CTF Bilim Günleri 2014 3. Bilim Günleri Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Bilim Günleri İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi PROGRAM KİTAPÇIĞI CTF Bilim Günleri 2014 ADRES: ÖBAK İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İngilizce Tıp Bölümü Fatih / İSTANBUL www.ctfobak.com CTF 3. Bilim Günleri 2014 Organizasyon Ekibi Editör: Bekir Burak Kılboz Kapak Tasarım: Murat Yüce DESTEKÇİLERİMİZ CTF BİLİM GÜNLERİ 2014 ONURSAL KOMİTE Onursal Başkan Prof. Dr. Özgün Enver CTF Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü Danışman Öğretim Üyesi Prof. Dr. H. Oktay SEYMEN Kongre Başkanı Berçemhan Yazırlı Bizleri destekleyen öğretim üyelerimize çok teşekkür ederiz... Prof. Dr. Abdullah Sonsuz Prof. Dr. Coşkun Yorulmaz Prof. Dr. Gönül Kanıgür Sultanbek Prof. Dr. Hasan Yazıcı Prof. Dr. Mehmet Can Ünlü Prof. Dr. Oktay Demirkıran Prof. Dr. Ömer Özkan Prof. Dr. Özden Özer Prof. Dr. Sema Umut Prof. Dr. Yağmur Aydın Doç. Dr. Eda Cengiz Doç. Dr. Hacı Murat Emül Yrd. Doç. Dr. Erdal Polat Uzm. Dr. Gökhan Kaynak Dr. Fehim Esen DESTEKÇİLERİMİZ SPONSORLARIMIZ Denizbank Fatih Belediyesi Sarıyer Belediyesi Beşiktaş Belediyesi Nestlé Pınar Karaköy Güllüoğlu Güvenpınar Anadolu Ulaşım İzmir Tuana Sanat Akademisi Tusdata Dialogue Dil Okulları Çaykur Unilever Knorr CTF Bilim Günleri 2014 Organizasyon Komitesi Üst Sıra Soldan Sağa: Murat Yüce, İrem Yanık, Bekir Burak Kılboz, Kaancan Deniz, Merve Ümran Yılmaz, Aylin Irmak Kuruç Alt Sıra Soldan Sağa: Özgür Bölükbaşı, İpek Betül Özçivit, Feyza Çukurova, Berçemhan Yazırlı, Büşranur Ağaç, Gülçin Baş, Ahmet Ural, Burak İsal Fotoğrafta Bulunmayanlar: İbrahim Halil Baloğlu, Ahmet Can Selçuk, Furkan Yüzbaşıoğlu CTF Bilim Günleri 2014 Organizasyon Komitesi Başkan Berçemhan Yazırlı Başkan Yardımcısı İrem Yanık Bilimsel Program Sorumluları Burak İsal, Feyza Çukurova, Özgür Bölükbaşı Genel Sekreter Büşranur Ağaç Mali Sorumlu Kaancan Deniz İletişim Sorumluları Gülçin Baş, Ahmet Ural, Merve Ümran Yılmaz Sosyal Program Sorumluları İbrahim Baloğlu, Ahmet Can Selçuk, Furkan Yüzbaşıoğlu Bilişim Sorumlusu Bekir Burak Kılboz Sponsor Sorumluları İpek Özçivit, Aylin Irmak Kuruç İÇİNDEKİLER Önsözler İstanbul Üniversitesi Rektörü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı CTF Bilim Günleri Danışmanı CTF Bilim Günleri Başkanı Prof. Dr. Yunus Söylet Prof. Dr. Özgün Enver Prof. Dr. H. Oktay Seymen Berçemhan Yazırlı 1 2 3 4 Bilimsel Program 5 Sözlü Sunum Özetleri 9 Konuk Konuşmacı: Prof. Dr. Hasan Yazıcı 1. Oturum – İmmünoloji ve Metabolizma Konuk Konuşmacı: Doç. Dr. Eda Cengiz 2. Oturum – Diyabet ve Kadın Doğum 3. Oturum – Genetik Çalıştaylar 4. Oturum – Onkoloji Konuk Konuşmacı: Prof. Dr. Ömer Özkan 5. Oturum – Serbest Kürsü 11 13 19 21 26 31 37 42 44 Poster Sunum Özetleri 51 Jüri Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Haritası Sosyal Program Yararlı Bilgiler Organizasyon Ekibi Sponsorlar IMSRC 2013’den Görüntü 65 66 67 68 69 70 71 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ’NDEN ÖNSÖZ PROF. DR. YUNUS SÖYLET Sayın meslektaşlarım, Öncelikle hepinize dünyadaki en eski ve en prestijli üniversitelerden biri olan İstanbul Üniversitesi’nde, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Cem-i Demiroğlu Oditoryumu’nda gerçekleşecek Cerrahpaşa Bilim Günleri’ne hoş geldiniz demek istiyorum. 1453 yılında kurulduğundan beri İstanbul Üniversitesi’nin misyonu sadece yerel olarak var olmak değil, aynı zamanda uluslararası da var olmaktır. Bu dileğimiz ve arzumuz bizleri bilimsel olarak gelişen ve “Daha üst seviyelerde eğitimin lider bir eğitimi yüzyıllar boyu” veren büyük öncülerden biri haline getirdi. Bu nedenle, konu bilimsel toplumun geleceğine geldiğinde, öğrencilerin kişisel gelişimlerinin öneminden fazlasıyla haberdarız. Bize göre, özellikle genelde hızlı gelişmelerin ve medikal teknolojideki başarıların özetlenmesi gerektiği tıp eğitiminde Bilim Günleri gibi organizasyonlar desteklenmeyi hak ediyor ve eğitimin önemli bir parçasını oluşturuyor. İstanbul Üniversitesi’nin şu anki rektörü olarak, sizleri İstanbul Üniversitesi’nin bu saygıdeğer tıp fakültesinde, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü tarafında düzenlenen, bu profesyonel ve uluslararası organizasyonda ağırlamaktan gurur duyuyorum. Şüphesizdir ki, Cerrahpaşa Bilim Günleri 2014 tıptaki en son yenilikleri yakalamak, yeni düşünceler vermek ve İstanbul’daki eski kültürü tecrübe etmek için büyük bir fırsat olacaktır. Bütün ÖBAK üyelerini profesyonel ve takdir edilen emekleri sebebiyle kutlamak istiyorum. Cerrahpaşa Bilim Günleri’nin bütün katılımcılar için medikal kariyerlerinde bir dönüm noktası olacağına ve onların tatmin olmuş beklentilerden daha da öteye bakmalarını sağlayacağına inanıyorum. Umarım ki, kongreden zevk alır ve tüm ülke genelinden ve dünyadan gelen meslektaşlarınızla ilişkileriniz, yaratıcı fikir alışverişleri yapmanıza ve böylece kişisel olarak gelişmenize ön ayak olur. Saygılarımla, Prof. Dr. Yunus Söylet İstanbul Üniversitesi Rektörü 1 CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ DEKANI’NDAN ÖNSÖZ PROF. DR. ÖZGÜN ENVER Sevgili öğrenciler, Tıp alanında meydana gelen görkemli başarılar ve hala gelişmesi göz önünde bulundurulduğunda 21. yüzyıl büyük ihtimalle en inanılmaz yüzyıldır. Bugün gereğinden fazla bilgiler tüm bilgi kaynaklarında mevcuttur. Dolayısıyla, kongreler ve konferanslar kendimizi en yararlı ve etkili bir biçimde güncellememiz için çok gereklidir. Düzgün yaklaşım düzgün standart getirir. Ülkemizin bilim adamları tüm enerjilerini ülkemizi dünyadaki yeni gelişmelere paralel olarak yüksek standartlara getirmek için harcayıp Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, büyük önder M. Kemal Atatürk’ün açtığı yolda ilerliyorlar. Geleceğimizin farkında olmak bilimsel araştırmamızın başarısına dayanır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yönetim Kurulu bu konudaki görevini 140+40 yıllık bir tıp bilgisi, büyük araştırma tecrübesiyle, dinamik fakülte üyeleri ve öğrencileriyle dolu bir ortamda yerine getiriyor. Fakültemizin kuruluşunun 47. Yılında, Cerrahpaşa Bilim Günleri, rektörümüz, Prof. Dr. Yunus Söylet’in takdir edilir desteği ve Öğrenci Bilimsel Araştırmalar Kulübü(ÖBAK)’ın uzun çalışmaları ve üstün çalışmaları sayesinde gerçekleşmiştir. Cerrahpaşa Bilim Günleri’ni düzenleyen komiteyi ve ÖBAK’ın tüm üyelerini bu çalışmalarından ötürü teşekkür ve tebrik etmek istiyorum. Ülkemizdeki değişik tıp fakültelerinden gelen sevgili tıp öğrencileri, araştırma ruhu bir hayat biçimidir; öğrenciler ve genç araştırmacılar bilimsel araştırmanın ve gelişmenin kalbinde yatar. Ülkenizin bilimsel geleceği sizin ellerinizdedir. Sizleri desteklemek bizim en önemli görevimiz, bizim için büyük bir onur ve zevktir. Bu kongrede sizlerle buluşmaktan ve ev sahibiniz olmaktan son derece mutluyuz. Diyalog bir sürü probleme çözüm olacak ve dünyadaki insanların mutlu yaşamalarını sağlayacak bir anahtardır. Bilmenizi isterim ki, öğretmenleriniz olarak bizler, her zaman sizlerin yanında olacağız. Bilimsel araştırmada, bir konu vardır ki dikkate değerdir, o da etik değerlerdir. Bilimde etik uzun yüzyıllardan beri dinamik bir konu olsa dahi sosyal ve bilimsel gelişmelere göre yeni ölçütler kazanmaya devam etmektedir. Hekimler için bunun sembolü ‘Hipokrat Yemini’dir. Ama biz yine de İslam hekimi Razi’nin söylediği şu sözleri unutturmamalıyız: “Bir kantar ilim, bir okka edebe muhtaçtır.” Cümlelerime İbn-i Sina’dan bir sözle son vermek istiyorum: “ Bilim ve sanat değer verilmedikleri ülkeleri terk eder.” Bir ülke bilimsel gücü olmadan diğerleri arasında hak ettiği yeri alamaz. Yeni bilimsel toplantılarda görüşmek dileğiyle, sevgilerimi ve saygılarımı sunarım. Prof. Dr. Özgün Enver İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı 2 CTF BİLİM GÜNLERİ DANIŞMANI’NDAN ÖNSÖZ PROF. DR. HAKKI OKTAY SEYMEN Sayın Kongre Katılımcıları, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Bilim Günleri 2014 İstanbul’a hoş geldiniz. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü(ÖBAK) 1988 yılında kurulmuştur. O zamandan beri, ÖBAK fakültedeki en aktif kulüplerden biri olmuştur. Kulübün esas amacı, genç doktor adaylarına bilimsel araştırma yöntemini öğretmek, yeni fikirler geliştirmek ve aynı zamanda literatür bilgisini artırarak yeni fikirler paylaşmaktır. Kulübün son derece demokratik bir yapısı vardır. Genel kurulu, yönetim, kontrol ve disiplin komiteleri mevcuttur. Her yıl bütün komiteler çalışmaya genel kurulun seçiminden sonra başlar. Kulüp başkanı yönetim kurulu tarafından seçilir. Yönetim kurulu üyeleri ve kulüp başkanı kulüp danışmanıyla bilgi alışverişinde bulunur. Aylık raporlar fakülte idaresine sunulur. Kulüp üyeleri özgür bir biçimde kendi bilimsel projelerini geliştirir. ÖBAK üyeleri 1988 yılından beri birçok bilimsel proje geliştirmiştir ve birçok uluslararası ve ulusal kongreye katılarak topladıkları bilgileri sunmuşlardır. Uluslararası ve ulusal ödüller kazanmışlardır. Ayrıca her yıl birçok panel, sempozyum ve bilim günleri düzenlemişlerdir. Son projeler ise çeşitli dergilerde yayınlanmıştır. İlerde yayınlanacak birçok çalışmalara da sahiplerdir. Onlar yoğun bilimsel çalışmalarının yanı sıra bu kongre atmosferini oluşturmayı başarmışlardır. Bu kongre ambiyansı ÖBAK üyelerinin çabası sonucundadır. En küçük detaya kadar her şeyle uğraşan onlardır. ÖBAK danışmanı olarak ben, inanılmaz çabaları sayesinde bu güzel atmosferi oluşturan kongre komitesine teşekkürlerimi sunuyorum. Katılımcılarımıza bizi onurlandırdıkları için teşekkür ediyorum. İki yakayı birleştiren bu güzel şehirde güzel ve bilimle dolu günler yaşamanızı dilerim. Tekrardan, İstanbul’a hoş geldiniz! Prof. Dr. Oktay Seymen ÖBAK Danışmanı 3 CTF BİLİM GÜNLERİ BAŞKANI’NDAN ÖNSÖZ BERÇEMHAN YAZIRLI Sayın Meslektaşlarım, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü, 1988 yılından beri fakültemizde bilimsel araştırmaya hevesli öğrencileri bir çatı altında toplayan, öğrencilerin bir araya gelip ortak fikirler ürettiği ve başarılı organizasyonların düzenlendiği bir kulüp olmuştur. Kulübümüz bugüne kadar düzenlediği birçok panel, kurs, haftalık bilimsel toplantılar ve kongreler ile fakültemizde geleceğin bilim adamlarının yetişmesine ortam sağlayan önemli bir yapıdır. Kulüp olarak katıldığımız sayısız ulusal ve uluslararası kongrelerde fakültemizi temsil etmekteyiz. Ayrıca senede 2 defa yayınlanan Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi ile öğrencilerin araştırma ve derlemelerini ulusal çapta yayınlamaktayız. İlki 2010’da gerçekleştirilen Bilim Günleri’nin gelenekselleşmesi gerektiğine zaten o yıl karar vermiştik. Cerrahpaşa Bilim Günleri 2014 için ise ağustosta hazırlıklara başladığımızda hayal etmeye başladık ve şu an karşınızdayız. Bizim tüm isteğimiz tıp alanındaki araştırmalarda bir adım ötesini teşvik ederek yeniliklere ilham vermektir. Çünkü biz biliyoruz ki geleceğimiz genç nesillere dayanır ve bu da klinik tıptaki araştırmalarla mümkündür. Cerrahpaşa Bilim Günleri Organizasyon Komitesi’ndeki iş arkadaşlarıma tutkulu çabalarından ötürü teşekkür etmek istiyorum. Onlar çoktan bunun bir takım işi olduğunu kanıtladılar. Bilim Günleri 2014 onların emeğine çok şey borçlu. CTF-ÖBAK başkanı olarak başkanlığını yaptığım III. Cerrahpaşa Bilim Günleri'nin coşkusunu ve kalitesini kulübümüzde yetişen genç arkadaşlarımız sayesinde önümüzdeki yıl uluslararası kongremizde de göreceğimize inanıyorum. Umarım ki bu gönüllü ama profesyonel organizasyonu takdir edersiniz. Hepiniz hoş geldiniz. Saygılarımla, Berçemhan Yazırlı III. Cerrahpaşa Bilim Günleri Kongre Başkanı 4 BİLİMSEL PROGRAM CTF Bilim Günleri 2014 CTF Bilim Günleri, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü tarafından organize edilmiştir. Bilimsel Program 5 BİLİMSEL PROGRAM 8 MART 2014 09.00 – 09.40 Açılış Töreni 09.40 – 10.20 Prof. Dr. Hasan Yazıcı 10.20 – 10.30 Kahve Arası 10.30 – 11.30 I. Oturum “İmmünoloji ve Metabolizma” Oturum Başkanları: Prof. Dr. Hasan Yazıcı 1.1 1.2 1.3 Vitamin D ve İmmün Sistem Dilara Kıyak Aflatoksinlerle Mücadelenin Bitkisel Adı “Tamas Eriği” (Prunus domestica L.) Fazla Kilolu ve Şişman Türk Kadınlarında Plazma Kalsiyum Düzeylerinin Risk Göstergeleri ve Metabolik Sendromla İlişkisi Hamza Ekmel Nazlı Emel İpek 11.30 – 12.30 Öğle Arası 12.30 – 13.10 Doç. Dr. Eda Cengiz 13.20 – 14.40 II. Oturum “Diyabet ve Kadın Doğum” Oturum Başkanı: Doç. Dr. Eda Cengiz 2.1 Diyabetik Makuler Ödemde Anti-VEGF Tedavi Etkinliği 2.2 Polikistik Over Sendromu ve Anormal İnsülin Sinyalizasyonu 2.3 Gebe Kadınlarda Trimesterlere Göre Serum Anjiyogenik Faktör Düzeyleri 2.4 Tarçının (Cinnamomum zeylanicum) Glukoz Taşıyıcılar Üzerine Olan Etkisinin In Vitro Olarak İncelenmesi 14.40 – 15.00 Kahve Arası 6 Giray Güneş Pelin Samaraz Aslı Akın Mustafa Kalkan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Gülhane Askeri Tıp Fakültesi BİLİMSEL PROGRAM 15.00 – 16.20 III. Oturum “Genetik” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Gönül Kanıgür Sultanbek 3.1 Kronik Stres Altındaki Maden İşçilerinde Telomeraz Aktivitesinin Araştırılması Mert Kahraman Maraşlı Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi 3.2 Otistik Spektrum Bozukluğu Olan Hastalarda Öfke Saldırganlık Genlerinin Araştırılması Mustafa Şahin Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi 3.3 Association of rs62063857 Variant of the Saitohin Gene with Parkinson’s Disease Ezgi Sönmez Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi 16.20 – 17.20 Çalıştaylar 09 MART 2014 09.00 – 10.20 Poster Sunumları 10.30 – 12.00 IV. Oturum “Onkoloji” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Özden Özer 4.1 Kekik Yağının Antikanser Etkisinde Antianijogenik Özelliğinin Rolü Sümeyra Kara Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi 4.2 Bir Kurumdaki Toplulukta Beyin Metastazlarına Stereotactic Radiation Tedavisi Sonrası MR Değişikliklerinin İncelenmesi Kübra Gökçe Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi 4.3 Gebelik İlişkili Meme Kanserinde Prognotik Faktörler ile Güncel Tedavi Modaliteleri: Kısırlıklar ve Multidisipliner Yaklaşım Sevda Aygün Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fatih Sağ İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi 4.4 Hepatoselüler Adenomlarda Cerrahi Sonuçlarımız 12.00 – 12.50 Öğle Arası 13.00 – 13.40 Prof. Dr. Ömer Özkan 13.40 – 14.00 Kahve Arası 7 BİLİMSEL PROGRAM V. Oturum “Serbest Sunumlar” 14.00 - 15.30 5.1 Oturum Başkanı: Dr. Fehim Esen Psikiyatri: Tıp Tüketiyor 5.2 Tıbbi Hipnoz & Auch Metodu 5.3 Prematüre Yaşlanma Sendromu: Hutchinson-Gilford Sendromu: Progeria 5.4 Pektus Ekskavatum Düzeltme Ameliyatının Solunum Fonksiyonları Üzerine Etkisi 5.5 Sanatsal Yaratıcılığa Hastalıkların Katkısı Yiğit Can Güldiken Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi İbrahim Cem Hekimoğlu İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tamer Cebe İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Aslı Dudaklı Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ilvana Çaklovica İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 15.45 – 16.00 Kahve Arası 16.00 – 17.00 Ödül Töreni & Kapanış Seremonileri 8 Sözlü Sunumlar SÖZLÜ SUNUMLAR Sözlü Sunum Özetleri 9 Konuk Konuşmacı 8 Mart Cumartesi 9:40 – 10.20 8 Mart Prof Dr Hasan Yazıcı Konuk Konuşmacı Konuk Konuşmacı: Prof. Dr. Hasan Yazıcı 11 Konuk Konuşmacı: Prof. Dr. Hasan Yazıcı 1969 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun olan Yazıcı, 1974 yılında ABD’de İç Hastalıkları ve Romatoloji uzmanı olmuştur. 1978’den beri İ. Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç hastalıkları Anabilim dalı, Romatoloji bilim dalı başkanlığı, 1992’den beri Behçet Hastalığı Araştırma Merkezi başkanlığı yapmaktadır. 1994’ten beri Türkiye Bilimler Akademisi asli üyesi olan Prof. Dr. Hasan Yazıcı ayrıca, Uluslararası Behçet Hastalığı Derneği genel sekreteri ve gelecek dönem için seçilmiş başkanı, Romatoloji Eğitim ve Araştırma Derneği Başkanı, Avrupa Romatizmayla Savaş Ligi Onur Üyesi ve eski genel sekreteridir. Amerikan Romatizma Derneği (American College of Rheumatology), İngiliz Romatizma Birliği (British Society for Reumatology), Royal College of Physicians (Londra) üyesi olan Prof. Dr. Hasan Yazıcı; İstanbul Tabibler Odası Araştırma Ödülü (1986), Türkiye Rotaryenler Bilim ve Teknoloji Ödülü (1988), Tübitak Bilim Ödülü (1993), Tübitak ve Almanya Atatürkçü Düşünce Derneği, Behçet Hastalığı Araştırma Ödülü’nü (1998) almıştır. Evli ve 3 çocuk babasıdır. 12 1. Oturum İmmünoloji ve Metabolizma 8 Mart Cumartesi 10.30 – 11.30 Oturum Başkanı: Prof. Dr. Hasan Yazıcı 13 8 Mart Sözlü Sunumlar - 1.Oturum İmmünoloji ve Metabolizma İmmünoloji ve Metabolizma Başlık Vitamin D ve İmmün Sistem Yazarlar Dilara Kıyak Yazarların Fakülteleri Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Özet D Vitamininin İmmün Sistem üzerine etkileri var mıdır? Varsa bu etkiler nelerdir? Öncelikle vitamin olarak kabul edilip, vitamin olarak isimlendirilmiş endokrin bir molekül olan Vitamin D'nin parakrin ve otokrin etkilerinin varlığı yakın zamanda gösterilmiştir. En çok tüberküloz olmak üzere birçok hastalık Vitamin D ile ilişkilendirilmiştir. Tüberküloz tedavisinde Vitamin D kullanımı Hipokrat’a kadar dayanmaktadır ancak otoimmün hastalıklarda bir tedavi yöntemi olarak değerlendirilmesi yeni gündeme gelmektedir. Peki, Vitamin D hangi mekanizmalarla doğal ve adaptif immun sistem üzerinde etkili olmaktadır? Metotlar: Güncel literatür taraması. Kaynakların okunması ve özetlenmesi. Bulguların yorumlanması. Sonuçlar: D Vitamininin Monosit/Makrofajlar, Antijen Sunucu Hücreler, T ve B Lenfositler üzerindeki etkileri bilinmektedir. Monosit/Makrofajların antibakteriyel etkisini arttırdığı, Antijen Sunucu Hücrelerin maturasyonlarını ve sitokin salınımını önlediği, T ve B Lenfositlerin proliferasyonlarını ve aktivitelerini engellediği gösterilmiştir. Sonuç olarak doğal immüniteyi aktive edici etkileri varken adaptif immüniteyi suprese edici etkileri vardır. Kapanış: Vitamin D’nin bu etkileri bakteriyel enfeksiyonlara karşı bir ajan olarak kullanılabilir mi ve otoimmün hastalıklara karşı supresyon etkileri değerlendirilebilir mi sorularını gündeme getirmektedir. Günümüzde bu türde bir tedavide aktif olarak kullanılamamaktadır ancak kullanılabilecek Vitamin D analogları için arayış sürmektedir. Anahtar sözcükler Vitamin D, Doğal İmmünite, Adaptif İmmünite, Monosit/Makrofaj, Antijen Sunucu Hücre, T Lenfosit, B Lenfosit 14 AFLATOKSİNLERLE MÜCADELENİN BİTKİSEL ADI ”TAMAS ERİĞİ” (Prunus domestica L.) Yazarlar Hamza Ekmel Nazlı Yazarların Fakülteleri Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Özet Erik; gülgiller (Rosaceae) familyasından Prunus cinsinden meyvesi yenen bazı ağaç türlerinin ortak adıdır. Erik, Doğu Anadolu’nun yüksek yaylaları ile Güneydoğu Anadolu’nun kurak ve çok sıcak bir kısım yerleri hâriç, memleketin her tarafından yetişmektedir(3). Bugün ülkemizde yetişen erik çeşitlerinin bir kısmı yerli, bir kısmı da yabancı çeşitlerdir. Yerli çeşitlerimiz iki türden meydana gelmekte olup bunlar Prunus cerasifera ve Prunus domestica L. türleridir. Erik taze meyve ve kurutularak yenmesinin yanı sıra komposto, reçel, pekmez, marmelat şeklinde de yenilmektedir. Besin değeri bakımından kurutulmuş erik taze eriğe göre daha yüksek besin değeri taşımaktadır(4).Bitkiler içinde incelenen erik de tıbbi özellikleri itibariyle çok eski zamanlardan beri kullanılmakta ve günümüzde yapılan popüler çalışmalar arasında da yerini korumaktadır. Son yıllardaki araştırmalar, eriklerin ürünleri ve onların antioksidan etkileri üzerinde yoğunlaşmıştır. Araştırmalar sonucunda eriklerin antimikrobiyal, antibakterial, antioksidan etkileri tespit edilmiştir(2). Dünya nüfusunun her geçen gün hızla artması, bilim çevrelerini düşündüren çeşitli sorunları beraberinde getirmektedir. Bunların başında şüphesiz beslenme sorunu gelmektedir. Artan nüfusa karşılık azalan tarım alanları, bilim adamlarını yeni teknikler ve kaynaklar aramaya zorlamaktadır. Dünya da gıda yetersizliği nedeniyle birçok ülkede insanların açlıktan ölmesi yanında gıda zehirlenmeleri nedeniyle de önemli sorunlar ortaya çıkmaktadır. İnsan beslenmesinde kullanılan gıda maddeleri ile yem ve yem maddeleri üretimtüketim zincirinin herhangi bir aşamasında uygun olmayan koşullarda depolandıklarında mantarlar üreyerek onlarda istenmeyen değişikliklere ve bozulmalara yol açmaktadırlar. Küfler, çeşitli antibiyotik, vitamin, enzim, organik asit, alkol, yağ ve hayvan yemi gibi ürünlerin eldesinde, bazı gıda maddelerinin olgunlaştırılmasında kullanılmaları açısından insanlar için oldukça yararlı mikroorganizmalardır. Ancak küflerin bu yararları yanında, çok tehlikeli yanları da vardır. Bu nedenle küfler günümüzde üzerinde en çok durulan mikroorganizmalar arasında yer almaktadır. Doğada geniş bir yayılım gösteren küflerin bazıları parazit olarak, bazıları saprofit olarak, bazıları da simbiyotik olarak yaşamlarını sürdürmektedir. İnsanlar ilk çağlardan beri bazı küflerden yiyeceklerini olgunlaştırmada yararlanmışlardır. Ayrıca çok sayıda küfünde insan sağlığını tehdit ettiği yapılan çalışmalarda saptanmıştır. İnsan sağlığına olumsuz etkilerinin başında kanserojen etkili ikincil metabolitleri oluşturmaları gelir. Genelde “mikotoksin” olarak isimlendirilen bu bileşikler oluşturucu küfe ve il kez belirlendiği ürüne göre isimlendirilir. Günümüze kadar varlığı ortaya konan mantar türlerinden 250 kadarının mikotoksin oluşturduğu ve bunlarda 20 kadarının insan ve hayvanlarda zehirlenmeye neden olduğu bilinmektedir. Küflerin insan sağlığına etkileri 2 şekilde olmaktadır. Küflerle doğrudan temas yoluyla beliren hastalıklara “mikozis” , mikotoksinlerle intoksikasyon sonucu oluşan hastalıklara da “mikotoksikoz” denir. Bilinen en tehlikeli mikotoksinler aflatoksinlerdir. Aflatoksinler, hücre ve mikroorganizma için 15 8 Mart Başlık Sözlü Sunumlar - 1.Oturum İmmünoloji ve Metabolizma İmmünoloji ve Metabolizma belirli fonksiyonları olmayan sekonder metabolitledir. Kimyasal yapı olarak bifuron halkası ve lakton bağlantısı taşıyan yüksek yapılı “kumarin” bileşikledir. Difuranokumarin olarak bilinirler. Aflatoksinler renksiz veya sarı, iğne şeklinde kristallerdir. Kloroform, metanol, etanol ve dimetilsulfoksid içerisinde kolayca çözünürler. Petrol eterinde ve doymuş hidrokarbürlerde hiç çözünmezler. Kloroform veya benzen içindeki çözeltileri yıllarca dayanıklıdır. Aflatoksinler, Aspergillus, Penicillum ve Rhizopus soylarında bulunan çeşitli mantar suşları tarafından sentezlenebilirler. Günümüzde aflatoksinlerin en az 18 yakın formu olmakla birlikte, doğal olarak 4 ana türü B1, B2, G1 ve G2 sentezlenir. Aspergillus parasiticus’ un tüm suşları 4 aflatoksin türünü birden sentezlerken, Aspergillus flavus türünün bazı suşları sadece B1 ve B2 formunu sentezler. Bu nedenle mevcut projede in vitro şartlarda AfB1 toksisitesine karşı P. Domestica ’nın koruyuculuğu mikroçekirdek (MÇ) testi ile araştırıldı. Nitekim bu test kromozom hasarını ve kromozomal instabiliteyi gösteren MÇ oluşumunu tanımlamada yararlı bir yöntemdir. Üstelik basit ve hızlı test sistemleri içerisinde yer alan MÇ testi birçok araştırmacı tarafından tercih edilmektedir. Metotlar: Bu çalışmaya 19 yaşında erkek, sigara ve alkol kullanmayan, belirli bir hastalığı saptanmayan ve mesleği dolayısıyla fiziksel veya kimyasallara maruz kalmamış gönüllü 10 birey dahil edildi. Genotoksisite araştırmaları, güvenilir ve oldukça yaygın olarak Mikroçekirdek (MÇ) test tekniği kullanılarak yürütüldü(10-11- 12-13). Bu amaçla; Steril hücre kültür tüplerine önceden hazırlanmış ve 37ºC’ e getirilmiş besiyerinden 6 ml konuldu. Besiyerlerinin üzerine 0,5 ml tam kan eklendi. Tüplerdeki kültürlere Afb1 (3.12 mg/L) ve/veya erik ekstreleri eklendi. Tüpler alt üst edilerek karıştırıldı ve 37ºC’lik etüve bırakıldı. İnkübasyonun başlangıcından 44 saat sonra, sitokalazin-B tüm kültürlere eklendi. Tüpler tekrar etüve konarak (37ºC’ de) 28 saat daha beklendi. 72 saatin sonunda etüvden çıkarılan tüpler santrifüj işlemine alındı. Santrifüj işleminin sonunda süpernatant pastör pipeti ile atıldı. Tüpte kalan çökeltinin (pellet) üzerine hipotonik çözelti yavaş yavaş eklendi. Hipotonik çözelti eklenen tüpler 37ºC’lik etüvde 15-20 dk bekletildi. Daha sonra tüpler birkez daha santrifüj edildi ve süpernatant atıldı. Tüpte kalan pellet üzerine taze hazırlanmış soğuk tespit çözeltisinden eklenerek santrifüj edildi ve süpernatant pastör pipeti ile atıldı. Bir önceki basamak iki kez daha tekrarlandı. Son süpernatan da atıldı ve pellet pastör pipeti ile yavaş yavaş karıştırıldı. Pipetle çekilen pellet önceden üzerine numarası yazılmış, temizlenmiş ve soğutulmuş lamlara yayılarak lamlar oda ısısında(25ºC) karanlık bir ortamda 3 gün kurumaya bırakıldı. Yayma işlemini takip eden 3. günün sonunda preparatlar 15 dk. giemsa boyasında bekletildi. Boyama işleminden sonra preparatlar tekrar distile sudan geçirilerek oda sıcaklığında kurumaya bırakıldı. Kuruyan lamlar entellan kullanılarak kapatıldı ve incelemeye hazır hale getirildi. Preparatlar ışık mikroskobunda immersiyon yağı ile (x100) objektifle incelendi. sonuclar: İn vitro koşullarda MÇ/1000 hücre değerleri, bütün kültürler için 6.30 ve 14.57 değerleri arasında bulunmuştur . Kontrol grupları için tespit edilen MÇ/1000 hücre değeri (6.45) ile erik ekstreleri uygulanan deney gruplarından elde edilen MÇ/1000 değerlerleri arasında istatistikî açıdan herhangi bir farklılık bulunmamıştır. 3.12 mg/L konsantrasyonunda kültürlere uygulanan Afb1 kontrol grubuna kıyasla MÇ sıklığında (14.57) belirgin değişikliğe yol açmıştır. Bununla birlikte, AfB1 ve erik ekstrelerinin 16 Kapanış: Araştırma sonucunda erikten elde edilen ekstrelerin koyulduğu deney tüplerinde normal insan kanıyla yakın miktarda hasarlı hücre oluştuğu tespit edildi. Hücre bölünmesi sürecinde rol alan enzim ve mekanizmaların hasarı ve defekti sonucu hücrelerde oluşabilecek nekroz ile muhtemel primer karaciğer kanseri, kalın bağırsak, mide ve akciğer kanseri ve karaciğer başta olmak üzere birçok iç organda hücre düzeyindeki muhtemel hasarları erik terapisi uygulanarak önlenebildiği sonucuna varılmıştır. Anahtar Sözcükler AFB1 ,TAMAS ERİĞİ 17 8 Mart birlikte uygulandığı gruplarda gözlenen değerler kontrol grubu değerine yaklaşmıştır. Ancak erik uygulamaları sonucu elde edilen bu değerler hala kontrollerden yüksek bulunmuştur. Sonuç olarak insan lenfosit kültürlerinde AfB1’in neden olduğu genetik hasara karşı erik ekstrelerinin koruyucu özellikleri ilk kez tespit edildi. Böylece, erik tüketiminin insanlarda kanserojen ve mutajen özellikteki kimyasalların neden olduğu olumsuz etkileri önlemede etkili olduğu anlaşıldı. Sözlü Sunumlar - 1.Oturum İmmünoloji ve Metabolizma İmmünoloji ve Metabolizma Başlık Fazla Kilolu ve Şişman Türk Kadınlarında Plazma Kalsiyum Düzeylerinin Risk Göstergeleri ve Metabolik Sendrom ile İlişkisi. Yazarlar Emel İPEK , Mehtap ÜÇER ,Ayşe Sertkaya ÇIKIM, Sinan TANYOLAÇ Yazarların Fakülteleri İstanbul Bilim Üniversitesi Özet Şişmanlık prevalansı tüm dünyada hızla artış göstermekte ve önemli bir halk sağlığı sorunu oluşturmaktadır. Serum kalsiyum düzeyleri ile vücut yağ miktarı arasında anlamlı ilişkiler saptanmıştır. Serum kalsiyum düzeyleri yükseldikçe beden kitle indeksi düzeyleri azalmakta, fakat insülin, total kolesterol ve trigliserid düzeyleri artış göstermektedir. Bu çalışmamızda şişman Türk kadınlarında serum kalsiyum düzeyleri ile kardiyovasküler risk faktörleri ve metabolik sendrom parametreleri arasındaki ilişki araştırılmıştır Metotlar: 4749 fazla kilolu ve şişman kadın retrospektif olarak incelendi. Bunlardan 872 fazla kilolu (BMI = 25-30 kg/m2) ve 3877 şişman (BMI 30 kg/m2) hasta İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları ABD, Şişmanlık Polikliniğinde değerlendirilmiş, antropometrik, biyokimyasal parametreler ölçüldü. Serum kalsiyum değerlerine göre hastalar üç gruba ayrılıp, parametreler tek yönlü ANOVA testi ile analiz edildi. p<0.05 anlamlı olarak kabul edildi. sonuclar: Vücut ağırlığı, yağ miktarı ve yağ dağılımı ile serum kalsiyum düzeyleri arasında anlamlı fark yoktu. Serum kalsiyum düzeyleri kardiyovasküler risk göstergeleri ile anlamlı bir ilişki göstermektedir. Buna ilaveten, Metabolik sendrom göstergeleri ve risk parametreleri bakımından yüksek bel çevresi dışında diğerleri anlamlı bulunmuştur. Kapanış: Bulgularımız yüksek kalsiyum düzeylerinin şişmanlık komplikasyonlarını kolaylaştırdığı göstermektedir. Kalsiyum düzeyleri yükseldikçe riskli bir durumun ortaya çıkmaktadır. Kalsiyum yüksekliği metabolik riskli bir durumu yansıtmaktadır. Şişman hastaları zayıflatmak amacıyla yüksek kalsiyum içeren diyetlerin kullanırken komplikasyonların önlenmesi için dikkatli olunmalıdır. Anahtar Sözcükler Obezite, Serum kalsiyum düzeyleri, İnsülin direnci, Metabolik sendrom, Kardiovasküler risk faktörleri. 18 Konuk Konuşmacı 8 Mart 8 Mart Cumartesi 12.30 – 13.10 Konuk Konuşmacı Konuk Konuşmacı: Doç. Dr. Eda Cengiz Doç. Dr. Eda Cengiz 19 Konuk Konuşmacı: Doç. Dr. Eda Cengiz 1995 yılında Hacettepe Tıp Fakültesi’nden mezun olan Eda Cengiz, Kadın Doğum ve Jinekoloji dalında Zeynep Kamil Hastanesi’nde asistanlık yaptıktan sonra, Chicago Cook County Çocuk Hastanesi’nde Pediatri dalında asistanlık yapmıştır. Kariyerini Pediatri ile Pediatrik Endokrinoloji ve Metabolizma dallarında yoğunlaştıran Eda Cengiz, öğrencilik yıllarından itibaren ulusal ve uluslararası birçok araştırmada görev almış, uluslararası birçok kongrede sunum yapmış ve tıpta önemli birçok topluluğa üyedir. Şimdilerde ise Yale Üniversitesi’nde çalışmaktadır. Adını “yapay pankreas” araştırmalarıyla dünyaya duyuran Eda Cengiz, dünyaca ünlü Tip 1 Diyabet araştırmalarında önde gelen Jüvenil Diyabet Araştırma Kurumu’nun yürüttüğü “Yapay Pankreas Projesi” ne katılmış ve çalışmalarıyla katkıda bulunmuştur. FDA tarafından onaylanan yapay pankreas Tip 1 Diyabet hastaları için çok umut verici bir yöntemdir. 20 2. Oturum Diyabet ve Kadın Doğum 8 Mart Cumartesi 13.20 – 14.40 Oturum Başkanı: Doç. Dr. Eda Cengiz 21 8 Mart Sözlü Sunumlar - 2.Oturum Diyabet ve Kadın Doğum Diyabet ve Kadın Doğum Başlık Diyabetik Makuler Ödemde Anti-VEGF Tedavi Etkinliği Yazarlar Giray GÜNEŞ, Aslı AKIN Yazarların Fakülteleri Cumhuriyet Üniversitesi Özet Diyabetes mellitus, dünyada en önemli kronik hastalıklardan birisidir ve tüm yaş gruplarındaki sıklığı, 2000 yılında %2.8 iken 2030 yılında %4.4 olacağı tahmin edilmektedir. Bu oranlar, 171 milyon ve 366 milyon insan olarakda tanımlanabilir.Diyabetik makuler ödem (DMÖ), diyabetik retinopatisi olan hastalarda görme bozukluğunun önde gelen nedenidir.Maküla ödemi sıklığı, diyabetik olgularda genel olarak %1-5.7 arasında diyabetik retinopati ile birlikte %2.7-11 (ort:6.85) arasında bildirilmektedir .Diyabetik retinopati gözlerdeki vitröz cisimde vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) düzeyinin artması, anti-VEGF tedavisini gündeme getirmektedir. Metotlar: Bu derlemede güncel literatür bilgileri ışığında, diyabetik makuler ödemde anti-vegf tedavisinin etkinliği gözden geçirilmiştir. sonuclar: Cerman ve ark vitreus VEGF seviyelerinin diyabetik retinopati olgularda kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek olduğunu belirtmişlerdir. Polat ve ark. Çalışmalarında anti-vegf antikor olan bevacizumabın intravitreal enjeksiyonu sonrası proliferatif diyabetik retinopatili olgularda neovaskülarizasyonda azalma, kanamalarda azalmaya neden olduğunu bildirmişlerdir. Mitchell ve ark çalışmalarında Ranibizumabın diyabetik makuler ödem deki etkinliği ve tolere edilebilirliği konusunda kanıtlar sunmaktadır. Kapanış: Son yıllarda anti-VEGF tedavisi diyabetik makuler ödem tedavisinde önemli bir seçenek olarak karşımıza çıkmaktadır. Anahtar Sözcükler Diyabetik retinopati,diyabetik makuler ödem, anti-vegf tedavisi,ranibizuman,bevacizumab 22 Başlık Polikistik Over Sendromu ve Anormal İnsülin Sinyalizasyonu Yazarlar Pelin Samaraz Yazarların Fakülteleri Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Giriş Polikistik Over Sendromu(PKOS) 1935 yılında ilk olarak Stein Leventhal Sendromu olarak tanımlanan, günümüzde tanı kriterleri ve patogenezi net bir şekilde ortaya konmasa da overlerde ultrasonografik polikistik görünüm,hiperandrojenizm ve/veya oligo/anovulasyon ile seyreden,klinik olarak bir çok farklı fenotipin mevcut olduğu,kadın fertilitesini,metabolizmasını ve endokrin sistemini birçok açıdan etkileyen reprodüktif çağın en sık rastlanan endokrinopatisidir.Aynı zamanda yapılan çalışmalar PKOS tanısı alan hastalarda artmış Hiperinsülinemi,İnsülin Rezistansı,Bozulmuş Glukoz Toleransı ve Tip 2 Diabetes Mellitus (DM)insidansına dikkat çekmektedir.Nitekim sendromun patogenezinde metabolizmayı,endokrin sistemi ve fertiliteyi etkileyen esas kritik noktanın,bu hastalarda genetik ve çevre etkili bir temeli olan defektif insülin sinyalizasyonu olduğu düşünülmektedir.Sunumumdaki amacım ise PKOS tanısı alan hastaların Tip 2 DM’a gidişi ne oranda hızlanmıştır,bu süreci hızlandıran etkenler nelerdir,her PKOS tanısı alan hastada insülin seviyesi yükselmiş midir ve hastalığın klinik seyriyle hastaların insülin seviyeleri arasında bir ilişki var mıdır? gibi sorulara yapılan çalışmalardan yola çıkarak bir cevap aramaktır. Metotlar: PKOS patogenezinin,PKOS’un endokrin sistem,fertilite,metabolizma üzerine etkilerinin ve bu etkilerin hastaların insülin seviyeleriyle ilişkilerinin ortaya konduğu makaleler incelenip,analiz edilip,Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin bu konuda uzmanlaşmış öğretim görevlileriyle de bilgi alışverişi yapılarak açıklayıcı bir sunum hazırlanacaktır. Sonuçlar: Yapılan çalışmalar PKOS’lu hastalarda bozulmuş insülin salınımını ve azalmış hücre içi glukoz alımını değişen oranlarda ortaya koymuştur.Bu durum da PKOS tanısı alan hastalarda Tip 2 DM’a gidişi normal populasyona oranla arttırmıştır.Aynı zamanda bu defektin derecesiyle PKOS kliniğinin de korele olduğu görülmektedir.Artan insülin salımının anovulasyonla,infertiliteyle,hiperandrojenizmle de ilişkileri ortaya konmaktadır. Kapanış: Günümüzde 5 kadından 1’i PKOS tanısıyla takip edilmekte ve hayatlarının geriye kalan kısmını artmış Metabolik Sendrom,Tip 2 DM,Obezite,Kardiyovasküler Sistem Hastalıkları riskiyle sürdürmek zorunda kalmaktadırlar.Bu yüzden insülin salımını artıran risk faktörlerinin neler olduğu ve bunun sonucunda doğan endokrin bozuklukların PKOS’un hangi fenotipinde daha yüksek oranlarda görüldüğü tedavi sürecini etkileyen önemli belirteçler olacaktır. Anahtar Sözcükler PKOS,İnsülin,Tip 2 Diabetes Mellitus 23 8 Mart Sözlü Sunumlar - 2.Oturum Diyabet ve Kadın Doğum Diyabet ve Kadın Doğum Başlık GEBE KADINLARDA TRİMESTERLERE GÖRE SERUM ANJİOGENİK VE ANTİANJİYOGENİK FAKTÖR DÜZEYLERİ Yazarlar Giray GÜNEŞ, Ali GÜNERİ, Aslı AKIN Yazarların Fakülteleri Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Özet Bu çalışmada amacımız, gebeliğe verilen maternal cevaplardan biri olan ve anjiyogenezi etkileyen bazı anjiyogenik ve antianjiyogenik (endostatin ve sVEGF) faktörlerin trimesterlere göre serum düzeylerinin karşılaştırılmasını yaparak anjiogenezdeki rollerini değerlendirmektir. Metotlar: İstatistiksel değerlendirmeler, SPSS (versiyon 14.0) programı ile yapıldı. Gruplar arası ikili karşılaştırmalar için Mann Whitney U testinden yararlanıldı. Korelasyon analizleri Pearson’s testi ile yapıldı. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Sonuçlar: Sağlıklı gebe kadınların serum VEGF seviyesi kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek olduğu tespit edildi. Kapanış: Başarılı bir gestasyonda endometrial anjiyogenezin etkinliğinin trimesterlere göre değerlendirilmesiyle abortus riski olan gebelerde anjiyogenik dengeye, gebeliği sürdürmek amacıyla müdahele etmek mümkün olabilir. Anahtar Sözcükler Vaskülerendotelyal büyüme faktörü,VEGF,antianjiyogenik (endostatin,soluble VEGFR-1,sVEGFR-1) faktörler,Endometrial anjiyogenez 24 Başlık Tarçın’ın (Cinnamomum zeylanicum) glukoz taşıyıcılar üzerine olan etkisinin in vitro olarak incelenmesi Yazarlar Mustafa Kalkan, Talha Yollu, İlkhan Keskin, Recai Oğur Yazarların Fakülteleri GATA Özet Bu çalışmanın amacı ülkemizde ve dünyada Tip 2 Diabetes Mellitus tedavisinde destek amacıyla yaygın olarak kullanılan tarçın (Cinnamomum zeylanicum) bitkisinin glukoz taşıyıcı proteinler üzerine olan etkisinin in vitro olarak incelenmesidir. Metotlar: Sertifikalı bir üreticiden temin edilen tarçın, laboratuvar tipi öğütücüde parçalandıktan sonra 10 gram alınarak 100 ml çözücüde (eşit miktarda distile su, methanol, hekzan, butil alkol) üç gün süresince çalkalanarak ekstrakte edildi ve çözücüler kuruluğa kadar uçuruldu. Hazırlanan toz ekstrakt %10 DMSO içerisinde çözüldü ve daha sonraki aşamalarda bu solüsyon kullanıldı. Solüsyonun iyon içeriği iyon kromotografi cihazı ile, toplam fenolik madde miktarı Folin-Ciocalteau yöntemi ile, total antioksidan kapasitesi demir indirgeme kapasitesi testi ile, kanser hücrelerine olan antiproliferatif etkisi MTT testi ile incelendi. MTT testi için SK-MES-1 (İnsan akciğer karsinoma) hücre serisi kullanıldı. Glukoz taşıyıcı proteinlerin incelenmesi ilgili mRNA’ların amplifikasyonu aracılığı ile PCR analizi yapılarak gerçekleştirildi. Sonuçlar: İyon kromotografi ile yapılan değerlendirmede tarçının özellikle flor, klor ve sodyum açısından zengin olduğu görüldü. Gallik asite göre standardize edilen toplam phenolik içerik incelendiğinde tarçının fenolik içeriğinin oldukça yüksek olduğu tespit edildi (0.81 mg/L GAE). Tarçının total antioksidan kapasitesinin de yüksek olduğu ve 10 mg/ml askorbik asit referans olarak kabul edilğinde tarçının eşit miktardaki ekstresinin askorbik asitin yaklaşık %56’sı kadar antioksidan kapasiteye sahip olduğu görüldü. Antiproliferatif etkinin incelenmesi amacıyla, akciğer kanseri hücrelerine farklı dilüsyonlarda uygulanan tarçının 1/100 dilüsyonda hücrelerin gelişimini %65 civarında azalttığı tespit edildi. Uygulama sonrası akut dönem etkiler incelendiğinde tarçının glukoz taşıyıcı proteinler üzerine önemli bir etkisinin olmadığı gözlendi. Kapanış: Tarçının iyon içeriği ve fenol miktarı açısından son derece zengin bir bitki olduğu tespit edildi. Bunun yanı sıra total antioksidan kapasitesinin birçok bitkiyle kıyaslandığında son derece yüksek olduğu ve düşük konsantrasyonlarda dahi güçlü antikanserojen etkinlik gösterdiği gözlendi. Bu yönleri dikkate alındığında tarçının toplum tarafından kullanımının yaygınlaştırılması ve daha ileri çalışmalarla etkinliğinin incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir. Anahtar Sözcükler Tarçın, Tip 2 Diabetes Mellitus, GLUT, Fitoterapi 25 8 Mart Sözlü Sunumlar - 2.Oturum Diyabet ve Kadın Doğum Genetik 3. Oturum 8 Mart Cumartesi 15.00 – 16.20 Genetik Oturum Başkanı: Prof. Dr. Gönül Kanıgür Sultanbek Prof. Dr. Gönül Kanıgür Sultanbek 1952 yılında Ankara’da doğmuştur. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nden mezun olduktan sonra İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Biyofizik AD'da uzman daha sonra doçent olmuştur. 1995 yılında İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde profesör olmuştur ve halen bu görevi sürdürmektedir. Moleküler Genetik ve Hücre Biyolojisi hakkında birçok bilimsel araştırması bulunmaktadır. 26 Başlık Kronik stres altındaki maden işçilerinde telomeraz aktivitesinin araştırılması Yazarlar Stj. Dr. Mert Kahraman MARAŞLI, Yrd. Doc. Dr. Serpil TAHERİ, Öğr. Gör. Dr. Elif Funda ŞENER, Stj. Dr. Mustafa ŞAHİN Yazarların Fakülteleri Erciyes Üniversitesi Özet Maden işçilerinin çalışma koşullarına bağlı olarak maruz kaldıkları çeşitli gazlar(metan, karbonmonoksit, hidrojen sülfür vb), tozlar(silis tozları, solunabilir maden tozları, kireç, kil tozları vb.) ve fiziksel etmenler maden işçilerinde kronik strese yol açmaktadır. Kronik stres ile telomer uzunluğu yakından ilişkilidir. Telomer; oksidatif stres, genotoksik stres,zararlı uyarıcıya maruz kalma veya kronik psikososyal stres sonrası kısalabilir. Bu çalışma ile telomerleri koruyan,hücre yaşlanmasında primer rol oynayan ve hücrenin ömrüyle yakından ilişkili telomeraz enziminin aktivitesinin ve Telomeraz Revers Transkriptaz (TERT) geninin mRNA ekspresyonunun maden işçilerindeki profilini belirlemeyi ve maruz kaldıkları kronik stresin telomeraz aktivitesi üzerine olan etkisini araştırmayı amaçladık. Metotlar: Bu çalışmada 65 maden işçisi ve 40 sağlıklı kontrol kullanılacaktır. İşçilerden alınacak kan örneklerinden DNA, RNA ve serum izole edilecektir. İzole edilen işçi ve sağlıklı kontrollerin RNA örneklerinden Real Time PCR ile Telomeraz Revers Transkriptaz (TERT) geninin mRNA ekspresyonuna, serum örneklerinden de Telomeraz enzim aktivitesine bakılacaktır. Sonuçlar: Maden işçilerinde telomeraz enzim aktivitesini ve TERT geni mRNA ekspresyonunu belirlemek ve maruz kaldıkları kronik stresin stres ile ilişkili genler üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçladık. Sonuçları istatistiksel olarak değerlendirdik. Kapanış: Kronik stres altında çalışan maden işçilerinde hücre ömrüyle yakından ilişkili olan telomeraz gen aktivitesini belirlemeyi amaçladık. Böylece maruz kalınan kronik stresin hücrenin ömrüne dolayısıyla insan yaşamına olan etkisini yakın zamanda sık sık çalıştıkları zor koşullar nedeniyle gündeme gelen bir meslek olan maden işçilerinde göstermek istedik. Anahtar Sözcükler TERT,Telomeraz enzim aktivitesi,Maden işçileri,Kronik stres ,Hücre Ömrü 27 8 Mart Sözlü Sunumlar - 3.Oturum Genetik Genetik Başlık Otistik Spektrum Bozukluğu Olan Hastalarda Saldırganlık, Öfke ve Ağrıya Duyarsızlıkla İlgili Genlerin Araştırılması Yazarlar Stj.Dr.Mustafa Şahin, Öğr.Gör.Dr. Elif Funda Şener, Yrd.Doç.Dr.Serpil Taheri, Stj.Dr. Mert Kahraman Maraşlı Yazarların Fakülteleri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Giriş Otizm; sessiz kalma, zekâ özürlü olma, durmadan el çırpma ya da sallanma gibi ciddi bozukluklar gösteren bireylerden, etkin ama belirgin olarak sıra dışı sosyal yaklaşımlar gösteren, çok dar ilgi odakları olan ve laf ebesi, bilgiçlik taslayan iletişimi olan daha az bozukluk gösteren bireylere kadar çok geniş bir spektrumda kendini gösterir. Saldırgan davranışlar gösterme, öfke nöbetleri geçirme, ağrıya daha duyarsız olma gibi tam açıklanamamış bulgular da görülebilmektedir. Bu çalışmayla otistik çocuklarda görülen bu bulgularla ilişkili genleri araştırarak klinik tabloya açıklık getirmeyi amaçladık. Metotlar: 1. Hasta Gruplarının Belirlenmesi: Çalışmaya Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı polikliniğine başvuran otizm tanısı ile takipte olan; hastalar ve konuşma, sosyal ve iletişimde gecikme şikâyeti ile ilk kez polikliniğimize başvurup yapılan değerlendirme sonrası DSM-IV kriterlerine göre otizm tanısı alan bireylerden çalışmayı kabul edenler araştırmaya dahil edilecektir. Kontrol grubu olarak kronik bir tıbbi, psikiyatrik ve genetik hastalığı olmayan ve psikiyatrik ilaç tedavisi kullanmayan 2-16 yaş arası çocuklar alınacaktır. Çocukluk çağı otizm değerlendirme ölçeği ve otistik davranışları değerlendirme ölçekleri belirti, şiddeti ve tespiti taramalarda kullanılabilmektedir. Başvuran olgularda gelişim testi veya zekâ testi yaşlarına göre hastalara uygulanabilir. Gruplar ve hasta sayıları aşağıdaki gibi belirlenmiştir: • Hasta Grubu: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’nda otistik spektrum bozukluğu tanıları konulan 30 hasta alınacaktır. Hasta grubunda otizm bulguları dışında herhangi bir genetik hastalık görülmesi ve nörolojik değerlendirmeler sonucunda ek bulgu saptanamsı durumunda araştırmadan çıkarılacaktır. • Kontrol Grubu: Hasta grubunun yaş ve cinsiyetleri dikkate alınarak 40 sağlıklı kişi kontrol grubu olarak kullanılacaktır. Hasta ve kontrollerden kan örnekleri toplandıktan sonra çalışma Erciyes Üniversitesi Betül-Ziya Eren Genom ve Kök Hücre Merkezi’nde kurulu bulunan cihazlar kullanılarak gerçekleştirilecektir. 2. Kan Örneklerinin Toplanması: Hasta ve kontrol grubundan 5 ml EDTA’lı kan örnekleri alınarak DNA ve RNA izolasyon kitleri yardımıyla DNA ve RNA elde edilecektir. Çalışma yapılana kadar izolasyonların tamamlanmasından sonra örnekler -80oC’de saklanacaktır. 3. Genetik Çalışma Protokolü: Elde edilen genomik örneklerden ilgili genlerin çalışmaları için uygun genetik teknikler kullanılacaktır. Bunun için gerekli altyapı çalışma Erciyes Üniversitesi Betül-Ziya Eren Genom ve Kök Hücre Merkezi’nde bulunmaktadır. 4. İstatistiksel Analiz: Verilerinin elde edilmesinden sonra gruplar arasında karşılaştırma uygun istatistiksel testler kullanılarak yapılacaktır. Sonuçlar: İlişkili genlerin ekspresyonları çalışıldı. Sonuçlar istatistiksel 28 olarak raporlandı. Kapanış: Bu projede toplumsal sorunlara neden olan bu hastalığın klinik özelliklerinin genetik temellerini aydınlatmaya katkıda bulunmayı amaçladık. Anahtar Sözcükler Otistik Spektrum Bozukluğu, OPRL1, TACR1, HTR1E, ARNTL2 29 8 Mart Sözlü Sunumlar - 3.Oturum Genetik Genetik Başlık Saitohin geninin rs62063857 varyantının Parkinson hastalığıyla ilişkisi Yazarlar Ezgi Sönmez,Ali Sazcı,Mavi Deniz Özel,Emel Ergül,Halil Atilla İdrisoğlu Yazarların Fakülteleri Kocaeli Üniversitesi,İstanbul Üniversitesi Özet Saitohin geni, insan tau geninin 9. intronunda bulunmakta olup, nörodejeneratif hastalıkların patogenezinde rol oynadığı düşünülen 128 aminoasitlik bir protein kodlamaktadır. Buna karşın farklı ülkelerden elde edilen veriler birbiriyle uyumlu sonuçlar ortaya koymamaktadır. Metod:Bu çalışmada, 574 Parkinson hastası ve 423 kontrolle çalışarak rs62063857 polimorfizminin Parkinson hastalığıyla ilişkisi incelenmiş ve Saitohin geninin rs62063857 varyantının polimeraz incir reaksiyonu ve RFLP metodlarıyla gen analizi yapılmıştır. Sonuçlar:Saitohin geninin rs62063857 varyantıyla Parkinson hastalığı arasında hasta ve kontrol gruplarının (χ2=13.273, P=0.001) yanı sıra kadın ve erkek cinsiyeti arasında da (χ2=7.818, P=0.020 erkekte; χ2=5.001, P=0.082 kadında) anlamlı bir bağlantı ortaya konmuştur. AA genotipine sahip bireyler Parkinson hastalığı gelişimi için yüksek risk taşımaktadır (χ2=12.958, P=0.000, OR=1.629, 95%CI=1.248-2.126) buna karşın G ( R ) aleli varlığı Parkinson hastalığı gelişimine istatiksel olarak anlamlı bir koruma sağlamaktadır. (χ2=12.958, P=0.000, OR=0.614, 95% CI= 0.470-0.801). Bunun yanı sıra, AA genotipine sahip erkek Parkinson hastaları anlamlı bir riske sahiptir (χ2=7.929, P=0.005, OR=1.627, 95%CI=1.158-2.286). AA genotipine sahip kadın Parkinson hastaları da anlamlı bir risk taşımaktadır. (χ2=4.945, P=0.026, OR=1.625, 95%CI=1.058-2.498). Kapanış:Çalışmalarımız Saitohin genindeki rs62063857 polimorfizmi ile Parkinson hastalığı arasındaki güçlü bağlantıyı istatiksel olarak ortaya koymuştur. AA genotipi çalıştığımız Türk Parkinson populasyonunun yanı sıra erkek ve kadın hastalarda da Parkinson hastalığı için genetik bir risk faktörüdür. Anahtar Sözcükler ESCs, iPSCs, yeniden programlama 30 ÇALIŞTAYLAR 8 Mart Cumartesi 16.20 – 17.20 31 3 Mart Çalıştaylar ÇALIŞTAYLAR ÇALIŞTAYLAR TIBBİ MALPRAKTİS VE HEKİM SAVUNMA STRATEJİSİ 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu, adli tıp hizmetleri açısından farklı tanımlar getirmekle birlikte hekimlerin cezai ve hukuki sorumlulukları ile ilgili tanımlarda da dikkat çekici değişikilikleri de içermektedir. Bu değişikliklerin ardından hekimler ciddi bir sıkıntı ve endişe içindedir. Hekimlerin, hastaların sağlığı için mesleki bilgi ve becerilerini kullanarak yapacakları her işlem, verecekleri her tavsiye hastanın hayatı ile ilgili ciddi değişikliklere yol açacaktır. Hekimlerin insan yaşamına doğrudan etkili olan mesleklerini uygulamaları sırasında; en üst düzeyde özen göstermeleri gerektiğini ve verdikleri hizmetin aynı zamanda yüksek bir riski de içerdiğini unutmamaları gerekir. Bu kapsamda ilk başvurudan itibaren etik ilkelere ve yasalara uygun bir davranışın sergilenmesi bir zorunluluk olmaktadır. Bugün; yeni ve ağırlaştırılan koşulların, açılan davalarda hekimlerin ceza ve tazminat sorumluluğu ile karşı karşıya kalması sonucunu doğurabileceği öngörülebilmektedir. Türkiye’de hiçbir hekim, kendisini malpraktis davalarının uzağında göremez. Bu nedenle tüm hekimlerin “Medikolegal Savunma Stratejileri ve Risk Yönetimleri” konusunda bilgilendirilmiş olması gerekir. Ancak bu bilgilerin teoride bilinmesinin meslek pratiğinin uygulanması sırasında yeterli ve efektif olamayabildiği gözlenmektedir. Tıbbi malpraktisin görünmeyen ama en önemli nedenlerinden biri olan hasta – hekim iletişimi veya hekimin hukuki sorumluluklarından olan hastanın aydınlatılması ve onamının alınması, kayıtların tutulması ya da hastanın sırlarının saklanması teorik bilginin ötesine geçerek, hekimlerin içselleştirdiği ve davranış modelleri olarak benimsediği kavramlar olmalıdır. Bu nedenle hekimlerin henüz meslek hayatına atılmadan tıp fakültesi eğitimlerinin erken dönemlerinden başlayarak alacakları “Medikolegal Savunma Stratejileri ve Risk Yönetimi” eğitimi onların gelecekte malpraktis iddiaları ile karşılaşmalarını engelleyecek, böyle bir iddia ile karşılaştıklarında ise doğru bir tutum sergilemelerine neden olacaktır. Prof. Dr. Coşkun Yorulmaz İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı [email protected] 32 ÇALIŞTAYLAR CERRAHİ DİKİŞ KURSU Maketler üzerinde uygulamalı olarak gerçekleşecek çalıştay 20 kişi ile sınırlı olacaktır. Çalıştaylar ALÇILAMA 3 Mart “…Cerrahi olarak dikiş atmak, dokuyu bir arada tutacak bir halka meydana getirmek ve onun çözülmesine engel olacak uygun düğüm konfigürasyonunu oluşturmaktır. Genel tanım olarak temel düğüm, birbirini takip eden aynı yönde veya ters yönde atılmış en az 2 ilmekten meydana gelir…” Yarım alçı atel uygulaması 30 öğrenciyle beraber yapılmıştır. Çalıştay başında kısa bir bilgilendirme sonrası her öğrenci bir kez yarım alçı uygulayacak şekilde öğrenciler kendi üzerinde asistanlar eşliğinde alçı çalışılacaktır. Çalıştay sonunda her öğrenci yarım alçı uygalayacak seviyeye ulaşmaktadır. Prof. Dr. Mehmet Can Ünlü Uzm. Dr. Gökhan Kaynak 33 ÇALIŞTAYLAR LARVA TEDAVİLERİ LABORATUVARI TANITIM VE GEZİSİ Özet Lucilia sericata'nın I. ve II. dönem larvaları ile yapılan Larva Debridman Tedavi (LDT)’si son 20 yıldan beri derideki pürülan, kabuklu yaraların tedavisinde altta yatan hastalıklardan bağımsız olarak kullanılmaktadır. Hastanemizde LDT’si TÜBİTAK’ın desteklediği “Lucilia sericata’nın larvaları ile zor iyileşen yaraların tedavisi” başlıklı proje kapsamında kurulan Biyoterapi Araştırma ve Geliştirme Laboratuarında 14 – 06 - 2007 tarihten itibaren yapılmaya başlamıştır. Çalıştayımız kapsamında genel bilgilendirme verilecek ve laboratuvar gezisi ile birlikte bu heyecan verici laboratuvarın tanıtımı yapılacaktır. Aşağıda, yapılan çalışmalarla ilgili ayrıntılı bilgiye sahip olabilirsiniz: Giriş Amerika, İsrail, Britanya Krallığı, Almanya, İsveç, İsviçre, Ukrayna ve Tayland’da; 1990 yılından itibaren basınç ülserleri, venöz staz ülserleri, temporal mastoiditis, fournier gangreni, nekrotize tümör kitlelerinin ve diğer yumuşak doku yaralarının tedavisinde kullanılmaktadır. Tedavide kullanılan Lucilia sericata sinek tününe ait larvalar sadece ölü dokulara saldırır ve yaranın temizlenmesine yardımcı olurlar. Hareketli larvalar yaradaki tüm nekrotik alana tutunabilirler. Larvalar, ürettikleri enzimler ile yara üzerindeki ölü dokuyu eriterek çıkarır, yarayı da dezenfekte eder, dokuyu granülasyon oluşturması için uyarırlar. Lucilia sericata larvalarının salgıladıkları enzimler ve aktiviteleri BApNAα-N-benzoil-DL-arginine-p-nitroanilid; LpNA, leucin-p- nitroanilid; HPA, hippüril-L-fenilalanin; HA, hippüril-L-arginin; GPpNA, giutaril-L-fenilalanin nitroanilid Larva salgılarının hidrofobik peptit benzeri 3-10 kDa ve hidrofofilik 1 kDa olmak üzere en az iki anti-bakteriyel özellikte madde içerdiği tespit edilmiştir. Huberman ve arkadaşları 2007 yılında L. sericata larvalarının salgıladıkları 138, 152 ve 194 kDa ağırlığındaki maddelerin; Gram pozitif [(Metisilin’e duyarlı S. aureus (MSSA), Metisilin’e dirençli S. aureus (MRSA)] ve Gram negatif (P. aeruginosa, S. marcescens, E. coli ve K. pnumoniae) bakterilere karşı anti-bakteriyel aktiviteye sahip olduklarını belirlemişlerdir. Larva Debridman Tedavisi Ortalama 1 cm2’lik yaraya 6-7 adet L. Sericata’nın genellikle I. dönem veya II. dönem steril larvaları; genellikle yara üzerine direkt olara konur. Bu şekilde hareketli larvalar yaradaki tüm nekrotik alana tutunabilir ve nekrotik dokunun derinliklerine girebilirler. Yüzeysel ağrılı yaralarda larvalar steril bir poşet içerisinde yara üzerine konur. Böylece yarada larvaların hareketinden kaynaklana bilecek ağrı önlenir. Eğer yine ağrı oluşursa larva ve yaranın üzerine steril serum fizyolojik sıkılarak ağrı giderilerek larvaların yara üzerinde daha uzun süre kalması sağlanır. Yaradaki nekrotik dokunun durumuna göre larva tedavisi; 24 saatte bir, haftada 1-2 kez veya haftada 1 kez uygulanır. Larva tedavisi genellikle haftada iki kez uygulanır; larvalar yara üzerinde 4872 saat tutulduktan sonra larvalar yaradan uzaklaştırılır. Bu işlem yaradaki nekrotik doku tamamen temizlene kadar devam eder. Nekrotik doku tamamen temizlendikten sonra yaranın iyileşmesine göre hasta iki haftada veya ayda bir kontrole çağrılır. Kontrollerde yara kapanmamışsa genellikle larva tedavisi uygulanır. Çünkü larvalar ürettikleri enzimler ile yarayı dezenfekte eder ve dokuyu granülasyon oluşturması için uyarırlar. 34 ÇALIŞTAYLAR Yrd. Doç. Dr. Erdal Polat Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Lucilia sericata’nın larvaları ile zor iyileşen yaraların tedavisi Biyoterapi Araştıma ve Geliştirme Laboratuvarı Sorumlusu 35 3 Mart Diyabet hastanelerinde yapılan tedaviye rağmen iyileşmeyen diyabetik ayak ulserasyonu % 25–50 kadar olduğu bilinmektedir. Bunun sonucu Amerika'da yıllık 60 000 ile 70 000 ayak ampütasyonu yapılmaktadır. Diyabetli hastaların % 15’de bir veya daha fazla ayak ulserasyonu gelişir ve bunu sonucu olarak hastaların %15–25 kadarında ampütasyon gerekleşebilir. Bundan dolayı LDT'si diyabetli hastalarda yaraların tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Çünkü diyabet hastası olan insanlardaki yaraların iyileşmesi diyabet hastası olmayan insanlardaki yaraların iyileşmesine göre daha zordur. Zayıf iyileşme kapasitesi yüzünden, bu yaralar kolaylıkla infekte olabilir ve bakteriler kan dolaşımına geçebilir, bu durumda yaşamı tehdit eden potansiyel infeksiyon sebebi olabilirler. Ancak larvalar bol miktarda proteolitik enzimler, anti-bakteriyel aktiviteye sahip maddeler ve dokunun granülasyonunu geliştiren değişik maddeler üretirler. Bu maddeler ile yaradaki bakterileri eriterek, öldürerek veya üremesini durdurarak yarayı dezenfekte ederler. Sherman’a göre özellikle antibiyotiklere dirençli bakterilerle infekte kronik yaraların tedavisinde LDT’si çoğu kez başarılı olmuştur. Canlı larvaların özellikle S. aureus, A ve B grubu streptokok gibi patojen bakterileri öldürdüğü yada büyümelerini inhibe ettiği in-vitro çalışmalarla ortaya konmuştur. Thomas larvaların antibiyotiklere dirençli kökenlerle infekte değişik tip yaraların tedavisinde kullanılabileceğini; Metisiline Dirençli S. aureus (MRSA) ile infekte 3 basınç ülseri, 1 pilonidal sinüs ve 1 geniş apseden oluşan 5 lezyonun tedavi ederek göstermiştir. LDT’sinden 48 saat sonra tüm lezyonlarda MRSA negatifleşmiş ve yaralar iyileşmiştir. Bizim çalışmalarımızda P.mirabilis, P. vulgaris, E. coli, P. aeruginosa, MRSA, MSSA, Metisiline dirençli plazma koagülaz negatif stafilokoklar, S. agalactiae, ß hemolitik Streptokoklar ve Gram pozitif çomakların tümü yaralara larva konduktan 48 saat sonra kayıp olmuştur. Osteomiyelit olmuş MRSA ve P. aeruginosa ile enfekte 1 hasta ve MRSA’lı 1 hastanın yaraları larva ile başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir. L. sericata’nın II. dönemden III. döneme geçmek üzere olan steril larvalarının salgıladıkları salgılar Leishmania tropica’nın promastigot sekilerine in-vitro, amastigot şeklerine ise in-vivo koşullarda etkili olduğu Dünya’da ilk kez tarafımızdan tespit edilmiştir. LDT nekrotik venöz ülserlerin tedavisinde, geleneksel tedaviden daha hızlı ve ucuz olduğundan, alternatif uygun bir maliyet sağlayabilmektedir. Çalıştaylar Sonuç ÇALIŞTAYLAR TEMEL YAŞAM DESTEĞİ Temel Yaşam Desteği hayati tehlike taşıyan bir hastalığı ya da yaralanması olan hastalara tam kapsamlı bir hastanede tıbbi müdahele sağlanana kadar verilen tıbbi destek aşamasıdır. Kursumuz, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tıbbi beceri konularını öğretme maksadıyla geniş bir çerçevede çeşitli hayati tehlike oluşturan aciliyetlere tanı koyma sağlayacak, KardiyoPulmoner Resüsitasyon uygulama, AED cihazı kullanma, boğulma olaylarını güvenli, hızlı ve etkili bir yöntemle engellemeyi sağlama, aletleri ve mankenleri kullanarak çok amaçlı laboratuvarlarda öğrenime yönelik geliştirilmiştir. Prof. Dr. Oktay Demirkıran DOĞUM SİMÜLASYONU Normal doğum 38-42 gebelik haftaları arasında, kendiliğinden başlayan rahim kasılmalarıyla, başla gelen tek bir bebeğin anne ve bebeğe zarar vermeden vajinal yolla canlı olarak doğmasıdır. Vajinal doğumların %96'sı baş gelişi, geri kalan kısmı da makat gelişi şeklinde gerçekleşir. “Goumard Noelle” adlı eş zamanlı doğum simülatörü ile yapacağımız bu çalıştayımızda amacımız yetişmekte olan tıp öğrencilerine normal doğumun tüm aşamalarıyla tecrübe etmelerini sağlamaktır. 36 4. Oturum Onkoloji 9 Mart Pazar 10.30 – 12.00 9 Mart Oturum Başkanı: Prof. Dr. Özden Özer Sözlü Sunumlar – 4. Oturum Onkoloji 37 POSTER PRESENTATIONS Onkoloji Başlık Kekik Yağının Antikanser Etkisinde Antianjiogenik Özelliğinin Rolü Yazarlar SÜMEYRA KARA, ESRA POLAT, Yrd. Doç. Dr. AHMET ALTUN, İLAYDA ÇETİN Yazarların Fakülteleri Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Özet KANSER TEDAVİDEKİ GELİŞMELERE RAĞMEN HALİHAZIRDA ÖLÜM NEDENLERİ ARASINDA İLK SIRALARDA YER ALMAKTADIR.BU DURUM ALTERNATİF TEDAVİ YAKLAŞIMLARINI GÜNDEME GETİRMEKTEDİR.KEKİK YÜZYILLARDIR TEDAVİ AMACI İLE KULLANILAN BİR BİTKİDİR.BAZI KANSER TÜRLERİNDE ANTİKANSER ÖZELLİK GÖSTERDİĞİ DE BİLİNMEKTEDİR.BU ÇALIŞMADA İSE ANTİKANSER ETKİ MEKANİZMASINDA ANTİANJİOGENİK ETKİNİN OLUP OLMADIĞININ ARAŞTIRILMASI AMAÇLANMIŞTIR.ANJİOGENEZ VAR OLAN DAMARLARDAN YENİ DAMAR OLUŞUMUDUR VE BAŞTA KOLON KANSERİ OLMAK ÜZERE TÜM KANSER TÜRLERİNDE TÜMÖRÜN BÜYÜMESİ İÇİN ÇOK GEREKLİ BİR MEKANİZMA OLDUĞU BİLİNMEKTEDİR. Metotlar: KEKİĞİN ANTİANJİOGENİK ETKİSİNİ ARAŞTIRMAK AMACI İLE ÇALIŞMAMIZDA KORYOALLANTOYİK MEMBRAN MODELİ (CAM MODELİ ) KULLANILMIŞTIR.ROSS 308 CİNSİ DÖLLENMİŞ TAVUK YUMURTALARI KULLANILDI.DÖLLENMİŞ TAVUK YUMURTALARI 37.5 C 'DE %80 RÖLATİF NEMLİ ORTAMDA HORİZONTAL POZİSYONDA İNKÜBE EDİLDİ.KULUÇKANIN BEŞİNCİ GÜNÜNDE YUMURTANIN KÜNT TARAFINDAN ENJEKTÖR YARDIMIYLA 5 ml ALBUMİN ALINDI VE YUMURTANIN DİĞER UCUNDAN 2-3 cm ÇAPINDA KABUK KESİLEREK ÇIKARILDI.KABUKTAKİ BU AÇIKLIK LABORATUVAR FİLMİ İLE KAPATILDI VE KORYOALLANTOİK MEMBRAN MODELİ YAKLAŞIK 2 cm ÇAPA ULAŞANA KADAR 72 SAAT DAHA İNKÜBE EDİLDİ.HER BİR YUMURTAYA KORYOALLANTOİK MEMBRAN ÜZERİNE ETKEN MADDE İÇEREN BİR PELLET YERLEŞTİRİLDİ.STEREOSKOPİK MİKROSKOP ALTINDA BÜRGERMEİSTER VE ARKADAŞLARININ SKORLAMA SİSTEMİ KULLANILARAK PELLET UYGULAMA BÖLGESİNDEKİ DAMAR YAPISI DEĞERLENDİRİLDİ. sonuclar: ÇALIŞMAMIZ KEKİK YAĞININ KONSANTRASYONA BAĞIMLI ŞEKİLDE GÜÇLÜ BİR ANTİANJİOJENİK ETKİNLİK MEYDANA GETİRDİĞİNİ GÖSTERMİŞTİR.DAHA ÖNCEKİ ÇALIŞMALARIMIZDA TESPİT ETTİĞİMİZ VE KOLON KANSERİ HÜCRELERİNİ ÖLDÜREN KONSANTRASYONDA ANJİOGENEZ İNHİBİSYONUNUN DA MEYDANA GELMESİ KEKİĞİN ANTİANJİOGENİK ETKİSİNİN ,ANTİKANSER ETKİ MEKANİZMASINDAKİ ÖNEMLİ ROLLERDEN BİRİ OLDUĞUNU GÖSTERMEKTEDİR. kapanış: BU BULGULAR ;DÜŞÜK TOKSİSİTESİ ,ANTİKANSER ,ANTİOKSİDAN VE BİZİM BU ÇALIŞMADA TESPİT ETTİĞİMİZ ANTİANJİOGENİK ETKİSİ İLE KEKİĞİN HEM TEK BAŞINA HEM DE BAŞKA BİR ANTİKANSER İLAÇLA BİRLİKTE İYİ BİR TEDAVİ SEÇENEĞİ OLABİLECEĞİNİ GÖSTERMEKTEDİR Anahtar Sözcükler ANTİKANSER,ANTİANJİOGENİK MEMBRAN MODELİ 38 ,KEKİK YAĞI ,KORYOALLANTOYİK Bir Kurumdaki Toplulukta Beyin Metastazlarına Stereotactic Radiation Tedavisi Sonrası MR Değişikliklerinin İncelenmesi Yazarlar Amanda J. Walker,MD, Kubra Gokce, Stephanie Honig, Lawrence Kleinberg MD, Kristin Redmond MD Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Yazarların Fakülteleri Özet Stereotactic radiosurgery (SRS) tedavisinin whole brain radiation (WBR) tedavisine göre kognitif toksisitesi daha az olduğundan toplumda kullanımı artmıştır. SRS'in beyin metastazları tedavisindeki etkileri iyi araştırılmıştır ve lokal kontrolün ortalama %90'ın üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Çoğu lezyon,tedaviye cevabı kontrastlı T1-MR'da büyüklüğünün azalması olarak verir. Fakat, lezyonun büyüklüğünün geçici olarak artması beklenmeyen bir durum değildir ve tedavinin başarısız olduğu anlamına gelmez. Bu etkinin etyolojisinin vazojenik ödem ve inflamasyona sekonder olduğu düşünülür ve insidansı %12 ile %50 arasında rapor edilmiştir.PostSRS değişikliklerinin daha eksiksiz incelenmesi hasta yönetiminin optimize edilmesi açısından önem taşımaktadır. Bu tek kurumlu retrospektif analizde beyin metastazlarındaki SRS sonrası değişiklikleri tanımladık. Metotlar Eylül 2010- Haziran 2013 tarihleri arasında beyin metastazlarına SRS tedavisi alan her hasta tek kurumlu retrospektif gözden geçirme çalışmasında değerlendirildi. Johns Hopkins Hastanesi'nde SRS tedavisi alan 152 hastanın 370 lezyonunun MR'ları incelendi. Tedavinin başında ve her takipte lezyon hacmi şu formül ile hesaplandı: (boy x genişlik x uzunluk ) /2. Volüm değişiklikleri, hasta demografisi,histopatoloji ve radyasyon terapisi değişkenleri ile koreledir. Sonuçlar Başlangıç analizlerimize göre, lezyonların yaklaşık 1/3 - 1/2'sinin büyüklüklerinde radiosurgeryden sonra T1-postcontrast MR'da artma gözlemlenmiştir.Bu değişiklikler,tedavi sonrası 1-2 ay içerisinde gözlemlenmiştir. %39-%43 arasında 2-6 ay arasında da büyüklük artışı görülmüştür. Başlangıç analizlerimize göre yaklaşık 20 hasta SRS sonrası tümör progresyonu ve/veya radyonekroza bağlı cerrahi lezyon rezeksiyonu geçirmiştir. Gelecek analizler hasta demografisi,histopatoloji ve radyasyon tedavisi değişkenlerine yönelik korelatif çalışmaları da içerecektir. Kapanış SRS ile tedavi edilen intrakranial metastatik lezyonların yaklaşık 1/3 1/2'sinde geçici hacim artışı görülmüştür. Bu değişiklikler SRS sonrası 1-2 ayda gözlemlenmiştir. Anahtar Sözcükler SRS 39 9 Mart Başlık Sözlü Sunumlar – 4. Oturum Onkoloji POSTER PRESENTATIONS Onkoloji Başlık Gebelik İlişkili Faktörler ile Güncel Multidisipliner Yaklaşım Yazarlar Sevda Aygün, Sabahattin Taha SOLAKOĞLU Yazarların Fakülteleri Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Özet Gebelik ilişkili meme kanseri gebelik süresince en sık görülen malignensilerden biridir. Gebelik esnasındaki anne yaşı giderek ilerlediğinden gebelik ilişikili meme kanseri insidansının yılar içerisinde giderek artacağı öngürülmektedir. Gebelik ilişkili meme kanserleri, gebelik sırasında, laktasyon döneminde ve postpartum ilk yıl içerisinde tanı alırlar. Tanı anında genellikle ileri evredir ve daha agresif olmakla birlikte prognozu daha kötüdür. Yine gebelik ilişkili meme kanserlerinin görüldüğü dönem ile ilgili olarak prognozunun değiştiği de literatürdeki çalışmalar tarafından saptanmıştır. Hasta serilerinde laktasyon döneminde oluşan meme kanserlerinin pot partum involüsyon döneminde oluşan meme kanserlerinden daha kötü prognoza sahip olduğu çalışmalarda tespit edilmiştir. Gebelik döneminde gerçekleşen fizyolojik değişikliklerin tümör anjiojenezi ve davranışı üzerinde prognozu kötü etkileyecek değişiklikler yaptığı saptanan çalışmalarolduğu gibi literatürde gebeliğin meme kanseri açısından kötü prognostik bir faktör olmadığı görüşünün savunulduğu yayınlar da bulunmaktadır. Fizyopatolojisi hakkındaki bu çatışma, tedavi protokollerinin belirlenmesi aşamasında da karşımıza çıkmaktadır. Gebelik dönemine yönelik (I-II-III. Trimesterlar) farklı tedavi modaliteleri gündemdedir. Bunun yanında gebelik döneminde üzerinde durulması gereken en önemli nokta tedavinin ,özellikle kullanılan kemoteropotiklerin, fetüs üzerinde olumsuz etkiler yarabileceğidir. Bu bağlamda amacımız gebelik ilişkili meme kanserindeki prognostik faktörleri ortaya koymak ve buna uygun tedavi modalitelerini tartışmaktır. Metodlar HU Onkoloji Hastanesi’ne 2000-2013 yılları arasında gebelik döneminde meme kanseri il e başvuran hastaların kayıtları , hastalığın evre, grade, östrojen reseptör ekspresyonu, tanı anında yaş, tanı anındaki gebelik evresi, kullanılan tedavi yönetimi (cerrahi, kemoterapive kemoterapide kullanılan ajan, radyoterapi)kriterlerine göre gruplandırılarak retrospektif olarak incelenmiş; univariate ve multivariate analizleri yapılmıştır. Metotlar HU Onkoloji Hastanesi’ne 2000-2013 yılları arasında gebelik döneminde meme kanseri il e başvuran hastaların kayıtları , hastalığın evre, grade, östrojen reseptör ekspresyonu, tanı anında yaş, tanı anındaki gebelik evresi, kullanılan tedavi yönetimi (cerrahi, kemoterapive kemoterapide kullanılan ajan, radyoterapi)kriterlerine göre gruplandırılarak retrospektif olarak incelenmiş; univariante ve multivariante analizlieri yapılmıştır. Sonuçlarımızı detaylı olarak başvuru sonuçları açıklandıktan sonra paylaşmayı etik açıdan doğru bulmaktayız. Gebelik ilişkili meme kanserleri ileri evrede fark edilen agresif ve prognozu kötü malignensilerdir. Tedavi sürecinde gebelik dönemindeki fizyolojik değişiklikler ve fetus üzerindeki etkisi açısından detaylı değerlendirilmelidir. literatürdeki uyuşmazlıklar sebebiyle bu konuda daha fazla çalışma yapılaması gerekmektedir. Sonuçlar Kapanış Meme Tedavi 40 Kanserinde Modaliteleri: Prognostik Kısıtlılıklar ve Hepatoselluler Adenomlarda Cerrahi Sonuclarimiz Yazarlar İ.ÖZDEN, F.SAĞ, O.BİLGE, A.ALPER, A.EMRE, B.ACUNAŞ, M.GÜLLÜOĞLU, Y.TEKANT Yazarların Fakülteleri İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Giriş Hepatoselüler adenomlar, kötü huylu tümöre dönüşüm ve rüptür riskleri taşıyan lezyonlardır. 2003-2013 yılları arasında, İstanbul Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Karaciğer-Safra Yolları-Pankreas Cerrahisi Birimi’ne başvuran 14 hastada hepatoselüler adenom saptanmıştır. Glikojen depo hastalığı olan ve canlı vericiden karaciğer nakli ile tedavi edilen iki hasta dışındaki 12 hastanın kayıtları, bu incelemede irdelenmiştir. Hastaların onu kadın, ikisi erkekti, medyan yaşı 31’di (sınırlar:17-56). Beş hasta karın ağrısı, iki hasta karında şişlik sebebiyle tetkik edilmiştir. Bir hasta kist hidatik tanısıyla başka bir merkezde ameliyata alınmış, drenaj girişimi sonucu durdurulamayan kanama gelişmesi üzerine packing işlemi yapılarak birimimize sevk edilmiştir. Bir hastada kitle, spontan rüptüre bağlı hemoperitonla ortaya çıkmıştır; başvurduğu merkezde anjiografik embolizasyon ile hemostaz sağlanıp, cerrahi girişim için birimimize sevk edilmiştir. Asemptomatik olan üç hastanın tanısı, başka sebeplerle yapılan radyolojik incelemelerde, rastlantısal olarak koyulmuştur. Dört hasta oral kontraseptif kullanıyordu. Üç hastaya başka merkezlerde tru-cut biyopsi yapılmıştır. Packingli hastaya kanamayı önlemek, bir hastaya, lezyonu küçültmek için ameliyat öncesi transarteryal embolizasyon yapılmıştır.Uygulanan cerrahi işlemler, kitle eksizyonu(6), sağ hepatektomi(4), sol hepatektomi(1) ve sol lateral seksiyonektomidir(1). On hastada bir, iki hastada iki lezyon mevcuttu; patoloji piyeslerinde ana lezyonların medyan büyüklüğü ise 8 cm’di (sınırlar:1,7-20 cm). İki hastada hepatoselüler adenom (13x13x9 cm ve 12x10x5 cm) zemininde iyi diferansiye hepatoselüler karsinom (iki lezyon da 2 cm) çıkmıştır. Başka bir merkezde inoperabl olarak değerlendirilip sağ hepatik arter bağlaması yapılmış olan bir hasta, elektif şartlarda tekrar ameliyata alınmış, sağ hepatektomi yapılmıştır; hava embolisi ve dissemine intravasküler koagülasyon nedeniyle kaybedilmiştir. Diğer hastalardan dokuzu, medyan 29 ay (sınırlar:4-109 ay) süreyle izlenmiştir. Bir hastada, ameliyat sonrası 80. ayda nüks gelişmiş, kitle eksizyonu yapılarak tedavi edilmiştir; 29aydır tekrar nüks görülmemiştir. Karaciğer adenomları tedavi edilmesi ve nüks açısından izlenmesi gereken lezyonlardır. Hepatoselluler Adenom, Kanama, Malign Transformasyon Metotlar Sonuçlar Kapanış Anahtar Sözcükler 41 9 Mart Başlık Sözlü Sunumlar – 4. Oturum Onkoloji Konuk Konuşmacı: Prof. Dr. Ömer Özkan Konuk Konuşmacı 9 Mart Pazar 13.00 – 13.40 Prof. Dr. Ömer Özkan 42 Konuk Konuşmacı: Prof. Dr. Ömer Özkan Ankara Cumhuriyet Lisesi’nden 1988′de mezun oldu. Tıp eğitimini Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 1995′de, uzmanlık eğitimini 1995-2001 arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı’nda tamamladı. 2004 yılında yardımcı doçent, 2006 yılında doçent oldu. 2004 yılında 6 ay süreyle Japonya’da Tokyo Üniversitesi’nde Perforator Flepler ve Supermikrocerrahi, daha sonra yine 6 aylık süreyle Tayvan I/Shou Universitesi, E-Da Hastanesi’nde Plastik cerrrahi ve el cerrahisi klinik fellow’luğu yaptı. 2006 yılında EURAPS Young Plastic Surgeons 3 aylık burs çerçevesinde Almanya Münih’te Bogenhausen Technical University’de fellow’luk yaptı. 2002 PSEF (Plastic Surgery Educational Foundation) Scientific Essay Contest Junior Basic Science Ödülü, 2005 EURAPS Young Plastic Surgeons Scholarship bursu ve 2007 yılında Akdeniz Üniversitesi Teşvik ödülünü aldı. Şimdi Akdeniz Üniversitesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Estetik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Ömer Özkan ve ekibi, Türkiye’nin ilk çift kol naklini ve dünyada kadavradan ilk rahim naklini gerçekleştirdi. Konuk Konuşmacı Ayrıca Türkiye’nin ilk tam yüz naklini de ekibiyle birlikte gerçekleştirmiştir. 43 POSTER PRESENTATIONS Serbest Sunumlar 5. Oturum Serbest Sunumlar 9 Mart Pazar 14.00 – 15.30 Oturum Başkanı: Dr. Fehim Esen 44 Psikiyatri: Tıp Tüketiyor Yazarlar Yiğit Can Güldiken - Gözde Selvi Yazarların Fakülteleri Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Özet Giriş: Kişilerin mesleğinin özgün anlamı ve amacından kopması ve hizmet götürdüğü insanlarla artık gerçekten ilgilenemiyor oluşu ya da aşırı stres ve doyumsuzluğa tepki olarak kişinin kendini psikolojik olarak işinden geri çekmesi olarak tanımlanan tükenmişlik daha çok doğrudan insana hizmet eden, hizmetin kalitesinde insan etmeninin çok önemli bir yere sahip olduğu alanlarda görülmektedir. Bu durum sunulan hizmeti, hizmetin kalitesini doğrudan olumsuz yönde etkilemektedir. Yapılan çalışmalar tükenmenin iş kaybından aile içi ilişki sorunlarına, psikosomatik hastalıklardan alkol-madde-sigara kullanımına ve hatta uykusuzluk, depresyon gibi ruhsal hastalıklara kadar uzanan çok çeşitli ciddi sonuçları olduğunu göstermektedir. Burada, bireyin sahip olduğu kaynaklarla stres nedenlerini ortadan kaldıramaması önemli bir neden olarak nitelendirilmektedir. Tükenmişliğe neden olan stres kaynaklarını diğerlerinden ayıran temel unsur, bireyin çalışma ortamındaki etkileşimlerinin bir sonucu olmasıdır. Tükenmişlik hissi içerisinde olan çalışanlar, mesleğin ve işin gereklerini yerine getiremez duruma gelmektedirler. Tükenmişlik, sağlık çalışanlarının ruh sağlığına yönelik vurgulanması gereken önemli bir konudur. Önlemek ve azaltmak için, tükenmişlik kavramının bilinmesi gerekmektedir. Bu nedenle tükenmişlik sendromu, önleme ve başa çıkma stratejileri hakkında bir çerçeve çizilmeye çalışılacaktır. Metotlar: Tıp öğrencileri arasında 2009 yılında yapılan kesitsel randomize bilimsel araştırma sonuçları kullanılmıştır. sonuclar: Emosyonel tükenme: 46% - 80% (orta ve yüksek), depersonalizasyon: 22%- 93% (orta ve yüksek), azalmış kişisel başarı: 16% - 79% (düşük ve orta) olarak bulunmuştur. Tıp öğrencileri arasında yapılan araştırmaya göre tükenmişlik sendromu prevalansı %10,3tür. Alınacak kurumsal ve kişisel önlemlerle tükenmişliğin önüne geçmek mümkündür. kapanış: Hastalığın semptomları, gelişme aşamaları, tedavi ve önleme teknikleri anlatılmıştır. Özellikle tıp öğrencileri arasındaki yaygınlığı oldukça dikkat çekici olup, önlenmesi adına yapılabilecekler tartışılmıştır. Genel olarak kadınların duygusal tükenme,erkeklerin ise duyarsızlaşma boyutunda daha fazla tükenmişlik yaşadıklarından söz edilmektedir. Eğitim düzeyleri yükseldikçe,bireylerin mesleğe ilişkin beklentileri daha yüksek olmakta ve bunların karşılanamaması tükenmişliğin yaşanma olasılığını artırmaktadır. Asistanların, çalışma süresi 10 yıldan az olanların, çocuk sahibi olmayanların, meslek seçimini kendisi yapmayanların, geliri yüksek olanların ve kadınların tükenmişlik alt ölçeklerine ait puanlarının diğer gruplara göre daha olumsuz yönde olduğu görülmüştür. Anahtar Sözcükler Tükenmişlik sendromu, tıp öğrencileri, meslek hastalığı 45 9 Mart Başlık Sözlü Sunumlar – 5. Oturum Serbest Sunumlar POSTER PRESENTATIONS Serbest Sunumlar Başlık Tıbbi Hipnoz & Auch Metodu Yazarlar İbrahim Cem Hekimoğlu Yazarların Fakülteleri İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Özet Giriş: Tıbbi Hipnoz, başlangıcı antik çağlara dayanan, 1889 yılından beri uluslararası bilimsel kongreleri yapılan, bir çok hastalığın tedavisinde kullanılan dünyaca kabul görmüş bir tedavi yöntemidir. Metotlar: Yapılacak olan sunum bir bilimsel araştırma değildir. sonuclar: Sunumun amacı; Hipnoz'un tanımını, tarihçesini,yöntemlerini,Tıbbi uygulama alanlarını, hukuksal, bilimsel ve deontolojik esaslarını, dünyadaki ve ülkemizdeki gelişimini anlatmak, hekimleri,bilim insanlarını ve öğrencileri bu konuda bilinçlendirmek ve onlara yeni ufuklar açmaktır. kapanış: Bu sayede Tıbbi hipnoz eğitimlerinin doktorlar, diş hekimleri ve psikologlar arasında yaygınlaşması ve bir çok hastalığın ve sorunun ucuz, etkili ve kalıcı bir şekilde tedavi edilmesi hedeflenmektedir. anahtar kelimeler: hipnoz, tıbbi hipnoz Soru: Tıbbi Hipnoz, başlangıcı antik çağlara dayanan, 1889 yılından beri uluslararası bilimsel kongreleri yapılan, bir çok hastalığın tedavisinde kullanılan dünyaca kabul görmüş bir tedavi yöntemidir. Uzun tarihi süreci boyunca bir çok haksız ön yargı ve yanlış anlamalara maruz kalmış olan hipnoz, ne yazık ki ülkemiz doktorları ve bilim insanları tarafından yeteri kadar anlaşılamamıştır. Ne mutludur ki, son dönemlerde yapılan çalışmalar sayesinde hipnoz artık ülkemizde de yaygınlaşmakta ve uygulanmakta olan bir yöntem haline gelmektedir. Özellikle 1950li yıllarda Dr. Hüsnü İsmet Öztürk tarafından bulunan ve geliştirilen bilinçli hipnoz ekolü ile kimyasal analjezik ve anestezik maddelerin kullanımı olmadan yapılan cerrahi müdahaleler başarıyla gerçekleştirilmiş, geniş bir spektruma yayılan bir çok farklı türde hastalık sorunsuz bir şekilde tedavi edilmiştir. Yapılacak olan sunum bir bilimsel araştırma değildir. Sunumun amacı; Hipnoz'un tanımını, tarihçesini,yöntemlerini,Tıbbi uygulama alanlarını, hukuksal, bilimsel ve deontolojik esaslarını, dünyadaki ve ülkemizdeki gelişimini anlatmak, hekimleri,bilim insanlarını ve öğrencileri bu konuda bilinçlendirmek ve onlara yeni ufuklar açmaktır. Bu sayede Tıbbi hipnoz eğitimlerinin doktorlar, diş hekimleri ve psikologlar arasında yaygınlaşması ve bir çok hastalığın ve sorunun ucuz, etkili ve kalıcı bir şekilde tedavi edilmesi hedeflenmektedir. Anahtar Sözcükler 46 Gerontoloji : Prematüre Yaşlanma Sendromu: Hutchinson– Gilford Sendromu: Progeria Yazarlar Tamer Cebe Yazarların Fakülteleri İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Özet Yaşlanma ile ilgili genel olarak iki terim kullanılmaktadır. Bunlardan birisi Geriatri terimidir. Geriatri yaşlılık ve hastalıklarını konu edinen tıp dalıdır. Diğer terim ise Gerontolojidir, yaşlanma olayını konu edinen bilim dalıdır. “Normal Yaşlanma” zamanın geçişine bağlı olarak, hastalık söz konusu olmaksızın ortaya çıkan anatomik yapı ve fizyolojik işlev değişiklikleri tanımlanmaktadır. Biyolojik yaşlanma yumurtanın döllenmesiyle başlar. Tüm yaşam boyu süren engellenemez bir olgudur. Sosyal yaşlılık ise kültürel duruma ve sosyal özelliklere göre toplumdan topluma değişen yaşlılık tanımıdır. Metotlar: ARAŞTIRMA, DERLEME sonuclar: Progeria Yunanca kökenli bir kelime olup "pro" (πρό), “önce“ ve "géras" (γῆρας), “ileri yaş” kelimelerinden kökenlenmektedir. Progeria otozomal dominant kalıtım gösteren, nadir görülen, erken yaşta ölüme neden olan, segmental yaşlanma sendromudur. Tipik fenotipik belirtileri arasında alopesi, belirgin kafa derisi venleri, mikrognati ve konveks nazal profil sayılabilir. Etiyolojisi Lamin A (LMNA ) geninde de novo tek nükleotid mutasyonu ile açıklanmaktadır. Söz konusu mutasyonu taşıyan dislipidemik hastalar 7-20 yaş arası kardiyovasküler hastalık ve MI sonucu kaybedilirler. Bilinen kesin bir tedavisi olmayan bu hastalıktan karaciğer, böbrek, akciğer, gastrointestinal sistem ve kemik iliği etkilenmez. Diğer taraftan hastalarda klasik risk faktörleri olmadan ateroskleroz gelişimi görülür. Bu yüzden segmental yaşlanma sendromu adını almaktadır. kapanış: Progeria’daki moleküler mekanizmaların açıklığa kavuşturulması ile yaşlanma ile ilgili dejeneratif hastalıkların tedavisinde yeni ufukların açılması beklenmektedir. Anahtar Sözcükler YAŞLANMA, GERONTOLOJİ,PROGERİA 47 9 Mart Başlık Sözlü Sunumlar – 5. Oturum Serbest Sunumlar POSTER PRESENTATIONS Serbest Sunumlar Başlık PEKTUS EKSKAVATUM DÜZELTME AMELİYATININ SOLUNUM FONKSİYONLARI ÜZERİNE ETKİSİ Yazarlar Aslı Dudaklı,Hazal Arıkan,Hakan Mursaloğlu,Aysu Oktay,Pınar Kuru,Mustafa Yüksel Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Yazarların Fakülteleri Özet Giriş: Pektus Ekskavatum (PE) sternumun ve komşuluğundaki kostal kıkırdakların içeri doğru çökmesiyle oluşur ve en sık görülen göğüs duvarı deformitesidir. Her 400 ila 1000 doğumda 1 görülür ve erkeklerde kadınlara göre 3-5 kat daha sık görülür. PE hastaları fiziksel kısıtlılıklar ve psikososyal rahatsızlıklardan yakınmaktadırlar. Güncel tedavi yaklaşımı olarak minimal invaziv bir teknik olan, 1998 yılında Donald Nuss tarafından önerilen Nuss ameliyatı, daha kısa sürmesi ve ameliyat sonrası daha az iz bırakması nedeniyle tercih edilen bir tedavi yaklaşımıdır. Bu çalışmada minimal invaziv pektus ekskavatum düzeltme ameliyatının, PE hastalarının solunum fonksiyonları ve yaşam kalitesi üstündeki etkisinin araştırılması hedeflenmiştir. Metotlar: Marmara Üniversitesi Yerel Etik Kurulu Klinik Çalışmalar onayı alınmıştır. Bu çalışma, aynı cerrah tarafından ameliyatı gerçekleştirilmiş 80 PE hastası ve hastaların ailelerini kapsamaktadır. Hastalar ve ailelerine yaşam kalitelerini değerlendirebilmek için yetişkinlere uyarlanmış Nuss Anketi (NQmA) uygulanmıştır. Operasyondan önce ve altı ay sonra hastalara solunum fonksiyon testi uygulanmış, zorlu vital kapasiteleri (FVC) ve zorlu ekspirasyonun 1.saniyesindeki volüm (FEV1) ölçülmüştür. sonuclar: Bu çalışmaya 80 hasta katılmıştır. Hastaların %85'i (n=68) erkektir. Hastaların %66'sında simetrik deformite, %46,3'ünde eşlik eden anomali veya hastalık, %13,8'inde skolyoz vardır. Ortalama ameliyat yaşı 16,91±0,5 (7-34), ortalama Haller indeks skoru 4,06±0,16'dır. Ameliyattan önce hastalar için NQmA skoru 31,45±0,65 iken ameliyattan altı ay sonra bu skor 41,92±0,61'ye yükselmiştir; (p<0,0001) aynı skor ebevyenler için ameliyattan önce 38,00±0,65 iken ameliyattan sonra 43,22±0,72 (p<0,0001) olmuştur. Preoperatif FVC 3,70±1,23 FVC (%) 83,21±1,90 olarak ölçülürken postoperatif FVC 3,49±1,03(p=0.01) ve FVC(%) 76,53±2,34 (p=0,058) azaldığı tespit edilmiştir. FEV1 ve FEV1(%)’de dikkate değer bir değişiklik olmamıştır. Preoperatif FEV1/FVC ortalama değeri %86'dan postoperatif durumda %91’e yükselmiştir (p<0,0001). kapanış: Mevcut çalışmada minimal invaziv pektus ekskavatum düzeltme ameliyatının hastaların yaşam kaliteleri üzerinde olumlu etkileri gösterilmiştir ama zorlu vital kapasite üzerinde olumsuz etkileri kaydedilmiştir. Ameliyat, özellikle hastaların psikolojileri üzerinde olumlu bir gelişme sağlamıştır, ancak hastaların akciğer kapasitelerini kısıtlamış ve özellikle ilk 6 ayda restriksiyona sebep olmuştur. Ameliyattan sonra uzun dönemde akciğer fonksiyonu değişimleri ve buna bağlı faktörleri görmek için uzun dönem takip çalışmalarına ihtiyaç vardır. 48 Serbest Sunumlar Başlık Sanatsal Yaratıcılığa Hastalıkların Katkısı Yazarlar İlvana Çaklovica Yazarların Fakülteleri İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Özet Giriş: Yaratıcılık; nesnel ve duyumsal gerçekliği toplumun genelinden farklı olarak algılayarak, söz konusu kişisel algısal farklılığı estetik değer taşıyan nesnel bir ürün oluşturma yolu ile evrensel sanat normları içinde sosyal çevreyle paylaşmaktır. Hastalıkların bireyin algısal ve ruhsal yapısı üzerine etkileri kimi zaman sanatsal yaratıcılığı teşvik etme yönünde olmaktadır. Anahtar Sözcükler Sonuclar: Hayran olduğumuz ressamlar, yazarlar, müziğin önde gelen bestecileri, siyasi liderlerdeki bazı hastalıklar etyolojilerine bağlı olarak ünlülerin etraflarına olan bakış açılarını etkilemiş ve yarattıkları eserlerde, aldıkları kararlarda, dolayısıyla tarihe ve günümüz sanat anlayışı temeline önemli katkılarda bulunmuştur. Bu sanatçılar ve siyasi liderler içinde Van Gogh, Beethoven, Paganini, İngiltere kralı III George ve ABD’nin kurucularından olan Benjamin Franklin’i saymak mümkündür. Sanatsal yaratıcılığa katkısı olan hastalıkları tarihsel perspektif içinde incelediğimizde etyolojilerinde nörolojik, psikiyatrik, genetik, metabolik, bozuklukların rol oynadığını görmekteyiz. Diğer taraftan madde kullanımının yol açtığı duygudurum bozuklukları, yüksek dozda ilaç kullanımına bağlı toksisite ve bazı ağır metal zehirlenmelerinin de kimi ressam, heykeltıraş ve edebiyatçılarda sanatsal yaratılarını ortaya koymalarında etkili olduğu bilinmektedir. Sözlü Sunumlar – 5. Oturum Kapanış: Bireysel yönden olumsuz bir bakış açısı oluşturan hastalıklar görüldüğü üzere kimi zaman toplumun genelini entelektüel ve sosyal yönden pozitif olarak etkileyen sonuçlar da doğurabilmektedir. Bu bakımdan hastalık durumunun kişinin sosyal, entellektüel ve duygudurumuna bağlı olarak kimi zaman yaratıcılığa katkıda bulunan önemli bir faktör olduğu düşünülebilinir. 9 Mart Metotlar: Literatür taraması ve derleme Sanatsal yaratıcılık, Etyolojik faktörler, Duygudurum, Psikiyatri 49 POSTER SUNUMLARI 51 9 Mart Poster Sunumları POSTER SUNUMLARI POSTER SUNUMLARI Başlık UZUN SÜRELİ VE DÜŞÜK DOZ SİKLOSPORİN BÖBREK DOKUSU ÜZERİNE APOPİTOTİK ETKİLERİ Yazarlar Aylin Garip, Emirhan Uzak, Olgu Enis Tok, Mukaddes Eşrefoğlu, Ranan Gülhan Aktaş Yazarların Fakülteleri Maltepe Üniversitesi Giriş Organ transplantasyonlarından sonra; ilgili organın vücuttan atılmaması için hastaya immun sistemini baskılayıcı ilaçlar verilmektedir. Bunlardan en sık kullanılanlardan biri "Siklosporin-A (Cy-A)" dır. Siklosporin-A ile ilgili yapılmış çalışmalarda, bu ilacın böbrek üzerine hasar verici etkileri olabileceği gösterilmiştir. Siklosporin-A'nın bu hasar verici etkilerini minimuma indirebilmek için, ilacın dozu düşürülmüş ve beraberinde steroid verilmeye başlanmıştır. CyA'nın ağızdan ve de damardan verilebilen formları mevcuttur. Damardan verilen formunun içerisinde çözücü olarak "Cremofor -EL" kullanılmaktadır. Bazı çalışmalarda asıl bu çözücünün böbrek üzerine hasarı tetikleyici olduğu belirtilmektedir. Yöntem "Apopitozis" hücrelerin kontrollü ölümü anlamına gelmektedir. Sağlıklı dokularda apopitozis belli bir denge içerisinde görülmektedir. Ancak hasar görmüş dokularda da apopitozisin artabildiği bilinmektedir. Bazı ilaçlar da dokulardaki bu kontrollü ölümü uyarmaktadır. Doku içerisindeki apopitozisi görüntüleyebilmek için farklı yöntemler geliştirilmiştir. Bu yöntemlerden büyük bir kısmında; apopitozis sırasında hücrelerde ortaya çıkan "DNA fragmantasyonu" nun görüntülenmesi hedeflenmektedir. Bu yöntemlerden birisi de "DNA fragmantasyonu" nun mikroskopik düzeyde görüntülenmesini sağlayan "TUNEL" yöntemidir. Sonuç Çalışmamızda; uzun süreli ve düşük dozda, ağızdan ya da damardan verilecek CyA 'nın böbrekte apopitozisi arttırıp arttırmadığını karşılaştırmalı araştırmak istedik. Ayrıca; steroidle birlikte verildiğinde apopitotitk değişiklirlerin nasıl etkiendiğini de gözlemlemeyi amaçladık. Bu amaçla; daha önce yapılmış bir deneyde hazırlanmış doku örneklerini kullandık. Bu deneyde; Sprague_Dawley cinsi 2,5 aylık 24 dişi fare 4 deney grubuna ayrılmıştır. Birinci grup kontrol olarak kalırken, ikinci gruba 3 ay süre ile 4 mg/kg/gün dozunda CyA'nın oral formu, üçüncü gruba 3 ay süre ile 4 mg/kg/gün dozunda CyA'nın intravenöz formu, dördüncü gruba da yine 3 ay süre ile 4 mg/kg/gün CyA nın intravenöz formu ile 1 mg/kg/gün dozunda steroid beraber olarak verilmişti. Organ transplantasyonlarının ardından uygulanan tedavilerde kullanılan dozlar bu deneyde esas alınmıştı. Ardından, tüm ratlardan alınan böbrek dokuları parafin içerisine gömülmüştü. Biz çalışmamızda bu bloklardan kesitler hazırladık ve TUNEL kiti kullanarak tüm kesitleri boyadık. Kesitleri mikroskop altında inceleyerek boyanma oranlarını karşılaştırmalı olarak değerlendirdik. Kapanış Dört deney grubunda, CyA’nın farklı formlarının uzun süreli ve düşük dozda kullanımının, bununla birlikte tedaviye steroid eklenmesinin böbrek dokusunda yapabileceği apopitotik değişimler karşılaştırmalı olarak incelendi. Anahtar Sözcükler böbrek, siklosporin, apopitozis 52 KULLANIMININ Yazarlar SOSYAL İLİŞKİLERİN TEMEL PARÇASI EMPATİ: FONKSİYONEL ANATOMİ Ozan Cengiz*, Öykü Oğuz** Yazarların Fakülteleri *İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Dönem 2; **Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dönem 2 Giriş Empati; bireyin kendisini karşısındakinin yerine koyabilme, karşısındakinin hissettiklerini ve düşündüklerini anlayabilme yeteneğidir. Şizofreni, otizm spektrum bozukluğu, Asperger Sendromu, sosyopati, posttramvatik beyin hasarı gibi hastalıklar empati süreçlerini bozup bireyin çevresiyle olan sosyal ilişkisine zarar verir. Bu hastalıkların empati mekanizmasını doğrudan etkilediği düşünülmektedir. Bu çalışmada empatiden sorumlu beyin unsurları, bu unsurlar arasındaki ilişkiler ve bu ilişkileri aksatabilecek haller üzerinde durulmuştur. Yöntem “Empati, sosyal biliş, ayna nöron sistemi, beyin anatomisi, MRG, fMRG” anahtar kelimeleriyle PubMed ve ISI Web of Science veritabanlarından literatür taraması yapılmıştır. Bulunan sonuçlardan araştırmayla bağlantılı olan en güncel ve kapsamlı makaleler kullanılmıştır. Sonuç Daha önce yapılan çalışmalarda frontotemporal lobar dejenerasyon hastalarına empati testleri uygulanmış, sağ temporal lopta ve sağ inferior frontal korteksteki dejenere hacim kaybıyla empati puanlarının ilişkili olduğu görülmüştür. Başka bir çalışmada hem katılımcıların kendileri acı hissini deneyimlemiş hem duygusal yakınlık kurdukları insanların acı çektiği sinyali katılımcılara verilmiş, katılımcıların anterior insulaları ve anterior singulat kortekslerinde iki durumda da aynı derece aktivasyon görülmüştür. Ayna nöron sistemini araştıran bir çalışmada gösterilen duygusal manzaraların ne hissettirdiği sorulduğunda katılımcıların inferior frontal giruslarında aktivite artışı gözlenmiştir. Kapanış Empatiyi oluşturan evreler üçe ayrılabilir: Bireyin karşısındakinin duygu durumunu algılaması ve paylaşması, kendini karşısındakinin yerine koyup onun bakış açısını alma, karşısındaki gibi hissedebilmesi için kendi öznel bakış açısını bastırma. Duygu durumunun algılanmasında görev yapan beyin parçaları inferior frontal korteks, superior temporal korteks, amigdala, sağ somatosensoriyel korteks, sağ temporal lob, sağ insuladır. Ventromedial prefrontal korteks, orbitofrontal korteks, temporoparietal bölge bireyin karşındakinin bakış açısını almasını sağlar. Öznel bakış açısını bastırmada görevli kısımlar dorsolateral prefrontal korteks ve anterior singulat kortekstir. Ayna nöron sistemi, hem bir hareket uygulanırken hem başkasının yaptığı aynı hareket izlenirken uyarılan bir grup özelleşmiş nörondur. İnferior frontal girus ve inferior parietal lobül ayna nöron sisteminden sorumludur. İnsanlar arası iletişimin en büyük yardımcısı empati sürecine katılan unsurları belirlemek, aralarındaki ilişkileri ortaya koymak ve bu ilişkilerde ortaya çıkan bozuklukları tespit etmek gelecekte sosyal ilişkileri zedeleyen hastalıklara çözüm bulmada yararlı olacaktır. Anahtar Sözcükler Empati, ayna nöron sistemi, beyin anatomisi 53 9 Mart Başlık Poster Sunumları POSTER SUNUMLARI POSTER SUNUMLARI Başlık Yaşamın Çift Sırrı, MİKROKİMERİZM Yazarlar Tuğba Yılmaz Yazarların Fakülteleri Erciyes Üniversitesi Giriş Hamilelik sürecinde anne ile fetüs arasında sürekli bir alışveriş vardır. Bu alışveriş besin düzeyinde olabileceği gibi hücre düzeyinde de gözlenmektedir. Peki plasenta bariyerine rağmen bu geçiş nasıl olmaktadır ve anne vücuduna yabancı bu hücreler ile anne arasında ilişki nasıldır? Işte bu ve buna benzer soruları yanıtlamak için mikrokimerizm araştırmaları bize ışık tutmaktadır. Yöntem Araştırmamda kullandığım yegane araç internetten ulaşabildiğim makaleler ve popüler bilim yazılarıydı. İstatistik açıdan ise normal sağlıklı bayanlar ve otoimmunite gözlenen bayanlar arasında fetal hücre bulundurup bulundurmaması ile ilgili veriler buldum. Bayanların mikrokimerik hücre bulundurmasına bağlı olarak alzheimer, kanser gibi hastalıkların insidans verileri de yer almaktadır. Sonuç Araştırmam sürecinde çok farklı sonuçlar buldum. Örneğin Alzheimer hastalığı görülen bayanda normalde beklenenin aksine mikrokimerik hücre yoğunluğu daha azdı. Ancak çeşitli kanserlerde bulunan mikrokimerik hücreler kanserin dokusuna göre fazla veya azdı. Yani bazıları kanserleşmeye sebep olmuş olabilirdi. Kapanış Geçişi çok sınırlı dediğimiz kan beyin bariyerinde bile fetal hücreler geçebilmekte ve hamilelikten itibaren annenin hayatında çeşitli olumlu veya olumsuz etkiler oluşturmaktadır.Bunun yanı sıra yıllarca istisna olarak kalmış gerekler gün yüzüne çıkmış ve bayanlarda da Y kromozomlu hücreler tespit edilmiştir. Kısaca bu farklılaşmamış fetal hücreler yeni bir araştırma konusu oluşturmakla kalmamış birçok istisnayı da günyüzüne çıkarmıştır. Anahtar Sözcükler mikrokimerizm, gebelik, otoimmunite Başlık LIF gen terapisi ile miyelin yenilenmesi Yazarlar Kübra Peker Yazarların Fakülteleri Şifa Üniversitesi Giriş Miyelin yapımında görevli hastalıklarda zarar görür. Sonuç LIF gen terapisi ile farelerde yapılan deneyler sonucunda oligodendrocytelerin yenilerinin oluşturulduğu tespit edilmiş. Anahtar Sözcükler Miyelin , oligodendrocyte , LIF 54 oligodendrocyte hücreleri MS gibi Kardiyovasküler Hastalıklar ve Nöropsikiyatrik Hastalıklar İlişkisi Yazarlar Şeyma Karaca , Yıldız Kocatüfenk Yazarların Fakülteleri Ege Üniversitesi Giriş Yapılan araştırmaların ortaya koyduğu istatistikler gösteriyor ki kardiyovasküler hastalıklar Dünya üzerindeki ölüm nedenleri arasında birinci. Ölümler azaltılmaya çalışılmaktadır ve büyük ölçüde kontrol sağlanabilmektedir. Ancak ölümler sınırlandırılsa dahi kişinin yaşam kalitesi üzerindeki etkiyi yok etmek uzun süre mümkün olmayacak gibi görünmektedir. Yazımızda kardiyovasküler hastalıklarla ilişkisini incelediğimiz depresyon da kişinin yaşamını sıkıntılı hale getiren ve azımsanamayacak kadar yaygın bir hastalıktır. Biz bu yazımızda yaşam üzerindeki etkisi yadsınamayacak bu iki hastalığın birbirleri üzerindeki etkilerini, bu hastalıkların ortak noktalarını irdelemeyi ve bu etkinin önemine dikkat çeken yeni taramaların sağlanmasının getirebileceği olumlu etkileri incelemeyi amaçladık. Yöntem Sistemlerde ortaya çıkan hastalıklar incelendi. Hastaların beraberinde ne tür şikayetlerde bulundukları sorgulandı. Bu şikayetlere dayalı tedaviler ortaya kondu. Depsesyon sonrasında mı kardiyak proplemler ortaya çıktı yoksa kardiyak problemler sürecindeki tedavi yolları mı psikiyatrik sorunlara yol açtı? Bunlar üzerinde duruldu. Sonuç Kardiyovasküler hastalıkların, nöropsikiyastrik hastalılarla yakından ilişkisi olduğu yapılan incelemelerde ve incelenen istatistiklerde fark edilmiş ve fizyolojilerinin birbirlerine benzer olduğu görülmüştür. Bu iki hastalığın prognozlarında beraberlik gözlenmiştir. Bu nedenle tedavi süreçlerinde de birbirlerini etkileyebileceği düşünülmektedir. Kullanılan ilaçlarda kardiyovasküler sistem ve nörolojik sistemin birbirine olumlu etki yapabildiği gibi yan etki de oluşturabildiği dikkati çekmektedir. Ayrıca kardiyak hastalarda tedavinin yanı sıra depresyon tedavisi uygulanabileceği düşünülmektedir. Bakıldığında kardiyak hastalıkların pek çok aşamasında depresif belirtilerin varlığı görülmüştür. Bu süreçte hastanın psikolojik durumu da mutlaka takibe alınmalıdır. Kapanış Çalışmalar ilerletildiği taktirde, depresif odaklı kardiyovasküler hastalıkların ayrı başlık altında toparlanarak daha özelleştirilmiş tedavilerin uygulanabileceği düşünülmektedir. Ortak işleyiş ve sistem özelliklerine dayalı yan etkisi ortadan kaldırılmış ilaçların üretilebileceği tedavilerinin birlikte yürütülebileceği öngörülmektedir. Anahtar Sözcükler kardiyovasküler hastalıklar, nöropsikiyatrik hastalıklar 55 9 Mart Başlık Poster Sunumları POSTER SUNUMLARI POSTER SUNUMLARI Başlık Yaşlı İstismarı Hakkında Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Bilgi Düzeyi Yazarlar Erhan Yüksek, Yunus Taylan, Gülser Aydın, Sibel Yaman, Mücahit Atasoy, Fatih Uğur Taş, Pınar Gökdogan, Sümeyye Tümtürk, Hakan Yavuzer, Murat Emül Yazarların Fakülteleri İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Giriş Bu çalışmada amacımız dünyada yeni yeni oluşan yaşlı istismarı farkındalığının geleceğin hekimleri olan Cerrahpaşa tıp fakültesi öğrencilerindeki düzeyini öğrenmek ve arttırmaktı. Çalışmadaki hipotezlerimizin birincisi tıp fakültesi öğrencilerinin yaşlı istismarına dair bilgilerinin az olduğudur. İkinci hipotezimiz, klinikteki öğrencilerin temel bilimlerdeki öğrencilere göre daha bilgili olabileceğidir. Üçüncüsü öğrenciler arasında cinsiyete göre bilgi farklılıkları olabileceğidir. Yöntem 2011-2012 öğretim yılında, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencilerinden katılmayı kabul edenler alın¬dı (n=810). Bu bir karşılaştırmalı ve tanımlayıcı çalışmadır. Araştırmada daha önce çalışmalarda kullanılan anket soruları ile oluşturduğumuz bir anketi kullandık. Sonuç Katılanların 356’i (%44) erkek, 454’ü (%56) kadındı ve yaş ortalaması 21.49±3.52 yıl idi. Öğrencilerin %68.4’ü bu anketten önce de yaşlıda istismar konusundan haberdar olduğunu belirtmişti. Yaşlıda en sık istismar türünün sözel (%37.7), ihmal (%27.8), fiziksel (%11.2), maddi (%11.2) ve cinsel (%9.0) olduğuna inanmaktaydı. Öğrencilerin %80.9’u bir sağlık çalışanı olarak yaşlıda istismarı bildirme sorumluğunun olduğunu düşünmekteydi. “Yaşlı istismarını bildirmeden önce istismarın gerçekleştiğine tam olarak emin olmalıyım” önermesini %7.4 oranında yanlış, %73.3 doğru diye yanıtlamıştı. Yaşlı istismarı için yapılabilecek standart prosedürlerin olduğunu düşünen klinik bilimlerdeki öğrenci sayısı daha fazlaydı (X2=22.53; p<0.0001). “Yaşlı istismarını benim bildirdiğimi düşünecek / bileceklerdir” önermesine anlamlı yüksek sayıda klinik bilimler öğrencisi çekimser kalmıştı (X2=21.97; p<0.0001). Kapanış Cevap:Tıp fakültesi öğrencilerinin yaklaşık yarısı istismarı tanıyamama ve tanı için net tanımlamalar olmamasını istismarı bildirmede önemli engellerden olarak göster¬miştir. Ayrıca, istismarı bildirmede en önemli en¬gel olarak iki öğrenciden biri istismarın reddedilmesini / kabul edilmemesini ve bildirim için onam verilme¬mesini öne sürmektedir. Yaşlı istismarı konusunda anlamlı olarak daha fazla sayıda kadın öğrenci bu çalışmadan önce de haberdar olduğunu belirtmişti. Klinik bilimler öğrencilerinde temel bilimler öğ¬rencilerine göre daha fazla kararsızlık saptanmıştır. Sonuç: Yaşlı istismarı konusu ihmal edilebilmektedir ve bu konuyla mücadelenin yasama, sağlık politikası, medya gibi birçok yönü vardır. Yaşlıda istismar olduğunda ne yapılacağını bilemeyen geleceğin hekimlerinin bilgi, beceri, tanı koyabilme ve rapor etme eğitimi ile bu konudaki farkındalıkları artırılmalıdır. 56 POSTER SUNUMLARI Hücreiçi Taşıma Sistemi Yazarlar Zeynep Gümüş Yazarların Fakülteleri Şifa Üniversitesi Giriş hücre içi vezikül trafiği Yöntem Powerpoint Poster Sonuç Nobel ödülü alınması Kapanış Kaynakça Anahtar Sözcükler vezikül, taşıma, 2013 nobel ödülü Başlık Tıp Öğrencilerinde Depresyon Yazarlar Hanım Koka, Lefide Berna Sakar, Leyla Seyhan Yazarların Fakülteleri İnönü Üniversitesi Giriş Depresyonun tanımı Yöntem Beck depresyon testi Sonuç Bulunan anket sonuçları Anahtar depresyon, beck depresyon testi Sözcükler Başlık Hipertansiyon ve Böbrek Yazarlar Leyla Seyhan Yazarların Fakülteleri Dicle Üniversitesi Giriş hipertansiyon tanımı Yöntem Hipertansiyon ve böbrek ilişkisi Sonuç Böbrek fonksiyonlarının değerlendirmesi Kapanış tedavi Anahtar Sözcükler hipertansiyon, böbrek,gebelik 57 9 Mart Poster Sunumları Başlık POSTER SUNUMLARI Başlık Benzidamin Hidroklorid Suistimaline Bağlı Olarak Görülen Akut Psikotik Semptomlar Yazarlar Yahya Ayhan Acar¹, Mustafa Kalkan², Rıdvan Çetin², Erdem Çevik³, Orhan Çınar⁴ Yazarların Fakülteleri GATA Giriş Benzidamin Hidroklorid (BH) lokal etkili, steroid olmayan bir antiinflamatuvar ilaçtır (NASİİ) ve özellikle ağız ve boğazın inflamatuvar durumlarında ağrı kesici ve tedavi amacıyla kullanılır. BH doz aşımı santral sinir sistemi uyarılması, halüsinasyonlar ve psikoza neden olabilir. Bu makalede BH kötüye kullanımı sonucu oluşan psikotik semptomlar ile acil servise başvuran bir genç erkek olgusunu sunmak istedik. Yöntem OLGU: Yirmi yaşında bir erkek hasta acil servise örümcek görme şeklindeki görsel halüsinasyonlar yakınması ile başvurdu. Bir gece önce 20 adet benzidamin hidroklorid (Tantum®) drajesini alkolle aldığı öğrenildi. İlk etapta intihar girişimi düşünülmekle birlikte, sonrasında BH’nin alkol ile birlikte hezeyan yaratıcı etkisinden dolayı kötüye kullanıldığı öğrenilmiştir. Hasta ileri değerlendirme amacıyla Psikiyatri kliniğine yönlendirilmiştir. Sonuç Katılanların 356’i (%44) erkek, 454’ü (%56) kadındı ve yaş ortalaması 21.49±3.52 yıl idi. Öğrencilerin %68.4’ü bu anketten önce de yaşlıda istismar konusundan haberdar olduğunu belirtmişti. Yaşlıda en sık istismar türünün sözel (%37.7), ihmal (%27.8), fiziksel (%11.2), maddi (%11.2) ve cinsel (%9.0) olduğuna inanmaktaydı. Öğrencilerin %80.9’u bir sağlık çalışanı olarak yaşlıda istismarı bildirme sorumluğunun olduğunu düşünmekteydi. “Yaşlı istismarını bildirmeden önce istismarın gerçekleştiğine tam olarak emin olmalıyım” önermesini %7.4 oranında yanlış, %73.3 doğru diye yanıtlamıştı. Yaşlı istismarı için yapılabilecek standart prosedürlerin olduğunu düşünen klinik bilimlerdeki öğrenci sayısı daha fazlaydı (X2=22.53; p<0.0001). “Yaşlı istismarını benim bildirdiğimi düşünecek / bileceklerdir” önermesine anlamlı yüksek sayıda klinik bilimler öğrencisi çekimser kalmıştı (X2=21.97; p<0.0001). toksikoloji, acil, suistimal, alkol Anahtar Sözcükler 58 Grip Etkeni Virüsler Yazarlar Lefide Berna Sakar Yazarların Fakülteleri İnönü Üniversitesi Giriş Virüsun yapısı ve replikasyon Yöntem Sınıflandırma Sonuç Antijenik değişim Kapanış Korunma ve kontrol Anahtar Sözcükler influenza virüsleri, bağışıklık, grip, enfeksiyon Başlık Bir Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Yaşam Mahallerindeki Mikrobiyolojik Hava Kalitesinin ve Etki Eden Çevresel Faktörlerin İncelenmesi Yazarlar Hülya Kapucu, Zeynep Eslem, Recai Oğur Yazarların Fakülteleri Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Giriş Bu çalışmanın amacı bir tıp fakültesi öğrencilerinin ders saatleri dışı zamanlarda bulundukları çalışma ve yatak odaları ile ortam yaşam yerlerinin mikrobiyolojik hava kalitesini ve etkili olabilecek çevresel faktörleri araştırmaktır. Yöntem Mikrobiyolojik hava örnekleri, Merck Air Sampler 100 hava örnekleme cihazı ile ve her bir örnek için 100 litre hava süzülerek alınmış ve genel amaçlı besiyerine (TGE besiyeri) ekilmiştir. Alınan örnekler Halk Sağlığı laboratuvarına ulaştırılmış ve 37ᵒC'de 48 saatlik inkübasyon sonrasında koloni sayımı gerçekleştirilmiştir. Sonuç Öğrencilerin yaşam mahallerinin mikrobiyolojik hava kalitesi açısından genel olarak uygun olduğu, oda tipinin, oda şeklinin ve havalandırmanın önemli bir etkisinin olmadığı anlaşılmaktadır. Kapanış Anahtar Sözcükler Kapalı ortam mikrobiyolojik hava kalitesinin iyileştirilmesi için oda başına düşen kişi sayısının azaltılmasının en etkili yaklaşım olacağı değerlendirilmektedir. hava mikrobiyolojisi, ölçüm, yurt 59 9 Mart Başlık Poster Sunumları POSTER SUNUMLARI POSTER SUNUMLARI Başlık Halk arasında Tip 2 Diabetes Mellitus tedavisinde kullanılan bazı tıbbi bitkilerin prostat kanseri hücreleri üzerindeki antiproliferatif etkinliğinin araştırılması Yazarlar Emre Aydoğdu1,2 , Ahmet Yüksel1,2 , Mustafa Alparslan Babayiğit3 , Recai Oğur2,3 Yazarların Fakülteleri GATA Giriş Bu çalışmanın amacı ülkemizde Tip 2 Diabetes Mellitus tedavisinde destek amacıyla yaygın olarak kullanılan bazı tıbbi bitkilerin prostat kanseri hücreleri üzerine olan antiproliferatif etkilerinin in vitro olarak incelenmesidir. Yöntem Sertifikalı bir üreticiden temin edilen dokuz adet tıbbi bitki (Cinnamomum zeylanicum (tarçın), Foeniculum vulgare (rezene), Juglans regia (ceviz), Momordica charantia (kudret narı), Myrtus comunis (mersin), Olea europea (zeytin), Terminalia chebula (kara halile), Thuja articulata (sandalos), Urtica dioica (ısırgan)) laboratuvar tipi öğütücüde parçalandıktan sonra 10'ar gram alınarak 100 ml çözücüde (eşit miktarda distile su, methanol, hekzan, butil alkol) üç gün süresince çalkalanarak ekstrakte edildi ve çözücüler kuruluğa kadar uçuruldu. Hazırlanan toz ekstrakt %10 DMSO içerisinde 10 mg/ml olacak şekilde çözüldü. Standart şartlarda inkübe edilen (37ᵒC'de ve %5 CO2 içeren inkübatörde; %10 Fetal calf serum, %1 antibiyotik ve %1 L-glutamin içeren RPMI-1640 besiyerinde) ve 96 kuyucuklu hücre plaklarına pasajlanan iki farklı prostat kanseri hücre serisine (PC3 ve DU-145) mililitrede 50 ve 20 mikrogram olacak şekilde, tıbbi bitki ekstrakları uygulandı. 72 saatlik inkübasyon sonrasında her bir kuyucuğa 10 mikrolitre MTT (5mg/ml) boyası ilave edildi ve 3.5 saatlik inkübasyon sorasında her bir kuyucuğa 100 mikrolitre DMSO uygulandıktan 15 dakika sonra, kuyucukların absorbans değerleri 570 nm'de bir plak okuyucuda okutuldu. Absorbans ölçümlerinden elde edilen veriler kontrole (sadece besiyeri bulunan kuyucuklar) göre hücre proliferasyonu hesaplama formülü (Hücre Canlılığı (%) = 100 x [(A1A0)/A0]) kullanılarak MTT test sonuçları hesaplandı. Sonuç Analiz sonuçlarına göre bitkilerin farklı düzeyelrde anticanserojen etkinlik gösterdiği saptanmıştır. İncelenen tıbbi bitkilerin hücre türüne göre etkinlikleri değişmektedir. Halk arasında kan şekerini regüle etmeye faydası olduğu düşünülerek özellikle Tip 2 DiabetesMellitus hastaları tarafından yaygın olarak kullanılan bazı tıbbi bitkilerin aynı zamanda antikanserojen aktiviteye de sahip olduğu gözlenmiştir. Bu yönü de dikkate alındığında bu bitkilerin normoglisemik etkilerinin yanı sıra diğer etkilerini de ortaya koymaya yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Kapanış Anahtar Sözcükler tip2 diabetes mellitus, prostat kanseri, fitoterapi 60 Güçlü Bir Antioksidan Olan Melatoninin Yaşamımızdaki Rolü ve Alzheimer Hastalığıyla Savaşı Yazarlar F.Nurefşan Selek Yazarların Fakülteleri GATA Giriş Geçmişte insanlar enfeksiyöz hastalıklarla savaşırken bugün bizi en çok korkutan, önemli mortalite oranına sahip olan nonenfeksiyöz kronik hastalıklar olmuştur. Metabolik hastalıklar son zamanlarda epidemik haline gelmiş sağlık sorunları olarak karşımıza çıkmaktadır. Değişen yaşam tarzıyla birlikte gece gündüz döngüsünün değişmesi, gece ışığa maruz kalma süresinin uzaması melatonin hormonunun salgılanmasında eksikliklere yol açarak beraberinde birçok hastalığı getirmektedir. Batı ülkelerinde 2001 yılında gece aydınlığa maruz kalan insanların oranı %62 iken, bugün bu oran %99’a ulaşmıştır. Gece gözümüzdeki retinal ganglion hücrelerine gelen bu ışıklar paraventriküler çekirdekteki suprakiazmatik nukleusu inhibe eder ve SCN de nöronal bazı yolaklar sonucu pineal bezi inhibe ederek karanlıkta salgılanması gereken melatoninin salgılanması engellenir. Melatonin; pineal bez tarafından gece salgılanan ve maksimum düzeye tam karanlık ortamdan birkaç saat sonra ulaşan, sirkadian ritmin düzenlenmesi, serbest radikallerin temizlenmesi, immünitenin geliştirilmesi ve antioksidan özellikleri yanında birçok fonksiyonda rol alan bir hormondur. Melatoninin hastalıkları önlediğini, özellikle kansere yakalanma oranını düşürdüğünü gösteren en önemli kanıt da görme engellilerde yapılan araştırmalarda kansere yakalanma oranının çok düşük olmasıdır. Melatonin defisitinin, genellikle yaşlanma ve yaşlılıkla ilişkili hastalıklarla yakından ilişkisi olduğu kabul edilmektedir. Bu hastalıklardan önemli bir yere sahip olan Alzheimer hastalığı, çok yönlü bilişsel fonksiyonlarda kötüleşme ve ilerleyici hafıza kaybı ile birlikte olan, yaşa bağımlı bir nörodejeneratif hastalıktır. Hastalık, kümelenmiş β-amiloid yapıda hücre dışı senil plaklar ve hücre içi hiperfosforile tau proteini içeren nörofibriler yumaklarla karakterizedir. Melatoninin , bir antioksidan ve nöron koruyucu olarak, yaşlanma ve Alzheimer hastalığında önemli bir rol oynayabileceğini gösterilmiştir. Melatonin yaşla birlikte azalmaktadır ve Alzheimer hastalığı bulunan hastaların melatonin seviyelerinde büyük bir azalma vardır. Melatonin ilavesinin uykuyu geliştirdiği, sundowning bulgularını iyileştirdiği ve Alzheimer hastalarındaki bilişsel bozulmanın ilerlemesini yavaşlattığını göstermiştir. Melatoninin hastalıkları önlediğini, özellikle kansere yakalanma oranını düşürdüğünü gösteren en önemli kanıt da görme engellilerde yapılan araştırmalarda kansere yakalanma oranının çok düşük olmasıdır. Sonuç Kapanış Anahtar Sözcükler Sonuç olarak melatonin, birçok hastalığı engellediği, sağlıklı yaşam için mutlaka gerekli olduğu değişik araştırmalarla kanıtlanmıştır. Bu yüzden gece-gündüz döngüsünün dengeli olması, gece ışığa maruz kalma süresinin ve teknolojiyle geçirilen sürenin mümkün olduğu kadar kısa olması melatonin düzgün ve yeterli miktarda salgılanmasına sebep olarak bize sağlıklı bir yaşam sunacaktır. melatonin, antioksidan, alzheimer hastalığı 61 9 Mart Başlık Poster Sunumları POSTER SUNUMLARI POSTER SUNUMLARI Başlık Sıçan Kemik İliği Kaynaklı Mezenkimal Kök Hücrelerin Wistar Albino Sıçanlarda Geliştirilen Kronik Konstrüksiyon Hasarı Modelinde Nöropatik Ağrı Üzerine Etkisinin Araştırılması Yazarlar Özlem Alhan, Sezer Aslan, Yasin Yıldız, Tunç Akkoç Yazarların Fakülteleri Marmara Üniversitesi Giriş Nöropatik ağrı (NA), merkezi ya da periferal sinir sisteminde oluşan bir patolojiden kaynaklanmaktadır. Tam mekanizması açıklanamamış olsa da, son zamanlarda nöropatik ağrıda enflamatuar ve bağışık sistemin de rol oynadığı bildirilmektedir. Bu çalışmada, sıçan kemik iliği kaynaklı mezenkimal kök hücrelerin (Ski-MKH) nöropatik ağrı üzerine etkisi araştırılmaktadır. 18 adet Wistar Albino sıçanda nöropatik ağrı, kronik konstrüksiyon hasar (KKH) modeli ile oluşturulmuştur. Sıçanlar 3 gruba ayrılmıştır: (grup-I) KKH + MKH grup , (grup-II) yalnız KKH grup, (grup-III) sağlıklı kontrol (SK) grubu. Grup-I’de KKH modeli geliştirildikten sonra Ski-MKH lokal olarak hasar bölgesine uygulanmıştır (2,5 x 105 MKH / 500μl PBS). Nöropatik ağrı değerlendirilmesinde termal allodini için soğuk zemin testi kullanılmış, kümülatif süre ve pençe çekme sayıları hesaplanmıştır. Fonksiyonel değerlendirme, yürüme izi analizi ile değerlendirilmiştir. Hasardan sonra 1.,2.günde ve 1 ay boyunca haftalık analizler gerçekleştirilmiştir. Deneysel tipteki araştırmamızda analizler MannWhitney, Wilcoxon S.R.test ile değerlendirilmiştir. Yöntem Sonuç Kapanış Anahtar Sözcükle Soğuk zemin testinde; kümülatif sürede 1. ve 2. haftada Grup-I ve III arasında anlamlı fark bulunmazken, Grup-I’deki kümülatif süre Grup-II’ye kıyasla istatistik olarak anlamlı derecede daha düşük bulunmuştur. (1.hafta p1-3=0,14, p1-2=0,05 ; 2.hafta p1-3 =0,31, p1-2=0,02). GrupI‘deki sıçanların pençe çekme sayıları Grup-II’deki gruba kıyasla istatistiksel olarak daha azdır. (1.hafta p1-3=0,1, p1-2=0,006; 2.hafta p13=0,51, p1-2=0,04). Kümülatif süre Grup-II’de KKH öncesine göre 1. ve 2. haftada anlamlı şekilde artmış iken, Grup-I’de anlamlı artış olmamıştır (0.gün-1.hafta p1=0,18, p2=0,02; 0.gün-2.hafta p1=0,31, p2=0,02). Fonksiyonel değerlendirmede 1. ve 2. haftada Grup-I ve II arasında anlamlı fark saptanmışken, ilerleyen haftalarda fonksiyonel iyileşme bakımından anlamlı fark gözlemlenmemiştir. (1.hafta p1-2=0,05; 2.hafta p1-2=0,02). Mezenkimal kök hücrenin immünmodülatör ve anti-enflamatuar etkilerinin kısa süreli ağrıyı azaltabildiği gözlenmişken, uzun sürede bu etki gözlenememiştir. Nöropatik ağrı, Mezenkimal kök hücre,Kronik konstrüksiyon hasarı, soğuk zemin testi 62 MİKROORGANİZMALARIN GÜLEN YÜZÜ "YAKIŞIKLI PARAZİT" GIARDIA INTESTINALIS Yazarlar Erkan DEMİREL, Volkan ÖZCAN, Yrd. Doç. Dr. Ülkü KARAMAN Yazarların Fakülteleri Ordu Üniversitesi Giriş İlk kez 1681 yılında Leeuwenhoek tarafından keşfedilen Giardia intestinalis, özellikle çocuklarda rastlanan kronik ishalin en sık sebebi olan protozoondur. İki formu olan G. intestinalisin özellikle trofozoit formunun morfolojisi insan yüzünü andırmakta olup Giardia intestinalise yakışıklı parazit olarak adlandırılmasına neden olmaktadır. Bu posterde Giardia intestinalis in trofozoit formunun niçin gülen yüze benzediğini ve Giardia intestinalis in yaşam döngüsü, neden olduğu hastalık ve bu hastalığın tedavisini anlatılmaktadır. Yöntem Kaynak taraması (parazitoloji kitapları ve doktora tezi) ve hastalığı tedavi etmek için kullanılan ilaçların yaşa ve doza bağlı olarak tedavi oranları Sonuç Giardia intestinalis dünyanın her yerinde görülebilen ve insan için en yaygın protozoon olup gelişmekte olan ülkelerde %20-30’a kadar varan oranlarda yayılış göstermektedir. Çocuklarda görülme oranı daha fazladır ve beslenme bozukluklarının yanı sıra gelişme geriliklerine neden olabilir. Endemik ve epidemik formları görülebilir. Parazitin kist ve trofozoit formu vardır. Trofozoitler ortasından kesilmiş armuda benzerken kistler oval şekildedir. Oldukça hareketli olan trofozoitler emici diskleri ile ince bağırsak epitel hücrelerine, özellikle duodenuma yerleşmektedirler. G. İntestinalis trofozoitleri konak bağırsağında kist formuna dönüşürler. Kistleri oval olup dış ortama oldukça dirençlidirler. Parazitin kistleri oral yol ile yiyecek ve içeceklerle alındıktan sonra duodenumun alkalen ortamda trofozoit şekle dönüşürler. Kapanış Giardia intestinalis’in yaptığı hastalığa giardiasis denir. Giardiasis'te enfeksiyon kaynağı, gaitalarında kist bulunan insanlardır. Enfekte kişiler bir günde sayısı milyonlara ulaşabilen kistleri etrafa saçabilmektedirler. Bu kistlerin, ellerle, besinlerle veya sularla ağızdan sindirim yoluna girmesi ile enfeksiyon başlamaktadır. İnsandan insana geçiş enfeksiyonun en yaygın bulaşma biçimidir. Kuluçka dönemi 1-2 haftadır. İştahsızlık, zayıflama, karında ağrı ile birlikte ishal görülebilmektedir. Giardiasisin en önemli klinik belirtisi ishal ve malabsorbsiyondur. Parazitin etkensel tanısında dışkının direk bakısı, çoklaştırma yöntemleri, boyama ve kültür yöntemleri kullanılmaktadır. İndirekt tanı da ise serolojik testlerden yararlanılmaktadır. Tedavide Nitroimidazol türevleri, Akridin boyaları ve Nitrofuran grubu kullanılmaktadır. Korunmada; enfekte kişilerin mutlaka tedavi edilmesi, portör taramasının yapılarak tedavilerinin yapılması, şüpheli suların kaynatılarak veya klor seviyenin yükseltilerek içilmesi, çiğ yenen sebze ve meyvelerin iyi yıkanması, tuvalet sonrası temizliğinin çocuklara öğretilmesi, mekanik vektörlük yapabilecek karasinek, hamam böceği gibi haşerelerle mücadele, toplumu halk sağlığı konusunda bilgilendirilmesi önemlidir. Anahtar Sözcükler Giardia intestinalis, trofozoit, gülen yüz 63 9 Mart Başlık Poster Sunumları POSTER SUNUMLARI POSTER SUNUMLARI Başlık Amyotrophic Lateral Sclerosis (ALS) Yazarlar Gülçin KUNAÇ Yazarların Fakülteleri Şifa Üniversitesi Giriş Charcot ALS hastalığını 1869'da keşfetti ama hala hastalık çözülemedi. Sonuç Hastalık hakkında yapılan deneyler daha fazla desteklenerek zamanla çözüme ulaşılması sağlanabilir. Kapanış Stem Cells 2012 Mart sayısında yayınlanan çalışmada, 12 ALS hastasının omurilik lumbar bölgesine fötal kaynaklı kök hücre nakli yapıldı. Uygulamanın güvenilir olduğu, ciddi yan etki olmadığı, hastalar tarafından iyi tolere edildiği bildirildi. Başlık Borik Asit ve Metabolizma Yazarlar Hakan Atasoy Yazarların Fakülteleri Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi Giriş Boric Asitin Yağ Metabolizması ve/veya Tumorler Üzerine Etkileri Yöntem Deney hayvanlarıyla kontrollü çalışma, gözlem Sonuç Anlamlı sonuç var Kapanış Anlamlı sonuç var Anahtar Sözcükler Bor, Yağ, Kilo, Tumor, Ehrlich 64 JÜRİ & ÖDÜLLER JÜRİ Tüm sözlü sunumlar ilk olarak oturum başkanları tarafından değerlendirme formu ile birlikte değerlendirmeye alınacaktır. Sunum yapısı, çalışmanın orijinalliği, zaman kullanımı, tartışma ve soru-cevap üzerinden son karar verilecektir. Konuşmacı jüriden ve dinleyicilerden gelecek soruları cevaplayabilecek düzeyde olmalıdır. Poster sunumları jüri tarafından kahve aralarında değerlendirilecektir. Yazarların kahve aralarında posterlerinin yanında olmaları, tartışma ve sorucevap son kararda rolü olan faktörlerdir. Oturum Başkanları Prof. Dr. Hasan Yazıcı Doç. Dr. Eda Cengiz Prof. Dr. Gönül Kanıgür Sultanbek Prof. Dr. Özden Özer Dr. Fehim Esen Jüri 1. 2. 3. 4. Oturum Başkanı Özgür Bölükbaşı Feyza Çukurova Burak İsal 65 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Haritası 4 3 1 6 5 2 Oklar : Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Girişleri 1 – Cem-i Demiroğlu Oditoryumu 2 – Kafeterya 3 – Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD Binası 4 – İngilizce Tıp Binası 5 – Adli Tıp Anabilim Dalı Binası 6 – Tıbbi Beceri Laboratuvarları 66 SOSYAL PROGRAM 8 Mart Cumartesi Gecesi Gala Programı: Dopdolu, öğretici ve bilgilendirici bir bilimsel programdan sonra iki kıtayı birleştiren Istanbul’un eşsiz ve muhteşem incisi Boğaz’ın kenarında PORTAXE’de gerçekleştireceğimiz enfes bir gala yemeğiyle sosyal programımıza devam edip yemeğimizin hemen ardından partimiz sınırsız yerli içecek ile devam edecek ve terasta yakacağımız ateş, DJ performansı ve sürprizlerimiz ile geceyi 02:00′de noktalayacağız! (Yemek servisi boyunca alkolsüz içecek servis edilecektir.) Sosyal Program Sorumlularımız: Soldan sağa: İbrahim Halil Baloğlu, Ahmet Can Selçuk, Furkan Yüzbaşıoğlu 67 YARARLI BİLGİLER METRO - TRAMVAY HARİTASI 1 – Havalimanı 2 – Otogar 3 – Taksim 3 2 1 68 CTF Bilim Günleri 2014 Organizasyon Ekibi Üst Sıra Soldan Sağa: Serdar Akkol, Mert Can Rador, Ilvana Çaklovica, Kıvanç Yangı, Mehmet Serhat Yıldırım, Sabri Öztürk Alt Sıra Soldan Sağa: Ceren Soylu, Cemre Özdemir, Nurgül Tekeli, Özüm Demir, İrem Yenidoğan, Melike Keskin, Selin Ercan Fotoğrafta Bulunmayanlar: Doğaner Uslu Ayrıca bu kitabın yazımına yardım eden Celal Yeşilkaya ve Pelin Kocazeybek’e teşekkür ederiz. 69 CTF Bilim Günleri 2014 SPONSORLARI 70 IMSRC 2013’den… 71 Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü Yönetim Kurulu Üst Sıra Soldan Sağa: Kıvanç Yangı, A. Serkan Emekli, Murat Yüce, İrem Yanık, Bekir Burak Kılboz, Kaancan Deniz, Cemre Özdemir, Merve Ümran Yılmaz, Aylin Irmak Kuruç, Serdar Akkol, Melike Keskin Alt Sıra Soldan Sağa: Özüm Demir, Özgür Bölükbaşı, Beril Tülü, İpek Betül Özçivit, Feyza Çukurova, Büşranur Ağaç, Gülçin Baş, Berçemhan Yazırlı, Ahmet Ural, İrem Yenidoğan, Burak İsal, Selin Ercan, İlvana Çaklovica Fotoğrafta Bulunmayanlar: İbrahim Halil Baloğlu, Ahmet Can Selçuk, Furkan Yüzbaşıoğlu 72
© Copyright 2024 Paperzz