Değerlendirme Notu/2 07.11.2014 YİTİK KITA'NIN ÖYKÜSÜ (MÜ?) Dr.Dilek YİĞİT1 2008 yılından itibaren küresel ekonomik krizin ve Avro alanı borç krizinin etkileri ile mücadele etmekte olan, bu çerçevede ekonomi yönetimini revizyona tabi tutan, diğer taraftan ekonomik sorunların beraberinde getirdiği entegrasyonun geleceği üzerine siyasi tartışmalarla yüzleşen Avrupa Birliği günümüzde başlıca iki açıdan baskı altındadır. Birincisi Birleşik Krallık ve İspanya örneklerinde görüldüğü gibi alt kimliklerin üst kimliği sarsmaya çalıştığı sürecin, zaten yerleşemeyen ulus- üstü kimliğe yansımaları meselesidir. Bu baskı içten dışa yönelik olup, Birliğin uluslararası arenada duruşunu az ya da çok etkileyecektir elbet; bu ayrıca üzerinde tartışılması gereken bir baskıdır. İkincisi, Ortadoğu'da artan istikrarsızlığın ve devlet dışı aktörlerin adeta devletlere ve uluslararası topluma meydan okuyan yükselişinin yarattığı dıştan içe baskıdır. Bu dış baskının da içe yönelik etkilerinin Avrupalı siyasetçiler tarafından, özellikle iç huzur ve güvenlik açısından ciddi kaygı kaynağı olarak algılandığı gözlemlenmektedir. Ekonomik ve siyasi sorunlarının ışığında mevcut yapısı ve geleceği sorgulanan, iç sorunlarla boğuşurken uluslararası sorunların küresel aktörlüğünü sınadığı Avrupa Birliği ekonomik ve siyasi anlamda "Yitik bir Kıta'ya mı" dönüşmektedir. Ekonomik ve siyasi olarak, tarihi ve kültürel boyutları bir kenara koyarak, yani kavramsal çerçeveyi dar tutarak bile böyle bir soru üzerinden tartışmaya girmek, üstelik bu tartışmadaki görüşlerimiz de Avrupa' nın geleceğine ilişkin kişisel vizyonumuzla şekilleneceğinden hem çok kapsamlı, bir o kadar da subjektif olacaktır. Ancak en azından bu yazıda, kavramsal çerçeveyi sadece dış politika ile dar tutarak ve sözde Arap Baharı'nın gözlemlenen sonuçları ışığında dış politika açısından, kıta yitik midir sorusu üzerinde düşünebiliriz. Burada bir parantez açarak, bu yazının başlığını koyarken esinlendiğim Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli yazar Jose Saramago'nun, İber Yarımadası'nın anlaşılmaz şekilde Avrupa anakarasından ayrılması sonrasında yaşanan trajikomik olayları konu alan "Yitik Adanın Öyküsü" başlıklı eserine değineceğim. Başlıca amacı Avrupa Birliği'ni hedef tahtasına koymak olmadığı aşikar olan eserinde Saramago, İber Yarımadası'nın anakaradan ayrılması karşısında Avrupa Topluluğu'nun tutumunu nüktedan bir şekilde, şöyle anlatmaktadır. "Toplantıları sırasında, önceden kararlaştırıldığı gibi, Avrupa Topluluğu ciddi bir bildiri yayımladı ve İber ülkelerinin batıya doğru kaymalarının yürürlükte olan anlaşmaları tehlikeye atmayacağını açıkladı...hedefleri açık olan bu bildiri komisyon üyeleri arasındaki ateşli bir tartışmanın sonucunda 1 Hazine Müsteşarlığında çalışmaktadır, Mülkiye İktisadi ve Sosyal Araştırma Merkezi Kıdemli Araştırmacı ortaya çıkmıştı, bu tartışma sırasında bazı üyeler İber Yarımadası gitmeye karar vermişse gitmesine izin verilmesinin gerektiğini önerecek, asıl hatanın başta katılmasına izin verirken yapıldığını söyleyecek kadar ileri gitmişlerdi." Saramago bir başka sayfada devam eder, İber Yarımadası kopup giderken "hükümetlerin başındakiler televizyona çıktı...elbette, elbette, sözcükler, sözcükler, yalnızca sözcükler..." Saramago eserinde hayali ve realite dışı olaylarla çizdiği trajikomik çerçevede Avrupa Birliği' ne yer vererek, özellikle Avrupa Birliği'ni tanıyan okurlarını gülümsetiyor. Ancak realitede durum ne ölçüde farklılaşıyor? Bir başka deyişle öngörülmemiş olan bir gelişme/olay karşısında Avrupa Birliği ne yapmaktadır? Sözde Arap Baharı'nı müteakip gelişmeler bize bu soruyu yanıtlayabilmemiz için güncel bir çerçeve sunmaktadır; sözde Arap Baharı karşısında, Ortadoğu'da dengeler sarsılırken Avrupa Birliği'nin sergilediği tutuma değinmeden önce, Saramago'nun öyküsünde Avrupa Birliği'nin tutumuna ilişkin gülümseten söylemindeki anahtar kavramlara değinelim; “toplantılar yapmak" ve neticede "önceden kararlaştırıldığı gibi 'ciddi' bildiriler yayınlamak", "yürürlükte olan anlaşmaların tehlikeye girmeyeceğini belirtmek gibi ' değişimden çekinen' bir tavır içinde olmak", İber Yarımadası ülkelerinin Avrupa Birliği'ne alınmasının hata olduğunun ileri sürülmesi gibi "şimdiki zamanda değil geçmiş zamandaki kendilerini eleştirmek" ve nihayetinde "sözcükler , sözcükler ve sözcükler". Saramago'nun trajikomik öyküsünde ifade ettiği söylemindeki tüm kavramlar Avrupa Birliği'nin sözde Arap Baharı karşısındaki tutumunda gözlemlenmektedir. "Toplantılar yapmak" , günümüzde, zaten Avrupa hukuku çerçevesinde düzenlenmiş, yani her halükarda yapılacak ve yapılabilecek toplantıların gündemine Ortadoğu'daki gelişmeleri dahil etmek şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Lizbon Antlaşması uyarınca Zirve, her altı ayda iki kez olmak üzere Başkan'ın davetiyle toplanır, gerekirse Başkan Zirve'yi olağanüstü toplantıya çağırır; Avrupa Parlamentosu'nun toplantı dönemi yıllıktır, üye tam sayısının çoğunluğunun, Konsey'in veya Komisyon'un talebi üzerine olağanüstü toplanabilir; Konsey, Başkanı tarafından resen ve üyelerinden birinin ya da Komisyon'un talebi üzerine toplanır. Dolayısıyla Zirve'de , Bakanlar Konseyi toplantılarında, Parlamento oturumlarında ve gerekli görüldüğünde olağanüstü toplantılarda sözde Arap Baharı ve müteakip gelişmeler tartışılagelmektedir. Toplantılar neticesinde üzerinde anlaşılan kararlar, bazı akademisyenlerin altını çizdiği gibi güçlü olmayan ifadelerle, kamuoyuna bildirilmekte ve Avrupa Birliği Zirve Başkanı toplantılar sonrası görüşlerini kamuoyu ile paylaşmaktadır. "Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanlarının tamamı Suriye'deki gelişmeler ya da Libya'da yaşananlar hakkında ne düşünüyor acaba?" diye merak ettiğimizde başvuracağımız ilk kaynak Zirve Sonuç Bildirgeleridir mesela; Avrupa Birliği gelişmeler karşısında tutumunu bizzat kendisi, resmi olarak merak edenlere bildirmektedir. Avrupa Birliği sözde Arap Baharı başladığında net bir statükocu tavır sergilememiştir elbet; ancak değişimden de çekinmiştir. 2010 yılının sonunda Tunus’ta olaylar çıktığında bazı Avrupalı siyasetçilerin Ben Ali yanlısı açıklamaları bu duruma birer örnektir. Zira Avrupa Birliği bölgedeki otoriter rejimlerle ilişki içindeydi, ne de olsa istikrarı demokrasiye tercih ediyordu. Ancak önlenemeyeceği ve görmezden de gelinemeyeceği anlaşılan Arap Baharı kaçınılmaz olarak Birliğin bölgeye yönelik, değer odaklı da olmayan politikasına meydan okuyunca, Birlik bölgeye yönelik politikasını revize etme zaruriyeti altında rolünü " stability promoter" dan "democracy promoter" a dönüştürmüştür. Ancak bu dönüşüm demokrasinin istikrara tercih edilmesinden çok bölgedeki mevcut yönetimlerin artık istikrarı garanti edemeyeceğinin anlaşılmasının sonucu olarak da okunabilir. Açıklanan Bildirgelere dikkat edildiğinde, 2 artık Avrupa Birliği'nin bölgedeki demokrasiye geçiş sürecine destek vermekte kararlı olduğunu ilan ettiği görülmekteydi. Üstelik Yüksek Temsilci Ashton Avrupa Birliği'nin eski istikrar odaklı politikasını terk etmesi gerektiğini ifade etmiştir. Yani Avrupa Birliği, sözcüleri aracılığıyla bizzat kendisi tarafından yıllarca uygulanan politikayı eleştirmeye başlamıştır; ortada bir hata varsa bu hata "şimdiki Avrupa Birliği'ne değil, “geçmişteki Avrupa Birliği'ne" aittir. Tıpkı Saramago'nun trajikomik öyküsünde Avrupalı yetkililerin İber Yarımadası anakaradan koparken İber Yarımadası devletlerini Birliğe kabul eden Avrupa Birliği'ni eleştirmesi gibi. Artık eleştiri okları geçmiş politika ve uygulamalara yönelmişti; öyle ki Birliğin Ortadoğu'ya yönelik süregelen politikası "bürokratik egzersizler" olarak tanımlanıverdi. Avrupa Birliği sözde Arap Baharı karşısında, gelişmelere tepki verdiğini göstermek açısından hemen 3M stratejisini geliştirmiştir. “Money", "mobility" ve "market access" kavramları aracılığıyla Arap coğrafyasında demokratik reformları maddi olarak destekleyeceğini, kişilerin Avrupa Birliği'nde dolaşımı ve göç konusunda diyalog programları başlatacağını ve Akdeniz politikası kapsamında yer alan ülkelerin ulusal piyasalarını Avrupa Tek Pazarı'na aşamalı olarak yakınlaştırılacağını açıklamıştır. Saramago'nun ifadesiyle "sözcükler, sözcükler ve sözcükler". Peki bu " sözcükler, sözcükler" hayata geçirilebilir mi? İlk "M- money", maddi destek sağlama stratejisi zaten Avrupa Birliği dış politikasının başlıca sütunlarından biridir; bu strateji "sadakatın satın alınması" olarak okunabilir; dolayısıyla sözde Arap Baharı' nın etkisiyle üretilmiş yeni bir strateji değildir. İkinci "M-mobility", Birliğin Akdenizli ortakları için, kısa vadede belirli meslek grupları için vize kolaylığının sağlanması, uzun vadede vizelerin kaldırılması hedefini içermektedir; Avrupa Birliği'nin bir "Kale"ye döndüğü yönündeki argümanın güçlendiği bir dönemde bu hedefin oldukça iddialı olduğu aşikardır. Üçüncü "M-market access" Birliğin Akdenizli ortaklarının Tek Pazar'a aşamalı entegrasyonunu hedeflemektedir; Tek Pazar kişilerin, malların, sermayenin ve hizmetlerin serbest dolaştığı alan olduğuna göre, bu hedefin de iddialı olduğu görülmektedir. Dolayısıyla ikinci M ile üçüncü M, Birliğin sözde Arap Baharı karşısında attığı dikkatten kaçmayacak kadar önemli adımlardır: ancak uygulanabilirliği şüphe götürür. Avrupa Birliği ikinci ve üçüncü M'i hayata geçirebilirse, bu durum Arap coğrafyasına yönelik politikasında bir çığır açacaktır; ancak hayata geçirilemez ise -bu ihtimal daha yüksektir-, Birliğin kredibilitesi sarsılacaktır. Avrupa Birliği'nin iddialı olmak adına bizzat kendi girişimleri ile kendi kredibilitesini sarsması da Birlik adına hiç de rasyonel bir tutum olmayacaktır. Nihayetinde sözde Arap Baharı Avrupa Birliği'nin başarılı olduğu bir sınav olmamıştır ve Birliğin küresel politika aktörü olarak etkinliğini hala sınamaktadır. Ancak dünya tarihinin en başarılı entegrasyon hareketi, sözde Arap Baharı'nı müteakip gelişmelerden mutlaka ders çıkaracaktır. Avrupa Birliği konusunda düşünen ve yazanlar, Birliğin sözde Arap Baharı sonrasındaki gelişmelerin de etkisiyle, Maastricht Antlaşması'ndan beri dikkate değer şekilde geliştirmediği/geliştiremediği dış politikasını ne zaman ve nasıl geliştireceğini merak ediyor olmalıdır. Ben de sahşen Birliğin kendi ifademle "yumuşak güç tuzağı -soft power trap" içinde olduğunu ve Arap Baharı'nın bu durumun altını çizdiğini düşünmekteyim; zira bu tuzak "yumuşak güç" ve "sert güç" olma durumlarının birbirlerinin alternatifi olarak görülmesinden ve "yumuşak güç" olma ve "yumuşak güç" olarak kalma yönündeki ısrarın bazı küresel sorunlar karşısında acziyete sebep olmasından kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan "yumuşak güç" Avrupa Birliği'nin uluslararası arenadaki konumu, Saramago'nun eserlerinin okuyucusunda yarattığı gülümsemeyi, Avrupa entegrasyon hareketinin geçmişini ve bugününü bilenlerde ve Avrupa Birliği'nin geleceğine umutla bakanlarda yaratmamaktadır maalesef. 3
© Copyright 2024 Paperzz