HDK-P Yeniden Yapılanırken Devrimci Cephe - KADIR SÖNMEZ Gezi Haziranı’ndan bu yana sağlanan güçlü birikim bütün siyasal yapıları zorunlu bir yeniden yapılanma sürecine yönlendiriyor. HDK-P de, sürecin bu niteliği itibariyle gündemine bir yeniden yapılanma kongresi almış durumda. Sömürücü ve sömürgeci TC, bütün gerçekliğiyle Türkiye metropollerinde ve Kürdistan’da halkların demokratik istemlerine karşı en şiddetli saldırılarla yöneliyorken ve Ortadoğu’daki dengelerde yeniden ciddi kaymalar yaşanıyorken HDK-P bir yeniden yapılanma kongresini yaşayacak. Oldukça kritik bir dönemde, oldukça kritik bir kongre... TC’ye karşı emekçi halkların yürüttüğü demokratikleşme mücadelesinin önemli bir aşamasını oluşturacak bu kongre, bütün bu karmaşa içinde potansiyel avantajların doğru değerlendirilmesi durumunda mücadelenin gelecek süreçlerini oldukça olumlu etkileyecek bir moment olarak karşımızda duruyor. Kongreye ilişkin kimi tartışma içeriklerindeki hafiflikleri bir uyarı olarak alırsak, bu momentin hakkının iyi verilmesinin Türkiyeli demokrasi güçlerinin önemli bir sorumluluğu olduğunu hatırlatmak bizim için bir zorunluluk oluşturuyor. HDK-P Matrisi Konumuza ilişkilendirebilmek için kimi yanlışları göze alarak bir tanımlama yapacak olursak, matris, çoklu değerler içeren bir büyüklüğü, bilinmeyenlerin kendi doğrusal/basit denklemleri içinde ve diğerlerinin de bir fonksiyonu olarak ya da tersi, bir yüksek dereceli bir fonksiyonu bilinmeyenlerin doğrusal denklemleri üzerinden çözümleyen özel bir matematik paragrafıdır. Önümüzdeki kongre momentinde de, benzer bir şekilde, HDK-P’yi doğru şekillendirebilmek ve mücadele sürecinde doğru mevzilendirebilmek için HDK-P’nin içereceği farklı ülkesel paradigmaların, bu paradigmaların iç dizgelerinin ve bu paradigma ve dizgelerin kesişim ve çaprazlıklarının oluşturduğu siyasal bir matrisin, kendi tarihi ve gelişimi açısından doğru ve bu anlamda doğrusal bir çözümünün üstesinden gelmemiz gerekiyor. Siyasal süreçte yeni bir düzlem oluşmaktayken, bütün sınıfların ve onların iç eğilimlerinin bu düzleme kendi renklerini egemen kılma çabası sınıflar mücadelesinin doğal bir gereğidir. HDK-P de yeniden yapılanırken, Türkiye ve Kürdistan demokrasi güçlerince ortaklaşılacak bir biçim önerisiyle ortaya çıktığı için, her iki ülkeden değişik siyasal programları olan alt sınıfların ve bu sınıfların iç eğilimlerinin bu sürece yaklaşım farklılıkları hızla siyasal tartışma alanına dökülüyor. İki ayrı ülkenin farklı siyasal programları ve farklı siyasal düzeyleri var. Ve bunları bir siyasal potada sürdürülebilir ve yeterince kapsayıcı bir ortak faaliyet, örgüt ve program içinde buluşturabilmek gerekiyor. Zor ve karmaşık görünüyor. Kongreye ilişkin tartışmalardan da bu anlaşılıyor. Ancak paradigmalar ve dizgeler kendi iç bağlamlarında düzgün yerleştirildiğinde, neyi nasıl oluşturmak gerektiğine ilişkin bir sadeleşmeye gidebildiğimizde pek de öyle olmadığını görebiliyoruz. Göstermeye çalışalım. HDK-P Hangi İhtiyacın Ürünüdür? İlk olarak HDK-P’nin bir siyasal varlık olarak hayatımıza niçin ve nasıl girdiği üzerinde net bir fikrimiz olmalıdır. Türkiyeli tartışmacıların Emek ve Özgürlük Bloku, HDK ve ardından HDP gibi bildik kronolojik aktarımın ötesinde ele almadığı bu konuyu Kürt özgürlükçülüğü bütün netliğiyle tarif ediyor: [1] HDK-P, Türkiyeli demokratik sol, sosyal demokrat toplum muhalefetinin yapılandırılmasına duyulan küresel ve ülkesel ihtiyacın bir gereğidir ve HDK-P’yi, HDK-P’den beklentilerimizi ve bu siyasal şekillenme için bizlerden beklenileni belirleyen bu temel çerçevedir. HDK-P, Türkiye’de 90’dan beri görüldüğü haliyle ama AKP/RTE iktidarında fazlaca hissedilmeye başlanan ve de Gezi Haziranı sonrasındaki süreçte artık can yakıcı bir şekilde kendini gösteren demokratik muhalefet boşluğuna doğmuştur. CHP’nin bu boşluğu doldurmaktan uzak, aksine gün be gün bu boşluğu büyüten gerçeği karşısında Türkiye egemen siyasetinde demokratik sol, sosyal demokrat bir yeniden yapılanma ihtiyacı kendini bütün şiddetiyle göstermektedir Ve Devrimci Cephe yazılarında işlendiği gibi [2] HDK-P’nin yeniden yapılandırılması bu siyasal boşluğu doldurmak üzere projelendirilmiştir. Solcularımıza bu gerçeğin ağır geldiği, tartışmalarını onu görmezden gelerek yürütmelerinden bellidir. Onlar “devrim cephesi”, “birleşik cephe” gibi, değişik türden öz örgüt kombinasyonlarını, “bir adım ileri...” kurgularıyla tartışacak kadar lenincilik oyununa kendilerini kaptırmış durumdalar. Oysa olay çok daha yaldızsız ama çok daha gerçektir: Bugüne kadar devlet sınıflarının modernizmine tâbi sosyal demokrasinin emek eksenli yeniden yapılandırılmasıdır. Bu haliyle, Türkiye’deki demokratik sol muhalefet boşluğunun doldurulmasının en az demokratik sol, sosyalist kesimler kadar doğrudan uluslararası ve yerel egemenlerin de bir ihtiyacı olduğunun altı çizilmelidir, çünkü birinci olarak, statüko dolduramadığı takdirde, toplumsal muhalefetin bu boşluğu kontrol dışı doldurması ve devrimci bir toplum hareketine dönüşmesi önemli bir sistem tehdidi durumundadır. Gezi Haziranı bunu göstermiştir. İkinci olarak, bölge dengelerinin kendine sağladığı özerk alanı sonuna kadar istismar eden AKP/RTE iktidarına uluslararası sistem mutlaka bir alternatif geliştirmek ihtiyacı hissetmektedir. Bölgedeki oynak siyasal dengeler nedeniyle AKP/RTE’ye mahkûmiyet artık uluslararası finans kapitalizme açık bir yük halindedir. Ne ki AKP/RTE’yi dengeleyecek muhalif bir siyasal yapı yoktur. Sonuçta Türkiye’de ikili bir sosyal demokratik süreç işlemeye başlamıştır. Birincisi Baykal’ın tasfiyesiyle kentli küçük burjuvazi CHP’de göreli ideolojik ve siyasal yenilenmeler sağlamaya yönelmiştir. İkincisi Kürt halk hareketinin batılı siyasal nüfuzunun demokratik sol bir örgütlenmenin kitle temeli olarak istihdam edilmesi tasarlanmıştır. Seçimler sonrasında CHP ve Türkiyeli küçü kburjuva sosyalizminin ittifakının her hangi bir siyasal umut yaratmaktan uzak olduğu görülünce de HDK-P projesi oldukça önem ve öncelik kazanmıştır. Ve şimdi burjuvazi ve halklar zeminindeki bütün siyasal eğilimler bu süreci kendi sınıfsal ve siyasal istekleri doğrultusunda şekillendirmeye, etkilemeye çalışmaktadır. Biliyoruz, İmralı’dan empoze edildiği haliyle HDP’nin kurulması Türkiyeli demokratik muhalefetin üçüncü bir siyasal çizgi olarak gelişebilmesi için önerildi. Bu öneri Özgürlük Hareketinin kurmayları tarafından Almanya’nın iki partili sağ muhafazakâr örgütlenmesi örneği üzerinden olumlandı. Ama ardından öneri BDP’nin HDP’ye katılması şeklinde tashih edildi. İki partili değil, tek partili sistem, gündemleşti. Nokta... Niyesi, niçini açıklanmayan bu içerik değişikliğinin yarattığı kargaşayı Kürt ulusal muhalefetinin değişik kesimlerinin rahatsızlıklarını dile getirmesiyle izledik. Biz de bu sistemin hem Kürdistan’daki mücadeleyi gerileteceğini, hem de Türkiyeli demokrasi mücadelesinde ciddi komplikasyonlar yaratacağı için eleştirdik, vb... Ancak burada açıklanmaya asıl muhtaç konu, uluslararası ve yerel burjuva muarızlarının da desteklediği bu projeye AKP/RTE’nin niçin izin/icazet verdiğidir. Gizli saklı değildir, bu projenin gerçekleşmesi, Öcalan tarafından gündeme getirilmesiyle ve Kürt siyasal ağırlığının doğrudan bu projenin pratikleşmesinde seferber edilebilmesiyle mümkün olmuştur. İmralı tecrit sisteminden AKP/RTE’nin kendi aleyhine olacak ve doğrudan karşıtlığına muhatap olacak bir projenin normal ilişkiler itibariyle dışarıya çıkması düşünülemez. HDK-P üzerine yapılan tartışmalarda daima akılda tutulması gereken birinci konu, bu projenin İmralı’da “devlet heyeti” ve Öcalan arasındaki mutabakata dayalı olduğudur. AKP/RTE’nin Evdeki Hesabı AKP/RTE’nin böyle bir projeye niçin yöneldiğine ilişkin soru ne kadar önemliyse cevabı da o kadar basittir; AKP/RTE, Kürt halk muhalefetiyle kuracağı denge üzerinden kendi iktidarını güçlendirmek amacındadır. Yeni demokratik sol oluşumla kentli küçük burjuvazinin CHP ya da Gezi Meclislerinde organlaşan muhalefetini kontrol altına almayı düşünmektedir. Bu kesimlerin muhalefetini kontrol altına almak için nasıl Radikal gazetesi üzerinde, Fenerbahçe üzerinde egemenlik kurmaya çalıştıysa bu kez de bir siyasal parti aracılığıyla kontrol ve yönlendirme imkânına sahip olmaya niyetlenmiştir. Aslına bakacak olursanız, işbirlikçi Kürt milletvekilleri ve aydınlarının, gelecek saldırıları savuşturmak için cansiperane bir şekilde kendilerini önüne atıyor olmaları bile böyle bir projeyi karpuz kabuğu misali Erdoğan’ın aklına getirmeye yeterli olacak ya da gönül rahatlığıyla onaylatacak düzeydedir. Diğer taraftan, AKP, ateşkes döneminde oyalayıcı taktiklerle Kürt özgürlük mücadelesinin Hakkâri ve Diyarbakır gibi kilit kentlerinde oyunu artırmayı başardı. Kürt halk hareketinin ulusal kimliği üzerine çekilecek bir şalla, Kürdistan’da ümmetçi ideoloji ve ticaret burjuvazisi üzerinden siyasal ağırlığı güçlendirmenin çok daha kolay olacağı görüldü. Ayrıca Kürt muhalefetinin doğrudan kendi kimliğine ait olmayan sembol ve şahıslar üzerinden temsilinin yaratacağı yabancılaşma ve uyumsuzlukların Kürdistan’da Kürt siyasal nüfuzunun çözülmesine, bunun giderek Barzani örgütlenmesi altında toplanmasına ya da o çizgiye dönüşmesine yol açacağı da kolay görülebilir bir durumdu. Kentli modernist kesimlerin muhalefetinin de kontrol altında giderek etkisizleştirilmesi halinde son seçimlerde sahil kasabalarında görülmeye başlanan yırtılmaların yaygınlaşmasına yol açabilecekti. Cumhurbaşkanlığı, seçimler vb.. iktidarı kalıcılaştıracaktı. AKP/RTE’nin HDK-P örgütlenmesine cevaz vermesinin aşikâr nedeni bunlardı. Ve Kürt Çarşısı Peki, Kürt halk mücadelesinin aleyhine işleyecek böyle bir programa Öcalan tarafından onay verilmesi ne demektir? Burada, Türkiye sol hareketinin dikkatini, daha önce de Kürt özgürlük hareketinin kimi siyasal momentlerini doğru kavrayabilmek için yaptığımız gibi “Apocu Siyaset Tarzı” kavramına yeniden çekmek isteriz. En olumsuz koşullarda ayakta kalabilmenin en aşırı esnekliği olarak tanımlanabilecek bu tarz doğrudan Öcalan’ın Ankara ve Şam süreçlerine ilişkin kavramlaştırılmıştır ve İmralı koşulları için fazlasıyla geçerlidir. Burada şu soru sorulmalıdır; tamam, Öcalan Avrupa’ya çıkışında da Kürt ulusunun TC içinde “demokratik cumhuriyet” diye tanımladığı eşit haklar içinde yaşamasını mücadelenin yeni paradigması haline getirmeye başlamıştı ama gene de özgür siyaset yapma koşullarında, diyelim Kandil’de olsaydı, bütün barışçı ve çözüm yanlısı zorlamalarına karşın Demokratik Konfederalizm bayrağını dalgalandıracağı demokratik özerk Kürdistan alanının özgün siyasal partisinin varlığından vazgeçer miydi? TC’nin demokratik ulus zemininde yeniden yapılandırılması programı için olsun, Kürt devrimci demokratik toplum muhalefetinin doğrudan örgütlenme biçimlerinden, DTK’nın siyasal parti tezahürlerinden vazgeçer miydi? Geçebilir miydi? Geçilir mi? Kürt özgürlük hareketinin kurmayları, önderliklerini AKP/RTE tutsaklığı altında boş düşürmemek adına BDP’nin HDK’ya katılmasını, bütün itirazların üstesinden gelecek bir kuvvetle desteklediler. Ve bunu, Kürt devrimiyle yoldaşlık duygusu taşıyanların ikili parti yapılanmasının yanlışlarına ilişkin eleştirilerini bile ağır bir şekilde mahkûm etme pahasına yaparlarken görüldü ki, Kürt özgürlük hareketi Apocu siyaset tarzının istinat boşluğunu kendi siyasal gerçekliğine göre almaktaydı. Keser döndü, sap döndü, gün geldi hesap döndü; tek partili sisteme geçişte konulan nokta noktalı virgül halini aldı; ortaya yeniden ikili parti sistemi çıktı. Bir tarafta Türkiye’de HDK-P, Kürdistan’da şimdilik BDP, sonra DBP... İşte, AKP/RTE sömürgeciliğinin Kürt halkı üzerinde şiddetini yoğunlaştırması, başdanışman Y. Akdoğan’ın sabah akşam değerlendirmelerinde, HDP örgütlenmesindeki zemin kaymasına ilişkin öfkesini yansıtmaktan kendini alamaması ve bu duruma karşı Kürt gericiliğini ve işbirlikçi Kürt burjuvazisini tahrik etmeye çalışması Kürt özgürlük kurmaylarının Apocu siyaset tarzının içindeki manevra genişliğini mükemmel okuması ve projeyi başkalaştırması nedeniyledir. HDK-P’nin oluşması ve BDP’nin ona katılması şeklindeki proje artık HDK-P ve DBP olarak iki partili sisteme dönüşmüştür. HDK-P’nin yeniden yapılandırılması sürecini Türkiyeli demokrasi güçleri bu gerçeği bilince çıkartarak şekillendirmelidir. Son aşama itibariyle Kürt özgürlük hareketince iki partili sistemin defalarca ilanına karşın hala konuyu Kürt sorununun Türkiye demokrasi mücadelesine yıkılması ve haliyle Kürt ulusal programına yönelik gündem ve enerji yığılmasının Türkiyeli mücadeleyi gerileteceği gibi bir itiraz üzerinden tartışmakta olanların iyi niyetinden kuşkulanılmalıdır. Kürt özgürlükçülüğü dolaylı süreçleri terk ederek doğrudan özerkliğe yoğunlaşıyorken bu tarz eleştiriler, hele batının mücadelesi üzerinde ulusalcı bir blokaj oluşturacağına dair endişeler ileri sürmek sosyal şoven yaklaşımların kendini açığa vurmasıdır. Oysa KÖH’ün başkalaştırma hamlesi iki müthiş olumlu gelişmenin önünü açmış durumdadır. Birincisi, Kürt devrimci halk inisiyatifine, sivil Kürt siyasetinde özellikle barış sürecinde kesifleşen işbirlikçi Kürt burjuvazisinin ağırlığını tasfiye etmenin yolunu açmıştır. Yeni yapılanma gereği DBP, Özerk Kürdistan’ı inşayla iştigal edecek, “Ankara siyaseti” ile ilgisi olmayacaktır. Dolayısıyla, MİT’e teşekkür eden, Erdoğan’a göğsünü siper eden işbirlikçi Kürt siyasetçilerin özerk Kürdistan’ın siyasal yapıları ve halk inisiyatifleri üzerindeki ağırlıkları kalkacaktır. İşbirlikçi Kürtler, Roboski’de, Paris’te, Gever’de Kürt katliamını görmezden gelip MİT ve Erdoğan ilişkisini kutsarken Kürt halkının siyasal inisiyatifi Rojava’daki IŞID saldırısının MİT operasyonu olduğunu deşifre eden Kürt devrimci aydınına, Serhat’ta “an şoreş an şoreş” pankartıyla yürüyen devrimci Kürt gençliğine geçecektir. Bu sömürgeci “çözüm” oyunları sürecinde iyice olgunlaşan Kürt burjuva yapılanmasına karşı Kürt devriminin bir Kültür Devrimi inisiyatifi geliştirmesinin yolunu açacaktır. Gelişmeler, sömürgeci TC’ye karşı mücadelede bir taraftan da bu iç yola girildiğini de göstermektedir. KÖH’ün hamlesindeki ikinci stratejik olumluluk metropoldeki Kürt siyasal nüfuzunun Türkiye gündemine göre devrimci demokratik tarzda yeniden yapılandırılma yolunun açılmasıdır. Kürt devriminin “Türkiyelileşmek” kavramı etrafında geliştirdiği ve Türkiye ve Kürdistanı’ndaki mücadeleyi birleşik ve tek yönelimli gören mücadele anlayışı, hem mücadelenin siyasal ağırlığının Kürt özgürlükçü kitlelerinde olmasından hem de Kürt hareketinin organik gündeminin ulusal kurtuluş programına endeksli olmasından dolayı metropollerdeki Kürt siyasal nüfuzunun da esas olarak ulusal mücadele etrafında oluşmasını getirmiştir. Tek partili demokrasi mücadelesi ise bu şekillenmeyi iyice kurumlaştıracaktı. Bir ulusun başka ülkelerdeki üyelerini ulusal program etrafında örgütlemesinin, o ulusun emekçilerinin zararına ve sömürgeci burjuvazinin yararına olacağını Lenin’in öğretilerinden biliyoruz. Bu nedenle Devrimci Cephe, bu tarz örgütlenme ve mücadelenin Bundcu[3] bir yönelme olacağını ve bundan Türkiyeli işçi ve çalışan sınıfların sorunlarının çözümüne ciddi siyasal katkılar sağlanamayacağını belirtmişti[4]. Şimdi ise Kürt devrimi, iki partili sistemle hem metropollerdeki Kürtler üzerindeki siyasal nüfuzunu sömürgecilik sorunlarının yanı sıra metropolün sömürü sorunları üzerinden de geliştirebilecektir ve hem de böylece Türkiyeli ve Türkiye gündemli bir demokrasi mücadelesine metropoldeki Kürt işçi ve çalışanlarının, devrimci gençliğinin ve kadınlarının daha organik ilişkilenmesinin yollarını açacaktır. Bugüne kadar Türkiye’nin demokrasi mücadelesini tümüyle Kürt sorunun çözümüne bağlı gören ve bu çözümün doğal olarak Türkiye’yi demokratikleşmeye zorlayacağını belirten Kürt hareketi artık sorunu ısrarlı bir sıklıkta iki yanlı koymaya yönelmiştir. Siyasal çizgi artık şöyle ifade edilmektedir; Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’ye demokrasi gelmez, Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorunu çözülmez![5] Açıktır ki Kürt devriminin bu iki stratejik alan belirlemesine, yani iki partili bir siyasal faaliyet çerçevesine ve ikili bir siyasal program zeminine yönelmesinin iki temel nedeni vardır. Birincisi; AKP/RTE’nin temsil ettiği islamcı yeni Türk burjuvazisinin sınıfsal kaderinin Kürdistan’ı sömürge olarak tutmaktan başka hiçbir yolu olmadığının çözüm süreci pratiğinde yeniden ortaya çıkmasıdır. AKP/RTE iktidarının Kürt devriminin ve Kürt halkının barış adına gösterdiği bütün tahammül ve esnekliklerini istismar etmesine müsaade etmenin gelecek açısından hiçbir umut ve yarar ihtimali taşımaması Kürt özgürlükçülüğünün, Kürdistan’da, Türkiyeli demokrasi mücadelesinin seyrine bağlı olmaksızın demokratik özerkliği fiilen inşa etme sürecine yönelmesini gerekli kılmıştır. Bu Kürdistan’a yönelik özerk bir programdır. İkili parti sistemine geçerlik kazandıran bir diğer neden ise, Gezi Haziranı’nda Türkiyeli demokrasi mücadelesinin potansiyel gerçeğinin somutlanması olmuştur. 90’dan beri oportünizmin ve revizyonizmin bütün devrimci damarlarını ve geleneklerini tüketmek için elinden geleni yaptığı Türkiye siyasal gerçeğinin bütün olumsuzluklara karşın çok ciddi ve stratejik bir devrimci potansiyel taşıdığını Kürt devrimi de somut olarak görmüş ve siyasal planlamalarını bu gerçeği dikkate alarak yenilemiştir. Sonuçta Kürt devrimi, Türkiyeli demokrasi potansiyelini atılgan, kitlesel ve sürekli bir siyasal gerçeklik halinde mayalayabilmek için metropollerdeki Kürt devrimci dinamizminin organik istihdamına duyulan ihtiyaca karşılık olmak üzere HDK-P’nin yeniden yapılandırılması imkânını Türkiye devrimci hareketinin istek ve beklentilerine uygun olarak getirip önümüze koymuştur. Kürt devriminin HDK-P örgütlenmesine bakışında bu nitelikleri itibariyle hiçbir sorun yoktur, aksine HDK-P’nin önün koyduğu “anti tekel, antifaşist ve anti şoven”[6] ilkeler henüz Türkiye solcusunun tartışmaya bile yanaşamadığı kadar demokratik cumhuriyetçi ve devrimci demokratik bir muhteva “fazlalığı” içermektedir. Bu çerçeve ve ileri sürülen ilkelerin uzanımlarıyla HDK-P’yi, elbette yasal faaliyetin kısıtlamaları göz önünde tutularak ve ama burjuva meşruiyetin sınırlarını da zorlamayı ihmal etmeyen bir demokratik cumhuriyet programına kavuşturmak önümüzdeki kongrenin bir görevi olmalıdır. Oysa bu görev ve sorumluluğu benimsiyor görünüp de ayak diretenler var. Kürt devriminin HDK-P örgütlenmesine asla sorun yüklemeyen, üstelik başlangıcın sorunlarını ortadan kaldırıp önünü açan yaklaşımına karşın Türkiye solunun HDK-P örgütlenmesine yönelik itirazları BDP’nin HDP’ye katılması ve haliyle Kürt devriminin metropol siyasetini bloke edecek bir ağırlık oluşturması üzerine şekilleniyor. Burada yukarıda tartıştığımız kimi konulara değişik yönlerden bir kez daha yaklaşmak zorundayız. “Apocu Siyaset Tarzı”, Kürdün Taktik “Esnek”liği, Türk Solunun “Sekter”liği… Türkiye solunun HDK-P üzerine tartışmalarının içeriği, sol piyasada sağcılıklarıyla bilinen koca koca adamların “sol çocukluk” yapması gibi komedi unsurları taşıyor olsa da esas olarak trajiktir. HDK-P üzerine yapılan tartışmalar ve ileri sürülen argümanlar, Türk solunun, içinde bulunduğu pratik süreçleri algılama yeterliğinde, Kürt hareketini tanıma beceresinde ve de konuları kavramsallaştırma yeteneğinde oldukça sorunlu olduğunu bize gösteriyor. Türkiye solu her şeyden önce Apocu Siyaset Tarzı’nı anlayamamıştır, ancak anlamak zorundadır, çünkü somutumuzda, tümüyle HDK-P’nin içinde devineceği bir alana ait bir tarzdır; tümüyle egemenin egemenlik alanında, o egemenliğin geniş ölçülerdeki ön kabulünü ve uzlaşmayı esas alarak sürdürülen bir altta güreş tarzıdır. Ve Türkiyeli ve Kürdistanlı muhalif insan malzemesinin böyle bir altta güreş taktiğine uyum gösterme yetenekleri açısından aralarında ciddi farklar vardır. Kürt devriminin başarısında mücadele kararlılığı kadar taktik esnekliğinin de önemli bir payı olduğunu hemen herkes kabul eder. Buna karşılık, Türkiye devrimci hareketinin esnek olmayan, katı ve sekter tutumlarının onun gelişememesinin temel faktörlerinden biri sayanlar, keza, hiç de az değildir. Kürt devriminin esnekliğiyle, örneğin gün itibariyle sömürgeci TC bayrağına sahip çıkabilmesiyle, Türkiyeli devrimcinin katılığı, sekterliği, örneğin geri çekilme taktikleri konusundaki başarısızlığı, iki ülke devrimcileri arasında, birincinin diğerine göre daha becerikli, daha sağduyulu olmasından kaynaklı değildir. İki ülke devrimcilerinin tarihsel şekillenişlerinin gereğidir. Dağlı, göçebe geçmişiyle esneklik toplumsal bir Kürt karakteri değildir. Ama bunun yerine tarihinin ondaki politik şekillenişidir. Kürt devrimcisi, yüz yıllardır yaşamını sürdürebilmesi egemenin egemenlik alanında kendisine ait alanlar yaratabilmesiyle mümkün olan ezilen bir halkın devrimcisidir. Halkının yaşamsal güdüleri onda siyasal melekeler haline dönüşmüştür. Türkiye devrimcisi ise egemen ulus devrimcisidir; belirleyicilik ve hükmedicilik ilişkileri içindeki gelişiminin sosyal ve siyasal ilişkilerinde kendini dışa vurmaması düşünülemez. Kürt devrimcisi, onca fırtınayı atlatarak her aşamada küçük de olsa kazanımlarla uzun erimde ciddi aşamalar kat etmiştir. Türkiye devrimcisi ise fırtınalarda hep batmıştır ama çıksa da çıkmasa da neredeyse bir inat hareketi olarak azami varlığını sürdürme iddiasından asla vazgeçmemiştir. Kürt muhalifin esneklik yeteneği, egemenle ilişkisinde egemeninin kalıbına girmeyi kolay bir eşik kılarken Türkiyeli muhalif egemenlik ilişkilerinin katılığındadır, ya egemen olur ya kırılır.. ve bu yüzden kırıla kırıla kayda değer kalıcı bir kurumlaşma oluşturmayı başaramaz. Bu yüzden Kürtler bu yönüyle kendi tarihlerini ihanetler tarihi olarak tanımlarken, Türkiyeliler yenilgiler tarihi olarak tanımlar. Kürt siyasetçi nihayetinde hiç devletleşememiş bir halkın temsilcisidir, Türk siyasetçi hiç devletsiz olmamış bir tarihin.. Bu gerçekliğin bilincinde olunması verili anda meselelere taktik yaklaşımda yakınlaşmayı kolaylaştırıcı olacaktır. Ve elbette Kürt siyasetinin kendi iç eğilimlerini kavrayabilmenin de.. Kürt Devriminde Önderlik Tandemi HDK-P üzerine tartışma yürütenlerin, içinde bulunduğumuz günlerin anlamayı ve anlatmayı kolaylaştıracak verileri itibariyle Kürt özgürlük hareketinin önderlik/öncülük kurumu üzerine özellikle eğilmesinde yarar vardır, çünkü HDK-P bu özgün kurumlaşmanın işleyiş diyalektiğinin bütün varyantlarının yansıdığı ve daha da yansıyacağı bir alandır. Öcalan’ın tutsak edilmesiyle gerileyen Kürt özgürlük mücadelesinin 1 Haziran 2004 kararlarıyla yeniden yükselişe geçmesi Kürt devriminde ikili bir önderlik sisteminin gelişmesine yol açtı. Öcalan’ın bir halk önderi olarak geliştirdiği genel perspektif ve çözümlemelerini mücadelenin imbiğinden geçirip gerilla ve devrimci halk insiyatifi üzerinden uygulamaya sokan dağ yapısı, yaygın kodlamasıyla Kandil, pratik siyasal önderlik olarak şekillendi. Öcalan’ın fesih ettiği PKK’yi dağ yapısı yeniden kurdu ve teslis, “önderlik, yönetim ve halk” olarak kuruldu. Yakın dönemin taktik hamlelerinde, Öcalan, konumu gereği üçüncü döneme ait barış sürecini zorlayan bir politik esneklik gösterirken gerilla dördüncü dönem stratejik atılımı kararları alarak uygulamaya sokuyordu. TC’nin yaklaşımları karşısında sıkça yer değiştiren bu iki tarz özellikle 2006’dan itibaren bir tandem[7] mekanizması halinde çalıştı. Düşmanın umursamazlıkları halinde gerilla mücadeleyi yükseltti, düşmanın çaresizlikleri karşısında Öcalan barış sürecini zorladı, vb.. Ancak özellikle 2013 Newrozu’ndan itibaren açılan süreçte ateşkes, barış, müzakere ve çözüm söylemi gerillayı gözlemci durumuna çekerken, Kürt sivil siyaset temsilcilerini öne çıkardı. İmralı’nın barış tarzı ve Türk devletinin kendi kabullerine uygun yol vermesiyle barış sürecinde Kürt özgürlükçülüğünün siyasal tandemi bu kez İmralı ve Kürt burjuvazisi arasında kuruldu. Kürt burjuvazisinin barış/çözüm adına en uç noktada gösterdiği esneklik ve statüko uyumu siyasal öncülük hakkını onun tarihsel işbirlikçi karakteriyle buluşturdu. Kuzeyin Kürt burjuvazisi, zaten tarihsel bağları olan Barzani’yle AKP/RTE arasında kurulan tüccar-rantiye ittifakında kendine yer bulmak için sömürgeci TC statükosuna yönelik şerhlerini neredeyse bütünüyle kaldırdı. AKP/RTE iktidarının Roboski, Paris, Gever katliamlarına karşın, IŞİD saldırılarını düzenlemesine karşın, Rojava’yı hendeklerle kuşatmasına karşın ve en önemlisi ne barış ne de çözüm yolunda en ufak bir adım atmamasına karşın Kürt burjuvazisi, salt siyasal egemenliğini ve sermaye birikimini sürdürebildiği için ateşkesin sürmesini yeterli sayan işbirlikçilik siyaseti geliştirdi. Bu süreç zarfında Kürt devrimcinin feda eyleminden Gezi Haziranı’na kadar statükoya karşı olan her inisiyatif karşısında attığı kulak tırmalayıcı çığlık hep “provokasyon” oldu. “Provokasyon” işbirlikçi Kürt burjuvazisinin ihanetçi çizgisinin sloganı haline geldi. Ama 2013 Newroz’undan bu yana geçen uzun ve hırpalayıcı bir yıllık süreç sonrasında Kürt özgürlükçülüğünün asıl dinamiği olan gerilla ve devrimci halk inisiyatifi yeniden gündeme ağırlığını koydu. Şimdi tandemin yeniden kendisiyle kurulmasını dayatıyor. Bundan böyle, halkının davasına sahip çıkan her Kürt öge ve Kürt halkıyla dayanışma içinde olan her Türkiyeli devrimci demokrat, nasıl önceden baş müzakereci olarak Öcalan adres gösterildiyse, aynen öyle, kendisi de bu talebini dile getirdiği üzere Kandil’i de doğrudan müzakereci olarak TC’ye kabul ettirmek yükümlülüğündedir.[8] Bu haliyle, Türkiye demokrasi güçlerinin, BDP’nin HDP’ye katılması nedeniyle işbirlikçi burjuva tandemin politikaları üzerinden önümüzdeki dönemin devrimci demokratik mücadelesine ve bu koşullar çerçevesinde HDK-P’nin yeniden yapılanmasına dair itirazlar geliştirmesinin hiçbir nesnel, öznel gerekçesi olamaz. Aslına bakacak olursanız geride kalan dönem de böyle bir itiraz için gerekçe oluşturamaz, çünkü Gezi’ye Kürt burjuvazisi provokasyon derken Kürt devriminin öncü kurmayı Kürt halk güçlerini Gezi direnişine katılmaya çağırmaktaydı. Kürt burjuvazisi, MİT’e teşekkür ederken Kürt devriminin kurmayı MİT’in provokasyonlarına karşı halkını ve mücadeleyi uyarmaktaydı. Kürt burjuvazisi Erdoğan’a siper olurken Kürt devriminin öncü kurmayı RTE’nin Kürt meselesinin çözümüne ilişkin hiçbir niyet ve samimiyet taşımadığını, aksine Kürde karşı savaş hazırlığı içinde olduğunu söylemekteydi. Kürt burjuvazisi Rojava için Erdoğan’dan inayet dilenirken Rojava devrimine en büyük saldırı ve kumpasların uygulayıcısının da, destekçisinin de, çatıcısının da RTE olduğunu Kürt öncü kurmayı deşifre etmekteydi. Ulusal bir mücadelenin yayılım genişliği itibariyle sadece Kürt özgürlükçülüğü içindeki burjuva sesleri işitmek, diğerlerine sağır kalmak ancak Türk tarafında burjuva saflarda olmanın bir sonucu olabilir. Bizim kulağımıza esas olarak Kürt devriminin sesi geliyor. Kürt burjuvazisinin neden olduğu parazitlerini gidermek için ise sadece Kürt devriminin değil kendi devrimimizin de yükselmesi gerektiğini biliyoruz. Türkiye solu Kürt özgürlükçülüğündeki bu sınıfsal farklılaşmayı, ulusal mücadele zeminindeki sınıfsal yırtılmayı görmeli ve yönetsel tandemlerin diyalektiğini çözebilmelidir. Farklı tandem ve siyaset tarzının imkan aralığında devrimci demokrasi için geçerli olanı ayrıştırmak konusunda ilkesel alışkanlıkları Türkiye soluna yardımcı olacaktır, yeter ki kendisi Kürt toplumsal hareketi içindeki siyasal/sınıfsal farklılaşmaları izleyebilsin. Türkiyeli demokrasi güçleri, enternasyonalist yaklaşımın sadece Kürt devriminin içindeki sınıf mücadelesine destek olmakla sınırlı kalamayacağını bilmek zorundadır. Aynı zamanda, Apocu siyaset tarzının istinat boşluklarını hesaba katmak, en azından Kürt devrim kurmaylarınca alınan boşlukları görerek mevzilenmek zorundadır. Aksi takdirde batıdaki demokrasi mücadelesini de kilitleyecek şekilde Kürt devrimi üzerinde işbirlikçi burjuva egemenliğin gücünü korumasında ve geliştirmesinde suç ortaklığı yapmış olacaktır. HDK-P’nin Siyasal Alanı Kürt özgürlükçülüğünün devrimci hattına göre pozisyon alındığı takdirde mücadeleyi Türkiye gündemiyle yoğunlaştırmak esas görevine odaklanmak HDK-P içindeki Türkiyeli güçler açısından daha kolay olabilecektir. Türkiye gündemine yoğunlaşmak HDK-P politikalarını yukarıda anlatılan soyut düzeylerin sapmalarından da koruyucu olacaktır. Kürt devrimi sınırları belirlemiştir: “HDP kolay diyerek kendisini Kürdistan’a taşımamalıdır.“[9] HDK-P batıda örgütlenecek ve demokrasi mücadelesini batının emekçi sınıflarına göre şekillenecektir. Bu nedenle sadece Kürt burjuvazisinin işbirlikçi politikalarına karşı teşhir ve tecridin değil aynı zamanda Türkiye solunun da işbirlikçi siyasetçilerine karşı yönelmek zorundadır. HDK-P örgütlenmesinde ne U. Uras’ın ne de S. Sakık’ın siyasal bir etkisi olamaz. HDK-P’nin sömürücü ve sömürgeci olgarşiye karşı ezilenlerin ve emekçilerin bir sınıf mücadelesi aygıtı olması gerektiği unutulmamalıdır. II. Kongreci Türk “Çocuk”ları Türk solunun dile getirdiği eleştiri ve endişelerin en geniş ifade zemini örgütlenmedir. Eleştirilerin genel bir dökümünü yaptığınızda şöyle bir tablo karşınıza çıkıyor; Bir taraftan “cephe” meselesine getirilen kominternci yorumlarla HDK-P’nin örgüt hukukuna ilişkin yapısal olmazları ileri sürülüyor, diğer taraftan farklı stratejileri, eşitsiz gelişkinlikleriyle iki mücadele düzeyini birbirine eklemlemenin siyasal zorluklarına teknik/tüzük/hukuk düzeyli çözümler tartışılıyor, işin izinden çıkılamayınca da bu iş olmaz, olmamalı diye kestirip atılıyor. Tabi bu arada HDK-P projesine daha mesafeli duranlardan belki de mecburi bir özeleştirinin intikamını almak istercesine, “eskiden biz Kürtleri kendimize tâbi kılmak isterdik, şimdi Kürtler bizi kendilerine tâbi kılmak istemesin; Türkiye siyasası bize kalsın” şeklinde basitleştirebileceğimiz itirazlar da ileri sürülmüyor değil[10]. Buradaki uç yaklaşım aslında genel görünümü netleştirmeye yardımcı olmaktadır. Türkiye solu, HDK-P örgütlenmesine ilişkin tartışmalarını, tüzüksel sorunları ilkeler düzeyine çıkaran keyifli bir “bir adım ileri iki adım geri” bolşevizmiyle yürütürken hukuksal/tüzüksel egemenliğin Kürt devriminden yana yapılandırılmasına ilişkin endişelerinde “Türk” kimliğini açığa vurduğunun farkında bile değildir. Tartışmalardaki “çocukluk”un nedeni ortadadır. Uzun yıllardır yasalcı marksizm içine gömülü olması nedeniyle, HDK-P’nin biraz güçlü, biraz sahici bir siyaset yapma imkânını ortaya çıkarması Türkiye solunu hemen geçmişinin özlemli “öz örgüt” çerçeveli tartışmalarına girmesine yol açmış görünüyor. Örneğin A. Altınörs[11] ve M. Sayın[12] zıt pozisyonlarına ortak hareket noktasından ulaşıyorlar; her ikisi de HDK-P’yi “cephe” örgütlenmesi kriterleriyle ele alıyorlar. A. Altınörs, HDK-P’de bir “devrim cephesi” yaratmayı mümkün ve gerekli –hatta sanki yaratılmış gibi- görürken, M. Sayın Kürt egemenliğinin HDK-P’de aşılamaz büyük sorunlara yol açacağını, “birleşik cephe” hukukları üzerine getirdiği referanslarla ileri sürüyor. Bunlar, yasalcı Marksistlerin “cephe” örgütlenmelerinin ölçeklerini kendi siyasal konumlanmalarına göre çekiştirmelerinin ortaya çıkardığı biçimsiz, bozuk kritiklerdir. HDK-P ne bir “devrim cephesi”dir, ne bir “birleşik cephe”dir ve bileşenleri itibariyle ne biri, ne diğeri olabilir. Birincisi, kuram ve tarihsel pratik itibariyle her iki cephe modeli de proletaryanın öz örgütünün doğrudan katılımıyla oluşur. İkincisi sisteme dayatılacak devrimci zorla ilişkilidirler. Kürt intikalinin niteliğini belirlemek bizim işimiz olmasın ama Türkiye solunun katılımında bu gereklerin yerine getirilmediği açıktır. HDK-P içinde bu tarz iddia sahibi olan bileşenler açısından, örneğin AA’nın katılımı açısından bile bu geçerlidir çünkü HDK-P yasallığı ve yasaları esas alan bir örgütlenmedir. Sistemin yasalarının dışına çıkmayı esas almayan, hatta doğrudan bu yasaların dışında kurulmayan yapıların “devrim cephesi” oluşturması, sadece devrim kavramına yüklenilen revizyonist anlamlar itibariyle mümkün olabilir. AA’nın HDK-P kongresine neredeyse hiç eleştirisiz ve büyük bir imanla yüksek manalar yüklemesi meseleye HDK-P zeminindeki dar çıkarlar açısından yaklaştığının ve buradaki yeterli “kazanç”ı, küçük dükkânın ötesindeki sorunları önemsizleştirecek kadar önemsediğini gösterir. Türkiye solunun klasik küçük burjuva kalitesine bir örnek olmaktan başka bu yaklaşımın değerlendirilmeye değer bir özelliği yoktur. Kürt ve Türkiyeli siyaset birleşikliğini birleşik cephe adıyla irdelemek ise bir başka ilginçliktir. Birleşik Cephe’leri sınıflar arası ittifaklar şeklindeki dar bir kalıba sokmaktan uzak dursanız bile neticede bu örgütlenmeler de öz örgütlerin işidir. Öz örgütler ittifaklar içindeki yerini karşısındakinin inayetini davet eden dilekçelerle elde etmezler. Bu itibarla yaygın bir şekilde tartışıldığı gibi Kürt muhalefetiyle ile Türkiye solu arasındaki denge bir tüzük meselesi, bir hukuk meselesi değildir. Yani üst yapısal bir belirlenim meselesi değildir ve çünkü alt yapısındaki örgütlenme ve mücadele düzeyleri eşitsizliklerine dayalı bir mesele değildir. Bu ittifak ve dengeleri, iki devrim cenahının birbirine tarihsel ihtiyaçları meselesidir. Bu nedenle, M. Kayaoğlu’nun[13] dediği tarzda, büyük olanın büyüklük hukukunu dayatması ve bunu tüzelleştirmesi normaldir demek konuya tüccarca yaklaşmaktır, ama bu da bize gelmez diye eklemek ise yaklaşımın Türklük kuyruğudur. Tarihen birbirine ihtiyacı olan güçler, verili bir anın büyüklükleri itibariyle değil tarihsel süreç içindeki hacimleri itibariyle birbirleriyle ilişkiye geçerler. Birincisi dar görüşlü oportünistlerin, ikincisi önderlik vizyonu sahiplerinin yaklaşımıdır. Yani Kürt devriminin Türkiye devrimine ihtiyacı varsa dengelerini ve ittifak politikalarını karşısındaki örgütlerin düşük ölçeklerine göre değil, örneğin 70’lerin, 80’lerin devrimci atılganlığına, örneğin Gezi’de ortaya çıkan milyonluk kitle basıncına göre değerlendirir. Kürt devrimi açısından, kitaba el basarak söylemek mümkündür ki, Gezi olmadan da, Haziran 2004 kararlarından beri bu böyleydi. Gezi olduktan sonra iyice böyledir. Burada Türkiye solcusuna düşen Kürt devriminin bu ilkesel yaklaşımını kendi düşük ve düşkün siyasal kimliğini yaşatmak üzere istismar etmek değil, kendi devrimci değerlerini ve Gezi Haziranı’nı Türkiye demokratik muhalefetinin daimi bir organı haline getirmek; bunun için de metropollerdeki proleter, küçük burjuva, kürt, alevi, kadın, genç devrim dinamiklerini HDK-P aracılığıyla istihdam etmeyi başarmaktır. Bu nedenle, HDK-P zemininde verili anın ölçekleri üzerinden rasyonaliteler geliştirenlere, Türk’ün teorisinin tüccarın politikasına cuk oturduğuna dair bugünkü rejimden daha başka bir kanıta ihtiyacımız olmadığı söylenmelidir. Keza, samimi olmak gerekirse, en azından başlangıç süreçleri itibariyle Kürt devriminin sivil siyaset üzerindeki guvernörlüğünün, hele ki tartışmaların ortaya çıkardığı bu düzeyden sonra, tüzelleştirilmesi –örneğin benimsenmiş bir ağırlıklı oy plasmanı- Türk solcusunun ilkesel sekterlikleriyle yapıyı erken kırılmalara götürmesinin önüne geçebilmek için bile düşünülmelidir. Çatı partisinin çatılmasını geciktiren Türk direnç HDK-P’nin zaafa uğratılmasını kolaylaştıran bir mayın olarak Türk solcusunun tarzında HDK-P’ye içkin olacaktır. Önlemi Kürt devrimindedir. Burada BDP’nin katılmasının Kürt mücadelesinin bütün önceliklerini ve sorunlarını HDKP’ye yüklediğine ilişkin anlayış yanlışlığına bir kez daha değinmek gereklidir. Kürt devrimi kendi mücadelesinin esas ve tam ifadesini demokratik özerklik olarak tanımlamış ve bu hedef doğrultusunda sivil kurumsal siyaset alanında iki partili bir sisteme yönelmiştir. Kürdistan’da özerklik inşasına ait programı üstlenmek DBP’ye ait olunca HDK-P’nin Kürt özgürlükçülüğüne yapacağı katkı metropol kitlelerinin Kürt halkının bu ihtiyacına katılımını sağlamak olarak sadeleşmektedir. Ancak bu program metropol kitlelerinin demokrasi taleplerini yükseltmek ve iktidara taşımak gibi devasa bir programa dahildir. Bunu bir ağırlık olarak görmek egemen ulus solculuğudur ve metropol siyasetini demokrasi mücadelesinin anti sömürgeci kapsamından arındırmak, kısacası sosyal şoven bir politik zemine oturmaktır. Sonuç İlgilisi için birinci konu HDK-P’nin ortaya çıkış öznelliğini iyi kavrayabilmektir. Tüzük/hukuk tartışmalarından önce, HDK-P’nin yeniden yapılanma sürecinin Türkiyeli demokratik toplum muhalefetinin sivil kurumsal boşluğuna doğduğunu ve Kürt siyasetinin bu boşluğun doldurulmasına duyduğu stratejik ihtiyacın bir yansıması olduğunu bilmek önemlidir. Türkiye solcuları, önümüzdeki HDK-P kongresine tüzük ve hukuk gibi tali çerçevelerden ziyade mücadele içindeki alanlarımızı doldurmanın imkanları açısından bakmayı öncelemelidir. Esas sorun bu zemindeki perspektif ve tarz olgunluğuna ulaşmaktır. Bunlar sağlandıktan sonra tüzük ve hukukun şekillendirilmesi yol alırken bile gerçekleştirilebilir, çünkü her ne kadar pratik gündemimize yeni geliyorsa da yapılacak olanlar mücadelenin oldukça geride kalan aşamalarından beri bellidir. Kürt ve Türkiyeli demokrasi güçlerinin eş değer bir ağırlıkta temsil edildiği ve kararların ağırlıklı oyla (2/3) alındığı bir kongre etrafında şekillendirilmesinin tüzüksel çerçeveli önermesi Devrimci Cephe birikiminin 2003 tarihli önerisidir[14]. İki partili sivil siyaset kurumlaşması ise 2010 tarihli önerisidir. Yani bu örgütsel aşamaların devrimci demokratik niteliğine ilişkin zaman öncesi verilmiş devrimci cirolar mevcuttur. Bu da göstermektedir ki, mücadelenin yol göstericiliğinde biçimsel doğrulara ulaşmak mümkündür, yeter ki bu biçimsel doğruları mücadelenin içinden çekip çıkaracak perspektif olgunluğu olsun.. Kuşkusuz ki, arka plandaki bütün birikimine karşın her yeni başlangıcın sıkıntıları, uyumları, uyumsuzlukları olacaktır. Sorunları soyutta yakalamak olayca açığa çıkarmakla aynı değildir. Ama olayca ortaya çıktığında şaşkın olmayı engeller. Biz sıkıntıları aşmak için bir; beklentileri mütevazıleştirmeyi, iki; mücadeleyi keskinleştirmeyi öneriyoruz. Yaşasın HDK-P! [1]Cemil Bayık, http://yeniozgurpolitika.blogspot.de/2014/04/cemil-baykhdp-toplumsalihtiyactr.html Adil Bayram, http://www.ozgurgundem.com/index.php?haberID=105657&haberBaslik=Ortak+siyasal+platform&action= haber_detay&module=nuce&authorName=Adil+BAYRAM&authorID=20 Sabri Ok, http://rojevakurdistan.org/roeportaj/13781-sabri-ok-hdp-gercek-demokrasiicin-avantajd-r [2]Kadir Sönmez, HDP ve Türkiye’de Demokratik Sol Yapılanmada Yeni Aşama, Devrimci Cephe; http://devrimcicephe.org/index.php?option=com_content&view=article&id=573:kadirsoenmez&catid=36:bak-acs&Itemid=37 [3]Rusya örneğinde, Yahudi proletarya üzerinde özerk egemenlik çizgisi [4]Kadir Sönmez, agy [5]KCK, AKP’nin Amed Çalıştayı üzerine bildiri, 9 Haziran 2014 [6]Adil Bayram, agy [7]Ali Efe, Türk Solunun Özgürlük Hareketine Bakışı Üzerine, Devrimci Cephe dergisi s2, Aralık 2012, http://www.devrimcicephe.org/index.php?option=com_content&view=article&id=247%3A kuert-halk-oezguerluek-suerecini-derinletiriyor-ya-da-tuerk-solunun-kuert-oezguerluekhareketine-bak-uezerine&catid=44%3Adc-say-2&Itemid=55 [8]Bedri Kadri Ongan, Kürt Sivil Siyasetinde Perspektif Sorunları, Devrimci Cephe, http://www.devrimcicephe.org/index.php?option=com_content&view=article&id=574:kuer t-sivil-siyasetinde-perspektif-sorunlar&catid=72:kuert-sorunu-hakkndametinler&Itemid=63 [9]Adil Bayram, agy [10]Ferda Koç, sendika.org, Eylül 2013 [11]A. Altınörs, HDP: Ittifak Partisi mi, Kitle Partisi mi, http://www.atilimhaber.org/2014/05/17/hdp-ittifak-partisi-mi-kitle-partisi-mi/ [12]Mahir Sayın, Bir mücadele Cephesi Olarak HDP, http://siyasihaber.org/yazilar/birmucadele-cephesi-olarak-hdk-hdp-mahir-sayin [13]Metin Kayaoğlu, HDP: Olmayacak Dua veya Simya, http://siyasihaber.org/dosya/yeni-hdp-olmayacak-dua-veya-simya-metin-kayaoglu [14]T.Doğan, Savaş ve Devrim, Haziran dergi, Mart 2003
© Copyright 2024 Paperzz