AK SİYASET SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER HAFTALIK BÜLTENİ 3 EKİM 2014 CUMA Sayı:19 Yıl:1 "Başörtüsünü isteyen takacak, istemeyen takmayacak ama biz Kılıçdaroğlu'nun geri kafalı zihniyetini hiç takmayacağız, hiç takmayacağız" dedi. Davutoğlu, "Kılıçdaroğlu'na sesleniyorum. Eğer IŞİD'ci arıyorsa sağına baksın. 28 Şubat'ta ikna odalarında bu milletin aziz evlatlarını süründüren bir hanım görecek" diye konuştu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Gezi olaylarıyla ve arkasından kışkırtılan 17 Aralık, 25 Aralık operasyonlarıyla dolaylı olarak şu denmek istendi: 'Nasıl Ali Fuat Başgil'i, halkın içinden gelen o değerli insanı cumhurbaşkanı yapmamışsa bir vesayet rejimi, o zamanki dikta ve darbe yönetimi, biz de Recep Tayyip Erdoğan'ı yaptırmayacağız' demek istediler. Ama onların planlarının üstünde öyle bir irade vardı ki bunu engelleyemediler. O Allah'ın iradesidir, onun kaderidir ve onun kaderinin tecelli etmesini sağlayan Türk milletinin aziz milli iradesidir" dedi. 1 AK SİYASET Genel başkanımız Samsun’da, yapımı tamamlanan bazı eserlerin toplu açılışı için Kurtuluş Yolu’nda düzenlenen törene katıldı. Törende konuşan Davutoğlu, sözlerine, “Hürriyetimizin, izzetimizin, meşale şehri Samsun’un onurlu yiğit güzel insanları, hepinizi saygıyla muhabbetle selamlıyorum” diyerek başladı. Davutoğlu, 62. Hükümet'i kurduktan sonra yurt ziyaretleri için takvim planlaması yapılırken, istiklal meşalesi yanmış Samsun’un ilk ziyaret edeceği iller arasında yazılması talimatını verdiğini söyledi. Güvenoylamasının ardından, memleketi Konya’yı, sonra da İstanbul’u ziyaret ettiğini hatırlatan Davutoğlu, “Dün Kırşehir’deydim. Söğüt şenliklerine katıldım. Ama bir il ziyareti perspektifinde, Konya’dan sonra yaptığım ilk il ziyaretim Samsun’adır. Bu da Samsun’u, kendi memleketim gibi bağrımızda taşıdığımızın işaretidir. Kırşehir’de Ahi Evran şenlikleri için, Söğüt’e Ertuğrul Gazi’yi anmak için gittik. Bu silsileyi takip edenler, bizim siyaset felsefemizi de anlarlar” diye konuştu. Konya’nın, Anadolu’daki ilk payitaht ve merkez şehri olduğunu, İstanbul’un da Osmanlı Cihan Devleti’nin merkezi olduğunu dile getiren Davutoğlu, şunları kaydetti: “Ertuğrul Gazi ve Şeyh Edebali’nin huzuruna çıktık, onlara söz verdik; hangi değerleri savunduysanız, 21. yüzyılda o değerleri savunacağız diye söz verdik. Dün Ahi Evran’ın huzurundaydık, ahlak pirimizin huzurundaydık, bugün Samsun’dayız. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş tohumunun atıldığı ve istiklalimizin kapısının aralandığı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü misafir eden Samsun’dayız. Bu da bizim cumhuriyet felsefemizi yansıtır. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri, tarihimizin, birbirinden ayrılamayacak, koparılamayacak unsurlardır, mütemmim cüzleridir. Şimdi onun için, Samsun’a ‘meşale şehir’ dedim. Dün Kırşehir’e ‘tohum şehir’, daha önce İzmir’e ‘ufuk’, Mardin’e ‘biblo’, Erzurum’a ‘kale şehir’ dediğim gibi. Samsun, meşalemizin yükseldiği şehirdir, özgürlük ve onur meşalemizin yükseldiği, yeni devletimizin tohumlarının atıldığı şehirdir.” “TÜRKİYE CUmHURİYETİ dEVLETİ, 2001-2002 YILLARINdA NE HALE dÜŞÜRÜLmÜŞTÜ?” Türkiye’nin, 2001-2002 döneminde yaşadığı ekonomik krizi hatırlatan Davutoğlu, şöyle devam etti: “Türkiye Cumhuriyeti devleti, 2001-2002 yıllarında ne hale düşürülmüştü? Milli irade, 28 Şubat darbesiyle büyük zarar görmüştü. Samsun’da kuvayımilliye ruhuyla atılan o tohum, büyük tahribata uğramıştı. Millet-devlet bütünlüğü zedelenmişti. Bu aziz millet, bu toprakları müstevlilere bırakmayan bu onurlu millet, 2001 yılında ekonomik kriz sonrasında bir IMF memurunun iradesine, vicdanına teslim edilmişti. Dışarıdan bu ekonomik krizi çözmek için bakanlar getirildi. Milli iradeyle gelenler değil yurt dışından gelenler üzerinden ekonomik yapı düzeltilmeye çalışılıyordu. Uluslararası itibarımız o derece darbe gördü ki 19 Mayıs’ta Samsun’da İstiklal mücadelemizi başlatan Atatürk adına verilen ödül, o dönemde dünyanın en önemli liderleri arasında sayılan Mandela tarafından reddedilmişti. Uluslararası itibarımız yerle bir edilmişti. Tam bu karanlık günler içinde, 19 Mayıs ruhuyla Türkiye Cumhuriyeti devletinin bağımsızlık şiarıyla ve Samsun’un taşıdığı meşaleyle AK Parti hareketi başladı. O günden bugüne öylesine reformlara imza atıldı ki şükranla anarak ifade ediyorum Sayın Cumhurbaşkanımızın, onun başbakanlığı döneminde milli irade, bütün haşmetiyle siyaset sahnemize hakim oldu. Ekonomimiz, gayrisafi milli hasılamız 4 kez büyütülerek uluslararası alanda yüksek kategoriye girdi. Uluslararası itibarımız dünyada en üst zirvelere çıkarıldı.” 2 AK SİYASET “YENİ BİR mEŞALE YAKIYoRUz” “Yeni bir dönemde, yeni bir Türkiye derken, işte Samsun’da yakılan o meşalenin, tam istiklal, tam özgürlük, tam bağımsızlık meşalesinin bir daha sarsılmayacak şekilde tahkim edildiği yeni bir ülke diyoruz, yeni bir Türkiye, diyoruz. Cumhuriyetimizin, 2023’teki 100. yı dönümünde, küresel güçler arasına giren yeni cihan devleti idealini başlatmak üzere, Samsun’dan tekrar yeni bir meşale yakıyoruz” diye konuşan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tam da 2000-2001 yıllarında milli irade tahrip edilmişken, dikkat ediniz, 'Yeni Türkiye' kavramının siyaseten içini doldurmak için söylüyorum, AK Parti kadroları olağanüstü demokratikleşme reformları yaptı, bunu en iyi Samsunlular anlar. Niye biliyor musunuz? Ali Fuat Başgil, reisicumhur adayı olduğunda, Samsunlu Başgil, silahlarla tehdit edilip adaylıktan çektirilmişti. Son 1 yılda yaşadıklarımıza bakın, Ali Fuat Başgil gibi onurlu bir ilim adamını, devlet adamının hemşehrisi olan Samsunlular, aslında son 1 yıl içinde, Ali Fuat Başgil'e yapılan muamele Sayın Cumhurbaşkanımıza yapılmak istendi. Gezi olaylarıyla ve arkasından kışkırtılan 17 Aralık, 25 Aralık operasyonlarıyla dolaylı olarak şu denmek istendi: 'Nasıl Ali Fuat Başgil'i, halkın içinden gelen o değerli insanı cumhurbaşkanı yapmamışsa bir vesayet rejimi, o zamanki dikta ve darbe yönetimi, biz de Recep Tayyip Erdoğan'ı yaptırmayacağız' demek istediler. Onun için Samsunlular size teşekkür ediyoruz.” 3 Başbakan Davutoğlu, "Kılıçdaroğlu'nun demeçlerine bakın. CHP zihniyeti 28 Şubat'ı çıkaran zihniyettir. Kendisi de 28 Şubat'ın takipçisi zihniyettir. Ortaöğretimde başörtüsüne özgürlük getirdik diye diyor ki 'Bunlar IŞİD'ciler gibi davranıyor'. Bunu bize söylüyor. Şimdi buradan Sayın Kılıçdaroğlu'na sesleniyorum. Eğer IŞİD'ci arıyorsa sağına baksın bir hanımefendi görecek. 28 Şubat'ta ikna odalarında bu milletin aziz evlatlarını süründüren bir hanım görecek. IŞİD zihniyeti oradadır. İstiklal Harbi'ni bir başörtüsü için başlatan Sütçü İmam'ın ruhuna ihanet ederek gencecik kızlarımızın zorla başını açtıranlar, IŞİD zihniyeti onlardır. IŞİD zihniyeti, ikna odalarını kuranlardır" diye konuştu. AK SİYASET Davutoğlu, "Başörtüsünü isteyen takacak, istemeyen takmayacak ama biz Kılıçdaroğlu'nun geri kafalı zihniyetini hiç takmayacağız, hiç takmayacağız" dedi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Dünya Ekonomik Forumu kapsamında düzenlenen "Bölgesel Kalkınma için Kaynakların Ortaya Çıkarılması" temalı özel toplantının kapanışında konuştu. yoğun çaba sarf ettiğimiz dönemde, 7 saatlik bir görüşmem olmuştur. Görüşmenin bir aşamasında 'peki biz ne olacağız?’’ sorusuna muhatap olmuştum. Yani siyasi liderler, uzun yıllar ülkeyi idare edenler, şöyle birşey söyledim ve buna da inanıyorum. Demokrasi için bir tek kriter konulsa, ben bu kriterin pratik karşılığı şudur demiştim kendisine; 'Bir ülkede eğer eski cumhurbaşkanı ve başbakan barış içinde yaşıyorsa, eski ve cumhurbaşkanı ve başbakan varsa, o ülkede demokrasi vardır. Başka birşey aramayın. Ama bir ülkede eski cumhurbaşkanı ve başbakanlar ya hapiste, ya mezarda, ya sürgünde ise demokrasi yoktur. Sizin Arap dünyasında eski liderlerin bir kısmı sürgünde demiştim, Bin Ali. Bir kısmı mezarda, Kaddafi. Bir kısmı da hapiste, Mübarek. Demokrasi ile seçime gidin, kazanırsanız cumhurbaşkanlığınız devam eder. Kaybederseniz kendi ülkesinde huzurla yaşayan bir eski cumhurbaşkanı olmuşsunuz ve yeni bir seçime hazırlanırsınız.'' Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Herkes pozisyon değiştirirken, herkes bizi reel politiğe çağırırken, ‘Niye ulusal çıkarlarınızı tehlikeye atıyorsunuz? Bölgede demokrasinin arkasında duruyorsunuz, biraz reel politikleşin' derken, içeride ve dışarıda biz demokrasinin yanında durduk. Ortadoğu halklarının yanında durduk. Çünkü demokrasinin kıymetini en çok biz biliriz" dedi. Davutoğlu, Dünya Ekonomik Forumu kapsamında düzenlenen "Bölgesel Kalkınma için Kaynakların Ortaya Çıkarılması" temalı özel toplantının kapanışında yaptığı konuşmada, demokrasinin sürdürülebilir istikrarın en önemli garantisi olduğunu belirterek, ''İstikrar bir devlet başkanının uzun yıllar iş başında kalması demek değildir. İstikrar, tek bir partinin uzun dönem bir ülkede egemen olması değildir'' ifadelerini kullandı. Demokrasinin aslında bu anlamda liderlerin hayatını da garanti eden bir sistem olduğunu ifade eden Davutoğlu, ''Demokrasinin olmadığı yerde, liderler kendilerini güvende hissetmez ve iktidarı varoluş makamı olarak görürler. Düştüklerinde öleceklerini düşünürler. Sovyetler döneminde de soğuk savaş döneminde de Doğu Avrupa’da da Çavuşesku için de böyleydi, Kaddafi ya da Mübarek için de böyleydi, Esad için de böyle'' dedi. İstikrarın, halkıyla meşruiyet ilişkisine girmiş ve meşruiyeti sürekli demokrasi üzerine test eden bir siyasal sistemin adı olduğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti: ''Çok ilginç bir diyaloğu burada yansıtmak istiyorum. Beşar Esad'ı 2011 yılı Ağustos ayında halkına karşı zulmetmemesi yönünde 4 AK SİYASET "BU gİzLİ BİR IRKçILIKTIR" Aylarca, sabırla Esad’ı ikna etmeye çalıştıklarını, çünkü ilişkilerinin iyi olduğunu anlatan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''Hani şimdi bizi mezhepçilikle itham edenler çok iyi bilmeliler ki bütün sünni dünyası Esad’a cephe açmışken, biz Esad’ı destekledik. Desteklemekten kastım, Suriye’deki istikrarın ve onu barışçıl yollarla dönüştürebilmek için 2005’te, 2006’da. Olumlu yönden baktık, Arap Baharı'na. Şöyle düşündük; nasıl AB ve ABD, Balkanlar'daki demokrasi rüzgarını desteklediler. Ve onu finanse ettiler. 'Ortadoğu’yu da destekleyecekler' diye düşündük. Ve burada bir tutarlılık bekledik, istedik. Şunu hepimiz bilelim. Kalkınma ile siyasal sistem arasında bir bağ kuracaksak, demokrasi finanse edilen bir sistemdir. Yani bir ülkede bir demokratik değişim süreci varsa o bir tek şeyle garanti altına alınabilir. Ekonomik kalkınma ile finanse edilmeyen, desteklenmeyen bir demokratik değişim süreci ayakta duramaz. Biz Türkiye'de demokratikleşmeyi temin edebildik. Çünkü kendi ekonomimiz 12 yılda 4 misli büyüdü. Türk ekonomisi küçülseydi bizim demokrasiyi yaşatmamız çok zor olurdu. Bugün Balkanlar'da demokrasi var, Polonya'da, Romanya'da. Çünkü AB fonları ile o demokrasi finanse edildi. Ortadoğu’da demokrasiyi finanse edecek hiç kimse çıkmadı. Bizim, demokrasi döneminde seçilmiş çoğu başkanlara, Mısır’a verdiğimiz 2 milyar dolarlık yardım, Tunus’a yaptığımız 500 milyon dolarlık yardımların dışında ciddi bir demokrasi finansmanıyla ilgili birşey sağlanmadı. Açık söyleyeyim, burada oryantalist bir tavır hemen kendini ortaya koydu. Gerek Irak’ta, gerek bölgede bir müddet sonra şöyle düşünmeye başladı insanlar. Bu Müslümanlar ancak sopalı bir lider ya da otoriter bir lider tarafından idare edilebilirler. Bütün dünya ekonomik forumuna katılan küresel entelektüellere hitaben diyorum. Bu gizli bir ırkçılıktır.'' Dünyada her milletin, her dinden insanın nasıl demokrasi ile idare edilebilme kapasitesine sahipse, çok köklü siyasal bir kültüre sahip olan İslam toplumlarının da demokrasiyi yaşatıp geliştirebileceğini dile getiren Davutoğlu, İslam dünyasının IŞİD ile anılamayacağını, İslam’ın da IŞİD ve benzer yapılarla anılamayacağını söyledi. "dEmoKRASİNİN KIYmETİNİ EN çoK Bİz BİLİRİz" O açıdan Türkiye'nin bir başarı hikayesi olduğunun altını çizen Davutoğlu, ''Bu başarı hikayesine bakan birçok Arap genci, sokağa çıktı ve demokrasi talep etti. Beklediler ve gördüler ki, Türkiye’nin İsrail’e karşı Filistin davasındaki onurlu duruşu, ancak demokrasi ile sağlanabiliyor. O zaman kendileri de bunu talep ettiler. Biz de arkalarında durduk. Ve durmaya devam edeceğiz'' değerlendirmesinde bulundu. 5 AK SİYASET “BİR dEpREmİN İçİNdEYİz” liderleri. Bunun getirdiği bir heyecanla devrim rüzgarıydı, 2011 yılı. 2012 yılı ümit yılıydı. Açık söylüyorum. Eğer bugün biz burada IŞİD’i tartışıyorsak, 2012 yılındaki demokratik geçiş süreçlerine destek vermediğimiz için tartışıyoruz. IŞİD çok güçlü olduğu için ya da Suriye ve Irak halkı IŞİD tür radikal eylemlere eğilimli olduğu için değil.'' ''Dört yılın kısa kısa muhasebesini zikredeyim. Çünkü bir depremin içindeyiz. Şimdi bu deprem Avrupa ülkelerini, ABD ve dünyayı vurmaya başladığı için tedbir alma ihtiyacı hissediliyor. Biz 4 yıldır bunu anlatmaya çalıştık. 2011 yılı her devrimlerde olduğu gibi bir hissi devrim yılıydı. Arap dünyasında, Tahrir Meydanı'nda, diğer meydanlarda gençler sokağa çıktı, aynen Avrupalılar gibi, aynen bizler gibi demokrasiyi tatmak istediler. Vatandaş olarak seslerini yükseltmek istediler. Özgürce herşeyi tartışmak istediler. Ve rejimler buna dayanamadı. Hatta o dönemde Mısır'a gittiğimde bana ‘bu olayı nasıl yorumladığım sorulduğunda’ dedim ki; Ben Mısır’a 1988’de doktora tezi için geldiğimde 5-6 ay kalmıştım, Mübarek iktidardaydı. Geçenlerde benim küçük kızım kütüphaneme gitmiş, İstanbul’daki evimde ve üst katta çatıdaki kütüphaneme. Benim eski daktilomu, doktora tezimi yazdığım daktiloyu koymuştum. Yukarıdan hayretle seslendi. 'Baba bu ne?' diye. Ben de korktum, herhalde korktu, birşey oldu diye. Daha 8-9 yaşında. 'Bu ne?' diye daktiloyu gösteriyor. Sanki arkeolojik bir keşif yapmış gibi. Çünkü hiç daktilo görmemiş benim kızım ve oynamaya başladı onunla. Dedim ki, Mısır’da ben 88'de doktoramı yazarken o daktiloyu kullanıyordum. Ve Mübarek iktidardaydı. Sonra bilgisayar keşfedildi, Mübarek iktidardaydı. Sonra internet keşfedildi, Mübarek iktidardaydı. Mobil telefon keşfedildi, Mübarek iktidardaydı. Twitter, facebook gelince dayanamadı. Şimdi nesiller değişiyor ve gençler hep aynı liderleri görüyor. Cevap vermeyen liderleri, hesap sorulamayan Başbakan Ahmet Davutoğlu, 2012 yılında bütün devrim rüzgarlarının yeşerdiği Ortadoğu’da seçimlerin yapıldığını anlatarak, ''İlk defa insanlar sandıklara gittiler. Mısır’da seçim yapıldı, bir değişim oldu. Libya’da yeni bir kongre oluştu. Tunus’ta yepyeni bir dönem başladı. Fas’ta bir geçiş süreci yaşanıyordu. Her yerde, Cezayir de dahil gayet doğallık içinde bir geçiş süreci başladı ve bir emek vardı kitlelerde, insanlarda. Şimdi soralım, biz bu ümidi besleyecek ne yaptık? Biz bu ümitle yola çıkmış Yemen’de insanlara ne verdik? Balkanlar'a ve Doğu Avrupa’ya sağladığımız imkanları, demokrasiye geçiş sürecinde Ortadoğu halklarına sağladık mı? Bölgesel kalkınmadan bahsederken demokrasiyle kalkınma arasındaki irtibatı kurabildik mi? Biz Türkiye, şimdi bütün bu meydan okumalara karşı karşıya kalan bir ülke olarak gururla ve iftiharla söylüyorum. O günden bugüne ilkeli bir şekilde aynı yerde durduk. Herkes pozisyon değiştirirken, herkes bizi reel politiğe çağırırken, ‘Niye ulusal çıkarlarınızı tehlikeye atıyorsunuz? Bölgede demokrasinin arkasında duruyorsunuz, biraz reel politikleşin' derken, içeride ve dışarıda biz demokrasinin yanında durduk. Ortadoğu halklarının yanında durduk. Çünkü demokrasinin kıymetini en çok biz biliriz'' şeklinde konuştu. dEmoKRASİNİN ARASI dA oLmAz edemediler. Avrupa'dan da bu takdiri gördüğümüzü söyleyemem. Ne oldu 2012'de bu demokrasiler uluslararası destek bulamayınca? Geçiş yönetimleri, daha 'bebek demokrasiler' diyeyim, çocuk demokrasiler değil, kendi ekonomik girdapları içinde... Mısır'ı düşünün. O muazzam insan potansiyeli olan o büyük ülke, medeniyet ülkesi... Şimdi herkesin Mursi'yi eleştirmesi kolay. Hangi Avrupa ülkesi, büyük ekonomik reformları bir yılda gerçekleştirebildi 1990'lı yıllarda? Eğer bize 2003 yılında gelseydiniz bir yılda her şeyi mucizevi bir şekilde değiştirmiş bir Türk başarısını size vaat edebilir miydik?" diye konuştu. Davutoğlu, Dünya Ekonomik Forumu kapsamında düzenlenen "Bölgesel Kalkınma için Kaynakların Ortaya Çıkarılması" temalı özel toplantının kapanışında yaptığı konuşmada, Türkiye'nin siyasi tarihinin darbelerle geçtiğini, baskılarla büyüyen bir nesil olduğunu, bu yüzden Ortadoğu gençliğinin ne hissettiğini iyi bildiklerini söyledi. Ortadoğu'daki demokrasinin talep edildiği gibi, Türkiye'de de kendilerinin bu taleple iktidara geldiğini anlatan Davutoğlu, "Türkiye'deki demokrat geçinen bazı dostlar bile bunu anlayamadılar. Bunu takdir de 6 AK SİYASET Mısır'ın sonrası için onlarca soru sorulduğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti: "Suriye'yi "Demokrasinin sonrası olmaz. Demokrasi, yerleşirse bir utanç rak yerleşmiştir, ya vardır, ya yoktur. Demokrasinin arası da olmaz. sayfası ola ır" rd Birisi 'Demokrasi gelsin de ben sonra kimin geleceğinden yazacakla emin olayım' derse demokrat değildir. 'Bir ülkede demokrasi Suriye'de da değinen olsun ama şu eğilimler iktidara gelmesin' dediğiniz anda yaşananlara ülke için pek bu demokrasinin dışına çıkarsınız. Geçmişte bu bize dendi. Davutoğlu, oyulduğunu, k r Türkiye'de de bu demokrasi oyunu oynandı. 60 çok kriterle kullanıldığında ah ihtilalinden sonra 'Demokrasi olsun ama mesela Ali Fuat kimyasal sil ağının açıkça c a ıl Başgil cumhurbaşkanı olmasın' diye silah çektiler cezalandır attı. iğ d ini hatırl Cumhurbaşkanı adayına. 80'li yıllarda 'Demokrasi olsun deklare edil 'nin iller, Suriye i s e n i n e ama şu şu partiler olmasın' diye onlarca parti kapatıldı y e "İlerid Suriye'y zdıklarında aklardır a y Türkiye'de. Gerçek demokratlar, seçim sandığı i in m e n yazac bu dö yfası olarak diyen üzerinden soru sormazlar. Seçim sandığı neyi üretirse a s ç n ta u ir b " k ı toplum için onu kabul eder ve şans verirler. Başarısız mı oldu? uluslararas bilecek bütün insanlı la o Bir sonraki seçimde cezalandıracak olan kendi Davutoğlu, riye'de işlendiğini u S ın halkıdır. Şimdi ne oldu? O iyimser 2012 yılından suçların sonra 2013 yılı, gerçek anlamda bir hayal kırıklığı yılı vurguladı. rının, ril bombala a a v oldu hemen hemen her yerde." , n ri le e z Fü alanlard hların sivil ir yerde tutulup a il s l a s a y b kim ı, insanların "mISIR BİzE BENzER" kullanıldığın m edilerek ölüme , ku açlığa mah ü söyleyen Davutoğlu nya n ü ü d ğ n Davutoğlu, Mısır'da seçimle iktidara gelen bir götürüldü raf yayınlandı, bütü ğ ye liderin yerinden edildiğini hatırlatarak, o günlerin "50 bin foto nda geçen sene. Suri rı k hemen ardından Mısırlı önemli bir siyasetçiyle televizyonla ıl insanları aç bırakara s a n i imlerin rejiminin arasında geçen diyaloğu anlattı. Bu kişinin olokost res ndı. h , ü ğ ü rd ü öld Türkiye'ye gelip, kendilerini bu darbenin meşru ayınla n resimler y n tepkisi ne oldu?" ta a rl tı a h u olduğuna ikna etmeye çalıştığını belirten Davutoğlu, ı toplum Uluslararas llandı. şunları kaydetti: u ifadelerini k Suriye'de "Şöyle bir şey söyledi, dedi ki '25-30 milyon Davutoğlu, en Suriye Ulusal insan imza verdi Mursi gitsin diye' ki çok önemli bir i istey a, demokrasiy a 90'lı yıllarda Polony 'n isim, burada söylemek istemiyorum ama hepinizin i u s n ra o demok Koalisy alkanlar'da esteğin B , tanıdığı bir isim. Dedim ki 'Ya siz matematik a y n a m o d R lere verilen bilmiyorsunuz, ya ben bilmiyorum. Ya siz Mısır'ı isteyen güç i dile getirerek, bilmiyorsunuz, ya ben bilmiyorum. Mısır'da 80 milyon verilmediğin bu şeyler e kardeşimiz var. Mısır'da okuma yazma oranının yüzde "Geçen sen , hatta kimyasal a d ın yapıldığ 40'larda olduğunu siz de biliyorsunuz. Geride kalan 40 ıldığında n a ll silah ku milyon, deltada, güneyde, çöllerde yaşayanları çıkarsanız ok küçük daha IŞİD ç büyük şehirlerde yaşayanlar, nüfusun ancak yüzde 40'ını , bir bölgede rgüt oluşturur, o da 20 milyona iner. Bunlardan yaşlı ve çocukları küçük bir ö di" çıkarın, geriye 10 milyon kalır. Bunların bir kısmı da, herhalde niteliğindey yüzde 50'si de Mursi'yi destekliyor. İmza toplansa 5 milyondan dedi. fazla kişi çıkmaz. Hadi toplandı diyelim, her seçilmiş yönetici, toplanan imzalarla ya da sokakta tertip edilen gösterilerle yönetimden alınırsa demokrasi yaşayabilir, sürdürülebilir bir süreç olmaz. Mısır'da Türkiye bir tavır aldı, bedelini ödediğimiz bir tavır bu aslında. Biz Mısır'a çok önem veriyoruz. Mısır, bölgenin omurgasıdır, beynidir. Araplar, Mısır'a 'Arabın beyni' derler. Biz Mısır'ı en büyük stratejik ortağımız olarak görmeye devam etmek istiyoruz ama Mısır'da, böylesi büyük nüfuslu bir ülkede istikrarın halk meşruiyetinden geçeceğine inanıyoruz. Biz yaşadık, Mısır bize benzer. Mısır, demokrasi istemeyen bazı petrol zengini veya küçük ölçekli geniş ekonomilere sahip ülkelere benzemez, bize benzer. Mısır'da kalıcı istikrar ve ekonomik kalkınma, ancak ve ancak demokrasiyle sağlanabilir." 7 AK SİYASET "mEYdAN oKUmA KÜRESELSE HEpİmİz ELİmİzİ TAŞIN ALTINA KoYACAğIz" Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk ve Makedonya'da demokrasinin tahkim edildiği gibi Esed'e bir ders verilemediğine dikkati çeken Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: milyon turist geliyor. Peki siz biliyorsanız bu yabancı savaşçıları kendi ülkenizde tutun, çıkmasına izin vermeyin. Dedi ki 'Biz demokratik bir ülkeyiz, daha suç işlememiş birini nasıl tutalım'. Peki bize listeyi verin, kimler olduğunu, biz onları almayalım, Türkiye'ye sokmayalım. 'Nasıl liste veririz daha suç yok'. Peki senin yapmadığın bu işi ben nasıl demokratik bir ülke olarak yapabilirim? Eğer meydan okuma, küreselse hepimiz elimizi taşın altına koyacağız. Artık yeter. Suriye, Irak krizinin bütün bedelini Türkiye'ye ve komşu ülkelere ödetip sonra bulunduğumuz yerlerden ders vermeye kalkarsak bunu bizim kabul etmemiz mümkün değil, bunu insanlık vicdanı da kabul etmez" şeklinde konuştu. "Bütün o kitleler, hayal kırıklığı içinde devrimin karşı bir psikolojisine yöneldiler ve radikalleşme, uç noktalara vardı 2004'te. Bugün bölgede demokrasiden değil de eğer terör tehdidinden bahsediyorsak, bölgede canını ortaya koyan Humus'taki Hristiyan, Müslüman, Sünni, Nusayri, Kürt, Arap, Türkmen o Suriyeli gençlerin yerini eğer dışarıdan gelmiş ve ne yapacağı belli olmayan, çoğu da çok akıcı İngilizce konuşan yabancı savaşçılara terk etmişse bunun sebebi bizim Suriye halkını yalnız bırakmış olmamızdır. Bunu itiraf etmek durumundayız. Aksi takdirde çözüm bulmamız, güçleşir. Defaatlerce uyardık, Türkiye olarak ve şunu anlatmaya çalıştık, bugün için de geçerli olan bir vizyonu. Biz Ortadoğu bölgesine diyorduk ki 'Bu sınırlar anlamsız, yani yaşaması zor sınırlar'. Gerçekten keşke buradan hep beraber biz mülteci kamplarının bulunduğu sınırımıza gitsek. Kobani'den gelen Kürtlerin ya da Halep'ten gelen Türkmenlerin, Arapların geçtiği yerlere. Bir köy bile ortadan bölünmüş, bir demiryoluyla bölünmüş. Türkiye, bu sınırı korumaya çalışıyor ve bu sınır bugün sadece Türkiye'nin değil, Avrupa'nın da dünyanın da sınırı teröre karşı. Peki Türkiye'ye ne kadar destek verildi? Şu denirse büyük bir adaletsizliktir; (Siz mülteciler için sınırınızı açın ama araya birileri karışırsa siz sorumlusunuz)" Davutoğlu, mülteciler için sınır açıldığında insanlara ayrıca bir yoklama yapılamadığını ifade ederek, "Ben Azerbaycan'daydım, üç günde 138 bin mülteci geldi. Deseydik ki 'Bu kapıyı kapatıyoruz ve her birini tek tek alacağız'. 138 bin kişiyi almamız 10-15 gün sürerdi. O arada da zaten IŞİD onları öldürmüş olurdu. Peki onları almamış olsaydık da bütün dünya 'Türkiye'nin nasıl bir yanlış politika izlediğini söylerdi. Şunu da söyleyeyim Türkiye'yi bazıları acımasızca eleştirirken, bir batılı Dışişleri Bakanı ile aramızda şöyle bir konuşma geçti, dediler ki 'Bu yabancı savaşçılar, Türkiye'den geçmesin'. Çok güzel geçmesin, biz istemeyiz. Bu, en çok bize zarar, bize tehdit ama Türkiye'ye yılda 35 8 AK SİYASET BAŞBAKAN dAVUToğLU İLK 'ULUSA SESLENİŞ' KoNUŞmASINI YApTI Başbakan Ahmet Davutoğlu, televizyonlarda yayınlanan "Yeni Türkiye Yolunda" konuşmasını yaptı. Gündeme ilişkin açıklamalarda bulunan Davutoğlu, Musul Başkonsolosluğu personelinin kurtarılmasına ilişkin, "İşte bu kavuşma anı görüntüleri için çok bekledik. Sabırla, metanetle, dirayetle çok kritik bir süreci yönettik. İftiharla ifade edeyim ki, bu olayda Türkiye ne kadar büyük bir devlet olduğunu ve ne kadar işinin ehli bir hükümet tarafından yönetildiğini bütün dünyaya göstermiştir" dedi. etmiş bulunmaktadır. Türkiye hızını hiç kesmeden, yürüyüşünü hiç sekteye uğratmadan hem cumhurbaşkanlığı hem başbakanlık makamında bir görev değişimi yaşamıştır. Bizler bu değişimi bir bayrak yarışı, bir nöbet değişimi olarak görüyor, bu şuurla hareket ediyoruz. Dünyada hem başbakanlık hem cumhurbaşkanlığı değişim sürecini bu kadar başarı ile yürüten başka bir örnek göremezsiniz. Türkiye kökleşmiş demokrasisi ile, çok şükür, kriz beklentilerini boşa çıkarmıştır. Sancısız bir geçiş yaşadık ve kaos bekleyenlerin elleri boş kaldı. "SANCISIz BİR gEçİŞ YAŞAdIK VE KAoS BEKLEYENLERİN ELLERİ BoŞ KALdI" "Yeni bir dönemin başında, yeni umut ve heyecanlarla yola çıktığımız şu günlerde ekranlarınız aracılığıyla evlerinize misafir olmaktan, Yeni Türkiye'nin büyük hedeflerini sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. Bundan sonra da paralel yapı da dahil her türlü demokrasi dışı vesayet odağı ile mücadelemize kararlılıkla devam edecek, kriz fırsatçılarına göz açtırmayacağız. Malumunuz olduğu üzere, demokrasimiz adına hepimize gurur veren çok olgun bir sürecin sonunda yeni Cumhurbaşkanımızı seçtik. Türkiye'nin kazanımlarının korunmasında ve atılımların hiç kesintiye uğramadan sürdürülmesinde devamlılığın ne kadar hayati olduğunu iyi biliyoruz. Kendisinden Başbakanlık görevini devraldığım Sayın Recep Tayyip Erdoğan , 10 Ağustos 2014 tarihinde gerçekleştirilen seçimle Türkiye Cumhuriyeti'nin doğrudan oylarınızla seçilen ilk Cumhurbaşkanı oldu. İşte tam da bu yüzden sadece 3 gün içerisinde Bakanlar Kurulu başta olmak üzere tüm dönüşüm sürecini başarıyla tamamladık. Yeni görevlendirmeler, atamalar hızla gerçekleştirildi. Bizim bu süreçlerle kaybedecek vaktimiz yok. Biz önümüze bakıyoruz." Bu seçim hiç şüphe yok ki demokrasimiz açısından bir milat değeri taşımakta, millet iradesi nihayet en yüksek seviyede tecelli 9 AK SİYASET "TÜRKİYE ARTIK NoRmALLEŞmİŞTİR" Türkiye'nin normalleştiğini kaydeden Davutoğlu, hesaplarını 2023 vizyonunu yakalamak için çalıştığını ifade etti. Ahmet Davutoğlu şunları söyledi: "Türkiye artık normalleşmiştir. Gayr-i tabii yollarla, siyasi mühendislik operasyonları ile iktidar devşirmek isteyenlere kapılar kapanmıştır. Milletimizin her bir ferdi tamamiyle emin olabilir ki, bu medeniyet kervanı yoluna her geçen gün hızını arttırarak devam edecektir. Yeni Türkiye hayalimiz artık adım adım gerçeğe dönüşüyor. Bu yolda aldığımız her hayırlı mesafe, önümüzde yepyeni kapılar, çok daha parlak ufuklar açıyor. Başardıklarımızın daha fazlasını başarmak, 2023 hedeflerine doğru ilerleyen Yeni Türkiye'yi inşa etmek için hiç ara vermeden çalışmalarımıza aynı aşk ve şevkle başladık. Nihai hedefimiz; aziz milletim bunun da ötesinde, bu toprakların sahip olduğu kadim mirası yeniden canlandırmak, yeni bir medeniyet ihyasını gerçekleştirmektir. dEğERLİ VATANdAŞLARIm, Türkiye nevzuhur bir ülke değildir. Köklü bir tarihe ve zengin bir geleneğe sahibiz. Ben de 62. Hükümetimize güvenoyu aldıktan hemen sonra bu köklü geleneğe sahip çıkmak adına Selçuklu başkenti Konya'yı, Osmanlı'nın tohumlarının atıldığı Söğüt'ü ve Cumhuriyet meşalesinin yakıldığı Samsun'u ziyaret ettim. Bundan sonraki siyasetimizde de bu tarihi şuurla hareket edeceğiz. Aynı bilinçle göreve başlar başlamaz Türk demokrasisinin kökleşmesine kendilerini adayan seleflerim rahmetli Adnan Menderes'i, Turgut Özal'ı ve Necmettin Erbakan'ı ziyaret ettim. Onların bu demokrasi mücadelesinde ödedikleri bedellerin farkındayız ve bu bedelleri hiç unutmayacağız. Yüklendiğimiz tarihi sorumluluğun şuurundayız. Hesabımızı popülist bir anlayışla değil, 2023 vizyonu çerçevesinde belirlediğimiz kısa, orta, uzun vadeli hedeflerimizi yakalamak üzere yapıyoruz. Seçim siyasetine, seçim ekonomisine, kısa vadeli popülist uygulamalara geçmişte prim vermediğimiz gibi, bugün de vermiyoruz, yarın da vermeyeceğiz. Türkiye'yi daha güçlü, daha müreffeh, daha itibarlı bir ülke haline getirmek, demokrasimizi ülkemizin her bir ferdinin, her bir vatandaşının gurur duyacağı ileri bir seviyeye taşımak adına gereken her adımı atacağız. Çözüm süreci başta olmak üzere, bu ülkenin ne kadar kanayan yarası varsa hepsine kararlılıkla çareler üreterek, toplumsal barışı her yönüyle mutlaka tesis edeceğiz. 10 AK SİYASET Birliğimizi, dirliğimizi, dostluk ve kardeşliğimizi hiç kimsenin bozmasına izin vermeyeceğiz, saflarımızı sık tutarak, birbirimize kenetlenerek, birbirimize muhabbetimizi arttırarak aramıza fitne ve fesat sokmayacağız. Her şeyden önemlisi tek bir vatandaşımızın bile canını tehlikeye atmadan süreci yönetmeliydik. Rehin durumda bulunan kardeşlerimizin de bu uzun zaman boyunca metanetlerini, ümitlerini kaybetmemeleri, ülkelerine güvenmekten bir an bile vazgeçmemeleri elzemdi. Geçmişte olduğu gibi, kendi önceliklerini koruyan, barışın yanında, haksızlıkların karşısında, gerçekçi ve aktif bir dış politika izlemeye devam edeceğiz. İftiharla ifade edeyim ki, bu olayda Türkiye ne kadar büyük bir devlet olduğunu ve ne kadar işinin ehli bir hükümet tarafından yönetildiğini bütün dünyaya göstermiştir. Ekonomide güveni ve istikrarı asla kaybetmeden çıtayı sürekli daha yukarılara taşıyacak; rekabetçi, yenilikçi, üretimini arttıran, istihdam üreten bir anlayışla büyüyeceğiz. Daha önce de, benim Dışişleri Bakanlığı görevini sürdürdüğüm dönem zarfında 200'ü aşkın vatandaşımızı Afganistan'da, Irak'ta, Suriye'de, Lübnan'da, Somali'de kaçırılan, rehin tutulan çeşitli vatandaşlarımızı kurtarma operasyonlarıyla özgürlüklerine kavuşturduk. En zor şartlar altında Libya'dan 26 bin insanımızı tahliye ettik, 10 gün içinde. Ekonomik kazanımlarımızdan, refah artışından toplumun bütün kesimlerinin en adil şekilde pay alması için ne gerekiyorsa onu yapacağız. Tek bir insanımızın bile mağdur olmasına, tek bir vatandaşımızın bile mahrumiyet yaşamasına asla rıza göstermeyeceğiz. Her bir vakanın kendine özgü şartları vardı, kendine özgü dengeleri, hassasiyetleri vardı. 81 vilayetimizin imarından, 77 milyon insanımızın mutluluğundan, gelecek nesillerimizin akıbetinden kendimizi sorumlu sayıyoruz." Bu olayların tamamında Türkiye'nin gücünü, etkinliğini, harekât kabiliyetini gördük, bununla gurur duyduk." "BAKANLAR KURULU KARARIYLA IŞİd'İ TERÖR ÖRgÜTÜ İLAN ETmİŞ BİR HÜKÜmETE İFTİRA ATILIYoR" eden yangınlara dönüştü. Devlet otoriteleri ortadan kalktı, orduların etkinliği kalmadı ve halklar çeşitli çatışmacı gruplar karşısında savunmasız kaldı. IŞİD gibi terör örgütleri bu kaostan faydalanarak, bu büyük otorite boşluğunu kullanarak etki alanlarını genişletti. Türkiye ile IŞİD'in çeşitli ilişkiler içinde olduğunu iddialarını eleştiren Davutoğlu, Bakanlar Kurulu kararıyla IŞİD'i terör örgütü ilan ettiklerine dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü: Bugün ortaya çıkan tablodan rahatsızlığını dile getiren uluslararası topluma, yakın geçmişte bölgede esen demokrasi rüzgârlarına destek olmalarının, demokratik yöntemlerle göreve gelen yönetimlere sahip çıkmalarının gereğini defalarca anlattık. "Son birkaç yıl içinde bölgemizde hepimizi üzen pek çok olay yaşandı. Milyonlarca masum insan, zalim yönetimlerin, güç çatışmalarının, terör saldırılarının kurbanı oldu. Suriye'de, Irak'ta, Filistin'de defaatle uyarmamıza rağmen uluslararası toplum doğru olanı yapmaktan sürekli kaçındı. Bu duyarsız ve çelişkili politikalar neticesinde kıvılcımlar bütün bölgeyi tehdit Ancak farklı hesaplar içine girerek bu hayati adımları atamadılar, alınması gereken tedbirleri etkin biçimde uygulayamadılar ve maalesef bölge büyük acılara gark oldu. Uzun bir zamandır çeşitli çevreler haksız ve mesnetsiz biçimde Türkiye'nin IŞİD'le çeşitli ilişkiler içinde olduğu, bu örgüte destek verdiği 11 AK SİYASET gibi maksatlı ve art niyetli iddiaları dolaşıma sokuyor. yaparken de aziz milletimiz dışında kimseye sormayız, kimseye hesap vermeyiz. Bu iddiaların hangi kirli hesapların ürünü olduğunu gayet iyi biliyoruz. İkincisi tarihten gelen bir görevle mezhep, ırk, dil ve din farkı gözetmeksizin komşularımızdan gelen tüm akrabalarımıza insanlık adına sahip çıkarız. Bizim gönlümüz de, kapımız da 500 yıl önce de dara düşenlere açıktı bugün de açık. Bu aziz ve yüce gönüllü milletimiz hiç bir zaman mazluma kayıtsız kalmamıştır. Türkiye'nin bu konuda sürecin en başından beri nerede durduğu, nasıl bir tavır ortaya koyduğu belli… Daha önce Bakanlar Kurulu kararıyla IŞİD'i terör örgütü ilan etmiş bir hükümete bu iftira atılıyor. Maalesef uluslararası toplumun bu kayıtsızlığı bölge insanına çok acı bedeller ödetmiş, yüz binlerce insan canından olmuş, şehirler yıkıma uğramış, toplumların farklı kesimleri arasındaki düşmanlıklar had safhaya yükselmiş durumda. Ülke olarak, bu ateşin söndürülmesi, masum canların canına kasteden zorbalıkların ve terör yapılanmasının bertaraf edilmesi için her türlü adımı atmaya hazırız. Ancak bu arayışların Türkiye'nin hassasiyetlerini gözetmesi ve meseleye nihai çözüm getirecek kapsamda olması gerekiyor. Aksi halde, yapılacak lokal operasyonlarla, alınacak palyatif tedbirlerle elde edilecek her netice, kısa zamanda akamete uğrayacak, önü alınan bir terör örgütünün yerine bir yenisi gelecektir. Siz vatandaşlarımızdan ricam, belirli çevrelerden yayılan maksatlı ve art niyetli spekülasyonlara kesinlikle prim vermemeniz, hükümetinize güvenmenizdir. Herhangi bir adım atılacaksa ve Türkiye'nin de bu ortak yapı içinde herhangi bir rol alması isteniyorsa, şartlarımız ilk günden beri zaten bellidir. Burada üç temel şartımız var. Birincisi ve en önemlisi ülkemizin ulusal çıkarları ve güvenliğidir. Bunu temin etmek için her türlü önlemi alırız. Bunu "BAzI SIKINTILAR çIKABİLİR; AmA BUNLARI AŞACAK TECRÜBEYE dE, İmKÂNLARA dA SAHİBİz" Başbakan Davutoğlu, savaş bölgesinden kaçanların Türkiye'ye sığındığını belirterek, devletin çıkabilecek sıkıntıları aşacak imkanlara sahip olduğunu vurguladı. Davutoğlu şöyle konuştu: Bu meselede Türkiye baştan beri tavrını açık şekilde ortaya koyuyor, kendi sözünü söylüyor. Net olarak ifade ediyorum ki, Türkiye'ye zarar verecek, insanlarımızı tehlikeye atacak, menfaatlerimizi zedeleyecek hiçbir girişime “olurö vermemiz mümkün değildir… Üçüncüsü ise bölgesel istikrar. Biz bu coğrafyada istikrar, refah ve güvenli bir gelecek istiyoruz. Bunun için de uluslararası toplumla gerekli her türlü işbirliğine hazırız. Ancak sorunu çözmek için bütünlüklü bir strateji geliştirilmesi şarttır. Yarım çözümler daha büyük sorunları da beraberinde getirecektir." "Bugün böyle bir ateş çemberinin yanı başında Türkiye bir istikrar adası olma niteliğini sürdürüyor. Yakın çevremizdeki bu yangınlardan biz de ülke olarak elbette etkileniyoruz, bölgede ateş altında bulunan siviller Türkiye'yi bir kurtuluş kapısı olarak görüyor. Ait olduğumuz medeniyet, inandığımız ahlaki ilkeler, nesilden nesile aktardığımız insani değerler, zorda kalanın yanında olmayı bir mukaddes görev olarak omuzlarımıza yüklüyor. Tarih boyu millet olarak bu çizgide yürüdük, geleceğe de böyle yürüyeceğiz. Sınırımıza gelen, kapımızı çalan, yardım için elini uzatan bu insanlar bizim kardeşlerimiz, akrabalarımız, dostlarımız, komşularımız... 12 AK SİYASET Bu asrın başında aynı devletin vatandaşları, aynı cephenin askerleri, aynı mefkûrenin takipçileriydik. Ecdadımız Çanakkale'de, Yemen'de, Trablusgarp'ta omuz omuza vuruştular, aynı toprağa şehit düştüler. Şimdi dara düştüğünde kim olduğuna, neye inandığına, soyuna, mezhebine, kültürüne hiç bakmadan yardım elimizi uzatmak, kapımızı açmak ve bize bağlanan umutları kırmamak bizim için bir onur meselesidir. Büyük bir devlet olmanın, şerefli bir millet olmanın gereği budur. Bize güvenen hiçbir kardeşimiz, dostumuz bu kapıdan başı eğik, gönlü kırık ayrılmayacak, zalimlerin kucağına geri dönmeye zorlanmayacaktır. Türkiye'nin buna yetecek gücü de vardır, imkânı da vardır. "SÜRECİ BAHANE EdEREK KAmU dÜzENİNİ BozACAK gİRİŞİmLERdE BULUNmASINA dA ASLA İzİN VERmEYİz" Geçen hafta sadece Kobani'den ülkemize gelen mülteci sayısı neredeyse 160 bini aştı... Bunlar çok büyük ekseriyetle Kürt kardeşlerimiz… Savaştan, ateşten, zulümden, yokluktan kaçıyor; umut olarak gördükleri Türkiye'ye sığınıyorlar. Şu teyzelerin, çocukların dramına hangi yürek sessiz kalabilir. Kapıda bu kardeşlerimizi Mehmetçik karşılıyor aziz milletimiz adına onları bağrına basıyor ve her türlü ihtiyacı ile ilgileniyor. Başta AFAD olmak üzere Kızılay ve tüm kuruluşlarımız canla başla bu yarayı sarmak için seferber olmuş durumda. Şu anda Suriye'den, Irak'tan, Filistin'den toplam 1,5 milyondan fazla mülteci ülkemizde misafir ediliyor, tabiatıyla birçok ihtiyaçları var, bunlar tespit ediliyor, alınması gereken tedbirler alınıyor. Bunlar olağanüstü durumlardır aziz vatandaşlarım, bazı sıkıntılar çıkabilir; ama ülke olarak, devlet olarak bunları aşacak tecrübeye de, imkânlara da sahibiz. Milletimizin bu hamiyetperver tavrının gelecek zamanlarda ülkemiz için ne büyük hayırlar, büyük bereketler getirdiğini inşallah hep birlikte yaşayıp göreceğiz." Çözüm sürecini ilişkin açıklamalarda bulunan Ahmet Davutoğlu şunları söyledi: "Bir önceki hükümet döneminde başlattığımız ve önemli mesafe aldığımız Çözüm Sürecini bu yeni dönemde de hayırlı bir neticeye bağlamakta ilk günkü kadar kararlıyız. Bu hayırlı sürecin seyrini etkilemek, buradan menfaat temin etmek, hatta her fırsatı kullanarak var olan olumlu havayı dağıtmak üzere gayret gösteren çeşitli art niyetli çevreler var. Bunlar tahmin etmediğimiz, öngörmediğimiz girişimler değil; bunları da hesaba katarak yola çıktık. Çözüm sürecinin bugün Ortadoğu 'nun tek başarı hikâyesi olduğunu herkesin iyi bilmesi, atılan her türlü iyiniyetli adımı özenle ele alması lazım… Uzun yıllardır maruz kaldığımız bu çatışma ortamının bize millet olarak neler kaybettirdiğini, bölgede yaşayan insanlarımıza ödettiği ağır bedelleri iyi düşünmeliyiz. 13 AK SİYASET Biz bu topraklarda yeniden kardeşlik ikliminin hüküm sürmesini, kardeşin kardeşi kırdığı çatışma ortamının artık sona ermesini istiyoruz. Kan dökülmesin, canlar yanmasın, ocaklar sönmesin, çocuklar öksüz, analar evlatsız kalmasın istiyoruz. El ele, omuz omuza vererek, bunca kayıp yılın açığını kapatalım, bu bölgelerimizi kalkındıralım, işsiz gençlerimize istihdam alanları açalım istiyoruz. Bu konuda kararlıyız ama en önemlisi samimiyiz… Bugün çözüm sürecine her zamankinden daha fazla inanıyoruz. Ancak konuyla ilgili herkesin bilmesi gereken bir şey daha var: hiç kimsenin bu süreci bahane ederek kamu düzenini bozacak girişimlerde bulunmasına da asla izin vermeyiz. Bizim bu ülke için, bu ülkenin insanları için yerine getirmemiz gereken çok temel görev ve sorumluluklarımız var. Temel görevlerimizden biri ülke güvenliğinin ve asayişin sağlanmasıdır… Buna yönelik her türlü tehdit girişimine karşı da gerekli tedbir almaktır. Bu kavganın kimseye yararı yok; en büyük bedeli de bölge insanı ödüyor. Ne kadar kalp kırıklıkları varsa, ne kadar mağduriyet, mahrumiyet varsa hepsini gidereceğiz inşallah. Çözüm süreci ile kamu düzeni birbirinin alternatifi değildir. Bu tedbirleri almak noktasında en ufak bir tereddüdümüz olamaz. Hangi soruna çözüm bulacaksak, bunu bu ülkenin selametini her şeyin önüne koyarak bulacağız. Herkes bu özeni gösterirse kısa zamanda bu mesele bir daha dönmemek üzere gündemimizden çıkar, bu topraklarda yeniden kardeşlik rüzgârları esmeye başlar. Her adım için ayrı ayrı hesabımızı yaptık, stratejilerimizi belirledik, inşallah kısa zamanda somut sonuçlarını da göreceğiz. Türkiye'yi çok güzel günlerin beklediğine dair inancım tamdır." 14 AK SİYASET Mehmet Ali ŞAHİN Siyasi ve Hukuki İşler Başkanı Karabük Milletvekili KURBAN, çoCUKLAR KURBAN oLmASIN dİYEdİR… Bizi, milletçe birbirimize daha güçlü şekilde bağlayan önemli günlerimiz var… Dini ve milli bayramlarımız var.. keseceğim. En azından büyük kentlerde yaşanan sorunlarla karşılaşmıyorsunuz. BU dini bayramlarımızdan biri de Kurban bayramı.. Hangi yaşta olursak olalım her birimizin hayatında unutulmaz anılar vardır kurban bayramı günlerine dair.. Son yıllarda işin kolayı da bulundu.. Başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere hayır kurumlarına daha önceden belirlenen meblağ gönderilerek vekaleten kurban da kesilebiliyor.. Günler öncesinden satın alınıp beslenen, üzerine kınalar sürülen kurbanlıklarla kısa süreli dostlukların, bayram günü garip bir hüzne dönüşen ayrılıkları.. Kurban etlerini de o kuruluşlar, yurt içi ve yurt dışında amacı doğrultusunda değerlendiriyorlar. Yoğun bir telaş içinde komşular ve yoksullar için ayrılan payların kapı kapı dolaşılarak “Allah kabul etsin” dualarıyla dağıtılması… *** Kurban ibadetinden beklenen nedir?. Müslümanlar niçin böyle bir ibadetle yükümlüdür?. *** Hali vakti yerinde olan Müslümanlar için kurban kesmek dini bir vecibedir.. Cenab-ı Hakkın bizim ibadetimize, kurbanlarımıza ihtiyacı var mıdır? Ama gittikçe şehirleşen hayatımızda usulünce kurban ibadetini yerine getirmek gittikçe güçleşiyor.. Bu tür soruların cevabı gibidir şu ayet-i kerime: “Elbette kurbanların ne etleri, ne kanları Allah’a erişmez. (Allah katında makbul olmaz) Fakat Allah’a sizden ancak takva (halis ve kamil ibadetler) ulaşır.. (Hacc Suresi: 37) Nerede keseceksiniz?.. Kime kestireceksiniz?.. Nasıl parçalara ayıracaksınız?.. Eve nasıl taşıyacak, nasıl değerlendireceksiniz? Haklı olarak gelişi güzel kesimlere müsaade edilmiyor. Yadırganan görüntüler olmasın isteniyor.. Kurban ibadetinden beklenen samimiyettir, kendi mal varlığınızdan Allah’ın rızası için fedakarlık yapabilmektir… Et yüzü göremeyenleri de gözetebilmektir.. Ben hala kurbanımı köyümde keserim.. Bu bayramda da köyümde 15 AK SİYASET topraklar, Müslümanların yaşadıkları topraklar değil midir? *** Beni, kurban ibadetinde asıl etkileyen kurban ibadetiyle ilgili Kur’an-ı kerim – Saffat suresindeki konu ile ilgili şu ayet-i kerimelerle verilen mesajdır.. Ama gerçek ne?. Görünen, yaşanan ne?. Şu mübarek günlerde bile kan akıyor.. İşin daha da acısı kanı akanın da, kanı akıtanın da Müslüman olması.. Özellikle hunharca cinayetler işleyenlerden bir bölümünün bunu din adına yaptıklarını iddia etmeleri.. 99. (İbrahim), “Ben, Rabbime gidiyorum. O, bana yolunu gösterir.” dedi. 100. “Ey Rabbim! Bana salih olanlardan bir çocuk ihsan et!” 101. Biz de ona uslu bir oğul müjdeledik. Irak’da, Suriye’de yaşananlardan en fazla kimler zarar görüyor?.. Kimler hayatını kaybediyor? 102. O, kendi yanında koşma çağına gelince “Ey yavrum, ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Artık bak, ne görüyorsun?” dedi. (Oğlu), “Ey babacığım, ne emrolunuyorsan yap, beni inşallah sabredenlerden bulacaksın” dedi. Maalesef çocuklar, kadınlar, yaşlılar.. Yani korumasız insanlar. Savaştan kaçıp, ülkemize sığınanların çoğu çocuk.. Suriye’de Esat’ın attığı bombaların hayatlarını aldıkları da çocuk… 103. İkisi de (Allah’a gönülden) boyun eğdiklerinde, babası onu şakağı üzerine yıktı. Kurban bayramında bile çocuklar kurban oluyor adeta.. Halbuki Hazreti İbrahim (A.S.), oğlu İsmail’i kurban etmeye çalışırken, kendisine gönderilen kurbanlık koç, bize çocuklarınızı kurban etmeyin mesajını veriyor. 104 – 105. Ona şöyle seslendik: “Ey İbrahim! Gerçekten rüyayı doğrulayıp onayladın. Biz, iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz.” 106. Şüphesiz bu, açık ve kesin bir imtihandır. O nedenle çocuklarımız, bizlere Allah’ın emanetidir. Onlar, geleceğimizdir. Onları geleceğe en iyi şekilde hazırlamak ve onları her türlü tehlike ve tehditlerden korumak görevimizdir. 107. Ona büyük bir kurbanlık fidye verdiler. 108. Sonradan gelenler içinde ona iyi bir nam bıraktık. 109. “Selam olsun İbrahim’e!..” Bunun daha fazla farkında olmamızı hatırlatan bir kurban bayramını, burukta olsak yine sevinçle, heyecanla, mutlulukla karşılıyor ve yaşıyoruz.. 110. Biz iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. 111. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır. Allah, kurban ibadetinden gereken dersleri çıkarmayı hepimize nasip etsin.. Sadece kurban edilmesi gerekenlerin kurban edildiği bayramlara ulaştırsın. Bu ayet-i kerimelerin verdiği mesajı anlamaya bugün özellikle İslam Dünyasının çok ama çok ihtiyacı var.. Şu mübarek günlerde en huzurlu, en güvenli olması gereken Bayramınız mübarek olsun. 16 AK SİYASET Cuma İÇTEN Siyasi ve Hukuki İşler Başkan Yardımcısı Diyarbakır Milletvekili çÖzÜmSÜzLÜğÜ çÖzÜm gÖRENLER mİLLETTEN ToKAT YİYECEKLER Bizi, milletçe birbirimize daha güçlü şekilde bağlayan önemli günlerimiz var… Dini ve milli bayramlarımız var.. AK Parti, özgürlüklerin önündeki tüm engelleri bir birkaldırmış ve daha demokrat bir ülke inşa etmeye başladı. Yeni Türkiye’de ve yeni medeniyette şiddete, teröre ve ötekileştirmeye yer olmadığını gösterdi ve göstermeye de devam ediyor, edecek. Buna rağmen bu topraklarda birileri hep terör, şiddet ve ötekileştirme üzerinde rant elde etti, ediyor. Bunun sonucu olarak da şiddetten beslenenler, kandan beslenenler akan kanın durmasından son derece rahatsız oldular. Bunları birçok defa bu köşede yazdık ve izah ettik. Birilerinin çözüm sürecinden rahatsız olması aslında doğru yolda olduğumuzun da bir kanıtıdır. Rahatsız olmamalarını beklemek doğru olmazdı zaten. yapmak istiyorlar. Sayın Başbakanımız defalarca dile getirdi: “Kimse bizden hukuksuz işlere göz yummamızı beklemesin.” nitekim bunlarada göz yumulmadı. Daha düne kadar bir günde 100 asker şehidimizin cenazelerinin geldiği günleri hatırlıyorum, bir günde onlarca çocuğun cenazelerinin dağdan getirildiğini hepimiz hatırlıyoruz. Oysa şimdi bunların hiçbiri Allah’a hamd olsun, yok. Dün de PKKve KCK yol kesip adam kaçırıp haraç alıyordu şimdi de süreci baltalamak adına bunu yapmaya devam ediyor. Aslında ölümler olmayınca bu yol kesmeler ve haraçlar daha fazla ayyuka çıkmaya ve konuşulmaya başlandı, yani eskisinden çok farklı bir durum yok, tek fark canlarımızın ölmemesi ve akan kanın durmasıdır. Elbette terör örgütünün haraç almasını ve yol kesmesini kabullenmeyecek ve gerekli müdahaleyi yapacağız. Bölgede yaşayan halkın ise beklentisi de yeter ki ölümler olmasın, kan akmasın, biz taşlara bile razıyız, demeye başladı. Çözümsüzlüğü hep çözüm gören kandan beslenenler çözüm süreci provoke etmeye devam etmektedirler; hatta çözümsüzlüğü IŞİD’e karşı Suriye sınırında güvenli bölge koridor oluşturma meselesini bile bahane edip çözüm sürecinin etkileyeceğini iddiasına kadar getirdiler. Bu süreçten anladıkları da hep çözümsüzlük siyasetidir. Kürtçe özel okul açmak için bile yasal hiçbir yasal prosedüre uymayarak okul açmak istiyorlar, her şeyi kural tanımadan Bu süreçte Devletin acımasız yüzü gitmiş, şefkatli kucağı halkı kucaklamış ve millet ile Devlet arasında barış sağlanmış,aidiyet duygusu gelişmiştir. Dün devletin yaptıkları PKK’ya şikâyet 17 AK SİYASET yaşamayı, yeni Türkiye’de öğreneceğimiz bir süreçtir. Yeni medeniyet bir olmak, birlikte olmak, diri olmak anlamına gelmektedir. Doğu ve Batı birlikte ilk defa ölümlere kana savaşa teröre silahlara hayır, dedi. Şimdi her kim ki bu süreçte millet iradesine karşı gelirse milletten tokat yiyecektir. Hangi yapı olursa olsun, bu milletin desteklemediği her yapı ve oluşum, hem halkın vicdanında hem de yaşadığımız bu topraklarda yok olmaya mahkum olacaktır. edilip PKK’yı halkın gözünden önemli hale getirirken ( Denize düşen yılana sarılır, meselesi!) şimdi süreç tamtersine dönmüş ve PKK’nın yaptığı zulümler Kürt kökenli vatandaşlarımızı bezdirme noktasına getirmiş ve PKK’dan nasıl kurtulabilirim, itirafına vesile olmuş Devletten yardım isteme noktasına vardırmıştır. PKK ve KCK, Diyarbakır’da 2 Ekim 2014 Perşembe günü kepenk ve kontak kapatma eylemi kararı alıp halkı tehdit etmeye başladı. Bayram arifesinde alınan bu karara Diyarbakır halkı büyük tepki gösterdi ve PKK’yı bize şikâyet etti. Bu son olaydan önce de çocukları dağa kaçırılan ebeveynler, bana gelerek çocuklarını istediler, PKK’ya olan tepkilerini dile getirdiler. Çocuğu dağa kaçırılan aileler ilk defa PKK’ya karşı sivil bir eylem başlatmış ve dik durarak 18 çocuğu PKK’nın elinden almayı da başarabilmiştir. Hapiste olup bedel ödediğini düşünen ve aileleriyle birlikte acı çekenler, eline silah alıp dağa çıkıp aileleri ile birlikte eli yüreğinde yaşayanlar, çözüm sürecini desteklerken, kanın durmasını isterken; bunlara paralel siyaset yapıp kırmızı koltuklarda oturup makamları işgal edip lüks arabalar ile şehirlerde yaşam sürenler, çocuklarını özel okullarda okutup yurt dışına yollayarak siyaset yaptıklarını sananlar çözüm sürecine karşı gelmekteler, neden? Çözüm süreci varlıklarını tehdit ediyor olmasın mı? Her şeye rağmen çözüm süreci “sağlam irade” ile devam etmektedir. Çünkü süreci isteyen milletin kendisidir. Düne kadar Kürt’ler, Devleti PKK’ya şikâyet ederken şimdi PKK’yı devlete şikâyet eder hale geldiler. İşte çözüm sürecinde aslında görülmesi gereken en önemli “değer” budur. Eski Türkiye’de derin vardı ve bu Devlet, acımasız ve hukuk dışına çıkarken yeni Türkiye’de insanı yaşatan Devlet, anne baba şefkati ile vatandaşına yanaşan ve temel hukuk kurallarına uyan bir modern yapıya kavuştu. Sonuç olarak da sorun olarak görünen Kürtler içersinde bir kesim, daha önce PKK ve HDP’yi kendine yakın görürken şimdi PKK’nın terör ve şiddetinden dolayı devletten yardım isteme noktasına geldi. Dün bize neden özgür Suriye ordusunun yanında duruyorsunuz, diye acımasızca eleştirenler, bugün onları desteklememiz gerektiğini söylemeye başladılar. Dün PYD ile neden kavga etmiyorsun diyenler, bugün PYD’den medet ummaya başladılar. Suriye hava sahasının kapanmasını iki yıldır söylememize rağmen bizi dinlemeyenler bugün dediklerimizi demeye başladılar. Cumhurbaşkanı’mızın dediği gibi: “Suriye ve Irak’ın içinde bulunduğu durumu ve çözüm yollarını bizden daha iyi bilen yoktur.” Çözüm süreci bir arada birlikte, kırmadan, dökmeden herkesin yaşamına saygı göstererek aynı vatanda, tek bayrak altında,eşit İşte yeni Türkiye vizyonu bu demektir. Geleceği görmek ve yaşamlara dokunmak, insanlık onuruna sahip çıkmaktır. 18 AK SİYASET mECLİS gÜNdEmİ Yılmaz TUNÇ Siyasi Hukuki İşler Başkan Yardımcısı Bartın Milletvekili 24.dÖNEm 5.YASAmA YILI CUmHURBAŞKANImIz RECEp TAYYİp ERdoğAN’IN AçIŞ KoNUŞmASI İLE BAŞLAdI “TÜRKİYE’dE HER mESELENİN çÖzÜm VE KARAR YERİ TBmm’dİR” de buna uygun olarak büyümüştür. Türkiye’nin korkarak, çekinerek veya tereddüt ederek varabileceği hiçbir seviye yoktur” dedi. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Meclis Genel Kurulu’na Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk kez hitap ettiği konuşmasında, 5’inci Yasama Yılı’nın, ülkemiz, milletimiz, demokrasimiz için hayırlara vesile olması ve yeni dönemde tüm milletvekillerine, tüm siyasi partilere, Meclis çalışmalarında başarılar dileğini ifade etti. TBMM 24. Dönem 5. Yasama Yılı, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Genel Kurul’da yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. TBMM’nin 24. Dönem 5. Yasama Yılı açılışında konuşan Cumhurbaşkanımız, Türkiye’nin her alanda yapısal adımlar attığına ve önemli kazanımlar elde ettiğine vurgu yaparak, “Son 12 yıl içinde kaldırılan her yasak, toplumda huzurun artmasına zemin hazırlamıştır. Demokrasinin standartları yükseldikçe, özgürlük alanları genişledikçe, kardeşliğimiz güç kazandıkça ekonomimiz “mİLLETİmİz HER SEFERİNdE SANdIK BAŞINdA FERASETİNİ gÖSTERmİŞTİR” Meclis’in, 4 yasama yılı boyunca son derece özverili, gayretli ve başarılı bir performans sergilediğini belirten Cumhurbaşkanımız, “Bu son yasama yılına başlarken, ülkemizin ve milletimizin ihtiyaç duyduğu çok önemli tasarı ve teklifleri yasalaştırdığınız için de her birinize tek tek teşekkür ediyorum. Bu kürsüde, yani milletin kürsüsünde, Türkiye Cumhuriyeti’nin doğrudan halkın oylarıyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak sizlere hitap etmenin heyecanını yaşıyorum. Bu Aziz Millet, her seferinde, büyük bir vakarla sandık başına giderek, her türlü meseleye son noktayı koymasını bilmiş; o engin ferasetini ve basiretini her seferinde sandıkta müşahhas hale getirmiştir. Burada bir kez daha, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, Cumhurbaşkanlarının doğrudan halk tarafından seçilmesi imkânını getiren 2007 yılındaki Anayasa değişikliği nedeniyle şükranlarımı sunuyorum. Elbette, bir kez de buradan, milletin kürsüsünden, 10 Ağustos’ta sandık başına giden ve ilk kez Cumhurbaşkanını sandıkta belirleyen Aziz Milletimize de teşekkür ediyorum” dedi. Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesinin, geçmişte hemen her Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan tartışmaları ortadan kaldırdığına işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ve seçilmiş bir Hükümet’in, şu an olduğu gibi, uyum ve koordinasyon içinde Türkiye için hizmet üretmeye devam edeceğini vurgulayarak, “Ulaştığımız bu demokratik seviyede hiç kuşkusuz ülkemiz ve milletimiz için hem gurur, hem de umut kaynağıdır” dedi. “mİLLETİN KARARI, mUKAddERAT dÂHİLİNdE HER KARARIN ÜzERİNdEdİR” Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’de, 12 Haziran 2011, 30 Mart ve 10 Ağustos seçimlerinin, büyük bir katılımla, büyük bir heyecanla, milletin demokratik olgunluğuyla tecelli ettiği ve milletin iradesinin son derece şeffaf bir şekilde sandığa yansıdığını belirterek, sandığın, her meselenin çözüm yeri olduğunu vurguladı ve şunları söyledi: “Milletin kararı, mukadderat dâhilinde her kararın üzerindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni şekillendirecek yegâne vasıta, sandıktır. Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini takdir ve tayin edecek yegâne vasıta, aynı şekilde sandıktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne istikamet çizmek, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini tayin etmek, tenzil etmek için, sandık dışındaki her yol, her yöntem gayri meşrudur. Türkiye’de sandığın yolu, seçmek ve seçilmek isteyen herkes için açıktır.” 19 AK SİYASET “mİLLETİmİzİN ASLA VASİLERE, VELİLERE İHTİYACI YoKTUR” Özellikle son yıllarda yapılan seçimlerin, milletin, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilecek en güçlü hakem olduğunu çok net bir biçimde gösterdiğini ifade eden Cumhurbaşkanımız Erdoğan, “Milletimiz mümeyyizdir; milletimizin, asla ve asla vasilere, velilere ihtiyacı yoktur. ‘Millet bilmez, millet anlamaz, millet karar veremez’ türü yaklaşımlarla, kendilerine, kendilerinden menkul vasi ve veli vazifesi yükleyenlerin dönemi, geri gelmemek üzere kapanmıştır. Nasıl ki millet, kendisi için vasi ve veli kabul etmiyorsa, siyasetin de vesayetten kendisini tamamen kurtarması artık kaçınılamaz bir gereklilik halini almıştır. Şiddetin, silahların, güç odaklarının vesayetinde bir siyaset anlayışı, Yeni Türkiye’nin istikametine denk düşmeyen bir siyaset anlayışıdır” dedi. “SoRUNLARA mECLİS dIŞINdA çÖzÜm ARAmAK, mİLLÎ İRAdEYE KARŞI ApAçIK BİR HÜRmETSİzLİKTİR” Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, millete ve ülkeye ait her meselenin çözüm yerinin Türkiye Büyük Millet Meclis’i, çözüm aracının da siyaset olduğuna işaret ederek sözlerini şöyle sürdürdü: “Sorunlara, siyasetin dışında, Meclis’in dışında çözüm aramak, milli iradeye karşı apaçık bir hürmetsizliktir. Hiç kuşkusuz, medya, sivil toplum örgütleri, sendikalar, dernekler, vakıflar, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Yine hiç şüphesiz, Anayasa ve yasalar çerçevesinde yapılan gösteri ve protestolar, her zeminde dile getirilen eleştiriler, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ancak bu mekanizmalar, siyaseti alamazlar, siyaseti yok sayamazlar kendilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, milli iradenin, yani sandığın üzerinde göremezler. Siyaset, sokaklarda hâkimiyet kurmak ve milli iradeyi boğmak isteyen şiddete boyun eğerse, bu şiddeti kutsar ve teşvik ederse, en başta kendi varlığını inkâr etmiş demektir. ” Sorunları Meclis içinde, siyaset zemininde, ya da millete giderek sandık yoluyla çözmek varken, terörden, şiddetten, sokak eylemlerinden, siyaset dışı güç odaklarından medet umanların, kendilerini yok saymak gibi bir acziyetin içine gireceğini bildiren Cumhurbaşkanımız, geçmişte bunu Türkiye’nin yaşadığını anlatarak, “Sandıktan umudunu kesenler, sokak eylemlerine umut bağlamış, siyaset dışı kurumları sözüm ona vazifeye davet etmişlerdir. Ortaya çıkan sonuçları hepimiz gördük, yaşadık ve tecrübe ettik. Siyasetin dışından çözüm arayışları, ülkemize çok ağır bedeller ödetti ve on yıllar boyunca faturası ödenen çok ağır enkazlar bıraktı. Siyaseti ve milli iradeyi tehdit eden terör ve şiddet eylemleri karşısında, en başta ve en cesur şekilde önce siyasetçinin durması, önce siyasetçinin ve siyasi partilerin buna karşı çıkması gerekir” dedi. “ELİNdE SİLAHLA CİNAYET İŞLEYEN SİYASET ANLAYIŞI, KENdİSİNİ İNKÂR EdEN BİR SİYASET ANLAYIŞIdIR” Elinde silahla cinayet işleyen şebekeleri öven ve destekleyen bir siyaset anlayışının, kendisini inkâr eden bir siyaset anlayışı olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanımız sözlerini şöyle sürdürdü: “Küçük çocukların eline taş vererek şiddeti körükleyen bir siyaset anlayışı, hiç şüphesiz acziyet ifade eden bir siyaset anlayışıdır. Ülkenin huzur ve güvenliği için canını ortaya koyan güvenlik güçlerine taş fırlatan bir siyaset anlayışı, aslında kendisini küçülten bir siyaset anlayışıdır. Aynı şekilde, sokak eylemlerini, vandallığı, yakıp yıkmayı, hakareti teşvik eden, eylemcilerin önünde polise taş fırlatan, polise hakaret eden bir siyaset anlayışı da, kendisini inkâr eden, aslında çaresizlik sergileyen bir siyaset anlayışıdır. Tekrar etmeliyim ki, Türkiye’deki her meselenin çözüm ve karar yeri, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir, çözüm aracı ve karar mekanizması da siyasettir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, siyasi partilerimiz ve tek tek milletvekillerimiz, Meclis’in ve siyasetin saygınlığını korumakla mükelleftirler. İnanıyorum ki bundan sonra da Meclis’in ve siyasetin saygınlığı en üst seviyede muhafaza edilecektir.” Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, demokrasinin ve en geniş manada özgürlük ortamının, Türkiye’nin varlığını ve birliğini tehdit eden değil, tam tersine Türkiye’yi güçlendiren mekanizmalar olduğunu ifade etti. Türkiye’nin, bütün eski korkularının üzerine cesaretle gittiğini, yasak ve kısıtlamaları cesaretle kaldırdığını söyleyen Cumhurbaşkanımız, bu sayede ülkemizin hem ekonomisini büyüttüğünü, hem toplumsal huzuru tesis ettiğini, hem de dünyadaki itibarına itibar kattığını dile getirerek, “Özellikle son 12 yıl içinde, kaldırılan her yasak, her kısıtlama, toplumda huzurun artmasına zemin hazırlamıştır. Atılan her demokratikleşme adımı, toplumun farklı kesimlerini birbirine daha da yaklaştırmıştır. Cesaretle üzerine gidilen her hassas mesele, 77 milyonun birliğini, bütünlüğünü, kardeşliğini daha da pekiştirmiştir. Demokrasinin standartları yükseldikçe, özgürlük alanları genişledikçe, kardeşliğimiz güç kazandıkça, ekonomimiz de buna uygun olarak büyümüş, Türkiye bu sayede 12 yıl içinde yıllık ortalama yüzde 5 büyüme oranını yakalayabilmiştir. Türkiye’nin korkarak, çekinerek, tereddüt ederek varabileceği hiçbir seviye yoktur, yakalayabileceği hiçbir hedef yoktur” dedi. 20 AK SİYASET “BÖLÜNmE, pARçALANmA VE İç çATIŞmA gİBİ SENARYoLAR, YERSİz VE ANLAmSIz KoRKULARdIR” Bölünme, parçalanma, iç çatışma gibi senaryoların, yersiz ve anlamsız korkular olduğunun, yakın tarihimizde açık bir şekilde görüldüğünü söyleyen Cumhurbaşkanımız, farklı dil ve lehçelerde konuşmanın, yayın yapmanın, propaganda yapmanın önünün açıldığını, Türkiye bölünmediği, daha da güçlendiğini belirtti. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, kültürel kimliklere gösterilen saygının, Türkiye’yi daha huzurlu bir ülke haline getirdiğini aktararak, “İnançların ifadesi ve ibadetlerin ifası önündeki engeller kalktıkça, Türkiye daha mutlu, daha mesut, daha özgüvenli bir ülke konumuna yükselmiştir. On yıllardır, son derece manasız bir şekilde sürdürülen başörtüsü yasağının kalkması, öyle iddia edildiği gibi toplumda infiale yol açmamış, toplumun normalleşmesini sağlamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, kamu iş yerlerinde, üniversitelerde, şimdi de ortaöğretim kurumlarında başörtüsünün serbest bırakılması, özgürlüklerin önünü açmış, Türkiye’yi normal ve tabii mecrasına sevk etmiştir. Türkiye’de ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü, geçmişle kıyas kabul etmeyecek derecede sağlam bir zemine kavuşmuştur. Son dönemde internet, Türkiye’nin 780 bin kilometrekaresini kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmış, öğrencilerimize dağıtılan tablet bilgisayarlar, okullarımıza kurulan bilişim alt yapısı sayesinde, internet günlük hayatın ve eğitimin ayrılmaz parçası haline gelmiştir. Medyanın, basın özgürlüğünün ve internetin, başkalarının özgürlük alanını daraltacak, kişisel hakları ihlal edecek, ulusal güvenliğimizi tehdit edecek şekilde istismar edilmesi elbette tepkisiz kalınacak bir durum değildir. Bu konuda, gelişmiş, demokratik ülkelerin sahip olduğu düzenlemelere Türkiye’nin de sahip olmasından daha tabii bir şey olamaz. Ancak, ulusal ve uluslararası bazı karalama kampanyaları çerçevesinde, ülkemizin bu alanlarda hedefe konulması da çok büyük haksızlıktır” dedi. TÜRKİYE’dE BASIN ÖzgÜRLÜğÜ Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, İsrail’in son Gazze saldırısında, 16 gazetecinin hayatını kaybettiğini, uluslararası medyanın çalışanlarına aleni mahalle baskısı uygulandığını, hatta bazı medya mensupları cezalandırıldığına dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü: “16 gazetecinin öldürülmesi, gazetecilere baskı yapılması dünyadan yeterli tepki almazken, Türkiye’nin, içerden ve dışardan sürekli olarak bu konuda haksız eleştirilere maruz kalması; üzerinde mutlaka düşünülmesi gereken bir konudur. Başkalarının özgürlük alanlarını daraltmadığı, şiddetin aracı olmadığı ve ulusal güvenliğimize tehdit teşkil etmediği sürece, kim ne derse desin, her türlü özgürlük en geniş manada milletimizle buluşturulmalıdır ve buluşturulacaktır.” çÖzÜm SÜRECİNdE KARARLILIK bir nefes aldıkları, evladı dağa kaçırılan anne babaların artık yürekli şekilde itirazlarını ortaya koydukları bir süreci yaşıyoruz. Hiç kuşkusuz, bu güzel süreçten rahatsız olanlar da var. Türkiye’de barışı, huzuru, kardeşliği tesis edecek, ekonomiyi prangalarından kurtarıp adeta uçuşa geçirecek bu süreci hazmedemeyenler ve kesintiye uğratmak isteyenler de var. Bu kan ve rant lobilerine karşı her zaman duyarlı olduk, bundan sonra da duyarlı olmaya hep birlikte devam edeceğiz. Son günlerde sergilenen, çözüm sürecini sabote etmeye yönelik tahrik girişimleri, sadece ve sadece bu girişimlerin sahiplerine zarar verecektir. Özellikle 2 yıldır devam eden huzur ortamını teneffüs eden vatandaşlarımız, inanıyorum ki bu tahrik girişimlerine prim vermeyecek, bu sabotajların dimdik karşısında duracaklardır” dedi. Konuşmasında çözüm sürecine ilişkin olarak Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, “çözüm sürecinin Türkiye’nin istikbali, kardeşliği ve demokrasisi açısından hayati derecede önem taşıdığını burada tekrar vurgulamak isterim. Mimarı olduğum, her türlü siyasi riskine rağmen kararlılıkla bugünlere taşıdığım çözüm sürecinin, yine kararlılıkla, cesaretle, sabırla geleceğe taşınması en büyük arzumdur. Aziz milletimiz de çözüm sürecinin arkasındadır. Hiç kimse, hiçbir anne, hiçbir baba, çocuklarının genç yaşta hayattan kopmasını istemez. Rabbim hiç kimseye yaşatmasın; hiçbir anne, hiçbir baba, evlat acısı yaşamak istemez, başkasının da bunu yaşamasına razı olmaz. 30 yıldır devam eden şiddet ortamı, bazı istisnai sabotaj girişimlerine rağmen, son 2 yılda farklı bir mecraya girmiştir. Evladı asker ve polis olan anne babaların rahat 21 AK SİYASET “YENİ TÜRKİYE’dE mAKBUL VE mAKBUL oLmAYAN VATANdAŞ AYRImI YoKTUR; BÜTÜN VATANdAŞLAR EŞİTTİR” Yeni Türkiye’nin, 23 Nisan 1920’nin özünü ve ruhunu yeniden kavramış, o ilk Meclis’te oluşan özgürlüğü, renkliliği ve çeşitliliği yeniden hayata geçirmiş bir Türkiye olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanımız, “Yeni Türkiye, sürekliliği içinde barındıran; geçmiş, bugün ve gelecek arasında sağlam köprüler kurmamıza imkân veren, inşacı, yön gösterici bir kavramdır. Yeni Türkiye, medeniyet köklerimize bağlılık ve tarihsel coğrafyamızla barışma anlamında bir sürekliliğe işaret ederken, topluma ve siyasete bakış anlamında bir kopuşa tekabül etmektedir. Yıllardır bu toplumda ötekileştirilenler, demokratik siyasî süreçlere dâhil olmakta, kendi taleplerini siyasete iletebilmektedirler. Bugün bazılarının kutuplaşma olarak gördüğü şey, aslında kimliklerin çoğulcu ifadesinden başka bir şey değildir. Bundan sonra Türkiye, ancak çoğulculukta uzlaşabilir; belli toplumsal talepleri gayrı meşru ilan ederek, meşruluk zemini dışına iterek bir uzlaşma gerçekleştirilemez. Yeni Türkiye, çoğulcu bir Türkiye’dir ve siyaset bu çoğulcu toplumsal yapının temsiliyle mükelleftir. Daha önce de ifade ettim; yeni Türkiye’de makbul ve makbul olmayan vatandaş ayrımı yoktur; bütün vatandaşlar eşittir. Tabiatıyla yeni Türkiye’ye bir direnç de söz konusudur. Türkiye’nin yeni sosyolojisi karşısında bu direncin bir başarı şansı olmadığı açıktır; ancak siyasetin burada kararlı bir duruş göstermesi gerekiyor. Yeni Türkiye’ye direnç, eski Türkiye’den tevarüs edilen, eski Türkiye’ye dayanak teşkil eden kronik meseleler üzerinden yürütülüyor. Vesayet, eski Türkiye’nin bir hususiyetidir; ancak yeni bir formda, yeni Türkiye’ye kastetmek arzusundadır” diye konuştu. “SİYASETİN ÖNÜNdEKİ mESELE, pARALEL YApIYI HUKUKEN dE TASFİYE ETmEKTİR” bir önem taşımaktadır. Yeni Türkiye, devlet içinde otonom yapılara, çetelere, mafyatik örgütlenmelere asla pirim vermeyecektir. Özellikle yargı içinde, bir çetenin, bir karanlık şebekenin güç kazanmasına, önce yargıyı, ardından da tüm toplumu dizayn etmeye kalkışmasına asla göz yumulmayacaktır. İnanıyorum ki, öncelikle yargı mensupları, onurlarına, meslek ilkelerine ve ülke çıkarlarına sımsıkı sahip çıkarak, yargıyı teslim alma girişimlerine dur diyeceklerdir. Hükümetin ve yargı mensuplarının olduğu kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, bu yapının mağduru olan siyasi partilerin ve milletvekillerinin, ulusal güvenliğimizi tehdit eden çeteye karşı kararlı, ilkeli duruş sergilemesi milletin de arzusu ve talebidir. Bu Meclis ve Bu yüce Meclis’in çatısı altındaki hiçbir milletvekili, tehdide, şantaja, tuzaklara inanıyorum ki asla boyun eğmeyecektir.” Yeni bir Anayasa’nın, Yeni Türkiye’yi sağlam bir temele kavuşturacağı, daha güçlü kılacağını ve Yeni Türkiye’ye denk düşeceğini dile getiren Cumhurbaşkanımız, bu Meclis’in, yeni bir Anayasa yapacak güce, birikime, iradeye ziyadesiyle sahip olduğunu vurguladı. Paralel devlet yapılanmasının, siyasî temsil yetkisine ve siyasî meşruiyete sahip olmadan, kamu gücünü kullanarak, meşru-demokratik siyaseti tahrip etmek istediğini belirten Cumhurbaşkanımız, paralel yapının, Devlet aygıtını kullanarak siyaseti şekillendirmek arzusunda olduğunu ve bu anlamda tipik bir bürokratik vesayet girişimi olduğunu kaydetti. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, siyasetin, bu vesayet girişimine taviz veremeyeceğini, verdiği anda kendi varlığını inkâr edeceğini anlatarak sözlerini şöyle sürdürdü: “Devlet içindeki paralel yapı siyaseten mahkûm olmuştur. Türkiye’nin yaşadığı son iki seçim, bir anlamda paralel yapının ve destekçilerinin siyaseten tasfiyesidir. Son 2 seçimde ortaya çıkan neticeye rağmen, ortalığa saçılan bütün delil, belge, hukuk ve ahlak dışı teşebbüslere rağmen, paralel yapıya oksijen sağlayacak tavırların içine girilmesi, siyasetimiz adına olduğu kadar, ulusal güvenliğimiz adına da kaygı duyulacak bir durumdur. Herkes bilmelidir ki, ilkesi, kuralı, sınırı, ahlakı olmayan bir yapı, hiç kimseye fayda sağlamaz. Siyasetin önündeki mesele, bu yapıyı hukuken de tasfiye etmektir. Güvenlik kurumlarının ve yargının demokratik meşruiyet temelinde yeniden yapılandırılması, bu bakımdan özel “77 mİLYoNUN oRTAK TALEBİ oLAN YENİ ANAYASA, BİR AN BİLE gECİKTİRİLmEdEN YApILmALIdIR” Konuşmasında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, “77 milyonun ortak talebi olan yeni Anayasa, artık bir an bile geciktirilmeden yapılmalı, Türkiye, eski dönemin, darbe dönemlerinin prangalarından bir an önce kurtarılmalıdır. 24’üncü Dönem’de, Meclis’te iktidar partisinin Grup Başkanı ve Başbakan olarak, yeni bir Anayasanın yapılabilmesi için yoğun gayret sarf ettim. Ne yazık ki, yeni bir Anayasa yapabilmek bu dönemde mümkün olmadı. 2015 seçimlerinin hemen ardından, Meclis’teki tüm partiler, ön yargılardan uzak şekilde bir araya gelmeli, uzlaşma içinde yeni bir Anayasayı yazabilmelidir. Milletimizin en büyük arzusu, ülkemizin de yegâne kalkınma vasıtası olacak yeni Anayasa, daha fazla geciktirilmemelidir” dedi. 22 AK SİYASET “TÜRKİYE’NİN, BÖLgEmİzdEKİ HİçBİR ÜLKENİN İç İŞLERİNE mÜdAHALE ARzUSU YoKTUR” Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, ülkemizin içinde bulunduğu coğrafyada, büyük çalkantıların ve dönüşümlerin yaşandığı bir dönemden geçildiğine dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Burada en başında belirtmeliyim ki, Türkiye’nin, komşumuz olan, ya da bölgemizdeki hiçbir ülkenin iç işlerine müdahale arzusu yoktur, topraklarında da gözü yoktur. Türkiye, komşularına ve bölge ülkelerine, tek taraflı çıkar elde etme zaviyesinden de asla bakmıyor. Öncelikle, bölgenin huzur, istikrar ve güveni, doğrudan doğruya Türkiye’nin huzur, istikrar ve güvenliğini ilgilendirmektedir. İkinci olarak da, bölgemizde yaşanan insanlık dramlarına sessiz kalmak, tarihe, ecdadımıza ve tevarüs ettiğimiz mesuliyete haksızlık olacaktır. Bölgedeki gelişmeler karşısında herkes susabilir, ama Türkiye’nin böyle bir seçeneği yoktur. Bölgemizde ve dünyada yaşanan insanlık dramlarına herkes gözünü kapatabilir, ama Türkiye’nin böyle bir seçeneği asla yoktur. Libya’da, Filistin’de, Mısır’da, Somali’de, Myanmar’da, Afganistan’da, Ukrayna, Yemen, Irak, Suriye’de gelişen olaylara karşı sessiz ve tepkisiz kalmak, hem tarihin, hem ecdat mirasının inkârıdır; hem de kendi varlığımızın inkârıdır. Büyük devlet, sınırlarını dünyaya kapatan, krizlerden ve risklerden kaçan devlet değil; sınırlarının ötesine gönlünü açabilen, krizlerde inisiyatif alabilen, risklerle baş edebilen devlettir. Türkiye, mevcutla yetinen, seyirci bir devlet olamaz. Türkiye, oyun kurucu, inisiyatif alan, mesuliyetinin bilinciyle barış ve dayanışma için mücadele eden bir devlet konumuna yükselmiştir; bunu daha da ileriye taşımak zorundadır.” TÜRKİYE’NİN İNSANİ YARdImLARI Türkiye’nin, 2013 yılında, acil ve insani yardımlarda, tüm ülkeler arasında milli gelire oran olarak dünya birincisi olduğunu; miktar olarak da Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin ardından Dünya 3’üncüsü olduğuna işaret eden Cumhurbaşkanımız, “Alan el Türkiye, artık veren el olmuş, bu alanda da zirveleri yakalamıştır. Ülkemizin ve milletimizin yeniden elde ettiği özgüven sayesinde, Türkiye, kendi tankını, kendi milli savaş gemilerini, ATAK helikopterlerini, insansız hava araçlarını, haberleşme uydularını, milli piyade tüfeklerini, roketatarlarını ve daha birçok savunma teçhizatını üretir konuma gelmiştir. Aynı Türkiye, Moğolistan’daki Türk anıtlarından Bosna’daki köprülere, Myanmar’daki şehitliğinden Makedonya’daki camilere kadar ulaşmış, tarihi eserlerimizi tek tek bularak restore ettirmiştir. Filistin’de Cenin Osmanlı Kışlası, Kırım’da Zincirli Medrese, Makedonya’da Mustafa Paşa Camii, Kosova’da Murat Hüdavendigar Külliyesi, Sinan Paşa Camii, Fatih Camii, Bosna Hersek’te Drina Köprüsü, Konyiç Köprüsü ve sayısız Osmanlı eseri Türkiye tarafından onarılmıştır. Kosova’daki Mehmet Akif’in Köyüne, Makedonya’daki Gazi Mustafa Kemal’in babasının Köyü’ne ulaşılmış, oradaki hatıralar yeniden canlandırılmıştır. Türkiye, kriz bölgelerinden vatandaşlarını başarıyla tahliye eden, hatta başka ülkelerin yardım taleplerini karşılayarak, o ülkelerin de vatandaşlarını tahliye eden; başka ülkelerin vatandaşlarını, gazetecilerini bulan ve ülkelerine sağ salim ulaştıran bir ülkedir. Musul’un işgal edilmesinin ardından IŞİD elinde alıkonulan 49 Başkonsolosluk çalışanımız da, burunları dahi kanamadan alınmış, bunların vatandaşımız olan 46’sı ülkelerine, sevdiklerine kavuşturulmuştur. Bu vesileyle bir kez daha Hükümetimize, Milli İstihbarat Teşkilatımıza, Türk Silahlı Kuvvetlerimize, buradaki ve sahadaki tüm görevlilerimize teşekkür ediyorum” dedi. SURİYE VE IRAK’TAN TÜRKİYE’YE gELEN mÜLTECİLER 4,5 milyar dolara ulaştığını söyledi. Cumhurbaşkanımız, Irak ve Suriye’den gelenlerin, etnik kökenlerini, inançlarını, mezheplerini sorgulayan değil, muhtaçların tamamına kapılarını açan, onları doyuran, giydiren ve barındıran bir Türkiye bulunduğunu belirtti. Avrupa’nın tamamının, Suriye’den kabul ettiği mülteci sayısı 130 binken, Türkiye’nin bağrına bastığı Suriyeli mülteci sayısının 1,5 milyon rakamına ulaştığını vurgulayan Cumhurbaşkanımız, topraklarımızdaki misafirlerimiz için şu ana kadar 4 milyar dolar harcama gerçekleştirildiğini; sınır ötesi yardımlarla bu rakamın “HİçBİR TERÖR ÖRgÜTÜNE SEmpATİYLE YA dA mÜSAmAHAYLA BAKmAmIz SÖz KoNUSU BİLE oLAmAz” davranmış, bu şekilde hayırlı bir netice milletimize kazandırılmıştır. Ne topraklarımızda, ne bölgemizde, ne de yeryüzünde, hiçbir terör örgütüne sempatiyle ya da müsamahayla bakmamız söz konusu bile olamaz” diyen Cumhurbaşkanımız, teröre karşı verilecek mücadelede, her türlü iş birliğine ülkenin hazır olduğunu anlattı. Konuşmasında, “Burada açıkça ifade etmeliyim ki, vatandaşlarımız IŞİD’in elindeyken, yani durum çok büyük hassasiyet arzederken, oradaki vatandaşlarımızın can güvenliğini tehdit edecek açıklama ve yayınların yapılması, siyasetimiz ve medyamız açısından büyük bir talihsizlik olmuştur. Ancak Hükümet de, güvenlik kurumlarımız da son derece sabırlı ve soğukkanlı 23 AK SİYASET “TÜRKİYE, gEçİCİ çÖzÜm ARAYIŞLARINdA, KENdİSİNİ KULLANdIRACAK BİR ÜLKE dEğİLdİR” rejim, bizim tüm uyarılarımıza, yol gösteren yapıcı eleştirilerimize rağmen Irak’ın tamamını kucaklayan bir tavır sergilememiştir. Geçici çözümlerin Irak’ı, her 10 yılda bir böyle müdahalelerle karşı karşıya bırakması kaçınılmazdır. Öte yandan, Suriye’nin gündem dışı tutulması da, aynı şekilde çözümü palyatif bir hale getirecektir” diye konuştu. Cumhurbaşkanımız Erdoğan, bu düşüncelerini, gerek Cardiff’te yapılan NATO Zirvesi’nde, gerekse BM Genel Kurulu için bulunduğu New York’ta, ilgili taraflara detaylı şekilde aktardığını belirtti. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye, geçici çözüm arayışlarında, kendisini kullandıracak bir ülke de değildir. Irak ve Suriye’de devam eden krizleri en iyi analiz edebilen, çözümleri en iyi bilen ülke Türkiye’dir. Türkiye aynı zamanda bölgedeki hemen her tarafla diyalog kurabilen bir ülkedir. Bölgedeki tüm terör örgütleriyle kararlı bir mücadele sergilenmeli, Türkiye’nin öneri ve uyarıları da dikkate alınmalıdır. Aksi halde, havadan atılacak tonlarca bomba, tehlikeyi ve tehdidi sadece geciktirebilir, sadece erteleyebilir. Irak’ta bu yaşanmıştır. Eski rejim devrilmiş, ama yeni “dÜNYA 5’TEN BÜYÜKTÜR; Bm gÜVENLİK KoNSEYİ REFoRmE EdİLmELİdİR” İnsanlığın can çekiştiği bölgelere yardım ulaştırma konusunda kararın, BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin dudakları arasında olmasının, küresel adaleti ciddi şekilde yaraladığını anlatan Cumhurbaşkanımız şöyle konuştu: “Evet; dünya 5’ten büyüktür! Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin reforme edilmesi, küresel vicdan ve küresel adalet adına ertelenemez bir ihtiyaçtır. Her durumda Türkiye, tezlerini en güçlü şekilde savunmaya devam edecektir. Gerek IŞİD terör örgütü, gerek bölgedeki diğer terör örgütlerine karşı etkili bir mücadele önceliğimiz olacaktır. Sadece Türkiye’de sayıları 1,5 milyonu aşan göçmenlerin ülkelerine dönebilmeleri, ya da ülkelerinde barındırılmaları aynı şekilde önceliğimiz olacaktır. Şam yönetiminin derhal uzaklaştırılması, Suriye’nin toprak bütünlüğü korunarak, anayasal ve parlamenter sistemle, herkesi kucaklayan bir yönetimin acilen tesis edilmesi de yine önceliğimiz olmaya devam edecektir.” TÜRKİYE’NİN BÖLgESEL gELİŞmELERdEKİ TAVRI Merhum Özal’ın, dünya gerçeklerini ve geleceğin dünyasını görerek Körfez bunalımında çok isabetli bir tavır sergilediğini anlatan Cumhurbaşkanımız, “Uyarı ve arzularının ne kadar yerinde olduğunu vefatından sonra tüm Türkiye anladı. Bölgemizde yeni ve büyük krizler yaşanırken bu krizler, Müslüman kardeşlerimizi, Arap, Kürt, Türkmen kardeşlerimizi, sınırlarımızın bu tarafını ve akrabalarımızın olduğu diğer tarafını ilgilendirirken kayıtsız kalmamız, çekingen kalmamız ve mütereddit olmamız düşünülemez. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine gelmesi beklenen tezkerelerin de bu anlayış doğrultusunda değerlendirileceğine inanıyorum” dedi. “BÖLgEmİz YENİdEN ŞEKİLLENİRKEN TÜRKİYE gELİŞmELERE SEYİRCİ KALACAK dEğİLdİR” Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, bu yılın, I. Dünya Savaşı’nın 100’üncü yıl dönümünü olduğunu hatırlatarak, I. Dünya Savaşı’na sahne olan coğrafyanın, aradan geçen bir asırlık süreye rağmen istikrar, huzur, barış ve refahtan halen yoksun olduğuna işaret etti. “100 yılın ardından bölgemiz yeniden şekillenirken, Türkiye elbette gelişmelere seyirci kalacak değildir. Komşu ve bölge ülkelerimizde, olaylara mezhepçi ya da çıkar odaklı bir şekilde yaklaşmıyoruz. Her türlü ayrımcılığa, içerde olduğu gibi dışarda da karşıyız. Halkın demokrasi taleplerine darbeci yöntemlerle set çekilen Mısır gibi ülkelere, tamamen insani ve ilkesel bir duruş sergiliyoruz. Kimden gelirse gelsin, kime yönelirse yönelsin, şiddetin her türlüsüne karşı mücadele veriyoruz. Kıbrıs meselesinde, Azerbaycan topraklarındaki işgalin sona erdirilmesinde, Ermenistan’la ilişkiler ve 1915 Olayları’nda tamamen ilkeli, objektif ve barıştan yana yapıcı tutum izliyoruz. Avrupa Birliği’ne tam üyelik konusunda kararlılığımızı muhafaza ediyor, sergilenen olumsuzluklara rağmen reformlarımızı kesintisiz sürdürüyoruz. Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi Türkiye’nin stratejik hedefidir ve bu yönde gayretlerimiz kesintisiz devam edecektir” diyen Cumhurbaşkanımız, tesis ettiği güven, istikrar ve reformcu yapı sayesinde Türkiye’nin 2023 hedeflerine doğru emin adımlarla ilerlediğini vurguladı. 24 AK SİYASET “TÜRKİYE EKoNomİSİ SoN dERECE SAğLAm, İSTİKRARLI VE gÜVENLİ BİR zEmİNdE BÜYÜmESİNİ SÜRdÜRÜYoR” Türkiye’de 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra oluşan güven ve istikrar ortamının, tüm toplumun bizzat yaşayarak tecrübe ettiği bir büyüme ve kalkınma ortamını tesis ettiğine işaret eden Cumhurbaşkanımız, gerçekleştirilen ve yapımı süren projelere ve ülkemizin elde ettiği ekonomik kazanımlara ilişkin örnekler vererek, “Türkiye ekonomisi, son derece sağlam, istikrarlı ve güvenli bir zeminde büyümesini sürdürüyor ve inşallah sürdürecek. 2015 yılında, Türkiye’nin G-20 Dönem Başkanlığını üstlenecek olması, küresel ekonomideki belirleyici yerimizi de bir kez daha teyit edecektir. 2023 hedefimiz olan 2 trilyon dolar millî gelir, 25 bin dolar kişi başı millî gelir ve 500 milyar dolar ihracat asla hayal değildir. İşte bugün Eylül ayı ihracat rakamları açıklandı ve yeni bir rekor kırıldı. 2002 yılında 36 milyar dolar olan ihracatımız bugün itibariyle 158 milyar dolar ile tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı. İçerden ve dışardan, gerek medya, gerek uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları eliyle yapılan algı operasyonları Türkiye ekonomisini büyüme yolundan asla alıkoyamaz. Emekle ve alın teriyle bugünlere ulaşan Türkiye ekonomisi, yine emekle, alın teriyle, çalışma barışıyla geleceğe yürüyecektir. İnşallah Hükümetimiz, muhalefetimiz, Meclisimiz, tüm kurum ve kuruluşlarımız bir arada çalışarak, milletimiz için son derece önemli bu hedefleri tutturacaklardır” dedi. “KUCAKLAŞTIRAN BİR SİYASET TÜRKİYE’Yİ HEdEFLERİYLE VE HAYALLERİYLE BULUŞTURACAKTIR” 2071 hedeflerine yoğunlaştırarak, karşılıklı saygı, hoşgörü ve kardeşlik hukuku içinde geleceğe yürüyeceğiz. Yeni Türkiye’de, yeni bir siyaset artık kaçınılmazdır. Şiddetin, terörün, silahların, sokak eylemlerinin gölgesinde ve istismarın peşinde değil; Türkiye’yi büyütmenin ve kalkındırmanın mücadelesinde bir siyaset, Türkiye’yi uçuracaktır. Korkutarak, kutuplaştırarak, kamplaştırarak yapılan değil, kucaklaştıran bir siyaset Türkiye’yi hedefleriyle ve hayalleriyle buluşturacaktır. İktidar da, muhalefet de, böyle bir anlayışla, kader ortaklığı yaparak, ülkenin ve milletin hizmetinde olmak zorundadır” diye konuştu. Konuşmasının sonunda Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye Cumhuriyeti’nin 12’nci Cumhurbaşkanı, halkın oylarıyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak, Anayasa’nın çizdiği yetkiler dairesinde, ülkemin ve milletimin hizmetinde olacağımı da burada bir kez daha hatırlatmak isterim. Seçilmiş bir Cumhurbaşkanı, seçilmiş bir Hükümet, yapıcı bir muhalefet, inşallah, Türkiye’de yeni bir hamle sürecini başlatacak, yeni Türkiye’yi yeni hedeflerle kucaklaştıracaktır. Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun” dedi. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, ülkemizin gerilime, kutuplaşmaya, kamplaşmaya sarf edecek artık tek bir saniyesi bile bulunmadığını vurgulayarak, “Türkiye, iç çekişmeler ve sanal gerilimler nedeniyle, on yıllar boyunca enerjisini ne yazık ki heba etmiştir. Terör ve terörü besleyen red, inkâr ve asimilasyon politikaları, ayrımcılık ve ötekileştirme, Türkiye’ye ağır bedeller ödetmiştir. Sünni diyerek, Alevi diyerek; Hristiyan, Musevi diyerek; Türk, Kürt, Arap, Gürcü, Laz, Çerkez, Abaza, Roman, Boşnak, Ermeni, Rum, Ezidi, Süryani ve diğerlerini ayrıştırarak; aslında zenginliğimiz olan bu farklılıklar üzerinden gerilim üreterek, on yıllar boyunca Türkiye enerjisini başka alanlara yoğunlaştırmak zorunda kalmıştır. Yasaklar ve kısıtlamalar; değerlerin, inançların ve kültürlerin üzerindeki baskılar, toplumu huzursuz etmekten başka hiçbir amaca hizmet etmemiştir. Bölgemizin büyük değişim yaşadığı bir dönemde, dünyanın küresel krizin etkisinde olduğu bir dönemde Türkiye, kendi özgün ve özgüvenli politikalarıyla, bütün bu krizlerden kazançlı çıkacak tecrübeye sahiptir. Enerjimizi heba etmek yerine 2023 hedeflerine, ardından da 2053 ve IRAK VE SURİYE TEzKERESİ gÖRÜŞÜLEREK KABUL EdİLdİ Türkiye'nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması, bu kuvvetlerin Hükümet'in belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkan sağlayacak düzenlemelerin Hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için, Anayasa'nın 92. maddesi uyarınca TBMM'den bir yıl süreyle izin istenilmesini içeriyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gerektiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasını içeren Başbakanlık Tezkeresi TBMM Genel Kurulunda görüşülerek kabul edildi. "Bakanlar Kurulu Prensip Kararı" başlığı ile TBMM Başkanlığına sunulan ve 2 Ekim tarihinde Genel Kurulda görüşülerek kabul edilen Tezkere; "Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı güvenliğinin idame ettirilmesini sağlamak, kriz süresince ve sonrasında hasıl olabilecek gelişmeler istikametinde 25 AK SİYASET "İLAVE TEdBİRLER ALmAmIz ULUSLARARASI HUKUKTAN KAYNAKLANAN BİR YÜKÜmLÜLÜğÜmÜz HALİNE dE gELmİŞTİR" Tezkere'nin gerekçesinde, Türkiye'nin güney kara sınırları boyunca ulusal güvenliğine dönük risk ve tehditlerin, son dönemde yaşanan gelişmeler neticesinde ciddi biçimde arttığı belirtilerek, şu ifadelere yer verildi: "Irak'ın kuzey bölgesinde silahlı PKK terör unsurları varlığını sürdürmektedir. Öte yandan Suriye ve Irak'ta diğer terör unsurlarının sayısı ve ortaya koydukları tehditte de önemli artış gözlenmektedir. Nitekim bu nedenle, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 2170 (2014) ve 2178 (20I4) sayılı kararlarıyla, Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını teyit etmiş, bu ülkelerdeki terör faaliyetlerini kınamış, IŞİD ve benzeri terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı BM üyesi tüm ülkelere 1373 (2001) sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı ve uluslararası hukuk çerçevesindeki sorumluluklarına uygun şekilde gerekli tedbirleri alma çağrısında bulunmuştur. Bütün bu faktörler gözönüne alındığında, daha önce ilk olarak 2007 yılında çıkan ve altı defa uzatılan Irak Tezkeresi ve 2012 yılında çıkan ve bir defa uzatılan Suriye Tezkeresi'ni zaruri hale getiren risklerin devam etmesi ve yeni unsurların da devreye girmiş olması dolayısıyla Irak ve Suriye'deki güvenlik boşluğundan kaynaklanan tehdit ve tehlikelere karşı ilave tedbirler almamız, ulusal güvenliğimizin gereği olduğu kadar uluslararası hukuktan kaynaklanan bir yükümlülüğümüz haline de gelmiştir." Irak'ın toprak bütünlüğünün, milli birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük önem atfeden Türkiye'nin, terör gruplarının Irak'taki mevcudiyetine ve bunun doğurduğu tehditlere karşı askeri, siyasi ve diplomatik tedbir ve girişimlerini artırarak sürdürmek durumunda olduğu kaydedilerek, "Diğer taraftan, Suriye'de rejimin dördüncü yılına giren şiddet politikalarının insani, bölgesel güvenlik ve istikrar bakımından yol açtığı risk ve tehditler artmaktadır. Rejim, sivillere yönelik saldırılarını ayrım gözetmeksizin ve her türlü ağır silaha başvurmakta beis görmeksizin sürdürmektedir. Ayrıca, meşruiyetten yoksun iktidarını idame ettirebilmek amacıyla terör gruplarına destek vermekte; etnik ve mezhepsel aidiyetleri istismar etmek suretiyle toplumsal farklılıkları fiili çatışmaya dönüştürmeyi hedefleyen bir siyaset izlemektedir. "TÜRKİYE'NİN BU RİSK VE TEHdİTLERE KARŞI KAYITSIz KALmASI BEKLENEmEz" 2118 (2013) sayılı BM Milletler Güvenlik Konseyi Kararına uygun şekilde sonuçlandırmamıştır. Buna ilaveten Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü bünyesindeki Veri Toplama Misyonu tarafından hazırlanan raporda, Suriye'de klor gazının 'sistematik biçimde ve müteaddit defalar' kullanıldığının tespiti ile Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu'nun raporunda da rejimin saldırılarında klor gazına başvurduğunu kayda geçirmesi, bunun yanında rejimin 200 binden fazla insanı konvansiyonel silahlarla öldürmüş olması, ülkemizin ulusal çıkarlarına yönelik tehdit düzeyini göstermektedir. Öte yandan uluslararası hukuk uyarınca Türk toprağı kabul edilen Süleyman Şah Saygı Karakolu'na dönük güvenlik riski de artmıştır. Belirtilen tüm gelişmeler, Türkiye'nin; rejimin ve terör gruplarının gerçekleştirebileceği her türlü saldırıdan, ayrıca Suriye'deki belirsizlik ve kaos ortamından en fazla etkilenebilecek ülke konumunda olduğunu teyit etmektedir. Bu çerçevede, ulusal güvenliğimizi tehlikeye atabilecek her türlü tehdide ve eyleme karşı, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımız doğrultusunda gerekli önlemlerin tespiti ve uygulanması önem taşımaktadır." Esad rejiminin desteği ve işbirliği sayesinde Suriye'deki faaliyetleri için uygun zemin bulan söz konusu terörist grupların, eylemlerini Irak'a da taşıyarak bu ülkeyi kaos ortamına ve istikrarsızlığa sürüklediği kaydedilen tezkerenin gerekçesinde, "Dolayısıyla Suriye rejimi kaynaklı tehditlerin kapsamı, terör tehlikesiyle birlikte genişlemiş; bölgesel ve uluslararası barış, güvenlik ve istikrara yönelik ciddi bir tehdit haline gelmiştir. Türkiye, anılan risk ve tehditleri artan oranda ve en fazla hisseden bölge ülkesidir, bu çerçevede Türkiye’nin bu risk ve tehditlere karşı kayıtsız kalması beklenemez. Bugüne kadar Suriye kaynaklı saldırılarda çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Rejimin şiddet politikası ile terörist unsurların baskısı arasında sıkışan sivil halkın güvenli bir sığınak arayışı çerçevesinde ülkemize yönelme istidadı devam etmektedir. Suriye'deki çatışma ortamının seyrine bağlı olarak göç hareketinin kapsamının genişleyerek kitlesel boyuta ulaşması ihtimal dahilindedir. Suriye rejiminin balistik füzeler dahil olmak üzere ağır silahlarla yapmakta olduğu saldırıların yol açtığı tahribat ağırlaşmakta, ülkemizi hedef alan saldırgan politikaları sürmektedir. Rejim, elinde bulundurduğu kimyasal silah stokları ve üretim tesislerinin imha sürecini YABANCI SİLAHLI KUVVETLERİN TÜRKİYE'dE BULUNdURULmASI silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin, hükümetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkan sağlayacak düzenlemelerin hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için 4 Ekim 2014 tarihinden itibaren bir yıl süreyle izin verilmesini içeriyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektirdiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı şekilde yabancı askerlerin de aynı amaçlara yönelik Türkiye'de bulunmasını da kapsayan tezkere; TSK’nın gerektirdiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı 26 AK SİYASET Filiz KOZAN Genel Merkez Kadın Kolları Siyasi ve Hukuki İşler Başkanı KURBAN BAYRAmI, BARIŞIN VE BİRLİğİN BAYRAmI oLSUN DİNİ bayramlar, toplumların birlik ve beraberliğini canlandıran, güzel ve ulvi duyguların pekişmesini sağlayan çok önemli günlerdir. Toplumun, ailenin, bireylerin bilincinde önemli bir yere sahip olan dini bayramlar, aynı zamanda sosyal dayanışmanın, kardeşliğin, dostluğun en güzel örneklerinin yaşandığı müstesna günlerdir. Küskünlerin kucaklaşması, aralarında kin, nefret bulunan aile ve şahısların, husûmet duygularının sevgiye dönüşmesi, küçüklerin büyüklere saygı, büyüklerin küçüklere sevgi göstermesi, hastaların ziyaret edilmesi, verilecek küçük hediyelerle çocukların gönüllerinin alınması, hısım ve akrabanın bir kere daha yeniden kaynaşması, genellikle bayram günlerinde mümkün olmaktadır. cındaki yerini özetleyen bu ayet kurbanın gösterişten uzak bir amel ve ibadet olduğunu çok güzel anlatıyor. Kurban Bayramında düşkünler, kimsesizler hatırlanır, akrabalar, dostlar, arkadaşlar birbirini ziyaret eder, uzakta olanlar aranır, küsler barışır, çocuklar bayram harçlıkları ve hediyeler ile sevindirilir. Kısacası, Kurban Bayramı insanların birbirleriyle dayanışma içinde olmalarının en güzel örneğidir. Bayramlar, bu kadar güzel manevi duyguların pekişmesini sağlarken, diğer taraftan, yangın yerine dönen Gazze, Suriye, Irak, Libya, Mısır’da olduğu gibi tüm savaş alanlarında binlerce Müslüman kardeşimiz canını kaybetmekte, aileler parçalanmakta, çocuklar, kadınlar ölmekte. Bunlar bizim içimizi yaralıyor. İstiyoruz ki, bayramlarımız onların da bayramı olsun. Onların canı yanarken, bizim de yüreğimiz yanıyor. Yaptığımız Kurban ibadetinin hayrının canını kaybeden tüm Müslümanların ruhuna nail olmasını diliyoruz. Bizler, Yeni ve Büyük Türkiye’nin huzur içinde yaşayan bireyleri olarak onların da bu huzur ve barışı yaşamasını istiyoruz. Ne mutluyuz ki, Yüce Rabbimiz bizi bu Kurban Bayramına kavuşturdu. Kurban Bayramı, Yüce Allah’ın, başta müslümanlar olmak üzere insanlık camiasına büyük bir lütfu ve rahmetidir hiç şüphesiz. “Allah’a yaklaşmak” anlamına gelen Kurban ibadeti, Allah’a kulluk ve teslimiyeti öğrenmemizin vesilesidir. Hz. Adem’den itibaren sürüp gelen kurban ibadeti, hem dînî hem de dünyevî fayda ve hikmetleri içeren bir ibadettir. Kurban Bayramı insanın Allah’a tamamen teslim olmasını vesile kılar. Bu vesileyle, bizi Kurban Bayramına kavuşturan Yüce Rabbimize hamd ediyor, bütün müslümanların bayramını tebrik ederken, acıların, savaşların, kırgınlıkların sona ermesini, mutluluğun, barışın ve huzurun daim olmasını, Yüce Allah’tan niyaz ediyoruz. Allah’a yaklaşmayı ve Allah’ın rızasına nail olmayı sağlayan Kurban kavramı, şüphesiz ki, Allah’a teslimiyetin yanı sıra ona karşı şükretmenin de ibadeti olmuştur. Kur’anı Kerim’in Hac Suresinde geçen şu ayet buyuruyor ki ; "Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir" (Hacc 22/36;37) Kurbanın İslam inan- KURBAN BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN... 27 AK SİYASET TAVSİYE EdİLEN KİTAp Lale ERSOY AK Parti MKYK Üyesi Siyasi ve Hukuki İşler Başkan Yardımcısı KİTAp : osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri İsyanlar ve darbeler YAzAR : Erhan Afyoncu, Uğur demir, Ahmet Önal CUMHURIYET döneminde demokrasinin işleyişi sık sık darbelerle kesilmiştir. Aslında bu bizim eski bir geleneğimizdir. Osmanlı döneminde de asker birçok defa isyan ederek yönetime müdahale etmiş, Osmanlı padişahlarının yaklaşık üçte biri askerin müdahalesiyle değiştirilmiştir. Osmanlı isyanları ve darbelerinin tarihi Fatih’in hükümdarlığının ilk dönemindeki 1446 Buçuktepe İsyanı ile başlamış ve 1913’teki Babıali baskınıyla sona ermiştir. Neredeyse Fatih’ten sonra isyanla yüzleşmeyen Osmanlı padişahı yok gibidir. 36 Osmanlı padişahından 12 tanesinin isyan ile tahtını kaybettiği göz önüne alındığında durum daha iyi anlaşılabilir. İstanbul, Osmanlı başkenti olduktan sonra büyüklü küçüklü birçok isyana tanık olmuştur. Bu isyanlar o kadar ileri boyutlara ulaşmıştır ki bazen padişahın mutlak vekili olan sadrazamın kellesi alınırken, bazen de bizzat padişah tahttan indirilip, öldürülmüştür. İsyan patlak verdikten sonra önünü almak oldukça güçtür ve asiler genelde kellesini istedikleri kişileri meydanlarda idam etmişlerdir. Bazen saatlerce, bazen de günlerce hatta aylarca devam eden isyanlar, İstanbul halkına korkulu günler yaşatmış, günlük hayatı felce uğratmıştır. Özellikle Atmeydanı, Osmanlı devri isyanları ile adeta özdeşleşen bir mekan olmuştur. Hem Bizans hem de Osmanlı döneminde eğlencelerin yapıldığı ve törenlerin düzenlendiği önemli bir yer alan bu meydan, kozların paylaşıldığı, hanedanın meşruiyetinin tartışıldığı, idarecilerin icraatlarının yüksek sesle eleştirildiği ve şehrin kapılarının kapatılmasından sonra askeri grupların farklı unsurlarının birbirine kılıçlarını çekip silahlarını boşalttığı; karşılıklı fetvaların birbirini hükümsüz kıldığı; tüm bunların bazen bir padişahın tahttan indirilmesine ve hatta öldürülmesine kadar ileri gittiği yani her şeyin “devletin bekası ve adaletin temini için yapıldığı”, kozların paylaşıldığı bir mekandır. İsyanları veya darbeleri yazmak tarihçi için hiç de kolay değildir. Kaynakların yetersiz olması, birçok konuda yanlı yazılmaları ve soruların çoğuna cevap veremiyor olması tarihçinin işini oldukça zorlaştırmaktadır. Resmi belgelerin bile tarihçiyi yanıltabildiği bir durumda tarihçi sis perdeleri arasından yolunu tayin etmek zorundadır. Bu zorluklara ve imkansızlıklara rağmen tarihçi, isyanların ve darbelerin genel bir tablosunu “hac yolundaki karınca misali” okuyucuya sunmak zorundadır. Ancak ne kadarı tamamlanmış ve ne kadarı eksik bir tablo olduğu tartışmalıdır. Tarihçi metin inşa ederken birçok parçası eksik bir yap bozu tamamlama gayreti içindedir. Bu eserde, Osmanlı tarihinde meydana gelen isyan ve darbelerin önemli bir kısmı yer almaktadır. Etkileri açısından İmparatorlukta büyük tahribata, yıkımlara ve kıyımlara yol açan isyanlar ve darbeler genel hatlarıyla, kronolojik bir sıra takip edilerek anlatılmaya çalışılmıştır. “Bu kadar isyan ve darbeye rağmen Osmanlı nasıl bir cihan devleti olmuş ve nasıl ayakta kalmıştır?” sorusuna cevap arayan meraklı takipçilerimizi “Osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri İsyanlar ve Darbeler” adlı bu eseri okumaya davet ediyoruz. 28 AK SİYASET HAYAT BoYU SİYASET Haydar Kemal KURT Siyasi ve Hukuki İşler Başkanlık Danışmanı 23. Dönem Isparta Milletvekili SABIR Sabır; olmakta olanın etkisine karşı tepkimizi geciktirmek. Süre giden yaşamımızda bizi (olumlu veya olumsuz) etkileyecek bir durum,olay karşısında reflekslerimizi ötelemek. bazen. Erken konuştuk deriz. Kaybettik zannettiğimizde aslında toprağa bir çekirdeği kavuşturduğumuzu filizleri gördüğümüzde anlarız. Kısa ömürde uzun etkilerin başarı olduğunu unutmamak lazım. Çile, sabırla zamanını aşan ürün elde etme becerisidir. Sabrı bizler hep olumsuz bir duruma karşı gösterilen eylemsizlik,tepkisizlik olarak görürüz. Aslında sabır , iyi ve kötü tüm olağan dışı etkenler de ne kadar devam ettiğine bakmadan tahammül etmek, tepkimizi olabilecek en müsait zamanda beklide en son anda göstermektir. Önümüz Kurban Bayramı. Öncelikli olarak tüm dost ve gönüldaşların bayramlarını canı gönülden kutlarım. İbrahim Aleyhisselamın ateşle ve oğlu İsmail Aleyhisselamı kurban olarak Rabbimize adaması ile yaşadığı/yaşatıldığı imtihan aslında bu gün değindiğimiz konu için en iyi örneklerdir. İbrahim Aleyhisselamın çilesinin sabrı üç ilahi dinin İslam,Hristiyanlık ve Museviliğin kaynağı olma ile neticelenmiştir. Neye, nasıl sabrettiğimiz önemli ve bizlerin elinde. Sabırda başarılı olmak olumsuzluğun (olağan dışılık) bertaraf edilmesi için en uygun sürecin eylemlilik ve/veya eylemsizlik şeklinde geçmesi ile sağlanacaktır. Sabır için ürkeklik,korkaklık veya duyarsızlık, kişiliksizlik şeklinde yapılacak her değerlendirme doğru değildir. Evet; ektik,ektik yetişecek. Çoğu gitti azı kaldı. Sabır, süre giden hayatında yeni bir safhanın başlayacağı hallerde insan veya toplumların başına gelir. Daha önceki yazılarımızda (bkz.Eylül başı Ak bülten 15) zamanın kendi ürettiklerinin sonraki zamana malzeme veya sermaye olarak kaldığını belirtmiştik. Bu nedenle aslında sabredilen şey önceki zamanda hazırlananın bu zamanda üreteceği hal ve durumlardan sadece biridir. Tecrübe de bunu fark edebilmektir. KISSALAR ÖLÜM DİLEĞİ Diyarbakır’da yaşlı ve zengin bir adama misafir olmuştum. Yetişkin bir oğlu vardı. Gece söyleşirken, Doğanın işleyiş kanununda hiçbir zaman sürpriz yoktur. Sadece fark edememiş olduğumuzdan biz olağanüstü deriz. Yaradan Allah (C.C) azze ve celle kullarını bilinmeyen üzerinden sorumlu tutmaz. Biz baş edemeyeceğimiz şeylerle bizi imtihan etme deriz. “Tek çocuğum” dedi, “şehrin aşağısındaki derede bir ziyaret var. Akın akın gider insanlar oraya dilekte bulunmak için. Ben de günler geceler boyu oraya gittim. Çok yakardım , şefaat diledim, Allah’tan bir erkek evlat vermesi için yalvardım. Sonunda affı bol Rabb’im bana onu armağan etti.” Zamanı değerlendirirken kazandık,kaybettik, sonuçlarına vardığımızda daha sonra bakarız ki aslında biz yanlış düşünmüş,doğru değerlendirememişiz deriz Sonradan oğlumun, arkadaşlarına gizli gizli, 29 AK SİYASET “Ben de gidip o ağacın altında babamın ölümü için dilekte bulunmak istiyorum,” dediğini duydum. Ve dördüncüsü belki ata uçmayı öğretebilirim..” Babası, oğlum akıllı diye seviniyor, oğlu babam bunaktır diye yeriniyor. TARİHTEN AKTARDIKLARIMIZ Babasının kabrine yıllar boyu uğramayan çocuğundan hayır ummasın. NE DEDİLER ARAP ATI İLE DEVE Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki savaşı bitirmek ve anlaşma sağlamak üzere Avrupa devletleri elçileri İstanbul’a gelmişlerdi. 23 Aralık 1876 tarihinde düzenlenen konferansa, Osmanlı hariciyesinden Saffet Paşa başkanlık ediyordu.Bir anda yüzlerce top gümbürdemeye başladı. Yabancı elçiler bunun ne olduğunu daha sormadan Saffet Paşa ayağa kalkarak:-Atılan bu toplar, Osmanlı Devletinde meşruti bir idarenin ve anayasanın kurulduğunu müjdeliyor, dedi. Yabancı elçiler, hiçbir şey olmamış gibi ilgi göstermediler.Babıali’de, Meşrutiyetin öncüsü olan Mithat Paşa, Saffet Paşa’yı heyecanla bekliyor, yabancı elçilerin, ilan edilen meşrutiyet için ne düşündüklerini sormak istiyordu. Mithat Paşa biraz sonra Babıali’ye gelen Saffet Paşa’ya:-Ne dediler, ne dediler? Deyince, Saffet Paşa:-Ne diyecekler, çocuk oyuncağı dediler, cevabını verdi. Gençlik kibiriyle sarhoş olduğum günlerdi. Gece yürüyüşe çıktım. Gücüm kuvvetim yerinde diye gururlanarak çok yürüdüm. Yorulduğumu sonradan farkettim. Bir dağ eteğine vardığımda artık bitkin bir durumda yere yığılmıştım. Bir kervan göründü. En arkadan ağır, fakat temkinli adımlarla yaşlı bir adam geliyordu. Beni görünce yaklaştı yanıma, “ne uyuyorsun,”dedi, “kalk, burası uyku yeri değildir.” “Yürümeye mecalim yok,nasıl kalkayım” deyince, “Ağır ağır yürümek, koşarak kesilmekten iyidir.” dedi. Arap atı hızlı koşar fakat çabuk yorulur. Deve ağır, fakat uzun yürür. UMUT... TEK KOLLU REİS 1514 senesi sonbaharında Oruç Reis, dört gemiyle Kuzey Afrika’da Becaye kalesi önlerinde, dokuz gemiden müteşekkil İspanyol filosuyla karşılaştı. Oruç Reis, gemilerden birini batırdı, ikisini zapt etti. Diğer altı İspanyol gemisi de Becaye limanına girdi ve kale etekleri altına sığındı. Oruç Reis karaya top çıkardı ve kaleyi dövmeye başladı. Fakat gerek kaleden, gerekse İspanyol gemilerinden atılan güllelerle iki yüz Levent şehid oldu. Buna rağmen Leventler yılmadılar. Vuruşmanın sekizinci günü kalede, içeri girilebilecek bir gedik açıldı. Oruç Reis, Leventlerini gayrete getirmek için gedikten içeri daldı. Fakat bir top güllesi ile sol kolu pek ağır şekilde yaralandı. Bu yüzden hemen muhasarayı kaldırdılar ve geri çekildiler. Becaye alınamamıştı. Tabipler, Oruç Reis’in kolunu, kangren olduğu için dirsek hizasında kestiler, sonra da kesilen yeri mikrop kapmaması için kızgın zeytinyağına daldırdılar. Pers sultani iki adamı ölüme mahkum etmiş. Sultanin atini ne kadar sevdiğini bilen mahkumlardan bir tanesi hayatini bağışlarsa, bir yıl içinde ata uçmayı öğretebileceğini söylemiş. Kendini dünyadaki tek uçan ata binerken hayal eden sultan bunu kabul etmiş. -Diğer mahkum inanmayan gözlerle arkadaşına bakmış ve; - “Atların uçamadığını biliyorsun. Nasıl olup da böyle delice bir fikirle çıkabildin ortaya? Yalnızca kaçınılmazı geciktiriyorsun o kadar.” - “Pek değil” demiş birinci mahkum. “Kendime dört özgürlük şansı veriyorum: Birincisi sultan bu yıl ölebilir. İkincisi ben ölebilirim. Üçüncüsü at ölebilir. 30 AK SİYASET Oruç Reis ve kardeşi Hızır, iki sene sonra on bir gemiyle Becaye’yi tekrar kuşattılar. Oruç Reis tek koluyla kılıç sallarken levendlerine şöyle haykırıyordu:“Ben bu kale önünde bir kolumu bıraktım. Birin daha değil, kellemi dahi bıraksam ne ola!”Muhasaranın beşinci günü Becaye nihayet fethedildi. kulu idi. o’nun, Allah’a kurbiyetinden dolayı keramet nevi’nden pek çok davranışlar ortaya koyduğu tarihi gerçekler arasındadır. Şöyle ki: Yavuz, bir gün divandan içeri hiddetli bir şekilde girmişti. Elbisesini dahi değiştirmeden bir müddet odada dolandı ve kendisini kızdıran şeyi mırıldanıp durdu. Meğer Ferhat Paşa’nın İskender Çelebi’yi olur olmaz koruyup kayırmasından gazaplanmıştı. Çünkü aralarındaki dostluktan başka şeyler de sezinlemişti. Sonunda yüksek sesle şu sözleri sarf etti: “Akıbet görürsün hele Ferhat! Sen şimdi İskender’i koruyup duruyorsun, ama bu korumaktan ne fayda çıkacağını inşallah birbirinize karşı asıldığınız zaman görürsünüz!..” Gerçekten de aradan seneler geçti ve Kanuni Sultan Süleyman devrinde bu iki şahıs, Selim Han’ın geleceği görmüşçesine dediği gibi işledikleri cürümlerden dolayı karşı karşıya asıldılar BAĞDAD GİBİ YÜZ KALEYE DEĞERDİN Sultan IV. Murad 1638 senesi Ekim ayında, daha önceden İran’ın işgal ettiği Bağdat kalesini muhasara etti. Bir gün Dicle kenarında iken: “Bağdat’ı fethetmeden İmam-ı Azam hazretlerinin türbesini ziyaret etmekten utanırım” diyordu. Her akşam siperleri geziyor ve askerin moralini takviye ediyordu. Hendekler dolmuş, kale duvarları birçok yerden yıkılmış olup yürüyüş zamanı geldiği halde yapılmıyordu. Muhasaranın 37.ci günü Vezir-i Azamı huzuruna çağırıp niçin nihai hücum yürüyüşünün yapılmadığını sordu. Vezir-i Azam: KANLI ZARF I. Dünya Savaşında Irak Cephesinde savaşan 6. Ordunun Kumandanı Halil Paşa, hatıralarında şöyle bir hadiseyi nakleder:27 Mart 1916 günü Irak’ta Felahiye muharebesinde boğazından ağır yaralanan 18. Kolordu 51. Tümen 9. Alay Emir subayı iken, bu muharebede kendi alayındaki bir bölüğe kumanda eden Üsteğmen Muzaffer, hayatının son dakikalarına geldiğini anlayınca sükûnet ile son görevini yapmaya başladı ve konuşamadığı için, cebinden çıkardığı bir mektup zarfının üzerine kurşun kalemle önce “kıble ne taraftadır?” diye yazarak sordu. Millî şeref ve fazileti bulunan ak yüzünü ve pak alnını, görevini başaranlara mahsus güzellikle huzur-u Peygamberîye çevirdi ve kalbindeki şehadeti diliyle anlatmaya takati olmadığından, kana boyanan o zarfın ortasına okunaklı bir şekilde kelime-i şehadeti yazdı. Sonra bu büyük asker, bölüğüne son sözü söylemek isteyerek aynı zarfın üç yerine; “bölük intikamımı alsın” cümlesini yazarak, ikisini imzaladı, üçüncüsünü ise imzalayamadan son nefesini verdi. Muzaffer Efendinin bu yüce davranışı, yani bir Türk subayının örnek maneviyatı olan o kanlı zarf, Askeri Müzeye gönderildi ve Türk çocuklarına ve gelecek nesillere cevher değerinde bir miras olarak kaldı. “Padişahım sabroluna. Sonunda şehir fetholunacak, yürüyüşe zaman vardır. Askeri acele ile kırdırmayalım” dedi. Padişah: “Senin namın, dilaverliğin ve şecaatin bu mudur? Tehirin manası nedir?” diye sorunca Vezir-i Azam: “Ben canımı padişaha feda etmişim. Tayyar kulunuz ölmekle bir şey olmaz. Allah’ü Teâlâ kaleyi bize ihsan eylesin” dedi ve ertesi gün kaleye hücuma kalkışıldı. Bazı kuleler ele geçirilerek bayrak dikildi. Tayyar Mehmed Paşa, elinde kılıç, yakınındaki bir kuleye hücum eden askerleriyle birlikte savaşıyordu. Kale düşmek üzereydi. O anda bir tüfek kurşunu gelip Vezir-i Azam Tayyar Mehmed Paşa’nın alnına isabet etti ve oracıkta şehid düştü. Padişah bu hadiseyi duyunca çok üzüldü ve: “Ah Tayyar!... Bağdad gibi yüz kaleye değerdin” dedi. AKİBET GÖRÜRSÜN HELE FERHAT Evliyaullah’a pek yüksek bir hürmet ve bağlılık gösteren Yavuz Sultan Selim Han’ın kendisi de hiç şüphesiz babası gibi Allah’ın has 31 AK SİYASET n ı n a t f a H i r e l r ü t a k i r a K Yenişafak Gazetesi 32 AK SİYASET
© Copyright 2024 Paperzz