,6 x 105/kg CD34+ kök hücre infüze edildi. Graft versus host hastalığı (GVHH) profilaksisi için metotreksat ve siklosporin verildi. Sonuç: Nakil sonrası 27. günde gelişen ve steroid tedavisine cevap veren serum hastalığı dışında major bir transplant ile ilişkili toksisite, akut veya kronik bir GVHH gelişmedi. Primer engraftman yetmezliği düşünülerek + 2. ayda yapılan kemik iliği biyopsisinde yoğun eritroid progenitör hücrelerin olduğu, hiposellüler bir kemik iliği örneği mevcuttu. Bu bulguları doğrular şekilde hastada +80. günde, diğer serilerden önce eritroid engraftmanı sağlandı. Nakil sonrası 100. günde olan hastanın, myeloid ve tromboid engraftman kriterlerini karşılamasa da, son 2 aydır 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi platelet transfüzyonu ihtiyacı veya herhangi bir enfeksiyon durumu olmaksızın takibine devam edilmektedir. Tartışma: Plasental lenfositler immünolojik olarak naifdirler, bu sebeple HLA uyumsuzluğunu çok daha iyi tolere ederler. Bu da immünsüpresif tedavilere cevap vermeyen ve uygun vericisi olmayan ağır AA hastalarında, UK’yi potansiyel bir tedavi seçeneği haline getirmektedir. Son yıllarda, literatürde bu tür hastalarda ön plana çıkan radyoterapisiz, düşük yoğunluklu hazırlama rejimlerinin sonuçları, tam kür sağlanamasa bile, bu hastalara önemli bir transplant ile ilişkili toksisite yaşatmadan, transfüzyon ihtiyacının ve enfeksiyon riskinin azalması şansını vermesi açısından dikkat çekmektedir. Anahtar Kelimeler: Akraba dışı, akkiz aplastik anemi, çocuk, umblikal kord kanı kaynaklı nakil Kök Hücre Donörleri ve Yaşam Kalitesi Bildiri:0110 P-061 ETOPOSİD + G-CSF İLE PERİFERİK KANA KÖK HÜCRE MOBİLİZASYONU: TEK MERKEZ DENEYİMİ. Zafer Gülbaş1, Hasan Atilla Özkan2, Neslihan Başkan1, Serap Kural1. 1Özel Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi, Kemik İliği Nakil Merkezi, Gebze/Kocaeli. 2Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul Giriş: Çalışmamızda etoposid + G-CSF rejimi ile kök hücre mobilizasyon deneyimimizi sunduk. yalnızca periferik kan CD 34+ hücre sayısının mobilizasyon başarısı ile ilişkili olduğu görüldü (p<0,001). Periferik kan CD 34 sayısında her 1 birimlik artış mobilizasyon başarısızlığını 0,86 kat azaltıyordu. Periferik kan CD 34 sayısı başarısız mobilizasyon grubunda 6,2 (2,4-48,5) iken, başarılı mobilizasyon grubunda 19,4 (2-335) idi (p<0,001). On dört (11%) hastada febril nötropeni, 3 (2,4%) hastada kalp yetmezliği gelişti. Hastaların 39’u (31%) santral venöz katater, 60’ı (48%) eritrosit replasmanı ve 32’si (25%) trombosit replasmanı ihtiyacı gösterdi. Kötü mobilize olan grubun trombosit replasman ihtiyacı istatiksel olarak daha fazla bulundu (p=0,02). İki (1,5%) hastada tedavi ilişkili MDS/AML geliştiği saptandı. Sonuçlar Tablo’da özetlendi. Sonuç: Etoposid + G-CSF rejimi genel olarak kötü risk profiline sahip olan hastalarımızın %83’nde başarılı bir kök hücre mobilizasyonu sağlamıştır. Mobilizasyon başarısı periferik kan CD 34+ hücre sayısı ile ilişkilidir. Çalışmamız, etoposid + G-CSF rejiminin mobilizasyon başarısını negatif yönde etkilediği bilinen faktörlerden etkilenmediğini ve genel olarak iyi tolere edildiğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Etoposid, Kök hücre, Mobilizasyon Tablo 1. Kök hücre mobilizasyon başarısını etkilemesi olası değişkenlerin analizi Materyal-Method: Temmuz 2010 ile Mayıs 2013 tarihleri arasında etoposid + G-CSF rejimi ile kök hücre mobilizasyonu yaptığımız 126 hastanın verileri analiz edildi. Etoposid 1600 mg/m2 dozunda 24 saatlik infüzyon şeklinde uygulandı. G-CSF, kemoterapi bitiminden 24 saat sonra başlandı ve kök hücre toplama işleminin sonuna kadar 30 miü sc olarak uygulandı. <2 miü/kg kök hücre toplanması (1-2 seans) başarısız mobilizasyon olarak kabul edildi. Mobilizasyon rejiminin başarısı ve güvenilirliği analiz edildi. Bulgular: Hastaların 82’si erkek, 44’ü kadındı. Hastaların ortanca yaşı 47.5 yıl (16-73) idi. 81 hasta (%64) lenfoma (NHL ve HL), 26 hasta (%21) multipl miyeloma (MM), ve 19 hasta (%15) non-hematolojik maligniteye (NHM) sahipti. Hastaların 51%’i (n=64) mobilizasyon öncesi aktif/rezidüel hastalığa sahipti. On beş hasta (12%) daha önce otolog kök hücre nakli tedavisi almıştı. Hastaların 20%’si (n=25) en az bir siklus melphalan/fludarabin/ lenalidomid tedavisi görmüştü. Otuz dokuz hasta (31%) radyoterapi tedavisi almıştı. Hastalar daha önceden ortanca 2 (1-5) farklı kemoterapi rejimi almıştı. Tanı anından mobilizasyon rejimine kadar geçen ortanca zaman 21.5 ay (4-228) idi. Ortanca CD 34+ hücre sayısı 11.25 (2-235) idi. 126 hastanın 104’ünde (%83) ortanca 3 seansta (1-7) >=2 miü/kg kök hücre toplandı. Yetmiş yedi (61%) hastada ise >=2 miü/kg kök hücre ilk 1-2 seans da toplandı. Yeterli kök hücre toplanan hastalardan kardiyak komplikasyon gelişen biri hariç tümüne otolog kök hücre nakli tedavisi uygulandı. Mobilizasyon başarısını etkileyen faktörler incelendiğinde univariate analizde CD 34+ hücre sayısı, KT rejim sayısı ve M/F/L kullanımı anlamlı bulundu (sırasıyla, <0,001, 0,008 ve 0,016). Multivariate analizde ise 6-8 Mart 2014, Antalya KT: kemoterapi; RT; radyoterapi; M: melphelan; F: fludarabin; L: lenalidomid; KHN: kök hücre nakli; *: ortanca Bildiri:0127 P-062 ALLOGENEİK KÖK HÜCRE NAKLİ TEDAVİSİ İÇİN AİLE İÇİ GÖNÜLLÜ VERİCİLERDE HLA DOKU TİPİ UYUM SIKLIĞI VE GÖNÜLLÜLÜK DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ. Zühre Kaya1, Burcu Çalışkan3, Sevim Gönen2, Ayşe Betül Ünal3, Zeynep Kemer3, Enes Değirmenci3. 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı. 2Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Doku Tiplendirme Laboratuvarı. 3 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gazi-KÖK çalışma grubu öğrencileri Giriş: Allogeneik kök hücre nakli, malign veya nonmalign hastalarda HLA (human lökosit antijen) doku tipi uygun verici bulunması durumunda uygulanabilecek bir tedavi yöntemidir. Aile içinden doku tipi uygun kardeş verici bulma oranı %25-30 iken akraba dışı verici bulma olasılığı oldukça düşüktür. Ülkemizde ise doku tipi uygun kardeş vericisi olmayan bir hastanın akraba dışı verici bulma olasılığı gelişmiş ülkelere göre çok düşüktür. 163 Biz bu araştırmada geriye dönük olarak allogeneik kök hücre nakli için alıcı-verici doku tipi uyumunun kardeş ve kardeş dışı genişletilmiş aile taraması ile saptanma sıklığı ve vericilerin gönüllülük durumunun değerlendirilmesini amaçladık. Yöntem: Hastanemiz doku tiplendirme laboratuarında 2005-2013 yılları arasında malign veya nonmalign hastalık nedeniyle allogeneik kök hücre nakli planlanmış ve HLA doku tipi kaydı bulunan çocuk alıcı ve aile içi vericilerin kayıtları geriye dönük olarak tarandı. Alıcı ve vericilerin yaş, cinsiyet, HLA Class I ve Class II (Luminex PCRSSO) doku tipi sonuçları ve iletişim bilgileri SPSS 16,0 programına kaydedilerek uygun istatistiksel yöntemlerle analiz edildi. Çalışma için Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi klinik araştırmalar etik kurulundan onay alındı. Sonuçlar: Hastanemiz doku tiplendirimi laboratuarında 2005-2013 yılları arasında malign veya nonmalign hastalık nedeniyle allogeneik kök hücre nakli planlanmış 181 çocuk alıcı ve 825 vericilerinin HLA doku tipi kaydına ulaşıldı. Taramalarda 825 vericiden, 344 (%42)’ ünün HLA 6/6 aile içi identik vericisi olduğu tespit edildi. Nakil ihtiyacı olan 181 alıcıdan sadece 70 (%39) tanesinin HLA doku tipi uyumlu aile içi vericisi olduğu saptandı. Bu vericilerden 56 tanesi kardeş (%80), geriye kalan 14 tanesi kardeş dışı verici (%20) (anne (n:2)(%14 ), baba (n:8) (%58), dayı, teyze, amca ve hala çocukları (n:4)(%28)) idi. Nakli planlanan hasta için verici olmayı kabul etmiş olan sağlıklı gönüllülere kendi yakını dışında bir hasta için de bağışcı olup olmayacağı konusunda soru sorulması planlandı. Bu amaçla vericilerin yakını olan alıcıların iletişim bilgilerine ulaşıldı. Alıcıların 76 sinin telefon kaydı bulunamadı, kaydı bulunan 105 alıcıdan 36’sına ise ulaşılamadı, sadece 69 alıcıdan yanıt alınabildi. Ulaşılan alıcıların toplam 447 aile bireylerinden 132 (%30) si kendi akrabası dışındaki bir hasta için verici olmayı kabul ederken, 22 (%5) si verici olmayı kabul etmedi. Geriye kalan 293 (%65) verici ise konuşma anında kararsızdı; sonra geri döneceklerini bildirdiler. Tartışma: Araştırmamızda aile içi kardeş dışı doku tipi uygun verici bulma oranının kardeş verici oranına yakın bulunması genişletilmiş aile taraması yapılmasının yararlı olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca sadece nakli planlanan hasta için gönüllü olmayı kabul etmiş sağlıklı hasta yakınlarının ulusal bankaya da verici olarak yönlendirilmesinin ülkemizde yetersiz sayıda bulunan akraba dışı verici sayısını arttırmada küçük de olsa bir katkı sağlayacağını düşünmekteyiz. Hastalar ve Yöntem: Temmuz 2012-Aralık 2013 e kadar toplam 98 hastaya akraba dışı vericiden 104 Allo-HKHN yaptık. Ortanca yaş 32 yıl (16-62 yıl) dı. Hastaların 63 ü erkek, 35 i kadındı. Hastaların tanısı çoğunlukla akut lösemiydi (n=60; %61,2) (33 AML, 2 MDS-AML, 22 ALL, 2 bifenotipik). Geri kalanı ise 17 kemik iliği yetmezliği (9 MDS, 5 Fankoni anemisi, 2 Aplastik anemi, 1 PNH), 11 kronik miyeloproliferatif hastalık (6 KML, 2 KMML, 3 primer miyelofibrozis), 9 lenfoproliferatif hastalık (7 HL, 1 KLL, 1 mycozis fungoides) ve 1 multiple myeloma idi. Kırkyedi hasta HLA tam uyuşumlu vericiden nakil olurken, 50 hasta 9/10 allel veya antijen uyuşumsuz (7 HLA-A allel ve 11 antijen; 10 HLA-B allel ve 8 antijen; 9 HLA-DRB1 allel ve 1 antijen; 1 HLA-C allel ve 3 antijen) ve 1 hasta 8/10 (1 C antijen ve 1 DRB1 allel uyuşumsuz) vericiden Allo-HKHN olmuştur. Tablo 1. Hasta Özellikleri ve transplantayson sonuçları HLA tam uyuşum HLA tam uyuşum yok var (n=51) (n=47) Ortanca yaş, yıl (aralık) Cinsiyet (E/K), n Tanı Akut Lösemi Kemik İliği Yetmezliği Kr Miyelopro. Hast. Lenfoma Miyeloma Hazırlık rejimi yoğunluğu, MA/İYHR p 27 (16-62) 37 (17-62) 0,015* 32/15 31/20 0,45 29 9 4 5 0 30 9 7 4 1 0,78 32/25 38/13 0,48 Kök Hücre Kaynağı (Kİ/ÇK) 7/40 5/46 0,44 Engraftman, var %76,6 %82,4 0,48 Akut GvHH, var %51,1 %45,2 0,58 Akut GvHH, GrI-II vs III-IV %57,9 vs %42,1 %51,2 vs %48,8 0,71 Kronik GvHH %33,3 %48,6 0,23 Kronik GvHH yaygın %33,3 %70,5 0,07** Tüm transplant-ilişkili ölüm Erken transplant-ilişkili ölüm %46,8 %36,2 %43,1 %27,5 0,72 0,35 %37,7± %7,8 %50,1± %7,5 0,78 3 yıllık sağkalım olasılığı E: Erkek; K: Kadın, MA: Miyeloablatif, İYHR: İndirgenmiş yoğunlukta hazırlık rejimi, Kİ: Kemik İliği, ÇK: Çevre kanı * istatistiksel anlaml; ** istatistiksel anlamlı olma eğiliminde Anahtar Kelimeler: aile içi gönüllü verici, gönüllülük durumu Bildiri:0140 P-063 AKRABA DIŞI ALLOJENEİK HEMATOPOETİK HÜCRE NAKLİNDE HLA UYUŞUMUNUN ETKİSİ-TEK MERKEZ DENEYİMİ. Güldane Cengiz Seval, Pervin Topçuoğlu, Mehmet Özen, Mehmet Gündüz, Erden Atilla, Klara Dalva, Önder Arslan, Muhit Özcan, Taner Demirer, Osman İlhan, Nahide Konuk, Meral Beksaç, Günhan Gürman. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Bu çalışmada akraba dışı allojeneik hematopoetik kök hücre naklinde (allo-HKHN) HLA uyuşumunun etkisini transplantasyon sonuçlarına etkisini değerlendirmeyi amaçladık. 164 Sonuçlar: HLA tam uyuşumlu olan ile olmayanları karşılaştırdığımızda tam uyuşumlu grubun daha genç olduğu görüldü (27 yıl karşı 37 yıl, p=0,015) (Tablo). Nakil öncesi tanılar, hazırlık rejimi yoğunluğu ve kullanılan kök hücre kaynağı her iki grupta benzerdi. Toplam 6 hastaya 2.kez aynı vericiden Allo-HKHN yapıldı. Bu hastaların biri dışında hepsine birincil graft yetersizliği nedeni ile ikinci nakil gerekti. Bir hastada hastalık nüksü olduğu için 2.kez allo-HKHN yapıldı. Graft yetmezliği olan 5 hastadan 4 ünde verici HLA tam uyumlu, birinde 9/10 HLA-DRB1 allel uyumuzdu. Graft yetmezliği olan bir hastada 2.allo-HKHN sonrası başarılı hematopoetik toparlanma gerçekleşti. Transplantasyon sonrası akut ve kronik GvHH sıklığı, erken ve tüm transplantasyon ilişkili ölüm ve de toplam sağkalımın HLA uyuşumsuzluğundan 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi etkilenmediği görüldü. Yalnızca kronik yaygın GvHH HLA tam uyuşumlu grupta sıklığı fazla olma eğilimindeydi (p=0,07). periferik kas kuvvetini iyileştirmek için yeterli olmayabilir. İnspiratuar kas eğitiminin allo-HKHN güvenli ve etkili bir pulmoner rehabilitasyon yaklaşımıdır. Sonuçta HLA tam uyuşumlu olan ile 1 allel ve/veya antijen uyuşumsuz nakiller karşılaştırıldığında sonuçların benzer olduğu görülmektedir. Bundan sonraki hedefimiz vaka sayısı arttığında HLA alltiplerindeki uyuşumsuzluğun transplantasyon sonuçlarını karşılaştırmaktır. Anahtar Kelimeler: inspiratuar kas eğitimi, maksimal egzersiz kapasitesi, yorgunluk, depresyon, yaşam kalitesi Anahtar Kelimeler: Akraba dışı, allojeneik hematopoetik kök hücre nakli Bildiri:0195 P-064 ALLOJENEİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ ALICILARINDA İNSPİRATUAR KAS EĞİTİMİNİN MAKSİMAL EGZERSİZ KAPASİTESİ, KAS KUVVETİ, YORGUNLUK, DEPRESYON VE YAŞAM KALİTESİ ÜZERİNE ETKİSİ. Gülşah Barğı1, Meral Boşnak Güçlü1, Zeynep Arıbaş1, Burcu Camcıoğlu1, Müşerrefe Nur Karadallı1, Zeynep Şahika Akı2, Gülsan Türköz Sucak2. 1Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara. 2Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Allojeneik hematopoetik kök hücre (allo-HKH) alıcılarında iskelet, solunum kas kuvveti ve egzersiz kapasitesi azalmaktadır. Literatürde allo-HKH alıcılarında inspiratuar kas eğitiminin maksimal egzersiz kapasitesi, inspiratuar ve periferik kas kuvveti, yorgunluk, depresyon ve yaşam kalitesi üzerine etkilerini araştıran çalışma yoktur. Amaç: Bu çalışmanın amacı allo-HKH alıcılarında inspiratuar kas eğitiminin maksimal egzersiz kapasitesi, inspiratuar ve periferik kas kuvveti, yorgunluk, depresyon ve yaşam kalitesi üzerine etkilerini araştırmaktı. Bireyler ve Yöntemler: Çalışma ileriye dönük, rastgelelenmiş kontrollü, çift kör olarak planlandı. Otuz sekiz allo-HKH alıcısı (nakil sonrası >100 gün) dahil edildi. Yirmi alıcıya (34.10±12.65 yıl, 12E, 8K) inspiratuar kas eğitimi (MİP’in %40’ında) 18 alıcıya (39.11±12.57 yıl, 12E, 6K) sham tedavisi (MİP’in %5’inde) 6 hafta boyunca uygulandı. Maksimal egzersiz kapasitesi Modifiye Artan Hızda Mekik Yürüme Testi (AHMYT), solunum kas kuvveti (MİP, MEP) ağız basınç ölçüm cihazı, periferik kas kuvveti taşınabilir el dinamometresi, yorgunluk Yorgunluk Etki Ölçeği, depresyon derecesi Montgomery Asberg Depresyon Derecelendirme Ölçeği ve yaşam kalitesi Avrupa Kanser Araştırma ve Tedavi Organizasyonu Yaşam Kalitesi Ölçeği (EORTC QOL C-30) kullanılarak değerlendirildi. Sonuçlar: Grupların başlangıç demografik ve klinik özellikleri benzerdi (p˃0.05). İnspiratuar kas eğitimi sonrası tedavi grubunun Modifiye AHMYT mesafesi (p=0.017), MİP (p<0.001) ve MEP’i (p<0.001) sham grubu ile karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlı olarak arttı ve depresyon puanı (p<0.001) istatistiksel anlamlı olarak azaldı. Tedavi grubunda quadriceps femoris (p=0.055), EORTC QOL ölçeğinin genel sağlık durumu (p=0.047) ve fonksiyonel (p=0.026) alt ölçek puanları istatistiksel anlamlı olarak iyileşti. Bildiri:0208 P-065 HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKİL ADAYLARINDA DİSPNENİN FONKSİYONEL EGZERSİZ KAPASİTESİ, SOLUNUM VE PERİFERİK KAS KUVVETİ VE PULMONER FONKSİYONLAR İLE İLİŞKİSİ. Elif Sakızlı1, Gülşah Barğı2, Meral Boşnak Güçlü2, Zeynep Arıbaş2, Burcu Camcıoğlu2, Müşerrefe Nur Karadallı2, Zeynep Arzu Yeğin1, Gülsan Türköz Sucak1. 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara. 2Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara Giriş: Dispne, kardiyak veya akciğer hastalarında sıklıkla görülmekle birlikte hematopoetik kök hücre nakil (HKHN) adaylarında nakil sürecinde de görülebilir. Literatürde HKH alıcılarında dispne varlığı az sayıda vaka raporu ile bildirilmiştir, ayrıca dispne ile fonksiyonel egzersiz kapasitesi, solunum ve periferik kas kuvveti, pulmoner fonksiyonlar arasındaki ilişkiyi araştıran çalışma yoktur. Amaç: Bu çalışmanın amacı hematopoetik kök hücre nakli adaylarında dispnenin görülme oranı ve fonksiyonel egzersiz kapasitesi, solunum ve periferik kas kuvveti, pulmoner fonksiyonlar ile ilişkisini incelemekti. Birey ve Yöntem: Hematopoetik kök hücre nakil adayı 33 hasta (6 otolog, 27 allojeneik 43.36±14.22 yaş, 26E, 7K) çalışmaya dahil edildi. Dispne Modifiye Medical Research Council Dispne ölçeği (MMRC), pulmoner fonksiyonlar spirometre, inspiratuar ve ekspiratuar kas kuvveti (MİP, MEP) ağız basınç ölçüm cihazı, periferik kas kuvveti taşınabilir el dinamometresi, fonksiyonel egzersiz kapasitesi 6 dakika yürüme testi (6DYT) ile değerlendirildi. Sonuçlar: Yirmidört hastada (%72.7) günlük yaşam aktiviteleri sırasında dispne görüldü. Modifiye MRC puanı ile 6DYT mesafesi (r=-0.490, p=0.004), MEP (r=-0.368, p=0.035), quadriseps femoris (r=-0.417, p=0.018), biseps brachi (r=-0.583, p=0.011), omuz fleksörleri (r=-0.598, p=0.009), omuz abdüktörleri (r=-0.471, p=0.049) kas kuvveti arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki vardı. Pulmoner fonksiyonlar ve MMRC dispne puanı ile ilişkili değildi (p>0.05). Tartışma: Hematopoetik kök hücre nakil adaylarında günlük yaşam aktiviteleri sırasında yüksek oranda dispne görülmüştür. Periferik ve solunum kas kuvveti azaldıkça dispne algılaması artmakta, dispne algılaması arttıkça fonksiyonel egzersiz kapasitesi azalmaktadır. Dispneye sebep olan etkenler ve pulmoner rehabilitasyonun dispne üzerine etkileri araştırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: dispne, hematopoetik kök hücre nakli, kas kuvveti Tartışma: Allo-kök hücre naklinden en az 100 gün sonra uygulanan inspiratuar kas eğitimi allo-HKH alıcılarında maksimal egzersiz kapasitesi ve solunum kas kuvvetini arttırır, depresyon şiddetini azaltır. Altı haftalık inspiratuar kas eğitimi süresi yorgunluk, yaşam kalitesi ve 6-8 Mart 2014, Antalya 165 Kök Hücre Kaynakları ve Deneysel Kök Hücre Araştırmaları Bildiri:0120 P-066 BİR GECE BEKLETME SONRASINDA -80°C’DE PROGRAMSIZ DONDURULARAK SAKLANAN ÇEVRESEL KAN KÖK HÜCRE ÜRÜNLERİNDE CD34+ HÜCRE KAYIP ORANLARI. Ayhan Dönmez, Fergün Yılmaz, Bahar Arık, Nur Soyer, Seçkin Çağırgan, Murat Tombuloğlu. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilimdalı, İzmir, Türkiye Giriş: Lökaferez sonrası bekletilmeksizin programlı dondurucuda dondurularak azot içinde saklanan (standart yöntem) çevresel kan kök hücre (ÇKKH) ürünleri ile yapılan çalışmalarda eritme sonrasında ortalama total ve canlı CD34+ hücre kayıp oranları sırasıyla %15.8 ve %28.7 bulunmuştur. Buna karşın, bir gece ticari buzdolabında dondurulmadan bekletme sonrası -80°C mekanik dondurucuda programsız dondurularak saklanan ÇKKH ürünlerindeki CD34+ hücre kayıp oranları bilinmemektedir. Nakil merkezlerince giderek artan sıklıkta kullanılan bu ürünlerdeki CD34+ hücre kayıp oranlarını belirlemeyi amaçladık. Yöntem: Türk Hematoloji Derneği tarafından desteklenen çalışmamızda (proje no: 2009/02AD); mobilize 41 hastanın (ortanca yaş: 52, K/E: 22/19) lökaferez ile toplanan 83 ÇKKH ürününde akım sitometri (BD FACSAria cell sorter, BD Biosiences) ile üç farklı dönemde (taze [lökaferez sonrası], dolapta bir gece bekletme sonrası [dondurma öncesi] ve eritme sonrası) CD34+ hücre düzeylerini belirledik. Sonuçlar: Taze ürünler ile karşılaştırıldığında; bir gece bekletme sonrası ve eritme sonrası ürünlerde total CD34+ hücre kayıp oranlarını %16.3 ve %38.4 (sırasıyla, p = 0.02), canlı CD34+ hücre kayıp oranlarını %16.5 ve %48.5 (sırasıyla, p < 0.001) olarak bulduk. Tartışma: Eritme sonrası total (%15.8 karşın %38.4) ve canlı (%28.7 karşın %48.5) CD34+ hücre kayıp oranlarını standart dondurma yöntemlerine göre yaklaşık %20 daha fazla saptadık. Standart yöntemlere göre hesaplanmış nakil için gerekli en düşük CD34+ hücre (2x106/kg) düzeylerine kayıp oranlarının eklenmesi ve bu ürünlerle yapılan nakillerde alt sınırın 2.4x106/kg kabul edilmesi uygun bir yaklaşım olacaktır. Anahtar Kelimeler: CD 34+ hücre, periferik kök hücre, bir gece bekletme, dondurma Bildiri:0152 P-067 ÇOCUKLARDA ALFA/BETA T HÜCRE (TCR-ΑΒ) DEPLESYONU İLE HAPLOİDENTİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ: ERCİYES ÜNİVERSİTESİ DENEYİMİ. Musa Karakükçü, Ekrem Ünal, Bilgen Işık, Ebru Yılmaz, Fatma Türkan Mutlu, Özlem Gül Kırkaş, Türkan Patıroğlu, Mehmet Akif Özdemir. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı, Kayseri, Türkiye Giriş: Ülkemizde hematopetik kök hücre nakli (HKHN) başarıları gün geçtikçe artmasına rağmen ulusal dönör bilgi bankası ve kordan kanı bankacılığı istenilen seviyede değildir. Bu durumda uygun vericisi olmayan hastalar için haploidentik nakiller küratif bir seçenek olabilir. Son yıllarda özellikle graft versus host hastalığını (GVHD) 166 önlemek için yapılan in-vivo veya in-vitro T hücre deplesyonları sonucu nakil başarılarında anlamlı artışlar sağlanmıştır. Haploidentik nakillerde; CD 34 seleksiyonu, CD 3 deplesyonu, CD 3/CD 19 deplesyonu ve son olarak αβ T lenfositlerin (TCR-αβ) deplesyonu gibi farklı in-vitro graft manüplasyon teknikleri kullanılmıştır. Bu bildiride ünitemizde TCR-αβ deplesyonu ile haploidentik nakil yapılan hastaların sonuçları tartışılmıştır. Hastalar ve Metod: 2012 tarihinden itibaren relaps AML, refrakter/relaps ALL, ağır aplastik anemi, tanıları ile izlenen 8 hastaya toplamda 10 kez TCR αβ deplesyonu ile haploidentik nakil yapıldı. ATG, fludarabin, thiotepa, melfalan ile hazırlama rejimi uygulandı. Haploidentik verici belirlenmesinde özellikle malign hastalıkları olan hastalardan elde edilen blastlar ile verici lenfositleri arasında NK alloreaktivitesine bakıldı, ve alloreaktif ebeveyn tercih edildi. Bulgular: Vericilerden ortanca 19.24 (3,98-29.96) x 106 CD34 hücre toplandı. Üründe %99.9 oranında TCR-αβ deplesyonu yapılarak kalan ortanca 1,96 (0,028-149,1) x 103 TCR-αβ hücre ile birlikte kök hücreler hastalara nakledildi. Hastalarda GVHH proflaksisi için oral mikofenolat mofetil (MMF) kullanıldı. Hastalarda ortanca +11. günde nötrofil, ortanca +13. günde trombosit engraftmanı gerçekleşti. Hastalarda ortalama 3. haftada bakılan kimerizm değerleri %99.32-99,70 arasında idi. İki hastada +25. gün grade II cilt GVHH tespit edildi ve steroid ile tedavi edildi. Hastaların transplantasyon ilişkili mortaliteleri (TRM) %0 idi. Ancak iki hastada erken graft rejeksiyonu gerçekleşti ve nakil başarısız oldu. Bu iki hastaya diğer ebeveynden ikinci haplonakil yapıldı ve başarılı engraftman sağlandı. Hastalar ortalama +30. günde taburcu edildiler. Hastalarda bakteriyel enfeksiyon izlenmedi. Ancak her hastada CMV PCR pozitifliği vardı. Genelde CMV PCR pozitifliği naklin 1. haftasından sonra başladı, ve 2 pozitiflikten sonra foskarnet veya CMV spesitif IVIG ile tedavi edildi, 3. haftadan sonra ise oral valgansiklovir ile tedaviye devam edildi. Hastalarda BK virüs, EBV ve adenovirüs PCR pozitiflikleri de gözlendi. İki hastada sidofovir ile tedavi verildi. Sonuç: TCR-αβ deplesyonu ile haploidentik HKHN vericisi olmayan hastalarda pahalı ve zor bir yöntem olmasına rağmen sağladığı erken engraftman ve tam kimerizm yanında nispeten erken immün yapılanma ile umut verici görünmektedir. Anahtar Kelimeler: Haploidentik hematopetik kök hücre nakli, Alfa/Beta T Hücre Deplesyonu Lenfomalar Bildiri:0091 P-068 BURKİTT LENFOMA TEDAVİ SÜRECİNDE ABDUSENS SİNİR PARALİZİ GELİŞEN OLGUDA TEDAVİ YÖNETİMİ. Senar Ebinç1, Cengiz Demir2, Ramazan Esen2. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı- Van. 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı- Van Günümüzde burkitt lenfoma endemik sporadik ve immün yetmezlik ile birlikte gelişen formlar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Burkitt lenfoma santral sinir sistemi tutulumu yapabildiği için tedavi sürecinde santral sinir sistemi proflaksisi gerekmektedir. Lomber ponksiyona bağlı 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi spontan abdusens sinir paralizisi nadir de olsa görülebilmektedir. Lomber ponksiyon esnasında abdusens sinir paralizisi sinirin kafa içinde trasesinin daha uzun olması nedeniyle diğer kraniyal sinir paralizilerinden daha sık görülmektedir. Kliniğimizde burkitt lenfoma nedeni ile takip edilmekte olan 45 yaşında kadın hastanın birinci kür hiper-CIVAD tedavisi esnasında intratekal tedavi yapıldıktan üç gün sonra hastada diplopi şikâyetleri gelişti. Yapılan fizik muayenesinde sol abdusens sinir paralizisi tespit edildi. Çekilen beyin bilgisayarlı tomoğrafi ve magnetik rezonans görüntüleme sonucu patoloji tespit edilmedi. Bu durumun burkitt lenfoma tutulumu veya lomber ponksiyon sonucu spontan abdusens paralizisi gelişmiş olabileceği düşünüldü. Hastaya haftalık intratekal tedaviye devam edildi. Yaklaşık bir aylık süre içinde hastanın görmesi tamamen normale döndü. Burkitt lenfomada abdusens sinir paralizisi ve lomber ponksiyonda abdussens sinir paralizisi nadir görülen bir durum olması nedeni ile burada burkitt lenfoma tedavisi esnasında gelişen abdusens sinir paralizisinin klinik gidişini ve vakamızdaki tedavi yönetimini sunmak istedik. Anahtar Kelimeler: Burkitt Lenfoma, Santral Sinir Sistemi Proflaksisi, Lomber Ponksiyon Bildiri:0092 P-069 Diffüz büyük B hücreli lenfoma erişkinde en sık görülen oldukça heterojen bir lenfoid neoplazi grubudur. Kronik myeloid lösemi, primitif plüripotent kök hücrenin miyeloid progenitor hücrelerde artmış proliferasyon ve azalmış apoptozu ile karakterize klonal bir hastalığıdır. Kronik myeloid lösemi tedavisinde imatinib mesilat kemik iliği nakli yapılmayacak hastalarda altın standart tedavi olarak kabul edilmektedir. Fakat imatinib’in de her ilaçta olduğu gibi çeşitli yan etkileri mevcuttur. Özellikle karaciğer, deri ve kemik iliği üzerinde çeşitli yan etkileri vardır. Bununla birlikte çok nadir de olsa imatinib mesilat tedavisi esnasında çeşitli kanserlerin geliştiği bildirilmiştir. Bu kanserlerin ko-insidental mi geliştiği veya imatinib mesilat kullanımına bağlı mı geliştiği netlik kazanmamıştır. Kliniğimizde kronik myeloid lösemi kronik faz major moleküler yanıt ile takip edilmekte olan 45 yaşında kadın hastanın takipleri esnasında lenfadenopati gelişmesi üzerine yapılan lenf nodu biyopsisinde diffüz büyük B hücreli lenfoma tespit edildi. Hastaya altı kür R-CHOP taedavisi verildi ve hastada tam remisyon elde edildi. Kronik myeloid lösemi ile diffüz büyük B hücreli lenfoma birlikteliği çok nadir bir durum olması nedeni ile bu vakayı sunmak istedik. Anahtar Kelimeler: Kronik Myeloid Lösemi, Diffüz Büyük B Hücreli Lenfoma, İmatinib Mesilat P-070 BÖBREK NAKLİ ALICISI İKİ HASTADA GEÇ DÖNEMDE GELİŞEN EPSTEİN BARR VİRÜS SEROPOZİTİF LENFOPROLİFERATİF HASTALIK. Saime Paydaş1, Semra Paydaş2, Mustafa Balal1, Arbil Açıkalın4, Melek Ergin4, Emel Gürkan3, Fikri Başlamışlı3. 1Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı, Adana. 2Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Bilim Dalı, Adana. 3Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Adana. 4Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bilim Dalı, Adana Nakil sonrası dönemde malign hastalık gelişmesi organ naklinin en önemli komplikasyonlarından biridir. Malign hastalık gelişmesinde; immünsüpressif ilaçlar, human herpes virüs 8, Ebstein Barr virüs gibi viral enfeksiyonlar, güneşe maruz kalma ve kişiye ait özellikler etyolojik faktörler olarak sayılabilir. Burada nakil sonrası geç dönemde gelişen ve malign gidiş gösteren lenfoproliferatif hastalıklı iki olgu rapor edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Böbrek Nakli, Lenfoproliferatif hastalık, Burkitt lenfoma Bildiri:0099 KRONİK MYELOİD LÖSEMİ VE DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ LENFOMA BİRLİKTELİĞİ OLAN NADİR GÖRÜLEN BİR OLGU SUNUMU. Senar Ebinç1, Cengiz Demir2, Ramazan Esen2. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı- Van. 2 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı- Van 6-8 Mart 2014, Antalya Bildiri:0095 P-071 ÇOCUK VE GENÇ ERİŞKİNLERDE TEKRARLAYAN/ DİRENÇLİ LENFOMALARDA HEMAPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİNİN (HKHN) YERİ: TÜRK PEDİATRİK KEMİK İLİĞİ NAKLİ ÇALIŞMA GRUBUNUN ÇOK MERKEZLİ ÇALIŞMASI. Volkan Hazar1, Vural Kesik2, Serap Aksoylar3, Alphan Küpesiz4, Gülyüz Öztürk5, Erman Ataş2, Musa Karakükcü6, Gülsün Tezcan Karasu7, Haldun Öniz8, Savaş Kansoy3, Akif Yeşilipek7, Fatih Erbey5, Vedat Uygun9, Sema Anak10, Ekrem Ünal6, Şebnem Yılmaz11, Atailla Tanyeli12, Murat Elli13, Didem Atay5, Nurdan Taçyıldız14, Zühre Kaya15, Hale Ören11, Nilgün Kurucu16, Ülker Koçak15, Emel Ünal14. 1İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji/Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul. 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Ankara. 3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, İzmir. 4Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji/Onkoloji Bilim Dalı, Antalya. 5Medical Park Bahçelievler Hastanesi, İstanbul. 6 Erciyes Üniversitesi Tıp Çocuk Hematoloji/Onkoloji Bilim Dalı, Kayseri. 7Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Medical Park Göztepe Hastanesi, İstanbul. 8Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hematoloji/Onkoloji Bölümü, İzmir. 9Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Medical Park Antalya Hastanesi, Antalya. 10İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji/ Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul. 11Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk hematoloji Bilim Dalı, İzmir. 12Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Adana. 13On Dokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Samsun. 14Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Ankara. 15Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Ankara. 16Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Tanı sırasında 18 yaş ve altında olan, tekrarlamış veya tedaviye dirençli lenfoma olgularında yapılan HKHN’nin çok merkezli sonuçlarını değerlendirmek. Yöntem-Gereçler: Tekrarlamış veya tedaviye dirençli lenfoma nedeniyle, 16 farklı merkezde, otolog (n=99) ya da allojenik (n=32) HKHN olan 122 olgunun verileri geriye dönük olarak değerlendirildi. Nakil sırasında ortanca yaş 14’dü (aralık, 4-20 yaş). HKHN yapılan olguların 79’u Hodgkin lenfoma (HL) ve 52’si Hodgkin dışı lenfomaydı (HDL). Allojenik nakil için verici dağılımı, 25 olguda aile içi (21 tam uyumlu kardeş, 3 tam uyumlu kardeş dışı akraba, 1 tam uyumlu olmayan akraba) ve 7 olguda aile dışı (7 tam uyumlu aile dışı) şeklindeydi. Nakil sırasında 86 olgu kemoterapiye duyarlıyken, 45 olgu dirençliydi. Genel ve hastalıksız sağ kalım hızları (GSH ve HSH), Kaplan-Meier yaşam analiziyle, nakil sonrası HSH’na etkili olabileceği düşünülen risk faktörleri Cox regresyon analiziyle değerlendirildi. 167 Bulgular: Çalışma sonlandırıldığında, 89 olgu yaşıyordu. Altı olgu terk olarak kabul edildi. Ölen 27 olgunun 19’u ilerleyen hastalık nedeniyle kaybedilmişlerdi. Çalışma grubunun “hastalığın tekrarlamasına bağlı olmayan ölüm hızı”, %6.6 olarak hesaplandı. Nakil sonrası hastalığın tekrarlaması ortanca 5 ay’da (aralık, 1-50 ay) oldu. Sağ kalanlar için ortanca 23 aylık izlem süresince (aralık, 1-185 ay), GSH ve HSH %62.7±6.8 ve %60.5±5.9 olarak hesaplandı. GSH açısından, istatistiksel fark olmamasına karşın (p=0.116), allojenik nakil yapılanlar, otolog nakil yapılanlara göre daha avantajlıydılar (%87.0±6.1 vs %56.2±7.8). HSH’na etkili faktörler Tablo 1’de gösterilmiştir. HL için, ortanca 27 aylık (aralık, 2-131 ay) izlem süresince GSH ve HSH, %52.8±9.4 ve %52.3±9.4 iken HDL için ortanca 17 aylık izlemde (aralık, 1-185 ay), %81.1±5.7 ve %70.4±6.7 olarak bulundu. HSH açısından, HL’da, tanıdan sonraki ilk tekrarlamanın erken olması (<=12 ay) (p=0.048), nakil sırasında hastalığın olması (p=0.016) ve nakile girene kadar hiç tam remisyona girmemiş olması (p=0.038) bağımsız, olumsuz risk faktörü iken, HDL için, nakil sırasında hastalığın olması (p=0.000) ve nakile girene kadar hiç tam remisyona girmemiş olması (p=0.043) bağımsız, olumsuz risk faktörü olarak belirlendi. Sonuç: Hemopoetik kök hücre nakli, tekrarlamış ya da tedaviye dirençli lenfoma olgularında, tatminkar bir oranda, hastalıksız sağ kalım olanağı sağlamaktadır. Nakil sırasında tam remisyonda olma ya da nakile kadar geçen sürede en az bir kez tam remisyona girme, hastalıksız sağ kalım hızını olumlu etkilemektedir. Anahtar Kelimeler: çocuk, genç erişkin, hematopoetik kök hücre nakli, tekrarlayan/dirençli lenfoma Tablo 1. Tekrarlayan/dirençli lenfomalarda hastalıksız sağ kalım hızına etkili faktörler Risk Faktörü Hastalıksız sağ kalım hızı Tek değişkenli Çok değişkenli analiz analiz (Log rank) (Cox regression) p p risk Cinsiyet Kız Erkek %66.5±7.2 %59.8±7.3 0.669 - Hazırlayıcı rejim BEAM Diğer %61.5±6.5 %60.1±9.5 0.407 - Nakil tipi Otolog Allojenik %56.2±7.8 %70.6±8.3 0.529 - İlk remisyon süresi Çok erken+erken nüks Geç nüks %53.9±6.5 %74.7±14.4 0.004 0.060 2.762 KT*’ye duyarlılık Tam remisyonda nakil Hastalıklı nakil %75.2±6.6 %31.2±10.7 0.000 0.003 0.326 Başlangıçta dirençli hastalık Var Yok %20.0±11.3 %66.3±10.7 0.000 0.057 2.178 Bildiri:0114 P-072 LENFOMADA OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ HAZIRLIK REJİMİ OLARAK BUSULFAN-SİKLOFOSFAMİDETOPOSİT KULLANIMI: TEK MERKEZ DENEYİMİ. Nilay Ermantaş, Hasan Mücahit Özbaş, Şule Yüzbaşıoğlu, Mehmet Sönmez. Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı-Trabzon Giriş: Lenfomalar, B-T lenfositler yada nadiren NK hücrelerden köken alan malign hastalıklardır. Otolog hematopoetik kök hücre nakli (OHKHN), ilk basamak tedavinin yetersiz kaldığı veya relaps gösteren uygun hastalarda standart tedavi yaklaşımıdır. OHKHN için en sık kullanılan hazırlık rejimi karmustin-etoposid-sitozin arabinosidmelfalan (BEAM) olmakla birlikte, farklı tedavi rejimlerinin etkinlik ve güvenilirliği üzerine çalışmalar yapılmış, ancak hala en uygun hazırlık rejimi belirlenememiştir. Bu çalışmada busulfan-siklofosfamid-etoposid (BuCyE) hazırlık rejimi ile OHKHN yapılan lenfomalı hastaların bir yıllık sonuçları değerlendirildi. Yöntem: Çalışmaya Ocak 2010 ile Haziran 2012 arasında lenfoma tanılı, OHKHN yapılan 16 hasta dahil edildi. Tüm hastalardan nakil öncesinde uygulanan son kemoterapi sonunda G-CSF eşliğinde kök hücre toplandı ve busulfan 3,2 mg/kg/gün (-7,-6,-5. günlerde), etoposid 400 mg/m²/gün (-5,-4. günlerde), siklofosfamid 50 mg/ kg/gün (-3,-2. günlerde) ve MESNA’dan (-3,-2,-1. günlerde) oluşan hazırlık rejimi sonrasında OHKHN yapıldı. Sonuçlar: Hastaların 11’i erkek (%69) ve 5’i (%31) kadın, yaş ortalaması 37 (17-61 arasında) idi. 8 hasta nonhodgkin lenfoma (NHL) [4 hasta diffuz büyük B hücreli lenfoma (DBBHL), 2 hasta mantle hücreli lenfoma (MHL), 1 hasta periferik T hücreli lenfoma, 1 hasta anaplastik büyük hücreli lenfoma], 8 hasta Hodgkin lenfoma (HL) (5 hasta noduler sklerozan, 3 hasta mikst sellüler tip) olup, 4 hastada (2 hasta HL, 2 hasta MHL) kemik iliği infiltrasyonu mevcuttu. OHKHN öncesi kurtarma tedavisine NHL’li hastaların biri stabil hastalık, 5’i tam veya tama yakın yanıtlı, 2’si parsiyel yanıtlı iken, HL’lı hastaların 6’si tam veya tama yakın yanıtlı, 2’si parsiyel yanıtlı olarak saptandı. NHL’lı 5 hastada OHKHN sonrası 4-6 ay arasında hastalık progresyonu gelişti. Bu hastaların üçü, OHKHN öncesi tam veya tama yakın yanıt elde edilemeyen hastalar (bir hasta MCL, bir hasta primer MSS-DBBHL, bir hasta DBBHL) iken 2 hasta T hücreli lenfomalı hasta idi. T lenfomalı bir hasta hariç, 4 hasta hastalığa bağlı progresyon ile exitus oldu. HL hastalarının tamamında OHKHN sonrası tam yanıt sağlandı ve 2 hastaya başlangıç bulky kitleye yönelik radyoterapi uygulandı. Hastalar halen remisyonda izlenmekte. Hastaların ortalama engraftment süresi 10 gün olup (9-11 arasında), hastalarda OHKHN sürecinde BuCyE hazırlık rejimine intolerans ve tedaviye bağlı hayatı tehdit eden komplikasyon izlenmedi. Sonuç olarak BuCyE hazırlık rejiminin etkin ve güvenli bir hazırlık rejimi olduğu, ancak daha kapsamlı değerlendirme için geniş hasta serilerinin gerektiği kanaatine varıldı. Anahtar Kelimeler: Lenfoma, Kök hücre nakli *KT, kemoterapi 168 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Bildiri:0116 P-073 Tablo 1. Hastaların genel kararkteristik özelliklerinin karşılaştırması LENFOMA TANILI HASTALARDA HLA EŞ ALLOJENEİK VE HAPLOİDENTİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONUÇLARI: TEK MERKEZ DENEYİMİ. Zafer Gülbaş1, Hasan Atilla Özkan2, Ufuk Güney Özer1, Neslihan Başkan1, Serap Kural1, Emel Güçyener1, Banu Sarıtaş1, Türkan Özdaş1. 1Özel Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi, Kemik İliği Nakil Merkezi, Gebze/Kocaeli. 2Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul Giriş: Çalışmamızda, HLA eş ve HLA kısmi uyumlu akraba donörden allojeneik hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) yaptığımız lenfoma tanılı hastaların sonuçları sunulmuştur. Materyal-Metod: Temmuz 2010 ile Temmuz 2013 tarihleri arasında allojeneik HKHN yaptığımız 257 hasta geriye dönük tarandı. Toplam 53 (21%) lenfomalı hastaya allojeneik HKHN yapıldığı tespit edildi. Akraba dışı HKHN yapılan 4 hasta dışlanarak 49 hastanın verileri analiz edildi. Hastalarda kök hücre kaynağı olarak periferik kan kullanıldı. T hücre deplesyonu yapılmadı. GVHD proflaksisi için HLA eş HKHN’de siklofosfamid + siklosporin ve haploidentik HKHN’de siklofosfamid + siklosporin + mikofenolat mofetil kullanıldı. Posakanazol ve asiklovir nakil gününde, piperasillin tazobakatam ise nötropeni gelişince proflaktik olarak başlandı. Bulgular: Ortanca yaş 36 (17-63) yıl idi. Erkek hastalar çoğunluktaydı (34/49). 31(64%) hasta non-Hodgkin lenfoma (NHL), 18 (36%) hasta ise Hodgkin lenfoma (HL) tanılı idi. Hastaların 65%’i (32/49) nakil öncesi aktif ya da parsiyel remisyonda hastalığa sahipti. 59%’unda otolog HKHN ve 31%’inde (15/49) radyoterapi öyküsü mevcuttu. Hastalara ortanca 3 (1-7) farklı kemoterapi rejimi uygulanmıştı. Tanı tarihinden nakile ortanca 27 (7-139) ay geçmişti. Donörlerin çoğunluğunu çekirdek aile (92%) oluşturmaktaydı. Uygulanan hazırlık rejimi çoğunlukla (53%) miyeloablatif rejimdi ve yine 53%’ünde TBI kullanılmıştı. Hazırlama rejimi olarak 14 (28,6%) hastada fludarabin + siklofosfamid + TBI, 12 (24,5%) hastada siklofosfamid + TBI, 9 (18,4%) hastada fludarabin + melfelan, 8 (16,3%) hastada busulfan + siklofosfamid, 6 (12,2%) hastada ise BEAM rejimi kullanıldı. 25 (51%) hastaya haploidentik, 24’üne (49%) ise HLA eş allojeneik HKHN yapılmış olduğu saptandı. HLA eş allojeneik HKHN grubu ile haploidentik HKHN grubu arasında hastaların karakteristik özellikleri açısından anlamlı fark yoktu. HKHN özellikleri ile ilgili değişkenlerden TBI kullanımı, donörün yakınlığı, HLA mismatch sayısı ve verilen kök hücre sayıları açısından anlamlı farklar belirlendi (sırasıyla; p=0,032, p=0,04, p<0,001 ve p=0,009). HKHN’nin sonuçları ve komplikasyonları karşılaştırıldığında nötrofil engraftman süresi (p=0,01), viral enfeksiyon sıklığı (p<0,001) ve donör lenfosit infüzyonu kullanımı (p=0,01) dışında istatistiksel olarak fark yoktu. Karşılaştırmalı sonuçlar Tablolarda ayrıntılı olarak sunuldu. HKHN; hematopoetik kök hücre nakli, NHL; non-Hodgkin lenfoma, HL; Hodgkin lenfoma, KT; kemoterapi, RT; radyoterapi, K; kadın, E; erkek, *; ortanca Tablo 2. Hastaların nakil özelliklerine göre karşılaştırması HKHN; hematopoetik kök hücre nakli, TBI; total body irradiation, HLA; human lökosit antijen, *; ortanca Tablo 3. Hastaların nakil sonrası komplikasyonlarının ve sonuçlarının karşılaştırması GVHD; graft vs host hastalığı, VOD; veno-oküliziv hastalık, DLI; donör lenfosit infüzyonu, *; ortanca Sonuç: HLA uyumlu donörü bulunmayan lenfoma tanılı hastalarda haploidentik HKHN güvenli bir tedavi seçeneği olarak görünmektedir. Nötrofil engraftman süresi daha uzun olmasına karşın bakteriyel enfeksiyon sıklığında artış yaratmamaktadır. Ancak, viral enfeksiyonlar, özellikle CMV reaktivasyonu ve BK virüs enfeksiyonu önemli bir sorun teşkil etmektedir. Siklofosfamid, siklosporin ve mikofenolat mofetil kombinasyonu GVHD proflaksisi için etkilidir. Bu kombinasyon rejimi ile T hücre deplesyonu olmadan haploidentik HKHN yapılması akrabadışı HLA uyumlu nakle alternatif bir tedavidir. Anahtar Kelimeler: Allojeneik, Haploidentik, Kök hücre nakli, Lenfoma 6-8 Mart 2014, Antalya 169 Bildiri:0162 P-074 2004-2013 YILLARI ARASINDAKİ LENFOMA HASTALARININ KÖK HÜCRE MOBİLİZASYON REJİMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ. Ahmet Kürşad Güneş1, Gülsüm Özet1, Simten Dağdaş1, Funda Ceran1, Cenk Sunu1, Meltem Aylı3, Mesude Falay1, Nurullah Zengin2. 1Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği. 2Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Kliniği. 3Ufuk Üniversitesi Hematoloji Kliniği Giriş: Yüksek Doz Kemoterapi Eşliğinde Otolog Kök Hücre Nakli Lenfoma tedavisinde önemli yer tutmaktadır. Tek başında G-CSF, myelosupresif bir kemoterapötik bir ajan ile kombine G-CSF ve pleriksafor kullanılan mobilizasyon rejimleridir. Başarısız toplama kök hücre miktarının <2x106/kg olması durumudur. sonucu nakillerin gecikmesi engellenebilir ve toplama ilişkili mortalite ve morbiditenin azalması sağlanabilir. Anahtar Kelimeler: Hematopoetik Kök Hücre, Kök Hücre Toplaması, Lenfoma, Mobilizasyon Rejimleri Tablo 1. Hastaların genel özellikleri Yaş Ortalaması Cinsiyet ( Erkek-Kadın) 38 (16-63) yıl 55-35 Tanı Hodgkin Lenfoma 44 Non-Hodgkin Lenfoma 46 Toplama Öncesi Hastalık Durumu Yöntem: 2004-2013 yılları arasında kliniğimizde otolog nakil yapılması planlanan 90 Lenfoma hastası retrospektif olarak değerlendirildi. demografik özellikleri, tanı bilgileri, Tanı anındaki evreleri, tanı anındaki kemik iliği tutulumu, Radyoterapi öyküsü, aldığı Kemoterapi rejimleri ve Kür sayıları, mobilizasyon öncesi hastalık durumları, başarısız toplama sayıları değerlendirildi ve tablo 1’de bildirildi. CR 21 PR 55 Minimal Yanıt 7 Rezistan Hastalık 9 Var 21 Bulgular 90 hastanın 70’inde 1. basamak mobilizasyon rejimi ile başarılı toplama yapılabilirken, 20 hastada (%22) başarılı toplama yapılamadı. Yeterli kök hücre toplanamayan hasta grubunun genel özellikleri tablo 2’de bildirildi. 1.basamakta mobilizasyon için kullanılan rejimlerden: Siklofosfamid+G-CSF grubunda başarızlık oranı %28, tek G-CSF alanlarda %30, ICE+G-CSF grubunda %33,3 olarak tespit edildi. 1.basamak ile toplanamayan 20 hastanın 10’unda 2.basamak mobilizasyon rejimi ile toplama sağlandı. Kalan 10 hastanın 2’sinde de 3.basamak toplama rejimi ile toplama yapıldı. Sonuç olarak 90 hastanın 82’sinde (%91) başarılı toplama yapılabilirken 2’sinde (%2) kök hücre kaynağı olarak kemik iliği kullanıldı, 6’sında(%7) ise toplama yapılamadı. Kullanılan mobilizasyon rejimlerin genel başarı oranları ise DHAP+G-CSF grubunda %100, Endoxan+Etoposit+GCSF grubunda %100, siklofosfamid+G-CSF grubunda %72.5, tek başında G-CSF grubunda %65, ICE+G-CSF grubunda ise %62 belirlendi. 1.basamakta kullanılmayan pleriksaforun ise %78 olarak tespit edildi. Yok 69 Tanı Anında Kemik İliği Tutulumu Radyoterapi Öyküsü Var 33 Yok 57 1.Basamak Toplama Rejimleri Siklofosfamid+G-CSF 35 G-CSF 20 Siklofosfamid+Etoposid+G-CSF 17 ICE+G-CSF 12 DHAP+G-CSF 6 CR:Komplet Remisyon, PR:Parsiyel Remisyon, G-CSF: Granulocyte Colony Stimulating Factor, ICE: Ifosfamid, Karboplatin,Etoposid, DHAP: Deksametazon, ARA-C, Sisplatin Tablo 2. İlk basamakta toplama yapılamayan hastaların genel özellikleri Yaş Ortalaması 43,6 ( 27-58 ) yıl Sonuçlar: 1. Basamakta toplama yapılamayan hasta grubunda yaş ortalaması ve Kadın/Erkek oranı toplanabilen gruba göre daha yüksek olarak gözlendi. Ayrıca bu grupta Tanı anındaki kemik iliği tutulumu ve toplama öncesi RT öyküsü de toplama yapılabilen gruba göre daha fazlaydı, ek olarak toplanamayan grupta NHL predominansı dikkati çekti. Bu Hastaların toplam kür sayıları, toplama öncesi hastalık durumları ve tanı evreleri ise başarılı toplama yapılan grup ile benzerdi. Cinsiyet ( Kadın-Erkek ) CR 5 Tartışma: Kök hücre mobilizasyonunda etkin ancak pahalı ilaçların kullanılmaya başlanmasından sonra başarısız toplama hastalarını önceden tahmin etmek önem kazanmıştır. Bizim hasta grubumuza ileri yaş, kadın cinsiyet, Non-Hodgkin Lenfoma tanılı olmak, Tanı Anında Kemik İliği Tutulumu ve öncesinde Radyoterapi uygulanması başarısız toplama için risk faktörleri olarak tespit edilmiştir. Bu hasta gruplarında yapılabilecek prospektif ve kontrolü çalışmalar neticesinde belirlenecek risk grubuna 2. veya 3. basamakta kullanılan rejimlerin 1.basamakta uygulanması ile toplama başarısızlığı PR 12 Rezistan Hastalık 3 170 10-10 Tanı Non-Hodgkin Lenfoma 15 Hodgkin Lenfoma 5 Toplama Öncesi Hastalık Durumu Kemik İliği tutulumu Var 10 Yok 10 Radyoterapi Öyküsü Var 8 Yok 12 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Mezenkimal Kök Hücreler ve Diğer Kök Hücre Tedavileri Bildiri:0096 P-077 STEROİDE DİRENÇLİ GRAFT-VERSUS-HOST HASTALIĞI OLAN PEDİATRİK HASTALARDA MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMI. Fatih Erbey1, Didem Atay1, Arzu Akçay1, Meral Akbıyık1, Ömer Harman1, Ercüment Ovalı2, Gülyüz Öztürk1. 1Bahçelievler Medicalpark Hastanesi, Pediatrik Hematoloji/Onkoloji & Pediatric Kemik İliği Nakil Ünitesi. 2Acıbadem Labcell Hücre Laboratuvarı ve Kordon Kanı Bankası Amaç: Graft-versus-host hastalığı (GVHH), allojeneik hematopoetik kök hücre nakli sonrasında görülen hayatı tehtideden ciddi bir komplikasyondur. Mezenkimal kök hücreler (MKH), immünmodülatör etkiye sahip olup, GVHH tedavisinde kullanılmaktadır. Bu çalışmada allojeneik hematopoetik kök hücre nakli sonrası GVHH gelişen çocuk hastalarda MKH infüzyonunun etkisi araştırıldı. Metod: Allojeneik hematopoetik kök hücre nakli sonrası steroide dirençli GVHH olan çocuk hastalara MKH infüzyonu uygulandı. MKH tedavisine yanıt, transplantasyon ilişkili ölüm ve MKH infüzyonuna bağlı diğer yan etkiler kaydedildi. Bulgular: Haziran 2011 – Aralık 2013 tarihleri arasında toplam 15 hastaya MKH infüzyonu uygulandı. Hastaların 9’u erkek, 6’sı kız olup, ortanca yaş, 7 yaş (2-18 yaş) idi. Kilogram başına verilen ortalama MKH dozu, 1,33 x 106 (1.00 -2,00 x 106) idi. Oniki hastya tek doz, iki hastaya 2 doz ve bir hastaya 3 doz MKH verildi. İnfüzyon sonrasında hiçbir hastada akut komplikasyon görülmedi. Yedi hastada tam yanıt, 2 hastada kısmi yanıt elde edilmiş olup, toplam yanıt oranı %60 (9/15) idi. Nakil sonrası ortalama takip zamanı 289 (38–809) gün olup, tüm yaşam oranı %53,3 idi. Yedi hasta kaybedildi. Ölüm sebebleri; GVHH (n = 2), GVHH + enfeksiyon (n = 2), lösemi relapsı (n = 2) ve enfeksiyon (n = 1) şeklindeydi. erkek/kız oranı 8/1 idi. Grup 1’de ikinci remisyondan sonra OKHT uygulanmış 6 olgu, Grup 2’de multipl (3 ya da daha fazla) remisyondan sonra OKHT uygulanmış 3 olgu vardı. Olguların %33.3’ü erken ve %66.7’si geç relaps olarak değerlendirildi. Sonuçlar: Olguların %67’si remisyondaydı. Evre II’de 1 (%11.1), Evre III’de 5 (%55.6) ve Evre IV’de 3 (%33.3) olgu vardı. Ortalama nüks zamanı ortalama10 aydı. Otolog KHT’dan sonra ortalama 15 ay (Aralık=2.5-53 ay) takip sonucunda, 10. ay hastalıksız yaşam hızı (HYH) ve genel son durum (GSD) sırayla %60 ve %72.9 idi. Hastalıksız yaşam hızı 47. ayda %60 ve GSD 53. ayda %72.9 idi. Transplantasyon sonrası üç olgu 4, 6 ve 10. aylarda relaps oldu. Birinci ve 2. olgu, posttransplant 5. ve 9. aylarda progressif hastalık nedeniyle ex oldu. Üçüncü olgu birinci OKHT sonrası 10. ayda relaps olan ve farklı kemoterapi kurtarma rejimleri ile remisyon sonrası allojenik transplantasyon uygulandı. Grup 1 için posttransplant HYH ve GSD sırası ile %80 ve %80 idi. Bir olgu 6. ayda relaps sonrası 10. ayda progressif hastalıktan ex oldu. Post-transplant yanıt oranı Grup 1’de 5/6 (%83.3) idi. Grup 2’de ise 2 olgu post-transplant 4 ve 10. ayda relaps oldu. Relaps olgularından birincisi progressif hastalıktan ex oldu. Diğer olguda ise ikinci allojenik transplantasyon sonrası kür sağlandı. Posttransplant yanıt oranı Grup 2’de %33.3 olarak tespit edildi. Relaps zamanı (çok erken, erken, geç) olaysız yaşam hızı (OYH) için tek değişkenli analizde anlamlı prognostik belirteç olarak bulundu. Çok değişkenli analizde ise anlamlı değildi (Relaps tipi; p=0,068, HR=0,18). Posttransplant ortanca 28 ay takip sonucunda, HYH ve GSD geç nüks grupta 24. ayda %44.4 ve %62.5. idi. Erken nüks eden grupta (n:3) posttransplant yanıt oranı %100’dü. Sonuç: MKH infüzyonu steroide dirençli GVHH olan çocuk hastalarda etkili bulundu. Tartışma: Otolog kök hücre transplantasyonu hakkındaki tecrübemiz, ikinci remisyondan sonra uygulanmasının daha faydalı olduğu şeklindedir. Erken relaps yapan olgularda, geç relaps yapanlara göre daha yararlıdır. OKHT ve konvansiyonel kemoterapinin karşılaştırılmasında, geniş hasta serilerini içeren, daha ileri ve çok merkezli araştırmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Graft-versus-host hastalığı, mezenkimal kök hücre Anahtar Kelimeler: Relaps/Rezistan Hodgkin Lenfoma, Otolog Kök Hücre Transplantasyonunu Bildiri:0106 Bildiri:0107 P-078 P-079 RELAPS/REZİSTAN HODGKİN LENFOMALI ÇOCUKLARDA OTOLOG KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONUNUN BAŞARISINI ETKİLEYEN PROGNOSTİK FAKTÖRLER. Erman Ataş1, Vural Kesik1, Oğuzhan Babacan1, Nadir Korkmazer2. 1Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı Ankara. 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Çocuk Hastalıkları AD ,Ankara NÖROBLASTOMLU ÇOCUKLARDA CD34 POZİTİF HÜCRE SELEKSİYONUNUN OTOLOG HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU SONUCUNA ETKİSİ. Vural Kesik1, Erman Ataş1, Oğuzhan Babacan1, Nadir Korkmazer2. 1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı, Ankara. 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Çocuk Hastalıkları AD, Ankara Giriş: Hodgkin Lenfomada (HL) ileri evre hastalıkta bile yaşam hızı %92-%94’dir. Relaps/rezistan olgularda yaşam hızı %30 olarak bildirilmekte, nüksler çoğu olguda tedavi sonrası 3 yıl içinde görülmektedir. Otolog kök hücre transplantasyonu (OKHT), erişkinlerde ikinci remisyondan sonra standart tedavi olarak kullanılmasına rağmen, relaps çocukluk çağı HL için kesin öneri ve fikir birliği bulunmamaktadır. Giriş: Nöroblastom çocuklarda en sık ekstrakraniyal solid tümördür. Yaşam hızı oranları ileri evre hastalıkta kötüdür. Otolog hematopoetik kök hücre transplantasyonu (OHKHT) konvansiyonel kemoterapiye göre prognozu daha yüksek olan bir tedavi seçeneğidir. CD34 pozitif hücre seleksiyonu ile aferez ürününden kök hücreler alınarak ürün tümör hücrelerinden ayıklanmaktadır. Materyal Metod: Çalışmamızda 1998-2013 yılları arasında OKHT uygulanmış 13 HL’lı çocuğun tedavi özellikleri araştırıldı. Dört olgu tedaviye refrakter olduğu için çalışma dışı bırakıldı. Ortalanca yaş 13 yıl (8-18) ve 6-8 Mart 2014, Antalya Materyal Metod: Çalışmaya 1998–2013 yılları arasında otolog HKHT uygulanmış nöroblastomlu 25 çocuk dahil edildi. Ortanca yaş 5 yıl (2-17) ve erkek kız oranı 16/9=1.77 idi. Grup 1 ‘de CD34 seleksiyonu yapılmış 17 hasta ve Grup 2’de CD34 seleksiyonu yapılmamış 8 171 hasta vardı. Dört hasta engaftman olmadan ex olduğu için Grup1’den çıkarıldı. Tanımlayıcı analizler, normal olmayan dağılımlar ve ordinal değişkenler için ortanca kullanılarak gösterildi. Sonuçlar: Çalışmamıza CD 34 pozitif seleksiyon yapılmış 14 ve seleksiyon yapılmamış 7 olgu dahil edildi. Mortalite 4-14 ay arasında dört hastada saptandı. Bu hastaların iki tanesi CD34 pozitif hücre seleksiyonu uygulanmış olgulardı ve MIBG+CEM kemoterapi rejimine bağlı toksisite nedeni ile engrafman olmadan kaybedildi. CD34 pozitif seleksiyonu yapılmış hastalar için nötrofil, platelet ve eritrosit engraftmanının ortanca zamanı sırasıyla 19.5, 24.5, 18.5 gün olarak saptandı. Seleksiyon yapılmamış olgularda ise sırasıyla 11, 15 ve 13 gün olarak bulundu. CD34 pozitif hücre seleksiyon sonrası ortalama CD34 kaybı %36.6 idi. Nötrofil, platelet ve eritrosit engraftman zamanı üzerinde CD34 pozitif seleksiyonunun etkisi istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Grup1 ve Grup2 de kilogram başına CD34 hücre sayısı ile nötrofil, platelet, eritrosit engraftman günü arasında doğrudan bir ilişki yoktu. Tanı sonrası tüm hastalarda iki yıl olaysız yaşam hızı (OYH) ve genel yaşam hızı (GYH) sırasıyla %34.4 ve %78.6 idi. Grup 1 ve 2 olgularda 24 aylık OYH ve GYH sırası ile %38 ve %70.5 vs %22 ve %62.5 idi. Posttransplant ortalama 14 ay (2-154) takip ile hastalıksız sağ kalım (HSK) ve hastalık durumuna bakılmaksızın genel son durum (GSD) sırasıyla 17 ay için %43.5 ve %69.7 idi. Tartışma: Seleksiyon yapılmamış hastalara nazaran CD34 pozitif seleksiyonu yapılmış hastalarda nötrofil, platelet ve eritrosit engraftman günü uzun saptandı. Fakat kilogram başına CD34 miktarı ile engraftman zamanı arasında korelasyon yoktu. Uzamış engraftman zamanı transplantasyonla ilişkili komplikasyonların artmasına neden olabilir. Buna karşılık CD34 pozitif seleksiyonu yapılmış hastalarda yaşam hızı seleksiyon yapılmamış olanlarla benzerdi. Seleksiyonun üstünlüğü çalışmamızda bulunamadı. Transplant dönemindeki iyi bakım ve enfeksiyonla etkin mücadele komplikasyon oranını düşürebilir. Transplant içi mortalitemizin olmaması komplikasyonların önlenmesinde bakımın önemini vurgulamaktadır. Engraftman süreleri uzasa da iyi bakım ile komplikasyonların engellendiği saptanmıştır. Bu bulgular, daha fazla olgu içeren prospektif çalışmalarla gözden geçirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Nöroblastom, CD34 Pozitif Hücre Seleksiyonunu, Otolog Hematopoetik, Kök Hücre Transplantasyonu Materyal Metod: Periferik kök hücre aferezi uygulanmış 54 olgunun 91 aferez işleminin kayıtları retrospektif incelendi. Çalışmada Ewing sarkomu 4, Germ hücreli tümör 2, Hodgkin lenfoma 12, Langerhans hücreli histiositozis 2, Non-Hodgkin lenfoma 5, Nöroblastom 24, PNET 4 ve Wilm’s tümörü 1 olgu mevcuttu. Aferezde mobilizasyon G-CSF ve/veya plerixafor desteğinde uygulandı. Mobilizasyon sonrası 72 ve 96 saat bitiminde aferez uygulananlarda kilogram başına düşen CD34 hücre sayısındaki değişiklikler araştırıldı (Grup1: 72. saat, Grup2: 96. saat). Sonuçlar: Aferez yapılan olguların yaşı ortanca 8 yıl (1.25-18), ağırlık 27 kg (10.5-80), vücut kitle indeksi (VKI) 17.5 kg/m2 (12.2-26.4), vücut yüzey alanı 0.98 m2 (0.46-1.92) ve erkek kız oranı 28/15 idi. Ortanca WBC, volüm, CD34 yüzdesi, CD34 hücre sayısı sırası ile Grup1’de 131000/mm3, 200 ml, %0.35, 2.1x106/kg, Grup 2’de 153000/mm3, 180 ml, %0.33, 2.8x106/kg idi. Mobilizasyon başlangıcından itibaren 72 ve 96. saatlerde CD34 hücre değişimi anlamlı bulundu (p=0.046). Az olgu içeren gruplar (PNET, Wilm’s, NHL, Germ hücre tümörü) ve mobilizasyonda plerixafor kullanılan nöroblastom grubundan bir hasta dışında CD34 hücre sayısı ile hastalık tipi, cinsiyet ve yaş arasında sırasıyla anlamlı bir etkileşim yoktu (p=0.903, p=0.942, p=0.999). CD34 hücre sayısı x106/kg ortalama değeri 72. saatte <10 yaş olgular için 3.01, >10 yaş için 2.24 ve 96. saatte <10 yaş için 3.3, >10 yaş için 2.7 idi. CD34 hücre sayısı x106/kg ortalama düzeyleri 72. saatte erkekler için 3.05, kızlar için 1.92 ve 96. saatte erkekler için 3.45, kızlar için 1.94 idi. Nöroblastom, Ewing ve HL gibi hastalık tipleri ile yaş, cinsiyet ve CD34 hücre sayısının (Hücre sayısı x106/kg) arasında sırasıyla farklılık saptanmadı. Tartışma: Çalışmamızda tecrübeli bir ekip ile çocuklarda periferden kök hücre aferezi ile hematopoietik kök hücre transplantasyonu için güvenli ve yeterli kök hücre elde edilebileceği gösterildi. Doksanaltıncı saatten sonra yapılan PKHA’ deki CD34 hücre sayısı 72. saate göre daha yüksekti. Hastalık tipinin CD34 sonucu üzerinde etkisi saptanmadı. Genç yaşlarda kemik iliği kapasitesinin daha yüksek olduğu bilinsede, çalışmamızda ortalama kök hücre miktarı genç olgularda, ileri yaşlara nazaran daha yüksekti (<10 yaş ve >10 yaş). Bu durum muhtemelen HL’daki düşük ortalama CD34 x106/kg hücre miktarını açıklayabilir. Aferez öncesi çok ajanlı ve toksik kemoterapi rejimleri kullanan hastalarda, yeterli hücre toplayamama, birkaç kez aferez yapma gereksinimi gibi PKHA ile ilgili pek çok zorlukla karşılaşılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Periferik Kök Hücre Aferezi, Çocuk Bildiri:0108 P-080 ÇOCUKLARDA ETKİN PERİFERİK KÖK HÜCRE AFEREZİNDE ROL OYNAYAN FAKTÖRLER. Erman Ataş1, Vural Kesik1, Oğuzhan Babacan1, Nadir Korkmazer2. 1Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı, Ankara. 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Çocuk Hastalıkları AD, Ankara Giriş: Periferik kök hücre aferezi (PKHA) kök hücre nakli öncesi rutin bir prosedürdür. Ekstrakorporeal kan hacminin yetersiz olması, antikoagülanlardan dolayı hipokalsemi riski, küçük ven çapları nedeniyle kötü venöz dönüş ve trombotik yan etkiler gibi toplama prosedüründeki zorluklar nedeniyle çocuklarda yaygın olarak kullanılamamaktadır. 172 Multipl Miyelom Bildiri:0090 P-081 OTOLOG KEMİK İLİĞİ TRANPLANTASYONU YAPILAN MULTIPL MYELOM HASTALARIMIZIN RETROSPEKTİF ANALİZİ. Senar Ebinç1, Cengiz Demir2, Ramazan Esen2. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı- Van. 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı- Van Multıpl myelom tüm kanserlerin yaklaşık %1’ini, hematolojik malignitelerin ise %10’nunu oluşturur. Günümüzde gelişmiş yeni tedavilere rağmen multıpl myelom kürabl değildir. Melfalan bazlı yüksek doz kemoterapi ile 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi desteklenmiş otolog kök hücre nakli ile hastalık sağ kalımında uzama saptanmıştır. Günümüzde otolog kemik iliği nakli 65 yaş altı myelom hastalarında standart tedavi olarak kabul edilmektedir. Otolog kemik iliği tranplantasyon öncesi hastaların tamamında kemik iliği biyopsi incelenmesi ile %5’in altında plazma hücresi saptandı. Hastaların tamamı ECOG performans statüleri 1-2 arasında idi. Hastalarımızın yaş, uluslar arası prognostik indeks(IPSS)’e göre hastalık evresi, immünglobulin ve hafif zincir tipi, tanı ile otolog kemik iliği trasplantasyonu arasında geçen süre, hastaların nakil öncesi aldıkları tedaviler ve yaşam durumları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Anahtar Kelimeler: Multipl Myelom, Otolog Kemik İliği Transplantasyonu Tablo 1. Hastaların bazı temel karakteristik özellikleri Bildiri:0094 P-082 PLASMOSİTOMA BAĞLI GELİŞEN KAUDA EQUİNA SENDROMU; OLGU SUNUMU. Senar Ebinç1, Cengiz Demir2, Ramazan Esen2. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı- Van. 2 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı- Van Multiple myeloma bütün kanserlerin yaklaşık olarak %1’ini, hematolojik kanserlerin ise %10’nu oluşturmaktadır. Ekstra medüller plasmositom kemik iliğinin dışında gelişen plazma hücreli tümörler olup nadir görülmektedir. Kauda equina sendromunda siyatalji tarzında bacak ağrısı, hipoestezi veya anestezi, ileri düzeyde kuvvet kaybı veya düşük ayak tablosu ve sfinkter kusurları gibi bulgular izlenmektedir. Hastaların çoğu dekompresyondan sonraki ilk 2 yıl içinde iyileşirken, bazı hastalarda klinik düzelmenin cerrahiden sonraki 5 yıl içinde hala devam ettiği gösterilmiştir. Kliniğimizde vertebral kolumnada multipl plasmositomu olan 56 yaşında erkek hastanın takipleri esnasında inkontinans, impotans, bacaklarda güçsüzlük ve ağrı şeklinde prezente olan kauda equina sendromu gelişti. Hastaya kemo-radyoterapi sonrası kifoplasti yapıldı. Hastanın klinik yakınmaları yaklaşık bir ay gibi kısa bir sürede tamamen iyileşti. Plasmositoma bağlı kauda equna sendromu nadir görülen bir durum olması ve vakamızın kısa bir sürede etkin tedaviye bağlı kliniğinde tamamen düzelme izlenmesi nedeni ile bu vakayı sunmak istedik. Bildiri:0122 P-083 PLAZMOSİTOM İÇİN NADİR BİR YERLEŞİM YERİ: NAZOFARİNKS. Aydan Akdeniz, Mehmet Ali Uçar, Anıl Tombak, Ayşegül Özdoğan, Eyüp Naci Tiftik. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Plazma hücre diskrazilerinin en sık tipi multiple myelom olmakla beraber soliter (osseöz) plazmositom ve exstramedüller (extraosseöz) plazmositom (EMP) gibi lokalize formları da görülmektedir. Ekstramedüller yumuşak doku plazmositomu, plazma hücre diskrazilerinin nadir bir alt tipidir. Nazofarinks ve sinüsler başta olmak üzere tüm baş boyunda daha sık yerleşirler. Osseöz plazmositomun aksine dissemine hastalığa dönüşme ihtimali düşük ve lokal tedavilerle kür sağlanabilen bir hastalıktır. Multiple myelomların ise %7 ile 17 si plazmositom şeklinde ortaya çıkar. Bunların çoğu kemik kaynaklı iken, çok azı yumuşak doku kaynaklıdır. Ve plazmositom ile prezente olmayan multiple myelomlara göre prognozu daha kötüdür. 48 Yaşında erkek hasta burun tıkanıklığı ile 8 ay önce opere edilmiş, patolojisi kronik iltihaplı mukoza örnekleri olarak raporlanmış. Bir ay içinde burun tıkanıklığının yeniden başlaması ve beraberinde ara ara olan burun kanamlarının olması üzerine hasta başka bir merkezde reopere edilmiş. Patoloji plazmositomla uyumlu gelmesi nedeniyle tarafımıza yönlendirilmiş. Hasta geldiğinde fizik muayenesi doğal, nazal şikayetleri dışında şikayeti yoktu. Serum immünfiksasyon elektroforezde kappa ve Ig A yüksekliği mevcuttu. Kappa/Lambda oranı artmıştı (3.8).Kemik iliği aspirasyonunda %35-40 plazma hücresi ile infiltreydi, patoloji de plazma hücre diskrazisi ile uyumluydu. Kemik iliği akım sitometrisi multiple myelomla uyumluydu. Tam kan sayımında hemoglobin 13.8 gr/dl, Mutlak nötrofil sayısı 6910/ mikroL, trombositler 280000/mikroL, kreatin: 0.7 mg/dl, kalsiyum 10.1 mg/ dL,fosfor 3.5 mg/dL idi. PET-BT de sol maksiller sinüste ve nazal kavitede yer kaplayan, artmış FDG tutulumu gösteren 56X39 mm boyutunda hipermetabolik kitlesel lezyon ve bilateral üst ve alt ekstremitelerde reaktif ya da primer hastalığa sekonder olabilecek hafif artmış FDG tutulumu saptandı.Hastaya Ig A + kappa myelom tanısı ile 2 kür VAD sonrası 4 kür VCD tedavisi planlandı, ilk kürünü aldı. Halsizlik dışında aktif şikayeti olmayan hastanın takip ve tedavisi devam ediyor. EMP sıklıkla baş boyun bölgesinde ortaya çıkar. Plazma hücre diskrazilerinin %5’ini, baş boyun malignitelerininn %0.4’ünün oluşturur. Soliter plazmositom tanı anında multipl myelom olma ya da yıllar içinde multiple myeloma dönme eğiliminde iken EMP ler genellikle lokalize kalırlar. Bu nedenle cerrahi ve RT kombinasyonu tedavide yeterlidir. Literatüre bakıldığında bizim vakamızda olduğu gibi yumuşak dokuda plazmositom ile prezente olan multiple myelom nadir bir durumdur. Anahtar Kelimeler: Multiple myelom, nazofarinks, yumuşak doku (ekstramedüller) plazmositom Anahtar Kelimeler: Plasmositom, Kauda Equina Sendromu, Multipl Myelom 6-8 Mart 2014, Antalya 173 Bildiri:0129 P-084 MULTİPL MYELOM TANILI HASTALARIMIZIN OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI YANIT DURUMLARI. Ömür Gökmen Sevindik, Şerife Medeni Solmaz, Celal Acar, İnci Alacacıoğlu, Özden Pişkin, Mehmet Ali Özcan, Fatih Demirkan, Bülent Ündar, Güner Hayri Özsan. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir Giriş: Otolog kök hücre nakli multipl myelom tedavisinde önemli bir sağkalım avantajına yol açmış ve bu nedenle bütün myeloma tedavi yönergelerinde kök hücre nakli için uygun hastalarda uygulanması önerilir hale gelmiştir. Metod: Çalışmamızda 2006 ile 2013 yılları arasında otolog kök hücre nakli uygulanmış 74 hastamızın otolog kök hücre nakli sonrası elde edilmiş yanıt oranlarını ve sağkalım verilerini değerlendirmeyi amaçladık. Sonuç: Çalışmaya medyan yaşı 56 (29-68) olan 72 hasta dahil edildi. Hastaların tanı ISS’leri değerlendirildiğinde %47,5’evre 1, %32,2’sinin evre 2 ve %20,3’ünün evre 3 hastalığa sahip oldukları görüldü. Hastaların %63,9’u ilk sıra tedavi olarak VAD ve kalan %36,1’i ise siklofosfamid dexamethasone kombinasyonu almıştı. Hastaların %27,8’inde bortezomib bazlı rejim kullanılmadan otolog kök hücre nakline geçilmişti. Yalnızca 3 hastada kök hücre nakli ilişkili enfeksiyöz komplikasyonlara bağlı ölüm gerçekleşmişti. Hastaların 100. gün kontrolleri değerlendirildiğinde %33,3’ünde tam remisyon, %47,2’sinde çok iyi kısmi yanıt, %11,1’inde kısmi yanıt, %6,9’unda stabil hastalık ve %1,4’ünde progresif hastalık saptandı. Hastaların otolog kök hücre nakli sonrası progresyona kadar geçen medyan süresi 27,8 ay ve ortalama genel sağkalımı ise 72,4 ay olarak hesaplandı. rejimi olarak 52 hastaya Melfalan 200 mg/m2, 8 hastaya Melfalan 140 mg/m2 kullanıldı. %95’i ilk basamak olarak %5’i relaps/refrakter hastalara ikinci basamak tedavisi olarak KHN yapıldı. Tanı tarihinden KHN yapılana kadar geçen ortalama süre 9±11 aydı. KHN ilişkili mortalite %16.7 ve relaps/progresyon ilişkili mortalite %15 idi. İzlem süresi ortalama 60±18 ay (1-126 ay) aralığı) olup hastaların 18’inde (%30) 10±22 ay süre içerisinde relaps ortaya çıktı. 18 hastanın 11’i progresyon nedeniyle yaşamını yitirdi. İzlem süresinde 31 hasta (%52) yaşıyordu. Kaplan-Meier sağ kalım analizi yapıldığında tüm hastalarda ortanca sağ kalım süresi 60±18 ay idi (Resim-1). İndüksiyon rejimleri arasında sağ kalım farkı yoktu (log rank p>0.05, Resim-2). Melfalan 200 mg/m2 ve 140 mg/ m2 arasında sağ kalım analizi yapıldığında ortanca süreye ulaşılamaz iken ortalama yaşam süreleri sırasıyla 59±9 ve 31±18 ay idi ve fark yoktu (log rank p>0.05, Resim-3). Sonuç: Malin plazma hücre hastalıklarında KNH ve yüksek doz kemoterapi %50’nin üzerinde 5 yıllık sağ kalım sağlayan etkili bir tedavi şeklidir. Anahtar Kelimeler: Malin plazma hücre hastalıkları, kök hücre nakli, sağ kalım Merkezimiz verileri doğrultusunda otolog kök hücre nakli uygulanan hastalarımızda literatüre benzer yanıt oranları ve sağkalım süreleri elde edildiği tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: multipl myelom, otolog kök hücre nakli Bildiri:0163 P-085 MALİN PLAZMA HÜCRE HASTALIKLARININ TEDAVİSİNDE KÖK HÜCRE NAKLİ SONUÇLARIMIZ. Şekil 1. İndüksiyon tedavileri arasında genel sağkalım süreleri İrfan Yavaşoğlu, Vefki Gürhan Kadıköylü, Gökhan Pektaş, Ali Zahit Bolaman. Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Aydın Giriş: Multipl miyelom (MM) ve amiloidoz malin plazma hücre hastalıklarının otolog kök hücre desteği ile yüksek doz kemoterapi 65 yaş altındaki hastalarda hala günümüzde etkili bir tedavidir. Son 10 yılda talidomid ve lenalidomid gibi immunmodülatörlerle birlikte bortezomib gibi ilaçların kullanımı ile daha iyi tam yanıt ve sağ kalım oranları sağlanmaktadır. Amaç: Merkezimizde malin plazma hücre hastalarına yapılan kök hücre nakli (KHN) sonuçlarımızı değerlendirmektir. Bulgular: 58’i MM ve 2’si amiloidozlu toplam 60 hastaya (39’u erkek ve 21’i kadın, yaş ortalaması 59±10 yıl) yüksek doz melfalan ile periferik kök hücre nakli (59’u otolog 1’i allojeneik) yapıldı. İndüksiyon tedavisi olarak sırasıyla; 4 kez VAD (23 hasta), 2 kez VAD+4 kez bortezomib/ deksametazon (22 hasta), 2 kez VAD+4 kez bortezomib/talidomid/deksametazon (9 hasta), 6 kez bortezomib/ talidomid/deksametazon (4 hasta), 6 kez bortezomib/deksametazon(2 hasta) uygulandı. Hazırlama 174 Şekil 2. Melfalan 200 mg/m2 ve 140 mg/m2 Arasındaki Genel Sağkalım Karşılaştırılması 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Tartışma: DMSO’nun gastrointestinal ve kardiyorespiratuvar yan etkilerinin dışında nadir de olsa ciddi nörolojik yan etkileri vardır. Bu yan etkilerin kan damarlarının akut vazokonstriksiyonuna veya DMSO’nun damarlardan penetre olarak beyine direkt toksik etkisine bağlı olabileceği düşünülmektedir. Bu yan etkilerin şiddetinin ise DMSO miktarı ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. KHN yapılan merkezlerin büyük bir kısmında %10’luk DMSO kullanılmaktadır. Son zamanlarda yapılan bazı çalışmalarda %5 ve %10 DMSO arasında engraftman zamanında ve hücre canlılığında bir fark olmadığı, düşük konsantrasyonlarda yan etkilerin daha az olduğu gösterilmiş ve bazı merkezlerde %5 DMSO kullanılmaya başlanmıştır. DMSO geniş yan etki profiline sahiptir ve nadiren çok ciddi komplikasyonlara neden olabilir. İnfüzyon sırasında oluşabilecek yan etkilerin göz önünde bulundurulup tüm önlemlerin alınması gerekmektedir. Yan etkileri en aza indirgemek için hücre canlılığını bozmayacak daha düşük DMSO konsantrasyonları ile yapılacak prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. Şekil 3. Ortalama genel sağkalım süresi Anahtar Kelimeler: Dimetil sülfoksit, kök hücre nakli, nörotoksisite Pediatrik Transplantasyon Bildiri:0124 Bildiri:0109 P-087 BİR OLGU NEDENİYLE DİMETİL SÜLFOKSİTE BAĞLI NÖROTOKSİSİTE. Eda Büke, Özlem Tüfekçi, Şebnem Yılmaz Bengoa, Tuba Hilkay Karapınar, Hale Ören. Dokuz Eylül Üniversitesi, Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı Giriş: Dimetil sülfoksit (DMSO) kriyoprotektif bir ajan olup kök hücre naklinde (KHN) toplanan ürünün dondurulması işleminde kullanılmaktadır. Sık görülen yan etkiler bulantı, kusma, abdominal kramplardır ve hastaların yarısında görülebilir. Kardiyovasküler olaylar, respiratuvar arrest ve diffüz alveoler kanama bildirilen diğer toksik etkilerdir. Nörolojik toksisite ise nadir olmakla beraber nöbet, inme, geçici global amnezi ve lökoensefalopati olguları bildirilmiştir. Burada DMSO içeren kök hücre infüzyonu ile jeneralize tonik klonik (JTK) nöbet gelişen bir olgu sunulmuştur. Olgu: Üçüncü tam remisyonunda olan ALL tanılı 13 yaşındaki hasta 3 yaşındaki HLA uyumlu kardeşinden allojenik KHN için merkezimize yönlendirilmiştir. Vücut ağırlığı düşük olan vericiden iki kez Kİ toplanmış ve ilki DMSO ile dondurulmuştur. Nakil günü hastaya aynı gün toplanan Kİ sorunsuz verilmiş, ikinci gün ise %10 DMSO içeren dondurulmuş Kİ’nin infüzyonunun 30. dakikasında hipertansiyon, bradikardi ve baş ağrısı gelişmiştir. İnfüzyon kesilerek bulgular geriledikten sonra premedikasyonla infüzyonun devamı planlanmış ama bulguların tekrar gelişmesi üzerine infüzyon verilememiştir. Ertesi gün iki kez, bir dakika kadar süren JTK nöbet gelişmiştir. Kan tetkikleri ve beyin BT normal saptanmış, beyin MRG’de ise bilateral parietal ve oksipital fokal kortikal T2 sinyal artımları tespit edilmiştir. Mevcut bulgularla DMSO toksisitesi düşünülmüştür. Fenitoin ve levatirasetam başlanan hastanın, takibinde benzer yakınmalarının olmaması ve EEG’nin normal olması üzerine fenitoin kesilmiş, levatirasetam ile devam edilmiştir. Bir ay sonraki MRG’de önceki sinyal intensite artımlarının belirgin gerilediği saptanmıştır. Verilen kök hücre miktarı düşük olduğu halde sırasıyla 18. ve 33. günde nötrofil ve trombosit engraftmanı sağlanmıştır. Olgu halen takipte olup KHN sonrası birinci yılını tamamlamıştır ve remisyondadır. 6-8 Mart 2014, Antalya P-088 ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ SADETTİN-VASFİ BAYSAL ÇOCUK KÖK HÜCRE NAKİL MERKEZİ; SANTRAL VENÖZ KATETER UYGULAMALARINDA POVİDON İYOT VE KLORHEKSİDİN (%2)’İN ANTİSEPTİK ETKİNLİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI. Seher Yıldırım, Selma Can, Sevtap Özcan, Zahide Girgin, Serpil Kocatepe, Merve Güven, Nazlı Gökçil, Ferda Zantur, Canan Albayrak, Davut Albayrak, Alişan Yıldıran, Murat Elli. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Samsun Santral venöz kateterizasyon işlemi, kök hücre nakil merkezlerinde sağladığı yararlar nedeni ile vazgeçilmez olmasına rağmen, aynı zamanda en önemli enfeksiyon kaynağıdır. Kateter enfeksiyonunu önlemek için kateter bölgesinin etkin bir antiseptik maddeyle temizlenmesi önemlidir. Povidon iyot çocuklarda kullanıldığında, cildi tahriş ettiği ve zararlı etkilere neden olduğu söylenmektedir. Klorheksidin (%2) ise son yıllarda daha başarılı bulunmaktadır ve özellikle önerilmektedir. Bu nedenle çalışmamızda, merkezimizde Şubat 2009 ile Ocak 2014 tarihleri arasında kök hücre nakli yapılan, santral kateteri olan hastalarda klorheksidin (%2) ve povidon iyot kullanımı karşılaştırılarak antiseptik etkilerini araştırmayı amaçladık. Kateter bölgesinin bakımı 73 hastada povidon iyot solüsyonu ile, 23 hastada ise klorheksidin (%2) ile yapıldı. En yaygın kateterle ilişkili enfeksiyon etkeni; koagülaz negatif stafilokoklar, Staphylococcus aureus, aerobic gram negatif basiller ve Candida albicans’tır. Gram pozitif bakteriler kateter kolonizasyonun yarısından, kateter ilişkili enfeksiyonların ise üçte birinden sorumludur. Klorheksidin, gram pozitif bakterilere povidon iyota göre daha etkilidir. Hastalarımızın, 73’ünde povidon iyot kulanılmış, bunların 38’inde (%45,7) kateter enfeksiyonu gelişmiştir. Klorheksidin ise 23 hastada kullanılmış ve kateter enfeksiyonuna rastlanmamıştır (tablo 1). Povidon iyot kullanıldığında, en başta gelen enfeksiyon etkeni olarak; gram 175 pozitif bakteriler (stafilokoklar) görülmüştür (tablo 2). Klorheksidin kullanılan hastalarda kateter enfeksiyonunun görülmemesini, klorheksidinin stafilokoklara karşı daha etkili olmasına bağlamaktayız. Tablo 1. Povidon iyot ve klorheksidin (%2) kullanılan hastalarda kateter enfeksiyonu oranları Hasta Sayısı/ Kateter enfeksiyonu olan hasta sayısı Enfeksiyon Oranı (%) Povidon iyot (n=73) 73/38 45,7 Klorheksidin (n=23) 23/0 0 Tablo 2. Kateter enfeksiyonu olan hastalarda üreyen mikroorganizmalar ve sıklığı (n=38) Kateterle ilişkili üreyen mikroorganizmalar Mikroorganizmaların üreme sıklığı Staphylococcus epidermidis 11 Staphylococcus haemolyticus 8 klorheksidinin güçlü doku bağlılığı ve mikroplara karşı uzun etkisinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Klorheksidinin antiseptik etkinliği, povidon iyot gibi kan ve serum benzeri vücut sıvılarından etkilenmez. Povidon iyota bakteryel direnç oluşumu gösterilmesine rağmen klorheksidinde böyle bir durum söz konusu değildir. Doksan altı hastayla yapılan bu çalışmada, santral venöz kateter uygulamalarında antisepsi amacıyla klorheksidin kullanıldığında, povidon iyota göre kateter kültürlerinde üreme daha az görülmüştür. Bu durum klorheksidinin antiseptik etkisinin daha üstün olduğunu düşündürmüştür. Bu konuda daha fazla sayıda hasta ile yapılacak çalışmalar ile daha kesin sonuçlar elde edilebilecektir. Ayrıca klorheksidinin çocuk hastalarda kullanımıyla ilgili daha çok çalışmaya ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Antisepsi, klorheksidin, povidon iyot, santral venöz kateterizasyon Bildiri:0125 P-089 ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ SADETTİN-VASFİ BAYSAL ÇOCUK KÖK HÜCRE NAKİL MERKEZİ; KÖK HÜCRE NAKLİNİN ÇOCUK VE ERGENLERİN RUH SAĞLIĞI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ. Seher Yıldırım, Selma Can, Sevtap Özcan, Koagulaz (-) stafilokok 8 Staphylococcus hominis 3 Staphylococcus mitis/oralis 1 Zahide Girgin, Serpil Kocatepe, Merve Güven, Nazlı Gökçil, Ferda Zantur, Canan Albayrak, Davut Albayrak, Murat Elli. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Staphylococcus choromogenes 1 Araştırma Merkezi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Samsun Staphylococcus warnerii 1 Kök hücre nakli çok önemli bir tedavi şekli olmasına rağmen, tıbbi ve psikolojik zorlukları da birlikte getirmektedir. Nakil hastaları, sağlık ekibine bağımlı olarak bedenleri üzerindeki kontrollerini yitirmekte, bu da benlik saygılarının, kendilerine karşı olan beğeni ve güvenin azalmasına sebep olmaktadır. Staphylococcus aureus 1 Pseudomonas aeruginosa 4 Escherichia coli 6 Enterobakter 1 Candida parapsilosis 2 Candida albicans 1 Stenotrophomonas maltophilia 2 Enterococcus faecium 1 Difteroid basil 1 Corynebacterium spp 3 Micrococcus spp 1 Streptococcus vestibularis 1 Enterococcus faecalis 1 Klebsiella pneumoniae 1 Proteus mirabilis 1 Achromobacter xylosoxidans 1 Kök hücre nakil hastalarının ruhsal dünyalarını ne kadar iyi anlarsak onlara yapacağımız psikolojik destek de o oranda yararlı olacaktır. Çalışmanın amacı, kök hücre naklinin çocuk ve ergenlerin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Çalışmaya, merkezimizde 2009 ile 2013 yılları arasında kök hücre nakli yapılan 96 çocuk hastadan, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Anabilim Dalı’na danışılan 7 hasta alındı. Ruhsal sorun yaşayan 7 hastadan 5’i erkek, 2’si kız idi. Erkekler, kızlara oranla daha düşük benlik saygısına sahiptir. Hastaların 3’ü habis hastalık nedeniyle nakil öncesi ilaç tedavisi almış idi. Hastaların ruhsal yapıları üzerinde, daha öncesinde habis bir hastalığın tanısı, tedavisi ve bunun ruhsal etkilerinin de rolü vardır. Klorheksidin ile povidon iyot kıyaslandığında, klorheksidinin kan kültürlerinde düşük kontaminasyon oranı sağladığı gösterilmiştir. Povidon iyot eskiden beri santral venöz kateter ve diğer girişimler için en çok tercih edilen antiseptik olmasına rağmen, klorheksidinin bakteryel kolonizasyonu azaltmada ve bu etkiyi sürdürebilme özelliğinden dolayı povidon iyottan üstün olduğu gösterilmiştir. Kateter kolonizasyonunda azalmanın da 176 Ailelerinin sosyo - ekonomik ve kültürel düzeyleri düşük ve orta eğitim ve gelir seviyesindedir. Çocukların sosyal güvencesi olmasına rağmen, hastaneye yattığı süre içinde yine de önemli miktarda ek harcamalarda bulunmaktadırlar. Hasta, ailesinin ekonomik durumunu bilmekte ve ailesine yük olduğunu düşünmektedir. Bu düşünce ise suçluluk duygusuna yol açmakta, anksiyeteye sebep olmaktadır. Ruh Sağlığı’na danışılan hastaların çoğunluğu ergen hastalardır. Bunlar içinde aynı yıl tanı konulup da nakil olan hasta da vardır. Yeni tanı konulan hasta aniden kendisini habis bir hastalık teşhisi, ilaç tedavisi ve ardından gelen kök hücre nakli gibi çok ciddi bir durumla karşı karşıya 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi bulmaktadır. Hastalığın bedeninde meydana getirdiği olumsuz değişiklerle de baş etmeye çalışmaktadır. Hastaların merkezimizde yatış süresi ortalama 56,8 gündür (Tablo 1). Nakil merkezleri hastane içerisinde her şeyden önce alt yapı özellikleri ile farklı ve kapalı yapılanmalar olduğu için yatış süresinin uzamasının, hastaların zihinsel ve davranışsal gelişimi üzerinde olumsuz etkileri vardır. Hastalarda ağız yarası, ishal ve kabızlık gibi sindirim sorunları yaşanmıştır. Sindirim sistemi sorunu olan hastalara anksiyete ve depresyon eşlik etmiştir (Tablo 2). İlaç ve ışın tedavisine bağlı saç dökülmesi tüm hastamızda görülmüştür (Tablo 2). Saç dökülmesi ve cilt renginde değişiklikler benlik saygısını azaltmaktadır. Kök hücre nakil hastalarında en sık görülen ruhsal sorunlar anksiyete ve depresyondur (Tablo 2). Anksiyete ve depresyon nakilden bir hafta sonra beden görünümünde olumsuz değişimlerin başlamasıyla artmaktadır. Beden görünümündeki bu olumsuz değişimler, benlik saygısının akranlarına göre daha düşük olmasına neden olmakta ve kimlik gelişimini olumsuz etkilemektedir. Kök hücre nakil hastalarının ruhsal sağlığı açısından, nakil öncesi, nakil dönemi ve sonrasında yoğun ruhsal destek almaları yaşam kalitelerini artıracaktır. Anahtar Kelimeler: Anksiyete, çocuk ve ergen, depresyon, kök hücre nakli, ruh sağlığı Tablo 1. Hastaların yaş, hastalık süresi, nakildeki yatış süresi, mukozit süresi, nötrofil ve trombosit yamanma günleri (n=7) Ort. ± SS 12,8 ± 4,4 4,1± 2,4 56,8± 7,4 5,8± 1,9 14,7 ± 11,8 15,6± 13,1 Yaş (yıl) Hastalık Süresi(yıl) Nakildeki Yatış Süresi (gün) Mukozit Süresi (gün) Nötrofil Yamanması (gün) Trombosit Yamanması (gün) En düşük-En yüksek 7-17 0-8 43-75 0-17 9-22 8-28 Ort.±SS: Ortalama ± Standard sapma Tablo 2. Hastaların yaşı, cinsiyeti, tanıları, nakile bağlı erken dönem komplikasyonları, çocuk ve ergen ruh sağlığına danışma nedenleri ve ruh sağlığı tanıları (n=7) Hasta 1 Hasta 2 Hasta 3 Hasta 4 Hasta 5 Hasta 6 Yaş(yıl) 13 17 13 7 14 12 14 Cinsiyet Erkek Kız Erkek Erkek Erkek Kız Erkek HL AML FAA Kostmann DBA Talasemi majör AML Tanı Nakile Bağlı CMV CMV GVHH, Agresif ve Kreatinin Erken Dönem enfeksiyonu, enfeksiyonu, mide ağrısı, sinirlilik artışı, yüksekliği, saç Komplikasyonlar ishal, SOS, saç bulantı-kusma, saç dökülmesi dökülmesi kusma, saç dökülmesi hiperglisemi, dökülmesi yüksek tansiyon, saç dökülmesi Ruh Sağlığı Danışma Nedeni İçine kapanıklık, yemek yememe Ajitasyon Ruh Sağlığı Tanısı Depresyon Anksiyete Hasta 7 GVHH, ağır Bulantıilaç yan etkisi, kusma, ağız tıbbi nedenle yarası, saç açıklanamayan dökülmesi fiziksel ağrılar, saç dökülmesi Agresif, Aşırı Hastalığıyla İçe kapanıklık Mutsuzluk, konuşma ve hareketli, endişelenme ilgili olumsuz kaygılar haraketlerde aşırı tepkili ve ve içe yavaşlama, sinirlilik hali kapanıklılık uyuyamama Anksiyete Depresyon Uyum bozukluğu Depresyon Depresyon, somatoform bozukluk ve anksiyete Bildiri:0132 P-090 ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, SAADETTİN VASFİ BAYSAL ÇOCUK KÖK HÜCRE NAKİL ÜNİTESİNDE OCAK 2009-MAYIS 2011 YILLARI ARASINDA KÖK HÜCRE NAKLİ UYGULANAN HASTALARIN GERİYE DÖNÜK OLARAK İNCELENMESİ. Vildan Güngörer1, Tunç Fışgın2, Hatice Emel Özyürek2, Murat Elli1, Feride Duru1, Canan Albayrak1, Kemal Baysal1, Davut Albayrak1. 1Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Samsun. 2Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Çocuk kemik İliği Nakil ünitemizin 2 yıllık ilk verilerini kesitsel olarak incelemek. Gereç-Yöntem: 1 Şubat 2009 - 31 Mayıs 2011 tarihleri arasında Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Saadettin Vasfi Baysal Çocuk Kök Hücre Nakil Ünitesinde hematopoetik kök hücre nakli uygulanan 44 hasta geriye dönük olarak incelenmiştir. Sonuç: Olguların 24’ü (%54,5) kız, 20’si (%45,5) erkek, yaş ortalaması 9,6 ± 4,63 yıl idi. Kök Hücre nakli uygulanan olguların tanılara göre dağılımı; 15’i (%34,1) Talasemi Major, 9’u akut lösemi (%20,4), 6’sı Fanconi Aplastik anemisi (%13,6), 5’i Aplastik anemi (%11,4), 9’u (%20,4) diğer tanılara sahipti. TNC/kg arttıkça trombosit engrafman zamanının kısaldığı yine kök hücre kaynağı olarak periferik kan kullanılan hastaların kemik iliği+ kordon kanı kullanılan hastalara göre nötrofil engrafmanının daha kısa zamanda geliştiği görüldü. Kemik iliği+ kordon kanı kullanılan hastalarda yalnızca periferik kök hücre kullanılan hastalara göre sağkalımın daha uzun olduğu tespit edildi (P=0,03).En sık görülen komplikasyon 42 hasta ile (%95) febril nötropeni oldu. Mukozit 38 (%88), CMV reaktivasyonu 9 (%20,4), akut verici atak hastalığı 6 (%13,6), sinüzoidal obstrüksiyon sendromu 4 (%9) ve hemorajik sistit 3 (%6,8) hastada izlendi. Hastalarımızın 27’sinde (%61,3) hastalıksız sağkalım gözlendi. Hastaların 8’inde (%18,1) nüks görülürken 9’unun (%20,4) eksitus olduğu, bunların 2’sinin (%4,5) nakil ilişkili nedenlerden 7’sinin (%15,9) ise hastalık progresyonu nedeniyle exitus olduğu gözlendi Tartışma: Çalışmamız ülkemizde çocuk hastalarda kök hücre naklini tüm yönleriyle inceleyen ilk çalışmalardan biri olması nedeniyle önem arzetmektedir. Çalışmamızda myeloblatif rejimlere bağlı mukozit ve enfeksiyon oranları yüksek saptanmıştır. Sağkalımı etkileyen tek faktörün kök hücre kaynağı olarak kordon kanı + kemik iliğinin birlikte kullanılması olduğu saptanmıştır. Hasta sayısının az olması çalışmamızı sınırlayan en önemli faktördür. Buna rağmen elde ettiğimiz veriler ulusal ve uluslararası verilerle benzerdir. Not: Tüm olgular Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sadettin Vasfi Baysal Çocuk Kök Hücre Nakil Ünitesinde takip edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Hematopoetik kök hücre nakli, komplikasyon, nakil ilişkili mortalite, prognoz Depresyon GVHH: Graft Versus Host Hastalığı, SOS: Sinüzoid Tıkanıklığı Sendromu, AML:Akut Myeloblastik Lösemi, HL:Hodgkin Lenfoma, FAA:Fanconi Apalstik Anemi, DBA:Diamond Blackfan Anemisi 6-8 Mart 2014, Antalya 177 Bildiri:0133 P-091 ÇOCUKLARDA İŞLENMEMİŞ KÖK HÜCRELERLE POST-TRANSPLANT SİKLOFOSFAMİD KULLANILARAK YAPILAN HAPLOİDENTİK NAKİL SONUÇLARI: TEK MERKEZ DENEYİMİ. Akif Yeşilipek1, Vedat Uygun2, Gülsün Karasu1, Hayriye Daloğlu2, Volkan Hazar2. 1Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Göztepe Medicalpark Hastanesi. 2Antalya Medicalpark Hastanesi T hücre deplesyonu ile yapılan haploidentik nakillerde immün yapılanmanın gecikmesi ağır enfeksiyonlar sonucu transplant ilişkili mortalitenin yükselmesine yol açmaktadır. Bu sorunu aşmak için son yıllarda işlenmemiş (unmanipulated)(UM), kemik iliği (Kİ) veya periferik kan (PK) kök hücreleri ile nakil sonrası yüksek doz siklofosfamid (CY) tedavisi popüler bir uygulama haline gelmiştir. Ancak çocuk hastalarda henüz deneyim kısıtlıdır. Bu çalışmada haploidentik vericiden UM kemik iliği veya periferik kan kök hücre kullanılarak yapılan HKHN sonrası yüksek doz CY verilen olgularımız sunulmaktadır. Olgular ve Yöntem: Antalya Medicalpark Hastanesi Çocuk Kök Hücre Nakil Ünitesinde haploidentik vericiden UM Kİ veya PK kök hücre kullanılarak yapılan HKHN sonrası GVHD önleme tedavisi olarak yüksek doz CY verilen 9 olguya ait veriler retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların 4 ü erkek 5 i kız, yaşları 4-16 arasında, median 9 yaş bulundu. Beş olgu ALL, iki olgu AML, birer olgu ise NHL ve HLH tanıları ile başvurmuştu. Bir olgu Ewing sarkom sonrası AML, bir olgu KML sonrası ALL tanısı almıştı. Bir olguda ise HLH tanısı ile anneden CD34+ hücre seleksiyonu ile yapılan haploidentik nakil sonrası aplazi gelişmesi nedeniyle nakil yapıldı. İki olgu ilk, üç olgu ikinci, dört olgu ise üçüncü remisyonda nakile alındı. Beş nakilde anne, üç nakilde baba, bir nakilde ise kardeş verici olarak kullanıldı. Hazırlama rejimi olarak 5 olguda BU+FLU+Etoposid, birer olguda da BU+CY, BU+CY+Mel, BCNU+Etoposid+ARA-C+Mel, FLU+CY+Mel, GVHD önleme tedavisi olarak ise 50 mg/kg CY +3 ve +5 günlerde i.v., ek olarak CsA/Tacrolimus + MMF/MP verildi. Kök hücre kaynağı olarak 5 olguda Kİ, 3 olguda Kİ+PK bir olguda ise PK kullanıldı. Verilen hücre sayısı median değer olarak TNC 7,2x108 (4,1-17,7), MNC 5,7x108 (4,9-8,8), CD34+ hücre 3,7(2,5-12,9) ve CD3+ hücre 2,7 (1,1-7,8) idi. Sonuçlar: Tüm olgularda engrafman sağlandı. Median nötrofil ve platelet engrafman zamanları sırasıyla 18. (16-23 gün) ve 19. günlerdi (10-37 gün). İki olguda Gr I, birer olguda da Gr II ve Gr III aGVHD, iki olguda ise sınırlı kronik GVHD bulguları gözlendi. Komplikasyon olarak 3 olguda hemorajik sistit, 2 olguda VOD gelişti. İlk 100 günde bir olgu sepsis nedeniyle kaybedildi. Sonraki izlemlerde bir olgu primer hastalık progresyonu diğeri ise pnömoni nedeniyle ex oldu. Altı olgu (%66.7) median 9 ay (5-16 ay arasında) hastalıksız olarak izlenmektedir. Tartışma: Haploidentik nakillerde UM Kİ/PK kök hücreleri kullanımının en önemli avantajları; laboratuvar maliyetinin düşük olması, verici bulma sorunu olmaması ve nakil sonrası greft ve T hücre yetmezliği riskinin daha düşük olmasıdır. Yüksek riskli olarak kabul ettiğimiz olgularımızda elde ettiğimiz ön rapor şeklindeki sonuçlar, bu bilgiler ile uyum göstermekte ve haploidentik nakil uygulamaları için ümit vermektedir. Geniş hasta grupları ile uzun süreli izlem sonuçları bu konudaki bilgilerimize ışık tutacaktır. Anahtar Kelimeler: Çocuk, haploidentik nakil, işlenmemiş kök hücre, posttransplant siklofosfamid 178 Bildiri:0141 P-092 ÇOCUKLUK ÇAĞI KRONİK MYELOİD LÖSEMİLERİNDE HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU SONUÇLARI. Barış Kuşkonmaz1, Şule Ünal2, Selin Aytaç2, Mualla Çetin2, Duygu Uçkan1. 1Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi. 2Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi Giriş: Kronik myeloid lösemi (KML) çocukluk çağı lösemilerinin yaklaşık %3-5’ini oluşturmaktadır. Pediatrik hastalardaki KML tedavisinde lösemik hücreler ortadan kaldırıldıktan sonra HLA uyumlu donörü olanlarda hematopoetik kök hücre tansplantasyonu (HKHT) yapılmaktadır. Çocukluk çağı KML’lerinde HKHT ile toplam yaşam yaklaşık %70 olarak rapor edilmiştir. Materyal-Metod: Ekim 1997-Aralık 2011 yılları arasında KML nedeni ile HKHT yapılan 17 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Transplantasyon sırasında hastaların 12’si kronik fazda iken beş hasta akselere fazda idi. Üç hastaya hastalık tekrarı nedeni ile ikinci kez HKHT yapılmıştır. Tablo 1’de hastaların transplantasyon özellikleri gösterilmiştir. Tablo 1. Hastaların transplantasyon özellikleri ve sonuçları Hasta sayısı/transplantasyon sayısı 17/20 Yaş Cinsiyet (Erkek) Transplantasyon sırasındaki KML fazı Kronik Akselere Donör HLA tam uyumlu kardeş HLA tam uyumlu baba HLA 1 aj uyumsuz kardeş HLA 2 aj uyumsuz anne Hazırlık rejimi Bu+Cy Bu+Flu+ATG* Bu+Cy+ATG Kök hücre kaynağı Kİ PKH Kİ+PKH GVHH proflaksisi CsA+MTX CsA Engraftman oranı Nötrofil engraftman günü Sekonder graft kaybı/relaps Akut GVHH (>= grade 2) Kronik GVHH VOD (orta/ağır) Hemorajik sistit Yaşam 11.5±3.7 yıl (5.0-16.1 yıl) 11 (%64.7) 12 (%70.6) 5 (%29.4) 14 (%82.4) 1 (%5.9) 1 (%5.9) 1 (%5.9) 14 (%82.4) 2 (%11.8) 1 (%5.9) 13 (%76.5) 3 (%17.6) 1 (%5.9) 16 (%94.1) 1 (%5.9) 100 (%100) 17.1±2.6 gün (12-22 gün) 5 (%29.4) 5 (%29.4) 3 (%17.6) 1 (%5.9) 3 (%17.6) 13 (%76.5) *azaltılmış yoğunlukta rejim KML: kronik myeloid lösemi, Bu: busulfan, Cy: Siklofosfamid, Flu: fludarabin, ATG: anti-timosit globülin, Kİ: kemik iliği, PKH: periferik kök hücre, GVHH: graft versus host hastalığı, VOD: veno-oklüziv hastalık Transplantasyon öncesi hastaların aldıkları tedaviler: Yedi hastaya hidroksiüre±mitoksantron± sitarabin, dört hastaya imatinib±sitarabin±interferon α±hidroksiüre, üç 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi hastaya interferon α±sitarabin±mitoksantron±myeloran, bir hastaya myeloran+sitarabin+mitoksantron, bir hastaya hidroksiüre±sitarabin±mitoksantron±imatinib (moleküler yanıt elde edilemediği için izlemde imatinib kesilerek dasatinib başlanmış) verilirken bir hastanın HKHT öncesi spesifik tedavi almadığı görülmüştür. Sonuçlar: Transplantasyon sonuçları Tablo 1’de gösterilmiştir. Vakaların hepsinde engraftman elde edilmiş olup, izlemlerinde beş hastada (%29.4) relaps gelişmiştir. Kronik fazda nakil yapılan 12 hastanın sadece birinde (%8.3) relaps gelişirken, akselere fazda nakil yapılan beş hastanın dördünde (%80.0) relaps gelişmiştir. Yaşam oranı kronik fazda nakil yapılanlarda %91.7; akselere fazda nakil yapılanlarda %40.0’dır. Relaps nedeni ile ikinci kez HKHT’u yapılan üç hasta da yaşam sağlanmıştır. İki hasta t(9;22) pozitifliği saptanması nedeni ile imatinib kullanılmakta iken; bunlardan birine donör lenfosit infüzyonu da uygulanmaktadır. Tartışma: EBMT kayıtlarından yapılan bir çalışmada KML’nin ilk kronik fazında 3 yıllık toplam yaşam kardeşten yapılan nakillerde %75, akraba dışı yapılan nakillerde %65 olarak bulunmuştur. Bu çalışmada tüm hastalar için yaşam oranı %76.5 olarak bulunmuş olup, bu oran kronik fazda nakil yapılanlarda %91.7’ye çıkmaktadır. Anahtar Kelimeler: transplantasyon, kronik myeloid lösemi Bildiri:0142 P-093 ÇOCUKLUK ÇAĞI KAZANILMIŞ APLASTİK ANEMİLERİNDE HEMATOPETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYON SONUÇLARI. Barış Kuşkonmaz1, Şule Ünal2, Betül Tavil2, Fatma Gümrük2, Mualla Çetin2, Duygu Uçkan1. 1Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi. 2Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi Giriş: Kazanılmış aplastik anemili (KAA) çocuklarda HLA tam uyumlu kardeşlerden yapılan hematopoetik kök hücre transplantasyonlarında (HKHT) başarı oranı oldukça yüksektir ve bu hastalar için ilk tercih edilen standart tedavi yöntemidir. Bu çalışmada KAA nedeni ile HKHT’u yapılan 21 hastanın transplantasyon sonuçları verilmiştir. Materyal-Metod: Şubat 1998-Haziran 2012 tarihleri arasında ünitemizde toplam 21 KAA’li hastaya HKHT yapılmıştır. Bir hastaya engraftman başarısızlığı nedeni ile ikinci kez transplantasyon yapılmıştır. Hastalardan birinde KAA’ya ek olarak otoimmün hepatit bulunmakta idi. Hastaların transplantasyon özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir. HKHT’u öncesi hastaların aldıkları tedaviler: 6 hastaya ATG/ALG+siklosporin A+metilprednizolondan (MPZ) oluşan immünsüpresif tedavi (IST) verilmiştir. Bu hastalardan ikisine IST dışında oksimetolon, birine siklofosfamid verilmiş olup bir hasta iki kür İST almıştır. İki hastaya yüksek MPZ tedavisi, bir hastaya MPZ+siklosporin A+ oksimetalon tedavileri verilmiştir. sağlanamayan bir hastada ikinci kez HKHT2u yapılmış hastada engrfatman sağlanmış fakat hasta akut GVHH nedeni ile kaybedilmiştir. Bu hasta dışında geriye kalan 20 vakanın hepsinde (%95.2) hastalıksız yaşam sağlanmıştır Tartışma: KAA’si olan çocuklarda tam uyumlu kardeşlerden yapılan HKHT’u ile yaşam oranları %90’lara yaklaştığı içim tercih edilen tedavi şeklidir. Bu çalışmada donörlerin %23.8’ini HLA tam uyumlu kardeş dışı donörler oluşturmasına rağmen hastalıksız yaşam oranı %95.2 olarak bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: aplastik anemi, transplantasyon, pediatrik Tablo 1. Hastalıkların transplantasyon özelliklkeri ve sonuçları Hasta sayısı/transplantasyon sayısı Yaş Cinsiyet (erkek) 21/22 9.5±3.2 yıl (4.3-14.3 yıl) 15 (%66.7) Donör HLA tam uyumlu kardeş 16 (%76.2) HLA tam uyumlu anne 1 (%4.8) HLA tam uyumlu akraba 1 (%4.8) HLA 1 aj uyumsuz kardeş 1 (%4.8) HLA 1 aj uyumsuz anne 1 (%4.8) HLA 1 aj uyumsuz akraba 1 (%4.8) Hazırlık rejimi Cy+ATG 18 (%85.7) Bu+Cy+ATG 2 (%9.5) Flu+Cy+ATG 1 (%4.8) Kök hücre kaynağı Kİ 20 (%95.2) PKH 1 (%4.8) GVHH proflaksisi CsA+MTX Engraftman oranı 20 (%95.2) Nötrofil engraftman günü 16.7±3.4 gün (10-22 gün) Akut GVHH (>= grade 2) 2 (%9.5) Kronik GVHH 1 (%4.8) VOD Hemorajik sistit Mukozit (>= grade 3) (-) 2 (%9.5) 1 (%4.8) Yaşam 20 (%95.2) Hastalıksız yaşam 20 (%95.2) Cy: Siklofosfamid, ATG: anti-timosit globülin, Bu: busulfan, Flu: fludarabin, Kİ: kemik iliği, PKH: periferik kök hücre, GVHH: graft versus host hastalığı, VOD: venooklüzif hastalık Sonuçlar: Bir hasta dışında vakaların tümünde engraftman sağlanmıştır (20/21; %95.2). Ortalama nötrofil engraftman zamanı +16.7±3.4 gün (10-22 gün) (Tablo 1). Akut graft versus host hastalığı (GVHH) vakaların sadece ikisinde (%9.5), kronik GVHD birinde (%4.8), hemorajik sistit ikisinde (%9.5), mukozit (>=grade 3) birinde (%5.8) gelişirken veno-oklüzif hastalık vakaların hiçbirinde gelişmemiştir (Tablo 1). İlk transplantasyonda engraftman 6-8 Mart 2014, Antalya 179 Bildiri:0143 P-094 Bildiri:0144 P-095 BLASTİK PLAZMOSİTOİD DENTRİTİK HÜCRELİ NEOPLAZMI OLAN BİR ÇOCUKTA OTOLOG PERİFERİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU. Orhan Gürsel1, İbrahim Eker1, Zekai Avcı2, Namık Özbek2, Ahmet Emin Kürekçi1. 1Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı. 2Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi ÇOCUKLUK ÇAĞI HEMATOLOJİK MALİGNİTELERİNDE, TREOSULFAN TEMELLİ HAZIRLAMA REJİMLERİNİ TAKİBEN ALLOJENİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ: DÖRT PEDİATRİK OLGU İLE TEK MERKEZ DENEYİMİ. Orhan Gürsel, İbrahim Eker, Oğuzhan Babacan, Ahmet Emin Kürekçi. Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı Giriş: Blastik plasmasitoid dendritik hücreli neoplazm (BPDHN) plazmositoid dentritik hücrelerden köken alan malign bir neoplazmdır. Etkilenen olguların çoğunda başlangıçta cilt tutulumu olur, ardından lösemik tutulum meydana gelebilir. Burada pediatrik bir BPDHN olgusunda yapılan ve literatürde ilk olarak bildirdiğimiz otolog hematopoietik kök hücre transplantasyonu (HKHT) sonuçları paylaşılmıştır. Giriş: Treosulfan (Treo) busulfan (Bu) ‘ın yapısal bir analoğudur. Çocukluk çağı malignitelerini de içerecek şekilde, hematolojik malignitelerde ve solid tümörlerde yaygın bir etkinliğe sahiptir. Burada hematolojik malignitesi olan dört pediatrik olgunun, radyoterapi içermeyen hazırlama rejimlerinde (Bu) yerine (Treo) kullanımı ile ilgili tek merkez deneyimi aktarılmıştır. Olgu: 13 yaşındaki erkek hastanın öyküsünden son 7 aydır mevcut olan, tedaviye dirençli jüvenil idiopatik artirit ve yeni başlangıçlı, 2x2 cm ebadında bir skalp nodulu ile dış bir merkeze kabul edildiği öğrenildi. Buradaki muayenesinde organomegali ve lenfadenopati bulunmayan hastada, beyaz küre:5180/mm3, hemoglobin: 11.7 g/dl ve platelet:187.000 /mm3 saptanmış, periferik yaymasında ise %6 oranında blast görülmüş. Kemik iliği aspirasyonunda %58 oranında CD4, CD56, CD123 ve Thücreli lösemi/lenfoma 1 eksprese eden blastlar saptanmış. Kemik iliği biyopsisi de Ki-67 pozitif olarak saptanan hastaya, BPDHN tanısı konularak ALL-BFM 95 protokolu uygulanmış. İndüksiyon tedavisi sonrası komplet remisyon sağlanan hastaya ilk HR2 bloğu verildikten sonra kliniğimizde, CD34+ immunomagnetik seleksiyonun yöntemi ile otolog HKHT uygulandı. Hazırlama rejiminde busulfan (16 mg/kg) ve siklofosfamid kullanıldı (120 mg/kg), 0.95x 106/kgCD34+ kök hücre verildi. Sırasıyla 17, 44 ve 23. günlerde myeloid, tromboid ve eritroid engrafman gerçekleşti. Nakil sonrası 4. ayda gelişen kombine Hematopoietik ve santral sinir sitemi relapsına kadar komplet remisyonda ve %100 Lansky skoru ile takip edildi. Relaps sonrası hastaya başlanılan ALL-REZBFM-2002 protokolü sonrasında ikinci komplet remisyon sağlandı. Otolog nakilden 9 ay sonra hastaya, 11 yaşındaki kız kardeşinden tam uyumlu allojenik HKHT yapıldı. Hazırlama rejiminde total vucut ışınlamasının (12 Gy) yanında siklofosfamid kullanıldı. (120 mg/kg). 2.8 x 106/kg CD34+ hücre verildi. GVHD profilaksisi amacıyla metotreksat ve siklosporin kullanıldı. Myeloid, tromboid ve eritroid engrafmanlar sırasıyla 12, 14 ve 22. günlerde gerçekleşti. Nakil sonras 3. ayda hastanın komplet remisyonu devam ederken, gelişen grade 4 akut GVHD nedeniyle kaybedildi. Sonuç: Literatürde otolog kök hücre nakli yapılan 7 tane erişkin BPDHN’li olgu bildirilmesine rağmen, çocukluk çağı BPDHN’ında otolog nakil ile ilgili herhangi bir öneri bulunmamaktadır. Burada bildirilen ve ilk başvurusunda kutanöz bulguları olan 13 yaşındaki erkek hastada, kombine relapsa kadar 4 ay boyunca komplet bir remisyon elde edilmiştir. Tartışma: Pediatrik BPDHN’nin tedavisine yönelik rejimler henüz tam belirlenmemiştir. Cilt lezyonu olmayan hastalar daha iyi bir prognoza sahiptirler. İlk remisyon indüksiyonu için yüksek riskli ALL tedavisi verilmesi etkilidir. Allojenik HKHT zamanı tam belirlenmiş olmamakla birlikte bazı otörler ilk remisyon sonrasında (özellikle cilt lezyonu olanlarda), bazı otörler ise ikinci remisyon sonrasında yapılmasını önermektedir. Anahtar Kelimeler: Blastik plasmostoid dendritik hücreli neoplazm, çocukluk çağı, kemik iliği nakli, otolog 180 Olgu: Merkezimizde Eylül 2012 ve Temmuz 2013 tarihleri arasında, yaşları 4 ile 14 arasında değişen ve yüksek riskli lösemisi olan (üç AML, bir ALL) dört pediatrik hastaya, merkezimizde treosulfan temelli hazırlama rejimleri kullanılarak hematopoietik kök hücre nakli (HKHT) yapıldı. Bu hastalarda iki tanesi ilk tam remisyonda (TR1), bir tanesi hematolojik relapsı takiben TR2’de, biri de ilk transplantasyonunun ardından gelişen izole santral sinir sistemi relapsını takiben TR4’de idi. HKHT’lerin hepside hastaların tam uyumlu kardeşlerinden, ikisinde kemik iliği (Kİ), diğer ikisinde de periferik kaynaklı hematopoietik kök hücre (PKHK) kullanılarak yapıldı. Hastaların tümü kümülatif olarak 36 g/m2 (Treo) ve 120 mg/kg dozunda siklofosfamid (Cyc) alırken, AML-M4 tanılı iki hasta ilave olarak 60 mg/kg kümülatif dozunda etoposid aldı. AML-M5 nedeniyle singeneik HKHT yapılan 4 yaşındaki kız hasta haricinde, hastaların hepsine metotreksat ve siklosiporin içeren graft versus host hastalığı (GVHH) profilaksisi verildi. Tüm hastalarda full engrafman sağlandı. Hastalar ortalama +38 (35-42) günde taburcu edildi. Olguların ve hastalıklarının karakteristikleri ile HKHT sonuçları tabloda özetlenmiştir. Tablo 1. Olguların ve Hastalıkların Karakteristikleri ile HKHT Sonuçları Sonuç: Her ne kadar malign hematolojik hastalıklara yönelik, (treo) temelli hazırlama rejimleri ile yapılan HKHT’lerle ilgili literatürde yeterli veri bulunmamakla birlikte, pediatrik hastaların da bulunduğu 60 vakalık bir seride iki yıllık kümülatif relaps insidansı, TR1’deki hematolojik malignitelerde %35, TR’1 dışındakiler de ise %50 olarak bildirilmiştir. Olgu sayımız bu çalışmalardakine göre daha az olmakla birlikte, merkezimizin sonuçları da literatür bilgileri ile uyumlu görünmektedir. Tartışma: Literaturde treosulfanın busulfan ile aynı düzeyde myeloablatif, immunsüpresif, ve sitotoksik etkilere sahip olduğu, fakat busulfandan daha iyi düzeyde splenik B ve T hücre deplesyonu yaptığı belirtilmektedir. Fakat busulfanın aksine artmış nöbet, ciddi mukozit ve hepatotoksisite riski ile birlikte olmadığı bildirilmektedir. 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Hematolojik malignitelerde, HKHT hazırlama rejimleride treosulfan temelli protokollerin etkinliklerinin değerlendirilerek, diğer sık kullanılan protokoller ile karşılaştırılacağı prospektif, randomize ve kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Hematolojik malignite, Pediatrik transplantasyon, Treosulfan Bildiri:0151 P-096 HAPLOİDENTİK KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN BİR OLGUDA RESPİRATUAR SİNSİTYAL VİRÜS MYOKARDİTİ. Funda Tayfun1, Nurşah Eker2, Derya Mutlu3, İmran Sağlık3, Dilek Çolak3, Volkan Hazar4, Alphan Küpesiz2. 1Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Çocuk Hematoloji Onkoloji Bölümü, Diyarbakır. 2Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, Antalya. 3Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Bilim Dalı, Antalya. 4Medipol Üniversitesi Hastanesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı Giriş: Hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) pek çok malign ve benign hastalık için küratif bir tedavi yöntemidir. Allojenik nakil sonrası engraftman yetmezliği %5-10 sıklıkta görülür. Engraftman yetmezliğinin kurtarıcı tedavisi olarak ikinci bir nakil yapılabilir. Haploidentik nakil, uygun donörü olmayan hastalar için potansiyel bir donör kaynağıdır. Bu çalışmada, malignite nedeni ile otolog kök hücre nakli yapıldıktan sonra greft yetersizliği nedeni ile haploidentik kök hücre nakli yapılan bir olguda nakil sonrası gelişen enfeksiyonlar sunulmuştur. Olgu: Aralık 2010 tarihinde Evre 4 Nöroblastom tanısı ile TPOG 2009 Nöroblastom Kemoterapi Protokolü’ne göre tedavi edilen ancak relaps gelişince otolog HKHN yapılmak üzere merkezimize yönlendirilen altı yaşındaki kız olgunun değerlendirilmesinde kemik iliği tutulumu mevcuttu. Periferik kök hücre mobilizasyonu başarılı olunamadı ve kemik iliğinden kök hücre toplanarak CD 34(+) kök hücre seleksiyonu ile Ağustos 2012 tarihinde otolog HKHN yapıldı. Nakil sonrası engraftman olmadığı için yapılan kemik iliği biyopsisinde aplazik kemik iliği gösterilerek greft yetmezliği kabul edildi. Olgunun HLA tam uyumlu kök hücre vericisi bulunamaması nedeni ile otolog HKHN sonrası 2. ayında annesinden allojenik haploidentik kök hücre nakli yapıldı. Nakil sonrası laringeal ve özefagial candida enfeksiyonu, asiklovir dirençli herpes fasialis ve herpes keratiti, CMV reaktivasyonu gelişen hastanın, bu enfeksiyonlara yönelik tedavisi başarılı şekilde tamamlandı. Haploidentik nakilden 6 ay sonra uzamış akciğer enfeksiyonuna yönelik yapılan tetkiklerinde nazofaringeal sürüntü örneğinde PCR yöntemiyle respiratuar sinsisyal virüs-A (RSV) saptandı. Palivizumab tedavisi alan hasta izlemde myokardit bulguları ile başvurduğu zaman alınan trakeal aspirat ve perikardial sıvı örneklerinde PCR testi ile RSV RNA pozitif saptandı. Solunum yetersizliği nedeni ile ventilasyon desteği alan hasta nakil sonrası 8. ayda RSV miyokarditine bağlı kardiyo pulmoner yetmezlik nedeni ile kaybedildi. Tartışma: Haploidentik HKHN sonrası hücresel immün yapılanmanın gecikmesine bağlı olarak izlemde ortaya çıkan herpes virüs, CMV, candida enfeksiyonu tedavi edilmiş ancak daha nadir görülen RSV enfeksiyonu ile olgumuz kaybedilmiştir. Daha önceki çalışmalarda kardiovasküler sistemi etkileyen RSV enfeksiyonları bildirilmiş ancak bu olgularda nazofarinks örneklerinde RSV gösterilebilmiş ve kardiak tutulum klinik bulgularla 6-8 Mart 2014, Antalya tanımlanmıştır. Bizim olgumuzda ise RSV myokarditi nazofaringeal, trakeal ve perikardiyal sıvıda RSV RNA varlığı ile gösterilmiştir. Sonuç: Ciddi RSV enfeksiyonu geçirme riski olan hastaların korunmasında bulaşın önlenmesi çok önemlidir. Bu olgularda RSV enfeksiyonunun mortalitesi yüksek olduğundan, PCR yöntemiyle viral etkenin erken tanımlanması tedavi şansı sağlayabilir. Bu hastalarda RSV enfeksiyonlarının komplikasyonlarının daha ciddi seyrettiği, enfeksiyonun farklı organ ve doku tutumlarıyla karşımıza çıkabildiği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: haploidentik nakil, respiratuar sinsisyalvirüs, myokardit Bildiri:0155 P-097 ÇOCUKLUK ÇAĞI AĞIR EDİNSEL APLASTİK ANEMİLERİNDE HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ ÜZERİNE TEK MERKEZLİ BİR ÇALIŞMA. Funda Tayfun1, Nurşah Eker2, Vedat Uygun3, Mediha Akcan6, Gülsün Karasu4, Ömer Doğru2, Alphan Küpesiz2, Volkan Hazar5, Mehmet Akif Yeşilipek3. 1Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Çocuk Hematoloji Onkoloji Bölümü, Diyarbakır. 2Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, Antalya. 3Antalya Medikal Park Hastanesi Çocuk KİT Ünitesi, Antalya. 4Göztepe Medikal Park Hastanesi Çocuk KİT Ünitesi, İstanbul. 5Medipol Hastanesi Çocuk Hematoloji Onkoloji Bölümü, İstanbul. 6Adnan Menderes Üniversitesi Tıp fakültesi, Çocuk Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, Aydın Giriş: Ağır aplastik anemi (AAA), pansitopeni ve hiposellüler kemik iliği ile karakterize bir kemik iliği yetmezliğidir. AAA nadir görülen, hematopoetik kök hücre nakli ya da immünsüpresif tedavi uygulanmadığı takdirde fatal seyreden bir hastalıktır. Hematopoetik kök hücre nakli tek küratif tedavi yöntemidir. Metod: Bu çalışmaya AAA tanılı 26 hasta (18 erkek, 8 kız) alınmıştır. 26 hastaya 2002-2013 yılları arasında 29 hematopoetik kök hücre nakli uygulanmıştır (3 hastaya ikinci kez nakil yapıldı). Nakil uygulanan hastaların ortalama yaşı 11,1 yıldır (2,4- 18,6 yıl). Nakil öncesi 16 hastaya (59,2%) antitrombosit globulin (ATG) ile immünsüpresif tedavi uygulanmıştır. Tanıdan nakile kadar geçen süre ortalama 22,7 aydır (4,8 -119,2 ay). 29 donörün 8’i kardeş uyumlu, 15’i akraba dışı uyumlu, 6’sı akraba uyumlu ve biri akraba uyumsuz donördü. Nakil yapılan olguların 17’sinde gerekli kök hücreler periferik kandan, 10’unda kemik iliğinden ve 2’sinde kordon kanından elde edilerek nakil yapıldı. Sonuç: Yirmi dokuz nakil olgusunun 24’ünde (%82.7) nötrofil engraftmanı sağlandı. Nakil sonrası nötrofil engraftmanı için geçen süre ortalama 14,4 gün (8-21 gün) olarak belirlendi. 23 hastada (%79) trombosit engraftmanı sağlandı. Nakil sonrası trombosit engraftmanı için geçen süre ortalama 23,8 gün (14-90 gün) olarak belirlendi. Bir hastada nötrofil engraftmanı gerçekleşti ama hasta trombosit engraftmanı gerçekleşmeden kaybedildi. 7 hastada (26,9 %) akut graft versus host hastalığı (GvHH) ortaya çıktı. Tüm hastalara immünsüpresif tedavi uygulandı. 3 hastada (11,5%) tam iyileşme gözlendi. 2 hastada (7,6%) kronik GvHH, 4 hastada (15,3 %) hemorajik sistit ve 2 hastada (7,6 %) nakil komplikasyonu olarak veno-oklüzif hastalık tespit edildi. Tartışma: AAA’li çocuklarda eğer tam uyumlu akraba donörü mevcut değilse immünsüpresif tedaviye yanıtı hızla değerlendirilerek alternatif donörden kök hücre nakli uygun tedavi yaklaşımı olmaktadır. European 181 Group for Blood and Marrow Transplantation yeniden güncellenen verilerine göre 2004 yılından sonra yapılan alternatif donörlü kök hücre nakillerinde 5 yıllık sağkalım oranı erişkinler de dahil edildiğinde 83% olarak belirlenmiştir. Eğer tanı sonrası ilk iki yıl içinde nakil gerçekleşirse 5 yıllık sağkalım oranı 92%’ye ulaşmaktadır. Sonuç olarak, AAA’li olgularda zaman kaybetmeden bulunacak akraba dışı donörden yapılacak kök hücre naklinin tedavi edici bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: edinsel aplastik anemi, hematopoetik kök hücre nakli, çocuk Bildiri:0156 P-098 KRONİK GREFT VERSUS HOST HASTALIĞININ GEÇ BİR KOMPLİKASYONU OLARAK NEFROTİK SENDROMLU ÜÇ OLGU. Nurşah Eker1, Funda Tayfun2, Vedat Uygun3, Gülsün Karasu4, Elif Güler1, Alphan Küpesiz1, Volkan Hazar5, Mehmet Akif Yeşilipek3. 1Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, Antalya. 2 Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Çocuk Hematoloji Onkoloji Bölümü, Diyarbakır. 3Antalya Medikal Park Hastanesi, Çocuk KİT Ünitesi, Antalya. 4Göztepe Medikal Park Hastanesi, Çocuk KİT Ünitesi, İstanbul. 5Medipol Hastanesi, Çocuk KİT Ünitesi, İstanbul Giriş: Allojenik hematopoetik kök hücre naklinden sonra görülen renal komplikasyonlar başlangıç zamanına göre erken ve geç komplikasyonlar olmak üzere ikiye ayrılır. Kronik greft versus host hastalığının (KVHH) gelişmiş olması ileride görülebilecek renal problemlere zemin hazırlar. Çocuklarda hematopoetik kök hücre naklinin geç bir komplikasyonu olarak nefrotik sendrom hakkında sınırlı sayıda bildiri vardır ve çoğu kronik graft versus host hastalığından sonra gelişmiştir. Amaç: Hematopoetik kök hücre naklinden sonra gelişen KGVHH’nın geç bir komplikasyonu olarak nefrotik sendromu 3 olguyla vurgulamayı amaçladık. Sonuç: 1998-2013 yılları arasında allojenik kök hücre nakli yapılmış 3 hasta nefrotik sendrom tanısı aldı. Hastaların primer tanıları myelodisplastik sendrom, juvenil myelomonositik lösemi ve lökosit adezyon defekti idi. Hastaların tümünde nefrotik sendrom kök hücre naklinin geç bir komplikasyonu olarak ortalama 4,7 ay sonra görüldü. Tüm hastalara renal biyopsi uygulandı. Biyopsi sonucunda iki hastada fokal segmental glomeruloskleroz, bir hastada ise tubuler atrofi ve interstisyel fibrosiz gözlendi. Olguların tedavi planı siklosporin A ve metil-prednizolon olarak değiştirildi. Olgulardan ikisi renal sekel geliştirmeden tam remisyona girdi. Bir olgu ise halen CsA ve MPZ tedavisi almakta olup minimal proteinürisi devam edmektedir. Hematopoetik kök hücre nakli sonrası gelişen nefrotik sendromda en sık uygulanan tedavi prednizolon ve siklosporin A tedavisidir. Bu kombinasyon tedavisiyle olgularımızın ikisinde tam yanıt elde ettik. Diğer olgumuz tedaviye yanıtı değerlendirme aşamasındadır. Biz de aynı tedaviyi uyguladık ve hastalarımızın ikisinde tam remisyon elde ettik. Kronik graft versus host hastalarında nefrotik sendrom riski dikkate alınmalı ve olguların böbrek fonksiyonları ile birlikte idrar protein atımı yakından takip edilmeli kanısındayız. Anahtar Kelimeler: kronik graft versus host hastalığı, nefrotik sendrom Bildiri:0159 P-099 ÇOCUKLARDA AKRABA DIŞI KORDON KANI TRANSPLANTASYONU. Gülsün Karasu1, Vedat Uygun2, Hayriye Daloğlu2, Suar Çakı Kılıç1, Fügen Pekün1, Akif Yeşilipek1. 1Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Göztepe Medicalpark Hastanesi. 2Antalya Medicalpark Hastanesi Aile içi uyumlu verici bulunamayan allogeneik hematopoetik kök hücre nakillerinde kordon kanı kullanımı son yıllarda hızla artmaktadır. Dünyadaki bankalarda 500.000 in üzerinde KK vardır. 5/6 veya 6/6 uyumlu KK bulunma olasılığı %70 dir. Hemen tüm hastaların en az bir tane 4/6 uyumlu kordon kanı bulabileceği kabul edilmektedir. Tarama işlem süresinin kısa olması da önemli bir avantajdır. Bu çalışmada akraba dışı kordon kanı nakli yapılan olgularımızın veri dökümü yapılmıştır. Olgular ve Yöntem: Medicalpark Antalya ve Göztepe Çocuk Kemik İliği Nakil Ünitelerinde Ocak 2011 ile Ocak 2014 tarihleri arasında akraba dışı kordon kanı kullanılarak hematopoetik kök hücre nakli yapılan 45 olgunun verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Sonuçlar: Olguların genel değerlendirme sonuçları Tablo 1 de görülmektedir. Tartışma: Sonuçlarımız hematopoetik kök hücre nakli gereken aile içi vericisi olmayan hastalar için akraba dışı kordon kanının etkin ve güvenilir bir kök hücre kaynağı olduğunu göstermiştir. Tarama ve diğer prosedür süreçlerinin kısa olması nedeniyle kordon kanı özellikle acil nakil gereken olgularda akraba dışı vericilere tercih edilebilir. Yurt dışından aldığımız bir kordon kanına 50.000 USD a kadar ulaşan ödemeler yapmak zorunda olmamız nedeniyle doğum oranının yüksek olduğu ülkemizde allojenik amaçlı ve halkın kullanımına açık kordon kanı bankası kurulmasının önemli bir grup hastamıza kök hücre kaynağı sağlanması yanında ülke ekonomisine de katkıda bulunacağı açıktır. Anahtar Kelimeler: Kordon kanı, transplantasyon, çocuk, akraba dışı Tablo 1. Kordon kanı nakli yapılan olgularımızın bulguları n Yaş (Ay, median) Cins (E/K) Tanı İmmün Yetmezlik Akut Lösemi Osteopetrozis HLH DBA HLA Uyumu 6/6 5/6 4/6 TNC (Median) x 107 CD34+ (Median) x 105 Nötrofil engrafmanı (gün, median) Trombosit engrafmanı (gün,median) TRM 50 gün TRM 100 gün Hastalıksız yaşam Genel yaşam 45 12 (3-160) 23/22 25 8 7 4 1 15 29 1 13.2 (1.1-50.2) 6.3 (2.1-55.0) 14 (9-45) 24 (8-130) 6/45 (%13.3) 11/45 (%24.4) %57.8 %71.1 HLH,hemofagositik lenfohistiositoz; DBA, Diamond Blackfan anemisi; HLA;insan lökosit antijeni; TNC,toplam çekirdekli hücre; TRM, transplant ilişkili mortalite 182 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Bildiri:0160 P-100 ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ SADETTİN-VASFİ BAYSAL ÇOCUK KÖK HÜCRE NAKİL MERKEZİ; KÖK HÜCRE NAKİL AKTİVİTESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ. Seher metabolik hastalıklarda hayat kurtarıcı bir tedavi yöntemi olarak kabul edilmektedir. Anahtar Kelimeler: Aktivite, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Yıldırım1, Selma Can1, Sevtap Özcan1, Zahide Girgin1, Serpil Kocatepe1, Merve Güven1, Nazlı Gökçil1, Ferda Zantur1, Canan Albayrak1, Davut Albayrak1, Alişan Yıldıran1, Emel Özyürek2, Tunç Fışgın2, Murat Elli1. 1Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Samsun. 2Medical Park Hastanesi, Samsun Kök hücre nakli yaptığımız 96 hastanın verileri geriye dönük olarak değerlendirildi. Merkezimizde, Şubat 2009- Aralık 2013 tarihleri arasında 96 hastaya 106 allojenik ve otolog kök hücre nakli yapıldı. Hastaların 41(%43)’i kız, 55(%57)’i erkek hasta idi. Yaş ortalamaları ise 8,5 idi. Yıllara göre nakil olan hasta sayıları; 13(2009), 23(2010), 21(2011 ve 2012), 18 (2013)’dir. Yıllara göre nakil sayıları ise; 13 (2009), 23 (2010), 22 (2011 ve 2012), 26 (2013)’dır (Şekil 1). Nakil tipi; 84 (%87) hastaya allojenik, 12 (%13) hastaya otolog nakil yapıldı. Hastaların tanıları; talasemi (23), immün yetmezlik (13), aplastik anemi (10), fanconi aplastik anemi (9), ALL(9), AML (8), nöroblastom (4), hodgkin lenfoma (3 ), ewing sarkomu (3), DBA (3), JMML (2), hurler sendromu (2), KML (2), NHL (1), sideroblastik anemi (1), RMS (bir), osteopetrozis (1), kostmann hastalığı (1) idi (Şekil 2). Şekil 1. Yıllara göre nakil sayısı Kök hücre kaynağı; periferik kök hücre 57 (%59), kemik iliği 32 (%33), kemik iliği ve kordon kanı 6 (%7), kemik iliği ve periferik kök hücre nakli ise bir (%1) hastada tercih edildi. Nötrofil yamanması; ortalama 15, trombosit yamanması ise 20 günde oldu. Nakil sonrası erken dönemde görülen komplikasyonlar; graft versus host hastalığı (20), sinozoid tıkanıklığı sendromu (9), CMV PCR pozitifliği (20), ilaç yan etkisi (12), hemorajik sistit (5) idi. Erken dönem komplikasyonların en fazla görüldüğü yıllar irdelelendiğinde; graft versus host hastalığı 2012’de 21 hastanın 7’sinde ( %33,3), sinozoid tıkanıklığı sendromu 2013’de 18 hastanın 3’ünde (%16,6), ağır ilaç yan etkisi 2013’de 18 hastadan 4’ünde (%22,2), CMV PCR pozitifliği 2009’da 13 hastadan 4’ünde (%30,76), hemorajik sistit 2009’da 13 hastadan birinde (%7,69) görüldü (Şekil 3). Şekil 2. Tanılarına göre hastaların dağılımı Sadettin-Vasfi Baysal Kök Hücre Nakil Merkezi ekibi olarak bundan sonraki hedeflerimiz akraba dışı kök hücre nakli gerçekleştirmek ve The European Group for Blood & Marrow Transplantation (E B M T) tarafından akredite olmaktır. Kök hücre naklinde destek tedavi yöntemlerinin gelişmesi, tedavi endikasyonlarının ve komplikasyonlarının daha iyi anlaşılması ile günümüzde yüz güldürücü sonuçlar elde edilmektedir. Kök hücre nakli çocukluk yaş grubunda habis kan hastalıkları, immun yetmezlikler, hemoglobinopatiler, kemik iliği yetmezlikleri ve konjenital 6-8 Mart 2014, Antalya Şekil 3. Erken dönem komplikasyonların yıllara göre görülme sıklığı 183 Bildiri:0164 P-101 MUKOPOLİSAKKARİDOZİS TİP 1 (HURLER SENDROMU)’Lİ İKİ HASTADA KEMİK İLİĞİ NAKLİ. Canan Albayrak, Davut Albayrak, Murat Elli, Seher Yıldırım. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Saadettin Vasfi Baysal Kemik iliği Ünitesi Çocuk Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı Mukopolisakkaridozis tip 1 (Hurler sendromu) otozomal resesif geçiş gösteren metabolik bir depo hastalığıdır. Hastalarda alfa-L- iduronidaz enzim eksikliği nedeniyle heparan sulfat ve dermatan sulfat denilen glukozaminoglukanlar çeşitli dokularda birikir ve hastalığa sebep olur. Doğumdan hemen sonra bulgular ortaya çıkar, üst hava yollarında tıkanıklık, tekrarlayan akciğer enfeksiyonları, karaciğer dalak büyüklüğü, korneada bulanıklık, kalp hastalıkları, kemik anormallikleri ve santral sinir sisteminde ilerleyici hastalıkla ölüme sebep olan bir hastalıktır. Eksik olan enzimin damardan düzenli aralıklarla verilmesi fayda sağlar ancak enzimin kan-beyin bariyerine geçememesi nedeniyle beyin gelişimine faydası yoktur. Ayrıca enzim tedavisinin maliyeti çok yüksektir. Bu nedenle erken yapılan kemik iliği nakli en önemli tedavi şeklidir. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Saadettin Vasfi Baysal Kemik iliği Nakli Ünitesinde Mukopolisakkaridozis tip 1’li iki hastaya tam uyumlu akraba donorden allogeneik periferik kök hücre nakli yapıldı. Hastalara tanı sonrası nakil hazırlıkları devam ederken haftalık enzim tedavisi başlandı. On aylık erkek hastaya halasından, üç yaşında kız hastaya anne ve babanın ortak teyzesinden tam uygun periferik kök hücre nakli yapıldı. Her ikisine de busulfan, etoposid ve siklofosfamid içeren hazırlık rejimi uygulandı. Donörlerden periferik kök hücre toplandı. Graft versus host profilaksisi için metotreksat ve siklosporin başlandı. Hastaların kimerizmleri tam donor kimerizmi şeklinde izlenmektedir. Nakilden üç ay sonrasına kadar enzim tedavisine devam edildi. Tedaviye ara verilerek bakılan enzim düzeylerinin normal çıkması nedeniyle enzim tedavileri kesildi. Hastaların her ikisindede özellikle erken nakil olan hastamızda mental motor gelişimi hızla düzelmektedir. Mukopolisakkaridozis tip 1 erken tanı alıp kemik iliği planlanması gereken hastalıklardandır. Hastalığın otozomal resesif geçiş göstermesi HLA tam uygun donor bulunması açısından bir avantajdır. Anahtar Kelimeler: Mukopolisakkaridozis tip 1, allogeneik tam uyumlu periferik kök hücre nakli Bildiri:0165 P-102 TEDAVİYE DİRENÇLİ ‘’ LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİOSİTOZ’’ DA ALLOJENİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ İLE MÜKEMMEL SONUÇLAR: 3OLGU SUNUMU. Serap Aksoylar, Nihal Özdemir Karadaş, Zuhal Önder Siviş, Ayşe Burcu Akıncı, Mehmet Kantar, Nazan Çetingül, Savaş Kansoy. Ege üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı Langerhans hücreli histiositoz (LCH), dendritik hücrelerin reaktif klonal çoğalması ile karakterize bir hastalıktır. Çocukluk çağında; çok iyi prognoza sahip lokalize hastalıktan, iki yada daha fazla organ ve sistemin tutulumu ile yaygın hastalık tablosu oluşturarak ölümcül olabilen, farklı klinik gidişe sahip bir hastalıktır. Tedavi de, hastalığın klinik gidişine uygun konservatif yaklaşımdan ağır 184 kombine kemoterapiye kadar değişebilir. Riskli organ tutulumu (karaciğer, kemik iliği, dalak) olduğunda, ve tanı anında hasta 2 yaşından küçük olduğunda prognozu kötüdür. Primer tedavinin (Vinblastin ve prednisolon) tedavisine 6.haftada yanıt alınamayan olguların diğer tedavi alternatiflerine yanıt verme oranı azdır ve bu olgularda kurtarma tedavilerine rağmen mortalite %40 civarındadır. Son yıllarda bu olgularda allojenik kök hücre nakli (KHN) ile iyi sonuçlar bildirilmektedir. Tablo 1. Hastaların özellikleri hasta no cinsiyet tanı yaşı etkilenen organlar ilk tedaviye yanıt KHN öncesi aldığı tedaviler 1 erkek 7,5aylık kc, dalak, kemik iliği, cilt kötü yanıt VBL/steroid/Mtx/CSA/ ARA-C/Cladribin / clofarabin 2 erkek 8aylık kc, dalak, kemik iliği, cilt kötü yanıt VBL/steroid/Mtx/CSA/ ARA-C/Cladribin / clofarabin 3 kız 9aylık cilt,GİS iyi yanıt-nüks VBL/steroid/Mtx/CSA/ ARA-C/Cladribin / clofarabin VBL:vinblastin MTX:metotreksat CSA:siklosporin ARA-C:sitarabin Tablo 2. Kök hücre nakli detayları Hasta no 1 2 3 Kök hücre nakli sırasında yaşı 20,5ay 30ay 27ay Tanıdan itibaren geçen süre 13ay 22ay 18ay Kök hücre nakli sonrası fizik muayene kc14 cm, dalak 14 cm kot altı. cilt lezyonları, pansitopeni kc 5 cm ve dalak 7 cm kot altı kc 3cm,dalak 4cm kot altı, ki’de hemofagositoz Hazırlama rejimi melphalan/Fludarabin/ melphalan/Fludarabin/ melphalan/Fludarabin/ Alemtuzumab Antitimosit globulin Alemtuzumab Donör-kökhücre 6/6 uyumlu akraba dışı 5/6 uyumlu akraba dışı 10/10 uyumlu akraba kaynağı kordon kanı kordon kanı dışı periferik kök hücre nakli Verilen çekirdekli hücre sayısı 6,5x107 /kg 3,8X107 /kg GVHH profilaksisi CSA/MMF CSA/MMF CSA Nötrofil engrafmanı +34.gün +32.gün +17.gün Kök hücre nakli sonrası süre +4.yıl +14.ay +6.ay Son durum yaşıyor yaşıyor yaşıyor yok sınırlı kronik GVHH yok Sekel 6,4X108 /kg CSA: siklosporin MMF: mikofenolat mofetil Bu sunumda çok sistemi tutan yaygın hastalık ile başvurup, primer ve kurtarma tedavilerine hiç yanıt vermeyen; ve non-myeloablatif hazırlama rejimi ile akraba dışı allojenik kök hücre transplantasyonu sonrası tamamen iyileşme sağlanan 3 bebek olgu sunulmaktadır. 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi KHN öncesi kötü klinik tablodaki bu olgularda nonmyeloablatif hazırlama rejimi, yaşın küçüklüğü nedeniyle hızla bulunabilen akraba dışı kordon kanı, olası graft-versus tumor etkisi bu olgulardaki başarılı KHN’nin ipuçlarıdır. Anahtar Kelimeler: Kök hücre nakli, langerhans hücreli histiositoz Bildiri:0173 P-104 HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİNDE HEPATİK VENO OKLÜZİV HASTALIK PROFİLAKSİ VE TEDAVİSİNDE DEFİBROTİD KULLANIMI: TEK MERKEZ DENEYİMİ. İlgen Şaşmaz, Bülent Antmen, Murat Serbest, Hasan Kılıçdağ, Bircan Karabacak, Sabri Arıker, Selda Öztürk, Gülsüm Uçar, Nihan Aldırmaz Aslan, Berna Ayberkin, İlksen Kılınc. Acıbadem Adana Hastanesi, Pediatrik Kök Hücre Nakli Merkezi Bildiri:0166 P-103 BAŞARILI KEMİK İLİĞİ NAKLİ UYGULANAN KONJENİTAL ERİTROPOETİK PORİFİRİLİ BİR OLGU. Burçe Emine Yaşar1, Gülşah Kılbaş1, Müşerref Kasap1, Serap Aksoylar1, Ayşe Burcu Akıncı1, Sema Kalkan Uçar2, Nihal Özdemir Karadaş1, Savaş Kansoy1, Ebru Canda2. 1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı, İzmir. 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Metabolizma Bilim Dalı,İzmir Konjenital eritropoetik porfiria (Gunther Hastalığı); nadir otozomal resesif kalıtılan bir porfiri türevi olup; “hem” sentezinde görevli olan üroporfirinojen 3-sentaz eksikliğine bağlı görülür. Bu eksikliğe bağlı artan hidroksimetilbilan fizyolojik olmayan, patojenik porfirinlerden üroporfirin I ve koporfirin I e dönüştürülür. Bu izomerlerin eritrositlerde, plazmada ve kemikte birikimi klinik bulgularına yol açmaktadır. Olgular hemolize bağlı anemi ve fotosensitiviteye bağlı büllöz deri lezyonları, deri frajilitesinin artması, kırmızı idrar yapma, hipertrikozis gibi yakınmalarla başvururlar. Yine bu olgularda hemolize sekonder hepatosplenomegali ve pansitopeni görülmektedir. Destek tedavi ile yaşamlarına devam etmektedirler. Konjenital eritropoetik porfiria, sadece allojenik kemik iliği nakli ile tedavi edilebilmektedir. 3 yaşında kız hasta, yaşamının 2. gününde direk hiperbilirubinemi, ciddi hepatosplenomegali ve trombositopeni ile tetkik edildi. İzleminde deride büllöz döküntülerinin oluşması, karaciğer biyopsisinde intrahepatik kolestaz ve hemosiderin birikimi saptanması üzerine yapılan ileri tetkiklerle “konjenital eritropoetik porfiria” tanısı konuldu. Belirli aralıklarla transfüzyon ihtiyacı olan, hematolojik, cilt ve idrar bulguları devam eden ve masif splenomegalisi bulunan olguya parsiyel splenektomi sonrası 10/10 HLA uyumlu akraba dışı donörden, busülfan ve siklofosfamid’ten oluşan myeloablatif bir hazırlık rejimi ile allojenik kemik iliği nakli yapıldı. Graft versus host hastalığı profilaksisinde kısa süreli metotreksat ve siklosporin kullanıldı. +18. günde nötrofil engrafmanı sağlanan hastada, +28.günde ve sonrasında tam donor kimerizmi sağlandı. İzleminde +4.ayında olan olgunun engrafman sonrası transfüzyon ihtiyacı olmadı, cilt bulgularında belirgin gerileme olduğu, ışığa duyarlılığın azaldığı gözlendi. Aktif GVHH bulgusu olmadı. Anahtar Kelimeler: allojenik kemik iliği nakli, eritropoetik porfiri Hepatik veno oklüziv hastalık, hematopoietik kök hücre nakli sonrasında görülen ve öldürücü olabilen bir komplikasyondur. Bu çalışmada hematopoietik kök hücre nakli yapılan çocuk hastalarda profilaktik defibrotid kullanımının prospektif olarak değerlendirmesi amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: Bu çalışmaya transplant öncesi hazırlık rejimi ile birlikte 25 mg/kg/gün defibrotid profilaksisi verilen hematopoietik kök hücre nakli yapılan 21 hasta alınmıştır. Sonuçlar: Bu çalışmaya 1-16 yaş arası 13 erkek, 8 kız hasta alınmıştır. Hastaların %19’u infant, %62’si çocuk ve %19’sı adolesan yaş grubu oluşturmaktaydı. Hastaların onikisi talasemi major, beşi akut lenfoblastik lösemi, üçü aplastik anemi ve biri Kostman sendromuydu. Tüm hastalara allojenik hematopoietik kök hücre nakli yapıldı. Hastalarda ciddi yan etki gözlenmedi. Üç hasta da Seattle kriterlerine gore veno oklüziv hastalık gelişti.Bu hastalarda defibrotid dozu arttırıldı. Kostman sendromlu olan bir hastada hepatik ve pulmoner veno oklüzif hastalık gelişti. Tartışma: Bu prospektif çalışmada yüksek riskli olan çocuk hastalarda defibrotid kullanımının veno oklüziv hastalık profilaksisi ve tedavisinde etkili ve güvenilir olduğu gösterildi. Anahtar Kelimeler: veno oklüziv hastalık, defibrotid, transplantasyon Bildiri:0176 P-105 PERİFERİK KAN KÖK HÜCRE NAKLİ DIŞINDA DONÖRÜNE PRETRANSPLANT GCSF UYGULANAN HASTALARDA AKUT GVHD GELİŞİMİ. Selin Aytaç, Barış Kuşkonmaz, Evrim Burcu Turan, Arzu İsmailova, Mualla Çetin, Duygu Uçkan Çetinkaya. Hacettepe Universitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı Allojeneik kemik iliği nakli sonrası major morbidite ve mortalite nedenlerinden biri halen akut GVHD olup donör T hücrelerinin GVHD gelişiminde vital role sahip olduğu bilinmektedir. Önceki yıllarda GCSF ile mobilize allojeneik periferik kök hücre nakli yapılan fare modellerinde akut GVHD görülme sıklığının azaldığı burada da GCSF ile donör hücrelerinin immünmodülasyonunun rolü olduğu düşünülmekteydi. Alloantijen stimülasyonunda INF gama ve IL-2 yapımının azalması hem insan hem hayvan çalışmalarında gösterilmiştir.Ayrıca GCSF ile mobilize monositlerin miks lenfosit kültürlerde T hüre alloreaktivitesini baskıladığı da bildirilmiştir. Bu çalışmada pretransplant donöre 10 μg/kg GCSF (2-3 gün) SC uygulanan hastalarda akut GVHD gelişme sıklığı donörü GCSF almayan hastalara göre farklı mıdır sorusuna yanıt aramaya çalıştık. Bu amaçla geriye dönük olarak Hacettepe Universitesi Çocuk Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesinde 1997-2013 yılları arasında nakil yapılmış 292 hastanın dosyası incelendi. Bu hastalar 6-8 Mart 2014, Antalya 185 içinde dosyada yeterli bilgisine ulaşılan 242 hastadan periferik kök hücre nakli yapılan(n= 83),hazırlık rejimi verilmeyen (n= 11) engraftman olmayan (n= 2) hastalar çıkarıldı ve geriye kalan 146 hastanın verisi analiz edildi. Pretransplant donörüne GCSF uygulanan 30 hasta ile GCSF uygulanmayan 117 hastanın özellikleri karşılaştırıldığında; alıcının yaşı GCSF uygulanlarda anlamlı biçimde yüksek bulunurken (sırasıyla 10.5±4.4, 6.2±4.3, p=0.09), cinsiyet,HLA uygunluğu,hematopoetik kök hücre kaynağı,uygulanan hazırlık rejimleri,GVHD profilaksisi ve nötrofil engraftman günleri her iki grup arasında farklı değildi. Ayrıca pretransplant dönemde donörüne GCSF verilen hastalar ile verilmeyen hastalar arasında aGVHD geliştirme açısından da fark bulunmadı (p =0.36). Anahtar Kelimeler: Akut GVHD, Çocuk, GCSF Bildiri:0177 P-106 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PEDİATRİK KİT ÜNİTESİ DENEYİMİ. Savaş Kansoy, Serap Aksoylar, Zuhal Önder Siviş, Ayşe Burcu Akıncı, Bengü Demirağ. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk sağlığı ve Hastalıkları AD, İzmir 1998 yılında kurulan ünite, 2007 yılından beri EBMT akreditasyonu ile çalışmalarını sürdürmektedir. Bugüne kadar 341 olguda (%63 erkek, %37 kız) transplantasyon gerçekleştirildi. Transplantasyon yaşı ort. 8.21±5.4, medyan 7.0 (3 ay-20 yaş) idi. Allojenik nakiller %85, otolog %15 oranda uygulandı. En çok uygulanan nakiller; 55 A.lenfoblastik lösemi, 51 Talasemi major, 39 A.miyeloblastik lösemi, 27 Ağır aplastik anemi, 26 ağır kombine immun yetmezlik (SCID), 20 Fanconi AA, 23 nöroblastoma ve 11 osteopetrozis idi. Allojenik nakillerde vericiler; kardeş 180 olgu (%62.1), MUD 72 0lgu ( %24.8 ), anne/baba 30 olgu (%10), yakın akraba 9 (%3.1), haploidentik nakil ise 11 olguda uygulandı. Allojenik nakillerde kök hücre kaynağı; Kİ 150 (%51.7), PKH 105 (%36.2), kordon kanı 33 (%11.3) ve ayrıca 11 olguda kombine ürün kullanıldı. Bildiri:0186 P-107 ÇOCUK HASTALARDA HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI VENOOKLUSİF HASTALIK. Gülsün Karasu1, Vedat Uygun2, Suar Çakı Kılıç1, Hayriye Daloğlu2, Fügen Pekün1, Volkan Hazar2, Akif Yeşilipek1. 1Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Göztepe Medicalpark Hastanesi. 2 Antalya Medicalpark Hastanesi Venooklusif Hastalık (VOH) kök hücre nakli sonrası genellikle erken dönemde görülen ve bilirubin yükselmesi, ağrılı hepatomegali ve sıvı tutulumu ile karakterli hazırlama rejiminin neden olduğu bir komplikasyondur. Bu çalışmada amaç, çocuk olgularda VOH sıklığı ve özellikleri ile ilgili bulguların belirlenmesidir. Olgular ve Yöntem: Ocak 2011 and Kasım 2013 tarihleri arasında Göztepe ve Antalya Medicalpark Hastaneleri Pediatrik Kemik İliği Nakil ünitelerinde allojeneik nakil yapılan 441 olgunun verileri retrospektif olarak değerlendirildi. VOH tansında Seattle kriterleri kullanıldı. Sonuçlar: 441 olgunun 67’sinde (%15) hepatik VOH gelişti. Olguların özellikleri Tablo 1’de görülmektedir. Olguların 46’sında refrakter trombositopeni mevcuttu (%68). VOH median başlangıç zamanı 9 gündü (2-52 gün). Kız ve erkek olguların sayısı sırası ile 41 ve 26 olup, cinsiyet farkı izlenmedi. VOH gelişen olguların median yaşı 7.4 yıldı (3 ay-17 yıl). Olgular yaş gruplarına göre sınıflandırıldığında 10 yaşından büyük olgularda küçük olanlara göre VOH sıklığının daha yüksek olduğu saptandı (p=0.05) Malign ve talasemi dışı nonmalign hastalıklar arasında VOH gelişimi açısından fark izlenmezken (%11.47 ve %13.4), talasemi majorlü olgularda sıklığın daha yüksek olduğu belirlendi ((%20.6) (p<0.01). Tam uyumlu kardeş vericilerden graft alan olgularda diğer donor tiplerine oranla VOH sıklığı daha düşük izlenirken (%12.5), istatistiksel farklılık izlenmedi (p=0.057). VOH gelişimine kök hücre kaynağının bir etkisi izlenmedi (Kemik iliği alıcılarında %16.3, periferik kan kök hücre alıcılarında %12.6, kordon kanı alıcılarında %13.6).VOH gelişen 67 olgunun 12’si kaybedildi ancak ikisi hariç diğerlerinde eşlik eden enfeksiyon, graft versus host hastalığı, toksisite gibi nedenlerden dolayı sadece ikisinin ölüm riski doğrudan VOH ile ilişkilendirildi. Akraba dışı nakiller (MUD); en çok 11 AML, 8 ALL, 10 Fanconi AA ve 11 SCID olmak üzere 72 hastada uygulandı. Kök hücre kaynağı olarak Kİ %44.4, KK %29.1, PKH %26.5 hastada kullanıldı. Ünitede, 2013 yılında uygulanan 53 transplantın %60’ını akraba dışı nakiller oluşturmaktadır. Tablo 1. Venooklusif hastalık gelişen olguların özellikleri Akraba dışı verici taramaları; halen 300 kadar hastanın tarama işlemleri aktif olarak sürdürülmektedir. Yaş (Median) < 5 yaş 5-10 yaş > 10 yaş Tanı Malign hastalıklar Talasemi dışı non-malign hastalıklar Talasemi major Donor MSD MFD MUD Kök hücre kaynağı Kemik İliği Periferik kan kök hücre Kordon kanı Tüm olgular değerlendirildiğinde, hastaların %76.5’unun yaşamını sürdürdüğü, allojenik nakillerde ise %82.9 hastada primer hastalık nüksü ile karşılaşılmadığı görüldü. Anahtar Kelimeler: pediatri, transplantasyon, akraba dışı 186 VOH gelişen olgular Cinsiyet (E/K) n VOH gelişen olgular/ Tüm olgular 67/441 41/258 – 26/183 7.4 y (3 ay-17y) % 15 15.9 / 14.2 23 / 179 16 / 123 28 / 139 12.8 13.0 20.1 14 / 122 26 / 194 27 / 125 11.5 13.4 21.6 25 / 200 15 / 91 27 / 150 12.5 16.4 18.0 48 / 294 13 / 103 6 / 44 16.3 (48/294) 12.6 (13/103) 13.6 (6/44) 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Tartışma: Çalışma sonuçlarımız, VOH’ın çocuklarda da nadir olmayan bir komplikasyon olduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir. Hasta yaşının 10 yaşından yüksek olması, talasemi major tanısı ve kardeş dışı vericiden nakil yapılması hasta grubumuz için belirlenen risk faktörleridir. Ayrıca refrakter trombositopeni hepatik VOH açısından belirleyici bir faktör kabul edilebilir. Daha geniş hasta gruplarıyla yapılan benzer çalışmalar, risk faktörlerinin daha iyi tanımlanabilmesi açısından önem taşır. tam engraftman sağlandı. Tüm HKHT’lerin birinde grade IV, birinde grade II, ikisinde de grade I aGVHH gelişti, hepside birinci basamak tedavilere cevap verdi. Hiçbir olguda kronik GVHH gelişmedi. Primer engraftman yetmezliği gelişen iki TM hastasının dışında tüm olgular, herhangi bir komplikasyon ve mortalite olmaksızın ve primer hastalıkları bulunmaksızın ortanca 22 aydır (2-72 ay) takip edilmektedir. Mikst kimerizmi olan TM’li 7 olgunun dışında, tüm olgular tam donör tipi kimerizm ile takip edilmeltedir (Tablo 1). Anahtar Kelimeler: venooklusif hastalık, transplantasyon, çocuk Tartışma: Bu güne kadar sadece birkaç tane, olgu sunumu şeklinde PGT/HLA tiplendirmesi yöntemi ile başarılı HKHT yapılan olguların bildirildiği literatürdeki en büyük seri olma özelliğine sahip bu çalışma, ülkemizdeki PGT/ HLA tiplendirmesi yapılan genetik tanı ve tedavi merkezlerinin ve pediatrik HKHT merkezlerinin ulaştığı başarı düzeyini ortaya koymaktadır. Bildiri:0187 P-108 PREİMPLANTASYON GENETİK TANI İLE DOĞAN KARDEŞTEN HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU: TÜRKİYE DENEYİMİ. Ahmet Emin Kürekçi1, Mehmet Akif Yeşilipek2, Alphan Küpesiz3, Sema Anak4, Gülyüz Öztürk5, Orhan Gürsel1, Serap Aksoylar6, Talia İleri7, Barış Kuşkonmaz8, Zühre Kaya9, Tunç Fışgın10, Pediatrik Kit Alt Çalışma Grubu Adına11. 1Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Çocuk Anahtar Kelimeler: Pediatrik hematopoietik kök hücre transplantasyonu, Preimplantasyon genetik tanı Hematolojisi Bilim Dalı. 2Medikal Park Antalya. 3Akdeniz Üniversitesi Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bilim Dalı. 4İstanbul Üniversitesi Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bilim Dalı. 5Medikal Park Göztepe. 6Ege Üniversitesi Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bilim Dalı. 7Ankara Üniversitesi Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bilim Dalı. 8Hacettepe Üniversitesi Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bilim Dalı. 9Gazi Üniversitesi Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bilim Dalı. 10Medikal Park Samsun. 11Türk Pediatrik Hematoloji Derneği Tablo 1. Preimplantasyon genetik tanı yöntemi kullanılarak nakil yapılan olguların özellikleri ve nakil sonuçları Giriş: Preimplantasyon genetik tanı (PGT) sadece etkilenmiş bir çocuk sahibi olma riskini önlemek için değil, hematopoietik kök hücre transplantasyonu (HKHT) gereksinimi olan bir olgu için, HLA tam uyumlu, potansiyel bir donör adayının elde edilmesi amacıyla da kullanılmaktadır. Burada PGT/HLA tiplendirmesi yöntemi ile dünyaya gelen HLA tam uyumlu kardeş vericilerinden, Türkiye’deki sekiz pediatrik HKHT merkezinde, 44 pediatrik olguya yapılan HKHT’lerin sonuçları, Pediatrik HKHT Çalışma Grubu adına sunulmuştur. Olgu: Preimplantasyon genetik tanı/HLA tiplendirmesi yöntemi kullanılarak dünyaya gelmiş olan HLA tam uyumlu kardeşlerden, Şubat 2008 ve Ocak 2014 tarihleri arasında 45 pediatrik olguya 46 HKHT yapıldı. Olguların ortanca yaşı 8 yıldı (3-16 yıl) ve 21’i kız, 24’ü erkekti. HKHT endikasyonları 41 olguda TM ( tüm hastaların %90’ı), birer olguda ise AML, ALL, JMML ve WiskottAldrich sendromu (WAS) idi. Kök hücre kaynağı tüm HKHT’lerde kemik iliği (Kİ) iken, 34 HKHT’de aynı donörün umblikal kord kaynaklı kök hücreleri (UK) de kullanıldı. Pesaro risk sınıflandırmasına göre yüksek riskli olan 6 TM’li olguya hazırlama rejimi olarak Pesaro protokol 26+ATG verildi. Düşük riskli olguların ise 33’üne busulfan (Bu) ve siklofosfamid (Cyc)verilirken, 2’sine tiotepa (T), fludarabin (Flu) ve treosulfandan (Treo) oluşan hazırlama rejimi verildi. AML ve JMML’li olgular (Bu), (Cyc) ve melfelan (Mel); ALL’li olgu (Bu), (Cyc) ve etoposid (Eto); WAS’lı olgu ise (Bu), (Cyc), (Flu) ve ATG’den oluşan hazırlama rejimleri aldı. Tüm hastalara graft versus host hastalığı (GVHH) profilaksisi amacı ile tek başına veya değişik kombinasyonlarla metotreksat (Mtx), siklosporin (CsA), ATG ve takrolimus verildi. Sonuçlar: Tüm HKHT’lerin 43’ünde (%93,3) toplamda ortalama 4,6 x 106/kg (0,6 - 14,8) CD 34 + kök hücre uygulaması ile tam engraftman sağlandı. Üç TM’li olgunun HKHT’si ise (iki olgu düşük, bir olgu yüksek riskli) primer engraftman yetmezliği ile sonuçlandı. Düşük riskli olgularda birine, aynı donörden yapılan ikinci HKHT ile 6-8 Mart 2014, Antalya Bildiri:0191 P-109 ÖZEL SAMSUN MEDİCALPARK HASTANESİ ÇOCUK KEMİK İLİĞİ NAKLİ MERKEZİ İLK KISMİ UYUMSUZ(HAPLOİDENTİK) HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE(HKHN) NAKİL DENEYİMLERİMİZ. Tunç Fışgın1, Ece Şahin1, Gülay Özay1, Zeynep Güney1, Hatice Emel Özyürek2. 1Özel Samsun Medicalpark Hastanesi,Çocuk Kemik İliği Nakil Ünitesi, Samsun. 2Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul Kemik iliği nakli gerektiren çocukluk çağı akut lösemilerinde aile içi tam uyumlu verici saptanma oranı %25-30 arasındadır. Verici bulunamayan olgularda akraba dışı ve kordon kanı nakilleri diğer seçeneklerdir. Tam uyumlu verici bulunamadığı durumlarda aile içi haploidentik nakiller de artan sayıda uygulanmaya başlamıştır. Merkezimizde nüks olan ve aile içi ve dışı taramalarında uyumlu vericisi olmayan 3 olguya haploidentik HKHN uyguladık. Olguların demografik verileri ve nakil işlemine ait bilgileri tabloda verilmiştir. Üç olgudan bir tanesi +75. Günde merkezi sinir sistemi tekrarı geliştirmiştir. İki olgu remisyonda takip edilmektedir. Yaşamı tehdit eden ciddi bir komplikasyon gözlenmemiştir. Gelişmekte olan tedaviler ve yeni yaklaşımlar ile haploidentik HKHN tam uyumlu vericisi olmayan olgularda bir tedavi seçeneği olarak akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Haploidentik, Kök Hücre 187 Tablo 1. Olgu dökümleri Olgu 1 Olgu 2 Olgu Yaş (yıl) 10 3 5 Cinsiyet Erkek Kız Erkek Tanı AML AML ALL HLA UYUMU 8/10 7/10 6/10 HAZIRLIK REJİMİ BU + SİKLO + MEL BU + SİKLO + MEL BU + FLU + ETOP + SİKLO ÇH / kg (Çekirdekli Hücre) 8,66 7,2 10,8 CD34+ / kg 3,8 12,1 9,1 GVHD PROF Siklosporin - Takrolimus Siklosporin - Takrolimus Siklosporin Takrolimus Nötrofil Engraftman 15 16 13 Trombosit Engraftman 15 21 18 GVHD Cilt - - Hemorajik Sistit + - - KIMERIZM %100 %99,23 %99,27 PROGNOZ Remisyonda (+250. gün) KOMPLİKASYON Bildiri:0199 Santral Sinir Sistemi rölaps Remisyonda (+75. gün) (+105. gün) P-110 AKRABA DIŞI HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ UYGULANAN HASTALARIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ. Vedat Uygun1, Hayriye Daloğlu1, Suar Çakı Kılıç2, Fügen Pekün2, Gülsün Karasu2, Zafer Berber1, Volkan Hazar3, Akif Yeşilipek1. 1MedicalPark Antalya Çocuk Hematoloji ve Kök Hücre nakli Ünitesi. 2MedicalPark Göztepe Çocuk Hematoloji ve Kök Hücre nakli Ünitesi. 3 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı Çocuklarda hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) malign ve malign olmayan birçok hastalıkta tek tedavi seçeneğini oluşturmaktadır. Aile içi vericisi bulunamayan olgularda alternatif olarak akraba dışı donör veya akraba dışı kordon kanı kök hücre kaynağı olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada çeşitli endikasyonlar nedeniyle akraba dışı HKHN uygulanan hastalarımızdaki deneyimimiz sunulmaktadır. Antalya ve Göztepe Medicalpark Hastaneleri Çocuk Kemik İliği Nakil Ünitelerinde Mayıs 2010-Ekim 2013 arasında yapılan toplam 449 allojenik HKHN içinde akraba dışı vericiden HKHN uygulanan ve sonrasında en az 100 gün yaşayan veya herhangi bir dönemde ex olan 159 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Allojenik nakillerimizin %35 ini akraba dışı vericilerden yapılan nakiller oluşturuyordu (159/449). Nakillerin %40´ı malign, %60´ı non-malign nedenlerle uygulandı. Çoğunluğu erkek (%70) olan hastaların yaş ortalaması 6,3 yıl (3 ay-17,5 yaş) olarak saptandı. Vericilerin %64´ü erkek ve kordon kanı vericileri dışında yaş ortalaması 32 (19-55 yaş), kordon kanı yaşı ortalama 3,3 yıl (3 ay-11 yıl) olduğu belirlendi. Kök hücre kaynağının büyük kısmını merkezimizin ve vericinin tercihi doğrultusunda 188 kemik iliği (%52) oluştururken, %20 olguda periferik kan, %28 olguda ise kordon kanı kullanıldı. Nakillerin %39´u tam uyumlu vericiden, %60´ı 1 uyumsuzluğu olan vericiden yapılmışken kordon kanı nakli yapılan bir olguda 2 uyumsuzluk mevcuttu. Hazırlama rejimi %91´i myeloablatif, %9´u nonmyeloablatif özellikte olup %60´ında ATG verildi. Verilen kemik iliği ve kordon kanı çekirdekli hücre sayısı sırasıyla ortanca 8,1x108/kg (2,1-21) ve 13.2x107/kg (1,1-50), periferik kan mononükleer hücre sayısı ortanca 7,5x108/kg (2,5-16,7) olarak, kemik iliği ve periferik kan CD34 (+) hücre sayısı ortanca 6,8x106/kg (1,0-54,6), kordon kanı ise 7,1x105/kg (2,355,8) olarak bulundu. Engrafman gerçekleşen hastalarda ortanca engrafman sürelerinin nötrofil ve trombosit için sırasıyla 15 (8-45) ve 24 (8-130) gün olduğu görüldü. İzlemde hastaların %34 ünde akut, %2,5´unda kronik, %2,5´ünde overlap Graft Versus Host Hastalığı (GVHH) bulguları gelişti. Mortalite açısından değerlendirildiğinde hastaların %61´i yaşarken transplant ilişkili mortalitenin %27 olduğu saptandı. Ölenlerin %40´ı GVHH nedeniyle, %34´ü infeksiyon nedeniyle kaybedilirken %11´i primer hastalık ilişkili nedenlerden ex oldu. Aile içi verici bulunamayan hastalara akraba dışı verici/ kordon kanı ile etkin ve güvenli HKHN şansı verilebilmektedir. Olgularımızın büyük bir kısmını relaps lösemi, ağır kombine immün yetmezlik gibi komorbiditesi yüksek, riskli hastaların oluşturmasının morbidite ve mortalite oranını olumsuz etkilediğini düşünmekteyiz. Ülkemizde kemik iliği ve kordon kanı bankacılığının beklenen düzeye ulaşması ile hastalarımızın henüz komplikasyonlar oluşmadan, daha erken dönemde nakile alınabileceği ve bunun da nakil sonuçlarını olumlu etkileyeceği kanısındayız. Anahtar Kelimeler: Akraba dışı nakil, Pediatrik Hematopoetik kök hücre nakli Bildiri:0200 P-111 KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN HASTALARDA NÖROTOKSİSİTE. Murat Elli1, Sadriye Murat Özdemir1, Canan Albayrak1, Davut Albayrak1, Turgay Çokyaman2, Seher Yıldırım1, Ömer Faruk Aydın2, Tunç Fışgın1, Hatice Emel Özyürek1. 1Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Sadettin-Vasfi Baysal Çocuk Kök Hücre Nakil Merkezi. 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Nöroloji Bilim Dalı Hemopoetik Kök hücre nakli yapılan hastalarda nörolojik sekeller otolog nakillerde daha az, allojenik nakillerde daha sıklıkla görülmektedir. Nörolojik komplikasyonlar farklı dönemde, farklı klinik şekilde ortaya çıkabilir. Hastanın nakil öncesi nörolojik durumu, kullanılan ilaçların olası nörolojik yan iyi gözlenmelidir. Burada nakil sürecinde konvulzyon geçiren yada EEG’sinde epileptik aktivite saptanan 7 hasta sunuldu. 1 hastada erken hazırlık döneminde, 4 hastada pansitepeni döneminde, 2 hastada geç dönemde, konvülzyon görüldü. Hastalar busulfan içeren hazırlık rejimi aldılar ve immunsupresif olarak siklosporin almıştı. Dört hastada beyin MR incelemelerinde bulgu saptandı. Hastaların hepsi sekelsiz olarak iyileşti. Anahtar Kelimeler: Nörotoksisite, Konvülzyon, Ansefalopati, Çocukluk Çağı, Busulfan, Siklosporin 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Bildiri:0203 P-112 DİRENÇLİ OTOİMMÜN HEMOLİTİK ANEMİDE OTOLOG HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ: OLGU SUNUMU. Hatice Emel Özyürek1, Ece Şahin1, Gülay Özay1, Merve Mıdıkoğlu1, Tunç Fışgın2. 1 Özel Samsun Medicalpark Hastanesi,Çocuk Kemik İliği Nakil Ünitesi, Samsun. 2Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul İki yaşındaki erkek çocuk solukluk ve sarılık şikayetleri ile başvurdu. Fizik bakısında solukluk ve sarılığı gözlenen hastanın karaciğeri 5 cm, dalağı 6 cm kot altında ele geliyordu. Ağır anemisi saptanan hastaya, Coombs (+) immün hemolitik anemi tanısı ile steroid tedavisi başlandı. Anemisi kontrol altına alınamayınca hastaya eritrosit transfüzyonları uygulandı. Hemolizi kontrol altına alınamayınca sırasına göre yüksek doz steroid, siklosporin, intravenöz immünoglobulin, 2 defa 4 hafta süreyle birer kür ve takiben 15 gün arayla 3 doz daha rituximab tedavileri verildi ancak yaşamı tehdit eden hemolizi ve eritrosit transfüzyon ihtiyacı devam etti. Tedavi süresince Coombs pozitifliği devam eden hasta immün yetmezlik ve myeloproliferatif hastalıklar açısından araştırıldı ancak pozitif bulgu elde edilemedi. Tam uyumlu vericisi bulunamayan hastaya Sağlık Bakanlığı endikasyon dışı tedavi onayı ile otolog kemik iliği nakli tedavisi uygulandı. Hazırlık rejimi olarak Fludarabin,Siklofosfamid ve ATG kullanıldı. Nakil sonrası hemoglobin değeri 12,4 gr/dL’ye yükselen hastanın haptoglobulin değeri düşük, retikülosit değeri yüksek, birinci ve ikinci ayda coombs pozitifliği 4(+) olarak devam ediyor.Hastanın nakil öncesi aldığı ilaçlar steroid dışında kesildi.Çok düşük dozda steroid aldığından,hastanın nakilden kısmi fayda gördüğü,ancak tam remisyona girmediği düşünülmektedir. Tedaviye dirençli otoimmün hemolitik anemisi olan çocuklarda otolog HKHN nakilin literatürde nadir kullanımı belirtilmesine rağmen biz tam remisyon gözlemlemedik. transplantla ilgili ölümler, yaşam oranları ve son remisyon durumları geriye dönük olarak araştırıldı. Bulgular: Ocak 2000-2014 arası 32 KML tanılı çocuğa (14 kız-18 erkek- ortanca yaş 13 mınımum 2- maksımum 17 yıl), tanıdan ortanca 1 yıl (4 ay-5.5 yıl) sonra 5 farklı pediatrik merkezde KHT uygulandı. KHT öncesi olguların %91’i ortanca 10.5 ay TKI kullanmıştı, %91’i (29 olgu) kronik fazda idi. Donör 15 olguda kardeş (MSD), 15 olguda akraba dışı (MUD) ve 2 olguda akraba idi. Kök hücre kaynağı %60 olguda kemik iliği, %37 olguda periferik kan ve 1 olguda (%3) kordon kanı idi. Hazırlama rejiminde 24 olguda “busulfan+siklofosfamid±Etoposid”, 7 olguda “busulfan+fludarabin” ve bir olguda TBI kullanıldı. GVHH profilaksisinde siklosporin tek veya kısa sureli metotreksat ile birlikte kullanıldı. İki olgu dışında tüm olgularda donor engraftmanı ve tam sitogenetik ve/veya moleküler tam remisyon sağlandı. Engraftman sağlanamayan 2 olguya 2. kez aynı donordan KHT yapıldı. Grade III/IV akut GVHH %22 olguda gözlendi. Olguların %42`inde kronik GVHH (yarısı “extensive”) gelişti. Sekiz olguda (%25) ortanca 9. ayda (2- 52 ay) transplantla ilişkili ölüm gözlendi. Sadece bir olguda 12. yılda izole testis relapsı gelişti. Uzun sureli (5-10 yıl) yaşam oranı (OS) ve olaysız yaşam oranı %60 olarak bulundu. Sonuç olarak; Çocukluk çağında KML’de KHT ile hastalık prognozunun iyi, ancak transplantla ilişkili mortalite ve özellikle GVHH oranlarının yüksek olduğu görüldü. Çocuklarda endikasyon tartışırken; TKI ile izlenen olguların hastalık durumu ile TKI yan etkileri açısından uzun sureli prognozlarının bilinmesi ve aynı zamanda transplantla ilişki sorunların azaltılmasını hedefleyen ortak protokollerin oluşturulması önemlidir. Anahtar Kelimeler: Allojenik kök hücre transplantasyonu, Çocukluk çağı, Kronık Myelosıter Lösemi Anahtar Kelimeler: İmmün Hemolitik Anemi, Otolog Bildiri:0206 Bildiri:0205 P-113 ÇOCUKLUK ÇAĞI KML OLGULARINDA KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU: ÇOK MERKEZLİ ÇALIŞMA. Serap Aksoylar1, Alphan Küpesiz2, Elif Ünal3, Gülyüz Öztürk4, Vedat Uygun5, Volkan Hazar2, Mehmet Ertem3, Savaş Kansoy1, Fatih Erbey4, Akif Yeşilipek5. 1Ege Universitesi, Pediatrik Kok hucre Transplantasyon Unitesi. 2Akdeniz Universitesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı. 3Ankara Universitesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı. 4 Istanbul Bahcelievler Medical Park Hastanesi, Pediatrik Hematoloji. 5Medical Park Antalya Hastanesi, Pediatrik Hematoloji Amaç: Erişkin yaş Kronik Myelositer Lösemi (KML) olgularında Tirozin Kinaz İnhibitörlerinin (TKI) tedaviye girmesinin ardından allojenik kök hücre transplantasyonunun (KHT) tedavideki öncelikli yeri değişmiştir. Çocukluk yaş grubunda ise, allojenik kök hücre transplantasyonu halen öncelikli bir tedavi yöntemidir ve olası erken ve geç yan etkileri, uzun sureli prognoz ve yaşam kalitesi üzerine etkileri araştırılmaktadır. Bu çok merkezli ve geriye dönük çalışmada; ülkemizde KML tanısıyla allojenik KHT yapılan çocuk olguların; transplantasyon özellikleri, hastalık durumları, uzun sureli prognoz ve yaşam kalitesini etkileyecek komplikasyonların oranını belirlemek amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: KML tanısı ile allojenik KHT yapılmış 18 yaş altı olguların demografik özellikleri, transplantasyon bilgileri, KHT öncesi hastalık durumları, tanıdan sonra geçen zaman ile gelişen akut ve kronik komplikasyonlar, 6-8 Mart 2014, Antalya P-114 KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI (HKHN) GELİŞEN BK (POLİOMA) VİRÜSÜ HEMORAJİK SİSTİTLERİN (HS) TÜMÜNÜ ANTİVİRAL AJAN İLE TEDAVİ ETMELİ MİYİZ?. Tunç Fışgın1, Ece Şahin1, Gülay Özay1, Nilgün Altınbaş1, Nurcan Karpuz1, Hatice Emel Özyürek2. 1Özel Samsun Medicalpark Hastanesi,Çocuk Kemik İliği Nakil Ünitesi, Samsun. 2Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul HKHN‘de siklofosfomide bağlı olmayan hemorajik sistitlerin en sık görülme sebebi olarak BK virüsü suçlanmaktadır. Bu durumun tedavisi konusundaki çalışmalar çelişkilidir. Olgu 1: 10 yaşındaki nüks akut myeloid lösemi tanısı nedeniyle edilen erkek olguda, annesinden haploidentik nakil sonrası+ 37. günde hematüri gözlendi. Hemorajik sistit tablosu gelişen olgunun idrarda BK virüs: >500 000 000 kopya/mL olarak saptandı. 3000 cc/m2 yoğun hidrasyon ile 6. günde hematüri durdu ve 2. haftada herhangi bir antiviral tedavi almadan idrarda BK virüs tablosu negatifleşti. Olgu 2. 15 yaşındaki talasemi major tanısı ile takip edilen erkek olgunun, tam uyumlu kardeşinden allojenik nakil yapılan erkek hastanın nakil sonrası + 25. günde hematürisi gelişti. Hemorajik sistit tablosu gelişen olgunun idrarda BK virüs: 171 000 000 kopya/mL olarak saptandı. 3000 cc/m2 yoğun hidrasyon ile 19. günde hematüri durdu ve 3. haftada herhangi bir antiviral tedavi almadan BK virüs tablosu negatifleşti. HKHN sonrası 189 BK(+) virüs bağlı gelişen hemorajik sistit komplikasyonu önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Ancak bazı olgularda sadece yoğun hidrasyon tedavisi yeterli olabilmektedir. Özellikle hafif olgularda antiviral tedavinin nefrotoksik etkileri de göz önünde bulundurularak tedavi seçenekleri dikkatle uygulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Hemorajik Sistit Bildiri:0211 P-115 BİR PEDİATRİK KÖK HÜCE NAKLİ MERKEZİ HEMŞELİK HİZMETLERİNİN JACIE STANDARTLARI DOĞRULTUSUNDA YAPILANDIRILMASI. Sibel Kandemir, Nebahat Bora Güneş, Duygu Uçkan Çetinkaya. Ankara Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Akreditasyon, bir merkezin kabul edilmiş mükemmellik standartlarına uygun olarak istenen uygulama ve değerlendirme düzeyinde hizmet verdiğini kanıtlamasını sağlayan bir sistemdir. ISCT,JACIE,EBMT,HSC nakli alanında değerlendirme ve akreditasyon amacıyla 1998 yılında Hücresel Tedavi Akreditasyon Vakfı (Foundation for the Accreditation of Cellular Therapy-FACT) tarafından belirlenen standartlar temel alınarak Avrupa’da yapılan ortak çalışmalar sonucunda oluşturulmuştur. JACIE’nin öncelikli amacı, uluslararası kabul görmüş bir sistem aracılığıyla HSC toplama işleme ve nakli merkezlerinde yüksek kalitede hasta bakımı ve laboratuar performansını sağlamak, sürekli geliştirmektir. HSC transplantasyonunda başarılı sonuçlara ulaşmada hemşirelik bakımı büyük önem taşımaktadır. Bu derlemede bir pediatrik HSCT merkezinde hemşirelik hizmetlerinin Jacie Akreditasyon Standartları doğrultusunda yapılandırılması deneyimi paylaşılmıştır. Jacie kriterleri doğrultusunda SOP oluşturulması, değerlendirilmesi, uygulanması ve revizyonu ile ilgili prosedür hazırlanarak enfeksiyonun önlenmesi ve kontrolü, hazırlık rejiminin yönetimi,HSCT, SVK bakımı, kan ürünü transfüzyonu ve hemşire eğitimi,yeterliliğinin değerlendirilmesi alanlarında SOP oluşturulmuştur. Hasta-hemşire oranı 1/1 ve gerektiğinde ½ olacak şekilde hemşire istihdamı sağlanmaktadır. Klinik hemşire seçimlerinde Jacie Standartları doğrultusunda, hematolojionkoloji deneyimi ve merkezin pediatrik olması nedeniyle en az 2 yıl pediatri deneyimi şartı aranmaktadır. Kliniğe başlaması uygun olan aday hemşireler ön test yapılarak bilgi düzeyleri tespit edilmekte ve bu doğrultuda değişik yoğunluklarda bir ay süre ile eğitim verilmektedir. Bu sürede eğitim saatleri dışında kalan sürelerde belirlenen klinik rehberleriyle birlikte çalışmaları sağlanmakta, ilk hafta sadece gözlem yapmaları, ikinci hafta rehber hemşirenin refakatinde uygulamalara katılmaları istenmektedir. Üçüncü haftada ise rehber hemşire, önceden oluşturulan bilişsel ve psiko-motor beceri kontrol listeleri ile uygulamaları değerlendirilmekte ve son haftada gerekli takviyeler yapılarak aday hemşireler teorik ve pratik değerlendirilmeye alınmaktadır. Değerlendirmede başarılı olamayan bireyselleştirilmiş bir eğitim programına alınarak tekrar değerlendirilmektedir. Süreç boyunca, aday hemşirelerin, hemşirelik uygulamalarını, belirtilen minimum sayılarda başarıyla uygulamaları beklenmektedir. Bu sürece ilişkin tüm dökümanlar ve personele ilişkin özgeçmiş, sertifika ve yetkinlik belgeleri kişisel dosyalarında tutulmaktadır. 190 Devam eden hemşire eğitimleri yıllık program oluşturularak aylık sürdürülmüş ve yıllık teorik-pratik değerlendirmeler, yazılı sınav, kontrol listesi takibi ve rehber hemşire görüşü ile sağlanmaktadır. Yıllık eğitim programı haricinde ayda 2 gün literatür paylaşımı yapılmaktadır. sonuç olarak,erkezimizin hemşirelik hizmetleri JACIE akreditasyon standartları doğrultusunda yapılandırımış,hasta güvenliği ve bakım kalitesi yükseltilmiştir. Anahtar Kelimeler: Hemşirelik hizmetleri, hemşire eğitimi kök hücre nakli, JACIE Solid Tümörler Bildiri:0097 P-116 METASTATİK MEME KARSİNOMUNA BAĞLI MİKROANJİOPATİK HEMOLİTİK ANEMİ; OLGU SUNUMU. Senar Ebinç1, Cengiz Demir2, Ramazan Esen2, Taner Kara1, Özgür Yazgan1, Zekeriya Hannarici1. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı-Van. 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı-Van Meme kanseri daha çok 40 yaşın üzerindeki kadınlarda görülür. Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür. Bir kadında yaşamı boyunca meme kanserine yakalanma riski %10’dur. Mikroanjiopatik hemolitik anemiler kapiller ve arteriol sistem içinde bulunan mikrotrombüsteki trombosit-fibrin ağı içinden geçen eritrositlerde yıkım ile karakterize bir grup hastalığı tanımlamak için kullanılmaktadır. Trombotik Trombositopenik Purpura patogenezinde; endotelden salınan çok büyük Von Willebrand faktor multimerleri endotel hücre yüzeyinde bağlı kalıp trombositlerin adezyonuna veya kan akımına geçtiğinde trombositlerin agregasyonuna neden olmaktadır. İdiopatik Trombotik Trombositopenik Purpura olgularının hemen hepsinde ADAMTS13’e karşı gelişmiş ıgg tipi otoantikorlar sorumludur. Yaygın kanseri olan hastaların %5’inde Mikroanjiopatik hemolitik anemi vardır. Trombositopeni, sola kayma ile birlikte lökositoz, periferik yaymada normoblastlar izlenebilir. Kliniğimize halsizlik, yorgunluk, kemik ağrıları nedeni ile başvuran 30 yaşında kadın Hastanın öyküsünde yaklaşık iki yıldır meme karsinomu tanısı aldığı bu nedenle opere olduğu ve bir çok defa kemoterapi aldığı öğrenildi. Hastanın yapılan fizik muayenesinde konjuktivalar soluk, skleralarda subikter ve vücudun muhtelif yerlerinde kemiklerde hassasiyet izlendi. Hastanın yapılan tetkiklerinde anemi trombositopeni izlendi. Periferik yaymada çekirdekli eritrositler, gözyaşı hücreleri ve fragmente eritrositlerle birlikte trombositopeni mevcut idi. Hastanın ateş, ishal, üst solunum yolu enfeksiyonu, nörolojik semptomu ve böbrek yetmezliği yoktu. Trombotik Trombositopenik Purpura açısından bakılmış olan ADAMTS13 aktivitesi normal olarak izlendi. Hastaya yapılan kemik iliği biyopsisinde meme karsinomu kemik iliği infiltrasyonu ile uyumlu izlendi. Yaygın metastaz yapmış olan malignitelerde mikroanjiopatik hemolitik anemi görülebilmektedir. Bu durum Trombotik Trombositopenik Purpura ile karışa bilmektedir. İlginç ve az görülen bir durum olması nedeni ile bu vakayı takdim ettik. Anahtar Kelimeler: Mikroanjiopatik Hemolitik Anemi, Meme Karsinomu, Trombotik Trombositopenik Purpura 8. Ulusal Kemik İliği Transplantasyonu ve Kök Hücre Tedavileri Kongresi Bildiri:0115 P-117 MİDE ADENOKARSİNOMU VE İMMÜNTROMBOSİTOPENİ BİRLİKTELİĞİ OLAN NADİR GÖRÜLEN BİR OLGU SUNUMU. Senar Ebinç1, Cengiz Demir2, Ramazan Esen2. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim DalıVan. 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı-Van Mide kanseri, dünyada yaygın olarak görülen malignitelerden biridir. Sindirim sistemi kanserleri arasında ise ilk sırada yer almaktadır. Trombositopeninin en sık sebeplerinden biri otoimmun trombositopenik purpuradır. İmmüntrombositopeni (ITP) trombositelere karşı gelişmiş olan antikorlar nedeni ile trombositlerin retiküloendotelyal sistemde yıkılması ile karakterize bir otoimmün hastalıktır. Kronik İTP, genellikle deri ve mukozalarda kanama bulguları ile kendini gösteren, sinsi başlangıçlı ve kronik seyirli, sık rastlanan bir kanama bozukluğudur. Kliniğimize mide karsinomu nedeni ile opere olmuş, kemoterapi almış ve remisyonda takip edilmekte olan 72 yaşında olgu ciltte yaygın ekimoz nedeni ile başvurdu. Hastanın yapılan değerlendirilmesinde operasyondan önceye kadar uzanan bir trombositopeni tablosu olduğu izlendi. Kronik ITP tanısı konuldu. Steroid ve IVIG tedavisi verildi. Takipte trombosit sayısı yükselmeyen ve splenektomi kontrendikasyonu bulunan hastaya immünsüpressif tedavi ve eltrombopag ile de yanıt alınamadı. Hasta çoklu ilaca yanıtsız kronik ITP olarak takip edilmektedir. Mide adenokarsinomu ve immüntrombositopeni birlikteliğinin nadir görülen bir durum olması nedeni ile bu vakayı sunmak istedik. Anahtar Kelimeler: Mide Adenokarsinomu, İmmüntrombositopeni 6-8 Mart 2014, Antalya 191
© Copyright 2024 Paperzz