izlenim - Tiyatro Dergisi

pe
cy
a
cy
a
pe
cy
a
pe
kası Büyük Ödül '97
Sizi Bekliyor.
Büyük: Ödül...
Nasıl
katılacaksınız?
1980 yılından bu yana
bir İş Bankası geleneği.
B ü y ü k Ö d ü l için Edebiyat
H e r yıl y i n e l e n e n
alanında önerilecek
Büyük Ödül'ün amacı;
eserler
ülkemizin
edebiyat,
en geç 31 Ekim
1997;
sanat ve bilim alanında
Sanat, Toplum ve İnsan
değerli eserler kazanmasının
Bilimleri alanlarında
y a n ı sıra edebiyatçı,
önerilecek eserler
sanatçı
ve
bilim adamlarımızın da
layık
kavuşmaları.
14 Kasım
saat
1997 tarihinde
17.00'ye kadar
Türkiye İş Bankası A.ŞGenel
Türkiye İş Bankası'nın
bu yıl da sürüyor.
Ödül'ün
Müdürlük
H a l k l a İlişkiler
Müdürlüğü
bu büyük organizasyonu
Büyük
geç
pe
cy
a
desteğe
oldukları
en
Atatürk Bulvarı 191
06684
Kavaklıdere
Ankara
1997 yılı k o n u l a r ı :
Edebiyat alanında
adresine ulaşmış olmalı.
" Ç o c u k Edebiyatı",
Bilgi için: ( 0 3 1 2 ) 4 1 3 9 5 6 2
Sanat alanında
"Özgün
Baskıresim",
B ü y ü k Ö d ü l Yönetmeliği 'ni
Toplum ve İnsan
ve h e r dal için
Bilimleri
alanında
"Dünyada ve Türkiye'de
Özelleştirme".
katılım koşullarını içeren
broşürümüzü
aynı
adresten edinebilirsiniz.
JÜRI
ÜYELERİ:
EDEBİYAT
"Çocuk Edebiyatı"
(Başkan) Enis Tütüncü
X. İş Bankası A.Ş. Yön. Kur. Üyesi
( R a p o r t ö r ) Prof. D r . M e r a l A l p a y
İst. Ü n v . Ed. Fak. K ü t ü p h a n e c i l i k Böl. Bşk.
Prof. D r . İnci E n g i n ü n
E m e k l i Ö ğ r . Ü y e s i - T D K Bil. Kur. Ü y e s i
Fatih Erdoğan
Editör-Çocuk Yayınları Der. Bşk.
Doç. Dr. Nevin Güngör Ergan
Hacettepe Ünv. Ed. Eak. Sosyoloji Böl.
Öğr. Üyesi
Doç. Dr. Ferhunde Ö k t e m
Hacettepe Ünv. Çocuk ve Ergen Psikiyatri
A n a Bil. Dalı Ö ğ r . Ü y e s i
Yalvaç Ural
Şair-Yazar
TOPLUM VE İNSAN BİLİMLERİ
"Dünyada ve Türkiye'de Özelleştirme"
( B a ş k a n ) Prof. D r . S e z a R e i s o ğ l u
T. İş Bankası A.Ş. Baş Huk. Müşaviri
( R a p o r t ö r ) Prof. D r . G ü n e r i A k a l ı n
Hacettepe Ünv. Maliye Böl. Öğr. Üyesi
Prof. D r . Ö z e r E r t u n a
B o ğ a z i ç i Ü n v . İ İ B F İşl. B ö l . Ö ğ r . Ü y e s i
Prof. D r . Y a ş a r K a r a y a l ç ı n
B a n k a ve Tic. Huk. Araştırma Enst. Bşk.
Prof. D r . Y a h y a S e z a i T e z e l
Ank. Ü n v . Siyasal Bil. Fak. Ö ğ r . Ü y e s i
Prof. D r . S u b i d e y T o g a n
Bilkent Ünv. İktisat Böl. Bşk.
Ali N a c i T u n c e r
T. İş Bankası A.Ş. Yön. Kur. Eski Üyesi
SANAT
"Özgün Baskıresim"
( B a ş k a n ) Prof. D r . M u s t a f a Asıler
Emekli Öğr. Üyesi
(Raportör) Doç. Dr. Aydın Ayan
M i m a r Sinan Ünv. G S F Öğr. Üyesi
başvuruların
Prof. D r . M ü r ş i d e İçmeli
Emekli Öğr. Üyesi
h e r dal için; 1 milyar T L ,
y a n ı sıra ö d ü l k o n u s u o l a n
Prof. D r . E r g i n İ n a n
M a r m a r a Ünv. G S F R e s i m Böl. Öğr. Üyesi
İş Bankası
d a l l a r l a ilgili k u r u m ,
Büyük
Büyük Ödül
ödüller
Kişisel
Simgesi
k u r u l u ş , y a y ı n e v l e r i ile
ve Onur Belgesi'nden
uzmanlar ve eleştirmenler de
oluşuyor.
eser
önerebilirler.
A. Emre Kocaoğlu
T. İş Bankası A.Ş. Yön. Kur. Üyesi
Doç. Dr. Hayati Misman
Bilkent Ünv. G S F Resim Böl. Öğr. Üyesi
Prof. Dr. S ü l e y m a n S a i m T e k c a n
M i m a r Sinan Ünv. G S F Öğr. Üyesi
TÜRKİYE İŞ BANKASI
a
pe
cy
Yarının çizgileri
İşte İtalyan estetiğinin son aşaması Marea. Gerçek
ihtiyaçlardan yola çıkılarak geliştirilmiş, sağduyulu bir
tasarım. Yumuşak dış hatları, yolu tam kavrayan,
dengeli yapısıyla görkemli bir görünüm. Hem
dinamik, hem de güven verici. Güzellikle mantığın
bir arada olabileceğinin en somut kanıtı.
Yarının konforu
Marea size evinizdeki rahatlığı aratmayacak, geniş
ferah bir otomobil. Özel olarak geliştirilen ses yalıtımı
sistemlerinden ergonomik koltuklarına, polen filtreli ta
otomatik klimasından ön panele entegre radyo-teybin
Marea sizin ve ailenizin yolculuk keyfi için h
donanıma sahip.
Geleceğin aile otomobili Marea ile mutlaka tanış
TOFAŞ
a
pe
cy
cırının teknolojisi
Yarının güvenlik standartları
Marea, size farklı iki yeni motor seçeneği sunuyor.
Marea Avrupa Birliği'nin 1998'te yürürlüğe girecek
ilerseniz, 1.6 litrelik 16 valflı motoruyla Marea ELX
güvenlik standartlarını da şimdiden yerine getiriyor.
veya 2.0 litrelik 20 valflı 5 silindirli motoruyla Marea HLX.
Çelik güvenlik kafesi, dört sensörlü ABS fren sistemi,
bu motorların her ikisi de yüksek performanslı, yakıt
Marea HLX'te ön yolcu için ikinci bir hava yastığı gibi
keriminde tutumlu ve çevreye saygılı.
eksiksiz güvenlik önlemleriyle size ve ailenize tam
koruma sağlıyor.
Marea ile yepyeni mutluluklar yaşayacaksınız.
FIAT
a
cy
pe
Sahibi: Tiyatro Yapım Yayıncılık
oğlu, Yazı İşleri: Ilgın Sönmez,
Erkut Anburnu Dizgi: Nuray Lale
Tic. ve San. Ltd. Şti adına: Mus­
Nevra
Hukuk Danışmanı:
tafa
Yayın
A.
Gürün
Bulunanlar:
Demirkanlı
Dikmen
Yönetmeni:
Sorumlu
Mustafa
Genel
Yazı İşleri Müdürü:
Demirkanlı
Koordinatörü
Yayın
Emre
Koyuncu-
Savcılıoğlu Redaksiyon:
Nalân
Özübek
Katkıda
Üstün
Akmen,
Dağıtım:
Ahmet
Fikret İlkiz
Ergin
Ofset
Fakiye Özsoysal Çavuş, Semih
Stil
Bedeli:
Çeki No: Tiyatro Yapım 655 248
Çelenk, Semra Ekşioğlu Özden,
5.000.000. - Kurumlar Abone
Banka Hesap No: T. İş Bankası,
Hasan
Bedeli: 6.000.000.-TL
Cihangir Şb. 197 245 Yapı Kredi
Bankası,Cihangir Şb. 1001388-8
Erkek,
Nihal Kuyumcu,
Matbaası
Abone
Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic.
Ahmet Cemal,
Yeşim
ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah.
SAYI 73
250.000.-
Demir
Teknik
Müdür:
tiyatro
A
Y
L
I
K
T
İ
Telefon: (0.212) 293 72 77
Fax: (0.212) 252 94 14 Posta
Handan Salta Grafik Tasarım:
EYLÜL 97
80060 İstanbul
Hazırlık: Tiyatro Yapım Baskı:
oğlu. Yazarlar: Memet Baydur,
Ahmet Levend-
Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir-
Y
A
T
R
O
D
E
R
G
İ
S
İ
EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S.11
HABERLER/S 12
İZLENİM: TADASHI SUZUKI VE SCOT (Suzuki Company of Toga Dikmen Gürün/ S. 14
pe
cy
a
YAPI KREDİ SANAT FESTİVALİ '97 Nevra Savcılıoğlu/ S. 17
İNCELEME: GÖSTERGEBİLİMSEL ACIDAN MODERN DANS Emre Koyuncuoğlu/ S. 22
ELEŞTİRİ: "BURADA PARK YAPILMAZ" Fakiye Özsoysal Çavuş/ S. 26
9
ELEŞTİRİ: 8. ALAÇATI ULUSLARARASI
ÇOCUK TİYATROSU FESTİVALİ Nihal Kuyumcu I S. 28
İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu/ S.31
pe
cy
a
ELESTİRİ:ROBERT WİLSON VE HAMLET Handan Salta/ S 37
ELEŞTİRİ: İZLEYİCİ ACISINDAN "EVEREST MY LORD" Fakive Özsoysal Cavuş/ S. 34
İZLENİM: YARATICI İMGELEM VE "TAL" GERÇEĞİ Üstün Akmen/ S.36
İNCELEME: BOAL'IN SANATA YAKLAŞIMI Semra Ekşioğlu Özden/ S. 38
PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 41
İZLENİM: YARININ TİYATROSUNA İVME KAZANDIRMAK İÇİN VERİMLİ BİR
BULUŞMA: GENÇ TİYATRO ELEŞTİRMENLERİ SEMİNERİ Hasan Erkek/ S.42
KİTAP: AUGUSTO BOAL UZMANI BİR HANIM'A AÇIK MEKTUP Semih Çelenk/ S.44
İZLENİM: KOMŞİ, NAPAN? Emre Koyuncuoğlu/ S. 42
TİYATRODAN ÖNCE... TİYATRODAN SONRA/ S. 49
10
EDİTÖRDEN
Dikmen Gürün
Kültür Bakanlığı, 'kültür' anlayışı
çağdaşlıkla bağdaşmayan bir siyasi
iktidar ve onun bakanı tarafından
yeterince yıpratıldıktan sonra el
değiştirdi. Sanatın içine tükürenler,
balenin belden aşağı bir sanat
olduğunu yumurtlayanlar, Devlet Opera
ve Balesi'nin ödeneğini kesenler, bu
sanatların İslam geleneğinde yeri
olmadığını haykıranlar, Bakanlığı İmam
Hatip mezunlarıyla dolduranlar
estiler-savurdular ve gittiler... Her ne
kadar 'dönmek üzere gidiyoruz'
dedilerse de şimdilik görünüş o ki; 'gidiş
a
o gidiş!'
cy
Yeni Kültür Bakanı İstemihan Talay'a
çalışmalarında başarılar diliyoruz.
İnanıyoruz ki Talay, çağdaş bir tiyatro
pe
yasasının yaşama geçmesi yolunda,
zaman zaman kesintiye uğrayarak,
bugünü kadar gelen çalışmaları da
değerlendirerek bu yönde ciddi
girişimlerde bulunacaktır.
1978'de Ankara DTCF'de yaptığım
doktora tezimde 1950-1975 yıllarını çok
yoğun bir taramayla incelemiştim,
Sonuçta 800 sayfalık bir tez çıktı ortaya.
Herhalde oldukça sabırlıymışım ki, kendi
arşivim için bu çalışmayı '80'li yıllara
kadar getirdim... Dilerim şimdi de genç
bir ekip '80'li, '90'lı yılları belgeler. Türk
Tiyatrosu'nun hangi evrelerden geçtiğini
gelecek kuşaklar bilmek zorunda...
HABERLER...
gibi tüm sanat dallarında açılacak olan
kursları da yıllık programı çerçevesinde
dikkate alarak zaman ayıracak. Şehir
Tiyatrosu Işıl Kasapoğlu'nun yönettiği
"Hamlet" (W. Shakespeare) oyunuyla
perdelerini açacak.
Füreya Koral
Vefat Etti
Türkiye'nin ilk kadın seramik sanatçısı
Füreya Koral 28 Ağustos tarihinde
Büyükada'daki aile mezarlığında
toprağa verildi. Yaşar Kemal, Füreya
Koral'ın sanat tarihimizin en önemli
isimlerinden biri olduğunu belirtirken,
"ülkemiz böyle bir sanatçı yetiştirdiği
için övünmeliydi ki, biz övünüyoruz.
Gelecek kuşaklar da onun değerini
bilmeli" diyordu. Mengü Ertel de onun
sanatçıların önderi olduğunu söylerken,
sevgi dolu, usta bir seramikçi ve büyük
bir Atatürkçü olduğunu ifade etti.
Kuzgun Acar
Sergisi Açılıyor
Bu yıl 3. gerçekleştirilecek olan Assos
Gösteri Sanatları Festivali 26 Eylül'de
başlıyor. Üç gün sürecek olan
Festival'de Hüseyin Katırcıoğlu
yönetimindeki YaDa Tiyatro,
Hollanda'dan gelen sanatçılarla birlikte
bir oyun sunacak. Mustafa Avkıran'ın
yönettiği 5. Sokak Tiyatrosu da
Festival'in diğer Türk topluluğu.
Avusturalya'dan gelecek olan Chapel of
Change Çanakkale Savaşını konu alan
bir gösteri sunarken, İngiliz Emmits
grubu beden dili ağırlıklı Assos'a konuk
olacak. Sabine Jamet bu yıl da
çocuklarla bir çalışma sergileyecek,
"Kuyruklu Yıldızın Gizi." Çağla
Ormanlar "Kostüm Tarlası", Selçuk
Gürışık "Esinti" adlı enstelasyonlarıyla
festivalin konukları arasında yer
alacaklar. Hüseyin Katırcıoğlu'nun
yönetmenliğini yaptığı Assos Gösteri
Sanatları Festivali sanat ortamına yeni
bir soluk getiriyor.
cy
a
İzmit Şehir
Tiyatrosu
Sorunlara Karşın
Perdelerini
Açıyor
Assos'da
Buluşma
pe
Yaklaşık iki ay boyunca çalışmalarını
sürdürdüğü Başkanlık Sarayı Kültür
Merkezi Salonu'nun bir sağlık
kuruluşuna satılması yönündeki
Belediye Meclisi kararından sonra, Şehir
Tiyatroları çalışmalarına Sabancı Kültür
Merkezi'nde devam ediyor. Ayrıca
yapımı halen süren Süleyman Demirel
Kültür Merkezi inşaatı çalışmaları, Şehir
Tiyatroları'na en kısa zamanda yeni bir
sahne kazandırılması amacı ile, Büyük
Şehir Belediyesi tarafından hızlandırıldı.
Şehir Tiyatroları dokuz ay boyunca
çalışacağı Sabancı Kültür Merkezi'ni
bugüne değin kullanan tüm Kocaeli'li
sanatçıları da bünyesine alacak biçimde
programlar öngörüyor. Yine aynı
programlar içinde kendi gerçekleştirdiği
oyunların yanısıra, İzmit dışından
gelecek özel ve ödenekli tiyatrolara da
sahnesini açmaya devam edecek. Şehir
Tiyatroları sanatçı kadrosu, tüm belde
ve köylerdeki sanatsal yaşama da
katkıda bulunmak için çalışmalarını
sürdürecek; müzik, dans, resim, heykel
12
Eylül tarihleri arasında düzenlenecek
olan Performans Günleri'nin bu yılki
mekânı tarihi Darphane. Plastik
sanatlar, tiyatro, modern dans, grafik,
fotoğraf, müzik, edebiyat ve sinema
gibi sanat dallarından gelen yaklaşık 30
sanatçı ve grup 4 gün boyunca çeşitli
etkinlikler sunacak. Ayrıca "Sanatta
Disiplinlerarasılık" ve "Performans
Sanatı" adlı iki panel gerçekleştirilecek.
Darphane'de
Performans
Günleri
Disiplinler Arası Genç Sanatçılar
Derneği tarafından bu yıl ikincisi 11-14
1976 yılında ölen heykeltraş Kuzgun
Acar'ın çalışmaları Milli Reasürans Sergi
Salonu'nda açılacak olan "Bir Başkaldırı
Simgesi: Kuzgun Acar" adlı sergide
İstanbullularla buluşacak. Kuzgun
Acar'ın Gönen'de DİSK tesisleri için
yaptığı heykel 12 Eylül'de
söktürülmüştü. İşçiler tarafından
merdiven altında yıllarca saklanan 13
metrelik heykel bu sergi nedeniyle
İstanbul'a geliyor. Tiyatro masklarıyla
da ünlü Kuzgun Acar, Mehmet
Ulusoy'un yönettiği "Kafkas Tebeşir
Dairesi" için 140 mask yapmıştı.
Sanatçının tiyatro maskları da sergide
yer alacak.
Çolpan İlhan
Küçük Sahne'de
Çolpan İlhan üç yıllığına kiraladığı
Küçük Sahne'de Sadri Alışık
Tiyatrosu'nu kuruyor ve yaklaşık 30
yıllık bir aradan sonra tiyatro sahnesine
geri dönüyor. Selim İleri'nin
"Allahaısmarladık Cumhuriyet" adlı
yapıtında Halide Edip rolünü
üstlenecek. Oyunu Aliye Uzunatağan
yönetiyor. Diğer rollerde ise Meral
Oğuz ve Köksal Engür oynayacak.
Latife Hanım rolü de Serap Aksoy'a
önerilmiş. Çolpan İlhan, Küçük
Sahne'nin sadece tiyatro olarak değil,
kültür merkezi olarak da kullanılacağını
belirtiyor.
HABERLER...
Efe Kültür
Merkezi Açılıyor
Efe Dış Ticaretin ve Mecidiyeköy'de
inşaatı tamamlanan Efe Han'ın sahibi
olan Veysel Dursun İstanbul tiyatro
izleyicisine yeni bir salon armağan
ediyor. 150 kişilik bu salonda tiyatro
etkinliklerinin yanı sıra söyleşiler,
konferanslar da düzenlenecek.
"Bir Ata,
Krallığım"
Ankara'da
1991 yılından bu yana sergilediği
"Romeo ve Juliet" ile Northern Bale
Tiyatrosu Pamukbank sponsorluğunda
ülkemize geliyor. Topluluk bu eser ile
dünya çapında çeşitli ödüllerin sahibi
olmuş. Sanat Yönetmenliğini
Christopher Gable'ın yaptığı topluluk üç
perdelik oyunu 2-5 Eylül tarihleri
arasında Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda
sergileyecek.
Geçtiğimiz sezon büyük ilgi gören ve
çeşitli ödüller alan İstanbul Şehir
Tiyatroları yapımı "Bir Ata Krallığım"
Ankara turnesine hazırlanıyor.Başar
Sabuncu'nun Shakespeare'in on iki
oyunundan yüze yakın alıntı ve beş
soneden kurguladığı, yönettiği oyun
iktidar tutkusu, yaşam, ölüm temalarını
evrensel bir çizgide irdeliyor. "Bir Ata,
Krallığım" 2-14 Eylül tarihleri arasında
Ankara Küçük Tiyatro'da izlenebilir.
pe
cy
a
Romeo ve Juliet
Balesi ve Genç
Pamukbank
Tiyatro Kulübü yeni sezona hazır, siz de hazır mısınız?
Üyeliğinizi yenileyebilir, yeni üyeler önerebilirsiniz.
Tel: (0212)251 77 89
13
İZLENİM
Dikmen
Gürün
TADASHI SUZUKI VE
SCOT (Suzuki Company of Toga)
7976 yılında Toga'da Tadashi Suzuki tarafından kurulan Suzuki Company of Toga
(SCOT), çalışmalarıyla örnek bir sanat merkezi olarak dikkatleri üzerine çekiyor.
Buraya bir sanat parkı da diyebiliriz. İçinde bir açık hava tiyatrosu, tipik Japon
sahnesiyle bir büyük tiyatro, iki stüdyo tiyatrosu, çalışma mekânları, yemekhane,
yatakhaneler, konuk evleri ve küçük bir de galeri barındıran Toga Sanat Parkı'nın
dünyada bir başka örneği var mıdır bilemiyorum. Eğer yoksa, ikinci örnek de zaten
Ağustos ayında Shizuoka'da açıldı.
pe
cy
a
Shizuoka Performingi Arts Center
(SPAC) yine Tadashi Suzuki tartından
kurulmuş olan bir sanat kompleksi.
Burada da Suzuki'nin dinamik
oyuncuları, Toga'da olduğu gibi, tiyatro
ile yatıp tiyatro ile kalkacaklar. Tiyatro
sanatını tüm boyutlarıyla irdeleyecekler,
inanılmaz bir çalışma temposu ile ortaya
koydukları yapıtlarda tiyatro dünyasında
adlarından söz ettirecekler. Sanatı
gerektiğince ciddiye alan ülkelerde
devletin ve yerel yönetimlerin tiytro
sanatına bakış açıları da farklı oluyor...
Durum böyle olunca, yaşamsal sorunlar
sıralamada öncelikli olmayınca yaratıcılık
kendine daha geniş alanlar bulabiliyor...
Bizim buradaki beklentimiz ise sanat
parkları değil tiyatro salonları...
Akihiko Senda "Tadashi Suzuki'nin
Sanatı" adlı yazısına şu sözlerle başlıyor:
"Yönetmen Tadashi Suzuki'nin kurduğu
tiyatro topluluğu, the Suzuki Company
of Toga (SCOT), çağdaş Japon
tiyatrosunu dünyaya tanıtmanın
ötesinde kendi ülkemizde de çok önemli
bir işlevi gerçekleştiriyor."
Yüzyılımızın başlarında, Shingeki
(modern Japon tiyatrosu) Noh, Kabuki,
Kyogen gibi geleneksel türlerle bağlarını
kopartarak kendisine model olarak
Batı'yı seçerken özellikle II Dünya
Savaşını izleyen yıllarda Stanislavski
metodu çalışmaların ağırlık noktasını
oluşturuyor. Uzun bir süre gelenekselle
modern sanki birbirlerinden kopuk
14
sürdürüyorlar yaşamlarını. Bu çelişki
tiyatro sahnesinde belli bir kısırlaşmanın
sinyallerini de veriyor. Ama, Batı'nın,
özellikle Moskova Sanat Tiyatrosu'nun
etkisi altında kalan modern Japon
tiyatrosu elinin altındaki geleneksel
kaynaklardan yararlanma yolunda hiçbir
çaba sarfetmiyor. Ta ki 1970'lerde
Tadashi Suzuki geleneksel ve modern
arasında sağlam bir köprünün
temellerini atana dek.
"Ayakların Dilbilgisi"nde, bir yandan
Suzuki Medodu'nun temel hareket
noktasını açıklarken öte yandan bu
noktaya nasıl/neden geldiğini anlatıyor
yönetmen: "Moskova Sanat
Tiyatrosu'nun modern Japon tiyatrosu
üstündeki güçlü etkisine karşın, bu
akımın ülkedeki öncülerinden biri sürekli
olarak Japon oyuncuların Japon yazarlar
tarafından yazılmış Japonca oyunlarda
oynamaları gerektiği tezini savunurdu.
Bu, kendi içinde çelişkili bir durumdu.
'Neden?' sorusuna verdiği yanıt ise hayli
ilginçti; 'Öncelikle, dış görünümümüz
yanlış; kollarımız ve bacaklarımız çok
kısa.' Bir yanda modern Japon
tiyatrosuna hakim olan Ortodoks Batı
tutkunluğu, öte yanda kollarımızın ve
bacaklarımızın kısalığından yola çıkarak
salt Japon oyunlarında oynamamız
gerektiğinin savunusu. Bu savunu da
ayrıca kendi içinde garip bir tartışma
konusu olabilirdi. Elbetteki bir Chekhov
oyunu Ruslara özgü davranış biçimlerini
yansıtacaktır, ama ben Rusların fiziksel
görünümlerinin daha üstün olduğu
düşüncesinde değilim. Ama, bizim
oyuncularımızın onları taklit etmek için
kendilerini paralamalarına pek çok kez
şahit oldum. Hiçbir zaman benzemek
istediklerine benzeyemediler. Bunun
suçu da pervasızca vücut yapısına
yüklendi: kollar ve bacaklar çok kısa."
cy
a
pe
Yine Suzuki'ye göre; Meiji döneminden
beri (1868) kültürel alanda hep Batı
örnek alınmış ve Batı'yı geçmeğe
uğraşılmıştır. Oyuncular da kendilerine
aynı hedefi seçmişler ve bu nedenle de
taklitçiliğin ötesine geçememişlerdir.
"Sigarayı Batı'lı gibi içmek, Batı'lı gibi
yemek yemek, onun gibi mendil
kullanmak... Tamamen patetik bir
kopyacılık. Vincent Van Gogh rolünde
Takizawa Osamu'yu ele alalım. Bu ünlü
oyuncu rolüne hazırlanmak için
Fransa'ya gitti, Van Gogh'un yaşadığı
yerlerde kaldı, hatta ona ait eski bir
iskemlenin aynını sahnede kullanmak
üzere sipariş verdi. Aslında, yazar
Miyoshi Juro'nun yazmış olduğu 'Man of
Flame' oyunundaki Van Gogh karakteri
öyle bir iskemle üstüne oturmazdı, yerde
otururdu. Ne ki, modern Japon tiyatrosu
oyuncuları için böyle birşeyi düşünmek
bile olanaksızdı çünkü onlar kendi
yarattıkları 'gerçeklik' düşlerinin peşinde
koşuyorlardı."
Sanatçı, "Sahne üzerinde önemli olan
sözler ve hareketlerdir" der. "Sözlerin
hareketlere nasıl yansıdığıdır... Vücut
ritminden, vücudun duyularından
bağımsız sözler anlam taşımaz. Sahne
üzerinde önemli olan bu ilişkiyi
yakalamaktır. Oyunculuk sanatının
inceliği etkileyici bütüne ulaşabilmektir.
Bunu gerçekleştiren sanatçı oyunculuk
sanatının özüne inebilmiş demektir."
Tadashi Suzuki'nin 1970'lerde
geliştirmeğe başladığı oyunculuk
metodu eski ile yeni arasında giderek
derinleşen uçurumu kapatmaya yönelik
bir karakter taşır. Sanatçı, geleneksel
Japon tiyatrosunun kendine özgü fiziksel
öğelerini modern tiyatro ölçütleri içinde
değerlendirir. "İç Açıların Toplamı"
başlıklı yazısında "İyi ya da kötü
oyunculuk yoktur" der. "Esas olan
oyuncunun sahne üzerindeki varlığının
ve bunun nedenlerinin bilincinde olması,
bu derinliği yakalamasıdır."
Suzuki Metodu; oyuncunun ayaklarını ve
bedeninin alt kısmını kullanma biçimiyle
bağlantılıdır. Yer çekimi aktörün leğen
kemiklerinde (pelvis) odaklanır ki bu
özellik geleneksel tiyatroda da hareketin
bel kemiğidir. Bu çalışma tekniği vücut
enerjisini aşağıya, toprağa doğru
yönlendirir. "Benim metodum ayaklarda
başlar ve ayaklarda biter."
"Tiyatro Nedir?" adlı kitabında
metoduyla ilgili olarak şunları söyler:
"Sahnede hareket eden aktörün işlevi bu
hareket sırasında bedenin bütünlüğünü
bozmamak, dengeyi vücudun alt
kısmından odaklanan yer çekimine göre
15
pe
cy
a
adeta kayarak sağlamaktır. Her an bu
bütünlüğün, bu komposizyonun
bilincinde olmak zorundadır. İzleyici;
zarif olduğu kadar da güçlü, duygu
yüklü ve hareket halinde bir heykel
görmelidir sahnede. Bunu başarmak için
çok çalışmak gerekir, ancak böyle bir
çalışmayla alt bedenin varlığı fiziksel
olarak duyumsanır ve onun üstünde bir
güç oluşturulur. Dünyanın neresinde
olursa olsun sahne sanatlarının
gelişiminde bu çizgide bir çalışma
gereklidir. Son yıllarda kendimizi sinema
ve televizyon oyunculuğuna fazlasıyla
kaptırdık. Oyunculukta mimiklerin en
önemli öğelerden biri olduğunu düşünür
olduk. İnsanın iç dünyasını onun yüz
ifadesinden okuyabileceklerini
düşünüyorlar. Sinema ve televizyonda
her fırsatta yakın çekimlere yer veriliyor.
Ama, bir insanın insan olarak varlığını
hissetmek, kişiliğini okumak için onu bir
16
bütün olarak algılamak gereklidir.
Çünkü, bir insanın varlığını ve bu var
oluşun türünü karşımızdaki bütünün
(bedenin) yaydığı enerjinin nitelik ve
niceliğinde buluruz."
Suzuki, yukarıda sözü edilen 'hareket'i
üç kategoride inceler; yürürken, ayakta,
dururken, otururken. Burada önemli
olan, her durumda, hareketsiz dururken
bile, 'hareket' olgusunun bir süreklilik
taşıdığıdır. Buradan yola çıkarak fiziksel
denge ve ses kullanımı arasındaki
süreklilik/denge de gündeme gelir.
Sanatçının dikkat çeken bir özelliği de
sahnelediği oyunlardır. SCOT'un
repertuarında özellikle Yunan klasikleri
ve Shakespeare yapıtları dikkat çekiyor,
ama hepsi de Suzuki'nin kendine özgü
uyarlamalarıyla taşınıyor sahneye. Bu
uyarlamalarda öne çıkan onun tülü
tehlikeler ve kuşkularla sarmalanmış olan
dünyaya bakışındaki duyarlılık.
Akihiko Senda "Tadashi Suziki Yukio
Mishima gibi Japon geleniğini korumaya
çalışan bir yönetmen değildir" diyor,
"Yüzünü Batı'ya dönmüş de değildir.
İnsanları, özellikle de gelenekler ve batı
değerleri arasında kalmış Japon insanının
duygularını, düşüncelerini, yaşamlarını
eleştirel bir gözle irdeler... İnsanları
böylesine yalın çizgiler içinde incelemek
onların ilkelliğini sürekli olarak
anımsamak demektir. İnsanlığın temel
pathos'u, grotesk pathos Tadashi
Suzuki'nin formal oyunculuk biçiminin
değişmez atmosferidir... Bu nedenle de
Suzuki oyunlarında ne umut vardır ne de
kurtuluş. Onun sahnesi kurtuluşu arayan
insanların kaotik duygularıyla yüklüdür.
Ama seslenişleri yanıtsız kalır."
pe
cy
a
YAPI KREDİ SANAT FESTİVALİ '97
İSTANBUL
FESTİVALLERLE
SOLUKLANIYOR
Savcılıoğlu
"Estetik duygusu tüm insanlar için bir
gereksinimdir. Düşün gereksinimidir
bu." Nietzsche'nin tüm sanatlardan
üstün tuttuğu müziğin sahne sanatlarını
nasıl büyüttüğünü, yoğunlaştırdığını ve
derinleştirdiğini anlatmadan önceki tezi
buydu. Vücudu, şiiri, karakteri ve
fotoğrafı bütünleyen müziği
duyumsamanın en iyi yolunun
paylaşmak olduğunu da ekliyor
Nietzsche.
cy
a
Nevra
pe
Festivaller konusunda İstanbul kendi
içinde bir tarih oluşturuyor. Çarpık
yapılaşmasına, baş döndürücü sosyal
değişimine ayak uyduramadığımız bu
şehrin sanatsal faaliyetleri belki bir
"özür" niteliğini taşıyor ve biz her
seferinde Onu bu yüzden affediyoruz.
Yaygınlaşan estetik yoksunu kültüre bir
başkaldırı niteliği taşıyan sanatsal
gelişmeler ve bu gelişimi hızlandırıcı
kurum ve kişilerle İstanbul bir yıl
boyunca sanat kulvarında soluksuz
koşuyor. Festivaller... Genç sanatçı
adaylarına bir öğreti niteliği taşıyan,
izleyici düzeyini yükselten ve kültürel
bir alışverişin sağlanmasına önemli
katkıları tartışılmaz sanatsal girişimler.
Yapı Kredi Sanat Festivali de bu önemli
girişimlerden biri. Nisan-Temmuz
aylarında İstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı'nın organizasyonuyla sinema,
tiyatro ve müzikle iç içe olan
sanatseverler Eylül ayında da Yapı Kredi
Sanat Festivali'nde buluşacaklar.
Festivalin içeriğine gelince:
Klasik konserlerin ilki Friederic Horicke'ye
ait. Başarılı ve genç bir sanatçı olarak
pek çok ödüle sahip olan Horicke
Beethoven, Chopin ve Liszt
18
yorumlamalarıyla başarı kazandı. "19. yy
romantiklerinin yaklaşımlarını en iyi
yorumlayan sanatçı" sıfatını taşıyan
Horicke konserinde, barok dönemin
etkin sanatçılarından Bach'ın ve
Beethoven'in eserlerine yer verecek.
1981'de yapılan Uluslararası Piyano
yarışmasında ve "Philadelphia Genç
Sanatçılar" yarışmasında birincilikle
ödüllendirilen sanatçı, 12 Eylül günü
Cemal Reşit Rey konser salonunda
izlenebilir.
Şirin Pancaroğlu Arp Resitali...
Handel, Scarlatti, Wilhelp Posse, Carl
Philipp Emanuel Bach programda yer
alan bestecilerden bir kaçı. Eğitimini
Amerika'da İndiana Üniversitesi Müzik
Bölümü'nde sürdüren başarılı sanatçı,
çalışmalarını ünlü Arpist Susann Mc
Donald ile geliştirdi. 1992'de yüksek
lisans derecesi alan sanatçı, klasik batı
müziği dışında, bulunduğu farklı
ülkelerin müzik kültürünü
özümsemesiyle yeni ve farklı bir
repertuarı geliştirdi. 1991 yılında
"Equinox Duo" adlı grubu Ignace Jang ile
kurdu ve birikimlerini yeni eserlerine
yansıttı. Sanatçı çalışmalarını helen
İstanbul' da sürdürmektedir.
Beethoven, Scriabin ve Schubert...
Uluslararası Piyano günleri kapsamında
Rolf Plagger'in repertuarında yeralan
besteciler. Piyano ve müzik teorisi
profesörü olarak çalışmalarını sürdüren
sanatçı, 1990 yılında Moskova Çaykovski
Yarışması'nda ödül kazanan ilk Alman
piyanist olma özelliğini taşıyor. Sanatçı,
Liszt'in eserlerini yorumlayarak bir başka
başarıya da imza atmıştır.
pe
cy
a
İngiliz Oda Orkestrası
Heidrun Holtmann ve Bartok...
Yapıtlarında ülkesinin ezgilerinden
yararlanarak klasik müzik anlayışına
farklı bir boyut kazandıran ve halk
şarkılarıyla Macar ruhunun klasik müziğe
yansımasını sağlayan ünlü Besteci
Bartok, 1936'da Türkiye'de Adnan
Saygun'la birlikte İstanbul
Konservatuarı'nda çalışmalar yaptı ve
Türkiye'deki yerel müziği inceleme
imkânı buldu. Heidrun Holtmann'ın
repertuarında Liszt, Sehumann, Scriabin,
Holliger ve Ravel de yer alıyor. Scriabin
ve Debussy'nin prelüdlerinden seçmeler
ve Chopin'in Preludleri sanatçının en son
yayınlanan plak kayıtları arasında yer
almaktadır.
Siyasi gelişimlerin edebiyat ve müziğe
yansıması ve Beethoven'in yaratımları...
Bestecinin eserleri Thomas Duis'in
yorumlamalarıyla şekillenecek.
Beethoven'in yanında Sehumann ve
Liszt'in eserlerine yer verilecek. Tel
Aviv'de yapılan 5. Arthur Rubinstein
yarışmasını kazanan ve iki yıl sonra
Münih Uluslararası ARD Yarışmasında
ödül alan Thomas Duis, 1989 yılında
EMI/Electrola için Bach, Bach-Busconi,
Beethoven ve Liszt'in piyano eserlerini
yorumladı.
Wolfgang Manz, Uluslararası Piyano
Günleri adı altındaki programda konser
veren son sanatçı. Bu konserden sonra
Yapı Kredi Sanat Festivali'nin bir sürprizi
var:
Dünyaca ünlü altı sanatçının (Thomas
Duis, Wolfgang Manz, Ueli Wiget,
Heidrun Holtmann, Friederich Horicke,
Rolf Plagge) katılımyla bir Gala Konseri.
Liszt'in eserlerinin ağırlıkta olduğu
repertuarlarıyla sanatseverlerle
buluşacak bu başarılı isimler,
programlarında; Liszt'in dışında,
Rachmaninov, Chopin, Czerny ve
Hernze'den de örnekler verecek. 18 Eylül
günü CRR konser salonunda
izlenebilecek bu konseri kaçırmamak
gerek.
Repertuarının zenginliği ile dikkat çeken
Wolfgang Manz, 1981 yılında Leeds
Uluslararası Pianoforte Yarışmasında
kazandığı ikincilik ödülüyle sanat
yaşamında önemli bir adım attı. BBC
Senfoni Orkestrası, İngiliz Oda
Orkestrası, London Mozart Players gibi
çeşitli İngiliz Orkestralarıyla Londra,
Amsterdam ve Berlin'deki müzik
merkezlerinde pek çok konser
gerçekleştiren sanatçı Festival
kapsamında bir konser verecek olan
başarılı piyanist, Rolf Plagge ile birlikte
piyano ikilisi olarak CD kayıtları
seslendirdi. 1994 yılından bu yana
Karlsruhe müzik okulunda öğretmenlik
yapan piyanisti, konserinden bir gün
sonra gerçekleştirilecek Gala gecesinde
de izlemi imkânı bulacağız.
Genç Piyanistlere müjde!
Uluslararası Piyano günlerine katılan
sanatçılarla genç piyanistler festival
süresince bir dizi seminerle birlikte olma
imkânın yakalayacaklar. Konservatuar
Piyano bölümü öğrencileri ile yapılacak
olan çalışma yaklaşık on kişi ile
gerçekleştirilecek. Mimar Sinan ve
İstanbul Üniversitesi
Konservatuarlarından on piyano
öğrencisi ile gerçekleştirilmesi düşünülen
çalışma için detaylı bilgi Yapı Kredi'den
alınabilir.
Schubert... Bitmemiş Senfoni, Ölüm ve
19
a
cy
pe
Fransa Ulusal Senfoni Orkestrası
Genç Kız ve Rosamund... Bu ünlü
bestelerin yaratıcısı 200. doğum yılı
nedeniyle Yapı Kredi Sanat Festivâli'nde
anılıyor. Bach'tan çok Mozart'a yakınlığı
ile bilinen ve bu özelliği ile geleneksel
biçime canlılık kazandıran armonik
buluşlarıyla dönemine canlılık kazandıran
bir romantik olarak Schubertin besteleri
festivalde The Artis Quartett'in
yorumuyla seyircilere sunulacak. Peter
Schuhmayer (Birinci keman), Johannes
Meissl (İkinci keman), Herbert Kefer
(Viyola), Othmar Müller (Viyolonsel)
den oluşan the Artis Quartett,1980
yılında "Viyana Müzik Okulu"nda
kuruldu. 1985 yılında dünyanın çeşitli
ülkelerinde verdikleri konserler gruba
önemli bir başarı kazandırdı. The Artis
Quartett'in Sony Classical, Orfeo, Accord
ve CBS Sony için yaptığı kayıtlar Grand
Prix du Disque, Prix Caecilla, Diaposon
d'Or (iki kez), Weiner Flötenuhr
Uluslararası Ödüllerine layık görüldü.
Topluluk 20. yüzyıl bestecilerine yer
20
verdikleri CD kayıtlarına, önümüzdeki
sezon Mendelsshon ve Schubert'in
eserlerine ağılık verecekler.
Türkiye'nin ilk özel ve akademik aynı
zamanda da uluslararası sanat topluluğu
Bilkent Senfoni Orkestrası'nın Şef Gürer
Aykal yönetiminde vereceği konsere
Ayhan Baran, Bülent Kulakçı, Birgül Su
Ariç ve Ayhan Aten solist olarak
katılıyor. Orkestra festival izleyicisine
repertuarında 80'in üzerinde oratoryo ve
çeşitli eserler bulunan Bulgaristan Devlet
Filarmoni Korosu ile birlikte,
Beethoven'in Dokuzuncu Senfoni'sini
sunacak.
Festivalin Orkestra konserlerinden biri de
İngiliz Oda Orkestrası... Şef Shuntaro
Şato yönetimindeki orkestranın solisti
lan Fountain (Piyano). Jeffrey Tate ile
Mozart serisi ve Haydn senfonileri,
Mitsuko Uchida ile Mozart piyano
konçertoları, Pinchas Zukerman ile Bach,
Mozart, Vivaldi ve Haydn, Sir Charles
Mackerras ile Handel ve Dvorak,
yaptıkları çalışmaların ve kayıtların en
önemlileri arasında yer almaktadır,
İngiltere müzik tarihinin oluşumunda
önemli bir misyona sahip olan grup,
1993 yılında "En İyi Opera Kaydı" dalında
Grammy Ödülü kazandı. Richard
Bonynge ile birlikte Lehar'ın tüm
operetlerinin seslendirilmesi, İngiliz Oda
Orkestrasının yeni kayıt projeleri
arasında yeralmaktadır.
27 Eylül tarihinde konser verecek olan
Fransa Ulusal Senfoni Orkestrası Ravel,
Schumann ve Berlioz'un bestelerinden
oluşan repertuarlarıyla dinleyenlerle
buluşacak. Sahip oldukları güçlü ve
uluslararası repertuarlarıyla varlığını tüm
dünyaya duyuran orkestranın kökleri
1934'lere dayanıyor. Orkestranın
müzikal geleneğini kuran D.E
Ingelbrecht, Debbussy ve Ravel
repertuarını hazırladı. Orkestranın ünlü
şeflerle yaptığı birçok kayıt arasında
Lorin Maazel ile "L'Enfant les Sortilege",
Mstislav Rostropovıtch ile "War and
Piece" Jaffrey Tate ile "Lulu (ALban
Berg)" ve Kent Negano ile Varese'nin
Tüm eserleri yer almaktadır. Şef Charles
Dutoit ise 1991 yılından bu yana Fransa
Ulusal Senfoni Orkestrası'nın müzik
direktörlüğünü yapmaktadır. Lozan'da
yaptığı akademik çalışmalarıyla yönlenen
sanat yaşamı 1958 yılında Genova'da ilk
ödülünü kazanmasıya 1977'de
Montreal Senfoni Orkestrası'nın Müzik
Direktörü oldu. Bir çok ödül ve değerli
ünvana lâyık görülen sanatçı 1981'de
Canadian Music Council tarafından
verilen "Yılın Müzisyeni" ödülü, Montreal
ve Laval Üniversiteleri tarafından verilen
"Officer des Arts et Lettres" ünvanına
sahiptir. Romantik dönemin iki önemli
bestecisi, Schumann ve Berlioz'un
bestelerinin seslendirileceği program
Ravel'in La Pavane Pour Une Infante
Defunte'si ile açılacak.
21 ve 22 Eylül'de ise Chirstina Hoyos'u,
flemenkonun efsanevi yıldızını
izleyenlerle buluşturacak festival.
Kendine ait tarzını oluşturmayı başaran
sanatçı tasarladığı "Arsa Y Torna" adlı
eseri sergileyecek. Gösterinin kostümleri
de ünlü modacı Chiristian Lacroix'e ait."
yıllardaki etkin grubu olarak
tanımlanıyor. Süleyman Erguner
Topluluğu ve Kyriatos Kalaycidis
Ensemble, Türk müziğinin ve Bizans
kilise müziğinin bileşimini sunacaklar.
Geleneksel müziğin tüm niteliklerini
açığa çıkaran konserde rembetikonun
özel yorumlarını sunacaklar. Tasavvuf
müziğinin Bizans kültürüyle yapacağı
ortaklık konseri ilginç kılıyor.
27 Eylül'de Tango Posion Efes Antik
Tiyataro'da, 24 Eylül'de Christina Hoyos
Flamenko Dans Topluluğu Adana
Açıkhava Tiyatrosu'nda birer temsil
gerçekleştirecekler. Bu yolla bir yaşam
biçimi olan sanat İstanbul'la
sınırlandıralamayacak ve paylaşılabilecek.
Bunun dışında Chaka Khan'ın üstün
performansı, new age tarzında
yorumlanan flemenkonun yaratıcı ve
uygulayıcısı Gremi ödülü sahibi Ottomar
Liebert Ve Luna Negra XL, blues
müziğin önemli isimlerinde biri olan Keb'
Balenin yanında 15 Eylül akşamı
Açıkhava Tiyatrosu'nda iki konser
verecek Secret Garden ve Livin Joy. 16
Eylül'de Bursa Kültürpark Açıkhava
Tiyatrosu'nda konser verecekler. Hızla
tüketilen albümleriyle Türk
dinleyicilerinin beklediği bir grup olan
Secret Garden romantik müziğin son
pe
cy
a
Müziğin harekete geçirdiği beden ve
oluşan yeni bir başkaldırı yöntemi:
Dans...
karakteristik özelliklerini gösterme
imkânı bulacaklar.
Mo', festival konukları arasında. Geçen
yıl İstanbul Caz Festivali'nde ülkemize
konuk olan Larry Coryell bu yıl Yapı
Kredi Sanat Festivali'nde. Victor Monge
Serrantino ve Philip Caterine ile
izleyenlere kusursuz bir yorumla
doyumsuz bir izleyici yaratacağa benzer
Yapı Kredi Sanat Festivali, Dans
Programı da oldukça iddalı. Amerikalı
ünlü topluluk Joffrey Bale topluluğu
Festival izleyicisiyle buluşuyor. Farklı bir
üslubu benimsemesi, grubu farklı bir
kategoriye sokuyor ve 20.yüzyılın en
başarılı repertuvarını oluşturan topluluk
olarak anılmasına neden oluyor.
ABD'deki pek çok dans grubuna öncülük
ettiği belirtilen grup bu güne kadar elli
ülkede 400 den fazla gösteri
gerçekleştirerek yapılan eleştirileri
doğrulama imkânı buldu. Seksen
koreografla iki yüzden fazla eseri
repertuvarında bulunduran topluluk elli
dört kişilik dans grubuyla Yapı Kredi
Sanat Festivali'nde. 12,13 ve14 Eylül'de
Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda
görülebilecek olan bu gösterinin artistik
direktörü grubun kurucularından biri
olan Gerald Alpino... Gösteriye ait
önemli bir açıklama: Bu bir "Billboards"
adlı rock bale ve bu balenin müzikleri ise
ünlü rock şarkıcısı Prince'a ait.
Tango... Şiddetin, aşkın ve uyumun
dansı. Tango Pasion, festivalin konukları
arasında. Bu ünlü topluluğa Sexteto
Mayor orkestrası eşlik ediyor. 23, 24, 25
Eylül tarihleri arasında Harbiye Açıkhava
Tiyatrosu'nda Tango Pasion dansın en
Şirin Pancaraoğlu
21
İNCELEME
Kavramsallığın Sahnedeki İlk Adımları;
GÖSTERGEBİLİMSEL AÇIDAN
MODERN DANS
Emre K o y u n c u o ğ l u
eleştirmenlerinin ise, yapılan işleri izlemeleri ve düşünsel ve
eleştirel bir tamamlayıcılıkla bu değişimi -ne yazık ki şimdiye
dek pek göremediğimiz bir merakla- desteklemeleri
gerekmektedir.
Eleştiriden bahseder etmez, başka bir açıdan dansa bakmak
istiyorum. Ülkemizde ilk resmi bale okulu kurulurken, hemen
hemen aynı dönemde (1946'da) New York Times
yazarlarından dans eleştirmeni John Martin, Marta Graham'ın
"Dark Meadow"unu izledikten sonra evinde daktilosunun
başında mide ağrıları çekiyordu. Nedeni ise, modern dans
tarihi için oldukça önem taşımakta. Martin, sahnede gördüğü
bu dansı nasıl yazacağını ve eleştireceğini bilemiyordu.
Bilemediğini bilmekle aslında dans teorisi açısından çok önemli
bir adımı da atmış oluyordu. Yazar, modern dans eleştirisine
ya da kavramsal sanat eleştirisine dalmaya hazırlanıyordu.
Gördüğü "yapıtın" şimdiye kadar var olan değerlerle bakılıp
eleştirilemeyeceği apaçık ortadaydı. Peki John Martin ertesi
gün ne yazdı? Sonraları neler yazılmaya başlandı?
pe
cy
a
Uluslararası İstanbul Tiyatro ve Müzik Festivalleri, Uluslararası
İstanbul Öğrenci Trienali, PSD Genç Etkinlikler, DAGS
Performans Günleri, Şehir Tiyatrosu Gençlik Günleri, Türk
Koreografları Günü, Assos Gösteri Sanatları Festivali gibi
etkinliklerin içine serpiştirilmiş olarak, arada sırada birkaç
günlüğüne bazı tiyatrolarda ya da farklı mekân arayış
denemelerinde Türkiye'de yapılan modern dans sanatıyla
karşılaşabiliyoruz. Zamana yayılmış bir halde tek tük
izlenebilecek olan bu gösterileri meraklılarının kaçırmamaları
için çok dikkatle takip etmeleri gerekiyor.
1920'lerde batı sanatı içinde ilk örneklerini vererek
konumlanan modern dans adına 1996'da ülkemizde bir
gelenekten, modern dans eleştirisinden ya da tarihinden
bahsetmek henüz mümkün değildir. Bunun tabii ki çok açık
nedenleri vardır. Türkiye'de ilk modern dans grubu Türkuaz,
1989 yılında kurulmuştur. Modern dansın akademik olarak
kabulü ise birkaç yıl önce Ankara Devlet Opera ve Balesi
bünyesinde kurulan Modern Dans Topluluğu ve ilk mezunlarını
geçen yıl veren Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı
Modern Dans Bölümü'nün kurulmasıyla olmuştur.
Ancak, bu kadar kısa bir geçmişi olmasına rağmen ülkemizde
ikinci nesil modern dans koreograflarından bahsetmek
mümkündür. Birinci nesli, genelde klasik bale kökenli olup
daha sonradan modern dansa yönelmiş koreograflar
oluşturmaktadır. Bu koreograflar son döneme kadar klasik
bale eğitimi almış dansçılarla çalışmak durumunda kaldılar. Bu
nedenle yapıtlarında modern biçim, modern dansın genel
olarak kavramının ve içeriğinin önünde durmaktadır.
Ülkemizde modern dansın akademikleşmesi ve eğitiminin
gerçekleşmesi için oldukça zahmetli bir yol kateden de yine
birinci nesil koreograflardır. Bu koreografların öğrencileri, ya
da yurtdışında modern dans eğitimi almış dansçılar veya hiç
akademik eğitim almamış ve "geleneksel" olana tepkiyle
varolmuş dansçılar Türkiye'de ikinci nesil modern dans
koreograflarını oluştururlar. Bu koreografların bazılarının
yapıtlarında yeni yeni fark edilen "özgün biçim", eğitim amaçlı
öğretilen modern dans kalıplarını aşmakta ve "ekollere"
dönüşebilecek dans biçimlerini şimdiden işaret etmekte. İki
nesil koreograflarını bir arada düşünerek genel olarak modern
dans koreografilerine bakacak olursak; soyutlama ve
kavramsal düşünce oldukça az örneklerde ortaya çıkmaktadır.
Ancak, bu fark edilir örnekler oldukça başarılıdır. Dans
22
Martinin "Ne yazacağımı bilmiyorum ama izlediğim şey büyük
bir başarıydı" eleştirisi, sahnedeki kavramsallığa, teori ve
eleştiri açısından yaklaşımlara ilk örneklerden biridir. Soyut bir
gösteriyi somutlaştırma yanlışı ya da soyut bir eserin eleştirisi
gibi korunlar tam anlamıyla modern sanatın sorunları ve
çözümleriyle ilgili tartışmaların başlangıcı sayılır. Ülkemizde
modern dans kurumsallaşırken ve aynı zamanda da hızla
yaygınlaşırken, bence bu konuya değinmek gerekmekte.
Klasik bale ile modern dans eleştirisi arasında farklı olması
gereken şey ne? Bazı gazetelerde yapısalcı eleştirmenler
yapılanlara şu cümleleri sarf ediyorlardı: "İnsanlar onlara
güldüler, ne basın, ne izleyiciler ne yaptıklarını anlayamadı,
saçma sapan sanat palavrası diye düşündüler." Bir insanın
alışık olmadığı kalıplar içinde "bir iş" gördüğü zaman "saçma
sapan" demeden önce, "anlama" üzerinde biraz düşünmesi
gerekmez mi? Ya da "saçma sapan"la sanatsal olanı ayırmakla
ilgili bir düşünce sıkıntısı çekmez mi?
Martin ve Graham arasındaki sorunsala ve aynı zamanda da
ilişkiye gelirsek; Martin, Graham'ın yapıtları hakkında yazdığı
ilk eleştirilerden birinde tüm samimiyetiyle şöyle bir cümle
kullanıyordu: "Ayaklarım yere değmiyor. Sağlam
basabileceğim hiçbir öğem yok. Gerçekten çok açık bir kafayla
pe
cy
a
PSD'nn düzenlediği Genç Etkinlik'de yeralan bir performansta, Emre Koyuncuoğlu
23
gösteriyi izlemek gerekiyor. Bu da bir insanın en zor
yapabileceği şey. Oradaki gösteriyi anlatacak bir metin olamaz.
Yalnızca dansçılar ve hareket dizgeleri anlatılabilir."
yaratır ancak bu konuşulan dilin ortaklığıyla kurulmuş bir
topluluktan farklı özelliklerle bir araya gelmiş bir topluluk
olacaktır.
Farklı bir anlam, farklı bir estetik söz konusuydu. Sahnede
dramatik bir gerilim yoktu, hatta dramatik bir boşluk vardı.
Ancak seyirci sahnede gördüğüyle belli duyumlar ediniyordu.
Sahnede yaratılan bir "ah" sesi, fenomenolojik yaklaşımda var
olan "sezgisel zorunluluğu" getiriyordu. Bir eleştirmenin dans
teorisi olarak elinde bulundurduğu veri, sahnedekine
uymuyordu. Ve asıl sorun sahnedeki değil, nasıl yazılması
gerektiğindeydi. Duyuların oluşturduğu deneyimin dilbilimsel
karşılığı ne yazık ki sınırlı bir aktarım biçimini oluşturuyordu.
Yine de danstan bahsederken, onu dil olarak tanımlarız. Beden
dili, hareket dili; dans teriminin yerine hem gündelik dilde, hem
de dans literatüründe kullanılır. Dansın kapsama alanına giren
çeşitler arasında en büyük parçayı otobiyografik karakteri
olanlar kaplar. Dans deyince sözcül (..../sözle anlatılabilinen)
anlamı olan hareketler anlaşılır. Dans böyle bir anlamı
içerirken, aynı zamanda da sözcül anlatımla açıklanamayacak
bir anlamı içinde barındırır. Dansta kullanılan sözcül anlatım
aslında tüm beden diline ait işaret sistemlerinin ana
malzemesidir. Dilsiz alfabesi ya da günlük hayatta
kullandığımız mimikler ve jestler buna örnek olabilir. Dansın
amacı bu sözcül anlatımı gerçekleştirmek olamaz ancak
malzeme olarak bu tür anlatım biçimini kullanır. Örnek olarak;
romantik balenin Fransız koreografi Jean-George'un "Ballet
d'action"ı batı dans tiyatrosundaki dışavurumcu dramatik
dans, mim ve pandomim karakteri taşıyan etnik kültürlerin
savaş dansları, hayvanların taklit edildiği danslar hareketin
anlamını kurarak dansı oluştururlar. Ancak söz benzeri (para
verbal) dansı doğal dilde olduğu gibi algılamak hata olur.
Çünkü, dans "şiirsel" bir iletişim kurar ve de "şiir"in kavramsal
alanı içinde incelenmelidir. Buradaki şiirsellikle, bir edebiyat
yazım türü olan şiir karıştırılmamalıdır. Daha geniş bir anlamda
"yaratımın amacı"yla ilgili olan demektir. Bu da dansla
oluşturulan iletişimin yapısını oluşturur ve diğer iletişim
sistemleri arasında da bağ kurar. Bu yüzden dansın kurduğu
iletişim şekli günlük hayata ait yararları ya da genel anlatımları
içinde barındırmaz, çünkü dans gündelik hayatın "normal"
akışında yer almaz.
1980'lere kadar dans teorisi ve eleştirisi Hegel'in "Farkındayım,
çünkü seziyorum ve yalnızca seziyorum. Bakıyorum ve
görüyorum. Çıkış noktam 'araçsız' ilişkidir" düşüncesi üzerine
kuruldu. Araç kelimesine dikkat etmek gerek. Modern dans,
temelde araçsızlığa uygun gibi gözüküyor. Sonuçta dansın
malzemesi insan bedenidir. Ancak fenomenolojik yaklaşım
"yaşamsallık"la belirlenir. Yaşamın ta kendisiyle. Çelişki de
burda başlar... Dans yaşamın taa kendisi değildir.
pe
cy
a
Bu eleştiri şeklinin en önemli sorunu "öznel dürtülere" ait
olmasıdır. Bir an sesinin bile modern dansta koreografisi vardır.
O yüzden "öznel dürtülerin" "nesnel kurgulanışı" söz
konusudur. Araçsızlık düşüncesi his olarak modern dansa ne
kadar yakın olursa olsun, modern dans araçsız değildir yani
"media''tiktir". Bir başka açıdan bakarak "yaşamsallık"
temasına dönersek, modern dansta kullanılan tüm yaşama ait
hareketler, mimler kendi anlamları dışında koreografi içinde
başka anlamlar üstlenirler, hareket kullanımı soyutlaşır ve
parçalanır. Böylelikle "gerçek" ya da "gündelik" olan
"kavramsal" ya da "kurgusal" olana dönüşür.
Tüm bu yazınsal ve teorik tartışmalar olurken, aynı zamanda
Martha Graham'ın yapıtları da fenomenolojik bir yaklaşımla
eleştirilirken Graham, yaptığı bir eserini tanıtan bir broşürün
arka sayfasına şunları dizdiriyorndu: "Dans soyuttur, bir şey
hakkında bilgi vermez, kendisi bilgidir."
Dans Nasıl Eleştirilmeli? Dansın/soyut dansın geldiğimiz bu
noktadan sonra göstergebilimsel açıdan özelliklerini incelerken
eleştirmenlerin dans yazıları yazarken ne gibi noktaları göz
önünde bulundurmaları gerektiğine değinmek istiyorum.
Dansa göstergebilimsel bir bakış açısıyla yaklaştığımızda ilk
soracağımız soru: "Dans bir dil midir?" olacaktır. Evet, bir dildir
ancak konuştuğumuz dil gibi homojen bir yapıya sahip
değildir. Antropolojistler dünyada ne kadar kültür ya da
altkültür varsa o kadar dans ve bu dans türlerinin altını
dolduran yüzlerce kavram olduğunu söylemektedir. Dansın çok
farklı düzlemlerde kullanım biçimleri olduğundan, onlar
konuştuğumuz dil gibi birbirine çevrilemezler. Aynı zamanda
da belli bir toplumun kültüründen kaynaklanan dansı yalnızca
o kültürün insanları anlar diye bir şey de söz konusu olamaz.
Ayrıca belli bir kültürün dansında kullanılan özel bir nesne ya
da biçim de muhakkak o kültürün insanlarının hepsi tarafından
anlaşılabilir değildir. Aynı dili konuşan bir insan topluluğunda
olduğu gibi dansla iletişim kendi özel kültürel bütünlüğünü
24
Dansın çok önemli bir bölümü ise, hiç sözcül anlam taşımaz.
Bu danslara "saf" ya da "soyut" dans denir. 16. ve 17. yüzyılda
yapılmış olan Fransız ve İtalyan balesi, temasal akışı olmayan
Merce Cunningham ve George Balanchine'in soyut
koreografileri bunlara örnek sayılabilir. Aynı zamanda da
batıda pek rastlamayan ritüel danslarda da soyut dansı bulmak
mümkündür.
Aslında dışavurumcu dans ile soyut dans arasında kurulacak
herhangi bir ayrım yapay bir ayırım olacaktır. Çünkü
uygulamada her zaman ikisi de hep birbiri içinde var olurlar.
Ancak biz bu ayırımı şimdilik teorik olarak yaparak sözcül
olmayan soyut dansın anlatımı üzerinde yoğunlaşalım.
Eğer dışavurumcu ya da öyküsü olan danslar için biçimi;
hareket belirliyorsa, içeriğini ise sözcüllük, yani sözcül-benzeri
iseler, "saf" ya da "soyut" dansın da biçimini; tabii ki hareket
ancak içeriğini, sözcül olmayan (non-verbal) oluşturur. Bu da
kısaca şu demek; soyut dansa sözcül kavrama yöntemleriyle
yaklaşmak tamamıyla bir hata. Hatta büyük bir hata. Soyut
dansın "anlamı" sözcül dile aktarılmaza, ancak soyut dansın
hiçbir anlam içermediğini söylemek de sonuca yeterince
düşünmeden varmak olur. Bu noktada göstergebilimsel
terimlerle; düzanlam (denotative) ve yananlam (connotative)
katında soyut dansın üzerinde biraz düşünelim.
Eğer dansın düzanlamını; gerçek ve sanal olarak var olan bir
cy
a
Gerd Kınappes'in yönettiği "Ben Kralım" adlı gösteride Margit Halma
pe
nesne olarak kabul edersek, bu nesneyi bildiğimizin dışında
başka bir bilme yoluyla; zihinsel kavramayla algılarız. Nesne,
sanal ya da gerçek olabilir, bu onun gerçekliğinin
sorgulanmasını getirmez. Böylelikle, dilbilimsel olmayan ya da
anlambilimsel olmayan gerçeklik, başka bir anlamın akıl—dışı
var olduğunu göstermez. Soyut dansın düzanlamı bu bilincin
içeriğidir. Bu da özel sözcül olmayan hareket içerikleridir ve
bunların anlam kurma aşamaları, yani gösterenin oluşum
biçimi zihindeki imgelerin sistematik bir şekilde
bütünlenmesidir.
Soyut dansta anlamın analizini yapmak gerçekten oldukça zor.
Öncelikle, dansın birçok duyuma yönelik bir yapısının olması
buna neden. Dans, yani gösteren birçok duyum kanalından
zihne ulaşıyor. Gösterilen, yani zihinsel imge, yalnızca görsel ya
da işitsel bir imgeye indirgenemeyeceğinden kavranması
zorlaşıyor. Dansta "kinestetik" imgenin kavranması söz
konusu, (kin; hareket etmek, estetik, algılama anlamında
kullanılıyor.) Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz;
kavramsal, sözcül olmayan hareketin özü söz konusu
olduğunda, zaman, mekân ve güç varlıkları arasında ilişki
biçimi bizim tam anlamıyla "anlam" oluşturmamızı sağlıyor.
Soyut dansın bu ilişkilendirme biçimi bilincimizde oluştuğundan
akla ve bilgiye tümüyle bağımlı bir "yaratılmış gerçeklik"
kuruluyor. Yani, soyut dans tümüyle "kurgusal" ve yalnızca
zihinsel" bir oluşum. Aynı zamanda da zihinsel içeriği dış
dünyayı temsil etmeden bir iletişim kurma olanağı sağlıyor.
Tıpkı "müzik" gibi başka bir şeyi temsil etmeyen yani yerine
geçmeden ve yalnızca "kendisi" olan ve "kendisini anlatan" bir
işaret sistemi gibi algılanabiliniyor.
Birçok soyut dansçının söyleyebileceği bir cümle: "Ben kendimi
tam anlamıyla anlatamasam da, çaresiz değilim, kendi
bilincimle başkasınınkine erişebiliyorum, ya da başkasınınki
benim bilincime sızabiliyor". Bu cümleden yola çıkarak, soyut
dansla kurulan ilişki biçiminin karşılıklı olduğuna dikkat çekmek
istiyorum. Bunu başka bir açıdan ele alırsak, "ben" ve
"başkası" terimleriyle dansçıların kimlik özelliklerinin önemi
ortaya çıkıyor. Böylelikle, dansçı aslında "kendini dans ediyor"
ya da kendisinin diğer insanlara göre oluşan kimliğini. Dans
başka bir açıdan insanın kendi cinsiyetini, yaşını, sosyal
konumunu sunması için bir malzeme olarak da görülebilir. Bu
da dansın yananlam katını oluşturur.
Soyut dansın yananlam katı düzanlam katından çok daha
kolay özümsenen bir yapıya sahip. Dans literatürünü gözden
geçirdiğiniz zaman genelde konu üzerine yapılmış çalışmaların
sosyolojik bir yapısı olduğu görülür. Dans üzerinde yazılmış
makaleler, dansı yananlam katında algılamayı tercih eder.
Cinsel kimlikler, nesiller, toplumsal, etnik ve politik farklılıkların
dansa yansıma biçimi üzerinde durulur©
(Yazıda, Csilla Könczei'in Semiotische Berichte'de -Jg: 18.
1994, Viyana'da yazdığı "Dance and Meaning" makalesinden
yararlanılmıştır.)
25
ELEŞTİRİ
"BURADA PARK YAPILMAZ"
Fakiye Ö z s o y s a l Çavuş
Ama Aynı Yolda Devam etmenin Bedeli Ne?
Yaşamın her kesitinde oyun oynuyor insanlar, savaşlarda, cenazelerde, kavgalarda,
yolda yürürken, ağlarken ve sevinirken. Kendilerine verilen roller içinde, her adımları,
her davranışları aslında oynanan oyunların bir parçası oluveriyor. Asıl ürkütücü
olansa oyunu gerçek sanıp, rollerine sıkı sıkı sarılmaları. Bir kez bile varolanı
sorgulamadan, birilerinin onlar için düşlediği uydurulmuş bir yaşamı, uydurulmuş
alışkanlıklarıyla, uydurulmuş günlük işleri arasında bilinçsizce yaşamaları. Peki böyle
yaşamanın bedeli nedir? Otorite karşısında bireyselliğimizi yitirip bir çeşit makineye
dönüşmek, savaşlar, yıkımlar, ölümler karşısında duyarsız kalmak ve sıramızın
gelmesini beklemek mi? Olaylar karşısında, tehlike anında ya da yaşamsal kararlar
cy
a
vermemiz gerektiğinde tavrımız ne oluyor? Ne olmalı?
Bir birey olarak var olmak mı yoksa sistem içinde eriyip yok olmak mı?
pe
Bilsak Tiyatro Atölyesi Joyport Club'da
sahnelediği "Park Yapılmaz" adlı
oyunda, insanın birey olarak yaşamla
olan ilişkisi içinde arada kalmışlık
durumunu sorguluyor, rolüne karşı
takındığı tavırlarda düşünceyi ve gerçek
duyguları eyleme dönüştürüp
dönüştürememe ikilemini yaşayan
insanın sancılarını, yenilgisini ortaya
koyuyor.
Topluluk, bu temelden hareketle,
özellikle Heiner Müller'in "Hamlet
Machine" oyunundan ve oradaki yapı
bozma, parçalama yönteminden
etkilenmiş. Bu etkilenim Müller'in
metnini olduğu gibi sahneye aktarma
biçimine bürünmemiş. Sorun, günümüz
koşullarında kendi toplumumuz içinde
yaşanan olaylara tepkilerimizle
hesaplaşmaya gidilerek yoğrulmuş ve
Sevim Burak, Ece Ayhan, Orhan Alkaya,
Melih Cevdet Anday'ın bazı
metinlerinden de yararlanılarak yeni bir
metin oluşturulmuş. Ama oldukça kısa
bir metin bu.
Sokakta yürüyen insanlar görüyoruz
sahnede. İzleyici bu insanların içinde
bulundukları ana, anlara tanıklık ediyor,
sonra sahne gerisine dizilmiş yüksek
taburelere oturan oyuncular sokaktaki
26
insanın portrelerine dönüşüyor, Sessizlik.
Uzun süre izleyiciye bakıyorlar. Onlar da
izleyicinin o anına tanıklık ediyorlar.
Sahne geçişleri ağır. Sanki oyunda
başrol oyuncuları, sessizlik ve izleyici. Bir
başka sahne: Cenaze merasimi, ağıtçılar,
ağır ağır yenen cenaze yemeğinde
takınılan maskeler, bir süre sonra her
şeyin eski akışına dönmeye başlaması ve
başka rollere bürünmeler. Derken yavaş
yavaş kabuklardan, maskelerden
sıyrılma. Durumlar içindeki çaresiz
insanlar, insan silüetleri. Sistemden
kaçamıyorlar. Birisi bir trafik kazasının
şoku içinde sanki hareket edemiyor,
ölüleri anlatıyor; öteki kendisini kuşatan
baskıdan kurtulma çabasında nefretini
kusuyor; bir diğeri tek suçunun olay
mahalinde yürümek olduğunu kekeliyor,
polisin kendisini kalabalıkla birlikte
otobüse nasıl tıktığını, canının yandığını
anlatıyor. Kızgın. Hepsi de kadın. Bir
adam elinde mikrofonla birinden
ötekine doğru gidip olayları kesik kesik
dinletiyor izleyene. Arka tarafta öteki
oyuncular kendi hallerinde. Sanki bir ara
zum yapılıyor, yakınlaştırıyor. Işık da bu
efekti yaratmak için kullanılıyor. Bir
başka sahne; iki genç erkek. Arkadaşlar.
Oyun oynuyorlar. Birinin elindeki silah
ateş alıyor, öteki ölüyor. Sadece bir
oyundu. Ama neden böyle bir oyunu
seçtiler? Onları silahla oynamaya
cesaretlendiren, silahla neşeyi ve ölümü
birleştirten kim? Ardından bir mahkeme
kararı okunuyor. Her şey duyarlılıktan
uzak kâğıt üzerindeki birer vakaya
dönüşüyor. Körlük, şiddet ve insanın
insana yaptığı işkence anlarını
görüyoruz. Bir oyuncu, hastabakıcının
yeni doğmuş bebeği duvara fırlattıktan
sonra, dehşet içinde ona bakan baba
namzetine bunun bir şaka olduğunu,
zaten bebeğin ölü doğduğunu söylediği
korkunç durumu anlatıyor. Ve bir diğeri
Hamlet olmak, eşikte yaşamak
istemediğini haykırıyor. Üzerinde yazılar
yazılan bir daktilo, bir makine o.
Her oyuncu bedenini kendi
biçimlendirdiği, ötekilerden farklı
hareketler doğrultusunda kullanıyor.
Herkes kendi içindekini dışarı vuruyor
sanki. İzleyenlerin gözü birinden ötekine
kayıyor. Finalde kalabalık kadronun
toplu yavaş yürüyüşleri ve oyun boyunca
görülen anlardan hatırlatmalar
arasındayız. Oyuncunun ağır ağır
söylenen sözlerinin bir kısmı şöyle:
kurguya yerleştirme biçimi başarılı bir
biçim-içerik bütünlüğü sağlıyor.
İzleyiciden asıl beklenense oyunun çıkış
noktasını, sahnede gördüğü yaşam
kesitlerini birleştirerek yeniden
kurgulaması ve kendini, rollerini,
yaşamını sorgulaması. Yani oyundaki
yavaşlık, sessizlik anlarında bir soluk alıp,
durup ardına bakması, unutmayıp
hatırlaması.
"Bir grup oyuncu uygun adım ilerliyor ne
kadar tehlikeli olduklarını görmüyor
musun? Onlar oyuncular. (...) Bu
yolculuğun varacağı bir yer yok. Burada
Park Yapılmaz. Varılan liman ölü bir
tiyatro. Sahnede yıldızlar yarış halinde
kim daha önce çürüyüp dağılacak diye.
Hatırlıyor musun? Sen? Ben
Hatırlamıyorum. (...)"
Bilsak Tiyatro Atölyesi'nin iç sesi
kullanan, alt metnin sessizlik aracılığıyla
ve minimal hareketlerle dışa vurumunu
öne çıkaran anlayışı bu oyunda özellikle
izleyici odaklı olarak kullanılıyor. Uzun
sessizlikler başta yadırgatıcı ve hiçbir şey
olmuyormuş hissi verirken sonradan
izleyiciyi de içine çeken bir hale
bürünüyor. İnsanlar birisiyle beraberken
bir süre sessiz kalmaya, sessizliği
paylaşmaya dayanamazlar. Çünkü
sessizlik insanları ele verir. Boşluğu
dolduracak anlamsız bir iki sözcük bile
maskeleri sağlamlaştırmaya yeter ve
öylesine yapılan konuşmalar dialogmuş
gibi görünür. Sahne üzerinde sessizliğin
dilini kullanmak ve bu yolla izleyiciye alt
metni algılatmaksa en zor işlerden birisi.
Özellikle bu oyunda, her şeyden önce
izleyenin işe zor yanından
yaklaşabilmeye hazır olması gerekiyor.
Yani bütün bir insanlık durumu, bütün
bir düşünce geleneğinin yarattığı
çağdaş düşünce sisteminin açmazlarını,
bunların günlük yaşamda birey
üzerindeki baskılarını soyut algılananı
kendi somut yaşamının kesitlerine
aktarması gerekli. Dahası oyunun ve
Çürüyüp dağılmak üzere olan oyuncular
bizler miyiz? Şiddetin, baskının adımları
mı tabur halinde ilerleyen? Ve her şeyi
unutmaya mı eğilimliyiz acıdan kaçmak
için?
pe
cy
a
İnsanın hissettikleriyle tanıklık ettikleri
arasındaki ikilemleri, bölünmüşlüğü,
oyunun kurgusuna da yansıtılmış. Kopuk
kopuk sahneler, hız çağına karşı yavaşlık,
gürültüye karşı sessizlik, doğrusal
algılamaya karşı geri dönüşler,
parçalama, dışardaki maskelere karşı içe
dönük bir yapı kullanılması oyunun
özündeki karşı çıkışın kurguda
somutlanması diyebiliriz. Dolayısıyla
oyunda, çıkış noktasının düşünsel temeli,
bunu oyunun iç dinamizmi içinde
oyuncuların sorununu paylaşması yani
kendi yaşamında bunun üzerinde hiç
olmazsa biraz düşünmüş, biraz acı
çekmiş olması gerekli ki oyunun ona
ulaşması kolaylaşabilsin. Bu açıdan
bakıldığında "Park Yapılmaz" izleyicisini
oldukça zorlayan bir oyun. Bir çeşit ritüel
havası da sezilen oyunun düşünsel ve
duygusal hazırlığı olmayan sıradan bir
izleyiciye istenilen ölçüde ulaşması zor
gibi. Dolayısıyla oyunun izleyiciyle
dialoğu, oyundaki Hamletlerin,
Opheliaların ikilemleri arasında
durdukları eşikte olduğu gibi, her an
kaymaya, kopmaya eğilimli görünüyor.
Bilsak Tiyatro Atölyesi'nin şimdiye kadar
olan çalışmalarına baktığımızda,
oyunlarda içe kapanmanın gittikçe
arttığı, aynı oranda da izleyici üzerine
odaklandığı gözleniyor. Artık izleyici salt
izleyen olarak oyunun içinde değil
oyunun gerçek bir parçası ve onun
bütünleyici öğesi. Özellikle bu oyunda
izleyici, artık açık bir biçimde sahne
üzerinden hem oyuncuların hem de
mekânın bütününde o anda kendi olarak
kendisinin izlediği bir oyuncuya
dönüşmüş. İzlenilen olmuş.
Umberto Eco bir yazısında "okuyucunun
katil olduğu bir kitabın henüz
yazılmadığı"ndan söz eder ve "tam
anlamıyla yapılmış bir polis soruşturması
suçlunun biz olduğumuzu kanıtlamalıdır"
der. İşte "Park Yapılmaz", bir anlamda
katilin Hamlet, izleyicinin de Hamlet'in
kendisini olduğu bir oyun
27
İZLENİM
8. ALAÇATI ULUSLARARASI
ÇOCUK TİYATROLARI
FESTİVALİ
Nihal
Kuyumcu
pe
cy
a
Alaçatı, İzmir yakınlarında 7000 nüfuslu, dar sokakları, beyaz evleri, kasabanın
girişinde sizi sıcacık karşılayan değirmenleriyle küçük şirin bir kasaba. Bu şirin
kasabanın bir de Donkişot'u var. Belediye Başkanı Remzi Özen.
Remzi Özen, diğer meslektaşları gibi,
karpuz, kavun festivalleri
düzenlemek, su sorunları, çöp,
sokakların temizliği, aydınlatılması
gibi konuların içinden (ki o konulara
da önem vermiyor denemez.) önceliği
sanata, çocuklara yönelik sanatsal
etkinliklere vermiş. "Çağdaş dünyaya
sanat yoluyla merhaba" demeyi
amaçlıyor. Çünkü biliyor ki sanata
duyarlı insanların yaşadığı çevrede
birçok sorun kendiliğinden
çözümlenecektir.
İşe 4500 kişilik açık hava tiyatrosu
yaparak başlayan Başkan, daha sonra
kendi deyişiyle bir "fare yuvası"
halinde duran binayı tiyatro salonu
haline getirmiş.
Başkan Remzi Özen'e ilk kez sekiz yıl
önce Olcay Poyraz tarafından
"Uluslararası Çocuk Tiyatroları
Festivali" düzenleme önerisi
getirildiğinde hemen kabul etmiş.
Festival, o yıldan bu yana aralıksız
olarak her yıl haziran sonu temmuz
başında gerçekleştirilmekte. Festivale
TOBAV, ASSİTEJ'in yanı sıra turistik
oteller, bazı kurum ve kuruluşlar
maddi manevi destek veriyorlar.
Yöredeki çocuklar hatta yetişkinler de
zevkle izliyor.
Yurtiçi ve yurtdışından yerli yabancı
iki yüze yakın konuğun katıldığı
"Çocuk Tiyatroları Festivali" gibi bir
28
kültürel etkinliğe nedense Kültür
Bakanlığı ilgi göstermiyor. Milli Eğitim
Bakanlığı festivale o bölgedeki gençlik
kampını tahsis ederek destek
verebilir, vermiyor Turizm Bakanlığı,
Başbakanlık Tanıtma fonunun da
herhangi bir desteği söz konusu
değil. Bütün bu kuruluşların
sergiledikleri ortak tavır bir yerde
hükümetin kültürel etkinliklere nasıl
baktığını açıklıyor. (Bu festivalin
düzenlenme ve sergilenme
aşamasında henüz 55. hükümet
ortalarda yoktu.)
Festivalin açılışı kasaba meydanında
çevre okullarının folklor, TOBAV Dans
Tiyatrosu'nun dans gösterileriyle
başladı. Daha sonra yine aynı
meydanda Romanya kukla tiyatrosu
bir gösteri sundu. Oyunun sonunda
kuklaların seyircilerin arasına karışarak
birlikte dans etmeleri çok hoştu.
Almanya'dan gelen ırkçılık, işsizlik,
uyuşturucu bağımlılığı gibi konuları
işleyen Comic-On Tiyatrosu'nun
gösterisi daha çok 14 yaş ve üzeri
gruplara sesleniyordu ve ne yazık ki
oyun öncesi böyle bir duyuru
yapılmamıştı... Savaşı ve savaşın
getirdiği acıların anlatıldığı Ülkü
Ayvaz'ın oyunu "Şahane Lunapark"
Makedonya Üsküp Halklar Tiyatrosu
Türk Dramı grubunca sergilendi ve
grup oyuncularının oyunculuklarından
kaynaklanan sorunlar nedeniyle ileti
yeterince ortaya çıkmadı. Ümit
Denizer'in "Uçan Şemsiye" adlı
oyununu sergileyen Yugoslavya
Rumeli Tiyatrosu oyuncularının
oyunun sonunda sahnede oluşan
evlenmeye karar vermesiyle iyi
uyumlu bir insan haline gelmesi (ve
bunun ardında yatan düşünce biçimi),
çocuk oyuncuların büyük insan
sesleriyle play-back yaptıkları
gösterileri, festivale katılan oyunların
seçiminde belki biraz daha titiz
davranmak gerektiğini düşündürüyor.
cy
a
çöplüğü seyirci çocuklarla birlikte
temizlemeleri çocuklar arasında
büyük bir coşku yarattı. Bu festivalin
bir de çok uzaklardan bir konuğu
vardı; Bangladeş. Kendi dillerinde
sergiledikleri savaş karşıtı oyunlarıyla
Bangladeşliler bizleri 60'lı yıllara
götürdü. O zamanların Hint filmlerini
ve baygın bakışlı sanatçılarını
anımsatan, oyuncuları ve
oyunculuklarıyla farklı bir topluluktu.
pe
Çocuk tiyatrosu oyunculuğunun
(aslında bu alanda çalışan her
konumdaki kişi için) farklı bilgi ve
birikim gerektirdiği bu festival
sırasında bir kez daha açık biçimde
görüldü. Antalya Büyükşehir
Belediyesi Bizim Sahne Tiyatrosu
"Kurşun Askerin Utancı" isimli müzikli
çocuk oyunu, sevgi ve barış
özlemlerinin dile getirildiği ve zaman
zaman kötü krala karşı salondan
yardım istenen güzel bir oyundu.
Ancak oyuncular seyircilerin çocuk
olduklarını, gösterinin günün ikinci
gösterisi olduğunu, hava sıcaklığının
30 dereceyi aştığını ve sahnelemeden
kaynaklanan bazı sorunların da
etkisiyle salonda seslerin yükseldiğini,
hareketlenmelerin olduğunu
görmezlikten gelerek oyunu
sürdürdüler. Oysa oyuncular bu
durumu görüp oyunun akışında bir
değişiklik yapabilirlerdi. Böylece
kendilerinin de üzüldükleri,
oyunlarının iletisine ters düşen
durumlar da meydana gelmezdi.
Ankara Sanat Tiyatrosu'nun
sergilediği "Benim Güzel Pabuçlarım",
paylaşmanın vermenin güzelliğini
vurguluyor ve teknolojinin
yaygınlaşmasının getirdiği
yabancılaşmayı anlatıyordu. İlginç
tiplemeleriyle çocuklar kadar
büyüklerin de ilgisini çekti. Mamak
Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun
gösterisi ise farklı bir tiyatro tekniğini
çocuklara sunması, tanıtması
açısından güzel bir gösteriydi.
Karşıyaka Belediye Tiyatrosu sevgi
konusunu, anne-baba, öğretmen,
arkadaş ve aile sevgisi gibi çeşitli
düzlemlerde ele almış. Oyunda yer
alan "bana verdiğiniz öğütler için çok
teşekkür ederim" v.b. gibi sözcüklerle
konuşan büyümüş de küçülmüş yapay
çocuk tipleri (lütfen çevrenize bir göz
atın hiç böyle çocuklar var mı), bekar
huysuz komşu teyzenin postacı ile
Festivalin tek geleneksel gösterisi
Cengiz Özek'in gölge oyunu gösterisi
idi. "Dünyayı Sev, Yeşili Koru" adlı
oyunu bir ağaç yılanlı da olsa,
korunmalı, kesilmemeli iletisini
veriyordu. Cengiz Özek, KaragözHacivat gibi geleneksel tipleri çevre
gibi güncel bir konu ile birleştirerek
geçmişten bugüne köprü kurmuş.
Oyun sırasında sanatçının Hacivat'ı
arama bahanesiyle elinde Karagöz
figürü ile perde önüne fırlaması,
çocukların onunla hâlâ Karagözmüş
gibi konuşması, ona yol göstermesi
çok güzeldi. Sahne ile salon
arasındaki bu güçlü iletişim keşke tüm
diğer gösterilerde de gerçekleşebilse.
Beş yıldır yörenin çocukları ile
"Yaratıcı Drama" çalışmaları yapan
Ruth Burgess, Selen Birkiye'nin
yardımlarıyla hazırladığı bu yılki
gösterisini Değirmenlerin çevresinde
gerçekleştirdi.
Festival bir bütün olarak
değerlendirildiğinde bazı hususlara
biraz daha dikkat edilmesi gerektiği
ortaya çıkıyor. Çocuklar doğaları
gereği ilgilerini uzun süre bir konu
üzerine toplayamazlar, kolaylıkla
sıkılırlar, dikkatleri dağılır. Festival
düzenleyicileri çocukların bu
özelliklerini pek dikkate almamış
29
cy
a
oyunculara ve seyircilere hem
eğlenceli saatlar yaşatabilir hem de
yeni ufuklar açabilirdi.
Böyle bir etkinliğin amaçlarından biri
geleceğin duyarlı tiyatro seyircisini ve
sanatseverlerini oluşturmak olduğuna
göre, seyircilerin çocuk oldukları ve
iklim koşulları göz önüne alınarak
yapılan program (yani oyun
sürelerinin en çok 40 dakika ile
sınırlandırılması, günde bir oyun
oynanması v.b.) festivalin amacına
daha doğru biçimde hizmet edecektir.
Öte yandan oyun bitimlerinde
oyuncular ile isteyen seyirciler
arasında oyun hakkında yapılacak 1015 dakikalık karşılıklı söyleşiler ya da
kasaba meydanında yine oynanacak
oyunlarla ilgili oyun öncesi veya
sonrası yapılacak etkinlikler
30
penceresinden ayrı ayrı Çocuk
Tiyatrosu ile ilgili küçük toplantılar
düzenlenebilir, çalışmalar yapılabilir ve
tüm bu toplantılarda sunulan bilgiler
bir kitap halinde bastırılabilirdi.
Dikkat çeken bir başka nokta ise
hemen hemen tüm oyunlarda yer
alan müziklerin kulakları sağır
edercesine yüksek olması idi. Özellikle
kapalı mekânlarda son derece
rahatsız edici olan bu durum kalitesiz
müziklerin çalındığı disko ortamı
yaratmaktan öteye gidemedi. Oyun
metni, kostüm-dekor, oyunculuk
kadar müzik de tiyatroda, bütünü
tamamlayan ve oyunun kalitesini
etkileyen öğedir. Bu öğelerden birinin
göz ardı edilmesi doğal olarak bütüne
gölge düşürmekte. Çocuk Tiyatroları
Festivali gibi güzel ve çok anlamlı bir
etkinlik hem yöre insanında hem de
Türk Çocuk Tiyatrosunda kalıcı etkiler
yaratabilir. Yurtiçi ve dışından bu
alanda çalışan birçok insanın bir araya
gelmesi, bilgi alış verişi ve
deneyimlerin paylaşılması açısından
çok büyük bir fırsat. Ancak bu fırsatın
gerçek bir fırsat olması, kalıcı etkiler
yaratabilmesi daha titiz bir oyun
seçimi ile gerçekleşecektir.
Festivalin kalıcı, nitelikli ve "Türk
Çocuk Tiyatrosuna" gerçekten yararlı
olabilmesi ancak, bu alanda çalışan
herkesin yapıcı eleştirileriyle ve
birikimleriyle yanında yer almasıyla
gerçekleşecektir. Tıpkı bu etkinlikte
emeği geçen, büyük bir özveriyle
çalışan tüm TOBAV üyelerinin, Devlet
tiyatrosu elemanlarının, Belediye
çalışanlarının "sadece ve sadece"
sanat için verdikleri değerli katkılar
gibi.
Festival sırasında Alaçatı'da Çocuk
Tiyatrosu ile ilgilenen birçok kişi bir
araya geldi. Kolay kolay ele geçmeyen
bu fırsat değerlendirilerek yazar,
oyuncu, yönetmen, diğer sahneüstü
ve sahne gerisi çalışanlarının
Dileğimiz böylesi küçük beldelerde
sadece karpuz, domates ya da popmüzik festivalleri düzenleyerek kültür
adına güzel şeyler yaptığına inanan ve
bununla yetinen belediyelerin bu tip
çalışmalara örnek olması
pe
olacaklar ki, programı bir günde kısa
aralıklarla her biri bir saat süren iki,
bazen üç gösteri yer alacak biçimde
düzenlemişlerdi. Böylesi hassas bir
konunun gözardı edilmesinin
sonuçları, oyunların ilk 15-20
dakikasından sonra salonda kendini
gösteriyordu. Oyun öncesi iyi niyetle,
merakla salondaki yerini alan çocuk,
bir süre sonra doğasına yenilerek,
sıkıntısını dışa vurmaya başlıyor.
Giderek hareketlenmeler
belirginleşiyor, sesler yükseliyor,
böylece salon gürültülü, isteyenin
istediği anda bulunduğu yeri terk
ettiği bir gazino ortamına
dönüşüyordu.
Her şeye karşın "Çocuk Tiyatrosunun"
henüz yeterince ciddiye alınmadığı
ülkemizde küçük bir kasabada, yani;
Alaçatı'da, Alaçatı sokaklarında
tiyatro konuşuldu, çocuklar,
yetişkinler tiyatroda buluştular. Bu
kadarı bile her türlü yorgunluğa,
destek vermeğe değer bir durum.
İZDÜŞÜM
Levendoğlu
"Mevsim" Kapıda
Eylül'e girdik. Perdelerin açılıyor olduğuna ilişkin "toplu tanıtım" yazıları çıkmaya başlayacak
yakında, kimi sanat dergilerimizde. Kimi gazetelerde de, hazırlıklarına başlanmış olan oyunlardan
"magazinel değer" taşıyan kimileri yer alacak. Yani, yeni "tiyatro mevsimi" artık kapıda.
Tiyatroda "mevsim" denen şey niçin vardır? Geçen "mevsim" başındaki dergi yazılarına göz
atıyorum. Milliyet Sanat'ta Seçkin Selvi de bu kavramı irdelemiş ve - ödenekli tiyatrolarınkinin
dışında - bu "mevsim''in giderek kısalıyor olduğu gerçeğini doğru verilerle nedenlendirmiş. Ama
"Eskiden tiyatro mevsimi diye bir tanım yoktu." değerlendirmesi de geçerli mi? Yok yok, değil.
Evet, tiyatrolar "evlerindeki" etkinliklerine yaz ve "fuar" turnelerini ekleyerek ekim-mayıs
takviminin ötesine uzanırlardı ama "mevsim" denen kavram yine de vardı eskilerde.
"Mevsim", "Türk patentli" sayılabilecek bir düzendir. Köklü tiyatro kültür ve geleneğinin geçerli
olduğu ülkelerin önde gelen kentlerinde pek görülür bir düzen değildir. Giderek, Londra'nın West
End'i örneğinde olduğu gibi tersine bir işleyiş, yani "mevsim"in söz konusu olmadığı, yaz
döneminin de "ölü" olmak yerine -turist akımıyla- önemli izleyici artışına ulaşılan dönem olduğu
a
görülebilir.
Sanatsal doğrular açısından bakarsak "sanatın tatile girmesi" diye bir anlayış geçerli
olamayacağına göre onun "mevsimi" de olamaz. Peki ama, her ülkede-toplumda, sanat
pe
cy
Ahmet
alanlarındaki eğilimlerin ve düzenlerin o ülkenin-toplumun koşullarına-özelliklerine göre
biçimlenmesi doğal değil mi? Öyleyse, bizde tiyatronun, kendi koşulları doğrultusunda bir
"mevsim" düzenine bağlı olması da doğal sayılmamalı mı?
Sorunun yanıtının arayışında "koşullara" bakalım: (Seçkin Selvi yazısında da belirtilen) ekonomik
çıkmaz - ve onunla bağlantılı olan- salonsuzluk; devlet desteği uygulamalarındaki olumsuzluklar;
televizyonun - çeşitli yönlerden - olumsuz etkileri; baskılar, yasaklamalar... Bunların dışında
medya desteğinin eksikliğinden, büyük kent yaşantısının giderek dayanılmazlaşan güçlüklerinden
söz edilebilir, ayrıca iklim özelliklerinin etkisi de hesaba katılabilir. Öyleyse yanıtı şöyle
biçimlendirebiliriz: "Doğal sayılma'yı 'kaçınılmazlık' anlamında düşünürsek; evet, 'istenirlik'
anlamında düşünürsek; hayır... "Mevsim"in kısala kısala eskilerdeki 8-9 aydan neredeyse 4 aya
inmeye başladığı da göz önüne alınırsa, ortaya "ciddi" bir görünüm çıkmakta.
Konunun bir de sorgulanabilecek birkaç yönüne göz atalım:
-Tatili (bizdeki tatil anlayışıyla yaz dönemini) her türlü düşünsel-sanatsal etkinlikten uzak durmak
biçiminde algılayan yaygın anlayışın durumda payı yok mu?
-Uygulamanın alışkanlığı oluşturduğundan yola çıkarak sorarsak: Ödenekli tiyatrolar baştan bu
yana yaz aylarını sanatçısı ve izleyicisi için tatil ilan etmemiş olsalardı, durum farklı olur muydu?
-Siyasal çıkarlarla verilen ve son yıllarda ard arda gelen "uzatılmış" dokuz günlük Bayram
tatillerinin en olumsuz etkisinin tiyatro üzerinde olduğunu tiyatrocular dışında düşünen var mıdır?
-Yine son yıllarda Ramazan ayında izleyici oranında - eskilere kıyasla çok daha belirgin olan düşüşün, "bağnaz - dinci" akımların estirdikleri rüzgârlarla ilintisi var mıdır?
Tiyatrolara, tiyatro insanlarına, tiyatro izleyenlerine iyi "mevsimler"
31
ELEŞTİRİ
Handan
Salta
ROBERT WİLSON VE
HAMLET
Bu yıl elli yaşını kutlayan Hollanda Festivali Robert Wilson'ın üç oyununu birden
konuk etti. "La Malaide de la Mort", "Time Rocker" ve "Hamlet'le festivale katıldı
Wilson. Bu yapıtlar içinde monolog olarak sahnelediği "Hamlet" Wilson'a göre
şimdiye değin yapılan yorumlarını beğenmediği için seçtiği bir yapıttı. 9. İstanbul
Tiyatro Festivali'nde verdiği konferansta Broadway oyunları ve operayı
bütünlük içinde sunmaktansa tablolar
şeklinde ortaya koymayı yeğliyor. Tek bir
yorum yapma "tehlikesini" de böylece
saf dışı bırakmış oluyor. Günümüzün
şizoid yaşantılarına da koşutluk gösteren
bu tablolar ışık ve sesle beslenince
ortaya nefis bir görsel, işitsel şov çıkıyor.
beğenmediğinden dolayı tiyatro yapmaya ve opera sahnelemeye
cy
a
karar verdiğini anlatan Wilson için bu sözler pek şaşırtıcı değil.
Wilson'ın Hamlet yorumu da onun diğer
yapıtlarına bakıldığında ya da sözünü
ettiğimiz konferansta anlattıklarını
incelediğimizde şaşırtıcı gelmiyor.
pe
Hayli zengin bir anlatım yöntemiyle ve
kendine özgü diyebileceğimiz
oyunculuğuyla Hamlet'i Danimarka'dan
da Shakespeare'in dünyasından da
uzaklara taşıyan Wilson, onu günümüz
dünyasına yaklaştırıyor. Hamlet, ikiyüzlü
bir dizge içinde varoluşunun temellerini
sorgulamaktan çok, bu dizge içinde nasıl
var olabileceğini araştıran bir oyun kişisi
olarak karşımıza çıkıyor. Ancak
Hamlet'in günümüze gelmesi bildik
dramaturgi ya da metin üzerinde
yapılan çalışmalarla gerçekleşmemiş.
Wilson, Hamlet'i değişik duygu
durumları içinde farklı tepkiler veren ve
bu duyguları sahnede de tablolar yoluyla
yansıtan bir yorumu geçerli kılmış.
Dekorla koşutluk içinde olan bu duygu
durumlarını gösteren tablolar hem
Hamlet'in iç dünyasını hem de dış
dünyanın onun üzerindeki farklı
etkilerini ortaya çıkarmakta kullanılmış.
Festival kataloğunda Wilson'ın,
Hamlet'in farklı yönlerini vurgulamak
isteği belirtiliyor. Hamlet'in kadınsı,
baskıcı, zalim bir prens, deliliğe uzanan
ya da şiddet dolu yönlerini çarpıcı bir
anlatımla aktaran Wilson, bu yönleri bir
32
Oyun üst üste yığılmış kitapları andıran
bir dekorun üstünde Hamlet'in oyunun
sonunda söylediği "had I but time"
(biraz vaktim olsa) repliğiyle başlıyor.
Burada aklımıza Wilson'ın kitapları
andıran bu dekorla şimdiye değin
yapılmış Hamlet yorumlarını çağrıştırmak
istemiş olabileceği geliyor. Oyun
ilerledikçe de kitap görünümündeki bu
katmanlar yavaş yavaş azalıyor. İlk anda
izleyiciyi etkisi altına alan bu sahnenin
ardından oyunun başına geri
dönüyoruz. Hayaleti görmesiyle
başlayan ve delirmeye doğru ilerleyen
sürecin başlangıcı olan bu sahne,
gerçekten dinamik bir oyunculukla
besleniyor. Çok az dekorun kullanıldığı
oyun boyunca Wilson ışık ve ses yardımı
dışında yalnızca bedeniyle, oyunun
yarım saat geç başlamasından dolayı
hayli sıkılan, izleyicinin dikkatini hemen
hemen hiç dağıtmadan performansını
bitiriyor.
Zaman zaman Amerikan sinemasının
büyük oranda teknoloji destekli filmlerini
anımsatan bu ışık ve ses desteği hem
tek tek tabloların oluşmasında hem de
Wilson tarzı bir oyun bütününün ortaya
çıkmasında inkar edilemez derecede
önemli.
Şiddetin en çok vurgulanan öğelerden
biri olması, Hamlet'in kişiliğinin en
önemli parçası olarak algılanmasına yol
açıyor. Bu da belki kararsızlık ve
belirsizlik içinde kıvranan
"Hamlet" yorumları karşısında
alınan tavırlardan en belirleyici
olanı. Polonius'u üç kez
öldürmesi ya da Ophelia'ya
manastıra gitmesini söylerken
hissedilen acı dolu şiddet, sözünü
ettiğimiz olgunun örnekleri
olarak görülebilir. Bu sahnelerde
şiddet duygusunu besleyen cam
kırılması, gök gürültüsü gibi ses
efektleri ve kırmızının, mavinin,
sarının en çarpıcı tonlarının
oluşturduğu ışık, etkili bir
anlatımın can damarı gibi
görülüyor.
sahnede gerekli gereksiz her
yerde kullanılan teknik oyunlara
da, yetersiz ve belirli bir
estetikten yoksun oyunculara da
saraya gelen tiyatro
topluluğunun gösterisi
sahnesinde "selam yolluyor".
Wİlson'ın sahne üzerinde yaptığı
en önemli şey mekan yaratmak
Amcasını öldürmek istediği ancak
öldüremediği sahnede yarı kapalı
perdenin ardındaki hayali
amcayla kendi iradesi arasındaki
mücadele Hamlet'in yaşadığı içsel
Ayrıca Rosencratz ve
Guildernstern'ü nasıl ölüme
yolladığını anlatırken salıncakla
sahnenin üzerinde asılı duran
Wilson, bir anlamda bu şiddete
uzaktan bakabilen ve büyük bir
soğukkanlılıkla yaptıklarını
aktaran Hamlet'i -bizce- şiddeti
içselleştirmiş olarak yorumluyor.
gerilimi vermesi açısından son
derece başaşarılı Ayrıca yalnızca
yan yana ya da üst üste duran üç
topun kullandığı ve ışıkla
beslenen mezarlık sahnesinde
yaratılan düşsel ortam da
Wilson'ın ve ekibinin mekân
yaratmaktaki ustalığının bir
örneği.
Hamlet'in deliliğe uzanan
yoculuğu da çok yakından
tanıdığımız nesnelerin farklı bir
biçimde kullanılmasıyla
çağrıştırılıyor. Artık dünyaya
başka bir şekilde bakan
Hamlet'in gözlerinde iki pinpon
topu olması ya da sinek
vızıltısının deli eden etkisi
Wilson'ın bedeni ve sesiyle
bütünleştiğinde delirmeye doğru
ilerleyen Hamlet'i kolaylıkla
tanıyabiliyoruz.
halinde vermekten hiç
a
Hamlet'in çokça vurgulanan bir
başka özelliği de "âşık" olması.
Belki de Kenneth Branagh
yorumuyla koşut zamanlara denk
düştüğü için sahnede görülen
Hamlet'le hayali Ophelia arasında
yalnızca mektuplarda kalan,
duygusal bir ilişki düşünemiyoruz.
Wilson'ın yorumu oldukça
tutkulu, coşkulu bir aşkı
çağrıştırıyor. Zaten oyunun
sonunda da diğer oyun kişilerini
temsil eden kostümler birer birer
sandığa girerken Ophelia'nın
beyaz elbisesi sahnenin sağ
köşesinde parlıyor.
"Hamlet" kişiliğinin farklı
yanlarının ayrı ayrı ve çok çarpıcı
pe
cy
bir şekilde vurgulanması Wilson'ı
Klasik anlamda tiyatroyla da
dalga geçmeyi ihmal etmeyen
Wilson, izleyiciyi aptal yerine
koyan oyunculuk tarzlarına da,
soluk almadan izlemenize yol
açıyor. Ancak Hamlet'in tüm bu
farklı ve çelişen özellikleri
kendisinde barındırmasından
dolayı duyduğu acı ve çıkmazda
olma durumu böyle bir yorumla
kaçınılmaz olarak- gözardı
ediliyor.
İzleyiciye her şeyi hazır lokmalar
hoşlanmayan Wilson, tüm
ipuçlarını
verdikten
sonra
düğümü çözmeyi de izleyiciye
bırakıyor.
ELEŞTİRİ
İZLEYİCİ AÇISINDAN
"EVEREST MY LORD"
Fakiye Özsoysal Çavuş
Akşamın ilerleyen zamanı Osmanlıdan kalma giysileri içinde bir Sucu, yüzyıl
öncesinden kalma batılı giysileriyle iki kadın, bir erkek ve aristokrat havasıyla
ötekilere göre daha çağdaş sayılabilen giysisiyle bir başka erkek. Kumpanya'nın
"Everest My Lord" oyununu izlemeye Cihangir Parkı'na gelmiş insanlar meraklı
gözlerle parkın bir ucunda duran beyazlar içindeki bu heykellere bakıyorlar.
cy
a
Heykellerin giysilerine baktığınızda aslında
bir zamansızlık görüyorsunuz. Derken
çağdaş giysisiyle beyazlar içinde Yazarın
Gölgesi geliyor yavaş, donuk ve minimal
hareketlerle, izleyicinin arasından
heykellere doğru.
pe
Heykellerin üzerinde küçük lambalar
yanıyor. Bu arada önceden banda
kaydedilmiş bir ses "Everest My Lord" adlı
oyunumsu öyküyü donuk, tekdüze,
duygusuz ve neredeyse hiç vurgusuz,
olduğu gibi okuyor.
Oyuncunun belli sayıda hareketten oluşan
koreografisi durmadan tekrarlanıyor ve bu
hareketlerle metin arasında bir bağ
kurmak neredeyse imkânsız. Ya da herkes
kendine göre bir bağ kuruyor, anlam
yaratıyor. Sonradan Yazarın Gölgesi
olduğunu anladığımız oyuncu, Everest My
Lord ve Heykellerle belirlenen oyun kişileri
arasında geçen iletişimsiz konuşmaları
dinliyor, gözlemliyor. Biz izleyiciler de olup
bitenin bütününü aynı biçimde dinliyor
konumuna sokuluyoruz. Ama izleyici hep
dışaradan bir göz olarak kalıyor, öykünün
içine giremiyor. Bu, özellikle yapılmış bir
şey.
Bu kısa ön oyundan sonra Yazarın Gölgesi,
Everest My Lord'un evi içinde bir göz
olarak geziniyor ama bu sefer ortada ne
bildik anlamda bir oyuncu ne de sahne
benzeri bir şey var. Parkın karşısındaki eski
bir binanın üzerine yansıtılan siyah beyaz
görüntüler ve binanın her katındaki
balkonlarda insan silüetlerinden başka bir
şey yok. Beyazlar içindeki insan silüetleri
34
binaya yansıtılan harfleri, cümleleri
defalarca tekrarlanıyor. Sesler mikrofonlar
aracılığıyla duyuluyor. Cümleler, aynı
zamanda kesik kesik görüntüler biçiminde
binanın üzerinde filmleşiyor. Bu devasa bir
sinema perdesi gibi. Ancak Yazarın
Gölgesinin Gölgesi konumundaki izleyici,
Everest My Lord'un ev içi yaşamı,
kafasından geçenler, onu izleyen Yazarın
Gölgesi ve kafasından geçenler, ışık
efektleri, sözlerin tekrarının yarattığı etki
benzeri birçok boyutu bir arada algılayıp
kendi bireysel anlamlandırmasını yapmak
gibi zor bir görev altında. Oyunun bütünü,
aynı anda hem iç içe birbiriyle bağlantılı,
hem birbirinden kopuk olarak ayrı ayrı ele
alınabilen öğelerden oluşmuş.
Sevim Burak'ın kelimelerle oynama, onları
biçimden biçime sokma, gerçeği doğrusal
algılamayı parçalayarak bir çeşit oynama
ve bunu yaparken uyumsuz, gerçeküstü
öğelerden yararlanma biçemi, bir anlamda
dili ters yüz ederek, okuyucuyu şaşırtıp,
günlük yaşamı, dili, kendini sorgulamaya
yöneltir. Ama son derece biçimsel bir
yaklaşımla yapar bunu. "Everest My
Lord"da içerik tüm varlığını yitirmiştir.
Belki de, kendi uydurduğumuz, "dil"
denilen şeyin, algılama biçimimizi
egemenliği altına almış olması Burak'ı
rahatsız etmekteydi. Sözcüklerin gerçeği
yansıttığını sanırız ve bu sözcüklerin
kafalarda yarattığı imgeler her insan için
farklı olduğu halde biz aynı dili, aynı
gerçekliği konuştuğumuzu, dünyayla,
insanlarla aramızda bir dialog olduğunu
sanırız. Dialogun ne olduğunu
düşünmeden, hatta düşünmenin ne
olduğu düşünmeden. Dilin sistemi içinde
algımız otomatikleşmiştir.
Kumpanya, Sevim Burak'ın biçimsel
yaklaşımını koruyarak ses, görüntü, ışık ve
mekânı bu temelde birleştiriyor, metnin iki
a
pe
cy
boyutlu görünen ama çok boyutlu biçimini
görsel açıdan yeniden yaratıyor. Oyun
izleyiciyi odaklayarak, onun oyunu bireysel
algılaması doğrultusunda yeni bir biçimle
yazmasını istiyor.
Oyunun bütünü bir yabancılaştırma ve
bütünü bir boş alan. Ancak izleyenin
günlük yaşantısındaki herhangi bir
sorunsaldan yola çıkarak doldurabileceği
bir boş alan değil bu. Bütünü parçalayıp,
öylece bırakan bir boş alan. İzleyenin bu
boşluğu doldurması için nasıl bir bakış
açısından yaklaşması, nereden başlaması
gerek?
En basitinden ele alırsak, oyun esnasında
bir futbol takımının şampiyonluğunu
bağırarak, kornalar çalarak kutluyan
fanatik taraftarların, "en büyük" bir askeri
bir ağızdan tempo tutarak uğurlayan
geleceğin başka büyük(!) askerleri olacak
gençlerin ve parkın yanında top oynayan
çocukların görüntülerde beliren harfleri,
kelimeleri alayla tekrarlayan seslerinin
birbirine karıştığı bir ortamdaydı izleyici ve
böyle bir ortamda izliyordu, dinliyordu
gerçekliği, anlamı parçalayan, yok eden
kelimeleri. Acaba birtakım politik güçlerin
uç noktalara çekerek oluşturduğu
yanılsamaların gölgesindeki izleyici, zaten
parçalanma durumunun bizzat yaşandığı
bir ortamda değil miydi?
Bu yüzden ister istemez oyunu kendi
içinde yarattığı görselliğin, biçimselliğin
etkileyici olması açısından değil de
ardından ortaya koyduğu dünya görüşü
açısından değerlendirmeye yöneldim.
Algıyı, anlamı bizim temelinde parçalayan
bir oyunda izleyiciden bireysel algılaması
ve alımlaması ışığında parçaları yeniden
bütünlemesi istendiğinde, her bir izleyici
doğal olarak kendine göre farklı farklı
öyküler oluşturmaya başlayacaktır. Bu
durum ilk bakışta hoş ve yaratıcı gibi
görünse de, aslında izleyeni kendi
dünyasına, kendi içine daha kapalı bir hale
getirme tehlikesini de içinde barındırabilir.
Tehlike diyorum, çünkü bu zaten birbiriyle
dialog kopukluğu içindeki insanları daha
da yalnızlaştırıp, ötekilerden ayrılmaya
yöneltebilir. Dolayısıyla bir anlamda
mevcut sistemin birtakım yanılsamalar
yaratıp bunları yücelterek insanlar arasında
yaptığı bölünme, parçalanma ve
ayrıştırmayı, siz bireysel yaratıcılık adı
altında başka türlü bir biçimde yapmış ya
da yapıyor olabilirsiniz.
Bu açıdan bakıldığında bu deneysel
çalışmanın, algıyı parçalayarak bilinç
düzeyine çıkarma çabası -ki bu da
temelde kökleşmiş kuralları yıkma
amaçlıdır ve batıda 70'lerde yapılan
deneysel çalışmalarda da görülür- ne yazık
ki değişen dünya koşulları
düşünüldüğünde, istemese de mevcut
sistemin parçalama, bölme ve böylece
kolay yönetme politikasına bir anlamda
hizmet etmekte olduğu söylenebilir. Çünkü
her şeyden önce çıkış noktasında estetik
kaygıların ve biçimin ardındaki dünya
görüşü, içinde yaşanılan gündelik
gerçekliğe başka bir bakış açısından
bakamaz hale gelmiştir. Artık 90'ların
sonlarındayken yapılan bu tür biçimci
bütünü parçalama çalışmaları alternatif
olmaktan uzak, sistemin bir parçası olmaya
doğru kaymaktadır.
Belki de ülkemizde bugünün şartlarında bir
alternatif oluşturmak için, parçalamadan
çok birleştirmeye ve eleştirel düşünmeye
yönlendirmeye çok daha fazla ihtiyaç
vardır. Burada sözü edilen, ileti verme
kaygısına girilmesi değil, içinde yaşanılan
koşulları iyi değerlendirerek, onlarla
hesaplaşarak, izleyiciye yaşadığı ortamda
seçenek oluşturabilecek farklı bakış
açılarını düşündürtebilmek ve onun
yaratıcılığını bu anlamda ortaya
çıkatarbilmek için işbirliği yapmaktır
35
İZLENİM
YARATICI İMGELEM VE
"TAL" GERÇEĞİ
Üstün A k m e n
İstanbul Bûyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları
"Tiyatro Araştırma Laboratuarı", gelişme sürecindeki
pe
cy
a
çalışmalarını geçtiğimiz sezon içinde "Sınırlar" ile sergiledi.
"TAL", Ayla Algan önderliğinde
tiyatroyu var eden çeşitli öğeler
arasındaki yaratıcı ilişki ve dengeyi;
bilim, düşün ve diğer sanat
disiplinlerindeki çağdaş veriler ışığında
araştırmayı amaçlayıp, insan varlığına
özgü bakış açıları getirmeye çalışıyordu.
Yaşar Eyüboğlu, Betül Kızılok ve Nadi
Güler'in Sofokles, Shakespeare, Kafka,
Nâzım Hikmet, A. Arif, T. Günersel'in
metinlerinden oluşan çalışmaları
gerçekten övgüye değerdi.
"Sınırlar", "TAL"nın laborantlarının da
anlattıkları gibi yaratım alanı içinde,
oyuncunun ve seyircinin iç alanlarındaki
boşlukları, psikolojik karşılıklarıyla
dışsallaştırmaya çabalayan bir
denemeydi. Gösterimde doğaçlama
elbette vardı, ancak duyu ve iradeden
ayrı olarak düşünülen bilme melekesi,
anlama gücü, usa vurma, yargılama
iyiden iyiye saklanmıştı.
Diyarbakır Barak yöresi "Mayın Tarlası"
folklorik oyununun adımlarından çıkan
fiziksel aksiyonları, psikolojik durumun
göstergesi olan üçgen formuna
dökerek, yaratıcı oyunculuğa bir yöntem
öneren ve on yedi dakika süren
gösterimin ardından Ayla Algan'ın
olamazcasına canlı tutarak yönettiği
"Seyirci Dramaturjisi Semineri"nde
benim izlediğim gün bir izleyici "ters
orantılı geçişlerin illüzyonu
yarattığını''söyledi. Bir diğeri gösterimi
"plastikle fonetiğin birleşmesi" olarak
yorumladı. Bir başkası: "Bu çalışma
kuşatılmışlıkların yol açtığı
bireyselleşmenin ritüelleştirilmesidir"
dedi. Ayla Algan, imgesel mekân
açmaktan söz ederken: "Sonucu
36
seyredebilirsiniz, ama süreci asla"
diyerek bir anlamda yaratıcı imgeleme
gönderme yaptı.
"TAL"nın laborantları "geçmiş üzerine
sorulması gereken soruları da sorabiliriz.
Deniz fenerinden çıkan ışınlar gibi"
diyorlar. Bana pek uygun geldi.
Gerçekten de öyle. Geçmişte olanları
bilmiyorsak ya da çağdaş varoluşumuz
içindeki karışık usumuzla, bütünlüğe
erişebilecek bir biçim bulamıyorsak,
bunu çağımızın başarısızlığı yerine, kendi
imgelememizin kısırlığı olarak
değerlendirmek daha doğru değil midir?
"TAL", bütünlüğe erişmeyi bekleyen
devingen bir gücün içimizde olduğunu
bize duyumsattı. Duyumsamak (Ayla
Algan'ın da bir yerde örneklediği gibi)
bizde yaşama istemi, hatta uğraşını
kışkışlıyor. Bilinen şu ki, zıddını içinde
taşımak eylemi, izleyicinin imgelemini
devingen yola sokmakta.
Burada İsviçreli ünlü psikiyatr Jung'ı da
anmak gerekiyor. Jung insanların,
düşlerde ya da imgelemde ortaya çıkan
kendi mitlerini yakaladıkları zaman,
daha bütünlüklü kişilik
geliştirebileceklerini söylerken;
düşünme, duyumsama, duyu ve sezgi
gibi dört temel zihinsel işlevi anlatıp
durmuş ömür boyunca. Dört temel
zihinsel işlevden kişiye göre bir ya da
birkaçının baskın olabileceğini öne
sürmüş hep. Ayla Algan ise, oyuncunun
yazar tiyatrosu, rejisör tiyatrosundaki
konumunda beş duyu tamamlayıcılığı
yanı sıra, yazarın ve rejisörün imgelerinin
kölesi olduğunu saptamış. Bu ortamda
"elbette endüstri sisteminin getirdiği,
ardında düşünselliği olmayan, medya
tarafından çok beğenilen, tutan,
eğlendirici, kendi kültüründen yoksun,
benzetmeci, batı taklitçisi bir gösterim
üretilecektir (*)" diyor. Ve de "tiyatroda
ritüellerden yoksun olan seyircinin kendi
ritüellerini dinlerde arayacağı (*)"
görüşünü savunuyor.
pe
cy
Şimdi, tam burada, "TAL"nın yeni
çalışmaları için, bir önerimi iletmek
istiyorum. Yeni çalışmalarının konusu
bence "satranç" olsun. Gülmeyin,
satranç belki kendi içinde zaman
yitirmeye yarayan bir oyun olarak
tanımlanabilir, belki herkesin
oynayabileceği düzeyli bir oyun olarak
da benimsenebilir. Ancak, satranç
ciddiye alındığında büyük zevkler
yakalama olanaklarıyla yüklüdür.
Gerçekten de bir satranç oyunu sırasında
yaratıcı drama yok mudur? Oyunu
kazanmanıza ya da yenik düşmenize
neden olacak düzeneği biz kurmaz
mıyız? Olayın rekabet ya da yarışma
yönünü bir tarafa bırakalım, oyun çok
ama çok "plastik" değil midir? Güzel
olan ne piyonlardır, ne at, ne fil, ne kale.
Güzel olan oyunun biçimidir. Evet, güzel
olan "devinim"dir. Dikkat ediniz, satranç
oyununda güzel olanların hiç biri, hiç mi
hiç görsel değildir. Burada güzeli
oluşturan, eylemin, jestin ya da
devinimin imgelenmesinden başka nedir
ki!
a
"TAL", gösteriminde kendini hiçbir
zaman dar olan bir çerçeveye
hapsetmek istemediğini ve olabildiğince
evrensel olmaya çalışmak gerektiğini
vurguluyor. Tiyatro yapıtının görsellikten
çıktıkça güzelleşeceğini sergiliyor. Beynin
gri hücrelerinin ilgisini çekme gerekliliğini
anlatıyor. Benim on yedi dakikalık
gösterimden bir kez izlemeyle
edindiklerim şimdilik bunlar. "Şimdilik"
diyorum, zira ikinci kez izlemek
olanağım olursa ya da yeni sezondaki
çalışmaları izleyebilirsem; bakalım gri
dokularımda, beyin hücrelerimde neler
değişecek. Oyuncunun konumu ve
yaratıcılığı beni kaç saat, kaç gün ya da
kaç ay etkileyecek.
Tiyatro Araştırmaları Laboratuarı için
yıllardır özverili uğraşlar veren Ayla
Algan, Beklan Algan, Erol Keskin, Haluk
Şevket Ataseven gibi sanatçıları / tiyatro
adamlarını saygıyla selamlarken;
gösterimi kaçıran tiyatroseverlerin hem
genç oyuncuları
izlemeyerek/izleyemeyerek umutlarının
yeşermesini engellemelerini, hem de
gösterim sonrası Ayla Algan'ın oyun
türlerindeki estetik göstergelerin
farklılığını, teksten gösterime uzanan
yaratıcı oyuncu çalışma yönetimini; ses,
ilişki, proksemetri, anatomi, beden
merkezleri, beden dili, tekst
diyaloglarındaki farklılıkları anlatışını
kaçıranlar adına hâlâ ciddi olarak
üzüldüğümü söylemek isterim.
Tiyatroseverler bu sezon TAL'nın yeni
çalışmalarını kesinlikle izlemeli
(*) Tiyatro... Tiyatro... Dergisi, Ekim 96 sayısı
"Kendi Kendimle Konuşmalar" (Ayla Algan)
37
İNCELEME
BOAL'IN
SANATA YAKLAŞIMI
Semra
Özden
Bu dönemin oyunları sözü edilen amaç gereği somut olaylarla,
kişilerle ilgilenmezler. Çünkü yaşanan somutluk çıplak gerçeği
ortaya dökebilecek denli sadedir. Tüm bunlar yerine dinsel,
ahlâki değerlerin soyutlamaları olan karakterler kullanılarak bir
kişiliksizleştirme, dolayısıyla onaylama yaratılmaya çalışılır. Bu
dönem tiyatro kahramanlarının en tipikleri Şehvet, Günah,
Erdem, Melek, Şeytan'dır. Bu karakterler dramatik eylemin
özneleri değil temsil ettikleri değerlerin sözcüleri olan nesneler
gibi haricot ederler. Örneğin Şeytan'ın daima tek bir işlevi
vardır, bu da insanın aklını çelmeye çalışmasıdır. Üstelik bunu
yaparken kullandığı sözler hep aynı basmakalıp sözlerdir.
Dolayısıyla bu tür oyunlarda tiyatronun temel ilkelerinden
çatışma ve karşıtlık yerine genel, homojen olanın geçerli
olduğu durağan bir dünya hakimdir.
a
Marksist bir bakış açısına sahip olan Boal'a göre sanat özel bir
bilginin iletilmesinin aracıdır. İletilecek olan bilginin seçimi
rastlantısal değil, sanatçının bakış açısıyla doğrudan ilişkilidir.
Söz edilen bakış açısı ise sanatçının toplumsal kökeni, onu
destekleyen, finanse eden ve ürettiği bilgiyi -sanatı- tüketen
kesimlerce belirlenmiştir.
Ekşioğlu
pe
cy
Yine Marksist bir bakış açısı gereği toplumu bir bütün olarak
değil birbiriyle çatışan sınıfların ilişkileri içerisinde
değerlendiren Boal'e göre bir toplumda çoğunlukla egemen
sınıfın tercih ettiği bilgileri içeren yapıtlar üretilir. Bu durum
toplumdaki diğer katmanların kendi bakış açılarını yansıtan
sanat üretmelerine engel olmamakla birlikte bu ürünlerin
aktarılması sınıfsal çatışmanın doğası gereği engellemelerle
karşılaşır ve egemen olamaz.
Özetlenmeye çalışılan bakış içerisinde değişik tarihsel
dönemlerde üretilen oyunların içerdiği bilgilerle o sırada var
olan toplumsal yapı ve egemen anlayışlar arasındaki bağı
araştıran Boal bu iki yönün tam bir uygunluk içerisinde
olduğunu göstermeye çalışır. Örneğin Atina devleti yüzlerce
savaşla toplumun egemen sınıflarına (aristokratlar) servet
sağlarken, bu servetin desteğiyle üretilen trajediler trajik
kahramanları, efsaneleri ve sıradışı, yüce kalpli bireyin
propagandasını içermesiyle egemen sanatı oluşturuyordu. Bu
dönemde bu anlayışın dışında kalan oyunlara devlet tarafından
izin verilmezdi.
Toplumun irili ufaklı birçok malikane temelinde örgütlendiği
feodal toplumun egemenleri ise toprak sahipleri, soylular ve
kilisedir. Topraksız olan geniş insan yığınları ise ait oldukları
toprağa bağlı olarak yaşamak zorunda olan bir tür mülkdüler.
Egemenliklerini tanrısal bir otoriteye dayandıran soylular ve
kilise bu akıldışı sistemi sürdürmek için yoğun bir baskı
uygulayarak geniş kesimlere var olan sistemin tanrısal bir
buyruk sonucu olduğunu kabul ettirmeye çalışıyorlardı. Bu
dönemin egemen sanatı doğal olarak bu kabullenmeye yol
açacak, otoriteye saygılı ve dinsel bir toplum yaratma amacını
taşır.
38
Ortaçağ oyunları Günah ve Erdem oyunları olmak üzere ikiye
ayrılabilir. Erdem oyunlarının tipik örneği Belcari'nin "Abraham
ve Oğlu Isaac'ın Anısını Temsil"dir. Tanrı buyruğu gereği
oğlunu kurban edecek olan Abraham'ın bu itaatkârlığı
ödüllendirilecek. Oğul ve babanın kavuşturulduğu ve
düşmanlarının kapısının anahtarının verildiği bu oyun herkesin
efendisinin emir ve isteklerini, içerikleri ne olursa olsun yerine
getirmesinin gerekliliğini vurgular.
Günah oyunlarının tipik örneği ise İngiltere'de anonim olarak
kaleme alınan "lnsanoğlu"dur. Ölüm anındaki bir insanın
öyküsünü anlatan oyun işlenen suçlar ne olursa olsun af
dilemek ve pişman olmakla kurtulunabileceğini savunur.
Ancak ticaretin gelişmesi ve kentlerin oluşmasıyla yükselen
burjuvazi, yaşamın yeniden örgütlenmesini zorunlu kılıyordu.
Yeni toplum örgütlenmesi paranın kurallarına göre oluyor,
bireysel değerler ve yetenekler ön plana çıkmaya başlıyordu.
Burjuvazinin özgür girişimi, çalışması ve akılcılığıyla kazandığı
yeni konum iyi talihe, kadere, tanrıya değil tamamen kendi
erdemine bağlıdır. Geçmişi ve gelenekleri sahiplenmeyen ve
kendini her şeye muktedir gören burjuvazi, davranışlarına
tamamen pratik içersinde yön verir. Pratik gerçekliğin dışında
sabit bir doğru, yanlış, iyi, kötü yoktur.
a
pe
cy
Böylesi bir arka planın yarattığı sanat, doğal olarak artistik
soyutlamaları değil, somut gerçekliği temel alır. Tüm sanat
dallarında etiyle, canıyla kanıyla yaşayan somut insan ön plana
çıkar. Tiyatro yaşayan insanlara uygun olarak şeytanı artık
kişileştirir. Nesne karakterler nesne olmaktan kurtulup
dramatik eylemin öznesi olurlar.
Tiyatroda bireyselleşmiş insanın gelişinin ilk yetkin örnekleri
Shakespeare'nin dramatik yapıtlarıdır. Daha önce hiçbir yazarın
yapmadığı biçimde insanın bütün yönleriyle ortaya koyulduğu
bu oyunlar bu anlamda ilk burjuva oyunlar olarak kabul
edilebilir. Ancak Shakespeare'in yapıtlarındaki burjuva doğası
karakterlerin kendilerini ortaya koyuş biçimlerinin dışında
görünür halde değildir. Kralcı bir oyun yazarı olması da
oyunlarındaki dramatik akışını olumsuz yönde etkilemiştir.
Örneğin Macbeth'in yasallığı temsil eden Malcolm ve Macduff
tarafından yenilmesindeki biçim dramatik bakış açısından
inandırıcı değildir. Bir diğer gözlenen unsur da Shakespeare'in
oyunlarındaki bütün karakterleri çok boyutlu olarak
işlemediğidir. Kişilik özellikleri bakımından yalnızca ayrıcalıklı
değerlere sahip kişiler ayrıntılı olarak işlenirken diğer
karakterler aynı şekilde yansıtılmaz. Yine Macbeth'i örnek
verecek olursak Malcolm ya da Duncan Macbeth karakterinde
olduğu gibi çok boyutlu olarak işlenmemiştir. Halk ise geçmişi
bir çırpıda unutan, aslında var olduğu düşünülen bir kitledir.
Macbeth suç işlediğinde ya da Kral Lear krallığını dağıttığında
bile halkın nerede olduğu belli değildir. Bütün bunlara karşın
yeni sınıfın temel özelliklerini tüm genişliği içinde nasıl
betimleyeceğini bilen ilk yazar olması onu değerli kılar.
(Almanya'da Hans Sachs İtalya'da Ruzzante gibi yazarlar da
aynı doğrultudadır.)
39
Machiavelli'nin "Adamotu" adlı yapıtı ise feodal tiyatro ile
burjuva tiyatrosu arasındaki geçişi yansıtan tipik bir oyundur.
Karakterleri somut olduğu kadar soyutluğu da barındırır.
Oyunun asıl önemli yanı erdemli insanın açıkça ortaya konmuş
olmasındadır. Bir aşk ve zina öyküsü içerisinde bile ahlâki
önyargılardan kurtulup bütün olasılıkları soğukkanlı olarak
hesapladığımızda doğru sonuca ulaşacağımız vurgulanır.
hiçbir engel olmadan dışa vurabilir. Ama bu özgürlük onun her
istediğini yapması anlamına gelmez. Özgürlük etik gerekliliğin
bilincidir. Bu şekilde karakter etik bir ilke ile cisimleştirilir. Artık
soyut ahlaksal değerler feodal dönemden farklı olarak sadece
somut sözcükler kazanmıştır. İyilik karakteri feodal dönemde
iyilik adında bir karakterle canlandırılırken bundan sonra adı
John Doe ya da Bill Smith olacaktır.
Oyunda birçok ilahi değere vurgu yapılır. Ama bu vurgular
alışılagelmiş biçimlerden uzak bir şekilde yapılarak
absürdleştirilir. Böylece bu değerler açıkça karşı çıkılamasa da
kabul edilemez olurlar. Rahip Timoteo'nun parasal konuları
konuşurken konuşma tonunun daha dinsel bir ifade alması
gibi.
Belli değerlerle cisimleşen bu somut karakterler kendi
antitezleriyle çatışma halindedirler. Bu çatışmanın yarattığı
dramatik eylem yeni bir dengeye (sentez) doğru yönelir.
Hegel'in sisteminde uzlaşmaz karakterlerden biri ya ölür
(romantik tiy.) ya da pişman olur. (toplumsal tiy.)
Romantizm insanın ruhsal dünyasındaki sorunları çözmeye
yönelik bir kalkışmadır. Yaşanan her ne olursa olsun (ister
yoksul, ister çirkin, ister parya) insan birtakım değerlerle
kurduğu ilişki aracılığıyla aristokratik bir şerefe sahip olabilir. Bu
tarzın en iyi iki örneği olan Hugo ve Hegel bu yolla tiyatroda
insana ilk ciddi daraltmayı yaşatmışlardır.
Tiyatrodaki ikinci önemli daraltmayı da gerçekçilik yaratmıştır.
Doğalcılık sanatı gerçekliği yeniden yaratmadaki başarısına
göre iyi ya da kötü olarak değerlendirilir. Zola tiyatronun
hayattan bir kesit göstermek zorunda olduğunu iddia eder. Bu
doğalcı nesnelliğin vardığı son nokta fotoğrafik gerçekliktir.
Buradaki temel yanlış taraf tutmadan ya da herhangi bir
seçicilik bile yapmadan yaşamın olduğu gibi yansıtıldığı
inancıdır. Gerçekçiliğin ardından gelen izlenimcilik,
dışavurumculuk gibi tüm akımlar öznelliğin ifade araçları olarak
insanı yine tek bir boyuta indirgeme ya da yaşayan, gerçek
insanların sorunları yerine mistik, gizemli konuları seçmeleriyle
burjuva toplumunun temel sorunlarını yansıtmaktan çok
uzaklaşmışlardır. Ancak çok boyutlu insanı psikolojik, ahlaksal
ve metafizik bir doğanın yeni bir soyutlaması biçiminde sunan
lonesco'nun anti-tiyatrosu insanın en son ve en şiddetli bir
biçimde daraltılması, tek boyuta indirgenmesi sonucunu
yaratmıştır, lonesco'da insan kendini artık hiçbir şekilde ifade
edemez bir hale gelmiştir, iletişim ise olanaksızdır. Bu anlayışın
doğal sonucu ise yaşananlar ne olursa olsun bu durumu
değiştirmek için hiçbir şey yapılamayacağı, dolayısıyla koyu bir
karamsarlıktır. Tıpkı Gergedanlar'da olduğu gibi. Oyunun tek
direnen karakteri Berenger bile onu bekleyen sondan
kurtulamaz. Boal'e göre bu durum kuşkusuz en çok
burjuvazinin işine gelir.
Bütün bu sözünü ettiğimiz bilgiler ışığında Boal'in sanatı
toplumun kültürel ve ideolojik yapısı ile ilişkilendirdiği, sanatsal
etkinlikleri bundan asla soyutlamadığı bilgisi ortaya çıkar.
Marksist bir anlayışa dayanarak yaptığı tarihsel yorumlarında
toplumsal yapı ne olursa olsun egemen güçlerin sanatı kendi
ideolojilerini yasallaştırmak için kullandığını kanıtlamaya çalışır.
Bu nedenle Boal sanatın toplumsal bir işlevi olmasına ve
sanatçının bu bilinci ve sorumluluğu taşıması gerektiğine
inanır
cy
a
Oyundaki karakterler kabaca erdemli olanlar ve erdemli
olmayanlar olarak sınıflandırılabilir. Oyunun temel karakteri
Ligurio alışılagelmiş şeytan karakterinin yeni yorumudur. Bir
rahip ya da keşiş olmayı seçebileceği halde özgürce asalak
olmayı seçen ve erdemlilik gösteren bir adamdır. Kendine
güvenen, etrafındaki problemleri zekâsıyla çözebileceğine
inanan Ligurio bir yararcıdır. Planlayıp uygularken insanın
ahlâki bir doğası olduğunu aklına getirmez ve her durum için
adeta bir bukalemun gibi başka bir davranış gösterebilir.
pe
Rahip Timoteo yeni dinsel anlayışın simgesidir. Ligurio'yu ilk o
anlar ve bilgilerini kullanarak ortak bir plan yaparlar. Timoteo
zamanı yakalamak gerektiğini bu yapılmazsa safdışı
kalınacağını kabul eder. Bu çerçevede kutsal kitabın her özel
duruma göre bir esneklik taşıması gerektiğini iddia eder ve
dogmatik yorum tarzından uzaklaşır. Onun tanrıyla ilişkisi
yeryüzündeki işlerin hesabını mal sahibine veren müdür gibidir.
Bu ilişki tarzı kilisenin yeni rolünü de simgeleştirir.
Oyunun bir diğer önemli karakteri de Lucrezia'dır. Oyunun
başında ortaçağın saf, onurlu kadın soyutlamasını canlandıran
Lucrezia bütün zamanını azizlerin hayatını okuyarak geçirir.
Yarı açık pencereden dışarı bakmayacak ölçüde kocasına sadık
olan Lucrezia, yaşanmamışlığın ızdırabı arttıkça dindarlaşır.
Daha sonra mucizevi bir şekilde değişen Lucrezia ruhundan
çok bedenini tatmin eden yeni hazlara yönelir. Bunu yaparken
eski değerlerini bir anda terk etmez. Ona göre hayatındaki bu
değişim tanrının isteği doğrultusundadır. Lucrezia oyundaki
dramatik değişimin anahtar figürüdür ve insanın nasıl yaşadığı
ile nasıl yaşaması gerektiği arasındaki ilişkiyi gösterir.
Burjuvazinin tarih sahnesine hızla yerleşmesi kuşkusuz ki
tiyatronun sınırlarını oldukça genişletmiştir. İnsanın bütün
ahlaksal değerlerden özgürleşmesini öneren Machiavelli
benzer bir düşünceyi izleyen Shakespeare burjuvazi için
bilinmeyen yönlere doğru ilerlemesi muhtemel yönelimlerdir.
Politik gücü ele geçirir geçirmez tiyatroya verilen bu silahları
geri almaya çalışan burjuvazi için ilk hedef dogmatik gerçeğin
dramatik karakterin özgürlüğünü ortadan kaldırdığı ama
biçimsel özgürlüğünü koruduğu bir modeli ortaya koymak
olmuştur. Bu modelin sahibi Hegel'dir.
Hegel'e göre karakter özgürdür, ruhunun iç devinimlerini
40
Kaynak: Augusto Boal, Theatre Of The Oppressed, Translated from the
Spanish by A. and Maria-Odilla Leal McBride, Pluto Press, London, 1979
PERDE ARASI
Cemal
Brecht Yılına Doğru...
Yaklaşmakta olan 1998 yılı, Bertolt Brecht'in yüzüncü doğum yıldönümünü olması nedeniyle,
bütün dünyada edebiyat ve tiyatro çevrelerinde yeni Brecht değerlendirmelerine zemin
hazırlayacak. Ülkemizde ise bu doğrultuda atılabilecek en doğru adımlardan biri, bu büyük
sanatçıya 1970'lerin yanlışlarından ve yanılsamalarından arınmış olarak yeniden eğilmek olabilir.
Brecht'in tüm oyunlarının Berlin-Frankfurt basımının ülkemizde yayınlanmaya başlaması
nedeniyle son zamanlarda bana en sık yöneltilen sorulardan biri de: "Brecht'in Türkiye'de güncel
olmasını neye bağlıyorsunuz?" sorusu oluyor. Ben de hep aynı yanıtı veriyorum: Brecht,
Türkiye'de henüz güncel olmadı. Çünkü benim güncellikten anladığım, temelsiz, geçici, bulanık
bir moda değil. Ben, gerçek anlamdaki güncellikten bir bilgi temelinde gerçekleşmiş
özümsemeyi anlıyorum. Herhangi bir konu ancak böyle bir temele dayandırılabildiği takdirde
belli bir kültürel ortamda kök salabilir ve yeni koşullarla sürekli bağıntı kurulabilmesi anlamında
güncelleşebilir, ya de hep gündemde kalabilir.
Bize Brecht'in yoğun biçimde gelişi, yetmişli yılların başına rastlar. Deyiş yerindeyse Brecht,
ülkemize yelkenleri Marksizmin ve devrim düşlerinin rüzgârıyla şişirilerek geldi ya da getirildi.
Gelişindeki bu özellik, Brecht'in sanatına temel edindiği ideolojinin ülkemizde hemen her zaman
sanatından daha çok önemsenmesine yol açtı ve bu, Brecht'e yönelik bakış açılarını kaçınılmaz
bir biçimde sığlığa itti. "tiyatro aracılığıyla politika yapabilirsiniz, ama politika aracılığıyla tiyatro
yapamazsınız", diyecek kadar tiyatro sanatını ön plana çıkarmış olan Brecht, gerek kuram,
gerekse uygulama düzlemlerinde ülkemizde çoğu kez salt politik yanıyla benimsenir ya da
yadsınır oldu.
pe
cy
a
Ahmet
Brecht'in yetiştiği ortam ile kendi ülkemizin bilgi birikimi ve düşünce ortamı arasında bir
karşılaştırma yaptığınızda, durumun böyle olması doğal gelmektedir.
1898 doğumlu Brecht, 1920'lerde tiyatro eleştirmeni olarak tiyatronun dünyasına adım
attığında, Avrupa tiyatrosu 19. yüzyılın son çeyreğine doğru girdiği bunalımı, varolan insan ve
toplum gerçekliğine yabancı kalmak diye özetleyebilecek bir büyük bunalımı natüralizm
aracılığıyla aşmış, geçmişle hesaplaşmasını geniş ölçüde tamamlamıştı. Yeni yüzyılın tiyatro
estetiği yörüngelerini oluşturabilmek için yeterince gelenek, bilgi, uygulama ve kuram temeline
sahipti.
Brecht'in elinin altında, Marksist estitiğin ilkeleri doğrultusunda otaya koyduğ epik tiyatroyu
geliştirebilmek için, dramatik tiyatro geleneğinin sunduğu bütün veriler vardı. Ve Brecht, bütün
bu verileri çok iyi değerlendirdi.
Gelenek karşısında hiçbir zaman toptan yadsıyıcı bir tutum almadı. Oluşturduğu tiyatro kuramını,
dramatik tiyatronun çıkmazlarını aşmak için kullandı. Ama işe yaradığı, tiyatro sanatı bağlamında
gerekli gördüğü yerde dramatik tiyatronun çözümlerini sürdürmekten hiç çekinmedi. Savunduğu
yeni tiyatro anlayışına, varolan insan ve toplum gerçekliği ile sahnedeki gerçeklik arasında tam bir
koşutluk kurabilmek için, hep toplumsal dinamikleri temel aldı.
Antikçağ tragedyalarından kendisine kadar uzanan yol, Brecht'e göre aynı zamanda tümel
insan düşüncesinin serüveniydi ve insanı bu kesintisiz yoluyla kapsayamayan bir sanat anlayışı,
insan gerçekliği ile herhangi bir bağ kuramazdı. Eşi az bulunur felsefe birikimi, yanlız Batı
felsefesinin gelişmesiyle yetinmeyip Uzak Doğu'nun bütün bilgeliğini de özümsemiş ve bütün bu
birikimi kendi tiyatro sanatı açısından önkoşul saymış olması, Brecht'in sanata bakışının ve
uygulamalarının özüdür. Yanlız tiyatro anlayışıyla değil, fakat sanatın bütününe ilişkin görüşleri
bağlamında hiç kuşkusuz bir devrimciydi. Brecht, ama bu, özellikle düşünsel temellerini çok iyi
hesaplayabilmiş olan bir devrimcilikti. Bundan ötürüdür ki o temelleri geçmişe uzantılarıyla
öğrenmeden Brecht'\ yalnızca devrimci tutumuyla kavramaya çalışmak, ortaya kötü taklitler
koymaktan başka bir sonuç veremez.
Bertolt Brecht, anılan temellerin henüz hiçbirine sahip bulunmayan bir ortamda ne kadar
anlaşılıp güncelleşebilirse ülkemizde de o kadar anlaşılmış ve güncelleşmiştir..
İZLENİM
Yarının Tiyatrosuna İvme Kazandırmak İçin Verimli Bir Buluşma:
GENÇ TİYATRO ELEŞTİRMENLERİ
SEMİNERİ
Hasan
Erkek
Bu yıl, 19 Mayıs - 3 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilen 9. Uluslararası İstanbul
Tiyatro Festivali birçok bakımdan, düzeyli, nitelikli ve doyurucu bir festival oldu. Dünyanın
en önemli topluluklarının yanı sıra yurtiçinden de önemli topluluklar, sınırlarını zorlayan
gösterilerle katıldılar festivale. Yalnızca oyunların sahnelenmesi ve izlenmesiyle
yetinilmedi. Festival kapsamında konferans, sergi ve seminer gibi başka etkinlikler de
gerçekleştirildi. Bunların yanı sıra etkinlik de kuşkusuz Genç Eleştirmenler Semineriydi.
pe
cy
a
Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği
(AICT)'nin her yıl bir başka ülkede
düzenlediği Genç eleştirmenler semineri,
yine aynı birliğin öncülüğünde
gerçekleştirildi. Evsahipliğini bu kez Türkiye
Tiyatro Eleştirmenler Birliği yaptı.
Evsahipliğindeki en önemli rolü ise Zeynep
Oral üstlendi. Festivalle organik olarak
bütünleştirilen seminere lan Herbert ve
Kalina Stefanova yön verdiler. Türkiye
Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı ise söz
konusu semineri parasal olarak destekledi.
Bakanlığın rehberleri Hafize Er ile Ertuğrul
Derindere de özverili çabalarıyla seminerin
sağlıklı bir akış içinde gerçekleşmesine
yardımcı oldular.
20-25 Mayıs 1997 tarihlerinde
gerçekleştirilen seminere on dört ülkeden
toplam on dokuz genç eleştirmen;
Moldova'dan Ancela Baroncea, Çek
Cumhuriyeti'nden Veronika Bednarova,
Portekiz'den Luz da Camara,
Gürcüstan'dan Mary Gurgenidze ve Kira
Kitsmarishvili Solvenya'dan Jedrt Jez,
Hırvatistan'dan Ana Lederer ve Dubravka
Vrgoc, İngiltere'den Brian Logan,
Belçika'dan Geert Sels, Macaristan'dan
Szilvia Szilagyi, Polonya'dan Malgorza
Szum, Slovakya'dan Martina Ulmanova ve
Zuzana Vajdickova, İspanya'dan Manuel F.
Vieites, Ukrayna'dan Julia Volkhonovich,
Türkiye'dense Beliz Güçbilmez ve Hasan
Erkek katıldılar.
Seminer Fransızca ve İngilizce olmak üzere
iki dilde yapıldı. Fransızca dilinin
kullandıldığı grubu lan Herbert, İngilizce
dilinin kullanıldığı grubu ise Kalina
Stefanova yönlendirdi.
Seminerin birden fazla amacı vardı
42
kuşkusuz. Genç eleştirmenlerin, yetkin
birer eleştirmen olmalarına katkıda
bulunmak, eleştiri sorunlarını
irdelemelerine zemin hazırlamak,
birbirleriyle iletişim kurma ve kurulan
iletişimi sağlamlaştırma konusunda
olanaklar sunmak, eleştiri teorisi ve
pratiğini birleştirmelerine yardımcı olmak
bunlardan yalnızca birkaçı olarak
sıralanabilir.
Katılanlar, seminer süresince izledikleri şu
oyunlar üzerinde tartıştılar. "Otello", "Kral
Lear", "Kadınlardan Konuşalım",
"Hizmetçiler", "Bir Ata Krallığım",
"Abelard ve Helois", "Everest My Lord" ve
"No Parking..." Oyunların çoğunluğunun
yerli yapım olmasının sanırım iki önemli
nedeni vardı. Birincisi tiyatromuzu yurt
dışından gelen genç eleştimenlere
tanıtmak (Genç eleştirmenler ülkelerine
dönünce izledikleri oyunlar üzerine yazılar
yazacaktı), ikincisi ise başkalarının
tiyatromuza nasıl baktıklarını anlamak ve
bundan yararlanmak.
Her gün bir ya da iki oyun izleniyor, ertesi
gün izlenmiş olan oyunlar üzerinde
tartışılıyordu. Bu tartışmaların çok sistemli
geliştiği söylenemezdi. Zaman zaman bir
gün önce izlenmiş olan gösterinin tek tek
her öğesi ele alınıyor, didikleniyor ve
değerlendiriliyordu. Bazen de ancak bir
öğesi (örneğin yorum) üzerinde
durulabiliyordu. Ama söz ister istemez
oyunun bütünü üzerinde dolaşıp
duruyordu. Gerçi daha fazlası için de
zaman yetmeyecekti.
Program yalnız bununla sınırlı değildi. Her
gün tiyatro eleştirisine ilişkin birer temel
konu da ele alınıyor, görüşler ileri
sürülüyor, konu üzerinde etraflıca
tartışılıyordu. Örneğin, eleştirinin rolü
neydi, ne olmalıydı? En temel eleştiri
biçimi olan "Betimleyici Eleştiri" nasıl
yapılmalıydı? Eleştiri olumlu mu olmalıydı?
Ya Eleştirmenlerle Tiyatro Yapımcıları
arasındaki ilişkiler? Bu durum eleştiriyi ya
da tiyatroyu nasıl etkiliyordu? Eleştirinin
varlık nedeni tiyatro olduğuna göre daha
katı bir eleştiri özgürlüğüne kavuşmak için
öncellikle tiyatro mu var olmalıydı?
Olumlu eleştiriye dayanak oluşturan
hoşgörünün sınırları nerede bitmeliydi?
Genç Eleştirmenler Semineri boş kalan
zaman dilimlerinde gerçekleştirilen
İstanbul içi kültürel ve trustik gezilerle
zenginleştirilmişti. Tabii tiyatro ve eleştiri
tartışmaları bu gezilere kadar uzandı.
Yabancı ülkelerden gelen genç
eleştirmenler, izledikleri oyunlardan dolayı
tiyatromuz hakkında kısıtlı da olsa bir
imgeye ulaştılar. Bu yarım imge, gezilerle,
günlük hayatta tanık oldukları fotoğraflarla
tamamlandı.
Seminerde, genç eleştirmenlere Esen
Çamurdan'ın tiyatromuz hakkında
sunduğu özlü sunu, Dikmen Gürün'le
Zeynep Oral'ın İstanbul Kültür Sanat Vakfı
ve İstanbul Tiyatro Festivali'ni tanıtıcı
konuşmaları ilgiyle izlendi. Zeynep Oral'ın
seminer öncesinde ve seminer boyunca
aralıksız süren sıcak yaklaşımı konuksever
evsahipliğimizin güzel bir örneğini
oluşturdu. Kalina Stefanova'nın arkadaşça
pe
cy
a
Seminerde, önceden düşünülmüş bir başka
konu da katılan genç eleştirmenlerin,
ülkelerinin tiyatroları hakkında
hazırladıkları tanıtıcı bildirilerdi. Her gün bir
ülke temsilcisi kendi ülkesindeki günümüz
tiyatrosunun bir panaromasını sunuyor,
öteki genç eleştirmenlerin konu hakkındaki
sorularını yanıtlıyordu. Böylece genç
eleştirmenler, başka ülkelerdeki tiyatroların
durumunu öğrenmekle kalmadılar,
ülkelerinin tiyatro durumunu başka
ülkelerinkileriyle karşılaştırma, benzer ve
ayrı sorunları saptama olanağı da buldular.
Hemen her ülkede tiyatrolar için parasal
kaynak sorunları vardı. Eski Doğu Bloku
ülkelerinin bazılarında, düzen
değişikliklerinin ardından parasal destek
azalmış, bazılarında durum pek
değişmemişti. Batı ülkelerinde de
gerçekleştirilen tiyatronun niteliğine bağlı
olarak (daha çok ideolojik açıdan) durum
değişiyordu. Bu konularla dünya
tiyatrosunun birbirini nasıl etkilediği, nasıl
bir akış ve ilişki içinde olduğu da ortaya
çıkıyordu.
tutumunu elden bırakmaksızın işini de
ciddiyetle sürdürmesi, lan Herbert'in
yönlendirici tavırları genç eleştirmenler
açısından büyük değer kazandı. Bütün
bunların yanı sıra Türkiye Eleştirmenler
Birliği'nin öteki üyelerinin de (uzaktan da
olsa) katkılarını unutmamak gerekir.
Özellikle Sevda Şener'in ve Ayşegül
Yüksel'in.
Sonuç olarak, 9. Uluslararası İstanbul
Tiyatro Festivali sırasında düzenlenen Genç
Eleştirmenler Semineri, Seminere katılan
genç eleştirmenlerin daha yetkin birer
eleştirmen olmaları yolunda birer ikişer
sağlam adım atmalarına yardımcı olduğu
gibi önemli başlangıçların kurulmasını da
sağladı. Çok kısa bir süre geçmiş olmasına
rağmen her şey çok yoğun yaşanmış, sıcak
dostluklar kurulmuştu bile.
Genç eleştirmenler, başka seminerlerde
buluşmak üzere, semineri düzenleyenlere
de teşekkür ederek ayrıldılar. Doğal ve
tarihsel güzelliklerinin yanı sıra artık
sanatın önemli bir merkezi de olan
İstanbul şehri, sırtlarını sıvazladı ve güvenle
gülümsedi arkalarından
TARTIŞMA
AUGUSTO BOAL UZMANI BİR
HANIM'A AÇIK MEKTUP
Çelenk
Handan Hanım,
"Tiyatro... Tiyatro'nun Nisan sayısında,
Augusto Boal'den yaptığım Ezilenlerin
Tiyatrosu çevirisiyle ilgili eleştirinizi henüz
görebildim. Bu gecikmenin kabahati bana
değil, sadece abonelere dağıtılan ve -en
azından İzmir'de satılmayan "Tiyatro...
Tiyatro" dergisine, yanıt hakkımı hiçe
sayarak bana yollamayanlara ait
bulunuyor.
cy
a
Semih
pe
Handan Hanım, öncelikle, önyargılı, kötü
niyetli ve toyca yazılmış bu eleştinizin
anlamını çözemediğim için şaşırdığımı
belitmeliyim. Kolej ya da Filoloji mezunu
bir tiyatro heveslisi olduğunuz anlaşılıyor.
Daha önce de, "Tiyatro... Tiyatro"nun
Şubat sayısında "İnceleme" başlığı altında
çıkan, Kerem Karaboğa imzalı bir
kompozisyonda Ezilenlerin Tiyatrosu
çevirisine hiçbir dayanak göstermeksizin
çamur atılmıştı. Karaboğa'nın yazısının
sizin yazınızın prelüdü olduğu anlaşılıyor.
Ama bu insafsız ve entelektüel ahlâktan
uzak saldırıya kendi aklınızla mı, yoksa
rahle-i tedrisinden geçtiğiniz bir "akil"in
aklıyla mı kalkıştığınızı anlayabilmiş
değilim. "Boal" adını bir iki sene öncesine
kadar bir otomobil lastiği markası
zannedecek kadar konuya uzak
olduğunuzdan eminim. Ama yine de bu
paranoid akıl yürütmelerle zaman
kaybetmeden, "Kitap" üstbaşlığı altında
çıkan "Ezilenlerin Tiyatrosu Üzerine Birkaç
Not" yazınıza geçelim.
Handan Hanım, yaşınız müsait mi değil mi
bilmiyorum ama, yazdıklarınızdan Boal ile
ortaokul arkadaşı olduğunuz hissi
uyanıyor. Yoksa, Boal'ın Ezilenlerin
Tiyatrosu'nu ve yaklaşık bir yıldır
çıkarttığımız "Gölge Tiyatro"da Boal ile
44
ilgili birçok yazı, söyleşi ve izlenimler
çeviren; Boal'in çalışma arkadaşı, Berlin
Yüksek Sanat Okulu eğitmenlerinden
Marlies Krause'nin iki yıl boyunca
asistanlığını yapan; Boal hakkında yirmiyi
aşkın konferans ve atölye çalışması yapan
ve bütün bunların yanında Boal ile ilgili
Internet dahil- tüm yayınları izleyen birini
ısrarla Boal'i anlamamakta
suçlayamazdınız. Hem, "Boal"i
anlamamak" dediğiniz nedir ki? Boal'in en
çok sokak çocukları, gecekondulu kadınlar
ve okuma-yazma bilmeyenlerle çalıştığını
bilmiyor musunuz?
Yazı hayatına yeni atıldığınız, tiyatro ve
yazı konusunda ise İngilizce etüd
yapmakta olduğu kadar başarılı
olmadığınız açıkça görülebiliyor. Yazınızın
üçüncü paragrafında, "Tiyatroya bakış
açısı ve farklı gruplarla yaptığı çalışmalarla
yaratıcı drama alanında önemli bir isim
olduğu kabul edilen Augusto Boal'in
Ezilenlerin Tiyatrosu adlı kitabı onun bu
karşı çıkışını ve çalışmalarını anlatıyor."
diyorsunuz. Bir Türkçe hocası size şu
soruyu sorabilir:
Hangi karşı çıkışını? Yoksa birinci
paragrafta anlattığınız Aristocu tiyatroyla
burjuva tiyatrosuna karşı çıkışını mı? Ve
hemen ekliyorsunuz, Kitabın dilimize
kazandırılması da önce olumlu bir gelişme
gibi görünüp... İyi de, bu "da" neyin nesi?
Yoksa, "kitabın yazılması olumlu bir
gelişme gibi görünüyor, dilimize
kazandırılması da olumlu bir gelişme gibi
görünüyor ama aslında ikisi de olumlu
değil" mi demek istiyorsunuz? Oracıkta
kullandığınız küçük bir "da" benimle
birlikte Boal'i de suçladığınız anlamına mı
geliyor yoksa? Küçük bir dikkatsizlik olsa
gerek. Ya da "Türkçe'nin özensiz
kullanımı" olabilir mi?
"Öncelikle sayfa sayfa karşılaştırma yapmaya gerek
kalmaksızın, rastgele bir sayfa açıp okunduğunda bile..."
dedikten sonra, bütün kitabı deşip "başlangıçta" ve "başta"
sözcüklerinin arasındaki nüansa kadar malzeme arama
çabasına girişebiliyorsunuz. Çeviri eleştirilerinde çoklukla
kullanılan bu usta çevirmen söylemini bir özentiyle
kullandığınız anlaşılıyor.
Size çok kızgın olduğumu belirtmeliyim. Ama teşekkür borcum
da var. İngilizce metinleriyle birlikte verdiğiniz uzun üç
tümcedeki çeviri hataları, benim kendi kendime
açıklayabileceğim, ama olmaması gereken basit hatalardır. Bu
verdiğiniz üç örnek, kitabın, benim dilbilgilerine çok
güvendiğim kişiler tarafından yapılan redaksiyonunda çok titiz
olunmadığını gösteriyor. Bütün bunların, kitabın önümüzdeki
günlerde çıkacak ikinci baskısında düzeltileceği konusunda sizi
temin edebilirim.
"Exterior" sözcüğü bir yerde "dışsal" bir yerde de "zahiri",
Machiavilli'nin ünlü yapıtı "Mandragola" ise kimi yerde özgün
adıyla kimi yerde de "Adamotu" olarak kullanılmış. Evet, bu tür
sözcükler bütün metinde aynı kullanılsa daha iyi olurdu. Ama,
bunların da Boal'i anlamakla ilgisi yoktur.
Handan Hanım, gözü kapalı bir tetikçilik yaptığınız anlaşılıyor.
"Özgün metinde her bölüm için numaralandırılan dipnotlar o
bölümün sonunda verilirken, çeviride yalnızca numaralar
verilmiş ve bu numaralara ilişkin hiçbir bilgi bulunamıyor."
diyorsunuz. El insaf! 200-201. sayfalardaki otuz yedi tane
dipnotu nasıl görmezsiniz? 95. sayfanın atlanmasına gelince,
şu an elimde orijinal metin olmadığı için, bir tek bu konuda
hiçbir şey söyleyemiyorum.
Yayıncı arkadaşımın koyduğu "Çeviren diyor ki!" başlığı altında
yazdığım ve maaşlı çevirmen olmadığımın kanıtı sayılabilecek
önsözdeki alçakgönüllülüğümden hareketle, "silahlandırma" ile
ilgili teşbihimden ilkokul düzeyinde bir espri çıkarmaya ve beni
aşağılamaya çalışıyorsunuz. Ama, İngilizce okumaktan Türkçe
okumaya fırsatınız olmamalı ki, okuduğunuzu anlamakta da
güçlük çekiyorsunuz. İsterseniz anlatmak istediğimi İngilizce de
yazabilirim. Ben, "It's dedicated to the people who see the
theatre as an art of arming and strengthening of the people
and who see the theatre as an art of human beings" demek
istiyorum. Sanırım, şimdi ne demek istediğimi anlamışsınızdır.
pe
cy
a
Handan Hanım, bunun dışında verdiğiniz örnekler için ise,
söylenecek tek bir şey var ve onu da siz söylüyorsunuz:
İnsafsızlık. "Birleştirir" yerine "Birleşir" yazılmış. Hiç değilse
bunun için, "acaba dizgi yanlışı olabilir mi?" diye kendinize
sormuyorsunuz bile. Sizin "Tiyatro...Tiyatro" da çıkan 1,5
sayfalık yazınızda bile bir kısmı anlamı da bozan, en azından
10'a yakın dizgi hatası var. "Objective"in bir yerde "Nesneler"
bir yerde "Nesnel durum" olarak çevrildiğini söylüyorsunuz. Bu
yazıyı yazarken, ne yazık ki elimde İngilizce metin yok, ama
İngilizce bilen biri olarak "Elma", "Armut" netliğindeki sözlerin
bile zaman zaman farklı anlamlara gelebileceğini bilmeniz
gerekiyor.
anlaşılmaz değildir. Çeviri kokusuna bulabildiğiniz tek örnek
ise, "Soap Opera"nın "Pembe Dizi" yerine "Sabun Köpüğü
Televizyon Dizileri" olarak çevrilmesidir. Önerinize teşekkür
ederim. Siz, çevirdiğiniz bir metinde "Soap Opera"ya
rastlarsanız bunu "Pembe Dizi" olarak çevirebilirsiniz, söz
veriyorum ben size bu konuda karışmam.
Herakleitos'un, "Hiç kimse aynı ırmakta iki kez yıkanamaz."
sözüne karşı öğrencisi Kratylos'un "hiç kimse bir ırmağa bir kez
bile giremez." özünde altı çizili olan yerler atlanmıştır. Buna
karşın, bu bölümün çevirisinde bir anlam kayması
olmamaktadır: "Öğrencisi Kratylos ise öğretmenine, 'hiç kimse
bir ırmağa giremez.' diyecek kadar radikaldi. Çünkü insan
girdiği anda da, ırmağın suyu sürekli olarak devinmektedir."
Augusto Boal'in Ezilenlerin Tiyatrosu adıyla çevirdiğim,
Teatro di Oprimido adlı yapıtının aslı, anlaşıldığı üzere
İspanyolca'dır. Bu anlamda, benim olduğu kadar, bir Ingilizceci
olarak sizin de, hatta İngilizce'ye çevirenlerin de Boal'i yanlış
anlama olasılığı bulunmaktadır. Örnekse, Parmenides'in
"Yokluk" diye tarif ettiği şey, eğer "Non-being" sözcüğü ile
karşılanmışsa, bu benim değil, olsa olsa metni İspanyolca'dan
İngilizce'ye çevirenlerin hatası olabilir. "Malicious" sözcüğünü
ise "kötü niyetli" yerine "ahlakdışı" olarak çevirmişim, hay Allah
ne büyük bir hata!
Özensiz Türkçe kullanımı ve çeviri kokan anlatımlara
bulduğunuz örnekler ise sizin çaresizliğinizi göstermesi
açısından oldukça anlamlı. "Hareketin anlamı, varlığın olduğu
bir yerden olmadığı bir yere hareketi anlamına gelir."
tümcesinde bulduğunuz hata doğrudur. Ama çeviri yapan biri,
bunun ilk taslak metnin temize çekilirken atlanmış
olabileceğini anlayabilir. Evet, "İn the beginning"i de "başta"
yerine "başlangıçta" ile karşılamak daha doğrudur. Ama
"tiyatro, başta koro, halk ve kitle demekti." tümcesi de
Evet, insafsız olduğunuz doğrudur. Sizinle belki lingüistik
alanında değil, ama en azından yazıda ve tiyatroda aynı
siklette olmadığımız anlaşılıyor. Çok şanssızsınız; yazı
hayatınıza bir "tetikçilik yazısı" ile başlamış olmanız, büyük bir
şanssızlık. Yanlış yerden ve yanlış insandan başladığınızı
söylemeliyim. Türkçe'ye yapılan tiyatro çevirileri ile bu kadar
ilgiliyseniz, size bugüne kadar hiç dokunulmamış, içinde birçok
hata barındıran ama "klasik" mertebesine varmış çeviriler
önerebilirim. Bunlar sizin için daha şöhret getirici olabilir.
Handan Hanım, bütün bunlar bir yana, size gerçekçi bir önerim
var: Gelin, "mal bulmuş mağribi" gibi üç tane İngilizce hatanın
peşinde koşup bundan koca koca çıkarımlar bulunmak yerine,
aslında Augusto Boal'in tiyatrosunun ne olduğunu ve benim
neyi yanlış anlayarak, yanlış aktardığımı yazın. Sanıyorum ki bu
hem benim için, hem sizin sözcülüğünü yaptığınız, "sevinci
kursağında kalan tiyatrosever kitle" için yararlı olabilir. Eğer,
"Tiyatro...Tiyatro" bu yazınızı uzun bulursa, size yayın
danışmanlığını yaptığım "Gölge Tiyatro"da istediğiniz kadar
sayfa açacağıma samimiyetle söz veriyorum.
Bundan sonraki yazı hayatınızda, bilgi sahibi olmakla
malumatfuruşluğu ve kalem erbabı olmakla kurnazlığı
karıştırmamanızı diler; her şeye rağmen yaptığınız katkılar için
teşekkür ederim
16.7.1997
45
İZLENİM
Emre K o y u n c u o ğ l u
KOMŞİ, NAPAN?
Bu yazıda, Bulgaristan'da 97 Varna Tiyatro Festivali, ardından da Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti'nde Mağusa Kültür Sanat ve Turizm Festivali'nde komşu ülkelerin sanat
ortamları, koşulları ve tiyatrosuyla ilgili izlenimlerimi aktarmak istiyorum.
cy
a
Bulgaristan bizim sınır komşumuz olsa
da, uzun yıllar demir perde ülkesi
oldukları için pek bir ilişki kuramadığımız
bir ülke. Özellikle kültürel alanda
birbirimizden çok yararlanabilecek
durumda olmamıza rağmen, onlar için
tanışık olmadığımız başka bir kültürde
yetişmiş, tiyatroda eski "işçi-emekçi"
gücü denebilir.
pe
Bulgar tiyatrosu için aslında eğitimli
oyuncular kadrosu açılımı onu
tanımlamak için çok daha uygun
olacaktır. Sahnede çoğu zaman
inanılmaz güçlü bir oyuncu şovu
izleyebirsiniz. Her tür oyunculuk tarzını
arka arkaya bir oyunda bulabilirsiniz.
Şarkı söyleyen, dans eden, absürd
oynayan, klasik oynayan, bedenini her
anlamda kullanabilen; akrobasi yapan,
mim yapan, doğu-tarzı oyunculuğu
bilen ya da, sahnede "şakıyan"
oyuncularla dolu.Kaliteli oyunculukların
yanında, oldukça vasat yönetmenlerden
ve diğer yaratıcı kadrolardan da söz
etmem gerek. Vasatın anlamı belki;
kısaca özgün olmayan demek. Bunun
biraz da bireyseliğin gücüyle, kişisel
seçimlerin netliğiyle, aynı zamanda da
Bulgarların geçmişteki politik ve kültürel
gelişmleriyle yakından bağlantısı var. Bu
bağlamda bakıldığında da iki farklı
politik geçmişi ve eğitim süreci olan
Bulgaristan ve Türkiye gibi iki toplumun
kültürel alanda alıp vereceği çok şey
olabileceğini düşünüyorum. Özellikle
Bulgaristan'da tiyatro teorisi, dramaturji,
tiyatro eleştirmenliği gibi alanlarda
deneyimli, eğitimli ve alanlarında
derinleşmiş çok değerli sanat
teorisyenleri ve eleştirmenlerinden
bahsedebilirim. Bu açıdan bakıldığında
16
belki tüm eski demir perde ülkelerinin
şu anda yaşadıkları sıkıntılar aynı.
Ellerinde satacakları ve
değerlendirebilecekleri çok malzeme
var, ancak ne yapacaklarını, nasıl
kullanacaklarını bilemiyorlar. Kapitalist
düzende çok geçerli bir kuralı daha
bilemiyorlar: Paketliyemiyorlar.
Bulgarların, geçtiğimiz kış ekonomik
olarak iflas ettiğini herkes biliyor.
Sofya'da açlıktan sokakta ölen bir çok
yaşlı olduğunu, ekmek için evlerin,
dükkanların gasp edildiğini de burada
yaşayan eleştirmen arkadaşlardan
öğrendim. Bu durumun sonuçlarını tabii
ki en ağır şekilde sanatçılar ödemiş.
Festival boyunca çıkan bültenlerden
okuduğum kadarıyla, bu yıl ki Varna
Festivali büyük prodüksiyonları misafir
edemiyor. Çünkü kendi ülkelerinde de
hiçbir şekilde büyük prodüksiyonlar
gerçekleştirilememiş. Hatta bu yıl bir çok
oyunun dekoru daha önceki seneler
yapılan dekor ve kostümlerden bir kez
daha yapılarak toparlanmış. Daha çok
tek ya da iki, üç kişilik kadrosu olan
oyuncu yeteneğine dayanan oyunlara
gidilmiş, ancak ümit kesilmiyor.
Festivalde her gece oyundan sonra o
oyunun sanatçı kadrosu oyuncuları ve
yönetmeniyle, eleştirmenler karşı karşıya
gelip, birbirlerine sorular sorup, oyunu
tartışıyorlardı. On gün boyunca
inanılmaz bir disiplin içinde geçen bu
tartışmalar biraz dışardan bakan biri
olarak beni, çok etkiledi. Fakir dekorlar,
ayağında terlikleriyle oyuncular şu anda
dünyada tartışılan en canlı sanatsal
sorunları kendi ülkeleri bünyesinde
canhıraş, bitmek tükenmek bilmeyen bir
enerjiyle—belki de herşeye
rağmen-tartışıyorlar, yaptıkları sert söz
kavgaları, birbirlerine destekler duruma
dönüşüyordu. En başta ise, yapılan işe
cy
a
3. Mağusa Kültür Sanat ve Turizm Festivali'nde yeralan Yeşil Üzümlerin bir koreografisinden görüntü.
inanılmaz absürd. Yıllarca dünyaya
kapalı bir yaşamdan sonra inanılmaz bir
hızda yaşanan değişim, zamanı yok
eden postmodernizm ve değerlerin
ekonomiyle birlikte çöküşü... Dünyanın
en eğitimli insanlarının ekmek için
birbirlerini yediği bir ülke ve absürd
tiyatro...
pe
saygı ve disiplin geliyor. Tartışılan
konulardan en önemlisi "özgün
olma/otontisite"ydi. Dünya tek bir
kültüre yönelirken, Bulgar halkının
gelişme içinde kendi özelliklerini çağdaş
bir biçimde koruması, özellikle de bu zor
şartlar içinde nasıl olmalı? Bulgar
tiyatrosu, sağlam zeminiyle dünyaya
nasıl açılmalı?
Nem ve pas kokan bakımsız tiyatronun
lobilerinde hazırlanmış toplantı
mekânlarında eleştirmenlerin birbirlerine
sordukları sorular bunlardı.
Deneysel tiyatro adına Bulgaristan'da
pek birşeyden bahsedemesem de
absürd tiyatro hakkında inanılmaz bir
malzeme ve yorum zenginliğinden
sözedebilirim. Bulgar yönetmenleri
özellikle de ülkelerinde yaşanan
inanılmaz değişimler ve kapitalizmin
ülkelerinde hissedilişiyle birlikte yaşanan
erken heyecandan sonra ortaya çıkan
çok yönlü çöküş sonrası dönemde
özellikle absürd oyunlara kayıyorlar.
Çünkü Bulgarlar için şu anda dönem
3. Uluslararası Mağusa Kültür, Sanat ve
Turizm Festivali 4-14 tarihleri arasında
Akdeniz'in antik kentlerinden biri olan
Mağusa'da yer aldı. Othello Kalesi ve
Salamis Antik Tiyatro, Laguno Sahil Yolu
ve Osman Gökçe Seri Salonu festivalde
yer alan sanatçıların gösteri ve sergi
mekânlarıydı.
Festivale davet edilen Yeşil Üzümler'in
bir elemanı olarak festivale katıldım.
Festivalin üçüncüsü, Mağusa'nın antik
mekânlarında, açık alanlarda gerçekleşti.
Yeşil Üzümler'in "Müzik ve Ses" adını
taşıyan gösterisini yaptığımız Othello
Kalesi, Bülent Ortaçgil Konseri, Yıldız
İbrahimova Konseri, Ersen Sururi Keman
Resitali, Berlin Art Ensemble Caz Konseri
ne de mekân oldu. Salamis Antik
tiyatrosu ise, Los Paraguayos Konserine,
Bakırköy Belediye Tiyatrosu "Açıl Susam
Açıl" oyununa evsahipliği etti. Laguna
Beach Sahil Yolu'nda iki gün süren,
çeşitli sanatçıların sokaklarda gösteriler
yaptığı ve aynı zamanda sanatsal
üretimlerini sergiledikleri bir sanat
panayırı gerçekleşirken, bir Kıbrıslı Rum
resim sanatçısı olan Andreas
Haralambus ve bir Kıbrıslı Türk resim
sanatçısı olan Mehmet Ulubatlı'nın
ortaklaşa açtıkları sergi de Osman Gökçe
Sergi Salonu'nda yeraldı.
Festival komitesi; Asım Akansoy, Kezban
Akansoy, Mehmet Ulubatlı, Onursal
Akdeniz ve diğerleri; genç, dinamik iyi
niyetle, yaptıkları işe sarılmış, yorulmak
bilmeyen bir ekipten oluşuyor. Yeni bir
festival olmanın getirdiği zorluklar bir
yana, Avrupa ülkelerinde "Türkiye'nin
işgali altında bir ülke" olarak bilinen
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne çoğu
Avrupalı sanatçı politik nedenler
47
a
pe
cy
Yeşil Üzümler'den Ahmet Ortaçdağ ve Sema Güven "Yeşil Kurbağalar" koreografisini uygularken.
yüzünden desteklenmediklerinden
gelmekte zorlanıyor. Zaten genelde
Mağusa'ya baktığınızda 20-30 yıldır
depresyon yaşıyan bir belde
görünümünde. Kentte hiçbir serbest
girişimi çağrıştıran gelişim ortalıkta
gözükmüyor. Hele hele, her an bir
kazının, bir inşaatın, bir yıkımın yapıldığı
bir kent olan İstanbul gibi bir yerden
Mağusa'ya gidince inasının gözüne bu
hareketsizlik çok batıyor. Bu kentte
Mağusa Belediyesi'nin ve başkanı Oktay
Kayalp'ın desteklediği festival dışında
heyecan verici hiçbir şey benim gözüme
çarpmadı. Zaten, ölü kent Maraş'ın ve
şehrin farklı yerlerinde terk edilmiş ve
yıkılmış birçok eski evin görüntüleri
Kıbrıslı Türk'lerin yaşadığı savaşın, daha
sonra belirsizliğin, kopukluğun acısını
olanca gücüyle yansıtıyor. Bu nedenle de
Uluslararası Mağusa Kültür Sanat ve
Turizm Festivali'nin sunduğu heyecanın
önemi ve değeri bir kat daha artıyor.
Gösterimizi ve kaldığımız süre boyunca
festivali takip etmeye çalıştım. Yeşil
Üzümlerin gösterisi "Müzik ve Hareket"
48
dört ayrı koreografiden oluşuyordu. İlki,
"Su Beni Uykuya Sürükler", çağdaş
Bulgar kadın besteci Julia Tzenova'nın
bestesini yaptığı gösteriyle aynı ismi
taşıyan koreografiydi. Modern dansın,
teatralliğin, sesin, kısaca farklı dillerin bir
arada kullanılarak saflık, dürüstlük,
samimiyet kavramlarının içeriğinin sürekli
değişebileceğini gösteren dört kişilik bir
dansçı/oyuncuyla hazırlanmış benim
tasarımım olan bir gösteriydi. İkinci
koreografi ise, Ahmet Ortaçdağ'ın
Baudillard'ın "Kötülüğün Şeffaflığı" adlı
kitabıyla aynı ismi taşıyan ve o kitaba
kendi bakış açısından ve
deneyimlerinden gönderme yaptığı
gösterisiydi. "Trans-ekonomi,
trans-politik, trans-seksüel" gibi bir
açılımla günümüz dünyasındaki
insanların varolma biçimi, Ortaçdağ'ın
yazdığı metinler aracılığıyla bir bireyin
dünyası içinden aktarılıyordu. Bir kadın
ve bir erkek oyuncu sahnede, sözel
anlatımı, bedensel anlatımla üstüste
bindirerek hatta çarpıştırıp, başka
anlamlar üreterek seyirciye aktardıkları
beğeniyle izlenen bir gösteri oldu.
Üçüncü koreografi "Garip Çekiciler",
oldukça soyut bir beden dilinin
kullanılarak üç farklı dansçının birlikte
ürettikleri bir "enerjinin" koreografisiydi.
Orhan Gencebay'ın "Dil Yarası" adlı
parçası, gösteri mekânında ekoyla
oldukça volumü düşük bir şekilde
verilirken, yalnızca belli bir "arabesk"
varoluşunun simgesini üretmek için
kullanıldı. Parçayla gösterinin fonunu
oluşturduk. Dördüncü koreografi ise,
toplumda herkesin bilebileceği "kalabalık
içinde varolan yalnızlığı" hissettiren
"Yeşil Kurbağalar" koreoğrafisiydi. Farklı
ikili ilişki biçimleri, yalnız insan, toplum
içinde yaşanan, anlaşılamayan ya da
hızla kaybolan insani sesler ve onaların
incelikleri üzerine kurulmuş kendi içinde
dört bölümden oluşan bir gösteriydi.
Son bölümü dışında sessizlik içinde
oynanan dördüncü bölümde ise. Hafız
Burhan'ın seslendirdiği "Yeşil Kurbağa"
gazeli duyuluyordu. Belli bir zevke ve
izleyiciye seslenen bir grup olan Yeşil
Üzümler'in gösterisi Mağusa'da
beğenildi ve hatta beklediğimizin
üstünde sevildi diyebilirim
tiyatro
Tiyatro'dan Önce...
Tiyatrodan Sonra...
İNİDİRİM YAPAN KURULUŞLAR
havasında, günün her saati hoş
vakitler geçirebilirsiniz.
CAFE SIĞINAK
İndirim: %15
Caferağa Matı. Muvakkithane
Cad. No:30/4 Kadıköy-İst.
Tel: (0216) 349 18 94
Yozlaşma, iletişimsizlik,
üretkensizlik ve sevgisizlik
yağmurunun sağnak haline
geldiği bu topraklarda
sığınabilecek bir yer ararsanız
Sığınak Cafe'deyiz.
ÇATI RESTAURANT
İndirim: % 8
İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın
Sk. No: 20/7 Beyoğlu-İst Tel:
(0212)251 00 00
DARÜZZİYAFE
İndirim: %15
Şifahane Sk. No: 6
Süleymaniye-İst
Tel: (0212) 511 84 14
Türk Musikisi'nin sihirli
nağmelerini dinleyerek
mutfağımızın eşsiz lezzetlerini
tarihi bir mekânda tadabilirsiniz.
Not: C.tesi akşamları saat
8.00-10.00 arası Canlı Fasıl
EL MARIACCHI
İndirim: %10
Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah
Sk. No: 16 Ihlamur-İst
Tel: (0212) 231 28 07
Meksika mutağının tadına
doyulmaz yemeklerini tattınız
mı? Tatmadıysanız o halde El
Marıacchı'ye sizleri bekliyoruz.
FEHMİ BABA ET LOKANTASI
İndirim: %10
Meşrutiyet Cad. No: 33
Galatasaray-İst
Tel: (0212)293 93 26
FLAMİNGO BAR-REST.
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 15/B
a
et yemeklerinin sunulduğu
zengin menusu ile sabaha karşı
tadına doyamayacağınız İşkembe
Çorbasıyla son bulan
unutamayacağınız bir gece için
her Çarşamba, Cuma, Ctesi
günleri I. T. Ü. Devlet
Konservatuvarı Yüksek Lisans
öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve
Türk Sanat müziği eşiliğinde
nezih bir ortamda leziz
yemeklerimizi tadarak hoş saatler
geçirebilirsiniz...
Not:: Kredi Kartı geçerli değildir.
BAHAR LOKANTASI
İndirim: %10
Istinye Cad. No: 134 İstinye-İst
Tel: (0212) 277 85 55
BAY BALIKÇI
İndirim: %10
Kefeliköy Cad. No: 14
Kireçburnu-İst
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân.
CAFE LA PORTE
İndirim: %15
Miralay Nazım Sk. No:15
Bahariye-İst.
Tel: (0216) 418 08 59
Alışılagelmişin dışında zengin
menüleriyle sıcak bir sevgi
ortamında buluşalım.
CAFE LEBON
İndirim: %10
İstiklâl Cad. No: 445
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 252 54 60
CAFE SHOP
İndirim: %10
Bahariye Cad. Miralay Nazım Sk.
No:34 Bahariye-İst.
Tel: (0216) 337 49 20
Fransız Cafelerinin kendine özgü
pe
cy
SANAT RESTAURANT
İndirim: %10
Balık Pazarı Nevizade Sk. No.23
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0212) 244 13 09
Memnun kalan konuk her zaman
hatırlar, memnun kalmayan
konuk asla unutmaz.
A LA TURKA RESTAURANT
İndirim: %10
Cami Meydanı Hazine Sk. No: 8
Ortaköy-İstanbul
Tel: (0212) 258 79 24
Ortaköy'ün ilklerinden. Meydanın
ve boğazın otantik atmosferinde
Türk mutfağının en güzel
örneklerini sunuyor. Üst katında
yer alan ODA "Kişiye Özel Salon"
ise her türlü grup
organizasyonları, seminer,
konferans, toplantı, doğum
günleri, kahvaltılar için sadece
"SİZE ÖZEL"
ALA-TURKA MEŞK REST.
İndirim: %10
Çarşıarkası Sk. No: 32. 1.
Levent-İst
Tel: (0212) 283 45 63
Sıcacık bir ortamda özlediğiniz
tatlarla an-nenizin mutfağı kadar
özenli, sevgi dolu sofralarda
Al-Turka Meşk sizin için alâsıyla.
ASİTANE RESTAURANT
İndirim: %10
Kariye Camii Sk. No: 18
Edirnekapı-İst
Tel: (212) 534 84 14
Osmanlı Saray Mutfağının
doyumsuz lezzetlerini UDİ'nin
hoş nağmeleri eşliğinde tatmak
için Asitane de buluşalım.
AŞİYAN RESTAURANT
İndirim: %10
Kalamış Yat Limanı Kalamış-İst
Tel: (0216) 349 55 69
Karides Güveç'te, Balık ve çeşitli
Taksim-İst
Tel: (0212) 235 78 54
Alt kattaki Akşam Barımızda
nefis içecekler üst kattaki
Restaurantımızda zengin mutfak
çeşitleri ile özel günlerinizde tüm
beklentilerinize yanıt verecek ve
dostlarınızla
unutamayacağınız
saatler yaşamak istermisiniz?
Böyle bir ortamı bulamadıysanız
o halde; biz bu ortamı size
yaşatacağız...
Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl
GALATA BAR/MEYHANE
İndirim: %8
Orhan Apaydın Sk. No: 11
Beyoğlu-İst.
Tel: (0212) 293 11 39
Her akşam fasıl eşliğinde nefis
yemekleriyle sizlerle.
GARİBALDİ
İndirim: %10
İstiklal Cad. Oda Kule yanı No:1
Beyoğlu-İst
Tel: (0212) 249 68 95
Nostaljik bir ortamda güzel vakit
geçirmek için tek adres Garibaldi.
GOLDEN KYLIN CHINESE
RESTAURANT
İndirim: %15
Receppaşa Cad. No: 5 Taksim-İst
Tel: (0212) 256 36 45
Uzak Doğu'dan gelen esinti
rüzgârlarıyla hoş bir ortamda
hakiki Çin Mutfağını ta­
dabilirsiniz.
GOODFELLAS BAR-REST.
İndirim: %15
Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişli-İst
Tel: (0212) 233 00 36
Şafak Yaprak & Orkestrası
eşliğinde her Salı, Perşembe,
Cuma, C.tesi günleri, Canlı Caz
Müzik dinleyebilirsiniz.
CAFE KİKKA
İndirim: %10
Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18
Erenköy-İst Tel: (0216)411 15
20
Cafe Kikka'da kahve cehennem
kadar karanlık, ölüm kadar güçli
aşk kadar tatlıdır.
KHALKEDON
RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Münir Nurettin Selçuk Cad.
Kalamış Spor Tesisleri Kadıköy-İst
Tel: (0216) 349 58 72
Altı yıl boyunca adıyla
özdeşleşmiş, Bizans harabeleri
dekoruyla hizmet veren
Khalkedon Bar bahçesindeki
Viking dekoruyla; restaurant
bölümü ile Grup Tempo eşliğindi
yemek yemeniz ve eğlenmeniz
için Kalamış'ta.
LA BOHEME - ŞAMATA
GARDEN
İndirim: %10
Yalı Sk. No:3 Beşiktaş-İst.
Tel: (0212)261 75 20
Boğaz manzaralı yazlık
restaurant ve barımızda canlı
müzik eşliğinde uluslararası
mutfağımızdan seçmeleri
tadabilirsiniz.
LE SELECT
İndirim: %20
Manolya Sk. No: 21 Levent-İst
Tel: (0212) 268 21 20
Uluslararası Mutfağı ile Le Select
LITTE CHİNA
İndirim: % 10
1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan
-İst
Tel (0216) 363 50 90
2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş
Merkezi Etiler-lst Tel: (0212) 26
17 15
3. Cevdet Paşa Cad. No:226/5
Bebek
Litte China'larda sunulan
4
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
50
Tel: (0212) 257 84 79
Türkiye'de ilk ve tek Pakistan
Hint Mutfağı.
TEGİK RESTAURANT
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 20
Taksim-İst
Tel: (0212)254 66 99
Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve
Japon Mutfaklarından da
örnekler sunan Uzak Doğu
Mekânı. Kore Mutfağını tanımak
isteyenlere özel menü öneriliyor.
Koreden getirilen özel pişerme
üniteli masalarda yer alıyor.
T-BONE STEAK HOUSE REST.
İndirim: %15
İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi)
Küçük Bebek Cad. No: 16 K.
Bebek-İstTel:(0212)287 05 11
Fransız ve İtalyan Mutfağının
sizlere sunduğu lezzetli ve
değişik yemeklerle hoş bir
ortamda hafta sonu canlı müzik
eşliğinde güzel saatler
geçirebilirsiniz.
TIFFANY T-R-M
İndirim: % 5
Bağdat Cad. 167/3 Küçükyalı-İst.
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân
AKYÜZ KİTABEVİ
İndirim: %10
Kadıköy İş Merkezi
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216)336 90 81
BAKIRKÖY KİTAP SARAYI
İndirim: %15
Mektupçu Sk. Hacer Apt. No: 8
Bakırköy-İstanbul
Tel: (0.212) 542 48 83
BEYAZ A D A M KİTABEVİ
İndirim: %15
İstanbul Cad. Mor Sümbül Sk.
No: 1/A Bakırköy-İst.
Tel: (0.212) 561 20 92
EVRİM KİTABEVİ
İndirim: %10
Kadıköy İş Merkezi No: 78-106
Kadıköy-İstanbu
Tel: (0.216)347 49 63
DÜNYA AKTÜEL KİTABEVLERİ
Dünya Tünel Kitabevi
İndirim: %5
İstiklal Cad. No: 496
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212)249 10 06
• Dünya Bebek Kitabevi
İndirim: %5
Cevdet Paşa Cad. No: 232/1
Bebek-İstanbul
Tel: (0.212) 265 71 03
• Dünya Nişantaşı Kitabevi
İndirim: %5
Teşvikiye Cad. No: 164/3
Nişantaşı-İstanbul
Tel: (0.212) 247 05 90
• Dünya Kadıköy Kitabevi
İndirim: %5
Kadıköy İş Merkezi
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216) 347 79 06
• Dünya Cağaloğlu Kitabevi
İndirim: %5
Narlıbahçe Sk. No: 13
Cağaloğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 513 50 79
• Dünya Capitol Kitabevi
İndirim: %5
Tophanelioğlu Cad. Altunizade
Üsküdar-İstanbul
Tel: (0.216)391 18 80
• Dünya Swiss Otel Kitabevi
İndirim: %5
Swiss Oteli Maçka
Maçka-İstanbul
Tel: (0.212) 259 02 26
• Dünya Hilton Oteli
Köşk Kitabevi
İndirim: %5
Hilton Oteli Elmadağ
Harbiya-İstanbul
Tel: (0.212) 233 00 94
• Dünya Holliday İn Crown
Plaza Kitabevi
İndirim: %5
Holliday İn Oteli
Ataköy-İstanbul
Tel: (0.212) 559 11 95
• Dünya Maltepe Kitabevi
THE CHINA RESTAURANT
İndirim: % 10 (Gece)
İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı
indirimi)
İndirim: %15 (Gündüz)
İndirim: %10 (Gündüz, kredi kartı
indirimi)
Lamartin Cad. No: 17 Taksim-İst
Tel: (0212) 250 62 63
Sizlere ilk defa Çin mutfağının
lezzetlerini tattıran, 40 yıldır aynı
yerde; aynı kalite ile evinizdeymiş
gibi rahat, huzurlu bir şekilde Çin
mutfağını sevenler veya Çin
mutfağının tatlarını merak
edenler için hizmetinizde.
VAGABONDO'S RESTAURANT
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Köybaşı Cad. No: 278
Yeniköy -İst
Tel: (0212) 299 00 54
YANYALI RESTAURANT
İndirim: %10
Söğütlüçeşme Cad. Yağlıkçı
İsmail Sk. No:1 Kadıköy-İst.
Tel: (0216) 336 33 33
1919'dan beri Anadolu
yakasında Türk mutfağını
yaşatan Yanyalı; nostaljik salonu,
seçkin kadrosu ile damak zevkine
hitap eden 100'e yakın yemek
çeşidiyle hizmet vermektedir.
K İ T A B E V L E R İ
AFA KİTABEVİ
İndirim: %20
İstiklâl Cad. Bekar Sok. No: 17
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 249 22 18
MEFİSTO KİTABEVİ
İndirim: %15
İstiklâl Cad. No: 173
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 293 19 09
SİNEMALAR
AFM (Nişantaşı) Tel: 230 94 38
AKMERKEZ (Etiler)Tel: 282 05 05
ALMAN K. M. Tel: 249 45 82
APOLLON Tel:(0216)362 51 00
AS (Harbiye) Tel: 247 63 15
AS (Kadıköy)Tel: (0216) 336 00 50
ATLANTİS Tel:(0216)418 26 56
ATLAS Tel: 252 85 76
AVŞARTel:583 14 97
BAHARİYE Tel: (0216)414 35 05
BAKIRKÖY 74 Tel: 572 04 44
BEYOĞLU Tel: 251 32 40
BROADWAY Tel: (0216)346 14 81
CAPİTOL Tel: (216) 310 06 16
CAROUSELTel: 571 83 80
DÜNYA Tel: 249 93 61
EMEK Tel: 293 84 39
FİTAŞ Tel: 249 01 66
FRANSIZ K.M Tel: 249 07 76
GALLERİA PRES.Tel:560 72 66
GAZİ Tel: 247 96 65
GÜNEY Tel: (0216) 354 13 88
HAKAN Tel: (0216) 337 96 37
İNCİ Tel: 240 45 95
İNCİRLİ Tel: 572 64 39
KADIKÖY Tel:(0216)337 74 00
KENT Tel: 241 62 03
LALE Tel: 249 25 24
MODA Tel: (0216) 337 01 28
OSCARTel:(0216)390 09 69
PARLIAMENTTel:263 18 38
PERA Tel: 251 32 40
PRINCESS Tel: 285 06 95
PRINCESSTel: 227 91 47
PYRAMIDTel:(0216)348 01 50
REKS Tel: (0216) 336 01 12
RENK Tel: 572 18 63
SİNEPOPTel: 251 11 76
SİTE Tel: 247 69 47
SÜREYYA Tel:(0216)336 06 82
a
Yalıboyu Cad. No: 36 Beylerbeyi
Tel: (0216)321 14 93
SICAK RESTAURANT
İndirim: %10
Keskin Kalem Sk. No: 37
Esentepe -İst
Tel: (0212)267 38 56
Akdeniz mutfağının seçme
yemekleriyle sıcak bir ortamda
yemek yemek ister misiniz?
TANDOORI RESTAURANT
İndirim: % 20
Alkent Sitesi Tepecik Yolu
Etiler -İst
pe
cy
yemekler Çin'in "Cantonese"
bölgesinin özel yemekleri, bu
mutfağı bilenler ve merak
edenler için...
LITTE İTALY BAR-REST.
indirim: %10
İstiklal Cad. Örs Turistik İş
Merkezi No: 251-253 K a t l / 7 - 8
Beyoğlu -İst
Tel (0212) 243 17 18
MANDRA TAVERNA
İndirim: %10
Ergenekon Cad. No: 73/B
Pangaltı-İstanbul
Tel: (0.212) 241 47 36
MAVİŞ MANTI
İndirim: %10
Yeni Çarşı Cad. No: 76
Galatasaray -İst
Tel: (0212)249 48 94
MESERRET
CAFE-BAR-RESTAURANT
İndirim: %10
Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4
Tepebaşı-İstTel: 244 39 55
Gün Batımında Haliç
sakin bir ortamda sohbet olanağı
hafif müzik.
Çar, Cuma, C.tesi günleri akustik
canlı müzik, günlük gazete,
dergi, kitap okuma olanağı grup
toplantıları ve grup yemekleri için
ayrı bir mekân.
MOLIERA CAFE-BAR
İndirim: % 20
Lamartin cad. No: 23/1 Taksim
Tel: (0.212) 256 92 80
PANE VİNO
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -İst
Tel: (0212) 248 84 65
Kuzey İtalya mutfağının mevsime
göre üç ayda bir değişen leziz
yemekleri ve sürpriz specıalleri
özel Orappa içeceği eşliğinde.
Not: Pazar günleri kapalıdır.
PARSİFAL
İndirim: %15
Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst
Tel: (0212) 245 25 88
Vejeteryenler, ağzının tadını
bilenler ve küçük bir serüvene
hazır herkes için Parsifal
Beyoğlu'nda.
RAQUETE RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Sadi Gülçelik Spor Sitesi İstinye
Tel: (0212) 276 50 87
RİSTORANTE İTALİANO
İndirim: %7
Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ
Tel: (0212) 247 86 40
ROUTE CAFE 66
İndirim: %15
Osmanağa Mah. Süleymanpaşa
Sk. No: 13 Bahariye -İst Tel:
(0216)336 24 66
Geçmişten gelen geleceğin adı.
Not: İndirim Alışveriş Merkezi için
de geçerlidir.
SAHAF CAFE - KÜLTÜR MERK.
İndirim: % 15
Mühürdar Cad. Dumlupınar Sk.
No: 12 Kadıköy-İst
Tel: (0216)414 42 06
Kitabevi ve cafenin ötesinde
sanatsal-kültürel etkinliklerde
bulunan Sahaf Cafe şimdi de
Ergün-Özcan Tamer
Karaboğalı'nın katkılarıyla okuma
tiyatrosu her pazartesi saat
18.30'da sizlerle
SEAPORT
İndirim: % 10
İndirim: %5
Maltepe Sahil Yolu S Plajı
İstasyon yanı
Maltepe-İstanbul
Tel: (0.216) 442 09 50
• Dünya Borsa Kitabevi
İndirim: %5
I.M.K.B. Binası
Maslak-İstanbul
GENÇLİK KİTABEVİ
İndirim: %10
Mühürdar Cad. No: 68
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216) 337 96 05
KİTABEVLERİ
ABC Kitabevi
İstiklale. 461-Beyoğlu
Tel: (212) 249 24 14
Acar Kitabevi
1- Bağdat C. 374
Şaşkınbakkal
Tel. (216)358 20 51
2-Moda C. 102 Kadıköy
Tel. (0216)338 53 47
3- Bağdat C. Yolaç İş Mrk.
No: 68-Kızıltoprak
Tel. (216)338 53 73
Adam Kitabevi
İstanbul C. Morsümbül S.
No:1-Bakırköy
Tel. (212)571 96 54
Afa Kitabevi
İstiklale. Bekar S. 17 Beyoğlu
Tel. (212)249 22 18
Akademi Kitabevi
Akkavak S. 2 - Nişantaşı
Tel. (212)248 43 96
Akyüz Kitabevi
Kadıköy İş Merk.
Tel. (216)336 90 81
Alkım Kitabevi
Kadıköy Çarşısı Orta Kat
101-Kadıköy
Tel. (216)349 40 75
Arion Kitabevi
Sıraselviler C. 1 Taksim
Tel. (212)243 23 70
Arşiv Kitabevi
Bahariye C. 86/2 Kadıköy
Tel. (216)338 43 12
Bakırköy Kitap Sarayı
Gençler C. 8 Bakırköy
Tel. (212)583 09 03
Boğaziçi Kitabevi
Nispetiye C 70 Etiler
Tel. (212)265 47 52
Dünya Aktüel Kitabevi
İstiklal C. 469 Beyoğlu
Tel. (212)251 91 96
Dünya Bebek Kitabevi
Cevdet Paşa C. 232/1 Bebek
Tel. (212)265 71 03
Evrim Kitabevi
Kadıköy İş Mrk. 78-106
Kadıköy
Tel. (216)347 49 63
Gençlik Kitabevi
Mühürdar C. 68 Kadıköy
Tel. (216)337 96 05
Germinal Kitabevi
Halaskargazi C. 309 Şişli
Tel. (212)241 07 09
Gözlem Yay. Kitabevi
Atiye S. Polar Ap. 12/6
Teşvikiye
Tel. (212)240 41 44
Hamlet Kitabevi
Sıraselviler C. 15 Taksim
Tel. (212)244 26 01
Homer Kitabevi
Yeni Çarşı C. 28/A
Galatasaray
Tel. (212)249 59 02
Kabalcı Kitabevi
Ortabahçe C. 22/4 B.taş
Tel. (212)261 31 24
Kadıköy Kitabevi
Kadıköy İş Mrk.-Kadıköy
Tel. (216)347 52 81
Mefisto Kitabevi
İstiklal C. 173-Beyoğlu
Tel. (212)293 19 09
Genç Mefisto Kitabevi
Muvakkıthane C.15 K.köy
Tel. (216)414 35 19
Metropol Kitabevi
İstiklal C. 140/46 Beyoğlu
Tel. (212)245 70 34
Net Kitabevi
Galleria Ataköy
Tel. (212)559 09 50
İstiklal Cd. No: 79/81
Beyoğlu
Tel. (212)293 07 59-60
Nezih Kitabevi
1-Bağdat C. 378 Ş.bakkal
Tel. (216)356 56 10
2-Mühürdar C. 40 K.köy
Tel. (216)345 31 11
Pan Kitabevi
Barbaros Bulvarı 74/4
Beşiktaş
Tel. (212)261 80 72
Pandora Kitabevi
Büyükparmakkapı S. 3
Beyoğlu
Tel. (212)245 16 67
Pentimento Art Shop
İstiklale. 140/3 Beyoğlu
Tel. (212)293 39 59
Pera Orient Kitabevi
Aznavur Pasajı Yapı Kredi
Karşısı-Beyoğlu
Polat Kitabevi
Ankara C. 105 Cağaloğlu
Tel. (212)513 50 93
Remzi Kitabevi
1-Servili Mescit S. 3
Cağaloğlu
Tel. (212)511 69 16
2-Akmerkez Etiler
Tel. (0212)282 02 45
pe
a
cy
a
pe
cy