siyasi ve hukuki işler haftalık bülteni

AK SİYASET
SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER HAFTALIK BÜLTENİ
3 EKİM 2014 CUMA
Sayı:19
Yıl:1
"Başörtüsünü isteyen takacak, istemeyen takmayacak
ama biz Kılıçdaroğlu'nun geri kafalı zihniyetini hiç
takmayacağız, hiç takmayacağız" dedi.
Davutoğlu, "Kılıçdaroğlu'na sesleniyorum. Eğer IŞİD'ci arıyorsa sağına
baksın. 28 Şubat'ta ikna odalarında bu milletin aziz evlatlarını süründüren bir
hanım görecek" diye konuştu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Gezi olaylarıyla ve arkasından kışkırtılan
17 Aralık, 25 Aralık operasyonlarıyla dolaylı olarak şu denmek istendi: 'Nasıl
Ali Fuat Başgil'i, halkın içinden gelen o değerli insanı cumhurbaşkanı
yapmamışsa bir vesayet rejimi, o zamanki dikta ve darbe yönetimi, biz de
Recep Tayyip Erdoğan'ı yaptırmayacağız' demek istediler. Ama onların
planlarının üstünde öyle bir irade vardı ki bunu engelleyemediler. O Allah'ın
iradesidir, onun kaderidir ve onun kaderinin tecelli etmesini sağlayan Türk
milletinin aziz milli iradesidir" dedi.
1
AK SİYASET
Genel başkanımız Samsun’da, yapımı tamamlanan bazı eserlerin
toplu açılışı için Kurtuluş Yolu’nda düzenlenen törene katıldı.
Törende konuşan Davutoğlu,
sözlerine, “Hürriyetimizin, izzetimizin,
meşale şehri Samsun’un onurlu yiğit güzel
insanları, hepinizi saygıyla muhabbetle
selamlıyorum” diyerek başladı.
Davutoğlu, 62. Hükümet'i kurduktan
sonra yurt ziyaretleri için takvim planlaması
yapılırken, istiklal meşalesi yanmış
Samsun’un ilk ziyaret edeceği iller arasında
yazılması talimatını verdiğini söyledi.
Güvenoylamasının ardından,
memleketi Konya’yı, sonra da İstanbul’u
ziyaret ettiğini hatırlatan Davutoğlu, “Dün
Kırşehir’deydim. Söğüt şenliklerine katıldım.
Ama bir il ziyareti perspektifinde, Konya’dan
sonra yaptığım ilk il ziyaretim Samsun’adır.
Bu da Samsun’u, kendi memleketim gibi
bağrımızda taşıdığımızın işaretidir.
Kırşehir’de Ahi Evran şenlikleri için, Söğüt’e
Ertuğrul Gazi’yi anmak için gittik. Bu silsileyi
takip edenler, bizim siyaset felsefemizi de
anlarlar” diye konuştu.
Konya’nın, Anadolu’daki ilk payitaht ve
merkez şehri olduğunu, İstanbul’un da
Osmanlı Cihan Devleti’nin merkezi olduğunu
dile getiren Davutoğlu, şunları kaydetti:
“Ertuğrul Gazi ve Şeyh Edebali’nin
huzuruna çıktık, onlara söz verdik; hangi
değerleri savunduysanız, 21. yüzyılda o
değerleri savunacağız diye söz verdik. Dün
Ahi Evran’ın huzurundaydık, ahlak pirimizin
huzurundaydık, bugün Samsun’dayız.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş
tohumunun atıldığı ve istiklalimizin kapısının
aralandığı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü
misafir eden Samsun’dayız. Bu da bizim
cumhuriyet felsefemizi yansıtır. Selçuklu,
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri,
tarihimizin, birbirinden ayrılamayacak,
koparılamayacak unsurlardır, mütemmim
cüzleridir. Şimdi onun için, Samsun’a
‘meşale şehir’ dedim. Dün Kırşehir’e ‘tohum
şehir’, daha önce İzmir’e ‘ufuk’, Mardin’e
‘biblo’, Erzurum’a ‘kale şehir’ dediğim gibi.
Samsun, meşalemizin yükseldiği şehirdir,
özgürlük ve onur meşalemizin yükseldiği,
yeni devletimizin tohumlarının atıldığı
şehirdir.”
“TÜRKİYE CUmHURİYETİ dEVLETİ,
2001-2002 YILLARINdA NE HALE
dÜŞÜRÜLmÜŞTÜ?”
Türkiye’nin, 2001-2002 döneminde yaşadığı
ekonomik krizi hatırlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:
“Türkiye Cumhuriyeti devleti, 2001-2002 yıllarında ne
hale düşürülmüştü? Milli irade, 28 Şubat darbesiyle
büyük zarar görmüştü. Samsun’da kuvayımilliye
ruhuyla atılan o tohum, büyük tahribata uğramıştı.
Millet-devlet bütünlüğü zedelenmişti. Bu aziz millet,
bu toprakları müstevlilere bırakmayan bu onurlu
millet, 2001 yılında ekonomik kriz sonrasında bir IMF
memurunun iradesine, vicdanına teslim edilmişti.
Dışarıdan bu ekonomik krizi çözmek için bakanlar
getirildi. Milli iradeyle gelenler değil yurt dışından
gelenler üzerinden ekonomik yapı düzeltilmeye
çalışılıyordu. Uluslararası itibarımız o derece darbe
gördü ki 19 Mayıs’ta Samsun’da İstiklal mücadelemizi
başlatan Atatürk adına verilen ödül, o dönemde
dünyanın en önemli liderleri arasında sayılan
Mandela tarafından reddedilmişti. Uluslararası
itibarımız yerle bir edilmişti. Tam bu karanlık günler
içinde, 19 Mayıs ruhuyla Türkiye Cumhuriyeti
devletinin bağımsızlık şiarıyla ve Samsun’un taşıdığı
meşaleyle AK Parti hareketi başladı. O günden
bugüne öylesine reformlara imza atıldı ki şükranla
anarak ifade ediyorum Sayın Cumhurbaşkanımızın,
onun başbakanlığı döneminde milli irade, bütün
haşmetiyle siyaset sahnemize hakim oldu.
Ekonomimiz, gayrisafi milli hasılamız 4 kez
büyütülerek uluslararası alanda yüksek kategoriye
girdi. Uluslararası itibarımız dünyada en üst zirvelere
çıkarıldı.”
2
AK SİYASET
“YENİ BİR mEŞALE YAKIYoRUz”
“Yeni bir dönemde, yeni bir Türkiye derken, işte
Samsun’da yakılan o meşalenin, tam istiklal, tam
özgürlük, tam bağımsızlık meşalesinin bir daha
sarsılmayacak şekilde tahkim edildiği yeni bir ülke
diyoruz, yeni bir Türkiye, diyoruz. Cumhuriyetimizin,
2023’teki 100. yı dönümünde, küresel güçler arasına giren
yeni cihan devleti idealini başlatmak üzere, Samsun’dan
tekrar yeni bir meşale yakıyoruz” diye konuşan
Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Tam da 2000-2001 yıllarında milli irade tahrip
edilmişken, dikkat ediniz, 'Yeni Türkiye' kavramının
siyaseten içini doldurmak için söylüyorum, AK Parti
kadroları olağanüstü demokratikleşme reformları yaptı,
bunu en iyi Samsunlular anlar. Niye biliyor musunuz? Ali
Fuat Başgil, reisicumhur adayı olduğunda, Samsunlu
Başgil, silahlarla tehdit edilip adaylıktan çektirilmişti. Son
1 yılda yaşadıklarımıza bakın, Ali Fuat Başgil gibi onurlu
bir ilim adamını, devlet adamının hemşehrisi olan
Samsunlular, aslında son 1 yıl içinde, Ali Fuat Başgil'e
yapılan muamele Sayın Cumhurbaşkanımıza yapılmak
istendi. Gezi olaylarıyla ve arkasından kışkırtılan 17 Aralık,
25 Aralık operasyonlarıyla dolaylı olarak şu denmek
istendi: 'Nasıl Ali Fuat Başgil'i, halkın içinden gelen o
değerli insanı cumhurbaşkanı yapmamışsa bir vesayet
rejimi, o zamanki dikta ve darbe yönetimi, biz de Recep
Tayyip Erdoğan'ı yaptırmayacağız' demek istediler. Onun
için Samsunlular size teşekkür ediyoruz.”
3
Başbakan
Davutoğlu,
"Kılıçdaroğlu'nun
demeçlerine bakın. CHP
zihniyeti 28 Şubat'ı
çıkaran zihniyettir. Kendisi
de 28 Şubat'ın takipçisi
zihniyettir. Ortaöğretimde
başörtüsüne özgürlük
getirdik diye diyor ki
'Bunlar IŞİD'ciler gibi
davranıyor'. Bunu bize
söylüyor. Şimdi buradan
Sayın Kılıçdaroğlu'na
sesleniyorum. Eğer IŞİD'ci
arıyorsa sağına baksın bir
hanımefendi görecek. 28
Şubat'ta ikna odalarında
bu milletin aziz evlatlarını
süründüren bir hanım
görecek. IŞİD zihniyeti
oradadır. İstiklal Harbi'ni
bir başörtüsü için başlatan
Sütçü İmam'ın ruhuna
ihanet ederek gencecik
kızlarımızın zorla başını
açtıranlar, IŞİD zihniyeti
onlardır. IŞİD zihniyeti,
ikna odalarını kuranlardır"
diye konuştu.
AK SİYASET
Davutoğlu, "Başörtüsünü isteyen takacak, istemeyen takmayacak ama biz
Kılıçdaroğlu'nun geri kafalı zihniyetini hiç takmayacağız, hiç takmayacağız" dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Dünya
Ekonomik Forumu kapsamında düzenlenen
"Bölgesel Kalkınma için Kaynakların Ortaya
Çıkarılması" temalı özel toplantının
kapanışında konuştu.
yoğun çaba sarf ettiğimiz dönemde, 7 saatlik
bir görüşmem olmuştur. Görüşmenin bir
aşamasında 'peki biz ne olacağız?’’ sorusuna
muhatap olmuştum. Yani siyasi liderler, uzun
yıllar ülkeyi idare edenler, şöyle birşey
söyledim ve buna da inanıyorum. Demokrasi
için bir tek kriter konulsa, ben bu kriterin pratik
karşılığı şudur demiştim kendisine; 'Bir ülkede
eğer eski cumhurbaşkanı ve başbakan
barış içinde yaşıyorsa, eski ve
cumhurbaşkanı ve başbakan
varsa, o ülkede demokrasi
vardır. Başka birşey
aramayın. Ama bir ülkede
eski cumhurbaşkanı ve
başbakanlar ya hapiste,
ya mezarda, ya
sürgünde ise
demokrasi yoktur.
Sizin Arap
dünyasında eski
liderlerin bir kısmı
sürgünde demiştim,
Bin Ali. Bir kısmı
mezarda, Kaddafi.
Bir kısmı da
hapiste, Mübarek.
Demokrasi ile
seçime gidin,
kazanırsanız
cumhurbaşkanlığınız
devam eder.
Kaybederseniz kendi
ülkesinde huzurla
yaşayan bir eski
cumhurbaşkanı
olmuşsunuz ve yeni bir
seçime hazırlanırsınız.''
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Herkes
pozisyon değiştirirken, herkes bizi reel politiğe
çağırırken, ‘Niye ulusal çıkarlarınızı
tehlikeye atıyorsunuz? Bölgede
demokrasinin arkasında
duruyorsunuz, biraz reel
politikleşin' derken, içeride
ve dışarıda biz
demokrasinin yanında
durduk. Ortadoğu
halklarının yanında
durduk. Çünkü
demokrasinin
kıymetini en çok biz
biliriz" dedi.
Davutoğlu,
Dünya Ekonomik
Forumu
kapsamında
düzenlenen
"Bölgesel
Kalkınma için
Kaynakların Ortaya
Çıkarılması" temalı
özel toplantının
kapanışında yaptığı
konuşmada,
demokrasinin
sürdürülebilir istikrarın
en önemli garantisi
olduğunu belirterek,
''İstikrar bir devlet başkanının
uzun yıllar iş başında kalması
demek değildir. İstikrar, tek bir
partinin uzun dönem bir ülkede egemen
olması değildir'' ifadelerini kullandı.
Demokrasinin aslında bu
anlamda liderlerin hayatını da garanti
eden bir sistem olduğunu ifade eden
Davutoğlu, ''Demokrasinin olmadığı yerde,
liderler kendilerini güvende hissetmez ve
iktidarı varoluş makamı olarak görürler.
Düştüklerinde öleceklerini düşünürler.
Sovyetler döneminde de soğuk savaş
döneminde de Doğu Avrupa’da da Çavuşesku
için de böyleydi, Kaddafi ya da Mübarek için
de böyleydi, Esad için de böyle'' dedi.
İstikrarın, halkıyla meşruiyet ilişkisine
girmiş ve meşruiyeti sürekli demokrasi üzerine
test eden bir siyasal sistemin adı olduğunu dile
getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:
''Çok ilginç bir diyaloğu burada yansıtmak
istiyorum. Beşar Esad'ı 2011 yılı Ağustos
ayında halkına karşı zulmetmemesi yönünde
4
AK SİYASET
"BU gİzLİ BİR
IRKçILIKTIR"
Aylarca, sabırla Esad’ı ikna etmeye
çalıştıklarını, çünkü ilişkilerinin iyi
olduğunu anlatan Davutoğlu,
konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Hani şimdi bizi mezhepçilikle itham
edenler çok iyi bilmeliler ki bütün sünni
dünyası Esad’a cephe açmışken, biz
Esad’ı destekledik. Desteklemekten
kastım, Suriye’deki istikrarın ve onu
barışçıl yollarla dönüştürebilmek için
2005’te, 2006’da. Olumlu yönden baktık,
Arap Baharı'na. Şöyle düşündük; nasıl
AB ve ABD, Balkanlar'daki demokrasi
rüzgarını desteklediler. Ve onu finanse
ettiler. 'Ortadoğu’yu da destekleyecekler'
diye düşündük. Ve burada bir tutarlılık
bekledik, istedik. Şunu hepimiz bilelim.
Kalkınma ile siyasal sistem arasında bir
bağ kuracaksak, demokrasi finanse
edilen bir sistemdir. Yani bir ülkede bir
demokratik değişim süreci varsa o bir tek
şeyle garanti altına alınabilir. Ekonomik
kalkınma ile finanse edilmeyen,
desteklenmeyen bir demokratik değişim
süreci ayakta duramaz. Biz Türkiye'de
demokratikleşmeyi temin edebildik.
Çünkü kendi ekonomimiz 12 yılda 4 misli
büyüdü. Türk ekonomisi küçülseydi bizim
demokrasiyi yaşatmamız çok zor olurdu.
Bugün Balkanlar'da demokrasi var,
Polonya'da, Romanya'da. Çünkü AB
fonları ile o demokrasi finanse edildi.
Ortadoğu’da demokrasiyi finanse edecek
hiç kimse çıkmadı. Bizim, demokrasi
döneminde seçilmiş çoğu başkanlara,
Mısır’a verdiğimiz 2 milyar dolarlık
yardım, Tunus’a yaptığımız 500 milyon
dolarlık yardımların dışında ciddi bir
demokrasi finansmanıyla ilgili birşey
sağlanmadı. Açık söyleyeyim, burada
oryantalist bir tavır hemen kendini ortaya
koydu. Gerek Irak’ta, gerek bölgede bir
müddet sonra şöyle düşünmeye başladı
insanlar. Bu Müslümanlar ancak sopalı
bir lider ya da otoriter bir lider tarafından
idare edilebilirler. Bütün dünya ekonomik
forumuna katılan küresel entelektüellere
hitaben diyorum. Bu gizli bir ırkçılıktır.''
Dünyada her milletin, her dinden
insanın nasıl demokrasi ile idare
edilebilme kapasitesine sahipse, çok
köklü siyasal bir kültüre sahip olan İslam
toplumlarının da demokrasiyi yaşatıp
geliştirebileceğini dile getiren Davutoğlu,
İslam dünyasının IŞİD ile
anılamayacağını, İslam’ın da IŞİD ve
benzer yapılarla anılamayacağını söyledi.
"dEmoKRASİNİN KIYmETİNİ EN çoK Bİz BİLİRİz"
O açıdan Türkiye'nin bir başarı
hikayesi olduğunun altını çizen Davutoğlu,
''Bu başarı hikayesine bakan birçok Arap
genci, sokağa çıktı ve demokrasi talep etti.
Beklediler ve gördüler ki, Türkiye’nin
İsrail’e karşı Filistin davasındaki onurlu
duruşu, ancak demokrasi ile
sağlanabiliyor. O zaman kendileri de bunu
talep ettiler. Biz de arkalarında durduk. Ve
durmaya devam edeceğiz''
değerlendirmesinde bulundu.
5
AK SİYASET
“BİR dEpREmİN İçİNdEYİz”
liderleri. Bunun getirdiği bir heyecanla devrim
rüzgarıydı, 2011 yılı. 2012 yılı ümit yılıydı. Açık
söylüyorum. Eğer bugün biz burada IŞİD’i
tartışıyorsak, 2012 yılındaki demokratik geçiş
süreçlerine destek vermediğimiz için tartışıyoruz.
IŞİD çok güçlü olduğu için ya da Suriye ve Irak
halkı IŞİD tür radikal eylemlere eğilimli olduğu
için değil.''
''Dört yılın kısa kısa muhasebesini
zikredeyim. Çünkü bir depremin içindeyiz. Şimdi
bu deprem Avrupa ülkelerini, ABD ve dünyayı
vurmaya başladığı için tedbir alma ihtiyacı
hissediliyor. Biz 4 yıldır bunu anlatmaya çalıştık.
2011 yılı her devrimlerde olduğu gibi bir hissi
devrim yılıydı. Arap dünyasında, Tahrir
Meydanı'nda, diğer meydanlarda gençler sokağa
çıktı, aynen Avrupalılar gibi, aynen bizler gibi
demokrasiyi tatmak istediler. Vatandaş olarak
seslerini yükseltmek istediler. Özgürce herşeyi
tartışmak istediler. Ve rejimler buna dayanamadı.
Hatta o dönemde Mısır'a gittiğimde bana ‘bu
olayı nasıl yorumladığım sorulduğunda’ dedim ki;
Ben Mısır’a 1988’de doktora tezi için geldiğimde
5-6 ay kalmıştım, Mübarek iktidardaydı.
Geçenlerde benim küçük kızım kütüphaneme
gitmiş, İstanbul’daki evimde ve üst katta çatıdaki
kütüphaneme. Benim eski daktilomu, doktora
tezimi yazdığım daktiloyu koymuştum. Yukarıdan
hayretle seslendi. 'Baba bu ne?' diye. Ben de
korktum, herhalde korktu, birşey oldu diye. Daha
8-9 yaşında. 'Bu ne?' diye daktiloyu gösteriyor.
Sanki arkeolojik bir keşif yapmış gibi. Çünkü hiç
daktilo görmemiş benim kızım ve oynamaya
başladı onunla. Dedim ki, Mısır’da ben 88'de
doktoramı yazarken o daktiloyu kullanıyordum.
Ve Mübarek iktidardaydı. Sonra bilgisayar
keşfedildi, Mübarek iktidardaydı. Sonra internet
keşfedildi, Mübarek iktidardaydı. Mobil telefon
keşfedildi, Mübarek iktidardaydı. Twitter,
facebook gelince dayanamadı. Şimdi nesiller
değişiyor ve gençler hep aynı liderleri görüyor.
Cevap vermeyen liderleri, hesap sorulamayan
Başbakan Ahmet Davutoğlu, 2012 yılında
bütün devrim rüzgarlarının yeşerdiği Ortadoğu’da
seçimlerin yapıldığını anlatarak, ''İlk defa insanlar
sandıklara gittiler. Mısır’da seçim yapıldı, bir
değişim oldu. Libya’da yeni bir kongre oluştu.
Tunus’ta yepyeni bir dönem başladı. Fas’ta bir
geçiş süreci yaşanıyordu. Her yerde, Cezayir de
dahil gayet doğallık içinde bir geçiş süreci
başladı ve bir emek vardı kitlelerde, insanlarda.
Şimdi soralım, biz bu ümidi besleyecek ne
yaptık? Biz bu ümitle yola çıkmış Yemen’de
insanlara ne verdik? Balkanlar'a ve Doğu
Avrupa’ya sağladığımız imkanları, demokrasiye
geçiş sürecinde Ortadoğu halklarına sağladık
mı? Bölgesel kalkınmadan bahsederken
demokrasiyle kalkınma arasındaki irtibatı
kurabildik mi? Biz Türkiye, şimdi bütün bu
meydan okumalara karşı karşıya kalan bir ülke
olarak gururla ve iftiharla söylüyorum. O günden
bugüne ilkeli bir şekilde aynı yerde durduk.
Herkes pozisyon değiştirirken, herkes bizi reel
politiğe çağırırken, ‘Niye ulusal çıkarlarınızı
tehlikeye atıyorsunuz? Bölgede demokrasinin
arkasında duruyorsunuz, biraz reel politikleşin'
derken, içeride ve dışarıda biz demokrasinin
yanında durduk. Ortadoğu halklarının yanında
durduk. Çünkü demokrasinin kıymetini en çok biz
biliriz'' şeklinde konuştu.
dEmoKRASİNİN
ARASI dA oLmAz
edemediler. Avrupa'dan da bu takdiri
gördüğümüzü söyleyemem. Ne oldu 2012'de
bu demokrasiler uluslararası destek
bulamayınca? Geçiş yönetimleri, daha
'bebek demokrasiler' diyeyim, çocuk
demokrasiler değil, kendi ekonomik
girdapları içinde... Mısır'ı düşünün. O
muazzam insan potansiyeli olan o büyük
ülke, medeniyet ülkesi... Şimdi herkesin
Mursi'yi eleştirmesi kolay. Hangi Avrupa
ülkesi, büyük ekonomik reformları bir yılda
gerçekleştirebildi 1990'lı yıllarda? Eğer bize
2003 yılında gelseydiniz bir yılda her şeyi
mucizevi bir şekilde değiştirmiş bir Türk
başarısını size vaat edebilir miydik?" diye
konuştu.
Davutoğlu, Dünya Ekonomik Forumu
kapsamında düzenlenen "Bölgesel Kalkınma
için Kaynakların Ortaya Çıkarılması" temalı
özel toplantının kapanışında yaptığı
konuşmada, Türkiye'nin siyasi tarihinin
darbelerle geçtiğini, baskılarla büyüyen bir
nesil olduğunu, bu yüzden Ortadoğu
gençliğinin ne hissettiğini iyi bildiklerini
söyledi. Ortadoğu'daki demokrasinin talep
edildiği gibi, Türkiye'de de kendilerinin bu
taleple iktidara geldiğini anlatan Davutoğlu,
"Türkiye'deki demokrat geçinen bazı dostlar
bile bunu anlayamadılar. Bunu takdir de
6
AK SİYASET
Mısır'ın sonrası için onlarca soru sorulduğunu dile getiren
Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Suriye'yi
"Demokrasinin sonrası olmaz. Demokrasi, yerleşirse
bir utanç
rak
yerleşmiştir, ya vardır, ya yoktur. Demokrasinin arası da olmaz.
sayfası ola ır"
rd
Birisi 'Demokrasi gelsin de ben sonra kimin geleceğinden
yazacakla
emin olayım' derse demokrat değildir. 'Bir ülkede demokrasi
Suriye'de
da değinen
olsun ama şu eğilimler iktidara gelmesin' dediğiniz anda
yaşananlara ülke için pek
bu
demokrasinin dışına çıkarsınız. Geçmişte bu bize dendi.
Davutoğlu, oyulduğunu,
k
r
Türkiye'de de bu demokrasi oyunu oynandı. 60
çok kriterle kullanıldığında
ah
ihtilalinden sonra 'Demokrasi olsun ama mesela Ali Fuat
kimyasal sil ağının açıkça
c
a
ıl
Başgil cumhurbaşkanı olmasın' diye silah çektiler
cezalandır
attı.
iğ
d ini hatırl
Cumhurbaşkanı adayına. 80'li yıllarda 'Demokrasi olsun
deklare edil
'nin
iller, Suriye i
s
e
n
i
n
e
ama şu şu partiler olmasın' diye onlarca parti kapatıldı
y
e
"İlerid
Suriye'y
zdıklarında aklardır
a
y
Türkiye'de. Gerçek demokratlar, seçim sandığı
i
in
m
e
n
yazac
bu dö
yfası olarak diyen
üzerinden soru sormazlar. Seçim sandığı neyi üretirse
a
s
ç
n
ta
u
ir
b
"
k
ı toplum için
onu kabul eder ve şans verirler. Başarısız mı oldu?
uluslararas bilecek bütün insanlı
la
o
Bir sonraki seçimde cezalandıracak olan kendi
Davutoğlu, riye'de işlendiğini
u
S
ın
halkıdır. Şimdi ne oldu? O iyimser 2012 yılından
suçların
sonra 2013 yılı, gerçek anlamda bir hayal kırıklığı yılı
vurguladı.
rının,
ril bombala a
a
v
oldu hemen hemen her yerde."
,
n
ri
le
e
z
Fü
alanlard
hların sivil ir yerde tutulup
a
il
s
l
a
s
a
y
b
kim
ı, insanların
"mISIR BİzE BENzER"
kullanıldığın m edilerek ölüme
,
ku
açlığa mah ü söyleyen Davutoğlu nya
n
ü
ü
d
ğ
n
Davutoğlu, Mısır'da seçimle iktidara gelen bir
götürüldü raf yayınlandı, bütü
ğ
ye
liderin yerinden edildiğini hatırlatarak, o günlerin
"50 bin foto nda geçen sene. Suri
rı
k
hemen ardından Mısırlı önemli bir siyasetçiyle
televizyonla ıl insanları aç bırakara
s
a
n
i
imlerin
rejiminin
arasında geçen diyaloğu anlattı. Bu kişinin
olokost res ndı.
h
,
ü
ğ
ü
rd
ü
öld
Türkiye'ye gelip, kendilerini bu darbenin meşru
ayınla
n resimler y n tepkisi ne oldu?"
ta
a
rl
tı
a
h
u
olduğuna ikna etmeye çalıştığını belirten Davutoğlu,
ı toplum
Uluslararas llandı.
şunları kaydetti:
u
ifadelerini k
Suriye'de
"Şöyle bir şey söyledi, dedi ki '25-30 milyon
Davutoğlu, en Suriye Ulusal
insan imza verdi Mursi gitsin diye' ki çok önemli bir
i istey
a,
demokrasiy a 90'lı yıllarda Polony
'n
isim, burada söylemek istemiyorum ama hepinizin
i
u
s
n
ra
o
demok
Koalisy
alkanlar'da esteğin
B
,
tanıdığı bir isim. Dedim ki 'Ya siz matematik
a
y
n
a
m
o
d
R
lere verilen
bilmiyorsunuz, ya ben bilmiyorum. Ya siz Mısır'ı
isteyen güç i dile getirerek,
bilmiyorsunuz, ya ben bilmiyorum. Mısır'da 80 milyon
verilmediğin bu şeyler
e
kardeşimiz var. Mısır'da okuma yazma oranının yüzde
"Geçen sen , hatta kimyasal
a
d
ın
yapıldığ
40'larda olduğunu siz de biliyorsunuz. Geride kalan 40
ıldığında
n
a
ll
silah ku
milyon, deltada, güneyde, çöllerde yaşayanları çıkarsanız
ok küçük
daha IŞİD ç
büyük şehirlerde yaşayanlar, nüfusun ancak yüzde 40'ını
,
bir bölgede rgüt
oluşturur, o da 20 milyona iner. Bunlardan yaşlı ve çocukları
küçük bir ö di"
çıkarın, geriye 10 milyon kalır. Bunların bir kısmı da, herhalde
niteliğindey
yüzde 50'si de Mursi'yi destekliyor. İmza toplansa 5 milyondan
dedi.
fazla kişi çıkmaz. Hadi toplandı diyelim, her seçilmiş yönetici,
toplanan imzalarla ya da sokakta tertip edilen gösterilerle yönetimden
alınırsa demokrasi yaşayabilir, sürdürülebilir bir süreç olmaz. Mısır'da Türkiye bir tavır aldı, bedelini
ödediğimiz bir tavır bu aslında. Biz Mısır'a çok önem veriyoruz. Mısır, bölgenin omurgasıdır, beynidir.
Araplar, Mısır'a 'Arabın beyni' derler. Biz Mısır'ı en büyük stratejik ortağımız olarak görmeye devam
etmek istiyoruz ama Mısır'da, böylesi büyük nüfuslu bir ülkede istikrarın halk meşruiyetinden
geçeceğine inanıyoruz. Biz yaşadık, Mısır bize benzer. Mısır, demokrasi istemeyen bazı petrol
zengini veya küçük ölçekli geniş ekonomilere sahip ülkelere benzemez, bize benzer. Mısır'da kalıcı
istikrar ve ekonomik kalkınma, ancak ve ancak demokrasiyle sağlanabilir."
7
AK SİYASET
"mEYdAN oKUmA KÜRESELSE
HEpİmİz ELİmİzİ TAŞIN ALTINA KoYACAğIz"
Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk ve
Makedonya'da demokrasinin tahkim edildiği
gibi Esed'e bir ders verilemediğine dikkati
çeken Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
milyon turist geliyor. Peki siz biliyorsanız bu
yabancı savaşçıları kendi ülkenizde tutun,
çıkmasına izin vermeyin. Dedi ki 'Biz
demokratik bir ülkeyiz, daha suç işlememiş
birini nasıl tutalım'. Peki bize listeyi verin,
kimler olduğunu, biz onları almayalım,
Türkiye'ye sokmayalım. 'Nasıl liste veririz daha
suç yok'. Peki senin yapmadığın bu işi ben
nasıl demokratik bir ülke olarak yapabilirim?
Eğer meydan okuma, küreselse hepimiz
elimizi taşın altına koyacağız. Artık yeter.
Suriye, Irak krizinin bütün bedelini Türkiye'ye
ve komşu ülkelere ödetip sonra bulunduğumuz
yerlerden ders vermeye kalkarsak bunu bizim
kabul etmemiz mümkün değil, bunu insanlık
vicdanı da kabul etmez" şeklinde konuştu.
"Bütün o kitleler, hayal kırıklığı içinde
devrimin karşı bir psikolojisine yöneldiler ve
radikalleşme, uç noktalara vardı 2004'te.
Bugün bölgede demokrasiden değil de eğer
terör tehdidinden bahsediyorsak, bölgede
canını ortaya koyan Humus'taki Hristiyan,
Müslüman, Sünni, Nusayri, Kürt, Arap,
Türkmen o Suriyeli gençlerin yerini eğer
dışarıdan gelmiş ve ne yapacağı belli
olmayan, çoğu da çok akıcı İngilizce konuşan
yabancı savaşçılara terk etmişse bunun
sebebi bizim Suriye halkını yalnız bırakmış
olmamızdır. Bunu itiraf etmek durumundayız.
Aksi takdirde çözüm bulmamız, güçleşir.
Defaatlerce uyardık, Türkiye olarak ve şunu
anlatmaya çalıştık, bugün için de geçerli olan
bir vizyonu. Biz Ortadoğu bölgesine diyorduk
ki 'Bu sınırlar anlamsız, yani yaşaması zor
sınırlar'. Gerçekten keşke buradan hep
beraber biz mülteci kamplarının bulunduğu
sınırımıza gitsek. Kobani'den gelen Kürtlerin
ya da Halep'ten gelen Türkmenlerin, Arapların
geçtiği yerlere. Bir köy bile ortadan bölünmüş,
bir demiryoluyla bölünmüş. Türkiye, bu sınırı
korumaya çalışıyor ve bu sınır bugün sadece
Türkiye'nin değil, Avrupa'nın da dünyanın da
sınırı teröre karşı. Peki Türkiye'ye ne kadar
destek verildi? Şu denirse büyük bir
adaletsizliktir; (Siz mülteciler için sınırınızı açın
ama araya birileri karışırsa siz sorumlusunuz)"
Davutoğlu, mülteciler için sınır
açıldığında insanlara ayrıca bir yoklama
yapılamadığını ifade ederek, "Ben
Azerbaycan'daydım, üç günde 138 bin mülteci
geldi. Deseydik ki 'Bu kapıyı kapatıyoruz ve
her birini tek tek alacağız'. 138 bin kişiyi
almamız 10-15 gün sürerdi. O arada da zaten
IŞİD onları öldürmüş olurdu. Peki onları
almamış olsaydık da bütün dünya 'Türkiye'nin
nasıl bir yanlış politika izlediğini söylerdi. Şunu
da söyleyeyim Türkiye'yi bazıları acımasızca
eleştirirken, bir batılı Dışişleri Bakanı ile
aramızda şöyle bir konuşma geçti, dediler ki
'Bu yabancı savaşçılar, Türkiye'den geçmesin'.
Çok güzel geçmesin, biz istemeyiz. Bu, en çok
bize zarar, bize tehdit ama Türkiye'ye yılda 35
8
AK SİYASET
BAŞBAKAN
dAVUToğLU
İLK 'ULUSA
SESLENİŞ'
KoNUŞmASINI
YApTI
Başbakan Ahmet Davutoğlu,
televizyonlarda yayınlanan "Yeni Türkiye
Yolunda" konuşmasını yaptı. Gündeme ilişkin
açıklamalarda bulunan Davutoğlu, Musul
Başkonsolosluğu personelinin kurtarılmasına
ilişkin, "İşte bu kavuşma anı görüntüleri için
çok bekledik. Sabırla, metanetle, dirayetle çok
kritik bir süreci yönettik. İftiharla ifade edeyim
ki, bu olayda Türkiye ne kadar büyük bir devlet
olduğunu ve ne kadar işinin ehli bir hükümet
tarafından yönetildiğini bütün dünyaya
göstermiştir" dedi.
etmiş bulunmaktadır.
Türkiye hızını hiç kesmeden, yürüyüşünü
hiç sekteye uğratmadan hem
cumhurbaşkanlığı hem başbakanlık
makamında bir görev değişimi yaşamıştır.
Bizler bu değişimi bir bayrak yarışı, bir
nöbet değişimi olarak görüyor, bu şuurla
hareket ediyoruz.
Dünyada hem başbakanlık hem
cumhurbaşkanlığı değişim sürecini bu kadar
başarı ile yürüten başka bir örnek
göremezsiniz. Türkiye kökleşmiş demokrasisi
ile, çok şükür, kriz beklentilerini boşa
çıkarmıştır. Sancısız bir geçiş yaşadık ve kaos
bekleyenlerin elleri boş kaldı.
"SANCISIz BİR gEçİŞ YAŞAdIK
VE KAoS BEKLEYENLERİN
ELLERİ BoŞ KALdI"
"Yeni bir dönemin başında, yeni umut ve
heyecanlarla yola çıktığımız şu günlerde
ekranlarınız aracılığıyla evlerinize misafir
olmaktan, Yeni Türkiye'nin büyük hedeflerini
sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.
Bundan sonra da paralel yapı da dahil
her türlü demokrasi dışı vesayet odağı ile
mücadelemize kararlılıkla devam edecek, kriz
fırsatçılarına göz açtırmayacağız.
Malumunuz olduğu üzere, demokrasimiz
adına hepimize gurur veren çok olgun bir
sürecin sonunda yeni Cumhurbaşkanımızı
seçtik.
Türkiye'nin kazanımlarının korunmasında
ve atılımların hiç kesintiye uğramadan
sürdürülmesinde devamlılığın ne kadar hayati
olduğunu iyi biliyoruz.
Kendisinden Başbakanlık görevini
devraldığım Sayın Recep Tayyip Erdoğan , 10
Ağustos 2014 tarihinde gerçekleştirilen
seçimle Türkiye Cumhuriyeti'nin doğrudan
oylarınızla seçilen ilk Cumhurbaşkanı oldu.
İşte tam da bu yüzden sadece 3 gün
içerisinde Bakanlar Kurulu başta olmak üzere
tüm dönüşüm sürecini başarıyla tamamladık.
Yeni görevlendirmeler, atamalar hızla
gerçekleştirildi. Bizim bu süreçlerle
kaybedecek vaktimiz yok. Biz önümüze
bakıyoruz."
Bu seçim hiç şüphe yok ki demokrasimiz
açısından bir milat değeri taşımakta, millet
iradesi nihayet en yüksek seviyede tecelli
9
AK SİYASET
"TÜRKİYE ARTIK NoRmALLEŞmİŞTİR"
Türkiye'nin
normalleştiğini
kaydeden
Davutoğlu,
hesaplarını 2023
vizyonunu
yakalamak için
çalıştığını ifade
etti. Ahmet
Davutoğlu şunları
söyledi:
"Türkiye artık
normalleşmiştir.
Gayr-i tabii yollarla,
siyasi mühendislik
operasyonları ile
iktidar devşirmek
isteyenlere kapılar
kapanmıştır.
Milletimizin
her bir ferdi
tamamiyle emin
olabilir ki, bu
medeniyet kervanı
yoluna her geçen
gün hızını
arttırarak devam
edecektir.
Yeni Türkiye
hayalimiz artık
adım adım
gerçeğe
dönüşüyor. Bu yolda
aldığımız her hayırlı
mesafe, önümüzde yepyeni
kapılar, çok daha parlak
ufuklar açıyor.
Başardıklarımızın daha
fazlasını başarmak, 2023
hedeflerine doğru ilerleyen
Yeni Türkiye'yi inşa etmek
için hiç ara vermeden
çalışmalarımıza aynı aşk ve
şevkle başladık.
Nihai hedefimiz; aziz
milletim bunun da ötesinde,
bu toprakların sahip olduğu
kadim mirası yeniden
canlandırmak, yeni bir
medeniyet ihyasını
gerçekleştirmektir.
dEğERLİ VATANdAŞLARIm,
Türkiye nevzuhur bir ülke değildir. Köklü bir tarihe ve
zengin bir geleneğe sahibiz. Ben de 62. Hükümetimize
güvenoyu aldıktan hemen sonra bu köklü geleneğe sahip
çıkmak adına Selçuklu başkenti Konya'yı, Osmanlı'nın
tohumlarının atıldığı Söğüt'ü ve Cumhuriyet meşalesinin
yakıldığı Samsun'u ziyaret ettim. Bundan sonraki
siyasetimizde de bu tarihi şuurla hareket edeceğiz.
Aynı bilinçle göreve başlar başlamaz Türk
demokrasisinin kökleşmesine kendilerini adayan seleflerim
rahmetli Adnan Menderes'i, Turgut Özal'ı ve Necmettin
Erbakan'ı ziyaret ettim. Onların bu demokrasi
mücadelesinde ödedikleri bedellerin farkındayız ve bu
bedelleri hiç unutmayacağız.
Yüklendiğimiz tarihi sorumluluğun şuurundayız.
Hesabımızı popülist bir anlayışla değil, 2023 vizyonu
çerçevesinde belirlediğimiz kısa, orta, uzun vadeli
hedeflerimizi yakalamak üzere yapıyoruz.
Seçim siyasetine, seçim ekonomisine, kısa vadeli
popülist uygulamalara geçmişte prim vermediğimiz gibi,
bugün de vermiyoruz, yarın da vermeyeceğiz.
Türkiye'yi daha güçlü, daha müreffeh, daha itibarlı bir
ülke haline getirmek, demokrasimizi ülkemizin her bir
ferdinin, her bir vatandaşının gurur duyacağı ileri bir
seviyeye taşımak adına gereken her adımı atacağız.
Çözüm süreci başta olmak üzere, bu ülkenin ne
kadar kanayan yarası varsa hepsine kararlılıkla çareler
üreterek, toplumsal barışı her yönüyle mutlaka tesis
edeceğiz.
10
AK SİYASET
Birliğimizi, dirliğimizi, dostluk ve
kardeşliğimizi hiç kimsenin bozmasına izin
vermeyeceğiz, saflarımızı sık tutarak,
birbirimize kenetlenerek, birbirimize
muhabbetimizi arttırarak aramıza fitne ve fesat
sokmayacağız.
Her şeyden önemlisi tek bir
vatandaşımızın bile canını tehlikeye atmadan
süreci yönetmeliydik.
Rehin durumda bulunan kardeşlerimizin
de bu uzun zaman boyunca metanetlerini,
ümitlerini kaybetmemeleri, ülkelerine
güvenmekten bir an bile vazgeçmemeleri
elzemdi.
Geçmişte olduğu gibi, kendi önceliklerini
koruyan, barışın yanında, haksızlıkların
karşısında, gerçekçi ve aktif bir dış politika
izlemeye devam edeceğiz.
İftiharla ifade edeyim ki, bu olayda
Türkiye ne kadar büyük bir devlet olduğunu ve
ne kadar işinin ehli bir hükümet tarafından
yönetildiğini bütün dünyaya göstermiştir.
Ekonomide güveni ve istikrarı asla
kaybetmeden çıtayı sürekli daha yukarılara
taşıyacak; rekabetçi, yenilikçi, üretimini
arttıran, istihdam üreten bir anlayışla
büyüyeceğiz.
Daha önce de, benim Dışişleri Bakanlığı
görevini sürdürdüğüm dönem zarfında 200'ü
aşkın vatandaşımızı Afganistan'da, Irak'ta,
Suriye'de, Lübnan'da, Somali'de kaçırılan,
rehin tutulan çeşitli vatandaşlarımızı kurtarma
operasyonlarıyla özgürlüklerine kavuşturduk.
En zor şartlar altında Libya'dan 26 bin
insanımızı tahliye ettik, 10 gün içinde.
Ekonomik kazanımlarımızdan, refah
artışından toplumun bütün kesimlerinin en adil
şekilde pay alması için ne gerekiyorsa onu
yapacağız.
Tek bir insanımızın bile mağdur
olmasına, tek bir vatandaşımızın bile
mahrumiyet yaşamasına asla rıza
göstermeyeceğiz.
Her bir vakanın kendine özgü şartları
vardı, kendine özgü dengeleri, hassasiyetleri
vardı.
81 vilayetimizin imarından, 77 milyon
insanımızın mutluluğundan, gelecek
nesillerimizin akıbetinden kendimizi sorumlu
sayıyoruz."
Bu olayların tamamında Türkiye'nin
gücünü, etkinliğini, harekât kabiliyetini gördük,
bununla gurur duyduk."
"BAKANLAR KURULU
KARARIYLA IŞİd'İ TERÖR
ÖRgÜTÜ İLAN ETmİŞ BİR
HÜKÜmETE İFTİRA ATILIYoR"
eden yangınlara dönüştü.
Devlet otoriteleri ortadan kalktı, orduların
etkinliği kalmadı ve halklar çeşitli çatışmacı
gruplar karşısında savunmasız kaldı.
IŞİD gibi terör örgütleri bu kaostan
faydalanarak, bu büyük otorite boşluğunu
kullanarak etki alanlarını genişletti.
Türkiye ile IŞİD'in çeşitli ilişkiler içinde
olduğunu iddialarını eleştiren Davutoğlu,
Bakanlar Kurulu kararıyla IŞİD'i terör örgütü
ilan ettiklerine dikkat çekerek sözlerini şöyle
sürdürdü:
Bugün ortaya çıkan tablodan
rahatsızlığını dile getiren uluslararası topluma,
yakın geçmişte bölgede esen demokrasi
rüzgârlarına destek olmalarının, demokratik
yöntemlerle göreve gelen yönetimlere sahip
çıkmalarının gereğini defalarca anlattık.
"Son birkaç yıl içinde bölgemizde
hepimizi üzen pek çok olay yaşandı.
Milyonlarca masum insan, zalim
yönetimlerin, güç çatışmalarının, terör
saldırılarının kurbanı oldu.
Suriye'de, Irak'ta, Filistin'de defaatle
uyarmamıza rağmen uluslararası toplum doğru
olanı yapmaktan sürekli kaçındı.
Bu duyarsız ve çelişkili politikalar
neticesinde kıvılcımlar bütün bölgeyi tehdit
Ancak farklı hesaplar içine girerek bu
hayati adımları atamadılar, alınması gereken
tedbirleri etkin biçimde uygulayamadılar ve
maalesef bölge büyük acılara gark oldu.
Uzun bir zamandır çeşitli çevreler haksız
ve mesnetsiz biçimde Türkiye'nin IŞİD'le çeşitli
ilişkiler içinde olduğu, bu örgüte destek verdiği
11
AK SİYASET
gibi maksatlı ve art niyetli iddiaları dolaşıma
sokuyor.
yaparken de aziz milletimiz dışında kimseye
sormayız, kimseye hesap vermeyiz.
Bu iddiaların hangi kirli hesapların
ürünü olduğunu gayet iyi biliyoruz.
İkincisi tarihten gelen bir görevle
mezhep, ırk, dil ve din farkı gözetmeksizin
komşularımızdan gelen tüm akrabalarımıza
insanlık adına sahip çıkarız. Bizim gönlümüz
de, kapımız da 500 yıl önce de dara
düşenlere açıktı bugün de açık. Bu aziz ve
yüce gönüllü milletimiz hiç bir zaman
mazluma kayıtsız kalmamıştır.
Türkiye'nin bu konuda sürecin en
başından beri nerede durduğu, nasıl bir tavır
ortaya koyduğu belli…
Daha önce Bakanlar Kurulu kararıyla
IŞİD'i terör örgütü ilan etmiş bir hükümete bu
iftira atılıyor. Maalesef uluslararası toplumun
bu kayıtsızlığı bölge insanına çok acı
bedeller ödetmiş, yüz binlerce insan
canından olmuş, şehirler yıkıma uğramış,
toplumların farklı kesimleri arasındaki
düşmanlıklar had safhaya yükselmiş
durumda.
Ülke olarak, bu ateşin söndürülmesi,
masum canların canına kasteden
zorbalıkların ve terör yapılanmasının bertaraf
edilmesi için her türlü adımı atmaya hazırız.
Ancak bu arayışların Türkiye'nin
hassasiyetlerini gözetmesi ve meseleye
nihai çözüm getirecek kapsamda olması
gerekiyor. Aksi halde, yapılacak lokal
operasyonlarla, alınacak palyatif tedbirlerle
elde edilecek her netice, kısa zamanda
akamete uğrayacak, önü alınan bir terör
örgütünün yerine bir yenisi gelecektir.
Siz vatandaşlarımızdan ricam, belirli
çevrelerden yayılan maksatlı ve art niyetli
spekülasyonlara kesinlikle prim vermemeniz,
hükümetinize güvenmenizdir.
Herhangi bir adım atılacaksa ve
Türkiye'nin de bu ortak yapı içinde herhangi
bir rol alması isteniyorsa, şartlarımız ilk
günden beri zaten bellidir.
Burada üç temel şartımız var.
Birincisi ve en önemlisi ülkemizin
ulusal çıkarları ve güvenliğidir. Bunu temin
etmek için her türlü önlemi alırız. Bunu
"BAzI SIKINTILAR
çIKABİLİR; AmA BUNLARI
AŞACAK TECRÜBEYE dE,
İmKÂNLARA dA SAHİBİz"
Başbakan Davutoğlu, savaş
bölgesinden kaçanların Türkiye'ye
sığındığını belirterek, devletin çıkabilecek
sıkıntıları aşacak imkanlara sahip olduğunu
vurguladı. Davutoğlu şöyle konuştu:
Bu meselede Türkiye baştan beri
tavrını açık şekilde ortaya koyuyor, kendi
sözünü söylüyor.
Net olarak ifade ediyorum ki,
Türkiye'ye zarar verecek, insanlarımızı
tehlikeye atacak, menfaatlerimizi
zedeleyecek hiçbir girişime “olurö vermemiz
mümkün değildir…
Üçüncüsü ise bölgesel istikrar. Biz bu
coğrafyada istikrar, refah ve güvenli bir
gelecek istiyoruz. Bunun için de uluslararası
toplumla gerekli her türlü işbirliğine hazırız.
Ancak sorunu çözmek için bütünlüklü bir
strateji geliştirilmesi şarttır. Yarım çözümler
daha büyük sorunları da beraberinde
getirecektir."
"Bugün böyle bir ateş çemberinin yanı
başında Türkiye bir istikrar adası olma
niteliğini sürdürüyor.
Yakın çevremizdeki bu yangınlardan
biz de ülke olarak elbette etkileniyoruz,
bölgede ateş altında bulunan siviller
Türkiye'yi bir kurtuluş kapısı olarak görüyor.
Ait olduğumuz medeniyet, inandığımız
ahlaki ilkeler, nesilden nesile aktardığımız
insani değerler, zorda kalanın yanında
olmayı bir mukaddes görev olarak
omuzlarımıza yüklüyor.
Tarih boyu millet olarak bu çizgide
yürüdük, geleceğe de böyle yürüyeceğiz.
Sınırımıza gelen, kapımızı çalan,
yardım için elini uzatan bu insanlar bizim
kardeşlerimiz, akrabalarımız, dostlarımız,
komşularımız...
12
AK SİYASET
Bu asrın başında aynı devletin
vatandaşları, aynı cephenin askerleri, aynı
mefkûrenin takipçileriydik.
Ecdadımız Çanakkale'de, Yemen'de,
Trablusgarp'ta omuz omuza vuruştular, aynı
toprağa şehit düştüler.
Şimdi dara düştüğünde kim olduğuna,
neye inandığına, soyuna, mezhebine,
kültürüne hiç bakmadan yardım elimizi
uzatmak, kapımızı açmak ve bize bağlanan
umutları kırmamak bizim için bir onur
meselesidir.
Büyük bir devlet olmanın, şerefli bir
millet olmanın gereği budur.
Bize güvenen hiçbir kardeşimiz,
dostumuz bu kapıdan başı eğik, gönlü kırık
ayrılmayacak, zalimlerin kucağına geri
dönmeye zorlanmayacaktır.
Türkiye'nin buna yetecek gücü de
vardır, imkânı da vardır.
"SÜRECİ BAHANE EdEREK
KAmU dÜzENİNİ BozACAK
gİRİŞİmLERdE BULUNmASINA dA
ASLA İzİN VERmEYİz"
Geçen hafta sadece Kobani'den
ülkemize gelen mülteci sayısı neredeyse 160
bini aştı... Bunlar çok büyük ekseriyetle Kürt
kardeşlerimiz…
Savaştan, ateşten, zulümden,
yokluktan kaçıyor; umut olarak gördükleri
Türkiye'ye sığınıyorlar. Şu teyzelerin,
çocukların dramına hangi yürek sessiz
kalabilir.
Kapıda bu kardeşlerimizi Mehmetçik
karşılıyor aziz milletimiz adına onları bağrına
basıyor ve her türlü ihtiyacı ile ilgileniyor.
Başta AFAD olmak üzere Kızılay ve tüm
kuruluşlarımız canla başla bu yarayı sarmak
için seferber olmuş durumda.
Şu anda Suriye'den, Irak'tan,
Filistin'den toplam 1,5 milyondan fazla
mülteci ülkemizde misafir ediliyor, tabiatıyla
birçok ihtiyaçları var, bunlar tespit ediliyor,
alınması gereken tedbirler alınıyor.
Bunlar olağanüstü durumlardır aziz
vatandaşlarım, bazı sıkıntılar çıkabilir; ama
ülke olarak, devlet olarak bunları aşacak
tecrübeye de, imkânlara da sahibiz.
Milletimizin bu hamiyetperver tavrının
gelecek zamanlarda ülkemiz için ne büyük
hayırlar, büyük bereketler getirdiğini inşallah
hep birlikte yaşayıp göreceğiz."
Çözüm sürecini ilişkin açıklamalarda
bulunan Ahmet Davutoğlu şunları söyledi:
"Bir önceki hükümet döneminde
başlattığımız ve önemli mesafe aldığımız
Çözüm Sürecini bu yeni dönemde de hayırlı
bir neticeye bağlamakta ilk günkü kadar
kararlıyız.
Bu hayırlı sürecin seyrini etkilemek,
buradan menfaat temin etmek, hatta her
fırsatı kullanarak var olan olumlu havayı
dağıtmak üzere gayret gösteren çeşitli art
niyetli çevreler var.
Bunlar tahmin etmediğimiz,
öngörmediğimiz girişimler değil; bunları da
hesaba katarak yola çıktık.
Çözüm sürecinin bugün Ortadoğu 'nun
tek başarı hikâyesi olduğunu herkesin iyi
bilmesi, atılan her türlü iyiniyetli adımı özenle
ele alması lazım…
Uzun yıllardır maruz kaldığımız bu
çatışma ortamının bize millet olarak neler
kaybettirdiğini, bölgede yaşayan
insanlarımıza ödettiği ağır bedelleri iyi
düşünmeliyiz.
13
AK SİYASET
Biz bu topraklarda yeniden kardeşlik
ikliminin hüküm sürmesini, kardeşin kardeşi
kırdığı çatışma ortamının artık sona ermesini
istiyoruz.
Kan dökülmesin, canlar yanmasın,
ocaklar sönmesin, çocuklar öksüz, analar
evlatsız kalmasın istiyoruz.
El ele, omuz omuza vererek, bunca
kayıp yılın açığını kapatalım, bu bölgelerimizi
kalkındıralım, işsiz gençlerimize istihdam
alanları açalım istiyoruz.
Bu konuda kararlıyız ama en önemlisi
samimiyiz… Bugün çözüm sürecine her
zamankinden daha fazla inanıyoruz.
Ancak konuyla ilgili herkesin bilmesi
gereken bir şey daha var: hiç kimsenin bu
süreci bahane ederek kamu düzenini
bozacak girişimlerde bulunmasına da asla
izin vermeyiz.
Bizim bu ülke için, bu ülkenin insanları
için yerine getirmemiz gereken çok temel
görev ve sorumluluklarımız var.
Temel görevlerimizden biri ülke
güvenliğinin ve asayişin sağlanmasıdır…
Buna yönelik her türlü tehdit girişimine karşı
da gerekli tedbir almaktır.
Bu kavganın kimseye yararı yok; en
büyük bedeli de bölge insanı ödüyor.
Ne kadar kalp kırıklıkları varsa, ne
kadar mağduriyet, mahrumiyet varsa hepsini
gidereceğiz inşallah.
Çözüm süreci ile kamu düzeni
birbirinin alternatifi değildir.
Bu tedbirleri almak noktasında en ufak
bir tereddüdümüz olamaz.
Hangi soruna çözüm bulacaksak, bunu
bu ülkenin selametini her şeyin önüne
koyarak bulacağız.
Herkes bu özeni gösterirse kısa
zamanda bu mesele bir daha dönmemek
üzere gündemimizden çıkar, bu topraklarda
yeniden kardeşlik rüzgârları esmeye başlar.
Her adım için ayrı ayrı hesabımızı
yaptık, stratejilerimizi belirledik, inşallah kısa
zamanda somut sonuçlarını da göreceğiz.
Türkiye'yi çok güzel günlerin
beklediğine dair inancım tamdır."
14
AK SİYASET
Mehmet Ali ŞAHİN
Siyasi ve Hukuki İşler Başkanı
Karabük Milletvekili
KURBAN, çoCUKLAR
KURBAN oLmASIN dİYEdİR…
Bizi, milletçe birbirimize daha güçlü şekilde bağlayan
önemli günlerimiz var… Dini ve milli bayramlarımız var..
keseceğim. En azından büyük
kentlerde yaşanan sorunlarla
karşılaşmıyorsunuz.
BU dini bayramlarımızdan biri de
Kurban bayramı.. Hangi yaşta olursak
olalım her birimizin hayatında
unutulmaz anılar vardır kurban bayramı
günlerine dair..
Son yıllarda işin kolayı da
bulundu.. Başta Diyanet İşleri
Başkanlığı olmak üzere hayır
kurumlarına daha önceden belirlenen
meblağ gönderilerek vekaleten kurban
da kesilebiliyor..
Günler öncesinden satın alınıp
beslenen, üzerine kınalar sürülen
kurbanlıklarla kısa süreli dostlukların,
bayram günü garip bir hüzne dönüşen
ayrılıkları..
Kurban etlerini de o kuruluşlar,
yurt içi ve yurt dışında amacı
doğrultusunda değerlendiriyorlar.
Yoğun bir telaş içinde komşular ve
yoksullar için ayrılan payların kapı kapı
dolaşılarak “Allah kabul etsin”
dualarıyla dağıtılması…
***
Kurban ibadetinden beklenen
nedir?. Müslümanlar niçin böyle bir
ibadetle yükümlüdür?.
***
Hali vakti yerinde olan
Müslümanlar için kurban kesmek dini
bir vecibedir..
Cenab-ı Hakkın bizim ibadetimize,
kurbanlarımıza ihtiyacı var mıdır?
Ama gittikçe şehirleşen
hayatımızda usulünce kurban ibadetini
yerine getirmek gittikçe güçleşiyor..
Bu tür soruların cevabı gibidir şu
ayet-i kerime:
“Elbette kurbanların ne etleri, ne
kanları Allah’a erişmez. (Allah katında
makbul olmaz) Fakat Allah’a sizden
ancak takva (halis ve kamil ibadetler)
ulaşır.. (Hacc Suresi: 37)
Nerede keseceksiniz?.. Kime
kestireceksiniz?.. Nasıl parçalara
ayıracaksınız?.. Eve nasıl taşıyacak,
nasıl değerlendireceksiniz?
Haklı olarak gelişi güzel kesimlere
müsaade edilmiyor. Yadırganan
görüntüler olmasın isteniyor..
Kurban ibadetinden beklenen
samimiyettir, kendi mal varlığınızdan
Allah’ın rızası için fedakarlık
yapabilmektir… Et yüzü göremeyenleri
de gözetebilmektir..
Ben hala kurbanımı köyümde
keserim.. Bu bayramda da köyümde
15
AK SİYASET
topraklar, Müslümanların yaşadıkları
topraklar değil midir?
***
Beni, kurban ibadetinde asıl
etkileyen kurban ibadetiyle ilgili
Kur’an-ı kerim – Saffat suresindeki
konu ile ilgili şu ayet-i kerimelerle
verilen mesajdır..
Ama gerçek ne?. Görünen,
yaşanan ne?.
Şu mübarek günlerde bile kan
akıyor.. İşin daha da acısı kanı
akanın da, kanı akıtanın da
Müslüman olması.. Özellikle
hunharca cinayetler işleyenlerden bir
bölümünün bunu din adına
yaptıklarını iddia etmeleri..
99. (İbrahim), “Ben, Rabbime
gidiyorum. O, bana yolunu gösterir.”
dedi.
100. “Ey Rabbim! Bana salih
olanlardan bir çocuk ihsan et!”
101. Biz de ona uslu bir oğul
müjdeledik.
Irak’da, Suriye’de yaşananlardan
en fazla kimler zarar görüyor?..
Kimler hayatını kaybediyor?
102. O, kendi yanında koşma
çağına gelince “Ey yavrum, ben seni
rüyamda boğazladığımı görüyorum.
Artık bak, ne görüyorsun?” dedi.
(Oğlu), “Ey babacığım, ne
emrolunuyorsan yap, beni inşallah
sabredenlerden bulacaksın” dedi.
Maalesef çocuklar, kadınlar,
yaşlılar.. Yani korumasız insanlar.
Savaştan kaçıp, ülkemize
sığınanların çoğu çocuk.. Suriye’de
Esat’ın attığı bombaların hayatlarını
aldıkları da çocuk…
103. İkisi de (Allah’a gönülden)
boyun eğdiklerinde, babası onu
şakağı üzerine yıktı.
Kurban bayramında bile çocuklar
kurban oluyor adeta..
Halbuki Hazreti İbrahim (A.S.),
oğlu İsmail’i kurban etmeye
çalışırken, kendisine gönderilen
kurbanlık koç, bize çocuklarınızı
kurban etmeyin mesajını veriyor.
104 – 105. Ona şöyle seslendik:
“Ey İbrahim! Gerçekten rüyayı
doğrulayıp onayladın. Biz, iyilik
yapanları işte böyle ödüllendiririz.”
106. Şüphesiz bu, açık ve kesin
bir imtihandır.
O nedenle çocuklarımız, bizlere
Allah’ın emanetidir. Onlar,
geleceğimizdir. Onları geleceğe en iyi
şekilde hazırlamak ve onları her türlü
tehlike ve tehditlerden korumak
görevimizdir.
107. Ona büyük bir kurbanlık
fidye verdiler.
108. Sonradan gelenler içinde
ona iyi bir nam bıraktık.
109. “Selam olsun İbrahim’e!..”
Bunun daha fazla farkında
olmamızı hatırlatan bir kurban
bayramını, burukta olsak yine
sevinçle, heyecanla, mutlulukla
karşılıyor ve yaşıyoruz..
110. Biz iyilik yapanları böyle
ödüllendiririz.
111. Çünkü o, bizim mümin
kullarımızdandır.
Allah, kurban ibadetinden
gereken dersleri çıkarmayı hepimize
nasip etsin.. Sadece kurban edilmesi
gerekenlerin kurban edildiği
bayramlara ulaştırsın.
Bu ayet-i kerimelerin verdiği
mesajı anlamaya bugün özellikle
İslam Dünyasının çok ama çok
ihtiyacı var..
Şu mübarek günlerde en
huzurlu, en güvenli olması gereken
Bayramınız mübarek olsun.
16
AK SİYASET
Cuma İÇTEN
Siyasi ve Hukuki İşler Başkan Yardımcısı
Diyarbakır Milletvekili
çÖzÜmSÜzLÜğÜ çÖzÜm gÖRENLER
mİLLETTEN ToKAT YİYECEKLER
Bizi, milletçe birbirimize daha güçlü şekilde bağlayan
önemli günlerimiz var… Dini ve milli bayramlarımız var..
AK Parti, özgürlüklerin önündeki
tüm engelleri bir birkaldırmış ve daha
demokrat bir ülke inşa etmeye başladı.
Yeni Türkiye’de ve yeni medeniyette
şiddete, teröre ve ötekileştirmeye yer
olmadığını gösterdi ve göstermeye de
devam ediyor, edecek. Buna rağmen bu
topraklarda birileri hep terör, şiddet ve
ötekileştirme üzerinde rant elde etti,
ediyor. Bunun sonucu olarak da
şiddetten beslenenler, kandan
beslenenler akan kanın durmasından
son derece rahatsız oldular. Bunları
birçok defa bu köşede yazdık ve izah
ettik. Birilerinin çözüm sürecinden
rahatsız olması aslında doğru yolda
olduğumuzun da bir kanıtıdır. Rahatsız
olmamalarını beklemek doğru olmazdı
zaten.
yapmak istiyorlar. Sayın Başbakanımız
defalarca dile getirdi: “Kimse bizden
hukuksuz işlere göz yummamızı
beklemesin.” nitekim bunlarada göz
yumulmadı. Daha düne kadar bir günde
100 asker şehidimizin cenazelerinin
geldiği günleri hatırlıyorum, bir günde
onlarca çocuğun cenazelerinin dağdan
getirildiğini hepimiz hatırlıyoruz. Oysa
şimdi bunların hiçbiri Allah’a hamd
olsun, yok. Dün de PKKve KCK yol
kesip adam kaçırıp haraç alıyordu şimdi
de süreci baltalamak adına bunu
yapmaya devam ediyor. Aslında ölümler
olmayınca bu yol kesmeler ve haraçlar
daha fazla ayyuka çıkmaya ve
konuşulmaya başlandı, yani eskisinden
çok farklı bir durum yok, tek fark
canlarımızın ölmemesi ve akan kanın
durmasıdır. Elbette terör örgütünün
haraç almasını ve yol kesmesini
kabullenmeyecek ve gerekli müdahaleyi
yapacağız. Bölgede yaşayan halkın ise
beklentisi de yeter ki ölümler olmasın,
kan akmasın, biz taşlara bile razıyız,
demeye başladı.
Çözümsüzlüğü hep çözüm gören
kandan beslenenler çözüm süreci
provoke etmeye devam etmektedirler;
hatta çözümsüzlüğü IŞİD’e karşı Suriye
sınırında güvenli bölge koridor
oluşturma meselesini bile bahane edip
çözüm sürecinin etkileyeceğini iddiasına
kadar getirdiler. Bu süreçten anladıkları
da hep çözümsüzlük siyasetidir. Kürtçe
özel okul açmak için bile yasal hiçbir
yasal prosedüre uymayarak okul açmak
istiyorlar, her şeyi kural tanımadan
Bu süreçte Devletin acımasız yüzü
gitmiş, şefkatli kucağı halkı kucaklamış
ve millet ile Devlet arasında barış
sağlanmış,aidiyet duygusu gelişmiştir.
Dün devletin yaptıkları PKK’ya şikâyet
17
AK SİYASET
yaşamayı, yeni Türkiye’de
öğreneceğimiz bir süreçtir. Yeni
medeniyet bir olmak, birlikte olmak,
diri olmak anlamına gelmektedir. Doğu
ve Batı birlikte ilk defa ölümlere kana
savaşa teröre silahlara hayır, dedi.
Şimdi her kim ki bu süreçte millet
iradesine karşı gelirse milletten tokat
yiyecektir. Hangi yapı olursa olsun, bu
milletin desteklemediği her yapı ve
oluşum, hem halkın vicdanında hem
de yaşadığımız bu topraklarda yok
olmaya mahkum olacaktır.
edilip PKK’yı halkın gözünden önemli
hale getirirken ( Denize düşen yılana
sarılır, meselesi!) şimdi süreç
tamtersine dönmüş ve PKK’nın yaptığı
zulümler Kürt kökenli vatandaşlarımızı
bezdirme noktasına getirmiş ve
PKK’dan nasıl kurtulabilirim, itirafına
vesile olmuş Devletten yardım isteme
noktasına vardırmıştır. PKK ve KCK,
Diyarbakır’da 2 Ekim 2014 Perşembe
günü kepenk ve kontak kapatma
eylemi kararı alıp halkı tehdit etmeye
başladı. Bayram arifesinde alınan bu
karara Diyarbakır halkı büyük tepki
gösterdi ve PKK’yı bize şikâyet etti. Bu
son olaydan önce de çocukları dağa
kaçırılan ebeveynler, bana gelerek
çocuklarını istediler, PKK’ya olan
tepkilerini dile getirdiler. Çocuğu dağa
kaçırılan aileler ilk defa PKK’ya karşı
sivil bir eylem başlatmış ve dik
durarak 18 çocuğu PKK’nın elinden
almayı da başarabilmiştir.
Hapiste olup bedel ödediğini
düşünen ve aileleriyle birlikte acı
çekenler, eline silah alıp dağa çıkıp
aileleri ile birlikte eli yüreğinde
yaşayanlar, çözüm sürecini
desteklerken, kanın durmasını
isterken; bunlara paralel siyaset yapıp
kırmızı koltuklarda oturup makamları
işgal edip lüks arabalar ile şehirlerde
yaşam sürenler, çocuklarını özel
okullarda okutup yurt dışına yollayarak
siyaset yaptıklarını sananlar çözüm
sürecine karşı gelmekteler, neden?
Çözüm süreci varlıklarını tehdit ediyor
olmasın mı?
Her şeye rağmen çözüm süreci
“sağlam irade” ile devam etmektedir.
Çünkü süreci isteyen milletin
kendisidir. Düne kadar Kürt’ler, Devleti
PKK’ya şikâyet ederken şimdi PKK’yı
devlete şikâyet eder hale geldiler. İşte
çözüm sürecinde aslında görülmesi
gereken en önemli “değer” budur. Eski
Türkiye’de derin vardı ve bu Devlet,
acımasız ve hukuk dışına çıkarken
yeni Türkiye’de insanı yaşatan Devlet,
anne baba şefkati ile vatandaşına
yanaşan ve temel hukuk kurallarına
uyan bir modern yapıya kavuştu.
Sonuç olarak da sorun olarak görünen
Kürtler içersinde bir kesim, daha önce
PKK ve HDP’yi kendine yakın
görürken şimdi PKK’nın terör ve
şiddetinden dolayı devletten yardım
isteme noktasına geldi.
Dün bize neden özgür Suriye
ordusunun yanında duruyorsunuz,
diye acımasızca eleştirenler, bugün
onları desteklememiz gerektiğini
söylemeye başladılar. Dün PYD ile
neden kavga etmiyorsun diyenler,
bugün PYD’den medet ummaya
başladılar. Suriye hava sahasının
kapanmasını iki yıldır söylememize
rağmen bizi dinlemeyenler bugün
dediklerimizi demeye başladılar.
Cumhurbaşkanı’mızın dediği gibi:
“Suriye ve Irak’ın içinde bulunduğu
durumu ve çözüm yollarını bizden
daha iyi bilen yoktur.”
Çözüm süreci bir arada birlikte,
kırmadan, dökmeden herkesin
yaşamına saygı göstererek aynı
vatanda, tek bayrak altında,eşit
İşte yeni Türkiye vizyonu bu
demektir. Geleceği görmek ve
yaşamlara dokunmak, insanlık
onuruna sahip çıkmaktır.
18
AK SİYASET
mECLİS gÜNdEmİ
Yılmaz TUNÇ
Siyasi Hukuki İşler Başkan Yardımcısı
Bartın Milletvekili
24.dÖNEm 5.YASAmA YILI CUmHURBAŞKANImIz
RECEp TAYYİp ERdoğAN’IN AçIŞ KoNUŞmASI İLE BAŞLAdI
“TÜRKİYE’dE HER mESELENİN çÖzÜm VE KARAR YERİ TBmm’dİR”
de buna uygun olarak büyümüştür. Türkiye’nin korkarak,
çekinerek veya tereddüt ederek varabileceği hiçbir
seviye yoktur” dedi.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,
Meclis Genel Kurulu’na Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk kez
hitap ettiği konuşmasında, 5’inci Yasama Yılı’nın,
ülkemiz, milletimiz, demokrasimiz için hayırlara vesile
olması ve yeni dönemde tüm milletvekillerine, tüm
siyasi partilere, Meclis çalışmalarında başarılar dileğini
ifade etti.
TBMM 24. Dönem 5. Yasama Yılı,
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Genel
Kurul’da yaptığı açılış konuşmasıyla başladı.
TBMM’nin 24. Dönem 5. Yasama Yılı açılışında
konuşan Cumhurbaşkanımız, Türkiye’nin her alanda
yapısal adımlar attığına ve önemli kazanımlar elde
ettiğine vurgu yaparak, “Son 12 yıl içinde kaldırılan her
yasak, toplumda huzurun artmasına zemin hazırlamıştır.
Demokrasinin standartları yükseldikçe, özgürlük alanları
genişledikçe, kardeşliğimiz güç kazandıkça ekonomimiz
“mİLLETİmİz HER SEFERİNdE SANdIK BAŞINdA FERASETİNİ gÖSTERmİŞTİR”
Meclis’in, 4 yasama yılı boyunca son derece
özverili, gayretli ve başarılı bir performans sergilediğini
belirten Cumhurbaşkanımız, “Bu son yasama yılına
başlarken, ülkemizin ve milletimizin ihtiyaç duyduğu
çok önemli tasarı ve teklifleri yasalaştırdığınız için de
her birinize tek tek teşekkür ediyorum. Bu kürsüde,
yani milletin kürsüsünde, Türkiye Cumhuriyeti’nin
doğrudan halkın oylarıyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı
olarak sizlere hitap etmenin heyecanını yaşıyorum. Bu
Aziz Millet, her seferinde, büyük bir vakarla sandık
başına giderek, her türlü meseleye son noktayı koymasını
bilmiş; o engin ferasetini ve basiretini her seferinde
sandıkta müşahhas hale getirmiştir. Burada bir kez
daha,
Türkiye
Büyük
Millet
Meclisi’ne,
Cumhurbaşkanlarının doğrudan halk tarafından seçilmesi
imkânını getiren 2007 yılındaki Anayasa değişikliği nedeniyle şükranlarımı sunuyorum. Elbette, bir kez de
buradan, milletin kürsüsünden, 10 Ağustos’ta sandık
başına giden ve ilk kez Cumhurbaşkanını sandıkta belirleyen Aziz Milletimize de teşekkür ediyorum” dedi.
Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından
seçilmesinin, geçmişte hemen her Cumhurbaşkanlığı
seçiminde yaşanan tartışmaları ortadan kaldırdığına
işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçilmiş bir
Cumhurbaşkanı ve seçilmiş bir Hükümet’in, şu an
olduğu gibi, uyum ve koordinasyon içinde Türkiye için
hizmet üretmeye devam edeceğini vurgulayarak,
“Ulaştığımız bu demokratik seviyede hiç kuşkusuz
ülkemiz ve milletimiz için hem gurur, hem de umut
kaynağıdır” dedi.
“mİLLETİN KARARI, mUKAddERAT dÂHİLİNdE HER KARARIN ÜzERİNdEdİR”
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,
Türkiye’de, 12 Haziran 2011, 30 Mart ve 10 Ağustos
seçimlerinin, büyük bir katılımla, büyük bir heyecanla,
milletin demokratik olgunluğuyla tecelli ettiği ve milletin
iradesinin son derece şeffaf bir şekilde sandığa yansıdığını
belirterek, sandığın, her meselenin çözüm yeri olduğunu
vurguladı ve şunları söyledi: “Milletin kararı, mukadderat
dâhilinde her kararın üzerindedir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi’ni şekillendirecek yegâne vasıta, sandıktır.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini takdir ve tayin edecek
yegâne vasıta, aynı şekilde sandıktır. Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ne istikamet çizmek, Türkiye Cumhuriyeti
hükümetlerini tayin etmek, tenzil etmek için, sandık
dışındaki her yol, her yöntem gayri meşrudur. Türkiye’de
sandığın yolu, seçmek ve seçilmek isteyen herkes için
açıktır.”
19
AK SİYASET
“mİLLETİmİzİN ASLA VASİLERE, VELİLERE İHTİYACI YoKTUR”
Özellikle son yıllarda yapılan seçimlerin, milletin,
iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilecek
en güçlü hakem olduğunu çok net bir biçimde gösterdiğini
ifade eden Cumhurbaşkanımız Erdoğan, “Milletimiz
mümeyyizdir; milletimizin, asla ve asla vasilere, velilere
ihtiyacı yoktur. ‘Millet bilmez, millet anlamaz, millet karar
veremez’ türü yaklaşımlarla, kendilerine, kendilerinden
menkul vasi ve veli vazifesi yükleyenlerin dönemi, geri
gelmemek üzere kapanmıştır. Nasıl ki millet, kendisi
için vasi ve veli kabul etmiyorsa, siyasetin de vesayetten
kendisini tamamen kurtarması artık kaçınılamaz bir
gereklilik halini almıştır. Şiddetin, silahların, güç odaklarının
vesayetinde bir siyaset anlayışı, Yeni Türkiye’nin istikametine denk düşmeyen bir siyaset anlayışıdır” dedi.
“SoRUNLARA mECLİS dIŞINdA çÖzÜm ARAmAK,
mİLLÎ İRAdEYE KARŞI ApAçIK BİR HÜRmETSİzLİKTİR”
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,
millete ve ülkeye ait her meselenin çözüm yerinin
Türkiye Büyük Millet Meclis’i, çözüm aracının da siyaset
olduğuna işaret ederek sözlerini şöyle sürdürdü: “Sorunlara, siyasetin dışında, Meclis’in dışında çözüm aramak,
milli iradeye karşı apaçık bir hürmetsizliktir. Hiç kuşkusuz,
medya, sivil toplum örgütleri, sendikalar, dernekler,
vakıflar, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Yine
hiç şüphesiz, Anayasa ve yasalar çerçevesinde yapılan
gösteri ve protestolar, her zeminde dile getirilen eleştiriler,
demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ancak bu mekanizmalar, siyaseti alamazlar, siyaseti yok sayamazlar
kendilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, milli iradenin,
yani sandığın üzerinde göremezler. Siyaset, sokaklarda
hâkimiyet kurmak ve milli iradeyi boğmak isteyen şiddete
boyun eğerse, bu şiddeti kutsar ve teşvik ederse, en
başta kendi varlığını inkâr etmiş demektir. ”
Sorunları Meclis içinde, siyaset zemininde, ya
da millete giderek sandık yoluyla çözmek varken, terörden, şiddetten, sokak eylemlerinden, siyaset dışı güç
odaklarından medet umanların, kendilerini yok saymak
gibi bir acziyetin içine gireceğini bildiren
Cumhurbaşkanımız, geçmişte bunu Türkiye’nin yaşadığını
anlatarak, “Sandıktan umudunu kesenler, sokak eylemlerine umut bağlamış, siyaset dışı kurumları sözüm
ona vazifeye davet etmişlerdir. Ortaya çıkan sonuçları
hepimiz gördük, yaşadık ve tecrübe ettik. Siyasetin
dışından çözüm arayışları, ülkemize çok ağır bedeller
ödetti ve on yıllar boyunca faturası ödenen çok ağır
enkazlar bıraktı. Siyaseti ve milli iradeyi tehdit eden
terör ve şiddet eylemleri karşısında, en başta ve en
cesur şekilde önce siyasetçinin durması, önce siyasetçinin
ve siyasi partilerin buna karşı çıkması gerekir” dedi.
“ELİNdE SİLAHLA CİNAYET İŞLEYEN SİYASET ANLAYIŞI,
KENdİSİNİ İNKÂR EdEN BİR SİYASET ANLAYIŞIdIR”
Elinde silahla cinayet işleyen şebekeleri öven ve
destekleyen bir siyaset anlayışının, kendisini inkâr eden
bir siyaset anlayışı olduğunu vurgulayan
Cumhurbaşkanımız sözlerini şöyle sürdürdü: “Küçük
çocukların eline taş vererek şiddeti körükleyen bir
siyaset anlayışı, hiç şüphesiz acziyet ifade eden bir
siyaset anlayışıdır. Ülkenin huzur ve güvenliği için
canını ortaya koyan güvenlik güçlerine taş fırlatan bir
siyaset anlayışı, aslında kendisini küçülten bir siyaset
anlayışıdır. Aynı şekilde, sokak eylemlerini, vandallığı,
yakıp yıkmayı, hakareti teşvik eden, eylemcilerin önünde
polise taş fırlatan, polise hakaret eden bir siyaset
anlayışı da, kendisini inkâr eden, aslında çaresizlik
sergileyen bir siyaset anlayışıdır. Tekrar etmeliyim ki,
Türkiye’deki her meselenin çözüm ve karar yeri, Türkiye
Büyük Millet Meclisi’dir, çözüm aracı ve karar
mekanizması da siyasettir. Türkiye Büyük Millet Meclisi,
siyasi partilerimiz ve tek tek milletvekillerimiz, Meclis’in
ve siyasetin saygınlığını korumakla mükelleftirler.
İnanıyorum ki bundan sonra da Meclis’in ve siyasetin
saygınlığı en üst seviyede muhafaza edilecektir.”
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,
demokrasinin ve en geniş manada özgürlük ortamının,
Türkiye’nin varlığını ve birliğini tehdit eden değil, tam
tersine Türkiye’yi güçlendiren mekanizmalar olduğunu
ifade etti. Türkiye’nin, bütün eski korkularının üzerine
cesaretle gittiğini, yasak ve kısıtlamaları cesaretle
kaldırdığını söyleyen Cumhurbaşkanımız, bu sayede
ülkemizin hem ekonomisini büyüttüğünü, hem toplumsal
huzuru tesis ettiğini, hem de dünyadaki itibarına itibar
kattığını dile getirerek, “Özellikle son 12 yıl içinde,
kaldırılan her yasak, her kısıtlama, toplumda huzurun
artmasına zemin hazırlamıştır. Atılan her demokratikleşme
adımı, toplumun farklı kesimlerini birbirine daha da
yaklaştırmıştır. Cesaretle üzerine gidilen her hassas
mesele, 77 milyonun birliğini, bütünlüğünü, kardeşliğini
daha da pekiştirmiştir. Demokrasinin standartları yükseldikçe, özgürlük alanları genişledikçe, kardeşliğimiz
güç kazandıkça, ekonomimiz de buna uygun olarak
büyümüş, Türkiye bu sayede 12 yıl içinde yıllık ortalama
yüzde 5 büyüme oranını yakalayabilmiştir. Türkiye’nin
korkarak, çekinerek, tereddüt ederek varabileceği hiçbir
seviye yoktur, yakalayabileceği hiçbir hedef yoktur”
dedi.
20
AK SİYASET
“BÖLÜNmE, pARçALANmA VE İç çATIŞmA gİBİ SENARYoLAR,
YERSİz VE ANLAmSIz KoRKULARdIR”
Bölünme, parçalanma, iç çatışma gibi
senaryoların, yersiz ve anlamsız korkular olduğunun,
yakın tarihimizde açık bir şekilde görüldüğünü
söyleyen Cumhurbaşkanımız, farklı dil ve lehçelerde
konuşmanın, yayın yapmanın, propaganda
yapmanın önünün açıldığını, Türkiye bölünmediği,
daha da güçlendiğini belirtti.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,
kültürel kimliklere gösterilen saygının, Türkiye’yi
daha huzurlu bir ülke haline getirdiğini aktararak,
“İnançların ifadesi ve ibadetlerin ifası önündeki
engeller kalktıkça, Türkiye daha mutlu, daha mesut,
daha özgüvenli bir ülke konumuna yükselmiştir.
On yıllardır, son derece manasız bir şekilde
sürdürülen başörtüsü yasağının kalkması, öyle
iddia edildiği gibi toplumda infiale yol açmamış,
toplumun normalleşmesini sağlamıştır. Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nde, kamu iş yerlerinde, üniversitelerde, şimdi de ortaöğretim kurumlarında
başörtüsünün serbest bırakılması, özgürlüklerin
önünü açmış, Türkiye’yi normal ve tabii mecrasına
sevk etmiştir. Türkiye’de ifade özgürlüğü ve basın
özgürlüğü, geçmişle kıyas kabul etmeyecek derecede sağlam bir zemine kavuşmuştur. Son dönemde
internet, Türkiye’nin 780 bin kilometrekaresini kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmış, öğrencilerimize
dağıtılan tablet bilgisayarlar, okullarımıza kurulan
bilişim alt yapısı sayesinde, internet günlük hayatın
ve eğitimin ayrılmaz parçası haline gelmiştir.
Medyanın, basın özgürlüğünün ve internetin,
başkalarının özgürlük alanını daraltacak, kişisel
hakları ihlal edecek, ulusal güvenliğimizi tehdit
edecek şekilde istismar edilmesi elbette tepkisiz
kalınacak bir durum değildir. Bu konuda, gelişmiş,
demokratik ülkelerin sahip olduğu düzenlemelere
Türkiye’nin de sahip olmasından daha tabii bir şey
olamaz. Ancak, ulusal ve uluslararası bazı karalama
kampanyaları çerçevesinde, ülkemizin bu alanlarda
hedefe konulması da çok büyük haksızlıktır” dedi.
TÜRKİYE’dE BASIN ÖzgÜRLÜğÜ
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,
İsrail’in son Gazze saldırısında, 16 gazetecinin
hayatını kaybettiğini, uluslararası medyanın
çalışanlarına aleni mahalle baskısı uygulandığını,
hatta bazı medya mensupları cezalandırıldığına
dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü: “16
gazetecinin öldürülmesi, gazetecilere baskı
yapılması dünyadan yeterli tepki almazken,
Türkiye’nin, içerden ve dışardan sürekli olarak bu
konuda haksız eleştirilere maruz kalması; üzerinde
mutlaka düşünülmesi gereken bir konudur.
Başkalarının özgürlük alanlarını daraltmadığı,
şiddetin aracı olmadığı ve ulusal güvenliğimize
tehdit teşkil etmediği sürece, kim ne derse desin,
her türlü özgürlük en geniş manada milletimizle
buluşturulmalıdır ve buluşturulacaktır.”
çÖzÜm SÜRECİNdE KARARLILIK
bir nefes aldıkları, evladı dağa kaçırılan anne
babaların artık yürekli şekilde itirazlarını ortaya
koydukları bir süreci yaşıyoruz. Hiç kuşkusuz,
bu güzel süreçten rahatsız olanlar da var.
Türkiye’de barışı, huzuru, kardeşliği tesis edecek,
ekonomiyi prangalarından kurtarıp adeta uçuşa
geçirecek bu süreci hazmedemeyenler ve kesintiye
uğratmak isteyenler de var. Bu kan ve rant lobilerine karşı her zaman duyarlı olduk, bundan
sonra da duyarlı olmaya hep birlikte devam
edeceğiz. Son günlerde sergilenen, çözüm sürecini
sabote etmeye yönelik tahrik girişimleri, sadece
ve sadece bu girişimlerin sahiplerine zarar verecektir. Özellikle 2 yıldır devam eden huzur ortamını
teneffüs eden vatandaşlarımız, inanıyorum ki bu
tahrik girişimlerine prim vermeyecek, bu
sabotajların dimdik karşısında duracaklardır” dedi.
Konuşmasında çözüm sürecine ilişkin olarak
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,
“çözüm sürecinin Türkiye’nin istikbali, kardeşliği
ve demokrasisi açısından hayati derecede önem
taşıdığını burada tekrar vurgulamak isterim.
Mimarı olduğum, her türlü siyasi riskine rağmen
kararlılıkla bugünlere taşıdığım çözüm sürecinin,
yine kararlılıkla, cesaretle, sabırla geleceğe
taşınması en büyük arzumdur. Aziz milletimiz de
çözüm sürecinin arkasındadır. Hiç kimse, hiçbir
anne, hiçbir baba, çocuklarının genç yaşta hayattan kopmasını istemez. Rabbim hiç kimseye
yaşatmasın; hiçbir anne, hiçbir baba, evlat acısı
yaşamak istemez, başkasının da bunu
yaşamasına razı olmaz. 30 yıldır devam eden
şiddet ortamı, bazı istisnai sabotaj girişimlerine
rağmen, son 2 yılda farklı bir mecraya girmiştir.
Evladı asker ve polis olan anne babaların rahat
21
AK SİYASET
“YENİ TÜRKİYE’dE mAKBUL VE mAKBUL oLmAYAN VATANdAŞ
AYRImI YoKTUR; BÜTÜN VATANdAŞLAR EŞİTTİR”
Yeni Türkiye’nin, 23 Nisan 1920’nin özünü ve
ruhunu yeniden kavramış, o ilk Meclis’te oluşan özgürlüğü,
renkliliği ve çeşitliliği yeniden hayata geçirmiş bir Türkiye
olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanımız, “Yeni Türkiye,
sürekliliği içinde barındıran; geçmiş, bugün ve gelecek
arasında sağlam köprüler kurmamıza imkân veren,
inşacı, yön gösterici bir kavramdır. Yeni Türkiye,
medeniyet köklerimize bağlılık ve tarihsel coğrafyamızla
barışma anlamında bir sürekliliğe işaret ederken, topluma
ve siyasete bakış anlamında bir kopuşa tekabül etmektedir. Yıllardır bu toplumda ötekileştirilenler, demokratik
siyasî süreçlere dâhil olmakta, kendi taleplerini siyasete
iletebilmektedirler. Bugün bazılarının kutuplaşma olarak
gördüğü şey, aslında kimliklerin çoğulcu ifadesinden
başka bir şey değildir. Bundan sonra Türkiye, ancak
çoğulculukta uzlaşabilir; belli toplumsal talepleri gayrı
meşru ilan ederek, meşruluk zemini dışına iterek bir
uzlaşma gerçekleştirilemez. Yeni Türkiye, çoğulcu bir
Türkiye’dir ve siyaset bu çoğulcu toplumsal yapının
temsiliyle mükelleftir. Daha önce de ifade ettim; yeni
Türkiye’de makbul ve makbul olmayan vatandaş ayrımı
yoktur; bütün vatandaşlar eşittir. Tabiatıyla yeni Türkiye’ye
bir direnç de söz konusudur. Türkiye’nin yeni sosyolojisi
karşısında bu direncin bir başarı şansı olmadığı açıktır;
ancak siyasetin burada kararlı bir duruş göstermesi
gerekiyor. Yeni Türkiye’ye direnç, eski Türkiye’den
tevarüs edilen, eski Türkiye’ye dayanak teşkil eden
kronik meseleler üzerinden yürütülüyor. Vesayet, eski
Türkiye’nin bir hususiyetidir; ancak yeni bir formda,
yeni Türkiye’ye kastetmek arzusundadır” diye konuştu.
“SİYASETİN ÖNÜNdEKİ mESELE,
pARALEL YApIYI HUKUKEN dE TASFİYE ETmEKTİR”
bir önem taşımaktadır. Yeni Türkiye, devlet içinde
otonom yapılara, çetelere, mafyatik örgütlenmelere asla
pirim vermeyecektir. Özellikle yargı içinde, bir çetenin,
bir karanlık şebekenin güç kazanmasına, önce yargıyı,
ardından da tüm toplumu dizayn etmeye kalkışmasına
asla göz yumulmayacaktır. İnanıyorum ki, öncelikle
yargı mensupları, onurlarına, meslek ilkelerine ve ülke
çıkarlarına sımsıkı sahip çıkarak, yargıyı teslim alma
girişimlerine dur diyeceklerdir. Hükümetin ve yargı
mensuplarının olduğu kadar, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin, bu yapının mağduru olan siyasi partilerin ve
milletvekillerinin, ulusal güvenliğimizi tehdit eden çeteye
karşı kararlı, ilkeli duruş sergilemesi milletin de arzusu
ve talebidir. Bu Meclis ve Bu yüce Meclis’in çatısı
altındaki hiçbir milletvekili, tehdide, şantaja, tuzaklara
inanıyorum ki asla boyun eğmeyecektir.”
Yeni bir Anayasa’nın, Yeni Türkiye’yi sağlam bir
temele kavuşturacağı, daha güçlü kılacağını ve Yeni
Türkiye’ye
denk
düşeceğini
dile
getiren
Cumhurbaşkanımız, bu Meclis’in, yeni bir Anayasa yapacak güce, birikime, iradeye ziyadesiyle sahip olduğunu
vurguladı.
Paralel devlet yapılanmasının, siyasî temsil yetkisine ve siyasî meşruiyete sahip olmadan, kamu gücünü
kullanarak, meşru-demokratik siyaseti tahrip etmek
istediğini belirten Cumhurbaşkanımız, paralel yapının,
Devlet aygıtını kullanarak siyaseti şekillendirmek arzusunda olduğunu ve bu anlamda tipik bir bürokratik vesayet
girişimi olduğunu kaydetti. Cumhurbaşkanımız Recep
Tayyip Erdoğan, siyasetin, bu vesayet girişimine taviz
veremeyeceğini, verdiği anda kendi varlığını inkâr
edeceğini anlatarak sözlerini şöyle sürdürdü: “Devlet
içindeki paralel yapı siyaseten mahkûm olmuştur.
Türkiye’nin yaşadığı son iki seçim, bir anlamda paralel
yapının ve destekçilerinin siyaseten tasfiyesidir. Son 2
seçimde ortaya çıkan neticeye rağmen, ortalığa saçılan
bütün delil, belge, hukuk ve ahlak dışı teşebbüslere
rağmen, paralel yapıya oksijen sağlayacak tavırların
içine girilmesi, siyasetimiz adına olduğu kadar, ulusal
güvenliğimiz adına da kaygı duyulacak bir durumdur.
Herkes bilmelidir ki, ilkesi, kuralı, sınırı, ahlakı olmayan
bir yapı, hiç kimseye fayda sağlamaz. Siyasetin
önündeki mesele, bu yapıyı hukuken de tasfiye etmektir.
Güvenlik kurumlarının ve yargının demokratik meşruiyet
temelinde yeniden yapılandırılması, bu bakımdan özel
“77 mİLYoNUN oRTAK TALEBİ oLAN YENİ ANAYASA,
BİR AN BİLE gECİKTİRİLmEdEN YApILmALIdIR”
Konuşmasında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip
Erdoğan, “77 milyonun ortak talebi olan yeni Anayasa,
artık bir an bile geciktirilmeden yapılmalı, Türkiye, eski
dönemin, darbe dönemlerinin prangalarından bir an
önce kurtarılmalıdır. 24’üncü Dönem’de, Meclis’te iktidar
partisinin Grup Başkanı ve Başbakan olarak, yeni bir
Anayasanın yapılabilmesi için yoğun gayret sarf ettim.
Ne yazık ki, yeni bir Anayasa yapabilmek bu dönemde
mümkün olmadı. 2015 seçimlerinin hemen ardından,
Meclis’teki tüm partiler, ön yargılardan uzak şekilde bir
araya gelmeli, uzlaşma içinde yeni bir Anayasayı yazabilmelidir. Milletimizin en büyük arzusu, ülkemizin de
yegâne kalkınma vasıtası olacak yeni Anayasa, daha
fazla geciktirilmemelidir” dedi.
22
AK SİYASET
“TÜRKİYE’NİN, BÖLgEmİzdEKİ HİçBİR ÜLKENİN İç İŞLERİNE mÜdAHALE ARzUSU YoKTUR”
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,
ülkemizin içinde bulunduğu coğrafyada, büyük
çalkantıların ve dönüşümlerin yaşandığı bir dönemden
geçildiğine dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Burada en başında belirtmeliyim ki, Türkiye’nin, komşumuz
olan, ya da bölgemizdeki hiçbir ülkenin iç işlerine müdahale arzusu yoktur, topraklarında da gözü yoktur.
Türkiye, komşularına ve bölge ülkelerine, tek taraflı
çıkar elde etme zaviyesinden de asla bakmıyor. Öncelikle,
bölgenin huzur, istikrar ve güveni, doğrudan doğruya
Türkiye’nin huzur, istikrar ve güvenliğini ilgilendirmektedir.
İkinci olarak da, bölgemizde yaşanan insanlık dramlarına
sessiz kalmak, tarihe, ecdadımıza ve tevarüs ettiğimiz
mesuliyete haksızlık olacaktır. Bölgedeki gelişmeler
karşısında herkes susabilir, ama Türkiye’nin böyle bir
seçeneği yoktur. Bölgemizde ve dünyada yaşanan
insanlık dramlarına herkes gözünü kapatabilir, ama
Türkiye’nin böyle bir seçeneği asla yoktur. Libya’da,
Filistin’de, Mısır’da, Somali’de, Myanmar’da, Afganistan’da, Ukrayna, Yemen, Irak, Suriye’de gelişen
olaylara karşı sessiz ve tepkisiz kalmak, hem tarihin,
hem ecdat mirasının inkârıdır; hem de kendi varlığımızın
inkârıdır. Büyük devlet, sınırlarını dünyaya kapatan,
krizlerden ve risklerden kaçan devlet değil; sınırlarının
ötesine gönlünü açabilen, krizlerde inisiyatif alabilen,
risklerle baş edebilen devlettir. Türkiye, mevcutla yetinen,
seyirci bir devlet olamaz. Türkiye, oyun kurucu, inisiyatif
alan, mesuliyetinin bilinciyle barış ve dayanışma için
mücadele eden bir devlet konumuna yükselmiştir; bunu
daha da ileriye taşımak zorundadır.”
TÜRKİYE’NİN İNSANİ YARdImLARI
Türkiye’nin, 2013 yılında, acil ve insani yardımlarda,
tüm ülkeler arasında milli gelire oran olarak dünya
birincisi olduğunu; miktar olarak da Amerika Birleşik
Devletleri ve İngiltere’nin ardından Dünya 3’üncüsü
olduğuna işaret eden Cumhurbaşkanımız, “Alan el
Türkiye, artık veren el olmuş, bu alanda da zirveleri
yakalamıştır. Ülkemizin ve milletimizin yeniden elde
ettiği özgüven sayesinde, Türkiye, kendi tankını, kendi
milli savaş gemilerini, ATAK helikopterlerini, insansız
hava araçlarını, haberleşme uydularını, milli piyade
tüfeklerini, roketatarlarını ve daha birçok savunma
teçhizatını üretir konuma gelmiştir. Aynı Türkiye,
Moğolistan’daki Türk anıtlarından Bosna’daki köprülere,
Myanmar’daki şehitliğinden Makedonya’daki camilere
kadar ulaşmış, tarihi eserlerimizi tek tek bularak restore
ettirmiştir. Filistin’de Cenin Osmanlı Kışlası, Kırım’da
Zincirli Medrese, Makedonya’da Mustafa Paşa Camii,
Kosova’da Murat Hüdavendigar Külliyesi, Sinan Paşa
Camii, Fatih Camii, Bosna Hersek’te Drina Köprüsü,
Konyiç Köprüsü ve sayısız Osmanlı eseri Türkiye
tarafından onarılmıştır. Kosova’daki Mehmet Akif’in
Köyüne, Makedonya’daki Gazi Mustafa Kemal’in
babasının Köyü’ne ulaşılmış, oradaki hatıralar yeniden
canlandırılmıştır. Türkiye, kriz bölgelerinden vatandaşlarını
başarıyla tahliye eden, hatta başka ülkelerin yardım
taleplerini karşılayarak, o ülkelerin de vatandaşlarını
tahliye eden; başka ülkelerin vatandaşlarını, gazetecilerini
bulan ve ülkelerine sağ salim ulaştıran bir ülkedir.
Musul’un işgal edilmesinin ardından IŞİD elinde alıkonulan
49 Başkonsolosluk çalışanımız da, burunları dahi kanamadan alınmış, bunların vatandaşımız olan 46’sı ülkelerine, sevdiklerine kavuşturulmuştur. Bu vesileyle bir kez
daha Hükümetimize, Milli İstihbarat Teşkilatımıza, Türk
Silahlı Kuvvetlerimize, buradaki ve sahadaki tüm
görevlilerimize teşekkür ediyorum” dedi.
SURİYE VE IRAK’TAN TÜRKİYE’YE gELEN mÜLTECİLER
4,5 milyar dolara ulaştığını söyledi. Cumhurbaşkanımız,
Irak ve Suriye’den gelenlerin, etnik kökenlerini, inançlarını,
mezheplerini sorgulayan değil, muhtaçların tamamına
kapılarını açan, onları doyuran, giydiren ve barındıran
bir Türkiye bulunduğunu belirtti.
Avrupa’nın tamamının, Suriye’den kabul ettiği
mülteci sayısı 130 binken, Türkiye’nin bağrına bastığı
Suriyeli mülteci sayısının 1,5 milyon rakamına ulaştığını
vurgulayan Cumhurbaşkanımız, topraklarımızdaki misafirlerimiz için şu ana kadar 4 milyar dolar harcama
gerçekleştirildiğini; sınır ötesi yardımlarla bu rakamın
“HİçBİR TERÖR ÖRgÜTÜNE SEmpATİYLE YA dA
mÜSAmAHAYLA BAKmAmIz SÖz KoNUSU BİLE oLAmAz”
davranmış, bu şekilde hayırlı bir netice milletimize
kazandırılmıştır. Ne topraklarımızda, ne bölgemizde,
ne de yeryüzünde, hiçbir terör örgütüne sempatiyle ya
da müsamahayla bakmamız söz konusu bile olamaz”
diyen Cumhurbaşkanımız, teröre karşı verilecek mücadelede, her türlü iş birliğine ülkenin hazır olduğunu
anlattı.
Konuşmasında, “Burada açıkça ifade etmeliyim
ki, vatandaşlarımız IŞİD’in elindeyken, yani durum çok
büyük hassasiyet arzederken, oradaki vatandaşlarımızın
can güvenliğini tehdit edecek açıklama ve yayınların
yapılması, siyasetimiz ve medyamız açısından büyük
bir talihsizlik olmuştur. Ancak Hükümet de, güvenlik
kurumlarımız da son derece sabırlı ve soğukkanlı
23
AK SİYASET
“TÜRKİYE, gEçİCİ çÖzÜm ARAYIŞLARINdA, KENdİSİNİ
KULLANdIRACAK BİR ÜLKE dEğİLdİR”
rejim, bizim tüm uyarılarımıza, yol gösteren yapıcı
eleştirilerimize rağmen Irak’ın tamamını kucaklayan bir
tavır sergilememiştir. Geçici çözümlerin Irak’ı, her 10
yılda bir böyle müdahalelerle karşı karşıya bırakması
kaçınılmazdır. Öte yandan, Suriye’nin gündem dışı
tutulması da, aynı şekilde çözümü palyatif bir hale getirecektir” diye konuştu. Cumhurbaşkanımız Erdoğan,
bu düşüncelerini, gerek Cardiff’te yapılan NATO
Zirvesi’nde, gerekse BM Genel Kurulu için bulunduğu
New York’ta, ilgili taraflara detaylı şekilde aktardığını
belirtti.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,
“Türkiye, geçici çözüm arayışlarında, kendisini
kullandıracak bir ülke de değildir. Irak ve Suriye’de
devam eden krizleri en iyi analiz edebilen, çözümleri en
iyi bilen ülke Türkiye’dir. Türkiye aynı zamanda bölgedeki
hemen her tarafla diyalog kurabilen bir ülkedir. Bölgedeki
tüm terör örgütleriyle kararlı bir mücadele sergilenmeli,
Türkiye’nin öneri ve uyarıları da dikkate alınmalıdır.
Aksi halde, havadan atılacak tonlarca bomba, tehlikeyi
ve tehdidi sadece geciktirebilir, sadece erteleyebilir.
Irak’ta bu yaşanmıştır. Eski rejim devrilmiş, ama yeni
“dÜNYA 5’TEN BÜYÜKTÜR; Bm gÜVENLİK
KoNSEYİ REFoRmE EdİLmELİdİR”
İnsanlığın can çekiştiği bölgelere yardım ulaştırma
konusunda kararın, BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi
üyesinin dudakları arasında olmasının, küresel adaleti
ciddi şekilde yaraladığını anlatan Cumhurbaşkanımız
şöyle konuştu: “Evet; dünya 5’ten büyüktür! Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi’nin reforme edilmesi, küresel
vicdan ve küresel adalet adına ertelenemez bir ihtiyaçtır.
Her durumda Türkiye, tezlerini en güçlü şekilde savunmaya devam edecektir. Gerek IŞİD terör örgütü, gerek
bölgedeki diğer terör örgütlerine karşı etkili bir mücadele
önceliğimiz olacaktır. Sadece Türkiye’de sayıları 1,5
milyonu aşan göçmenlerin ülkelerine dönebilmeleri, ya
da ülkelerinde barındırılmaları aynı şekilde önceliğimiz
olacaktır. Şam yönetiminin derhal uzaklaştırılması,
Suriye’nin toprak bütünlüğü korunarak, anayasal ve
parlamenter sistemle, herkesi kucaklayan bir yönetimin
acilen tesis edilmesi de yine önceliğimiz olmaya devam
edecektir.”
TÜRKİYE’NİN BÖLgESEL gELİŞmELERdEKİ TAVRI
Merhum Özal’ın, dünya gerçeklerini ve geleceğin
dünyasını görerek Körfez bunalımında çok isabetli bir
tavır sergilediğini anlatan Cumhurbaşkanımız, “Uyarı
ve arzularının ne kadar yerinde olduğunu vefatından
sonra tüm Türkiye anladı. Bölgemizde yeni ve büyük
krizler yaşanırken bu krizler, Müslüman kardeşlerimizi,
Arap, Kürt, Türkmen kardeşlerimizi, sınırlarımızın bu
tarafını ve akrabalarımızın olduğu diğer tarafını ilgilendirirken kayıtsız kalmamız, çekingen kalmamız ve
mütereddit olmamız düşünülemez. Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin gündemine gelmesi beklenen tezkerelerin
de bu anlayış doğrultusunda değerlendirileceğine
inanıyorum” dedi.
“BÖLgEmİz YENİdEN ŞEKİLLENİRKEN TÜRKİYE
gELİŞmELERE SEYİRCİ KALACAK dEğİLdİR”
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, bu
yılın, I. Dünya Savaşı’nın 100’üncü yıl dönümünü
olduğunu hatırlatarak, I. Dünya Savaşı’na sahne olan
coğrafyanın, aradan geçen bir asırlık süreye rağmen
istikrar, huzur, barış ve refahtan halen yoksun olduğuna
işaret etti. “100 yılın ardından bölgemiz yeniden
şekillenirken, Türkiye elbette gelişmelere seyirci kalacak
değildir. Komşu ve bölge ülkelerimizde, olaylara mezhepçi
ya da çıkar odaklı bir şekilde yaklaşmıyoruz. Her türlü
ayrımcılığa, içerde olduğu gibi dışarda da karşıyız.
Halkın demokrasi taleplerine darbeci yöntemlerle set
çekilen Mısır gibi ülkelere, tamamen insani ve ilkesel
bir duruş sergiliyoruz. Kimden gelirse gelsin, kime
yönelirse yönelsin, şiddetin her türlüsüne karşı mücadele
veriyoruz. Kıbrıs meselesinde, Azerbaycan topraklarındaki
işgalin sona erdirilmesinde, Ermenistan’la ilişkiler ve
1915 Olayları’nda tamamen ilkeli, objektif ve barıştan
yana yapıcı tutum izliyoruz. Avrupa Birliği’ne tam üyelik
konusunda kararlılığımızı muhafaza ediyor, sergilenen
olumsuzluklara rağmen reformlarımızı kesintisiz sürdürüyoruz. Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi Türkiye’nin
stratejik hedefidir ve bu yönde gayretlerimiz kesintisiz
devam edecektir” diyen Cumhurbaşkanımız, tesis ettiği
güven, istikrar ve reformcu yapı sayesinde Türkiye’nin
2023 hedeflerine doğru emin adımlarla ilerlediğini
vurguladı.
24
AK SİYASET
“TÜRKİYE EKoNomİSİ SoN dERECE SAğLAm, İSTİKRARLI VE gÜVENLİ BİR zEmİNdE BÜYÜmESİNİ SÜRdÜRÜYoR”
Türkiye’de 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra
oluşan güven ve istikrar ortamının, tüm toplumun bizzat
yaşayarak tecrübe ettiği bir büyüme ve kalkınma ortamını
tesis ettiğine işaret eden Cumhurbaşkanımız,
gerçekleştirilen ve yapımı süren projelere ve ülkemizin
elde ettiği ekonomik kazanımlara ilişkin örnekler vererek,
“Türkiye ekonomisi, son derece sağlam, istikrarlı ve
güvenli bir zeminde büyümesini sürdürüyor ve inşallah
sürdürecek. 2015 yılında, Türkiye’nin G-20 Dönem
Başkanlığını üstlenecek olması, küresel ekonomideki
belirleyici yerimizi de bir kez daha teyit edecektir. 2023
hedefimiz olan 2 trilyon dolar millî gelir, 25 bin dolar kişi
başı millî gelir ve 500 milyar dolar ihracat asla hayal
değildir. İşte bugün Eylül ayı ihracat rakamları açıklandı
ve yeni bir rekor kırıldı. 2002 yılında 36 milyar dolar
olan ihracatımız bugün itibariyle 158 milyar dolar ile tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı. İçerden ve dışardan,
gerek medya, gerek uluslararası kredi derecelendirme
kuruluşları eliyle yapılan algı operasyonları Türkiye
ekonomisini büyüme yolundan asla alıkoyamaz. Emekle
ve alın teriyle bugünlere ulaşan Türkiye ekonomisi,
yine emekle, alın teriyle, çalışma barışıyla geleceğe
yürüyecektir. İnşallah Hükümetimiz, muhalefetimiz,
Meclisimiz, tüm kurum ve kuruluşlarımız bir arada
çalışarak, milletimiz için son derece önemli bu hedefleri
tutturacaklardır” dedi.
“KUCAKLAŞTIRAN BİR SİYASET TÜRKİYE’Yİ HEdEFLERİYLE
VE HAYALLERİYLE BULUŞTURACAKTIR”
2071 hedeflerine yoğunlaştırarak, karşılıklı saygı, hoşgörü
ve kardeşlik hukuku içinde geleceğe yürüyeceğiz. Yeni
Türkiye’de, yeni bir siyaset artık kaçınılmazdır. Şiddetin,
terörün, silahların, sokak eylemlerinin gölgesinde ve
istismarın peşinde değil; Türkiye’yi büyütmenin ve
kalkındırmanın mücadelesinde bir siyaset, Türkiye’yi
uçuracaktır. Korkutarak, kutuplaştırarak, kamplaştırarak
yapılan değil, kucaklaştıran bir siyaset Türkiye’yi hedefleriyle ve hayalleriyle buluşturacaktır. İktidar da, muhalefet
de, böyle bir anlayışla, kader ortaklığı yaparak, ülkenin
ve milletin hizmetinde olmak zorundadır” diye konuştu.
Konuşmasının sonunda Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye Cumhuriyeti’nin 12’nci
Cumhurbaşkanı, halkın oylarıyla seçilmiş ilk
Cumhurbaşkanı olarak, Anayasa’nın çizdiği yetkiler
dairesinde, ülkemin ve milletimin hizmetinde olacağımı
da burada bir kez daha hatırlatmak isterim. Seçilmiş bir
Cumhurbaşkanı, seçilmiş bir Hükümet, yapıcı bir muhalefet, inşallah, Türkiye’de yeni bir hamle sürecini başlatacak,
yeni Türkiye’yi yeni hedeflerle kucaklaştıracaktır. Allah
hepimizin yar ve yardımcısı olsun” dedi.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,
ülkemizin gerilime, kutuplaşmaya, kamplaşmaya sarf
edecek artık tek bir saniyesi bile bulunmadığını vurgulayarak, “Türkiye, iç çekişmeler ve sanal gerilimler nedeniyle, on yıllar boyunca enerjisini ne yazık ki heba
etmiştir. Terör ve terörü besleyen red, inkâr ve asimilasyon
politikaları, ayrımcılık ve ötekileştirme, Türkiye’ye ağır
bedeller ödetmiştir. Sünni diyerek, Alevi diyerek; Hristiyan,
Musevi diyerek; Türk, Kürt, Arap, Gürcü, Laz, Çerkez,
Abaza, Roman, Boşnak, Ermeni, Rum, Ezidi, Süryani
ve diğerlerini ayrıştırarak; aslında zenginliğimiz olan bu
farklılıklar üzerinden gerilim üreterek, on yıllar boyunca
Türkiye enerjisini başka alanlara yoğunlaştırmak zorunda
kalmıştır. Yasaklar ve kısıtlamalar; değerlerin, inançların
ve kültürlerin üzerindeki baskılar, toplumu huzursuz etmekten başka hiçbir amaca hizmet etmemiştir. Bölgemizin
büyük değişim yaşadığı bir dönemde, dünyanın küresel
krizin etkisinde olduğu bir dönemde Türkiye, kendi
özgün ve özgüvenli politikalarıyla, bütün bu krizlerden
kazançlı çıkacak tecrübeye sahiptir. Enerjimizi heba
etmek yerine 2023 hedeflerine, ardından da 2053 ve
IRAK VE SURİYE TEzKERESİ gÖRÜŞÜLEREK KABUL EdİLdİ
Türkiye'nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak
ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi
güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik
bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut,
şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği
takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak
üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara
yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de
bulunması, bu kuvvetlerin Hükümet'in belirleyeceği
esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilmesi
için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkan
sağlayacak düzenlemelerin Hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için, Anayasa'nın 92.
maddesi uyarınca TBMM'den bir yıl süreyle izin istenilmesini içeriyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gerektiği takdirde sınır
ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı
ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak
üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasını
içeren Başbakanlık Tezkeresi TBMM Genel Kurulunda
görüşülerek kabul edildi.
"Bakanlar Kurulu Prensip Kararı" başlığı ile TBMM
Başkanlığına sunulan ve 2 Ekim tarihinde Genel Kurulda
görüşülerek kabul edilen Tezkere; "Türkiye'nin ulusal
güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik
riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli
her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terörist
örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf
etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı
güvenliğinin idame ettirilmesini sağlamak, kriz süresince
ve sonrasında hasıl olabilecek gelişmeler istikametinde
25
AK SİYASET
"İLAVE TEdBİRLER ALmAmIz ULUSLARARASI HUKUKTAN
KAYNAKLANAN BİR YÜKÜmLÜLÜğÜmÜz HALİNE dE gELmİŞTİR"
Tezkere'nin gerekçesinde, Türkiye'nin güney kara
sınırları boyunca ulusal güvenliğine dönük risk ve tehditlerin,
son dönemde yaşanan gelişmeler neticesinde ciddi biçimde
arttığı belirtilerek, şu ifadelere yer verildi: "Irak'ın kuzey
bölgesinde silahlı PKK terör unsurları varlığını sürdürmektedir.
Öte yandan Suriye ve Irak'ta diğer terör unsurlarının sayısı
ve ortaya koydukları tehditte de önemli artış gözlenmektedir.
Nitekim bu nedenle, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi,
2170 (2014) ve 2178 (20I4) sayılı kararlarıyla, Irak ve
Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını teyit etmiş,
bu ülkelerdeki terör faaliyetlerini kınamış, IŞİD ve benzeri
terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı BM üyesi tüm ülkelere
1373 (2001) sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı ve
uluslararası hukuk çerçevesindeki sorumluluklarına
uygun şekilde gerekli tedbirleri alma çağrısında
bulunmuştur. Bütün bu faktörler gözönüne alındığında,
daha önce ilk olarak 2007 yılında çıkan ve altı defa uzatılan
Irak Tezkeresi ve 2012 yılında çıkan ve bir defa uzatılan
Suriye Tezkeresi'ni zaruri hale getiren risklerin devam
etmesi ve yeni unsurların da devreye girmiş olması
dolayısıyla Irak ve Suriye'deki güvenlik boşluğundan kaynaklanan tehdit ve tehlikelere karşı ilave tedbirler almamız,
ulusal güvenliğimizin gereği olduğu kadar uluslararası
hukuktan kaynaklanan bir yükümlülüğümüz haline de
gelmiştir."
Irak'ın toprak bütünlüğünün, milli birliğinin ve istikrarının
korunmasına büyük önem atfeden Türkiye'nin, terör
gruplarının Irak'taki mevcudiyetine ve bunun doğurduğu
tehditlere karşı askeri, siyasi ve diplomatik tedbir ve
girişimlerini artırarak sürdürmek durumunda olduğu kaydedilerek, "Diğer taraftan, Suriye'de rejimin dördüncü yılına
giren şiddet politikalarının insani, bölgesel güvenlik ve
istikrar bakımından yol açtığı risk ve tehditler
artmaktadır. Rejim, sivillere yönelik saldırılarını ayrım
gözetmeksizin ve her türlü ağır silaha başvurmakta beis
görmeksizin sürdürmektedir. Ayrıca, meşruiyetten yoksun
iktidarını idame ettirebilmek amacıyla terör gruplarına
destek vermekte; etnik ve mezhepsel aidiyetleri istismar
etmek suretiyle toplumsal farklılıkları fiili çatışmaya
dönüştürmeyi hedefleyen bir siyaset izlemektedir.
"TÜRKİYE'NİN BU RİSK VE TEHdİTLERE KARŞI KAYITSIz KALmASI BEKLENEmEz"
2118 (2013) sayılı BM Milletler Güvenlik Konseyi
Kararına uygun şekilde sonuçlandırmamıştır. Buna
ilaveten Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü
bünyesindeki Veri Toplama Misyonu tarafından hazırlanan
raporda, Suriye'de klor gazının 'sistematik biçimde ve
müteaddit defalar' kullanıldığının tespiti ile Birleşmiş
Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu'nun raporunda da rejimin saldırılarında klor gazına
başvurduğunu kayda geçirmesi, bunun yanında rejimin
200 binden fazla insanı konvansiyonel silahlarla öldürmüş
olması, ülkemizin ulusal çıkarlarına yönelik tehdit düzeyini
göstermektedir. Öte yandan uluslararası hukuk uyarınca
Türk toprağı kabul edilen Süleyman Şah Saygı Karakolu'na
dönük güvenlik riski de artmıştır. Belirtilen tüm gelişmeler,
Türkiye'nin; rejimin ve terör gruplarının gerçekleştirebileceği
her türlü saldırıdan, ayrıca Suriye'deki belirsizlik ve kaos
ortamından en fazla etkilenebilecek ülke konumunda
olduğunu teyit etmektedir. Bu çerçevede, ulusal güvenliğimizi
tehlikeye atabilecek her türlü tehdide ve eyleme karşı,
uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımız doğrultusunda
gerekli önlemlerin tespiti ve uygulanması önem taşımaktadır."
Esad rejiminin desteği ve işbirliği sayesinde Suriye'deki faaliyetleri için uygun zemin bulan söz konusu terörist
grupların, eylemlerini Irak'a da taşıyarak bu ülkeyi kaos
ortamına ve istikrarsızlığa sürüklediği kaydedilen tezkerenin
gerekçesinde, "Dolayısıyla Suriye rejimi kaynaklı tehditlerin
kapsamı, terör tehlikesiyle birlikte genişlemiş; bölgesel ve
uluslararası barış, güvenlik ve istikrara yönelik ciddi bir
tehdit haline gelmiştir. Türkiye, anılan risk ve tehditleri
artan oranda ve en fazla hisseden bölge ülkesidir, bu
çerçevede Türkiye’nin bu risk ve tehditlere karşı kayıtsız
kalması beklenemez. Bugüne kadar Suriye kaynaklı
saldırılarda çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.
Rejimin şiddet politikası ile terörist unsurların baskısı
arasında sıkışan sivil halkın güvenli bir sığınak arayışı
çerçevesinde ülkemize yönelme istidadı devam etmektedir.
Suriye'deki çatışma ortamının seyrine bağlı olarak göç
hareketinin kapsamının genişleyerek kitlesel boyuta ulaşması
ihtimal dahilindedir. Suriye rejiminin balistik füzeler dahil
olmak üzere ağır silahlarla yapmakta olduğu saldırıların
yol açtığı tahribat ağırlaşmakta, ülkemizi hedef alan
saldırgan politikaları sürmektedir. Rejim, elinde bulundurduğu
kimyasal silah stokları ve üretim tesislerinin imha sürecini
YABANCI SİLAHLI KUVVETLERİN TÜRKİYE'dE BULUNdURULmASI
silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin,
hükümetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk
ve tehditlerin giderilmesi için her türlü tedbirin alınması ve
bunlara imkan sağlayacak düzenlemelerin hükümet
tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için 4
Ekim 2014 tarihinden itibaren bir yıl süreyle izin verilmesini
içeriyor.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektirdiği takdirde sınır
ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı
ülkelere gönderilmesi ve aynı şekilde yabancı askerlerin
de aynı amaçlara yönelik Türkiye'de bulunmasını da kapsayan tezkere; TSK’nın gerektirdiği takdirde sınır ötesi
harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere
gönderilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı
26
AK SİYASET
Filiz KOZAN
Genel Merkez Kadın Kolları
Siyasi ve Hukuki İşler Başkanı
KURBAN BAYRAmI,
BARIŞIN VE BİRLİğİN BAYRAmI oLSUN
DİNİ bayramlar, toplumların birlik ve beraberliğini canlandıran, güzel ve ulvi duyguların pekişmesini sağlayan çok önemli günlerdir.
Toplumun, ailenin, bireylerin bilincinde önemli
bir yere sahip olan dini bayramlar, aynı zamanda sosyal dayanışmanın, kardeşliğin,
dostluğun en güzel örneklerinin yaşandığı
müstesna günlerdir. Küskünlerin kucaklaşması, aralarında kin, nefret bulunan aile ve şahısların, husûmet duygularının sevgiye
dönüşmesi, küçüklerin büyüklere saygı, büyüklerin küçüklere sevgi göstermesi, hastaların ziyaret edilmesi, verilecek küçük hediyelerle
çocukların gönüllerinin alınması, hısım ve akrabanın bir kere daha yeniden kaynaşması,
genellikle bayram günlerinde mümkün olmaktadır.
cındaki yerini özetleyen bu ayet kurbanın gösterişten uzak bir amel ve ibadet olduğunu çok
güzel anlatıyor.
Kurban Bayramında düşkünler, kimsesizler hatırlanır, akrabalar, dostlar, arkadaşlar
birbirini ziyaret eder, uzakta olanlar aranır,
küsler barışır, çocuklar bayram harçlıkları ve
hediyeler ile sevindirilir. Kısacası, Kurban Bayramı insanların birbirleriyle dayanışma içinde
olmalarının en güzel örneğidir.
Bayramlar, bu kadar güzel manevi duyguların pekişmesini sağlarken, diğer taraftan,
yangın yerine dönen Gazze, Suriye, Irak,
Libya, Mısır’da olduğu gibi tüm savaş alanlarında binlerce Müslüman kardeşimiz canını
kaybetmekte, aileler parçalanmakta, çocuklar,
kadınlar ölmekte. Bunlar bizim içimizi yaralıyor. İstiyoruz ki, bayramlarımız onların da bayramı olsun. Onların canı yanarken, bizim de
yüreğimiz yanıyor. Yaptığımız Kurban ibadetinin hayrının canını kaybeden tüm Müslümanların ruhuna nail olmasını diliyoruz. Bizler,
Yeni ve Büyük Türkiye’nin huzur içinde yaşayan bireyleri olarak onların da bu huzur ve barışı yaşamasını istiyoruz.
Ne mutluyuz ki, Yüce Rabbimiz bizi bu
Kurban Bayramına kavuşturdu. Kurban Bayramı, Yüce Allah’ın, başta müslümanlar olmak
üzere insanlık camiasına büyük bir lütfu ve
rahmetidir hiç şüphesiz. “Allah’a yaklaşmak”
anlamına gelen Kurban ibadeti, Allah’a kulluk
ve teslimiyeti öğrenmemizin vesilesidir. Hz.
Adem’den itibaren sürüp gelen kurban ibadeti,
hem dînî hem de dünyevî fayda ve hikmetleri
içeren bir ibadettir. Kurban Bayramı insanın Allah’a tamamen teslim olmasını vesile kılar.
Bu vesileyle, bizi Kurban Bayramına kavuşturan Yüce Rabbimize hamd ediyor, bütün
müslümanların bayramını tebrik ederken, acıların, savaşların, kırgınlıkların sona ermesini,
mutluluğun, barışın ve huzurun daim olmasını,
Yüce Allah’tan niyaz ediyoruz.
Allah’a yaklaşmayı ve Allah’ın rızasına
nail olmayı sağlayan Kurban kavramı, şüphesiz ki, Allah’a teslimiyetin yanı sıra ona karşı
şükretmenin de ibadeti olmuştur. Kur’anı Kerim’in Hac Suresinde geçen şu ayet buyuruyor
ki ; "Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun
için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir" (Hacc 22/36;37) Kurbanın İslam inan-
KURBAN BAYRAMINIZ
MÜBAREK OLSUN...
27
AK SİYASET
TAVSİYE EdİLEN KİTAp
Lale ERSOY
AK Parti MKYK Üyesi
Siyasi ve Hukuki İşler Başkan Yardımcısı
KİTAp : osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri İsyanlar ve darbeler
YAzAR : Erhan Afyoncu, Uğur demir, Ahmet Önal
CUMHURIYET döneminde demokrasinin işleyişi
sık sık darbelerle kesilmiştir.
Aslında bu bizim eski bir
geleneğimizdir. Osmanlı
döneminde de asker birçok
defa isyan ederek yönetime
müdahale etmiş, Osmanlı
padişahlarının yaklaşık üçte
biri askerin müdahalesiyle
değiştirilmiştir. Osmanlı
isyanları ve darbelerinin tarihi
Fatih’in hükümdarlığının ilk
dönemindeki 1446 Buçuktepe
İsyanı ile başlamış ve
1913’teki Babıali baskınıyla
sona ermiştir. Neredeyse
Fatih’ten sonra isyanla
yüzleşmeyen Osmanlı
padişahı yok gibidir. 36
Osmanlı padişahından 12
tanesinin isyan ile tahtını
kaybettiği göz önüne
alındığında durum daha iyi
anlaşılabilir.
İstanbul, Osmanlı başkenti olduktan sonra
büyüklü küçüklü birçok isyana tanık olmuştur. Bu
isyanlar o kadar ileri boyutlara ulaşmıştır ki bazen
padişahın mutlak vekili olan sadrazamın kellesi
alınırken, bazen de bizzat padişah tahttan indirilip,
öldürülmüştür. İsyan patlak verdikten sonra önünü
almak oldukça güçtür ve asiler genelde kellesini
istedikleri kişileri meydanlarda idam etmişlerdir.
Bazen saatlerce, bazen de günlerce hatta aylarca
devam eden isyanlar, İstanbul halkına korkulu günler yaşatmış, günlük hayatı felce uğratmıştır.
Özellikle Atmeydanı, Osmanlı devri isyanları
ile adeta özdeşleşen bir mekan olmuştur. Hem
Bizans hem de Osmanlı döneminde eğlencelerin
yapıldığı ve törenlerin düzenlendiği önemli bir yer
alan bu meydan, kozların paylaşıldığı, hanedanın
meşruiyetinin tartışıldığı, idarecilerin icraatlarının
yüksek sesle eleştirildiği ve şehrin kapılarının
kapatılmasından sonra askeri grupların farklı
unsurlarının birbirine
kılıçlarını çekip silahlarını
boşalttığı; karşılıklı fetvaların
birbirini hükümsüz kıldığı;
tüm bunların bazen bir
padişahın tahttan indirilmesine ve hatta öldürülmesine
kadar ileri gittiği yani her
şeyin “devletin bekası ve
adaletin temini için yapıldığı”,
kozların paylaşıldığı bir
mekandır.
İsyanları veya darbeleri
yazmak tarihçi için hiç de
kolay değildir. Kaynakların
yetersiz olması, birçok
konuda yanlı yazılmaları ve
soruların çoğuna cevap
veremiyor olması tarihçinin
işini oldukça
zorlaştırmaktadır. Resmi belgelerin bile tarihçiyi
yanıltabildiği bir durumda tarihçi sis perdeleri arasından
yolunu tayin etmek
zorundadır. Bu zorluklara ve imkansızlıklara
rağmen tarihçi, isyanların ve darbelerin genel bir
tablosunu “hac yolundaki karınca misali” okuyucuya sunmak zorundadır. Ancak ne kadarı
tamamlanmış ve ne kadarı eksik bir tablo olduğu
tartışmalıdır. Tarihçi metin inşa ederken birçok
parçası eksik bir yap bozu tamamlama gayreti
içindedir.
Bu eserde, Osmanlı tarihinde meydana
gelen isyan ve darbelerin önemli bir kısmı yer
almaktadır. Etkileri açısından İmparatorlukta büyük
tahribata, yıkımlara ve kıyımlara yol açan isyanlar
ve darbeler genel hatlarıyla, kronolojik bir sıra takip
edilerek anlatılmaya çalışılmıştır.
“Bu kadar isyan ve darbeye rağmen Osmanlı
nasıl bir cihan devleti olmuş ve nasıl ayakta
kalmıştır?” sorusuna cevap arayan meraklı takipçilerimizi “Osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri İsyanlar
ve Darbeler” adlı bu eseri okumaya davet ediyoruz.
28
AK SİYASET
HAYAT BoYU SİYASET
Haydar Kemal KURT
Siyasi ve Hukuki İşler Başkanlık Danışmanı
23. Dönem Isparta Milletvekili
SABIR
Sabır; olmakta olanın etkisine karşı
tepkimizi geciktirmek. Süre giden yaşamımızda
bizi (olumlu veya olumsuz) etkileyecek bir
durum,olay karşısında reflekslerimizi ötelemek.
bazen. Erken konuştuk deriz. Kaybettik
zannettiğimizde aslında toprağa bir çekirdeği
kavuşturduğumuzu filizleri gördüğümüzde
anlarız. Kısa ömürde uzun etkilerin başarı
olduğunu unutmamak lazım. Çile, sabırla
zamanını aşan ürün elde etme becerisidir.
Sabrı bizler hep olumsuz bir duruma karşı
gösterilen eylemsizlik,tepkisizlik olarak görürüz.
Aslında sabır , iyi ve kötü tüm olağan dışı etkenler
de ne kadar devam ettiğine bakmadan tahammül
etmek, tepkimizi olabilecek en müsait zamanda
beklide en son anda göstermektir.
Önümüz Kurban Bayramı. Öncelikli olarak
tüm dost ve gönüldaşların bayramlarını canı
gönülden kutlarım. İbrahim Aleyhisselamın ateşle
ve oğlu İsmail Aleyhisselamı kurban olarak
Rabbimize adaması ile yaşadığı/yaşatıldığı
imtihan aslında bu gün değindiğimiz konu için en
iyi örneklerdir. İbrahim Aleyhisselamın çilesinin
sabrı üç ilahi dinin İslam,Hristiyanlık ve
Museviliğin kaynağı olma ile neticelenmiştir.
Neye, nasıl sabrettiğimiz önemli ve bizlerin elinde.
Sabırda başarılı olmak olumsuzluğun
(olağan dışılık) bertaraf edilmesi için en uygun
sürecin eylemlilik ve/veya eylemsizlik şeklinde
geçmesi ile sağlanacaktır. Sabır için
ürkeklik,korkaklık veya duyarsızlık, kişiliksizlik
şeklinde yapılacak her değerlendirme doğru
değildir.
Evet; ektik,ektik yetişecek. Çoğu gitti azı
kaldı.
Sabır, süre giden hayatında yeni bir
safhanın başlayacağı hallerde insan veya
toplumların başına gelir. Daha önceki
yazılarımızda (bkz.Eylül başı Ak bülten 15)
zamanın kendi ürettiklerinin sonraki zamana
malzeme veya sermaye olarak kaldığını
belirtmiştik. Bu nedenle aslında sabredilen şey
önceki zamanda hazırlananın bu zamanda
üreteceği hal ve durumlardan sadece biridir.
Tecrübe de bunu fark edebilmektir.
KISSALAR
ÖLÜM DİLEĞİ
Diyarbakır’da yaşlı ve zengin bir adama
misafir olmuştum. Yetişkin bir oğlu vardı. Gece
söyleşirken,
Doğanın işleyiş kanununda hiçbir zaman
sürpriz yoktur. Sadece fark edememiş
olduğumuzdan biz olağanüstü deriz. Yaradan
Allah (C.C) azze ve celle kullarını bilinmeyen
üzerinden sorumlu tutmaz. Biz baş
edemeyeceğimiz şeylerle bizi imtihan etme deriz.
“Tek çocuğum” dedi, “şehrin aşağısındaki
derede bir ziyaret var. Akın akın gider insanlar
oraya dilekte bulunmak için. Ben de günler
geceler boyu oraya gittim. Çok yakardım , şefaat
diledim, Allah’tan bir erkek evlat vermesi için
yalvardım. Sonunda affı bol Rabb’im bana onu
armağan etti.”
Zamanı değerlendirirken
kazandık,kaybettik, sonuçlarına vardığımızda
daha sonra bakarız ki aslında biz yanlış
düşünmüş,doğru değerlendirememişiz deriz
Sonradan oğlumun, arkadaşlarına gizli
gizli,
29
AK SİYASET
“Ben de gidip o ağacın altında babamın
ölümü için dilekte bulunmak istiyorum,” dediğini
duydum.
Ve dördüncüsü belki ata uçmayı
öğretebilirim..”
Babası, oğlum akıllı diye seviniyor, oğlu
babam bunaktır diye yeriniyor.
TARİHTEN
AKTARDIKLARIMIZ
Babasının kabrine yıllar boyu uğramayan
çocuğundan hayır ummasın.
NE DEDİLER
ARAP ATI İLE DEVE
Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki savaşı
bitirmek ve anlaşma sağlamak üzere Avrupa
devletleri elçileri İstanbul’a gelmişlerdi. 23 Aralık
1876 tarihinde düzenlenen konferansa, Osmanlı
hariciyesinden Saffet Paşa başkanlık ediyordu.Bir
anda yüzlerce top gümbürdemeye başladı.
Yabancı elçiler bunun ne olduğunu daha
sormadan Saffet Paşa ayağa kalkarak:-Atılan bu
toplar, Osmanlı Devletinde meşruti bir idarenin ve
anayasanın kurulduğunu müjdeliyor, dedi.
Yabancı elçiler, hiçbir şey olmamış gibi ilgi
göstermediler.Babıali’de, Meşrutiyetin öncüsü
olan Mithat Paşa, Saffet Paşa’yı heyecanla
bekliyor, yabancı elçilerin, ilan edilen meşrutiyet
için ne düşündüklerini sormak istiyordu. Mithat
Paşa biraz sonra Babıali’ye gelen Saffet
Paşa’ya:-Ne dediler, ne dediler? Deyince, Saffet
Paşa:-Ne diyecekler, çocuk oyuncağı dediler,
cevabını verdi.
Gençlik kibiriyle sarhoş olduğum günlerdi.
Gece yürüyüşe çıktım. Gücüm kuvvetim yerinde
diye gururlanarak çok yürüdüm. Yorulduğumu
sonradan farkettim. Bir dağ eteğine vardığımda
artık bitkin bir durumda yere yığılmıştım.
Bir kervan göründü. En arkadan ağır, fakat
temkinli adımlarla yaşlı bir adam geliyordu. Beni
görünce yaklaştı yanıma, “ne uyuyorsun,”dedi,
“kalk, burası uyku yeri değildir.”
“Yürümeye mecalim yok,nasıl kalkayım”
deyince, “Ağır ağır yürümek, koşarak kesilmekten
iyidir.” dedi.
Arap atı hızlı koşar fakat çabuk yorulur.
Deve ağır, fakat uzun yürür.
UMUT...
TEK KOLLU REİS
1514 senesi sonbaharında Oruç Reis, dört
gemiyle Kuzey Afrika’da Becaye kalesi önlerinde,
dokuz gemiden müteşekkil İspanyol filosuyla
karşılaştı. Oruç Reis, gemilerden birini batırdı,
ikisini zapt etti. Diğer altı İspanyol gemisi de
Becaye limanına girdi ve kale etekleri altına
sığındı. Oruç Reis karaya top çıkardı ve kaleyi
dövmeye başladı. Fakat gerek kaleden, gerekse
İspanyol gemilerinden atılan güllelerle iki yüz
Levent şehid oldu. Buna rağmen Leventler
yılmadılar. Vuruşmanın sekizinci günü kalede,
içeri girilebilecek bir gedik açıldı. Oruç Reis,
Leventlerini gayrete getirmek için gedikten içeri
daldı. Fakat bir top güllesi ile sol kolu pek ağır
şekilde yaralandı. Bu yüzden hemen muhasarayı
kaldırdılar ve geri çekildiler. Becaye alınamamıştı.
Tabipler, Oruç Reis’in kolunu, kangren olduğu
için dirsek hizasında kestiler, sonra da kesilen
yeri mikrop kapmaması için kızgın zeytinyağına
daldırdılar.
Pers sultani iki adamı ölüme mahkum etmiş.
Sultanin atini ne kadar sevdiğini bilen
mahkumlardan bir tanesi hayatini bağışlarsa, bir
yıl içinde ata uçmayı öğretebileceğini söylemiş.
Kendini dünyadaki tek uçan ata binerken
hayal eden sultan bunu
kabul etmiş.
-Diğer mahkum inanmayan gözlerle
arkadaşına bakmış ve;
- “Atların uçamadığını biliyorsun. Nasıl olup
da böyle delice bir fikirle
çıkabildin ortaya? Yalnızca kaçınılmazı
geciktiriyorsun o kadar.”
- “Pek değil” demiş birinci mahkum.
“Kendime dört özgürlük şansı veriyorum:
Birincisi sultan bu yıl ölebilir.
İkincisi ben ölebilirim.
Üçüncüsü at ölebilir.
30
AK SİYASET
Oruç Reis ve kardeşi Hızır, iki sene sonra
on bir gemiyle Becaye’yi tekrar kuşattılar.
Oruç Reis tek koluyla kılıç sallarken
levendlerine şöyle haykırıyordu:“Ben bu kale
önünde bir kolumu bıraktım. Birin daha değil,
kellemi dahi bıraksam ne ola!”Muhasaranın
beşinci günü Becaye nihayet fethedildi.
kulu idi. o’nun, Allah’a kurbiyetinden dolayı
keramet nevi’nden pek çok davranışlar ortaya
koyduğu tarihi gerçekler arasındadır. Şöyle ki:
Yavuz, bir gün divandan içeri hiddetli bir şekilde
girmişti. Elbisesini dahi değiştirmeden bir müddet
odada dolandı ve kendisini kızdıran şeyi
mırıldanıp durdu. Meğer Ferhat Paşa’nın
İskender Çelebi’yi olur olmaz koruyup
kayırmasından gazaplanmıştı. Çünkü
aralarındaki dostluktan başka şeyler de
sezinlemişti. Sonunda yüksek sesle şu sözleri
sarf etti: “Akıbet görürsün hele Ferhat! Sen şimdi
İskender’i koruyup duruyorsun, ama bu
korumaktan ne fayda çıkacağını inşallah
birbirinize karşı asıldığınız zaman görürsünüz!..”
Gerçekten de aradan seneler geçti ve Kanuni
Sultan Süleyman devrinde bu iki şahıs, Selim
Han’ın geleceği görmüşçesine dediği gibi
işledikleri cürümlerden dolayı karşı karşıya
asıldılar
BAĞDAD GİBİ
YÜZ KALEYE DEĞERDİN
Sultan IV. Murad 1638 senesi Ekim ayında,
daha önceden İran’ın işgal ettiği Bağdat kalesini
muhasara etti. Bir gün Dicle kenarında iken:
“Bağdat’ı fethetmeden İmam-ı Azam
hazretlerinin türbesini ziyaret etmekten utanırım”
diyordu. Her akşam siperleri geziyor ve askerin
moralini takviye ediyordu. Hendekler dolmuş, kale
duvarları birçok yerden yıkılmış olup yürüyüş
zamanı geldiği halde yapılmıyordu. Muhasaranın
37.ci günü Vezir-i Azamı huzuruna çağırıp niçin
nihai hücum yürüyüşünün yapılmadığını sordu.
Vezir-i Azam:
KANLI ZARF
I. Dünya Savaşında Irak Cephesinde
savaşan 6. Ordunun Kumandanı Halil Paşa,
hatıralarında şöyle bir hadiseyi nakleder:27 Mart
1916 günü Irak’ta Felahiye muharebesinde
boğazından ağır yaralanan 18. Kolordu 51.
Tümen 9. Alay Emir subayı iken, bu muharebede
kendi alayındaki bir bölüğe kumanda eden
Üsteğmen Muzaffer, hayatının son dakikalarına
geldiğini anlayınca sükûnet ile son görevini
yapmaya başladı ve konuşamadığı için, cebinden
çıkardığı bir mektup zarfının üzerine kurşun
kalemle önce “kıble ne taraftadır?” diye yazarak
sordu. Millî şeref ve fazileti bulunan ak yüzünü ve
pak alnını, görevini başaranlara mahsus
güzellikle huzur-u Peygamberîye çevirdi ve
kalbindeki şehadeti diliyle anlatmaya takati
olmadığından, kana boyanan o zarfın ortasına
okunaklı bir şekilde kelime-i şehadeti yazdı. Sonra
bu büyük asker, bölüğüne son sözü söylemek
isteyerek aynı zarfın üç yerine; “bölük intikamımı
alsın” cümlesini yazarak, ikisini imzaladı,
üçüncüsünü ise imzalayamadan son nefesini
verdi. Muzaffer Efendinin bu yüce davranışı, yani
bir Türk subayının örnek maneviyatı olan o kanlı
zarf, Askeri Müzeye gönderildi ve Türk
çocuklarına ve gelecek nesillere cevher
değerinde bir miras olarak kaldı.
“Padişahım sabroluna. Sonunda şehir
fetholunacak, yürüyüşe zaman vardır. Askeri
acele ile kırdırmayalım” dedi. Padişah:
“Senin namın, dilaverliğin ve şecaatin bu
mudur? Tehirin manası nedir?” diye sorunca
Vezir-i Azam:
“Ben canımı padişaha feda etmişim. Tayyar
kulunuz ölmekle bir şey olmaz. Allah’ü Teâlâ
kaleyi bize ihsan eylesin” dedi ve ertesi gün
kaleye hücuma kalkışıldı. Bazı kuleler ele
geçirilerek bayrak dikildi. Tayyar Mehmed Paşa,
elinde kılıç, yakınındaki bir kuleye hücum eden
askerleriyle birlikte savaşıyordu. Kale düşmek
üzereydi. O anda bir tüfek kurşunu gelip Vezir-i
Azam Tayyar Mehmed Paşa’nın alnına isabet etti
ve oracıkta şehid düştü. Padişah bu hadiseyi
duyunca çok üzüldü ve:
“Ah Tayyar!... Bağdad gibi yüz kaleye
değerdin” dedi.
AKİBET
GÖRÜRSÜN HELE FERHAT
Evliyaullah’a pek yüksek bir hürmet ve
bağlılık gösteren Yavuz Sultan Selim Han’ın
kendisi de hiç şüphesiz babası gibi Allah’ın has
31
AK SİYASET
n
ı
n
a
t
f
a
H
i
r
e
l
r
ü
t
a
k
i
r
a
K
Yenişafak Gazetesi
32
AK SİYASET