3. Bilim Günleri

CTF Bilim Günleri 2014
3. Bilim Günleri
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Bilim Günleri
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
PROGRAM KİTAPÇIĞI
CTF Bilim Günleri 2014
ADRES:
ÖBAK
İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
İngilizce Tıp Bölümü
Fatih / İSTANBUL
www.ctfobak.com
CTF 3. Bilim Günleri 2014 Organizasyon Ekibi
Editör: Bekir Burak Kılboz
Kapak Tasarım: Murat Yüce
DESTEKÇİLERİMİZ
CTF BİLİM GÜNLERİ 2014
ONURSAL KOMİTE
Onursal Başkan
Prof. Dr. Özgün Enver
CTF Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü Danışman
Öğretim Üyesi
Prof. Dr. H. Oktay SEYMEN
Kongre Başkanı
Berçemhan Yazırlı
Bizleri destekleyen öğretim üyelerimize çok
teşekkür ederiz...
Prof. Dr. Abdullah Sonsuz
Prof. Dr. Coşkun Yorulmaz Prof. Dr. Gönül Kanıgür Sultanbek
Prof. Dr. Hasan Yazıcı
Prof. Dr. Mehmet Can Ünlü
Prof. Dr. Oktay Demirkıran
Prof. Dr. Ömer Özkan
Prof. Dr. Özden Özer
Prof. Dr. Sema Umut
Prof. Dr. Yağmur Aydın Doç. Dr. Eda Cengiz
Doç. Dr. Hacı Murat Emül
Yrd. Doç. Dr. Erdal Polat
Uzm. Dr. Gökhan Kaynak
Dr. Fehim Esen
DESTEKÇİLERİMİZ
SPONSORLARIMIZ
Denizbank
Fatih Belediyesi
Sarıyer Belediyesi
Beşiktaş Belediyesi
Nestlé
Pınar
Karaköy Güllüoğlu
Güvenpınar
Anadolu Ulaşım
İzmir Tuana Sanat Akademisi
Tusdata
Dialogue Dil Okulları
Çaykur
Unilever Knorr
CTF Bilim Günleri 2014 Organizasyon Komitesi
Üst Sıra Soldan Sağa:
Murat Yüce, İrem Yanık, Bekir Burak Kılboz, Kaancan Deniz, Merve Ümran
Yılmaz, Aylin Irmak Kuruç
Alt Sıra Soldan Sağa:
Özgür Bölükbaşı, İpek Betül Özçivit, Feyza Çukurova, Berçemhan Yazırlı,
Büşranur Ağaç, Gülçin Baş, Ahmet Ural, Burak İsal
Fotoğrafta Bulunmayanlar:
İbrahim Halil Baloğlu, Ahmet Can Selçuk, Furkan Yüzbaşıoğlu
CTF Bilim Günleri 2014 Organizasyon Komitesi
Başkan
Berçemhan Yazırlı
Başkan Yardımcısı
İrem Yanık
Bilimsel Program Sorumluları
Burak İsal, Feyza Çukurova,
Özgür Bölükbaşı
Genel Sekreter
Büşranur Ağaç
Mali Sorumlu
Kaancan Deniz
İletişim Sorumluları
Gülçin Baş, Ahmet Ural,
Merve Ümran Yılmaz
Sosyal Program Sorumluları
İbrahim Baloğlu, Ahmet Can
Selçuk, Furkan Yüzbaşıoğlu
Bilişim Sorumlusu
Bekir Burak Kılboz
Sponsor Sorumluları
İpek Özçivit, Aylin Irmak
Kuruç
İÇİNDEKİLER
Önsözler
İstanbul Üniversitesi Rektörü
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı
CTF Bilim Günleri Danışmanı
CTF Bilim Günleri Başkanı
Prof. Dr. Yunus Söylet
Prof. Dr. Özgün Enver
Prof. Dr. H. Oktay Seymen
Berçemhan Yazırlı
1
2
3
4
Bilimsel Program
5
Sözlü Sunum Özetleri
9
Konuk Konuşmacı: Prof. Dr. Hasan Yazıcı
1. Oturum – İmmünoloji ve Metabolizma
Konuk Konuşmacı: Doç. Dr. Eda Cengiz
2. Oturum – Diyabet ve Kadın Doğum
3. Oturum – Genetik
Çalıştaylar
4. Oturum – Onkoloji
Konuk Konuşmacı: Prof. Dr. Ömer Özkan
5. Oturum – Serbest Kürsü
11
13
19
21
26
31
37
42
44
Poster Sunum Özetleri
51
Jüri
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Haritası
Sosyal Program
Yararlı Bilgiler
Organizasyon Ekibi
Sponsorlar
IMSRC 2013’den Görüntü
65
66
67
68
69
70
71
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ’NDEN ÖNSÖZ
PROF. DR. YUNUS SÖYLET
Sayın meslektaşlarım,
Öncelikle hepinize dünyadaki en eski ve en prestijli üniversitelerden biri olan İstanbul
Üniversitesi’nde, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Cem-i Demiroğlu Oditoryumu’nda gerçekleşecek
Cerrahpaşa Bilim Günleri’ne hoş geldiniz demek istiyorum.
1453 yılında kurulduğundan beri İstanbul Üniversitesi’nin misyonu sadece yerel olarak var
olmak değil, aynı zamanda uluslararası da var olmaktır. Bu dileğimiz ve arzumuz bizleri bilimsel
olarak gelişen ve “Daha üst seviyelerde eğitimin lider bir eğitimi yüzyıllar boyu” veren büyük
öncülerden biri haline getirdi.
Bu nedenle, konu bilimsel toplumun geleceğine geldiğinde, öğrencilerin kişisel gelişimlerinin
öneminden fazlasıyla haberdarız. Bize göre, özellikle genelde hızlı gelişmelerin ve medikal
teknolojideki başarıların özetlenmesi gerektiği tıp eğitiminde Bilim Günleri gibi organizasyonlar
desteklenmeyi hak ediyor ve eğitimin önemli bir parçasını oluşturuyor.
İstanbul Üniversitesi’nin şu anki rektörü olarak, sizleri İstanbul Üniversitesi’nin bu
saygıdeğer tıp fakültesinde, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü tarafında
düzenlenen, bu profesyonel ve uluslararası organizasyonda ağırlamaktan gurur duyuyorum.
Şüphesizdir ki, Cerrahpaşa Bilim Günleri 2014 tıptaki en son yenilikleri yakalamak, yeni
düşünceler vermek ve İstanbul’daki eski kültürü tecrübe etmek için büyük bir fırsat olacaktır. Bütün
ÖBAK üyelerini profesyonel ve takdir edilen emekleri sebebiyle kutlamak istiyorum.
Cerrahpaşa Bilim Günleri’nin bütün katılımcılar için medikal kariyerlerinde bir dönüm
noktası olacağına ve onların tatmin olmuş beklentilerden daha da öteye bakmalarını sağlayacağına
inanıyorum.
Umarım ki, kongreden zevk alır ve tüm ülke genelinden ve dünyadan gelen
meslektaşlarınızla ilişkileriniz, yaratıcı fikir alışverişleri yapmanıza ve böylece kişisel olarak
gelişmenize ön ayak olur.
Saygılarımla,
Prof. Dr. Yunus Söylet
İstanbul Üniversitesi Rektörü
1
CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ DEKANI’NDAN ÖNSÖZ
PROF. DR. ÖZGÜN ENVER
Sevgili öğrenciler,
Tıp alanında meydana gelen görkemli başarılar ve hala gelişmesi göz önünde
bulundurulduğunda 21. yüzyıl büyük ihtimalle en inanılmaz yüzyıldır. Bugün gereğinden fazla
bilgiler tüm bilgi kaynaklarında mevcuttur. Dolayısıyla, kongreler ve konferanslar kendimizi en
yararlı ve etkili bir biçimde güncellememiz için çok gereklidir.
Düzgün yaklaşım düzgün standart getirir. Ülkemizin bilim adamları tüm enerjilerini ülkemizi
dünyadaki yeni gelişmelere paralel olarak yüksek standartlara getirmek için harcayıp Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu, büyük önder M. Kemal Atatürk’ün açtığı yolda ilerliyorlar. Geleceğimizin
farkında olmak bilimsel araştırmamızın başarısına dayanır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yönetim Kurulu
bu konudaki görevini 140+40 yıllık bir tıp bilgisi, büyük araştırma tecrübesiyle, dinamik fakülte
üyeleri ve öğrencileriyle dolu bir ortamda yerine getiriyor.
Fakültemizin kuruluşunun 47. Yılında, Cerrahpaşa Bilim Günleri, rektörümüz, Prof. Dr.
Yunus Söylet’in takdir edilir desteği ve Öğrenci Bilimsel Araştırmalar Kulübü(ÖBAK)’ın uzun
çalışmaları ve üstün çalışmaları sayesinde gerçekleşmiştir. Cerrahpaşa Bilim Günleri’ni düzenleyen
komiteyi ve ÖBAK’ın tüm üyelerini bu çalışmalarından ötürü teşekkür ve tebrik etmek istiyorum.
Ülkemizdeki değişik tıp fakültelerinden gelen sevgili tıp öğrencileri, araştırma ruhu bir hayat
biçimidir; öğrenciler ve genç araştırmacılar bilimsel araştırmanın ve gelişmenin kalbinde yatar.
Ülkenizin bilimsel geleceği sizin ellerinizdedir. Sizleri desteklemek bizim en önemli görevimiz, bizim
için büyük bir onur ve zevktir. Bu kongrede sizlerle buluşmaktan ve ev sahibiniz olmaktan son
derece mutluyuz. Diyalog bir sürü probleme çözüm olacak ve dünyadaki insanların mutlu
yaşamalarını sağlayacak bir anahtardır. Bilmenizi isterim ki, öğretmenleriniz olarak bizler, her
zaman sizlerin yanında olacağız.
Bilimsel araştırmada, bir konu vardır ki dikkate değerdir, o da etik değerlerdir. Bilimde etik
uzun yüzyıllardan beri dinamik bir konu olsa dahi sosyal ve bilimsel gelişmelere göre yeni ölçütler
kazanmaya devam etmektedir. Hekimler için bunun sembolü ‘Hipokrat Yemini’dir. Ama biz yine de
İslam hekimi Razi’nin söylediği şu sözleri unutturmamalıyız: “Bir kantar ilim, bir okka edebe
muhtaçtır.”
Cümlelerime İbn-i Sina’dan bir sözle son vermek istiyorum: “ Bilim ve sanat değer verilmedikleri
ülkeleri terk eder.” Bir ülke bilimsel gücü olmadan diğerleri arasında hak ettiği yeri alamaz.
Yeni bilimsel toplantılarda görüşmek dileğiyle, sevgilerimi ve saygılarımı sunarım.
Prof. Dr. Özgün Enver
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı
2
CTF BİLİM GÜNLERİ DANIŞMANI’NDAN ÖNSÖZ
PROF. DR. HAKKI OKTAY SEYMEN
Sayın Kongre Katılımcıları,
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Bilim Günleri 2014 İstanbul’a hoş geldiniz. Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü(ÖBAK) 1988 yılında kurulmuştur. O zamandan beri,
ÖBAK fakültedeki en aktif kulüplerden biri olmuştur. Kulübün esas amacı, genç doktor adaylarına
bilimsel araştırma yöntemini öğretmek, yeni fikirler geliştirmek ve aynı zamanda literatür bilgisini
artırarak yeni fikirler paylaşmaktır.
Kulübün son derece demokratik bir yapısı vardır. Genel kurulu, yönetim, kontrol ve disiplin
komiteleri mevcuttur. Her yıl bütün komiteler çalışmaya genel kurulun seçiminden sonra başlar.
Kulüp başkanı yönetim kurulu tarafından seçilir. Yönetim kurulu üyeleri ve kulüp başkanı kulüp
danışmanıyla bilgi alışverişinde bulunur. Aylık raporlar fakülte idaresine sunulur. Kulüp üyeleri
özgür bir biçimde kendi bilimsel projelerini geliştirir.
ÖBAK üyeleri 1988 yılından beri birçok bilimsel proje geliştirmiştir ve birçok uluslararası ve
ulusal kongreye katılarak topladıkları bilgileri sunmuşlardır. Uluslararası ve ulusal ödüller
kazanmışlardır. Ayrıca her yıl birçok panel, sempozyum ve bilim günleri düzenlemişlerdir. Son
projeler ise çeşitli dergilerde yayınlanmıştır. İlerde yayınlanacak birçok çalışmalara da sahiplerdir.
Onlar yoğun bilimsel çalışmalarının yanı sıra bu kongre atmosferini oluşturmayı
başarmışlardır. Bu kongre ambiyansı ÖBAK üyelerinin çabası sonucundadır. En küçük detaya kadar
her şeyle uğraşan onlardır. ÖBAK danışmanı olarak ben, inanılmaz çabaları sayesinde bu güzel
atmosferi oluşturan kongre komitesine teşekkürlerimi sunuyorum. Katılımcılarımıza bizi
onurlandırdıkları için teşekkür ediyorum. İki yakayı birleştiren bu güzel şehirde güzel ve bilimle dolu
günler yaşamanızı dilerim.
Tekrardan, İstanbul’a hoş geldiniz!
Prof. Dr. Oktay Seymen
ÖBAK Danışmanı
3
CTF BİLİM GÜNLERİ BAŞKANI’NDAN ÖNSÖZ
BERÇEMHAN YAZIRLI
Sayın Meslektaşlarım,
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü, 1988 yılından beri
fakültemizde bilimsel araştırmaya hevesli öğrencileri bir çatı altında toplayan, öğrencilerin bir araya
gelip ortak fikirler ürettiği ve başarılı organizasyonların düzenlendiği bir kulüp olmuştur.
Kulübümüz bugüne kadar düzenlediği birçok panel, kurs, haftalık bilimsel toplantılar ve
kongreler ile fakültemizde geleceğin bilim adamlarının yetişmesine ortam sağlayan önemli bir
yapıdır. Kulüp olarak katıldığımız sayısız ulusal ve uluslararası kongrelerde fakültemizi temsil
etmekteyiz. Ayrıca senede 2 defa yayınlanan Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi ile öğrencilerin
araştırma ve derlemelerini ulusal çapta yayınlamaktayız.
İlki 2010’da gerçekleştirilen Bilim Günleri’nin gelenekselleşmesi gerektiğine zaten o yıl karar
vermiştik. Cerrahpaşa Bilim Günleri 2014 için ise ağustosta hazırlıklara başladığımızda hayal
etmeye başladık ve şu an karşınızdayız.
Bizim tüm isteğimiz tıp alanındaki araştırmalarda bir adım ötesini teşvik ederek yeniliklere
ilham vermektir. Çünkü biz biliyoruz ki geleceğimiz genç nesillere dayanır ve bu da klinik tıptaki
araştırmalarla mümkündür.
Cerrahpaşa Bilim Günleri Organizasyon Komitesi’ndeki iş arkadaşlarıma tutkulu
çabalarından ötürü teşekkür etmek istiyorum. Onlar çoktan bunun bir takım işi olduğunu
kanıtladılar. Bilim Günleri 2014 onların emeğine çok şey borçlu.
CTF-ÖBAK başkanı olarak başkanlığını yaptığım III. Cerrahpaşa Bilim Günleri'nin coşkusunu
ve kalitesini kulübümüzde yetişen genç arkadaşlarımız sayesinde önümüzdeki yıl uluslararası
kongremizde de göreceğimize inanıyorum.
Umarım ki bu gönüllü ama profesyonel organizasyonu takdir edersiniz.
Hepiniz hoş geldiniz.
Saygılarımla,
Berçemhan Yazırlı
III. Cerrahpaşa Bilim Günleri Kongre Başkanı
4
BİLİMSEL PROGRAM
CTF Bilim Günleri 2014
CTF Bilim Günleri, İstanbul
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü tarafından organize edilmiştir.
Bilimsel Program
5
BİLİMSEL PROGRAM
8 MART 2014
09.00 – 09.40
Açılış Töreni
09.40 – 10.20
Prof. Dr. Hasan Yazıcı
10.20 – 10.30
Kahve Arası
10.30 – 11.30
I. Oturum “İmmünoloji ve Metabolizma”
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Hasan Yazıcı
1.1
1.2
1.3
Vitamin D ve İmmün Sistem
Dilara Kıyak
Aflatoksinlerle Mücadelenin Bitkisel Adı “Tamas Eriği”
(Prunus domestica L.)
Fazla Kilolu ve Şişman Türk Kadınlarında Plazma
Kalsiyum Düzeylerinin Risk Göstergeleri ve Metabolik
Sendromla İlişkisi Hamza Ekmel Nazlı
Emel İpek
11.30 – 12.30
Öğle Arası
12.30 – 13.10
Doç. Dr. Eda Cengiz
13.20 – 14.40
II. Oturum “Diyabet ve Kadın Doğum”
Oturum Başkanı: Doç. Dr. Eda Cengiz
2.1
Diyabetik Makuler Ödemde Anti-VEGF Tedavi Etkinliği
2.2
Polikistik Over Sendromu ve Anormal İnsülin
Sinyalizasyonu
2.3
Gebe Kadınlarda Trimesterlere Göre Serum
Anjiyogenik Faktör Düzeyleri
2.4
Tarçının (Cinnamomum zeylanicum) Glukoz Taşıyıcılar
Üzerine Olan Etkisinin In Vitro Olarak İncelenmesi
14.40 – 15.00
Kahve Arası
6
Giray Güneş
Pelin Samaraz
Aslı Akın
Mustafa Kalkan
Hacettepe
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
Gazi Üniversitesi
Tıp Fakültesi
Bilim
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
Cumhuriyet
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
Hacettepe
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
Cumhuriyet
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
Gülhane Askeri
Tıp Fakültesi
BİLİMSEL PROGRAM
15.00 – 16.20
III. Oturum “Genetik”
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Gönül Kanıgür Sultanbek
3.1
Kronik Stres Altındaki Maden İşçilerinde Telomeraz
Aktivitesinin Araştırılması
Mert Kahraman
Maraşlı
Erciyes
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
3.2
Otistik Spektrum Bozukluğu Olan Hastalarda Öfke
Saldırganlık Genlerinin Araştırılması
Mustafa Şahin
Erciyes
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
3.3
Association of rs62063857 Variant of the Saitohin
Gene with Parkinson’s Disease
Ezgi Sönmez
Kocaeli
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
16.20 – 17.20
Çalıştaylar
09 MART 2014
09.00 – 10.20
Poster Sunumları
10.30 – 12.00
IV. Oturum “Onkoloji”
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Özden Özer
4.1
Kekik Yağının Antikanser Etkisinde Antianijogenik
Özelliğinin Rolü
Sümeyra Kara
Cumhuriyet
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
4.2
Bir Kurumdaki Toplulukta Beyin Metastazlarına
Stereotactic Radiation Tedavisi Sonrası MR
Değişikliklerinin İncelenmesi
Kübra Gökçe
Trakya
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
4.3
Gebelik İlişkili Meme Kanserinde Prognotik Faktörler ile
Güncel Tedavi Modaliteleri: Kısırlıklar ve Multidisipliner
Yaklaşım
Sevda Aygün
Hacettepe
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
Fatih Sağ
İstanbul
Üniversitesi
İstanbul Tıp
Fakültesi
4.4
Hepatoselüler Adenomlarda Cerrahi Sonuçlarımız
12.00 – 12.50
Öğle Arası
13.00 – 13.40
Prof. Dr. Ömer Özkan
13.40 – 14.00
Kahve Arası
7
BİLİMSEL PROGRAM
V. Oturum “Serbest Sunumlar”
14.00 - 15.30
5.1
Oturum Başkanı: Dr. Fehim Esen
Psikiyatri: Tıp Tüketiyor
5.2
Tıbbi Hipnoz & Auch Metodu
5.3
Prematüre Yaşlanma Sendromu: Hutchinson-Gilford
Sendromu: Progeria
5.4
Pektus Ekskavatum Düzeltme Ameliyatının Solunum
Fonksiyonları Üzerine Etkisi
5.5
Sanatsal Yaratıcılığa Hastalıkların Katkısı
Yiğit Can
Güldiken
Cumhuriyet
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
İbrahim Cem
Hekimoğlu
İstanbul
Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi
Tamer Cebe
İstanbul
Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi
Aslı Dudaklı
Marmara
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
Ilvana
Çaklovica
İstanbul
Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi
15.45 – 16.00
Kahve Arası
16.00 – 17.00
Ödül Töreni & Kapanış Seremonileri
8
Sözlü Sunumlar
SÖZLÜ SUNUMLAR
Sözlü Sunum Özetleri
9
Konuk Konuşmacı
8 Mart Cumartesi 9:40 – 10.20
8 Mart
Prof Dr Hasan Yazıcı
Konuk Konuşmacı
Konuk Konuşmacı: Prof. Dr. Hasan Yazıcı
11
Konuk Konuşmacı: Prof. Dr. Hasan Yazıcı
1969 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden
mezun olan Yazıcı, 1974 yılında ABD’de İç Hastalıkları ve Romatoloji
uzmanı olmuştur.
1978’den beri İ. Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç hastalıkları Anabilim
dalı, Romatoloji bilim dalı başkanlığı, 1992’den beri Behçet Hastalığı
Araştırma Merkezi başkanlığı yapmaktadır.
1994’ten beri Türkiye Bilimler Akademisi asli üyesi olan Prof. Dr.
Hasan Yazıcı ayrıca, Uluslararası Behçet Hastalığı Derneği genel sekreteri
ve gelecek dönem için seçilmiş başkanı, Romatoloji Eğitim ve Araştırma
Derneği Başkanı, Avrupa Romatizmayla Savaş Ligi Onur Üyesi ve eski
genel sekreteridir.
Amerikan Romatizma Derneği (American College of Rheumatology),
İngiliz Romatizma Birliği (British Society for Reumatology), Royal College
of Physicians (Londra) üyesi olan Prof. Dr. Hasan Yazıcı; İstanbul Tabibler
Odası Araştırma Ödülü (1986), Türkiye Rotaryenler Bilim ve Teknoloji
Ödülü (1988), Tübitak Bilim Ödülü (1993), Tübitak ve Almanya Atatürkçü
Düşünce Derneği, Behçet Hastalığı Araştırma Ödülü’nü (1998) almıştır.
Evli ve 3 çocuk babasıdır.
12
1. Oturum
İmmünoloji ve Metabolizma
8 Mart Cumartesi 10.30 – 11.30
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Hasan Yazıcı
13
8 Mart
Sözlü Sunumlar - 1.Oturum
İmmünoloji ve Metabolizma
İmmünoloji ve Metabolizma
Başlık
Vitamin D ve İmmün Sistem
Yazarlar
Dilara Kıyak
Yazarların
Fakülteleri
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Özet
D Vitamininin İmmün Sistem üzerine etkileri var mıdır? Varsa bu etkiler
nelerdir? Öncelikle vitamin olarak kabul edilip, vitamin olarak
isimlendirilmiş endokrin bir molekül olan Vitamin D'nin parakrin ve otokrin
etkilerinin varlığı yakın zamanda gösterilmiştir. En çok tüberküloz olmak
üzere birçok hastalık Vitamin D ile ilişkilendirilmiştir. Tüberküloz
tedavisinde Vitamin D kullanımı Hipokrat’a kadar dayanmaktadır ancak
otoimmün hastalıklarda bir tedavi yöntemi olarak değerlendirilmesi yeni
gündeme gelmektedir. Peki, Vitamin D hangi mekanizmalarla doğal ve
adaptif immun sistem üzerinde etkili olmaktadır?
Metotlar: Güncel literatür taraması. Kaynakların okunması ve özetlenmesi.
Bulguların yorumlanması.
Sonuçlar: D Vitamininin Monosit/Makrofajlar, Antijen Sunucu Hücreler, T
ve B Lenfositler üzerindeki etkileri bilinmektedir. Monosit/Makrofajların
antibakteriyel etkisini arttırdığı, Antijen Sunucu Hücrelerin
maturasyonlarını ve sitokin salınımını önlediği, T ve B Lenfositlerin
proliferasyonlarını ve aktivitelerini engellediği gösterilmiştir. Sonuç olarak
doğal immüniteyi aktive edici etkileri varken adaptif immüniteyi suprese
edici etkileri vardır.
Kapanış: Vitamin D’nin bu etkileri bakteriyel enfeksiyonlara karşı bir ajan
olarak kullanılabilir mi ve otoimmün hastalıklara karşı supresyon etkileri
değerlendirilebilir mi sorularını gündeme getirmektedir. Günümüzde bu
türde bir tedavide aktif olarak kullanılamamaktadır ancak kullanılabilecek
Vitamin D analogları için arayış sürmektedir.
Anahtar
sözcükler
Vitamin D, Doğal İmmünite, Adaptif İmmünite, Monosit/Makrofaj, Antijen
Sunucu Hücre, T Lenfosit, B Lenfosit
14
AFLATOKSİNLERLE MÜCADELENİN BİTKİSEL ADI ”TAMAS
ERİĞİ” (Prunus domestica L.)
Yazarlar
Hamza Ekmel Nazlı
Yazarların
Fakülteleri
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Özet
Erik; gülgiller (Rosaceae) familyasından Prunus cinsinden meyvesi yenen
bazı ağaç türlerinin ortak adıdır. Erik, Doğu Anadolu’nun yüksek yaylaları
ile Güneydoğu Anadolu’nun kurak ve çok sıcak bir kısım yerleri hâriç,
memleketin her tarafından yetişmektedir(3). Bugün ülkemizde yetişen erik
çeşitlerinin bir kısmı yerli, bir kısmı da yabancı çeşitlerdir. Yerli çeşitlerimiz
iki türden meydana gelmekte olup bunlar Prunus cerasifera ve Prunus
domestica L. türleridir. Erik taze meyve ve kurutularak yenmesinin yanı
sıra komposto, reçel, pekmez, marmelat şeklinde de yenilmektedir. Besin
değeri bakımından kurutulmuş erik taze eriğe göre daha yüksek besin
değeri taşımaktadır(4).Bitkiler içinde incelenen erik de tıbbi özellikleri
itibariyle çok eski zamanlardan beri kullanılmakta ve günümüzde yapılan
popüler çalışmalar arasında da yerini korumaktadır. Son yıllardaki
araştırmalar, eriklerin ürünleri ve onların antioksidan etkileri üzerinde
yoğunlaşmıştır. Araştırmalar sonucunda eriklerin antimikrobiyal,
antibakterial, antioksidan etkileri tespit edilmiştir(2). Dünya nüfusunun
her geçen gün hızla artması, bilim çevrelerini düşündüren çeşitli sorunları
beraberinde getirmektedir. Bunların başında şüphesiz beslenme sorunu
gelmektedir. Artan nüfusa karşılık azalan tarım alanları, bilim adamlarını
yeni teknikler ve kaynaklar aramaya zorlamaktadır. Dünya da gıda
yetersizliği nedeniyle birçok ülkede insanların açlıktan ölmesi yanında gıda
zehirlenmeleri nedeniyle de önemli sorunlar ortaya çıkmaktadır. İnsan
beslenmesinde kullanılan gıda maddeleri ile yem ve yem maddeleri üretimtüketim zincirinin herhangi bir aşamasında uygun olmayan koşullarda
depolandıklarında mantarlar üreyerek onlarda istenmeyen değişikliklere ve
bozulmalara yol açmaktadırlar. Küfler, çeşitli antibiyotik, vitamin, enzim,
organik asit, alkol, yağ ve hayvan yemi gibi ürünlerin eldesinde, bazı gıda
maddelerinin olgunlaştırılmasında kullanılmaları açısından insanlar için
oldukça yararlı mikroorganizmalardır. Ancak küflerin bu yararları yanında,
çok tehlikeli yanları da vardır. Bu nedenle küfler günümüzde üzerinde en
çok durulan mikroorganizmalar arasında yer almaktadır. Doğada geniş bir
yayılım gösteren küflerin bazıları parazit olarak, bazıları saprofit olarak,
bazıları da simbiyotik olarak yaşamlarını sürdürmektedir. İnsanlar ilk
çağlardan beri bazı küflerden yiyeceklerini olgunlaştırmada
yararlanmışlardır. Ayrıca çok sayıda küfünde insan sağlığını tehdit ettiği
yapılan çalışmalarda saptanmıştır. İnsan sağlığına olumsuz etkilerinin
başında kanserojen etkili ikincil metabolitleri oluşturmaları gelir. Genelde
“mikotoksin” olarak isimlendirilen bu bileşikler oluşturucu küfe ve il kez
belirlendiği ürüne göre isimlendirilir. Günümüze kadar varlığı ortaya konan
mantar türlerinden 250 kadarının mikotoksin oluşturduğu ve bunlarda 20
kadarının insan ve hayvanlarda zehirlenmeye neden olduğu bilinmektedir.
Küflerin insan sağlığına etkileri 2 şekilde olmaktadır. Küflerle doğrudan
temas yoluyla beliren hastalıklara “mikozis” , mikotoksinlerle intoksikasyon
sonucu oluşan hastalıklara da “mikotoksikoz” denir. Bilinen en tehlikeli
mikotoksinler aflatoksinlerdir. Aflatoksinler, hücre ve mikroorganizma için
15
8 Mart
Başlık
Sözlü Sunumlar - 1.Oturum
İmmünoloji ve Metabolizma
İmmünoloji ve Metabolizma
belirli fonksiyonları olmayan sekonder metabolitledir. Kimyasal yapı olarak
bifuron halkası ve lakton bağlantısı taşıyan yüksek yapılı “kumarin”
bileşikledir. Difuranokumarin olarak bilinirler. Aflatoksinler renksiz veya
sarı, iğne şeklinde kristallerdir. Kloroform, metanol, etanol ve
dimetilsulfoksid içerisinde kolayca çözünürler. Petrol eterinde ve doymuş
hidrokarbürlerde hiç çözünmezler. Kloroform veya benzen içindeki
çözeltileri yıllarca dayanıklıdır. Aflatoksinler, Aspergillus, Penicillum ve
Rhizopus soylarında bulunan çeşitli mantar suşları tarafından
sentezlenebilirler. Günümüzde aflatoksinlerin en az 18 yakın formu olmakla
birlikte, doğal olarak 4 ana türü B1, B2, G1 ve G2 sentezlenir. Aspergillus
parasiticus’ un tüm suşları 4 aflatoksin türünü birden sentezlerken,
Aspergillus flavus türünün bazı suşları sadece B1 ve B2 formunu sentezler.
Bu nedenle mevcut projede in vitro şartlarda AfB1 toksisitesine karşı P.
Domestica ’nın koruyuculuğu mikroçekirdek (MÇ) testi ile araştırıldı.
Nitekim bu test kromozom hasarını ve kromozomal instabiliteyi gösteren
MÇ oluşumunu tanımlamada yararlı bir yöntemdir. Üstelik basit ve hızlı test
sistemleri içerisinde yer alan MÇ testi birçok araştırmacı tarafından tercih
edilmektedir.
Metotlar: Bu çalışmaya 19 yaşında erkek, sigara ve alkol kullanmayan,
belirli bir hastalığı saptanmayan ve mesleği dolayısıyla fiziksel veya
kimyasallara maruz kalmamış gönüllü 10 birey dahil edildi. Genotoksisite
araştırmaları, güvenilir ve oldukça yaygın olarak Mikroçekirdek (MÇ) test
tekniği kullanılarak yürütüldü(10-11- 12-13). Bu amaçla; Steril hücre
kültür tüplerine önceden hazırlanmış ve 37ºC’ e getirilmiş besiyerinden 6
ml konuldu. Besiyerlerinin üzerine 0,5 ml tam kan eklendi. Tüplerdeki
kültürlere Afb1 (3.12 mg/L) ve/veya erik ekstreleri eklendi. Tüpler alt üst
edilerek karıştırıldı ve 37ºC’lik etüve bırakıldı. İnkübasyonun
başlangıcından 44 saat sonra, sitokalazin-B tüm kültürlere eklendi. Tüpler
tekrar etüve konarak (37ºC’ de) 28 saat daha beklendi. 72 saatin sonunda
etüvden çıkarılan tüpler santrifüj işlemine alındı. Santrifüj işleminin
sonunda süpernatant pastör pipeti ile atıldı. Tüpte kalan çökeltinin (pellet)
üzerine hipotonik çözelti yavaş yavaş eklendi. Hipotonik çözelti eklenen
tüpler 37ºC’lik etüvde 15-20 dk bekletildi. Daha sonra tüpler birkez daha
santrifüj edildi ve süpernatant atıldı. Tüpte kalan pellet üzerine taze
hazırlanmış soğuk tespit çözeltisinden eklenerek santrifüj edildi ve
süpernatant pastör pipeti ile atıldı. Bir önceki basamak iki kez daha
tekrarlandı. Son süpernatan da atıldı ve pellet pastör pipeti ile yavaş yavaş
karıştırıldı. Pipetle çekilen pellet önceden üzerine numarası yazılmış,
temizlenmiş ve soğutulmuş lamlara yayılarak lamlar oda ısısında(25ºC)
karanlık bir ortamda 3 gün kurumaya bırakıldı. Yayma işlemini takip eden
3. günün sonunda preparatlar 15 dk. giemsa boyasında bekletildi. Boyama
işleminden sonra preparatlar tekrar distile sudan geçirilerek oda
sıcaklığında kurumaya bırakıldı. Kuruyan lamlar entellan kullanılarak
kapatıldı ve incelemeye hazır hale getirildi. Preparatlar ışık mikroskobunda
immersiyon yağı ile (x100) objektifle incelendi.
sonuclar: İn vitro koşullarda MÇ/1000 hücre değerleri, bütün kültürler için
6.30 ve 14.57 değerleri arasında bulunmuştur . Kontrol grupları için tespit
edilen MÇ/1000 hücre değeri (6.45) ile erik ekstreleri uygulanan deney
gruplarından elde edilen MÇ/1000 değerlerleri arasında istatistikî açıdan
herhangi bir farklılık bulunmamıştır. 3.12 mg/L konsantrasyonunda
kültürlere uygulanan Afb1 kontrol grubuna kıyasla MÇ sıklığında (14.57)
belirgin değişikliğe yol açmıştır. Bununla birlikte, AfB1 ve erik ekstrelerinin
16
Kapanış: Araştırma sonucunda erikten elde edilen ekstrelerin koyulduğu
deney tüplerinde normal insan kanıyla yakın miktarda hasarlı hücre
oluştuğu tespit edildi. Hücre bölünmesi sürecinde rol alan enzim ve
mekanizmaların hasarı ve defekti sonucu hücrelerde oluşabilecek nekroz ile
muhtemel primer karaciğer kanseri, kalın bağırsak, mide ve akciğer
kanseri ve karaciğer başta olmak üzere birçok iç organda hücre
düzeyindeki muhtemel hasarları erik terapisi uygulanarak önlenebildiği
sonucuna varılmıştır.
Anahtar
Sözcükler
AFB1 ,TAMAS ERİĞİ
17
8 Mart
birlikte uygulandığı gruplarda gözlenen değerler kontrol grubu değerine
yaklaşmıştır. Ancak erik uygulamaları sonucu elde edilen bu değerler hala
kontrollerden yüksek bulunmuştur. Sonuç olarak insan lenfosit
kültürlerinde AfB1’in neden olduğu genetik hasara karşı erik ekstrelerinin
koruyucu özellikleri ilk kez tespit edildi. Böylece, erik tüketiminin
insanlarda kanserojen ve mutajen özellikteki kimyasalların neden olduğu
olumsuz etkileri önlemede etkili olduğu anlaşıldı.
Sözlü Sunumlar - 1.Oturum
İmmünoloji ve Metabolizma
İmmünoloji ve Metabolizma
Başlık
Fazla Kilolu ve Şişman Türk Kadınlarında Plazma Kalsiyum
Düzeylerinin Risk Göstergeleri ve Metabolik Sendrom ile
İlişkisi.
Yazarlar
Emel İPEK , Mehtap ÜÇER ,Ayşe Sertkaya ÇIKIM, Sinan TANYOLAÇ
Yazarların
Fakülteleri
İstanbul Bilim Üniversitesi
Özet
Şişmanlık prevalansı tüm dünyada hızla artış göstermekte ve önemli bir
halk sağlığı sorunu oluşturmaktadır. Serum kalsiyum düzeyleri ile vücut
yağ miktarı arasında anlamlı ilişkiler saptanmıştır. Serum kalsiyum
düzeyleri yükseldikçe beden kitle indeksi düzeyleri azalmakta, fakat
insülin, total kolesterol ve trigliserid düzeyleri artış göstermektedir. Bu
çalışmamızda şişman Türk kadınlarında serum kalsiyum düzeyleri ile
kardiyovasküler risk faktörleri ve metabolik sendrom parametreleri
arasındaki ilişki araştırılmıştır
Metotlar: 4749 fazla kilolu ve şişman kadın retrospektif olarak incelendi.
Bunlardan 872 fazla kilolu (BMI = 25-30 kg/m2) ve 3877 şişman (BMI 
30 kg/m2) hasta İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç
Hastalıkları ABD, Şişmanlık Polikliniğinde değerlendirilmiş, antropometrik,
biyokimyasal parametreler ölçüldü. Serum kalsiyum değerlerine göre
hastalar üç gruba ayrılıp, parametreler tek yönlü ANOVA testi ile analiz
edildi. p<0.05 anlamlı olarak kabul edildi. sonuclar: Vücut ağırlığı, yağ
miktarı ve yağ dağılımı ile serum kalsiyum düzeyleri arasında anlamlı fark
yoktu. Serum kalsiyum düzeyleri kardiyovasküler risk göstergeleri ile
anlamlı bir ilişki göstermektedir. Buna ilaveten, Metabolik sendrom
göstergeleri ve risk parametreleri bakımından yüksek bel çevresi dışında
diğerleri anlamlı bulunmuştur.
Kapanış:
Bulgularımız
yüksek
kalsiyum
düzeylerinin
şişmanlık
komplikasyonlarını kolaylaştırdığı göstermektedir. Kalsiyum düzeyleri
yükseldikçe riskli bir durumun ortaya çıkmaktadır. Kalsiyum yüksekliği
metabolik riskli bir durumu yansıtmaktadır. Şişman hastaları zayıflatmak
amacıyla yüksek kalsiyum içeren diyetlerin kullanırken komplikasyonların
önlenmesi için dikkatli olunmalıdır.
Anahtar
Sözcükler
Obezite, Serum kalsiyum düzeyleri, İnsülin direnci, Metabolik sendrom,
Kardiovasküler risk faktörleri.
18
Konuk Konuşmacı
8 Mart
8 Mart Cumartesi 12.30 – 13.10
Konuk Konuşmacı
Konuk Konuşmacı: Doç. Dr. Eda Cengiz
Doç. Dr. Eda Cengiz
19
Konuk Konuşmacı: Doç. Dr. Eda Cengiz
1995 yılında Hacettepe Tıp Fakültesi’nden mezun olan Eda Cengiz,
Kadın Doğum ve Jinekoloji dalında Zeynep Kamil Hastanesi’nde asistanlık
yaptıktan sonra, Chicago Cook County Çocuk Hastanesi’nde Pediatri
dalında asistanlık yapmıştır.
Kariyerini Pediatri ile Pediatrik Endokrinoloji ve Metabolizma
dallarında yoğunlaştıran Eda Cengiz, öğrencilik yıllarından itibaren ulusal
ve uluslararası birçok araştırmada görev almış, uluslararası birçok
kongrede sunum yapmış ve tıpta önemli birçok topluluğa üyedir.
Şimdilerde ise Yale Üniversitesi’nde çalışmaktadır.
Adını “yapay pankreas” araştırmalarıyla dünyaya duyuran Eda
Cengiz, dünyaca ünlü Tip 1 Diyabet araştırmalarında önde gelen Jüvenil
Diyabet Araştırma Kurumu’nun yürüttüğü “Yapay Pankreas Projesi” ne
katılmış ve çalışmalarıyla katkıda bulunmuştur. FDA tarafından onaylanan
yapay pankreas Tip 1 Diyabet hastaları için çok umut verici bir yöntemdir.
20
2. Oturum
Diyabet ve Kadın Doğum
8 Mart Cumartesi 13.20 – 14.40
Oturum Başkanı: Doç. Dr. Eda Cengiz
21
8 Mart Sözlü Sunumlar - 2.Oturum
Diyabet ve Kadın Doğum
Diyabet ve Kadın Doğum
Başlık
Diyabetik Makuler Ödemde Anti-VEGF Tedavi Etkinliği
Yazarlar
Giray GÜNEŞ, Aslı AKIN
Yazarların
Fakülteleri
Cumhuriyet Üniversitesi
Özet
Diyabetes mellitus, dünyada en önemli kronik hastalıklardan birisidir ve
tüm yaş gruplarındaki sıklığı, 2000 yılında %2.8 iken 2030 yılında %4.4
olacağı tahmin edilmektedir. Bu oranlar, 171 milyon ve 366 milyon insan
olarakda tanımlanabilir.Diyabetik makuler ödem (DMÖ), diyabetik
retinopatisi olan hastalarda görme bozukluğunun önde gelen
nedenidir.Maküla ödemi sıklığı, diyabetik olgularda genel olarak %1-5.7
arasında diyabetik retinopati ile birlikte %2.7-11 (ort:6.85) arasında
bildirilmektedir .Diyabetik retinopati gözlerdeki vitröz cisimde vasküler
endotelyal büyüme faktörü (VEGF) düzeyinin artması, anti-VEGF tedavisini
gündeme getirmektedir.
Metotlar: Bu derlemede güncel literatür bilgileri ışığında, diyabetik makuler
ödemde anti-vegf tedavisinin etkinliği gözden geçirilmiştir.
sonuclar: Cerman ve ark vitreus VEGF seviyelerinin diyabetik retinopati
olgularda kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek olduğunu
belirtmişlerdir. Polat ve ark. Çalışmalarında anti-vegf antikor olan
bevacizumabın intravitreal enjeksiyonu sonrası proliferatif diyabetik
retinopatili olgularda neovaskülarizasyonda azalma, kanamalarda azalmaya
neden olduğunu bildirmişlerdir. Mitchell ve ark çalışmalarında
Ranibizumabın diyabetik makuler ödem deki etkinliği ve tolere edilebilirliği
konusunda kanıtlar sunmaktadır.
Kapanış: Son yıllarda anti-VEGF tedavisi diyabetik makuler ödem
tedavisinde önemli bir seçenek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Anahtar
Sözcükler
Diyabetik retinopati,diyabetik makuler ödem, anti-vegf
tedavisi,ranibizuman,bevacizumab
22
Başlık
Polikistik Over Sendromu ve Anormal İnsülin Sinyalizasyonu
Yazarlar
Pelin Samaraz
Yazarların
Fakülteleri
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Giriş
Polikistik Over Sendromu(PKOS) 1935 yılında ilk olarak Stein Leventhal
Sendromu olarak tanımlanan, günümüzde tanı kriterleri ve patogenezi net
bir şekilde ortaya konmasa da overlerde ultrasonografik polikistik
görünüm,hiperandrojenizm ve/veya oligo/anovulasyon ile seyreden,klinik
olarak bir çok farklı fenotipin mevcut olduğu,kadın
fertilitesini,metabolizmasını ve endokrin sistemini birçok açıdan etkileyen
reprodüktif çağın en sık rastlanan endokrinopatisidir.Aynı zamanda yapılan
çalışmalar PKOS tanısı alan hastalarda artmış Hiperinsülinemi,İnsülin
Rezistansı,Bozulmuş Glukoz Toleransı ve Tip 2 Diabetes Mellitus
(DM)insidansına dikkat çekmektedir.Nitekim sendromun patogenezinde
metabolizmayı,endokrin sistemi ve fertiliteyi etkileyen esas kritik
noktanın,bu hastalarda genetik ve çevre etkili bir temeli olan defektif insülin
sinyalizasyonu olduğu düşünülmektedir.Sunumumdaki amacım ise PKOS
tanısı alan hastaların Tip 2 DM’a gidişi ne oranda hızlanmıştır,bu süreci
hızlandıran etkenler nelerdir,her PKOS tanısı alan hastada insülin seviyesi
yükselmiş midir ve hastalığın klinik seyriyle hastaların insülin seviyeleri
arasında bir ilişki var mıdır? gibi sorulara yapılan çalışmalardan yola çıkarak
bir cevap aramaktır.
Metotlar: PKOS patogenezinin,PKOS’un endokrin
sistem,fertilite,metabolizma üzerine etkilerinin ve bu etkilerin hastaların
insülin seviyeleriyle ilişkilerinin ortaya konduğu makaleler incelenip,analiz
edilip,Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin bu konuda uzmanlaşmış
öğretim görevlileriyle de bilgi alışverişi yapılarak açıklayıcı bir sunum
hazırlanacaktır.
Sonuçlar: Yapılan çalışmalar PKOS’lu hastalarda bozulmuş insülin salınımını
ve azalmış hücre içi glukoz alımını değişen oranlarda ortaya koymuştur.Bu
durum da PKOS tanısı alan hastalarda Tip 2 DM’a gidişi normal populasyona
oranla arttırmıştır.Aynı zamanda bu defektin derecesiyle PKOS kliniğinin de
korele olduğu görülmektedir.Artan insülin salımının
anovulasyonla,infertiliteyle,hiperandrojenizmle de ilişkileri ortaya
konmaktadır.
Kapanış: Günümüzde 5 kadından 1’i PKOS tanısıyla takip edilmekte ve
hayatlarının geriye kalan kısmını artmış Metabolik Sendrom,Tip 2
DM,Obezite,Kardiyovasküler Sistem Hastalıkları riskiyle sürdürmek zorunda
kalmaktadırlar.Bu yüzden insülin salımını artıran risk faktörlerinin neler
olduğu ve bunun sonucunda doğan endokrin bozuklukların PKOS’un hangi
fenotipinde daha yüksek oranlarda görüldüğü tedavi sürecini etkileyen
önemli belirteçler olacaktır.
Anahtar
Sözcükler
PKOS,İnsülin,Tip 2 Diabetes Mellitus
23
8 Mart Sözlü Sunumlar - 2.Oturum
Diyabet ve Kadın Doğum
Diyabet ve Kadın Doğum
Başlık
GEBE KADINLARDA TRİMESTERLERE GÖRE SERUM
ANJİOGENİK VE ANTİANJİYOGENİK FAKTÖR DÜZEYLERİ
Yazarlar
Giray GÜNEŞ, Ali GÜNERİ, Aslı AKIN
Yazarların
Fakülteleri
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi
Özet
Bu çalışmada amacımız, gebeliğe verilen maternal cevaplardan biri olan ve
anjiyogenezi etkileyen bazı anjiyogenik ve antianjiyogenik (endostatin ve
sVEGF) faktörlerin trimesterlere göre serum düzeylerinin karşılaştırılmasını
yaparak anjiogenezdeki rollerini değerlendirmektir.
Metotlar: İstatistiksel değerlendirmeler, SPSS (versiyon 14.0) programı ile
yapıldı. Gruplar arası ikili karşılaştırmalar için Mann Whitney U testinden
yararlanıldı. Korelasyon analizleri Pearson’s testi ile yapıldı. p<0,05
değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Sonuçlar: Sağlıklı gebe kadınların serum VEGF seviyesi kontrol grubuna
göre anlamlı olarak yüksek olduğu tespit edildi.
Kapanış: Başarılı bir gestasyonda endometrial anjiyogenezin etkinliğinin
trimesterlere göre değerlendirilmesiyle abortus riski olan gebelerde
anjiyogenik dengeye, gebeliği sürdürmek amacıyla müdahele etmek
mümkün olabilir.
Anahtar
Sözcükler
Vaskülerendotelyal büyüme faktörü,VEGF,antianjiyogenik
(endostatin,soluble VEGFR-1,sVEGFR-1) faktörler,Endometrial anjiyogenez
24
Başlık
Tarçın’ın (Cinnamomum zeylanicum) glukoz taşıyıcılar
üzerine olan etkisinin in vitro olarak incelenmesi
Yazarlar
Mustafa Kalkan, Talha Yollu, İlkhan Keskin, Recai Oğur
Yazarların
Fakülteleri
GATA
Özet
Bu çalışmanın amacı ülkemizde ve dünyada Tip 2 Diabetes Mellitus
tedavisinde destek amacıyla yaygın olarak kullanılan tarçın (Cinnamomum
zeylanicum) bitkisinin glukoz taşıyıcı proteinler üzerine olan etkisinin in
vitro olarak incelenmesidir.
Metotlar: Sertifikalı bir üreticiden temin edilen tarçın, laboratuvar tipi
öğütücüde parçalandıktan sonra 10 gram alınarak 100 ml çözücüde (eşit
miktarda distile su, methanol, hekzan, butil alkol) üç gün süresince
çalkalanarak ekstrakte edildi ve çözücüler kuruluğa kadar uçuruldu.
Hazırlanan toz ekstrakt %10 DMSO içerisinde çözüldü ve daha sonraki
aşamalarda bu solüsyon kullanıldı. Solüsyonun iyon içeriği iyon
kromotografi cihazı ile, toplam fenolik madde miktarı Folin-Ciocalteau
yöntemi ile, total antioksidan kapasitesi demir indirgeme kapasitesi testi
ile, kanser hücrelerine olan antiproliferatif etkisi MTT testi ile incelendi.
MTT testi için SK-MES-1 (İnsan akciğer karsinoma) hücre serisi kullanıldı.
Glukoz taşıyıcı proteinlerin incelenmesi ilgili mRNA’ların amplifikasyonu
aracılığı ile PCR analizi yapılarak gerçekleştirildi.
Sonuçlar: İyon kromotografi ile yapılan değerlendirmede tarçının özellikle
flor, klor ve sodyum açısından zengin olduğu görüldü. Gallik asite göre
standardize edilen toplam phenolik içerik incelendiğinde tarçının fenolik
içeriğinin oldukça yüksek olduğu tespit edildi (0.81 mg/L GAE). Tarçının
total antioksidan kapasitesinin de yüksek olduğu ve 10 mg/ml askorbik asit
referans olarak kabul edilğinde tarçının eşit miktardaki ekstresinin askorbik
asitin yaklaşık %56’sı kadar antioksidan kapasiteye sahip olduğu görüldü.
Antiproliferatif etkinin incelenmesi amacıyla, akciğer kanseri hücrelerine
farklı dilüsyonlarda uygulanan tarçının 1/100 dilüsyonda hücrelerin
gelişimini %65 civarında azalttığı tespit edildi. Uygulama sonrası akut
dönem etkiler incelendiğinde tarçının glukoz taşıyıcı proteinler üzerine
önemli bir etkisinin olmadığı gözlendi.
Kapanış: Tarçının iyon içeriği ve fenol miktarı açısından son derece zengin
bir bitki olduğu tespit edildi. Bunun yanı sıra total antioksidan kapasitesinin
birçok bitkiyle kıyaslandığında son derece yüksek olduğu ve düşük
konsantrasyonlarda dahi güçlü antikanserojen etkinlik gösterdiği gözlendi.
Bu yönleri dikkate alındığında tarçının toplum tarafından kullanımının
yaygınlaştırılması ve daha ileri çalışmalarla etkinliğinin incelenmesinin
uygun olacağı değerlendirilmektedir.
Anahtar
Sözcükler
Tarçın, Tip 2 Diabetes Mellitus, GLUT, Fitoterapi
25
8 Mart Sözlü Sunumlar - 2.Oturum
Diyabet ve Kadın Doğum
Genetik
3. Oturum
8 Mart Cumartesi 15.00 – 16.20
Genetik
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Gönül Kanıgür Sultanbek
Prof. Dr. Gönül Kanıgür Sultanbek
1952 yılında Ankara’da doğmuştur.
İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nden mezun olduktan sonra İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi
Biyofizik AD'da uzman daha sonra doçent olmuştur.
1995 yılında İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde profesör olmuştur ve halen bu görevi
sürdürmektedir.
Moleküler Genetik ve Hücre Biyolojisi hakkında birçok bilimsel araştırması bulunmaktadır.
26
Başlık
Kronik stres altındaki maden işçilerinde telomeraz
aktivitesinin araştırılması
Yazarlar
Stj. Dr. Mert Kahraman MARAŞLI, Yrd. Doc. Dr. Serpil TAHERİ, Öğr. Gör.
Dr. Elif Funda ŞENER, Stj. Dr. Mustafa ŞAHİN
Yazarların
Fakülteleri
Erciyes Üniversitesi
Özet
Maden işçilerinin çalışma koşullarına bağlı olarak maruz kaldıkları çeşitli
gazlar(metan, karbonmonoksit, hidrojen sülfür vb), tozlar(silis tozları,
solunabilir maden tozları, kireç, kil tozları vb.) ve fiziksel etmenler maden
işçilerinde kronik strese yol açmaktadır. Kronik stres ile telomer uzunluğu
yakından ilişkilidir. Telomer; oksidatif stres, genotoksik stres,zararlı
uyarıcıya maruz kalma veya kronik psikososyal stres sonrası kısalabilir. Bu
çalışma ile telomerleri koruyan,hücre yaşlanmasında primer rol oynayan
ve hücrenin ömrüyle yakından ilişkili telomeraz enziminin aktivitesinin ve
Telomeraz Revers Transkriptaz (TERT) geninin mRNA ekspresyonunun
maden işçilerindeki profilini belirlemeyi ve maruz kaldıkları kronik stresin
telomeraz aktivitesi üzerine olan etkisini araştırmayı amaçladık.
Metotlar: Bu çalışmada 65 maden işçisi ve 40 sağlıklı kontrol
kullanılacaktır. İşçilerden alınacak kan örneklerinden DNA, RNA ve serum
izole edilecektir. İzole edilen işçi ve sağlıklı kontrollerin RNA örneklerinden
Real Time PCR ile Telomeraz Revers Transkriptaz (TERT) geninin mRNA
ekspresyonuna, serum örneklerinden de Telomeraz enzim aktivitesine
bakılacaktır.
Sonuçlar: Maden işçilerinde telomeraz enzim aktivitesini ve TERT geni
mRNA ekspresyonunu belirlemek ve maruz kaldıkları kronik stresin stres
ile ilişkili genler üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçladık. Sonuçları
istatistiksel olarak değerlendirdik.
Kapanış: Kronik stres altında çalışan maden işçilerinde hücre ömrüyle
yakından ilişkili olan telomeraz gen aktivitesini belirlemeyi amaçladık.
Böylece maruz kalınan kronik stresin hücrenin ömrüne dolayısıyla insan
yaşamına olan etkisini yakın zamanda sık sık çalıştıkları zor koşullar
nedeniyle gündeme gelen bir meslek olan maden işçilerinde göstermek
istedik.
Anahtar
Sözcükler
TERT,Telomeraz enzim aktivitesi,Maden işçileri,Kronik stres ,Hücre Ömrü
27
8 Mart Sözlü Sunumlar - 3.Oturum
Genetik
Genetik
Başlık
Otistik Spektrum Bozukluğu Olan Hastalarda Saldırganlık,
Öfke ve Ağrıya Duyarsızlıkla İlgili Genlerin Araştırılması
Yazarlar
Stj.Dr.Mustafa Şahin, Öğr.Gör.Dr. Elif Funda Şener, Yrd.Doç.Dr.Serpil
Taheri, Stj.Dr. Mert Kahraman Maraşlı
Yazarların
Fakülteleri
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi
Giriş
Otizm; sessiz kalma, zekâ özürlü olma, durmadan el çırpma ya da
sallanma gibi ciddi bozukluklar gösteren bireylerden, etkin ama belirgin
olarak sıra dışı sosyal yaklaşımlar gösteren, çok dar ilgi odakları olan ve laf
ebesi, bilgiçlik taslayan iletişimi olan daha az bozukluk gösteren bireylere
kadar çok geniş bir spektrumda kendini gösterir. Saldırgan davranışlar
gösterme, öfke nöbetleri geçirme, ağrıya daha duyarsız olma gibi tam
açıklanamamış bulgular da görülebilmektedir. Bu çalışmayla otistik
çocuklarda görülen bu bulgularla ilişkili genleri araştırarak klinik tabloya
açıklık getirmeyi amaçladık.
Metotlar: 1.
Hasta Gruplarının Belirlenmesi: Çalışmaya Erciyes
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
polikliniğine başvuran otizm tanısı ile takipte olan; hastalar ve konuşma,
sosyal ve iletişimde gecikme şikâyeti ile ilk kez polikliniğimize başvurup
yapılan değerlendirme sonrası DSM-IV kriterlerine göre otizm tanısı alan
bireylerden çalışmayı kabul edenler araştırmaya dahil edilecektir. Kontrol
grubu olarak kronik bir tıbbi, psikiyatrik ve genetik hastalığı olmayan ve
psikiyatrik ilaç tedavisi kullanmayan 2-16 yaş arası çocuklar alınacaktır.
Çocukluk çağı otizm değerlendirme ölçeği ve otistik davranışları
değerlendirme ölçekleri belirti, şiddeti ve tespiti taramalarda
kullanılabilmektedir. Başvuran olgularda gelişim testi veya zekâ testi
yaşlarına göre hastalara uygulanabilir. Gruplar ve hasta sayıları aşağıdaki
gibi belirlenmiştir: •
Hasta Grubu: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’nda otistik spektrum
bozukluğu tanıları konulan 30 hasta alınacaktır. Hasta grubunda otizm
bulguları dışında herhangi bir genetik hastalık görülmesi ve nörolojik
değerlendirmeler sonucunda ek bulgu saptanamsı durumunda
araştırmadan çıkarılacaktır. •
Kontrol Grubu: Hasta grubunun yaş ve
cinsiyetleri dikkate alınarak 40 sağlıklı kişi kontrol grubu olarak
kullanılacaktır. Hasta ve kontrollerden kan örnekleri toplandıktan sonra
çalışma Erciyes Üniversitesi Betül-Ziya Eren Genom ve Kök Hücre
Merkezi’nde kurulu bulunan cihazlar kullanılarak gerçekleştirilecektir. 2.
Kan Örneklerinin Toplanması: Hasta ve kontrol grubundan 5 ml
EDTA’lı kan örnekleri alınarak DNA ve RNA izolasyon kitleri yardımıyla DNA
ve RNA elde edilecektir. Çalışma yapılana kadar izolasyonların
tamamlanmasından sonra örnekler -80oC’de saklanacaktır. 3. Genetik
Çalışma Protokolü: Elde edilen genomik örneklerden ilgili genlerin
çalışmaları için uygun genetik teknikler kullanılacaktır. Bunun için gerekli
altyapı çalışma Erciyes Üniversitesi Betül-Ziya Eren Genom ve Kök Hücre
Merkezi’nde bulunmaktadır. 4.
İstatistiksel Analiz: Verilerinin elde
edilmesinden sonra gruplar arasında karşılaştırma uygun istatistiksel
testler kullanılarak yapılacaktır.
Sonuçlar: İlişkili genlerin ekspresyonları çalışıldı. Sonuçlar istatistiksel
28
olarak raporlandı.
Kapanış: Bu projede toplumsal sorunlara neden olan bu hastalığın klinik
özelliklerinin genetik temellerini aydınlatmaya katkıda bulunmayı
amaçladık.
Anahtar
Sözcükler
Otistik Spektrum Bozukluğu, OPRL1, TACR1, HTR1E, ARNTL2
29
8 Mart Sözlü Sunumlar - 3.Oturum
Genetik
Genetik
Başlık
Saitohin geninin rs62063857 varyantının Parkinson
hastalığıyla ilişkisi
Yazarlar
Ezgi Sönmez,Ali Sazcı,Mavi Deniz Özel,Emel Ergül,Halil Atilla İdrisoğlu
Yazarların
Fakülteleri
Kocaeli Üniversitesi,İstanbul Üniversitesi
Özet
Saitohin geni, insan tau geninin 9. intronunda bulunmakta olup,
nörodejeneratif hastalıkların patogenezinde rol oynadığı düşünülen 128
aminoasitlik bir protein kodlamaktadır. Buna karşın farklı ülkelerden elde
edilen veriler birbiriyle uyumlu sonuçlar ortaya koymamaktadır.
Metod:Bu çalışmada, 574 Parkinson hastası ve 423 kontrolle çalışarak
rs62063857 polimorfizminin Parkinson hastalığıyla ilişkisi incelenmiş ve
Saitohin geninin rs62063857 varyantının polimeraz incir reaksiyonu ve
RFLP metodlarıyla gen analizi yapılmıştır.
Sonuçlar:Saitohin geninin rs62063857 varyantıyla Parkinson hastalığı
arasında hasta ve kontrol gruplarının (χ2=13.273, P=0.001) yanı sıra
kadın ve erkek cinsiyeti arasında da (χ2=7.818, P=0.020 erkekte;
χ2=5.001, P=0.082 kadında) anlamlı bir bağlantı ortaya konmuştur. AA
genotipine sahip bireyler Parkinson hastalığı gelişimi için yüksek risk
taşımaktadır (χ2=12.958, P=0.000, OR=1.629, 95%CI=1.248-2.126)
buna karşın G ( R ) aleli varlığı Parkinson hastalığı gelişimine istatiksel
olarak anlamlı bir koruma sağlamaktadır. (χ2=12.958, P=0.000,
OR=0.614, 95% CI= 0.470-0.801). Bunun yanı sıra, AA genotipine sahip
erkek Parkinson hastaları anlamlı bir riske sahiptir (χ2=7.929, P=0.005,
OR=1.627, 95%CI=1.158-2.286). AA genotipine sahip kadın Parkinson
hastaları da anlamlı bir risk taşımaktadır. (χ2=4.945, P=0.026, OR=1.625,
95%CI=1.058-2.498).
Kapanış:Çalışmalarımız Saitohin genindeki rs62063857 polimorfizmi ile
Parkinson hastalığı arasındaki güçlü bağlantıyı istatiksel olarak ortaya
koymuştur. AA genotipi çalıştığımız Türk Parkinson populasyonunun yanı
sıra erkek ve kadın hastalarda da Parkinson hastalığı için genetik bir risk
faktörüdür.
Anahtar
Sözcükler
ESCs, iPSCs, yeniden programlama
30
ÇALIŞTAYLAR
8 Mart Cumartesi 16.20 – 17.20
31
3 Mart
Çalıştaylar
ÇALIŞTAYLAR
ÇALIŞTAYLAR
TIBBİ MALPRAKTİS VE HEKİM SAVUNMA STRATEJİSİ
2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu, adli tıp hizmetleri açısından farklı
tanımlar getirmekle birlikte hekimlerin cezai ve hukuki sorumlulukları ile ilgili tanımlarda
da dikkat çekici değişikilikleri de içermektedir. Bu değişikliklerin ardından hekimler ciddi
bir sıkıntı ve endişe içindedir.
Hekimlerin, hastaların sağlığı için mesleki bilgi ve becerilerini kullanarak
yapacakları her işlem, verecekleri her tavsiye hastanın hayatı ile ilgili ciddi değişikliklere
yol açacaktır. Hekimlerin insan yaşamına doğrudan etkili olan mesleklerini uygulamaları
sırasında; en üst düzeyde özen göstermeleri gerektiğini ve verdikleri hizmetin aynı
zamanda yüksek bir riski de içerdiğini unutmamaları gerekir. Bu kapsamda ilk
başvurudan itibaren etik ilkelere ve yasalara uygun bir davranışın sergilenmesi bir
zorunluluk olmaktadır.
Bugün; yeni ve ağırlaştırılan koşulların, açılan davalarda hekimlerin ceza ve tazminat
sorumluluğu ile karşı karşıya kalması sonucunu doğurabileceği öngörülebilmektedir.
Türkiye’de hiçbir hekim, kendisini malpraktis davalarının uzağında göremez. Bu nedenle
tüm hekimlerin “Medikolegal Savunma Stratejileri ve Risk Yönetimleri” konusunda
bilgilendirilmiş olması gerekir.
Ancak bu bilgilerin teoride bilinmesinin meslek pratiğinin uygulanması sırasında
yeterli ve efektif olamayabildiği gözlenmektedir. Tıbbi malpraktisin görünmeyen ama en
önemli nedenlerinden biri olan hasta – hekim iletişimi veya hekimin hukuki
sorumluluklarından olan hastanın aydınlatılması ve onamının alınması, kayıtların
tutulması ya da hastanın sırlarının saklanması teorik bilginin ötesine geçerek, hekimlerin
içselleştirdiği ve davranış modelleri olarak benimsediği kavramlar olmalıdır. Bu nedenle
hekimlerin henüz meslek hayatına atılmadan tıp fakültesi eğitimlerinin erken
dönemlerinden başlayarak alacakları “Medikolegal Savunma Stratejileri ve Risk Yönetimi”
eğitimi onların gelecekte malpraktis iddiaları ile karşılaşmalarını engelleyecek, böyle bir
iddia ile karşılaştıklarında ise doğru bir tutum sergilemelerine neden olacaktır.
Prof. Dr. Coşkun Yorulmaz
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı
[email protected]
32
ÇALIŞTAYLAR
CERRAHİ DİKİŞ KURSU
Maketler üzerinde uygulamalı olarak gerçekleşecek çalıştay 20 kişi ile sınırlı
olacaktır.
Çalıştaylar
ALÇILAMA
3 Mart
“…Cerrahi olarak dikiş atmak, dokuyu bir arada tutacak bir halka meydana
getirmek ve onun çözülmesine engel olacak uygun düğüm konfigürasyonunu
oluşturmaktır. Genel tanım olarak temel düğüm, birbirini takip eden aynı yönde veya ters
yönde atılmış en az 2 ilmekten meydana gelir…”
Yarım alçı atel uygulaması 30 öğrenciyle beraber yapılmıştır. Çalıştay başında kısa bir
bilgilendirme sonrası her öğrenci bir kez yarım alçı uygulayacak şekilde öğrenciler kendi
üzerinde asistanlar eşliğinde alçı çalışılacaktır. Çalıştay sonunda her öğrenci yarım alçı
uygalayacak seviyeye ulaşmaktadır.
Prof. Dr. Mehmet Can Ünlü
Uzm. Dr. Gökhan Kaynak
33
ÇALIŞTAYLAR
LARVA TEDAVİLERİ LABORATUVARI TANITIM VE GEZİSİ
Özet
Lucilia sericata'nın I. ve II. dönem larvaları ile yapılan Larva Debridman Tedavi
(LDT)’si son 20 yıldan beri derideki pürülan, kabuklu yaraların tedavisinde altta yatan
hastalıklardan bağımsız olarak kullanılmaktadır. Hastanemizde LDT’si TÜBİTAK’ın
desteklediği “Lucilia sericata’nın larvaları ile zor iyileşen yaraların tedavisi”
başlıklı proje kapsamında kurulan Biyoterapi Araştırma ve Geliştirme Laboratuarında 14 –
06 - 2007 tarihten itibaren yapılmaya başlamıştır.
Çalıştayımız kapsamında genel bilgilendirme verilecek ve laboratuvar gezisi ile
birlikte bu heyecan verici laboratuvarın tanıtımı yapılacaktır.
Aşağıda, yapılan çalışmalarla ilgili ayrıntılı bilgiye sahip olabilirsiniz:
Giriş
Amerika, İsrail, Britanya Krallığı, Almanya, İsveç, İsviçre, Ukrayna ve Tayland’da;
1990 yılından itibaren basınç ülserleri, venöz staz ülserleri, temporal mastoiditis, fournier
gangreni, nekrotize tümör kitlelerinin ve diğer yumuşak doku yaralarının tedavisinde
kullanılmaktadır. Tedavide kullanılan Lucilia sericata sinek tününe ait larvalar sadece ölü
dokulara saldırır ve yaranın temizlenmesine yardımcı olurlar. Hareketli larvalar yaradaki
tüm nekrotik alana tutunabilirler. Larvalar, ürettikleri enzimler ile yara üzerindeki ölü
dokuyu eriterek çıkarır, yarayı da dezenfekte eder, dokuyu granülasyon oluşturması için
uyarırlar.
Lucilia sericata larvalarının salgıladıkları enzimler ve aktiviteleri
BApNAα-N-benzoil-DL-arginine-p-nitroanilid; LpNA, leucin-p- nitroanilid; HPA,
hippüril-L-fenilalanin; HA, hippüril-L-arginin; GPpNA, giutaril-L-fenilalanin nitroanilid
Larva salgılarının hidrofobik peptit benzeri 3-10 kDa ve hidrofofilik 1 kDa olmak
üzere en az iki anti-bakteriyel özellikte madde içerdiği tespit edilmiştir. Huberman ve
arkadaşları 2007 yılında L. sericata larvalarının salgıladıkları 138, 152 ve 194 kDa
ağırlığındaki maddelerin; Gram pozitif [(Metisilin’e duyarlı S. aureus (MSSA), Metisilin’e
dirençli S. aureus (MRSA)] ve Gram negatif (P. aeruginosa, S. marcescens, E. coli ve K.
pnumoniae) bakterilere karşı anti-bakteriyel aktiviteye sahip olduklarını belirlemişlerdir.
Larva Debridman Tedavisi
Ortalama 1 cm2’lik yaraya 6-7 adet L. Sericata’nın genellikle I. dönem veya II.
dönem steril larvaları; genellikle yara üzerine direkt olara konur. Bu şekilde hareketli
larvalar yaradaki tüm nekrotik alana tutunabilir ve nekrotik dokunun derinliklerine
girebilirler. Yüzeysel ağrılı yaralarda larvalar steril bir poşet içerisinde yara üzerine konur.
Böylece yarada larvaların hareketinden kaynaklana bilecek ağrı önlenir. Eğer yine ağrı
oluşursa larva ve yaranın üzerine steril serum fizyolojik sıkılarak ağrı giderilerek
larvaların yara üzerinde daha uzun süre kalması sağlanır. Yaradaki nekrotik dokunun
durumuna göre larva tedavisi; 24 saatte bir, haftada 1-2 kez veya haftada 1 kez
uygulanır. Larva tedavisi genellikle haftada iki kez uygulanır; larvalar yara üzerinde 4872 saat tutulduktan sonra larvalar yaradan uzaklaştırılır. Bu işlem yaradaki nekrotik doku
tamamen temizlene kadar devam eder. Nekrotik doku tamamen temizlendikten sonra
yaranın iyileşmesine göre hasta iki haftada veya ayda bir kontrole çağrılır. Kontrollerde
yara kapanmamışsa genellikle larva tedavisi uygulanır. Çünkü larvalar ürettikleri enzimler
ile yarayı dezenfekte eder ve dokuyu granülasyon oluşturması için uyarırlar.
34
ÇALIŞTAYLAR
Yrd. Doç. Dr. Erdal Polat
Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı
Lucilia sericata’nın larvaları ile zor iyileşen yaraların tedavisi
Biyoterapi Araştıma ve Geliştirme Laboratuvarı Sorumlusu
35
3 Mart
Diyabet hastanelerinde yapılan tedaviye rağmen iyileşmeyen diyabetik ayak
ulserasyonu % 25–50 kadar olduğu bilinmektedir. Bunun sonucu Amerika'da yıllık 60 000
ile 70 000 ayak ampütasyonu yapılmaktadır. Diyabetli hastaların % 15’de bir veya daha
fazla ayak ulserasyonu gelişir ve bunu sonucu olarak hastaların %15–25 kadarında
ampütasyon gerekleşebilir. Bundan dolayı LDT'si diyabetli hastalarda yaraların
tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Çünkü diyabet hastası olan insanlardaki
yaraların iyileşmesi diyabet hastası olmayan insanlardaki yaraların iyileşmesine göre daha
zordur. Zayıf iyileşme kapasitesi yüzünden, bu yaralar kolaylıkla infekte olabilir ve
bakteriler kan dolaşımına geçebilir, bu durumda yaşamı tehdit eden potansiyel infeksiyon
sebebi olabilirler. Ancak larvalar bol miktarda proteolitik enzimler, anti-bakteriyel
aktiviteye sahip maddeler ve dokunun granülasyonunu geliştiren değişik maddeler
üretirler. Bu maddeler ile yaradaki bakterileri eriterek, öldürerek veya üremesini
durdurarak yarayı dezenfekte ederler. Sherman’a göre özellikle antibiyotiklere dirençli
bakterilerle infekte kronik yaraların tedavisinde LDT’si çoğu kez başarılı olmuştur. Canlı
larvaların özellikle S. aureus, A ve B grubu streptokok gibi patojen bakterileri öldürdüğü
yada
büyümelerini
inhibe
ettiği
in-vitro
çalışmalarla
ortaya
konmuştur.
Thomas larvaların antibiyotiklere dirençli kökenlerle infekte değişik tip yaraların
tedavisinde kullanılabileceğini; Metisiline Dirençli S. aureus (MRSA) ile infekte 3 basınç
ülseri, 1 pilonidal sinüs ve 1 geniş apseden oluşan 5 lezyonun tedavi ederek göstermiştir.
LDT’sinden 48 saat sonra tüm lezyonlarda MRSA negatifleşmiş ve yaralar iyileşmiştir.
Bizim çalışmalarımızda P.mirabilis, P. vulgaris, E. coli, P. aeruginosa, MRSA,
MSSA, Metisiline dirençli plazma koagülaz negatif stafilokoklar, S. agalactiae, ß hemolitik
Streptokoklar ve Gram pozitif çomakların tümü yaralara larva konduktan 48 saat sonra
kayıp olmuştur. Osteomiyelit olmuş MRSA ve P. aeruginosa ile enfekte 1 hasta ve MRSA’lı
1
hastanın
yaraları
larva
ile
başarılı
bir
şekilde
tedavi
edilmiştir.
L. sericata’nın II. dönemden III. döneme geçmek üzere olan steril larvalarının
salgıladıkları salgılar Leishmania tropica’nın promastigot sekilerine in-vitro, amastigot
şeklerine ise in-vivo koşullarda etkili olduğu Dünya’da ilk kez tarafımızdan tespit
edilmiştir.
LDT nekrotik venöz ülserlerin tedavisinde, geleneksel tedaviden daha hızlı ve ucuz
olduğundan, alternatif uygun bir maliyet sağlayabilmektedir.
Çalıştaylar
Sonuç
ÇALIŞTAYLAR
TEMEL YAŞAM DESTEĞİ
Temel Yaşam Desteği hayati tehlike taşıyan bir hastalığı ya da yaralanması olan hastalara
tam kapsamlı bir hastanede tıbbi müdahele sağlanana kadar verilen tıbbi destek
aşamasıdır.
Kursumuz, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tıbbi beceri konularını öğretme maksadıyla geniş
bir çerçevede çeşitli hayati tehlike oluşturan aciliyetlere tanı koyma sağlayacak, KardiyoPulmoner Resüsitasyon uygulama, AED cihazı kullanma, boğulma olaylarını güvenli, hızlı
ve etkili bir yöntemle engellemeyi sağlama, aletleri ve mankenleri kullanarak çok amaçlı
laboratuvarlarda öğrenime yönelik geliştirilmiştir.
Prof. Dr. Oktay Demirkıran
DOĞUM SİMÜLASYONU
Normal doğum 38-42 gebelik haftaları arasında, kendiliğinden başlayan rahim
kasılmalarıyla, başla gelen tek bir bebeğin anne ve bebeğe zarar vermeden vajinal yolla
canlı olarak doğmasıdır. Vajinal doğumların %96'sı baş gelişi, geri kalan kısmı da makat
gelişi şeklinde gerçekleşir.
“Goumard Noelle” adlı eş zamanlı doğum simülatörü ile yapacağımız bu çalıştayımızda
amacımız yetişmekte olan tıp öğrencilerine normal doğumun tüm aşamalarıyla tecrübe
etmelerini sağlamaktır.
36
4. Oturum
Onkoloji
9 Mart Pazar 10.30 – 12.00
9 Mart
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Özden Özer
Sözlü Sunumlar – 4. Oturum
Onkoloji
37
POSTER
PRESENTATIONS
Onkoloji
Başlık
Kekik Yağının Antikanser Etkisinde Antianjiogenik Özelliğinin Rolü
Yazarlar
SÜMEYRA KARA, ESRA POLAT, Yrd. Doç. Dr. AHMET ALTUN, İLAYDA ÇETİN
Yazarların
Fakülteleri
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi
Özet
KANSER TEDAVİDEKİ GELİŞMELERE RAĞMEN HALİHAZIRDA ÖLÜM NEDENLERİ
ARASINDA İLK SIRALARDA YER ALMAKTADIR.BU DURUM ALTERNATİF TEDAVİ
YAKLAŞIMLARINI GÜNDEME GETİRMEKTEDİR.KEKİK YÜZYILLARDIR TEDAVİ AMACI
İLE KULLANILAN BİR BİTKİDİR.BAZI KANSER TÜRLERİNDE ANTİKANSER ÖZELLİK
GÖSTERDİĞİ DE BİLİNMEKTEDİR.BU ÇALIŞMADA İSE ANTİKANSER ETKİ
MEKANİZMASINDA ANTİANJİOGENİK ETKİNİN OLUP OLMADIĞININ ARAŞTIRILMASI
AMAÇLANMIŞTIR.ANJİOGENEZ
VAR
OLAN
DAMARLARDAN
YENİ
DAMAR
OLUŞUMUDUR VE BAŞTA KOLON KANSERİ OLMAK ÜZERE TÜM KANSER
TÜRLERİNDE TÜMÖRÜN BÜYÜMESİ İÇİN ÇOK GEREKLİ BİR MEKANİZMA OLDUĞU
BİLİNMEKTEDİR.
Metotlar: KEKİĞİN ANTİANJİOGENİK ETKİSİNİ ARAŞTIRMAK AMACI İLE
ÇALIŞMAMIZDA KORYOALLANTOYİK MEMBRAN MODELİ (CAM MODELİ )
KULLANILMIŞTIR.ROSS 308 CİNSİ DÖLLENMİŞ TAVUK YUMURTALARI
KULLANILDI.DÖLLENMİŞ TAVUK YUMURTALARI 37.5 C 'DE %80 RÖLATİF NEMLİ
ORTAMDA HORİZONTAL POZİSYONDA İNKÜBE EDİLDİ.KULUÇKANIN BEŞİNCİ
GÜNÜNDE YUMURTANIN KÜNT TARAFINDAN ENJEKTÖR YARDIMIYLA 5 ml ALBUMİN
ALINDI VE YUMURTANIN DİĞER UCUNDAN 2-3 cm ÇAPINDA KABUK KESİLEREK
ÇIKARILDI.KABUKTAKİ BU AÇIKLIK LABORATUVAR FİLMİ İLE KAPATILDI VE
KORYOALLANTOİK MEMBRAN MODELİ YAKLAŞIK 2 cm ÇAPA ULAŞANA KADAR 72
SAAT DAHA İNKÜBE EDİLDİ.HER BİR YUMURTAYA KORYOALLANTOİK MEMBRAN
ÜZERİNE ETKEN MADDE İÇEREN BİR PELLET YERLEŞTİRİLDİ.STEREOSKOPİK
MİKROSKOP ALTINDA BÜRGERMEİSTER VE ARKADAŞLARININ SKORLAMA SİSTEMİ
KULLANILARAK PELLET UYGULAMA BÖLGESİNDEKİ DAMAR YAPISI
DEĞERLENDİRİLDİ.
sonuclar: ÇALIŞMAMIZ KEKİK YAĞININ KONSANTRASYONA BAĞIMLI ŞEKİLDE
GÜÇLÜ BİR ANTİANJİOJENİK ETKİNLİK MEYDANA GETİRDİĞİNİ
GÖSTERMİŞTİR.DAHA ÖNCEKİ ÇALIŞMALARIMIZDA TESPİT ETTİĞİMİZ VE KOLON
KANSERİ HÜCRELERİNİ ÖLDÜREN KONSANTRASYONDA ANJİOGENEZ
İNHİBİSYONUNUN DA MEYDANA GELMESİ KEKİĞİN ANTİANJİOGENİK ETKİSİNİN
,ANTİKANSER ETKİ MEKANİZMASINDAKİ ÖNEMLİ ROLLERDEN BİRİ OLDUĞUNU
GÖSTERMEKTEDİR.
kapanış: BU BULGULAR ;DÜŞÜK TOKSİSİTESİ ,ANTİKANSER ,ANTİOKSİDAN VE BİZİM BU
ÇALIŞMADA TESPİT ETTİĞİMİZ ANTİANJİOGENİK ETKİSİ İLE KEKİĞİN HEM TEK BAŞINA
HEM DE BAŞKA BİR ANTİKANSER İLAÇLA BİRLİKTE İYİ BİR TEDAVİ SEÇENEĞİ
OLABİLECEĞİNİ GÖSTERMEKTEDİR
Anahtar
Sözcükler
ANTİKANSER,ANTİANJİOGENİK
MEMBRAN MODELİ
38
,KEKİK
YAĞI
,KORYOALLANTOYİK
Bir Kurumdaki Toplulukta Beyin Metastazlarına Stereotactic Radiation Tedavisi Sonrası MR Değişikliklerinin İncelenmesi
Yazarlar
Amanda J. Walker,MD, Kubra Gokce, Stephanie Honig, Lawrence Kleinberg
MD, Kristin Redmond MD
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi
Yazarların
Fakülteleri
Özet
Stereotactic radiosurgery (SRS) tedavisinin whole brain radiation (WBR)
tedavisine göre kognitif toksisitesi daha az olduğundan toplumda kullanımı
artmıştır. SRS'in beyin metastazları tedavisindeki etkileri iyi araştırılmıştır
ve lokal kontrolün ortalama %90'ın üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.
Çoğu lezyon,tedaviye cevabı kontrastlı T1-MR'da büyüklüğünün azalması
olarak verir. Fakat, lezyonun büyüklüğünün geçici olarak artması
beklenmeyen bir durum değildir ve tedavinin başarısız olduğu anlamına
gelmez. Bu etkinin etyolojisinin vazojenik ödem ve inflamasyona sekonder
olduğu düşünülür ve insidansı %12 ile %50 arasında rapor edilmiştir.PostSRS değişikliklerinin daha eksiksiz incelenmesi hasta yönetiminin optimize
edilmesi açısından önem taşımaktadır. Bu tek kurumlu retrospektif analizde
beyin metastazlarındaki SRS sonrası değişiklikleri tanımladık.
Metotlar
Eylül 2010- Haziran 2013 tarihleri arasında beyin metastazlarına SRS
tedavisi alan her hasta tek kurumlu retrospektif gözden geçirme
çalışmasında değerlendirildi. Johns Hopkins Hastanesi'nde SRS tedavisi
alan 152 hastanın 370 lezyonunun MR'ları incelendi. Tedavinin başında ve
her takipte lezyon hacmi şu formül ile hesaplandı: (boy x genişlik x
uzunluk ) /2. Volüm değişiklikleri, hasta demografisi,histopatoloji ve
radyasyon terapisi değişkenleri ile koreledir.
Sonuçlar
Başlangıç analizlerimize göre, lezyonların yaklaşık 1/3 - 1/2'sinin
büyüklüklerinde radiosurgeryden sonra T1-postcontrast MR'da artma
gözlemlenmiştir.Bu değişiklikler,tedavi sonrası 1-2 ay içerisinde
gözlemlenmiştir. %39-%43 arasında 2-6 ay arasında da büyüklük artışı
görülmüştür. Başlangıç analizlerimize göre yaklaşık 20 hasta SRS sonrası
tümör progresyonu ve/veya radyonekroza bağlı cerrahi lezyon rezeksiyonu
geçirmiştir. Gelecek analizler hasta demografisi,histopatoloji ve radyasyon
tedavisi değişkenlerine yönelik korelatif çalışmaları da içerecektir.
Kapanış
SRS ile tedavi edilen intrakranial metastatik lezyonların yaklaşık 1/3 1/2'sinde geçici hacim artışı görülmüştür. Bu değişiklikler SRS sonrası 1-2
ayda gözlemlenmiştir.
Anahtar
Sözcükler
SRS
39
9 Mart
Başlık
Sözlü Sunumlar – 4. Oturum
Onkoloji
POSTER
PRESENTATIONS
Onkoloji
Başlık
Gebelik
İlişkili
Faktörler
ile
Güncel
Multidisipliner Yaklaşım
Yazarlar
Sevda Aygün, Sabahattin Taha SOLAKOĞLU
Yazarların
Fakülteleri
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Özet
Gebelik ilişkili meme kanseri gebelik süresince en sık görülen
malignensilerden biridir. Gebelik esnasındaki anne yaşı giderek
ilerlediğinden gebelik ilişikili meme kanseri insidansının yılar içerisinde
giderek artacağı öngürülmektedir. Gebelik ilişkili meme kanserleri, gebelik
sırasında, laktasyon döneminde ve postpartum ilk yıl içerisinde tanı alırlar.
Tanı anında genellikle ileri evredir ve daha agresif olmakla birlikte
prognozu daha kötüdür. Yine gebelik ilişkili meme kanserlerinin görüldüğü
dönem ile ilgili olarak prognozunun değiştiği de literatürdeki çalışmalar
tarafından saptanmıştır. Hasta serilerinde laktasyon döneminde oluşan
meme kanserlerinin pot partum involüsyon döneminde oluşan meme
kanserlerinden daha kötü prognoza sahip olduğu çalışmalarda tespit
edilmiştir. Gebelik döneminde gerçekleşen fizyolojik değişikliklerin tümör
anjiojenezi ve davranışı üzerinde prognozu kötü etkileyecek değişiklikler
yaptığı saptanan çalışmalarolduğu gibi literatürde gebeliğin meme kanseri
açısından kötü prognostik bir faktör olmadığı görüşünün savunulduğu
yayınlar da bulunmaktadır. Fizyopatolojisi hakkındaki bu çatışma, tedavi
protokollerinin belirlenmesi aşamasında da karşımıza çıkmaktadır. Gebelik
dönemine yönelik (I-II-III. Trimesterlar) farklı tedavi modaliteleri
gündemdedir. Bunun yanında gebelik döneminde üzerinde durulması
gereken en önemli nokta tedavinin ,özellikle kullanılan kemoteropotiklerin,
fetüs üzerinde olumsuz etkiler yarabileceğidir. Bu bağlamda amacımız
gebelik ilişkili meme kanserindeki prognostik faktörleri ortaya koymak ve
buna uygun tedavi modalitelerini tartışmaktır. Metodlar HU Onkoloji
Hastanesi’ne 2000-2013 yılları arasında gebelik döneminde meme kanseri
il e başvuran hastaların kayıtları , hastalığın evre, grade, östrojen reseptör
ekspresyonu, tanı anında yaş, tanı anındaki gebelik evresi, kullanılan
tedavi yönetimi (cerrahi, kemoterapive kemoterapide kullanılan ajan,
radyoterapi)kriterlerine
göre
gruplandırılarak
retrospektif
olarak
incelenmiş; univariate ve multivariate analizleri yapılmıştır.
Metotlar
HU Onkoloji Hastanesi’ne 2000-2013 yılları arasında gebelik döneminde
meme kanseri il e başvuran hastaların kayıtları , hastalığın evre, grade,
östrojen reseptör ekspresyonu, tanı anında yaş, tanı anındaki gebelik
evresi, kullanılan tedavi yönetimi (cerrahi, kemoterapive kemoterapide
kullanılan ajan, radyoterapi)kriterlerine göre gruplandırılarak retrospektif
olarak incelenmiş; univariante ve multivariante analizlieri yapılmıştır.
Sonuçlarımızı detaylı olarak başvuru sonuçları açıklandıktan sonra
paylaşmayı etik açıdan doğru bulmaktayız.
Gebelik ilişkili meme kanserleri ileri evrede fark edilen agresif ve prognozu
kötü malignensilerdir. Tedavi sürecinde gebelik dönemindeki fizyolojik
değişiklikler ve fetus üzerindeki etkisi açısından detaylı değerlendirilmelidir.
literatürdeki uyuşmazlıklar sebebiyle bu konuda daha fazla çalışma
yapılaması gerekmektedir.
Sonuçlar
Kapanış
Meme
Tedavi
40
Kanserinde
Modaliteleri:
Prognostik
Kısıtlılıklar
ve
Hepatoselluler Adenomlarda Cerrahi Sonuclarimiz
Yazarlar
İ.ÖZDEN, F.SAĞ, O.BİLGE, A.ALPER, A.EMRE, B.ACUNAŞ, M.GÜLLÜOĞLU,
Y.TEKANT
Yazarların
Fakülteleri
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
Giriş
Hepatoselüler adenomlar, kötü huylu tümöre dönüşüm ve rüptür
riskleri taşıyan lezyonlardır.
2003-2013
yılları
arasında,
İstanbul
Tıp
Fakültesi,
Genel
Cerrahi Anabilim Dalı, Karaciğer-Safra Yolları-Pankreas Cerrahisi
Birimi’ne başvuran 14 hastada hepatoselüler adenom saptanmıştır.
Glikojen depo hastalığı olan ve canlı vericiden karaciğer nakli ile
tedavi edilen iki hasta dışındaki 12 hastanın kayıtları, bu incelemede
irdelenmiştir.
Hastaların
onu
kadın,
ikisi
erkekti,
medyan
yaşı
31’di
(sınırlar:17-56). Beş hasta karın ağrısı, iki hasta karında şişlik
sebebiyle tetkik edilmiştir. Bir hasta kist hidatik tanısıyla başka
bir merkezde ameliyata alınmış, drenaj girişimi sonucu durdurulamayan
kanama gelişmesi üzerine packing işlemi yapılarak birimimize sevk
edilmiştir. Bir hastada kitle, spontan rüptüre bağlı hemoperitonla
ortaya çıkmıştır; başvurduğu merkezde anjiografik embolizasyon ile
hemostaz sağlanıp, cerrahi girişim için birimimize sevk edilmiştir.
Asemptomatik olan üç hastanın tanısı, başka sebeplerle yapılan
radyolojik incelemelerde, rastlantısal olarak koyulmuştur. Dört hasta
oral kontraseptif kullanıyordu. Üç hastaya başka merkezlerde tru-cut
biyopsi yapılmıştır. Packingli hastaya kanamayı önlemek, bir hastaya,
lezyonu küçültmek için ameliyat öncesi transarteryal embolizasyon
yapılmıştır.Uygulanan
cerrahi
işlemler,
kitle
eksizyonu(6),
sağ
hepatektomi(4),
sol
hepatektomi(1)
ve
sol
lateral
seksiyonektomidir(1). On hastada bir, iki hastada iki lezyon mevcuttu;
patoloji piyeslerinde ana lezyonların medyan büyüklüğü ise 8 cm’di
(sınırlar:1,7-20 cm). İki hastada hepatoselüler adenom (13x13x9 cm ve
12x10x5 cm) zemininde iyi diferansiye hepatoselüler karsinom (iki
lezyon da 2 cm) çıkmıştır. Başka bir merkezde inoperabl olarak
değerlendirilip sağ hepatik arter bağlaması yapılmış olan bir hasta,
elektif
şartlarda
tekrar
ameliyata
alınmış,
sağ
hepatektomi
yapılmıştır; hava embolisi ve dissemine intravasküler koagülasyon
nedeniyle kaybedilmiştir. Diğer hastalardan dokuzu, medyan 29 ay
(sınırlar:4-109 ay) süreyle izlenmiştir. Bir hastada, ameliyat sonrası
80. ayda nüks gelişmiş, kitle eksizyonu yapılarak tedavi edilmiştir;
29aydır tekrar nüks görülmemiştir.
Karaciğer
adenomları
tedavi
edilmesi
ve
nüks
açısından
izlenmesi gereken lezyonlardır.
Hepatoselluler Adenom, Kanama, Malign Transformasyon
Metotlar
Sonuçlar
Kapanış
Anahtar
Sözcükler
41
9 Mart
Başlık
Sözlü Sunumlar – 4. Oturum
Onkoloji
Konuk Konuşmacı: Prof. Dr. Ömer Özkan
Konuk Konuşmacı
9 Mart Pazar 13.00 – 13.40
Prof. Dr. Ömer Özkan
42
Konuk Konuşmacı: Prof. Dr. Ömer Özkan
Ankara Cumhuriyet Lisesi’nden 1988′de mezun oldu. Tıp eğitimini Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 1995′de, uzmanlık eğitimini 1995-2001 arasında Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı’nda tamamladı.
2004 yılında yardımcı doçent, 2006 yılında doçent oldu.
2004 yılında 6 ay süreyle Japonya’da Tokyo Üniversitesi’nde Perforator Flepler ve
Supermikrocerrahi, daha sonra yine 6 aylık süreyle Tayvan I/Shou Universitesi, E-Da
Hastanesi’nde Plastik cerrrahi ve el cerrahisi klinik fellow’luğu yaptı. 2006 yılında EURAPS
Young Plastic Surgeons 3 aylık burs çerçevesinde Almanya Münih’te Bogenhausen
Technical University’de fellow’luk yaptı.
2002 PSEF (Plastic Surgery Educational Foundation) Scientific Essay Contest
Junior Basic Science Ödülü, 2005 EURAPS Young Plastic Surgeons Scholarship bursu ve
2007 yılında Akdeniz Üniversitesi Teşvik ödülünü aldı.
Şimdi Akdeniz Üniversitesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Estetik Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Ömer Özkan ve ekibi, Türkiye’nin ilk çift kol naklini ve
dünyada kadavradan ilk rahim naklini gerçekleştirdi.
Konuk Konuşmacı
Ayrıca Türkiye’nin ilk tam yüz naklini de ekibiyle birlikte gerçekleştirmiştir.
43
POSTER
PRESENTATIONS
Serbest
Sunumlar
5. Oturum
Serbest Sunumlar
9 Mart Pazar 14.00 – 15.30
Oturum Başkanı: Dr. Fehim Esen
44
Psikiyatri: Tıp Tüketiyor
Yazarlar
Yiğit Can Güldiken - Gözde Selvi
Yazarların
Fakülteleri
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi
Özet
Giriş: Kişilerin mesleğinin özgün anlamı ve amacından kopması ve
hizmet götürdüğü insanlarla artık gerçekten ilgilenemiyor oluşu ya da
aşırı stres ve doyumsuzluğa tepki olarak kişinin kendini psikolojik
olarak işinden geri çekmesi olarak tanımlanan tükenmişlik daha çok
doğrudan insana hizmet eden, hizmetin kalitesinde insan etmeninin çok
önemli bir yere sahip olduğu alanlarda görülmektedir. Bu durum sunulan
hizmeti, hizmetin kalitesini doğrudan olumsuz yönde etkilemektedir.
Yapılan çalışmalar tükenmenin iş kaybından aile içi ilişki
sorunlarına, psikosomatik hastalıklardan alkol-madde-sigara
kullanımına ve hatta uykusuzluk, depresyon gibi ruhsal hastalıklara
kadar uzanan çok çeşitli ciddi sonuçları olduğunu göstermektedir.
Burada, bireyin sahip olduğu kaynaklarla stres nedenlerini ortadan
kaldıramaması önemli bir neden olarak nitelendirilmektedir.
Tükenmişliğe neden olan stres kaynaklarını diğerlerinden ayıran temel
unsur, bireyin çalışma ortamındaki etkileşimlerinin bir sonucu
olmasıdır. Tükenmişlik hissi içerisinde olan çalışanlar, mesleğin ve
işin gereklerini yerine getiremez duruma gelmektedirler. Tükenmişlik,
sağlık çalışanlarının ruh sağlığına yönelik vurgulanması gereken
önemli bir konudur. Önlemek ve azaltmak için, tükenmişlik kavramının
bilinmesi gerekmektedir. Bu nedenle tükenmişlik sendromu, önleme ve
başa çıkma stratejileri hakkında bir çerçeve çizilmeye çalışılacaktır.
Metotlar: Tıp öğrencileri arasında 2009 yılında yapılan kesitsel
randomize bilimsel araştırma sonuçları kullanılmıştır.
sonuclar: Emosyonel tükenme: 46% - 80% (orta ve yüksek),
depersonalizasyon: 22%- 93% (orta ve yüksek), azalmış kişisel başarı:
16% - 79% (düşük ve orta) olarak bulunmuştur. Tıp öğrencileri
arasında yapılan araştırmaya göre tükenmişlik sendromu prevalansı
%10,3tür. Alınacak kurumsal ve kişisel önlemlerle tükenmişliğin önüne
geçmek mümkündür.
kapanış: Hastalığın semptomları, gelişme aşamaları, tedavi ve önleme
teknikleri anlatılmıştır. Özellikle tıp öğrencileri arasındaki
yaygınlığı oldukça dikkat çekici olup, önlenmesi adına
yapılabilecekler tartışılmıştır. Genel olarak kadınların duygusal
tükenme,erkeklerin ise duyarsızlaşma boyutunda daha fazla tükenmişlik
yaşadıklarından söz edilmektedir. Eğitim düzeyleri
yükseldikçe,bireylerin mesleğe ilişkin beklentileri daha yüksek
olmakta ve bunların karşılanamaması tükenmişliğin yaşanma olasılığını
artırmaktadır. Asistanların, çalışma süresi 10 yıldan az olanların,
çocuk sahibi olmayanların, meslek seçimini kendisi yapmayanların,
geliri yüksek olanların ve kadınların tükenmişlik alt ölçeklerine ait
puanlarının diğer gruplara göre daha olumsuz yönde olduğu görülmüştür.
Anahtar
Sözcükler
Tükenmişlik sendromu, tıp öğrencileri, meslek hastalığı
45
9 Mart
Başlık
Sözlü Sunumlar – 5. Oturum
Serbest Sunumlar
POSTER
PRESENTATIONS
Serbest
Sunumlar
Başlık
Tıbbi Hipnoz & Auch Metodu
Yazarlar
İbrahim Cem Hekimoğlu
Yazarların
Fakülteleri
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Özet
Giriş: Tıbbi Hipnoz, başlangıcı antik çağlara dayanan, 1889 yılından beri
uluslararası bilimsel kongreleri yapılan, bir çok hastalığın tedavisinde
kullanılan dünyaca kabul görmüş bir tedavi yöntemidir.
Metotlar: Yapılacak olan sunum bir bilimsel araştırma değildir.
sonuclar: Sunumun amacı; Hipnoz'un tanımını,
tarihçesini,yöntemlerini,Tıbbi uygulama alanlarını, hukuksal, bilimsel ve
deontolojik esaslarını, dünyadaki ve ülkemizdeki gelişimini anlatmak,
hekimleri,bilim insanlarını ve öğrencileri bu konuda bilinçlendirmek ve
onlara yeni ufuklar açmaktır.
kapanış: Bu sayede Tıbbi hipnoz eğitimlerinin doktorlar, diş hekimleri ve
psikologlar arasında yaygınlaşması ve bir çok hastalığın ve sorunun ucuz,
etkili ve kalıcı bir şekilde tedavi edilmesi hedeflenmektedir.
anahtar kelimeler: hipnoz, tıbbi hipnoz
Soru: Tıbbi Hipnoz, başlangıcı antik çağlara dayanan, 1889 yılından beri
uluslararası bilimsel kongreleri yapılan, bir çok hastalığın tedavisinde
kullanılan dünyaca kabul görmüş bir tedavi yöntemidir. Uzun tarihi süreci
boyunca bir çok haksız ön yargı ve yanlış anlamalara maruz kalmış olan
hipnoz, ne yazık ki ülkemiz doktorları ve bilim insanları tarafından yeteri
kadar anlaşılamamıştır.
Ne mutludur ki, son dönemlerde yapılan çalışmalar sayesinde hipnoz artık
ülkemizde de yaygınlaşmakta ve uygulanmakta olan bir yöntem haline
gelmektedir. Özellikle 1950li yıllarda Dr. Hüsnü İsmet Öztürk tarafından
bulunan ve geliştirilen bilinçli hipnoz ekolü ile kimyasal analjezik ve
anestezik maddelerin kullanımı olmadan yapılan cerrahi müdahaleler
başarıyla gerçekleştirilmiş, geniş bir spektruma yayılan bir çok farklı türde
hastalık sorunsuz bir şekilde tedavi edilmiştir.
Yapılacak olan sunum bir bilimsel araştırma değildir.
Sunumun amacı; Hipnoz'un tanımını, tarihçesini,yöntemlerini,Tıbbi
uygulama alanlarını, hukuksal, bilimsel ve deontolojik esaslarını, dünyadaki
ve ülkemizdeki gelişimini anlatmak, hekimleri,bilim insanlarını ve
öğrencileri bu konuda bilinçlendirmek ve onlara yeni ufuklar açmaktır. Bu
sayede Tıbbi hipnoz eğitimlerinin doktorlar, diş hekimleri ve psikologlar
arasında yaygınlaşması ve bir çok hastalığın ve sorunun ucuz, etkili ve
kalıcı bir şekilde tedavi edilmesi hedeflenmektedir.
Anahtar
Sözcükler
46
Gerontoloji : Prematüre Yaşlanma Sendromu: Hutchinson–
Gilford Sendromu: Progeria
Yazarlar
Tamer Cebe
Yazarların
Fakülteleri
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Özet
Yaşlanma ile ilgili genel olarak iki terim kullanılmaktadır. Bunlardan birisi
Geriatri terimidir. Geriatri yaşlılık ve hastalıklarını konu edinen tıp dalıdır.
Diğer terim ise Gerontolojidir, yaşlanma olayını konu edinen bilim dalıdır.
“Normal Yaşlanma” zamanın geçişine bağlı olarak, hastalık söz konusu
olmaksızın ortaya çıkan anatomik yapı ve fizyolojik işlev değişiklikleri
tanımlanmaktadır. Biyolojik yaşlanma yumurtanın döllenmesiyle başlar.
Tüm yaşam boyu süren engellenemez bir olgudur. Sosyal yaşlılık ise
kültürel duruma ve sosyal özelliklere göre toplumdan topluma değişen
yaşlılık tanımıdır.
Metotlar: ARAŞTIRMA, DERLEME
sonuclar: Progeria Yunanca kökenli bir kelime olup "pro" (πρό), “önce“ ve
"géras" (γῆρας), “ileri yaş” kelimelerinden kökenlenmektedir. Progeria
otozomal dominant kalıtım gösteren, nadir görülen, erken yaşta ölüme
neden olan, segmental yaşlanma sendromudur. Tipik fenotipik belirtileri
arasında alopesi, belirgin kafa derisi venleri, mikrognati ve konveks nazal
profil sayılabilir. Etiyolojisi Lamin A (LMNA ) geninde de novo tek nükleotid
mutasyonu ile açıklanmaktadır. Söz konusu mutasyonu taşıyan dislipidemik
hastalar 7-20 yaş arası kardiyovasküler hastalık ve MI sonucu kaybedilirler.
Bilinen kesin bir tedavisi olmayan bu hastalıktan karaciğer, böbrek, akciğer,
gastrointestinal sistem ve kemik iliği etkilenmez. Diğer taraftan hastalarda
klasik risk faktörleri olmadan ateroskleroz gelişimi görülür. Bu yüzden
segmental yaşlanma sendromu adını almaktadır.
kapanış: Progeria’daki moleküler mekanizmaların açıklığa kavuşturulması
ile yaşlanma ile ilgili dejeneratif hastalıkların tedavisinde yeni ufukların
açılması beklenmektedir.
Anahtar
Sözcükler
YAŞLANMA, GERONTOLOJİ,PROGERİA
47
9 Mart
Başlık
Sözlü Sunumlar – 5. Oturum
Serbest Sunumlar
POSTER
PRESENTATIONS
Serbest
Sunumlar
Başlık
PEKTUS EKSKAVATUM DÜZELTME AMELİYATININ SOLUNUM
FONKSİYONLARI ÜZERİNE ETKİSİ
Yazarlar
Aslı Dudaklı,Hazal Arıkan,Hakan Mursaloğlu,Aysu Oktay,Pınar Kuru,Mustafa
Yüksel
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Yazarların
Fakülteleri
Özet
Giriş: Pektus Ekskavatum (PE) sternumun ve komşuluğundaki kostal
kıkırdakların içeri doğru çökmesiyle oluşur ve en sık görülen göğüs duvarı
deformitesidir. Her 400 ila 1000 doğumda 1 görülür ve erkeklerde
kadınlara göre 3-5 kat daha sık görülür. PE hastaları fiziksel kısıtlılıklar ve
psikososyal rahatsızlıklardan yakınmaktadırlar. Güncel tedavi yaklaşımı
olarak minimal invaziv bir teknik olan, 1998 yılında Donald Nuss tarafından
önerilen Nuss ameliyatı, daha kısa sürmesi ve ameliyat sonrası daha az iz
bırakması nedeniyle tercih edilen bir tedavi yaklaşımıdır. Bu çalışmada
minimal invaziv pektus ekskavatum düzeltme ameliyatının, PE hastalarının
solunum fonksiyonları ve yaşam kalitesi üstündeki etkisinin araştırılması
hedeflenmiştir.
Metotlar: Marmara Üniversitesi Yerel Etik Kurulu Klinik Çalışmalar onayı
alınmıştır. Bu çalışma, aynı cerrah tarafından ameliyatı gerçekleştirilmiş 80
PE hastası ve hastaların ailelerini kapsamaktadır. Hastalar ve ailelerine
yaşam kalitelerini değerlendirebilmek için yetişkinlere uyarlanmış Nuss
Anketi (NQmA) uygulanmıştır. Operasyondan önce ve altı ay sonra
hastalara solunum fonksiyon testi uygulanmış, zorlu vital kapasiteleri
(FVC) ve zorlu ekspirasyonun 1.saniyesindeki volüm (FEV1) ölçülmüştür.
sonuclar: Bu çalışmaya 80 hasta katılmıştır. Hastaların %85'i (n=68)
erkektir. Hastaların %66'sında simetrik deformite, %46,3'ünde eşlik eden
anomali veya hastalık, %13,8'inde skolyoz vardır. Ortalama ameliyat yaşı
16,91±0,5 (7-34), ortalama Haller indeks skoru 4,06±0,16'dır.
Ameliyattan önce hastalar için NQmA skoru 31,45±0,65 iken ameliyattan
altı ay sonra bu skor 41,92±0,61'ye yükselmiştir; (p<0,0001) aynı skor
ebevyenler için ameliyattan önce 38,00±0,65 iken ameliyattan sonra
43,22±0,72 (p<0,0001) olmuştur. Preoperatif FVC 3,70±1,23 FVC (%)
83,21±1,90 olarak ölçülürken postoperatif FVC 3,49±1,03(p=0.01) ve
FVC(%) 76,53±2,34 (p=0,058) azaldığı tespit edilmiştir. FEV1 ve
FEV1(%)’de dikkate değer bir değişiklik olmamıştır. Preoperatif FEV1/FVC
ortalama değeri %86'dan postoperatif durumda %91’e yükselmiştir
(p<0,0001).
kapanış: Mevcut çalışmada minimal invaziv pektus ekskavatum düzeltme
ameliyatının hastaların yaşam kaliteleri üzerinde olumlu etkileri
gösterilmiştir ama zorlu vital kapasite üzerinde olumsuz etkileri
kaydedilmiştir. Ameliyat, özellikle hastaların psikolojileri üzerinde olumlu
bir gelişme sağlamıştır, ancak hastaların akciğer kapasitelerini kısıtlamış ve
özellikle ilk 6 ayda restriksiyona sebep olmuştur. Ameliyattan sonra uzun
dönemde akciğer fonksiyonu değişimleri ve buna bağlı faktörleri görmek
için uzun dönem takip çalışmalarına ihtiyaç vardır.
48
Serbest Sunumlar
Başlık
Sanatsal Yaratıcılığa Hastalıkların Katkısı
Yazarlar
İlvana Çaklovica
Yazarların
Fakülteleri
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Özet
Giriş: Yaratıcılık; nesnel ve duyumsal gerçekliği toplumun genelinden farklı
olarak algılayarak, söz konusu kişisel algısal farklılığı estetik değer taşıyan
nesnel bir ürün oluşturma yolu ile evrensel sanat normları içinde sosyal
çevreyle paylaşmaktır. Hastalıkların bireyin algısal ve ruhsal yapısı üzerine
etkileri kimi zaman sanatsal yaratıcılığı teşvik etme yönünde olmaktadır.
Anahtar
Sözcükler
Sonuclar: Hayran olduğumuz ressamlar, yazarlar, müziğin önde gelen
bestecileri, siyasi liderlerdeki bazı hastalıklar etyolojilerine bağlı olarak
ünlülerin etraflarına olan bakış açılarını etkilemiş ve yarattıkları eserlerde,
aldıkları kararlarda, dolayısıyla tarihe ve günümüz sanat anlayışı temeline
önemli katkılarda bulunmuştur. Bu sanatçılar ve siyasi liderler içinde Van
Gogh, Beethoven, Paganini, İngiltere kralı III George ve ABD’nin
kurucularından olan Benjamin Franklin’i saymak mümkündür. Sanatsal
yaratıcılığa katkısı olan hastalıkları tarihsel perspektif içinde
incelediğimizde etyolojilerinde nörolojik, psikiyatrik, genetik, metabolik,
bozuklukların rol oynadığını görmekteyiz. Diğer taraftan madde
kullanımının yol açtığı duygudurum bozuklukları, yüksek dozda ilaç
kullanımına bağlı toksisite ve bazı ağır metal zehirlenmelerinin de kimi
ressam, heykeltıraş ve edebiyatçılarda sanatsal yaratılarını ortaya
koymalarında etkili olduğu bilinmektedir.
Sözlü Sunumlar – 5. Oturum
Kapanış: Bireysel yönden olumsuz bir bakış açısı oluşturan hastalıklar
görüldüğü üzere kimi zaman toplumun genelini entelektüel ve sosyal
yönden pozitif olarak etkileyen sonuçlar da doğurabilmektedir. Bu
bakımdan hastalık durumunun kişinin sosyal, entellektüel ve
duygudurumuna bağlı olarak kimi zaman yaratıcılığa katkıda bulunan
önemli bir faktör olduğu düşünülebilinir.
9 Mart
Metotlar: Literatür taraması ve derleme
Sanatsal yaratıcılık, Etyolojik faktörler, Duygudurum, Psikiyatri
49
POSTER SUNUMLARI
51
9 Mart
Poster Sunumları
POSTER SUNUMLARI
POSTER SUNUMLARI
Başlık
UZUN SÜRELİ VE DÜŞÜK DOZ SİKLOSPORİN
BÖBREK DOKUSU ÜZERİNE APOPİTOTİK ETKİLERİ
Yazarlar
Aylin Garip, Emirhan Uzak, Olgu Enis Tok, Mukaddes Eşrefoğlu, Ranan
Gülhan Aktaş
Yazarların
Fakülteleri
Maltepe Üniversitesi
Giriş
Organ transplantasyonlarından sonra; ilgili organın vücuttan atılmaması
için hastaya immun sistemini baskılayıcı ilaçlar verilmektedir. Bunlardan en
sık kullanılanlardan biri "Siklosporin-A (Cy-A)" dır. Siklosporin-A ile ilgili
yapılmış çalışmalarda, bu ilacın böbrek üzerine hasar verici etkileri
olabileceği gösterilmiştir. Siklosporin-A'nın bu hasar verici etkilerini
minimuma indirebilmek için, ilacın dozu düşürülmüş ve beraberinde steroid
verilmeye başlanmıştır. CyA'nın ağızdan ve de damardan verilebilen
formları mevcuttur. Damardan verilen formunun içerisinde çözücü olarak
"Cremofor -EL" kullanılmaktadır. Bazı çalışmalarda asıl bu çözücünün
böbrek üzerine hasarı tetikleyici olduğu belirtilmektedir.
Yöntem
"Apopitozis" hücrelerin kontrollü ölümü anlamına gelmektedir. Sağlıklı
dokularda apopitozis belli bir denge içerisinde görülmektedir. Ancak hasar
görmüş dokularda da apopitozisin artabildiği bilinmektedir. Bazı ilaçlar da
dokulardaki bu kontrollü ölümü uyarmaktadır. Doku içerisindeki apopitozisi
görüntüleyebilmek için farklı yöntemler geliştirilmiştir. Bu yöntemlerden
büyük bir kısmında; apopitozis sırasında hücrelerde ortaya çıkan "DNA
fragmantasyonu" nun görüntülenmesi hedeflenmektedir. Bu yöntemlerden
birisi
de
"DNA
fragmantasyonu"
nun
mikroskopik
düzeyde
görüntülenmesini sağlayan "TUNEL" yöntemidir.
Sonuç
Çalışmamızda; uzun süreli ve düşük dozda, ağızdan ya da damardan
verilecek CyA 'nın böbrekte apopitozisi arttırıp arttırmadığını karşılaştırmalı
araştırmak istedik. Ayrıca; steroidle birlikte verildiğinde apopitotitk
değişiklirlerin nasıl etkiendiğini de gözlemlemeyi amaçladık. Bu amaçla;
daha önce yapılmış bir deneyde hazırlanmış doku örneklerini kullandık. Bu
deneyde; Sprague_Dawley cinsi 2,5 aylık 24 dişi fare 4 deney grubuna
ayrılmıştır. Birinci grup kontrol olarak kalırken, ikinci gruba 3 ay süre ile 4
mg/kg/gün dozunda CyA'nın oral formu, üçüncü gruba 3 ay süre ile 4
mg/kg/gün dozunda CyA'nın intravenöz formu, dördüncü gruba da yine 3
ay süre ile 4 mg/kg/gün CyA nın intravenöz formu ile 1 mg/kg/gün
dozunda steroid beraber olarak verilmişti. Organ transplantasyonlarının
ardından uygulanan tedavilerde kullanılan dozlar bu deneyde esas
alınmıştı. Ardından, tüm ratlardan alınan böbrek dokuları parafin içerisine
gömülmüştü. Biz çalışmamızda bu bloklardan kesitler hazırladık ve TUNEL
kiti kullanarak tüm kesitleri boyadık. Kesitleri mikroskop altında
inceleyerek boyanma oranlarını karşılaştırmalı olarak değerlendirdik.
Kapanış
Dört deney grubunda, CyA’nın farklı formlarının uzun süreli ve düşük dozda
kullanımının, bununla birlikte
tedaviye steroid eklenmesinin böbrek
dokusunda yapabileceği apopitotik değişimler karşılaştırmalı olarak
incelendi.
Anahtar
Sözcükler
böbrek, siklosporin, apopitozis
52
KULLANIMININ
Yazarlar
SOSYAL İLİŞKİLERİN TEMEL PARÇASI EMPATİ: FONKSİYONEL
ANATOMİ
Ozan Cengiz*, Öykü Oğuz**
Yazarların
Fakülteleri
*İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Dönem 2; **Acıbadem
Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dönem 2
Giriş
Empati; bireyin kendisini karşısındakinin yerine koyabilme, karşısındakinin
hissettiklerini ve düşündüklerini anlayabilme yeteneğidir. Şizofreni, otizm
spektrum bozukluğu, Asperger Sendromu, sosyopati, posttramvatik beyin
hasarı gibi hastalıklar empati süreçlerini bozup bireyin çevresiyle olan
sosyal ilişkisine zarar verir. Bu hastalıkların empati mekanizmasını
doğrudan etkilediği düşünülmektedir. Bu çalışmada empatiden sorumlu
beyin unsurları, bu unsurlar arasındaki ilişkiler ve bu ilişkileri aksatabilecek
haller üzerinde durulmuştur.
Yöntem
“Empati, sosyal biliş, ayna nöron sistemi, beyin anatomisi, MRG, fMRG”
anahtar kelimeleriyle PubMed ve ISI Web of Science veritabanlarından
literatür taraması yapılmıştır. Bulunan sonuçlardan araştırmayla bağlantılı
olan en güncel ve kapsamlı makaleler kullanılmıştır.
Sonuç
Daha önce yapılan çalışmalarda frontotemporal lobar dejenerasyon
hastalarına empati testleri uygulanmış, sağ temporal lopta ve sağ inferior
frontal korteksteki dejenere hacim kaybıyla empati puanlarının ilişkili
olduğu görülmüştür. Başka bir çalışmada hem katılımcıların kendileri acı
hissini deneyimlemiş hem duygusal yakınlık kurdukları insanların acı
çektiği sinyali katılımcılara verilmiş, katılımcıların anterior insulaları ve
anterior singulat kortekslerinde iki durumda da aynı derece aktivasyon
görülmüştür. Ayna nöron sistemini araştıran bir çalışmada gösterilen
duygusal manzaraların ne hissettirdiği sorulduğunda katılımcıların inferior
frontal giruslarında aktivite artışı gözlenmiştir.
Kapanış
Empatiyi oluşturan evreler üçe ayrılabilir: Bireyin karşısındakinin duygu
durumunu algılaması ve paylaşması, kendini karşısındakinin yerine koyup
onun bakış açısını alma, karşısındaki gibi hissedebilmesi için kendi öznel
bakış açısını bastırma. Duygu durumunun algılanmasında görev yapan
beyin parçaları inferior frontal korteks, superior temporal korteks,
amigdala, sağ somatosensoriyel korteks, sağ temporal lob, sağ insuladır.
Ventromedial prefrontal korteks, orbitofrontal korteks, temporoparietal
bölge bireyin karşındakinin bakış açısını almasını sağlar. Öznel bakış açısını
bastırmada görevli kısımlar dorsolateral prefrontal korteks ve anterior
singulat kortekstir. Ayna nöron sistemi, hem bir hareket uygulanırken hem
başkasının yaptığı aynı hareket izlenirken uyarılan bir grup özelleşmiş
nörondur. İnferior frontal girus ve inferior parietal lobül ayna nöron
sisteminden sorumludur. İnsanlar arası iletişimin en büyük yardımcısı
empati sürecine katılan unsurları belirlemek, aralarındaki ilişkileri ortaya
koymak ve bu ilişkilerde ortaya çıkan bozuklukları tespit etmek gelecekte
sosyal ilişkileri zedeleyen hastalıklara çözüm bulmada yararlı olacaktır.
Anahtar
Sözcükler
Empati, ayna nöron sistemi, beyin anatomisi
53
9 Mart
Başlık
Poster Sunumları
POSTER SUNUMLARI
POSTER SUNUMLARI
Başlık
Yaşamın Çift Sırrı, MİKROKİMERİZM
Yazarlar
Tuğba Yılmaz
Yazarların
Fakülteleri
Erciyes Üniversitesi
Giriş
Hamilelik sürecinde anne ile fetüs arasında sürekli bir alışveriş vardır. Bu
alışveriş besin düzeyinde olabileceği gibi hücre düzeyinde de
gözlenmektedir. Peki plasenta bariyerine rağmen bu geçiş nasıl olmaktadır
ve anne vücuduna yabancı bu hücreler ile anne arasında ilişki nasıldır? Işte
bu ve buna benzer soruları yanıtlamak için mikrokimerizm araştırmaları
bize ışık tutmaktadır.
Yöntem
Araştırmamda kullandığım yegane araç internetten ulaşabildiğim makaleler
ve popüler bilim yazılarıydı. İstatistik açıdan ise normal sağlıklı bayanlar ve
otoimmunite gözlenen bayanlar arasında fetal hücre bulundurup
bulundurmaması ile ilgili veriler buldum. Bayanların mikrokimerik hücre
bulundurmasına bağlı olarak alzheimer, kanser gibi hastalıkların insidans
verileri de yer almaktadır.
Sonuç
Araştırmam sürecinde çok farklı sonuçlar buldum. Örneğin Alzheimer
hastalığı görülen bayanda normalde beklenenin aksine mikrokimerik hücre
yoğunluğu daha azdı. Ancak çeşitli kanserlerde bulunan mikrokimerik
hücreler kanserin dokusuna göre fazla veya azdı. Yani bazıları
kanserleşmeye sebep olmuş olabilirdi.
Kapanış
Geçişi çok sınırlı dediğimiz kan beyin bariyerinde bile fetal hücreler
geçebilmekte ve hamilelikten itibaren annenin hayatında çeşitli olumlu
veya olumsuz etkiler oluşturmaktadır.Bunun yanı sıra yıllarca istisna olarak
kalmış gerekler gün yüzüne çıkmış ve bayanlarda da Y kromozomlu
hücreler tespit edilmiştir. Kısaca bu farklılaşmamış fetal hücreler yeni bir
araştırma konusu oluşturmakla kalmamış birçok istisnayı da günyüzüne
çıkarmıştır.
Anahtar
Sözcükler
mikrokimerizm, gebelik, otoimmunite
Başlık
LIF gen terapisi ile miyelin yenilenmesi
Yazarlar
Kübra Peker
Yazarların
Fakülteleri
Şifa Üniversitesi
Giriş
Miyelin yapımında görevli
hastalıklarda zarar görür.
Sonuç
LIF gen terapisi ile farelerde yapılan deneyler sonucunda
oligodendrocytelerin yenilerinin oluşturulduğu tespit edilmiş.
Anahtar
Sözcükler
Miyelin , oligodendrocyte , LIF
54
oligodendrocyte
hücreleri
MS
gibi
Kardiyovasküler Hastalıklar ve Nöropsikiyatrik Hastalıklar İlişkisi
Yazarlar
Şeyma Karaca , Yıldız Kocatüfenk
Yazarların
Fakülteleri
Ege Üniversitesi
Giriş
Yapılan araştırmaların ortaya koyduğu istatistikler gösteriyor ki
kardiyovasküler hastalıklar Dünya üzerindeki ölüm nedenleri arasında
birinci. Ölümler azaltılmaya çalışılmaktadır ve büyük ölçüde kontrol
sağlanabilmektedir. Ancak ölümler sınırlandırılsa dahi kişinin yaşam kalitesi
üzerindeki etkiyi yok etmek uzun süre mümkün olmayacak gibi
görünmektedir. Yazımızda kardiyovasküler hastalıklarla ilişkisini
incelediğimiz depresyon da kişinin yaşamını sıkıntılı hale getiren ve
azımsanamayacak kadar yaygın bir hastalıktır. Biz bu yazımızda yaşam
üzerindeki etkisi yadsınamayacak bu iki hastalığın birbirleri üzerindeki
etkilerini, bu hastalıkların ortak noktalarını irdelemeyi ve bu etkinin
önemine dikkat çeken yeni taramaların sağlanmasının getirebileceği olumlu
etkileri incelemeyi amaçladık.
Yöntem
Sistemlerde ortaya çıkan hastalıklar incelendi. Hastaların beraberinde ne
tür şikayetlerde bulundukları sorgulandı. Bu şikayetlere dayalı tedaviler
ortaya kondu. Depsesyon sonrasında mı kardiyak proplemler ortaya çıktı
yoksa kardiyak problemler sürecindeki tedavi yolları mı psikiyatrik
sorunlara yol açtı? Bunlar üzerinde duruldu.
Sonuç
Kardiyovasküler hastalıkların, nöropsikiyastrik hastalılarla yakından ilişkisi
olduğu yapılan incelemelerde ve incelenen istatistiklerde fark edilmiş ve
fizyolojilerinin birbirlerine benzer olduğu görülmüştür. Bu iki hastalığın
prognozlarında beraberlik gözlenmiştir. Bu nedenle tedavi süreçlerinde de
birbirlerini etkileyebileceği düşünülmektedir. Kullanılan ilaçlarda
kardiyovasküler sistem ve nörolojik sistemin birbirine olumlu etki
yapabildiği gibi yan etki de oluşturabildiği dikkati çekmektedir. Ayrıca
kardiyak hastalarda tedavinin yanı sıra depresyon tedavisi
uygulanabileceği düşünülmektedir. Bakıldığında kardiyak hastalıkların pek
çok aşamasında depresif belirtilerin varlığı görülmüştür. Bu süreçte
hastanın psikolojik durumu da mutlaka takibe alınmalıdır.
Kapanış
Çalışmalar ilerletildiği taktirde, depresif odaklı kardiyovasküler hastalıkların
ayrı başlık altında toparlanarak daha özelleştirilmiş tedavilerin
uygulanabileceği düşünülmektedir. Ortak işleyiş ve sistem özelliklerine
dayalı yan etkisi ortadan kaldırılmış ilaçların üretilebileceği tedavilerinin
birlikte yürütülebileceği öngörülmektedir.
Anahtar
Sözcükler
kardiyovasküler hastalıklar, nöropsikiyatrik hastalıklar
55
9 Mart
Başlık
Poster Sunumları
POSTER SUNUMLARI
POSTER SUNUMLARI
Başlık
Yaşlı İstismarı Hakkında Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Bilgi Düzeyi
Yazarlar
Erhan Yüksek, Yunus Taylan, Gülser Aydın, Sibel Yaman, Mücahit Atasoy,
Fatih Uğur Taş, Pınar Gökdogan, Sümeyye Tümtürk, Hakan Yavuzer, Murat
Emül
Yazarların
Fakülteleri
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Giriş
Bu çalışmada amacımız dünyada yeni yeni oluşan yaşlı istismarı
farkındalığının geleceğin hekimleri olan Cerrahpaşa tıp fakültesi
öğrencilerindeki
düzeyini
öğrenmek
ve
arttırmaktı.
Çalışmadaki
hipotezlerimizin birincisi tıp fakültesi öğrencilerinin yaşlı istismarına dair
bilgilerinin az olduğudur. İkinci hipotezimiz, klinikteki öğrencilerin temel
bilimlerdeki öğrencilere göre daha bilgili olabileceğidir. Üçüncüsü öğrenciler
arasında cinsiyete göre bilgi farklılıkları olabileceğidir.
Yöntem
2011-2012 öğretim yılında, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencilerinden
katılmayı kabul edenler alın¬dı (n=810). Bu bir karşılaştırmalı ve
tanımlayıcı çalışmadır. Araştırmada daha önce çalışmalarda kullanılan
anket soruları ile oluşturduğumuz bir anketi kullandık.
Sonuç
Katılanların 356’i (%44) erkek, 454’ü (%56) kadındı ve yaş ortalaması
21.49±3.52 yıl idi. Öğrencilerin %68.4’ü bu anketten önce de yaşlıda
istismar konusundan haberdar olduğunu belirtmişti. Yaşlıda en sık istismar
türünün sözel (%37.7), ihmal (%27.8), fiziksel (%11.2), maddi (%11.2)
ve cinsel (%9.0) olduğuna inanmaktaydı. Öğrencilerin %80.9’u bir sağlık
çalışanı olarak yaşlıda istismarı bildirme sorumluğunun olduğunu
düşünmekteydi. “Yaşlı istismarını bildirmeden önce istismarın
gerçekleştiğine tam olarak emin olmalıyım” önermesini %7.4 oranında
yanlış, %73.3 doğru diye yanıtlamıştı. Yaşlı istismarı için yapılabilecek
standart prosedürlerin olduğunu düşünen klinik bilimlerdeki öğrenci sayısı
daha fazlaydı (X2=22.53; p<0.0001). “Yaşlı istismarını benim bildirdiğimi
düşünecek / bileceklerdir” önermesine anlamlı yüksek sayıda klinik bilimler
öğrencisi çekimser kalmıştı (X2=21.97; p<0.0001).
Kapanış
Cevap:Tıp fakültesi öğrencilerinin yaklaşık yarısı istismarı tanıyamama ve
tanı için net tanımlamalar olmamasını istismarı bildirmede önemli
engellerden olarak göster¬miştir. Ayrıca, istismarı bildirmede en önemli
en¬gel olarak iki öğrenciden biri istismarın reddedilmesini / kabul
edilmemesini ve bildirim için onam verilme¬mesini öne sürmektedir. Yaşlı
istismarı konusunda anlamlı olarak daha fazla sayıda kadın öğrenci bu
çalışmadan önce de haberdar olduğunu belirtmişti. Klinik bilimler
öğrencilerinde temel bilimler öğ¬rencilerine göre daha fazla kararsızlık
saptanmıştır. Sonuç: Yaşlı istismarı konusu ihmal edilebilmektedir ve bu
konuyla mücadelenin yasama, sağlık politikası, medya gibi birçok yönü
vardır. Yaşlıda istismar olduğunda ne yapılacağını bilemeyen geleceğin
hekimlerinin bilgi, beceri, tanı koyabilme ve rapor etme eğitimi ile bu
konudaki farkındalıkları artırılmalıdır.
56
POSTER SUNUMLARI
Hücreiçi Taşıma Sistemi
Yazarlar
Zeynep Gümüş
Yazarların
Fakülteleri
Şifa Üniversitesi
Giriş
hücre içi vezikül trafiği
Yöntem
Powerpoint Poster
Sonuç
Nobel ödülü alınması
Kapanış
Kaynakça
Anahtar
Sözcükler
vezikül, taşıma, 2013 nobel ödülü
Başlık
Tıp Öğrencilerinde Depresyon
Yazarlar
Hanım Koka, Lefide Berna Sakar, Leyla Seyhan
Yazarların
Fakülteleri
İnönü Üniversitesi
Giriş
Depresyonun tanımı
Yöntem
Beck depresyon testi
Sonuç
Bulunan anket sonuçları
Anahtar
depresyon, beck depresyon testi
Sözcükler
Başlık
Hipertansiyon ve Böbrek
Yazarlar
Leyla Seyhan
Yazarların
Fakülteleri
Dicle Üniversitesi
Giriş
hipertansiyon tanımı
Yöntem
Hipertansiyon ve böbrek ilişkisi
Sonuç
Böbrek fonksiyonlarının değerlendirmesi
Kapanış
tedavi
Anahtar
Sözcükler
hipertansiyon, böbrek,gebelik
57
9 Mart
Poster Sunumları
Başlık
POSTER SUNUMLARI
Başlık
Benzidamin Hidroklorid Suistimaline Bağlı Olarak Görülen Akut
Psikotik Semptomlar
Yazarlar
Yahya Ayhan Acar¹, Mustafa Kalkan², Rıdvan Çetin², Erdem Çevik³, Orhan
Çınar⁴
Yazarların
Fakülteleri
GATA
Giriş
Benzidamin Hidroklorid (BH) lokal etkili, steroid olmayan bir antiinflamatuvar ilaçtır (NASİİ) ve özellikle ağız ve boğazın inflamatuvar
durumlarında ağrı kesici ve tedavi amacıyla kullanılır. BH doz aşımı santral
sinir sistemi uyarılması, halüsinasyonlar ve psikoza neden olabilir. Bu
makalede BH kötüye kullanımı sonucu oluşan psikotik semptomlar ile acil
servise başvuran bir genç erkek olgusunu sunmak istedik.
Yöntem
OLGU: Yirmi yaşında bir erkek hasta acil servise örümcek görme şeklindeki
görsel halüsinasyonlar yakınması ile başvurdu. Bir gece önce 20 adet
benzidamin hidroklorid (Tantum®) drajesini alkolle aldığı öğrenildi. İlk
etapta intihar girişimi düşünülmekle birlikte, sonrasında BH’nin alkol ile
birlikte hezeyan yaratıcı etkisinden dolayı kötüye kullanıldığı öğrenilmiştir.
Hasta ileri değerlendirme amacıyla Psikiyatri kliniğine yönlendirilmiştir.
Sonuç
Katılanların 356’i (%44) erkek, 454’ü (%56) kadındı ve yaş ortalaması
21.49±3.52 yıl idi. Öğrencilerin %68.4’ü bu anketten önce de yaşlıda
istismar konusundan haberdar olduğunu belirtmişti. Yaşlıda en sık istismar
türünün sözel (%37.7), ihmal (%27.8), fiziksel (%11.2), maddi (%11.2)
ve cinsel (%9.0) olduğuna inanmaktaydı. Öğrencilerin %80.9’u bir sağlık
çalışanı olarak yaşlıda istismarı bildirme sorumluğunun olduğunu
düşünmekteydi. “Yaşlı istismarını bildirmeden önce istismarın
gerçekleştiğine tam olarak emin olmalıyım” önermesini %7.4 oranında
yanlış, %73.3 doğru diye yanıtlamıştı. Yaşlı istismarı için yapılabilecek
standart prosedürlerin olduğunu düşünen klinik bilimlerdeki öğrenci sayısı
daha fazlaydı (X2=22.53; p<0.0001). “Yaşlı istismarını benim bildirdiğimi
düşünecek / bileceklerdir” önermesine anlamlı yüksek sayıda klinik bilimler
öğrencisi çekimser kalmıştı (X2=21.97; p<0.0001).
toksikoloji, acil, suistimal, alkol
Anahtar
Sözcükler
58
Grip Etkeni Virüsler
Yazarlar
Lefide Berna Sakar
Yazarların Fakülteleri
İnönü Üniversitesi
Giriş
Virüsun yapısı ve replikasyon
Yöntem
Sınıflandırma
Sonuç
Antijenik değişim
Kapanış
Korunma ve kontrol
Anahtar Sözcükler
influenza virüsleri, bağışıklık, grip, enfeksiyon
Başlık
Bir Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Yaşam Mahallerindeki
Mikrobiyolojik Hava Kalitesinin ve Etki Eden Çevresel Faktörlerin
İncelenmesi
Yazarlar
Hülya Kapucu, Zeynep Eslem, Recai Oğur
Yazarların
Fakülteleri
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi
Giriş
Bu çalışmanın amacı bir tıp fakültesi öğrencilerinin ders saatleri dışı
zamanlarda bulundukları çalışma ve yatak odaları ile ortam yaşam
yerlerinin mikrobiyolojik hava kalitesini ve etkili olabilecek çevresel
faktörleri araştırmaktır.
Yöntem
Mikrobiyolojik hava örnekleri, Merck Air Sampler 100 hava örnekleme
cihazı ile ve her bir örnek için 100 litre hava süzülerek alınmış ve genel
amaçlı besiyerine (TGE besiyeri) ekilmiştir. Alınan örnekler Halk Sağlığı
laboratuvarına ulaştırılmış ve 37ᵒC'de 48 saatlik inkübasyon sonrasında
koloni sayımı gerçekleştirilmiştir.
Sonuç
Öğrencilerin yaşam mahallerinin mikrobiyolojik hava kalitesi açısından
genel olarak uygun olduğu, oda tipinin, oda şeklinin ve havalandırmanın
önemli bir etkisinin olmadığı anlaşılmaktadır.
Kapanış
Anahtar
Sözcükler
Kapalı ortam mikrobiyolojik hava kalitesinin iyileştirilmesi için oda başına
düşen kişi sayısının azaltılmasının en etkili yaklaşım olacağı
değerlendirilmektedir.
hava mikrobiyolojisi, ölçüm, yurt
59
9 Mart
Başlık
Poster Sunumları
POSTER SUNUMLARI
POSTER SUNUMLARI
Başlık
Halk arasında Tip 2 Diabetes Mellitus tedavisinde kullanılan bazı
tıbbi bitkilerin prostat kanseri hücreleri üzerindeki antiproliferatif
etkinliğinin araştırılması
Yazarlar
Emre Aydoğdu1,2 , Ahmet Yüksel1,2 , Mustafa Alparslan Babayiğit3 ,
Recai Oğur2,3
Yazarların
Fakülteleri
GATA
Giriş
Bu çalışmanın amacı ülkemizde Tip 2 Diabetes Mellitus tedavisinde destek
amacıyla yaygın olarak kullanılan bazı tıbbi bitkilerin prostat kanseri
hücreleri üzerine olan antiproliferatif etkilerinin in vitro olarak
incelenmesidir.
Yöntem
Sertifikalı bir üreticiden temin edilen dokuz adet tıbbi bitki (Cinnamomum
zeylanicum (tarçın), Foeniculum vulgare (rezene), Juglans regia (ceviz),
Momordica charantia (kudret narı), Myrtus comunis (mersin), Olea
europea (zeytin), Terminalia chebula (kara halile), Thuja articulata
(sandalos), Urtica dioica (ısırgan)) laboratuvar tipi öğütücüde
parçalandıktan sonra 10'ar gram alınarak 100 ml çözücüde (eşit miktarda
distile su, methanol, hekzan, butil alkol) üç gün süresince çalkalanarak
ekstrakte edildi ve çözücüler kuruluğa kadar uçuruldu. Hazırlanan toz
ekstrakt %10 DMSO içerisinde 10 mg/ml olacak şekilde çözüldü. Standart
şartlarda inkübe edilen (37ᵒC'de ve %5 CO2 içeren inkübatörde; %10
Fetal calf serum, %1 antibiyotik ve %1 L-glutamin içeren RPMI-1640
besiyerinde) ve 96 kuyucuklu hücre plaklarına pasajlanan iki farklı prostat
kanseri hücre serisine (PC3 ve DU-145) mililitrede 50 ve 20 mikrogram
olacak şekilde, tıbbi bitki ekstrakları uygulandı. 72 saatlik inkübasyon
sonrasında her bir kuyucuğa 10 mikrolitre MTT (5mg/ml) boyası ilave edildi
ve 3.5 saatlik inkübasyon sorasında her bir kuyucuğa 100 mikrolitre
DMSO uygulandıktan 15 dakika sonra, kuyucukların absorbans değerleri
570 nm'de bir plak okuyucuda okutuldu. Absorbans ölçümlerinden elde
edilen veriler kontrole (sadece besiyeri bulunan kuyucuklar) göre hücre
proliferasyonu hesaplama formülü (Hücre Canlılığı (%) = 100 x [(A1A0)/A0]) kullanılarak MTT test sonuçları hesaplandı.
Sonuç
Analiz sonuçlarına göre bitkilerin farklı düzeyelrde anticanserojen etkinlik
gösterdiği saptanmıştır. İncelenen tıbbi bitkilerin hücre türüne göre
etkinlikleri değişmektedir.
Halk arasında kan şekerini regüle etmeye faydası olduğu düşünülerek
özellikle Tip 2 DiabetesMellitus hastaları tarafından yaygın olarak
kullanılan bazı tıbbi bitkilerin aynı zamanda antikanserojen aktiviteye de
sahip olduğu gözlenmiştir. Bu yönü de dikkate alındığında bu bitkilerin
normoglisemik etkilerinin yanı sıra diğer etkilerini de ortaya koymaya
yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
Kapanış
Anahtar
Sözcükler
tip2 diabetes mellitus, prostat kanseri, fitoterapi
60
Güçlü Bir Antioksidan Olan Melatoninin Yaşamımızdaki Rolü ve
Alzheimer Hastalığıyla Savaşı
Yazarlar
F.Nurefşan Selek
Yazarların
Fakülteleri
GATA
Giriş
Geçmişte insanlar enfeksiyöz hastalıklarla savaşırken bugün bizi en çok
korkutan, önemli mortalite oranına sahip olan nonenfeksiyöz kronik
hastalıklar olmuştur. Metabolik hastalıklar son zamanlarda epidemik haline
gelmiş sağlık sorunları olarak karşımıza çıkmaktadır. Değişen yaşam
tarzıyla birlikte gece gündüz döngüsünün değişmesi, gece ışığa maruz
kalma süresinin uzaması melatonin hormonunun salgılanmasında
eksikliklere yol açarak beraberinde birçok hastalığı getirmektedir. Batı
ülkelerinde 2001 yılında gece aydınlığa maruz kalan insanların oranı %62
iken, bugün bu oran %99’a ulaşmıştır. Gece gözümüzdeki retinal ganglion
hücrelerine gelen bu ışıklar paraventriküler çekirdekteki suprakiazmatik
nukleusu inhibe eder ve SCN de nöronal bazı yolaklar sonucu pineal bezi
inhibe ederek karanlıkta salgılanması gereken melatoninin salgılanması
engellenir. Melatonin; pineal bez tarafından gece salgılanan ve maksimum
düzeye tam karanlık ortamdan birkaç saat sonra ulaşan, sirkadian ritmin
düzenlenmesi, serbest radikallerin temizlenmesi, immünitenin geliştirilmesi
ve antioksidan özellikleri yanında birçok fonksiyonda rol alan bir
hormondur. Melatoninin hastalıkları önlediğini, özellikle kansere yakalanma
oranını düşürdüğünü gösteren en önemli kanıt da görme engellilerde
yapılan araştırmalarda kansere yakalanma oranının çok düşük olmasıdır.
Melatonin defisitinin, genellikle yaşlanma ve yaşlılıkla ilişkili hastalıklarla
yakından ilişkisi olduğu kabul edilmektedir. Bu hastalıklardan önemli bir
yere sahip olan Alzheimer hastalığı, çok yönlü bilişsel fonksiyonlarda
kötüleşme ve ilerleyici hafıza kaybı ile birlikte olan, yaşa bağımlı bir
nörodejeneratif hastalıktır. Hastalık, kümelenmiş β-amiloid yapıda hücre
dışı senil plaklar ve hücre içi hiperfosforile tau proteini içeren nörofibriler
yumaklarla karakterizedir.
Melatoninin , bir antioksidan ve nöron koruyucu olarak, yaşlanma ve
Alzheimer hastalığında önemli bir rol oynayabileceğini gösterilmiştir.
Melatonin yaşla birlikte azalmaktadır ve Alzheimer hastalığı bulunan
hastaların melatonin seviyelerinde büyük bir azalma vardır. Melatonin
ilavesinin uykuyu geliştirdiği, sundowning bulgularını iyileştirdiği ve
Alzheimer hastalarındaki bilişsel bozulmanın ilerlemesini yavaşlattığını
göstermiştir. Melatoninin hastalıkları önlediğini, özellikle kansere
yakalanma oranını düşürdüğünü gösteren en önemli kanıt da görme
engellilerde yapılan araştırmalarda kansere yakalanma oranının çok düşük
olmasıdır.
Sonuç
Kapanış
Anahtar
Sözcükler
Sonuç olarak melatonin, birçok hastalığı engellediği, sağlıklı yaşam için
mutlaka gerekli olduğu değişik araştırmalarla kanıtlanmıştır. Bu yüzden
gece-gündüz döngüsünün dengeli olması, gece ışığa maruz kalma süresinin
ve teknolojiyle geçirilen sürenin mümkün olduğu kadar kısa olması
melatonin düzgün ve yeterli miktarda salgılanmasına sebep olarak bize
sağlıklı bir yaşam sunacaktır.
melatonin, antioksidan, alzheimer hastalığı
61
9 Mart
Başlık
Poster Sunumları
POSTER SUNUMLARI
POSTER SUNUMLARI
Başlık
Sıçan Kemik İliği Kaynaklı Mezenkimal Kök Hücrelerin Wistar
Albino Sıçanlarda Geliştirilen Kronik Konstrüksiyon Hasarı
Modelinde Nöropatik Ağrı Üzerine Etkisinin Araştırılması
Yazarlar
Özlem Alhan, Sezer Aslan, Yasin Yıldız, Tunç Akkoç
Yazarların
Fakülteleri
Marmara Üniversitesi
Giriş
Nöropatik ağrı (NA), merkezi ya da periferal sinir sisteminde oluşan bir
patolojiden kaynaklanmaktadır. Tam mekanizması açıklanamamış olsa da,
son zamanlarda nöropatik ağrıda enflamatuar ve bağışık sistemin de rol
oynadığı bildirilmektedir. Bu çalışmada, sıçan kemik iliği kaynaklı
mezenkimal kök hücrelerin (Ski-MKH) nöropatik ağrı üzerine etkisi
araştırılmaktadır.
18 adet Wistar Albino sıçanda nöropatik ağrı, kronik konstrüksiyon hasar
(KKH) modeli ile oluşturulmuştur. Sıçanlar 3 gruba ayrılmıştır: (grup-I)
KKH + MKH grup , (grup-II) yalnız KKH grup, (grup-III) sağlıklı kontrol
(SK) grubu. Grup-I’de KKH modeli geliştirildikten sonra Ski-MKH lokal
olarak hasar bölgesine uygulanmıştır (2,5 x 105 MKH / 500μl PBS).
Nöropatik ağrı değerlendirilmesinde termal allodini için soğuk zemin testi
kullanılmış, kümülatif süre ve pençe çekme sayıları hesaplanmıştır.
Fonksiyonel değerlendirme, yürüme izi analizi ile değerlendirilmiştir.
Hasardan sonra 1.,2.günde ve 1 ay boyunca haftalık analizler
gerçekleştirilmiştir. Deneysel tipteki araştırmamızda analizler MannWhitney, Wilcoxon S.R.test ile değerlendirilmiştir.
Yöntem
Sonuç
Kapanış
Anahtar
Sözcükle
Soğuk zemin testinde; kümülatif sürede 1. ve 2. haftada Grup-I ve III
arasında anlamlı fark bulunmazken, Grup-I’deki kümülatif süre Grup-II’ye
kıyasla istatistik olarak anlamlı derecede daha düşük bulunmuştur.
(1.hafta p1-3=0,14, p1-2=0,05 ; 2.hafta p1-3 =0,31, p1-2=0,02). GrupI‘deki sıçanların pençe çekme sayıları Grup-II’deki gruba kıyasla
istatistiksel olarak daha azdır. (1.hafta p1-3=0,1, p1-2=0,006; 2.hafta p13=0,51, p1-2=0,04). Kümülatif süre Grup-II’de KKH öncesine göre 1. ve
2. haftada anlamlı şekilde artmış iken, Grup-I’de anlamlı artış olmamıştır
(0.gün-1.hafta p1=0,18, p2=0,02; 0.gün-2.hafta p1=0,31, p2=0,02).
Fonksiyonel değerlendirmede 1. ve 2. haftada Grup-I ve II arasında
anlamlı fark saptanmışken, ilerleyen haftalarda fonksiyonel iyileşme
bakımından anlamlı fark gözlemlenmemiştir. (1.hafta p1-2=0,05; 2.hafta
p1-2=0,02).
Mezenkimal kök hücrenin immünmodülatör ve anti-enflamatuar etkilerinin
kısa süreli ağrıyı azaltabildiği gözlenmişken, uzun sürede bu etki
gözlenememiştir.
Nöropatik ağrı, Mezenkimal kök hücre,Kronik konstrüksiyon hasarı, soğuk
zemin testi
62
MİKROORGANİZMALARIN GÜLEN YÜZÜ "YAKIŞIKLI PARAZİT"
GIARDIA INTESTINALIS
Yazarlar
Erkan DEMİREL, Volkan ÖZCAN, Yrd. Doç. Dr. Ülkü KARAMAN
Yazarların
Fakülteleri
Ordu Üniversitesi
Giriş
İlk kez 1681 yılında Leeuwenhoek tarafından keşfedilen Giardia intestinalis,
özellikle çocuklarda rastlanan kronik ishalin en sık sebebi olan
protozoondur. İki formu olan G. intestinalisin özellikle trofozoit formunun
morfolojisi insan yüzünü andırmakta olup Giardia intestinalise yakışıklı
parazit olarak adlandırılmasına neden olmaktadır. Bu posterde Giardia
intestinalis in trofozoit formunun niçin gülen yüze benzediğini ve Giardia
intestinalis in yaşam döngüsü, neden olduğu hastalık ve bu hastalığın
tedavisini anlatılmaktadır.
Yöntem
Kaynak taraması (parazitoloji kitapları ve doktora tezi) ve hastalığı tedavi
etmek için kullanılan ilaçların yaşa ve doza bağlı olarak tedavi oranları
Sonuç
Giardia intestinalis dünyanın her yerinde görülebilen ve insan için en yaygın
protozoon olup gelişmekte olan ülkelerde %20-30’a kadar varan oranlarda
yayılış göstermektedir. Çocuklarda görülme oranı daha fazladır ve
beslenme bozukluklarının yanı sıra gelişme geriliklerine neden olabilir.
Endemik ve epidemik formları görülebilir. Parazitin kist ve trofozoit formu
vardır. Trofozoitler ortasından kesilmiş armuda benzerken kistler oval
şekildedir. Oldukça hareketli olan trofozoitler emici diskleri ile ince bağırsak
epitel hücrelerine, özellikle duodenuma yerleşmektedirler. G. İntestinalis
trofozoitleri konak bağırsağında kist formuna dönüşürler. Kistleri oval olup
dış ortama oldukça dirençlidirler. Parazitin kistleri oral yol ile yiyecek ve
içeceklerle alındıktan sonra duodenumun alkalen ortamda trofozoit şekle
dönüşürler.
Kapanış
Giardia intestinalis’in yaptığı hastalığa giardiasis denir. Giardiasis'te
enfeksiyon kaynağı, gaitalarında kist bulunan insanlardır. Enfekte kişiler bir
günde sayısı milyonlara ulaşabilen kistleri etrafa saçabilmektedirler. Bu
kistlerin, ellerle, besinlerle veya sularla ağızdan sindirim yoluna girmesi ile
enfeksiyon başlamaktadır. İnsandan insana geçiş enfeksiyonun en yaygın
bulaşma biçimidir. Kuluçka dönemi 1-2 haftadır. İştahsızlık, zayıflama,
karında ağrı ile birlikte ishal görülebilmektedir. Giardiasisin en önemli klinik
belirtisi ishal ve malabsorbsiyondur. Parazitin etkensel tanısında dışkının
direk bakısı, çoklaştırma yöntemleri, boyama ve kültür yöntemleri
kullanılmaktadır. İndirekt tanı da ise serolojik testlerden
yararlanılmaktadır. Tedavide Nitroimidazol türevleri, Akridin boyaları ve
Nitrofuran grubu kullanılmaktadır.
Korunmada; enfekte kişilerin mutlaka tedavi edilmesi, portör taramasının
yapılarak tedavilerinin yapılması, şüpheli suların kaynatılarak veya klor
seviyenin yükseltilerek içilmesi, çiğ yenen sebze ve meyvelerin iyi
yıkanması, tuvalet sonrası temizliğinin çocuklara öğretilmesi, mekanik
vektörlük yapabilecek karasinek, hamam böceği gibi haşerelerle mücadele,
toplumu halk sağlığı konusunda bilgilendirilmesi önemlidir.
Anahtar
Sözcükler
Giardia intestinalis, trofozoit, gülen yüz
63
9 Mart
Başlık
Poster Sunumları
POSTER SUNUMLARI
POSTER SUNUMLARI
Başlık
Amyotrophic Lateral Sclerosis (ALS)
Yazarlar
Gülçin KUNAÇ
Yazarların
Fakülteleri
Şifa Üniversitesi
Giriş
Charcot ALS hastalığını 1869'da keşfetti ama hala hastalık çözülemedi.
Sonuç
Hastalık hakkında yapılan deneyler daha fazla desteklenerek zamanla
çözüme ulaşılması sağlanabilir.
Kapanış
Stem Cells 2012 Mart sayısında yayınlanan çalışmada, 12 ALS hastasının
omurilik lumbar bölgesine fötal kaynaklı kök hücre nakli yapıldı.
Uygulamanın güvenilir olduğu, ciddi yan etki olmadığı, hastalar tarafından
iyi tolere edildiği bildirildi.
Başlık
Borik Asit ve Metabolizma
Yazarlar
Hakan Atasoy
Yazarların
Fakülteleri
Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi
Giriş
Boric Asitin Yağ Metabolizması ve/veya Tumorler Üzerine Etkileri
Yöntem
Deney hayvanlarıyla kontrollü çalışma, gözlem
Sonuç
Anlamlı sonuç var
Kapanış
Anlamlı sonuç var
Anahtar
Sözcükler
Bor, Yağ, Kilo, Tumor, Ehrlich
64
JÜRİ & ÖDÜLLER
JÜRİ
Tüm sözlü sunumlar ilk olarak oturum başkanları tarafından değerlendirme
formu ile birlikte değerlendirmeye alınacaktır. Sunum yapısı, çalışmanın
orijinalliği, zaman kullanımı, tartışma ve soru-cevap üzerinden son karar
verilecektir.
Konuşmacı
jüriden
ve
dinleyicilerden
gelecek
soruları
cevaplayabilecek düzeyde olmalıdır.
Poster sunumları jüri tarafından kahve aralarında değerlendirilecektir.
Yazarların kahve aralarında posterlerinin yanında olmaları, tartışma ve sorucevap son kararda rolü olan faktörlerdir.
Oturum Başkanları
Prof. Dr. Hasan Yazıcı
Doç. Dr. Eda Cengiz
Prof. Dr. Gönül Kanıgür Sultanbek
Prof. Dr. Özden Özer
Dr. Fehim Esen
Jüri
1.
2.
3.
4.
Oturum Başkanı
Özgür Bölükbaşı
Feyza Çukurova
Burak İsal
65
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Haritası
4
3
1
6
5
2
Oklar : Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Girişleri
1 – Cem-i Demiroğlu Oditoryumu
2 – Kafeterya
3 – Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD Binası
4 – İngilizce Tıp Binası
5 – Adli Tıp Anabilim Dalı Binası
6 – Tıbbi Beceri Laboratuvarları
66
SOSYAL PROGRAM
8 Mart Cumartesi Gecesi Gala Programı:
Dopdolu, öğretici ve
bilgilendirici bir
bilimsel programdan
sonra iki kıtayı
birleştiren Istanbul’un
eşsiz ve muhteşem
incisi Boğaz’ın
kenarında
PORTAXE’de
gerçekleştireceğimiz
enfes bir gala
yemeğiyle sosyal
programımıza devam
edip yemeğimizin hemen ardından partimiz sınırsız yerli içecek ile
devam edecek ve terasta yakacağımız ateş, DJ performansı ve
sürprizlerimiz ile geceyi 02:00′de noktalayacağız! (Yemek servisi
boyunca alkolsüz içecek servis edilecektir.)
Sosyal Program Sorumlularımız:
Soldan sağa: İbrahim Halil Baloğlu, Ahmet Can Selçuk, Furkan
Yüzbaşıoğlu
67
YARARLI BİLGİLER
METRO - TRAMVAY HARİTASI
1 – Havalimanı
2 – Otogar
3 – Taksim
3
2
1
68
CTF Bilim Günleri 2014 Organizasyon Ekibi
Üst Sıra Soldan Sağa:
Serdar Akkol, Mert Can Rador, Ilvana Çaklovica, Kıvanç Yangı, Mehmet Serhat Yıldırım,
Sabri Öztürk
Alt Sıra Soldan Sağa:
Ceren Soylu, Cemre Özdemir, Nurgül Tekeli, Özüm Demir, İrem Yenidoğan, Melike
Keskin, Selin Ercan
Fotoğrafta Bulunmayanlar:
Doğaner Uslu
Ayrıca bu kitabın yazımına yardım eden Celal Yeşilkaya ve Pelin Kocazeybek’e teşekkür
ederiz.
69
CTF Bilim Günleri 2014 SPONSORLARI
70
IMSRC 2013’den…
71 Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü Yönetim Kurulu
Üst Sıra Soldan Sağa:
Kıvanç Yangı, A. Serkan Emekli, Murat Yüce, İrem Yanık, Bekir Burak Kılboz,
Kaancan Deniz, Cemre Özdemir, Merve Ümran Yılmaz, Aylin Irmak Kuruç, Serdar
Akkol, Melike Keskin
Alt Sıra Soldan Sağa:
Özüm Demir, Özgür Bölükbaşı, Beril Tülü, İpek Betül Özçivit, Feyza Çukurova,
Büşranur Ağaç, Gülçin Baş, Berçemhan Yazırlı, Ahmet Ural, İrem Yenidoğan,
Burak İsal, Selin Ercan, İlvana Çaklovica
Fotoğrafta Bulunmayanlar:
İbrahim Halil Baloğlu, Ahmet Can Selçuk, Furkan Yüzbaşıoğlu
72