söyleşi - Tiyatro Dergisi

a
pe
cy
a
cy
pe
a
pe
cy
cy
pe
a
a
cy
pe
a
cy
pe
MitosBOYUT Yayınları
Cilt l
Bertolt Brecht
Kutsal Kitap/Baal (1919)/Baal (1922)/Baal'in Yaşam Öyküsü/Gecede
Trampet Sesleri/Düğün/Dilenci veya Ölü Köpekler/Şeytan Kovma/Lux
Tenebris'te/Balık Avı/Ova
Bütün Oyunları
Çalılık/Kentlerin Çalılığında/İngiliz Kralı İkinci Edward'm Yaşamı/
Adam Adamdır (1926)/Adam Adamdır (1938)
Cilt 2
Cilt 3
Üç Kuruşluk Opera/Mahagonny/Mahagonny Kentinin Yükselişi ve
Düşüşü/Lindberglerin Uçuşu/Anlaşma Üzerine Badener Öğreti Oyunu/
Evet Diyen/Evet Diyen Hayır Diyen/Önlem (1930) / Önlem (1931)
Cilt 4
Versiyonları ile birlikte 59 oyun,
Mezbahaların Kutsal Johanna'sı/Kuraldışı ve Kural/ Ana (1933) / Ana
(1938)
• Geniş ve ayrıntılı açıklamalar,
Cilt 5
• Oyunlar üzerine Brecht'in yazıları,
Sivri Kafalılar Yuvarlak Kafalılar / Yuvarlak Kafalılar Sivri Kafalılar
• Toplamı, yaklaşık 5000 sayfa,
Cilt 6
• Bez cilt, kuşe şömiz
Küçükburjuvanın Yedi Ölümcül Günahı / Horatier ve Kuriater / Carrar
Ananın Silahları / III. Reich'ın Korku ve Sefaleti.
Copyright, Suhrkamp Verlag
Türkiye Yayın Hakları, TEM Ltd.
Cilt 7
Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Gelileo (Amerika Metni)/Galilei'nin
Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin Fiyati Nedir.
Cilt 8
a
Birinci Kitap:
Cesaret Ana ve Çocukları / Lukullus'un Sorgulanması (1940)/
Lukullus'un Sorgulanması (1951)/Lukullus'un Mahkûmiyeti/Sezuan'ın
İyi İnsanı.
Cilt 9
Puntila Ağa ve Uşağı Matti / Arturo Ui'nin Yükselişi/ Simone Machard'ın Düşleri.
pe
cy
Cilt 7
Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Gelileo (Amerika Metni)/ Galilei'nin Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin
Fiyatı Nedir. (Çeviren: Ahmet Cemal)
İkinci Kitap:
Cilt 10
Schweyk (Çev. Yücel Erten) / Malfi Düşesi. (Çev.
Filiz Ofluoğlu)
Üçüncü Kitap:
Cilt 8
Cesaret Ana ve Çocukları (Çev. Ayşe Selen) / Lukullus'un Sorgulanması (1940)/'Lukullus'un Sorgulan­
ması (195l)/Lukullus'un Mahkûmiyeti (Çev. Ahmet
Cemal) /Sezuan'ın İyi İnsanı (Çev. Prof. Özdemir
Nutku)
YENİ
Cilt 10
Schweyk İkinci Dünya Savaşında / Malfi Düşesi.
Cilt 11
Kafkas Tebeşir Dairesi / Sofokles'in Antigone'si.
Cilt 12
Komün Günleri / Lenz'in Saray Danışmanı / Gerhart Hauptmann'ın
Kunduz Kürkü ve Kırmızı Horozu.
Cilt 13
Coriolanus/Anna Segers-Rouen'li Jeanne D'Arc'ın Davası (1431)/
Turandot veya Aklayıcıların Kongresi/Moliere'in Don Juan'ı/Ziller ve
Davullar.
KİTAPLAR
1. Turgay NAR / TOPLU OYUNLARI 1
Çöplük/ Şehrazat'ın Oyunu /Kuyu /Terzi Makası. Genç yazarın yayınlanmamış, ikisi kısa, 4 oyunu. (186 Syf., 1. hamur, 500.000 TL)
2. Eugene IONESCO / TOPLU OYUNLARI 2
Kel Şarkıcı (Kel Kantocu /Ders. (Çev. Prof. Hasan Anamur)
Absurd tiyatronun ilk iki örneği; Fransa'da iki oyunun da 30 yıldır gösterimi, aralıksız, sürüyor. (120 Syf., 1, hamur, 350.000 TL)
3. Ali BERKTAY / TİYATRO-DEVRİM ve MEYERHOLD
20. yüzyıl tiyatrosunun büyük kuramcısı Meyerhold'un yazmış olduğu tek kitap "Tiyatro" ile onun tiyatro kuramına ait
açıklamaları, görüşleri, yazıları, yaşamı ve yaşamının trajik sonuna ait 1989'da Rusya'da açıklanmış yeni belgeler birarada.
(480 Syf., 850.000 TL)
4 Tamer LEVENT / YA TUTARSA
İmgesel bir uzamda geçen oyunda, Nasreddin Hocamız, Don Kişot, Mahabarata Destanı kahramanları ile hoşgörünün,
barışın, erdemin yolunu gösteriyor. (60 Syf., 300.000 TL)
MitosBOYUT Yayınları / TEM Yapım Yayıncılık Ltd. Şti;
Ağa Çırağı Sok. 7/2 Gümüşsuyu-80090, İST. Tel. 249 87 37/38 - Fax. 249 02 18
Sahibi: Tiyatro Yapım Yayıncılık
Ilgın Sönmez, Nevra Savcılıoğlu
Tasarım: Yeşim Demir Teknik
Tiz. ve San. Ltd. Şti adına: Cemal
Tiyatro
Müdür:
Demirkanlı Genel Yayın Yönet­
Murat
Güler
meni: Dikmen Gürün Sorumlu
Nalân
Özübek
Yazı
Mustafa
İşleri Müdürü:
Koyuncuoğlu.
Fakiye
A.
Redaksiyon:
Katkıda
Hakan
Bulu­
Cücenoğlu,
Özsoysal
Davas,
Yazarlar:
Sorumlusu:
Tuncer
nanlar:
Demirkanlı Yayın Koordinatörü
Emre
Kulübü
Çavuş,
Gürel,
Aslı
ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah.
Nuray Lale Hukuk Danışmanı:
Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir-
Fikret
Ergin
İlkiz
Dağıtım:
Ofset Hazırlık:
Yapım
Abone
Dilek
Baskı:
Bedeli:
Memet Baydur, Ahmet Cemal,
Öztekin, Öykü Potuoğlu, Coşkun
Kurumlar
Ahmet Levendoğlu,
Tunçtan,
3.500.000.- TL
Yazı İşleri:
Lale
Ulutepe Grafik
Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic.
Dizgi:
Erkut Arıburnu
Ahmet
80060 İstanbul Telefon: (0.212)
Tiyatro
293 72 77 Fax: (0.212) 252 94
Stil Matbaası
14
3.000.000.
-
Yapım 655 248 Banka Hesap
Bedeli:
No: T.İş Bankası, Cihangir Şb.
Abone
Posta
197 245
Çeki No:
Tiyatro
Yapı Kredi Bankası,
Cihangir Şb. 1001388-8
HAZİRAN 97
SAYI 71
250.000.
tiyatro
A
Y
L
I
K
T
İ
Y
A
T
R
O
D
E
R
G
İ
S
İ
EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S.11
HABERLER/S. 12
AMATÖR TİYATRO: BİR MUHALİF SÖYLEM Aslı Davas-Hakan Gürel-Lale Ulutepe I S.14
LİMON YAZILARI Memet Baydur/ S. 19
a
SÖYLEŞİ: KENAN IŞIK'LA
ŞEHİR TİYATROLARI'NIN BİR YILI ÜZERİNE Mustafa Demirkanlı/ S. 20
cy
İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu/ S. 23
TİYATROCULARA VE TİYATROSEVERLERE BİR ÖNERİ Tuncer Cücenoğlu/ S. 24
pe
MÜZİĞİN KALBİ İSTANBUL'DA ATACAK Nevra Savcılıoğlu/ S 31
PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 41
PARİS'TE MEVSİM SONU Coşkun Tunçtan/ S 42
HEINER MÜLLER'İN SOKAKLARI Öykü Potuoğlu/ S. 46
DENEYSEL ÇALIŞMALAR, İZLEYİCİ
VE ELEŞTİRMEN Fakiye Özsoysal Çavuş/ S. 49
SÖYLEŞİ: IŞIL KASAPOĞLU - TÜRKİYE'NİN 4. KURUMSAL TİYATROSU
İZMİT'TE KURULDU Emre Koyuncuoğlu/ S. 52
SÖYLEŞİ: ŞEBNEM AKSAN - DANS GÖZLERİ DEĞİL,
DUYGULARI DOYURMALI Öykü Potuoğlu/ S. 54
40 YIL, 40 GECE Dilek Öztekin/ S. 58
TİYATRO'DAN ÖNCE, TİYATRO'DAN SONRA/S. 60
9
p
a
y
c
e
EDİTÖRDEN
Dikmen Gürün
Ankara Ekin Tiyatrosu, 5442 sayılı II
İdaresi Yasası'nın 11/C ve 3713
sayılı Terörle Mücadele Yasası'nın
11/C ve 3715 sayılı Terörle
Mücadele Yasası'nın 8. maddelerine
göre "Memleket Hikayeleri''ni
Diyarbakır, Batman, Adıyaman,
Sivas, Bolu, Balıkesir, Tavşanlı,
Kastamonu ve Vezirköprü'de
gösterime sunamadı.
Yine 5442 sayılı II İdaresi
Yasası'nınl 1/C maddesi ile 2911
sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Yasası'nın 17. maddesi ve 2559
sayılı Polis Vazife ve Selahiyet
Yasası'nın Ek-1. maddesi gereğince
AST'ın "İnadına Yaşamak" adlı
oyunu Afyon'da yasaklandı.
pe
cy
a
Tiyatro Stüdyosu, 30 Mayıs günü
yaptığı bir basın toplantısıyla yaklaşık
15 ay önce geçirdiği yangının
ardından, yeniden tiyatro ve kültür
hizmetine kazandırmayı tasarladığı
eski Odeon Sineması'nın onarımının
Üsküdar Belediyesi ve Kültür
Bakanlığı'nca çeşitli yollardan
engellendiğini kamuoyuna duyurdu.
Çağdaşlık düzeyini yakalayamamış
toplumlarda devlet-tiyatro
ilişkisinden kesitler... Yasaklar,
engellemeler. Ne yazık ki tiyatro
yaşamımız bu örneklerle
doludur.Tiyatroya uygulanan her tür
baskı, elbetteki onun devingen
yapısından kaynaklanmakta.
İnsanların tiyatro yoluyla
bilinçlenmesi, yaşamı gözlemlemesi,
sorgulaması çağdaş toplum olmanın
koşullarından biri. Bu gerçeğe karşı
çıkan yönetimlerde çağdaşlığa açılan
kapıların örtülmesi ise kaçınılmaz.
Son günlerde yaşanan bu üç örnek
bir kez daha gösteriyor ki, Tiyatro
Yasası'nın en kısa sürede yaşama
geçmesi kaçınılmazdır. Partiler üstü
bu yasa, sanat kurumlarının yönetim
çarkı içinde baskı ve sansür
mekanizması ile yüzleşmesini
engelleyecek, sanat kurumlarının her
tür siyasal esintiden etkilenmesini
önleyecektir©
11
HABERLER...
Meyerhold
Tiyatrosu
Halk Oyuncuları, İstanbul Fransız
Enstitüsü ve İTÜ Oyuncuları'nın ortaklaşa
gerçekleştirdikleri etkinlik çerçevesinde,
Meyerhold Tiyatrosu hakkında
dünyadaki sayılı uzmanlardan biri olan
Beatrice Picon-Vallin, 7-8 Haziran, saat
14.00'te İTÜ Gümuşsuyu-Makine
Mühendisliği Fakültesinde iki konferans
verecek. Sunuş konuşmasını Ayşe Emel
Mesçi'nin yapacağı konferanslarda,
Beatrice Picon-Vallin, Meyerhold'un
yüzyıl başının çalkantıları ve Ekim
Devrimi ile iç içe geçen sanat yaşamını,
tiyatro anlayışını, belgesel film ve dia
gösterisi eşliğinde anlatacak.
pe
cy
Kocaeli Bölge Tiyatrosu'nun düzenlediği
4. Drama Semineri 5-22 Haziran tarihleri
arasında Kocaeli Sabancı Kültür Merkezi,
Sanat Sokağı, Fethiye Caddesi ve Fevziye
Parkı'nda gerçekleştirilecek.
Bu yıl 4. düzenlenen Drama
Seminerlerinin gösteri programında
Drama gösterisi olarak; "Onlar ve Biz",
"... Fotoğraflar", "Gökyüzünün Öbür
Ucu", "Tepki", "Oyuncaklar", "Fırka-i
Ameliye", "Tepki 1876", "Mutluluklar
Ülkesi", Kuvayi Milliye". GençliK Oyunu
olarak ise, "Sevgi Çiçekleri", "Genç
Parmağım Kör Gözüne" oyunları
sergilenecek. Programın çocuk oyunları
bölümünde de, "Mutluluklar Ülkesi",
"Teneke Şövalyeler", "Yaşasın Barış"
oyunları izlenebilir. İzmitli tiyatroseverler
4. Drama Semineri Gösteri bölümünde
ayrıca "O", "Azizname 95" ve "Yeniden
Yaratma" oyunlarını izleme olanağını
bulacaklar.
Kocaeli Bölge Tiyatrosu 4. Drama
Semineri Gösterileri 22 Haziran'da
Sabancı Kültür Merkezi'nde yapılacak
sertifika töreni ile sona erecektir.
Tiyatrosu'nu kuran Strehler, tiyatroyu
salt bir eğlence olarak değil toplumsal
ve politik bir açıdan ele aldı. Klasik
biçimleri zorlayarak bir ekol yaratan
sanatçı, 1972'de Paris'te Teatro
d'Europa'yı kurdu. Özellikle Goldoni,
Shakespeare ve Brecht uyarlamalarıyla
ün kazandı. Çağdaş tiyatronun bu
"efsane" yönetmeni ödül almak üzere
İstanbul'daydı.
Onur Ödülü'nün diğer sahibi yalnız
oyunculuk gücüyle değil, yönetmenliği
ve 37 yıldır sürdürdüğü eğitmenliği ile
Türk tiyatrosuna büyük katkıları olan
Devlet sanatçısı Yıldız Kenter, ödülünü
ingiltere tiyatrosunun büyük ismi Diana
Rıgg' den aldı.
a
Kocaeli Bölge
Tiyatrosu 4.
Drama Semineri
Tiyatro Festivali
Ödüllen verildi
Bu yıl kuruluşunun 25. yılını kutlayan
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından
düzenlenen 9. Uluslararası İstanbul
Tiyatro Festivali ilk kez "Onur Ödülü"
verdi.
Onur Ödülleri, çağdaş tiyatronun
yaşayan birkaç ustasından biri, Georgio
Strehler'e, Türk tiyatrosunun ünlü
sanatçısı Yıldız Kenter'e ve bu yıl
kuruluşunun 50. yılını kutlayan dünyanın
saylılı tiyatrocularından birine, Pıccolo
Teatro di Milano -Teatro D'Europa'ya
verildi.
Günümüz tiyatrosunun en önemli
ustalarından biri olan Strehler, tiyatro
yaşamına oyuncu olarak başladı.
1947'de Paolo Grassi ile birlikte Piccollo
12
9-10 Haziran tarihlerinde ise Beatrice
Picon-Vallin Fransız Kültür Merkezi
salonunda (saat 19.00'da) "Tiyatro ve
Sinema - Tiyatro Yapıtlarının Ekrana
Aktarılması" konulu iki konferans
verecek. Bu konferanslarda Fransa'da
son 20 yılın en önemli tiyatro
yönetmenlerinin (P.Brook, A.
Mnouchkine, A. Vitez) yapıtlarından
parçalar da gösterilecek. Meyerhold
Tiyatrosu üzerine yıllardır çalışan Ayşe
Emel Mesçi de 20-30 Haziran tarihleri
arasında İTÜ Oyuncuları ili birlikte ve
dışarıdan isteyenlerin de katılabileceği
"Meyerhold Oyunculuğu" ve
"Biyomekanik Teknikleri" başlıklı bir
work-shop yapacak.
Çalışmanın sonucu kısa bir gösteri
halinde, 30 Haziran'da seyirciye
sunulacak.
Atatürkçü
Düşünce
Derneği Tiyatro
Ödülleri
19996-97 tiyatro sezonunda İstanbul'da
sergilenmiş olun Ulusal Kurtuluş
Savaşı'mızın öncesi ya da sonrasını
işleyen ve ülkemizin içinde bulunduğu
duruma Mustafa Kemâl düşüncesi
doğrultusunda katkı sağlayan oyunları
ve sanatçıları değerlendirmek üzere
verilen Atatürkçü Düşünce Derneği
Tiyatro ödülleri 15 Mayıs gecesi Ankara
Küçük Tiyatro'da düzenlenen tören ve
kokteylle sahiplerini buldu.
Prof. Dr. Necla Arat, Hayati Asılyazıcı,
Semih Balcıoğlu, Ataol Behramoğlu,
Tuncer Cücenoğlu, Nail Güreli ve Meriç
Velidedeoğlu'ndan oluşan Seçici
Kurul'un değerlendirmeye aldığı oyunlar
ve sanatçılar:
Jüri Özel Ödülü: Dinçer Sümer, jüri
Özendirme ödülü: Füsun Kostak, Nilgün
Bicioğlu (Söylev), Jüri Özendirme Ödülü:
Eskişehir Tiyatro Kumpanyası (Nâzım
Hikmet'in Kuvayi Milliye Destanı), En
Başarılı Işık Düzeni: Yüksel Aymaz
(Kuvayi Milliye Kadınları), En Başarılı
Dekor-Giysi: Osman Şengezer (Kuvayi
Milliye Kadınları), En Başarılı Afiş:
Mengü Ertel (Kuvayi Milliye Kadınları),
En Başarılı Müzik: Nedim Otyam (Kuvayi
Milliye Kadınları), En Başarılı Erkek
Oyuncu: Ali Düşenkalkar ( Söylev), En
Başarlı Yönetmen: Şakir Gürzumar
(Kuvayi Milliye Kadınları), En Başarılı
Yapım ve En Başarılı Oyuncu: Tiyatro
Ayna-Dilek Türker (Kuvayi Milliye
Kadınları), En Başarılı Yazar: Nezihe Araz
(Kuvayi Milliye Kadınları)
Açıklama:
69. sayımızda, "Samsun'da Yeni Bir Özel
Tiyatro" başlıklı haberdeki eksiklikler, yanlış
anlaşılmaya neden olmuştur.
"'Tiyatro Tiyatro' isimli gurup 25 Mayıs 1996'da
kurulmuş olup, kurucuları; Kemalettin Akgün,
Cihangir Dülger ve Yaşar Gündem'dir. Gurup 9596 sezonunda 'İstanbul Müzikali'ni, 96-97
sezonunda ise 'Batakhane Güzeli' ve 'Eyvah
Kütüphaneye Cadı Geldi' oyunlarını sergilemiştir.
'İçinden Tranvay Geçen Şarkı' ise 97-98 sezonunun
ilk oyunu olarak perde açacıktır."
Cemal Reşit Rey
1. Uluslararası
Boğaziçi Festivali
14 Haziran'da aralarında ülkenin önde
gelen caz ustaları olan Kerem Görsev,
Aydın Esen, Ali Perret, Önder Focan,
Neşet Ruacan, Ercümen Ateş, Can
Kozlu, Cem Aksel, Ateş Tezer, Selçuk
Sun, Gürol Ağırbaş ve Yahya Dai'den
oluşan "Türk Caz Ustaları" cazseverlere
müthiş bir caz konseri verirken, 15
Haziran'da Türkiye'nin en sevilen rock
grubu Bulutsuzluk Özlemi, hayranlarına
şahane bir konser sunacaklar.
"Rustavi" Gürcistan Halk Dansları Topluluğu
Kızılordu Korosu ve Orkestrası
16 Haziran'da altısı Senegalli, biri Finli
ve biri de Türk olmak üzere sekiz
müzisyenden oluşan Galaxy Topluluğu
Geleneksel Senegal Müziği'nden
örnekler sunarken, yine aynı akşam
Jasper Van't Hof'un Pili Pili Topluluğu
Afrika ritmleri ile süslenen, sıradışı
müziklerini dinleyicilere aktaracaklar.
cy
9 - 2 0 Haziran tarihlerinde Açıkhava
Tiyatrosu'nda gerçekleştirilecek olan
festivalde Kızılordu Korosu ve Orkestrası,
CRR Senfoni Orkestrası ve ünlü besteci
Fahir Atakoğlu, Bulutsuzluk Özlemi,
Beatriz Martin Flamenco topluluğu,
"Rustavi" Gürcistan Halk Dansları
Topluluğu, Trilok Gurtu - Suresh
Talwalkar - Okay Temiz, Galaxy ve
Jasper Van't Hof'un Pili Pili grupları, Fish
Progressive Rock Grubu, Colloseum Caz
Rock Topluluğu, Ray Brown ve Ray
Brown Trio yer alacak.
Dansları Topluluğu Açık Hava
Tiyatrosu'nda gösterilerini sunacak.
a
Cemal Reşit Rey Konser Salonu, bu yaz
yine bir ilk'e imzasını atıyor. Çok başarılı
bir sezon geçiren CRR, şimdi de dünyaca
ünlü topluluk ve sanatçıların yer alacağı,
muhteşem bir görsel ve işitsel şölen
olan; " 1 . Uluslararası Boğaziçi
Festivali''ni gerçekleştirmeye hazırlanıyor.
17 Haziran'da aralarında Okay Temiz'in
de bulunduğu "Trilok Gurtu ve Suresh
Talwalkar"ı Hint müziğinin ve dansının
rüzgârlarını Açık Hava'da estirecek. Yine
aynı akşam Samulnari Perküsyon
Topluluğu ritmsazlar ve perküsyon
konusundaki ustalıkları ile dinleyenleri
adeta coşturacaklar.
pe
Festivalin ilk günü olan 9 Haziran'daki
açılış konserini ülkemizin ünlü müzisyen
ve bestecisi Fahir Atakoğlu, CRR Senfoni
Orkestrası eşliğinde yapacak.
10 ve 11 Haziran'da ise dünyaca ünlü ve
kendi türünün tek ve en önemli örneği
olan Kızılordu Korosu ve Orkestrası
hayranlarına görkemli birer konser
verecek.
12 Haziran'da dünyaca ünlü Flamenko
Dans Topluluğu Beatriz Martin ve ünlü
Flamenko ustası Paco de Lucia ile de
çalışmakta olan, günümüzün en önemli
virtüözlerinden Joaquin Grilo'dan oluşan
Apoteosis Flamenco Topluluğu dans
severlere unutulmaz bir Flamenko
Gecesi yaşatacak.
13 Haziran'da dünyanın pek çok
ülkesine vermiş olduğu başarılı
temsillerle ayakta alkışlanan, aynı
zamanda Alfred Scweitzer Ödülü'ne de
layık görülen "Rustavi" Gürcistan Halk
18 Haziran'da dünyaca ünlü, Rock
Vokalisti Fish ve grubu, 19 Haziran'da
ise ünlü İngiliz efsanesi ve dünyanın ilk
Caz Rock Grubu Colosseum
müzikseverlere unutulmaz birer akşam
yaşatacaklar.
Ray Brown
Colosseum Caz Rock Topluluğu
Festivalin son günü olan 20 Haziran'da
ise dünyanın en büyük basçısı olan ve
Frank Sinatra'dan, Ella Fitzgerald'a, Sara
Vaughan'dan, Tonny Benett ve Peggy
Lee'ye kadar birçok ünlüye eşlik eden
dev caz ustası Ray Brown ve Trio'su
kapanışı yapacaklar.
Fish Progressive Rock Grubu
13
Tiyatro Stüdyosu,
Salonunu Neden Onaramıyor?
Bu Basın Toplantısına katılanlar
AÇOK adına: izzet Tozkoparan ve
Adnan Yazıcı
Geçen Ekim ayında onarım çalışmasını
çatıdan başlattık. Ancak, Kasım ayından
başlayarak 2 kez zabıta, 1 kez polis
aracılığıyla -resmi belge gösterilmeksizinçalışma durduruldu. Yapı -zabıt
tutulmaksızın- mühürlendi.
Bu arada Üsküdar Belediyesi AÇOK Ltd.
Şti'ne "tahliye davası" açtı ve bu yolla
inşaat iznini de engelledi. Yaklaşık 6
aydır sürmekte olan dava, çeşitli Bilirkişi
Raporları'na başvurulması sürecinin son
aşamasında geçtiğimiz salı günü (27. 05.
1997) sekizinci kez ertelenerek 3
Temmuz 1997 tarihine atıldı. Böylelikle
de aylardır davanın sonuçlanabileceği
umuduyla düzenlemeyi ertelediğimiz bu
basın toplantısı kaçınılmaz oldu.
pe
Tiyatro Stüdyosu adına: Ahmet
Levendoğlu, Zuhal Olcay ve Haluk
Bilginer, Avukat Erkan Pekmezci.
Hemen giriştiğimiz onarım çabalarına
destek olarak 1.451.000.000. TL
tutarında parasal bağış. Yapı Endüstrisi
Başkanı Sayın Doğan Hasol'un
girişimleriyle de değeri yaklaşık
2.000.000.000. TL tutarında çeşitli
malzeme yardımları yapıldı. Tiyatro
Stüdyosu da kendi kasasından
2.250.000.000. TL'lik malzeme
harcaması yaptı.
cy
Bu Basın Toplantısının amacı;
geçirdiği yangının ardından tiyatro ve
kültür hizmetine yeniden
kazandırılmasını tasarladığımız eski
Odeon Sineması'nın onarımının Üsküdar
Belediyesi ile Kültür Bakanlığı'nca çeşitli
yollardan engellendiğini kamuoyuna
duyurmak ve buna karşı bizlerin, Tiyatro
Stüdyosu'nun, izlediği ve izleyeceği
tutumu açıklamaktır.
veren bir kültürevine dönüşmesi yolunda
bir işbirliğine girdi. Salon Tiyatro
Stüdyosu'nun "Histeri" oyunuyla
perdesini açmak üzere iken, 7 Mart
1996'da, kaynak makinesinden başlayan
bir yangınla kül oldu.
a
Geçen yıl perdeleri açmak üzere ilken
yanan "Odeon Sinema Salonu" bugüne
kadar onarım çalışmalarına Kültür
Bakanlığı ve Üsküdar Belediyesi'nin
engellemelerinden dolayı başlayamadı.
30 Mayıs 1997 günü, yanan salonun
harabeleri arasında yapılan basın
toplantısına geniş bir sanatçı topluluğu
katıldı.
Ahmet Levendoğlu, Zuhal Olcay ve
Haluk Bilginer'in sunduğu basın
bildirisini aynen yayımlıyoruz.
Bu salon, yaklaşık 15 ay önce uğradığı iş
kazası sonucu, gördüğünüz biçimde, bir
yangın alanına dönüşmüştü.
Yangının hemen ardından salonun
onarılarak sanatın hizmetine yeniden
sunulması yolunda başlattığımız yoğun
çabalar bugüne dek yol alamamıştır.
Çünkü Üsküdar Belediyesi, bir yerel
yönetimden beklenecek desteği
sağlamak yerine, tersine, bu işe köstek
olmuştur.
AÇOK Ltd. Şti. 1.1. 1994 tarihinde bu
salonu Üsküdar Belediyesi'nden 10
yıllığına "yap-işlet-devret" modeli
uyarınca kiralamış ve Odeon Sineması
salonu olarak hizmete sokmuştu. AÇOK
ile Tiyatro Stüdyosu 1996 yılı başında
salonun tiyatro etkinliklerine ağırlık
14
Şimdi, burada belirtmek istiyoruz ki,
yaşanılan durum Refah Partisi yerel
yönetiminin sanata karşı tutumunu
netlikle ortaya koymaktadır. Yerel
yönetim, yangında "kusurlu" arama
bahanesine yaslanarak salonun
kullanımını eline geçirmek niyetindedir.
Bunu gerçekleştirmesi durumunda ise ne
amaçlarla kullanacağını tahmin
edebiliyoruz. Ama kesin bildiğimiz birşey
var ki, bu yetersizlikleri ortadayken,
önemli bir salonun yeniden doğmasını
gerçekleştirme çabaları bilinçli biçimde
engellenmektedir.
Varılan noktanın getirmiş olduğu çeşitli
zararlardan kimileri şunlardır:
• AÇOK Ltd. Şti. 15 aydır gelirden
yoksun kalmıştır.
• 5 Milyar TL'sını aşan değerde yapı
malzemesi çürümektedir.
• Tiyatro Stüdyosu oyunlarını büyük
yatırım yaptığı salonda değil, turnelerde,
yüksek kiralı salonlarda oynamak
durumunda kalmıştır; yeni yapımını
gerçekleştirememiş, gelecek yılın etkinlik
programını belirleyememiştir. Ayrıca,
bağış ve yardım yapanlara karşı -kendi
dışındaki nedenlerle- mahcup duruma
düşmüştür.
• Salonun, planlandığı biçimde başka
tiyatrolarca ve başka sanat etkinliklerince
kullanımı da engele uğramıştır.
Tüm bunların ötesinde, onarıma
engelleme bir başka yönden, yine Refah
Partili bir bakanın başında bulunduğu
Kültür Bakanlığı'ndan geldi. Bu gelişme
de şöyle açıklanabilir:
1- Özel tiyatrolara devlet desteğinin
"salon onarımı"na ilişkin maddesi
kapsamında Tiyatro Stüdyosu, Kültür
Bakanlığı'na 15. 06. 1996'da başvuruda
bulundu.
2- Bakanlığın devlet desteği
değerlendirme sonuçları Ekim 1996
sonunda basında açıklandı. 11 Aralık
1996'da da bakanlık, tiyatromuza
gönderdiği yazıda "Odeon Kültür
Merkezi'nin onarımı için 3.000.000.000.
TL. devlet desteğinde bulunduğunu"
bildirdi.
3- 24 Şubat 1997 tarihli sonraki bir
yazıda ise "Odeon Kültür Merkezi'nin
onarımı için ödeme yapılmasının
mümkün olmadığını" belirtti. "Üsküdar
Belediyesi'nden alınan bir yazıda..." diye
başlayan bu resmi yazıda ödemenin
durdurulması gerekçesi olarak kiracılık
koşullarının geçersizliği ileri sürüldü.
Oysa; Odeon'daki kiracılık durumuyla
ilgili tüm bilgi ve belgeler 15 Haziran
1996 tarihli başvuru dosyamızda
bulunuyordu. Bir eksiklik var idiyse,
dosyanın incelenmesi sonucu desteğin
tarafımıza verilmemesi gerekirdi.
Verildikten aylar sonra geri çekilmesi
bakanlık adına "idari kusur"
oluşturmuştur. Ayrıca, işin gerçeğinin,
bakanlık yazısındaki "Üsküdar
HABERLER...
Belediyesi'nden alınan bir yazıda..."
ibaresinden anlaşılabileceği gibi, iki
Refah'lı yetkilinin (Üsküdar Belediye
Başkanı ile Kültür Bakanının) aralarındaki
siyasal temelli paslaşmaya dayalı bir
karar olduğu görüşündeyiz. Bunun
sanata vurulan sayısız darbelerden biri
daha olduğunu söylüyor, sorumluları
kınıyoruz.
4- Bakanlıkça tiyatromuza verildiği
bildirilen 3.000.000.000. TL'lık onarım
desteğinin önemli bir tutarını, doğal ki
işin ivediliği gereği, onarım malzemesi
alımı için -tiyatromuz kasasından ödeme
yoluyla- kullanmıştık. Desteğin usulsüz
olarak geri çekilmesiyle, yapmış
olduğumuz ödemelerin parasal
zararımıza dönüşmüş olmasından dolayı
avukatlarımızca bakanlığa "zararın
tazmini" içerikli bir dilekçe verildi.
(12.05. 1997)
5- Başvurumuza henüz yanıt alamadık,
alacağımız yanıtın içeriğine göre,
gerekirse Tiyatro Stüdyosu olarak Kültür
Bakanlığı'na karşı yargı yoluna
başvuracağımızı duyuruyoruz. Ayrıca
Kültür Bakanlığı Refah Partisi'nin ya da
Refah'lı bir koalisyonun, giderek onlar
gibi sanat karşıtı ve gerici eğilimlerin
uygulayıcıları olacak başka siyasal parti
ve oluşumların elinde bulunduğu sürece,
devlet desteği için (oyun projesi
bağlamında olsun, yapım-onarım
bağlamında olsun) başvuru hakkımızı
kullanmayacağımızı belirtiyoruz.
Son bir değerlendirme:
Tiyatroya devlet eliyle yapılan
engellemeler farklı biçimlerde de
sürmektedir. Ankara Ekin Tiyatrosu'nun
13 il ve ilçede, Ankara Sanat
Tiyatrosu'nun bir ilde oyunlarının
yasaklanmasını buradan bir kez daha
kınıyor, onlarla dayanışmada
olduğumuzu duyuruyoruz.
Bir Başka Belge: Tiyatro Neden Yasaklanır?
Ekin Tiyatrosu, uzun zamandan beri
Başkentte çalışan ve daha çok turne
tiyatrosu olarak etkinlik gösteren, birkaç
yıldır da Kültür Bakanlığının özel
tiyatrolara sağladığı destekten yararlanan
bir tiyatro topluluğudur. Yani, bugünü ve
geçmişi belli olan bir sanat kuruluşudur.
cy
a
Ankara Ekin Tiyatrosu'nun "Memleket
Hikâyeleri" oyunu Anadolu turnesi
sırasında bazı illerde yasaklandı. Haluk
Işık'ın yazdığı ve Rüştü Asyalı'nın
yönettiği "Memleket Hikâyeleri"nin
yasaklanması üzerine Tiyatro
Eleştirmenler Birliği üyesi ve Hatay
Milletvekili Atila Sav 15 Mayıs 1997'de
TBMM oturumunda gündem dışı söz
alarak Ekin Tiyatrosu'nun karşılaştığı bu
kaygı verici durumdan söz etti, sanata
yapılan baskıları kınadı ve valileri tiyatro
kapatan değil, Ahmet Vefik Paşa gibi
tiyatro açan valiler olmaya davet etti.
Aşağıda bu konuşmaya yer veriyoruz.
ATİLA SAV (Hatay) - ...Sanat, akıldır;
sanat, duygudur; sanat, barıştır; sanat
güzelliktir. Bir toplumun uygarlık düzeyi
sanatıyla belirlenir. Bu nedenledir ki,
Anayasamızın 64'üncü maddesi, devletin
sanatı ve sanatçıyı korumasını öngörmüş
ve devlete, bunu görev olarak vermiştir.
Anayasanın 27'inci maddesi de, bilim
özgürlüğüyle birlikte sanat özgürlüğünü
koruması altına almıştır ve tüm
yurttaşlara bu özgürlükten eşit biçimde
yararlanma hakkını tanımıştır. Devlet,
sanatı korumasına almıştır; bu koruma
amacıyla da Kültür Bakanlığı kurulmuş
bulunmaktadır. Nedense, bir kısım idare
amirleri, valiler ve kaymakamlar, güvenlik
güçleri sanattan kuşku duymakta ve
sanata kaygıyla bakmaktadırlar. Ankara
Değerli arkadaşlarım, valilerin böyle bir
yetkisi var mıdır, yok mudur diye bir
tartışma açacak değilim. Çünkü, valilerin,
Polis Vazife ve Selahiyet Kanununu 8'inci
maddesine ve 5442 sayılı II İdaresi
Kanunun 1 Vinci maddesinin (c) bendine
göre çıkardıklarını biliyorum; ama, bu
konuda en güzel hukuk belgelerinden
birisi 1985 yılında İçişleri Bakanlığı'nın
Özel Kaleminden çıkan bir genelgedir.
Dönemin İçişleri Bakanı Sayın Yıldırım
Akbulut'un imzasıyla yayımlanan bu
genelgeyle "valiliklere, tiyatro
topluluklarının 48 saat önceden
başvurmaları halinde, ayrıca izin
istemelerine gerek bulunmadığı ve
işlemlerin buna göre yürütülmesi gerektiği
yolunda" bir talimat verilmiştir. Ayrıca,
pe
TBMM Tutanakları:
Ankara Ekin Tiyatrosu'nun turnesi
sırasında bazı valiliklerce yapılan
yasaklamalar hakkında, Hatay Milletvekili
Sayın Atilâ Sav.
Anadolunun çeşitli yerlerinde devletin
kültür etkinliği, tiyatro etkinliği götürdüğü
ya da götüremediği yerlerde, tiyatrosuyla
halkımıza kültür hizmeti vermektedir.
Nedense, son zamanlarda, bu tiyatronun
Anadolu turnesinde bazı valilikler son
oynadıkları "Memleket Hikâyeleri" adlı
oyunu yasaklayarak oynanmasını
engellemişlerdir. Diyarbakır, Batman ve
Adıyaman'dan sonra şimdi de. Bolu ve
Balıkesir valilikleri oyunun oynanması için
yapılan başvuruları geri çevirdikleri ve
oyunun oynanmasına izin vermeyecekleri
yolunda açıklama yapmışlardır.
çeşitli yargı kararları da var: İdare
mahkemelerince -örneğin, izmir Üçüncü
İdare Mahkemesi- tiyatro topluluklarının,
önceden izin almadan sadece 48 saat
önceden bilgi vermek koşuluyla, tiyatro
etkinliklerini yapabilecekleri
belirtilmektedir; ama, ben hukuki
dayanaktan çok, bir kısım valilerimizin,
neden tiyatro veya sanat etkinliklerinden
kaygı duyduklarını çözümlemeye
çalışacağım.
Şunu söylemek istiyorum: Tiyatro
yasaklayarak iyi ün bırakmış hiçbir vali
hatırlamıyorum; ama, bir vali var ki,
tiyatroyu koruduğu, esirgediği, hatta
bulunduğu yerde tiyatro kurduğu ve
tiyatro oyunları oynattığı için
unutulmazlar arasına girmiştir. Ahmet
Vefik Paşa'yı, bugün hangi ansiklopediyi
açsak iyi anılan bir kişi olarak görüyoruz.
Onun için, ben sayın valilerin Ahmet Vefik
Paşa'yı örnek almalarını diliyorum.
Aslında, tiyatro, bir kolluk, bir güvenlik işi
değil; bir güzellik işidir. Onun için, belki
biraz sonra benim konuşmama Hükümet
adına cevap verecek olan Sayın İçişleri
Bakanının yerine, Sayın Kültür Bakanının
gelip, burada konuyu irdelemesini ister ve
temenni ederim.
Konuşmamı, Yüce Atatürk'ün bir sözüyle
tamamlamak istiyorum:
"Efendiler, mebus olabilirsiniz, vekil
olabilirsiniz, hatta cumhurreisi olabirsiniz;
ama, sanatkâr olamazsınız. Onun için, bu
çocuklara iyi bakınız." Ben, Atatürk'ün bu
sözünün, bugünkü yöneticilerimizin de
kulaklarına küpe olmasını diliyor; Yüce
Meclisi en içten saygılarımla selâmlıyorum.
15
AMATÖR TİYATROLAR
Amatör Tiyatro'nun İşlevi:
AMATÖR TİYATRO:
BİR MUHALİF SÖYLEM
Amatör Tiyatrolar, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin, eksikliğini hep hissettiği,
fakat bir türlü adım atamadığı konulardan biriydi.
Amatör Tiyatro Çevresi'nden arkadaşların, böyle bir sorumluluğu üstlenmek
istemeleri bizi çok sevindirdi. Lale Ulutepe, Hakan Gürel ve Aslı Davas'ın
koordinasyonunda her ay Amatör Tiyatrolar'dan haberler, makaleler,
tartışmalarla bir eksikliği daha gidermeye çalışacağız.
ATÇ'ye ve emeği geçen arkadaşlara teşekkür ederiz.
pe
cy
a
Amatör Tiyatrolar Çevresi'nin (ATÇ)
düzenlediği Amatör Tiyatro'nun
Toplumsal işlevi konulu açık oturum 26
Nisan 1997 günü, İstanbul Evrensel Kültür
Merkezi'nde yapıldı. Toplantıya İstanbul
Sahnesi, Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları,
Tiyatro Boğaziçi, Bakırköy Oyuncuları, İÜ
Öğrenci Kültür Merkezi Tiyatro Kulübü,
İstanbul Tıp Fakültesi Tiyatro Topluluğu,
Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Kolu,
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Deneme
Sahnesi, İTÜ Amatör Tiyatro Topluluğu,
Sağlık Eğitim Drama Derneği Oyuncuları
ve İÜ Veteriner Fakültesi Tiyatro Kulübü
katıldı.
İstanbul Sahnesi'nden Mehmet
Esatoğlu'nun açış konuşmasını yaptığı
toplantının gündeminde Amatör
Tiyatronun Genel Kültürel Yapı İçindeki
Yeri, Amatör Tiyatronun Alternatifliği,
Amatör Tiyatronun Örgütlenme Sorunları
ve ATÇ Değerlendirmesi maddeleri yer
aldı.
Bu toplantıda dile getirilen bazı görüşleri
özetlemek gerekirse:
Mehmet Esatoğlu (İS) (...) Amatör
tiyatro yapan arkadaşlarla 80'li yılların
başlarından bu yana bu tarz toplantılar
yapıyoruz. Amatör tiyatronun 50'li
yıllardaki geleneğinden haberdar insanlar
tarafından ilk kez SHEM'in bahçesinde bu
soruların yanıtları aranmaya başlanıldı. Bu
sorular herkesin üretim sürecinde sorduğu
sorulardı. Bu aynı zamanda ATÇ'nin ilk
adımlarıydı. Tartışmalarımızda gördük ki,
50'li yıllardaki deneyimlerin birikimleri
bugüne pek geçmedi. "Amatör tiyatronun
kaynak sorunu noktasında neler yapıldı,
nasıl bir seyirci yaratıldı, nasıl
örgütlenildi?" gibi soruların yanıtlarını
ancak 1980'den sonra üretilen tiyatronun
çerçevesinde bulabiliyoruz. Amatör
tiyatronun, tiyatronun "arka bahçesi"
olmadığı, ATÇ'yi oluşuturan bütün
gruplarca paylaşıldı. Bugün ATÇ'nin
geldiği yerde, bütün eksik ve gedikleriyle,
bölge tiyatroları, üniversite tiyatroları,
özerk olarak ayakta kalmaya çalışan
tiyatro topluluklarıyla yaygın, deneyimli,
yolunu bilen bir amatör tiyatro
hareketinden söz edebiliyoruz.(...)
Hakan Gürel (Tiyatro Boğaziçi) (...)
Genel kültürel yapı içinde amatör
tiyatroyu ele aldığımızda ... "kültürel
yaşamın örgütlenmesinin amatörlüğe çok
fazla yer bırakmayan bir yapısı
olduğundan söz edebiliriz. Kültürel
yaşama insanlarımızın katkısı oldukça
sınırlı ve edilgin. Kültürel yaşam içinde
etkin kimlikler üretilmediğini; sanatla,
16
AMATÖR
ÇEVRESİ
politikayla ya da iş yaşamı dışındaki üretken herhangi bir alanla
doğrudan ilgilenilmediğini, tüketim toplumu normlarının dışına
çıkacak üretken bir etkinlik alanı oluşturacak kanalların
kurulamadığını söyleyebiliriz. (...) Yaşam karşısında bütünsel bir
tavrın yokluğu, şizofrenik kimlikleri beraberinde getiriyor.
İnsanlar kafalarında birtakım kurgularla hareket ediyor.
Kendilerinin merkezde yer aldığı, haz ilkesi çerçevesinde
biçimlendirilmiş bir kurgu. Tükettiği kadar var oldukları bir
dünya projesinin içinde birer "kültür tüketicisi" olarak yer alıyor
insanlar. Herkes, yanılsamalı olarak özel bunalımını, özel
küreler içerisinde çözebileceğini düşündüğü alanlarda
yoğunlaşıyor. (...) Alternatif bir kültürün örgütlenmesi yolunda
adım atmak, bir karşı sistemin örgütlenmesini sağlamak, işin
zor olan yanı. Amatör tiyatro da tam bu noktada önem
kazanıyor. Amatör tiyatro, tüketime endekslenmiş bir yapının
karşısında üretimi temel alan bir kültürel yapının kurulması
sürecinde etkin bir rol üstlenebilir.
İSTANBUL
9-20 MAYIS
AMATÖR TİYATROLAR
GÜNLERİ ' 9 7
İÜ ÖĞRENCİ KÜLTÜR MERKEZİ TİYATRO KULÜBÜ • İSTANBUL
TIP FAKÜLTESİ TİYATRO TOPLULUĞU •
İÜ VETERİNERLİK FAKÜLTESİ TİYATRO KULÜBÜ • SARIYER
HALK EĞİTİM MERKEZİ TİYATRO KOLU • BOĞAZİÇİ
ÜNİVERSİTESİ OYUNCULARI • İTÜ AMATÖR TİYATRO
pe
cy
a
Sabahattin Mutluer (SHEM-TK)- Amatör tiyatro ve
tiyatronun yaşam alanları sadece şehirler değil. Bölgesel olarak
feodaliteyi yaşayan yerlerimiz var. Sosyolojik yapı içinde bu
bölgelerimiz, siyaseti yaşayamıyor, ekonomik alanlarda
kendisini koruyamıyor, ama kültürel alanını koruyabiliyor.
Böylesine bir hayat içinde büyük şehirlere baktığımızda, yapılan
tiyatroya baktığımızda psikolojik konuların ağır bastığı oyunları
görüyoruz. Amatör tiyatro böylesine bir yapı içinde ayakta
kalabiliyorsa, soluk alabiliyorsa, hâlâ tiyatroyu izleyen birilerinin
varlığından söz edilebilir. Etnik tiyatrodan politik tiyatroya,
kurum tiyatrolarından özerk tiyatroya karşımıza dokuz ayrı tip
tiyatro yapan amatör tiyatro çıkıyor. Hepsi de var olan duruma
karşı bir tepki duyuyorlar. Bu yapı içinde biz bölge tiyatrosu
olarak var olan kültürler arasında bir sentez oluşturmaya
çalışıyoruz. Var olan kültürleri değiştirmeye çalışmak, onları yok
saymak demek değil.
TİYATROLAR
Vedat Oyuryüz (Deneme Sahnesi) (...) Biz Halk Eğitim
Merkezleri olarak bir kuruma bağlıyız. Belli bir resmiyetimiz
var; yapabileceğimiz ve çizgimiz belli. Üniversite tiyatrolarının
ise bu konuda daha fazla seçenekleri var. Ancak onlarda da
birtakım sorunlar var. Belli bir süre - dört yıl birlikte tiyatro
yapan insanlar, mezun olunca olay orada kalıyor çoğu zaman.
Birikimler, deneyimler bir sonraki devreye geçmiyor. Tiyatro
kesintiye uğruyor. Bir de asıl tiyatro potansiyelinin büyük kısmı
liselerde... Amatör tiyatro yapanların çevrelerindeki liselerle sıkı
bağlar kurması gerekiyor. Oralardan gelecek gençler ileride
üniversite tiyatrolarının oyuncu kaynağını oluşturabilir.
Lise tiyatrolarının da ATÇ içinde yer almasını sağlamak
gerekiyor. (...)
Gürkan Tellioğlu (İTFTT) (...) Bizim tartışmamız gereken bir
konu da, biz ne yapalım da ATÇ'nin tiyatro şenliklerini
kurumsallaştıralım? Afişiyle, organizasyonuyla, şenliğe katılan
grupların birbiriyle kaynaşıp alışverişte bulunmasıyla bir
kurumsallaşma. Bunları çözmeden, ne kadar teorik olarak
mahkûm etsek de, profesyonellere, resmi tiyatrolara,
konservatuvarlara bir cevap oluşturamıyoruz. (...)
Mehmet Esatoğlu (İS) (...) Amatör tiyatro, "iki kalas, bir
heves" mantığıyla hareket ederse ne anlatacağını anlatabilir,
ne sahne estetiğini, ne de seyircisini oluşturabilir. Amatör
TOPLULUĞU • GALATASARAY LİSESİ TİYATRO TOPLULUĞU •
SAĞLIK EĞİTİM DRAMA DERNEĞİ OYUNCULARI • AÜ İLETİŞİM
TİYATROSU • İSTANBUL SAHNESİ • DENEME SAHNESİ
tiyatro kaynağını kendi gücünden almalı bence. Holding ya da
devlet yardımıyla ya da sponsorlarla bir yere varamaz.
Sponsorlu sanatın, yaşama şansı olan sanat olduğu görüşü
hızla yaygınlaştırılıyor. Amatör tiyatronun kurumlaşmasının
karşısına bu yolla birtakım hormonlu gruplar çıkarılıyor.
Cem Yalın (BO)- 70'li yıllarda profesyonel bir tiyatro topluluğu
koltuklarını ünlü işadamlarına satarak kaynak yaratma yoluna
gittiğinde muhalif tiyatro çevrelerinde oldukça büyük bir
tartışma yaşanmıştı. Bugün tiyatro salonunda koltuk satın alan
işadamının, yarın repertuvarı da belirlemek isteyeceği
tartışmaları yapılmıştı. Oysa birçok muhalif tiyatro topluluğu,
bu kaynağı seyircisinde buluyordu o yıllarda. Bugün vardığımız
noktada, profesyonel tiyatronun, ödenekli tiyatrolar dışında,
sponsorsuz tiyatro yapamaz hale geldiğini görüyoruz. Hatta iş
o kadar ileri gitti ki; artık bir banka reklamında, neredeyse
"banka yoksa tiyatro da yok, sanat da" söylemi alttan alta
kazınıyor kafalara. Devlet yardımı da aynı tiyatroyu yok etme
işlevini görüyor. Eskinin birçok muhalif tiyatrosu, aldıkları
devlet yardımlarından sonra muhalif yanlarını öylesine
törpülediler ki, yok olma noktasına geldiler. Sistem kendi
içinde tiyatronun muhalif yönünü böylece halletti. Şimdi artık
bu işlev sadece biz amatörlere düşüyor.
Toplantının sonunda katılımcılar, ortaya çıkan görüşlerin
Denizli Belediyesi ve TOBAV işbirliği ile gerçekleştirilen 13.
Denizli Belediyesi Uluslararası Amatör Tiyatrolar Festivali
kapsamında yer alacak olan Amatör Tiyatrolar Kurultayı'nda
sunulmasına karar verdiler
17
AMATÖR TİYATROLAR'DAN HABERLER
13. Denizli Belediyesi Uluslararası
Amatör Tiyatrolar Festivali'nde bu yıl
gerçekleştirilen çeşitli etkinlikler içinde
15 topluluktan temsilcilerin katıldığı bir
de Amatör Tiyatro Kurultayı yer aldı.
İstanbul, Ankara, İzmir, Samsun,
Antalya, Salihli, Değirmendere, Eskişehir,
Çine'den temsilcilerin katıldığı kurultay
iki gün sürdü.
pe
cy
20 Mayıs günü açılışı gerçekleştirilen
kurultayın başlıca tartışmasını
amatörlerin örgütlenme sorunları
oluşturdu. Açış konuşmasında bir ucuyla
uluslararası bağlar kurmuş amatör
tiyatromuzun ülke içinde henüz
örgütlenmesini tamamlayamadığına
dikkati çeken TOBAV Başkanı Tamer
Levent, düzenlenen kurultayın bu
alandaki sorunlara çözümler üretmesi
dileğinde bulundu. Açılışta bir konuşma
da Denizli Belediye Başkanı Ali Marım
gerçekleştirdi. Yerel yönetimlerin alt
yapının yanı sıra kültürel sanatsal
gereksinmelere de çözümler bulması
gerektiğini söyleyen Marım bunun
ertelenemez önemde bir görev
olduğunu belirtti.
gündeminde uzun bir süreden beri var
olduğunu anlattı. Bir anda birleşmek
yerine uzun vadeli sınanmış, denenmiş
bir yol arkadaşlığı içinde yaklaşık 15 yıldır
şenlikten, yürüyüşten seminere bir dolu
eylem ürettiklerine dikkati çeken
Esatoğlu, bu süreçte amatörlüğün
tanımından tiyatroda alternatifin nasıl
yaratılacağına dek bir dolu soruya
yanıtlar aradıklarını ifade etti. Bu
konuşmaların ardından söz alan
İzmir'den Serdar Aygün, Ankara'dan
Murat Demirbaş, Antalya'dan Müfit
Kayacan amatörlüğün tanımı üzerinde
tartışıp, oyuncuların, salonun ve
prodüksiyonun giderlerini karşılamadan
bilet satmaya bir dolu parasal sorunla
uğraşırken amatör kalınıp
kalınmayacağını sorguladılar. Kurultaya
Ankara'dan katılan Prof. Dr. Nurhan
Karadağ ve Şenol Tiryaki de kendi
deneyimlerinden yola çıkarak amatör
tiyatro kavramına yanıtlar bulmaya
çalıştılar. Prof Karadağ yaşamı boyunca
amatör kaldığını anlatarak ancak kimi
zaman ödenekli kurumlarda
profesyonelce çalışmalar yaptığını da
belirtti. Şenol Tiryaki ise tiyatroyu
üretirken örgütlenme ve kaynak
yaratmanın önde gelen unsurlar
olduğunu ifade etti. Kurultayın ilerleyen
bölümlerinde de amatörlüğün tanımı ve
örgütlenme sorunlarıyla ilgili tartışmalar
sürdü. Mehmet Esatoğlu parasal girdi
ve çıktıların topluluğun amatör yapısını
belirlemeyeceğini, burada oyun
seçiminden sergilemeye ticari kaygıların
olup olmamasının aslolduğunu söyledi.
Kurultayın ilerleyen sürecinde söz alan,
birlik konusunun bir yardımlaşma sandığı
anlayışıyla gerçekleşmesinin işlevli
olmayacağına dikkati çeken
konuşmacılar birliğin tiyatroda yeniyi
oluşturma temelinde boy vermesi
gerektiğini anlattılar.
a
Denizli'de
Amatörlerin
Buluşmasında
Yeni Dönemeç
Örgütlenme tartışmalarının ilk günün
tümünü kapladığı oturumda söz alan
Anadolu Amatör Tiyatrolar Birliği
temsilcisi Özgür Başkaya ise tüm
topluluklara bir çağrı yaptı. Tüm
amatörleri bir dernek çatısı altında
birleşmeye çağıran Başkaya'nın önerisi
değişik tepkilerle karşılandı. IATA
(Uluslararası Amatör Tiyatrolar Birliği)
temsilciliğinin de TOBAV'dan alınarak bu
örgütlenmeye devredilmesi gerektiğini
anlatan Başkaya, ülke genelinde
toparlanma eylemi için bir an önce
harekete geçilmesi gerektiğini söyledi.
Örgütlenme alanında bir başka
konuşmacı da İstanbul Amatör Tiyatrolar
Çevresi temsilcisi Mehmet Esatoğlu'ydu.
17 topluluk adına kurultaya katıldığını
belirten Esatoğlu, örgütlenme
sorununun İstanbullu amatörlerin
18
İki gün süren Kurultay'da Nurhan
Karadağ amatör tiyatronun teknik
yapılanması üzerine bir konuşma
yaparken, Murat Karasu artistik düzeyi
yükseltme noktasında öneriler yaptı.
Kurultayın sonuç bildirgesinde
örgütlenme konusunun bir an önce
çözüme ulaştırılması için ivedi
girişimlerde bulunulması yolunda
görüşlere yer verildi.
istanbul'da
İATG,
Ankara'da
Şenlik '97
Nisan ayının son haftasında başlayan
amatör şenlikler yaza doğru tiyatro
alanını yeniden canlandırdı. İki büyük
kent Ankara ve İstanbul'da düzenlenen
şenliklerle binlerce izleyici birbirinden
ilginç yorumlarla buluştu.
Ankara'da 1960 yılında TBMM'nin
arkasındaki barakalarda Metu Players
adıyla çalışmalara başlayan ODTÜ
oyuncularının 1966 yılından bu yana
düzenlediği etkinlik bu yılda 27 Nisan-4
Mayıs 1997 tarihleri arasında "Şenlik"
"97" adı altında gerçekleştirildi. Toplam
17 topluluğun yer aldığı şenlikte bu yıl
daha çok üniversite toplulukları
yoğunluktaydı.
27 Nisan da ODTÜ oyuncularının Bertolt
Brecht'ın "Üç Kuruşluk Opera" adlı
yapıtıyla açılışını yaptığı şenlikte tüm
oyuncular ODT'nün Mimarlık Anfisi'nde
gerçekleştirildi.
İstanbul'da ise Amatör Tiyatrolar Çevresi
(ATÇ)nin düzenlediği İstanbul Amatör
Tiyatro Günleri 97 üç ayrı sahnede perde
açtı. İstanbul Evrensel Kültür Merkezi,
İstanbul Üniversitesi Kültür Merkezi ve
Boğaziçi Üniversitesi'nde gerçekleşen
şenlikte 9 ayrı topluluk biraraya geldi.
9 Mayıs'ta açılşı İstanbul Üniversitesi
Öğrenci Kültür Merkezi'nde gerçekleşen
şenlikte İstanbul Sahnesi Ali Yüce'nin
"Havalı Meryem", ÖKM Kültür Merkezi
"Lorca'nın Kız Kurusu Gül Hanım",
İstanbul Tıp Fakültesi Topluluğu Carl
Zuckmayer'in "Köpenickli Yüzbaşı",
Sağlık Eğitimi ve Drama Derneği Çağrı
Kalaça'nın "Oyunları Beklerken",
Galatasaray Lisesi Roland Topor'un
"Joko'nun Doğum Günü", Kadıköy Halk
Eğitim Merkezi çeşitli yazarlardan
derlenen "Ustalardan Memleket
Manzaraları", Sarıyer Halk Eğitim
Merkezi Haldun Taner'in "Keşanlı Ali
Destanı", İTÜ Amatör Tiyatro Topluluğu
Peter Weiss'in, "Saloz'un Mavalı",
Amatörler
Sarıyer'de
14. Kez
Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro
Kolu'nun (SHEM -TK) düzenlediği
Boğaziçi Amatör Tiyatrolar Şenliği'nin
ondördüncüsü 3-25 Mayıs tarihleri
arasında yapıldı. Amatörler, bir kez daha
büyük bir buluşmanın sevinci ve
coşkusunu yaşadılar Sarıyer'de.
Mühendislik Fakültesi Tiyatro Kulübü
Sermiyan Midyad'ın Tepki mi? adlı
oyunlarını sergilediler.
1980 yılından bugüne kadar
çalışmalarını, yüklenmiş olduğu bölge
tiyatrosu işlevi ve sanatsal öncülük gibi
önemli misyonlarla sürdüren SHEM - TK,
bu misyonun bir parçası olarak, amatör
tiyatroları ve ürünlerini buluşturmak,
amatör tiyatroların kaynaşmasını
sağlamak, Sarıyer'de oluşturdukları
tiyatro seyircisine farklı anlayış ve
estetikte tiyatro ürünlerini sunmak
amacıyla 1983 yılında 1. Boğaziçi
Amatör Tiyatrolar Şenliği'ni düzenledi. O
günden bugüne, 14 yıl içinde 250'den
fazla tiyatro topluluğu, bir o kadar
oyunla seyircisiyle buluştu. Şenlik oyun
gösterimleri yanı sıra, oyun sonrası
söyleşiler ve eğitim faaliyetleri ile amatör
tiyatroların bir araya gelmesiyle
oluşturulan ve önemli bir misyon taşıyan
Amatör Tiyatrolar Çevresi'nin (ATÇ)
oluşmasında da önemli bir işleve hizmet
etti.
Lise, üniversite ve bağımısız amatör
tiyatro topluluklarının katıldığı şenlik
SHEM - TK'nın sunduğu Haldun Taner'in
"Keşanlı Ali Destanı" adlı oyunla sona
erdi.
pe
cy
SHEM -TK'nın repertuvarında yer alan
Bertolt Brecht'in "Carrar Ana'nın
Tüfekleri" adlı oyunu ile açılan şenliğe bu
yıl, üçü İstanbul dışından olmak üzere 23
topluluk 25 oyunla katıldı. Bu yılki şenlik,
amatör tiyatroya büyük katkılarda
bulunmuş olan ve iki yıl önce yitirdiğimiz
eleştirmen Tahir Özçelik'e ithaf edildi.
Şenlikte bu yıl İstanbul Sahnesi Ali
Yüce'den Havalı Meryem, Gönen Turizm
Derneği Tiyatro Grubu Yılmaz
Erdoğan'dan Kadınlık Bizde Kalsın, İTÜ
Amatör Tiyatro Topluluğu Peter
Weiss'den Saloz'un Mavalı, Folklor
Kurumu Oyuncuları Orhan Asena'dan
Öç, Kadıköy Kız Lisesi F.G. Lorca'dan
Bernarda Alba'nın Evi, Zonguldak
Atatürkçü Düşünce Derneği Nâzım
Kurşunlu'dan Dışardakiler, Yıldız Teknik
Üniversitesi Oyuncuları Hamdi Alkan'dan
Kimin Rüyası Bu?, İTÜ Güzel Sanatlar
Fakültesi Tiyatro Topluluğu Levent
Göçer'den Okyanus Ötesinden
Hikayeler, Galatasaray Lisesi Tiyatro
Kulübü Trevor Griffiths'den Mekanik
Piyano, Deneme Sahnesi Kadıköy Halk
Eğitim Merkezi Roland Topor'dan
Joko'nun Doğum Günü, İTÜ Gümüşsüyü
Tiyatro Topluluğu Antonioni'den Gece,
Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Kolu
Doğaçlama Çalışmaları Gösterisi, Yıldız
Teknik Üniversitesi Tiyatro 1960 ve Şişli
Lisesi Fecr-i Ati Tiyatro Gurubu Anton
Çehov/Neil Simon'dan Sevgili Doktor,
Yedi Bölge Oyuncuları Nejat İşlerin Biz
Zavallı Erkekler, Silivri Belediyesi Tiyatro
Topluluğu ve Özel Darüşşafaka Lisesi
Tiyatro Kolu Memet Baydur'dan
Düdüklüde Kıymalı Bamya, İ.Ü.
a
Boğaziçi Üniversitesi oyuncuları kollektif
bir yorumla gerçekleştirdiği "İş Ararım
İş" adlı oyunları sergilediler. Şenlikte
ayrıca İ.Ü Veteriner Fakültesi Tiyatro
Kulübü bir mim gösterisi sundu.
19
TANITIM
BoyutMitos, Tiyatro Yayıncılığında Dalya Dedi
TİYATROCULARA VE
TİYATROSEVERLERE BİR ÖNERİ
Tuncer C ü c e n o ğ l u
Türkiye'de yayıncılık zor zenaattır, hele tiyatro kitapları yayıncılığı ise zorun da
ötesinde birşey. T. Yılmaz Öğüt, bir inanılmazı başararak MitosBoyut Yayınları'nda
a
100. tiyatro kitabına ulaşarak dalya dedi. Yılmaz Öğüt'ün bu akılalmaz başarısını
Tiyatro... Tiyatro... için, Tuncer Cücenoğlu kaleme aldı.
pe
cy
MitosBoyut'u kutluyor, daha nice dalyalar diyoruz.
Bu yazıyı hazırlamazdan önce
MitosBOYUT Yayınevi'nin kurucusu,
sahibi, kısacası her şeyi olan Yılmaz
ÖGÜT'le ne zaman ve nerede tanıştığımın
yanıtını, günlerce kendimi zorlamama
karşın, bulamadım...
Belleğimin bu beklemediğim ihaneti
karşısında, biraz da kendimi haklı çıkarmak
için olsa gerek, böyle bir sorunun yanıtını
aramanın gereksiz bir eylem olduğu
noktasında durup rahatlamayı seçtim ve
şöyle bir yargıya vardım: Bazı ender
insanlarla olan dostluğunuzun
başlangıcına bir tarih koymaya hiç gerek
yoktur. Tıpkı yeni başlayan bir aşk, nasıl ki
sevgilinizi sanki yıllardır tanıyormuş gibi bir
duygu yoğunluğu yaşamanızda etken
olursa, hemcinslerinizle olan dostluklarda
da böyle olur hep... Öyle bir tanışmadır ki
bu, hemen kaynaş/verirsiniz... Çünkü
dünyaya bakışınız, olayları
değerlendirişiniz, kısacası değer
yargılarınız ve birikiminiz öylesine bir
örtüşür ki, daha üç günlük bir tanışmada
bile sanki yıllardır, belki de
doğumunuzdan bu yana hep bir şeyleri
paylaşmışsınız gibi bir duyguya
kapıl/vermeniz içten bile değildir.
BoyutMitos Yayınevi'nin kurucusu. Yılmaz Öğüt
20
İşte bütün bunları düşünürken birden
1989 yılına dönüverdim... "Sakıncalı
Personel" sayılarak, geçimimi yazdığım
oyunlardan aldığım telifle karşılamaya
çalıştığım/altıncı yılı yaşadığım 1989
yılına... Dostum, sinema yönetmeni Yusuf
Kurcenli ile birlikte benim oldukça
ekonomik bir oyunum olan Çıkmaz
Sokak'ın önce tiyatrosunu gerçekleştirecek
sonra da film olarak çekimini yapacaktık...
Gerçekten de ekonomik bir oyundu
Çıkmaz Sokak... Çünkü iki kadın, bir erkek
oyuncunun varlığı ile tek dekorda geçen
oyun özellikle para kazanmamız için
yapmamız gereken turneler için de
olanaklıydı... Rahmetli Yaman Okay erkek
kahramanı oynuyordu... Ama yalnızca
oyuncusu değil, her şeyiydi ekibin... Henüz
provalar başlamıştı ki o gür, kocaman
sesiyle: "Samsun ve çevresini bağladım..!"
diye bağırdı Yaman... Sonra hepimizin
soran bakışlarını rahatlatmakta da
gecikmedi:
"Bizim Yılmaz Öğütle dün gece
telefonlaştık... Sabahleyin olumlu yanıtı
verdi... Samsun ve çevresi tamamdır
arkadaşlar..."
Biraz da çekinerek:
"Yılmaz Bey'i tanıyor muyum?" diye
sordum. "Tiyatroyla ilgilenip de Yılmaz
Öğüt'ü bugüne kadar tanımamışsan,
gerçekten büyük kayıptır!" dedi Yaman...
Sonra ekledi:
"Mimardır... Tiyatroyu, tiyatrocuları çok
sever... Ankara Sanat Tiyatrosu'nun en
büyük destekçilerindendir... Rutkay
ağbinin de en yakın dostlarındandır..."
a
cy
kahramanları da canlandırarak olur,
hepimizde tiyatro sevgisinin oluşmasına
katkıda bulunurdu... Ancak bu kitapları
bize vermez, sanki onları hoyratça kullanıp
bir daha okunmayacak bir hale
getireceğimiz gibi bir endişeyle olsa gerek,
öğrencilerden yani bizlerden uzak tutardı...
pe
İşte rahmetli Yaman Okay'ın bu
açıklamasıyla Yılmaz Öğüt'le daha
tanışmadan başlayan ve ömür boyu
süreceğine inandığım dostluğumuzda
başlangıç böyle gerçekleşti... Yaman
öylesine güzel tanımlamıştı ki onu, henüz
görmeden ısınıvermişti içim ona... Çünkü o
AST'ın ve hepimizin gözbebeği Rutkay
Aziz'in dostuydu... Bu iki özelliği ise ona
güven için yeterliydi zaten...
(Hepimize tiyatroyu sevdiren Nurcan
Hanım sonradan yazar Ümit Kaftanaoğlu
ile evlendi...
O zamanki adıyla Maarif Vekaleti'nin
Dünya klâsikleriyle ilk kez lise yıllarında
tanıştım... Beyaz karton kapaklı, İsmet
İnönü önsözlü, hemen her kitabın içinde
geniş bilgiler içeren inceleme yazılarının
bulunduğu ve oldukça ucuza satılan
kitaplardı bunlar... Dar olanaklarına karşın
rahmetli babam istemimi yerine getirmiş
ve Maarif Klâsiklerini taksitle alıp, önümde
inanılmaz bir dünyanın açılmasını
sağlamıştı...
12 Eylül öncesinde Ümit
Kaftancıoğlu'nun, bugünlerde iyice açığa
çıkan çeteler tarafından katledilmesinden
sonra, Nurcan Hanım'ın eşini yitirmenin
şaşkınlığıyla televizyon ekranlarında
donup kalan çaresizliğini anımsıyor ve
üzülüyorum şimdi.)
İşte Nurcan Hanım'ın bize tanıttığı bu
kitapları ülkemize kazandıran kişi Hasan
Ali Yücel'dir.
İşte, klâsik ve çağdaş tiyatro oyunlarını
kitap olarak elime alabilme olanağına ilk
kez o zaman kavuştum... Oysa bu kitapları
biliyordum, görmüştüm daha önce...
Çünkü edebiyat öğretmenimiz Nurcan
Hanım, derslerimizde bu beyaz karton
kapaklı tiyatro klâsiklerini bize nerdeyse
Sayın Ali Yücel ülkemizin aydınlamasında
çok önemli hizmetler vermiş bir değerli
insandır... Kuşkusuz beyaz karton kapaklı
bu kitapları yaşamımıza katmasının, bütün
hizmetleri içinde apayrı bir yeri vardır...
Nitekim Unesco tarafından 1997 yılında
bütün dünyada kutlanıyor bu günlerde
Sayın Yücel... Az bile...
1990 Yılıydı... Yılmaz Öğüt'le
konuşuyoruz... "Tiyatro kitapları
yayımlasana..."dedim birdenbire... "Bu
boşluğu doldurmak gerek..." "Tiyatro ile
ilgili yayınlar az satar... Az satan kitaplar
ise yenilerinin çıkartılmasını engeller..."
dedi... Kestirmeden, etkilemek için:
"Tiyatroyu sevmiyor musun yoksa?" diye
sordum gülerek...
"Bunu bana nasıl söyleyebilirsin?" dedi
şaşkınlıkla... Şaşkınlığından yararlanıp onu
canevinden vuran şu tarihi konuşmayı
yapmakta gecikmedim... Zaten günlerdir
bu konuşmaya hazırlanıyordum.
Duraksamadan ve teklemeden: "Vasıf
Öngören, Oktay Arayıcı, İsmet Küntay...
Genç yaşta yitirdiklerimizden yalnızca
üçü... Yayımlanmamış oyunları olduğunu
biliyorsun... Korkarım biraz daha
gecikirsek zaten az sayıda olan oyunlarını
da yitireceğiz... Toplu oyunları başlığıyla
bu üç yazarımız için birer kitap
yapabilirsin... İki üç yıl içinde nasıl olsa
tüketirsin bunları... Kaldı ki Turgut
Özakman gibi, oyunları amatör,
profesyonel birçok topluluk tarafından
sahnelenmekte olan bir oyun yazarı var
elimizde... Turgut Özakman'm oyunlarını
21
diye bağırmayı da ihmal etmedim...
Aslı ve annesi Nuran Oktar çok kısa bir
sürede oyunları teslim ettiler Yılmaz
Öğüt'e...
Ve 1991 yılının Mayıs ayında Bütün
Oyunları Vasıf Öngören (Almanya Defteri,
Asiye Nasıl Kurtulur, Oyun Nasıl
oynanmalı? Zengin Mutfağı), Mengü
Ertel'in kapak düzeni ile Yılmaz Öğüt
tarafından yayımlandı... Ben de
rahatladım. Nasılsa artık durmayacaktı bu
iş... Nitekim arkasından Turgut Özakman
Toplu Eserler / (Ah Şu Gençler, Töre,
Ocak) yayımlanmakta gecikmedi...
a
Yıl 1997... Yılmaz Öğüt'ün MitosBOYUT
Yayınevi bugünlerde 100 üncü kitabınını
da tiyatro dünyamıza kazandırdı... Kimler
yok ki? Oktay Arayıcı'dan Orhan Asena'ya,
Ülker Köksal'dan, Memet Baydur'a, Adalet
Ağaoğlu'ndan, Ataol Behramoğlu'na,
Sermet Çağan'dan, Güngör Dilmen'e,
İsmet Küntay'dan Çetin Altan'a, Dinçer
Sümer'den, Nezihe Meriç'e, Cevdet
Kudret'ten, Bilgesu Erenus'a, Erhan
Gökgücü'nden, Ali Berktay'a, Turgay
Nar'a, Müjdat Gezen'e, Ülkü Ayvaz'a,
Savaş Dinçel'e, Behiç Ak'a, Tuncer
Cücenoğlu'na uzanan bir repertuardır bu...
pe
cy
üçer dörder yayımlarsan satış endişesi de
taşımazsın... Örneğin Ah Şu Gençler şu
anda sanıyorum ülkemizdeki belli başlı
birçok lisede sahnelenmekte... Töre de
öyle... Ocak da... Fehim Paşa Konağı
benim bildiğim on, on beş yerde
sahneleniyor... Sonra diğer yazarlarımıza
yönelirsin... Tiyatroya katkı ancak böyle
olur... Böylece de hem sevdiğin işi yapmış
hem de tiyatroya katkıda bulunmuş
olursun..."
Yılmaz Öğüt'ü en zayıf yerinden, yani
ondaki tiyatro sevgisinden vurmayı
başarmış olmalıydım ki:
"Evet, denemeye değer..."dedi
sevecenlikle... "Peki ama bu oyunları nasıl
bulacağız?"
"Kolay... Ben yardımcı olacağım sana..."
Birden ayağa kalktı Yılmaz Öğüt:
"Vasıf Öngören'le başlarız!" dedi
coşkuyla...
Hemen Vasıf Öngören'in kızı Aslı'yı
buldum.
"Bak Aslı..."dedim... "Bütün Oyunları
başlığıyla babanın oyunlarını toparla ve
Yılmaz Öğüt'e götür..." Aslı giderken de
arkasından, sanıyorum bana da sahip çıkın
diyemediğimden olsa gerek:
"Bak Filiz Ali nasıl sahip çıkıyor babasına..."
22
Gogol, Brecht, Shakespeare, Stratief,
Beckett, Kafka, Mamet, Kambanellis,
Tolstoy, Horvath, Bachmann, lonesco,
Sofokles vb. Birçok yazarı görebilirsiniz bu
repertuar içinde... Ya Aziz Çalışlar'ın
sözlükleri, Mücap Ofluoğlu'nun anıları,
Stanislavski, Strehler, Prof. Dr. Özdemir
Nutku, Zehra İpşiroğlu, Grant, Esen
Çamurdan, Metin Balay ve Ali Berktay'ın
tiyatromuza ve tiyatrocularımıza büyük
katkı sağlayacak yapıtlarına ne demeli?
Dile kolay 100 kitaptır Mitos BOYUT'un
tiyatromuza armağan ettiği... Sen çok yaşa
Yılmaz Öğüt... Senin gibi bir dostum
olduğu için onurlanıyorum... Senin
sayende yurdumuzun dört bir yanında
sergilenebiliyor oyunlarımız... Siz Devlet ve
Şehir Tiyatrolarının, Özel ve amatör
toplulukların özverili
sanatçıları/emekçileri... Ülkemizin
tiyatrosever insanları... Lütfen birer takım
edinip süsleyin kitaplığınızı bu kitaplarla...
Ki Yılmaz Öğüt 100'ü 500'e çıkartsın...
Tiyatromuzu zenginleştirsin... Ve siz
kütüphaneciler... Kütüphanelerinize... Ve
ne güzel olur Hakkari'den Edirne'ye
halkımızın elinde görmek bu kitapları...
Ne dersiniz?
İZDÜŞÜM
Levendoğlu
Tabuların Yıkılışı
Türkiye'de tiyatro ilerliyor mu, yerinde mi sayıyor? Konu, kimi açılardan tartışılır noktada.
Örneğin şu açılardan: Nicelik ile nitelik hedefleri arasında sağlıklı bir denge var mı? Özgün bir
tiyatro dili anlayışı gelişmekte mi? Ulusal ya da "yerli" tiyatromuzun varlığından söz edilebilir mi?
Öte yandan, bir doğrultuda çok belirgin, giderek "değişim" boyutlarında bir ilerleme var, ama o
da gözlerden kaçıyor, sanıyorum. Sözünü ettiğim, tiyatromuzda "tabuların" artık yıkılıyor olması.
Ben geçmişte -bu tabuların egemen olduğu dönemlerde- konu üzerine çeşitli yazılar yazmıştım.
Konunun içeriğini açımlayabilmek için o yazıların kimilerinden bölümlere başvurmak istiyorum:
"(...) son 20 yılın dünya tiyatrosu ürünlerinden Türkiye'de 'oynanabilir' olanların oranı çok
düşüktür. Geniş anlamda 'ulusal ahlâk değerlerine aykırılık' diye tanımlayabileceğimiz nedenle,
başta cinsellik olmak üzere çeşitli içerikler, göreneklerin, törelerin, giderek bağnaz düşüncenin
engellerine takılır. Bunu siyasal-toplumsal doğrultudaki kısıtlamalar izliyor. Dinsel konular bir
başka elenme nedenidir. Bir başkası (...) 'iyi oyun ama halkımıza uzak' öngargısıdır." Nokta,
Temmuz '83. "(Yerli oyunlarda) tabulaşmış hoşgörüsüzlük engellerini aşabilmek (...) toplumsal
düzlemde özeleştiriye yönelmek olası değildir." Nokta, Ekim '83. "Gene de genel tabular:
cinsel, dinsel, siyasal konular, kabuğu bir türlü kınlamayan 'yerleşik ahlâk değerleri' (...)
belirleyici etken olmayı sürdürüyor." Düşün, Temmuz '85. "Bu yazarların el attıkları olgular ve
bunların işleniş biçimi ile (...) oynanabilirlik sınırlamaları arasındaki uçurum azalmıyor (...)" Yeni
Gündem, Eylül '86.
Şimdi bugüne dönüp tiyatrolarımızda sahnelenen oyunların genel görünümüne göz çevirirsek;
söz konusu tabuların, toptan yıkılmış olmasalar da, kökten sarsılmış olduklarını söyleyebiliriz:
Cinsellik olgusu tiyatronun içeriğinde (bir ölçüde görselliğinde de) yer alabiliyor. Örneğin
cinselliğin, toplum genelinde aşırı duyarlılık uyandıran "ensest" gibi bir uzantısının sahnelere
yansıması artık yadırganmıyor... Siyasal-toplumsai içerik ekseninde eleştirinin sınır çizgileri
aşılmış görülüyor... "Şiddet", "vahşet" gibi yaşamda var olup bir süre öncesine dek sahneye
"yakıştırılmayan" olgular da ordaki yerlerini alıyor... Dinsel içerikli olguların "değinilmezliği" belli
bir boyutta sürüyorsa da, inancı, dinleri, Tanrı'yı sorgulayan söylemler sahneye artık
uzanabiliyor... (Yerli oyunlar bağlamında) bu ülkeye, bu topluma, onun kurumlarına yönelik
özeleştiri, tiyatromuz dokusuna işlenmeye başlıyor.
pe
cy
a
Ahmet
Burada şunu da belirtmek gerek ki, tabular engelleri yıkılıyor ama, Devlet ve güvenlik güçlerinin
engellemeleri 15-20 yıl öncelerini pek aratmıyor.
Ankara Ekin Tiyatrosu'nun oyunlarının 13 il ve ilçede yasaklanması, bu zorbaca engellemelerin
son, çarpıcı örneği.
Tabulardan arınma sürecinin "ödenekli-resmi" tiyatrolarımızda daha ağır işlediğini söylemek de
gerekir.
Süreci tarihsel bir çerçeveye oturtmak da ilginç olacak. Bu değişimin son 7-8 yılda belirginlik
kazandığını, dolayısıyla 90'lı yılların ürünü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Demek ki
"Özalizm''in Türkiye'de egemenliğini sürdürdüğü döneme denk geliyor, başlangıcı. Öyleyse bu
da Özal'ın ünlü "transformasyon"unun tiyatroya yansıması mıydı acaba? Özalcılığın ateşli
savunucuları bu olguya ya da Yeni Dünya Düzeni patentli "değişim" gözlükleriyle bakmak
isterlerdi, kuşkusuz. Değişimin gerçeğinin ise bu gözlüklerle bağlantısı yok.
Peki, nasıl oluştu tiyatro tabularındaki değişim? Şöyle:
1. Tiyatro, belirli tıkanmışlıkların nedenini doğru adreste (tabusal engellerde) aramaya başladı.
2. En azından bir bölüm tiyatro insanı "öz ve söz"ün vazgeçilemezliğinin ayırdına vardı. ("Öz ve
Söz"ün gerçekliği, tabuların "boş"luğunu alt ediyor er geç.)
3. Tiyatromuz "kültürlerarası etkileşim" ile geç de olsa tanıştı; ülkelerarası alışverişe katılma
çabasına girdi. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali, yine bu çerçevede, çok büyük katkı sağladı.
4. Tiyatroya doğrudan bir yararı olmayan görsel medya, kendi izlencelerinin içeriğinde sınırları
zorlamasıyla "her şey gösterilebilir" anlayışının gelişimine -nitelik açısından kötü örnek olmasına
karşın- yol gösterdi.
5. Tiyatronun toplumsal dinamiklerle daha iç içeliği, sivil örgütlenmede daha işlevselliği yolunda
adımlar atıldı.
Tabuların yıkılması, başka olumlu gelişmelere de kapı açar
23
SÖYLEŞİ
daha da geç kalmışsanız,
mezarcı kostümünüzü
blujean'inizin üzerine
giyebilirsiniz v.b... Bunlar o
denli kanıksanmış ki, doğru,
eğri sayılmaya başlanmış.
Diyeceğim hepimiz yıllar
içinde oluşan bu "teamül"
sayesinde son derece
rahatız. Bu nedenle de
mevcut statükonun
değişmesini, hiç olmazsa
onarılmasını hiç mi hiç
istemiyoruz. Hep incir
çekirdeğini doldurmayan
meseleler üzerine kıyametler
kopuyor. Bu patırtılı ortamda
temel meseleyi, asıl üzerinde
kıyametler koparılması
gereken temel sorunu ya da
sorunları unutuyoruz.
Yoğun geçen bir sezonu
daha geride bıraktıktan
sonra, İstanbul'daki
ödenekli tiyatrolarla bir
değerlendirme yapmayı
düşündüm. Önceliği
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Şehir
Tiyatrolan'na vermemin
nedeni. Sayın Kenan
Işık'ın, 1. yılının bitiyor
olması ve kuruma,
dışarıdan (Devlet
Tiyatroları'ndan) gelmiş
olmasıydı.
Kenan Işık, İstanbul
Belediyesi Şehir
Tiyatroları'nda geçen bir
yılın ardından neler
düşünüyordu acaba?
Cevabını almak için,
Kenan Işık'a ilk sorumu
yönelttim.
Sürün bu gerçeklere
a
Kenan Işık'la
Şehir Tiyatroları'nın Bir Yılı Üzerine
Demirkanlı
Sayın Işık, oyunculuk,
rejisörlük, Devlet Tiyatrosu,
derken yeni bir mekân ve
yeni bir görev; yöneticilik. Bu
değişiklik nasıl oldu, sizde
nasıl bir değişim yarattı?
Ankara Meydan Sahnesi'nde
300 lira maaşla profesyonel
olduğumda lise
öğrencisiydim. Tahsille
tiyatro hep birlikte yürüdü.
Sonunda üniversitenin Kamu
Yönetimi bölümünden
mezun oldum. Yani yönetici
diplomam var. Ama hiç
aklıma yönetici olmak
gelmedi. Özellikle son yedi,
sekiz yıldır yöneticilik teklifi
almadığım tiyatro yok gibi.
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Şehir Tiyatroları'na
gelmeden önce Kocaeli
Belediye Tiyatrosu'ndan
teklif almıştım. İstanbul'dan
ayrılmak istemedim.
Ardından ikinci kez İstanbul
24
benziyor. Özellikle de Devlet
Kurumlan. Bu nedenle
sorunlar hep aynı. Bürokratik
yapı her iki kurumda da
sanatın, sanat icra etme
koşullarının önünü tıkıyor.
Görünürde hepimiz bu
durumdan şikayetçiyiz gibi
ama benim bir yıl içinde
gördüğüm fark ettiğim
statükonun çoğunluğun işine
yaradığı. Aslında herkes
halinden memnun. Zaman
içinde hiçbir yasal ya da etik
dayanağı olmayan anlayışlar
oluşmuş... Neredeyse kanun
gibi... Rejisörlük öyle çoluk
çocuğun yapacağı iş değildir.
Yaş kemale ermeden olmaz.
Bir kere reji yapan kötü de
yapsa artık rejisördür ve hep
reji yapar. Yabancı yerli
oyunların oranı yarı yarıya
olmalıdır. Adaletli olmak
bunu icabettirir. Bazı
oyuncular mutlaka başrol
oynamalıdırların gerekçesi
sadece yaşına, başına
hürmet. Bu yüzden küçük,
yaşlı roller genç oyuncular
tarafından oynanır. Eğer
pe
cy
Mustafa
Büyükşehir Belediyesi Şehir
Tiyatroları'na yönetici olmam
teklif edildi. Şenol Demiröz
benim için son derece
sorumlu, ciddi bir bürokrat
ve kültür adamı. Başarılı olur
ya da olmaz ama kültürel
alanda yapmak istedikleri
benim özlemlerimle
örtüşüyor... Belki de bir süreç
bu. Ne olursa olsun
kaçamayacağımız bir
noktaya gelip dayanıyor ve
birdenbire kendinizi o hiç
aklınıza getirmediğiniz yerde
buluyorsunuz.
Ödenekli tiyatrolar her
zaman çeşitli sorunlar yaşar,
bu belkide kurumsallaşmış
olmanın getirdiği
sıkıntılardır. Yeni görevinize
başlarken Devlet
Tiyatroları'ndaki yıllara
yayılan deneyiminizden
sonra benzer bir kurum olan
Şehir Tiyatroları için bir
yönetim modeli düşündünüz
mü?
Türkiye'de kurumlar birbirine
rağmen, nasıl bir yönetim
anlayışı oluşturmaya
çalıştınız?
Sanat özgür ortamlarda
gelişir, çoğalır, paylaşılır ve
haz alınır... Bu nedenle
olabildiği kadar sanatsal
alana müdahele etmemeye
çalıştım... Rahat, temiz, geniş
alanlar açmak istedim
çalışanlara. Müdürümüz
Muharrem Ergül bütün yıl
tiyatroların onarımı, eskiyen
sahne tahtalarının değişimi
kulislerin yenilenmesi,
jeneratör alımları gibi pek
çok meseleyi halletmek için
uğraştı. Bir doktoru bile
yoktu koca tiyatronun... Öyle
sanıyorum ki eskiye göre
daha rahat bir ortam oluştu.
Sahneye, oyuna yönelik
harcamalarda hiçbir kısıntıya
gidilmedi. İsteyen, istediği
oyunu istediği kadrolarla
yaptı. Elbetteki her isteyen
değil. Şehir Tiyatroları'nda
geçen yıl 10-12 sanatçı
rejisör olarak ilan edilmiş.
Mustafa Arslan'ın başkanlığında bir ekip çalışması olarak sahnelenen "Silvanlı Kadınlar"dan bir sahne.
pe
Koşulların da zorlaması var
elbette. Belki sadece iki yeni
yönetmen bu fırsatı elde
edecekken, bu sayı mevcut
rejisörlerin, önerilerimizi
reddetmeleriyle dörde çıktı.
Fassbinder'in "Korku Ruhu
Kemirir" oyunu iki deneyimli
yönetmen reddedince Serra
Yılmaz'ın sahneye koyması
gündeme geldi. "Metro
Canavarı''da öyle... Şehir
Tiyatroları'nın kadim dokusu
ile buluşan bir oyun oynama
düşüncemiz "Evhami"yi
gündeme getirdi. Teklif
ettiğimiz yönetmenler
reddedince Mehmet Ulusoy'a
önerdik, o kabul etti.
Ulusoy'un takvimi uygun
olmadığı için gelecek sezona
kaldı proje. Dediğim gibi
bürokrasi her kurumda
olduğu gibi bizde de almış
başını gidiyor. Zaman içinde
hiç ayırdına varmadan bizler
de resmileşiyoruz. İnsanlar
sanatçı kimlikleri ile değil
İsmail Kaygusuz'un ilk oyunu.
"Silvanlı Kadınlar". Behiç
Ak'ın ikinci oyunu ise
"Ayrılık". Repertuvar
anlayışımızın en temel
ilkelerinden biri yeni yazar, ilk
oyun. İlklerin yanı sıra en
eskilerini de oynadık bu yıl
Sofokles, Shakespeare, H.
Rahmi. Seyircinin ilgisi bazı
projelerimizi geç başlattı bize.
Beckett'in "Godot'yu
Beklerken", Fassbinder'in
"Korku Ruhu Kemirir"
(Diğerlerinin Adı Ali),
Tanpınar'ın "Huzur" oyunları
şu anda provada.
a
Bu yıl Şehir Tiyatroları'nda
genç yönetmenleri de izleme
şansımız oldu. Bu bilinçli bir
seçiminiz miydi?
yaşları, seneleri ile ağır
basmaya başlıyorlar...
Memur, şef, müdür muavini,
müdür... Bu hiyerarşik
zihniyet herşeye hakim olup
sanatı eziyor. Bir gün kapıdan
iki genç arkadaş girdi. Biz bir
piyes sahnelemek istiyoruz
dediler. Buyrun dedim size
elimden gelen yardımı
yaparım. İşte dediler
piyesimiz. "Nikâh Kâğıdı".
Oyun önerilerini reddedip,
başka bir oyun önerdim.
Aylarca çalıştılar sonunda
"Silvanlı Kadınlar" oyunu
çıktı. Önceleri böyle bir sonuç
alınacağına ben de
inanmamış olacağım ki,
oyunu Şehir Tiyatrosu'nun
dışında başka bir yerler bulur
oynatırım diye düşünmüştüm.
Bu nedenle olsa gerek bu yıl
genç sanatçılar daha
cesaretli. Pek çoğunun
projeleri var. Geliyorlar
tartışıp, konuşuyoruz... Bu
bile önemli benim için.
Sadece genç gruplar, genç
yönetmenler değil, genç
yazarlara da olanaklar
tanımaya gayret ettik. Yirmi
üç yaşında bir elektrik
mühendisi "Metro Canavarı"
diye bence çok hoş, özellikle
de metrosu açılmadan metro
kültürünün hazır olduğu
İstanbul seyircisine söyleyecek
sözü olan, ironik bir metin.
cy
Neye, kime, hangi objektif
ölçülere göre belli değil.
Neyse... Demek istediğim
projelerin içinden seçmek
durumunda kalıyorsunuz...
Bu sezon seyirci sayısı nedir?
379.000 seyirciye perde açtık
bu yıl. Bundan önceki en
yüksek seyirci sayısı 1991-92
sezonunda 361.000
seyirciydi.
Şehir Tiyatroları'nda
repertuvarı oluştururken, gişe
kaygısı taşıyor musunuz,
taşıdınız mı?
Tiyatro eni sonu oyuncu ve
seyirci ile olacak bir sanat.
Bunlardan biri eksik olursa
tiyatro olmaz. Elbetteki seyirci
kaygısı taşıyorum, ama her
gün televizyonlarda
onlarcasını seyrettiğimiz
niteliksiz, sığ güldürüler ya da
acıklı öykülere benzer
oyunlara da daha çok seyirci
gelecek diye asla itibar
etmiyorum. En azından
ödenekli tiyatroların varlık
gerekçelerine de aykırı olur
bu. "Godot'u Beklerken'in
seyircisi sadece bizde değil,
dünyanın her yerinde azdır.
Ama dünyanın her yerinde de
tiyatro repertuarlarının en
gözde oyunları arasındadır.
"Oidipus" da öyledir, "Kafkas
Tebeşir Dairesi"de. "Bir Ata
Krallığım" gibi Shakespeare
kolajları da... Ayrıca ben iyi
yapılırsa Beckett oyunlarının
veya "Kral Oidipus"unda çok
seyircisi olacağına
inanıyorum. Tiyatro iyi,
nitelikli metinden önce, iyi
nitelikli kadro ister. Bu
anlamda bugüne kadar heba
olmuş pek çok iyi metnin yanı
sıra adam edilmiş seyredilir
hale gelmiş pek çok da kötü
metin gördüm. Gönlüm bu
ön yargının kırılmasından;
"Oidipus"dan sonra
"Antigone"nun, "Medea"nın,
Becket'ten sonra ise Thomas
Bernard oynamaktan yana.
Başarısız olursak bir elli yıl
daha "Oidipus"
oynamayacağız diye
korkuyorum. Biliyorsunuz
"Kral Oidipus" 1947'de
oynanmıştı en son. "Oidipus
Colonos"ta ise ilk kez
oynandı Türkiye'de.
Kenan Işık'a söyleşinin
sonunda teşekkür edip
ayrılırkan, umudu görmenin
hazzını yaşadım bir kez daha.
Tiyatromuz, Kenan Işık gibi
onlarcası var olan yürekli,
umut dolu, çalışkan
insanların varlığıyla gelişecek,
hak ettiği yeri alacak.
Herşey, ama herşey sanatın
üzerine bir karabasan gibi
gelirken, daha sıkı ve dik
durmamız gerektiği gerçeğini
bir kez daha hatırlamak hiç
de mutlu etmedi beni. Her
taraftan gelen saldırılarla
boğuşmak yerine, daha iyiyi
oluşturmak için çabalıyor
olmamız gerekmiz mi?
25
LİMON YAZILARI
Memet
Baydur
Güncel Politika Oyunu
Tiyatro dergisi için yazdığım yazıların 'tiyatro' üzerine olmaları doğaldır. İyi ama tiyatro 'üzerine'
olmayan ne vardır ki zaten? Biraz düşünelim bunu.
Sahnede iki devlet adamı, iki general, bir de işadamı, beş kişi vardır diyelim perde açıldığında. Bir
yaz akşamı; geniş, rahat bir verandada biraz yemek yerler, içerler ve bolca konuşurlar.
Memleketin kaderi üstüne, ertesi gün açıklanacak kimi kararlar üstüne, politik dedikodular
üstüne konuşurlar. Arada bir özel yaşamlarına, özel dertlerine doğru kayar sohbet. Oyun
ilerledikçe bu beş kişinin kimlikleri değil kişilikleri anlaşılır yavaşça. Yetkilerini, güçlerini,
kudretlerini unuturuz biz seyirci olarak. Onlar da unuturlar bir ara, yazar öyle yazdığı için. Beş
erkek olarak futbol maçlarından, zamparalık öykülerinden, yurtdışı gezilerinde başlarından
geçen komik olaylardan söz açarlar. Sonra yine esas konulara dönülür. Enflasyon, iç savaş,
yolsuzluklar, çeteler, seçimler, işkenceler, faili meçhuller, irtica, yobazlar, hokkabazlar konuşulur.
İkinci perde açılır. Otuz yıllık evli bir çift. Bir yalının boğaza bakan salonunda kahvaltı ederler,
(yemek yenir ama kahvaltı, 'edilir'.) Kadın da, adam da politik gücü, parasal gücü ve bazı başka
güçleri olan iki insandır diyelim. Kadın ve Adam bir kez olsun ülkede olup bitenlerden, siyasi
manzaradan, haklarındaki iddialardan, gerilimden söz etmezler. İkisi de gergindir ve ha babam
a
kahvaltı sofrasındaki zeytinden, domatesten, yumurtadan, çay-peynir-üzüm cinslerinden
konuşurlar. Denizden, lodostan, perdelerin kirinden, mide için asit giderici haplardan, ishal ve
kabızlık sorunlarından ve birçok benzer meseleden konuşurlar ama bir saniye olsun memleket
cy
sorunlarına ilişkin bir tek sözcük edilmez. Bu iki garip ve korkunç insanın bu anlamsız kahvaltı
sohbetini bizim dilimize çevirmekse yalının garsonuna düşer.
Garson habire hanımefendiyle beyefendinin sofrasına kızarmış ekmek, rafadan yumurta, demli
İngiliz çayı getirir götürür. Sahneye her girdiğinde biraz, her çıkışından önce biraz duralar ve
pe
seyirciye tercüme eder sofrada konuşulanları. Beyaz peynir üstüne çıkan o tartışma kredi
yolsuzlukları hakkındadır. Çayını beyaz örtüler üstüne devirdiği zaman söyledikleriyse
Cumartesileri oğullarını arayan o annelerin nasıl hakkından gelineceği üstünedir. Onlar hiçbir şey
söylemez ama biz garson aracılığıyla bu hiçliğin ne anlama geldiğini anlarız. Parasal ve siyasal
gücün esiri olmuş; güncelle, insani olanla, tarihle, bilgiyle olan bağlarını tümüyle koparmış bu
çiftin yalı kahvaltısıyla örtülen dramatik gülünçlüğünü ancak garsonun çevirisiyle anlarız.
Üçüncü perde büyük, muhteşem bir salona açılır. Bir kokteyl parti. Oyunda bu ana kadar
gördüğümüz herkes oradadır ama başkaları da vardır. Politikacılar, askerler, profesörler,
bürokratlar, teknotratlar, sanatçılar, gazeteciler, işadamları, belediye başkanları, valiler,
büyükelçiler, aydınlar, karanlıklar, enteller, bamteller, hacılar, hocalar, karateciler, bozkurtlar,
milliyetçiler, turancılar, yağlı güreşçiler, kalem kıranlar, köşe yazarları, gol kralları, sultanlar,
prensler, kenterler, köylüler, arada kalmışlar, her nasılsa içeriye sızmışlar, yabancılar ve yabancı
olmayanlar... hemen hemen herkes.
Herkes yüksek sesle ve bir an olsun duraksamadan, sürekli konuşur. Türk Pop Müziği çalar bu
arada. Büyük bir gürültü. Her kafadan bir ses çıkar. Perde.
Bir oyun yazarı için matrak bir ikilem: Oyunu mu yazmalı, oyun üstüne mi yazmalı? ikinciyi
seçerseniz, oyunun özetini vemekle yetinmek zorundasınız. Oyun yazmak istiyorsanız, köşe
yazısını boşverin. Önümüzdeki sayıda buluşuruz nasılsa!
26
a
cy
pe
25. ULUSLARARASI İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ
MÜZİĞİN KALBİ
İSTANBUL'DA ATACAK
Savcılıoğlu
Klasik ve çağdaş müziğin en iyi
örnekleri, dans, opera...
Gelenekselleşen bir festivalin zengin
içeriğini belirleyen sanat başlıkları. 25
yıldır İstanbullu müzikseverler ve müzik
iletişiminin güçlü ismi İstanbul Müzik
Festivali, bu yıl da sanatseverleri,
birbirinden başarılı topluluk ve
sanatçılarla buluşturuyor.
a
Nevra
pe
cy
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın
düzenlediği ve 15 Haziran-8 Temmuz
tarihinde gerçekleştirilecek, 25.
' Uluslararası İstanbul Müzik Festivali
İstanbullulara müzik dolu günler
yaşatacak. Dünyanın önemli müzik
organizasyonlarından biri olan festival,
bu yıl 32 topluluğun vereceği 44 konser
ve gösteri ile dinleyenlerle buluşuyor.
Etkinlikler, Atatürk Gösteri Merkezi, Aya
İrini, Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi
Sarayı'nda gerçekleştirilecek.
Dünya sanatçılarına evsahipliği yapacak
olan İstanbul bu yıl Festivale, İngiltere,
İtalya, Almanya, Fransa, Güney Kore,
Rusya, Hindistan, Hollanda, İrlanda,
İsrail, ABD, Avusturya ve Japonya'dan
1000 ve Türkiye'den 200 sanatçı
katılacak.
25. İstanbul Müzik Festivali'nin ana
temasına 1997'de bütün dünyada 200.
doğum yılı kutlanan, romantizmin
doğrultusunda duygulu, coşkulu şiir
dolu olan besteleri ile klasik dönemden
romantik döneme geçiş evresinin en
büyük ismi olan Schubert (1797-1828)
ile, 100. ölüm yılı nedeniyle anılan
Brahms (1833-1828) oluşturacak.
Uyandırdığı etki açısından Beethoven'le
kıyaslanabilen ruhsal niteliklerinin
32
özelliklerini taşıdığı müziğini uzun uzun
çözümlemesiyle bilinen bir büyük
besteci Brahms ve Schubert'in eserlerine
ağırlık verilecek. Festival programında
aynı zamanda,günümüz konser
repertuarlarının vazgeçilmez sanatçısı,
romantik dönemin klasik kurallarına
bağlılığı ile bilinen,"Reformasyon
Senfonisi", "Hebrit'ler Uvertürü"
bestecisi, Mendelshon'un ölüm yılı ve
ünlü bestecimiz Adnan Saygun'un 90.
doğum yılı olmasından dolayı bu iki
sanatçının eserlerinin de programda yer
almasına dikkat edildi.
Klasik müzik alanında zengin bir içerikle
her yıl dinleyenleriyle buluşan festival bu
alandaki öncülüğünü bu yıl da
sürdürüyor ve bir yeniye de imza atıyor.
Festivalin opera bölümünde İtalyan
besteci Ferdinando Bertoni'nin "ORFEO"
operası ülkemizde ilk kez 21 ve 22
Haziran tarihlerinde, Devlet Sanatçısı ve
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Kurucular
Kurulu Başkanı Leyla Gencer'in
danışmanlığı ve koordinasyonunda Aya
İrini Müzesi'nde sahnelenecek.
Orkestra Konserleri
25. Uluslararası İstanbul Müzik
Festivali'nde ilk orkestra konserini 15
Haziran'da Atatürk Kültür Merkezi
Büyük Salon'da Gustav Kuhn'un
yönetimindeki İstanbul Devlet Senfoni
Orkestrası verecek. İstanbul müzik
yaşamında önemli bir yeri olan ve
besteci, Cemal Reşit Rey'in yönetiminde
1945'te kurulan İstanbul Devlet Senfoni
Orkestrasına bu yıl solist olarak Ayla
Erduran ve Suna Kan'ın yanı sıra genç
sanatçı Bahar Biricik de katılacak.
İngiltere'nin en köklü orkestralarndan
BBC Senfoni Orkestrası, 1 ve 2 Temmuz
günleri, Aya Irini'de BBC Korosu'nun da
katıldığı 2 konser verecek. Orkestrayı
halen Washington Ulusal Senfoni
Orkestrası'nın Müzik Direktörlüğü
görevini sürdüren Leonard Slatkin
yönetecek. Bu konserlerin solistleri
mezzo soprano Jean Rigby, ünlü tenör
John Aler ve bas Alan Opıe. Bu iki
konserde Türkiye'de ilk kez
seslendirilecek olan Elgar'ın Dream
Gerantius (Gerantıus'un Düşü) ve
Walton'un Bellshazzars Feast
(Bellshazzar'ın Şöleni) adlı eserinin
yanında Brahms'ın Trajik Üvertürü ve
Mahler'in Rückert Liedleri de
seslendirilecek. Orkestra senfonik
eserlerden oluşan programıyla 3
Temmuz'da Aya Irini'de vereceği son
konserde Vaughan Williams'ın The Larc
Ascending (Tarla Kuşunun Yükselişi)
Britten'in Senfonia da requem ve
Brahms'ın 2. Senfonisini yorumlayacak.
pe
cy
Programda Adnan Saygun'un Ayin
Raksı, Vivaldi'nin üç keman için fa minör
konçertosu ve Brahms'ın 1. senfonisi
seslendirilecek. Bu program bir bakıma
IDSO'nun 1973 yılında ilk İstanbul
Festivali'nde verdiği konserin tekrarı
olacak. Orkestra şefliği kariyerine 1970
yılında IDSO'da başlayan ve ilk İstanbul
Festivali'nde çeşitli koro konserlerini
yönetmiş olan Gustav Khun uzun bir
aradan sonra bu konserle tekrar
İstanbul'da olacak.
a
"Orfeo"/Ferdinando Bertoni, Rejisör: Pier-Luigi Pizzi
Dünya'nın en saygın orkestralardan biri
olan Amsterdam Consertgebow Kraliyet
Orkestrası 18 ve 20 Haziran tarihinde
Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da
iki konser verecek, İstanbul'daki
konserinde orkestrayı yönetecek olan
konuk şef, Wolfgang Sawallisch,
1993'ten bu yana ABD'de Philedelphia
Orkestrası'nın müzik direktörlüğünü
yapıyor. Orkestra ilk konserinde
Brahms'ın 4. Senfonisi ve Strauss'un
Don Kişot adlı eserini seslendirecek.
20 Haziran'da ikinci konserin solisti ise,
İstanbullu müzikseverlerin yakından
tanıdığı Frank Peter Zimmermann.
Konserde, Çaykowski'nin Keman
Konçertosu, Hindemith'in senfonik
Metamorfozlar ve Beethoven'in 7.
senfonisi seslendirilecek.
La Scala Flarmoni Orkestrası Riccardo
Muti yönetiminde izleyenlerle
buluşacak. 1982 yılında Milano'daki
ünlü La Scala Operası bünyesinde
kurulan La Scala Flarmoni
Orkestrası'nda birinci şefliğe getirilen
Rıcardo Mutti aynı zamanda Viyana
Flarmoni Orkestrası'nın verdiği "Anello
d' Oro" ödülüne de sahip. 5 ve 6
Temmuz'da Lütfü Kırdar Kongre ve
Sergi Sarayı'nda gerçekleşecek konserde
ilk gün, Mendelsshon'un Meeresstille
und Gluckklıche Fahrt (Durgun Deniz ve
Mutlu Yolculuk), Schumman'ın 4.
Senfonisi, Elgar'ın İn the South "Alassio"
(Güneyde "Alassio") ile De Fall'nın Üç
Köşeli Şapka Balesinden, 2. Suit, ikinci
gün ise Beethoven'in Egmont Uvertürü
ve 4. Senfonisi'ni ve Busoni'nin Turandot
senfonik süiti ile Respıghi'nin I Pini di
Roma (Roma Çamları)'yı seslendirecek.
Oda Müziği Konserleri
Kremlin Oda Orkestrası'nın Aya Irini'de
vereceği konsere 1986 yılından bu yana
Trossingen Müzik Akademisi'nde
profösör olarak görev yapan flüt
sanatçımız Gülşen Talu, solist olarak
katılıyor. Tını güzelliği ve müzisyenlerin
enstrumanlarına olan virtüozite
seviyesindeki hakimiyetleri sebebiyle
sürekli övgü alan orkestra, 1973 yılında
anavatanı SSCB'yi terk eden ve ABD'ye
yerleşen Mısha Rachelevski tarafından
1991 yılında kuruldu. Kremlin Oda
Orkestrası konserinde. Sevil Berberinden
sonra dünyanın en ünlü bestecileri
arasına girmiş, G. Donizzetti ve Bellini
ile birlikte İtalyan Belcanto'sunun en iyi
örneklerini veren ve geleneksel biçimi
kıran anlayışıyla Rossini'nin yaylı çalgılar
33
cy
Avusturya' nın en önemli
topluluklarından biri olan Camerata
Academia Salzburg, 17 ve18 Haziran'da
Aya İrini'de Schubert'in oda müziği ve
senfonik eserlerine ayırdığı iki konseriyle
bestecinin 200. doğum yılı kutlanacak.
Camerata Academia Salsburg, son
yıllarda adından sıkça söz ettiren genç
piyanistlerden Tıll Falner ve kemancı
Alexander Janıczek'ın solist olarak yer
alacağı ilk konserde, oda müziği
formasyonuyla bestecinin üçlü, dörtlü ve
ünlü "Alabalık Beşlisi"ni seslendirecek.
Bestecinin senfonik eserlerinin
seslendirileceği ikinci günde ise
orkestrayı ünlü tenor ve orkestra şefi
Peter Schreier yönetirken, Alexander
Janıczek yine solist olarak yer alacak.
yorumlamalarıyla bilinen bir topluluk.
Repertuarlarında Montiverdi, Bach,
Haendel ve Schüts'un tanınmış
eserlerine yer veren topluluk, daha az
bilinen eserlerin ve özellikle de 16.
ve17. yüzyıllardaki önemli müzik
olaylarının gösterişli yeniden
canlandırmalarıyla da dikkat çekiyor.
25 Haziran'da Aya irini'de gerçekleşecek
konserde, Andrea ve Giovannı
Gabrieli'nin Venedik Doju, Marino
Grımanı'nın 1595'te taç giyme töreni
için hazırladıkları büyük merasim
müziğini yeniden canlandıracaklar. 26
a
için 5. sonatı seslendirilecek. Aynı
zamanda, tını, armoni ve ritm
bakımından zenginliği ile bilinen besteci
Stravınski'nin Re tonunda konçertosu ve
Devienne'in 2. Flüt konçertosu ile
ruhsal yaşamının değişimlerini müziksel
bir anlatıma ulaştırma eğilimiyle
bağlantılı olarak bestelerini oluşturan
Çaykovski'nin "Florasa Anısı" da
konserde seslendirilecek besteler
arasında.
pe
Klasik ve romantik dönem eserlerinin
örneklendirileceği Allegri yaylı çalgılar
dörtlüsü konserinde, Schubert'in Re
Majör dörtlüsü ile Arpegione sonatının
klarnet ve yaylı çalgılar dörtlüsü için
yeni bir düzenlemesini ve Brahms'ın Si
Minör Klarnetli Beşlisi'ni seslendirilecek.
"Kremer'in Pıazzolla'nın eserlerinin
yorumlaması müzikaller arasında sınır
olmadığının en önemli kanıtıdır" tezinin
ortaya atılması Gidon Kremer'in
"Piozalla'ya Saygı" başlıklı konserinde
tangonun en önemli bestecilerinden
Astor Piazzola'nın eserlerini
yorumlamasından kaynaklanmaktadır.
Klasik müzik dünyasında büyük
tartışmalara yol açan bu konser, 24
Haziran'da Aya İrini' de festival
dinleyicilerine ilginç bir müzik ziyafeti
sunacak.
Erken dönem müzik konusunda en
etkin topluluklardan biri olarak kabul
edilen Paul Mc Creesh'in yönettiği
Gabrieli Consort and Players, Rönesans
ve Barok müziğini canlı performanslar
ile CD kayıtlardaki cesur
34
Suna Kan, İDSO/Gustav Kuhn, Şef
Haziran'daki ikinci konserde ise, 16.
yüzyıl İspanyası'nın en önemli
bestecilerinden biri olan Crıstobal de
Morales'in Sevgili Ermiş Isador Bayramı
İçin Mes'ini seslendirecek.
Borusan Oda Orkestrasının 27
Haziran'da Aya Irini'de vereceği konsere
dünyaca ünlü flüt sanatçısı James
Galway hem şef hem de solist olarak
katılacak. Konserin diğer solistleri ise
James Galway'in eşi, Jeanne Galway ile
genç piyanistlerimizden Ayşegül Kuş
Durakoğlu. Orkestra 1993 yılında şu
a
cy
pe
"Piyano Birincilik Ödülü" ne layık
görülen, Gülsin Onay.
Adnan Saygun'un eserlerini
yorumlamasıyla dikkati çeken ve pek
çok ödülle adından söz ettiren Gülsin
Onay 23 Haziran'da AKM Büyük
Salon'da bir resital verecek. Paris'te,
Marguerite Long-Jacques Thiboud ve
İtalya'da Uluslararası Busoni yarışması
gibi çeşitli uluslararası yarışmalarda ödül
alan sanatçı, bu resitalinde, Schubert,
Brahms, Lıszt ve Saygun'un eserlerinden
oluşan bir program sunacak.
anda orkestranın daimi şefi de olan
Prof. Saim Akçıl tarafından kuruldu.
Borusan Oda Orkestrası yeni bir
topluluk olmasına rağmen konserleri ve
CD kayıtlarıyla müzikseverlerin
beğenisini kazanmış durumda.
motedlerinden oluşan bir program
sunacak olan topluluk, ikinci günü
Moteverdi'nin "Vespers" adlı eserini
yorumlayacak.
Konçerto formunun ve İtalyan
Barok'unun en büyük bestecisi
Vivaldi'nin yanında yine barok dönemi
sanatçılarından Handel'in eserlerinin yer
aldığı programı Accademia Bizantia
sunacak. Barok dönemden çağdaş
müziğe, yaylı çalgılardan oda müziğine
kadar uzanan repertuarıyla ilgi çeken
topluluğun programında bulunan diğer
besteciler ise, Marini, Janisch ve Berio.
a
Frank Peter Zımmermann, Keman Concertegebow Krallık Ork. Şef, Wofgang Sawallisch
pe
cy
Resitaller
Resitaller bölümünde iki büyük
sanatçımızın yorumlarına yer veren
festival, yurtdışında büyük başarılara
imza atan bu sanatçıları AKM Büyük
Salon'da ağırlayacak.
1984 ve 88 yıllarında İstanbul
Festivalinde konser vermiş olan piyanist
Arın Karamürsel ve Paris
Konservatuarından mezun olduğunda
Müzikte yeni anlatım biçimlerinin
aranması ve yeni formların gelişim
dönemi olarak adlandırılan Barok
dönem müziklerini en iyi yorumlayan
grupların başında gelen The SıxteenThe Semphony of Harmony and Harry
lnention,7 ve 8 Temmuz günleri Aya
Irini'de iki konser verecek. Harry
Christophers koroyu 1977'de, barok
orkestrayı da 1986'da kurdu.
Topluluğun, Handel'in Mesih'ini
kaydettiği albüm "Plak Büyük Ödülü"nü,
Poulenic'in Sept Reponds de Tenebres
kaydı ise, 1995 yılında Fransız
"Diaposon d'Or" ödülüne layık görüldü.
Hans von Bulov, Bach, Brahms ve
Beethoven' büyük B'ler olarak tanımlar.
İki Büyük B; Bach ve Brahms The
Sıxteen-The Symphony of Harmony and
Inventıon tarafından yorumlanacak.
Klasik anlayışın bu iki büyük temsilcisinin
yanı sıra Byrd besteleri de konserde yer
alıyor. Byrd, Bach ve Brahms
36
BBC Senfoni Orkestrası ve Korosu
Arın Karamürsel, eğitimine İstanbul
Belediye Konservatuarı'nda başladı,
Fransa'da Lucette Descaves ile sürdürdü.
1976 yılında Moskova Konservatuarı'na
girdi. Burada piyano bölümünü
birincilikle bitiren sanatçı 30 Haziran'da
dinleyenlerle buluşacak.
Resitaller bölümünde festivalin konukları
yine dünyada bilinen başarılı
sanatçılardan oluşmakta. Özgün ve
klasik yorumların bir arada bulunacağı
resitallerde, renkli bir programdan söz
edilebilir.
1994 yılında " Yılın en başarılı sanatçısı"
seçilen, Maxım Vengarov bu
sanatçılardan biri. Küçük yaşlarda
Paganini, Schubert ve Çaykovski'den
cy
pe
a
Riccardo Muti, şef La Scala Philharmonic
cy
pe
Olağanüstü piyanistler olarak
tanımlanan Katia ve Marielle Lebeque
kardeşlerin resitali 25 Haziran'da
Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da
yer alacak. İkili, Bach, Mozart ve
Schubert'ten Stravinski, Gershwin,
Bernstein'e ve 20. yy avant-gard
bestecilerine kadar uzanan geniş
repertuarlarıyla ilgi çekiyorlar. Lebeque
kardeşler, AKM'deki resitallerinde,
Mozart, Debussy ve Çaykovski'nin
eserlerini yorumlayacaklar.
mirasçısı olarak görülmektedir. Bu güne
kadar Guitar Players dergisinin birçok
kez " En İyi Klasik Gitarcı" seçtiği
Parkening, Andre Segovia, John
Williams ve Julien Braem'le birlikte
Gallery of Greats (Büyükler Galerisi)
listesinde adı geçmektedir. 7
Temmuz'da Atatürk Kültür Merkezi'nde
gerçekleştireceği konsere Praetorius,
Sanz, Byrd, Bull, Albeniz, Villa, Lobos de
Falla, Granados'dan eserler
yorumlayacak olan Parkening'e bazı
parçalarda, gitarist David Brandon eşlik
edecek.
a
eserler veren sanatçı şu anda dünyanın
en başarılı kemancıları arasında. 4
Temmuz'da Aya Irini'de vereceği resital,
piyanist Igor Uryash eşliğinde
gerçekleşecek. 1990'da ünlü "Carl Flech"
yarışmasını kazanan Vengarov dünyada
ünlü orkestralarla çalışan genç bir
sanatçı olarak biliniyor.
Richard Attenbrough'un "Gandhi" adlı
filmi için bestelediği müziklerle Oscar ve
Gramy ödülüne layık görülen, Ravi
Shankar, Hint müziğinin tanıtım
misyonunu ve doğulu ve batılı
müzisyenler için bestelediği evrensel
eserlerini yansıttığı konseri, 4
Temmuz'da Atatürk Kültür Merkezi
Büyük Salon'da izlenebilir. Geleneksel
müzik sınırları içinde Ragas ve
Talas'larının yanı sıra, sanatçının gitar ve
orkestra için yazılmış iki konçerto
çalışması da batıda önemli kültürel
etkiler yaratmasını sağlayıcı etmenler
arasında.
Dünyanın önde gelen gitar
virtüözlerinden biri olarak kabul edilen
Chirstopher Parkening, gitarın en büyük
dehalarından Andres Segoviya'nın
38
Kremlin Oda Orkestrası, şef Misharachlevsky
Opera ve Vocal Müzik
Uluslararası İstanbul Müzik Festivali bu
sene bir ilk'e daha imza atıyor. 18.yy
İtalyan bestecisi Ferdinando Bertoni'nin
Orfeo Operası ülkemizde ilk defa 21-22
Haziran'da Aya Irini'de gerçekleşecek.
Ünlü opera yönetmeni, sahne, giysi ve
ışık tasarımcısı Pier Luigi Pizzi'nın daha
önce Verona ve Monte Carlo Operaları
için sahnelediği Orfeo, 25. İstanbul
Müzik Festivali'nin düzenleneceği
tarihlerde Pizzi'nin yoğun programı
nedeniyle asistanı ve koreograf Luce
Vagetti tarafından gerçekleştirilecek.
I. Solisti Veneti Topluluğu Claudio
Scimone yönetecek. Orfeo rolünü
mezzo soprao Wonjung Kimm ve
Imeneo'yu soprano Anna Cheichetti
canlandıracak. Eserde ayrıca, San
Gregorio Magno Oda Korosuyla Torino
Dans Tiyatrosu sanatçıları da yer alacak.
Eserin koreografisi Lucca Vagetti'ye ait.
Operanın danışmanlığını ve
koordinasyonunu ise devlet sanatçımız
Leyla Gencer yapıyor. İlk kez 3 Ocak
1776'da Venedik'te sahnelenen Orfeo,
bestecinin yakın arkadaşı ve dönemin
en büyük kastrat şarkıcısı olan Gaetano
Guadagni için bestelenmiş. Eser 20.
yüzyılda Cladio Scimone tarafından
yeniden gün ışığına çıktıktan sonra ve ilk
kez 1991 yılında Scimone yönetimindeki
a
Gidon Kramer, keman "Le Grand Tango" Hommage a Piazzola
Haziran'da Aya Irini'de vereceği
konserde, soprano Catharine Dobosc
Schubert'in Nacht und Traume, Aus
dem Wasser zu singen Gratchen am
Spinnrade gibi liedlerini, Meliha Gülses
de Şevki Bey'in Dağlar Dayanmaz
Derdine , Ülzare Nazar Kıldım, Hicran
Oku Sinem Deler Gibi eserlerini
seslendirecek.
cy
I Solisti Veneti tarafından Verona'da
seslendirilmiş.
pe
Willaert, Purcell, Britten'ın eserlerinin
yanı sıra Ligetti'nin kendileri için
bestelemiş olduğu Nonsense
Madrigals'den bölümler ile çeşitli film
müzikallerden örnekler sunacak olan
King's Singers vokal grubu,
Rönesans'tan çağdaş bestecilere kadar
uzanan geniş repertuarlarıyla başarılı bir
grup. 15 Haziran'da Aya Irini'de bir
konser verecek olan grup, Montiverdi ve
lassus'tan çağdaş dehalar, Ligeti ve
Grocki'ye kadar birçok bestecinin
eserlerini büyük bir ustalıkla yorumluyor.
Türk ve Ortadoğu müziklerinin yanı sıra
birçok Asya ülkesinde araştırmalar
yapan Kutsi Erguner, Amerika ve
Japonya'da verdiği konserlerle tasavvuf
müziğini dünyaya tanıttı. Türk müziğine
evrensel bir boyut kazandıran sanatçı,
bu yıl da müzikseverlerin ilgisini çekecek
bir programla festivale katılıyor. Batı
müziğindeki lied ile Türk müziğindeki
şarkıyı bir araya getiren bir proje
geliştiren Erguner bu projesine, "Viyana
ve İstanbul, Schubert -Şevki Bey" adını
verdi. Geçtiğimiz yıllarda " Tasavvuf
Müziğinden Flamenko'ya", "Dede
Efendi", "Rembetiko" gibi ilginç
çalışmalarla festivale katılan sanatçı, 28
Dans
Çağdaş dansın güçlü isimlerinden mark
Morris ve Mehmet Sander Dans
topluluğu geçen yıl festival izleyicileriyle
buluşmuşlardı. Bu yıl da İsrailli topluluk
Kibbutz Çağdaş Dans Topluluğu
festivale konuk oluyor. Makomshehu Zaman İçinde Bir Yer adını taşıyan
çalışmalarını sunacak olan topluluk,
İsrail'de ve dünyada yaptıkları eğitici ve
gösteri amaçlı çalışmalarıyla dikkat
çekiyorlar. Çağdaş dansın tanıtımı
konusunda çocuklarla yaptıkları özel
çalışmalarla da bilinen topluluğun
kurucusu ve sanat yönetmeni, Yehudith
Arnon. Gösterinin kolaj müziği Alex
Clude'a, koreografi, sahne düzeni ve
ışığı Rab Be'er'e, kostümü ise Lilah
Hazbanı ve Efrat Roded'e ait. 28 ve29
Haziran'da Atatürk Kültür Merkezi
Büyük Salon'da izlenilebilecek olan
gösteri, festival izleyicisine modern
özellikleri konusunda büyük bilgiler
verirken estetik bir haz da yaratacağı
muhakkak.
Geleneksel Müzik Konserleri
Geleneksel Türk müziğinin niteliklerinin
ön plana çıkmasına yönelik bu bölümde
klasik yapıtların yanı sıra bu alanda
gerçekleştirilen yeni çalışmalar da yer
alıyor. Yansımalardan Bab-ı Esrara, İnci
Çayırlı ve Süleyman Erguner topluluğu
bu bölümdeki festival konukları olan
sanatçı ve gruplar.
Yansımalardan Bab-ı Esrara'da
bunlardan biri Aziz Şenol Filiz, Birol
Yayla ve Engin Gürkey'den oluşan grup,
geleneksel müziğimizden yola çıkarak
günümüzü yansıtan müzik anlayışını
yorumluyorlar. Topluluk konserlerinde
geleneksel Türk müziği repertuarından
çeşitli eserlerin yanı sıra " Yansımalar" ve
"Bab-ı Esrar" albümleri ile son
çalışmalarından örnekler sunacaklar.
Klasik Türk müziği icracılarından ve aynı
zamanda Kültür Bakanlığı Bursa Devlet
Türk Müziği korosunun kurucu ve birinci
şefi olan İnci Çayırlı, I.B konservatuarı
İcra Heyeti ve Münir Nurettin Selçuk'un
korosunda uzun yıllar görev yaptı. Bir
akademisyen olarak da Klasik Türk
Müziğine hizmet veren sanatçı, 20
Haziran'da Atatürk Kültür Merkezi
39
a
cy
David Moss
Büyük Salon'da dinleyenlerine bir konser
verecek.
Sınırsız: İstanbul- Berlin Kültür
Buluşmaları
Yıl içinde Berlin'le pek çok ortak
kültürel etkinliğe ev sahipliği yapan
İstanbul, Müzik festivali kapsamında da
üç değerli konuğu ağırlayacak. Berlin
Senatosu Bilim, Araştırma ve Kültür
Dairesi, Goethe Ensititüsü ve İstanbul
Kültür ve Sanat Vakfı tarafından
ortaklaşa gerçekleştirilen "Sınırsız
İstanbul- Berlin Kültür Buluşmaları" ana
başlığı altında Atatürk Kültür
merkezinde çağdaş müzik etkinlikleri
gerçekleştirilecek. Isabel Mundry,
Juliane Klein, Petr Ablınger, Oieter
Schnebel, Georg Katzer, Erhard
Grosskopf, Wolter Zimmermann ve
Helmut Oehrıng gibi çağdaş Alman
bestecilerinin katılacağı tanıtım
panelinin ardından bu bestecilerin
eserleri Rolan Kluttıng yönetimindeki
Kammeraensamble Neue Musik Berlin
(Berlin yeni Müzik Oda Topluluğu)
tarafından seslendirilecek. Solist, şarkıcı
pe
Genç Yetenekler Dizisi
Genç yetenekleri desteklemek ve konser
olanağı tanımak amacıyla düzenlenen ,
İstanbul'daki müzik kurumlarında batı
müziği öğrenimi gören veya mezun
olmuş genç müzisyenlerin ve
toplulukların katıldığı, "Genç Solistler
Dizisi", 26-30 Haziran tarihleri arasında
Atatürk Kültür Merkezi Konser
Salonu'nda yer alacak. Bu seneki dizide
Mimar Sinan Üniversitesi Devlet
Konservatuarından Ayda Aytunç
(keman), Rahşan Apay (viyolonsel, Özay
Günay (mezzo soprano), İstanbul
Üniversitesi Devlet konservatuarı
öğrencilerinden Müge Hendekli
(piyano), Ahmet Burak Elçi (bariton),
Aslı Ayan (soprano), Göknil Özkök
(viyola) ve MSÜ Devlet
Konservatuarı'ndan mezun olan ve
halen CRR Konser Salonu Opera ve
Senfoni Orkestrası'nda 1. flüt olarak yer
alan Başak Ersöz birer resital verecek.
Dizide ayrıca MSÜ Devlet Konservatuarı
öğrencilerinden kurulu olan İstanbul
Oda Müziği Topluluğu ve Üflemeli
çalgılar Beşlisi'nin konserlerine yer
verildi.
40
ve perkusyoncu olarak çeşitli ülkelerde
konserler veren ve Avrupa'da pek çok
başarılı tiyatrolarla da çalışan David
Moss, Müzikal performans başlıklı
gösteride yer alıyor. Moss'la birlikte
çağdaş müziğin piyanist bestecilerinden
Gordon Monahan ve 1979'dan bu yana
kendi kurduğu topluluk olan, "The
Orchestra of Excıted Strıngs"in hem
şefliğini hem de besteciliğini yapan
Arnoult Dreyblatt'da 6 Temmuz
tarihinde Atatürk Kültür Merkezi'nde
gerçekleştirilecek olan gösteride yer
alıyorlar.
Ses enstalasyonları ve tiyatro müzikleri
konusunda yaptığı çalışmalarla adından
söz ettiren Berlin'li besteci Hans Peter
Khun geçtiğimiz yıl İstanbul Tiyatro
Festivaline konuk olan Amerikalı ünlü
yönetmen Robert Wilson'la yaptığı
çalışmalarla biliniyor. Dansçı Junko
Wada ile gerçekleştirdiği çalışmasını
izleyeceğimiz bu bölümde de kültürlerarası bir alışverişin tanığı olacağız.
"Who's Afraıd Of Anythıng?" adlı bu
çalışma Atatürk Kültür Merkezi Oda
Tiyatrosunda izlenebilir
PERDE ARASI
Cemal
Türk Tiyatrosunun Geleneği...
Artık Batının bilim çevrelerinde çoktandır bilinen bir gerçek: Tarih, yalnızca geçmişte olup
bitenler değildir; tarihi oluşturan, bu olup bitenlerden çıkarılan sonuçlardır.
Ya da kimi kültür tarihçilerinin deyişiyle, tarih geçmişte olup bitenlerin felsefesini yapmaktır.
Bu tutum, herhangi bir alanda varolan geleneği irdelerken özellikle önemlidir. Çünkü
gelenekten, yalnızca geçmişten bugüne uzanan çizgileri anlarsak, böyle bir anlayış, bizi
geleceğin çizgilerini saptama bağlamında bir sonuca götürmeyecektir.
Tiyatronun geleneği, belli bir ortamda düşüncenin geleneğinin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsana
insanı yine doğrudan, eti ve kemiğiyle insan aracılığıyla sergileyip anlatan tiyatro, sanatsal
gerçekliğini ancak insana ilişkin her şey üzerine düşünmekle kurulabilir.
Bu bağlamda tiyatro, geleneğinden/geçmişinden de ancak onun üzerinde düşünerek
yararlanabilir.
Geçmişten bugüne, ortamının düşünsel gelgitlerini nasıl yansıttığı ya da yansıtamadığı, yaşamla
düşünce düzleminde nasıl hesaplaştığı, dün- bugün-yarın çizgisinde nasıl bir tarih bilincini
içerdiği gibi konular ve sorular, herhangi bir ortamdaki tiyatro geleneğinden söz ederken onsuz
olunamayacak öğelerdir.
a
Özellikle son 50-60 yıldır batıda kaleme alınan tiyatro tarihlerinin "tiyatronun politik tarihi" ya
da "bir kimlik arayışı olarak tiyatro tarihi" gibi adlar taşımasının nedeni, yalnızca geleneğe ilişkin
modern düşüncenin mutlaka yukardaki anlamda bir hesaplaşmayı içermesi zorunluluğuna
beslenen inançta aranabilir.
Tiyatro sahnesindekiler, tiyatronun dışındakileri temsilen eylemde bulunurlar; izleyiciler de yine
tiyatronun dışındaki seyircilerin - olup bitenleri genelde izlemekle yetinenlerin - temsilcileridirler.
Bu yapısıyla tiyatro, bütün tarihi boyunca zorunlu biçimde politik olagelmiştir; başka deyişle,
toplumun çeşitli konumları ve yöneten-yönetilen ilişkileri karşısında zorunlu olarak belli tutumlar
alagelmiştir.
pe
cy
Ahmet
Bütün bu tutumların düşünsel düzlemde irdelenmesi, işte bunun için tiyatronun geleneğini
değerlendirme işleminin ayrılmaz parçasıdır.
Bütün sanatları kapsamak üzere, şöyle denebilir: Yalnızca biçimler üzerinde odaklaşan sanatsal
gelenek hesaplaşması, hep eksik kalmaya yazgılı bir hesaplaşmadır. Çünkü düşüncenin ürünü
olan biçim, ancak düşünceyle ilintisi ve düşündürebilme niteliği göz önünde bulundurulduğu
sürece bir bütüne dönüşebilir. Aynı dönemin ve ortamın biçimleri üzerinde sonraki çağlarda hep
farklı düşünülmesi, bir eseri her bireyin farklı yorumlaması kadar doğaldır. Sembolizm
hareketinin en önemli kuramcılarından olan Polonya asıllı Teodor de Wyzewa (1862-1914),
1895 yılında Paris'te yayımlanan "Wagneryen Resim Sanatı" başlıklı makalesinin bir yerinde
şöyle der: "İçinde yaşadığımız ve gerçeklik diye ilan ettiğimiz dünya, yalnızca kendi ruhumuzun
katıksız bir yaratısıdır. Zihin, kendi kendisinin dışına çıkabilme olanağına sahip değildir; zihnin
kendi dışında olduklarına inandıkları da yalnızca yine o zihin tarafından yaratılmış
düşüncelerden ibarettir. Görmek ve duymak, insanın kendi kendisiyle benzerlikler yaratmasıdır,
dolayısıyla yaşamı kendine göre yaratmasıdır..."
Bu alıntıdan yansıyan değişkenlikten de görülebileceği üzere, sanat alanında "resmi" ya da
üzerinde bir kez görüş birliğine varıldıktan sonra artık "değişmezlik" niteliğini kazanmış bir
geleneğin varlığı, söz konusu olamaz. Tam tersine, geçmiş ve gelenek, ancak sürekli yeni
yorumların çıkış noktası olabildiği ölçüde zamanla gittikçe daha çok sararan sayfaların
ölgünlüğünü geride bırakıp yaşayan , yaşadığı için de yeni üretkenliklerin kaynağı bir
organizmaya dönüşebilir.
Kendi tiyatro geleneğimize ve tiyatromuzun geçmişine de artık böyle bakmamızın zamanı
sanırım çoktandır geldi. Neredeyse yarım yüzyıldır gerek dünya tiyatrosunun, gerekse Türk
tiyatrosunun tarihini aynı kaynaklardan okumayı ve öğretmeyi sürdürmek, tiyatromuz üzerine
düşünmemizi ve tiyatromuzun geçmişiyle olması gerektiği gibi hesaplaşmamızı destekleyici bir
tutum sayılamaz.
Tiyatromuzun geçmişini, geçmişin genelinin koşulları çerçevesinde ele almadığımız, başka
deyişle, bir anlamda tiyatromuzun toplumbilimini yapmadığımız sürece, tiyatro geleneğimizin
üretken çıkış noktaları sağlamasını beklemek boşuna olacaktır..
41
İZLENİM
Coşkun Tunçtan
PARİS'TE
MEVSİM SONU
Nisan sayısında yayımlanan "Paris'te Bu Mevsim"de, Eylül'den Mart başına dek
izlediğim oyunların kimilerinden bahsediyordum. Ondan sonraki aylarda halka
sunulan temsiller arasında çok başarılı sayılan birkaçından söz edeyim şimdi.
pe
cy
a
Marcel Carne'nin, İkinci Dünya
Savaşı'nın son yıllarında çevirdiği ve
sinema tarihinin en seçkin klasikleri
arasına çoktandır girmiş olan "Les
Enfants du Paradıs" (Cennetin Çocukları)
adlı filmi, Rond-Point Tiyatrosu'nu
yöneten Marcel Marechal sahneye
uyguladı, üstelik yönetmenliğini ve
başlıca rollerinden birini üstlendi. Filmde
Jean-Louis Barrault, Arletty, Pierre
Brasseur gibi o dönemin en ünlü
sanatçılarının canlandırdıkları kişileri,
şimdi Guillaume Canet, Mathias
Marechal, Garance Clavel tekrar
yaşatıyorlar. Nostaljik bir havayla
yoğrulmuş, zevkle izlenilen bir temsil.
Colline Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenen
"Le Siege De Leningrad"ı (Kuşatılmış
Leningrad) Jose Sanchis Sinisterra
yazmış, Dominique Poulange sahneye
koymuş. Oyun iki kişilik, ikisi de kadın.
Biri Natalia, öteki Prisila. İspanya'da,
yirmi yıldan beri kapalı duran Chimere
Tiyatrosu'nun salaş sahnesinde, loş bir
aydınlık içinde, bu bir zamanların yıldız
oyuncusuyla, yine o dönemdeki yönetim
sorumlusu, eski arşivleri karıştırarak, bu
sahnede geçmişte alkışlanan temsilleri
anımsıyorlar, özellikle "Kuşatılmış
Leningrad" adlı, yazarının adı bir türlü
akıllarına gelmeyen bir oyunun metnini
arıyorlar ama tüm gayretlerine karşın
bulamıyorlar. Natalia'da Judith Magre,
Prisila'da Emmanuelle Riva gibi iki dev
oyuncu var.
2
Ibsen "Bir Bebek Evi"ni kadınların aile ve
toplum yaşamlarında özgürlük
savaşımlarını desteklemek için kaleme
almıştı. Bu alanlarda, özellikle uygar
ülkelerde, oyunun yazılışından bu yana,
çok sayıda olumlu gelişmeler olduysa
da, yapıt ilginçliğini, hatta belirli bir
açıdan güncelliğini zerre kadar
yitirmiyor, çeşitli ülkelerde sık sık
sahneleniyor. Odeon tiyatrosunda
geçenlerde Deborah Warner yönetti ve
çok başarılı bir temsil oluşturdu. Bunda
salt onun ustalıklı rejisinin değil, Nora'yı
ve kocası Torvald'i canlandıran
Dominique Blanc ve Polonya asıllı Andrej
Seweryn'in payları çok büyük.
Kendi kuşağının ahlâk kavramlarına ve
kurallarına körükörüne bağlı bir
babanın, oğlunun eşcinsel olduğunun,
ok yaydan çıktıktan çok sonra farkına
vardığında, önce allak bullak oluşunu
yansıtan tepkilerini, sonra da bu
değiştiremeyeceği gerçeği giderek
kabullenmeye yönelmesini sergileyen,
"Les Oeufs de l'Autruche"
(Devekuşunun Yumurtaları), Andre
Roussin'in en tanınmış yapıtlarından.
Feydeau'nun "Le Dindon"unun (Avanak)
temsillerini, Alain Delon'la birlikte
çevireceği bir filmin çekiminin başlaması
nedeniyle şimdilik durduran Jean-Paul
Belmondo, yöneticisi olduğu Varietes
Tiyatrosu'nun afişine bu oyunu koydu.
Babayı Gerard Hernandez, anneyi
Yolande Foliot canlandırıyorlar. Eşcinsel
delikanlı rolünde oyuncu yok, çünkü
konunun merkezini oluşturan bu kişiyi
yazar sahnede hiç göstermiyor.
Soldan sağa: Sabine Haudepin, Cristiana Reali ve Pierre Vernier: "Pirelenme" adlı oyundan bir sahne.
Başrollerde Michel Aumont (Adem) ve
Genevieve Fontanel (Havva) unutulur
gibi değil!
Aynı tiyatronun büyük salonunda,
Shakespeare devrinin yazarlarından John
Ford'un "Dommage qu'elle soit une
putain" (Yazık ki Bir Orospu O) adlı ünlü
dramı, Jeröme Savary'nin nefis çevirisi,
etkileyici rejisinin ve irili ufaklı rollerdeki
tüm oyuncuların -özellikle Barbara Schulz
(Annabella) ve Manuel Blanc (ona
tutkun olan erkek kardeşi)- çok başarılı
oluşları sayesinde, belleklerde nefis iz
bırakan bir temsil oluşturuyor.
pe
cy
En ünlü Rus yazarlarından Turgenyefin,
romanlarının ve öykülerinin yanı sıra, on
tiyatro oyunu da var. Bunların en uzunu
ve en ünlüsü "Köyde Bir Ay". Geçen
yüzyılın sonlarında, Rusya'nın taşrasında,
zengin bir ailenin görkemli villasında,
yakışıklı bir delikanlının çevresinde
istemeden yarattığı duygusal kasırgalar
zinciri. Comedie Française Devlet
Tiyatrosu'nda bu dramın başarıyla
sahnelenmiş olmasının nedeni salt
metnin kalitesi değil. Yönetmenin
Andrey Smirnof oluşunun ve her kişiyi
usta sanatçıların canlandırışının da
sonucu bu başarı.
a
Stephane Hillel'in rejisi tempolu ve
esprili.
Chaillot Devlet Tiyatrosu'nun küçük
salonunda, çağdaş Fransız yazarlarından
Jean-Claude Grümberg'in "Adam et Eve"
(Adem ile Havva) adlı buruk tatlı oyunu,
seyircileri hem sık sık güldüren, hem de
zaman zaman ve hele son sahnelerinde
gözlerini yaşartan bir biçemle sunuluyor.
Yapıtın konusunun, adına karşın, dinsel
bir yönü yok. Adem ile Havva, Yahudi
kökenli yaşlıca bir çift. Gençliklerinde,
Paris'te, sık sık gitmiş, çok zaman
geçirmiş oldukları bir kahveye, yıllarca
sonra, ilk kez tekrar geliyorlar ve orada
ortak anıları bol olan bir eski hanım
dostlarına rastlıyorlar. Grümberg'in daha
önceki oyunları gibi bu da hayranlık
uyandıran bir incelik ve ustalıkla yazılmış.
İsabelle Mergault genç, güzel, espri
dolu, dinamik bir oyuncu. Metnini kendi
yazdığı "CQFD" adlı tek kişilik güldürüyle
her gece Dix Heures Tiyatrosu'nu tıklım
tıklım dolduran tiyatroseverleri çok
eğlendiriyor, çok alkışlanıyor.
Comedie Française'in ikinci salonu olan
Vieux-Colombier Tiyatrosu'nda, ünlü
Fransız Akademisi'nin "ölümsüz" diye
tanımlanan kırk üyesinden biri olan ve
geçmişte, yıllarca, her gün Le Monde
gazetesinde tiyatro eleştirileri
yayımlanan Bertrand Poirot-Delpech'in
"L'alerte" (Tehlike Alarmı) adlı iki kişilik
çok ilginç oyununda, İkinci Dünya Savaşı
sırasında, Fransa'yı işgal eden Nazi'lere
karşı savaşan Andre Malraux ile
düşmanla işbirliği yapan Drieu de la
Rochelle, sirenler çaldığında bir kahvede
buluşuyorlar ve yaklaşık iki saat sohbet
ediyorlar. Uzun süre dost olan, ama
savaş çıkınca tamamen birbirine karşıt
idealleri içtenlikle savunan, bugün ikisi
de Fransa tarihine geçmiş olan bu iki
tanınmış Fransız aydınının canlı diyaloğu
iki çok değişik kişiliğin değişik yönlerini
incelikle aydınlatıyor. Oyunu Comedie
Française'in müdürü Jean-Pierre Miquel
yönetmiş.
Moliere'in genellikle en etkin üst yapıtı
sayılan "Le Misanthrope" (İnsandan
Kaçan) adlı dramatik güldürüsü beş
perdeliktir ve manzumdur. Çağdaş
yazarlardan Jacques Rampal bu oyunun
bir altıncı perdesinin olabileceğini,
Moliere'in yapıtının, biri kadın, biri erkek
başlıca iki kişisinin beşinci perdede
görülen ve birbirlerinden ayrılmalarıyla
sonuçlanan olaylardan yirmi yıl sonra
tekrar karşılaşmış olabileceklerini
düşünmüş. Moliere'inkine tamamen
benzer bir biçemle kaleme aldığı ve
kendi başına bir temsil oluşturan bu
altıncı perdede, aradan geçen bu süre
içinde kadının evlenip mutlu bir yuva
kurduğunu, erkeğin de kendini dine
adayıp kardinallik rütbesine kadar
yükseldiğini görüyoruz. Ve, ikisi de
duygularını açıkça belirtmeseler de, belli
oluyor ki, bu uzun ayrılık, erkeğin o
kadına tutkunluğunu hiç törpülememiş,
kadın da, bir zamanlar yakın ilişki
kurduğu bu adama karşı hâlâ kayıtsız
değil. "Celimene ve Kardinal" adlı
4
biraz su serpilmiş olur ve
köktendincilere, Ruslar'ın "Aynada
suratın çirkin görünüyorsa, aynaya
kızma" atasözünü yöneltebilirler 0
Jorge Lavelli (Colline Devlet Tiyatrosu Müdürü)
Stephan Meldegg (La Bruyere Tiyatrosu Müdürü)
Songes'da Claire Fourier'nin
yönetimindeki beş genç oyuncu yapıttaki
on kişiyi canlandırdılar. Böylece bu ilginç
metin tekrar binlerce kişiye tanıtılmış, ya
da en azından anımsatılmış oldu.
Marivaux'nun "La Double lnconstance"ı
(Çifte İhanet) yine sahnede. Hem de
başarılı bir temsil olarak. Devlete ait
Comedie Française'den sonra şimdi de
Paris Belediyesi'nin Theâtre 14
Tiyatrosu'nda. Mario Franceschi sahneye
koymuş. Oyuncuların çoğu genç ve
övgüye değer. Bir prens tarafından
kaçırılan köylü kızının ve sevgilisi olan
köylü delikanlının, prensin buyruğuyla
zorla getirildikleri sarayda nasıl giderek
birbirlerinden soğuduklarının ve
başkalarına tutuluşlarının öyküsü. Fransız
klasik tiyatrosunun en tatlı yapıtlarından
biri.
Moliere'in (benim İstanbul Şehir
Tiyatrosu'nda, Muhsin Ertuğrul'un isteği
üzerine, 1966'da rejisini yaptığım)
"Tartuffe"ünü bu mevsim, Comedie
Française'de Dominique Pitoiset sahneye
koyuyordu ama, sağlığı, ilk provalar
sırasında, aniden bozuldu ve bu
çalışmasını kesmek zorunda kaldı.
Oyuncular, onun verdiği önerilere
ellerinden geldiğince uyarak, provaları
sürdürdüler. Sonuçta ortaya çıkan
temsilin çok başarılı olduğunu söylemek
bence yersiz olur! Aklıma gelmişken
ekleyeyim: Moliere'in hem bu (Osmanlı
devrinde, Ahmet Vefik Paşa'nın "Mürai"
adıyla Fransızca'dan çevirip kendi
sahnelediği) oyunu, hem de "Kadınlar
Okulu", Türkiye'nin bugünkü siyasal
ortamında tekrar sahnelenseler,
yobazların tepesi tabii ki atacaktır ama,
hiç olmazsa aydın vatandaşların
karamsarlığa gittikçe dalan yüreklerine
pe
cy
a
yapıtta (bir görüntüsünü Nisan
sayımızda yayımlamıştık) kadını Daniele
Lebrun, erkeği de Jean-Claude Drouot
olağanüstü inandırıcı bir biçimde
canlandırıyorlar.
Arthur Schnitzler'in "La Ronde"u
(Çember) son kerte özgün bir oyun.
Değişik ülkelerde sürekli sahnelendiğini
gözümle gördüm. Fransa'da da, son
yıllarda, en az dört ayrı tiyatroda
seyredilebildi. Bu mevsim, Theâtre des
Jean Marais, Jean-Claude Brialy ve Jeanne Moreau
14
12 Mayıs Pazartesi akşamı, Paris'te, artık
gelenekselleşen yıllık "Moliere'ler"
Töreni 7 7. kez düzenlendi ve bu
mevsimin tiyatro ödülleri dağıtıldı.
Marcel Ayme'nin öyküsünden
esinlenerek sahnelenen "Duvar Aşan" üç
ödül aldı: En başarılı müzikal oyun, en
başarılı yönetmen (Alain Sachs), en
başarılı dekorcu (Guy-Claude François).
"Kinkali"ye en başarılı yeni oyun, yazarı
Arnaud Bedouet'ye de en başarılı yazar
ödülleri verildi. En başarılı kadın ve
erkek oyuncu ödüllerini, "Kim Korkar
Hain Kurttan "daki Myriam Boyer ile
"Venedikli lkizler"deki Pierre Cassignard
aldılar. Goldoni'nin bu yapıtı ayrıca en
başarılı klasik oyun ödülünü kazandı.
İkinci derecede rollerde en başarılı kadın
ve erkek oyuncu ödüllerine,
Pirandello'nun "Her Şey Gerektiği
Gibi"sindeki Dominique Blanchar ve
"Godot'yu Beklerken"deki Robert Hirsch
değer görüldüler. Bu mevsim ilk kez
yetenekleriyle göze çarpan oyuncu
ödülü "Lülü'nün Romanı"ndaki Sandrine
Kiberlain'e verildi. En başarılı çevirmen
ödülünü "Çatışma" için Jean Piat, en
başarılı güldürü ödülünü "Geçiçi
Yatışmalar", en başarılı kostüm yaratıcısı
ödülünü "Çapkın"ın kostümcüsü
Dominique Borg aldılar. Bu ödüllerin
jürisinin profesyonel tiyatro
sanatçılarından oluştuğunu da
anımsatalım.
a
cy
pe
İNCELEME
Göçebeliğin İzdüşümlerini Hamlet Makinesi'yle Tekrar Düşünmek
HEINER MÜLLER'İN
SOKAKLARI"
Öykü Potuoğlu
Akıl, yürek ve ruh arasındaki iletişimsizliğin buzul çağı
başlamış bulunuyor. Öyle ki, tek kaçış aşağı doğrudur- ya
rüyalara ya da mezarlığa.
H. Müller
pe
cy
a
Heiner Müller: iletişimsizlik çağının acımasız, uzlaşmaz
eleştirmeni. Bir şehir gezgini ya da kültür göçebesi. Varlığını
yersiz -yurtsuzla anlamlandıran dramaturg ve Berliner
Ensemble'ın sanat yönetmeni. Tarihle ancak, "ölüler için" yer
yaratarak" yüzleşilebileceğine inanan tiyatrocu. Batı ve Doğu
Almanya arasındaki "eşikte" kurmaya çalıştığı kimliği,
1989'da Berlin duvarının yıkılmasıyla iyice dağılan yönetmen.
Kendi eşiğinin bunalımını, parçalanmış kimlikler, fragmanlara
dayalı bir anlatım yoluyla Hamlet Makinesi gibi "şizofrenik"
bir metne dönüştüren yazar.
Binaların savaş yüzünden yıkılmasına, yapıların yavaş yavaş
çözülüp erimesine tanık olan Müller, "yıkım" temasını
oyunlarında işleyerek, hatta klasikleri bozup yeniden yaparak
tanıklığını yaşatmaya çalışır. Böylesi bir savaş yorgunluğuyla,
detaylı kurulmuş mekânlara veya sahne düzenine fazla yer
vermez. Anke Gleber'e göre, Müller, yaşadığı dünyanın
sonsuz keşmekeşine denk düşen bir belirsizlikle kurgular
mekânlarını.1 Herhangi bir Müller oyununun nerede ve ne
zaman yer aldığının belirlenmemesi, Turner'a göre, ona
"mistik dünyaya ait, tarih ötesinde ve tüm zamanlar içinde
tekrarlanan bir nitelik" kazandırır.2
"Heiner Müller'in yap-boz oyunu" adlı bir önceki yazımda,
Artaud'nun "vahşet tiyatrosu"nu Müller tiyatrosuyla
karşılaştırarak vahşetin ve yıkımın hiç de mutlak olmayan
doğasından söz etmiştim. Bu yazıda ise, "molozların ve
yıkıntıların" arasından başlayan kaçınılmaz inşa etme
sürecinin, bu sürece ait mekânın ve özellikle de "eşiğin" nasıl
yeniden anlamlandığı üstünde duracağım. Gene Hamlet
Makinesi'nde yoğunlaşırken, Müller'in tiyatroyu bir "savaş
alanı" olarak algılayan çerçevesinin son dönem kültürel
sürecimizle kurduğu diyaloğu kısaca gözden geçirmeyi
amaçlıyorum. Umarım, Müller'in yaşanan siyasal ortamla ve
kendi tarihiyle yüzleşme konusundaki ısrarının kültürlerarası
izdüşümleri netlik kazanır, özellikle de 1 Dakika Karanlık
eylemi ya da Cumartesi Anneleri düşünüldüğünde. Çünkü,
"neden Müller" sorusunun yanıtını ancak oyunlarını Berlin
ortamından soyutlayıp genel çerçevesini açığa çıkardığımızda
verebiliriz.
"Savaş Alanları": Sokak ve Tiyatro
Bugün artık bir şeyi, kendisiyle anlatmak imkânsız, bu
yüzden de herhangi bir şeyi sabitlemenin olanaklı olduğuna
inanmıyorum. Herhangi bir mekân veya sahne düzeni
öneremiyorum çünkü Hamburg'un mekânı, Göttingen ya da
Leipzig'inkinden çok daha farklı.
H. Müller (s. 129)
46
Ne var ki, yaşamı, kurumlar, durumlar, bireyler, geçiş ve şu
anla sonsuz bir yüzleşme olarak algılayan Müller için tiyatro
mekânı, Turner'ın savunduğu kadar belirsiz değildir. Kişisel ve
siyasi tarihin çatışmaya dönüştüğü noktada, tiyatrosunun
mekânını, tarihin ötesinde değil, tarihin tam içinde hatta
onunla çatışarak kurar. Dolayısıyla, oyunlarında hiçbir somut
mekân belirlememesine ve detaylı savaş anlatımına
girmemesine rağmen, Müller'in dramatik uzamı, tiyatronun
savaş alanı olarak tanımlandığı yerdir.
Oyuncunun kimliğini ve vücudunu un ufak etmesine yani
çatışma üzerine kurduğu dramasına tanık olduğumuz
Hamlet Makinesi de böyle bir "savaş alanı" metaforuyla
dokunmuştur. Sahnede ancak
Ophelia/Koro/Hamlet/Elektra/Hayalet/Hamlet'i oynayan
oyuncu olarak var olunabildiğinden, herhangi bir bütünleme
olanaksızlaşmakta ve dolayısıyla da, kimlikle çatışma
kaçınılmaz hale gelmektedir. Hamlet Makinesi'nde kimlik
kurma, kimlik sahibi olma (buna çabalama ya da vazgeçme)
süreci "savaş alanında" var olmaktır.3
Oyuncu, bu sürecin dramasının ana mekânı olarak, yani asıl
savaş alanı olarak sokağı seçer.
Benim hikâyem anlatılacaksa eğer, ayaklanma döneminde
gerçekleşecektir. Ayaklanma bir yürüyüşle başlar. Çalışma
saatleri içinde trafik kurallarına karşı gelerek. Sokak yayalara
aittir.4
Caddeler, dükkânlar, yüzler boyunca
ilerliyorum. Tüketicilerin yoksullukla
savaşından aldığım yara izleri.5
cy
pe
Müller'in sokağı böyle kurgulamasına
şaşmamak gerek. Bir geliri, dairesi
hatta oturma izni olmaksızın yıllarca
Berlin'de yaşayan Müller, kendini
"göçebe" olarak adlandırır. Gleber,
Müller'i "şüpheli, gayrımeşrû bir
gezgin" olarak niteler.7 Müller'in
içselleştirdiği yersiz-yurtsuzluğun
yansıması olarak algılanabilir.
Sokağın kayıtlarına sonsuz saygı
duyan Müller, onu boşu boşuna
"tarihin açık sayfası" olarak
adlandırmamıştır.
a
Çatışmadan nasibimi almış vücut
(yara izleriyle), "isteksiz mücadelesi"
için sokakları kendine mesken edinir.
Benzer biçimde,
Ophelia/Koro/Hamlet de "saati olan
yüreğini söküp çıkardıktan" sonra
sokağa çıkıp, kanayarak yürür.6 Karşı
gelişine ve -niteliği/nedeni ne olursa
olsun- ayaklanmasına, parçaladığı
bedeni eşlik eder. Sokak, kişisel
ve/veya siyasal bir ayaklanma
/katılım/yorum/ses çıkarma ya da
yalnızca susmanın belleğini tutan bir
mekân haline gelir. Bunca
göçebe/parçalı bir kimlik, rahat bir iç
mekândan (ev, dükkan, vb.) dışarı
atar kendini. Daha önceki
çatışmaların izini taşıyan kamusal bir
mekâna yani sokağa dökülür.
Tarihin açık sayfası olan sokaklar,
yalnızca çatışmaların değil, törensel
şenliklerin de kaydını tutar. 1 Dakika
Karanlık eyleminde olduğu gibi. Son
dönem Türkiyesi'nde yaşananları
kınamak üzere her akşam dokuzda
bir dakika boyunca ışıkları
söndürenlere bir süre sonra hem iç mekânlar, hem de zaman
dar gelmeye başladı. Islık çalarak, tempo tutarak ya da el
çırparak eyleme katılan bir dolu vücut, bir dakikayı beş-on
dakikaya uzatarak sokağa döküldü. "Sivil itaatsizlik" olarak
adlandırılan bu eylemin, sokağa taşmasıyla birlikte niteliği de
değişti. Yer yer mizahla, yaratıcı buluşlarla beslenerek törensel
bir şenliğe dönüştü. 1 Dakika eylemine katılanlar Müller'in
"savaş alanı" olarak kurguladığı sokağı gene tarihle, özellikle
de yakın tarihle-yüzleşmek üzere kullandılar ama
hesaplaşmanın niteliğini değiştirdiler. Türkiye'de böyle bir
çatışmanın biraz gülümseyerek, dozunda bir kara mizah ve
bize özgü bir şölensellikle yaşanması. Bunun nedeni, 1997
Türkiyesi'nde yaşananların İkinci Dünya Savaşı sonrası
Almanyası'nda Müller'in savaş açtığı, yüzleşmeye ittiği tarihten
daha katlanılır olması değil. Diğer birçok karşı durma yolu
tıkanmışken tanıdık biçimlerle acıyı şölene dönüştürme gücünü
bulabildiğimiz için.
Sessizlik: Silahla Hedef Arasında Kalmak
Haberlerde karşılaştığımız ölen insanlar, Ahmet Altan'ın dediği
gibi birer istatistik olarak algılanıyor tarafımızdan. Sonuçta
susma daveti Sezen Aksu'nun şarkısındaki umutsuz hüznü
aşamıyor: 'Gönül gözüm kapalı bilerek sana yazılıyorum.' Bu
sadece siyasal bir kayıp olmamız anlamına gelmez. Aynı
zamanda yaşama ve kendimize de ihanetin başlangıcıdır.
Ferruh Uztuğ
"Siyasi Kayıp" adlı makalesinde, Ferruh Uztuğ siyasi kayıp
olmamızı, bir tür eylemsizlik atfettiği sessizliğimizle açıklıyor8.
Özellikle 1 Dakika Karanlık gibi "çoksesli" bir eyleme tanık
47
olduktan sonra Uztuğ'un görüşüne katılmak çok kolay. Bu
bölümde yapmak istediğim, Hamlet Makinesi'ne geri dönüp,
Müller'in sessizliği nasıl "eşik" olarak algıladığına bakmak. Bu
yolla, sessizliğin de en az ses çıkarmak kadar politika
olabildiğini görebiliriz. Çünkü, bence sessizliğin, sahnede
olduğu gibi toplumsal yaşantıda da kendine özgü bir
törenselliği ve bu törenselliğin içerdiği bir ayma süreci var.
Daha önce de belirttiğim gibi, Hamlet Makinesi, Müller'in
yarattığı en çetin "savaş alanlarından" biridir. Oyuncular, yalnız
sokakta çarpışmazlar. "Beyni koca bir yara"ya dönüştüren bir
savaş alanıdır, akıl. Böylesi kurgusal bir alanda, parçalanan ve
kurulan ya da kurulamayan kimlikler "hiçbir yer ve her
yerdedirler". Oyunun bütünündeki şizofreni, "eşik" kavramıyla
sağlanır, anlam kazanır. Bunca parçalanma ancak "iki cephe
9
arasında, üzerinde ve tepesinde" gerçekleşebilir. Çatışma yani
Müller'in draması, eşikte kalakalmanın hem sonucu, hem de
nedenidir.
Bu kültürlerarası diyalog kurulurken "tarihin açık sayfası" olan
"sokak"taki seslerimiz ve vücutlarımızın izi, umarım duyulup
okunabilmiştir. Müller tiyatrosunun "silah ve hedef" arasına
mahkûm ettiği seyirciler olarak gündelik hayatlarımızdaki
"eşik''leri, susmayan sessizlikleri, her törensel buluşumuzu
yeniden gözden geçirebiliriz, belki
Kaynakça
Gleber, Anke. "Drama and War Without Battie: Space and
History in Müller's Work". İn Heiner Müller: ConTEXTS and
History. Ed. Gerhard Fischer. Tübingen: Stauffenburg Verlag
1995, s. 129-139.
Uztuğ, Ferruh. "Siyasi Kayıp". Adam Sanat. Kasım '96.
Müller, Heiner. Hamlet Makinesi. Çev. Nihal Geyran Koldaş.
İstanbul: Bilsak Tiyatro Atölyesi.
Müller, Heiner ve Hans Jürgen Syberberg. "Alman Ruhundan
Geriye Ne Kaldı?" New Perspectives Quarterly. Cilt 2, no. 6,
(1993), s. 18-29.
Potuoğlu, Öykü. "Heiner Müller'in "Yap-boz Oyunu": Hamlet
Makinesi'ni Artaud ile Yapıp, Artaud ile Bozmak." Tiyatro, no.
68, Mart, 1997, s. 18-21.
Turner-Barnard. "Müller and Postmodernist Classicism:
'Construction and Theatre." İn Heiner Müller: ConTEXTS and
History. Ed. Gerhard Fischer. Tübingen: Stauffenburg Verlag
1995, s. 189-200
a
Eşik durumu, mahkûm olunduğunda çaresizlik ya da
umutsuzluk içerse de, böylesi bir "her yer ve hiçbir yer"
durumu oldukça olanaklı hale gelebilir. Hiçbir yere ait olmama,
hiçbir yerin kurallarıyla bağlanmama demektir, aynı zamanda.
Dolayısıyla, yalnız iki değil, birçok kimlik (kültürel, siyasi,
toplumsal kiklikten söz ediyorum) arasında kalma illâ Hamlet
Makinesi'ndeki gibi bir yenilgi hikâyesi değildir. Bu belirsizlik,
oldukça verimli bir eleştirel yaklaşıma da yol açabilir.
Sonuç
Sanatın bağlamı toplumdur. Politik, tarihsel veya kültürel
koşullanmalardan bağımsız sanat olamayacağı için tüm bu
değişkenler dikkate alınmadan sanat incelemesi yazılamaz. Bu
yazıda amaçladığım, Müller'in sanatını yarattığı "savaş
alanlarını" sorgulamadan yüceltip, kültürel/tarihsel bagajını
gözardı etmek değil. Müller'in oyunlarında İkinci Dünya Savaşı
sonrası Almanyası'nın koşullarının mecbur kıldığı bir
sorgulama, yüzleşme hâkim. Böyle bir geçmişi "Türkiye
gerçeğiyle" bire bir örtüştürmek olanaksız dolayısıyla, 1 Dakika
Karanlık ve Cumartesi Anneleri gibi güncel kültürel eylemlere
kısaca değinerek Müller çerçevesinin başka bir kültürün/tarih
ekseninde nasıl dönüştüğüne bakmaya çalıştım.
pe
cy
Müller'in özlemini duyduğu işte tam da böyle bir eleştirelliktir.
Tarihsel yüzleşmeler ve yüzleşen tarihlere yol açabilecek
nitelikte bir ayma/aydırma süreci. Müller kimi zaman bu süreci
sessizlikle doldurur. 10 Sadece dildeki bir aralık olmayan
sessizlik iki sözün/hareketin - dinsel ya da fiziksel
anlatımın-arasındaki köprüdür. Seyirci, böyle bir köprüde
durarak yani sessizlikten korkmadığı oranda sorumluluk
paylaşır. Uzun sessizliklerde, savaş alanının ortasında bulur
kendini. Müller'in amacı, seyirciyi "hedefle silah arasında" var
olamayan yani kimi zaman sessizlikle sağlanan bir eşiğe
zorlamaktır.
Dolayısıyla, Ferruh Uztuğ'un savunduğunun tersine, Müller
sahnesindeki sessizlik "siyasi kayıp''ları yeniden kazanmak
üzere oradadır. Böylesi bir sessizliğin toplumsal yaşantımızdaki
izdüşümüne "Cumartesi Anneleri"ni konuşarak bakabiliriz. Her
Cumartesi öğlen, Galatasaray Lisesi'nin önünde kendi
kayıplarını, oğul, kız, yeğen ya da kuzenlerinin izini sürmek,
açığa çıkarmak üzere toplanan kadınlı, erkekli bir eylem. 11
Çeşitli yollarla susturuldukları ve artık sessiz kalıp fotoğrafları
konuşturmayı seçtikleri için bunu bir yenilgi olarak
değerlendiremeyiz. Her yöneliş ve adımla sokağa biraz daha
yayılmanın arkasında iç mekânda saklanamayacak, üstü
örtülemeyecek kadar yoğun acıları dile getirme ihtiyacı ve
arzusu yatıyor. Susarak ama yürüdükleri oranda konuşarak
yani suskunun içini doldurarak sessizliği, bir karşı durmaya
dönüştürüyorlar. Müller'in hayalindeki seyirci gibi kendilerini
"silahla hedef arasında" konumlandırarak, sokaktaki
karşılaşmayı en az 1 Dakika eylemi kadar törenselleştiriyorlar.
Daha az sesli de olsa, sokağın belleğine yeni bir malzeme
katıyor "Cumartesi Anneleri".
48
1 Gleber, Anke. 1995. "Dramaa and War Without Battie: Space and History in Heiner
Müller's Works". Heiner Müller: ConTEXTs and History adlı kitapta, ed. Gerhard Fischer. s.
129.
2 Turner- Barnard. 1995. "Müller and Postmodernist Classicism: 'Construction and
Theatre". Heiner Müller: ConTEXTs and History adlı kitapta, ed. Gerhard Fischer. çev.
Nihal Geyran Koldaş s. 195.
3 "Ben Hamlet değilim. Ben Ophelia değilim. Ben bir daktiloyum... İşlem bankasıyım"
diyen oyuncu (s. 4,5,6) çeşitli kimlikleri reddederken, parçalarken yenilerini kurar. Kimliğin
ancak yitirilerek bulunabileceğine inanan Müller, Hamlet Makinesi'ni yıkım-inşa diyalektiği
ile dokur.
4 Müller, Heiner. 1990. Hamlet Makinesi, çev. Nihal Geyran Koldaş. İstanbul: Bilsak
Tiyatro Atölyesi, s. 6
5 Hamlet Makinesi, s. 6
6 Hamlet Makinesi, s. 3
7 Gleber, Anke, s. 131
8 Uztuğ, Ferruh. "Siyasi Kayıp". Adam Sanat. Kasım 1996
9 Hamlet Makinesi, s. 5
10 Müller, Heiner ve Syberberg, Hans Jürgen. 1993. "Alman Ruhundan Geriye Ne
Kaldı?". NPQ 2:6. İstanbul: Temel Matbaası, s. 20-1
11 Cumartesi anneleriyle ilgili çık daha detaylı bir inceleme gerektiğinin farkındayım,
özellikle de eylemin yalnız kadınlara aftfedilmesiyle ve bu noktadaki söylemsel
manevralarla ilgili.
ELEŞTİRİ SEMİNERİ
DENEYSEL ÇALIŞMALAR,
İZLEYİCİ VE
ELEŞTİRMEN
Fakiye
Özsoysal
Son yıllarda tiyatromuzda artan deneysel çalışmalar, yeni
arayışlar kuşkusuz yeni bir tiyatro dili yaratma yolunda dinamik
ve üretken bir çabaya girişildiğinin göstergesi. Ancak yeni
tiyatro dili denilen şey de yakalayıp, elinizde tutabileceğiniz,
durağan bir şey olmadığından sonu gelmeyecek sürekli bir
tiyatro araştırmasını da gerektiriyor.
anlamda kopyası olduğu ona, bire bir göndermelerde
bulunduğu düşüncesinden kurtulması gerekir. Çünkü izlediği
oyunun kendi gerçekliği vardır. Bu gerçeklik kuşkusuz
yaşanılan dünyadan kopuk değildir ama bire bir gönderme
alanı da bulmaz. Bu gerçeklik, nesneler dünyasıyla izleyenin
deneyimi arasında gidip gelen bir özelliğe sahiptir. Oyun kendi
biçimsel özellikleri içinde, kendi alımlama koşullarını barındırır.
Oyunun anlamı ve estetik etkisi izleyici-oyun etkileşiminin bir
ürünüdür. Oysa gelenekselci yaklaşımın ürünü bir oyun
gerçeğin bir yanılsamasını sunmaktaydı.
a
Bu araştırmalar, salt tiyatro tarihini iyi bilme yani bilgi
yüklenme kaygısıyla değil, geçmişteki çalışmalarla ve bugün
yapılanlarla sürekli bir hesaplaşma, tarihsel bir bakış kazanma,
günümüzü daha iyi değerlendirebilme kaygısı içinde yapılmalı
ki yeni üretimlere yol açabilsin.
Çavuş
pe
cy
Hepsinden önemlisi, yeni tiyatro dili yaratmak yeni bir izleyici
yaratmayı da hedefliyor diye düşünüyorum ve yeni arayışların
bu açıdan izleyicilerine karşı büyük bir sorumluluk içine
girdiklerini, dolayısıyla "Ben yaptım oldu. isteyen istediğini
anlasın" gibi salt düş gücüyle süslenmiş sezgisel bir yaklaşımla
bir yere varılamayacağına inanıyorum.
Örneğin, Herbert Blau'ya göre, "Godo'yu Beklerken"
oyunundaki bekleyiş, var olmayan kurtarıcının beklenişi, yokluk
yolu ile varlığın düşündürülmesi, düşün düzeyinde antitezden
teze geçişi (yani tek postmodernist gerçeği, "difference"i)
yansıtır. Oyundaki boşluklar da seyircide aynaya bakan kişi
olgusu uyandırır. Belirsizlik oyunun bütünündedir ve
belirsizliğin yarattığı bu boş alanlar, günlük yaşama yüklenmiş
anlamı bir yanılsamaya dönüştürür."
Şimdi buradan hareketle, deneysel çalışmaların üretkenlik
düzeyleri ya da ne kadar bilinçli yapıldıkları, özellikle izleyicinin
rolü ve bir izleyici olarak eleştirmenin ölçütü ne olmalı
sorusuna yanıt aranırken tartışılmaya çalışılacaktır.
Sıradan tiyatro izleyicisinin sahnede gördüklerine yaklaşımı,
genelinde, oyunun bir içeriği olduğu ve bu içeriğin de belli bir
anlam taşıdığı yönündedir. Dolayısıyla sahnede gördüklerine
getirdiği kendi yorumu, oyunun iletisine ne kadar yaklaşmışsa
oyun o kadar iyi sahnelenmiş, kendisi de o kadar iyi bir izleyen
olmuş inancındadır. Yani böyle bir durumda oyunla, oyunun
alımlanması arasında ortak, genel geçerliği olan bir anlamın
varlığından söz edilmekte. Bu durumda sahne üzerindeki
göstergeler aracılığıyla gösteren-gösterilen ilişkisi nesnel
gerçeklikte yerini bulur, iletişim sağlanır, izleyici de mesajını
alarak memnun bir biçimde tiyatroyu terk eder.
Şimdi böyle bir izleyici, kendisine yukarıda sözü edilen
anlamda bir deneyim yaşatılmadığında ne yapar? Doğal olarak
oyunu ya beğenmeyecek ya da deli saçması olarak
değerlendirecektir. Peki izleyicinin deneysel çalışmalara tavrı
ne olmalıdır? Nasıl yaklaşmalıdır?
Her şeyden önce izleyenin, oyunun, somut gerçekliğin bir
Belki de ideal izleyici kendine şu soruyu sormalı: "izlediğim
oyunun içinde gerçekten bir ya da birkaç anlam gizli de ben
onu mu bulmaya çalışmalıyım yoksa oyunun anlamı izleyici
olarak benim katılımımla, üretimimle mi var oluyor? Kuşkusuz
biz sorunun ikinci kısmıyla, yani deneysel çalışmanın
izleyicisiyle birlikte yaşadığı değişim deneyimiyle ilgileniyoruz.
Çünkü tek bir anlamın ortak paydasında buluşmak, düşünme
ve yaratım sürecinin kısıtlanmasından başka bir şey değildir.
İyi ama bütün bunları söylerken, geleneksel kodlanmışlıkla
tiyatroya giren izleyeciden çok şey beklemiyor muyuz? işte
belki tam da burda sahneye koyucunun sorumluluğu
başlamakta. İzleyicisine nasıl bir deneyim yaşatmaktadır? Nasıl
bir değişime götürmektedir ki yarattığı dille izleyicisini de
yaratabilsin? Çünkü bir tiyatro oyunu ancak sahnelendiği ve
izleyicisiyle buluştuğu anda bir "canlanma" yaşar.
Dolayısıyla burada, sahnelemenin izleyicisini ne derecede
üretkenliğe götürdüğü, yani ne tür boş alanlar bıraktığı, salt
metinsel anlamda değil, mekân, ses, hareket, dans, dekordan
ışığa sahne üzerine konulan her göstergenin izleyiciyle nasıl bir
işbirliğine girdiği, nasıl bir estetik etki bıraktığı önem kazanır.
İzleyiciyi etkin kılmaya yönelik bir anlayış, onu kendi alımlaması
içerisinde yaratım sürecine yönelterek, bir anlamda
49
izleyici-yazarı yaratır.
Ancak izleyicinin bireysel alımlaması denildiğinde içine
düşülebilecek bir tehlike de var: "İzlediği oyundan isteyen
istediğini anlar" tarzı bir yaklaşım. Oysa söz etmek istediğim,
bu tehlikeye ve başıboşluğa düşmeden, belli bir temele sahip
düşüncenin bitmemişlik içinde yeniden ve yeniden alımlanması
için görselleştirilmesidir. Zaten adı üzerinde olan, deneysel
çalışmalar, yeni atılımlar, her şeyden önce süregelen dizgelerin
kırılması yeni arayışlara, yani farklı bakış açılarına yönelinmesi
demek değil mi? Öyleyse izleyicisini de farklı bakışlara, farklı
alımlama biçimlerine doğru bir sürece sokmalı. Yaşanılacak
deneyim, sürecin kendisi olmalı. Sahneleme izleyiciyle birlikte,
onunla bir etkileşim, bir işbirliği içinde bir üretime girerse ve bu
üretim gösterinin çıkış noktası temelinde ne denli çeşitli
alımlamalara götürebilirse izleyeni, o derece zengin, tatmin
edici bir nitelik kazanacaktır kanısındayım.
Bu konumda eleştirmenin sorumluluğu nedir? Bir izleyici olarak
eleştirmen deneysel çalışmalara ne açılardan yaklaşmalı?
"2500 yıldan bu yana süregelen Konstrüktivist Tiyatro"
sözlerinin içine düştüğü kavram kargaşası yaratılıyor.
(Konstrüktivist tiyatro 1920'lerde Meyerhold'un da içinde
olduğu bir anlayışın ürünü. Yoksa Sophokles'in Konstrüktivist
bir yazar mı olduğu iddia ediliyor)
"(...)minimalist tiyatroyu Türkiye'de yapmak ve sinema dilinin
olanaklarını kullanarak tiyatro yapmak" ne olduğu
anlaşılmayan ve hem minimalist hem sinema dilini nasıl
birleştiriyorlar sorusu uyanıyor kafalarda. Ayrıca "sinema dili"
denilerek ne anlatılmak isteniyor hiç açıklanmıyor.
"(...)genç tiyatrolar iyi şeyler yapmakla birlikte toplumun çok
önünde gidiyorlar" diye de bir eleştiri var. Ama yine beylik bir
söz olmaktan ileri gidemiyor çünkü temellendirilmiyor.
Ya da "artık oynamamayı başararak bir karakter ardında
kendimizi ve gerçek ilişkiyi aramak" gibi, yine
temellendirilmediği için ne olduğu anlaşılamayan birtakım
amaçlar belirlenmiş.
a
Her şeyden önce, sahnelemenin kendi iç dinamiği içinden
oyuna bakmak gerek. Oyunun odak aldığı, mekân, ışık,
oyunculuk, söz vs. nasıl bir çıkış noktasından besleniliyor,
temellendiriyor, kurgu, biçimsellik nasıl işleniyor, oyun boyunca
ne tür bir süreç geçiriyoruz, izleyicinin rolü nedir, benzeri
unsurlar göz önünde bulundurulmalı. Eleştirmen için, mekân
oyuncu, oyuncu ışık, oyuncu oyuncu ilişkisi, izlediği tiyatro
topluluğunun gelişim çizgisi de bu değerlendirmenin bir
parçası kuşkusuz.
"Çağdaş ve özgün", "kültürlerarası bir tiyatro dili oluşturma",
"izleyiciyi düşündürme", "sanatçı sorumluluğu", benzeri
yuvarlak laflarla belirlenen amaçlar, bunun nasıl olabileceğinin
açıklanmamış olması nedeniyle havada kalıyor. Ya da;
pe
cy
Hatta sırf eğlenerek yaptıkları bir şey olduğu için tiyatro
yaptıklarını söyleyenler de var.
İzleyiciler ve bir izleyici olarak eleştirmen, sahnede olup biteni
seyretmeye başladığında, oyunun sunduğu değişik bakış
açılarının gerçekleştirme aşamasına girer ve oyun ilerledikçe,
izleyicide ortaya çıkan birikim sonucu oyuna ilişkin yeni bir
gerçekliğe ulaşılabilir. Böylece estetik etki izleyicinin oyunu
alımlarken aldığı hazdan ortaya çıkar ve bu haz da sahneleme
biçiminin izleyiciye yaptığı çağrılarına verilen bir karşılıktır.
Deneysel çalışmaların düş gücü, birtakım şartlanmışlıklara,
kodlanmışlıklara karşı çıkış ve başkaldırının bir ürünüdür diye
düşünürsek, belki de sanatçının kaygısı algılamanın
otomatikliğini kırmak olmaktadır. Yani alışılageldiğin kırılması,
algılamayı bilinç düzeyine çıkarmak için kullanılır. Böylece
eleştiride, oyunun biçimsel özelliklerinin dışında, bütünsel
olarak sahnelemenin çıkış noktasının, dünya görüşünün
sorgulanması da önem kazanır. Çünkü insanların fildişi
kulelerinde salt kendileri için sanat yaptıkları düşünülemez.
Bizdeki yeni oluşumların çıkış noktaları nelerdir? Bunu nasıl
temellendiriyorlar? Yaptıklarının hesabını verebiliyorlar mı?
Yoksa çok mu sezgisel ve bir o kadar da otoriter (Yani "ben
yaptım oldu" benzeri) yaklaşıyorlar?
Şimdi "Tiyatro... Tiyatro..." Dergisi'nin Mart 1995 sayısında
"Tiyatromuzda Yeni Oluşumlar ve Akla Gelen Sorular" başlıklı
yazısından bazı alıntılar yaparak, deneysel çalışmalara yapan
tiyatro topluluklarının amaçlarını, hedeflerini nasıl anlatıyor
olduklarına bakalım:
Dahası "Tiyatro canlı (live) bir sanat dalıdır. Canlı olması
zorunlu tek sanat dalıdır. Tiyatroyu tiyatro yapan tek şey canlı
olmasıdır. Canlı olandan alınacak haz, sadece canlı olandan
alınır" gibi anlamsız bir amaç da ortaya konmuş.
Bunları ve daha birçoklarını okuduğunuzda doğal olarak "Ne?
Neden? Bu nasıl yeni arayış? Nasıl oluyor?" gibi sorular geliyor
insanın aklına. Eleştirmen bu nedenle biraz da çalışmanın nasıl
temellendirildiğine bakmalı derken, bunların sorgulanmasını da
kastediyorum.
Önce yapılan işin hesabı verilmeli ki yeni yaratımlara
açılabilinsin, topluluğun kendi tiyatro dilinden söz edilebilsin
ve izleyici boyutu işin içine girebilsin. Kendi yaptıklarının
hesabını veremeyen bir topluluk izleyicisiyle ne tür bir şey
paylaşabilir? Kendi dilini oluşturmadan nasıl izleyicisine bu dili
öğretebilir ve yeni bir izleyici kitlesi yaratabilir? İzleyiciye karşı
sorumluluğu nedir? Yazının başında sürekli araştırma,
hesaplaşma, eleştirel düşünme, derken bunların altı çizilmek
isteniyordu.
Belki de böyle bir tiyatro ortamında tiyatro eleştirisi, öncelikle,
deneysel çalışmalar adı altında yapılan bu oluşumların temel
açmazlarını ortaya çıkarma, sorgulama işlevini üstlenmelidir ki
nitelikli ürünlerin yaratımına katkıda bulunabilsin.
Tiyatroda Enstelasyon, Postmodern Uygulamalar ve
Ardındaki Düşüncenin Boyutları
Enstelasyonda önemli olan düşüncenin kendisidir ve
enstelasyon, düşüncenin nesneler aracılığıyla anlamlandırılması
ya da yansıtılması değil, düşüncenin nesneler aracılığıyla
yeniden algılanması için bir görüngüye sokulmasıdır denilebilir.
Nesneler simgesel özelliklerini kaybetmişlerdir bu tür
çalışmalarda. Artık düşünsel olduğu kadar duyusal ve mistik
algılama da ön plandadır. Bunun yeni bir iletişim süreci
olduğundan söz edilmektedir.
Ancak tiyatroda enstelasyon denildiğinde, sahne-izleyici
arasındaki yeni bir iletişim süreci iddiası biraz tartışma götürür.
Sahne üzerinde anlam ilişkileri tamamiyle kırılmış, öyküselliği ve
gönderme alanı hiç olmayan birtakım göstergelerin bu
temelde bir araya getirildiğini düşünelim. Bu, bir kağıda
gelişigüzel mürekkep damlattıktan sonra kağıdı ikiye katlayıp
açtığınızda ortaya çıkan bir şekil gibidir. Yani bir anlamda
Roschach testine benzetilebilir. Eğer gösterge bu mürekkep
lekesinin kendinden başka bir şey değilse yani ortak bir iletişim
noktası yoksa, gönderen yani bu lekeyi yapan kişi, lekenin içine
sadece kendini koyabilir, alıcı yani kâğıda bakan kişi de bu
lekede yalnız kendini görür yani o da aynını yapar. Kısacası
böyle bir durumda iletişimi sağlayacak bir alışveriş ya da
göstergebilimsel anlamda mesaj yok edilmiş, dolayısıyla iletişim
ortadan kaldırılmıştır. Yani izleyiciye bu Roschach testi verilip,
"Alın. Bu hiçbir şeydir." denilerek izleyen tamamiyle kendiyle
baş başa bırakılmış olur.
Oysa içinde yaşadığımız dünyanın açmazlarını, bizi sürüklediği
yönü görmek için, belki de şimdi eleştirel düşünmeye her
zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Uyuşukluğumuzdan
silkinmek, sistemin bizi duyarsızlaştıran, kendisini otomatik
algılamamızı sağlayarak bilinç düzeyini kapatan araçlarına
alternatif üretebilmek için asıl şimdi eleştirel düşünmeye
gereksinmemiz var.
a
Enstelasyon biçiminde sunulan postmodern oyunlar, aslında
bütünüyle batının akılcı modernist yaklaşımına ve bu
yaklaşımın ölçüt aldığı kodlara, seçiciliğe, kısacası bütün bir
düşünme sistemine karşı çıkmaktadırlar. Çünkü bu sistem
aslında insanların uydurduğu, kurmaca, soyut bir şey olan "dil"
üzerine kurulmuştur. Dil'in belirlediği gönderme alanları belli
göstergeleri aslında insanı belirler. Sınırlar. Algı alanlarını
kapatır. Sahnede bütün bunlar (anlam, öykü, göstergeler arası
ilişki, vs. tüm kodlar) izleyicinin gözü önünde parçalanarak
gösterilir. Özellikle de sonuçları Auschwitz'i yaratabilmiş bir
katı akıcılığa, seçiciliğe karşı çıkarak, çoğulcu bir anlayışla insanı
kendi uydurduğu bir dünyanın ölçütleri, kalıpları dışına çekip,
onu özgür kılma çabası içinde gördüğümüzde postmodemi,
düşünsel düzeyde haklı bulabiliriz.
bırakılır. Hiçbir gönderme alanı olmayan, anlam bağı kırılmış,
öyküsüz ve sahneye koyanların son derece bireysel gönderme
alanlarıyla sınırlı ve dağınık gösterge parçacıklarını, izleyicinin
bütünsel olarak algılayarak kendi çağrışımsal öyküsünü bulması
istenir. Böylece günümüz medya ve internet dünyasının artık
bireyselliği bile kalmamış kayıp insanı, biraz daha içine kapatıp,
kendi sınırlı, kodlanmış düşlerinde gezintiye davet
edilmektedir. Aslında böyle bir deneyim içinde, bilerek ya da
bilmeyerek karşı çıkan sistemin bütününe hizmet edilmiş olur.
izleyen bir anlamda uyuşturulur, tepkisizleşitirilir. İzleyici
dışardan herhangi bir uyarıya kapalı su tankına hapsedilmiş bir
denek gibidir. Dışarıdan uyarı alamayınca bir müddet sonra
bilinçaltına doğru kabusa dönüşebilecek bir yolculuk başlar.
İşte bu tür çalışmalar da herhangi bir alternatif sunmazlar bu
durumdaki insana. Onun bu durumunu pekiştirirler. Yani
iletişimi olanaksızlaştırarak, çağımız insanını hiçbir şeyin
değişmeyeceğine inanan, her şeyden umudunu kesip iç
dünyasına kapanmış bir halde müthiş bir kötümserliğe itmiş
olurlar.
pe
cy
Kaldı ki özellikle de daha eleştirel düşüncenin yerleşmediği bir
ülkede bunca sorun içinde yaşarken hangi modernist sisteme
ve bunun getirdiği düşünce biçimine karşı çıkarak postmodern
tiyatro yapılabiliyor? Yoksa Batıda yapılana özenerek yeni
hesaplaşmadan, aşırı bir yüceltmeye mi gidiyoruz? Batıdaki
yöntemlerden yararlanmak, onlarla hesaplaşmak, araştırmak
başka, onu olduğu gibi kabul edip daha öncekileri ya da var
olanı demode diyerek hiçe saymak başka şeylerdir.
Ancak postmodernin yapıyı bozan yöntemiyle özgürlük
kavramına yaklaştığınızda, aslında bu kavramın da süregelen
düşünce sistemi içinde belli ölçütlerle algılandığını görerek,
onun yapısını da bozmanız, parçalamanız gerekir. Yani,
özgürleşmek için özgürlüğü de parçalarsınız. Nasıl mı? Güncel
yaşamın gerekleri ya da güncel yaşam pratiği
düşünüldüğünde, bu anlayış, insanı binlerce yılın tüm
geleneğinden, bağnaz kurallarından, tüm
koşullandırılmışlığından, ortak değerlerinden kurtarıp, kısaca
söylenirse, insanın tüm yaşam deneyimini elinden alıp, ona,
bunlar olmadan yaşamak zorundasın demektir. Ama böyle
yaparak insanı, tutunduğu dalları bırakması için zorlayıp, onu
yine baskı altına almış olmuyor muyuz? Ya da en azından
şimdilik, insanın binlerce yıllık yaşam ve düşünce deneyiminin
yerine konacak bir alternatif bulunmuş olmadığından, onu
seçeneksiz ve daha da yalnız bırakarak bir boşluğa atmış
olmuyor muyuz?
Tiyatroya geri dönersek, yukarıda sözü edilen anlayış bazında
sahnelenen oyunlarda izleyici kendi çağrışımsal dünyasına
Tiyatromuzda deneysel çalışmalar, bütün bunlar gözönüne
alındığında, yeni tiyatro dili ve yeni izleyici yaratma yolunda
büyük bir sorumluluk altındadırlar. Önemli olan bu
sorumluluğun nasıl taşındığı ya da taşınıyor olduğudur. Tiyatro
eleştirisinin, sahne üzerinde görülenin ardındaki düşünceyi
ortaya çıkarmasının yanı sıra bu sorumluluğun farkına
vardırmak işlevi de olmalıdır
Kaynakça
* (Herbert Blau, B.Ü. Konferans dizisi, Bahar 1985, alıntılayan Dilek Doltaş,
"Postmodernizm Aporia ve Logos", Toplum ve Bilim 41 Bahar 1988)
Wolfgang İser, "Metinlerin Çağrısal Yapısı", çev. Şara Sayın, Bağlam, İ.Ü. Yb.
Diller Yüksek Okulu Alm. Bl. Dergisi, 1979
Şara Sayın, "Yazınbilim ve Alımlama Estetiği", Bağlam, I.Ü. Yb. Diller Yüksek
Okulu Alm. Bl. Dergisi, 1979
Umberto Eco, "Semiotics of Theatrical Performans", The Drama Review, T73
Terry Eagleton, Edebiyat Kuramı, çev. Esen Tarım, Ayrıntı Y., 1990
Jameson, Lyotard, Habermas, Postmodernizm, hazırlayan, Necmi Zeka, Kıyı Y.,
1990
Marco De Marinis, "Dramaturgy of the Spectator", The Theatre Review,
"Tiyatromuzda Yeni Oluşumlar ve Akla Gelen Sorular" Tiyatro... Tiyatro...
Dergisi, Mart 1995
J.R. Evans, Experimental Theatre, Routledge, 1984
51
SÖYLEŞİ
Türkiye'nin 4. ödenekli
tiyatrosu; İzmit Belediyesi
Şehir Tiyatrosu kurulma
aşamasında. 700 ve 350
kişilik iki tiyatro salonuyla,
tiyatro başta olmak üzere
her tür kültür ve sanat
alanına açılan bir kapı
görevini üstlenmeyi
amaçlayan İzmit Belediyesi
Şehir Tiyatrosu'nun kadrosu
geçtiğimiz günlerde yapılan
sınavlarda belirlendi. Bir
anlamda kültür merkezi
işlevini de görecek olan
tiyatro binasında, dans ve
film gösterileri, paneller,
müzik dinletileri, sergiler
düzenlenecek. Oldukça
kapsamlı bir kültür ve sanat
oluşumu sağlamayı
amaçlayan İzmit Belediye
Başkanı Sefa Sirmen bu
anlamda tüm olanakları
seferber etmiş durumda.
pe
cy
a
Işıl Kasapoğlu ise, yakından
izlenen bir sanatçı. Gün
geçmiyor ki, beklenmedik
bir yerden çıkıp şimdiye dek
kimsenin düşünmediği bir
işe soyunsun ve bir başarıya
imza atmasın. Bugünlerde
ise Kasapoğlu, İzmit
Belediyesi Şehir
Tiyatrosu'nun baştan
sanatsal anlamda sağlam
kurulması, dinamik ve genç
bir kadronun oluşması için
kolları sıvadı.
Türkiye'nin Dördüncü Kurumsal Tiyatrosu
İzmit'te Kuruldu
Emre
Koyuncuoğlu
Tiyatroların politik ve
ekonomik nedenlerle
kapanmasına alıştığımız
günümüzde, İzmit Belediyesi
Şehir Tiyatrosu, Türkiye'nin 4.
Ödenekli Tiyatrosu olarak
açılıyor. Bu tersine akış nasıl
başladı?
İzmit Belediyesi Kültür
Komisyonu'ndan bana bir teklif
geldi. Tiyatro kurmak niyetinde
olduklarını ve konuyla ilgili
yardımcı olmamı istediklerini
52
söylediler. İzmit, Türkiye'nin
gelir düzeyi en yüksek ve ticari
olarak en gelişmiş kenti.
Belediye Başkanı Sefa Sirmen
ve ekibi, diğer alanlarda renkli
bir kent olan İzmit'in, kültür
etkinliklerine de ihtiyacı
olduğunu hissettiler. Ben de,
Devlet Tiyatrosu'ndan aldığım
izinden sonra, kendi işlerimi
aksatmadan danışman olarak
çalışmaya başladım.
Tiyatronun kadrosu nasıl ve
neye göre belirlendi?
Önceleri çok dar bir kadroyla
başlamak zorundaydık. Ancak
İzmit Belediyesi, gerçekten
büyük bir memnuniyetle
oyuncu kadrosunu 25'e çıkardı
ve 13'ünü sözleşmeli yaparak
sanatçıların alacakları maaşları
kendisi üstlendi. Bu çok olumlu
bir yaklaşım ve tiyatro adına
çok önemli bir adım. Sonuçta,
İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu
25 kişilik bir oyuncu kadrosuyla
açılacak... Bu kadrolar için
Türkiye'nin çeşitli tiyatro
okullarından mezun olmuş 115
kişi başvurdu. Ahmet
Levendoğlu, Şakir Gürzimar,
Kenan Işık, Hayati Asılyazıcı,
Hülya Nutku, Başar Sabuncu,
Zuhal Olcay, Burhan Akşin ve
benden kurulan 9 kişilik jüri 3
gün boyunca 115 oyuncunun
25'ini yani İzmit Belediyesi
Şehir Tiyatrosu'nun temel
kadrosunu belirledi. Daha
sonraki mülakatlarda
dramaturg, dekor ve ışık
elemanları seçildi.
Tiyatronun iki salonu olacak
sanırım.
İki salonun da yapımına devam
ediliyor. Biri 350 kişilik diğeri
ise 700 kişilik. Gerek Belediye
Encümeni, gerekse Kültür
Komisyonu, Sefa Sirmen'le
birlikte bu işe çok önem
ilişkileri sağlayacak ve onlara
tiyatroyu ve oyunlarımızı
tanıtacak. İzmit'in aynı
zamanda sanayi şehri olduğu
düşünülürse civardaki tüm
fabrika çalışanlarının oyunlara
gelmesi için gerekli çalışmalar
yapılacak.
Diğer ödenekli tiyatrolarda
büyük bir sorun olarak
karşımıza çıkan memurlaşmayı
engellemek için bazı
düşünceleriniz var mı?
Bence bu tiyatroda çok önemli
bir konu. Memurlaşmayı
önlemek için, sürekli hareket
halinde bir tiyatro olması için,
çeşitli ödül sistemleri üzerinde
duruyoruz. Örneğin; aynı
sezon içinde bir oyun
oynayanla 5 oyun oynayan
arasında farklı bir
değerlendirilmeye gidilecek.
a
İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu
çok devinimli bir tiyatro olacak.
Abonman sistemi kurarak,
İstanbul ve diğer illerdeki
seyircilere de yönelecek. Her
yaptığı oyun mutlaka büyük
kentlere ve Anadolu'ya turneye
götürülecek. Rekabet ortamı
yaratacak gösteriler
hedefleniyor. Bir yıl öncesinden
mutlaka program
yayımlanacak. 1997-98 sezonu
için Ahmet Levendoğlu, Şakir
Gürzimar, Işıl Kasapoğlu ve
Kenan Işık gibi yönetmenlere
oyun teklifleri şimdiden
götürüldü. Kapalı bir sistem
olarak çalışmayı
düşünmüyoruz. Gerek
oyuncular, gerekse
yönetmenler tiyatroya davet
edilecekler. Hatta hatta gruplar
davet edilecek, oyunlarını
İzmit'te yapmaları sağlanacak
ve oradan ortak yapımlara
yönelecek. Çeşitli özel
tiyatrolara oyunlarını İzmit'te
hazırlamaları için dekor ve
kostüm gibi olanaklar
yaratılacak. Buna karşılık
onlardan İzmit seyircisi için 710 oyun istenecek. Böylelikle
gerçek ortak yapımlar ortaya
çıkmaya başlayacak. Yine aynı
ortak çalışmalarla turneye
gidilecek. İstanbul veya diğer
kent tiyatrolarıyla sahneler
takas edilecek. İstanbul'dan
ödenekli ya da özel tiyatrolar
İzmit'te bir hafta
oynayacaklarsa, onların
salonunda da İzmit Şehir
Tiyatrosu oynayacak. Ayni şey
diğer kentler için de geçerli.
Yine, İzmit Büyük Şehir
Belediye Başkanı Sefa
Sirmen'in de desteğiyle
Haziran-Ağustos döneminde
bir Sokak Tiyatrosu Festivali
oluşturmayı amaçlıyoruz.
İspanya, Almanya, Fransa gibi
ülkelerle ilişkilere geçilmeye
başlandı. Diğer yandan
Uluslararası Akdeniz Tiyatro
Enstitüsü de Türkiye merkezini
İzmit Belediyesi Şehir
Tiyatroları bünyesi içine
taşımak için ilişkilerini
sürdürüyor. Belediye, tiyatro
meselesine o kadar sıcak
bakıyor ki, Şehir Tiyatrosu
olarak Avrupa'nın çeşitli
ülkelerinden yönetmen ve
tiyatro adamları, davet etmeyi
planlıyor.
Gelecek sezonun repertuarı
belli mi?
pe
cy
veriyorlar. Örnek bir kültür
merkezi oluşturmak için kentin
tüm olanaklarını seferber
ediyorlar. Tiyatroya bu kadar
ilgi gösteren ve seyirciyle
buluşturmaya çalışan böyle bir
belediyenin isteğini tüm tiyatro
çalışanları adına sevinçle
karşılıyorum. Biz hepimiz
'tiyatro salonu açılsın' diye
söylenirken, bir belediye
başkanı iki salon birden açıyor,
sanatçılara iş olanağı ve
kadrolar yaratıyor. Bence işin
en güzel tarafı da, Sefa
Sirmen'in tiyatroyu tamamen
özerkleştirmeye yönelik tavrı.
Bu gerekirse diğer birçok
tiyatro kuruluşuna ve
belediyeye örnek teşkil edebilir.
Belediye Başkanı Sefa Sirmen,
kurduğu ekibe güveniyor ve
sorumluluklarını veriyor. Ve bu
ekibin çalışmalarına müdahale
etmeyeceğini açık açık
söylüyor. Bence bütün mesele
burada yatıyor. Yani insanlar
karşısındakine tam bir
sorumluluk verirse, onlar da bu
insanı oraya getirme
sorumluluğunu almış olurlar.
Karşılıklı sorumluluk ve güven
hissi çok önemli.
İzmit Belediyesi Şehir
Tiyatrosu'nun kendine has
özellikleri ne olacak?
Anadolu'da ilk ödenekli tiyatro
kurulmuş oldu. Bu tiyatronun,
aynı zamanda kültür
merkezinin en büyük
avantajlarından biri, Ankara ve
İstanbul gibi iki büyük kente
olan yakınlığı ve bir yandan da
Anadolu'ya açılabilmesi
olacaktır. Yıllardan beri büyük
kentlerden İzmit'e turneye
gelen tiyatrolar ya da İzmit'in
kendi bölgesinde oluşmuş
çeşitli özel tiyatrolar İzmit
seyircisiyle karşılaşmışlar. Şimdi
ise, İzmit Şehir Tiyatrosu kendi
izleyicisini oluşturacak. Kendi
izleyicimizi oluşturmak ilk işimiz
olacak. Bunun için tiyatro, artık
unutulmuş yöntemler
kullanacak. Daha tiyatro
açılmadan, ekip bölgeyi .
araştırmaya başlayacak.
Okullarla direkt bağlantılar
kurulacak, oyuncular
okullardan sorumlu olup
İzmit, bence Türkiye'nin küçük
çapta bir örneği. Her sosyal
gruptan insanın yaşadığı bir
kent. Bir yandan yeni yerleşim
alanları oluşurken, diğer
yandan küçük mahallelerde
yaşam sürüyor. Sürekli hareket
var. Yeni tatil beldelerinin
ortaya çıkması ve yaşam
seviyesinin sürekli yükselmesi
kentteki canlılığı sağlıyor.
Bunları göz önünde
bulunduracak bir repetuar
belirleniyor. Yeni kurulan bir
tiyatronun her yıl klasik bir
oyun oynaması gerektiğine
inanıyorum. Örneğin
önümüzdeki sezon tiyatroyu
"Hamlet''le açacağız. Bir
sonraki sezonda da yine bir
klasik oyun yer alacak. Bir
yandan klasik tiyatro örnekleri
seyirciye sunulurken, öte
yandan da oranı her sene
değişebilen yerli yabancı
çağdaş oyunlar üstünde
duruluyor. Yazarlarımıza
oyunlar ısmarlanacak. Gelip
kentte bir süre yaşayıp
yazmaları için maddi olanaklar
sağlanacak. Örneğin: Her yıl bir
Türk yazarı İzmit'e davet
edilecek, tüm oyuncularla
birlikte iç içe 3 ay İzmit'te
yaşayacak ve yazdığı oyun da
sahnelenecek.
Tiyatro alanında bir anda bu
kadar çok hareket nasıl
sağlanacak?
Harekete neden geçilemiyor?
Çünkü, sanatçılar belli
bürokratik kalıpları kırıp, özerk
çalışamıyor. Sefa Sirmen'in en
büyük özelliği elinden geldiği
kadar bürokrasiyi azaltarak bu
zıtlığı en aza indirmesi. Çünkü
eminim ki, 60 milyonluk bir
ülkede daha açılmamış nice
tiyatro var, henüz yeteneklerini
ortaya koymamış nice
yönetmen ve oyuncu var.
Bunların hepsi sanat
bürokrasisini azaltacak
idarecileri bekliyor.
Sanatçı kimliğinizle
gerçekleştirmeyi planladığınız
diğer projeleriniz neler?
İzmit'te sahneleyeceğim
"Hamlet''ten sonra "III.
Richard" projem var. Devlet
Tiyatrolarındaki olanaklar el
verirse, Orhan Asena'nın
"Akçalı Kel Mehmet'ini
sahnelemeyi düşünüyorum.
Benim de bu arada bir
ütopyam var. Onu burada
anlatmak istiyorum. İzmit'te
kentin tam ortasından bir tren
yolu geçiyor. İzmit'e uğrayan
trenlerin arkasına iki vagon
takılsa, birinin içine oyun için
gerekli malzemeler yüklense,
diğerine de oyuncular binse ve
trenin gittiği her kentte bu iki
vagon bırakılsa, o gece oyun
oynansa ve ertesi günkü trenle
de bir sonraki kente yol
alınsa... Böylece, İzmit'ten
Kars'a kadar trenin durduğu
her şehirde oyun oynansa...
Aslında bunun için çeşitli
ilişkileri şu anda kurmaktayım.
Gerçekleşir mi bilmem..
53
SÖYLEŞİ
Dansın "hem özgür, hem
ö z g ü n " olması gerektiğine
inanan Şebnem Aksan'ın
öğrencilerinden istediği,
"öğrettiği tekniğin içini
doldurmaları" yani "dansı,
bir varoluş problemi"
olarak algılamaları.
Türkiye'deki dans
eğitiminin çok yönlü ve
tartışma platformu
üretebilen bir eğitim
olabilmesi için sınırları
sınıfla kısıtlı olmayan bir
yol izlemiş. Dışardan hoca
getirterek dans atölyeleri
düzenlemenin yanı sıra,
İngiltere Kraliyet
Akademisi'nin "eğitimcileri
eğiten" programının özel
okullarca benimsenmesini
54
başladığımda, burası farklı
bakış açısı olan bir okul olsun
istedim. Halbuki devlet, tüm
konservatuarların benzer
olmasını, aynı programı
uygulamasını istiyor. Bu
açıdan, hocalığım sırasında
teknik, balede olduğu gibi ön
planda değildir. Yaratı ve
içerik, tekniği ve formu
belirler.
Bu, moderni, baleden ayıran
bir özellik mi? Ya da baleyle
modern nerelerde farklılaşır?
a
Burada çok önemli bir fark
var. Hiçbir okulun, hiçbir bale
programında koreografi dersi
diye bir ders veya doğaçlama
görmedim. Baleyle ilgisi
olmasa da bir bale okulunun
ders programında
doğaçlamaya rastlarsınız.
Bulunduğum bale okullarında
Jazz ve tagg derslerinin yanı
sıra, plastik danslar adı
altında vücudun daha serbest
kılındığı bazı dersler gördüm.
Böyle çok yönlü (multi-sistem)
bir eğitime yurtdışında sık
rastlarsınız. Bizim
konservatuarımızdaki dersler
"Dans, Gözleri Değil Duyguları
Doyurmalı"
Öykü
Potuoğlu
Yurtdışındaki eğitiminizi
tamamlayıp döndükten sonra
nasıl bir dans ortamıyla
karşılaştınız?
pe
Baleye Beatrice Fenmen'le
başladıktan sonra, Londra,
Rochester Üniversitesi ve
Julliard'da hem bale ve
hem modern üzerine
yüksek öğrenim görmüş.
Döndükten sonra,
konservatuardaki eğitimin
çok yönlü gelişmesi için,
yani balenin yanında
modernin de programa
alınması için oldukça
uğraşmış. Aksan,
Türkiye'de dansla ilgili
ortak bir tartışma
platformu oluşmasının ve
dansımızın uluslararası
platforma çıkarmanın
gerekliliğine inanıyor.
Kendisiyle, bale-modern
ilişkisi, bale eğitimi,
düzenlediği atölyeler,
Türkiye'de dans
eleştirmenliği ve projeleri
üzerine konuştuk.
de sağlamış. Söyleşi
boyunca, dansın gelişimi
için yapılabileceklerin
dışında bale-modern
alışverişi, dans
eleştirmenliği üzerine de
konuştuk.
cy
Şebnem Aksan, M.S.Ü.
Devlet Konservatuarı Bale
Ana Sanat Dalı'nda 16-17
yıl bölüm başkanlığı yaptı.
Konservatuarın yanı sıra,
Boğaziçi Üniversitesi'nde
de öğretim görevliliğini
sürdüren Aksan, aynı
zamanda beş yıldır
Aksanat'ta dans
atölyelerinin
düzenlenmesini sağlıyor.
Ben, '60'ların sonunda
döndüm ve Türkiye'de dansı
çok kısıtlı bir yerde gördüm.
Yalnız bale vardı. Hiç
sorgulamayı bilmeyen bir
eğitim sistemiyle karşılaştım.
Kendim konservatuarlarda
okumadığım için, sistemin ne
kadar dar olduğunun
farkında değildim. Ve
modernle öyle bir fırlamıştım
ki yerimden, o kadar yeni
şeyler yaşamıştım ki, "burada
yapılacak ne kadar çok şey
var" duygusuyla döndüm.
"Değişik hocalar getirtmeliyiz,
modern, mutlaka ders
programına girebilmeli" diye
düşündüm. 1974'te
Konservatuar'da hocalığa
moderni programa koymak
bayağı zordu. Şu ya da bu
şekilde yerleştirmeye çalıştım
ama çok yavaş bir süreç oldu.
Hocalığımın ilk zamanlarında
acaip bir ikilem yaşadım.
Sabahleyin önce bale dersi
verip, sonra başka bir sınıfla
modern yapıyordum. Bu,
şizofrenik bir şey. Aydın
Tekeri bulduğum anda
havalara uçtum çünkü o
geldikten sonra modern,
ciddi olarak gündeme
girmeye başladı. O dönemde,
bir yandan da yaratıcılığı
körüklemeyi çok istedim. Ah,
işte balenin Türkiye'de 35-40
yıllık bir geçmişi var. Çok az
koreograf yetiştiren ve bir
türlü kişilik sahibi olmamış bir
sanat dalı diye düşündüm.
Hâlâ benzer sistemleri
uygulama hali vardı. Bu nasıl
entegre olacak? Bizim
kültürümüzün içine nasıl
girecek? Tabii, modern
yoluyla olacak sonucuna
vardım çünkü modernde
sadece baleye dönük ve çok
yönlülüğe gereken önem
verilmiyor.
Bale ve modern arasındaki
etkileşimi ya da alışverişi siz
nasıl yaşadınız?
Ben, iki yıl Julliard'da
okudum. Julliard'da dünya
çapında bale ve modern
hocaları yan yanaydılar.
Anthony Tudor gibi o
dönemin en ünlü
koreograflarından biri Jose
Limonla yan yana.
Graham'in tüm dansçıları
okulda hocalık yapıyordu.
Baleciler, modernden ders
alıyorlardı, modernciler de
baleden, yani kimse sadece
bale yapmıyordu. Ben de
Amerika'da ilk modern
yaptığım andan itibaren,
ikisini yan yana koydum,
ayırmadım. Böyle bir
nosyonla döndüm Türkiye'ye
ve burada da bunu entegre
etmeye çalıştım. Türkiye'de
Peki, bale ve modern
arasındaki teknik alışverişi
hakkında neler
söyleyebilirsiniz ?
Yani, böyle çok yönlü bir
eğitim dansçıya birey olma
imkânı tanıyor diyebilir miyiz?
Evet, Türkiye'deki dans
eğitiminde beni en çok
ilgilendiren bu çocukların
birey olabilmesi. Çünkü birey
olmadan mesul kişi, özgür
olamıyorsunuz. Sorumlulukla
özgürlük birbirini tamamlıyor.
Çocuklardan kişilikli
olmalarını bekleyemezsiniz
çünkü toplumda genel olarak
algıladığım şey, bağımsız
olabilecek kadar büyümemiş
olmamız.
Meselâ, balede vücudun
tutuk olması ya da öyle
algılanması, mekân
kullanımını nasıl etkiliyor?
Balede, mekân nasıl
algılanıyor?
Balede bir şıklık söz konusu.
Meselâ, bale için hep
Rönesans bir salon
düşünürüm. Rönesans, dini
prensiplerin, matematiksel ve
mimari prensiplere
dönüştüğü bir dönemdir.
Modernde ise, hiç salon falan
düşünmem. Mekânı, dansla
birlikte var olan bir yer olarak
görürüm.
Son zamanlarda sıkça
karşılaştığımız "modern,
baleden ileridir" anlayışına
karşı tepkiniz nedir?
pe
cy
Örneğin, Martha Graham'in
yer hareketleri, kalçayı her
türlü kullanabilmek (yani hem
turn-in hem turn-out
kullanabilmek), bütün
basenin nefes almasını
sağlıyor. "Sıkıp bırakma"
("contraction and release")
tekniğinin baleye çok
yardımcı olduğunu fark ettim.
Aldığım modern teknik
derslerinden sonra bale
yaparken kendimi farklı
hissediyordum. Nefes alan
vücut olarak algılıyordum.
Mesela, Jose Limon'un yer
çekimiyle oyun oynamak
üzerine kurulu olan "düşmekalkma" ("fall and recovery")
tekniği, doğal bir teoridir.
Bunda da müthiş bir kendini
bırakabilme vardır. Balede, bu
olguların hepsi vardır, ancak
üstü örtülüdür. Kontrol,
seçicilik ve üstünlük
duygusuna dayalıdır. Esas
hikâye, vücudunuzu tutmaya
ve çok fazla kontrol etmeye
dayalı olduğu için siz tekniği
yanlış yani tutuk bir hikâye
olarak algılayabiliniz.
Moderne gidip pabuçlarınızı
çıkarırsınız. Modernde böyle
bir özgürlüğü yaşayıp sonra
baleye geldiğiniz zaman, o
vücut kendini başka türlü,
çok daha özgür algılıyor. Size
dışardan hiçbir şey
dayatılmıyor. Siz, onu
seçtiğiniz için yapıyorsunuz.
a
ilk defa modern yapan
çocuklar, çok tepki
gösterdiler. Çıplak ayak
basmak ya da yere yatmak
istemediler. Bu tepkiler de,
balenin şartlanmasından
başka bir şey değildi, sanırım.
Sonra, yavaş yavaş her şeye
alışıldı.
Modern için, daha çağı
yakalamıştır diyebilirsiniz. Son
elli yılda bale-modern
alışverişi çok arttı. Hangi
bakımdan "ileri" deniyor?
Teknik açıdan mı? Öyle ise,
baleden daha üstün bir
teknik düşünemiyorum fakat
bunun nasıl verildiği çok
önemli tabii. Kim, nasıl
yaklaşıyor baleye? Bugün,
balede öyle eserler
görüyorsunuz ki,
modernlerden daha çağdaş!
ya da tersi de olabiliyor. Bu
sene dansla hiç ilgisi olmayan
çocuklara bale veriyorum.
Moderne aldığımız çocukların
içinde hiç bale yapmamış
çocuklar var. Baleyi yeniden
keşfediyor vaziyetteyim.
Vücudun işlerliği konusunda
balenin sonsuz bir açıklığı var.
Fakat hocanın kişiliği, ruhsal
yapısı teorinin nasıl verildiğini
çok etkiliyor tabii.
Siz, nasıl bale
öğretiyorsunuz?
Ben çocuklara varoluşlarıyla
ilgili yaklaşıyorum. Onlara
diyorum ki: "Benim
söylediğimi kendinize
maletmeye çalışın,
söylediklerimin
vücudunuzdaki yansımasını
göreyim, varlığınızı
55
buraya gelmiş hocanın o
çocuklarla diyaloğu başka
türlü oluyor. Üstelik öğrenci
göndermek pahalıya geliyor.
Bir öğrencinin gideceği fiyata
bir hoca buraya geliyor ve
üstelik 25-30 kişi
faydalanabiliyor. Kısacası, bu
workshoplar hem daha az
masraflı oluyor, hem de daha
fazla insan yararlanabiliyor.
Kafanızdaki ideal dans
eğitiminden söz eder
misiniz?
Bu organizasyonların
gelişiminden söz eder misiniz
biraz?
Elimde olsa, muazzam
doğaçlama yaptırırdım çünkü
bu yöntemlerle, insanın
gelişebileceğine inanıyorum.
Bir yandan müthiş bir disiplin
gerekli tabii. İdeal bir sistem
içinde bu ikisinin çok iyi
dengelenmesi gerekiyor.
Sahne sanatlarında, ayrıca
sahne üstü faaliyetlerin
olması gerekiyor. Bizim
okulda ve İstanbul'daki genel
sahne fukaralığından dolayı,
bu faaliyetler çok kısıtlı.
İlk başta, kültür dernekleri
yoluyla bazı kısa dönemli
organizasyonlar
yapabiliyorduk. Onlar da
giderek azaldı. İstanbul
Festivali kapsamında gelen
topluluklarla çalışmalar
organize edebilsek, az da
olsa kısa kısa workshoplar
yapabilsek diye düşündüm.
Gördüm ki, bu sistemin okul
içinde işlemesi imkânsız.
Hepsi parça parça gelişti ama
istediğim yoğunlukta olmadı.
Neticede, Aksanat'ın
açılmasıyla her şeyi rahat
programlayabildiğimi
gördüm. Beş yıldır her sene
eylül ayında, çoğunlukla
U.S.I.S'in yardımıyla bir
workshop düzenlenmiş oldu.
Kışın yapabileceğimizden
daha yoğun, meselâ günde
altı saatlik çalışmalar yaptık.
yapılan bu workshop'ın, daha
çok film ağırlıklı ve açıklamalı
bir yönü oldu. Ondan sonra 3
yıl üst üste -Kelly Parsley ve
Molly Maximer'la çalışıldı.
Kelly'lerle olan çalışmalarda
çok güzel şeyler yaşandı,
birçok kapı açıldı. Yepyeni
dünyaların içine girdik. Bu yıl
Temmuz'un başında, yine
North Carolina School of
Arts'dan iki hoca gelecek.
Robert Francesconi,
maskelerle yaptığı doğaçlama
dersini getiriyor, iki haftalık
bu atölyede, eşi Mollie
Murray da caz ve tap dersi
verecek. Keşke eylül ayında
yine bir workshop yapabilsek.
Her sene organizasyona o
kadar güvensiz başlıyorum ki,
"Acaba kaç çocuk gelecek?
Gelmezlerse ne olacak?" gibi
kuşkularla... Workshopların
dışında yararlı olduğuna
inandığım başka bir faaliyet
var. İngiliz Kraliyet
Akademisi'nin (Royal
Academy), profesyonel
eğitim ve dans eğitiminden
oluşan bir programı var. On
yıldır bu sistemi Türkiye'de
oturtmaya çalışıyorum. Özel
okullardan hocalar eğitiliyor,
her yıl seminerlere katılıp
sınava giriyorlar. İçinde
karakteri, moderni ve müziği
var. Öğrencilerin, bütün
duruşlarını, vücutlarını
taşıyışlarını terbiye
edebildikleri çok geniş
çerçeveli bir sistem. Bu kişiler,
sistemin geçerli olduğu 65
ülkede derslere katılmaya ve
çalışma imkânına sahipler.
1987'dedört, beş okulla
başlayan program, şimdi
İzmit, Ankara, Adana'dan
birçok okulun katılmasıyla
yaygınlaştı. Dört hoca
sertifikalarını alıp hocalık
kariyerine adım attılar bile.
pe
cy
a
hissedeyim. Ben söylediğim
için kolunuz burda olmasın.
Doldurun bu yapının içini.
Size formu, şekli, işleyişi
öğreteceğim ama bir robota
öğretmek istemiyorum." ilk
önce vücutlarını
sahiplenmeleri gerektiğini
söylüyorum. Bu da tabii
ruhsal sahiplenmeyle birlikte
gidiyor.
Bildiğim kadarıyla, bu açıkları
kapatacak birçok atölye
çalışması organize ettiniz.
İdealinizdeki dans eğitimine
yaklaşmanın dışında neyi
amaçladınız?
Birincisi, kendim de katılmak
istiyorum. Böyle derslere girip
çıkarak sürekli öğreniyorum.
Bir de esas olarak, atölyeler
aracılığıyla eğitimde yeni
dünyalar ve başka imkânlar
olduğunu gösterip, bunları
sunabiliyorum. Dışarda bir
şey gördüğüm zaman "ah,
keşke bu hocayı alabilsek ya
da keşke bu dersleri oraya
entegre edebilsem" diye
düşünüyorum. Hep böyle
düşündüm. Workshoplar az
da olsa bunu karşılıyor. Bir iki
tane çok yetenekli çocuğu
dışarıya yollamak yerine,
ordan bir hocayı getirmenin
daha yararlı olduğuna kanaat
getirdim. Ayrıca, giden
çocuklar dil bilmedikleri için
çok sıkıntı çekiyorlar. Halbuki,
56
Bu beş sene boyunca kimler
workshop yaptılar?
İlk gelen, New York'ta bayağı
tanınmaya başlamış Peter
Pucci isminde bir koreograftı.
Onunla 3 haftalık bir
workshop yaptık ve Mimar
Sinan Üniversitesi
auditoryumunda sohbete
açık, açıklamalı bir gösteri
düzenledik.Çok ilgi vardı
diyemem ama gelen
çocukların, her seferinde
hayatı değişti. Pucci'den
sonra Alman Kültür
aracılığıyla Almanya'dan
koreograf bir hanım geldi.
Dans tiyatrosu üzerine
Yalnızca atölye
düzenlemiyor, aynı zamanda
eleştiri de yazıyorsunuz.
Türkiye'de dans
eleştirmenliği hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Senelerce eleştiri okudum
tabii ama bunun eğitimini
görmedim. Esas sormamız
gereken, Türkiye'de kim, neyi
değerlendiriyor? Kriter nedir?
Dans, hangi bilgi üzerinden
tenkit edilebilir? Mesela ben,
tenkit etmek yerine bilgi
vermeyi, birtakım ölçekler
koymayı amaçlayan yazılar
yazdım. Eleştiriyi dansın
içinden birinin yapması çok
önemlidir. Bence, dansa ilgi
duyan insanlar, dansçılar,
eleştirmenler, hocalar bir
bağlam oluşturabilmen.
Kopukluk çok yaşanan bir şey
Türkiye'de.
Evet, özellikle basınla dans
arasındaki ilişkide.
Kurumlar arasında da
kopukluk var. Alışverişimizin
son derece az olduğu bir
konservatuar daha var
İstanbul'da. Ankara'yla
ilişkiler de aynı bu şekilde.
Herkes başını kuma
gömüyor. Gene de 20 yıl
öncesine nazaran birbirimize
daha çok vakit ayırabiliyoruz.
Böyle bir kopukluğa karşı bir
projeniz vardı, sanırım. Birçok
dans eleştirmenini bir araya
getirmeyi amaçlıyordunuz.
Ortak bir dans bağlamı
yaratabilecek dansla ilgili
birçok kişi var. Arzu
Öztürkmen, Aylin Kalemli,
Rana Evcim, Nasuh Barın gibi.
Üniversite bitirmiş, dil bilen
ve bir şekilde dansa bulaşmış
akademisyenlerden söz
ediyorum. Bu projedeki
amacım, eleştirmenleri,
akademisyenleri bir araya
getirip bir tartışma platformu
açabilmek.
Türkiye'de modern dans
tarihinin bayağı uzun bir
sürecine tanık oldunuz. Hiç
unutamadığınız, bir kapı açtı
diyeceğiniz bir dans
gösterisi/eser var mı?
1980'in Mayısı'nda Resim
pe
cy
a
Heykel Müzesi'nde, Geyvan
Mc Millen ve benim
parçalarımdan oluşan bir
çalışma yaptık. O operadan
dansçılar getirdi. Ben,
konservatuardaki dansçıları
kullandım. Geyvan'ın orada
yaptığı "Anadolu'da Bir
Gece" adlı parça çok ilginçti.
Aydın Teker gelir gelmez çok
avant-garde bir yerden
başladı ve okuldaki herkes
biraz yabancıladı onu. Ben de
uçtum sevincimden. Herkes
derken, öğrenciler arasından
da çok tepki gösteren oldu.
Aydın'ın derslerine
giremeyenler, parçalarda yer
almayanlar vardı. Onunla
çalışmayı yeğleyenler farklı bir
yolculuğa çıktılar ve ilerici bir
yapıya sahip oldular. Bu
çocuklar, neticede
Turkuaz'da dans edip, daha
sonra Dans Fabrikası'nı
kurdular.
Martha Graham "vücutların
hiç yalan söylemediğine"
inanıyor. Siz ne
düşünüyorsunuz?
Dans öncelikle hareket ve
vücut yoluyla iletişim kurma
sanatıdır. Gündelik
hayatımızda, dile yardımcı
olmak için mutlaka jestlere
(gesture) başvuruyoruz.
Birinin konuşmasını vücut
hareketleriyle daha iyi
algılıyoruz. Vücut yalan
söylemez ve çocuklar
iletişimin bu yönünü çok iyi
algılar. Çocuklar, annelerinin
yaklaşımındaki kızgınlığı,
sıcaklığı ya da yapaylığı
hareketlerinden ve sesinden
hemen anlar ya da yaklaşımın
sıcaklığını, soğukluğunu,
yapay olup olmadığını
sesinden hemen anlar. Çünkü
ses vücut hareketi gibi
gerçeği ifade eder. Vücudun
yalan söylemediği çok
doğrudur. Yaşım ilerledikçe
vücutların, kişiliği ve ruhu ne
kadar yansıttığını
görüyorum
57
TANITIM
Dilek Ö z t e k i n
40 YIL, 40 GECE
Bursa eski bir şehir. Çıkıp sokaklarında dolaşmaya başladığınızda;
bu anaç, dingin, kalender şehir konuşmaya başlıyor.
- Onun dilini anladığınıza emin olunca elbet. I.Ö. II. yy. başlarında, Atussa kentinin
bulunduğu yerde kurulan 'Prusa'nın
'Bursa' adına kaynaklık ettiğini, bunun
Bithynia Kralı Prusias ile de bağlantılı
olduğunu söylüyor, siz yüksekçe bir
yerden onu seyrederken.
pe
cy
a
Asırların getirdiği sindirilmişlik, dinginlik
ve kendine ait zenginlikle; üzerinize
yapışmayan bir samimiyetle konukluyor
sizi. İnsanlarından söz ediyor; insanların
doğallığından, alçakgönüllü oluşlarından.
İklimin, onlar üzerindeki ılıman
etkisinden. Bursa insanı hayata bağlı.
Bursa insanın hayatında kimi değerler yer
almış. Bu, sokaklara sinen bir kimlik belki
de. Duvarlar konuşuyor, yollar, dağ, gök
ağırlığınca bir uyum içinde. Bu uyumdan
sessiz bir övünç duyuyor şehir. Belki de
"Şehr-i dilârâ-yı şuerâ" diye bir yer
olsaydı, bu yer Bursa olurdu. Buket
Uzuner bu işe ne derdi bilmem...
Hem 'doğulu' hem 'batılı' olabilmek,
bizim ülkemizin tarihinde önemli
sorunsallardan birinin göbek noktasını
oluşturmuştur. Neresidir 'doğu', hangi
çizgilerle sınırlandırılır 'batı'ya ait
düşünce? Bu düzlemde Bursa,
geleneksel, yüksek Türk şehir kimliğine
sahip, Roma döneminde gençliğini
bırakmış, 1960'larla birlikte de gerek
siyasal gerekse sosyo-ekonomik
etkenlerle çağdaş/evrensel bir yapı ile
karşımıza çıkan yani yeniden ve yeniden
doğan bir 'şehir'dir.
Bu şehirde, Geleneksel Türk tiyatrosunun
kalbi atmıştır. "İstanbul'dan sonra,
meddahlık sanatının en çok geliştiği şehir
Bursa'dır. XIV. yy.'dan başlayarak, Bursalı
meddahların ünü dört bir yana
yayılmıştır."(1) Peki ya Karagöz?
58
Efsane bu ya, azı gerçek çoğu hayal;
anlatır bizi Karagöz ile Hacivat'ı...
Çalışmak için Bursa'ya gelen Karagöz,
demirci ustasıdır. Hacivat'ın hüneri ise
duvar yapmak. İki usta, Orhan Camii'ni
yapmaya koyulurlar. İki iş bir dalaş,
şakalaşa oynaşa çalışırlarken; Sultanın
kulağına işlerin yavaş yürüdüğü gider.
Güç de olsa inanmak, Sultan Orhan, işin
yavaşladığını düşündüğü için, bu iki
ustanın idamına karar verir. Söylence
söylenceyi doğurur, derler ki Karagöz
hemen idam edilir, Hacivat ise önce
kaçmayı başarır ama sonra yakalanır,
bugün 'Hacivat Köprüsü' diye anılan
yerde idam edilir. Hatta şimdi başında,
heybetli bir selvi vardır... Sultan sonradan
pişman olur; bu, hayalilerin piri Şeyh
Küşterînin kulağına gelir, Küşteri iki suret
aksettirir perdeye...
19. yy.'ın son çeyreğine geldiğimizde,
Bursa'da iki kültür yapısını sıcağı sıcağına
yan yana görüyoruz: Bir yanda
geleneksel, Osmanlı medrese kültürünün
egemen olduğu, alabildiğine dinselliğe
bağlı bir çoğunluk, diğer yanda Osmanlı
aydınlarından, konsolosluk
mensuplarından, lavanten ve yeni
azınlıklardan oluşan elit bir topluluk. Bu
ikinci topluluğun; Bursa'da tiyatroyu
kucaklamış öncü topluluk olduğunu
söyleyebiliriz. Elbette, 'Batılı' diye
nitelendirdiğimiz tiyatronun Ahmet Vefik
Paşa ile başladığını da; yıl 1880'dir ve
Bursa Tiyatrosu açılır: İlk oyun
Merâki'den "La Malade lmaginaire"dir.
Yıllar yılları izler, 1950'li ve 60'lı yılların
kültür-sanat gündeminin önemli bir
maddesini oluşturan 'Bölge Tiyatroları'
üzerine çeşitli tartışmalar yapılmaktadır.
1957 yılında Bursa Devlet Tiyatrosu,
yerleşik olmayan düzende, "3. Selim"
oyunuyla perde açar.
1971 yılında, Bursa'da kültür-sanat adına
önemli bir dönem daha başlar: Devlet
tiyatrosu artık yerleşik düzene geçmiştir.
Yerleşik düzenin ilk müdürü, Ali Cengiz
Bursa Devlet Tiyatrosu'nun "yerleşik düzen öncesi" oynadığı oyunlardan bir sahne..
a
Bu yıl, 40. yılını kutlayan Bursa Devlet
Tiyatrosu'nu, 'müdürlerine yani yönetim
anlayışlarına göre bölümlemek, yerleşik
düzenden bu yana bir omurga çıkarmak
açısından en sağlıklı yöntem.
pe
cy
Çelenk'tir. Çelenk idealist ve hümanist bir
yöneticidir. Disiplinli ve yaratıcı bir çizgi
oluşturur. Repertuvar seçimindeki bilinçli
tutumu ve halkla ilişkilere verdiği önem,
onu başarılı kılan diğer etkenlerdir.
Çelenk'in ölümünün ardından Ziya
Demirel atanır müdürlüğe. Demirel,
eleştirel yanı daha ağır basan bir
tutumdadır. Tarzını tam oturtamadan
görevden alınır. Üçüncü müdür Yalın
Tolga'dır. Tolga, eğitime önem verir. Katı
olmayan bir yöneticilik anlayışı vardır.
Çelenk'in çizgisine yakın bir çizgide
sürdürür müdürlüğünü. Rahatsızlığı
nedeniyle görevini, Ali Cengiz Çelenk'in
eşi Feyha Çelenk'e devreder. Feyha
Çelenk, oyunculuğundaki tutkulu yapısını
yöneticiliğinde de ortaya koyar ve kişilikli
bir çizgi çizer. Repertuvar seçimindeki
başarısı seyirci ile tiyatroyu pek çok yerde
buluşturur. Artık TOBAV dönemi
başlamıştır, seçimle gelen müdür Bora
Özkula'dır. Özkula, tam bir sistem
oturtamamasına karşın, tiyatro niteliği
açısından kaliteli çalışmalara imza
atılmasını sağlamıştır. Görevden alınan
Özkula yerine Emin Gümüşkaya göreve
getirilir. Yaklaşık bir yıldır müdürlük
görevini sürdüren Gümüşkaya'nın
yönetimi üzerine bir şey söylemek için
henüz erken. Ancak cesaretinin onu diğer
müdürlerden farklı kıldığını belirtmek
gerek. Repertuvar seçimi ise durağan ki,
bu da bir tehlike.
Söz konusu bu altı dönem içinde
şüphesiz, Bursa Devlet Tiyatrosu, pek çok
sorun yaşamıştır, yaşamaktadır. Sistem
sorunu, teknik olanak sorunu, giderek
ödenek sorunu, nitelikli oyuncu, bilinçsiz
repertuvar seçimi, dramaturg ve tasarımcı
kadrolarının olmayışı, halkla ilişkilerin ayrı
bir uzmanlık dalı oluşu ve yapılanmada
buna yer verilmemesi, kabaca
sınıflayabildiğimiz sorunlardan. Buna bir
de günümüz insanının yoğun iş
temposunu, gergin geçen günlerini yani
tahammülsüzlüğünü, tüketen kültürü,
alçalan değerleri, paparazzi
programlarındaki büstiyerli ve yarım ağızlı
sunucuların adımbaşı karşımıza çıktığını
eklersek, tiyatronun seslendiği ve
seslenmediği iki kitle arasındaki ayrımın
giderek dev boyutlara ulaştığını
söyleyebiliriz...
Balay ve Erkekli'nin altını hınzırca çizdiği
oyunlarındaki gibi, 'inadına' ulaşıyorsa
tiyatro seyircisine, güç, tiyatronun içinde,
insanın yaratıcılığında ve paylaşımda gizli
demektir. Gizi aramaktan vazgeçmemek
demektir, ortak dili paylaşmaktan,
'simya'dan... En umutsuz anlarda bile
'mısırcı' olmamak gerektir,
farkındalığımıza sahip çıkmak,
kurtuluşumuzdur...
Asırlardır kendini bilgeliğinde gizleyen bu
şehir, görene deniz görmeyene çöl
olmuştur. Derler ki, Simurg-u Anka
burada yaşarmış. Asırlardır fark edenlerin,
etmeyenlere/edemeyenlere direndiği gibi
direnilmiştir burada da. 40 yıl bir de 40
gece vardır kutlanacak. Emeğe emek
katılacak, yola devam edilecek,
paylaşılacak...
Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı
Simurg-u Anka, bilgi ağacının dallarında
yaşar ve her şeyi bilirmiş. Kuşlar Simurg'a
inanır ve onun kendilerini kurtaracağını
düşünerek beklerlermiş. Bir gün,
beklemekten vazgeçip Simurg'un
huzuruna çıkmaya karar vermişler. Ancak
onun Kafdağı'nın tepesinde olan yuvasına
varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak
gerekiyormuş. Yedi vadi üzerinden
uçtukça sayıları an be an azalmış.
Kafdağı'na vardıklarında otuz kuş kalmış.
Simurg'un yuvasını bulunca öğrenmişler
ki, 'Simurg-u Anka', 'otuz kuş' demekmiş.
Onların hepsi de Simurgmuş. Her biri de
Simurgmuş...(2)
(1) Özdemir Nutku, Tarihimizde Kültür
Manzaraları, Kabalcı Yayınları
(2) Ferid'ütdin Attar, Mantık Al Tayr
59
tiyatro
Tiyatro'dan Önce...
Tiyatrodan Sonra..
İNİDİRİM YAPAN KURULUŞLAR
60
havasında, günün her saati hoş
vakitler geçirebilirsiniz.
CAFE SIĞINAK
İndirim: %15
Caferağa Mah. Muvakkithane
Cad. No:30/4 Kadıköy-İst.
Tel: (0216) 349 18 94
Yozlaşma, iletişimsizlik,
üretkensizlik ve sevgisizlik
yağmurunun sağnak haline
geldiği bu topraklarda
sığınabilecek bir yer ararsanız
Sığınak Cafe'deyiz.
ÇATI RESTAURANT
İndirim: % 8
İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın
Sk. No: 20/7 Beyoğlu-İst Tel:
(0212)251 00 00
DARÜZZİYAFE
İndirim: %15
Şifahane Sk. No: 6
Süleymaniye-İst
Tel: (0212) 511 84 14
Türk Musikisi'nin sihirli
nağmelerini dinleyerek
mutfağımızın eşsiz lezzetlerini
tarihi bir mekânda tadabilirsiniz.
Not: C. tesi akşamları saat
8.00-10.00 arası Canlı Fasıl
EL MARIACCHI
İndirim: %10
Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah
Sk. No: 16 Ihlamur-İst
Tel: (0212) 231 28 07
Meksika mutağının tadına
doyulmaz yemeklerini tattınız
mı? Tatmadıysanız o halde El
Marıacchı'ye sizleri bekliyoruz.
FEHMİ BABA ET LOKANTASI
İndirim: %10
Meşrutiyet Cad. No: 33
Galatasaray-İst
Tel: (0212) 293 93 26
FLAMİNGO BAR-REST.
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 15/B
Taksim-İst
Tel: (0212) 235 78 54
Alt kattaki Akşam Barımızda
nefis içecekler üst kattaki
Restaurantımızda zengin mutfak
çeşitleri ile özel günlerinizde tüm
beklentilerinize yanıt verecek ve
dostlarınızla
unutamayacağınız
saatler yaşamak istermisiniz?
Böyle bir ortamı bulamadıysanız
o halde; biz bu ortamı size
yaşatacağız...
Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl
GALATA BAR/MEYHANE
İndirim: %8
Orhan Apaydın Sk. No: 11
Beyoğlu-İst.
Tel: (0212)293 11 39
Her akşam fasıl eşliğinde nefis
yemekleriyle sizlerle.
GARİBALDİ
İndirim: %10
İstiklal Cad. Oda Kule yanı No:1
Beyoğlu-İst
Tel: (0212) 249 68 95
Nostaljik bir ortamda güzel vakit
geçirmek için tek adres Garibaldi.
GOLDEN KYLIN CHINESE
RESTAURANT
İndirim: %15
Receppaşa Cad. No: 5 Taksim-İst
Tel: (0212) 256 36 45
Uzak Doğu'dan gelen esinti
rüzgârlarıyla hoş bir ortamda
hakiki Çin Mutfağını ta­
dabilirsiniz.
GOODFELLAS BAR-REST.
İndirim: %15
Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişli-İst
Tel: (0212) 233 00 36
Şafak Yaprak & Orkestrası
eşliğinde her Salı, Perşembe,
Cuma, C. tesi günleri, Canlı Caz
Müzik dinleyebilirsiniz.
CAFE KİKKA
İndirim: %10
a
et yemeklerinin sunulduğu
zengin menüsü ile sabaha karşı
tadına doyamayacağınız İşkembe
Çorbasıyla son bulan
unutamayacağınız bir gece için
her Çarşamba, Cuma, Ctesi
günleri I. T. Ü. Devlet
Konservatuvarı Yüksek Lisans
öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve
Türk Sanat müziği eşiliğinde
nezih bir ortamda leziz
yemeklerimizi tadarak hoş saatler
geçirebilirsiniz...
Not:: Kredi Kartı geçerli değildir.
BAHAR LOKANTASI
İndirim: %10
İstinye Cad. No: 134 İstinye-İst
Tel: (0212) 277 85 55
BAY BALIKÇI
İndirim: %10
Kefeliköy Cad. No: 14
Kireçburnu-İst
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân.
CAFE LA PORTE
İndirim: %15
Miralay Nazım Sk. No:15
Bahariye-İst.
Tel: (0216) 418 08 59
Alışılagelmişin dışında zengin
menüleriyle sıcak bir sevgi
ortamında buluşalım.
CAFE LEBON
İndirim: %10
İstiklâl Cad. No: 445
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212)252 54 60
CAFE SHOP
İndirim: %10
Bahariye Cad. Miralay Nazım Sk.
No:34 Bahariye-İst.
Tel: (0216) 337 49 20
Fransız Cafelerlnln kendine özgü
pe
cy
SANAT RESTAURANT
İndirim: %10
Balık Pazarı Nevizade Sk. No.23
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0212) 244 13 09
Memnun kalan konuk her zaman
hatırlar, memnun kalmayan
konuk asla unutmaz.
A LA TURKA RESTAURANT
indirim: %10
Cami Meydanı Hazine Sk. No: 8
Ortaköy-İstanbul
Tel: (0212) 258 79 24
Ortaköy'ün ilklerinden. Meydanın
ve boğazın otantik atmosferinde
Türk mutfağının en güzel
örneklerini sunuyor. Üst katında
yer alan ODA "Kişiye Özel Salon"
ise her türlü grup
organizasyonları, seminer,
konferans, toplantı, doğum
günleri, kahvaltılar için sadece
"SİZE ÖZEL"
ALA-TURKA MEŞK REST.
İndirim: %10
Çarşıarkası Sk. No: 32. 1.
Levent-İst
Tel: (0212) 283 45 63
Sıcacık bir ortamda özlediğiniz
tatlarla an-nenizin mutfağı kadar
özenli, sevgi dolu sofralarda
Al-Turka Meşk sizin için alâsıyla.
ASİTANE RESTAURANT
İndirim: %10
Kariye Camii Sk. No: 18
Edirnekapı-İst
Tel: (212) 534 84 14
Osmanlı Saray Mutfağının
doyumsuz lezzetlerini UDI'nin
hoş nağmeleri eşliğinde tatmak
için Asitane de buluşalım.
AŞİYAN RESTAURANT
İndirim: %10
Kalamış Yat Limanı Kalamış-İst
Tel: (0216) 349 55 69
Karides Güveç'te, Balık ve çeşitli
Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18
Erenköy-İst Tel: (0216)411 15
20
Cafe Kikka'da kahve cehennem
kadar karanlık, ölüm kadar güçlü
aşk kadar tatlıdır.
KHALKEDON
RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Münir Nurettin Selçuk Cad.
Kalamış Spor Tesisleri Kadıköy-İst.
Tel: (0216) 349 58 72
Altı yıl boyunca adıyla
özdeşleşmiş, Bizans harabeleri
dekoruyla hizmet veren
Khalkedon Bar bahçesindeki
Viking dekoruyla; restaurant
bölümü ile Grup Tempo eşliğinde
yemek yemeniz ve eğlenmeniz
için Kalamış'ta.
LA BOHEME - ŞAMATA
GARDEN
İndirim: %10
Yalı Sk. No:3 Beşiktaş-İst.
Tel: (0212) 261 75 20
Boğaz manzaralı yazlık
restaurant ve barımızda canlı
müzik eşliğinde uluslararası
mutfağımızdan seçmeleri
tadabilirsiniz.
LE SELECT
İndirim: %20
Manolya Sk. No: 21, Levent-İst
Tel: (0212) 268 21 20
Uluslararası Mutfağı ile Le Select
LITTE CHİNA
İndirim: % 10
1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan
-İst
Tel (0216) 363 50 90
2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş
Merkezi Etiler-İst Tel: (0212) 263
17 15
3. Cevdet Paşa Cad. No:226/5
Bebek
Litte China'larda sunulan
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
Beylerbeyi-İstanbul
Tel: (0216) 321 14 93
SICAK RESTAURANT
İndirim: %10
Keskin Kalem Sk. No: 37
Esentepe -İst
Tel: (0212) 267 38 56
Akdeniz mutfağının seçme
yemekleriyle sıcak bir ortamda
yemek yemek ister misiniz?
TANDOORI RESTAURANT
İndirim: % 20
Alkent Sitesi Tepecik Yolu
Etiler -İst
Tel: (0212) 257 84 79
Türkiye'de ilk ve tek Pakistan
Hint Mutfağı.
TEGİK RESTAURANT
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 20
Taksim-İst
Tel: (0212) 254 66 99
Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve
Japon Mutfaklarından da
örnekler sunan Uzak Doğu
Mekânı. Kore Mutfağını tanımak
isteyenlere özel menü öneriliyor.
Koreden getirilen özel pişerme
üniteli masalarda yer alıyor.
T-BONE STEAK HOUSE REST.
İndirim: %15
İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi)
Küçük Bebek Cad. No: 16K.
Bebek-İst Tel: (0212) 287 05 11
Fransız ve İtalyan Mutfağının
sizlere sunduğu lezzetli ve
değişik yemeklerle hoş bir
ortamda hafta sonu canlı müzik
eşliğinde güzel saatler
geçirebilirsiniz.
TIFFANY T-R-M
İndirim: % 5
Bağdat Cad. 167/3 Küçükyalı-İst.
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân
THE CHINA RESTAURANT
İndirim: % 10 (Gece)
İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı
indirimi)
İndirim: %15 (Gündüz)
İndirim: %10 (Gündüz, kredi kartı
indirimi)
Lamartin Cad. No: 17 Taksim-İst
Tel: (0212) 250 62 63
Sizlere ilk defa Çin mutfağının
lezzetlerini tattıran, 40 yıldır aynı
yerde; aynı kalite ile evinizdeymiş
gibi rahat, huzurlu bir şekilde Çin
mutfağını sevenler veya Çin
mutfağının tatlarını merak
edenler için hizmetinizde.
VAGABONDO'S RESTAURANT
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
AKYÜZ KİTABEVİ
İndirim: %10
Kadıköy İş Merkezi
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216)336 90 81
BAKIRKÖY KİTAP SARAYI
İndirim: %15
Mektupçu Sk. Hacer Apt. No: 8
Bakırköy-İstanbul
Tel: (0.212) 542 48 83
BEYAZ A D A M KİTABEVİ
İndirim: %15
İstanbul Cad. Mor Sümbül Sk.
No: 1/A Bakırköy-İst.
Tel: (0.212) 561 20 92
EVRİM KİTABEVİ
İndirim: %10
Kadıköy İş Merkezi No: 78-106
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216) 347 49 63
DÜNYA AKTÜEL KİTABEVLERİ
• Dünya Tünel Kitabevi
İndirim: %5
İstiklal Cad. No: 496
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 249 10 06
• Dünya Bebek Kitabevi
İndirim: %5
Cevdet Paşa Cad. No: 232/1
Bebek-İstanbul
Tel: (0.212) 265 71 03
• Dünya Nişantaşı Kitabevi
İndirim: %5
Teşvikiye Cad. No: 164/3
Nişantaşı-İstanbul
Tel: (0.212) 247 05 90
• Dünya Kadıköy Kitabevi
İndirim: %5
pe
cy
a
yemekler Çin'in "Cantonese"
bölgesinin özel yemekleri, bu
mutfağı bilenler ve merak
edenler için...
LITTE İTALY BAR-REST.
İndirim: %10
İstiklal Cad. Örs Turistik İş
Merkezi No: 251-253 Kat1/7-8
Beyoğlu -İst
Tel (0212) 243 17 18
MANDRA TAVERNA
İndirim: %10
Ergenekon Cad. No: 73/B
Pangaltı-İstanbul
Tel: (0.212) 241 47 36
MAVİŞ MANTI
İndirim: %10
Yeni Çarşı Cad. No: 76
Galatasaray -İst
Tel: (0212) 249 48 94
MESERRET
CAFE-BAR-RESTAURANT
İndirim: %10
Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4
Tepebaşı -İst Tel: (0212) 244 39
55
Gün Batımında Haliç
sakin bir ortamda sohbet olanağı
hafif müzik.
Çar, Cuma, C.tesi günleri akustik
canlı müzik, günlük gazete,
dergi, kitap okuma olanağı grup
toplantıları ve grup yemekleri için
ayrı bir mekân.
PANE VİNO
İndirim: %10
indirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -İst
Tel: (0212) 248 84 65
Kuzey İtalya mutfağının mevsime
göre üç ayda bir değişen leziz
yemekleri ve sürpriz specıalleri
özel Grappa içeceği eşliğinde.
Not:: Pazar günleri kapalıdır.
PARSIFAL
İndirim: %15
Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst
Tel: (0212) 245 25 88
Vejeteryenler, ağzının tadını
bilenler ve küçük bir serüvene
hazır herkes için Parsifal
Beyoğlu'nda.
RAQUETE RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Sadi Gülçelik Spor Sitesi İstinye
-İst
Tel: (0212) 276 50 87
RİSTORANTE İTALİANO
İndirim: %7
Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ
-İst
Tel: (0212) 247 86 40
ROUTE CAFE 66
İndirim: %15
Osmanağa Mah. Süleymanpaşa
Sk. No:13 Bahariye-İst Tel:
(0216)336 24 66
Geçmişten gelen geleceğin adı.
Not: İndirim Alışveriş Merkezi için
de geçerlidir.
SAHAF CAFE - KÜLTÜR MERK.
İndirim: % 15
Mühürdar Cad. Dumlupınar Sk.
No: 12 Kadıköy-İst
Tel: (0216) 414 42 06
Kitabevi ve cafenin ötesinde
sanatsal-kültürel etkinliklerde
bulunan Sahaf Cafe şimdi de
Ergün-Özcan Tamer
Karaboğalı'nın katkılarıyla okuma
tiyatrosu her pazartesi saat
18.30'da sizlerle
SEAPORT
İndirim: % 10
Yalıboyu Cad. No: 36
Köybaşı Cad. No: 278
Yeniköy -İst
Tel: (0212) 299 00 54
YANYALI RESTAURANT
İndirim: %10
Söğütlüçeşme Cad. Yağlıkçı
İsmail Sk. No:1 Kadıköy-İst.
Tel: (0216) 336 33 33
1919'dan beri Anadolu
yakasında Türk mutfağını
yaşatan Yanyalı; nostaljik salonu,
seçkin kadrosu ile damak zevkine
hitap eden 100'e yakın yemek
çeşidiyle hizmet vermektedir.
K İ T A B E V L E R İ
AFA KİTABEVİ
İndirim: %20
İstiklâl Cad. Bekar Sok. No: 17
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 249 22 18
Kadıköy İş Merkezi
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216) 347 79 06
• Dünya Cağaloğlu Kitabevi
İndirim: %5
Narhbahçe Sk. No: 13
Cağaloğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 513 50 79
• Dünya Capitol Kitabevi
İndirim: %5
Tophanelioğlu Cad. Altunizade
Üsküdar-İstanbul
Tel: (0.216) 391 18 80
• Dünya Swiss Otel Kitabevi
İndirim: %5
Swiss Oteli Maçka
Maçka-İstanbul
Tel: (0.212) 259 02 26
• Dünya Hilton Oteli
Köşk Kitabevi
İndirim: %5
Hilton Oteli Elmadağ
Harbiya-İstanbul
Tel: (0.212) 233 00 94
• Dünya Holliday İn Crown
Plaza Kitabevi
İndirim: %5
Holliday İn Oteli
Ataköy-İstanbul
Tel: (0.212) 559 11 95
• Dünya Maltepe Kitabevi
İndirim: %5
Maltepe Sahil Yolu S Plajı
İstasyon yanı
Maltepe-İstanbul
Tel: (0.216) 442 09 50
• Dünya Borsa Kitabevi
İndirim: %5
I.M.K.B. Binası
Maslak-İstanbul
GENÇLİK KİTABEVİ
İndirim: %10
Mühürdar Cad. No: 68
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216) 337 96 05
MEFİSTO KİTABEVİ
İndirim: %15
İstiklâl Cad. No: 173
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 293 19 09
SİNEMALAR
AFM (Nişantaşı) Tel: 230 94 38
AKMERKEZ (Etiler)Tel: 282 05 05
ALMAN K. M. Tel: 249 45 82
APOLLON Tel:(0216)362 51 00
AS (Harbiye) Tel: 247 63 15
AS (Kadıköy)Tel: (0216) 336 00 50
ATLANTİS Tel:(0216)418 26 56
ATLAS Tel: 252 85 76
AVŞARTel: 583 14 97
BAHARİYE Tel: (0216)414 35 05
BAKIRKÖY 74 Tel: 572 04 44
BEYOĞLU Tel: 251 32 40
BROADWAY Tel: (0216) 3461481
CAPİTOL Tel: (216) 310 06 16
CAROUSELTel: 571 83 80
DÜNYATel:249 93 61
EMEK Tel: 293 84 39
FİTAŞ Tel: 249 01 66
FRANSIZ K.M Tel: 249 07 76
GALLERİA PRES.Tel:560 72 66
GAZİ Tel: 247 96 65
GÜNEY Tel: (0216) 354 13 88
HAKAN Tel: (0216) 337 96 37
İNCİ Tel: 240 45 95
İNCİRLİ Tel: 572 64 39
KADIKÖY Tel:(0216)337 74 00
KENT Tel: 241 62 03
LALE Tel: 249 25 24
MODA Tel: (0216) 337 01 28
OSCARTel:(0216)390 09 69
PARLIAMENT Tel: 263 18 38
PERA Tel: 251 32 40
PRINCESS Tel:285 06 95
PRINCESS Tel:227 91 47
PYRAMIDTel:(0216)348 01 50
REKS Tel: (0216) 336 01 12
RENK Tel: 572 18 63
SİNEPOPTel: 251 11 76
SİTE Tel: 247 69 47
SÜREYYA Tel:(0216)336 06 82
KİTABEVLERİ
ABC Kitabevi
İstiklal C. 461 Beyoğlu
Tel: (212) 249 24 14
Acar Kitabevi
1- Bağdat C. 374
Şaşkınbakkal
Tel. (216)358 20 51
2-Moda C. 102 Kadıköy
Tel. (0216)338 53 47
3- Bağdat C. Yolaç İş Mrk.
No: 68-Kızıltoprak
Tel. (216)338 53 73
Adam Kitabevi
İstanbul C. Morsümbül S.
No: 1-Bakırköy
Tel. (212)571 96 54
Afa Kitabevi
İstiklale. Bekar S. 17 Beyoğlu
Tel. (212)249 22 18
Akademi Kitabevi
Akkavak S. 2 - Nişantaşı
Tel. (212)248 43 96
Akyüz Kitabevi
Kadıköy İş Merk.
Tel. (216)336 90 81
Alkım Kitabevi
Kadıköy Çarşısı Orta Kat
101-Kadıköy
Tel. (216)349 40 75
Arion Kitabevi
Sıraselviler C. 1 Taksim
Tel. (212)243 23 70
Arşiv Kitabevi
Bahariye C. 86/2 Kadıköy
Tel. (216)338 43 12
Bakırköy Kitap Sarayı
Gençler C. 8 Bakırköy
Tel. (212)583 09 03
Boğaziçi Kitabevi
Nispetiye C. 70 Etiler
Tel. (212)265 47 52
Dünya Aktüel Kitabevi
İstiklal C. 469 Beyoğlu
Tel. (212)251 91 96
Dünya Bebek Kitabevi
Cevdet Paşa C. 232/1 Bebek
Tel. (212)265 71 03
Evrim Kitabevi
Kadıköy İş Mrk. 78-106
Kadıköy
Tel. (216)347 49 63
Gençlik Kitabevi
Mühürdar C. 68 Kadıköy
Tel. (216)337 96 05
Germinal Kitabevi
Halaskargazi C. 309 Şişli
Tel. (212)241 07 09
Gözlem Yay. Kitabevi
Atiye S. Polar Ap. 12/6
Teşvikiye
Tel. (212)240 41 44
Hamlet Kitabevi
Sıraselviler C. 15 Taksim
Tel. (212)244 26 01
Homer Kitabevi
Yeni Çarşı C. 28/A
Galatasaray
Tel. (212)249 59 02
Kabalcı Kitabevi
Ortabahçe C. 22/4 B.taş
Tel. (212)261 31 24
Kadıköy Kitabevi
Kadıköy İş Mrk.-Kadıköy
Tel. (216)347 52 81
Mefisto Kitabevi
İstiklale. 173-Beyoğlu
Tel. (212)293 19 09
Genç Mefisto Kitabevi
Muvakkıthane C.15 K.köy
Tel. (216)414 35 19
Metropol Kitabevi
İstiklale. 140/46 Beyoğlu
Tel. (212)245 70 34
Net Kitabevi
Galleria Ataköy
Tel. (212)559 09 50
İstiklal Cd. No: 79/81
Beyoğlu
Tel. (212)293 07 59-60
Nezih Kitabevi
1-Bağdat C. 378 Ş.bakkal
Tel. (216)356 56 10
2-Mühürdar C. 40 K.köy
Tel. (216)345 31 11
Pan Kitabevi
Barbaros Bulvarı 74/4
Beşiktaş
Tel. (212)261 80 72
Pandora Kitabevi
Büyükparmakkapı S. 3
Beyoğlu
Tel. (212)245 16 67
Pentimento Art Shop
İstiklal C. 140/3 Beyoğlu
Tel. (212)293 39 59
Pera Orient Kitabevi
Aznavur Pasajı Yapı Kredi
Karşısı-Beyoğlu
Polat Kitabevi
Ankara C. 105 Cağaloğlu
Tel. (212)513 50 93
Remzi Kitabevi
1-Servili Mescit S. 3
Cağaloğlu
Tel. (212)511 69 16
2-Akmerkez Etiler
Tel. (0212)282 02 45
Robinson Crusoe Kit.
İstiklal C. 389-Beyoğlu
61
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
Tel. (212)293 69 68
Saka Kitabevi
Eski Yıldız C. 12 Beşiktaş
Tel. (212)260 12 79
Simurg Kitabevi
Hasnun Galip S. 2/A
Beyoğlu
Tel. (212)243 63 77
SANAT GALERİLERİ
Tel: (0212) 261 45 09
Nüans Sanat Merkezi
Valikonağı C. Şakayık S.
No: 40 Kat 5 Nişantaşı
Tel: (0212) 234 40 44
Özden Sanat Galerisi
SporCd. 130/3-Maçka
Tel: (0212) 260 44 28
Pavo Sanat Evi
Yoğurtçu Parkı C. 62/3
Kadıköy
Tel: (0216) 338 99 83
Seven Sanat Galerisi
1-Moda C. 66 Kadıköy
Tel: (0216) 345 56 16
2-Şakayık S. 37 Teşvikiye
Tel: (0212)230 39 80
Gözlem Sanat Galerisi
Atiye Sk. 12/6-Teşvikiye
Tel: (0212)240 41 44
Güntay Sanatevi
Cemil Topuzlu C. Sosyal
Ap. 2/1-Feneryolu
Tel: (0216) 386 88 98
Hobi Sanat Galerisi
V.konağı C. Pas. 73 N.taşı
Tel: (0212) 225 23 37
Kadıköy Belediyesi
Caddebostan K. ve S. M.
Haldun Taner S. C.bostan
Kare Sanat Galerisi
Atiye Sk. 12/2-Teşvikiye
Tel: (0212) 240 44 48
Mine Sanat Galerisi
SokulluSk.l-Kadıköy
Tel: (0216)345 64 40
Mozaik Fotoğraf Turizm
Kültür ve Sanatevi
Söğütlü Çeşme C. 160/1
Şeyda Ap. Kadıköy
Tel: (0216)418 08 48
Mutlu Sanat Odası
General Necmettin Öktem
Sk. 13/1-Erenköy
Tel: (0216) 355 35 87
Nadya Sanat Galerisi
Gazi Evranos C. 33
Yeşilköy
Tel: (0212) 573 81 93
Restorasyon Atölyesi
Ece Ap. 73-75/1-Teşvikiye
a
Ares Sanatevi
Iğrıp Sk. 24-Fenerbahçe
Tel: (0216) 345 11 62
Asmalımescit Sanat Gal.
Sofyalı Sk. 5 Tünel
Tel: (0212) 249 69 79
A.K.M Sanat Galerisi
Taksim-İstanbul
Tel: (0212) 251 56 00
Bilim Sanat Galerisi
Mühürdar C. Akmar
Pasajı 70/1 Kadıköy
Tel: (0216) 349 26 10
BM Çağdaş Sanat Merk.
Akkavak Sk. 1/1-Nişantaşı
Tel: (0212) 231 10 23
Ekol Sanat Galerisi
Bakraç Sk. 35/A Cihangir
Tel: (0212)293 06 17
Eylül Sanat Galerisi
Akkirman S. 59 Nişantaşı
Tel: (0212) 231 69 56
Exdusive Sanat Merkezi
Bağdat Cad. 449 Suadiye
Tel: (0216) 363 75 94
Fransız K.M. San. Gal.
İstiklal Cd. 8-Taksim
Tel: (0212) 252 02 62
Galeri Art Inter Cultura
İstiklal Cd. 373-Beyoğlu
Tel: (0212) 243 29 18
Galeri B
Hüsrev Gerede C. Fırın Sk.
2/1 -Teşvikiye
Tel: (0212) 227 03 63
Galeri Matyatlı
Sanat ve Kültürevi
İstiklal C. Saka Salim Çık.
Kısmet Han. 3/1-Beyoğlu
Tel: (0212)244 15 91
Galeri Nev
Maçka C. 33/B-Maçka
Tel: (0212) 231 67 63
Galeri Replica
Cami Sk. Deniz Ap 3/3
Erenköy
Tel: (0216) 358 60 95
Galeri SZ
Kalıpçı Sk. Büyük
Bayraktar Ap. Teşvikiye
Tel: (0212) 230 17 45
Galeri Vinci
Ihlamur Yolu 1 Teşvikiye
Tel: (0212) 233 06 19
Galeri Artist
Otim Kar. Yeşil Çimen C.
Tel: (0212) 227 68 52
Garanti Bankası San. G.
H.gazi C. 36 Şişli
Harikulade ortam
ve manzara
Her gün canlı süper müzik
Salacak Sahil Yolu No: 41
Üsküdar
Tel: (0216)341 04 03
334 40 46
PROGRAM
19.00
Sabancı Kül. M r k .
Açılış-Oyunlardan Ö r n e k l e r
6 Haziran'97 Cuma
19.00
AÇILIŞ
O n l a r ve Biz (Drama Gös.)
7 Haziran ' 9 7 C.tesi
11.00
Sanat Sokağı
M u t l u l u k l a r Ülkesi (Ç. O.)
7 H a z i r a n ' 9 7 C.tesi
14.00
Sabancı Kül. M r k .
M u t l u l u k l a r Ülkesi (Ç. O.)
7 Haziran'97
17.30
Sabancı Kül. M r k . T e n e k e Şövalyeler (Ç.O.)
7 H a z i r a n ' 9 7 C.tesi
21.00
Sabancı Kül. M r k .
8 H a z i r a n ' 9 7 Pazar
19.00
Sanat Sokağı
9 H a z i r a n ' 9 7 P.tesi
10.00
Sabancı Kül. M r k .
Bir Elin Nesi V a r İki Elin Sesi V a r (Ç. O.)
9 H a z i r a n ' 9 7 P.tesi
19.00
Sanat Sokağı
G ö k y ü z ü n ü n Ö b ü r Ucu (Drama Gös.)
10 H a z i r a n ' 9 7 Salı
19.00
Sanat Sokağı
T e p k i 1 8 7 6 (Drama Gös.)
11 H a z i r a n ' 9 7 Çarş.
19.00
Sanat Sokağı
O y u n c a k l a r (Drama Gös.)
12 H a z i r a n ' 9 7 Perş.
19.00
Sanat Sokağı
Fırka-i A m e l i y e (Drama Gös.)
13 Haziran ' 9 7 C u m a
19.00
Sanat Sokağı
Fotoğraflar (Drama Gös.)
14 H a z i r a n ' 9 7 C.tesi
19.00
Fethiye Caddesi
Tepki 1 8 7 6 (Drama Gös.)
15 Haziran ' 9 7 Pazar
12.00
S a b a n a Kül. M r k .
Yaşasın Barış (Ç.O)
15 Haziran ' 9 7
14.30
Sabancı Kül. M r k .
Yaşasın Barış (Ç.O)
Pazaraziran ' 9 7 Pazar
17.30
Sabancı Kül. M r k . T e n e k e Şövalyeler (Ç.O.)
1 5 H a z i r a n ' 9 7 Pazar
21.00
Sabancı Kül. M r k .
"O"
17 H a z i r a n ' 9 7 Salı
19.00
Fevziye Parkı
Fırka-i A m e l i y e (Drama Gös.)
18 H a z i r a n ' 9 7 Çarş.
19.00
Fevziye Parkı
O y u n c a k l a r (Drama Gös.)
20 H a z i r a n ' 9 7 C u m a
19.30
Sabancı Kül. M r k .
Sevgi Çiçekleri (Gençlik Oyunu)
21 H a z i r a n ' 9 7 C.tesi
13.00
Sabancı Kül. M r k .
Genç P a r m a ğ ı m Kör G ö z ü m e (G. O.)
21 H a z i r a n ' 9 7 C.tesi
17.00
Sabancı Kül. M r k .
Kuvayi Milliye (Şiir Drama)
2 1 H a z i r a n ' 9 7 C.tesi
21.00
Sabancı Kül. M r k .
Yeniden Yaratma
22 H a z i r a n ' 9 7 Pazar
19.00
Sabancı Kül. M r k .
Sertifika T ö r e n i - Kapanış
cy
5 Haziran ' 9 7 Perş.
C.tesi
pe
62
SERAGLİO BAR
Azizname'95
Fotoğraflar (Drama Gös.)
cy
pe
a
pe
cy
a