a pe cy a cy pe a pe cy cy pe a a cy pe a cy pe MitosBOYUT Yayınları Cilt l Bertolt Brecht Kutsal Kitap/Baal (1919)/Baal (1922)/Baal'in Yaşam Öyküsü/Gecede Trampet Sesleri/Düğün/Dilenci veya Ölü Köpekler/Şeytan Kovma/Lux Tenebris'te/Balık Avı/Ova Bütün Oyunları Çalılık/Kentlerin Çalılığında/İngiliz Kralı İkinci Edward'm Yaşamı/ Adam Adamdır (1926)/Adam Adamdır (1938) Cilt 2 Cilt 3 Üç Kuruşluk Opera/Mahagonny/Mahagonny Kentinin Yükselişi ve Düşüşü/Lindberglerin Uçuşu/Anlaşma Üzerine Badener Öğreti Oyunu/ Evet Diyen/Evet Diyen Hayır Diyen/Önlem (1930) / Önlem (1931) Cilt 4 Versiyonları ile birlikte 59 oyun, Mezbahaların Kutsal Johanna'sı/Kuraldışı ve Kural/ Ana (1933) / Ana (1938) • Geniş ve ayrıntılı açıklamalar, Cilt 5 • Oyunlar üzerine Brecht'in yazıları, Sivri Kafalılar Yuvarlak Kafalılar / Yuvarlak Kafalılar Sivri Kafalılar • Toplamı, yaklaşık 5000 sayfa, Cilt 6 • Bez cilt, kuşe şömiz Küçükburjuvanın Yedi Ölümcül Günahı / Horatier ve Kuriater / Carrar Ananın Silahları / III. Reich'ın Korku ve Sefaleti. Copyright, Suhrkamp Verlag Türkiye Yayın Hakları, TEM Ltd. Cilt 7 Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Gelileo (Amerika Metni)/Galilei'nin Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin Fiyati Nedir. Cilt 8 a Birinci Kitap: Cesaret Ana ve Çocukları / Lukullus'un Sorgulanması (1940)/ Lukullus'un Sorgulanması (1951)/Lukullus'un Mahkûmiyeti/Sezuan'ın İyi İnsanı. Cilt 9 Puntila Ağa ve Uşağı Matti / Arturo Ui'nin Yükselişi/ Simone Machard'ın Düşleri. pe cy Cilt 7 Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Gelileo (Amerika Metni)/ Galilei'nin Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin Fiyatı Nedir. (Çeviren: Ahmet Cemal) İkinci Kitap: Cilt 10 Schweyk (Çev. Yücel Erten) / Malfi Düşesi. (Çev. Filiz Ofluoğlu) Üçüncü Kitap: Cilt 8 Cesaret Ana ve Çocukları (Çev. Ayşe Selen) / Lukullus'un Sorgulanması (1940)/'Lukullus'un Sorgulan ması (195l)/Lukullus'un Mahkûmiyeti (Çev. Ahmet Cemal) /Sezuan'ın İyi İnsanı (Çev. Prof. Özdemir Nutku) YENİ Cilt 10 Schweyk İkinci Dünya Savaşında / Malfi Düşesi. Cilt 11 Kafkas Tebeşir Dairesi / Sofokles'in Antigone'si. Cilt 12 Komün Günleri / Lenz'in Saray Danışmanı / Gerhart Hauptmann'ın Kunduz Kürkü ve Kırmızı Horozu. Cilt 13 Coriolanus/Anna Segers-Rouen'li Jeanne D'Arc'ın Davası (1431)/ Turandot veya Aklayıcıların Kongresi/Moliere'in Don Juan'ı/Ziller ve Davullar. KİTAPLAR 1. Turgay NAR / TOPLU OYUNLARI 1 Çöplük/ Şehrazat'ın Oyunu /Kuyu /Terzi Makası. Genç yazarın yayınlanmamış, ikisi kısa, 4 oyunu. (186 Syf., 1. hamur, 500.000 TL) 2. Eugene IONESCO / TOPLU OYUNLARI 2 Kel Şarkıcı (Kel Kantocu /Ders. (Çev. Prof. Hasan Anamur) Absurd tiyatronun ilk iki örneği; Fransa'da iki oyunun da 30 yıldır gösterimi, aralıksız, sürüyor. (120 Syf., 1, hamur, 350.000 TL) 3. Ali BERKTAY / TİYATRO-DEVRİM ve MEYERHOLD 20. yüzyıl tiyatrosunun büyük kuramcısı Meyerhold'un yazmış olduğu tek kitap "Tiyatro" ile onun tiyatro kuramına ait açıklamaları, görüşleri, yazıları, yaşamı ve yaşamının trajik sonuna ait 1989'da Rusya'da açıklanmış yeni belgeler birarada. (480 Syf., 850.000 TL) 4 Tamer LEVENT / YA TUTARSA İmgesel bir uzamda geçen oyunda, Nasreddin Hocamız, Don Kişot, Mahabarata Destanı kahramanları ile hoşgörünün, barışın, erdemin yolunu gösteriyor. (60 Syf., 300.000 TL) MitosBOYUT Yayınları / TEM Yapım Yayıncılık Ltd. Şti; Ağa Çırağı Sok. 7/2 Gümüşsuyu-80090, İST. Tel. 249 87 37/38 - Fax. 249 02 18 Sahibi: Tiyatro Yapım Yayıncılık Ilgın Sönmez, Nevra Savcılıoğlu Tasarım: Yeşim Demir Teknik Tiz. ve San. Ltd. Şti adına: Cemal Tiyatro Müdür: Demirkanlı Genel Yayın Yönet Murat Güler meni: Dikmen Gürün Sorumlu Nalân Özübek Yazı Mustafa İşleri Müdürü: Koyuncuoğlu. Fakiye A. Redaksiyon: Katkıda Hakan Bulu Cücenoğlu, Özsoysal Davas, Yazarlar: Sorumlusu: Tuncer nanlar: Demirkanlı Yayın Koordinatörü Emre Kulübü Çavuş, Gürel, Aslı ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah. Nuray Lale Hukuk Danışmanı: Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir- Fikret Ergin İlkiz Dağıtım: Ofset Hazırlık: Yapım Abone Dilek Baskı: Bedeli: Memet Baydur, Ahmet Cemal, Öztekin, Öykü Potuoğlu, Coşkun Kurumlar Ahmet Levendoğlu, Tunçtan, 3.500.000.- TL Yazı İşleri: Lale Ulutepe Grafik Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. Dizgi: Erkut Arıburnu Ahmet 80060 İstanbul Telefon: (0.212) Tiyatro 293 72 77 Fax: (0.212) 252 94 Stil Matbaası 14 3.000.000. - Yapım 655 248 Banka Hesap Bedeli: No: T.İş Bankası, Cihangir Şb. Abone Posta 197 245 Çeki No: Tiyatro Yapı Kredi Bankası, Cihangir Şb. 1001388-8 HAZİRAN 97 SAYI 71 250.000. tiyatro A Y L I K T İ Y A T R O D E R G İ S İ EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S.11 HABERLER/S. 12 AMATÖR TİYATRO: BİR MUHALİF SÖYLEM Aslı Davas-Hakan Gürel-Lale Ulutepe I S.14 LİMON YAZILARI Memet Baydur/ S. 19 a SÖYLEŞİ: KENAN IŞIK'LA ŞEHİR TİYATROLARI'NIN BİR YILI ÜZERİNE Mustafa Demirkanlı/ S. 20 cy İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu/ S. 23 TİYATROCULARA VE TİYATROSEVERLERE BİR ÖNERİ Tuncer Cücenoğlu/ S. 24 pe MÜZİĞİN KALBİ İSTANBUL'DA ATACAK Nevra Savcılıoğlu/ S 31 PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 41 PARİS'TE MEVSİM SONU Coşkun Tunçtan/ S 42 HEINER MÜLLER'İN SOKAKLARI Öykü Potuoğlu/ S. 46 DENEYSEL ÇALIŞMALAR, İZLEYİCİ VE ELEŞTİRMEN Fakiye Özsoysal Çavuş/ S. 49 SÖYLEŞİ: IŞIL KASAPOĞLU - TÜRKİYE'NİN 4. KURUMSAL TİYATROSU İZMİT'TE KURULDU Emre Koyuncuoğlu/ S. 52 SÖYLEŞİ: ŞEBNEM AKSAN - DANS GÖZLERİ DEĞİL, DUYGULARI DOYURMALI Öykü Potuoğlu/ S. 54 40 YIL, 40 GECE Dilek Öztekin/ S. 58 TİYATRO'DAN ÖNCE, TİYATRO'DAN SONRA/S. 60 9 p a y c e EDİTÖRDEN Dikmen Gürün Ankara Ekin Tiyatrosu, 5442 sayılı II İdaresi Yasası'nın 11/C ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası'nın 11/C ve 3715 sayılı Terörle Mücadele Yasası'nın 8. maddelerine göre "Memleket Hikayeleri''ni Diyarbakır, Batman, Adıyaman, Sivas, Bolu, Balıkesir, Tavşanlı, Kastamonu ve Vezirköprü'de gösterime sunamadı. Yine 5442 sayılı II İdaresi Yasası'nınl 1/C maddesi ile 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'nın 17. maddesi ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Yasası'nın Ek-1. maddesi gereğince AST'ın "İnadına Yaşamak" adlı oyunu Afyon'da yasaklandı. pe cy a Tiyatro Stüdyosu, 30 Mayıs günü yaptığı bir basın toplantısıyla yaklaşık 15 ay önce geçirdiği yangının ardından, yeniden tiyatro ve kültür hizmetine kazandırmayı tasarladığı eski Odeon Sineması'nın onarımının Üsküdar Belediyesi ve Kültür Bakanlığı'nca çeşitli yollardan engellendiğini kamuoyuna duyurdu. Çağdaşlık düzeyini yakalayamamış toplumlarda devlet-tiyatro ilişkisinden kesitler... Yasaklar, engellemeler. Ne yazık ki tiyatro yaşamımız bu örneklerle doludur.Tiyatroya uygulanan her tür baskı, elbetteki onun devingen yapısından kaynaklanmakta. İnsanların tiyatro yoluyla bilinçlenmesi, yaşamı gözlemlemesi, sorgulaması çağdaş toplum olmanın koşullarından biri. Bu gerçeğe karşı çıkan yönetimlerde çağdaşlığa açılan kapıların örtülmesi ise kaçınılmaz. Son günlerde yaşanan bu üç örnek bir kez daha gösteriyor ki, Tiyatro Yasası'nın en kısa sürede yaşama geçmesi kaçınılmazdır. Partiler üstü bu yasa, sanat kurumlarının yönetim çarkı içinde baskı ve sansür mekanizması ile yüzleşmesini engelleyecek, sanat kurumlarının her tür siyasal esintiden etkilenmesini önleyecektir© 11 HABERLER... Meyerhold Tiyatrosu Halk Oyuncuları, İstanbul Fransız Enstitüsü ve İTÜ Oyuncuları'nın ortaklaşa gerçekleştirdikleri etkinlik çerçevesinde, Meyerhold Tiyatrosu hakkında dünyadaki sayılı uzmanlardan biri olan Beatrice Picon-Vallin, 7-8 Haziran, saat 14.00'te İTÜ Gümuşsuyu-Makine Mühendisliği Fakültesinde iki konferans verecek. Sunuş konuşmasını Ayşe Emel Mesçi'nin yapacağı konferanslarda, Beatrice Picon-Vallin, Meyerhold'un yüzyıl başının çalkantıları ve Ekim Devrimi ile iç içe geçen sanat yaşamını, tiyatro anlayışını, belgesel film ve dia gösterisi eşliğinde anlatacak. pe cy Kocaeli Bölge Tiyatrosu'nun düzenlediği 4. Drama Semineri 5-22 Haziran tarihleri arasında Kocaeli Sabancı Kültür Merkezi, Sanat Sokağı, Fethiye Caddesi ve Fevziye Parkı'nda gerçekleştirilecek. Bu yıl 4. düzenlenen Drama Seminerlerinin gösteri programında Drama gösterisi olarak; "Onlar ve Biz", "... Fotoğraflar", "Gökyüzünün Öbür Ucu", "Tepki", "Oyuncaklar", "Fırka-i Ameliye", "Tepki 1876", "Mutluluklar Ülkesi", Kuvayi Milliye". GençliK Oyunu olarak ise, "Sevgi Çiçekleri", "Genç Parmağım Kör Gözüne" oyunları sergilenecek. Programın çocuk oyunları bölümünde de, "Mutluluklar Ülkesi", "Teneke Şövalyeler", "Yaşasın Barış" oyunları izlenebilir. İzmitli tiyatroseverler 4. Drama Semineri Gösteri bölümünde ayrıca "O", "Azizname 95" ve "Yeniden Yaratma" oyunlarını izleme olanağını bulacaklar. Kocaeli Bölge Tiyatrosu 4. Drama Semineri Gösterileri 22 Haziran'da Sabancı Kültür Merkezi'nde yapılacak sertifika töreni ile sona erecektir. Tiyatrosu'nu kuran Strehler, tiyatroyu salt bir eğlence olarak değil toplumsal ve politik bir açıdan ele aldı. Klasik biçimleri zorlayarak bir ekol yaratan sanatçı, 1972'de Paris'te Teatro d'Europa'yı kurdu. Özellikle Goldoni, Shakespeare ve Brecht uyarlamalarıyla ün kazandı. Çağdaş tiyatronun bu "efsane" yönetmeni ödül almak üzere İstanbul'daydı. Onur Ödülü'nün diğer sahibi yalnız oyunculuk gücüyle değil, yönetmenliği ve 37 yıldır sürdürdüğü eğitmenliği ile Türk tiyatrosuna büyük katkıları olan Devlet sanatçısı Yıldız Kenter, ödülünü ingiltere tiyatrosunun büyük ismi Diana Rıgg' den aldı. a Kocaeli Bölge Tiyatrosu 4. Drama Semineri Tiyatro Festivali Ödüllen verildi Bu yıl kuruluşunun 25. yılını kutlayan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali ilk kez "Onur Ödülü" verdi. Onur Ödülleri, çağdaş tiyatronun yaşayan birkaç ustasından biri, Georgio Strehler'e, Türk tiyatrosunun ünlü sanatçısı Yıldız Kenter'e ve bu yıl kuruluşunun 50. yılını kutlayan dünyanın saylılı tiyatrocularından birine, Pıccolo Teatro di Milano -Teatro D'Europa'ya verildi. Günümüz tiyatrosunun en önemli ustalarından biri olan Strehler, tiyatro yaşamına oyuncu olarak başladı. 1947'de Paolo Grassi ile birlikte Piccollo 12 9-10 Haziran tarihlerinde ise Beatrice Picon-Vallin Fransız Kültür Merkezi salonunda (saat 19.00'da) "Tiyatro ve Sinema - Tiyatro Yapıtlarının Ekrana Aktarılması" konulu iki konferans verecek. Bu konferanslarda Fransa'da son 20 yılın en önemli tiyatro yönetmenlerinin (P.Brook, A. Mnouchkine, A. Vitez) yapıtlarından parçalar da gösterilecek. Meyerhold Tiyatrosu üzerine yıllardır çalışan Ayşe Emel Mesçi de 20-30 Haziran tarihleri arasında İTÜ Oyuncuları ili birlikte ve dışarıdan isteyenlerin de katılabileceği "Meyerhold Oyunculuğu" ve "Biyomekanik Teknikleri" başlıklı bir work-shop yapacak. Çalışmanın sonucu kısa bir gösteri halinde, 30 Haziran'da seyirciye sunulacak. Atatürkçü Düşünce Derneği Tiyatro Ödülleri 19996-97 tiyatro sezonunda İstanbul'da sergilenmiş olun Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızın öncesi ya da sonrasını işleyen ve ülkemizin içinde bulunduğu duruma Mustafa Kemâl düşüncesi doğrultusunda katkı sağlayan oyunları ve sanatçıları değerlendirmek üzere verilen Atatürkçü Düşünce Derneği Tiyatro ödülleri 15 Mayıs gecesi Ankara Küçük Tiyatro'da düzenlenen tören ve kokteylle sahiplerini buldu. Prof. Dr. Necla Arat, Hayati Asılyazıcı, Semih Balcıoğlu, Ataol Behramoğlu, Tuncer Cücenoğlu, Nail Güreli ve Meriç Velidedeoğlu'ndan oluşan Seçici Kurul'un değerlendirmeye aldığı oyunlar ve sanatçılar: Jüri Özel Ödülü: Dinçer Sümer, jüri Özendirme ödülü: Füsun Kostak, Nilgün Bicioğlu (Söylev), Jüri Özendirme Ödülü: Eskişehir Tiyatro Kumpanyası (Nâzım Hikmet'in Kuvayi Milliye Destanı), En Başarılı Işık Düzeni: Yüksel Aymaz (Kuvayi Milliye Kadınları), En Başarılı Dekor-Giysi: Osman Şengezer (Kuvayi Milliye Kadınları), En Başarılı Afiş: Mengü Ertel (Kuvayi Milliye Kadınları), En Başarılı Müzik: Nedim Otyam (Kuvayi Milliye Kadınları), En Başarılı Erkek Oyuncu: Ali Düşenkalkar ( Söylev), En Başarlı Yönetmen: Şakir Gürzumar (Kuvayi Milliye Kadınları), En Başarılı Yapım ve En Başarılı Oyuncu: Tiyatro Ayna-Dilek Türker (Kuvayi Milliye Kadınları), En Başarılı Yazar: Nezihe Araz (Kuvayi Milliye Kadınları) Açıklama: 69. sayımızda, "Samsun'da Yeni Bir Özel Tiyatro" başlıklı haberdeki eksiklikler, yanlış anlaşılmaya neden olmuştur. "'Tiyatro Tiyatro' isimli gurup 25 Mayıs 1996'da kurulmuş olup, kurucuları; Kemalettin Akgün, Cihangir Dülger ve Yaşar Gündem'dir. Gurup 9596 sezonunda 'İstanbul Müzikali'ni, 96-97 sezonunda ise 'Batakhane Güzeli' ve 'Eyvah Kütüphaneye Cadı Geldi' oyunlarını sergilemiştir. 'İçinden Tranvay Geçen Şarkı' ise 97-98 sezonunun ilk oyunu olarak perde açacıktır." Cemal Reşit Rey 1. Uluslararası Boğaziçi Festivali 14 Haziran'da aralarında ülkenin önde gelen caz ustaları olan Kerem Görsev, Aydın Esen, Ali Perret, Önder Focan, Neşet Ruacan, Ercümen Ateş, Can Kozlu, Cem Aksel, Ateş Tezer, Selçuk Sun, Gürol Ağırbaş ve Yahya Dai'den oluşan "Türk Caz Ustaları" cazseverlere müthiş bir caz konseri verirken, 15 Haziran'da Türkiye'nin en sevilen rock grubu Bulutsuzluk Özlemi, hayranlarına şahane bir konser sunacaklar. "Rustavi" Gürcistan Halk Dansları Topluluğu Kızılordu Korosu ve Orkestrası 16 Haziran'da altısı Senegalli, biri Finli ve biri de Türk olmak üzere sekiz müzisyenden oluşan Galaxy Topluluğu Geleneksel Senegal Müziği'nden örnekler sunarken, yine aynı akşam Jasper Van't Hof'un Pili Pili Topluluğu Afrika ritmleri ile süslenen, sıradışı müziklerini dinleyicilere aktaracaklar. cy 9 - 2 0 Haziran tarihlerinde Açıkhava Tiyatrosu'nda gerçekleştirilecek olan festivalde Kızılordu Korosu ve Orkestrası, CRR Senfoni Orkestrası ve ünlü besteci Fahir Atakoğlu, Bulutsuzluk Özlemi, Beatriz Martin Flamenco topluluğu, "Rustavi" Gürcistan Halk Dansları Topluluğu, Trilok Gurtu - Suresh Talwalkar - Okay Temiz, Galaxy ve Jasper Van't Hof'un Pili Pili grupları, Fish Progressive Rock Grubu, Colloseum Caz Rock Topluluğu, Ray Brown ve Ray Brown Trio yer alacak. Dansları Topluluğu Açık Hava Tiyatrosu'nda gösterilerini sunacak. a Cemal Reşit Rey Konser Salonu, bu yaz yine bir ilk'e imzasını atıyor. Çok başarılı bir sezon geçiren CRR, şimdi de dünyaca ünlü topluluk ve sanatçıların yer alacağı, muhteşem bir görsel ve işitsel şölen olan; " 1 . Uluslararası Boğaziçi Festivali''ni gerçekleştirmeye hazırlanıyor. 17 Haziran'da aralarında Okay Temiz'in de bulunduğu "Trilok Gurtu ve Suresh Talwalkar"ı Hint müziğinin ve dansının rüzgârlarını Açık Hava'da estirecek. Yine aynı akşam Samulnari Perküsyon Topluluğu ritmsazlar ve perküsyon konusundaki ustalıkları ile dinleyenleri adeta coşturacaklar. pe Festivalin ilk günü olan 9 Haziran'daki açılış konserini ülkemizin ünlü müzisyen ve bestecisi Fahir Atakoğlu, CRR Senfoni Orkestrası eşliğinde yapacak. 10 ve 11 Haziran'da ise dünyaca ünlü ve kendi türünün tek ve en önemli örneği olan Kızılordu Korosu ve Orkestrası hayranlarına görkemli birer konser verecek. 12 Haziran'da dünyaca ünlü Flamenko Dans Topluluğu Beatriz Martin ve ünlü Flamenko ustası Paco de Lucia ile de çalışmakta olan, günümüzün en önemli virtüözlerinden Joaquin Grilo'dan oluşan Apoteosis Flamenco Topluluğu dans severlere unutulmaz bir Flamenko Gecesi yaşatacak. 13 Haziran'da dünyanın pek çok ülkesine vermiş olduğu başarılı temsillerle ayakta alkışlanan, aynı zamanda Alfred Scweitzer Ödülü'ne de layık görülen "Rustavi" Gürcistan Halk 18 Haziran'da dünyaca ünlü, Rock Vokalisti Fish ve grubu, 19 Haziran'da ise ünlü İngiliz efsanesi ve dünyanın ilk Caz Rock Grubu Colosseum müzikseverlere unutulmaz birer akşam yaşatacaklar. Ray Brown Colosseum Caz Rock Topluluğu Festivalin son günü olan 20 Haziran'da ise dünyanın en büyük basçısı olan ve Frank Sinatra'dan, Ella Fitzgerald'a, Sara Vaughan'dan, Tonny Benett ve Peggy Lee'ye kadar birçok ünlüye eşlik eden dev caz ustası Ray Brown ve Trio'su kapanışı yapacaklar. Fish Progressive Rock Grubu 13 Tiyatro Stüdyosu, Salonunu Neden Onaramıyor? Bu Basın Toplantısına katılanlar AÇOK adına: izzet Tozkoparan ve Adnan Yazıcı Geçen Ekim ayında onarım çalışmasını çatıdan başlattık. Ancak, Kasım ayından başlayarak 2 kez zabıta, 1 kez polis aracılığıyla -resmi belge gösterilmeksizinçalışma durduruldu. Yapı -zabıt tutulmaksızın- mühürlendi. Bu arada Üsküdar Belediyesi AÇOK Ltd. Şti'ne "tahliye davası" açtı ve bu yolla inşaat iznini de engelledi. Yaklaşık 6 aydır sürmekte olan dava, çeşitli Bilirkişi Raporları'na başvurulması sürecinin son aşamasında geçtiğimiz salı günü (27. 05. 1997) sekizinci kez ertelenerek 3 Temmuz 1997 tarihine atıldı. Böylelikle de aylardır davanın sonuçlanabileceği umuduyla düzenlemeyi ertelediğimiz bu basın toplantısı kaçınılmaz oldu. pe Tiyatro Stüdyosu adına: Ahmet Levendoğlu, Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer, Avukat Erkan Pekmezci. Hemen giriştiğimiz onarım çabalarına destek olarak 1.451.000.000. TL tutarında parasal bağış. Yapı Endüstrisi Başkanı Sayın Doğan Hasol'un girişimleriyle de değeri yaklaşık 2.000.000.000. TL tutarında çeşitli malzeme yardımları yapıldı. Tiyatro Stüdyosu da kendi kasasından 2.250.000.000. TL'lik malzeme harcaması yaptı. cy Bu Basın Toplantısının amacı; geçirdiği yangının ardından tiyatro ve kültür hizmetine yeniden kazandırılmasını tasarladığımız eski Odeon Sineması'nın onarımının Üsküdar Belediyesi ile Kültür Bakanlığı'nca çeşitli yollardan engellendiğini kamuoyuna duyurmak ve buna karşı bizlerin, Tiyatro Stüdyosu'nun, izlediği ve izleyeceği tutumu açıklamaktır. veren bir kültürevine dönüşmesi yolunda bir işbirliğine girdi. Salon Tiyatro Stüdyosu'nun "Histeri" oyunuyla perdesini açmak üzere iken, 7 Mart 1996'da, kaynak makinesinden başlayan bir yangınla kül oldu. a Geçen yıl perdeleri açmak üzere ilken yanan "Odeon Sinema Salonu" bugüne kadar onarım çalışmalarına Kültür Bakanlığı ve Üsküdar Belediyesi'nin engellemelerinden dolayı başlayamadı. 30 Mayıs 1997 günü, yanan salonun harabeleri arasında yapılan basın toplantısına geniş bir sanatçı topluluğu katıldı. Ahmet Levendoğlu, Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer'in sunduğu basın bildirisini aynen yayımlıyoruz. Bu salon, yaklaşık 15 ay önce uğradığı iş kazası sonucu, gördüğünüz biçimde, bir yangın alanına dönüşmüştü. Yangının hemen ardından salonun onarılarak sanatın hizmetine yeniden sunulması yolunda başlattığımız yoğun çabalar bugüne dek yol alamamıştır. Çünkü Üsküdar Belediyesi, bir yerel yönetimden beklenecek desteği sağlamak yerine, tersine, bu işe köstek olmuştur. AÇOK Ltd. Şti. 1.1. 1994 tarihinde bu salonu Üsküdar Belediyesi'nden 10 yıllığına "yap-işlet-devret" modeli uyarınca kiralamış ve Odeon Sineması salonu olarak hizmete sokmuştu. AÇOK ile Tiyatro Stüdyosu 1996 yılı başında salonun tiyatro etkinliklerine ağırlık 14 Şimdi, burada belirtmek istiyoruz ki, yaşanılan durum Refah Partisi yerel yönetiminin sanata karşı tutumunu netlikle ortaya koymaktadır. Yerel yönetim, yangında "kusurlu" arama bahanesine yaslanarak salonun kullanımını eline geçirmek niyetindedir. Bunu gerçekleştirmesi durumunda ise ne amaçlarla kullanacağını tahmin edebiliyoruz. Ama kesin bildiğimiz birşey var ki, bu yetersizlikleri ortadayken, önemli bir salonun yeniden doğmasını gerçekleştirme çabaları bilinçli biçimde engellenmektedir. Varılan noktanın getirmiş olduğu çeşitli zararlardan kimileri şunlardır: • AÇOK Ltd. Şti. 15 aydır gelirden yoksun kalmıştır. • 5 Milyar TL'sını aşan değerde yapı malzemesi çürümektedir. • Tiyatro Stüdyosu oyunlarını büyük yatırım yaptığı salonda değil, turnelerde, yüksek kiralı salonlarda oynamak durumunda kalmıştır; yeni yapımını gerçekleştirememiş, gelecek yılın etkinlik programını belirleyememiştir. Ayrıca, bağış ve yardım yapanlara karşı -kendi dışındaki nedenlerle- mahcup duruma düşmüştür. • Salonun, planlandığı biçimde başka tiyatrolarca ve başka sanat etkinliklerince kullanımı da engele uğramıştır. Tüm bunların ötesinde, onarıma engelleme bir başka yönden, yine Refah Partili bir bakanın başında bulunduğu Kültür Bakanlığı'ndan geldi. Bu gelişme de şöyle açıklanabilir: 1- Özel tiyatrolara devlet desteğinin "salon onarımı"na ilişkin maddesi kapsamında Tiyatro Stüdyosu, Kültür Bakanlığı'na 15. 06. 1996'da başvuruda bulundu. 2- Bakanlığın devlet desteği değerlendirme sonuçları Ekim 1996 sonunda basında açıklandı. 11 Aralık 1996'da da bakanlık, tiyatromuza gönderdiği yazıda "Odeon Kültür Merkezi'nin onarımı için 3.000.000.000. TL. devlet desteğinde bulunduğunu" bildirdi. 3- 24 Şubat 1997 tarihli sonraki bir yazıda ise "Odeon Kültür Merkezi'nin onarımı için ödeme yapılmasının mümkün olmadığını" belirtti. "Üsküdar Belediyesi'nden alınan bir yazıda..." diye başlayan bu resmi yazıda ödemenin durdurulması gerekçesi olarak kiracılık koşullarının geçersizliği ileri sürüldü. Oysa; Odeon'daki kiracılık durumuyla ilgili tüm bilgi ve belgeler 15 Haziran 1996 tarihli başvuru dosyamızda bulunuyordu. Bir eksiklik var idiyse, dosyanın incelenmesi sonucu desteğin tarafımıza verilmemesi gerekirdi. Verildikten aylar sonra geri çekilmesi bakanlık adına "idari kusur" oluşturmuştur. Ayrıca, işin gerçeğinin, bakanlık yazısındaki "Üsküdar HABERLER... Belediyesi'nden alınan bir yazıda..." ibaresinden anlaşılabileceği gibi, iki Refah'lı yetkilinin (Üsküdar Belediye Başkanı ile Kültür Bakanının) aralarındaki siyasal temelli paslaşmaya dayalı bir karar olduğu görüşündeyiz. Bunun sanata vurulan sayısız darbelerden biri daha olduğunu söylüyor, sorumluları kınıyoruz. 4- Bakanlıkça tiyatromuza verildiği bildirilen 3.000.000.000. TL'lık onarım desteğinin önemli bir tutarını, doğal ki işin ivediliği gereği, onarım malzemesi alımı için -tiyatromuz kasasından ödeme yoluyla- kullanmıştık. Desteğin usulsüz olarak geri çekilmesiyle, yapmış olduğumuz ödemelerin parasal zararımıza dönüşmüş olmasından dolayı avukatlarımızca bakanlığa "zararın tazmini" içerikli bir dilekçe verildi. (12.05. 1997) 5- Başvurumuza henüz yanıt alamadık, alacağımız yanıtın içeriğine göre, gerekirse Tiyatro Stüdyosu olarak Kültür Bakanlığı'na karşı yargı yoluna başvuracağımızı duyuruyoruz. Ayrıca Kültür Bakanlığı Refah Partisi'nin ya da Refah'lı bir koalisyonun, giderek onlar gibi sanat karşıtı ve gerici eğilimlerin uygulayıcıları olacak başka siyasal parti ve oluşumların elinde bulunduğu sürece, devlet desteği için (oyun projesi bağlamında olsun, yapım-onarım bağlamında olsun) başvuru hakkımızı kullanmayacağımızı belirtiyoruz. Son bir değerlendirme: Tiyatroya devlet eliyle yapılan engellemeler farklı biçimlerde de sürmektedir. Ankara Ekin Tiyatrosu'nun 13 il ve ilçede, Ankara Sanat Tiyatrosu'nun bir ilde oyunlarının yasaklanmasını buradan bir kez daha kınıyor, onlarla dayanışmada olduğumuzu duyuruyoruz. Bir Başka Belge: Tiyatro Neden Yasaklanır? Ekin Tiyatrosu, uzun zamandan beri Başkentte çalışan ve daha çok turne tiyatrosu olarak etkinlik gösteren, birkaç yıldır da Kültür Bakanlığının özel tiyatrolara sağladığı destekten yararlanan bir tiyatro topluluğudur. Yani, bugünü ve geçmişi belli olan bir sanat kuruluşudur. cy a Ankara Ekin Tiyatrosu'nun "Memleket Hikâyeleri" oyunu Anadolu turnesi sırasında bazı illerde yasaklandı. Haluk Işık'ın yazdığı ve Rüştü Asyalı'nın yönettiği "Memleket Hikâyeleri"nin yasaklanması üzerine Tiyatro Eleştirmenler Birliği üyesi ve Hatay Milletvekili Atila Sav 15 Mayıs 1997'de TBMM oturumunda gündem dışı söz alarak Ekin Tiyatrosu'nun karşılaştığı bu kaygı verici durumdan söz etti, sanata yapılan baskıları kınadı ve valileri tiyatro kapatan değil, Ahmet Vefik Paşa gibi tiyatro açan valiler olmaya davet etti. Aşağıda bu konuşmaya yer veriyoruz. ATİLA SAV (Hatay) - ...Sanat, akıldır; sanat, duygudur; sanat, barıştır; sanat güzelliktir. Bir toplumun uygarlık düzeyi sanatıyla belirlenir. Bu nedenledir ki, Anayasamızın 64'üncü maddesi, devletin sanatı ve sanatçıyı korumasını öngörmüş ve devlete, bunu görev olarak vermiştir. Anayasanın 27'inci maddesi de, bilim özgürlüğüyle birlikte sanat özgürlüğünü koruması altına almıştır ve tüm yurttaşlara bu özgürlükten eşit biçimde yararlanma hakkını tanımıştır. Devlet, sanatı korumasına almıştır; bu koruma amacıyla da Kültür Bakanlığı kurulmuş bulunmaktadır. Nedense, bir kısım idare amirleri, valiler ve kaymakamlar, güvenlik güçleri sanattan kuşku duymakta ve sanata kaygıyla bakmaktadırlar. Ankara Değerli arkadaşlarım, valilerin böyle bir yetkisi var mıdır, yok mudur diye bir tartışma açacak değilim. Çünkü, valilerin, Polis Vazife ve Selahiyet Kanununu 8'inci maddesine ve 5442 sayılı II İdaresi Kanunun 1 Vinci maddesinin (c) bendine göre çıkardıklarını biliyorum; ama, bu konuda en güzel hukuk belgelerinden birisi 1985 yılında İçişleri Bakanlığı'nın Özel Kaleminden çıkan bir genelgedir. Dönemin İçişleri Bakanı Sayın Yıldırım Akbulut'un imzasıyla yayımlanan bu genelgeyle "valiliklere, tiyatro topluluklarının 48 saat önceden başvurmaları halinde, ayrıca izin istemelerine gerek bulunmadığı ve işlemlerin buna göre yürütülmesi gerektiği yolunda" bir talimat verilmiştir. Ayrıca, pe TBMM Tutanakları: Ankara Ekin Tiyatrosu'nun turnesi sırasında bazı valiliklerce yapılan yasaklamalar hakkında, Hatay Milletvekili Sayın Atilâ Sav. Anadolunun çeşitli yerlerinde devletin kültür etkinliği, tiyatro etkinliği götürdüğü ya da götüremediği yerlerde, tiyatrosuyla halkımıza kültür hizmeti vermektedir. Nedense, son zamanlarda, bu tiyatronun Anadolu turnesinde bazı valilikler son oynadıkları "Memleket Hikâyeleri" adlı oyunu yasaklayarak oynanmasını engellemişlerdir. Diyarbakır, Batman ve Adıyaman'dan sonra şimdi de. Bolu ve Balıkesir valilikleri oyunun oynanması için yapılan başvuruları geri çevirdikleri ve oyunun oynanmasına izin vermeyecekleri yolunda açıklama yapmışlardır. çeşitli yargı kararları da var: İdare mahkemelerince -örneğin, izmir Üçüncü İdare Mahkemesi- tiyatro topluluklarının, önceden izin almadan sadece 48 saat önceden bilgi vermek koşuluyla, tiyatro etkinliklerini yapabilecekleri belirtilmektedir; ama, ben hukuki dayanaktan çok, bir kısım valilerimizin, neden tiyatro veya sanat etkinliklerinden kaygı duyduklarını çözümlemeye çalışacağım. Şunu söylemek istiyorum: Tiyatro yasaklayarak iyi ün bırakmış hiçbir vali hatırlamıyorum; ama, bir vali var ki, tiyatroyu koruduğu, esirgediği, hatta bulunduğu yerde tiyatro kurduğu ve tiyatro oyunları oynattığı için unutulmazlar arasına girmiştir. Ahmet Vefik Paşa'yı, bugün hangi ansiklopediyi açsak iyi anılan bir kişi olarak görüyoruz. Onun için, ben sayın valilerin Ahmet Vefik Paşa'yı örnek almalarını diliyorum. Aslında, tiyatro, bir kolluk, bir güvenlik işi değil; bir güzellik işidir. Onun için, belki biraz sonra benim konuşmama Hükümet adına cevap verecek olan Sayın İçişleri Bakanının yerine, Sayın Kültür Bakanının gelip, burada konuyu irdelemesini ister ve temenni ederim. Konuşmamı, Yüce Atatürk'ün bir sözüyle tamamlamak istiyorum: "Efendiler, mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta cumhurreisi olabirsiniz; ama, sanatkâr olamazsınız. Onun için, bu çocuklara iyi bakınız." Ben, Atatürk'ün bu sözünün, bugünkü yöneticilerimizin de kulaklarına küpe olmasını diliyor; Yüce Meclisi en içten saygılarımla selâmlıyorum. 15 AMATÖR TİYATROLAR Amatör Tiyatro'nun İşlevi: AMATÖR TİYATRO: BİR MUHALİF SÖYLEM Amatör Tiyatrolar, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin, eksikliğini hep hissettiği, fakat bir türlü adım atamadığı konulardan biriydi. Amatör Tiyatro Çevresi'nden arkadaşların, böyle bir sorumluluğu üstlenmek istemeleri bizi çok sevindirdi. Lale Ulutepe, Hakan Gürel ve Aslı Davas'ın koordinasyonunda her ay Amatör Tiyatrolar'dan haberler, makaleler, tartışmalarla bir eksikliği daha gidermeye çalışacağız. ATÇ'ye ve emeği geçen arkadaşlara teşekkür ederiz. pe cy a Amatör Tiyatrolar Çevresi'nin (ATÇ) düzenlediği Amatör Tiyatro'nun Toplumsal işlevi konulu açık oturum 26 Nisan 1997 günü, İstanbul Evrensel Kültür Merkezi'nde yapıldı. Toplantıya İstanbul Sahnesi, Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları, Tiyatro Boğaziçi, Bakırköy Oyuncuları, İÜ Öğrenci Kültür Merkezi Tiyatro Kulübü, İstanbul Tıp Fakültesi Tiyatro Topluluğu, Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Kolu, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Deneme Sahnesi, İTÜ Amatör Tiyatro Topluluğu, Sağlık Eğitim Drama Derneği Oyuncuları ve İÜ Veteriner Fakültesi Tiyatro Kulübü katıldı. İstanbul Sahnesi'nden Mehmet Esatoğlu'nun açış konuşmasını yaptığı toplantının gündeminde Amatör Tiyatronun Genel Kültürel Yapı İçindeki Yeri, Amatör Tiyatronun Alternatifliği, Amatör Tiyatronun Örgütlenme Sorunları ve ATÇ Değerlendirmesi maddeleri yer aldı. Bu toplantıda dile getirilen bazı görüşleri özetlemek gerekirse: Mehmet Esatoğlu (İS) (...) Amatör tiyatro yapan arkadaşlarla 80'li yılların başlarından bu yana bu tarz toplantılar yapıyoruz. Amatör tiyatronun 50'li yıllardaki geleneğinden haberdar insanlar tarafından ilk kez SHEM'in bahçesinde bu soruların yanıtları aranmaya başlanıldı. Bu sorular herkesin üretim sürecinde sorduğu sorulardı. Bu aynı zamanda ATÇ'nin ilk adımlarıydı. Tartışmalarımızda gördük ki, 50'li yıllardaki deneyimlerin birikimleri bugüne pek geçmedi. "Amatör tiyatronun kaynak sorunu noktasında neler yapıldı, nasıl bir seyirci yaratıldı, nasıl örgütlenildi?" gibi soruların yanıtlarını ancak 1980'den sonra üretilen tiyatronun çerçevesinde bulabiliyoruz. Amatör tiyatronun, tiyatronun "arka bahçesi" olmadığı, ATÇ'yi oluşuturan bütün gruplarca paylaşıldı. Bugün ATÇ'nin geldiği yerde, bütün eksik ve gedikleriyle, bölge tiyatroları, üniversite tiyatroları, özerk olarak ayakta kalmaya çalışan tiyatro topluluklarıyla yaygın, deneyimli, yolunu bilen bir amatör tiyatro hareketinden söz edebiliyoruz.(...) Hakan Gürel (Tiyatro Boğaziçi) (...) Genel kültürel yapı içinde amatör tiyatroyu ele aldığımızda ... "kültürel yaşamın örgütlenmesinin amatörlüğe çok fazla yer bırakmayan bir yapısı olduğundan söz edebiliriz. Kültürel yaşama insanlarımızın katkısı oldukça sınırlı ve edilgin. Kültürel yaşam içinde etkin kimlikler üretilmediğini; sanatla, 16 AMATÖR ÇEVRESİ politikayla ya da iş yaşamı dışındaki üretken herhangi bir alanla doğrudan ilgilenilmediğini, tüketim toplumu normlarının dışına çıkacak üretken bir etkinlik alanı oluşturacak kanalların kurulamadığını söyleyebiliriz. (...) Yaşam karşısında bütünsel bir tavrın yokluğu, şizofrenik kimlikleri beraberinde getiriyor. İnsanlar kafalarında birtakım kurgularla hareket ediyor. Kendilerinin merkezde yer aldığı, haz ilkesi çerçevesinde biçimlendirilmiş bir kurgu. Tükettiği kadar var oldukları bir dünya projesinin içinde birer "kültür tüketicisi" olarak yer alıyor insanlar. Herkes, yanılsamalı olarak özel bunalımını, özel küreler içerisinde çözebileceğini düşündüğü alanlarda yoğunlaşıyor. (...) Alternatif bir kültürün örgütlenmesi yolunda adım atmak, bir karşı sistemin örgütlenmesini sağlamak, işin zor olan yanı. Amatör tiyatro da tam bu noktada önem kazanıyor. Amatör tiyatro, tüketime endekslenmiş bir yapının karşısında üretimi temel alan bir kültürel yapının kurulması sürecinde etkin bir rol üstlenebilir. İSTANBUL 9-20 MAYIS AMATÖR TİYATROLAR GÜNLERİ ' 9 7 İÜ ÖĞRENCİ KÜLTÜR MERKEZİ TİYATRO KULÜBÜ • İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ TİYATRO TOPLULUĞU • İÜ VETERİNERLİK FAKÜLTESİ TİYATRO KULÜBÜ • SARIYER HALK EĞİTİM MERKEZİ TİYATRO KOLU • BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ OYUNCULARI • İTÜ AMATÖR TİYATRO pe cy a Sabahattin Mutluer (SHEM-TK)- Amatör tiyatro ve tiyatronun yaşam alanları sadece şehirler değil. Bölgesel olarak feodaliteyi yaşayan yerlerimiz var. Sosyolojik yapı içinde bu bölgelerimiz, siyaseti yaşayamıyor, ekonomik alanlarda kendisini koruyamıyor, ama kültürel alanını koruyabiliyor. Böylesine bir hayat içinde büyük şehirlere baktığımızda, yapılan tiyatroya baktığımızda psikolojik konuların ağır bastığı oyunları görüyoruz. Amatör tiyatro böylesine bir yapı içinde ayakta kalabiliyorsa, soluk alabiliyorsa, hâlâ tiyatroyu izleyen birilerinin varlığından söz edilebilir. Etnik tiyatrodan politik tiyatroya, kurum tiyatrolarından özerk tiyatroya karşımıza dokuz ayrı tip tiyatro yapan amatör tiyatro çıkıyor. Hepsi de var olan duruma karşı bir tepki duyuyorlar. Bu yapı içinde biz bölge tiyatrosu olarak var olan kültürler arasında bir sentez oluşturmaya çalışıyoruz. Var olan kültürleri değiştirmeye çalışmak, onları yok saymak demek değil. TİYATROLAR Vedat Oyuryüz (Deneme Sahnesi) (...) Biz Halk Eğitim Merkezleri olarak bir kuruma bağlıyız. Belli bir resmiyetimiz var; yapabileceğimiz ve çizgimiz belli. Üniversite tiyatrolarının ise bu konuda daha fazla seçenekleri var. Ancak onlarda da birtakım sorunlar var. Belli bir süre - dört yıl birlikte tiyatro yapan insanlar, mezun olunca olay orada kalıyor çoğu zaman. Birikimler, deneyimler bir sonraki devreye geçmiyor. Tiyatro kesintiye uğruyor. Bir de asıl tiyatro potansiyelinin büyük kısmı liselerde... Amatör tiyatro yapanların çevrelerindeki liselerle sıkı bağlar kurması gerekiyor. Oralardan gelecek gençler ileride üniversite tiyatrolarının oyuncu kaynağını oluşturabilir. Lise tiyatrolarının da ATÇ içinde yer almasını sağlamak gerekiyor. (...) Gürkan Tellioğlu (İTFTT) (...) Bizim tartışmamız gereken bir konu da, biz ne yapalım da ATÇ'nin tiyatro şenliklerini kurumsallaştıralım? Afişiyle, organizasyonuyla, şenliğe katılan grupların birbiriyle kaynaşıp alışverişte bulunmasıyla bir kurumsallaşma. Bunları çözmeden, ne kadar teorik olarak mahkûm etsek de, profesyonellere, resmi tiyatrolara, konservatuvarlara bir cevap oluşturamıyoruz. (...) Mehmet Esatoğlu (İS) (...) Amatör tiyatro, "iki kalas, bir heves" mantığıyla hareket ederse ne anlatacağını anlatabilir, ne sahne estetiğini, ne de seyircisini oluşturabilir. Amatör TOPLULUĞU • GALATASARAY LİSESİ TİYATRO TOPLULUĞU • SAĞLIK EĞİTİM DRAMA DERNEĞİ OYUNCULARI • AÜ İLETİŞİM TİYATROSU • İSTANBUL SAHNESİ • DENEME SAHNESİ tiyatro kaynağını kendi gücünden almalı bence. Holding ya da devlet yardımıyla ya da sponsorlarla bir yere varamaz. Sponsorlu sanatın, yaşama şansı olan sanat olduğu görüşü hızla yaygınlaştırılıyor. Amatör tiyatronun kurumlaşmasının karşısına bu yolla birtakım hormonlu gruplar çıkarılıyor. Cem Yalın (BO)- 70'li yıllarda profesyonel bir tiyatro topluluğu koltuklarını ünlü işadamlarına satarak kaynak yaratma yoluna gittiğinde muhalif tiyatro çevrelerinde oldukça büyük bir tartışma yaşanmıştı. Bugün tiyatro salonunda koltuk satın alan işadamının, yarın repertuvarı da belirlemek isteyeceği tartışmaları yapılmıştı. Oysa birçok muhalif tiyatro topluluğu, bu kaynağı seyircisinde buluyordu o yıllarda. Bugün vardığımız noktada, profesyonel tiyatronun, ödenekli tiyatrolar dışında, sponsorsuz tiyatro yapamaz hale geldiğini görüyoruz. Hatta iş o kadar ileri gitti ki; artık bir banka reklamında, neredeyse "banka yoksa tiyatro da yok, sanat da" söylemi alttan alta kazınıyor kafalara. Devlet yardımı da aynı tiyatroyu yok etme işlevini görüyor. Eskinin birçok muhalif tiyatrosu, aldıkları devlet yardımlarından sonra muhalif yanlarını öylesine törpülediler ki, yok olma noktasına geldiler. Sistem kendi içinde tiyatronun muhalif yönünü böylece halletti. Şimdi artık bu işlev sadece biz amatörlere düşüyor. Toplantının sonunda katılımcılar, ortaya çıkan görüşlerin Denizli Belediyesi ve TOBAV işbirliği ile gerçekleştirilen 13. Denizli Belediyesi Uluslararası Amatör Tiyatrolar Festivali kapsamında yer alacak olan Amatör Tiyatrolar Kurultayı'nda sunulmasına karar verdiler 17 AMATÖR TİYATROLAR'DAN HABERLER 13. Denizli Belediyesi Uluslararası Amatör Tiyatrolar Festivali'nde bu yıl gerçekleştirilen çeşitli etkinlikler içinde 15 topluluktan temsilcilerin katıldığı bir de Amatör Tiyatro Kurultayı yer aldı. İstanbul, Ankara, İzmir, Samsun, Antalya, Salihli, Değirmendere, Eskişehir, Çine'den temsilcilerin katıldığı kurultay iki gün sürdü. pe cy 20 Mayıs günü açılışı gerçekleştirilen kurultayın başlıca tartışmasını amatörlerin örgütlenme sorunları oluşturdu. Açış konuşmasında bir ucuyla uluslararası bağlar kurmuş amatör tiyatromuzun ülke içinde henüz örgütlenmesini tamamlayamadığına dikkati çeken TOBAV Başkanı Tamer Levent, düzenlenen kurultayın bu alandaki sorunlara çözümler üretmesi dileğinde bulundu. Açılışta bir konuşma da Denizli Belediye Başkanı Ali Marım gerçekleştirdi. Yerel yönetimlerin alt yapının yanı sıra kültürel sanatsal gereksinmelere de çözümler bulması gerektiğini söyleyen Marım bunun ertelenemez önemde bir görev olduğunu belirtti. gündeminde uzun bir süreden beri var olduğunu anlattı. Bir anda birleşmek yerine uzun vadeli sınanmış, denenmiş bir yol arkadaşlığı içinde yaklaşık 15 yıldır şenlikten, yürüyüşten seminere bir dolu eylem ürettiklerine dikkati çeken Esatoğlu, bu süreçte amatörlüğün tanımından tiyatroda alternatifin nasıl yaratılacağına dek bir dolu soruya yanıtlar aradıklarını ifade etti. Bu konuşmaların ardından söz alan İzmir'den Serdar Aygün, Ankara'dan Murat Demirbaş, Antalya'dan Müfit Kayacan amatörlüğün tanımı üzerinde tartışıp, oyuncuların, salonun ve prodüksiyonun giderlerini karşılamadan bilet satmaya bir dolu parasal sorunla uğraşırken amatör kalınıp kalınmayacağını sorguladılar. Kurultaya Ankara'dan katılan Prof. Dr. Nurhan Karadağ ve Şenol Tiryaki de kendi deneyimlerinden yola çıkarak amatör tiyatro kavramına yanıtlar bulmaya çalıştılar. Prof Karadağ yaşamı boyunca amatör kaldığını anlatarak ancak kimi zaman ödenekli kurumlarda profesyonelce çalışmalar yaptığını da belirtti. Şenol Tiryaki ise tiyatroyu üretirken örgütlenme ve kaynak yaratmanın önde gelen unsurlar olduğunu ifade etti. Kurultayın ilerleyen bölümlerinde de amatörlüğün tanımı ve örgütlenme sorunlarıyla ilgili tartışmalar sürdü. Mehmet Esatoğlu parasal girdi ve çıktıların topluluğun amatör yapısını belirlemeyeceğini, burada oyun seçiminden sergilemeye ticari kaygıların olup olmamasının aslolduğunu söyledi. Kurultayın ilerleyen sürecinde söz alan, birlik konusunun bir yardımlaşma sandığı anlayışıyla gerçekleşmesinin işlevli olmayacağına dikkati çeken konuşmacılar birliğin tiyatroda yeniyi oluşturma temelinde boy vermesi gerektiğini anlattılar. a Denizli'de Amatörlerin Buluşmasında Yeni Dönemeç Örgütlenme tartışmalarının ilk günün tümünü kapladığı oturumda söz alan Anadolu Amatör Tiyatrolar Birliği temsilcisi Özgür Başkaya ise tüm topluluklara bir çağrı yaptı. Tüm amatörleri bir dernek çatısı altında birleşmeye çağıran Başkaya'nın önerisi değişik tepkilerle karşılandı. IATA (Uluslararası Amatör Tiyatrolar Birliği) temsilciliğinin de TOBAV'dan alınarak bu örgütlenmeye devredilmesi gerektiğini anlatan Başkaya, ülke genelinde toparlanma eylemi için bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini söyledi. Örgütlenme alanında bir başka konuşmacı da İstanbul Amatör Tiyatrolar Çevresi temsilcisi Mehmet Esatoğlu'ydu. 17 topluluk adına kurultaya katıldığını belirten Esatoğlu, örgütlenme sorununun İstanbullu amatörlerin 18 İki gün süren Kurultay'da Nurhan Karadağ amatör tiyatronun teknik yapılanması üzerine bir konuşma yaparken, Murat Karasu artistik düzeyi yükseltme noktasında öneriler yaptı. Kurultayın sonuç bildirgesinde örgütlenme konusunun bir an önce çözüme ulaştırılması için ivedi girişimlerde bulunulması yolunda görüşlere yer verildi. istanbul'da İATG, Ankara'da Şenlik '97 Nisan ayının son haftasında başlayan amatör şenlikler yaza doğru tiyatro alanını yeniden canlandırdı. İki büyük kent Ankara ve İstanbul'da düzenlenen şenliklerle binlerce izleyici birbirinden ilginç yorumlarla buluştu. Ankara'da 1960 yılında TBMM'nin arkasındaki barakalarda Metu Players adıyla çalışmalara başlayan ODTÜ oyuncularının 1966 yılından bu yana düzenlediği etkinlik bu yılda 27 Nisan-4 Mayıs 1997 tarihleri arasında "Şenlik" "97" adı altında gerçekleştirildi. Toplam 17 topluluğun yer aldığı şenlikte bu yıl daha çok üniversite toplulukları yoğunluktaydı. 27 Nisan da ODTÜ oyuncularının Bertolt Brecht'ın "Üç Kuruşluk Opera" adlı yapıtıyla açılışını yaptığı şenlikte tüm oyuncular ODT'nün Mimarlık Anfisi'nde gerçekleştirildi. İstanbul'da ise Amatör Tiyatrolar Çevresi (ATÇ)nin düzenlediği İstanbul Amatör Tiyatro Günleri 97 üç ayrı sahnede perde açtı. İstanbul Evrensel Kültür Merkezi, İstanbul Üniversitesi Kültür Merkezi ve Boğaziçi Üniversitesi'nde gerçekleşen şenlikte 9 ayrı topluluk biraraya geldi. 9 Mayıs'ta açılşı İstanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi'nde gerçekleşen şenlikte İstanbul Sahnesi Ali Yüce'nin "Havalı Meryem", ÖKM Kültür Merkezi "Lorca'nın Kız Kurusu Gül Hanım", İstanbul Tıp Fakültesi Topluluğu Carl Zuckmayer'in "Köpenickli Yüzbaşı", Sağlık Eğitimi ve Drama Derneği Çağrı Kalaça'nın "Oyunları Beklerken", Galatasaray Lisesi Roland Topor'un "Joko'nun Doğum Günü", Kadıköy Halk Eğitim Merkezi çeşitli yazarlardan derlenen "Ustalardan Memleket Manzaraları", Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Haldun Taner'in "Keşanlı Ali Destanı", İTÜ Amatör Tiyatro Topluluğu Peter Weiss'in, "Saloz'un Mavalı", Amatörler Sarıyer'de 14. Kez Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Kolu'nun (SHEM -TK) düzenlediği Boğaziçi Amatör Tiyatrolar Şenliği'nin ondördüncüsü 3-25 Mayıs tarihleri arasında yapıldı. Amatörler, bir kez daha büyük bir buluşmanın sevinci ve coşkusunu yaşadılar Sarıyer'de. Mühendislik Fakültesi Tiyatro Kulübü Sermiyan Midyad'ın Tepki mi? adlı oyunlarını sergilediler. 1980 yılından bugüne kadar çalışmalarını, yüklenmiş olduğu bölge tiyatrosu işlevi ve sanatsal öncülük gibi önemli misyonlarla sürdüren SHEM - TK, bu misyonun bir parçası olarak, amatör tiyatroları ve ürünlerini buluşturmak, amatör tiyatroların kaynaşmasını sağlamak, Sarıyer'de oluşturdukları tiyatro seyircisine farklı anlayış ve estetikte tiyatro ürünlerini sunmak amacıyla 1983 yılında 1. Boğaziçi Amatör Tiyatrolar Şenliği'ni düzenledi. O günden bugüne, 14 yıl içinde 250'den fazla tiyatro topluluğu, bir o kadar oyunla seyircisiyle buluştu. Şenlik oyun gösterimleri yanı sıra, oyun sonrası söyleşiler ve eğitim faaliyetleri ile amatör tiyatroların bir araya gelmesiyle oluşturulan ve önemli bir misyon taşıyan Amatör Tiyatrolar Çevresi'nin (ATÇ) oluşmasında da önemli bir işleve hizmet etti. Lise, üniversite ve bağımısız amatör tiyatro topluluklarının katıldığı şenlik SHEM - TK'nın sunduğu Haldun Taner'in "Keşanlı Ali Destanı" adlı oyunla sona erdi. pe cy SHEM -TK'nın repertuvarında yer alan Bertolt Brecht'in "Carrar Ana'nın Tüfekleri" adlı oyunu ile açılan şenliğe bu yıl, üçü İstanbul dışından olmak üzere 23 topluluk 25 oyunla katıldı. Bu yılki şenlik, amatör tiyatroya büyük katkılarda bulunmuş olan ve iki yıl önce yitirdiğimiz eleştirmen Tahir Özçelik'e ithaf edildi. Şenlikte bu yıl İstanbul Sahnesi Ali Yüce'den Havalı Meryem, Gönen Turizm Derneği Tiyatro Grubu Yılmaz Erdoğan'dan Kadınlık Bizde Kalsın, İTÜ Amatör Tiyatro Topluluğu Peter Weiss'den Saloz'un Mavalı, Folklor Kurumu Oyuncuları Orhan Asena'dan Öç, Kadıköy Kız Lisesi F.G. Lorca'dan Bernarda Alba'nın Evi, Zonguldak Atatürkçü Düşünce Derneği Nâzım Kurşunlu'dan Dışardakiler, Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncuları Hamdi Alkan'dan Kimin Rüyası Bu?, İTÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Topluluğu Levent Göçer'den Okyanus Ötesinden Hikayeler, Galatasaray Lisesi Tiyatro Kulübü Trevor Griffiths'den Mekanik Piyano, Deneme Sahnesi Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Roland Topor'dan Joko'nun Doğum Günü, İTÜ Gümüşsüyü Tiyatro Topluluğu Antonioni'den Gece, Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Kolu Doğaçlama Çalışmaları Gösterisi, Yıldız Teknik Üniversitesi Tiyatro 1960 ve Şişli Lisesi Fecr-i Ati Tiyatro Gurubu Anton Çehov/Neil Simon'dan Sevgili Doktor, Yedi Bölge Oyuncuları Nejat İşlerin Biz Zavallı Erkekler, Silivri Belediyesi Tiyatro Topluluğu ve Özel Darüşşafaka Lisesi Tiyatro Kolu Memet Baydur'dan Düdüklüde Kıymalı Bamya, İ.Ü. a Boğaziçi Üniversitesi oyuncuları kollektif bir yorumla gerçekleştirdiği "İş Ararım İş" adlı oyunları sergilediler. Şenlikte ayrıca İ.Ü Veteriner Fakültesi Tiyatro Kulübü bir mim gösterisi sundu. 19 TANITIM BoyutMitos, Tiyatro Yayıncılığında Dalya Dedi TİYATROCULARA VE TİYATROSEVERLERE BİR ÖNERİ Tuncer C ü c e n o ğ l u Türkiye'de yayıncılık zor zenaattır, hele tiyatro kitapları yayıncılığı ise zorun da ötesinde birşey. T. Yılmaz Öğüt, bir inanılmazı başararak MitosBoyut Yayınları'nda a 100. tiyatro kitabına ulaşarak dalya dedi. Yılmaz Öğüt'ün bu akılalmaz başarısını Tiyatro... Tiyatro... için, Tuncer Cücenoğlu kaleme aldı. pe cy MitosBoyut'u kutluyor, daha nice dalyalar diyoruz. Bu yazıyı hazırlamazdan önce MitosBOYUT Yayınevi'nin kurucusu, sahibi, kısacası her şeyi olan Yılmaz ÖGÜT'le ne zaman ve nerede tanıştığımın yanıtını, günlerce kendimi zorlamama karşın, bulamadım... Belleğimin bu beklemediğim ihaneti karşısında, biraz da kendimi haklı çıkarmak için olsa gerek, böyle bir sorunun yanıtını aramanın gereksiz bir eylem olduğu noktasında durup rahatlamayı seçtim ve şöyle bir yargıya vardım: Bazı ender insanlarla olan dostluğunuzun başlangıcına bir tarih koymaya hiç gerek yoktur. Tıpkı yeni başlayan bir aşk, nasıl ki sevgilinizi sanki yıllardır tanıyormuş gibi bir duygu yoğunluğu yaşamanızda etken olursa, hemcinslerinizle olan dostluklarda da böyle olur hep... Öyle bir tanışmadır ki bu, hemen kaynaş/verirsiniz... Çünkü dünyaya bakışınız, olayları değerlendirişiniz, kısacası değer yargılarınız ve birikiminiz öylesine bir örtüşür ki, daha üç günlük bir tanışmada bile sanki yıllardır, belki de doğumunuzdan bu yana hep bir şeyleri paylaşmışsınız gibi bir duyguya kapıl/vermeniz içten bile değildir. BoyutMitos Yayınevi'nin kurucusu. Yılmaz Öğüt 20 İşte bütün bunları düşünürken birden 1989 yılına dönüverdim... "Sakıncalı Personel" sayılarak, geçimimi yazdığım oyunlardan aldığım telifle karşılamaya çalıştığım/altıncı yılı yaşadığım 1989 yılına... Dostum, sinema yönetmeni Yusuf Kurcenli ile birlikte benim oldukça ekonomik bir oyunum olan Çıkmaz Sokak'ın önce tiyatrosunu gerçekleştirecek sonra da film olarak çekimini yapacaktık... Gerçekten de ekonomik bir oyundu Çıkmaz Sokak... Çünkü iki kadın, bir erkek oyuncunun varlığı ile tek dekorda geçen oyun özellikle para kazanmamız için yapmamız gereken turneler için de olanaklıydı... Rahmetli Yaman Okay erkek kahramanı oynuyordu... Ama yalnızca oyuncusu değil, her şeyiydi ekibin... Henüz provalar başlamıştı ki o gür, kocaman sesiyle: "Samsun ve çevresini bağladım..!" diye bağırdı Yaman... Sonra hepimizin soran bakışlarını rahatlatmakta da gecikmedi: "Bizim Yılmaz Öğütle dün gece telefonlaştık... Sabahleyin olumlu yanıtı verdi... Samsun ve çevresi tamamdır arkadaşlar..." Biraz da çekinerek: "Yılmaz Bey'i tanıyor muyum?" diye sordum. "Tiyatroyla ilgilenip de Yılmaz Öğüt'ü bugüne kadar tanımamışsan, gerçekten büyük kayıptır!" dedi Yaman... Sonra ekledi: "Mimardır... Tiyatroyu, tiyatrocuları çok sever... Ankara Sanat Tiyatrosu'nun en büyük destekçilerindendir... Rutkay ağbinin de en yakın dostlarındandır..." a cy kahramanları da canlandırarak olur, hepimizde tiyatro sevgisinin oluşmasına katkıda bulunurdu... Ancak bu kitapları bize vermez, sanki onları hoyratça kullanıp bir daha okunmayacak bir hale getireceğimiz gibi bir endişeyle olsa gerek, öğrencilerden yani bizlerden uzak tutardı... pe İşte rahmetli Yaman Okay'ın bu açıklamasıyla Yılmaz Öğüt'le daha tanışmadan başlayan ve ömür boyu süreceğine inandığım dostluğumuzda başlangıç böyle gerçekleşti... Yaman öylesine güzel tanımlamıştı ki onu, henüz görmeden ısınıvermişti içim ona... Çünkü o AST'ın ve hepimizin gözbebeği Rutkay Aziz'in dostuydu... Bu iki özelliği ise ona güven için yeterliydi zaten... (Hepimize tiyatroyu sevdiren Nurcan Hanım sonradan yazar Ümit Kaftanaoğlu ile evlendi... O zamanki adıyla Maarif Vekaleti'nin Dünya klâsikleriyle ilk kez lise yıllarında tanıştım... Beyaz karton kapaklı, İsmet İnönü önsözlü, hemen her kitabın içinde geniş bilgiler içeren inceleme yazılarının bulunduğu ve oldukça ucuza satılan kitaplardı bunlar... Dar olanaklarına karşın rahmetli babam istemimi yerine getirmiş ve Maarif Klâsiklerini taksitle alıp, önümde inanılmaz bir dünyanın açılmasını sağlamıştı... 12 Eylül öncesinde Ümit Kaftancıoğlu'nun, bugünlerde iyice açığa çıkan çeteler tarafından katledilmesinden sonra, Nurcan Hanım'ın eşini yitirmenin şaşkınlığıyla televizyon ekranlarında donup kalan çaresizliğini anımsıyor ve üzülüyorum şimdi.) İşte Nurcan Hanım'ın bize tanıttığı bu kitapları ülkemize kazandıran kişi Hasan Ali Yücel'dir. İşte, klâsik ve çağdaş tiyatro oyunlarını kitap olarak elime alabilme olanağına ilk kez o zaman kavuştum... Oysa bu kitapları biliyordum, görmüştüm daha önce... Çünkü edebiyat öğretmenimiz Nurcan Hanım, derslerimizde bu beyaz karton kapaklı tiyatro klâsiklerini bize nerdeyse Sayın Ali Yücel ülkemizin aydınlamasında çok önemli hizmetler vermiş bir değerli insandır... Kuşkusuz beyaz karton kapaklı bu kitapları yaşamımıza katmasının, bütün hizmetleri içinde apayrı bir yeri vardır... Nitekim Unesco tarafından 1997 yılında bütün dünyada kutlanıyor bu günlerde Sayın Yücel... Az bile... 1990 Yılıydı... Yılmaz Öğüt'le konuşuyoruz... "Tiyatro kitapları yayımlasana..."dedim birdenbire... "Bu boşluğu doldurmak gerek..." "Tiyatro ile ilgili yayınlar az satar... Az satan kitaplar ise yenilerinin çıkartılmasını engeller..." dedi... Kestirmeden, etkilemek için: "Tiyatroyu sevmiyor musun yoksa?" diye sordum gülerek... "Bunu bana nasıl söyleyebilirsin?" dedi şaşkınlıkla... Şaşkınlığından yararlanıp onu canevinden vuran şu tarihi konuşmayı yapmakta gecikmedim... Zaten günlerdir bu konuşmaya hazırlanıyordum. Duraksamadan ve teklemeden: "Vasıf Öngören, Oktay Arayıcı, İsmet Küntay... Genç yaşta yitirdiklerimizden yalnızca üçü... Yayımlanmamış oyunları olduğunu biliyorsun... Korkarım biraz daha gecikirsek zaten az sayıda olan oyunlarını da yitireceğiz... Toplu oyunları başlığıyla bu üç yazarımız için birer kitap yapabilirsin... İki üç yıl içinde nasıl olsa tüketirsin bunları... Kaldı ki Turgut Özakman gibi, oyunları amatör, profesyonel birçok topluluk tarafından sahnelenmekte olan bir oyun yazarı var elimizde... Turgut Özakman'm oyunlarını 21 diye bağırmayı da ihmal etmedim... Aslı ve annesi Nuran Oktar çok kısa bir sürede oyunları teslim ettiler Yılmaz Öğüt'e... Ve 1991 yılının Mayıs ayında Bütün Oyunları Vasıf Öngören (Almanya Defteri, Asiye Nasıl Kurtulur, Oyun Nasıl oynanmalı? Zengin Mutfağı), Mengü Ertel'in kapak düzeni ile Yılmaz Öğüt tarafından yayımlandı... Ben de rahatladım. Nasılsa artık durmayacaktı bu iş... Nitekim arkasından Turgut Özakman Toplu Eserler / (Ah Şu Gençler, Töre, Ocak) yayımlanmakta gecikmedi... a Yıl 1997... Yılmaz Öğüt'ün MitosBOYUT Yayınevi bugünlerde 100 üncü kitabınını da tiyatro dünyamıza kazandırdı... Kimler yok ki? Oktay Arayıcı'dan Orhan Asena'ya, Ülker Köksal'dan, Memet Baydur'a, Adalet Ağaoğlu'ndan, Ataol Behramoğlu'na, Sermet Çağan'dan, Güngör Dilmen'e, İsmet Küntay'dan Çetin Altan'a, Dinçer Sümer'den, Nezihe Meriç'e, Cevdet Kudret'ten, Bilgesu Erenus'a, Erhan Gökgücü'nden, Ali Berktay'a, Turgay Nar'a, Müjdat Gezen'e, Ülkü Ayvaz'a, Savaş Dinçel'e, Behiç Ak'a, Tuncer Cücenoğlu'na uzanan bir repertuardır bu... pe cy üçer dörder yayımlarsan satış endişesi de taşımazsın... Örneğin Ah Şu Gençler şu anda sanıyorum ülkemizdeki belli başlı birçok lisede sahnelenmekte... Töre de öyle... Ocak da... Fehim Paşa Konağı benim bildiğim on, on beş yerde sahneleniyor... Sonra diğer yazarlarımıza yönelirsin... Tiyatroya katkı ancak böyle olur... Böylece de hem sevdiğin işi yapmış hem de tiyatroya katkıda bulunmuş olursun..." Yılmaz Öğüt'ü en zayıf yerinden, yani ondaki tiyatro sevgisinden vurmayı başarmış olmalıydım ki: "Evet, denemeye değer..."dedi sevecenlikle... "Peki ama bu oyunları nasıl bulacağız?" "Kolay... Ben yardımcı olacağım sana..." Birden ayağa kalktı Yılmaz Öğüt: "Vasıf Öngören'le başlarız!" dedi coşkuyla... Hemen Vasıf Öngören'in kızı Aslı'yı buldum. "Bak Aslı..."dedim... "Bütün Oyunları başlığıyla babanın oyunlarını toparla ve Yılmaz Öğüt'e götür..." Aslı giderken de arkasından, sanıyorum bana da sahip çıkın diyemediğimden olsa gerek: "Bak Filiz Ali nasıl sahip çıkıyor babasına..." 22 Gogol, Brecht, Shakespeare, Stratief, Beckett, Kafka, Mamet, Kambanellis, Tolstoy, Horvath, Bachmann, lonesco, Sofokles vb. Birçok yazarı görebilirsiniz bu repertuar içinde... Ya Aziz Çalışlar'ın sözlükleri, Mücap Ofluoğlu'nun anıları, Stanislavski, Strehler, Prof. Dr. Özdemir Nutku, Zehra İpşiroğlu, Grant, Esen Çamurdan, Metin Balay ve Ali Berktay'ın tiyatromuza ve tiyatrocularımıza büyük katkı sağlayacak yapıtlarına ne demeli? Dile kolay 100 kitaptır Mitos BOYUT'un tiyatromuza armağan ettiği... Sen çok yaşa Yılmaz Öğüt... Senin gibi bir dostum olduğu için onurlanıyorum... Senin sayende yurdumuzun dört bir yanında sergilenebiliyor oyunlarımız... Siz Devlet ve Şehir Tiyatrolarının, Özel ve amatör toplulukların özverili sanatçıları/emekçileri... Ülkemizin tiyatrosever insanları... Lütfen birer takım edinip süsleyin kitaplığınızı bu kitaplarla... Ki Yılmaz Öğüt 100'ü 500'e çıkartsın... Tiyatromuzu zenginleştirsin... Ve siz kütüphaneciler... Kütüphanelerinize... Ve ne güzel olur Hakkari'den Edirne'ye halkımızın elinde görmek bu kitapları... Ne dersiniz? İZDÜŞÜM Levendoğlu Tabuların Yıkılışı Türkiye'de tiyatro ilerliyor mu, yerinde mi sayıyor? Konu, kimi açılardan tartışılır noktada. Örneğin şu açılardan: Nicelik ile nitelik hedefleri arasında sağlıklı bir denge var mı? Özgün bir tiyatro dili anlayışı gelişmekte mi? Ulusal ya da "yerli" tiyatromuzun varlığından söz edilebilir mi? Öte yandan, bir doğrultuda çok belirgin, giderek "değişim" boyutlarında bir ilerleme var, ama o da gözlerden kaçıyor, sanıyorum. Sözünü ettiğim, tiyatromuzda "tabuların" artık yıkılıyor olması. Ben geçmişte -bu tabuların egemen olduğu dönemlerde- konu üzerine çeşitli yazılar yazmıştım. Konunun içeriğini açımlayabilmek için o yazıların kimilerinden bölümlere başvurmak istiyorum: "(...) son 20 yılın dünya tiyatrosu ürünlerinden Türkiye'de 'oynanabilir' olanların oranı çok düşüktür. Geniş anlamda 'ulusal ahlâk değerlerine aykırılık' diye tanımlayabileceğimiz nedenle, başta cinsellik olmak üzere çeşitli içerikler, göreneklerin, törelerin, giderek bağnaz düşüncenin engellerine takılır. Bunu siyasal-toplumsal doğrultudaki kısıtlamalar izliyor. Dinsel konular bir başka elenme nedenidir. Bir başkası (...) 'iyi oyun ama halkımıza uzak' öngargısıdır." Nokta, Temmuz '83. "(Yerli oyunlarda) tabulaşmış hoşgörüsüzlük engellerini aşabilmek (...) toplumsal düzlemde özeleştiriye yönelmek olası değildir." Nokta, Ekim '83. "Gene de genel tabular: cinsel, dinsel, siyasal konular, kabuğu bir türlü kınlamayan 'yerleşik ahlâk değerleri' (...) belirleyici etken olmayı sürdürüyor." Düşün, Temmuz '85. "Bu yazarların el attıkları olgular ve bunların işleniş biçimi ile (...) oynanabilirlik sınırlamaları arasındaki uçurum azalmıyor (...)" Yeni Gündem, Eylül '86. Şimdi bugüne dönüp tiyatrolarımızda sahnelenen oyunların genel görünümüne göz çevirirsek; söz konusu tabuların, toptan yıkılmış olmasalar da, kökten sarsılmış olduklarını söyleyebiliriz: Cinsellik olgusu tiyatronun içeriğinde (bir ölçüde görselliğinde de) yer alabiliyor. Örneğin cinselliğin, toplum genelinde aşırı duyarlılık uyandıran "ensest" gibi bir uzantısının sahnelere yansıması artık yadırganmıyor... Siyasal-toplumsai içerik ekseninde eleştirinin sınır çizgileri aşılmış görülüyor... "Şiddet", "vahşet" gibi yaşamda var olup bir süre öncesine dek sahneye "yakıştırılmayan" olgular da ordaki yerlerini alıyor... Dinsel içerikli olguların "değinilmezliği" belli bir boyutta sürüyorsa da, inancı, dinleri, Tanrı'yı sorgulayan söylemler sahneye artık uzanabiliyor... (Yerli oyunlar bağlamında) bu ülkeye, bu topluma, onun kurumlarına yönelik özeleştiri, tiyatromuz dokusuna işlenmeye başlıyor. pe cy a Ahmet Burada şunu da belirtmek gerek ki, tabular engelleri yıkılıyor ama, Devlet ve güvenlik güçlerinin engellemeleri 15-20 yıl öncelerini pek aratmıyor. Ankara Ekin Tiyatrosu'nun oyunlarının 13 il ve ilçede yasaklanması, bu zorbaca engellemelerin son, çarpıcı örneği. Tabulardan arınma sürecinin "ödenekli-resmi" tiyatrolarımızda daha ağır işlediğini söylemek de gerekir. Süreci tarihsel bir çerçeveye oturtmak da ilginç olacak. Bu değişimin son 7-8 yılda belirginlik kazandığını, dolayısıyla 90'lı yılların ürünü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Demek ki "Özalizm''in Türkiye'de egemenliğini sürdürdüğü döneme denk geliyor, başlangıcı. Öyleyse bu da Özal'ın ünlü "transformasyon"unun tiyatroya yansıması mıydı acaba? Özalcılığın ateşli savunucuları bu olguya ya da Yeni Dünya Düzeni patentli "değişim" gözlükleriyle bakmak isterlerdi, kuşkusuz. Değişimin gerçeğinin ise bu gözlüklerle bağlantısı yok. Peki, nasıl oluştu tiyatro tabularındaki değişim? Şöyle: 1. Tiyatro, belirli tıkanmışlıkların nedenini doğru adreste (tabusal engellerde) aramaya başladı. 2. En azından bir bölüm tiyatro insanı "öz ve söz"ün vazgeçilemezliğinin ayırdına vardı. ("Öz ve Söz"ün gerçekliği, tabuların "boş"luğunu alt ediyor er geç.) 3. Tiyatromuz "kültürlerarası etkileşim" ile geç de olsa tanıştı; ülkelerarası alışverişe katılma çabasına girdi. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali, yine bu çerçevede, çok büyük katkı sağladı. 4. Tiyatroya doğrudan bir yararı olmayan görsel medya, kendi izlencelerinin içeriğinde sınırları zorlamasıyla "her şey gösterilebilir" anlayışının gelişimine -nitelik açısından kötü örnek olmasına karşın- yol gösterdi. 5. Tiyatronun toplumsal dinamiklerle daha iç içeliği, sivil örgütlenmede daha işlevselliği yolunda adımlar atıldı. Tabuların yıkılması, başka olumlu gelişmelere de kapı açar 23 SÖYLEŞİ daha da geç kalmışsanız, mezarcı kostümünüzü blujean'inizin üzerine giyebilirsiniz v.b... Bunlar o denli kanıksanmış ki, doğru, eğri sayılmaya başlanmış. Diyeceğim hepimiz yıllar içinde oluşan bu "teamül" sayesinde son derece rahatız. Bu nedenle de mevcut statükonun değişmesini, hiç olmazsa onarılmasını hiç mi hiç istemiyoruz. Hep incir çekirdeğini doldurmayan meseleler üzerine kıyametler kopuyor. Bu patırtılı ortamda temel meseleyi, asıl üzerinde kıyametler koparılması gereken temel sorunu ya da sorunları unutuyoruz. Yoğun geçen bir sezonu daha geride bıraktıktan sonra, İstanbul'daki ödenekli tiyatrolarla bir değerlendirme yapmayı düşündüm. Önceliği İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolan'na vermemin nedeni. Sayın Kenan Işık'ın, 1. yılının bitiyor olması ve kuruma, dışarıdan (Devlet Tiyatroları'ndan) gelmiş olmasıydı. Kenan Işık, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda geçen bir yılın ardından neler düşünüyordu acaba? Cevabını almak için, Kenan Işık'a ilk sorumu yönelttim. Sürün bu gerçeklere a Kenan Işık'la Şehir Tiyatroları'nın Bir Yılı Üzerine Demirkanlı Sayın Işık, oyunculuk, rejisörlük, Devlet Tiyatrosu, derken yeni bir mekân ve yeni bir görev; yöneticilik. Bu değişiklik nasıl oldu, sizde nasıl bir değişim yarattı? Ankara Meydan Sahnesi'nde 300 lira maaşla profesyonel olduğumda lise öğrencisiydim. Tahsille tiyatro hep birlikte yürüdü. Sonunda üniversitenin Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldum. Yani yönetici diplomam var. Ama hiç aklıma yönetici olmak gelmedi. Özellikle son yedi, sekiz yıldır yöneticilik teklifi almadığım tiyatro yok gibi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'na gelmeden önce Kocaeli Belediye Tiyatrosu'ndan teklif almıştım. İstanbul'dan ayrılmak istemedim. Ardından ikinci kez İstanbul 24 benziyor. Özellikle de Devlet Kurumlan. Bu nedenle sorunlar hep aynı. Bürokratik yapı her iki kurumda da sanatın, sanat icra etme koşullarının önünü tıkıyor. Görünürde hepimiz bu durumdan şikayetçiyiz gibi ama benim bir yıl içinde gördüğüm fark ettiğim statükonun çoğunluğun işine yaradığı. Aslında herkes halinden memnun. Zaman içinde hiçbir yasal ya da etik dayanağı olmayan anlayışlar oluşmuş... Neredeyse kanun gibi... Rejisörlük öyle çoluk çocuğun yapacağı iş değildir. Yaş kemale ermeden olmaz. Bir kere reji yapan kötü de yapsa artık rejisördür ve hep reji yapar. Yabancı yerli oyunların oranı yarı yarıya olmalıdır. Adaletli olmak bunu icabettirir. Bazı oyuncular mutlaka başrol oynamalıdırların gerekçesi sadece yaşına, başına hürmet. Bu yüzden küçük, yaşlı roller genç oyuncular tarafından oynanır. Eğer pe cy Mustafa Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'na yönetici olmam teklif edildi. Şenol Demiröz benim için son derece sorumlu, ciddi bir bürokrat ve kültür adamı. Başarılı olur ya da olmaz ama kültürel alanda yapmak istedikleri benim özlemlerimle örtüşüyor... Belki de bir süreç bu. Ne olursa olsun kaçamayacağımız bir noktaya gelip dayanıyor ve birdenbire kendinizi o hiç aklınıza getirmediğiniz yerde buluyorsunuz. Ödenekli tiyatrolar her zaman çeşitli sorunlar yaşar, bu belkide kurumsallaşmış olmanın getirdiği sıkıntılardır. Yeni görevinize başlarken Devlet Tiyatroları'ndaki yıllara yayılan deneyiminizden sonra benzer bir kurum olan Şehir Tiyatroları için bir yönetim modeli düşündünüz mü? Türkiye'de kurumlar birbirine rağmen, nasıl bir yönetim anlayışı oluşturmaya çalıştınız? Sanat özgür ortamlarda gelişir, çoğalır, paylaşılır ve haz alınır... Bu nedenle olabildiği kadar sanatsal alana müdahele etmemeye çalıştım... Rahat, temiz, geniş alanlar açmak istedim çalışanlara. Müdürümüz Muharrem Ergül bütün yıl tiyatroların onarımı, eskiyen sahne tahtalarının değişimi kulislerin yenilenmesi, jeneratör alımları gibi pek çok meseleyi halletmek için uğraştı. Bir doktoru bile yoktu koca tiyatronun... Öyle sanıyorum ki eskiye göre daha rahat bir ortam oluştu. Sahneye, oyuna yönelik harcamalarda hiçbir kısıntıya gidilmedi. İsteyen, istediği oyunu istediği kadrolarla yaptı. Elbetteki her isteyen değil. Şehir Tiyatroları'nda geçen yıl 10-12 sanatçı rejisör olarak ilan edilmiş. Mustafa Arslan'ın başkanlığında bir ekip çalışması olarak sahnelenen "Silvanlı Kadınlar"dan bir sahne. pe Koşulların da zorlaması var elbette. Belki sadece iki yeni yönetmen bu fırsatı elde edecekken, bu sayı mevcut rejisörlerin, önerilerimizi reddetmeleriyle dörde çıktı. Fassbinder'in "Korku Ruhu Kemirir" oyunu iki deneyimli yönetmen reddedince Serra Yılmaz'ın sahneye koyması gündeme geldi. "Metro Canavarı''da öyle... Şehir Tiyatroları'nın kadim dokusu ile buluşan bir oyun oynama düşüncemiz "Evhami"yi gündeme getirdi. Teklif ettiğimiz yönetmenler reddedince Mehmet Ulusoy'a önerdik, o kabul etti. Ulusoy'un takvimi uygun olmadığı için gelecek sezona kaldı proje. Dediğim gibi bürokrasi her kurumda olduğu gibi bizde de almış başını gidiyor. Zaman içinde hiç ayırdına varmadan bizler de resmileşiyoruz. İnsanlar sanatçı kimlikleri ile değil İsmail Kaygusuz'un ilk oyunu. "Silvanlı Kadınlar". Behiç Ak'ın ikinci oyunu ise "Ayrılık". Repertuvar anlayışımızın en temel ilkelerinden biri yeni yazar, ilk oyun. İlklerin yanı sıra en eskilerini de oynadık bu yıl Sofokles, Shakespeare, H. Rahmi. Seyircinin ilgisi bazı projelerimizi geç başlattı bize. Beckett'in "Godot'yu Beklerken", Fassbinder'in "Korku Ruhu Kemirir" (Diğerlerinin Adı Ali), Tanpınar'ın "Huzur" oyunları şu anda provada. a Bu yıl Şehir Tiyatroları'nda genç yönetmenleri de izleme şansımız oldu. Bu bilinçli bir seçiminiz miydi? yaşları, seneleri ile ağır basmaya başlıyorlar... Memur, şef, müdür muavini, müdür... Bu hiyerarşik zihniyet herşeye hakim olup sanatı eziyor. Bir gün kapıdan iki genç arkadaş girdi. Biz bir piyes sahnelemek istiyoruz dediler. Buyrun dedim size elimden gelen yardımı yaparım. İşte dediler piyesimiz. "Nikâh Kâğıdı". Oyun önerilerini reddedip, başka bir oyun önerdim. Aylarca çalıştılar sonunda "Silvanlı Kadınlar" oyunu çıktı. Önceleri böyle bir sonuç alınacağına ben de inanmamış olacağım ki, oyunu Şehir Tiyatrosu'nun dışında başka bir yerler bulur oynatırım diye düşünmüştüm. Bu nedenle olsa gerek bu yıl genç sanatçılar daha cesaretli. Pek çoğunun projeleri var. Geliyorlar tartışıp, konuşuyoruz... Bu bile önemli benim için. Sadece genç gruplar, genç yönetmenler değil, genç yazarlara da olanaklar tanımaya gayret ettik. Yirmi üç yaşında bir elektrik mühendisi "Metro Canavarı" diye bence çok hoş, özellikle de metrosu açılmadan metro kültürünün hazır olduğu İstanbul seyircisine söyleyecek sözü olan, ironik bir metin. cy Neye, kime, hangi objektif ölçülere göre belli değil. Neyse... Demek istediğim projelerin içinden seçmek durumunda kalıyorsunuz... Bu sezon seyirci sayısı nedir? 379.000 seyirciye perde açtık bu yıl. Bundan önceki en yüksek seyirci sayısı 1991-92 sezonunda 361.000 seyirciydi. Şehir Tiyatroları'nda repertuvarı oluştururken, gişe kaygısı taşıyor musunuz, taşıdınız mı? Tiyatro eni sonu oyuncu ve seyirci ile olacak bir sanat. Bunlardan biri eksik olursa tiyatro olmaz. Elbetteki seyirci kaygısı taşıyorum, ama her gün televizyonlarda onlarcasını seyrettiğimiz niteliksiz, sığ güldürüler ya da acıklı öykülere benzer oyunlara da daha çok seyirci gelecek diye asla itibar etmiyorum. En azından ödenekli tiyatroların varlık gerekçelerine de aykırı olur bu. "Godot'u Beklerken'in seyircisi sadece bizde değil, dünyanın her yerinde azdır. Ama dünyanın her yerinde de tiyatro repertuarlarının en gözde oyunları arasındadır. "Oidipus" da öyledir, "Kafkas Tebeşir Dairesi"de. "Bir Ata Krallığım" gibi Shakespeare kolajları da... Ayrıca ben iyi yapılırsa Beckett oyunlarının veya "Kral Oidipus"unda çok seyircisi olacağına inanıyorum. Tiyatro iyi, nitelikli metinden önce, iyi nitelikli kadro ister. Bu anlamda bugüne kadar heba olmuş pek çok iyi metnin yanı sıra adam edilmiş seyredilir hale gelmiş pek çok da kötü metin gördüm. Gönlüm bu ön yargının kırılmasından; "Oidipus"dan sonra "Antigone"nun, "Medea"nın, Becket'ten sonra ise Thomas Bernard oynamaktan yana. Başarısız olursak bir elli yıl daha "Oidipus" oynamayacağız diye korkuyorum. Biliyorsunuz "Kral Oidipus" 1947'de oynanmıştı en son. "Oidipus Colonos"ta ise ilk kez oynandı Türkiye'de. Kenan Işık'a söyleşinin sonunda teşekkür edip ayrılırkan, umudu görmenin hazzını yaşadım bir kez daha. Tiyatromuz, Kenan Işık gibi onlarcası var olan yürekli, umut dolu, çalışkan insanların varlığıyla gelişecek, hak ettiği yeri alacak. Herşey, ama herşey sanatın üzerine bir karabasan gibi gelirken, daha sıkı ve dik durmamız gerektiği gerçeğini bir kez daha hatırlamak hiç de mutlu etmedi beni. Her taraftan gelen saldırılarla boğuşmak yerine, daha iyiyi oluşturmak için çabalıyor olmamız gerekmiz mi? 25 LİMON YAZILARI Memet Baydur Güncel Politika Oyunu Tiyatro dergisi için yazdığım yazıların 'tiyatro' üzerine olmaları doğaldır. İyi ama tiyatro 'üzerine' olmayan ne vardır ki zaten? Biraz düşünelim bunu. Sahnede iki devlet adamı, iki general, bir de işadamı, beş kişi vardır diyelim perde açıldığında. Bir yaz akşamı; geniş, rahat bir verandada biraz yemek yerler, içerler ve bolca konuşurlar. Memleketin kaderi üstüne, ertesi gün açıklanacak kimi kararlar üstüne, politik dedikodular üstüne konuşurlar. Arada bir özel yaşamlarına, özel dertlerine doğru kayar sohbet. Oyun ilerledikçe bu beş kişinin kimlikleri değil kişilikleri anlaşılır yavaşça. Yetkilerini, güçlerini, kudretlerini unuturuz biz seyirci olarak. Onlar da unuturlar bir ara, yazar öyle yazdığı için. Beş erkek olarak futbol maçlarından, zamparalık öykülerinden, yurtdışı gezilerinde başlarından geçen komik olaylardan söz açarlar. Sonra yine esas konulara dönülür. Enflasyon, iç savaş, yolsuzluklar, çeteler, seçimler, işkenceler, faili meçhuller, irtica, yobazlar, hokkabazlar konuşulur. İkinci perde açılır. Otuz yıllık evli bir çift. Bir yalının boğaza bakan salonunda kahvaltı ederler, (yemek yenir ama kahvaltı, 'edilir'.) Kadın da, adam da politik gücü, parasal gücü ve bazı başka güçleri olan iki insandır diyelim. Kadın ve Adam bir kez olsun ülkede olup bitenlerden, siyasi manzaradan, haklarındaki iddialardan, gerilimden söz etmezler. İkisi de gergindir ve ha babam a kahvaltı sofrasındaki zeytinden, domatesten, yumurtadan, çay-peynir-üzüm cinslerinden konuşurlar. Denizden, lodostan, perdelerin kirinden, mide için asit giderici haplardan, ishal ve kabızlık sorunlarından ve birçok benzer meseleden konuşurlar ama bir saniye olsun memleket cy sorunlarına ilişkin bir tek sözcük edilmez. Bu iki garip ve korkunç insanın bu anlamsız kahvaltı sohbetini bizim dilimize çevirmekse yalının garsonuna düşer. Garson habire hanımefendiyle beyefendinin sofrasına kızarmış ekmek, rafadan yumurta, demli İngiliz çayı getirir götürür. Sahneye her girdiğinde biraz, her çıkışından önce biraz duralar ve pe seyirciye tercüme eder sofrada konuşulanları. Beyaz peynir üstüne çıkan o tartışma kredi yolsuzlukları hakkındadır. Çayını beyaz örtüler üstüne devirdiği zaman söyledikleriyse Cumartesileri oğullarını arayan o annelerin nasıl hakkından gelineceği üstünedir. Onlar hiçbir şey söylemez ama biz garson aracılığıyla bu hiçliğin ne anlama geldiğini anlarız. Parasal ve siyasal gücün esiri olmuş; güncelle, insani olanla, tarihle, bilgiyle olan bağlarını tümüyle koparmış bu çiftin yalı kahvaltısıyla örtülen dramatik gülünçlüğünü ancak garsonun çevirisiyle anlarız. Üçüncü perde büyük, muhteşem bir salona açılır. Bir kokteyl parti. Oyunda bu ana kadar gördüğümüz herkes oradadır ama başkaları da vardır. Politikacılar, askerler, profesörler, bürokratlar, teknotratlar, sanatçılar, gazeteciler, işadamları, belediye başkanları, valiler, büyükelçiler, aydınlar, karanlıklar, enteller, bamteller, hacılar, hocalar, karateciler, bozkurtlar, milliyetçiler, turancılar, yağlı güreşçiler, kalem kıranlar, köşe yazarları, gol kralları, sultanlar, prensler, kenterler, köylüler, arada kalmışlar, her nasılsa içeriye sızmışlar, yabancılar ve yabancı olmayanlar... hemen hemen herkes. Herkes yüksek sesle ve bir an olsun duraksamadan, sürekli konuşur. Türk Pop Müziği çalar bu arada. Büyük bir gürültü. Her kafadan bir ses çıkar. Perde. Bir oyun yazarı için matrak bir ikilem: Oyunu mu yazmalı, oyun üstüne mi yazmalı? ikinciyi seçerseniz, oyunun özetini vemekle yetinmek zorundasınız. Oyun yazmak istiyorsanız, köşe yazısını boşverin. Önümüzdeki sayıda buluşuruz nasılsa! 26 a cy pe 25. ULUSLARARASI İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ MÜZİĞİN KALBİ İSTANBUL'DA ATACAK Savcılıoğlu Klasik ve çağdaş müziğin en iyi örnekleri, dans, opera... Gelenekselleşen bir festivalin zengin içeriğini belirleyen sanat başlıkları. 25 yıldır İstanbullu müzikseverler ve müzik iletişiminin güçlü ismi İstanbul Müzik Festivali, bu yıl da sanatseverleri, birbirinden başarılı topluluk ve sanatçılarla buluşturuyor. a Nevra pe cy İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın düzenlediği ve 15 Haziran-8 Temmuz tarihinde gerçekleştirilecek, 25. ' Uluslararası İstanbul Müzik Festivali İstanbullulara müzik dolu günler yaşatacak. Dünyanın önemli müzik organizasyonlarından biri olan festival, bu yıl 32 topluluğun vereceği 44 konser ve gösteri ile dinleyenlerle buluşuyor. Etkinlikler, Atatürk Gösteri Merkezi, Aya İrini, Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda gerçekleştirilecek. Dünya sanatçılarına evsahipliği yapacak olan İstanbul bu yıl Festivale, İngiltere, İtalya, Almanya, Fransa, Güney Kore, Rusya, Hindistan, Hollanda, İrlanda, İsrail, ABD, Avusturya ve Japonya'dan 1000 ve Türkiye'den 200 sanatçı katılacak. 25. İstanbul Müzik Festivali'nin ana temasına 1997'de bütün dünyada 200. doğum yılı kutlanan, romantizmin doğrultusunda duygulu, coşkulu şiir dolu olan besteleri ile klasik dönemden romantik döneme geçiş evresinin en büyük ismi olan Schubert (1797-1828) ile, 100. ölüm yılı nedeniyle anılan Brahms (1833-1828) oluşturacak. Uyandırdığı etki açısından Beethoven'le kıyaslanabilen ruhsal niteliklerinin 32 özelliklerini taşıdığı müziğini uzun uzun çözümlemesiyle bilinen bir büyük besteci Brahms ve Schubert'in eserlerine ağırlık verilecek. Festival programında aynı zamanda,günümüz konser repertuarlarının vazgeçilmez sanatçısı, romantik dönemin klasik kurallarına bağlılığı ile bilinen,"Reformasyon Senfonisi", "Hebrit'ler Uvertürü" bestecisi, Mendelshon'un ölüm yılı ve ünlü bestecimiz Adnan Saygun'un 90. doğum yılı olmasından dolayı bu iki sanatçının eserlerinin de programda yer almasına dikkat edildi. Klasik müzik alanında zengin bir içerikle her yıl dinleyenleriyle buluşan festival bu alandaki öncülüğünü bu yıl da sürdürüyor ve bir yeniye de imza atıyor. Festivalin opera bölümünde İtalyan besteci Ferdinando Bertoni'nin "ORFEO" operası ülkemizde ilk kez 21 ve 22 Haziran tarihlerinde, Devlet Sanatçısı ve İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Kurucular Kurulu Başkanı Leyla Gencer'in danışmanlığı ve koordinasyonunda Aya İrini Müzesi'nde sahnelenecek. Orkestra Konserleri 25. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali'nde ilk orkestra konserini 15 Haziran'da Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da Gustav Kuhn'un yönetimindeki İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası verecek. İstanbul müzik yaşamında önemli bir yeri olan ve besteci, Cemal Reşit Rey'in yönetiminde 1945'te kurulan İstanbul Devlet Senfoni Orkestrasına bu yıl solist olarak Ayla Erduran ve Suna Kan'ın yanı sıra genç sanatçı Bahar Biricik de katılacak. İngiltere'nin en köklü orkestralarndan BBC Senfoni Orkestrası, 1 ve 2 Temmuz günleri, Aya Irini'de BBC Korosu'nun da katıldığı 2 konser verecek. Orkestrayı halen Washington Ulusal Senfoni Orkestrası'nın Müzik Direktörlüğü görevini sürdüren Leonard Slatkin yönetecek. Bu konserlerin solistleri mezzo soprano Jean Rigby, ünlü tenör John Aler ve bas Alan Opıe. Bu iki konserde Türkiye'de ilk kez seslendirilecek olan Elgar'ın Dream Gerantius (Gerantıus'un Düşü) ve Walton'un Bellshazzars Feast (Bellshazzar'ın Şöleni) adlı eserinin yanında Brahms'ın Trajik Üvertürü ve Mahler'in Rückert Liedleri de seslendirilecek. Orkestra senfonik eserlerden oluşan programıyla 3 Temmuz'da Aya Irini'de vereceği son konserde Vaughan Williams'ın The Larc Ascending (Tarla Kuşunun Yükselişi) Britten'in Senfonia da requem ve Brahms'ın 2. Senfonisini yorumlayacak. pe cy Programda Adnan Saygun'un Ayin Raksı, Vivaldi'nin üç keman için fa minör konçertosu ve Brahms'ın 1. senfonisi seslendirilecek. Bu program bir bakıma IDSO'nun 1973 yılında ilk İstanbul Festivali'nde verdiği konserin tekrarı olacak. Orkestra şefliği kariyerine 1970 yılında IDSO'da başlayan ve ilk İstanbul Festivali'nde çeşitli koro konserlerini yönetmiş olan Gustav Khun uzun bir aradan sonra bu konserle tekrar İstanbul'da olacak. a "Orfeo"/Ferdinando Bertoni, Rejisör: Pier-Luigi Pizzi Dünya'nın en saygın orkestralardan biri olan Amsterdam Consertgebow Kraliyet Orkestrası 18 ve 20 Haziran tarihinde Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da iki konser verecek, İstanbul'daki konserinde orkestrayı yönetecek olan konuk şef, Wolfgang Sawallisch, 1993'ten bu yana ABD'de Philedelphia Orkestrası'nın müzik direktörlüğünü yapıyor. Orkestra ilk konserinde Brahms'ın 4. Senfonisi ve Strauss'un Don Kişot adlı eserini seslendirecek. 20 Haziran'da ikinci konserin solisti ise, İstanbullu müzikseverlerin yakından tanıdığı Frank Peter Zimmermann. Konserde, Çaykowski'nin Keman Konçertosu, Hindemith'in senfonik Metamorfozlar ve Beethoven'in 7. senfonisi seslendirilecek. La Scala Flarmoni Orkestrası Riccardo Muti yönetiminde izleyenlerle buluşacak. 1982 yılında Milano'daki ünlü La Scala Operası bünyesinde kurulan La Scala Flarmoni Orkestrası'nda birinci şefliğe getirilen Rıcardo Mutti aynı zamanda Viyana Flarmoni Orkestrası'nın verdiği "Anello d' Oro" ödülüne de sahip. 5 ve 6 Temmuz'da Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda gerçekleşecek konserde ilk gün, Mendelsshon'un Meeresstille und Gluckklıche Fahrt (Durgun Deniz ve Mutlu Yolculuk), Schumman'ın 4. Senfonisi, Elgar'ın İn the South "Alassio" (Güneyde "Alassio") ile De Fall'nın Üç Köşeli Şapka Balesinden, 2. Suit, ikinci gün ise Beethoven'in Egmont Uvertürü ve 4. Senfonisi'ni ve Busoni'nin Turandot senfonik süiti ile Respıghi'nin I Pini di Roma (Roma Çamları)'yı seslendirecek. Oda Müziği Konserleri Kremlin Oda Orkestrası'nın Aya Irini'de vereceği konsere 1986 yılından bu yana Trossingen Müzik Akademisi'nde profösör olarak görev yapan flüt sanatçımız Gülşen Talu, solist olarak katılıyor. Tını güzelliği ve müzisyenlerin enstrumanlarına olan virtüozite seviyesindeki hakimiyetleri sebebiyle sürekli övgü alan orkestra, 1973 yılında anavatanı SSCB'yi terk eden ve ABD'ye yerleşen Mısha Rachelevski tarafından 1991 yılında kuruldu. Kremlin Oda Orkestrası konserinde. Sevil Berberinden sonra dünyanın en ünlü bestecileri arasına girmiş, G. Donizzetti ve Bellini ile birlikte İtalyan Belcanto'sunun en iyi örneklerini veren ve geleneksel biçimi kıran anlayışıyla Rossini'nin yaylı çalgılar 33 cy Avusturya' nın en önemli topluluklarından biri olan Camerata Academia Salzburg, 17 ve18 Haziran'da Aya İrini'de Schubert'in oda müziği ve senfonik eserlerine ayırdığı iki konseriyle bestecinin 200. doğum yılı kutlanacak. Camerata Academia Salsburg, son yıllarda adından sıkça söz ettiren genç piyanistlerden Tıll Falner ve kemancı Alexander Janıczek'ın solist olarak yer alacağı ilk konserde, oda müziği formasyonuyla bestecinin üçlü, dörtlü ve ünlü "Alabalık Beşlisi"ni seslendirecek. Bestecinin senfonik eserlerinin seslendirileceği ikinci günde ise orkestrayı ünlü tenor ve orkestra şefi Peter Schreier yönetirken, Alexander Janıczek yine solist olarak yer alacak. yorumlamalarıyla bilinen bir topluluk. Repertuarlarında Montiverdi, Bach, Haendel ve Schüts'un tanınmış eserlerine yer veren topluluk, daha az bilinen eserlerin ve özellikle de 16. ve17. yüzyıllardaki önemli müzik olaylarının gösterişli yeniden canlandırmalarıyla da dikkat çekiyor. 25 Haziran'da Aya irini'de gerçekleşecek konserde, Andrea ve Giovannı Gabrieli'nin Venedik Doju, Marino Grımanı'nın 1595'te taç giyme töreni için hazırladıkları büyük merasim müziğini yeniden canlandıracaklar. 26 a için 5. sonatı seslendirilecek. Aynı zamanda, tını, armoni ve ritm bakımından zenginliği ile bilinen besteci Stravınski'nin Re tonunda konçertosu ve Devienne'in 2. Flüt konçertosu ile ruhsal yaşamının değişimlerini müziksel bir anlatıma ulaştırma eğilimiyle bağlantılı olarak bestelerini oluşturan Çaykovski'nin "Florasa Anısı" da konserde seslendirilecek besteler arasında. pe Klasik ve romantik dönem eserlerinin örneklendirileceği Allegri yaylı çalgılar dörtlüsü konserinde, Schubert'in Re Majör dörtlüsü ile Arpegione sonatının klarnet ve yaylı çalgılar dörtlüsü için yeni bir düzenlemesini ve Brahms'ın Si Minör Klarnetli Beşlisi'ni seslendirilecek. "Kremer'in Pıazzolla'nın eserlerinin yorumlaması müzikaller arasında sınır olmadığının en önemli kanıtıdır" tezinin ortaya atılması Gidon Kremer'in "Piozalla'ya Saygı" başlıklı konserinde tangonun en önemli bestecilerinden Astor Piazzola'nın eserlerini yorumlamasından kaynaklanmaktadır. Klasik müzik dünyasında büyük tartışmalara yol açan bu konser, 24 Haziran'da Aya İrini' de festival dinleyicilerine ilginç bir müzik ziyafeti sunacak. Erken dönem müzik konusunda en etkin topluluklardan biri olarak kabul edilen Paul Mc Creesh'in yönettiği Gabrieli Consort and Players, Rönesans ve Barok müziğini canlı performanslar ile CD kayıtlardaki cesur 34 Suna Kan, İDSO/Gustav Kuhn, Şef Haziran'daki ikinci konserde ise, 16. yüzyıl İspanyası'nın en önemli bestecilerinden biri olan Crıstobal de Morales'in Sevgili Ermiş Isador Bayramı İçin Mes'ini seslendirecek. Borusan Oda Orkestrasının 27 Haziran'da Aya Irini'de vereceği konsere dünyaca ünlü flüt sanatçısı James Galway hem şef hem de solist olarak katılacak. Konserin diğer solistleri ise James Galway'in eşi, Jeanne Galway ile genç piyanistlerimizden Ayşegül Kuş Durakoğlu. Orkestra 1993 yılında şu a cy pe "Piyano Birincilik Ödülü" ne layık görülen, Gülsin Onay. Adnan Saygun'un eserlerini yorumlamasıyla dikkati çeken ve pek çok ödülle adından söz ettiren Gülsin Onay 23 Haziran'da AKM Büyük Salon'da bir resital verecek. Paris'te, Marguerite Long-Jacques Thiboud ve İtalya'da Uluslararası Busoni yarışması gibi çeşitli uluslararası yarışmalarda ödül alan sanatçı, bu resitalinde, Schubert, Brahms, Lıszt ve Saygun'un eserlerinden oluşan bir program sunacak. anda orkestranın daimi şefi de olan Prof. Saim Akçıl tarafından kuruldu. Borusan Oda Orkestrası yeni bir topluluk olmasına rağmen konserleri ve CD kayıtlarıyla müzikseverlerin beğenisini kazanmış durumda. motedlerinden oluşan bir program sunacak olan topluluk, ikinci günü Moteverdi'nin "Vespers" adlı eserini yorumlayacak. Konçerto formunun ve İtalyan Barok'unun en büyük bestecisi Vivaldi'nin yanında yine barok dönemi sanatçılarından Handel'in eserlerinin yer aldığı programı Accademia Bizantia sunacak. Barok dönemden çağdaş müziğe, yaylı çalgılardan oda müziğine kadar uzanan repertuarıyla ilgi çeken topluluğun programında bulunan diğer besteciler ise, Marini, Janisch ve Berio. a Frank Peter Zımmermann, Keman Concertegebow Krallık Ork. Şef, Wofgang Sawallisch pe cy Resitaller Resitaller bölümünde iki büyük sanatçımızın yorumlarına yer veren festival, yurtdışında büyük başarılara imza atan bu sanatçıları AKM Büyük Salon'da ağırlayacak. 1984 ve 88 yıllarında İstanbul Festivalinde konser vermiş olan piyanist Arın Karamürsel ve Paris Konservatuarından mezun olduğunda Müzikte yeni anlatım biçimlerinin aranması ve yeni formların gelişim dönemi olarak adlandırılan Barok dönem müziklerini en iyi yorumlayan grupların başında gelen The SıxteenThe Semphony of Harmony and Harry lnention,7 ve 8 Temmuz günleri Aya Irini'de iki konser verecek. Harry Christophers koroyu 1977'de, barok orkestrayı da 1986'da kurdu. Topluluğun, Handel'in Mesih'ini kaydettiği albüm "Plak Büyük Ödülü"nü, Poulenic'in Sept Reponds de Tenebres kaydı ise, 1995 yılında Fransız "Diaposon d'Or" ödülüne layık görüldü. Hans von Bulov, Bach, Brahms ve Beethoven' büyük B'ler olarak tanımlar. İki Büyük B; Bach ve Brahms The Sıxteen-The Symphony of Harmony and Inventıon tarafından yorumlanacak. Klasik anlayışın bu iki büyük temsilcisinin yanı sıra Byrd besteleri de konserde yer alıyor. Byrd, Bach ve Brahms 36 BBC Senfoni Orkestrası ve Korosu Arın Karamürsel, eğitimine İstanbul Belediye Konservatuarı'nda başladı, Fransa'da Lucette Descaves ile sürdürdü. 1976 yılında Moskova Konservatuarı'na girdi. Burada piyano bölümünü birincilikle bitiren sanatçı 30 Haziran'da dinleyenlerle buluşacak. Resitaller bölümünde festivalin konukları yine dünyada bilinen başarılı sanatçılardan oluşmakta. Özgün ve klasik yorumların bir arada bulunacağı resitallerde, renkli bir programdan söz edilebilir. 1994 yılında " Yılın en başarılı sanatçısı" seçilen, Maxım Vengarov bu sanatçılardan biri. Küçük yaşlarda Paganini, Schubert ve Çaykovski'den cy pe a Riccardo Muti, şef La Scala Philharmonic cy pe Olağanüstü piyanistler olarak tanımlanan Katia ve Marielle Lebeque kardeşlerin resitali 25 Haziran'da Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da yer alacak. İkili, Bach, Mozart ve Schubert'ten Stravinski, Gershwin, Bernstein'e ve 20. yy avant-gard bestecilerine kadar uzanan geniş repertuarlarıyla ilgi çekiyorlar. Lebeque kardeşler, AKM'deki resitallerinde, Mozart, Debussy ve Çaykovski'nin eserlerini yorumlayacaklar. mirasçısı olarak görülmektedir. Bu güne kadar Guitar Players dergisinin birçok kez " En İyi Klasik Gitarcı" seçtiği Parkening, Andre Segovia, John Williams ve Julien Braem'le birlikte Gallery of Greats (Büyükler Galerisi) listesinde adı geçmektedir. 7 Temmuz'da Atatürk Kültür Merkezi'nde gerçekleştireceği konsere Praetorius, Sanz, Byrd, Bull, Albeniz, Villa, Lobos de Falla, Granados'dan eserler yorumlayacak olan Parkening'e bazı parçalarda, gitarist David Brandon eşlik edecek. a eserler veren sanatçı şu anda dünyanın en başarılı kemancıları arasında. 4 Temmuz'da Aya Irini'de vereceği resital, piyanist Igor Uryash eşliğinde gerçekleşecek. 1990'da ünlü "Carl Flech" yarışmasını kazanan Vengarov dünyada ünlü orkestralarla çalışan genç bir sanatçı olarak biliniyor. Richard Attenbrough'un "Gandhi" adlı filmi için bestelediği müziklerle Oscar ve Gramy ödülüne layık görülen, Ravi Shankar, Hint müziğinin tanıtım misyonunu ve doğulu ve batılı müzisyenler için bestelediği evrensel eserlerini yansıttığı konseri, 4 Temmuz'da Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da izlenebilir. Geleneksel müzik sınırları içinde Ragas ve Talas'larının yanı sıra, sanatçının gitar ve orkestra için yazılmış iki konçerto çalışması da batıda önemli kültürel etkiler yaratmasını sağlayıcı etmenler arasında. Dünyanın önde gelen gitar virtüözlerinden biri olarak kabul edilen Chirstopher Parkening, gitarın en büyük dehalarından Andres Segoviya'nın 38 Kremlin Oda Orkestrası, şef Misharachlevsky Opera ve Vocal Müzik Uluslararası İstanbul Müzik Festivali bu sene bir ilk'e daha imza atıyor. 18.yy İtalyan bestecisi Ferdinando Bertoni'nin Orfeo Operası ülkemizde ilk defa 21-22 Haziran'da Aya Irini'de gerçekleşecek. Ünlü opera yönetmeni, sahne, giysi ve ışık tasarımcısı Pier Luigi Pizzi'nın daha önce Verona ve Monte Carlo Operaları için sahnelediği Orfeo, 25. İstanbul Müzik Festivali'nin düzenleneceği tarihlerde Pizzi'nin yoğun programı nedeniyle asistanı ve koreograf Luce Vagetti tarafından gerçekleştirilecek. I. Solisti Veneti Topluluğu Claudio Scimone yönetecek. Orfeo rolünü mezzo soprao Wonjung Kimm ve Imeneo'yu soprano Anna Cheichetti canlandıracak. Eserde ayrıca, San Gregorio Magno Oda Korosuyla Torino Dans Tiyatrosu sanatçıları da yer alacak. Eserin koreografisi Lucca Vagetti'ye ait. Operanın danışmanlığını ve koordinasyonunu ise devlet sanatçımız Leyla Gencer yapıyor. İlk kez 3 Ocak 1776'da Venedik'te sahnelenen Orfeo, bestecinin yakın arkadaşı ve dönemin en büyük kastrat şarkıcısı olan Gaetano Guadagni için bestelenmiş. Eser 20. yüzyılda Cladio Scimone tarafından yeniden gün ışığına çıktıktan sonra ve ilk kez 1991 yılında Scimone yönetimindeki a Gidon Kramer, keman "Le Grand Tango" Hommage a Piazzola Haziran'da Aya Irini'de vereceği konserde, soprano Catharine Dobosc Schubert'in Nacht und Traume, Aus dem Wasser zu singen Gratchen am Spinnrade gibi liedlerini, Meliha Gülses de Şevki Bey'in Dağlar Dayanmaz Derdine , Ülzare Nazar Kıldım, Hicran Oku Sinem Deler Gibi eserlerini seslendirecek. cy I Solisti Veneti tarafından Verona'da seslendirilmiş. pe Willaert, Purcell, Britten'ın eserlerinin yanı sıra Ligetti'nin kendileri için bestelemiş olduğu Nonsense Madrigals'den bölümler ile çeşitli film müzikallerden örnekler sunacak olan King's Singers vokal grubu, Rönesans'tan çağdaş bestecilere kadar uzanan geniş repertuarlarıyla başarılı bir grup. 15 Haziran'da Aya Irini'de bir konser verecek olan grup, Montiverdi ve lassus'tan çağdaş dehalar, Ligeti ve Grocki'ye kadar birçok bestecinin eserlerini büyük bir ustalıkla yorumluyor. Türk ve Ortadoğu müziklerinin yanı sıra birçok Asya ülkesinde araştırmalar yapan Kutsi Erguner, Amerika ve Japonya'da verdiği konserlerle tasavvuf müziğini dünyaya tanıttı. Türk müziğine evrensel bir boyut kazandıran sanatçı, bu yıl da müzikseverlerin ilgisini çekecek bir programla festivale katılıyor. Batı müziğindeki lied ile Türk müziğindeki şarkıyı bir araya getiren bir proje geliştiren Erguner bu projesine, "Viyana ve İstanbul, Schubert -Şevki Bey" adını verdi. Geçtiğimiz yıllarda " Tasavvuf Müziğinden Flamenko'ya", "Dede Efendi", "Rembetiko" gibi ilginç çalışmalarla festivale katılan sanatçı, 28 Dans Çağdaş dansın güçlü isimlerinden mark Morris ve Mehmet Sander Dans topluluğu geçen yıl festival izleyicileriyle buluşmuşlardı. Bu yıl da İsrailli topluluk Kibbutz Çağdaş Dans Topluluğu festivale konuk oluyor. Makomshehu Zaman İçinde Bir Yer adını taşıyan çalışmalarını sunacak olan topluluk, İsrail'de ve dünyada yaptıkları eğitici ve gösteri amaçlı çalışmalarıyla dikkat çekiyorlar. Çağdaş dansın tanıtımı konusunda çocuklarla yaptıkları özel çalışmalarla da bilinen topluluğun kurucusu ve sanat yönetmeni, Yehudith Arnon. Gösterinin kolaj müziği Alex Clude'a, koreografi, sahne düzeni ve ışığı Rab Be'er'e, kostümü ise Lilah Hazbanı ve Efrat Roded'e ait. 28 ve29 Haziran'da Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da izlenilebilecek olan gösteri, festival izleyicisine modern özellikleri konusunda büyük bilgiler verirken estetik bir haz da yaratacağı muhakkak. Geleneksel Müzik Konserleri Geleneksel Türk müziğinin niteliklerinin ön plana çıkmasına yönelik bu bölümde klasik yapıtların yanı sıra bu alanda gerçekleştirilen yeni çalışmalar da yer alıyor. Yansımalardan Bab-ı Esrara, İnci Çayırlı ve Süleyman Erguner topluluğu bu bölümdeki festival konukları olan sanatçı ve gruplar. Yansımalardan Bab-ı Esrara'da bunlardan biri Aziz Şenol Filiz, Birol Yayla ve Engin Gürkey'den oluşan grup, geleneksel müziğimizden yola çıkarak günümüzü yansıtan müzik anlayışını yorumluyorlar. Topluluk konserlerinde geleneksel Türk müziği repertuarından çeşitli eserlerin yanı sıra " Yansımalar" ve "Bab-ı Esrar" albümleri ile son çalışmalarından örnekler sunacaklar. Klasik Türk müziği icracılarından ve aynı zamanda Kültür Bakanlığı Bursa Devlet Türk Müziği korosunun kurucu ve birinci şefi olan İnci Çayırlı, I.B konservatuarı İcra Heyeti ve Münir Nurettin Selçuk'un korosunda uzun yıllar görev yaptı. Bir akademisyen olarak da Klasik Türk Müziğine hizmet veren sanatçı, 20 Haziran'da Atatürk Kültür Merkezi 39 a cy David Moss Büyük Salon'da dinleyenlerine bir konser verecek. Sınırsız: İstanbul- Berlin Kültür Buluşmaları Yıl içinde Berlin'le pek çok ortak kültürel etkinliğe ev sahipliği yapan İstanbul, Müzik festivali kapsamında da üç değerli konuğu ağırlayacak. Berlin Senatosu Bilim, Araştırma ve Kültür Dairesi, Goethe Ensititüsü ve İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen "Sınırsız İstanbul- Berlin Kültür Buluşmaları" ana başlığı altında Atatürk Kültür merkezinde çağdaş müzik etkinlikleri gerçekleştirilecek. Isabel Mundry, Juliane Klein, Petr Ablınger, Oieter Schnebel, Georg Katzer, Erhard Grosskopf, Wolter Zimmermann ve Helmut Oehrıng gibi çağdaş Alman bestecilerinin katılacağı tanıtım panelinin ardından bu bestecilerin eserleri Rolan Kluttıng yönetimindeki Kammeraensamble Neue Musik Berlin (Berlin yeni Müzik Oda Topluluğu) tarafından seslendirilecek. Solist, şarkıcı pe Genç Yetenekler Dizisi Genç yetenekleri desteklemek ve konser olanağı tanımak amacıyla düzenlenen , İstanbul'daki müzik kurumlarında batı müziği öğrenimi gören veya mezun olmuş genç müzisyenlerin ve toplulukların katıldığı, "Genç Solistler Dizisi", 26-30 Haziran tarihleri arasında Atatürk Kültür Merkezi Konser Salonu'nda yer alacak. Bu seneki dizide Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarından Ayda Aytunç (keman), Rahşan Apay (viyolonsel, Özay Günay (mezzo soprano), İstanbul Üniversitesi Devlet konservatuarı öğrencilerinden Müge Hendekli (piyano), Ahmet Burak Elçi (bariton), Aslı Ayan (soprano), Göknil Özkök (viyola) ve MSÜ Devlet Konservatuarı'ndan mezun olan ve halen CRR Konser Salonu Opera ve Senfoni Orkestrası'nda 1. flüt olarak yer alan Başak Ersöz birer resital verecek. Dizide ayrıca MSÜ Devlet Konservatuarı öğrencilerinden kurulu olan İstanbul Oda Müziği Topluluğu ve Üflemeli çalgılar Beşlisi'nin konserlerine yer verildi. 40 ve perkusyoncu olarak çeşitli ülkelerde konserler veren ve Avrupa'da pek çok başarılı tiyatrolarla da çalışan David Moss, Müzikal performans başlıklı gösteride yer alıyor. Moss'la birlikte çağdaş müziğin piyanist bestecilerinden Gordon Monahan ve 1979'dan bu yana kendi kurduğu topluluk olan, "The Orchestra of Excıted Strıngs"in hem şefliğini hem de besteciliğini yapan Arnoult Dreyblatt'da 6 Temmuz tarihinde Atatürk Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilecek olan gösteride yer alıyorlar. Ses enstalasyonları ve tiyatro müzikleri konusunda yaptığı çalışmalarla adından söz ettiren Berlin'li besteci Hans Peter Khun geçtiğimiz yıl İstanbul Tiyatro Festivaline konuk olan Amerikalı ünlü yönetmen Robert Wilson'la yaptığı çalışmalarla biliniyor. Dansçı Junko Wada ile gerçekleştirdiği çalışmasını izleyeceğimiz bu bölümde de kültürlerarası bir alışverişin tanığı olacağız. "Who's Afraıd Of Anythıng?" adlı bu çalışma Atatürk Kültür Merkezi Oda Tiyatrosunda izlenebilir PERDE ARASI Cemal Türk Tiyatrosunun Geleneği... Artık Batının bilim çevrelerinde çoktandır bilinen bir gerçek: Tarih, yalnızca geçmişte olup bitenler değildir; tarihi oluşturan, bu olup bitenlerden çıkarılan sonuçlardır. Ya da kimi kültür tarihçilerinin deyişiyle, tarih geçmişte olup bitenlerin felsefesini yapmaktır. Bu tutum, herhangi bir alanda varolan geleneği irdelerken özellikle önemlidir. Çünkü gelenekten, yalnızca geçmişten bugüne uzanan çizgileri anlarsak, böyle bir anlayış, bizi geleceğin çizgilerini saptama bağlamında bir sonuca götürmeyecektir. Tiyatronun geleneği, belli bir ortamda düşüncenin geleneğinin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsana insanı yine doğrudan, eti ve kemiğiyle insan aracılığıyla sergileyip anlatan tiyatro, sanatsal gerçekliğini ancak insana ilişkin her şey üzerine düşünmekle kurulabilir. Bu bağlamda tiyatro, geleneğinden/geçmişinden de ancak onun üzerinde düşünerek yararlanabilir. Geçmişten bugüne, ortamının düşünsel gelgitlerini nasıl yansıttığı ya da yansıtamadığı, yaşamla düşünce düzleminde nasıl hesaplaştığı, dün- bugün-yarın çizgisinde nasıl bir tarih bilincini içerdiği gibi konular ve sorular, herhangi bir ortamdaki tiyatro geleneğinden söz ederken onsuz olunamayacak öğelerdir. a Özellikle son 50-60 yıldır batıda kaleme alınan tiyatro tarihlerinin "tiyatronun politik tarihi" ya da "bir kimlik arayışı olarak tiyatro tarihi" gibi adlar taşımasının nedeni, yalnızca geleneğe ilişkin modern düşüncenin mutlaka yukardaki anlamda bir hesaplaşmayı içermesi zorunluluğuna beslenen inançta aranabilir. Tiyatro sahnesindekiler, tiyatronun dışındakileri temsilen eylemde bulunurlar; izleyiciler de yine tiyatronun dışındaki seyircilerin - olup bitenleri genelde izlemekle yetinenlerin - temsilcileridirler. Bu yapısıyla tiyatro, bütün tarihi boyunca zorunlu biçimde politik olagelmiştir; başka deyişle, toplumun çeşitli konumları ve yöneten-yönetilen ilişkileri karşısında zorunlu olarak belli tutumlar alagelmiştir. pe cy Ahmet Bütün bu tutumların düşünsel düzlemde irdelenmesi, işte bunun için tiyatronun geleneğini değerlendirme işleminin ayrılmaz parçasıdır. Bütün sanatları kapsamak üzere, şöyle denebilir: Yalnızca biçimler üzerinde odaklaşan sanatsal gelenek hesaplaşması, hep eksik kalmaya yazgılı bir hesaplaşmadır. Çünkü düşüncenin ürünü olan biçim, ancak düşünceyle ilintisi ve düşündürebilme niteliği göz önünde bulundurulduğu sürece bir bütüne dönüşebilir. Aynı dönemin ve ortamın biçimleri üzerinde sonraki çağlarda hep farklı düşünülmesi, bir eseri her bireyin farklı yorumlaması kadar doğaldır. Sembolizm hareketinin en önemli kuramcılarından olan Polonya asıllı Teodor de Wyzewa (1862-1914), 1895 yılında Paris'te yayımlanan "Wagneryen Resim Sanatı" başlıklı makalesinin bir yerinde şöyle der: "İçinde yaşadığımız ve gerçeklik diye ilan ettiğimiz dünya, yalnızca kendi ruhumuzun katıksız bir yaratısıdır. Zihin, kendi kendisinin dışına çıkabilme olanağına sahip değildir; zihnin kendi dışında olduklarına inandıkları da yalnızca yine o zihin tarafından yaratılmış düşüncelerden ibarettir. Görmek ve duymak, insanın kendi kendisiyle benzerlikler yaratmasıdır, dolayısıyla yaşamı kendine göre yaratmasıdır..." Bu alıntıdan yansıyan değişkenlikten de görülebileceği üzere, sanat alanında "resmi" ya da üzerinde bir kez görüş birliğine varıldıktan sonra artık "değişmezlik" niteliğini kazanmış bir geleneğin varlığı, söz konusu olamaz. Tam tersine, geçmiş ve gelenek, ancak sürekli yeni yorumların çıkış noktası olabildiği ölçüde zamanla gittikçe daha çok sararan sayfaların ölgünlüğünü geride bırakıp yaşayan , yaşadığı için de yeni üretkenliklerin kaynağı bir organizmaya dönüşebilir. Kendi tiyatro geleneğimize ve tiyatromuzun geçmişine de artık böyle bakmamızın zamanı sanırım çoktandır geldi. Neredeyse yarım yüzyıldır gerek dünya tiyatrosunun, gerekse Türk tiyatrosunun tarihini aynı kaynaklardan okumayı ve öğretmeyi sürdürmek, tiyatromuz üzerine düşünmemizi ve tiyatromuzun geçmişiyle olması gerektiği gibi hesaplaşmamızı destekleyici bir tutum sayılamaz. Tiyatromuzun geçmişini, geçmişin genelinin koşulları çerçevesinde ele almadığımız, başka deyişle, bir anlamda tiyatromuzun toplumbilimini yapmadığımız sürece, tiyatro geleneğimizin üretken çıkış noktaları sağlamasını beklemek boşuna olacaktır.. 41 İZLENİM Coşkun Tunçtan PARİS'TE MEVSİM SONU Nisan sayısında yayımlanan "Paris'te Bu Mevsim"de, Eylül'den Mart başına dek izlediğim oyunların kimilerinden bahsediyordum. Ondan sonraki aylarda halka sunulan temsiller arasında çok başarılı sayılan birkaçından söz edeyim şimdi. pe cy a Marcel Carne'nin, İkinci Dünya Savaşı'nın son yıllarında çevirdiği ve sinema tarihinin en seçkin klasikleri arasına çoktandır girmiş olan "Les Enfants du Paradıs" (Cennetin Çocukları) adlı filmi, Rond-Point Tiyatrosu'nu yöneten Marcel Marechal sahneye uyguladı, üstelik yönetmenliğini ve başlıca rollerinden birini üstlendi. Filmde Jean-Louis Barrault, Arletty, Pierre Brasseur gibi o dönemin en ünlü sanatçılarının canlandırdıkları kişileri, şimdi Guillaume Canet, Mathias Marechal, Garance Clavel tekrar yaşatıyorlar. Nostaljik bir havayla yoğrulmuş, zevkle izlenilen bir temsil. Colline Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenen "Le Siege De Leningrad"ı (Kuşatılmış Leningrad) Jose Sanchis Sinisterra yazmış, Dominique Poulange sahneye koymuş. Oyun iki kişilik, ikisi de kadın. Biri Natalia, öteki Prisila. İspanya'da, yirmi yıldan beri kapalı duran Chimere Tiyatrosu'nun salaş sahnesinde, loş bir aydınlık içinde, bu bir zamanların yıldız oyuncusuyla, yine o dönemdeki yönetim sorumlusu, eski arşivleri karıştırarak, bu sahnede geçmişte alkışlanan temsilleri anımsıyorlar, özellikle "Kuşatılmış Leningrad" adlı, yazarının adı bir türlü akıllarına gelmeyen bir oyunun metnini arıyorlar ama tüm gayretlerine karşın bulamıyorlar. Natalia'da Judith Magre, Prisila'da Emmanuelle Riva gibi iki dev oyuncu var. 2 Ibsen "Bir Bebek Evi"ni kadınların aile ve toplum yaşamlarında özgürlük savaşımlarını desteklemek için kaleme almıştı. Bu alanlarda, özellikle uygar ülkelerde, oyunun yazılışından bu yana, çok sayıda olumlu gelişmeler olduysa da, yapıt ilginçliğini, hatta belirli bir açıdan güncelliğini zerre kadar yitirmiyor, çeşitli ülkelerde sık sık sahneleniyor. Odeon tiyatrosunda geçenlerde Deborah Warner yönetti ve çok başarılı bir temsil oluşturdu. Bunda salt onun ustalıklı rejisinin değil, Nora'yı ve kocası Torvald'i canlandıran Dominique Blanc ve Polonya asıllı Andrej Seweryn'in payları çok büyük. Kendi kuşağının ahlâk kavramlarına ve kurallarına körükörüne bağlı bir babanın, oğlunun eşcinsel olduğunun, ok yaydan çıktıktan çok sonra farkına vardığında, önce allak bullak oluşunu yansıtan tepkilerini, sonra da bu değiştiremeyeceği gerçeği giderek kabullenmeye yönelmesini sergileyen, "Les Oeufs de l'Autruche" (Devekuşunun Yumurtaları), Andre Roussin'in en tanınmış yapıtlarından. Feydeau'nun "Le Dindon"unun (Avanak) temsillerini, Alain Delon'la birlikte çevireceği bir filmin çekiminin başlaması nedeniyle şimdilik durduran Jean-Paul Belmondo, yöneticisi olduğu Varietes Tiyatrosu'nun afişine bu oyunu koydu. Babayı Gerard Hernandez, anneyi Yolande Foliot canlandırıyorlar. Eşcinsel delikanlı rolünde oyuncu yok, çünkü konunun merkezini oluşturan bu kişiyi yazar sahnede hiç göstermiyor. Soldan sağa: Sabine Haudepin, Cristiana Reali ve Pierre Vernier: "Pirelenme" adlı oyundan bir sahne. Başrollerde Michel Aumont (Adem) ve Genevieve Fontanel (Havva) unutulur gibi değil! Aynı tiyatronun büyük salonunda, Shakespeare devrinin yazarlarından John Ford'un "Dommage qu'elle soit une putain" (Yazık ki Bir Orospu O) adlı ünlü dramı, Jeröme Savary'nin nefis çevirisi, etkileyici rejisinin ve irili ufaklı rollerdeki tüm oyuncuların -özellikle Barbara Schulz (Annabella) ve Manuel Blanc (ona tutkun olan erkek kardeşi)- çok başarılı oluşları sayesinde, belleklerde nefis iz bırakan bir temsil oluşturuyor. pe cy En ünlü Rus yazarlarından Turgenyefin, romanlarının ve öykülerinin yanı sıra, on tiyatro oyunu da var. Bunların en uzunu ve en ünlüsü "Köyde Bir Ay". Geçen yüzyılın sonlarında, Rusya'nın taşrasında, zengin bir ailenin görkemli villasında, yakışıklı bir delikanlının çevresinde istemeden yarattığı duygusal kasırgalar zinciri. Comedie Française Devlet Tiyatrosu'nda bu dramın başarıyla sahnelenmiş olmasının nedeni salt metnin kalitesi değil. Yönetmenin Andrey Smirnof oluşunun ve her kişiyi usta sanatçıların canlandırışının da sonucu bu başarı. a Stephane Hillel'in rejisi tempolu ve esprili. Chaillot Devlet Tiyatrosu'nun küçük salonunda, çağdaş Fransız yazarlarından Jean-Claude Grümberg'in "Adam et Eve" (Adem ile Havva) adlı buruk tatlı oyunu, seyircileri hem sık sık güldüren, hem de zaman zaman ve hele son sahnelerinde gözlerini yaşartan bir biçemle sunuluyor. Yapıtın konusunun, adına karşın, dinsel bir yönü yok. Adem ile Havva, Yahudi kökenli yaşlıca bir çift. Gençliklerinde, Paris'te, sık sık gitmiş, çok zaman geçirmiş oldukları bir kahveye, yıllarca sonra, ilk kez tekrar geliyorlar ve orada ortak anıları bol olan bir eski hanım dostlarına rastlıyorlar. Grümberg'in daha önceki oyunları gibi bu da hayranlık uyandıran bir incelik ve ustalıkla yazılmış. İsabelle Mergault genç, güzel, espri dolu, dinamik bir oyuncu. Metnini kendi yazdığı "CQFD" adlı tek kişilik güldürüyle her gece Dix Heures Tiyatrosu'nu tıklım tıklım dolduran tiyatroseverleri çok eğlendiriyor, çok alkışlanıyor. Comedie Française'in ikinci salonu olan Vieux-Colombier Tiyatrosu'nda, ünlü Fransız Akademisi'nin "ölümsüz" diye tanımlanan kırk üyesinden biri olan ve geçmişte, yıllarca, her gün Le Monde gazetesinde tiyatro eleştirileri yayımlanan Bertrand Poirot-Delpech'in "L'alerte" (Tehlike Alarmı) adlı iki kişilik çok ilginç oyununda, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Fransa'yı işgal eden Nazi'lere karşı savaşan Andre Malraux ile düşmanla işbirliği yapan Drieu de la Rochelle, sirenler çaldığında bir kahvede buluşuyorlar ve yaklaşık iki saat sohbet ediyorlar. Uzun süre dost olan, ama savaş çıkınca tamamen birbirine karşıt idealleri içtenlikle savunan, bugün ikisi de Fransa tarihine geçmiş olan bu iki tanınmış Fransız aydınının canlı diyaloğu iki çok değişik kişiliğin değişik yönlerini incelikle aydınlatıyor. Oyunu Comedie Française'in müdürü Jean-Pierre Miquel yönetmiş. Moliere'in genellikle en etkin üst yapıtı sayılan "Le Misanthrope" (İnsandan Kaçan) adlı dramatik güldürüsü beş perdeliktir ve manzumdur. Çağdaş yazarlardan Jacques Rampal bu oyunun bir altıncı perdesinin olabileceğini, Moliere'in yapıtının, biri kadın, biri erkek başlıca iki kişisinin beşinci perdede görülen ve birbirlerinden ayrılmalarıyla sonuçlanan olaylardan yirmi yıl sonra tekrar karşılaşmış olabileceklerini düşünmüş. Moliere'inkine tamamen benzer bir biçemle kaleme aldığı ve kendi başına bir temsil oluşturan bu altıncı perdede, aradan geçen bu süre içinde kadının evlenip mutlu bir yuva kurduğunu, erkeğin de kendini dine adayıp kardinallik rütbesine kadar yükseldiğini görüyoruz. Ve, ikisi de duygularını açıkça belirtmeseler de, belli oluyor ki, bu uzun ayrılık, erkeğin o kadına tutkunluğunu hiç törpülememiş, kadın da, bir zamanlar yakın ilişki kurduğu bu adama karşı hâlâ kayıtsız değil. "Celimene ve Kardinal" adlı 4 biraz su serpilmiş olur ve köktendincilere, Ruslar'ın "Aynada suratın çirkin görünüyorsa, aynaya kızma" atasözünü yöneltebilirler 0 Jorge Lavelli (Colline Devlet Tiyatrosu Müdürü) Stephan Meldegg (La Bruyere Tiyatrosu Müdürü) Songes'da Claire Fourier'nin yönetimindeki beş genç oyuncu yapıttaki on kişiyi canlandırdılar. Böylece bu ilginç metin tekrar binlerce kişiye tanıtılmış, ya da en azından anımsatılmış oldu. Marivaux'nun "La Double lnconstance"ı (Çifte İhanet) yine sahnede. Hem de başarılı bir temsil olarak. Devlete ait Comedie Française'den sonra şimdi de Paris Belediyesi'nin Theâtre 14 Tiyatrosu'nda. Mario Franceschi sahneye koymuş. Oyuncuların çoğu genç ve övgüye değer. Bir prens tarafından kaçırılan köylü kızının ve sevgilisi olan köylü delikanlının, prensin buyruğuyla zorla getirildikleri sarayda nasıl giderek birbirlerinden soğuduklarının ve başkalarına tutuluşlarının öyküsü. Fransız klasik tiyatrosunun en tatlı yapıtlarından biri. Moliere'in (benim İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda, Muhsin Ertuğrul'un isteği üzerine, 1966'da rejisini yaptığım) "Tartuffe"ünü bu mevsim, Comedie Française'de Dominique Pitoiset sahneye koyuyordu ama, sağlığı, ilk provalar sırasında, aniden bozuldu ve bu çalışmasını kesmek zorunda kaldı. Oyuncular, onun verdiği önerilere ellerinden geldiğince uyarak, provaları sürdürdüler. Sonuçta ortaya çıkan temsilin çok başarılı olduğunu söylemek bence yersiz olur! Aklıma gelmişken ekleyeyim: Moliere'in hem bu (Osmanlı devrinde, Ahmet Vefik Paşa'nın "Mürai" adıyla Fransızca'dan çevirip kendi sahnelediği) oyunu, hem de "Kadınlar Okulu", Türkiye'nin bugünkü siyasal ortamında tekrar sahnelenseler, yobazların tepesi tabii ki atacaktır ama, hiç olmazsa aydın vatandaşların karamsarlığa gittikçe dalan yüreklerine pe cy a yapıtta (bir görüntüsünü Nisan sayımızda yayımlamıştık) kadını Daniele Lebrun, erkeği de Jean-Claude Drouot olağanüstü inandırıcı bir biçimde canlandırıyorlar. Arthur Schnitzler'in "La Ronde"u (Çember) son kerte özgün bir oyun. Değişik ülkelerde sürekli sahnelendiğini gözümle gördüm. Fransa'da da, son yıllarda, en az dört ayrı tiyatroda seyredilebildi. Bu mevsim, Theâtre des Jean Marais, Jean-Claude Brialy ve Jeanne Moreau 14 12 Mayıs Pazartesi akşamı, Paris'te, artık gelenekselleşen yıllık "Moliere'ler" Töreni 7 7. kez düzenlendi ve bu mevsimin tiyatro ödülleri dağıtıldı. Marcel Ayme'nin öyküsünden esinlenerek sahnelenen "Duvar Aşan" üç ödül aldı: En başarılı müzikal oyun, en başarılı yönetmen (Alain Sachs), en başarılı dekorcu (Guy-Claude François). "Kinkali"ye en başarılı yeni oyun, yazarı Arnaud Bedouet'ye de en başarılı yazar ödülleri verildi. En başarılı kadın ve erkek oyuncu ödüllerini, "Kim Korkar Hain Kurttan "daki Myriam Boyer ile "Venedikli lkizler"deki Pierre Cassignard aldılar. Goldoni'nin bu yapıtı ayrıca en başarılı klasik oyun ödülünü kazandı. İkinci derecede rollerde en başarılı kadın ve erkek oyuncu ödüllerine, Pirandello'nun "Her Şey Gerektiği Gibi"sindeki Dominique Blanchar ve "Godot'yu Beklerken"deki Robert Hirsch değer görüldüler. Bu mevsim ilk kez yetenekleriyle göze çarpan oyuncu ödülü "Lülü'nün Romanı"ndaki Sandrine Kiberlain'e verildi. En başarılı çevirmen ödülünü "Çatışma" için Jean Piat, en başarılı güldürü ödülünü "Geçiçi Yatışmalar", en başarılı kostüm yaratıcısı ödülünü "Çapkın"ın kostümcüsü Dominique Borg aldılar. Bu ödüllerin jürisinin profesyonel tiyatro sanatçılarından oluştuğunu da anımsatalım. a cy pe İNCELEME Göçebeliğin İzdüşümlerini Hamlet Makinesi'yle Tekrar Düşünmek HEINER MÜLLER'İN SOKAKLARI" Öykü Potuoğlu Akıl, yürek ve ruh arasındaki iletişimsizliğin buzul çağı başlamış bulunuyor. Öyle ki, tek kaçış aşağı doğrudur- ya rüyalara ya da mezarlığa. H. Müller pe cy a Heiner Müller: iletişimsizlik çağının acımasız, uzlaşmaz eleştirmeni. Bir şehir gezgini ya da kültür göçebesi. Varlığını yersiz -yurtsuzla anlamlandıran dramaturg ve Berliner Ensemble'ın sanat yönetmeni. Tarihle ancak, "ölüler için" yer yaratarak" yüzleşilebileceğine inanan tiyatrocu. Batı ve Doğu Almanya arasındaki "eşikte" kurmaya çalıştığı kimliği, 1989'da Berlin duvarının yıkılmasıyla iyice dağılan yönetmen. Kendi eşiğinin bunalımını, parçalanmış kimlikler, fragmanlara dayalı bir anlatım yoluyla Hamlet Makinesi gibi "şizofrenik" bir metne dönüştüren yazar. Binaların savaş yüzünden yıkılmasına, yapıların yavaş yavaş çözülüp erimesine tanık olan Müller, "yıkım" temasını oyunlarında işleyerek, hatta klasikleri bozup yeniden yaparak tanıklığını yaşatmaya çalışır. Böylesi bir savaş yorgunluğuyla, detaylı kurulmuş mekânlara veya sahne düzenine fazla yer vermez. Anke Gleber'e göre, Müller, yaşadığı dünyanın sonsuz keşmekeşine denk düşen bir belirsizlikle kurgular mekânlarını.1 Herhangi bir Müller oyununun nerede ve ne zaman yer aldığının belirlenmemesi, Turner'a göre, ona "mistik dünyaya ait, tarih ötesinde ve tüm zamanlar içinde tekrarlanan bir nitelik" kazandırır.2 "Heiner Müller'in yap-boz oyunu" adlı bir önceki yazımda, Artaud'nun "vahşet tiyatrosu"nu Müller tiyatrosuyla karşılaştırarak vahşetin ve yıkımın hiç de mutlak olmayan doğasından söz etmiştim. Bu yazıda ise, "molozların ve yıkıntıların" arasından başlayan kaçınılmaz inşa etme sürecinin, bu sürece ait mekânın ve özellikle de "eşiğin" nasıl yeniden anlamlandığı üstünde duracağım. Gene Hamlet Makinesi'nde yoğunlaşırken, Müller'in tiyatroyu bir "savaş alanı" olarak algılayan çerçevesinin son dönem kültürel sürecimizle kurduğu diyaloğu kısaca gözden geçirmeyi amaçlıyorum. Umarım, Müller'in yaşanan siyasal ortamla ve kendi tarihiyle yüzleşme konusundaki ısrarının kültürlerarası izdüşümleri netlik kazanır, özellikle de 1 Dakika Karanlık eylemi ya da Cumartesi Anneleri düşünüldüğünde. Çünkü, "neden Müller" sorusunun yanıtını ancak oyunlarını Berlin ortamından soyutlayıp genel çerçevesini açığa çıkardığımızda verebiliriz. "Savaş Alanları": Sokak ve Tiyatro Bugün artık bir şeyi, kendisiyle anlatmak imkânsız, bu yüzden de herhangi bir şeyi sabitlemenin olanaklı olduğuna inanmıyorum. Herhangi bir mekân veya sahne düzeni öneremiyorum çünkü Hamburg'un mekânı, Göttingen ya da Leipzig'inkinden çok daha farklı. H. Müller (s. 129) 46 Ne var ki, yaşamı, kurumlar, durumlar, bireyler, geçiş ve şu anla sonsuz bir yüzleşme olarak algılayan Müller için tiyatro mekânı, Turner'ın savunduğu kadar belirsiz değildir. Kişisel ve siyasi tarihin çatışmaya dönüştüğü noktada, tiyatrosunun mekânını, tarihin ötesinde değil, tarihin tam içinde hatta onunla çatışarak kurar. Dolayısıyla, oyunlarında hiçbir somut mekân belirlememesine ve detaylı savaş anlatımına girmemesine rağmen, Müller'in dramatik uzamı, tiyatronun savaş alanı olarak tanımlandığı yerdir. Oyuncunun kimliğini ve vücudunu un ufak etmesine yani çatışma üzerine kurduğu dramasına tanık olduğumuz Hamlet Makinesi de böyle bir "savaş alanı" metaforuyla dokunmuştur. Sahnede ancak Ophelia/Koro/Hamlet/Elektra/Hayalet/Hamlet'i oynayan oyuncu olarak var olunabildiğinden, herhangi bir bütünleme olanaksızlaşmakta ve dolayısıyla da, kimlikle çatışma kaçınılmaz hale gelmektedir. Hamlet Makinesi'nde kimlik kurma, kimlik sahibi olma (buna çabalama ya da vazgeçme) süreci "savaş alanında" var olmaktır.3 Oyuncu, bu sürecin dramasının ana mekânı olarak, yani asıl savaş alanı olarak sokağı seçer. Benim hikâyem anlatılacaksa eğer, ayaklanma döneminde gerçekleşecektir. Ayaklanma bir yürüyüşle başlar. Çalışma saatleri içinde trafik kurallarına karşı gelerek. Sokak yayalara aittir.4 Caddeler, dükkânlar, yüzler boyunca ilerliyorum. Tüketicilerin yoksullukla savaşından aldığım yara izleri.5 cy pe Müller'in sokağı böyle kurgulamasına şaşmamak gerek. Bir geliri, dairesi hatta oturma izni olmaksızın yıllarca Berlin'de yaşayan Müller, kendini "göçebe" olarak adlandırır. Gleber, Müller'i "şüpheli, gayrımeşrû bir gezgin" olarak niteler.7 Müller'in içselleştirdiği yersiz-yurtsuzluğun yansıması olarak algılanabilir. Sokağın kayıtlarına sonsuz saygı duyan Müller, onu boşu boşuna "tarihin açık sayfası" olarak adlandırmamıştır. a Çatışmadan nasibimi almış vücut (yara izleriyle), "isteksiz mücadelesi" için sokakları kendine mesken edinir. Benzer biçimde, Ophelia/Koro/Hamlet de "saati olan yüreğini söküp çıkardıktan" sonra sokağa çıkıp, kanayarak yürür.6 Karşı gelişine ve -niteliği/nedeni ne olursa olsun- ayaklanmasına, parçaladığı bedeni eşlik eder. Sokak, kişisel ve/veya siyasal bir ayaklanma /katılım/yorum/ses çıkarma ya da yalnızca susmanın belleğini tutan bir mekân haline gelir. Bunca göçebe/parçalı bir kimlik, rahat bir iç mekândan (ev, dükkan, vb.) dışarı atar kendini. Daha önceki çatışmaların izini taşıyan kamusal bir mekâna yani sokağa dökülür. Tarihin açık sayfası olan sokaklar, yalnızca çatışmaların değil, törensel şenliklerin de kaydını tutar. 1 Dakika Karanlık eyleminde olduğu gibi. Son dönem Türkiyesi'nde yaşananları kınamak üzere her akşam dokuzda bir dakika boyunca ışıkları söndürenlere bir süre sonra hem iç mekânlar, hem de zaman dar gelmeye başladı. Islık çalarak, tempo tutarak ya da el çırparak eyleme katılan bir dolu vücut, bir dakikayı beş-on dakikaya uzatarak sokağa döküldü. "Sivil itaatsizlik" olarak adlandırılan bu eylemin, sokağa taşmasıyla birlikte niteliği de değişti. Yer yer mizahla, yaratıcı buluşlarla beslenerek törensel bir şenliğe dönüştü. 1 Dakika eylemine katılanlar Müller'in "savaş alanı" olarak kurguladığı sokağı gene tarihle, özellikle de yakın tarihle-yüzleşmek üzere kullandılar ama hesaplaşmanın niteliğini değiştirdiler. Türkiye'de böyle bir çatışmanın biraz gülümseyerek, dozunda bir kara mizah ve bize özgü bir şölensellikle yaşanması. Bunun nedeni, 1997 Türkiyesi'nde yaşananların İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanyası'nda Müller'in savaş açtığı, yüzleşmeye ittiği tarihten daha katlanılır olması değil. Diğer birçok karşı durma yolu tıkanmışken tanıdık biçimlerle acıyı şölene dönüştürme gücünü bulabildiğimiz için. Sessizlik: Silahla Hedef Arasında Kalmak Haberlerde karşılaştığımız ölen insanlar, Ahmet Altan'ın dediği gibi birer istatistik olarak algılanıyor tarafımızdan. Sonuçta susma daveti Sezen Aksu'nun şarkısındaki umutsuz hüznü aşamıyor: 'Gönül gözüm kapalı bilerek sana yazılıyorum.' Bu sadece siyasal bir kayıp olmamız anlamına gelmez. Aynı zamanda yaşama ve kendimize de ihanetin başlangıcıdır. Ferruh Uztuğ "Siyasi Kayıp" adlı makalesinde, Ferruh Uztuğ siyasi kayıp olmamızı, bir tür eylemsizlik atfettiği sessizliğimizle açıklıyor8. Özellikle 1 Dakika Karanlık gibi "çoksesli" bir eyleme tanık 47 olduktan sonra Uztuğ'un görüşüne katılmak çok kolay. Bu bölümde yapmak istediğim, Hamlet Makinesi'ne geri dönüp, Müller'in sessizliği nasıl "eşik" olarak algıladığına bakmak. Bu yolla, sessizliğin de en az ses çıkarmak kadar politika olabildiğini görebiliriz. Çünkü, bence sessizliğin, sahnede olduğu gibi toplumsal yaşantıda da kendine özgü bir törenselliği ve bu törenselliğin içerdiği bir ayma süreci var. Daha önce de belirttiğim gibi, Hamlet Makinesi, Müller'in yarattığı en çetin "savaş alanlarından" biridir. Oyuncular, yalnız sokakta çarpışmazlar. "Beyni koca bir yara"ya dönüştüren bir savaş alanıdır, akıl. Böylesi kurgusal bir alanda, parçalanan ve kurulan ya da kurulamayan kimlikler "hiçbir yer ve her yerdedirler". Oyunun bütünündeki şizofreni, "eşik" kavramıyla sağlanır, anlam kazanır. Bunca parçalanma ancak "iki cephe 9 arasında, üzerinde ve tepesinde" gerçekleşebilir. Çatışma yani Müller'in draması, eşikte kalakalmanın hem sonucu, hem de nedenidir. Bu kültürlerarası diyalog kurulurken "tarihin açık sayfası" olan "sokak"taki seslerimiz ve vücutlarımızın izi, umarım duyulup okunabilmiştir. Müller tiyatrosunun "silah ve hedef" arasına mahkûm ettiği seyirciler olarak gündelik hayatlarımızdaki "eşik''leri, susmayan sessizlikleri, her törensel buluşumuzu yeniden gözden geçirebiliriz, belki Kaynakça Gleber, Anke. "Drama and War Without Battie: Space and History in Müller's Work". İn Heiner Müller: ConTEXTS and History. Ed. Gerhard Fischer. Tübingen: Stauffenburg Verlag 1995, s. 129-139. Uztuğ, Ferruh. "Siyasi Kayıp". Adam Sanat. Kasım '96. Müller, Heiner. Hamlet Makinesi. Çev. Nihal Geyran Koldaş. İstanbul: Bilsak Tiyatro Atölyesi. Müller, Heiner ve Hans Jürgen Syberberg. "Alman Ruhundan Geriye Ne Kaldı?" New Perspectives Quarterly. Cilt 2, no. 6, (1993), s. 18-29. Potuoğlu, Öykü. "Heiner Müller'in "Yap-boz Oyunu": Hamlet Makinesi'ni Artaud ile Yapıp, Artaud ile Bozmak." Tiyatro, no. 68, Mart, 1997, s. 18-21. Turner-Barnard. "Müller and Postmodernist Classicism: 'Construction and Theatre." İn Heiner Müller: ConTEXTS and History. Ed. Gerhard Fischer. Tübingen: Stauffenburg Verlag 1995, s. 189-200 a Eşik durumu, mahkûm olunduğunda çaresizlik ya da umutsuzluk içerse de, böylesi bir "her yer ve hiçbir yer" durumu oldukça olanaklı hale gelebilir. Hiçbir yere ait olmama, hiçbir yerin kurallarıyla bağlanmama demektir, aynı zamanda. Dolayısıyla, yalnız iki değil, birçok kimlik (kültürel, siyasi, toplumsal kiklikten söz ediyorum) arasında kalma illâ Hamlet Makinesi'ndeki gibi bir yenilgi hikâyesi değildir. Bu belirsizlik, oldukça verimli bir eleştirel yaklaşıma da yol açabilir. Sonuç Sanatın bağlamı toplumdur. Politik, tarihsel veya kültürel koşullanmalardan bağımsız sanat olamayacağı için tüm bu değişkenler dikkate alınmadan sanat incelemesi yazılamaz. Bu yazıda amaçladığım, Müller'in sanatını yarattığı "savaş alanlarını" sorgulamadan yüceltip, kültürel/tarihsel bagajını gözardı etmek değil. Müller'in oyunlarında İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanyası'nın koşullarının mecbur kıldığı bir sorgulama, yüzleşme hâkim. Böyle bir geçmişi "Türkiye gerçeğiyle" bire bir örtüştürmek olanaksız dolayısıyla, 1 Dakika Karanlık ve Cumartesi Anneleri gibi güncel kültürel eylemlere kısaca değinerek Müller çerçevesinin başka bir kültürün/tarih ekseninde nasıl dönüştüğüne bakmaya çalıştım. pe cy Müller'in özlemini duyduğu işte tam da böyle bir eleştirelliktir. Tarihsel yüzleşmeler ve yüzleşen tarihlere yol açabilecek nitelikte bir ayma/aydırma süreci. Müller kimi zaman bu süreci sessizlikle doldurur. 10 Sadece dildeki bir aralık olmayan sessizlik iki sözün/hareketin - dinsel ya da fiziksel anlatımın-arasındaki köprüdür. Seyirci, böyle bir köprüde durarak yani sessizlikten korkmadığı oranda sorumluluk paylaşır. Uzun sessizliklerde, savaş alanının ortasında bulur kendini. Müller'in amacı, seyirciyi "hedefle silah arasında" var olamayan yani kimi zaman sessizlikle sağlanan bir eşiğe zorlamaktır. Dolayısıyla, Ferruh Uztuğ'un savunduğunun tersine, Müller sahnesindeki sessizlik "siyasi kayıp''ları yeniden kazanmak üzere oradadır. Böylesi bir sessizliğin toplumsal yaşantımızdaki izdüşümüne "Cumartesi Anneleri"ni konuşarak bakabiliriz. Her Cumartesi öğlen, Galatasaray Lisesi'nin önünde kendi kayıplarını, oğul, kız, yeğen ya da kuzenlerinin izini sürmek, açığa çıkarmak üzere toplanan kadınlı, erkekli bir eylem. 11 Çeşitli yollarla susturuldukları ve artık sessiz kalıp fotoğrafları konuşturmayı seçtikleri için bunu bir yenilgi olarak değerlendiremeyiz. Her yöneliş ve adımla sokağa biraz daha yayılmanın arkasında iç mekânda saklanamayacak, üstü örtülemeyecek kadar yoğun acıları dile getirme ihtiyacı ve arzusu yatıyor. Susarak ama yürüdükleri oranda konuşarak yani suskunun içini doldurarak sessizliği, bir karşı durmaya dönüştürüyorlar. Müller'in hayalindeki seyirci gibi kendilerini "silahla hedef arasında" konumlandırarak, sokaktaki karşılaşmayı en az 1 Dakika eylemi kadar törenselleştiriyorlar. Daha az sesli de olsa, sokağın belleğine yeni bir malzeme katıyor "Cumartesi Anneleri". 48 1 Gleber, Anke. 1995. "Dramaa and War Without Battie: Space and History in Heiner Müller's Works". Heiner Müller: ConTEXTs and History adlı kitapta, ed. Gerhard Fischer. s. 129. 2 Turner- Barnard. 1995. "Müller and Postmodernist Classicism: 'Construction and Theatre". Heiner Müller: ConTEXTs and History adlı kitapta, ed. Gerhard Fischer. çev. Nihal Geyran Koldaş s. 195. 3 "Ben Hamlet değilim. Ben Ophelia değilim. Ben bir daktiloyum... İşlem bankasıyım" diyen oyuncu (s. 4,5,6) çeşitli kimlikleri reddederken, parçalarken yenilerini kurar. Kimliğin ancak yitirilerek bulunabileceğine inanan Müller, Hamlet Makinesi'ni yıkım-inşa diyalektiği ile dokur. 4 Müller, Heiner. 1990. Hamlet Makinesi, çev. Nihal Geyran Koldaş. İstanbul: Bilsak Tiyatro Atölyesi, s. 6 5 Hamlet Makinesi, s. 6 6 Hamlet Makinesi, s. 3 7 Gleber, Anke, s. 131 8 Uztuğ, Ferruh. "Siyasi Kayıp". Adam Sanat. Kasım 1996 9 Hamlet Makinesi, s. 5 10 Müller, Heiner ve Syberberg, Hans Jürgen. 1993. "Alman Ruhundan Geriye Ne Kaldı?". NPQ 2:6. İstanbul: Temel Matbaası, s. 20-1 11 Cumartesi anneleriyle ilgili çık daha detaylı bir inceleme gerektiğinin farkındayım, özellikle de eylemin yalnız kadınlara aftfedilmesiyle ve bu noktadaki söylemsel manevralarla ilgili. ELEŞTİRİ SEMİNERİ DENEYSEL ÇALIŞMALAR, İZLEYİCİ VE ELEŞTİRMEN Fakiye Özsoysal Son yıllarda tiyatromuzda artan deneysel çalışmalar, yeni arayışlar kuşkusuz yeni bir tiyatro dili yaratma yolunda dinamik ve üretken bir çabaya girişildiğinin göstergesi. Ancak yeni tiyatro dili denilen şey de yakalayıp, elinizde tutabileceğiniz, durağan bir şey olmadığından sonu gelmeyecek sürekli bir tiyatro araştırmasını da gerektiriyor. anlamda kopyası olduğu ona, bire bir göndermelerde bulunduğu düşüncesinden kurtulması gerekir. Çünkü izlediği oyunun kendi gerçekliği vardır. Bu gerçeklik kuşkusuz yaşanılan dünyadan kopuk değildir ama bire bir gönderme alanı da bulmaz. Bu gerçeklik, nesneler dünyasıyla izleyenin deneyimi arasında gidip gelen bir özelliğe sahiptir. Oyun kendi biçimsel özellikleri içinde, kendi alımlama koşullarını barındırır. Oyunun anlamı ve estetik etkisi izleyici-oyun etkileşiminin bir ürünüdür. Oysa gelenekselci yaklaşımın ürünü bir oyun gerçeğin bir yanılsamasını sunmaktaydı. a Bu araştırmalar, salt tiyatro tarihini iyi bilme yani bilgi yüklenme kaygısıyla değil, geçmişteki çalışmalarla ve bugün yapılanlarla sürekli bir hesaplaşma, tarihsel bir bakış kazanma, günümüzü daha iyi değerlendirebilme kaygısı içinde yapılmalı ki yeni üretimlere yol açabilsin. Çavuş pe cy Hepsinden önemlisi, yeni tiyatro dili yaratmak yeni bir izleyici yaratmayı da hedefliyor diye düşünüyorum ve yeni arayışların bu açıdan izleyicilerine karşı büyük bir sorumluluk içine girdiklerini, dolayısıyla "Ben yaptım oldu. isteyen istediğini anlasın" gibi salt düş gücüyle süslenmiş sezgisel bir yaklaşımla bir yere varılamayacağına inanıyorum. Örneğin, Herbert Blau'ya göre, "Godo'yu Beklerken" oyunundaki bekleyiş, var olmayan kurtarıcının beklenişi, yokluk yolu ile varlığın düşündürülmesi, düşün düzeyinde antitezden teze geçişi (yani tek postmodernist gerçeği, "difference"i) yansıtır. Oyundaki boşluklar da seyircide aynaya bakan kişi olgusu uyandırır. Belirsizlik oyunun bütünündedir ve belirsizliğin yarattığı bu boş alanlar, günlük yaşama yüklenmiş anlamı bir yanılsamaya dönüştürür." Şimdi buradan hareketle, deneysel çalışmaların üretkenlik düzeyleri ya da ne kadar bilinçli yapıldıkları, özellikle izleyicinin rolü ve bir izleyici olarak eleştirmenin ölçütü ne olmalı sorusuna yanıt aranırken tartışılmaya çalışılacaktır. Sıradan tiyatro izleyicisinin sahnede gördüklerine yaklaşımı, genelinde, oyunun bir içeriği olduğu ve bu içeriğin de belli bir anlam taşıdığı yönündedir. Dolayısıyla sahnede gördüklerine getirdiği kendi yorumu, oyunun iletisine ne kadar yaklaşmışsa oyun o kadar iyi sahnelenmiş, kendisi de o kadar iyi bir izleyen olmuş inancındadır. Yani böyle bir durumda oyunla, oyunun alımlanması arasında ortak, genel geçerliği olan bir anlamın varlığından söz edilmekte. Bu durumda sahne üzerindeki göstergeler aracılığıyla gösteren-gösterilen ilişkisi nesnel gerçeklikte yerini bulur, iletişim sağlanır, izleyici de mesajını alarak memnun bir biçimde tiyatroyu terk eder. Şimdi böyle bir izleyici, kendisine yukarıda sözü edilen anlamda bir deneyim yaşatılmadığında ne yapar? Doğal olarak oyunu ya beğenmeyecek ya da deli saçması olarak değerlendirecektir. Peki izleyicinin deneysel çalışmalara tavrı ne olmalıdır? Nasıl yaklaşmalıdır? Her şeyden önce izleyenin, oyunun, somut gerçekliğin bir Belki de ideal izleyici kendine şu soruyu sormalı: "izlediğim oyunun içinde gerçekten bir ya da birkaç anlam gizli de ben onu mu bulmaya çalışmalıyım yoksa oyunun anlamı izleyici olarak benim katılımımla, üretimimle mi var oluyor? Kuşkusuz biz sorunun ikinci kısmıyla, yani deneysel çalışmanın izleyicisiyle birlikte yaşadığı değişim deneyimiyle ilgileniyoruz. Çünkü tek bir anlamın ortak paydasında buluşmak, düşünme ve yaratım sürecinin kısıtlanmasından başka bir şey değildir. İyi ama bütün bunları söylerken, geleneksel kodlanmışlıkla tiyatroya giren izleyeciden çok şey beklemiyor muyuz? işte belki tam da burda sahneye koyucunun sorumluluğu başlamakta. İzleyicisine nasıl bir deneyim yaşatmaktadır? Nasıl bir değişime götürmektedir ki yarattığı dille izleyicisini de yaratabilsin? Çünkü bir tiyatro oyunu ancak sahnelendiği ve izleyicisiyle buluştuğu anda bir "canlanma" yaşar. Dolayısıyla burada, sahnelemenin izleyicisini ne derecede üretkenliğe götürdüğü, yani ne tür boş alanlar bıraktığı, salt metinsel anlamda değil, mekân, ses, hareket, dans, dekordan ışığa sahne üzerine konulan her göstergenin izleyiciyle nasıl bir işbirliğine girdiği, nasıl bir estetik etki bıraktığı önem kazanır. İzleyiciyi etkin kılmaya yönelik bir anlayış, onu kendi alımlaması içerisinde yaratım sürecine yönelterek, bir anlamda 49 izleyici-yazarı yaratır. Ancak izleyicinin bireysel alımlaması denildiğinde içine düşülebilecek bir tehlike de var: "İzlediği oyundan isteyen istediğini anlar" tarzı bir yaklaşım. Oysa söz etmek istediğim, bu tehlikeye ve başıboşluğa düşmeden, belli bir temele sahip düşüncenin bitmemişlik içinde yeniden ve yeniden alımlanması için görselleştirilmesidir. Zaten adı üzerinde olan, deneysel çalışmalar, yeni atılımlar, her şeyden önce süregelen dizgelerin kırılması yeni arayışlara, yani farklı bakış açılarına yönelinmesi demek değil mi? Öyleyse izleyicisini de farklı bakışlara, farklı alımlama biçimlerine doğru bir sürece sokmalı. Yaşanılacak deneyim, sürecin kendisi olmalı. Sahneleme izleyiciyle birlikte, onunla bir etkileşim, bir işbirliği içinde bir üretime girerse ve bu üretim gösterinin çıkış noktası temelinde ne denli çeşitli alımlamalara götürebilirse izleyeni, o derece zengin, tatmin edici bir nitelik kazanacaktır kanısındayım. Bu konumda eleştirmenin sorumluluğu nedir? Bir izleyici olarak eleştirmen deneysel çalışmalara ne açılardan yaklaşmalı? "2500 yıldan bu yana süregelen Konstrüktivist Tiyatro" sözlerinin içine düştüğü kavram kargaşası yaratılıyor. (Konstrüktivist tiyatro 1920'lerde Meyerhold'un da içinde olduğu bir anlayışın ürünü. Yoksa Sophokles'in Konstrüktivist bir yazar mı olduğu iddia ediliyor) "(...)minimalist tiyatroyu Türkiye'de yapmak ve sinema dilinin olanaklarını kullanarak tiyatro yapmak" ne olduğu anlaşılmayan ve hem minimalist hem sinema dilini nasıl birleştiriyorlar sorusu uyanıyor kafalarda. Ayrıca "sinema dili" denilerek ne anlatılmak isteniyor hiç açıklanmıyor. "(...)genç tiyatrolar iyi şeyler yapmakla birlikte toplumun çok önünde gidiyorlar" diye de bir eleştiri var. Ama yine beylik bir söz olmaktan ileri gidemiyor çünkü temellendirilmiyor. Ya da "artık oynamamayı başararak bir karakter ardında kendimizi ve gerçek ilişkiyi aramak" gibi, yine temellendirilmediği için ne olduğu anlaşılamayan birtakım amaçlar belirlenmiş. a Her şeyden önce, sahnelemenin kendi iç dinamiği içinden oyuna bakmak gerek. Oyunun odak aldığı, mekân, ışık, oyunculuk, söz vs. nasıl bir çıkış noktasından besleniliyor, temellendiriyor, kurgu, biçimsellik nasıl işleniyor, oyun boyunca ne tür bir süreç geçiriyoruz, izleyicinin rolü nedir, benzeri unsurlar göz önünde bulundurulmalı. Eleştirmen için, mekân oyuncu, oyuncu ışık, oyuncu oyuncu ilişkisi, izlediği tiyatro topluluğunun gelişim çizgisi de bu değerlendirmenin bir parçası kuşkusuz. "Çağdaş ve özgün", "kültürlerarası bir tiyatro dili oluşturma", "izleyiciyi düşündürme", "sanatçı sorumluluğu", benzeri yuvarlak laflarla belirlenen amaçlar, bunun nasıl olabileceğinin açıklanmamış olması nedeniyle havada kalıyor. Ya da; pe cy Hatta sırf eğlenerek yaptıkları bir şey olduğu için tiyatro yaptıklarını söyleyenler de var. İzleyiciler ve bir izleyici olarak eleştirmen, sahnede olup biteni seyretmeye başladığında, oyunun sunduğu değişik bakış açılarının gerçekleştirme aşamasına girer ve oyun ilerledikçe, izleyicide ortaya çıkan birikim sonucu oyuna ilişkin yeni bir gerçekliğe ulaşılabilir. Böylece estetik etki izleyicinin oyunu alımlarken aldığı hazdan ortaya çıkar ve bu haz da sahneleme biçiminin izleyiciye yaptığı çağrılarına verilen bir karşılıktır. Deneysel çalışmaların düş gücü, birtakım şartlanmışlıklara, kodlanmışlıklara karşı çıkış ve başkaldırının bir ürünüdür diye düşünürsek, belki de sanatçının kaygısı algılamanın otomatikliğini kırmak olmaktadır. Yani alışılageldiğin kırılması, algılamayı bilinç düzeyine çıkarmak için kullanılır. Böylece eleştiride, oyunun biçimsel özelliklerinin dışında, bütünsel olarak sahnelemenin çıkış noktasının, dünya görüşünün sorgulanması da önem kazanır. Çünkü insanların fildişi kulelerinde salt kendileri için sanat yaptıkları düşünülemez. Bizdeki yeni oluşumların çıkış noktaları nelerdir? Bunu nasıl temellendiriyorlar? Yaptıklarının hesabını verebiliyorlar mı? Yoksa çok mu sezgisel ve bir o kadar da otoriter (Yani "ben yaptım oldu" benzeri) yaklaşıyorlar? Şimdi "Tiyatro... Tiyatro..." Dergisi'nin Mart 1995 sayısında "Tiyatromuzda Yeni Oluşumlar ve Akla Gelen Sorular" başlıklı yazısından bazı alıntılar yaparak, deneysel çalışmalara yapan tiyatro topluluklarının amaçlarını, hedeflerini nasıl anlatıyor olduklarına bakalım: Dahası "Tiyatro canlı (live) bir sanat dalıdır. Canlı olması zorunlu tek sanat dalıdır. Tiyatroyu tiyatro yapan tek şey canlı olmasıdır. Canlı olandan alınacak haz, sadece canlı olandan alınır" gibi anlamsız bir amaç da ortaya konmuş. Bunları ve daha birçoklarını okuduğunuzda doğal olarak "Ne? Neden? Bu nasıl yeni arayış? Nasıl oluyor?" gibi sorular geliyor insanın aklına. Eleştirmen bu nedenle biraz da çalışmanın nasıl temellendirildiğine bakmalı derken, bunların sorgulanmasını da kastediyorum. Önce yapılan işin hesabı verilmeli ki yeni yaratımlara açılabilinsin, topluluğun kendi tiyatro dilinden söz edilebilsin ve izleyici boyutu işin içine girebilsin. Kendi yaptıklarının hesabını veremeyen bir topluluk izleyicisiyle ne tür bir şey paylaşabilir? Kendi dilini oluşturmadan nasıl izleyicisine bu dili öğretebilir ve yeni bir izleyici kitlesi yaratabilir? İzleyiciye karşı sorumluluğu nedir? Yazının başında sürekli araştırma, hesaplaşma, eleştirel düşünme, derken bunların altı çizilmek isteniyordu. Belki de böyle bir tiyatro ortamında tiyatro eleştirisi, öncelikle, deneysel çalışmalar adı altında yapılan bu oluşumların temel açmazlarını ortaya çıkarma, sorgulama işlevini üstlenmelidir ki nitelikli ürünlerin yaratımına katkıda bulunabilsin. Tiyatroda Enstelasyon, Postmodern Uygulamalar ve Ardındaki Düşüncenin Boyutları Enstelasyonda önemli olan düşüncenin kendisidir ve enstelasyon, düşüncenin nesneler aracılığıyla anlamlandırılması ya da yansıtılması değil, düşüncenin nesneler aracılığıyla yeniden algılanması için bir görüngüye sokulmasıdır denilebilir. Nesneler simgesel özelliklerini kaybetmişlerdir bu tür çalışmalarda. Artık düşünsel olduğu kadar duyusal ve mistik algılama da ön plandadır. Bunun yeni bir iletişim süreci olduğundan söz edilmektedir. Ancak tiyatroda enstelasyon denildiğinde, sahne-izleyici arasındaki yeni bir iletişim süreci iddiası biraz tartışma götürür. Sahne üzerinde anlam ilişkileri tamamiyle kırılmış, öyküselliği ve gönderme alanı hiç olmayan birtakım göstergelerin bu temelde bir araya getirildiğini düşünelim. Bu, bir kağıda gelişigüzel mürekkep damlattıktan sonra kağıdı ikiye katlayıp açtığınızda ortaya çıkan bir şekil gibidir. Yani bir anlamda Roschach testine benzetilebilir. Eğer gösterge bu mürekkep lekesinin kendinden başka bir şey değilse yani ortak bir iletişim noktası yoksa, gönderen yani bu lekeyi yapan kişi, lekenin içine sadece kendini koyabilir, alıcı yani kâğıda bakan kişi de bu lekede yalnız kendini görür yani o da aynını yapar. Kısacası böyle bir durumda iletişimi sağlayacak bir alışveriş ya da göstergebilimsel anlamda mesaj yok edilmiş, dolayısıyla iletişim ortadan kaldırılmıştır. Yani izleyiciye bu Roschach testi verilip, "Alın. Bu hiçbir şeydir." denilerek izleyen tamamiyle kendiyle baş başa bırakılmış olur. Oysa içinde yaşadığımız dünyanın açmazlarını, bizi sürüklediği yönü görmek için, belki de şimdi eleştirel düşünmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Uyuşukluğumuzdan silkinmek, sistemin bizi duyarsızlaştıran, kendisini otomatik algılamamızı sağlayarak bilinç düzeyini kapatan araçlarına alternatif üretebilmek için asıl şimdi eleştirel düşünmeye gereksinmemiz var. a Enstelasyon biçiminde sunulan postmodern oyunlar, aslında bütünüyle batının akılcı modernist yaklaşımına ve bu yaklaşımın ölçüt aldığı kodlara, seçiciliğe, kısacası bütün bir düşünme sistemine karşı çıkmaktadırlar. Çünkü bu sistem aslında insanların uydurduğu, kurmaca, soyut bir şey olan "dil" üzerine kurulmuştur. Dil'in belirlediği gönderme alanları belli göstergeleri aslında insanı belirler. Sınırlar. Algı alanlarını kapatır. Sahnede bütün bunlar (anlam, öykü, göstergeler arası ilişki, vs. tüm kodlar) izleyicinin gözü önünde parçalanarak gösterilir. Özellikle de sonuçları Auschwitz'i yaratabilmiş bir katı akıcılığa, seçiciliğe karşı çıkarak, çoğulcu bir anlayışla insanı kendi uydurduğu bir dünyanın ölçütleri, kalıpları dışına çekip, onu özgür kılma çabası içinde gördüğümüzde postmodemi, düşünsel düzeyde haklı bulabiliriz. bırakılır. Hiçbir gönderme alanı olmayan, anlam bağı kırılmış, öyküsüz ve sahneye koyanların son derece bireysel gönderme alanlarıyla sınırlı ve dağınık gösterge parçacıklarını, izleyicinin bütünsel olarak algılayarak kendi çağrışımsal öyküsünü bulması istenir. Böylece günümüz medya ve internet dünyasının artık bireyselliği bile kalmamış kayıp insanı, biraz daha içine kapatıp, kendi sınırlı, kodlanmış düşlerinde gezintiye davet edilmektedir. Aslında böyle bir deneyim içinde, bilerek ya da bilmeyerek karşı çıkan sistemin bütününe hizmet edilmiş olur. izleyen bir anlamda uyuşturulur, tepkisizleşitirilir. İzleyici dışardan herhangi bir uyarıya kapalı su tankına hapsedilmiş bir denek gibidir. Dışarıdan uyarı alamayınca bir müddet sonra bilinçaltına doğru kabusa dönüşebilecek bir yolculuk başlar. İşte bu tür çalışmalar da herhangi bir alternatif sunmazlar bu durumdaki insana. Onun bu durumunu pekiştirirler. Yani iletişimi olanaksızlaştırarak, çağımız insanını hiçbir şeyin değişmeyeceğine inanan, her şeyden umudunu kesip iç dünyasına kapanmış bir halde müthiş bir kötümserliğe itmiş olurlar. pe cy Kaldı ki özellikle de daha eleştirel düşüncenin yerleşmediği bir ülkede bunca sorun içinde yaşarken hangi modernist sisteme ve bunun getirdiği düşünce biçimine karşı çıkarak postmodern tiyatro yapılabiliyor? Yoksa Batıda yapılana özenerek yeni hesaplaşmadan, aşırı bir yüceltmeye mi gidiyoruz? Batıdaki yöntemlerden yararlanmak, onlarla hesaplaşmak, araştırmak başka, onu olduğu gibi kabul edip daha öncekileri ya da var olanı demode diyerek hiçe saymak başka şeylerdir. Ancak postmodernin yapıyı bozan yöntemiyle özgürlük kavramına yaklaştığınızda, aslında bu kavramın da süregelen düşünce sistemi içinde belli ölçütlerle algılandığını görerek, onun yapısını da bozmanız, parçalamanız gerekir. Yani, özgürleşmek için özgürlüğü de parçalarsınız. Nasıl mı? Güncel yaşamın gerekleri ya da güncel yaşam pratiği düşünüldüğünde, bu anlayış, insanı binlerce yılın tüm geleneğinden, bağnaz kurallarından, tüm koşullandırılmışlığından, ortak değerlerinden kurtarıp, kısaca söylenirse, insanın tüm yaşam deneyimini elinden alıp, ona, bunlar olmadan yaşamak zorundasın demektir. Ama böyle yaparak insanı, tutunduğu dalları bırakması için zorlayıp, onu yine baskı altına almış olmuyor muyuz? Ya da en azından şimdilik, insanın binlerce yıllık yaşam ve düşünce deneyiminin yerine konacak bir alternatif bulunmuş olmadığından, onu seçeneksiz ve daha da yalnız bırakarak bir boşluğa atmış olmuyor muyuz? Tiyatroya geri dönersek, yukarıda sözü edilen anlayış bazında sahnelenen oyunlarda izleyici kendi çağrışımsal dünyasına Tiyatromuzda deneysel çalışmalar, bütün bunlar gözönüne alındığında, yeni tiyatro dili ve yeni izleyici yaratma yolunda büyük bir sorumluluk altındadırlar. Önemli olan bu sorumluluğun nasıl taşındığı ya da taşınıyor olduğudur. Tiyatro eleştirisinin, sahne üzerinde görülenin ardındaki düşünceyi ortaya çıkarmasının yanı sıra bu sorumluluğun farkına vardırmak işlevi de olmalıdır Kaynakça * (Herbert Blau, B.Ü. Konferans dizisi, Bahar 1985, alıntılayan Dilek Doltaş, "Postmodernizm Aporia ve Logos", Toplum ve Bilim 41 Bahar 1988) Wolfgang İser, "Metinlerin Çağrısal Yapısı", çev. Şara Sayın, Bağlam, İ.Ü. Yb. Diller Yüksek Okulu Alm. Bl. Dergisi, 1979 Şara Sayın, "Yazınbilim ve Alımlama Estetiği", Bağlam, I.Ü. Yb. Diller Yüksek Okulu Alm. Bl. Dergisi, 1979 Umberto Eco, "Semiotics of Theatrical Performans", The Drama Review, T73 Terry Eagleton, Edebiyat Kuramı, çev. Esen Tarım, Ayrıntı Y., 1990 Jameson, Lyotard, Habermas, Postmodernizm, hazırlayan, Necmi Zeka, Kıyı Y., 1990 Marco De Marinis, "Dramaturgy of the Spectator", The Theatre Review, "Tiyatromuzda Yeni Oluşumlar ve Akla Gelen Sorular" Tiyatro... Tiyatro... Dergisi, Mart 1995 J.R. Evans, Experimental Theatre, Routledge, 1984 51 SÖYLEŞİ Türkiye'nin 4. ödenekli tiyatrosu; İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu kurulma aşamasında. 700 ve 350 kişilik iki tiyatro salonuyla, tiyatro başta olmak üzere her tür kültür ve sanat alanına açılan bir kapı görevini üstlenmeyi amaçlayan İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun kadrosu geçtiğimiz günlerde yapılan sınavlarda belirlendi. Bir anlamda kültür merkezi işlevini de görecek olan tiyatro binasında, dans ve film gösterileri, paneller, müzik dinletileri, sergiler düzenlenecek. Oldukça kapsamlı bir kültür ve sanat oluşumu sağlamayı amaçlayan İzmit Belediye Başkanı Sefa Sirmen bu anlamda tüm olanakları seferber etmiş durumda. pe cy a Işıl Kasapoğlu ise, yakından izlenen bir sanatçı. Gün geçmiyor ki, beklenmedik bir yerden çıkıp şimdiye dek kimsenin düşünmediği bir işe soyunsun ve bir başarıya imza atmasın. Bugünlerde ise Kasapoğlu, İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun baştan sanatsal anlamda sağlam kurulması, dinamik ve genç bir kadronun oluşması için kolları sıvadı. Türkiye'nin Dördüncü Kurumsal Tiyatrosu İzmit'te Kuruldu Emre Koyuncuoğlu Tiyatroların politik ve ekonomik nedenlerle kapanmasına alıştığımız günümüzde, İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu, Türkiye'nin 4. Ödenekli Tiyatrosu olarak açılıyor. Bu tersine akış nasıl başladı? İzmit Belediyesi Kültür Komisyonu'ndan bana bir teklif geldi. Tiyatro kurmak niyetinde olduklarını ve konuyla ilgili yardımcı olmamı istediklerini 52 söylediler. İzmit, Türkiye'nin gelir düzeyi en yüksek ve ticari olarak en gelişmiş kenti. Belediye Başkanı Sefa Sirmen ve ekibi, diğer alanlarda renkli bir kent olan İzmit'in, kültür etkinliklerine de ihtiyacı olduğunu hissettiler. Ben de, Devlet Tiyatrosu'ndan aldığım izinden sonra, kendi işlerimi aksatmadan danışman olarak çalışmaya başladım. Tiyatronun kadrosu nasıl ve neye göre belirlendi? Önceleri çok dar bir kadroyla başlamak zorundaydık. Ancak İzmit Belediyesi, gerçekten büyük bir memnuniyetle oyuncu kadrosunu 25'e çıkardı ve 13'ünü sözleşmeli yaparak sanatçıların alacakları maaşları kendisi üstlendi. Bu çok olumlu bir yaklaşım ve tiyatro adına çok önemli bir adım. Sonuçta, İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu 25 kişilik bir oyuncu kadrosuyla açılacak... Bu kadrolar için Türkiye'nin çeşitli tiyatro okullarından mezun olmuş 115 kişi başvurdu. Ahmet Levendoğlu, Şakir Gürzimar, Kenan Işık, Hayati Asılyazıcı, Hülya Nutku, Başar Sabuncu, Zuhal Olcay, Burhan Akşin ve benden kurulan 9 kişilik jüri 3 gün boyunca 115 oyuncunun 25'ini yani İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun temel kadrosunu belirledi. Daha sonraki mülakatlarda dramaturg, dekor ve ışık elemanları seçildi. Tiyatronun iki salonu olacak sanırım. İki salonun da yapımına devam ediliyor. Biri 350 kişilik diğeri ise 700 kişilik. Gerek Belediye Encümeni, gerekse Kültür Komisyonu, Sefa Sirmen'le birlikte bu işe çok önem ilişkileri sağlayacak ve onlara tiyatroyu ve oyunlarımızı tanıtacak. İzmit'in aynı zamanda sanayi şehri olduğu düşünülürse civardaki tüm fabrika çalışanlarının oyunlara gelmesi için gerekli çalışmalar yapılacak. Diğer ödenekli tiyatrolarda büyük bir sorun olarak karşımıza çıkan memurlaşmayı engellemek için bazı düşünceleriniz var mı? Bence bu tiyatroda çok önemli bir konu. Memurlaşmayı önlemek için, sürekli hareket halinde bir tiyatro olması için, çeşitli ödül sistemleri üzerinde duruyoruz. Örneğin; aynı sezon içinde bir oyun oynayanla 5 oyun oynayan arasında farklı bir değerlendirilmeye gidilecek. a İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu çok devinimli bir tiyatro olacak. Abonman sistemi kurarak, İstanbul ve diğer illerdeki seyircilere de yönelecek. Her yaptığı oyun mutlaka büyük kentlere ve Anadolu'ya turneye götürülecek. Rekabet ortamı yaratacak gösteriler hedefleniyor. Bir yıl öncesinden mutlaka program yayımlanacak. 1997-98 sezonu için Ahmet Levendoğlu, Şakir Gürzimar, Işıl Kasapoğlu ve Kenan Işık gibi yönetmenlere oyun teklifleri şimdiden götürüldü. Kapalı bir sistem olarak çalışmayı düşünmüyoruz. Gerek oyuncular, gerekse yönetmenler tiyatroya davet edilecekler. Hatta hatta gruplar davet edilecek, oyunlarını İzmit'te yapmaları sağlanacak ve oradan ortak yapımlara yönelecek. Çeşitli özel tiyatrolara oyunlarını İzmit'te hazırlamaları için dekor ve kostüm gibi olanaklar yaratılacak. Buna karşılık onlardan İzmit seyircisi için 710 oyun istenecek. Böylelikle gerçek ortak yapımlar ortaya çıkmaya başlayacak. Yine aynı ortak çalışmalarla turneye gidilecek. İstanbul veya diğer kent tiyatrolarıyla sahneler takas edilecek. İstanbul'dan ödenekli ya da özel tiyatrolar İzmit'te bir hafta oynayacaklarsa, onların salonunda da İzmit Şehir Tiyatrosu oynayacak. Ayni şey diğer kentler için de geçerli. Yine, İzmit Büyük Şehir Belediye Başkanı Sefa Sirmen'in de desteğiyle Haziran-Ağustos döneminde bir Sokak Tiyatrosu Festivali oluşturmayı amaçlıyoruz. İspanya, Almanya, Fransa gibi ülkelerle ilişkilere geçilmeye başlandı. Diğer yandan Uluslararası Akdeniz Tiyatro Enstitüsü de Türkiye merkezini İzmit Belediyesi Şehir Tiyatroları bünyesi içine taşımak için ilişkilerini sürdürüyor. Belediye, tiyatro meselesine o kadar sıcak bakıyor ki, Şehir Tiyatrosu olarak Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden yönetmen ve tiyatro adamları, davet etmeyi planlıyor. Gelecek sezonun repertuarı belli mi? pe cy veriyorlar. Örnek bir kültür merkezi oluşturmak için kentin tüm olanaklarını seferber ediyorlar. Tiyatroya bu kadar ilgi gösteren ve seyirciyle buluşturmaya çalışan böyle bir belediyenin isteğini tüm tiyatro çalışanları adına sevinçle karşılıyorum. Biz hepimiz 'tiyatro salonu açılsın' diye söylenirken, bir belediye başkanı iki salon birden açıyor, sanatçılara iş olanağı ve kadrolar yaratıyor. Bence işin en güzel tarafı da, Sefa Sirmen'in tiyatroyu tamamen özerkleştirmeye yönelik tavrı. Bu gerekirse diğer birçok tiyatro kuruluşuna ve belediyeye örnek teşkil edebilir. Belediye Başkanı Sefa Sirmen, kurduğu ekibe güveniyor ve sorumluluklarını veriyor. Ve bu ekibin çalışmalarına müdahale etmeyeceğini açık açık söylüyor. Bence bütün mesele burada yatıyor. Yani insanlar karşısındakine tam bir sorumluluk verirse, onlar da bu insanı oraya getirme sorumluluğunu almış olurlar. Karşılıklı sorumluluk ve güven hissi çok önemli. İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun kendine has özellikleri ne olacak? Anadolu'da ilk ödenekli tiyatro kurulmuş oldu. Bu tiyatronun, aynı zamanda kültür merkezinin en büyük avantajlarından biri, Ankara ve İstanbul gibi iki büyük kente olan yakınlığı ve bir yandan da Anadolu'ya açılabilmesi olacaktır. Yıllardan beri büyük kentlerden İzmit'e turneye gelen tiyatrolar ya da İzmit'in kendi bölgesinde oluşmuş çeşitli özel tiyatrolar İzmit seyircisiyle karşılaşmışlar. Şimdi ise, İzmit Şehir Tiyatrosu kendi izleyicisini oluşturacak. Kendi izleyicimizi oluşturmak ilk işimiz olacak. Bunun için tiyatro, artık unutulmuş yöntemler kullanacak. Daha tiyatro açılmadan, ekip bölgeyi . araştırmaya başlayacak. Okullarla direkt bağlantılar kurulacak, oyuncular okullardan sorumlu olup İzmit, bence Türkiye'nin küçük çapta bir örneği. Her sosyal gruptan insanın yaşadığı bir kent. Bir yandan yeni yerleşim alanları oluşurken, diğer yandan küçük mahallelerde yaşam sürüyor. Sürekli hareket var. Yeni tatil beldelerinin ortaya çıkması ve yaşam seviyesinin sürekli yükselmesi kentteki canlılığı sağlıyor. Bunları göz önünde bulunduracak bir repetuar belirleniyor. Yeni kurulan bir tiyatronun her yıl klasik bir oyun oynaması gerektiğine inanıyorum. Örneğin önümüzdeki sezon tiyatroyu "Hamlet''le açacağız. Bir sonraki sezonda da yine bir klasik oyun yer alacak. Bir yandan klasik tiyatro örnekleri seyirciye sunulurken, öte yandan da oranı her sene değişebilen yerli yabancı çağdaş oyunlar üstünde duruluyor. Yazarlarımıza oyunlar ısmarlanacak. Gelip kentte bir süre yaşayıp yazmaları için maddi olanaklar sağlanacak. Örneğin: Her yıl bir Türk yazarı İzmit'e davet edilecek, tüm oyuncularla birlikte iç içe 3 ay İzmit'te yaşayacak ve yazdığı oyun da sahnelenecek. Tiyatro alanında bir anda bu kadar çok hareket nasıl sağlanacak? Harekete neden geçilemiyor? Çünkü, sanatçılar belli bürokratik kalıpları kırıp, özerk çalışamıyor. Sefa Sirmen'in en büyük özelliği elinden geldiği kadar bürokrasiyi azaltarak bu zıtlığı en aza indirmesi. Çünkü eminim ki, 60 milyonluk bir ülkede daha açılmamış nice tiyatro var, henüz yeteneklerini ortaya koymamış nice yönetmen ve oyuncu var. Bunların hepsi sanat bürokrasisini azaltacak idarecileri bekliyor. Sanatçı kimliğinizle gerçekleştirmeyi planladığınız diğer projeleriniz neler? İzmit'te sahneleyeceğim "Hamlet''ten sonra "III. Richard" projem var. Devlet Tiyatrolarındaki olanaklar el verirse, Orhan Asena'nın "Akçalı Kel Mehmet'ini sahnelemeyi düşünüyorum. Benim de bu arada bir ütopyam var. Onu burada anlatmak istiyorum. İzmit'te kentin tam ortasından bir tren yolu geçiyor. İzmit'e uğrayan trenlerin arkasına iki vagon takılsa, birinin içine oyun için gerekli malzemeler yüklense, diğerine de oyuncular binse ve trenin gittiği her kentte bu iki vagon bırakılsa, o gece oyun oynansa ve ertesi günkü trenle de bir sonraki kente yol alınsa... Böylece, İzmit'ten Kars'a kadar trenin durduğu her şehirde oyun oynansa... Aslında bunun için çeşitli ilişkileri şu anda kurmaktayım. Gerçekleşir mi bilmem.. 53 SÖYLEŞİ Dansın "hem özgür, hem ö z g ü n " olması gerektiğine inanan Şebnem Aksan'ın öğrencilerinden istediği, "öğrettiği tekniğin içini doldurmaları" yani "dansı, bir varoluş problemi" olarak algılamaları. Türkiye'deki dans eğitiminin çok yönlü ve tartışma platformu üretebilen bir eğitim olabilmesi için sınırları sınıfla kısıtlı olmayan bir yol izlemiş. Dışardan hoca getirterek dans atölyeleri düzenlemenin yanı sıra, İngiltere Kraliyet Akademisi'nin "eğitimcileri eğiten" programının özel okullarca benimsenmesini 54 başladığımda, burası farklı bakış açısı olan bir okul olsun istedim. Halbuki devlet, tüm konservatuarların benzer olmasını, aynı programı uygulamasını istiyor. Bu açıdan, hocalığım sırasında teknik, balede olduğu gibi ön planda değildir. Yaratı ve içerik, tekniği ve formu belirler. Bu, moderni, baleden ayıran bir özellik mi? Ya da baleyle modern nerelerde farklılaşır? a Burada çok önemli bir fark var. Hiçbir okulun, hiçbir bale programında koreografi dersi diye bir ders veya doğaçlama görmedim. Baleyle ilgisi olmasa da bir bale okulunun ders programında doğaçlamaya rastlarsınız. Bulunduğum bale okullarında Jazz ve tagg derslerinin yanı sıra, plastik danslar adı altında vücudun daha serbest kılındığı bazı dersler gördüm. Böyle çok yönlü (multi-sistem) bir eğitime yurtdışında sık rastlarsınız. Bizim konservatuarımızdaki dersler "Dans, Gözleri Değil Duyguları Doyurmalı" Öykü Potuoğlu Yurtdışındaki eğitiminizi tamamlayıp döndükten sonra nasıl bir dans ortamıyla karşılaştınız? pe Baleye Beatrice Fenmen'le başladıktan sonra, Londra, Rochester Üniversitesi ve Julliard'da hem bale ve hem modern üzerine yüksek öğrenim görmüş. Döndükten sonra, konservatuardaki eğitimin çok yönlü gelişmesi için, yani balenin yanında modernin de programa alınması için oldukça uğraşmış. Aksan, Türkiye'de dansla ilgili ortak bir tartışma platformu oluşmasının ve dansımızın uluslararası platforma çıkarmanın gerekliliğine inanıyor. Kendisiyle, bale-modern ilişkisi, bale eğitimi, düzenlediği atölyeler, Türkiye'de dans eleştirmenliği ve projeleri üzerine konuştuk. de sağlamış. Söyleşi boyunca, dansın gelişimi için yapılabileceklerin dışında bale-modern alışverişi, dans eleştirmenliği üzerine de konuştuk. cy Şebnem Aksan, M.S.Ü. Devlet Konservatuarı Bale Ana Sanat Dalı'nda 16-17 yıl bölüm başkanlığı yaptı. Konservatuarın yanı sıra, Boğaziçi Üniversitesi'nde de öğretim görevliliğini sürdüren Aksan, aynı zamanda beş yıldır Aksanat'ta dans atölyelerinin düzenlenmesini sağlıyor. Ben, '60'ların sonunda döndüm ve Türkiye'de dansı çok kısıtlı bir yerde gördüm. Yalnız bale vardı. Hiç sorgulamayı bilmeyen bir eğitim sistemiyle karşılaştım. Kendim konservatuarlarda okumadığım için, sistemin ne kadar dar olduğunun farkında değildim. Ve modernle öyle bir fırlamıştım ki yerimden, o kadar yeni şeyler yaşamıştım ki, "burada yapılacak ne kadar çok şey var" duygusuyla döndüm. "Değişik hocalar getirtmeliyiz, modern, mutlaka ders programına girebilmeli" diye düşündüm. 1974'te Konservatuar'da hocalığa moderni programa koymak bayağı zordu. Şu ya da bu şekilde yerleştirmeye çalıştım ama çok yavaş bir süreç oldu. Hocalığımın ilk zamanlarında acaip bir ikilem yaşadım. Sabahleyin önce bale dersi verip, sonra başka bir sınıfla modern yapıyordum. Bu, şizofrenik bir şey. Aydın Tekeri bulduğum anda havalara uçtum çünkü o geldikten sonra modern, ciddi olarak gündeme girmeye başladı. O dönemde, bir yandan da yaratıcılığı körüklemeyi çok istedim. Ah, işte balenin Türkiye'de 35-40 yıllık bir geçmişi var. Çok az koreograf yetiştiren ve bir türlü kişilik sahibi olmamış bir sanat dalı diye düşündüm. Hâlâ benzer sistemleri uygulama hali vardı. Bu nasıl entegre olacak? Bizim kültürümüzün içine nasıl girecek? Tabii, modern yoluyla olacak sonucuna vardım çünkü modernde sadece baleye dönük ve çok yönlülüğe gereken önem verilmiyor. Bale ve modern arasındaki etkileşimi ya da alışverişi siz nasıl yaşadınız? Ben, iki yıl Julliard'da okudum. Julliard'da dünya çapında bale ve modern hocaları yan yanaydılar. Anthony Tudor gibi o dönemin en ünlü koreograflarından biri Jose Limonla yan yana. Graham'in tüm dansçıları okulda hocalık yapıyordu. Baleciler, modernden ders alıyorlardı, modernciler de baleden, yani kimse sadece bale yapmıyordu. Ben de Amerika'da ilk modern yaptığım andan itibaren, ikisini yan yana koydum, ayırmadım. Böyle bir nosyonla döndüm Türkiye'ye ve burada da bunu entegre etmeye çalıştım. Türkiye'de Peki, bale ve modern arasındaki teknik alışverişi hakkında neler söyleyebilirsiniz ? Yani, böyle çok yönlü bir eğitim dansçıya birey olma imkânı tanıyor diyebilir miyiz? Evet, Türkiye'deki dans eğitiminde beni en çok ilgilendiren bu çocukların birey olabilmesi. Çünkü birey olmadan mesul kişi, özgür olamıyorsunuz. Sorumlulukla özgürlük birbirini tamamlıyor. Çocuklardan kişilikli olmalarını bekleyemezsiniz çünkü toplumda genel olarak algıladığım şey, bağımsız olabilecek kadar büyümemiş olmamız. Meselâ, balede vücudun tutuk olması ya da öyle algılanması, mekân kullanımını nasıl etkiliyor? Balede, mekân nasıl algılanıyor? Balede bir şıklık söz konusu. Meselâ, bale için hep Rönesans bir salon düşünürüm. Rönesans, dini prensiplerin, matematiksel ve mimari prensiplere dönüştüğü bir dönemdir. Modernde ise, hiç salon falan düşünmem. Mekânı, dansla birlikte var olan bir yer olarak görürüm. Son zamanlarda sıkça karşılaştığımız "modern, baleden ileridir" anlayışına karşı tepkiniz nedir? pe cy Örneğin, Martha Graham'in yer hareketleri, kalçayı her türlü kullanabilmek (yani hem turn-in hem turn-out kullanabilmek), bütün basenin nefes almasını sağlıyor. "Sıkıp bırakma" ("contraction and release") tekniğinin baleye çok yardımcı olduğunu fark ettim. Aldığım modern teknik derslerinden sonra bale yaparken kendimi farklı hissediyordum. Nefes alan vücut olarak algılıyordum. Mesela, Jose Limon'un yer çekimiyle oyun oynamak üzerine kurulu olan "düşmekalkma" ("fall and recovery") tekniği, doğal bir teoridir. Bunda da müthiş bir kendini bırakabilme vardır. Balede, bu olguların hepsi vardır, ancak üstü örtülüdür. Kontrol, seçicilik ve üstünlük duygusuna dayalıdır. Esas hikâye, vücudunuzu tutmaya ve çok fazla kontrol etmeye dayalı olduğu için siz tekniği yanlış yani tutuk bir hikâye olarak algılayabiliniz. Moderne gidip pabuçlarınızı çıkarırsınız. Modernde böyle bir özgürlüğü yaşayıp sonra baleye geldiğiniz zaman, o vücut kendini başka türlü, çok daha özgür algılıyor. Size dışardan hiçbir şey dayatılmıyor. Siz, onu seçtiğiniz için yapıyorsunuz. a ilk defa modern yapan çocuklar, çok tepki gösterdiler. Çıplak ayak basmak ya da yere yatmak istemediler. Bu tepkiler de, balenin şartlanmasından başka bir şey değildi, sanırım. Sonra, yavaş yavaş her şeye alışıldı. Modern için, daha çağı yakalamıştır diyebilirsiniz. Son elli yılda bale-modern alışverişi çok arttı. Hangi bakımdan "ileri" deniyor? Teknik açıdan mı? Öyle ise, baleden daha üstün bir teknik düşünemiyorum fakat bunun nasıl verildiği çok önemli tabii. Kim, nasıl yaklaşıyor baleye? Bugün, balede öyle eserler görüyorsunuz ki, modernlerden daha çağdaş! ya da tersi de olabiliyor. Bu sene dansla hiç ilgisi olmayan çocuklara bale veriyorum. Moderne aldığımız çocukların içinde hiç bale yapmamış çocuklar var. Baleyi yeniden keşfediyor vaziyetteyim. Vücudun işlerliği konusunda balenin sonsuz bir açıklığı var. Fakat hocanın kişiliği, ruhsal yapısı teorinin nasıl verildiğini çok etkiliyor tabii. Siz, nasıl bale öğretiyorsunuz? Ben çocuklara varoluşlarıyla ilgili yaklaşıyorum. Onlara diyorum ki: "Benim söylediğimi kendinize maletmeye çalışın, söylediklerimin vücudunuzdaki yansımasını göreyim, varlığınızı 55 buraya gelmiş hocanın o çocuklarla diyaloğu başka türlü oluyor. Üstelik öğrenci göndermek pahalıya geliyor. Bir öğrencinin gideceği fiyata bir hoca buraya geliyor ve üstelik 25-30 kişi faydalanabiliyor. Kısacası, bu workshoplar hem daha az masraflı oluyor, hem de daha fazla insan yararlanabiliyor. Kafanızdaki ideal dans eğitiminden söz eder misiniz? Bu organizasyonların gelişiminden söz eder misiniz biraz? Elimde olsa, muazzam doğaçlama yaptırırdım çünkü bu yöntemlerle, insanın gelişebileceğine inanıyorum. Bir yandan müthiş bir disiplin gerekli tabii. İdeal bir sistem içinde bu ikisinin çok iyi dengelenmesi gerekiyor. Sahne sanatlarında, ayrıca sahne üstü faaliyetlerin olması gerekiyor. Bizim okulda ve İstanbul'daki genel sahne fukaralığından dolayı, bu faaliyetler çok kısıtlı. İlk başta, kültür dernekleri yoluyla bazı kısa dönemli organizasyonlar yapabiliyorduk. Onlar da giderek azaldı. İstanbul Festivali kapsamında gelen topluluklarla çalışmalar organize edebilsek, az da olsa kısa kısa workshoplar yapabilsek diye düşündüm. Gördüm ki, bu sistemin okul içinde işlemesi imkânsız. Hepsi parça parça gelişti ama istediğim yoğunlukta olmadı. Neticede, Aksanat'ın açılmasıyla her şeyi rahat programlayabildiğimi gördüm. Beş yıldır her sene eylül ayında, çoğunlukla U.S.I.S'in yardımıyla bir workshop düzenlenmiş oldu. Kışın yapabileceğimizden daha yoğun, meselâ günde altı saatlik çalışmalar yaptık. yapılan bu workshop'ın, daha çok film ağırlıklı ve açıklamalı bir yönü oldu. Ondan sonra 3 yıl üst üste -Kelly Parsley ve Molly Maximer'la çalışıldı. Kelly'lerle olan çalışmalarda çok güzel şeyler yaşandı, birçok kapı açıldı. Yepyeni dünyaların içine girdik. Bu yıl Temmuz'un başında, yine North Carolina School of Arts'dan iki hoca gelecek. Robert Francesconi, maskelerle yaptığı doğaçlama dersini getiriyor, iki haftalık bu atölyede, eşi Mollie Murray da caz ve tap dersi verecek. Keşke eylül ayında yine bir workshop yapabilsek. Her sene organizasyona o kadar güvensiz başlıyorum ki, "Acaba kaç çocuk gelecek? Gelmezlerse ne olacak?" gibi kuşkularla... Workshopların dışında yararlı olduğuna inandığım başka bir faaliyet var. İngiliz Kraliyet Akademisi'nin (Royal Academy), profesyonel eğitim ve dans eğitiminden oluşan bir programı var. On yıldır bu sistemi Türkiye'de oturtmaya çalışıyorum. Özel okullardan hocalar eğitiliyor, her yıl seminerlere katılıp sınava giriyorlar. İçinde karakteri, moderni ve müziği var. Öğrencilerin, bütün duruşlarını, vücutlarını taşıyışlarını terbiye edebildikleri çok geniş çerçeveli bir sistem. Bu kişiler, sistemin geçerli olduğu 65 ülkede derslere katılmaya ve çalışma imkânına sahipler. 1987'dedört, beş okulla başlayan program, şimdi İzmit, Ankara, Adana'dan birçok okulun katılmasıyla yaygınlaştı. Dört hoca sertifikalarını alıp hocalık kariyerine adım attılar bile. pe cy a hissedeyim. Ben söylediğim için kolunuz burda olmasın. Doldurun bu yapının içini. Size formu, şekli, işleyişi öğreteceğim ama bir robota öğretmek istemiyorum." ilk önce vücutlarını sahiplenmeleri gerektiğini söylüyorum. Bu da tabii ruhsal sahiplenmeyle birlikte gidiyor. Bildiğim kadarıyla, bu açıkları kapatacak birçok atölye çalışması organize ettiniz. İdealinizdeki dans eğitimine yaklaşmanın dışında neyi amaçladınız? Birincisi, kendim de katılmak istiyorum. Böyle derslere girip çıkarak sürekli öğreniyorum. Bir de esas olarak, atölyeler aracılığıyla eğitimde yeni dünyalar ve başka imkânlar olduğunu gösterip, bunları sunabiliyorum. Dışarda bir şey gördüğüm zaman "ah, keşke bu hocayı alabilsek ya da keşke bu dersleri oraya entegre edebilsem" diye düşünüyorum. Hep böyle düşündüm. Workshoplar az da olsa bunu karşılıyor. Bir iki tane çok yetenekli çocuğu dışarıya yollamak yerine, ordan bir hocayı getirmenin daha yararlı olduğuna kanaat getirdim. Ayrıca, giden çocuklar dil bilmedikleri için çok sıkıntı çekiyorlar. Halbuki, 56 Bu beş sene boyunca kimler workshop yaptılar? İlk gelen, New York'ta bayağı tanınmaya başlamış Peter Pucci isminde bir koreograftı. Onunla 3 haftalık bir workshop yaptık ve Mimar Sinan Üniversitesi auditoryumunda sohbete açık, açıklamalı bir gösteri düzenledik.Çok ilgi vardı diyemem ama gelen çocukların, her seferinde hayatı değişti. Pucci'den sonra Alman Kültür aracılığıyla Almanya'dan koreograf bir hanım geldi. Dans tiyatrosu üzerine Yalnızca atölye düzenlemiyor, aynı zamanda eleştiri de yazıyorsunuz. Türkiye'de dans eleştirmenliği hakkında ne düşünüyorsunuz? Senelerce eleştiri okudum tabii ama bunun eğitimini görmedim. Esas sormamız gereken, Türkiye'de kim, neyi değerlendiriyor? Kriter nedir? Dans, hangi bilgi üzerinden tenkit edilebilir? Mesela ben, tenkit etmek yerine bilgi vermeyi, birtakım ölçekler koymayı amaçlayan yazılar yazdım. Eleştiriyi dansın içinden birinin yapması çok önemlidir. Bence, dansa ilgi duyan insanlar, dansçılar, eleştirmenler, hocalar bir bağlam oluşturabilmen. Kopukluk çok yaşanan bir şey Türkiye'de. Evet, özellikle basınla dans arasındaki ilişkide. Kurumlar arasında da kopukluk var. Alışverişimizin son derece az olduğu bir konservatuar daha var İstanbul'da. Ankara'yla ilişkiler de aynı bu şekilde. Herkes başını kuma gömüyor. Gene de 20 yıl öncesine nazaran birbirimize daha çok vakit ayırabiliyoruz. Böyle bir kopukluğa karşı bir projeniz vardı, sanırım. Birçok dans eleştirmenini bir araya getirmeyi amaçlıyordunuz. Ortak bir dans bağlamı yaratabilecek dansla ilgili birçok kişi var. Arzu Öztürkmen, Aylin Kalemli, Rana Evcim, Nasuh Barın gibi. Üniversite bitirmiş, dil bilen ve bir şekilde dansa bulaşmış akademisyenlerden söz ediyorum. Bu projedeki amacım, eleştirmenleri, akademisyenleri bir araya getirip bir tartışma platformu açabilmek. Türkiye'de modern dans tarihinin bayağı uzun bir sürecine tanık oldunuz. Hiç unutamadığınız, bir kapı açtı diyeceğiniz bir dans gösterisi/eser var mı? 1980'in Mayısı'nda Resim pe cy a Heykel Müzesi'nde, Geyvan Mc Millen ve benim parçalarımdan oluşan bir çalışma yaptık. O operadan dansçılar getirdi. Ben, konservatuardaki dansçıları kullandım. Geyvan'ın orada yaptığı "Anadolu'da Bir Gece" adlı parça çok ilginçti. Aydın Teker gelir gelmez çok avant-garde bir yerden başladı ve okuldaki herkes biraz yabancıladı onu. Ben de uçtum sevincimden. Herkes derken, öğrenciler arasından da çok tepki gösteren oldu. Aydın'ın derslerine giremeyenler, parçalarda yer almayanlar vardı. Onunla çalışmayı yeğleyenler farklı bir yolculuğa çıktılar ve ilerici bir yapıya sahip oldular. Bu çocuklar, neticede Turkuaz'da dans edip, daha sonra Dans Fabrikası'nı kurdular. Martha Graham "vücutların hiç yalan söylemediğine" inanıyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Dans öncelikle hareket ve vücut yoluyla iletişim kurma sanatıdır. Gündelik hayatımızda, dile yardımcı olmak için mutlaka jestlere (gesture) başvuruyoruz. Birinin konuşmasını vücut hareketleriyle daha iyi algılıyoruz. Vücut yalan söylemez ve çocuklar iletişimin bu yönünü çok iyi algılar. Çocuklar, annelerinin yaklaşımındaki kızgınlığı, sıcaklığı ya da yapaylığı hareketlerinden ve sesinden hemen anlar ya da yaklaşımın sıcaklığını, soğukluğunu, yapay olup olmadığını sesinden hemen anlar. Çünkü ses vücut hareketi gibi gerçeği ifade eder. Vücudun yalan söylemediği çok doğrudur. Yaşım ilerledikçe vücutların, kişiliği ve ruhu ne kadar yansıttığını görüyorum 57 TANITIM Dilek Ö z t e k i n 40 YIL, 40 GECE Bursa eski bir şehir. Çıkıp sokaklarında dolaşmaya başladığınızda; bu anaç, dingin, kalender şehir konuşmaya başlıyor. - Onun dilini anladığınıza emin olunca elbet. I.Ö. II. yy. başlarında, Atussa kentinin bulunduğu yerde kurulan 'Prusa'nın 'Bursa' adına kaynaklık ettiğini, bunun Bithynia Kralı Prusias ile de bağlantılı olduğunu söylüyor, siz yüksekçe bir yerden onu seyrederken. pe cy a Asırların getirdiği sindirilmişlik, dinginlik ve kendine ait zenginlikle; üzerinize yapışmayan bir samimiyetle konukluyor sizi. İnsanlarından söz ediyor; insanların doğallığından, alçakgönüllü oluşlarından. İklimin, onlar üzerindeki ılıman etkisinden. Bursa insanı hayata bağlı. Bursa insanın hayatında kimi değerler yer almış. Bu, sokaklara sinen bir kimlik belki de. Duvarlar konuşuyor, yollar, dağ, gök ağırlığınca bir uyum içinde. Bu uyumdan sessiz bir övünç duyuyor şehir. Belki de "Şehr-i dilârâ-yı şuerâ" diye bir yer olsaydı, bu yer Bursa olurdu. Buket Uzuner bu işe ne derdi bilmem... Hem 'doğulu' hem 'batılı' olabilmek, bizim ülkemizin tarihinde önemli sorunsallardan birinin göbek noktasını oluşturmuştur. Neresidir 'doğu', hangi çizgilerle sınırlandırılır 'batı'ya ait düşünce? Bu düzlemde Bursa, geleneksel, yüksek Türk şehir kimliğine sahip, Roma döneminde gençliğini bırakmış, 1960'larla birlikte de gerek siyasal gerekse sosyo-ekonomik etkenlerle çağdaş/evrensel bir yapı ile karşımıza çıkan yani yeniden ve yeniden doğan bir 'şehir'dir. Bu şehirde, Geleneksel Türk tiyatrosunun kalbi atmıştır. "İstanbul'dan sonra, meddahlık sanatının en çok geliştiği şehir Bursa'dır. XIV. yy.'dan başlayarak, Bursalı meddahların ünü dört bir yana yayılmıştır."(1) Peki ya Karagöz? 58 Efsane bu ya, azı gerçek çoğu hayal; anlatır bizi Karagöz ile Hacivat'ı... Çalışmak için Bursa'ya gelen Karagöz, demirci ustasıdır. Hacivat'ın hüneri ise duvar yapmak. İki usta, Orhan Camii'ni yapmaya koyulurlar. İki iş bir dalaş, şakalaşa oynaşa çalışırlarken; Sultanın kulağına işlerin yavaş yürüdüğü gider. Güç de olsa inanmak, Sultan Orhan, işin yavaşladığını düşündüğü için, bu iki ustanın idamına karar verir. Söylence söylenceyi doğurur, derler ki Karagöz hemen idam edilir, Hacivat ise önce kaçmayı başarır ama sonra yakalanır, bugün 'Hacivat Köprüsü' diye anılan yerde idam edilir. Hatta şimdi başında, heybetli bir selvi vardır... Sultan sonradan pişman olur; bu, hayalilerin piri Şeyh Küşterînin kulağına gelir, Küşteri iki suret aksettirir perdeye... 19. yy.'ın son çeyreğine geldiğimizde, Bursa'da iki kültür yapısını sıcağı sıcağına yan yana görüyoruz: Bir yanda geleneksel, Osmanlı medrese kültürünün egemen olduğu, alabildiğine dinselliğe bağlı bir çoğunluk, diğer yanda Osmanlı aydınlarından, konsolosluk mensuplarından, lavanten ve yeni azınlıklardan oluşan elit bir topluluk. Bu ikinci topluluğun; Bursa'da tiyatroyu kucaklamış öncü topluluk olduğunu söyleyebiliriz. Elbette, 'Batılı' diye nitelendirdiğimiz tiyatronun Ahmet Vefik Paşa ile başladığını da; yıl 1880'dir ve Bursa Tiyatrosu açılır: İlk oyun Merâki'den "La Malade lmaginaire"dir. Yıllar yılları izler, 1950'li ve 60'lı yılların kültür-sanat gündeminin önemli bir maddesini oluşturan 'Bölge Tiyatroları' üzerine çeşitli tartışmalar yapılmaktadır. 1957 yılında Bursa Devlet Tiyatrosu, yerleşik olmayan düzende, "3. Selim" oyunuyla perde açar. 1971 yılında, Bursa'da kültür-sanat adına önemli bir dönem daha başlar: Devlet tiyatrosu artık yerleşik düzene geçmiştir. Yerleşik düzenin ilk müdürü, Ali Cengiz Bursa Devlet Tiyatrosu'nun "yerleşik düzen öncesi" oynadığı oyunlardan bir sahne.. a Bu yıl, 40. yılını kutlayan Bursa Devlet Tiyatrosu'nu, 'müdürlerine yani yönetim anlayışlarına göre bölümlemek, yerleşik düzenden bu yana bir omurga çıkarmak açısından en sağlıklı yöntem. pe cy Çelenk'tir. Çelenk idealist ve hümanist bir yöneticidir. Disiplinli ve yaratıcı bir çizgi oluşturur. Repertuvar seçimindeki bilinçli tutumu ve halkla ilişkilere verdiği önem, onu başarılı kılan diğer etkenlerdir. Çelenk'in ölümünün ardından Ziya Demirel atanır müdürlüğe. Demirel, eleştirel yanı daha ağır basan bir tutumdadır. Tarzını tam oturtamadan görevden alınır. Üçüncü müdür Yalın Tolga'dır. Tolga, eğitime önem verir. Katı olmayan bir yöneticilik anlayışı vardır. Çelenk'in çizgisine yakın bir çizgide sürdürür müdürlüğünü. Rahatsızlığı nedeniyle görevini, Ali Cengiz Çelenk'in eşi Feyha Çelenk'e devreder. Feyha Çelenk, oyunculuğundaki tutkulu yapısını yöneticiliğinde de ortaya koyar ve kişilikli bir çizgi çizer. Repertuvar seçimindeki başarısı seyirci ile tiyatroyu pek çok yerde buluşturur. Artık TOBAV dönemi başlamıştır, seçimle gelen müdür Bora Özkula'dır. Özkula, tam bir sistem oturtamamasına karşın, tiyatro niteliği açısından kaliteli çalışmalara imza atılmasını sağlamıştır. Görevden alınan Özkula yerine Emin Gümüşkaya göreve getirilir. Yaklaşık bir yıldır müdürlük görevini sürdüren Gümüşkaya'nın yönetimi üzerine bir şey söylemek için henüz erken. Ancak cesaretinin onu diğer müdürlerden farklı kıldığını belirtmek gerek. Repertuvar seçimi ise durağan ki, bu da bir tehlike. Söz konusu bu altı dönem içinde şüphesiz, Bursa Devlet Tiyatrosu, pek çok sorun yaşamıştır, yaşamaktadır. Sistem sorunu, teknik olanak sorunu, giderek ödenek sorunu, nitelikli oyuncu, bilinçsiz repertuvar seçimi, dramaturg ve tasarımcı kadrolarının olmayışı, halkla ilişkilerin ayrı bir uzmanlık dalı oluşu ve yapılanmada buna yer verilmemesi, kabaca sınıflayabildiğimiz sorunlardan. Buna bir de günümüz insanının yoğun iş temposunu, gergin geçen günlerini yani tahammülsüzlüğünü, tüketen kültürü, alçalan değerleri, paparazzi programlarındaki büstiyerli ve yarım ağızlı sunucuların adımbaşı karşımıza çıktığını eklersek, tiyatronun seslendiği ve seslenmediği iki kitle arasındaki ayrımın giderek dev boyutlara ulaştığını söyleyebiliriz... Balay ve Erkekli'nin altını hınzırca çizdiği oyunlarındaki gibi, 'inadına' ulaşıyorsa tiyatro seyircisine, güç, tiyatronun içinde, insanın yaratıcılığında ve paylaşımda gizli demektir. Gizi aramaktan vazgeçmemek demektir, ortak dili paylaşmaktan, 'simya'dan... En umutsuz anlarda bile 'mısırcı' olmamak gerektir, farkındalığımıza sahip çıkmak, kurtuluşumuzdur... Asırlardır kendini bilgeliğinde gizleyen bu şehir, görene deniz görmeyene çöl olmuştur. Derler ki, Simurg-u Anka burada yaşarmış. Asırlardır fark edenlerin, etmeyenlere/edemeyenlere direndiği gibi direnilmiştir burada da. 40 yıl bir de 40 gece vardır kutlanacak. Emeğe emek katılacak, yola devam edilecek, paylaşılacak... Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı Simurg-u Anka, bilgi ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünerek beklerlermiş. Bir gün, beklemekten vazgeçip Simurg'un huzuruna çıkmaya karar vermişler. Ancak onun Kafdağı'nın tepesinde olan yuvasına varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekiyormuş. Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları an be an azalmış. Kafdağı'na vardıklarında otuz kuş kalmış. Simurg'un yuvasını bulunca öğrenmişler ki, 'Simurg-u Anka', 'otuz kuş' demekmiş. Onların hepsi de Simurgmuş. Her biri de Simurgmuş...(2) (1) Özdemir Nutku, Tarihimizde Kültür Manzaraları, Kabalcı Yayınları (2) Ferid'ütdin Attar, Mantık Al Tayr 59 tiyatro Tiyatro'dan Önce... Tiyatrodan Sonra.. İNİDİRİM YAPAN KURULUŞLAR 60 havasında, günün her saati hoş vakitler geçirebilirsiniz. CAFE SIĞINAK İndirim: %15 Caferağa Mah. Muvakkithane Cad. No:30/4 Kadıköy-İst. Tel: (0216) 349 18 94 Yozlaşma, iletişimsizlik, üretkensizlik ve sevgisizlik yağmurunun sağnak haline geldiği bu topraklarda sığınabilecek bir yer ararsanız Sığınak Cafe'deyiz. ÇATI RESTAURANT İndirim: % 8 İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın Sk. No: 20/7 Beyoğlu-İst Tel: (0212)251 00 00 DARÜZZİYAFE İndirim: %15 Şifahane Sk. No: 6 Süleymaniye-İst Tel: (0212) 511 84 14 Türk Musikisi'nin sihirli nağmelerini dinleyerek mutfağımızın eşsiz lezzetlerini tarihi bir mekânda tadabilirsiniz. Not: C. tesi akşamları saat 8.00-10.00 arası Canlı Fasıl EL MARIACCHI İndirim: %10 Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah Sk. No: 16 Ihlamur-İst Tel: (0212) 231 28 07 Meksika mutağının tadına doyulmaz yemeklerini tattınız mı? Tatmadıysanız o halde El Marıacchı'ye sizleri bekliyoruz. FEHMİ BABA ET LOKANTASI İndirim: %10 Meşrutiyet Cad. No: 33 Galatasaray-İst Tel: (0212) 293 93 26 FLAMİNGO BAR-REST. İndirim: %10 Receppaşa Cad. No: 15/B Taksim-İst Tel: (0212) 235 78 54 Alt kattaki Akşam Barımızda nefis içecekler üst kattaki Restaurantımızda zengin mutfak çeşitleri ile özel günlerinizde tüm beklentilerinize yanıt verecek ve dostlarınızla unutamayacağınız saatler yaşamak istermisiniz? Böyle bir ortamı bulamadıysanız o halde; biz bu ortamı size yaşatacağız... Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl GALATA BAR/MEYHANE İndirim: %8 Orhan Apaydın Sk. No: 11 Beyoğlu-İst. Tel: (0212)293 11 39 Her akşam fasıl eşliğinde nefis yemekleriyle sizlerle. GARİBALDİ İndirim: %10 İstiklal Cad. Oda Kule yanı No:1 Beyoğlu-İst Tel: (0212) 249 68 95 Nostaljik bir ortamda güzel vakit geçirmek için tek adres Garibaldi. GOLDEN KYLIN CHINESE RESTAURANT İndirim: %15 Receppaşa Cad. No: 5 Taksim-İst Tel: (0212) 256 36 45 Uzak Doğu'dan gelen esinti rüzgârlarıyla hoş bir ortamda hakiki Çin Mutfağını ta dabilirsiniz. GOODFELLAS BAR-REST. İndirim: %15 Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişli-İst Tel: (0212) 233 00 36 Şafak Yaprak & Orkestrası eşliğinde her Salı, Perşembe, Cuma, C. tesi günleri, Canlı Caz Müzik dinleyebilirsiniz. CAFE KİKKA İndirim: %10 a et yemeklerinin sunulduğu zengin menüsü ile sabaha karşı tadına doyamayacağınız İşkembe Çorbasıyla son bulan unutamayacağınız bir gece için her Çarşamba, Cuma, Ctesi günleri I. T. Ü. Devlet Konservatuvarı Yüksek Lisans öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve Türk Sanat müziği eşiliğinde nezih bir ortamda leziz yemeklerimizi tadarak hoş saatler geçirebilirsiniz... Not:: Kredi Kartı geçerli değildir. BAHAR LOKANTASI İndirim: %10 İstinye Cad. No: 134 İstinye-İst Tel: (0212) 277 85 55 BAY BALIKÇI İndirim: %10 Kefeliköy Cad. No: 14 Kireçburnu-İst Tel: (0212) 262 36 64 Balık deyince ilk akla gelen Bay Balıkçının taze balık ve deniz ürünlerini bulabileceğiniz bir mekân. CAFE LA PORTE İndirim: %15 Miralay Nazım Sk. No:15 Bahariye-İst. Tel: (0216) 418 08 59 Alışılagelmişin dışında zengin menüleriyle sıcak bir sevgi ortamında buluşalım. CAFE LEBON İndirim: %10 İstiklâl Cad. No: 445 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212)252 54 60 CAFE SHOP İndirim: %10 Bahariye Cad. Miralay Nazım Sk. No:34 Bahariye-İst. Tel: (0216) 337 49 20 Fransız Cafelerlnln kendine özgü pe cy SANAT RESTAURANT İndirim: %10 Balık Pazarı Nevizade Sk. No.23 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0212) 244 13 09 Memnun kalan konuk her zaman hatırlar, memnun kalmayan konuk asla unutmaz. A LA TURKA RESTAURANT indirim: %10 Cami Meydanı Hazine Sk. No: 8 Ortaköy-İstanbul Tel: (0212) 258 79 24 Ortaköy'ün ilklerinden. Meydanın ve boğazın otantik atmosferinde Türk mutfağının en güzel örneklerini sunuyor. Üst katında yer alan ODA "Kişiye Özel Salon" ise her türlü grup organizasyonları, seminer, konferans, toplantı, doğum günleri, kahvaltılar için sadece "SİZE ÖZEL" ALA-TURKA MEŞK REST. İndirim: %10 Çarşıarkası Sk. No: 32. 1. Levent-İst Tel: (0212) 283 45 63 Sıcacık bir ortamda özlediğiniz tatlarla an-nenizin mutfağı kadar özenli, sevgi dolu sofralarda Al-Turka Meşk sizin için alâsıyla. ASİTANE RESTAURANT İndirim: %10 Kariye Camii Sk. No: 18 Edirnekapı-İst Tel: (212) 534 84 14 Osmanlı Saray Mutfağının doyumsuz lezzetlerini UDI'nin hoş nağmeleri eşliğinde tatmak için Asitane de buluşalım. AŞİYAN RESTAURANT İndirim: %10 Kalamış Yat Limanı Kalamış-İst Tel: (0216) 349 55 69 Karides Güveç'te, Balık ve çeşitli Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18 Erenköy-İst Tel: (0216)411 15 20 Cafe Kikka'da kahve cehennem kadar karanlık, ölüm kadar güçlü aşk kadar tatlıdır. KHALKEDON RESTAURANT-BAR İndirim: %10 Münir Nurettin Selçuk Cad. Kalamış Spor Tesisleri Kadıköy-İst. Tel: (0216) 349 58 72 Altı yıl boyunca adıyla özdeşleşmiş, Bizans harabeleri dekoruyla hizmet veren Khalkedon Bar bahçesindeki Viking dekoruyla; restaurant bölümü ile Grup Tempo eşliğinde yemek yemeniz ve eğlenmeniz için Kalamış'ta. LA BOHEME - ŞAMATA GARDEN İndirim: %10 Yalı Sk. No:3 Beşiktaş-İst. Tel: (0212) 261 75 20 Boğaz manzaralı yazlık restaurant ve barımızda canlı müzik eşliğinde uluslararası mutfağımızdan seçmeleri tadabilirsiniz. LE SELECT İndirim: %20 Manolya Sk. No: 21, Levent-İst Tel: (0212) 268 21 20 Uluslararası Mutfağı ile Le Select LITTE CHİNA İndirim: % 10 1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan -İst Tel (0216) 363 50 90 2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş Merkezi Etiler-İst Tel: (0212) 263 17 15 3. Cevdet Paşa Cad. No:226/5 Bebek Litte China'larda sunulan İSTANBUL'DA YAŞAMAK Beylerbeyi-İstanbul Tel: (0216) 321 14 93 SICAK RESTAURANT İndirim: %10 Keskin Kalem Sk. No: 37 Esentepe -İst Tel: (0212) 267 38 56 Akdeniz mutfağının seçme yemekleriyle sıcak bir ortamda yemek yemek ister misiniz? TANDOORI RESTAURANT İndirim: % 20 Alkent Sitesi Tepecik Yolu Etiler -İst Tel: (0212) 257 84 79 Türkiye'de ilk ve tek Pakistan Hint Mutfağı. TEGİK RESTAURANT İndirim: %10 Receppaşa Cad. No: 20 Taksim-İst Tel: (0212) 254 66 99 Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve Japon Mutfaklarından da örnekler sunan Uzak Doğu Mekânı. Kore Mutfağını tanımak isteyenlere özel menü öneriliyor. Koreden getirilen özel pişerme üniteli masalarda yer alıyor. T-BONE STEAK HOUSE REST. İndirim: %15 İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi) Küçük Bebek Cad. No: 16K. Bebek-İst Tel: (0212) 287 05 11 Fransız ve İtalyan Mutfağının sizlere sunduğu lezzetli ve değişik yemeklerle hoş bir ortamda hafta sonu canlı müzik eşliğinde güzel saatler geçirebilirsiniz. TIFFANY T-R-M İndirim: % 5 Bağdat Cad. 167/3 Küçükyalı-İst. Tel: (0212) 262 36 64 Balık deyince ilk akla gelen Bay Balıkçının taze balık ve deniz ürünlerini bulabileceğiniz bir mekân THE CHINA RESTAURANT İndirim: % 10 (Gece) İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı indirimi) İndirim: %15 (Gündüz) İndirim: %10 (Gündüz, kredi kartı indirimi) Lamartin Cad. No: 17 Taksim-İst Tel: (0212) 250 62 63 Sizlere ilk defa Çin mutfağının lezzetlerini tattıran, 40 yıldır aynı yerde; aynı kalite ile evinizdeymiş gibi rahat, huzurlu bir şekilde Çin mutfağını sevenler veya Çin mutfağının tatlarını merak edenler için hizmetinizde. VAGABONDO'S RESTAURANT İndirim: %10 İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi) AKYÜZ KİTABEVİ İndirim: %10 Kadıköy İş Merkezi Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216)336 90 81 BAKIRKÖY KİTAP SARAYI İndirim: %15 Mektupçu Sk. Hacer Apt. No: 8 Bakırköy-İstanbul Tel: (0.212) 542 48 83 BEYAZ A D A M KİTABEVİ İndirim: %15 İstanbul Cad. Mor Sümbül Sk. No: 1/A Bakırköy-İst. Tel: (0.212) 561 20 92 EVRİM KİTABEVİ İndirim: %10 Kadıköy İş Merkezi No: 78-106 Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216) 347 49 63 DÜNYA AKTÜEL KİTABEVLERİ • Dünya Tünel Kitabevi İndirim: %5 İstiklal Cad. No: 496 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 249 10 06 • Dünya Bebek Kitabevi İndirim: %5 Cevdet Paşa Cad. No: 232/1 Bebek-İstanbul Tel: (0.212) 265 71 03 • Dünya Nişantaşı Kitabevi İndirim: %5 Teşvikiye Cad. No: 164/3 Nişantaşı-İstanbul Tel: (0.212) 247 05 90 • Dünya Kadıköy Kitabevi İndirim: %5 pe cy a yemekler Çin'in "Cantonese" bölgesinin özel yemekleri, bu mutfağı bilenler ve merak edenler için... LITTE İTALY BAR-REST. İndirim: %10 İstiklal Cad. Örs Turistik İş Merkezi No: 251-253 Kat1/7-8 Beyoğlu -İst Tel (0212) 243 17 18 MANDRA TAVERNA İndirim: %10 Ergenekon Cad. No: 73/B Pangaltı-İstanbul Tel: (0.212) 241 47 36 MAVİŞ MANTI İndirim: %10 Yeni Çarşı Cad. No: 76 Galatasaray -İst Tel: (0212) 249 48 94 MESERRET CAFE-BAR-RESTAURANT İndirim: %10 Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4 Tepebaşı -İst Tel: (0212) 244 39 55 Gün Batımında Haliç sakin bir ortamda sohbet olanağı hafif müzik. Çar, Cuma, C.tesi günleri akustik canlı müzik, günlük gazete, dergi, kitap okuma olanağı grup toplantıları ve grup yemekleri için ayrı bir mekân. PANE VİNO İndirim: %10 indirim: % 5 (Kredi kartı indirimi) Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -İst Tel: (0212) 248 84 65 Kuzey İtalya mutfağının mevsime göre üç ayda bir değişen leziz yemekleri ve sürpriz specıalleri özel Grappa içeceği eşliğinde. Not:: Pazar günleri kapalıdır. PARSIFAL İndirim: %15 Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst Tel: (0212) 245 25 88 Vejeteryenler, ağzının tadını bilenler ve küçük bir serüvene hazır herkes için Parsifal Beyoğlu'nda. RAQUETE RESTAURANT-BAR İndirim: %10 Sadi Gülçelik Spor Sitesi İstinye -İst Tel: (0212) 276 50 87 RİSTORANTE İTALİANO İndirim: %7 Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ -İst Tel: (0212) 247 86 40 ROUTE CAFE 66 İndirim: %15 Osmanağa Mah. Süleymanpaşa Sk. No:13 Bahariye-İst Tel: (0216)336 24 66 Geçmişten gelen geleceğin adı. Not: İndirim Alışveriş Merkezi için de geçerlidir. SAHAF CAFE - KÜLTÜR MERK. İndirim: % 15 Mühürdar Cad. Dumlupınar Sk. No: 12 Kadıköy-İst Tel: (0216) 414 42 06 Kitabevi ve cafenin ötesinde sanatsal-kültürel etkinliklerde bulunan Sahaf Cafe şimdi de Ergün-Özcan Tamer Karaboğalı'nın katkılarıyla okuma tiyatrosu her pazartesi saat 18.30'da sizlerle SEAPORT İndirim: % 10 Yalıboyu Cad. No: 36 Köybaşı Cad. No: 278 Yeniköy -İst Tel: (0212) 299 00 54 YANYALI RESTAURANT İndirim: %10 Söğütlüçeşme Cad. Yağlıkçı İsmail Sk. No:1 Kadıköy-İst. Tel: (0216) 336 33 33 1919'dan beri Anadolu yakasında Türk mutfağını yaşatan Yanyalı; nostaljik salonu, seçkin kadrosu ile damak zevkine hitap eden 100'e yakın yemek çeşidiyle hizmet vermektedir. K İ T A B E V L E R İ AFA KİTABEVİ İndirim: %20 İstiklâl Cad. Bekar Sok. No: 17 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 249 22 18 Kadıköy İş Merkezi Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216) 347 79 06 • Dünya Cağaloğlu Kitabevi İndirim: %5 Narhbahçe Sk. No: 13 Cağaloğlu-İstanbul Tel: (0.212) 513 50 79 • Dünya Capitol Kitabevi İndirim: %5 Tophanelioğlu Cad. Altunizade Üsküdar-İstanbul Tel: (0.216) 391 18 80 • Dünya Swiss Otel Kitabevi İndirim: %5 Swiss Oteli Maçka Maçka-İstanbul Tel: (0.212) 259 02 26 • Dünya Hilton Oteli Köşk Kitabevi İndirim: %5 Hilton Oteli Elmadağ Harbiya-İstanbul Tel: (0.212) 233 00 94 • Dünya Holliday İn Crown Plaza Kitabevi İndirim: %5 Holliday İn Oteli Ataköy-İstanbul Tel: (0.212) 559 11 95 • Dünya Maltepe Kitabevi İndirim: %5 Maltepe Sahil Yolu S Plajı İstasyon yanı Maltepe-İstanbul Tel: (0.216) 442 09 50 • Dünya Borsa Kitabevi İndirim: %5 I.M.K.B. Binası Maslak-İstanbul GENÇLİK KİTABEVİ İndirim: %10 Mühürdar Cad. No: 68 Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216) 337 96 05 MEFİSTO KİTABEVİ İndirim: %15 İstiklâl Cad. No: 173 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 293 19 09 SİNEMALAR AFM (Nişantaşı) Tel: 230 94 38 AKMERKEZ (Etiler)Tel: 282 05 05 ALMAN K. M. Tel: 249 45 82 APOLLON Tel:(0216)362 51 00 AS (Harbiye) Tel: 247 63 15 AS (Kadıköy)Tel: (0216) 336 00 50 ATLANTİS Tel:(0216)418 26 56 ATLAS Tel: 252 85 76 AVŞARTel: 583 14 97 BAHARİYE Tel: (0216)414 35 05 BAKIRKÖY 74 Tel: 572 04 44 BEYOĞLU Tel: 251 32 40 BROADWAY Tel: (0216) 3461481 CAPİTOL Tel: (216) 310 06 16 CAROUSELTel: 571 83 80 DÜNYATel:249 93 61 EMEK Tel: 293 84 39 FİTAŞ Tel: 249 01 66 FRANSIZ K.M Tel: 249 07 76 GALLERİA PRES.Tel:560 72 66 GAZİ Tel: 247 96 65 GÜNEY Tel: (0216) 354 13 88 HAKAN Tel: (0216) 337 96 37 İNCİ Tel: 240 45 95 İNCİRLİ Tel: 572 64 39 KADIKÖY Tel:(0216)337 74 00 KENT Tel: 241 62 03 LALE Tel: 249 25 24 MODA Tel: (0216) 337 01 28 OSCARTel:(0216)390 09 69 PARLIAMENT Tel: 263 18 38 PERA Tel: 251 32 40 PRINCESS Tel:285 06 95 PRINCESS Tel:227 91 47 PYRAMIDTel:(0216)348 01 50 REKS Tel: (0216) 336 01 12 RENK Tel: 572 18 63 SİNEPOPTel: 251 11 76 SİTE Tel: 247 69 47 SÜREYYA Tel:(0216)336 06 82 KİTABEVLERİ ABC Kitabevi İstiklal C. 461 Beyoğlu Tel: (212) 249 24 14 Acar Kitabevi 1- Bağdat C. 374 Şaşkınbakkal Tel. (216)358 20 51 2-Moda C. 102 Kadıköy Tel. (0216)338 53 47 3- Bağdat C. Yolaç İş Mrk. No: 68-Kızıltoprak Tel. (216)338 53 73 Adam Kitabevi İstanbul C. Morsümbül S. No: 1-Bakırköy Tel. (212)571 96 54 Afa Kitabevi İstiklale. Bekar S. 17 Beyoğlu Tel. (212)249 22 18 Akademi Kitabevi Akkavak S. 2 - Nişantaşı Tel. (212)248 43 96 Akyüz Kitabevi Kadıköy İş Merk. Tel. (216)336 90 81 Alkım Kitabevi Kadıköy Çarşısı Orta Kat 101-Kadıköy Tel. (216)349 40 75 Arion Kitabevi Sıraselviler C. 1 Taksim Tel. (212)243 23 70 Arşiv Kitabevi Bahariye C. 86/2 Kadıköy Tel. (216)338 43 12 Bakırköy Kitap Sarayı Gençler C. 8 Bakırköy Tel. (212)583 09 03 Boğaziçi Kitabevi Nispetiye C. 70 Etiler Tel. (212)265 47 52 Dünya Aktüel Kitabevi İstiklal C. 469 Beyoğlu Tel. (212)251 91 96 Dünya Bebek Kitabevi Cevdet Paşa C. 232/1 Bebek Tel. (212)265 71 03 Evrim Kitabevi Kadıköy İş Mrk. 78-106 Kadıköy Tel. (216)347 49 63 Gençlik Kitabevi Mühürdar C. 68 Kadıköy Tel. (216)337 96 05 Germinal Kitabevi Halaskargazi C. 309 Şişli Tel. (212)241 07 09 Gözlem Yay. Kitabevi Atiye S. Polar Ap. 12/6 Teşvikiye Tel. (212)240 41 44 Hamlet Kitabevi Sıraselviler C. 15 Taksim Tel. (212)244 26 01 Homer Kitabevi Yeni Çarşı C. 28/A Galatasaray Tel. (212)249 59 02 Kabalcı Kitabevi Ortabahçe C. 22/4 B.taş Tel. (212)261 31 24 Kadıköy Kitabevi Kadıköy İş Mrk.-Kadıköy Tel. (216)347 52 81 Mefisto Kitabevi İstiklale. 173-Beyoğlu Tel. (212)293 19 09 Genç Mefisto Kitabevi Muvakkıthane C.15 K.köy Tel. (216)414 35 19 Metropol Kitabevi İstiklale. 140/46 Beyoğlu Tel. (212)245 70 34 Net Kitabevi Galleria Ataköy Tel. (212)559 09 50 İstiklal Cd. No: 79/81 Beyoğlu Tel. (212)293 07 59-60 Nezih Kitabevi 1-Bağdat C. 378 Ş.bakkal Tel. (216)356 56 10 2-Mühürdar C. 40 K.köy Tel. (216)345 31 11 Pan Kitabevi Barbaros Bulvarı 74/4 Beşiktaş Tel. (212)261 80 72 Pandora Kitabevi Büyükparmakkapı S. 3 Beyoğlu Tel. (212)245 16 67 Pentimento Art Shop İstiklal C. 140/3 Beyoğlu Tel. (212)293 39 59 Pera Orient Kitabevi Aznavur Pasajı Yapı Kredi Karşısı-Beyoğlu Polat Kitabevi Ankara C. 105 Cağaloğlu Tel. (212)513 50 93 Remzi Kitabevi 1-Servili Mescit S. 3 Cağaloğlu Tel. (212)511 69 16 2-Akmerkez Etiler Tel. (0212)282 02 45 Robinson Crusoe Kit. İstiklal C. 389-Beyoğlu 61 İSTANBUL'DA YAŞAMAK Tel. (212)293 69 68 Saka Kitabevi Eski Yıldız C. 12 Beşiktaş Tel. (212)260 12 79 Simurg Kitabevi Hasnun Galip S. 2/A Beyoğlu Tel. (212)243 63 77 SANAT GALERİLERİ Tel: (0212) 261 45 09 Nüans Sanat Merkezi Valikonağı C. Şakayık S. No: 40 Kat 5 Nişantaşı Tel: (0212) 234 40 44 Özden Sanat Galerisi SporCd. 130/3-Maçka Tel: (0212) 260 44 28 Pavo Sanat Evi Yoğurtçu Parkı C. 62/3 Kadıköy Tel: (0216) 338 99 83 Seven Sanat Galerisi 1-Moda C. 66 Kadıköy Tel: (0216) 345 56 16 2-Şakayık S. 37 Teşvikiye Tel: (0212)230 39 80 Gözlem Sanat Galerisi Atiye Sk. 12/6-Teşvikiye Tel: (0212)240 41 44 Güntay Sanatevi Cemil Topuzlu C. Sosyal Ap. 2/1-Feneryolu Tel: (0216) 386 88 98 Hobi Sanat Galerisi V.konağı C. Pas. 73 N.taşı Tel: (0212) 225 23 37 Kadıköy Belediyesi Caddebostan K. ve S. M. Haldun Taner S. C.bostan Kare Sanat Galerisi Atiye Sk. 12/2-Teşvikiye Tel: (0212) 240 44 48 Mine Sanat Galerisi SokulluSk.l-Kadıköy Tel: (0216)345 64 40 Mozaik Fotoğraf Turizm Kültür ve Sanatevi Söğütlü Çeşme C. 160/1 Şeyda Ap. Kadıköy Tel: (0216)418 08 48 Mutlu Sanat Odası General Necmettin Öktem Sk. 13/1-Erenköy Tel: (0216) 355 35 87 Nadya Sanat Galerisi Gazi Evranos C. 33 Yeşilköy Tel: (0212) 573 81 93 Restorasyon Atölyesi Ece Ap. 73-75/1-Teşvikiye a Ares Sanatevi Iğrıp Sk. 24-Fenerbahçe Tel: (0216) 345 11 62 Asmalımescit Sanat Gal. Sofyalı Sk. 5 Tünel Tel: (0212) 249 69 79 A.K.M Sanat Galerisi Taksim-İstanbul Tel: (0212) 251 56 00 Bilim Sanat Galerisi Mühürdar C. Akmar Pasajı 70/1 Kadıköy Tel: (0216) 349 26 10 BM Çağdaş Sanat Merk. Akkavak Sk. 1/1-Nişantaşı Tel: (0212) 231 10 23 Ekol Sanat Galerisi Bakraç Sk. 35/A Cihangir Tel: (0212)293 06 17 Eylül Sanat Galerisi Akkirman S. 59 Nişantaşı Tel: (0212) 231 69 56 Exdusive Sanat Merkezi Bağdat Cad. 449 Suadiye Tel: (0216) 363 75 94 Fransız K.M. San. Gal. İstiklal Cd. 8-Taksim Tel: (0212) 252 02 62 Galeri Art Inter Cultura İstiklal Cd. 373-Beyoğlu Tel: (0212) 243 29 18 Galeri B Hüsrev Gerede C. Fırın Sk. 2/1 -Teşvikiye Tel: (0212) 227 03 63 Galeri Matyatlı Sanat ve Kültürevi İstiklal C. Saka Salim Çık. Kısmet Han. 3/1-Beyoğlu Tel: (0212)244 15 91 Galeri Nev Maçka C. 33/B-Maçka Tel: (0212) 231 67 63 Galeri Replica Cami Sk. Deniz Ap 3/3 Erenköy Tel: (0216) 358 60 95 Galeri SZ Kalıpçı Sk. Büyük Bayraktar Ap. Teşvikiye Tel: (0212) 230 17 45 Galeri Vinci Ihlamur Yolu 1 Teşvikiye Tel: (0212) 233 06 19 Galeri Artist Otim Kar. Yeşil Çimen C. Tel: (0212) 227 68 52 Garanti Bankası San. G. H.gazi C. 36 Şişli Harikulade ortam ve manzara Her gün canlı süper müzik Salacak Sahil Yolu No: 41 Üsküdar Tel: (0216)341 04 03 334 40 46 PROGRAM 19.00 Sabancı Kül. M r k . Açılış-Oyunlardan Ö r n e k l e r 6 Haziran'97 Cuma 19.00 AÇILIŞ O n l a r ve Biz (Drama Gös.) 7 Haziran ' 9 7 C.tesi 11.00 Sanat Sokağı M u t l u l u k l a r Ülkesi (Ç. O.) 7 H a z i r a n ' 9 7 C.tesi 14.00 Sabancı Kül. M r k . M u t l u l u k l a r Ülkesi (Ç. O.) 7 Haziran'97 17.30 Sabancı Kül. M r k . T e n e k e Şövalyeler (Ç.O.) 7 H a z i r a n ' 9 7 C.tesi 21.00 Sabancı Kül. M r k . 8 H a z i r a n ' 9 7 Pazar 19.00 Sanat Sokağı 9 H a z i r a n ' 9 7 P.tesi 10.00 Sabancı Kül. M r k . Bir Elin Nesi V a r İki Elin Sesi V a r (Ç. O.) 9 H a z i r a n ' 9 7 P.tesi 19.00 Sanat Sokağı G ö k y ü z ü n ü n Ö b ü r Ucu (Drama Gös.) 10 H a z i r a n ' 9 7 Salı 19.00 Sanat Sokağı T e p k i 1 8 7 6 (Drama Gös.) 11 H a z i r a n ' 9 7 Çarş. 19.00 Sanat Sokağı O y u n c a k l a r (Drama Gös.) 12 H a z i r a n ' 9 7 Perş. 19.00 Sanat Sokağı Fırka-i A m e l i y e (Drama Gös.) 13 Haziran ' 9 7 C u m a 19.00 Sanat Sokağı Fotoğraflar (Drama Gös.) 14 H a z i r a n ' 9 7 C.tesi 19.00 Fethiye Caddesi Tepki 1 8 7 6 (Drama Gös.) 15 Haziran ' 9 7 Pazar 12.00 S a b a n a Kül. M r k . Yaşasın Barış (Ç.O) 15 Haziran ' 9 7 14.30 Sabancı Kül. M r k . Yaşasın Barış (Ç.O) Pazaraziran ' 9 7 Pazar 17.30 Sabancı Kül. M r k . T e n e k e Şövalyeler (Ç.O.) 1 5 H a z i r a n ' 9 7 Pazar 21.00 Sabancı Kül. M r k . "O" 17 H a z i r a n ' 9 7 Salı 19.00 Fevziye Parkı Fırka-i A m e l i y e (Drama Gös.) 18 H a z i r a n ' 9 7 Çarş. 19.00 Fevziye Parkı O y u n c a k l a r (Drama Gös.) 20 H a z i r a n ' 9 7 C u m a 19.30 Sabancı Kül. M r k . Sevgi Çiçekleri (Gençlik Oyunu) 21 H a z i r a n ' 9 7 C.tesi 13.00 Sabancı Kül. M r k . Genç P a r m a ğ ı m Kör G ö z ü m e (G. O.) 21 H a z i r a n ' 9 7 C.tesi 17.00 Sabancı Kül. M r k . Kuvayi Milliye (Şiir Drama) 2 1 H a z i r a n ' 9 7 C.tesi 21.00 Sabancı Kül. M r k . Yeniden Yaratma 22 H a z i r a n ' 9 7 Pazar 19.00 Sabancı Kül. M r k . Sertifika T ö r e n i - Kapanış cy 5 Haziran ' 9 7 Perş. C.tesi pe 62 SERAGLİO BAR Azizname'95 Fotoğraflar (Drama Gös.) cy pe a pe cy a
© Copyright 2024 Paperzz