www.sufitherapy.ca www.sufiterapi.net www.sufitherapy.net SAYI 5 . Bediüzaman’ın 5 Önemli Keşfi . Mevlana’dan: Demedim mi? 5. Sufi Terapi Seansı: Sabır Depresyon, Umutsuzluk Ölçümü Risale-i Nur : Rıza Odaklı Yaşam Esmaül-Hüsna Şifa kaynağıdır Panik Atağa Şahmeran Duası Psıkoterapist Notu Sayfa 2 Terapi’de öz kaynaklarımıza dönmeliyiz 9 Mayıs 2014 Bu sayımızda psikoterapide öz kaynaklarımızı göstermeye çalıştım. Kalp merkezli farkındalık tedavisi sunan Mevlana Celaledddin Rumi, Yunus Emre, Şemsi Tebrizi, Muhyiddin İbn Arabi, İmam Gazeli, Bediüzzaman Said Nursi ve Fethullah Gülen Hocaefendi, Sufi terapide değişmez kaynaklarımızdır. Bu saydığım alimlerin hepsi aslında birer toplum psikoloğudur. Hz. Üstad diyor ki, esas korkulacak musibet dine gelen musibettir. Yani insanın imanında ve ibadetinde bir eksiklik ve hatalara düşmek ve ebedî hayatını kaybetmek tehlikeleridir. Ama dinî olmayan maddi musibetler ise, şunlardır: 1. Yaptığımız hataların ve işlediğimiz günahların neticesidir. Kefaret yerine geçer. 2. İhtar mahiyetinde olanlar vardır. Çobanın koyunları başkasının tarlasından çevirmek için attığı ikaz taşları gibidir. Bir musibet taşı ile yoldan çıkmamak için ihtar atışı, uyarma cezası ile zararlı işlerden insan döndürülür. 3. Bir kısmı, sabır denemesi ve manevî derecelerin yükselmesi içindir. Onun için bunların hepsi bizim lehimizedir. Lehimize olduğundan asla kaderi tenkit etmememiz, Allah'ın merhametini itham etmememiz gerekir. Aksi takdirde musibeti çoğaltmış oluruz. Hz. Üstad, insan psikolojisinde hastalıkların ana kaynağını iyi tesbit etmiş ve devayı göstermiş: Maddi musibetleri büyük görerek, evhamla ve merakla azdırmamak, büyütmemek gerekir. Cenâb-ı Hakk'a sığınıp, dua silahı ile onları yok etmeye çalışmak icap eder. "Dua, müminin silahıdır." Hadis-i Şerifinde ifade edildiği gibi, bu, hiçbir cephanelikte bulunmayan müthiş bir silahtır. Bunu daima elinde tutan için üstesinden gelinmeyecek bir problem yoktur. Böyle bir imkân varken, onu bırakıp evhama ve meraka sarılmak o musibetin cesetten geçerek kalpte kökleşmesine, artık manevi bir musibet olmasına vesile olmak demektir. Öyle olunca artık baş edilmez bir dert ve semavi bir bela olur. Bu işin çaresi, acizliğimizi, zayıflığımızı, hiçliğimizi idrak edip tam bir kul olarak ibadet ve duaya sarılarak, Allah'ın icraatına ve kazasına rıza ve tevekkül ile karşılık vermeliyiz. O zaman görürüz ki, o maddi musibet kökü kesilmiş ağaç gibi hafifleye hafifleye kuruyup, yok olup gidecektir. Üstad Hazretleri'nin dediği gibi, feryadı, şikâyeti bırakacağız, tevekkül edeceğiz. Zira şikâyetvari feryatlar bela içinde bela, hata içinde hata olan bir beladır. Mühim olan bela vereni bulmaktır. O'nu bulunca, hikmetsiz bir iş, bir icraat yapmadığını bilecek, tevekkülle ona yalvaracağız, o zaman o belanın aslında safa içinde bir armağan olduğunu ama imtihan ve hikmet icabı olarak bela ambalajlı bir hazine olduğunu fark edeceğiz.. İşte sıhhat-âfiyet ve lezzetler gibi faydalı şeyler o insan makinesini şükür ve hamde sevk ederken; hastalıklar ve elemler de o makinenin diğer çarklarını işleterek sonsuz derecede aciz, fakir, zayıf ve bir o kadar da Allah'a muhtaç olduğunu idrak ettiriyor. Böylece her bir azanın, duygusunun diliyle Allah'tan istimdada, yardım ve medet-imdat istemeye başlıyor. Gerçek bir ihlâs ve ihtiyaçla yalvarmaya, duaya, niyaza ve tazarruya yöneliyor. Böylece insan, her bir aleti, duygusu, hissiyatı, lâtifesi ile birer kalem oluyor ve hayat sayfasında Cenâb-ı Hakk'ın Güzel İsimlerini yazmaya başlıyor ve mukadderat-ı hayatını bu güzelliklerle dolduruyor. Zaten insan hayatından beklenen bu değil miydi? CUMA Faruk Arslan İletişim Sufi Therapy Counselling Email: [email protected] İngilizce Siteler www.sufitherapy.ca www.sufitherapy.net Türkçe Site www.sufiterapi.net Twıtter hesabı @sufiterapi SAYI NO 5 MSW, RSW, Psikoterapist Sufi Terapi/Kitap Sufi Terapi'nin Fethullah Gülen Hocaefendi'den Sosyal Bilimlere ve Psikoterapiye kazandırdığı yeni tanımlama “Vecd-ihlas Vicdan” terminolojisi vicdanın temiz hali olarak bilimsel kayıtlara Kanada’nın Wilfrid Laurier Üniversitsi’nde girdi. Batılı bilim adamları Gülen’in tanımını daha önce “Kozmik Vicdan” ve “Trans-Vicdanı” olarak tesbit etmişlerdi. Çünkü vicdan yanlış yapmaktan alıkoyan bir iç bekçidir, doğruları tartan iç ölçüdür, hakikatin nasıl yapılacağını anlatan bir iç eğilimdir. “Trans-Vicdan”lı, ihlas, samimiyet ve kalp merkezli Sufi Terapi der ki: “Allah'a kul olan, köle olan kula kul olmaz, kimseye köle olmaz, satın alınamaz çünkü vicdanı hür ve temiz özgür bir savaşçıdır.” .Kalbin Zümrüt Tepeleri-1 SKalbin Zümrüt Tepeleri, bir seri halinde ilk defa Sızıntı dergisinde yayınlanmaya başladı. Fethullah Gülen Hocaefendi tarafından kaleme alınan ve Kur’an ve Sünnet çizgisinde, tasavvufî düşünceye asrın anlayışı içinde farklı bir bakış açısı sunan bu serinin ilk kitabında toplam 47 başlıkbulunuyor. Kalbin Zümrüt Tepeleri-2 Kalbin Zümrüt Tepeleri, bir seri halinde ilk defa Sızıntı dergisinde yayınlanmaya başladı. Fethullah Gülen Hocaefendi tarafından kaleme alınan ve Kur’an ve Sünnet çizgisinde, tasavvufî düşünceye asrın anlayışı içinde farklı bir bakış açısı sunan bu serinin ikinci kitabında toplam 50 başlık bulunuyor. Kalbin Zümrüt Tepeleri-3 Kalbin Zümrüt Tepeleri, bir seri halinde ilk defa Sızıntı dergisinde yayınlanmaya başladı. Fethullah Gülen Hocaefendi tarafından kaleme alınan ve Kur’an ve Sünnet çizgisinde, tasavvufî düşünceye asrın anlayışı içinde farklı bir bakış açısı sunan bu serinin üçüncü kitabında toplam 32 başlık bulunuyor. Kalbin Zümrüt Tepeleri-4 Kalbin Zümrüt Tepeleri, bir seri halinde ilk defa Sızıntı dergisinde yayınlanmaya başladı. Fethullah Gülen Hocaefendi tarafından kaleme alınan ve Kur’an ve Sünnet çizgisinde, tasavvufî düşünceye asrın anlayışı içinde farklı bir bakış açısı sunan bu serinin dördüncü kitabında toplam 13 başlık bulunuyor. Sayfa 3 . Sufi Terapi/ Risale Perspective Risale-i Nur Terapi: Rıza Odaklı Yaşam Sayfa 4 Bediüzzaman Said Nursi, bu çağı enaniyet ve medeniyet fantazilerine düşkünlük çağı olarak tanımlar ve İslam’ın iki temel esası olan şefkat ve ihlası önplana çıkarır. Benlik ve egosunu yücelten Batı medeniyeti birey özgürlüğü adı altında yaşam amacının sürekli zevk alma, bunun için savaşım ve arzularının peşinde koşma olarak lanse eder. Bu tarz laik ahlakın çirkin sonuçları olarak boşanmalar arttı, insanlar yalnızlaştı, utanma ve acıma duygusu kalmadı, bununla ilişkili olaraak depresyon ve intihar yaygınlaştı. İnsanlarda sınırsız bulunabilen şehevi zevki gadabi saldırganlık ve akıl, bazen ifrat ve tefrit noktasında insanlarda görülür. Üstadın ahlak öğretisi içinde cinsellikte vasatı, orta yolu önerir. Ne ruhbanlık seviyesinde cinsellikten arınmayı tavsiye eder, nede haram helal düşünmeden şehvetperest olmayı salık verir, bunun yerine kontrollü, iffetli cinselliği savunur. Çalışma hayatında maddeperestlik ve zevk yerine şevki koyar. Üstadın merak ve hayreti zevk kaynağı olarak öne sürmesi ilginçtir. Hep zevkler peşinde olmayı, hazcılığı ifrat görür, hep çile çekmeyi de anlamsız bir tefrit bulur. ‘Muhabbete en alyık sıfat muhabbettir. Husumete en layık sıfat husumettir’ diyerek insanlar arasında kavga etmeyi değil barışcıl yaklaşımları teşvik eder. Haksızlık karşısında şiddete başvurmaya ve pasif tutuma karşı çıkan üstad, aktif sabrı önerir. Evvela bunalım bizatihi insanın tabiatında bulunmaktadır. Allah insanın harcını böyle karmıştır. Bazı vurdumduymazlar bunalımlarını ciddiye almazlar; onlar boşa akan ırmak gibidirler. Bazıları da onu ciddiye alırlar; o bunalımlardan insanlığa nice meyveler sunarlar. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle tespit edilmiştir: “Biz, insanı muhakkak ki bir sıkıntı içinde yarattık.” (Beled 90/4 ) Bu, insanın aleyhine değildir. Onu üstün kılan büyük bir hazinedir aslında. Zira insan o bunalımı fark etmeli, kendini ona göre hazırlamalıdır. Oysa insanı insan yapan bu mutlu ve muhteşem çelişme ve çatışmadır. Materyalistler, insanın duyularını, spiritüalistler şuurun verilerini ortaya koyarlar; ama insan bu ikisine de, hatta daha da ilerisine sahiptir; bunalımları da insanın motor gücüdür. Bediüzaman’ın ahlak öğretisinde Batılı ahlakın aksine nefsini sevme, yani narsizm yoktur. Nefsine eziyet etme, yani sadomazoşim hastalığı da yoktur. Bunların yerine her şeyi Allah için sevme meziyeti ve prensibi yaşamın ana gayesi olarak baş köşeye oturtulur. Üstad, bunu doğrudan Kur’an ve sünnet yolundan çıkarmış ve eserinde ustalıkla işler. Rızâ’nın fazileti hakkındaki Kur'ân-ı Kerim âyetleri şunlardır: «— Allah onlardan. Onlar da Allâh'dan razı olmuştur» (Beyyine - 8) «— İyiliğin karşılığı »iyilikten başka bir şey olabilir mi?» (Rahman - 60) İyiliğin sonu Allâh'ın kulundan razı olmasıdır, bu da kulun Allah (C.C)'dan razı olmasının mükâfatıdır. Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki: "Allah, erkek kadın, mü'minlere; içinde ebedî kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetinde güzel meskenler vadetti. Allah'ın Rızâsı ise hepsinden büyüktür." (Tevbe - 72) Görülüyor ki, Ulu Allâh (C.C), rızasını Adn cennetlerinden üstün tutmuştur. Nitekim kendi zikrini namazdan üstün tutmuş. «— Hiç şüphesiz, namaz çirkinlikten eğriliklerden alıkor, Allah'ı zikretmek ise en büyüktür. Allah bütün işlediklerinizi bilir» (Ankebut - 45) buyurmuştur. Rızâ’nın faziletine delil teşkil eden hadislere gelince. Peygamber'imiz (S.A.V) bir gün sahâbilerden bir cemâate; «Siz kimsiniz?» diye sorar, onlar da «Mü'minleriz» diye cevap verir. Peygamber'imiz onlara «İmânınızın alâmeti nedir?» diye sorar. Onlar da «Belaya karşı sabreder, bolluğa şükreder ve kazanın tecellisine razı oluruz.» diye cevap verirler. Bunun üzerine Peygamber'imiz onlara «Kabe'nin Rabb'i adına yemin ederek söylüyorum ki, sizler mü'minsiniz» diye karşılık verir. Peygamberimiz (S.A.S.) şöyle buyurmuştur: «— Hikmet ehli âlimler, derin görüşleri sayesinde peygamberliğe yakındırlar.» «— İslâm hidâyetine eren ve rızkı geçimine yetecek kadar olup da durumu hoşnutlukla karşılayanlara ne mutlu!» "Allâh'ın verdiği az rızka razı olanların, Allâh da az ameline razı olur." «— Allâh bir kulu sevince ona belâ verir, sabrederse onu sever, hoşnutlukla karşılarsa onu mümtaz kılar.» "Ey fakirler! Allâh'a kalbden râzı olunuz ki, fakirliğinizin sevabına kavuşasınız, yoksa sevaba eremezsiniz." Bildirildiğine göre İsrailoğullari Hz. Musa'ya (A.S.) derler ki: «Rabb´inden dile de bize yapınca rızâsını kazanacağımız bir amel bildirsin» Hz. Musa (A.S) «Allah'ım! Dediklerini duydun» diye Allâh'a yalvarır. Ulu Allah Hz. Musa'ya buyurur ki: «Yâ Musa! Söyle onlara benden razı olsunlar ki, ben de onlardan razı olayım.» Sufi Terapi/Zikir Dat e and Ti me English Arabic There is no god but God Lâ ilâhe illallah Sayfa 5 Times KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ SUFİ TERAPİ ZİKİR TAKVİMİ 200 Table 2 – The Daily Dhikr Schedule, Recitation God Allah 66 He Hu 200 The Truth Hak 108 The All-Overwhelming Kahhâr 306 The All-Powerful Kâdir 314 The All-Strong Kaviyy 116 of God's Names Table 4 – The Daily Dhikr Schedule, “Sekine” (Peacefulness), Recitation of God's The All-Compelling Cebbâr 206 The Master Mâlik 90 The All-Loving Vedûd 2 0 The Peerlessly AllSingle Vâhid 19 The One Ehad 13 The Eternally Besought -of-All Samed 134 Names Date and Time English The Unique Turkish Number or Arabic of Times Ferd 33 The AllLiving Hayy 14 The SelfSubsistent Kayyûm 156 The Just Adl 104 The Judge Hakem 68 The Pure One 170 Kuddus Sufi Terapi/ Şahmeran Duası Sayfa 6 PANİK ATAĞA İYİ GELEN ŞAHMERAN DUASI Bu dua, kelime-i tevhit ve Esma-i ilahilerden meydana gelmiştir. Ama havas ilminde, üst ve ileri seviyede kuvvetli ve özel amaçlar için kullanılan esmalardan tertip edilmiştir. Bu nedenle bu dua depresif hallere, manik ve panik atağa iyi gelmekte, tertibi yani aşağıdaki okuma şekline uygun olarak hasta tarafından bizzat okunduğunda tedaviye ulaşılmakta ve Allah’ın izniyle hasta iyileşmektedir. Okuma Şekli; Günde 3 defa 21′er defa olmak üzere okunur ve arkasında dilek Allah’tan istenir. Hastalıktan kurtulmak için ise bizzat ifade edilir. Şahmeran duası her derde deva olabilecek güçte bir duadır ve sadece hastalıktan kurtulmakla sınırlı değildir. Allah’u la ilahe illa Hüvel Hayyu’l-Kayyum Allah’u la ilalhe illa Hüve’l-Aliyyu’l-hakim Allah’u la ilahe illa Hüve’s-Semiu’l-Alim Allah’u la ilahe illa Hüve’r-Rahmanü’r-Rahim Allah’u la ilahe illa hüve’l-Vahidu’lEhad Allah’u la ilahe illa Hüve’l-Ferdü’l-Varid Allah’u la ilahe illa hüve Raufu’r-Rahim Allah’u la ilahe illa Hüve’l-Aziz’u’r-Rahim Allah’u la ilahe illa hüve’z-Zahiru’l-Batın Allah’u la ilahe illa Hüve’l-Ahadu’s-Samed Allah’u la ilahe illa hüve’l-Fettahu’l-Alim Allah’u la ilahe illa Huve’l-Azizu’l-Alim Allah’u la ilahe illa Huve’l-Hannanu’lMennanu’Deyyan Allah’u la ilahe illa Hüve’l-Kadiru’l-Kadir Allah’u la ilahe illa Hüve’Rafiu’l-Alim Allah’u la ilahe illa Hüve’r-Rabbü’l-Arş’il -Azim Allah’u la ilahe illa Hüve’l-Meliku’lKudüs Allah’u la ilahe illa Hüve’l-Hakku’l-Mübin Allah’u la ilahe illa Hüve’l-Baisü’l-Varis Allah’u la ilahe illa Hüve’l-Esmau’l-Hüsna Hüve’l-Hayy’u la ilahe illa Hu.Fed’uhü Muhlisine Lehü’d-diyn Subhane Birahmetike ya Erhame’r-rahimin. Ve’l-Hamdu-lillahi Rabbi’l-Alemin HAŞR DUASI SABAH VE AKŞAM OKUNMALI Sabah 3 defa, Eûzü billahis-semî’il alîmi mineşşeytânirracîm [ALLAH'ın rahmetinden kovulmuş şeytandan, işiten ve bilen ALLAH'a sığınırım.] diyerek Haşr suresinin son üç âyetini okuyana, 70 bin melek, akşama kadar dua eder. O gün ölürse şehid olur. Akşam okursa yine aynı şeylere kavuşur. [Tirmizi] Bismillâhirrahmânirrahıym Hüvallâhüllezî lâ ilahe illâ hû, âlimül ğaybi veş şehâdeh, hüver rahmânür rahıym. Hüvallâhüllezî lâ ilahe illâ hû, el melikül kuddûsüs selâmül mü’minül müheyminül aziyzül cebbârul mütekebbir, sübhânellâhi amma yüşrikûn. Hüvallâhül hâlikul bâriül musavviru lehül esmâül hüsnâ, yüsebbihu lehû mâ fıs semâvâti vel ard, ve hüvel aziyzül hakiym. Anlamı : O, öyle Allah’tır ki, O’ndan başka hiç bir ilah yoktur. O gizliyi de bilir, aşikarı da. O çok esirgeyen ve çok bağışlayandır. O, öyle Allah’tır ki, O’ndan başka hiç bir ilah yoktur. O, öyle melik (padişah) ki münezzehtir noksandan, salimdir, emin edendir. Gözcü ve hafızdır, gâlib ve kadirdir, büyüklükte eşi olmayandır. Azamet sahibidir. Müşriklerin şirk koştukları ortaklardan münezzehtir. O, yaratan, yoktan var eden, varlıklara suret verendir. O’nun güzel isimleri, Esma-i Hüsna’sı vardır. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nu teşbih ederler. O, galibi mutlaktır, hüküm sahibidir. Sufi Terapi/ Depresyon Ölçümleri Sayfa 7 Depresyon ve umutsuzluk nasıl ölçülür? Depresyon ve umutsuzluk, toplumumuzu tehdit eden önemli ruhsal sorunlardandır. Umut ve umutsuzluk karşıt beklentilerdir. Umut gelecekle ilgili bir amacı gerçekleştirmedeki olumlu, umutsuzluk ise olumsuz beklentilerdir. Umut bireyin yaşama gücüdür. Birey umutlu olduğu sürece geleceğe dönük planlar yapar. Umut, bireyin karşılaştığı problemlerine çözüm bulmada bireye güç verir. Umutta gelecekteki amacın gerçekleşmesi düşüncesi hâkim iken umutsuzlukta gerçekleşmeme düşüncesi hâkimdir. Bireyin başarısızlıklarını hiçbir zaman yenemeyeceğine, problemlerini hiçbir zaman çözemeyeceğine inanması, gerçekçi bir nedeni olmadığı halde yaşantılarına yanlış anlamlar yüklemesi ve amacına ulaşmak için çabalamadığı halde bunlardan negatif sonuçlar beklemesi umutsuzluk olarak tanımlanmaktadır. Birey yaşamını sürdürmede, sosyal desteğe ihtiyaç duymaktadır. Sosyal destek eksikliği, bireyin umutsuzluğunu artırabilmektedir. Problem çözme becerisi önemlidir. Problem, bireyin bir hedefe ulaşmada karşılaştığı zorluklardır. Birey yaşamı boyunca iş, aile ve sosyal çevresiyle ilgili zorluklarla karşılaşır. Problemlerin çözülebilmesi, yaşamda karşılaşılan bu zorlukların üstesinden gelinebilmesidir. Birey bu zorlukların üstesinden gelebildiği sürece hayatta başarılı olabilir. Problemlerini çözebilen bireyin yaşama bağlılığı artar. Problem çözme becerisi, bireyin çevreyle başetmede en önemli özelliklerinden birisidir. Problem çözümü zihinsel bir süreçtir. Kendine güven duyan bireyler problemlerini duymayanlara göre daha kolay çözebilmektedir. Bireyin depresyon (zihinsel) durumu problem çözme becerisini etkilemektedir. Problem çözme becerisi, bireyin sosyal uyumunu ve günlük yaşamdaki başarısını olumlu yönde etkilemektedir. Problemlerini çözebilen bireyler karar verme durumunda kendilerine daha fazla güven duymakta ve doğru kararlar verebilmektedir. Bireyin eğitim düzeyi ve yaşı da problem çözme becerisini etkileyen bir faktördür. Depresyon küresel hastalık yüküne yol açan ilk on hastalık arasında beşinci sıradadır. Ülkemizde de psikiyatrik . düzeyde yardım gerektiren ruhsal bozukluklar arasında depresif tipte olanların en fazla olduğu saptanmıştır Beck Depresyon Ölçeği Beck Depresyon Ölçeği (BDI) Dr. Aaron T. Beck tarafından oluşturulmuş, çoktan seçmeli 21 soruluk, depresyonun şiddetini ölçmekte kullanılan bir araçtır. Bu ölçeğin geliştirilmesi sağlık alanında önemli bir değişime yol açmıştır, o zamana kadar psikodinamik perspektiften yapılan depresyon ölçümleri Beck ölçeğinden sonra hastanın kendi düşünceleri üzerine kurulmaya başlamıştır. Depresyon toplumda çok yaygın görülen bir sağlık sorunudur. Ülkemize bakıldığı zaman nüfusun %10 ila 20'sinin çeşitli düzeylerde depresyondan muzdarip olduğu görülmektedir. Depresyon özellikle kadınlarda yaygındır. Bu derece ciddi ve yaygın bir sağlık sorunu olan depresyonun ölçümünde Beck Depresyon Ölçeği sağlık çalışanlarına oldukça önemli ve pratik bir araç sağlamaktadır. Şu anki haliyle Beck Depresyon Ölçeği 13 yaş ve üzeri bireylere uygulanmaktadır. Ölçekteki sorularda umutsuzluk, suçluluk gibi duygusal belirtilerin yanı sıra yorgunluk, kilo kaybı gibi fiziksel belirtiler de incelenmektedir. Mind Over Mood denilen bireysel ve grup terapide başlangıçta ve 10 haftalık terapi sonunda aşağıdaki testleri yaparak ölçüm yapıyoruz. En baita ve sonda depresyon ve mutsuzluk rakamında azalma varsa terapi başarılı olmuş sayılabiliyor. En küçük bir değişiklik bile önemlidir. Beck Depresyon Ölçeği'nin 3 versiyonu vardır. İlki 1961'de yayınlanmış, daha sonra 1978'de tekrar gözden geçirilerek BDI-1A (Beck Depression Inventory 1A) adı verilmiş, 1996'da ise BDI-2 yayınlanmıştır. Beck Depresyon Ölçeği ayrıca Çocuklar İçin Depresyon Ölçeği'nin hazırlanmasına da kaynaklık etmiştir. Bu ölçek de ilk kez 1979 yılında klinik psikolog Maria Kovacs tarafından hazırlanıp yayınlanmıştır. Depresyonda iki faktörlü yaklaşım Beck Depresyon Ölçeği'nin en önemli özelliğidir. Depresyonun belirtileri duygularımızda ve bedenimizde ortaya çıkar. Beck Depresyon Ölçeği bu iki faktörü de ölçer, böylece daha kapsamlı ve doğru bir teşhis konulması sağlanır. Duygu alt ölçeğinde kötümserlik, geçmiş başarısızlık ve hatalar, suçluluk duyguları, cezalandırılma duyguları, kendini beğenmezlik, kendini eleştirme, intihar düşünceleri ve değersizlik hissi incelenir. Sufi Terapi/ Mevlana Sayfa 8 Mevlana’dan: Demedim mi Üzülme der Mevlana ve devam eder; Kızma hiç kimseye yaptıklarından dolayı aksine teşekkür et ihanet edenlere sadakati öğrettikleri için… Minnet duy yalancılara doğrunun farkına varmanı sağladıkları için… Mutsuz edenlere dua et mutluluğu daha derin hissettirdikleri için.. Herkesi sev yaşamına bir anlam kattığı için.. Hayat bu yüzden daha güzel siyahlar beyazı farkettirdiği için… Demedim mi kırma beni…. Demedim mi yüreğimde ALLAH var. Demedim mi? Oraya gitme demedim mi sana, seni yalnız ben tanırım demedim mi? Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben’im? Bir gün kızsan bana, alsan başını, yüz bin yıllık yere gitsen, dönüp kavuşacağın yer ben’im demedim mi? Demedim mi şu görünene razı olma, demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben’im asıl, onu süsleyen, bezeyen ben’im demedim mi? Ben bir denizim demedim mi sana? Sen bir balıksın demedim mi? Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın, senin duru denizin ben’im demedim mi? Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi? Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben’im, senin kolun kanadın ben’im demedim mi? Demedim mi yolunu vururlar senin, demedim mi soğuturlar seni. Oysa senin ateşin ben’im, sıcaklığın ben’im demedim mi? Türlü şeyler derler sana demedim mi? Kötü huylar edinirsin demedim mi? Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi? Yani beni kaybedersin demedim mi? Söyle, bunları sana hep demedim mi? Peygamber Efendimizin” Nur” isteme duasını Hz.Mevlana’nın sabahları okuduğu biliniyor: Hz.Mevlana bu duayı sabah namazından sonra okurdu.Bu dua Peygamber Efendimizin dilinden okunan bir duadır. “Allah’ım kabimi nurlandır, kulağımı nurlandır, gözümü nurlandır, saçımı nurlandır, derimi nurlandır, etimi nurlandır, kanımı nurlandır, önümü nurlandır, ardımı nurlandır, altımı nurlandır. Üstümü nurlandır, sağımı nurlandır, solumu nurlandır. Allah’ım nurumu artır, bana nur ver. Ey nurun nuru, Ey merhametlilerin en merhametlisi Allah’ım merhametinle beni nur et. Hz. Mevlana’dan sıkıntı anında şu duayı okurdu: ” Ya Rabbi! Bana senin zikrini unuttaracak, sana şevkimi söndürecek, seni tesbih ederken duyduğum lezzeti kesecek bir hastalık, ne de beni azdıracak, şer ve kötüğümü artıracak bir sıhhat ver. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Merhametinle duamı kabul et.” Sufi Terapi/Kalp Merkezli Farkındalık Sayfa 9 Esmaül-Hüsna Şifa kaynağıdır Evren matematik üzerine oturmuştur. Her şey matematikseldir. Size çok spritüel gelen, ruhani gelen pek çok şey aslında matematiksel ve fizikseldir. Evrenin her yerinde altın oran vardır, yaşadığımız dünyada zaman ölçülür, kuantasal (parçacıksal) bir yapıya sahip olan bu evren belirli ritimlerle titreşir aynı notadan gelen müzik sesi gibidir ve matematikseldir. Ses bir titreşimdir ve yaydığı frekanslar da belli bir müzik ritmindeki ritim gibidir, ölçülebilir. Esmaların tekrarı ile ortaya çıkan enerjilerin frekansı kendiyle eş olan frekansla eşleşmektedir. Esmaül Hüsna ve esma zikri, meditasyon mantraları ,reiki sembolleri gibi bir teknolojidir, belli sesleri tekrar ederek enerji üretebilirsiniz. Kur’an da geçen Allahın 99 isminin her biri bir enerji kökenidir .Ruh sağlığı açısından bir şifa kaynağıdır. Esmaül-Hüsna sadece hastalıkların tedavisinde değil hayatın her karesinde söz konusu. Çünkü Bediüzaman hazretleride “her bir şeyin hakikati bir isme veyahut çok esmaya isitnad eder”diyordu.Yine “insan ve insan hayatı,esmai-ilahiyenin tecelliyatına tarladır.”sözü de ona aittir. Yani hayatın türlü halleri esmaülHüsna’nın yansımalarından başka bir şey değildir. İnsan sevinçte, kederde, hastalıkta, sağlıkta hayatın her anında, bilinçli yada bilinçsiz, Allah’ın isimlerini yansıtıyor. Adeta hayatını Allah’ın isimlerinin tecellisine bir ekim-biçim tarlası haline getiriyor. Her insanda Allah’ın bir isimi baskındır; her insanın hayatında Allahı’ın baskın olan ismini görebilmek mümkündür. Her insanda Allah’ın 99 isminin belirli açılımları bulunuyor. Ancak bunların bazıları baskın, bazıları dengede, bazıları uyur durumdadır. Örneğin sürekli her konuda geri kalıyorsunuz,“El Müzill” isminin etkisi kuvvetli demek,“El Mukaddim” ise tersine öne geçirici bir etki yapıyor. İnsan onun etkisini kullanmayı bilirse atak yapabiliyor. Peki insan kendi üzerinde Allah’ın hangi isminin baskın tecelli ettiğini, yada hangi isminin zikrini yapacağını nasıl anlar? Ebced hesabına göre, bireylerin özel Galibi esmalarınızı belirliyoruz. Ayrıca her insan hangi alanda sıkıntı çekiyorsa Allah’ın O alanla ilgili isminin zikrini daha çok zikretmelidir. Kişinin bunu tesbit etmesinin yollarından biri de kişi kendi içine çekilerek hayatının hangi alanında sıkıntı çektiğini anlayabilir. Türlü ihtiyaçların giderilmesine yönelik bazı zikir teknikleri şöyledir: * Sürekli darlık ve sıkıntı çekiyorsanız Ya Muğni, En Nafi * İçiniz sıkılıyor ve göğsünüz daralıyorsa El Basit * Bir türlü olayların içinden çıkamıyor ve ne yapacağınızı bilemiyorsanız El Vekil * Sürekli başınıza felâketler geliyorsa El Mani, Es Selam * Bilginizi arttırmak için gerekli beyin devrelerinin açılmasına yardım için El Alim * Kendinizi biraz katı ve merhametsiz hissediyorsanız Er Rahim, Er Rahman * Sürekli halsizseniz ve enerjiniz düşükse El Hayy * Çok pasif ve korkaksanız El Kahhar * Kötü bir yöneticiyseniz veya olayları yönetemiyorsanız El Vali * Bir türlü organize olamıyorsanız El Kayyum *Yaşamda elinizden tutacak kimse yoksa El Veli * Bir iş kurarken El Hakim Bir esmayı tekrar ederek zikretmenin beyinde güçlü bir ışıma oluşturduğu ve evrene yayın yaptığı anlaşılıyor. Bu nedenle tekrar etmek önemli çünkü; ışıma ne denli güçlü olursa esmanın manasıyla ilgili kozmik enerji alanıyla bağlantı o denli güçlü oluyor. Şimdi gelelim sayılarla zikretmenin önemine Kuran alfabesinde her harfin sayısal bir değeri olduğu bilgileri bu konularla ilgilenen âlimlere verilmiş. Esmaları oluşturan bu harflerin toplamından çıkan sayılar ve bu sayıların kendisiyle yapılan çarpımları sonucunda belirli rakamlar ortaya çıkıyor. Bu çalışmaya ebcet . hesaplanması denir. Her harfin 1 den 1000 e kadar belirlenmiş bir rakamsal değeri vardır. Eski Arap ve Fars âlimleri, matematikçileri sayıları yerine harf yazarlarmış. Ebced hesabı kadim bir bilgi olarak kabul edilmektedir. Hesaplamalar sonucunda her esmaya denk gelen bir sayı ortaya çıkıyor ve esma bu sayı kadar zikrediliyor. Nasıl ki kapınızın anahtarını her anahtar açamaz, sadece o kapının anahtarı açarsa, nasıl ki her kilidin beli bir şifresi varsa Esmalarında belli bir şifresi vardır. Siz belirlenmiş sayıda esmanızı zikrettiğinizde beyninizden çıkan ışın kozmik enerji alanında kendisiyle bağlantılı olanla eşleşiyor ve kilit açılıyor. Kozmik kapıdan geçiyorsunuz. Kozmik kapıdan geçtiğinizde artık ilgili esmanın manası devreye giriyor ve esma hangi niyetle çekilmişse, o niyetin oluşumu gerçekleşmeye başlıyor. Bu kadim bilgiler de bir gün gelecek ve bilimsel biçimde açıklanacak çünkü evren tamamen matematik üzerine kurulu. Sufi Terapi/3. Seans Sayfa 10 5. Seans Sabır Sabır, hadislerde dinin yarısı olarak geçer, Sufi terapinin de yarısı sabırdır. Hayatın tüm olumsuzluklarına isyan etmeden hamd ve şükür ile sabretmek kolay değildir. Allah’ın lütfu da kahrı da hoştur, buna iman etmeden razı olan ve razı olunan nefis mertebesine çıkılamaz. Kadere iman ve razı olmak önemlidir. Mevlana diyor ki, ‘her şey üzerine gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme. İşte kader denk noktası denilen kaderin değişeceği nokta orasıdır.’ Halk arasında, ‘kul sıkışmayınca Hz. Hızır yetişmez’ derler. Unutmayalım hayat adlı bu dramada biz sadece birer oyuncuyuz. Herkes oyununu bu dünya sahnesinde oynar. Öfkesine, şehvetine, aklına yenilenleri tiyatro ve sinemada seyrederken ayıplarız ama hiç aynı sınavlardan geçtiğimizi düşünmeyiz. Sahne, senaryo ve oyunun sahibi Allah’tır, oyuncu olarak sizin bunların hiç birine karışmaya hakkınız yoktur. Bireye ne olacağına sadece Allah karar verebilir. Dizi filmlerde görüyoruz, bazen kötü karakterler değişiyor ve iyi karakter oluyor ve bizi şaşırtıyor. Sahnenin önünde ve arkasında olanlar farklı olabilir, ancak oyuncu her iki alanda da oyunu oynatanı memnun etmek zorundadır. Özgür irade tüm insanlara verilmiş, Allah’ın birliğine imanda vicdana dercedilmiştir. Allah’ı anlatan dör delil vardır: Kurân, Peygamberimiz (SAV), Kainat kitabı ve vicdan. İhlaslı, fıtratı bozulmamış vicdan, bir avukat, bir savcı, bir hakim olur ve beraat sertifikasını alır. Bu birinci hayat diplomasıdır. İkincisi ölene kadar bu hali devam ettirmektir. Üçüncü diploma, Allah’a her zaman yakın olmaya doğru götürür. Bu kutsal bir hediye makamıdır, çaba ve istekle kazanılmaz. İşte aktif sabır böyle bir makamdır. Üstad bu makamda dilden dökülen kelimeyi Risalesinde çok güzel özetlemiş: Her halükarda, her şartta, her zaman ve her yerde Elhamdülillahi Ala Külli Hal. Bu mübarek sabır kelimesi, aslında tüm hadis kitaplarında geçen sahih bir hadistir. Hz. Nuh (AS) ve Hz. Eyyub (AS), Kur’an’da geçen iki önemli sabır kahramanıdır. 950 yıl peygamberlik yapan Hz. Nuh’a inanan sayısı bir rivayete gore 70 kişiyi geçmez. Bir oğlu bile inanmaz ve Nuh tufanında boğulanlardan olur. ‘Eğer inanıyorsanız üstünsünüz, yanlış yapan, günah işleyenlere aldırış etmeyin’ ayeti müslümanları sabra sevk eder. Hz. Nuh’a gemi yapmasını Allah emrettiğinde deli demelerine aldırış etmez, sadece ‘Yarabbi bana yardım et, zor durumdayım’ diye dua eder. Hz. Nuh’un asıl ismi azam duası Kamer suresi 10. ayettir: “Fe deâ rabbehû ennî maglûbun fentasır” Manası: "Ya Rabbî, ben mağlubum, Sen bana yardım et!” Hz. Eyyub’un duasını sabır kahramanları hatırlamalıdır: Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti. (Enbiya, 83) Arapçası ezberlenmeli: Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyed durru ve ente erhamur râhimîn (râhimîne). Çok zengin olan Eyüp peygamber tüm servetini sadaka olarak dağıttıkça çoğalır, iyi ahlaklı biri olarak yaşardı. Samimiyetini ve Hakk’a bağlılığını Allah biliyordu. Bunu diğer insanlara da göstermek istedi. Hz. Eyüp’ün tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek, bir tek kara keçi kalmadı; hepsi telef oldu. İnsanlar Eyüp’ün bu duruma ne diyeceğini merak ediyor; ağzını yoklayarak:“–Nedir bu başına gelenler…!” diyor ah vah ediyorlardı. Eyüp peygamber yüksek ahlakından ödün vermeksizin: “-Allah verdi; Allah aldı; her şey O’nun değil mi?” diyordu. Ani bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı. Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı. Hz. Eyüp’ün gözleri evlat acısından kanlı yaşlarla doldu; ama ‘sabır’ dedi. Eyüp Peygamber kısaca her şeyini kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi. Sağlığını bedenini saran, bulaşıcı, devasız bir hastalıkla kaybetti, yanında karısından başka kimsesi kalmadı. İsmi azam duasıyla sağlığını kazanan Hz. Eyüp, servetini de yeniden kazandı. Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de O’na küsmedi, isyan etmedi. Burada Hz. Üstad, zahiri, maddi, dış hastalıklarla; manevi hastalıkların bir mukayesesini yapıyor: "Hz. Eyyûb Aleyhisselam'ın zahiri yara hastalıklarının mukabili bizim batıni, ruhi ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hz. Eyyûb'dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuzda yaralar açar." Zira günahlardan gelen yaralar ve yaralardan doğan vesveseler, Allah korusun, imanın yeri olan kalbin içine ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan dilin ruhani zevkine ilişip zikirden nefret verir, uzaklaştırır ve susturur. Demek ki, zikirden vazgeçme, hatta nefret duyma, aslında bir iman probleminden ileri geliyor. İşte, ey sabırsız nefsim! Sen üç sabırla mükellefsin. Birisi, ibadet ve taat üstüne sabırdır. Birisi, günah işlememek için sabırdır. Diğeri, musibete karşı sabırdır. Cenâb-ı Hakk'ın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musibete kafi gelebilir ve o kuvvetle dayan. Sufi Terapi/5. Session English Sayfa 11 Session Five: Patience Patience is almost half of the therapy target, as is showing no rebellion against misfortune in life. Accepting one’s entire destiny without complaint is better done peacefully, even though these events are filled deep with distress and with terror. Having pleased acceptance of all God's treatment is the first rule of the Sufi therapy. Observe patience when you are tormented by rage. Forgive one who harms you. These two qualities will, in due course, help you and God will give you protection. You will find your depressive events agreeable or disagreeable: you are only role players in the Divine drama. Everybody must play well on the stage of this world. You have no right or authority to interfere with the quality of whatever happens to an individual, only God can decide. The first degree is free will and belief in His Unity. The second degree must be acquired, a continuation of the first. The basis of the third degree leads to nearness to God. A Divine gift is not a station attained by will or by effort. Patients will be encouraged to think about God in the way that I wrote in my poem, as follows, Make me feel Your ever-present company near me and do not let things cause me to fall distant from You. Narrated from A’ishah radi Allahu anha, “When the Prophet sal Allahu alayhi wa sallam saw something that pleased him, he would say: Alhamdulillahil lathee bi ni’matihi tatimmus saalihaat, and when he saw something that displeased him, he would say: Alhamdulillah ‘alaa kuli haal. (Narrated in Sunan Ibn Maajah, classified as Saheeh according to Shaykh Albaani rahimahullah in Silsilatus Saheehah hadeeth 265). Alhamdulillahil lathee bi ni’matihi tatimmus saalihaat means: All praise and thanks are only for Allah, the One who, by His blessing and favor, perfected goodness/good works are accomplished. Alhamdulillah ‘alaa kuli haal means: All praise and thanks are only for Allah in all circumstances. Prophet Noah has two special prayers for patience as, “Do not give up and do not be downhearted. You shall be uppermost if you are believers” (Qur’an, Surah Al ‘Imran, 139). Prophet Noah lived for 950 years among his people (Qur’an 29 14). He became very discouraged when not many people would listen to him. He then received a message from Allah, “None of your people will believe except those who have believed already: So don’t worry about the wrongdoers any more. Build a ship under our guidance. Those who are in sin will soon be destroyed. He called upon his Lord: "I am overwhelmed, so help me!" (Qur’an, Surat al-Qamar: 10) as this his second special prayer. In Arabic: “Fe deâ rabbehû ennî maglûbun fentasır” Table11- Homework for Session Five Reading Meditation Sufi Technique Prayers Concepts Will 13 Names Dhikr Sufi Technique Seventeen Morning Patience The Willing One 6 Names Dhikr Sufi Technique Eighteen AfternoonX2 Love The Willed One Special Dua Sufi Technique Nineteen Evening Divine Love Certainty Memorize Dua Sufi Technique Twenty Night Wisdom Sufi Terapi/ Duygu ve Düşünce Takip Ödevi Sayfa 12 Ev Ödevi olarak Excel dosyasına haftada en az üç gün yapmanız şartıyla aşağıdaki olay, duygu ve düşünce takip cetvelini koyuyorum. Hergün yaparsanız daha iyi olur ama zor gelir diye haftada üç ile başlayalım. 10 baremli not verme çizelgesinde kendi kendine not veriniz. MODEL doldurma biçimi sufi sitelerine konuldu. Olay Kim, ne, ne zaman, nerede Duygular Ne hissettin? Her düşünceye 0 ile 100 arası not ver? Otomatik Düşünceler, Hayaller Zihninde böyle düşünmeye başlamadan önce neler oluyordu? Ağır basanları işaretle. Hangi olay bu sıcak düşünceleri destekliyor? Hangi olay bu sıcak düşünceleri desteklemiyor? Alternatif balans düşünceler neler? Bunları yaz ve her alternatıfe ve balans düşünceye 0 ile100 arası not ver. DÜŞÜNCE ÇETELESİ : 5 ayrı örnekle nasıl dolduracağınız Sufi sitesine Excelde konulmuştur... Duygular Not Baremi: 0 Yok 1 2 3 4 5 10 az 20 az 30 az 40 orta 50 orta 60 orta 70 çok 80 çok 90 güçlü 100 güçlü Duygul arı Şimdi Yenide n Notland ır 2. bölümd e yer alan duygula ra ve yeni duygula ra not ver Sufi Terapi/Haftalık İsmi Azam Dua Sayfa 13 Neş'enin Mü'mincesi Ne var ki, şevk bazılarınca yanlış yorumlanmakta; gülme, eğlenme, keyif sürme ve zevkli vakit geçirme şeklinde anlaşılmaktadır. Kur'an-ı Kerim, bir kısım ehl-i gafletin keyiflenme, eğlenme ve neşeyle hoplayıp zıplama olarak anladıkları yaşama sevincini zemmetmiştir; onun müşriklerin ve münafıkların sıfatı olduğunu belirtmiştir. Hayır, şevk, kat'iyen kahkahayla gülüp oynama, sevinçten hoplayıp zıplama, ölçüsüzce neşelenme ve gâfilane yaşama demek değildir. Böyle bir anlayış, ehl-i gafletin işi ve tarz-ı telakkisidir. Şevk, az önce de ifade ettiğim gibi, asla ye'se düşmeme, gevşeklik göstermeme, sürekli hizmet etme arzusuyla gerilme ve Cenâb-ı Hakk'ın inayetlerini gördükçe daha bir coşkuyla kanatlanma manalarına gelmektedir. Allah Teâlâ'nın muvaffak kıldığı hizmetler ve başarılar karşısında, "Değildir buna lâyık bu bende/Bana bu lutf ile ihsan nedendir?" hissiyle ve rahmet-i ilahiyenin sağanak sağanak yağdığını görmenin verdiği heyecan neticesinde nimetlere kendi cinslerinden şükretme isteğiyle dolmaktır. Bu mülahazayı tahdis-i nimet kabilinden seslendirerek, "Ya Rabbî, bana da güzel bir urba giydirdin, bütün hata ve kusurlarıma rağmen beni de bu halkaya dahil ettin; kardeşlerimden ayırmadın. Dahası, Sen dünyanın dört bir yanında gönül kapılarını açtın ve arkadaşlarımızı muvaffak kıldın; kainâtın zerrâtı adedince şükürler olsun Sana!" demek ve kendini sürur içinde hissetmektir. Gerçi, bu duygularla dolan bir mü'minin gönlünü de bir çeşit neş'e kaplar. Ne var ki, gafillerin neşeleri nefsi heyecanlandırır, hevesi uyarır ama ruhu karartır. Kur'an yolundaki neş'e ve şevk ise, insanın nazarlarını meâliye (ulvi hakikatlere) çevirir, ruhu coşturur ve nefsi zayıf düşürür. İşte bu sırra binaendir ki, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun sünnet-i seniyyesinde lehviyâta yer yoktur. Bu açıdan, bizim neş'emiz yürüdüğümüz yolun şevki suretinde olmalı; biz, bu yolun gidip Cennet'e ulaştığını ve Allah'a vardığını düşünerek bir inşirah duymalıyız ve bu mülahaza sayesinde, en müthiş hadiseler karşısında dahi asla ye'se düşmemeliyiz. Cenâb-ı Hakk'a müteveccih olduğumuz sürece başımıza ne gelirse gelsin, neticesi itibarıyla hakkımızda hayırlı olacağına gönülden inanmalı ve bu inançla bir iç sevinç yaşamalıyız. Tavır ve davranışlarımızda bir taşkınlığa girmeden kalbî bir sevinç içinde olma halini hep korumalıyız. Hâsılı, hizmet şevki ve kalbî sevinç mü'minin daimi halidir. Gaflete gömülmüş kimselerin şe'ni ise şımarıklık, lâubalilik ve ölçüsüzce eğlenmektir. Mü'minlerdeki şevkin semeresi, Allah'a tevekkül ve itminan; gafillerde geçici sevinçlerin neticesi, bitip tükenme bilmeyen stresler ve anguazlardır. İnanan insanlarda -ekseriyetle- stres görülmez; çünkü, mü'minlerin musibetler karşısında bütün bütün çaresiz kalmaları, hadiselere teslim olmaları, uzun süreli derin boşluklar yaşamaları ve ebedî hüsrana uğramaları söz konusu değildir. Mü'minler olsa olsa "bir kısım terslikler karşısındaki kudsî heyecan" diyebileceğimiz hafakana düçar olurlar; nihayet onu da "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah" diyerek aşağıya indirir, çekip küçültür ve Allah'ın inayetiyle kolayca aşarlar. Kırık Testi, Vuslat Muştusu, 31 Aralık 2007, Fethullah Gülen EZBERLEYİN: Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra, kalplerimizi (haktan) çevirme! Bize yüce katından bir rahmet bağışla. Şüphesiz sen bağışı en bol olansın ( ÂLİ İMRÂN, 8) : Rabbenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeh(rahmeten), inneke entel vehhâb(vehhâbu). َُّاب ُ َربَّنَا َالتُ ِز ْغ ُقلُوبَنَاب َ ْعدَ إ ْذ َهدَ يْتَنَ َاو َه ْبلَنَا ِم َّ ُنَّلن َك َر ْ َْح ًةإنَّ ََكَن َتالْ َوه ِ bir dua’dır. NOT: Rüku ِ ve Secdelerde okunacak sünnet Sufi Terapi/Haftalık Risale-i Nur Tekniği Sayfa 14 Risale-i Nurdan Nefsime 4 Nasihat 17. Her hayrın başı Bismillahı imzan haline getir. İçi dolu gerçek hamd ile Rabbini anmadan şükretmiş olmazsın. Elhamdülillah yetmez, bu sadece Allah’ın sana önceden vermiş olduğu nimetlerin borcunu kısmen takdir etmeni sağlar. Hamd ise karşılıksız yapılandır, Tefekkür et, Rabbinin Sana Ezelde ve Ebedte verdiklerini hatırla. O halde her gün Allah’ım Celali vechinle azim sultanlığınla Sana hamd olsun de, tam hamd et. 18. Nimetlere karşı şükür etmek kolaydır, belalar ilk isabet ettiğinde Elhamdülüllahi ala külli hal deki, gerçekten şükreden kullardan olasın. İflas eden kul öfkesine mağlup olandır. 19. Günahlara, ibadetlere karşı sabır sıradan müslüman işidir, gerçek mümin olmak istiyorsan zamanın çıldırtıcılığına, en yakın dava arkadaşlarının samimiyetsizliğine, vefasızlığına kadir kıymet bilmezliğine karşı sabredip canını, malını verip, derviş gibi elsiz, dilsiz ve gönül koymayanlardan olmalısın. Dünyada ve uzayda tek bir inanmayan kalmayana kadar Hak dostu olmalısın, nefsinde temsil kabiliyeti edinerek çevrene nur saçmalısın. 20. Sırrı ihlasa iştirak, sırrı uhuvvetle tesanüd ve sırrı ittihatla teşrikü mesai etmek senin ana mesleğindir. Bu üç lamba hayatını ışıklandırmıyorsa ‘Şahsı Maneviye’nin kudsi ordusunda neferim diye boş yere sevinme, emaneti taşıyamadığından dolayı kazananlar kuşağında kaybetmekten kork, hatta korkman yetmez, titre kendine gel. Sufi Terapi/Haftalık Kırık Testi Sayfa 15 Yuva Tutkusu ve Yaşama Sevinci Adanmış ruhlar için büyük tehlike olduğu ifade edilen "hâneperestlik" ne demektir? Bu maraz, sadece erkekleri alâkadar eden bir hastalık mıdır? Günümüzde, günde on-onbeş saat çalıştığı halde işini evinde yapan insanların varlığı da düşünülürse, hâneperestliğin çerçevesi nasıl belirlenmelidir? "Hâneperest", sıcak yuva ve cıvıl cıvıl çocuklar sebebiyle evine aşırı bağlı olan, hanesindeki huzurun ve rahatın devam etmesi için gerekirse her şeyden vazgeçmeyi göze alan; bazen de rahata düşkünlüğünden dolayı dışarıya hiç adım atmayan, halkın arasına hiç karışmayan ve insanlardan gelebilecek eziyetlerden kaçmak için kendisini adeta dört duvar arasına hapseden insan demektir. Ev Mahkumları Hâneperest tabirinde, belâgat ilmi açısından "mahalli zikir, hali murad" söz konusudur; bu söz bir mecazdır. Zira, bir insanın hâneperest olmasında hanenin suçu bulunmadığı gibi ev halkının günahı da yoktur. Ayrıca hâneperestlik, evde uzun ya da kısa kalma, işini kendi mekanında veya dışarıda yapmayla da alakalı değildir. Dolayısıyla, bu ifade ile, toplumdan kopmuş, iradesini rahat ve rehavete teslim etmiş, evinde kendine has bir dünya kurup ona müdahale edebilecek her şeye karşı sırtını dönmüş, bir kısım ihtiyaçlar için dışarı çıksa bile yine gözü evde olan ve ilk fırsatta yeniden oraya kapanan, evde akşamlayıp evde sabahladığından insanlara fazla faydası dokunmayan ve ömrünü "hücre -i saadet" bildiği hanesinin duvarları arasında geçiren insan kastedilmektedir. Dünden bugüne bazı insanlar, nefislerini tezkiye ve kalblerini tasfiye etmek için halvethanelere çekilip inziva yapmışlardır. Halvetîlik de bu anlayıştan doğup yayılmıştır. Ne var ki, içinde yaşadığımız asırda, sürekli insanların arasında bulunmak, onlardan gelecek sıkıntılara katlanmak ve bir manada celvetî olmak, inzivada Allah'a ulaşmak için cehd ü gayret göstermekten daha sevaplı görülmüştür. İnsanların dertlerine ortak olmak, aynı zamanda sevinçlerini paylaşmak ve hep yanlarında bulunarak onları irşat etmek, bilhassa bu zaman diliminde çok daha önemli sayılmıştır. Bu açıdan, hâneperestlik, evine kapanma ve herkesten alâkayı kesme şeklindeki bir tecerrüd halinin adıdır; dolayısıyla hem erkekler hem de bayanlarla alâkalıdır. Evet, hâneperestlik marazı, hemşirelerimiz için de çok tehlikeli bir hastalıktır. Anne-babaya karşı sıla-yı rahim vazifesinden arkadaşlık bağlarını korumaya kadar çok önemli olan insanî irtibatlara değer vermeme, insanlarla görüşmeme, eş-dostla biraraya gelmeme, evinin kapılarını hiç kimseye açmama ve kendi dar dairesinde ikâme ettiği mutluluk vesileleriyle yetinip bütün bütün şahsî bir hayat sürme şeklinde kendini gösteren hâneperestlik en az erkekler kadar kadınları da mahveden bir illettir. Tabii ki, bir kadın, evine çok değer vermeli ve çoluk çocuğuna iyi bakmalıdır; fakat, ailesini ihmal etmemenin yanı başında, onun da toplum hayatı açısından bazı vazifeleri vardır. O da, sohbet-i Cânân meclislerine katılmalı, dinî ve ilmî müzakerelerde yer almalı, arkadaşlarıyla beraber dersler yapmalı; bu arada içtimaî hayatın ortak problemlerine çareler aramalı, bu gayeye matuf olarak akdedilen meşveretlerde fikir cehdinde bulunmalı ve dine hizmet edebilmek için her vesileyi değerlendirmelidir. İster kadın ister erkek, her mü'min, kendi üzerinde Allah'ın, nefsinin ve aile fertlerinin hakları olduğunu bilip onların gereklerini yerine getirmeye çalıştığı gibi, içinde yaşadığı topluma karşı da bir kısım sorumluluklarının bulunduğunu düşünerek onları da mutlaka gözetmelidir ve Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in buyurduğu üzere, her hak sahibine hakkını vermeye çalışmalıdır. Şayet, eşler, kendi aralarında vazife taksimini iyi yapar, mesailerini güzelce tanzim eder ve her hususta birbirlerine yardım eli uzatırlarsa, her ikisi de hem birbirlerinin hem diğer aile fertlerinin hukukuna bitamâmiha riayet etme, hem de Cenâb-ı Allah'ın, Rasûl-ü Ekrem'in, Kur'an-ı Kerim'in, Din-i Mübîn'in ve iman hizmetinin haklarını gözetme konusunda istikameti yakalayabilirler. Sufi Terapi/Haftalık Kırık Testi Okuma Sayfa 16 Rahata Düşkün Hânezedeler Aslında, hâneperestliğin temelinde, her türlü zillet ve mahrumiyetin en başta gelen sebeplerinden olan tenperverlik, tembellik ve rahata düşkünlük vardır. Hâneperest insan, evinin kapı ve pencerelerini sıkı sıkıya kapadığı gibi, gönlünü de başkalarına karşı tamamen kapar. Hem içeriye hem de içine kapanır; hayatını bütünüyle hanesinde geçirmeyi ister. Bir iş ya da ihtiyaç için dışarıda olduğu zaman bile hep gözü evdedir. Haddizatında, insanın gözünün evinde olması bir yönüyle çok güzel bir haslettir; bu, hayat arkadaşına ve çoluk çocuğuna bağlılığının ifadesidir. Fakat, bir diğer taraftan, onda rahata düşkün olma, hiçbir meşakkate yanaşmama ve dine hizmet adına da olsa zahmete katlanmayı düşünmeme ruh haletinin tesiri vardır. İşte, bu şekildeki eve düşkünlük, Hücumât-ı Sitte'de farklı bir zaviyeden anlatılan tenperverliğin (rahata düşkünlüğün) ta kendisidir ve hak erleri için en büyük afetlerden birisidir. Evet, yuva dünyevî bir kısım ihtiyaçları gidermeye matuf ve ahiret hayatına hazırlık hususunda yardımcı bir unsur olmasına rağmen, onun evvelen ve bizzat maksutmuş gibi algılanması ve insanı toplumdan koparacak bir mahiyet alması çok hatarlı bir kayma noktasıdır. "Ya evimden olursam; ya ailemi kaybedersem; ya çocuklarımdan ayrı düşersem; başkası neme lazım, benim de bir hayatım var!.." gibi mülahazalar, hususiyle adanmış ruhlar için öldürücü virüslerdir. Zira, bunlar gayesiz, hedefsiz, dava düşüncesinden mahrum ve hilkatin manasını kavrayamamış kimselerin düşünceleridir. Mefkure kahramanları, insanı bir hânezede ve bir hane özürlü haline getiren bu hislerden fersah fersah uzaktır, uzak olmalıdır. Heyhat ki, bazen düşünce ve beyan açısından celvetî görünen ve sürekli "halkın arasında insanlardan bir insan" olmak gerektiğini söyleyen ama amel ve tavır zaviyesinden bu çizgiyi takip etmeyen ve fiilî inhiraf içine düşüp tam bir hâneperest misillü yaşayan kimseler ne kadar da çoktur. Unutulmamalıdır ki; Osmanlı erenlerindeki mücadele aşkı ve "serhat tutkusu" sayesinde, küçük bir aşiretten koca bir cihan devleti doğmuştur. Bir gün gelip de, bu aşk ve arzunun yerini harem sevdası alınca, koskoca bir millet yerle bir olmuştur. Dahası, harem tutkusu ve hâneperestlikle nöbet yerini terkedenler, çok defa maksatlarının aksiyle tokat yemiş, sıcak yuvalarını ve cıvıl cıvıl çocuklarını da kaybetmişlerdir. Günümüzde "yaşama sevinci" adı altında sürekli dile getirilen duygunun bir adanmış ruh nezdindeki karşılığı ne ve nasıl olmalıdır? Şayet, "yaşama sevinci" tabiriyle kastedilen, hayatın bütün zorluklarına rağmen, insanın ümit ve azmini kaybetmemesi, meselelere hep müsbet yanlarıyla bakması ve istikbal hakkında ümitvar olması ise, bu telakki makbul sayılabilir. Ömrün her karesini çok iyi değerlendirme, zamanı boşa harcamama, hayata küsmeme; varlıkların kıymetini bilme, mahlukâtı esmâ-yı ilahiyeye bakan yanlarıyla çok sevme, dostların mevcudiyetiyle inşiraha erme ve bütün bu unsurlar sayesinde ruhen canlı kalabilme çizgisinde ele alınan "yaşama sevinci" kabul edilebilir bir anlayıştır. Yaşama Zevki Değil, Hizmet Şevki Ne var ki, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılma, gününü gün etme gayretinde olma, cismanî ve bedenî zevkleri tatmin peşine düşme, ömür boyu maddî bir lezzetten diğerine koşma ve ötelere gitmeyi çok kerih görerek hep burada yaşamayı arzulama şeklindeki bir zihniyet merduttur. Bu manadaki hayat tutkusu, ruhun sefilleşmesi ve insanın, insanî melekelerini kaybederek içten içe çürümesi demektir. Tarih şahittir ki, böyle bir yaşama zevki ve sevinci, hangi millete kanca takmışsa, onu baştan çıkarmış, azdırmış ve sonra da yerle bir etmiştir. Mü'minlerde yaşama sevincinden ziyade, ubudiyet şevki ve yaşatma iştiyakı bulunur. Bildiğiniz gibi şevk; hizmette fütur getirmeme, asla ye'se düşmeme; mâruz kalınan en kötü, en çirkin gibi görü¬nen durumlarda bile, Cenâb-ı Hakk'ın bir hikmetinin ve rahmetinin var olabileceği mülâhazasıyla buruk, hüzünlü fakat ümitli bir bek¬leyiş içinde bulunma ve her zaman Allah'a gönülden tevekkül etme manalarına gelmektedir. Cenâb-ı Hakk'a sonsuz hamd ü sena olsun ki, O bizi insan olarak yaratmış, müslümanlığa uyarmış ve iman hizmetiyle şereflendirmiş. Yürüdüğümüz yolda dine ve diyanete ait hiçbir meselede çözülemeyecek bir problemle karşı karşıya kalmıyoruz, elimizi kolumuzu büsbütün bağlayan bir tıkanıklığa şahit olmuyoruz. Bir kısım muvakkat tıkanıklıklar görsek bile, onların da Allah'ın inayetiyle bir şekilde açıldığını müşahede ediyoruz. İşte bütün bunlar şevk ve iştiyak duygularımızı tetikliyor; içimizde metafizik gerilim hasıl ediyor. Evet, bu konuda mü'minler için esas olan, ubudiyet yolunda ve iman hizmetinde iç coşkunluğuyla, aşk ve heyecanla yürümek ve mânevî duyguları daima aktif halde tutmaya çalışmaktır. İnananlar yaşama sevincini, kalb merkezinin daima enerjiyle dolu bulunması, insanî melekelerin hamle ruhuyla şahlanması, manevî canlılığın hep korunması ve insanı ibâdetlere, salih amellere ve din uğrundaki hayırlı faaliyetlere sevkedip koşturacak bir güç kaynağının gönülde mevcud olması şeklinde anlamalıdır. Nitekim, Nur Müellifi, böyle bir "şevk"i günümüz hizmet erlerinin dört buud ve dört derinliğinden biri olarak saymıştır. Kırık Testi, Vuslat Muştusu, 31 Aralık 2007, Fethullah Gülen Sufi Terapi/Haftalık Ev Ödevi Sayfa 17 BU HAFTANIN OKUMA ÖDEVLERİ ŞUNLAR: AŞK http://www.kalbinzumruttepeleri.com/fethullah-gulen-kalbin-zumrut-tepeleri-1/1837-fethullah-gulen-kalbin-zumruttepeleri-ask.html, İRADE, MURAD VE MÜRİD http://www.kalbinzumruttepeleri.com/fethullah-gulen-kalbin-zumrut-tepeleri-1/1882-fethullah-gulen-kalbin-zumruttepeleri-irade-murid-ve-murad.html, SABIR http://www.kalbinzumruttepeleri.com/fethullah-gulen-kalbin-zumrut-tepeleri-1/1915-fethullah-gulen-kalbin-zumruttepeleri-sabir.html, YAKİN http://www.kalbinzumruttepeleri.com/fethullah-gulen-kalbin-zumrut-tepeleri-1/1964-fethullah-gulen-kalbin-zumruttepeleri-yakin.html, HİKMET http://www.kalbinzumruttepeleri.com/fethullah-gulen-kalbin-zumrut-tepeleri-2/1869-fethullah-gulen-kalbin-zumruttepeleri-hikmet.html, DERVİŞ http://www.kalbinzumruttepeleri.com/fethullah-gulen-kalbin-zumrut-tepeleri-2/1847-fethullah-gulen-kalbin-zumruttepeleri-dervis.html, RIZA http://www.kalbinzumruttepeleri.com/fethullah-gulen-kalbin-zumrut-tepeleri-1/1910-fethullah-gulen-kalbin-zumruttepeleri-riza.html, Sufi Terapi/Haftalık Şiir veya Günlük Sayfa 18 Son ev ödevi Kalbin Zümrüt Tepeleri’nden bu 8 Sufi konsepti okuduktan sonra şiir yazma veya günlük tutmadır. Bir not defteri alınız, bilgisayara değil, elyazınızla yazarak günlük tutmaya başlayınız.. Eğer şiir yazamıyorsanız bunu yapabilirsiniz.. Öğrendiklerinizi şiir ve günlüğe dökmeye çalışınız ve yazarak zihne, kalbe, ruha kazıyınız. ÖRNEK BİR ŞİİRİM. RÜYETİ ŞİR FARUK MAHLASIM. HERKUL:ORG’DA YAYINLANMIŞTIR. Sufi Terapi/ Risale-i Nur Ufku Sayfa 24 Bediüzzaman’ın 5 Önemli Keşfi! Bediüzzaman, bu zamanın hastalığını zaaf-ı diyanet olarak belirlemiş; batıl felsefi cereyanlarla nice inananların imanlarının zedelendiğini görmüş, bütün bunlara karşı iman hakikatlerini izah ve ispata ağırlık vererek, bu zamanın hastalıklarına tam deva olacak Nur Külliyatını telif etmiştir. Nur talebeleri de bu eserleri muhtaç olanlara ulaştırmayı, bu zamanın en büyük bir manevi cihadı olarak benimsemişler ve bunu hayatlarının gayesi yapmışlardır. Bununla birlikte Nur talebeleri bilgilerini artırmak için başka faydalı eserleri de okurlar. Her fakültede bütün bilim dalları okutulmadığı, her tarikatta bütün zikirler çekilmediği, her sanayici her çeşit mamülün üretimine çalışmadığı gibi, Nur talebeleri de iman kurtarma davasına öncelik vermekte ve çalışmalarını bu sahada yoğunlaştırmaktadırlar. Kaldı ki Nur talebeleri, imani ve Kur’an’i hakikatlerin öğrenilmesinde bir tefsir olarak Risaleleri okumayı tercih etmekle birlikte, okudukları tek kitap Risaleler değildir. Onlar Risalelerden namazın niçin kılınacağını öğrenirler, ilmihal okuyarak ise nasıl kılınacağını öğrenirler. On Birinci Lem’ayı okuduklarında Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sünnetine uymanın lüzumunu anlarlar, siyer kitapları okuyarak ise sünnetin ayrıntılarını öğrenirler. Bugün Nur talebelerince kurulmuş bir çok yayınevi vardır. Buralarda basılan kitaplara bakılırsa meselenin boyutları anlaşılabilir… Bediüzzaman Said Nursi Risaleler hakkında; “Risale-i Nur hakaik-i imaniyeye taalluk eden mes’elelerde kafidir, başka eserlere ihtiyaç bırakmaz.” der. Başka yerlerde de bu ifadeyi, “Haslar için” diye tahsis eder.Bediüzzaman’ın zamanında hizmetle ve telifatla alakadar olanların çok az olması itibariyle, bu umumi ve yüce hizmet, onların mesailerine terettüb ettiğinden,başka şeylerle iştigal etmeleri hizmete sekte vuracağından, o zamanki Nur talebelerinin tümü Risalelerle meşgul olmuş, başka şeylerle ilgilenmemişlerdir. Ayrıca, bu zamanda herkes belli konularda ihtisaslaşmakta, ihtisas konuları dışındaki eserlere fazla zaman ayırmamaktadır. “Umuma el atmak, umumu terk etmektir.” Dolayısıyla kendilerini bu davaya adamış ve Risalelere hizmet etmeyi gaye edinmiş bir kimsenin başka şeylerle meşgul olması, ihtisasını zedeler ve motivasyonunu bozar. Zaten ihtisaslaşmanın mahiyeti icabı böyle olması lazımdır. Prof. Dr Nevzat Tarhan, Nesil Yayınlarından çıkan çağın Vicdanı Bediüzzaman isimli kitabında Said Nursi’nin “öfke veya teslimiyet kıskacında”n çıkıp üçüncü bir yol olan “müsbet hareket”le psikolojik baskılara karşı direndiğini çok güzel analiz etmiş. Prof. Tarhan, “Sahici bir insan, şefkatli bir üstad, yoksul ama kanaat zengini bir hoca, müthiş bir bellek, keskin bir zeka, şaşırtıcı bir muhakeme gücü ile karşı karşıyaydım” ifadesini kullanarak Bediüzzaman’ın kendi bakış açısını nasıl değiştirdiğini şöyle anlatıyor: “Risale-i Nur veya Bediüzzaman uzmanı olmadığım gibi dini konularda hiç uzman değilim. Fakat varoluşu bu kadar güzel açıklayan, din ve bilimi bu derece güzel birleştiren, bilim felsefesinde çığır açan, çağın dertlerine tabip gibi reçete yazan ve reçeteyi uygulamaya sokan, benim gibi zor ikna olan materyalist eğitim almış, insanı analiz etmeye çalışan bir meslekle uğraşan birisini tatmin eden eserler hakkında düşüncelerim birçok kişi için ilginç gelecektir, diye düşündüm.” “Bence Bediüzzaman’ın Einstein’ın izafiyet teorisi veya Newton’un yer çekimini keşfi kadar önemli pek çok keşfi var.” diyen Prof. Tarhan, Said Nursi’nin birkaç keşfini şöyle sıraladı: 1-Elmas kılıç (İmani konularda kiplik mantığı gibi yöntemleri kullanması), sihirli asa (manayı harfi yöntemi) ve kuantum ene (hüve nüktesi) kavramları birer keşiftir. 2-Yüz yıl önceye ait İslamiyet’le demokrasi kültürü arasında doku uyuşmazlığı olmadığına dair fikirleri keşiftir. 3-Materyalizmi eleştirirken “antidarwinizm” yapmaması yeni ve ileri bir metoddur. 4-Osmanlının parçalanmaması için yazdığı reçetenin bugün halen geçerli olması şaşırtıcıdır.” Osmanlı’nın çöküş döneminde yaşanan sıkıntıları yaşayan Said Nursi’nin demokrasi kültürünün temelini atması basil başına bir tecdid hareketidir. Tarhan, üstadın bu yaklaşımını şöyle tesbit etmiş: “Bediüzzaman, o dönemde demokrasi kültürünün temellerin atmış.Hürriyet, çoğulculuk, katılımcılık ve adalet vurgusunu çok güçlü yapmış. Osmanlı’nın nasıl bir arada durabileceğine ilişkin reçete yazmış. Hürriyet vurgusu o kadar yoğun yapılmış durumda ki, ne olduğunu anlamayanlar, bu kavramı imanın bir rüknü sanacak. Bediüzzaman o dönemde ortaya koyduğu kavramların hepsini dini olmaktan öte insani gerekçelerle savunuyor.” Sufi Terapi/ Sufi Telkini Sayfa 20 "Mişkatu'l Envar" Nurlar Menbaı Eş-Şeyhu’l Ekber Muhyiddin Arabi Hazretleri, Allahu Teala'dan rivayet edilen Kutsi Hadislerden oluşan "Mişkatu'l Envar" eserinden alınmıştır... DÖRDÜNCÜ HADİS Bize Yunus b. Yahya anlattı, ona İbrahim es-Salmasi, ona babası, ona Ebu Nasr Ahmed b. Muhammed el-Kari, ona Ebubekir b. Abdullah el -Bezar, ona Ebu Cafer Abdullah b. İsmail el-Haşimi b. Ebu Dünya, ona Harun b. Süfyan, ona Abdullah b. Bekr es-Sehmi, ona İbad b. Şeybe el-Habati, ona Said b. Enes, ona Enes rivayet etmiş: Bir gün Resulullah (s.a.v) oturmuşken, birden azı dişleri görülecek şekilde güldüğünü gördük... Ömer: Niçin gülüyorsun, ya Resulallah! Anam babam sana feda olsun? Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: - Ümmetimden iki kişi, izzet sahibi yüce Rabb'in huzurunda diz çöktüler... Biri dedi ki: - Ya Rabbi! Kardeşimden hakkımı al. ALLAH buyurdu ki: - "Kardeşinin hakkını ver!" Adam: Ya Rabbi! Hiç iyiliğim kalmadı, dedi. Şikayet sahibi olan: Ya Rabbi! O zaman benim günahımın bir kısmını yüklensin, dedi. Bunu dedikten sonra Resulullah'ın (s.a.v) gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Sonra şöyle buyurdu: - O gün büyük bir gündür. O gün insanlar günahlarını üstlenecek birine ihtiyaç duyarlar. Ardından şöyle devam etti: Sonra Aziz ve Celîl olan Allah, kardeşinden hakkının alınmasını isteyen kişiye: - "Başını kaldır ve cennetlere bak!" der. Başını kaldırdığında hayret ve şaşkınlıkla.. Ya Rabbi! Gümüşten şehirler, inci süslemeli altından köşkler görüyorum, bunlar hangi Nebî içindir? Hangi şehid içindir? diye sorar. Allah buyurur : - "Bunlar bedelini ödeyenler içindir." Ya Rabbi! Bunun bedeli kimde var ki? - "O sende var. " buyurur. Ya Rabbi! Nedir bedeli? - "Kardeşini affetmendir," buyurur. Bunun üzerine der ki: - Ya Rabbi! Onu affettim. ALLAH: - "Kardeşinin elini tut ve cennete götür" der. Bunu anlattıktan sonra Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Allah'tan korkun ve aranızı düzeltin. Çünkü yüce ALLAH kıyamet günü müminlerin arasını düzeltir. Sufi Terapi/ Yunus Emre Sayfa 21 Gerçek sufi, Allah sevgisi ile safi olmuş, huzur bulmuş kimsedir. Sufiliğin iç yüzü ilâhî aşk, dış yüzü güzel ahlâktır. Arifler sufiliği kısaca böyle tarif etmişlerdir. Bunlardan başkası boştur.. Yunus Emre, insanları doğru yola çağıran bir derviş, gerçeğin ardı sıra dolaşan bir mistiktir. Bu gerçek, varlığın birliği ve herşeyin Allah’dan oluşudur. Kainatta var olan herşey, bu görüntü yokken de vardı. “Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm” mısralarında anlatmak istediği, bu ilahi gerçektir. Yaşadığı döneme baktığımızda Yunus Emre’nin sadece bir derviş, bir halk şairi, bir mutasavvıf değil, aynı zamanda adeta bir psikolog olduğunu görürüz. O yalnızca halkın sanat zevkini tatmin ettiği için “Yunus” olmamıştır. Nefesinin bugün hâlâ bu kadar canlı olmasında en büyük etken insanların psikolojik ihtiyaçlarını gidermesidir. Anadolu insanının travmalarını çözen, toplumsal huzuru sağlayan ve yeni bir kültür iklimi adeta bir “Yunus iklim kuşağı” oluşturan bu büyük halk ozanı aslında bugünün insanına çok şey söylüyor! Yunus Emre’nin şiirinin günümüz insanın ruhsal yaralarını sarabilir, toplum psikolojisini onarabilir.. Yunus Emre’nin şiirlerinden yansıyan bilgeliğe çok ihtiyacımız var.. Durumu ne olursa olsun, mütevazı ve iyilik öğütleyen biri olduğu eserlerinden anlaşılmaktadır. Aşk insanı karmakarışık eder; dün, bugün, yarın iç içe geçer. Ateşlerde yakar. Yakar ama içindeki cevherin de çıkmasını sağlar. Âşık olan varlık evini terk edip yokluk evine girer. Yokluğa erdiğindeyse her şeyi terk eder, kendini suda, toprakta bulur, Yaradan’ın denizinde erir. Aşk başta ateştir. Ateş, kibir ve gücü temsil eder. Ama bu ateşte yandıkça suya, toprağa dönüşürsün. Sabrı, kanaati, alçak gönüllüğü, edebi öğrenirsin. Aşk ilinde ahlak eğitimi vardır. Aşktan ahlaka giden bir yoldur bu… Sevginin toplumdaki eksikliğini belirtir. Bu yüzden “aşk” en çok kullandığı kavramdır. İnsanlar birbirini sevmemektedir, halbuki bu kişinin kendine zararlıdır. Herkes bir bütünü oluşturur. Ancak sevgi fayda sağlar. Ahlak da bu yüzden önemlidir. Birbirinin anlayışına saygı göstermek, itibar göstermek kendin için gereklidir. Kişi önce kendini düzeltmelidir ki çevresi de düzelsin. Çünkü birbirimize bağlıyız. Bu görüş Moğol zulmüyle batıya sürüklenen kalabalıklar içinde şekillenmiştir. Mevlana da bu dönemde, ana yurtların yağma edildiği zamanlarda yaşamıştır. Bu uç koşullar Yunus’ta ve Mevlana’da şüpheye yol açmış, dayatılan- diretilen resmi anlayışlar sorgulanmıştır. Nihayetinde, insanın insana düşmanlığının kimseye fayda sağlamayacağını anlatma ihtiyacı duyulmuştur. Yunus Emre Osmanlı’da itibar görmemişti. Sultan Süleyman döneminde düşünceleri zındıklık sayıldı ve idam sebebi oldu. 2013′te de Milli Eğitim Bakanlığı bir şiirini sansürledi.( Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni ) Şiiri Türkçe olduğu için divan şairlerince hakir görüldü. Ancak yalın anlatımı ve halk dili ile 800 yıldır sokaktaki adamın felsefesini yansıttığını söyleyebiliriz. Bugün Türkçe felsefenin ilk büyük ismi sayılmaktadır. Yunus, şiirinde namazı farklı bir yönden değerlendirerek, sembolik bir ”aşk namazı” ndan bahseder. Ona göre aşk namazının ne belirli bir vakti ne de belirli bir süresi vardır. Bu namazda süreklilik hâkimdir. Gönül kırmak ibadeti boşa çıkarır. Hatta ona göre bir gönül almak bin kez hac ibadetini yapmaktan daha değerlidir. Tasavvuftaki nihai hedefi, ilahi aşka ulaşmaktır. İlahi öze ulaşmak için bazı mertebelerden geçilmesi gerektiğini savunan Yunus, bu mertebelerin sırasıyla; şeriat, tarikat, marifet ve hakikat olduğunu söyler. Yunus, marifet makamını bir ilim olarak görür. O, bu ilmi manevi bir ilim olarak değerlendirmekte ve kalplerde gizli olduğunu savunmaktadır. Ona göre derviş, maddiyata önem vermemeli, dünyalık işlerle meşgul olmamalı, mütevazi olmalıdır. Kişiliğin oluşmasında “sabır” önemli bir noktadır. Kendisi Tapduk Emre hizmetinde yıllarca bu anlayışını tatbik etmiştir. Hikmet ve himmete manevi bir anlam vererek Allah’ın sayısız hikmetlerinin bulunduğunu belirtir. O, kimi zaman Lokman peygamber gibi olup Allah’ın hikmetlerine daldığını ifade eder. Tasavvufun aşk tarafını derinlemesine ele alır. Aşkı hisseder, düşünür ve topluma da anlatmaya çalışır. Yunus’un beyitlerini incelediğimizde onun bir ”aşk ve ahlak” şairi olduğunu görürüz. Bu dünyadan bir beklentisinin olmadığı gibi cenneti elde etmek gibi bir amacı da bulunmamaktadır. Ona göre ölüm yokluğa atılan bir adım değil aksine yeni bir hayatın başlangıcı ve ilahi sevgiliye kavuşma hadisesidir.Ona göre yok olmak bir anlamda var olmak demektir. O, yok olan bir insanın Tanrı’da eridiğini, onunla birlikte yeniden dirildiğini savunur. Aslında Yunus, ölümsüzlüğü yani sonsuzluğu yakalamak istemiştir. Ona göre din, insanlığı mutluluğa, barışa ve huzura kavuşturan bir yaşam biçimidir. Onun inandığı din, insanlığın ihtiyaç duyduğu ilahi hayat görüşüdür. Fakat O, şekilci dindarlığa, gösteriş için yapılan ibadetlere, dine körü körüne bağlanan sözde müslüman geçinen kimselerin dinine karşı çıkar. Zira Yunus, dinini sevgi ve aşk üzerine inşa ederek bütün insanlığa kucak açmayı bilmiştir. Dindar diye geçinen kimselerin vicdanlı olmaları gerektiğini ve onlarda şefkat, merhamet gibi duyguların bulunması gerektiğini savunur. İnsanları uyararak, onlara maddi çıkarlar peşinde koşmamayı öğütler. Sufi Therapy/ Offering Forty Teachings Sayfa 22 Gülen’s mentor Said Nursi, who died in 1960, was one of the pivotal Muslim scholars of the twentieth century to establish positive psychology and psychiatry, and the idea of dialogue and alliance within our soul, mind and heart in his work The Risale-i Nur Collection. Risale-i Nur illustrates the importance of a faith-based approach to concepts of vicegerency and trust, expanding on the meaning of vicegerency and how this significant role is developed and nurtured, particularly in response to the human ego or self (Markham, 2009, p. 179). Furthermore, in the Twentieth Gleam, Nursi advises the following principle to resolve psychological conflicts within ourselves. I will explain these teachings by paraphrasing Nursi's conflict resolution principles in the context of human nature in general. I used spiritual analogy through inspiration when I was writing my poems, and that wisdom led me to select forty Sufi techniques from both Gülen and Nursi’s wisdom: Sufi Technique One: The human self is prone to make mistakes and deviate from the right path. Therefore, while dialoging with the self, you should not trust yourself, but God, and always seek his help and forgiveness (Gülen, 2006). Qur’an says: Yet I do not claim my self free of error, for assuredly the human carnal soul always commands evil, except that my Lord has mercy (which saves us from committing evil acts). (Qur’an, Yusuf 12:53) Sufi Technique Two: All your actions should always be based on positive motives: remove all negative thoughts, moods and aspects. That is to say, what motivates your actions should be the love of your own outlook, not the enmity of others' outlooks. You represent your outlook not to diminish the outlook of others (Eris, 2009; Nursi, 2012; Gülen, 2009). Sufi Technique Three: You should only aim for our Lord's good pleasure, not the acceptance of other people, because “if Almighty God is pleased, it is of no importance even should the whole world be displeased” (Eris, 2009; Nursi, 2012; Gülen, 2000). Sufi Technique Four: God commands in the Qur'an (Qur’an, Baqara 2:41), “…do not sell My Revelations for a trifling price” (such as worldly gains, status, and renown). Therefore, in your daily activities, you should not water down your beliefs, rules and dignity (Eris, 2009; Nursi, 2012; Gülen, 2009). Sufi Technique Five: If you want to dialogue with the members of other communities, you should accept them in their position and not criticize their religious beliefs and practices. If you like to be respected in your own beliefs, you should respect the beliefs of others. Similarly, you should not excite the envy of the members of other cultures by displaying or implying superior virtues (Eris, 2009; Nursi, 2012; Gülen, 2009). Sufi Technique Six: Your primary aim in daily activities is God's good pleasure and his help. Seeking faith alliance is your secondary aim. In other words, you seek faith alliance with your soul because it attracts God's help and support to you. Therefore, if you cannot establish faith alliance with the members of other faculties of your conscience and the heart after all of your sincere efforts, you should not be disappointed. For God is the helper of his sincere servants and no alliance can be superior to God's alliance. God is enough (Eris, 2009; Nursi, 2012; Gülen, 2006). Sufi Technique Seven: In daily activities, by focusing on commonalities such as a shared land, a shared language, our common humanity, universal needs and fears, and so on, you will recognize again that what you have in common far exceeds what sets you apart from others (Eris, 2009; Nursi, 2012; Gülen, 2006). Sufi Technique Eight: You need unity and inclusion within your soul and among the People of the Book far more than division and exclusion. For now leave aside discussion of the issues that divide you (Eris, 2009; Nursi, 2012; Gülen, 2009). Sufi Technique Nine: In your daily activities, you should keep in mind that unity among believers and the People of the Book attracts for you the help of our Creator against irreligion (Eris, 2009; Nursi, 2012; Gülen, 2009). Sufi Technique Ten: The aim of your daily dialogue within yourself is not to argue with the carnal self, or selfishness. In order to refrain from argumentation, you should know that one who prevails in an argument finds himself in a dangerous position with tyrannical nafs because you might fall into arrogance in your heart. You should learn new knowledge of God and your heart must remain safe from arrogance (Eris, 2009; Nursi, 2012; Gülen, 2006). Sufi Terapi/ Kalplerin Keşfi Sayfa 23 İMÂM-I GAZALÎ’den Sabır ve Kanâat Sabrı Ulu Allâh (C.C) Kur'ân-ı Kerim'in doksan küsur yerinde onu zikretmiş ve bütün iyi amellerden daha çok derece ve mükâfatı ona izafe etmiş, bütün bunları onun neticesi diye ilân etmiş, sabırlılara diğer bütün iyi amel sahiplerinden daha çok müjdeler vermiş ve karşılaştıkları musibetlere sabredenlere Allah'dan bağış ve rahmet vardır, onlar doğru yola eriştirilenlerin tâ kendileridir» (Bakara - 157) buyurmuştur. Görülüyor ki âyette hidayet, rahmet ve selâmet sabredenler için bir araya getirilirler. Sabır hakkındaki âyetlerin hepsini zikretmek mümkün değildir. Bu mevzudaki hadislere gelince Peygcmber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: «— Size en az verilen meziyetler «yakin» ve ısrarlı sabırdır. Bu iki meziyetten yeteri kadar pay alanların gece namazında ve gündüz orucunda görülen eksikliklerine göz yumulur. Karşılaştığınız sıkıntılara sabırla katlanmanız benim nezdimde içinizden birinizin hepiniz kadar amel işlemesinden daha sevimlidir. Fakat benden sonra dünya yönünden bahtınızın açılmasından ve birbirinize düşmenizden ve netice olarak göktekilerin (meleklerin) size yüz çevirmesinden korkuyorum. Kim sabreder ve her yerde Allah'ı görüyormuş gibi davranırsa eksiksiz mükâfata nail olur» (sözünün burasında şu âyeti okudu:) «— Sizin yanınızdaki tükenir, oysa Allah katındaki kalıcıdır. Hiç süphesiz biz, sabredenlerin mükafatını, yaptıklarının daha iyisi ile vereceğiz» (Nahl Sûre-i Celilesi; 96). Sahabilerden Cabir'in bildirdiğine göre. Peygamberimize (îmânın ne olduğu) sorulunca Peygamber'imiz «îmân sabır ve cömertliktir» diye cevap buyurdu. Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: «— Sabır cennet hazinelerinden biridir.» Bir keresinde O'na «imân nedir» diye sorulunca» «sabırdır» diye cevap buyurmuştur. Bu cevap, Peygamber'imizin «Hacc, Arafat'a çıkmaktır» buyurmasına benzer. Mânâsı. «Haccın belli-başlı rüknü Arafat'a çıkmaktır.» Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: "En faziletli amel, nefse zor gelen ameldir" Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: «— Sabır cennet hazinelerinden biridir.» Söylendiğine göre, Ulu Allâh (C.C) Hz. Davud'a (A.S) şöyle vahyetti; «Benim ahlakımı benimse. Benim huylarımdan biri de sabırlı olmaktır.» İbni Abbas'ın rivayet ettiğine göre. bir gün Peygamber'imiz ensarın yanına girerek «Siz, mü'min misiniz?» diye sorar. Ensar susar. Hz. Ömer :«Evet, yâ Rasûlallah» diye cevap verir. Peygamber'imiz : «İmânınızın alâmeti nedir?» diye sorar. Ensâr; «Bolluğa karşı Allah'a şükrederiz, belâya katlanır ve ilâhî hükme rızâ gösteririz.» diye cevap verirler. Bunun üzerine Peygamber'imiz : «Kabe'nin Rab'i adına yemin ederek söylüyorum ki, sizler mü'minlersiniz» buyurur. Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor kî: «— Hoşa gitmeyen şeye katlanmakta bir çok fayda vardır.» Hz. İsa (A.S.) der ki; «Siz hoşunuza gitmeyen şeylere katlanmadıkça sevdiğiniz şeylere ulaşamazsınız.» Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: «— Sabır bir insan şekline girse, mutlaka kerem sahibi bîri olurdu, Allah sabırlıları sever.» «— Kanaatkar aziz olur, muhtaris ise düşkün olur.» «— Kanâat tükenmez bir hazinedir»
© Copyright 2024 Paperzz