İstanbul Yeminli Mali Müşavirler Odası 13 Mart

İSTANBUL YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI
13 MART 2014 AYLIK TOPLANTISI
OTURUM BAŞKANI
: H. İbrahim AKTAN (Başkan Yardımcısı)
KONUŞMACILAR
: Prof. Dr. A. Mustafa AYSAN
: Prof. Dr. Sudi APAK
OTURUM KONUSU
: “Ekonomide Son Gelişmeler”
TARİH
: 13 Mart 2014 - 14.00 -18.00
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Değerli meslektaşlarım, sevgili hocalarım, değerli arkadaşlarım, bugün Türkiye’deki ve dünyadaki
ekonomik gelişmeleri konu alan bir toplantı düzenledik. Bugün maalesef müşterimiz az. Yani
keşke diyorum “bir şey daha koysaydık gündeme”, en azından mesela “KDV iadeleri ve sorunlar
dese idik”, 44 adet Tebliğin tek tebliğde birleştirilmesi veya “mesleki sorunlar” desek hakikaten
pek bir müşteri olurdu. Ama olsun biz bize Türkiye’nin bugün geldiği noktada özellikle ekonomik
verileri değerlendirmek, bunlar hakkında düşüncelerimizi birbirimizle paylaşmak ve oradan bir
sonuç çıkarmak, bir ürün elde etmek öyle zannediyorum ki son derece yararlı olacak.
Bugün bu konuları konuşacağımız çok değerli iki akademisyen hocamız var. Birisi Sayın Mustafa
AYSAN hocamız... Mustafa AYSAN hocamız son derece konularına vakıf, her zaman, her yerde
birikimlerini herkesle paylaşan, ama her zaman o birikimlerine hazır olan ve toplantı öncesi
hazırlık yaparak toplantılara katılan, konuşan bir akademisyen. Benim karşılaştığım
akademisyenlerin tamamı böyle. İşte demek ki akademisyenlik de böyle bir şey, yani
hazırlanmadan bırakın bu tür toplantıları, ders bile anlatmıyorlar.
Bir anımı paylaşarak devam edeyim sohbetime. Bir gün buradan (Oda’dan) Taksim’e doğru
yürürken yine bir akademisyen, Remzi ÖRTEN hocamla karşılaştım. Ayaküstü konuşurken Hoca,
“şu kadar işim var, bu kadar işim var, bir de ders veriyorum” falan dedi. Bende dedim ki, “bırak
hocam, koskoca profesörsün ne dersi şimdi yani”. Dedi ki,“ yook, bak İbrahim sana bir şey
söyleyeyim mi, ben her ders anlatmaya gitmeden önce en az yarım saat hazırlanırım, eğer bu
hazırlığı yapmadan derse girersem, ne ben anlattığımdan memnun olurum, tatmin olurum, ne de
oradaki çocuklar dinlediği dersten istenilen verimi alır ve benim hazırlanmadığımı da onlar
hissederler, onun için her toplantıya mutlaka hazırlanarak giderim, her derse mutlaka hazırlanarak
giderim”. Çok hoşuma gitmiştir. Hakikaten de bakıyorum akademisyenler öyle.
1
Değerli arkadaşlar, Türkiye’nin ekonomisini, daha doğrusu ekonomik konuları tartışacağız,
görüşeceğiz, Ondan önce bir takım ekonomik verileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Ondan sonra
detaylarını sevgili hocalarım sizlere anlatacaklar.
Türkiye’nin Gayri Safi Milli Hasılası 800 milyar Dolar. Kişi başına Gayri Safi Milli Hâsıla 10 - 11
bin Dolar civarında.
Yine Türkiye’nin dış ticaret hacmi aşağı yukarı 390 milyar Dolar.
İthalat 240 milyar Dolar’a yakın.
İhracat 150 milyar Dolar civarında artı, eksi.
İthalatın ihracatı karşılama oranı çok düşük, % 38’lerde, 39’larda, böyle bir ekonomik veriyle
karşı karşıyayız.
Aşağı yukarı dış ticaret açığımız 90 milyar Dolar, yani böyle bir dış ticaret hacmimiz var. Her ne
kadar dış ticaret hacmimiz 390 milyar Dolar olsa da, bunun içerisinde ihracatın, ithalatı karşılama
oranı çok düşük. Yani ihracatın daha çok katma değerli mal veya hizmetten oluşması lazım ki, artı
bir değer yaratılabilsin.
Yine ihracatımıza baktığımız zaman, ihracatımızın içerisinde daha çok ithalata dayalı girdi var.
Yani 150 milyar Dolar’lık ihracatın büyük çoğunluğu yine katma değerli bir katkı değil, ithalat
ağırlıklı bir ihracat söz konusu.
Merkez Bankası’nın verilerine bakıyoruz, Merkez Bankası’nın kasasında 114 milyar Dolar kadar
döviz var. Yine 20 - 21 milyar dolar kadar altın rezervi gözüküyor. Toplam 134 - 135 milyar
Dolar’lık bir Merkez Bankası’nın rezervi var. Ama tabii Merkez Bankası bu rezervini, 134, 135
milyar doları elinde hazır para olarak her zaman kullanabilir mi? Çünkü Merkez Bankası’nın da
yükümlülükleri var. Yani 134 milyar’lık rezervin tamamı Merkez Bankası’nın kendi öz malı değil.
Bir takım karşılıklar var. Mevduat munzam karşılıkları var vs. Dolayısıyla yani orada da, elinde
kullanacağı nakit veyahut da likit bir değer pek gözükmüyor gibi geliyor bana. Evet, 135 milyar
Dolar’lık bir rezerv söz konusu. Ama bunun tamamı Merkez Bankası’nın istediği an
kullanabileceği bir para değil. Çünkü onun kendi yükümlülüklerini de bir tarafta muhafaza etmesi
lazım.
Yine Türkiye’nin aşağı yukarı 65 milyar Dolar’lık bir cari açığı var. Yani Türkiye’nin başının
belası bu cari açık... Şimdi bu cari açık nasıl kapatılabilir? Veya daha doğrusu nasıl azaltılabilir?
Bu cari açık nasıl sürdürülebilir-döndürülebilir? Bunun kriterleri nedir? Usulleri nedir?
Yöntemleri nedir? Devlet ve onu idare eden hükümet ne gibi önlemler almalı ki, ne gibi
ekonomik politikalar izlemeli ki, bu 65 milyar Dolar seviyesindeki cari açığı finanse edebilsin
veya bunu döndürebilsin?
Dolayısıyla bizim şu anda Türkiye’nin ekonomik durumu, ekonomik bilgileri bu çerçevede.
Şimdi bunların detaylarını tartışmak üzere, az önce ifade ettiğim gibi iki değerli hocamız var.
Önce Sayın Sudi APAK hocamızı davet edeyim kürsüye. Sonra Sayın Mustafa AYSAN hocamızı,
Bakanımızı davet ediyorum. Evet hocam sizi de buraya alabilir miyim.
2
Şimdi ilk sözü sevgili Sudi APAK hocaya verelim. Sudi hoca bize Türkiye’deki bankaların
bugünkü durumunu kendi hazırlamış olduğu bilgi ve verilerle anlatacak. Biliyorsunuz finans
kesimi dünyada ekonominin önünde gidiyor, önemli bir sektör. Acaba bizim bankalarımızın
durumu ne? 1990’lar, 2000’lerdeki bankacılık sistemiyle, bugünkü bankacılık sistemi ve
kaynakları acaba nedir? Ne değildir? Onu Sudi APAK hocamız bize teferruatlı anlatacaklar.
Yarım saatlik bir süresi var Sudi hocanın. Ama artırabilirsiniz hocam siz. Sözü şimdi size
bırakıyorum. Buyurun Hocam.
PROF. DR. SUDİ APAK
Ben teşekkür ederim. Sayın Başkanım, değerli Yeminli Mali Müşavirler, sayın hocalarım, sayın
katılımcılar, şimdi biz tabii aralıkla da olsa ekonomiyle ilgili toplantılar yapıyorduk. Benim de
tabii ilgi alanım biraz bankacılık olduğu için, daha çok onlarla ilgili konuları biz burada
tartışıyorduk. Hocam da zaten makro ekonomik konuları tartışacak. Şimdi genel bilgi vereceğim.
Bir de bunları değerlendirelim. Türkiye nereye gidiyor? Ben biraz daha perspektifi son iki seneye
alıp, “yüzde şu kadar arttı, yüzde bu kadar eksildi” falan olayı değil de, biraz daha geniş bir
perspektiften baktım. 2000’li yılların sonundan itibaren alıp, özellikle 2001 yılı krizi sonrası yeni
hükümet var ve 2001’den 2013 sonuna kadar, şu anda 2013 yılının son rakamları, bazı rakamları
çıktı da, tamamen hepsi değil. Biz burada 2013 yılında çıkan rakamları aldık, çıkmayanları da
2013 sonunu aldık falan. Onları karşılaştırdık. Yani nereden nereye geldi. Bu konuda Türkiye’nin
oranları nedir, dünyada, belli başlı ülkelerde nereye gidiyor olay. O oranların biz neresindeyiz? O
tarzda bir şey hazırlamaya çalıştım.
Şimdi Türk bankalarında kurum riski bulunuyor, çoğu öyle. Bir kere sektör büyümüyor. Yani
sektörün bakın büyüme yüzdesi, bu önemli bir gösterge. Yani bu YMM toplantılarında falan
devamlı göz önüne alınan bir şey… Yani ülkelerin finansal verimliliği ne kadar? Toplam bankalar
sektörel aktif büyüklüğünü gayri safi milli hâsılaya böldüğümüz zaman, işte bunlar aşağı yukarı %
94, % 95 gibi bir rakama ulaşıyor. Yani çok da fazla gelişmemiş. 2001 yılında kriz zamanına
baktığımız zaman % 60’lardan gelmiş. Biraz artmış, ama bunu yıla böldüğümüzde 13 seneye, işte
% 2, % 2,5 falan gibi bir artış var.
Biraz sonra Avrupa’da ne kadar oluyor, Amerika’da ne kadar oluyor? Onları da vereceğim.
Veriler Türk bankacılık sektörünün büyüdüğünü, ancak gelişme göstermediğini ifade ediyor.
“Yani güzel bir büyüme var, ama gelişme olmuyor, finansal bir genişleme, işte entegrasyon pek de
yok” . Yani gelişme olmayışı, tabii Türk bankacılık sektörünün reel sektörü finanse edememesi
gibi bir sorun var. Yüzde olarak son 10, 12 yılda tüketici kredilerinin, özellikle ev kredilerinin,
mortgage kredilerinin payı artıyor.
Şimdi tabii buna baktığımız zaman, gene Türkiye’de teminat bankacılığı yapısı hala var.
Değişmiyor. Yani teminatınız varsa, krediyi alabiliyorsunuz. Ama tabii bu yüzden bir proje
bankacılığının olması, pek söz konusu değil hala. Yani projelere, yahut da girişimciliğe büyük
oranda, pek bir katkıları var, ama bir bütünde pek bir şey olmuyor.
3
Şimdi Türkiye’nin büyümesinin temelinde tüketim harcamaları var. Hocam bunu biraz sonra
söyler herhalde. Tüketim son 10, 12 yıla bayağı damgasını vurdu, tüketim harcamaları son derece
fazla.
Çin de büyüyor, tabii Çin şu anda dünyanın yıldızı, burada büyüme ihracat ağırlıklı. Türkiye’de
ise biraz tüketim harcamaları şeklinde yapılıyor. Türkiye ekonomisinde bunun sonunda da tabii
cari açık oluşuyor. Çünkü tükettiğiniz zaman, dışarıdan ithalat yapmak zorunda kalıyorsunuz.
Sayın Başkan Yardımcımızın da dediği gibi ihracat Türkiye’de geçen sene 151 milyar Dolar,
ithalat da işte 250 milyar Dolar gibi, yani 100 milyar Dolar ticaret açığımız var.
İhracatın gayri safi milli hâsılaya oranına baktığımız zaman da, işte bu oran şu anda % 25’lerde.
1980’lere göre baktığınızda bu oran arttı değil mi? Yani çok da böyle büyük bir artış göremiyoruz.
Baktığımız zaman, işte 80 milyonluk Almanya’nın geçen seneki ihracatı 2 trilyon Dolar, yani
Türkiye 150 milyar Dolar’da daha. Bir yılda bizim yaptığımız ihracat, Almanya’nın bir ayda
yaptığı ihracat gibi.
Burada da tabii Türkiye’nin kriz dönemlerinde cari açığın azaldığı, büyüme hızının düştüğü
görülmekte. Şimdi cari açığın arttığı dönemlerde ise, Türkiye ekonomisi bakın hızlı büyüyor.
Burada şu olay var. 2001 senesinde kriz var, cari açık azalmış. Sonra 2007, 2008 krizi cari açık
tekrar düşüyor. Ondan sonra tekrar % 9’luk falan büyüme hızı iki sene öncesine kadar, gene
büyüyor bakın cari açık. Sonra tekrar % 5’lik büyüme, yine düşüyor falan. Şimdi bakın büyümeyi
üst üste koyduğumuz zaman ikisinin arasında çok büyük bir benzerlik görüyorsunuz. 2001’de
büyüme oranı düşük, sonra artıyor falan. 2007’de tekrar ( - ) eksiye gidiyor Türkiye. Sonra biraz
daha büyüyor % 9, % 5 falan şuralarda bakın. Böyle bir büyüme oranı ve cari açık birbiriyle ilgili.
Hâlbuki tam tersi olması lazım. Yani büyümenin hızlı olduğu yerlerde ihracat artar cari açık çok
az tutar. Maalesef burada demek ki ithalata bağımlı, demek tüketime bağımlı bir ülke halindeyiz.
Bu son 12 senede birebir belli.
Şimdi kredi dönemlerinden dış finansörlerin de tabii bankalara fazla kredi,yok, biz bütün bunun
banka çalışmalarını yaptık, orada da gördük, rakama boğmayayım ben sizi. Şu anda şunu
söyleyeyim. Bankaların bilançosunda pasifte hariçten alınan, yurt dışından alınan kredilerde çok
ciddi bir düşüş oluyor. Bakın 2001 ve 2007’de öyle, yani dolayısıyla o zamanlarda dış finansörler
finanse etmiyor, hatta yurt dışından alınan nakit krediler yada sendikasyon kredilere kapattırılıyor
çoğu. Şimdi dışarıdan kredi alamayan bankalar kriz dönemlerinde reel sektörü pek finanse
edemiyor ve böylece büyüme yavaşlıyor. Hatta ( - ) eksiye düşüyor 2007’de bakın görüyorsunuz.
Bu durumda sağlıklı bir yapının oluşmadığını görmüş oluyoruz ekonomide.
Şimdi dış kaynakların alım miktarını tabii Dolar bazında düşüş bulunuyor dedik. Yurt dışında
bankaların aldığı kredinin, kriz dönemlerinde azaldığı, durdurulduğu görülmektedir, özet bu.
Şimdi burada bir mevduat yapısını ben çıkardım, yani yine bankanın ana kalemleri itibariyle.
Bakın bilanço yapısı şu; Bilançonun aktifinde yer alan nakit ve menkul kıymetlerin oranları 2001
senesi öncesi, yani 2000 bilançolarının genel toplamıdır bu. Şimdi bu neyi gösteriyor? Şunu
gösteriyor; % 32’den fonladığınız zaman 1990, 2000’de öyle olmuştu. Sonra birdenbire 2001 krizi
çıktı. 2001 krizinde de bunlar reeskont yapıldı. Bir yıllık Hazine Bonosunu % 32’den alıp reeskont
4
yaptığınız zaman değeri ölüyor ve ondan sonra “zarar” yazmaya başlıyor. Bakın 2000’lere
baktığımız zaman nakit krediler ve menkul kıymetler bu şekilde. Krediler azalmış o zaman % 25,
yani bu kriz kredilerden kaynaklanmadı. Kredileri zaten durduruyorlar. Hem dışarıdan kredi
alamıyorsun, hem döviz sıkıntısı var içeride. Dolayısıyla orada tabii bir yanılgı var. Bütün hadise o
zamanki menkul kıymetleşmeden, yani hazine bonoları, devlet tahvillerinin reeskont
edilmesinden, çünkü 2001 bilançolarına biz baktık, bütün bankalar zararlı, karlı olan bir tane
banka yok.
Mevduat o zaman bakın % 65, yani alınan mevduat % 65’ten ne yapıyor nakit ve menkul
kıymetler. Yani mevduatı alıyorsunuz, kredi falan vermiyorsunuz. Alıyorsunuz, sadece büyük bir
oranda bunu menkul kıymetlere kullanıyorsunuz. Yani mantık bu. Diğer özkaynaklar vs. falan,
tabii biraz daha düşük.
Şimdi 2013 bilançosu bütün bankalar var burada. Ne olmuş? Nakit ve menkul kıymetler % 22,
niye bu? Çünkü faizler azaldı. İşte biraz borçların miktarı azaldı, ondan dolayı. Krediler ve
alacaklarda 38, Sabit kıymetlerde 18, Mevduat miktarı ne yapmış, o % 56 gibi bir oran. Ondan
sonra diğer borçlar, yurt dışından alınan krediler, özkaynaklar. Blok olarak baktığımız zaman da, o
da 44’de. 2013 sonu itibariyle, yalnız bütün bankalar yok, çoğu var, gene onunla karşılaştırma
yaptığımız zaman nasıl oluyor? Nakit ve menkul kıymetler % 30, Kredi ve alacaklar, biraz artmıştı
% 61, Sabit kıymetler %3, Mevduat % 58, Diğer borçlar % 42.
Şimdi burada kredilerin artmasının sebebi, tüketici kredilerinin özellikle kredi kartlarının 2013’de
çok artması. Yani yüzde olarak ticari kredilerde artış yok. Zaten bunu durdurdular biliyorsunuz.
Durdurmadılar da çok kısıtladılar. İşte ne bileyim, cep telefonu aldınız, eskiden 12 taksit
yapılıyordu. Şimdi tek taksit falan, bir takım sektörlerde gıda da, vs.’de.
Şimdi biz bir şeyi gözlemleyelim. Elimde daha tam veri yok ama bankaların Ocak ayı karlılığına
baktım ben. Geçen sene Ocak ayı karlığına göre % 44 azalış var. Buna dikkat edelim. Yani ben
gelecek sene burada konuşmacı olursam, farklı bir şey söyleyebilirim bankaların karlılığıyla ilgili,
bakalım nasıl gidecek? % 44 azalma var kârlarda, yani çok önemli bir gelişme, ama eleştirme
yapmak için erken.
Türkiye maalesef dışa kapalı bir ülke tabii finans olarak bu olay, karşılıklı mütekabiliyet ilkesi
esasına göre Türkiye 2001 krizinden itibaren Avrupa Birliği’nde, Amerika’da, Japonya’da falan,
yurt dışındaki bilinen ülkelerin hiçbirinde banka açma işini alamadı. Bir tane banka açamadı. Şube
de açamadı. Nerede? Balkanlar’da bir, iki ufak ülkede falan açıldı işte, ama bunların bir hacmi
yok. Avrupa Birliği’nde bir tane banka açma izni verilmedi Türkiye’ye. Bunun sebebi de, işte
genel müdürün evinde ayakkabı kutularının içinde paralar çıkmasını da, hepsini biliyorlar.
Berlin’de bir kuruluş var, Biz oraya da gittik. Oradan da bir sıralama yapıldı. Türkiye’deki açıklık
oranı “doing business” diye, yani iş yapma durumu. Ben 20 senedir IMF toplantılarına işte üç kere
kaçırdım, 17 kere gittim. Orada da bir sıralama yapılıyor yani dünyanın neresinde olursa olsun.
Türkiye geçen sene 86’ncı sırada, yani bu her sene 70, 80, böyle gidip geliyor. Ondan sonrada
baktığınız zaman ciddi bir nakit sermaye girişi yok. Hepiniz piyasadasınız, bunun ne olduğunu
biliyorsunuz. Geçende TÜSİAD Başkanı söyledi. Neticede doğruluk payı vardı orada, yani
piyasanın içinde ne olduğu da belli.
5
Şimdi bazı bankalara tabii Türkiye’de 2001 yılından sonra, kapanan bankalar dışında bazı
bankaları yabancılar satın aldı. İşte mesela HSBC Bank, Demir Bank satın aldı. Demir Bank
kapanmasa biz onun da çalışmasını yaptık. Faiz oranları daha sonra düştüğü için, aktifin % 90’ı
Hazine Bonosu. Altı ay sonra kara geçiyordu zaten, yani acele edildi biraz.
2012 yılı itibariyle bankalarda kâr düzeninde % 25 yabancı payı var. 2001 yılında ise bu pay %
2,5’tu, yani on misli artış var yabancıların payında. Esasında bu 2008 krizi olmasaydı Avrupa’da,
bu oran daha da artardı. 2008’den sonra duruyor hep, ama yani kâr olarak yani bu yapılan yada bir
takım yönetim kararlarında alınan pay olarak baktığımızda bu oran % 43’e kadar çıkıyor bizim
hesabımıza göre. Bir de hangi şartlarda açıyorlar bunları, bir takım ek şeyler alınıyor. Bazıları
kanuni bir suç olmadıkça uygulayamıyorsunuz, kendi ülkesinde takibe tabi falan, bu şartlarda
açılanlar var.
Şimdi ben biraz da başka ülkelerle karşılaştırayım ve çok da uzatmayalım. “Tıer 1 Rasyosu”
dediğimiz 2012 yılının ortalaması rakamlarına göre, bankacılık sektörü çekirdek sermaye olarak
Tıer 1 yılı, basel 2 kriterlerini, % 13.82 yine oldukça yüksek seviyede, yani bu kritik bir oran değil
baktığımız zaman. Bu oranın da en düşük % 8 falan, fakat bizim BDDK bunu % 12 istiyor. Bu,
nedir ? Ödenmiş sermaye ve risk ağırlıklı krediler. Ödenmiş sermayenin bakın % 13 olması, çok
fazla ticari kredi vermediğiniz manasına geliyor. Yani siz buna rasyo olarak baktığınız zaman, risk
ağırlıklı krediler hiç vermediyseniz sonsuz olur. Bankalar batar zaten, çünkü aldığınız mevduata
krediyi döndüremiyorsunuz demektir.
Dolayısıyla oranın düşük olduğu % 8 seviyesinde olması gerektiği gözönüne alındığında, kâğıt
üzerinde baktığımız zaman, bankacılık sektöründe sağlanılan sağlam bir sermaye yapısı olduğunu
görüyorsunuz, Ama Türkiye bankacılık sektöründe kar dağıtımının sınırlandırılması, yani
BDDK’nın kararıyla karların bankanın bünyesinde bırakılmasının teşvik edilmesinde, BDDK
tarafından sürdürülen uygulama sayesinde bankaların yapılarında ve toplam ödenmiş
sermayelerinin yaklaşık iki katı kadar bir yedek akçe oluşumuna sebep olmuştur. Bakın bu yedek
akçe oluşumu iki misli oluşuyor ve dolayısıyla tabii o bünyede kar bırakmıyor neticesi doğmuş
oluyor.
Şimdi dünya ekonomik formunun 2012 yılında yayınladığı bir takım ülkelerin finansal gelişim
raporunda, “2011 yılı Tıer 1 Rasyosu”, yani bu oranda 2011 yılı dengelerinde 59 tane ülke
inceleniyor ve Türkiye burada 18’inci sırada yer alıyor. Şimdi burada birçok gelişmiş ülkeler
geride bırakılıyor, bu da çok tartışıldı litalütürde, % 8’in üzerinde olması, % 12’nin üzerinde
olması, hakikaten o bankacılık sektörünün çok iyi durumda olduğunu gösterir mi, göstermez mi?
Bununla ilgili banka oranları da buldum.. Bakın, Japonya’da % 22. 13’üncü sırada Singapur,
18’inci sırada Türkiye. Kötü durumda olan kimler? Mesela bu oran, yani çok kötü de değil tabii.
Amerika’da işte 11.98, Rusya’da 11.56, Çin’de 9.73, bakın Yunanistan’da kriz olduğu belli, 59
ülkenin en sonuncusu 2.83. Yunan bankalarında ve finansal yapıda çok ciddi oranda bir sermaye
açığı var.
6
Şimdi buradan sona baktığımızda, Türkiye bankacılık sektörünün tabii tüketici kredilerinden ve
kredi kartlarından ve yıllık aidatlardan büyük gelirler elde ettiğini ve bununda tabii kar yapısında
artan bir oranda olduğunu gördük. Türk bankacılık sektörünün dışa kapalı bir yapısı olduğundan
ve bu bankacılık sistemi haline getirilmesi büyük önem arz edilmekte, bankacılık sektörünün
aktiflerinin toplam gayri safi milli hâsılaya oranı, demin de gördük % 90’larda falan şu anda. Biraz
sonra diğer ülkeleri göstereceğim.
Şimdi buradan tabii başka ülkelere baktığımız zaman, bakın şurada oranlar var. Türkiye’nin de bu
konuda finansal sektörde ne kadar geri olduğu, bir türlü de gelişmediği ortada. Bakın 2008
senesinden itibaren baktığımızda İsviçre’de % 518, şu anda da bakın % 517, yani nedir bu?
Bankacılık sektörünün aktif toplamının gayri safi milli hâsılaya oranı gelişmiş ülkelerle %
500’lerde. İngiltere’de 2000 yılında % 318’de, şu anda 559’a çıkmış, yani kriz dönemini belli bir
ölçüde aşmış ülke, 559’larda. Almanya’ya baktığımızda, % 238’den başlıyor, buradaki işte 326’ya
kadar çıkıyor. Almanya’da da üç misli, şimdi bakın bu çok önemli bir şey, Alman ekonomisinin
büyüklüğü aşağı yukarı 4,5 trilyon Dolar, yani % 3,5 derseniz, 15 trilyon Dolar’lık bir ekonomik
büyüklük demek bu Almanya’nın.
Şimdi Türkiye’ye bakalım, Türkiye 750, 800 milyar Dolar, üstat da demin söylediler. Bu % 94’e
gelmiş şu anda. Yani bankacılık sektörünün toplam aktiflerinin büyüklüğüne bakarsak bu demek
ki, 750 milyar Dolar falan eder ki, Almanya’daki finansal sektörünün büyüklüğü Türkiye’nin
yirmi misli, yani yirmi misli. Şimdi tabii nüfuslarımız birbirine yakın. İhracat bakımından
bakalım, Türkiye’nin bir yılda yaptığı ihracatı, Almanya bir ayda yapıyor, artı bankacılık
sektörünün büyük toplam aktiflerinin gayri safi milli hasılaya oranı da yirmi misli Almanya’da.
Yani gidecek çok yolumuz var.
Fransa’yı bir örnek olarak koyduk. 239’dan, 507’ye çıkmış ki Fransa’da oldukça dışa açılan bir
ekonomi son 10, 12 yılda. Bu örnek önemli. Şimdi Avrupa’da, Avrupa Birliği içinde filan bu
rakamlara baktığımız zaman % 500’lerde, yani Türkiye’nin aynı yapıya sahip olması için 800
milyar Dolar bir ekonomiyi bulursak, 4 trilyon Dolar olması lazım, 720 milyar Dolar değil. Yani
daha alacak çok yolumuz var burada. Gelişmiyor bu bir türlü, işin sıkıntısı da o. İşte 58’den gele
gele 94’e gelmiş.
Şimdi bir diğer gösterge de bankacılık sektöründe doğrudan yabancı yatırımların sektöre etkisi.
Türkiye’ye giriş yapan yabancı sermayenin önemli bir bölümü doğrudan yatırımları oluşturmakla
birlikte, genel bir yapı içinde portföy yatırımları çok önemli yer alıyor. Yani sıcak para ifade eden
daha çok bu portföy yatırımları. Çünkü bir sene içinde girip çıkan miktardır bu. Türkiye için şu
önemli, Türkiye tabii bu cari açığını belli ölçüde günlük çevirebiliyor, sıcak parayla. Dünyada şu
anda sıcak para miktarı günlük sınır ötesi hesaplanan 3 trilyon Dolar. Şimdi bakın biz Cumartesi,
Pazar çalışmıyor diyelim sektör, 100 günü atın, 250 gün çalışıyor diyelim yaklaşık, 750 trilyon
Dolar’lık bir para hareketi var yılda. Türkiye’nin gayri safi milli hasılası ne kadar? 750 milyar
Dolar. 1000 misli fark var. İşte en ufak bir olayda Türkiye’de de en kırılgan beş ülkeden biri kabul
edildi. Ondan sonra en ufak bir şeyde işte 2.20’den Dolar’ı alıyor. Merkez Bankası da dövizlerini
satıyor bunu engellesin diye. Ne yapıyor? Şimdi en son rakam 105 milyar Dolar Merkez
Bankası’nın döviz rezervi, çünkü müdahale etti, yani 118’den, 105’e kadar indi. Yani 12 sene
7
önce döviz rezervi Türkiye’de 30 milyar Dolar’dı, tamam. 30 milyar Dolar hakikaten gelişme var
burada. Brezilya’nın da 30 milyar Dolar’dı, ama Brezilya’nın bugünkü döviz rezervi 600 milyar
Dolar.
Şimdi bu nedenle gerek faize dayalı enstürmanlarda, gerekse kar payına dayalı enstürmanlarda
yabancı sermayenin yüksek işlem hacimleri tabii pek göstermiyor. Burada bir tablomuz var.
Doğrudan yabancı sermayenin gayri safi milli hasılaya oranında Türkiye geçen sene 37’nci oluyor
ve 2.04…2.04 çok düşük bir rakam. Yani baktığımız zaman yabancı sermaye de çok fazla
gelmiyor hakikaten.
Şimdi bu oranlar Hong Kong’da % 34, Singapur’da % 24, Rusya’da % 28.6, Çin’de % 17.0, yani
Çin şu anda 6 trilyon Dolar’lık bir ekonomi dersek, aşağı yukarı bunun karşılığı 110 milyar
Dolar’a falan geliyor yıllık. 110 milyar Dolar, Türkiye’ye giren para ise 16 milyar Dolar falan gibi
bir rakam. Kaldı ki şimdi bunların girmesi de çok zor.
Şimdi bir diğer uluslararası alanda çok önemli olay, kredilere başvuru ve kredilere erişim
karşılaştırması. Yani siz kredilere başvuru için ne kadar kısa zamanda yapıyorsunuz? Bu Dünya
Bankası yıllık toplantılarında devamlı açıklanıyor.
Dünya ekonomik formunun 2012 yılında yayınladığı finansman gelişim raporunda 62 ülke
inceleniyor. Bankacılık sektöründe kredilere başvuru ve kolay erişim üzerine bir anket yapılıyor.
Bu rapora göre Türkiye’de kredilere başvuru süreçleri kolay olmakla birlikte, bu kredilere erişimse
düşük seviyelerde kalıyor. Yani gerek kredilere başvuru kolaylığı, gerekse kredilere erişim
açısından en başarılı bulunan ülkeler daha çok Ortadoğu ve bazı Asya ülkeleri, rakamları burada.
Şimdi burada bakın birinci tablo, birinci bölüm, ilki, sol taraftaki, kredilere başvuru kolaylığı 2011
rakamları. Sağ taraftaki ise kredilere erişim kolaylığı. Baktığımız zaman, kredilere en kolay
başvuru yapılan ülkeler, işte bir takım kriterlere göre burada Hong Kong, Singapur, Malezya, yine
aynı ülkeler. Türkiye 15’inci sırada, fena değil Türkiye burada. Bakın en sonuncu kredilere
başvuru kolaylığında yani en zor olan ülke Yunanistan. Bunda krizin de etkisi var. Çünkü
kaynaklar az olduğundan, kredilere başvuruyu zorlaştırıyorlar.
Kredilere erişim kolaylığına baktığımızda ise, şimdi bakın burada Türkiye’nin durumu, yani
kredilere çabuk başvuruyorsunuz falan ama, onu elde etmek işte bir takım teminatları çok zor
şartlarda alınıyor. İpotekler vs’ler falan. Yani baktığınız zaman burada yine Bahreyn, Singapur,
Birleşik Arap Emirliği, Hong Kong, Endonezya, Kanada, Amerika, bunlar daha üst düzeylerde,
Türkiye bu 62 ülke arasından 39’uncu. Demek ki kredilere çok rahat erişemiyorsunuz Türkiye’de,
hala bu ciddi olarak bir sorun özellikle ticari hayatta. Bu değişmiyor, son 10, 12 senedir falan
Türkiye’nin maalesef seviyesi bu.
Şimdi aynı hareketle bu sonuçlara paralel olarak da girişim sermayesine erişme kolaylığı endeksi
var. Yani siz girişimcilik yaparsanız nasıl ulaşabiliyorsunuz. Paraya ulaşabiliyor musunuz Şimdi
Türkiye girişim sermayesinde erişim kolaylığında en düşük değerlendirilen ülkelerden, Türkiye
burada 43’üncü oluyor, buradaki tablo da bu. Yani baktığımız zaman yine girişim sermayesinde de
diğer ülkelerde bunu görebiliyoruz. Örneğin; Hong Kong, Singapur demin de bunlar üst sıralarda,
Hong Kong, Singapur 1’inci, 2’nci. Amerika 8’inci, Malezya 9’uncu, işte Türkiye’de burada
8
43’üncü, yani Türkiye baktığımız zaman işte Rusya, Arjantin daha geride, girişimciliği maalesef
fazla destekleyen, çok ciddi bir ülke konumunda değil. Bu zaten patentlerden de belli. Şimdi 2001
yılında alınan patent sayısı 120’ydi. Geçen sene 520 oldu bu. Artış var, ama geçen sene Güney
Kore’nin almış olduğu patent 24 bin. Yani Güney Kore 2 milyon nüfuslu bir yer, Türkiye 76
milyon nüfuslu bir yer. Teknolojik bir gelişme pek söz konusu değil.
Şimdi birazda borsalardan bahsedip, konuşmamı bitireceğim. Borsalarda işlem gören şirket
sayılarında da, burada da tabii en çok dünyada işlem gören New York, Tokyo, Londra, daha sonra
işte Toronto, Hong Kong, Singapur, Şanghay falan geliyor. Bu merkezlerden Tokyo, Toronto ve
Hong Kong’un daha çok kendi yerli şirketlerini görüyoruz. Ama New York, Londra ve Singapur
hem yerli, hem de yabancı şirketlere çok açık borsalar. Şanghay’da ise, sadece Çin firmaları var.
İstanbul’da yabancılara biz açığız, ama ben size söyleyeyim, bir tane şirket var. Halka açık
yabancı şirket gelip de burada işlemini yapmıyor.
Şimdi borsalarda yabancı hisse sayılarına baktığımızda bakın, Hong Kong’da 1396 tane 2010
senesinde ve 2011’e bakalım isterseniz. Yerli firma ve 17 yabancı firma derken, burada 1472 tane
firma var, yani 24 tane yabancı firma var. Bakın mesela Londra Borsası’nda 2011’de 2788 tane
yerli ve 598 tane yabancı firma var. İşte Türkiye’de ise bakın 263’e 1, yani son 2010 ve 2011
yıllarında pek öyle halka açık şirket falan yok. Şanghay’da zaten dedik yabancı firmalar yok
orada, ama Çin firmaları 931 tane, dolayısıyla yerli ve yabancı hisse sayıları bu şekilde.
Şimdi bir laf oldu, “Türkiyede İstanbul finans merkezi olsun mu?” falan… Şirketlerin piyasa
değerinin gayri safi milli hâsılaya oranı, 2011 yılında düşüyor hep, yani % 25’e düşüyor, çünkü
Dolar değerleniyor. Bu oran Hong kong Borsası için 2010 yılında % 1207, 2011 yılında ise %
914. Şimdi Hong Kong Borsası’na baktığımız zaman, tabii burada büyük bir rakam gözükebiliyor.
Piyasa kapitülazasyonu 2 trilyon 711 milyar Dolar ve bunun gayri safi milli hasılaya oranı 1207,
yani 12 misli gayri safi milli hasılasının. Dolayısıyla 2011’de bu 914, dokuz misli. Yani böyle bu
rakamları tek tek okumayacağım, ama şunu söyleyeceğim; Mesela 2011 yılının sonuna
baktığımızda piyasa kapitülazasyonları Singapur’da bu oran % 224, iki mislinden fazla. Londra
Borsası’nda % 69, Türkiye’de ise % 25 en sonda. Borsada da yani sadece Şanghay yani Çin
şirketleri var. Ona rağmen % 33. Ne yapılır burada? Yine gidecek bir sürü yolumuz var, dışa
kapalı.
Şimdi borçları uzun vadede olarak çıkartırsanız, buna “piyasa kapitülazasyonu” deniyor, “menkul
kredileştirme” deniyor. Yani bu oranlarda önemli miktarda, yani 2007, 2008 krizinin tabii
sebepleri bu, Avrupa’da böyle bu ama tabii bunu iyi kontrol edemezsiniz. Yoksa ciddi oranda
kaynak yaratmak için iyi bir imkân bu. Bununla ilgili bir çalışma da vardı. İki yıl önce gene Dünya
Bankası’nın Konferansı’nda.
Şimdi buna baktığımız zaman da menkul kıymetleşme bazında Türkiye yine çok düşük, yani
baktığımız zaman burada 57’nci ülke, yani % 0.03. Bu Amerika’da işte beş misli, önemli bir oran,
Türkiye’de bu sadece bin de üç gibi bir rakam, işte biz 750 milyar Dolar’lık bir ekonomi diyorsak,
20 milyar Dolar filan ufak bir ekonomi yaratıyor. Fazla bir şey yaratmıyor toplam içinde.
Amerika’da beş misli, “beş misli” dediğimiz zaman arkadaşlar “15 trilyon. Nedir bugün Amerikan
9
ekonomisi” derseniz, bu 75 trilyon Dolar’lık bir ekonomidir. Yani 75 trilyon Dolar’lık bir kaynak
yaratıyorsunuz, yani dolayısıyla buradaki kaynaklarımız, burada da zayıf. Uluslararası alanda şey
yapamıyoruz yani.
Şimdi sonuç, bazı sektörün büyümenin yanında tabii oransal olarak da 2001 krizinden yana fazla
gelişmedi. Yani bankacılık sektörü sermaye piyasalarına nispeten biraz daha fazla gelişim gösterdi
ama hala kısa vadeli bankacılık kaynaklarını geliştiremedi.
Türk sermaye piyasasının gelişimi birçok finans merkezinin tabii gerisinde kaldı. Yani bizim
finans merkezi olmamız biraz zor. Yani bu rakamlara baktığımız zaman. Gerek bankacılık
sektörünün, gerekse borsanın finans merkezinin standartlarının oldukça gerisinde olduğumuzu
görüyoruz. Biri bana sordu, “Peki hocam bunları söylüyorsun da Türkiye’nin dünyada finans
merkezi olması için işbirliği avantajları yok mu” dedi. “Var, saat dilimi” dedim. Saat dilimi çok
avantajlı Türkiye’nin, yani biz bunun kıymetini çok değerlendiremiyoruz. Niye? Türkiye’de sabah
uygun oluyor, bütün Japonya, Uzak Doğu piyasalarını yakalıyorsunuz iş bitmeden daha, mesai
bitmeden. Bakın, çünkü orada akşamüzeri üç, dört falan. Ondan sonra Türkiye’de saat 10 oluyor,
Avrupa açılıyor. Saat 11 oluyor, İngiltere açılıyor. Akşamüstü saat 16 oluyor, aynı mesai içinde
bakın dikkat edin Amerika açılıyor, New York açılıyor. Yani Japon bankaları bütün finans
merkezlerini aynı mesai gününde yakalamak için Japon bankacıları üç vardiya halinde çalışıyorlar.
Bankacılıkta işlem maliyetleri bence Türkiye’nin lehine ama, Türkiye tabii bunun kıymetini pek
bilemiyor o saat dilimi, avantajlı bir durum. O da avantaj, yani baktığımız zaman.
Şimdi bankacılık sektöründeki yapıyı işte bu şekilde ele aldık, tabii bunu geliştirmek daha sonra
mümkün. Ama böyle çok zamanınızı alıp rakamlara da boğmak istemedim. Bizim tabii
çalışmalarımız sektörle ilgili vs. değişik yerlerde devam ediyor. Daha şey oldukça gene
haberleşme imkânımız olabilir tabii.
O bakımdan hepinize sabrınızdan dolayı çok teşekkür ederim. Çok sağolun.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Hocama çok teşekkür ediyoruz. Sevgili hocam, yani şu anda bizim bankacılık sektöründe şunu
görüyoruz anlattıklarınıza göre. Riskli kredilerin özkaynak oranı iyi. Demek ki bankacılık
sektöründe bir problem gözükmüyor, yani öyle mi bakmak lazım bankacılık sektörüne bu verilere
göre? Çünkü rasyolar son derece iyi.
İkincisi de, neden gerilerdeyiz? Hep konuşuyoruz yıllardan beri geri geri. Yani bunun ileri vitesi
ne zaman olacak? Aslında bu toplantıda belki sosyolojik bir analiz, tahlil de gerekebilir konunun
uzmanı bir akademisyende bu toplantıda olsun, diye düşündük ama, formata uyar mı, uymaz mı
diye ona karar veremedik. Yani bir de bunun değerlendirilmesi lazım. Her sene burada
toplanıyoruz, hep gerilerdeyiz, gerilerdeyiz, bir türlü ileri gidemiyoruz. Yani bu da hani size direkt
sorulmuş bir soru değil ama bu da bir soru olarak aklınızda kalsın. Neden biz ilerleyemiyoruz?
Bunun nedenlerini ne zaman tahlil edebileceğiz ve çözeceğiz? Cevabını sonradan verirseniz çok
iyi olur.
10
Sevgili hocam Mustafa AYSAN’a sözü vermek istiyorum. Hocam buyurun.
PROF. DR. A. MUSTAFA AYSAN Soruları alsak…
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Valla hazirun ne derse o olur. Peki, öyle mi yapalım? O zaman birinci bölümü Sudi hocayla
tamamlayalım, soru cevap şeklinde, ondan sonra ikinci bölümü Mustafa hocamızla sürdürelim.
Peki ben sorumu sormuş olayım. Başka soru soran? Soruları toplayacağız. Buyurun Arif Bey.
ARİF AYTULUN
Sayın hocam geçen seferki sunumundan hatırladığım kadarıyla 2000’den bu yana bankacılık
sektörü 48, 49 bankadan şu anda 15, 16 bankaya düştü, yatırım bankaları hariç. Tabii bu arada da
bu 10, 11 yıllık sürede de yabancı sermaye çok arttı Türkiye’de bankacılık sektöründe. Benim
bildiğim kadarıyla 54’lere geldi.
Sigorta sektöründe ise, o da bir finans sektörü % 85’lerde yabancı sermaye payı. Dolayısıyla bu
artış deminden beri siz bahsediyorsunuz, Bizim bankacılık sektörünün çok ilerlememesinde bir
etken olabildi mi? Veya onu tetikliyor mu?
Bir de tabii çeşitli gazetelerde ve televizyonlarda bir takım iktisatçıları, bankacıları dinliyoruz.
Onlar “ekonomi ve bankacılık sektörü iyi” diyor. Bir takım hocalarımızı dinliyoruz, işte şimdi
sizden de gördüğümüz kadarıyla, neredeyse durağan bir şekilde gidiyoruz yani sektör olarak
diyorsunuz. Bunları sormak istedim, teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Teşekkürler, başka bir soru varsa? Hocam buyurun.
PROF. FİKRET ÖCAL
Sayın Başkan, sevgili meslektaşlar, benim sormak istediğim, merak ettiğim husus. Gayri Safi Milli
Hasılayla, bu anlattığınız bankacılık ilişkileri içerisinde kayıt dışı ekonomi nasıl etkiliyor? Çok
merak ettim. Yani kayıt dışı ekonomi Türkiye’de önemli bir faktör diye baktığınız zaman, bu
sonuçları nasıl etkiliyor diye merak ediyorum. Onu öğrenmek istedim çok teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Çok teşekkürler hocam sağolun. Buyurun üstat.
ZAFER ALTINTAŞ
11
Çok kısa bir şey soracağım, esas hakkımı diğer hocaya sakladım. Hocam bu kur artışları banka
bilançolarında ne ölçüde yansıyacak veya yansıyor? Onu öğrenmek istedim, teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Teşekkürler, Evet buyurun.
FATİH……..
Merhabalar, Bilkent Üniversitesi Finans Yüksek Lisans öğrencisiyim. Sudi hoca, bizim hocamız.
Şöyle bir durum tespit etmiştim ben hocam anlatırken. Finans sektöründe dışa kapalıyız dediniz.
2001 yılında yabancı oranı % 2,5, şu an % 25’lere çıktı. Ancak bunun karşısında da yurt dışındaki
şube ve banka açılışlarında bir kısıtlama var. Ukrayna’da ve bazı Balkan ülkelerinde şubeler açtık.
Buradaki kıstasımız, “dışa kapalıyız” derken, yabancıların Türkiye’ye girişi mi? Yoksa bizim dışa
ğaçılamayışımız mı? Teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Teşekkürler. evet bir soru daha alalım varsa? Tamam, başka yokmuş, teşekkür ediyorum, buyurun
hocam.
PROF. DR. SUDİ APAK
Evet, şimdi güzel sorular var. Öncelikle İbrahim beyin sorusundan başlarsak, burada bir kere
bankacılık sektörüne baktığımız zaman, “biz niye gerideyiz” diyor üstadımız. Bir ülkede bu kadar
kayıt dışı olursa, bu kadar şey olursa zaten, bizim yerimizin çok ilerlerde olması pek mümkün
değil. Sermaye zaten sisteme girmiyor, sistemden çıkıyor. Sistemde olmamasından kaynaklanıyor
bence biraz.
Şimdi rasyolar iyi mi? Rasyolara baktığınız yere bağlı, yani bardağın içinde boş tarafı, dolu tarafı
durumuna bağlı. Rasyolara baktığınız zaman, ticari kredilerde yüzdesel olarak bir artış yok. Ama
bunun yanında sermaye yeterlilik oranının da yüksek olması sermaye yapısının çok iyi olduğu
anlamına gelmiyor. Çünkü orada bakın o oran neye eşit? Bir kere ödenmiş sermaye, risk ağırlıklı
krediler. Ödenmiş sermayeniz sizin belli bir seviyede olsun, kredileri azaltın, o rakamı
düzeltiyorum, ayda düşüyor çünkü yani Türkiye’de oransal olarak bu var biraz, işte ticari krediler
söylüyor.
Bu sene bence bankacılık sektörü karları biraz düşük çıkacak. Özellikle kredi kartlarına sınırlama
gelmesi, işte herkesin üç kartı, beş kartı varsa, bir bankadan onların limitlerinin belli şekilde
sınırlandırılması gibi sebeplerle…. İnşaat sektöründe çok ciddi bir fiyat artışları var. Ama
ekonomi biraz ranta gidiyor, yani üretime gitmiyor maalesef. Tabii ortada dolaşan bir kayıt dışı
para var. Onlar daha çok inşaat sektörünü tetikliyor.
12
Şimdi Arif beyin sorusu var. Yabancı sermayenin payı, işte sigorta sektöründe çok arttı doğru,
yani % 75,80’lerde. Banka sektöründe de tabii şu var. Direkt bilançolara baktığınız zaman, geçen
seneki % 25 çıkıyor, ama kaliteli karar merciinde % 40. Ama bazı bankalar halka açık, 12 banka,
onların elinde yabancıların payları da var. Onlara baktığınız zaman bu oran % 50’leri buluyor tabii
ki. Yani % 50, 55’i buluyor, o doğru. Bu çok tartışılıyor. Gelişmekte olan ülkelerde yabancı
sektörlerde yabancıların payının artması iyi mi? Kötü mü?
Şimdi Oktay hocanın dergisinde de beş, altı sene önce detaylı bir analiz yapmıştık, hala geçerli o
rakamlar. Orada detaylı bayağı bir incelenmişti ülkeler. Bazı ülkelerde yabancı payı çok az.
Örneğin İtalya’da, İtalya’da bir kararname var % 10’u geçmiyor, yani şu anda İtalya’da % 9.8
yabancıların payı. İtalya’da bir yabancı banka açmak hayalden de öte, çalıştım çünkü öyle bir
teklif vardı. Beceremedik, olmadı, izin alamadık, vermiyorlar. Bu, Almanya’da % 15’lerde… İşte
İsviçre dünyanın bankacılık merkezinde sermaye bakımından baktığınız zaman, orada biraz daha
yüksek % 20’lerde falan. İngiltere’de çalışan bankalara bakarsanız % 15’lerde, İngiltere
biliyorsunuz bir finans merkezi. İngiltere dışında çalışan 625 banka var, onları katmıyorum, onlar
farklı. Fransa’da da öyle, % 15’lerde falan... Türkiye’de yükseldi. Şimdi nerede daha yüksek? Üç
tane Balkan ülkesinde çok yüksek Polonya’da % 94. Bulgaristan ve Romanya’da % 75,80, bunun
sebebi şu; Şimdi bir sermaye birikimi yoktu Balkan ülkelerinin ve bunlar AB üyesi olduğu zaman,
özellikle de Avrupa’da Avusturya ve İsviçre bankalarının hedefi haline geldiler. Yani ya
Avusturya Bankası, ya Alman Bankaları, şimdi bu iyi mi, kötü mü? Letonya, İspanya, Litvanya
için bir şey yok. Paranın sıkıntısı yok. Çünkü sermaye birikimi yok. Çok ciddi uluslararası
şirketleri yok. Ama bu olaylarda ne duydum ben? Olaylar bana bile geldi. Polonya’nın en büyük
bankası, “Bank Varşova Antalyi Bank” ticaret bankası, Deutsche Bank iştiraki... Deutsche
Bank’ın bir teminat mektubu verme olayı var Ortadoğu’daki bir ülkeye, Antalyi Bank’a diyor ki,
“benim Alman müşterim ona katılacak Deutsche Bank’ın müşterisi, sen verme”, yani inşaat
sektörünü etkiliyor, olumsuz yönde etkiliyor hem de. Böyle olaylar var. Şimdi Türkiye bunu yaşar
mı, yaşamaz mı? Bilemiyorum yani, yabancılar teknoloji falan getirmediler. Büyük sermaye de
getirmediler. İşte değerlendirmekte fayda var.
Bir diğer soruda hocam, “Kayıt dışı nasıl etkiliyor?” diyor. Tabii esasında kayıt dışı olmasa sektör
biraz daha olumlu etkilenecek bence, o para sisteme girecek çünkü. Yani bilançolar biraz daha
büyüyecek gayri safi milli hâsılaya göre. Rakamsal olarak daha büyüyecek. Daha zaptı rapt altında
olacak. Yani kayıt dışılık son derece olumsuz etkiliyor, hele Türkiye’de ciddi bir kayıt dışı oranı
var. Bu Avrupa ülkelerinde, işte IMF’nin, Dünya Bankası’nın hesapladığı % 15’lerde, Türkiye’de
% 50 falan, bu bizi olduğumuz yerden daha geri bırakıyor. Gelir dağılımını bozuyor. Üretken
yatırım yerine, işte ne bileyim inşaat sektörü, vs’ye falan gidiyor. Bu yanlış bir olay, inşallah
bunun önüne geçilir, ama nasıl olacak? Tabii bilemiyorum onu.
Kur artışlarıyla ilgili yine bir soru vardı. Kur artışları genelde olumsuz etkiler banka bilançosunu.
Yani onun sebebi de; Tüketici kredilerinin döviz bazında olanlarının ödenmeme riski var. Şimdi
bir kurtarma yapıyorlar seçimden dolayı, işte dövizler çok arttı, falan filan diye. Yani orada
batıkların oranı biraz artabilir. Eğer bu yetişmezse ve ciddi bir etki yaparsa, çünkü ev fiyatlarının
artması, borcu bitmediği sürece tüketiciye yansımıyor zaten, yani çok ciddi bir getirisi olmuyor,
ondan dolayı oluyor.
Bir diğer arkadaşımız Fatih’in sorduğu soru vardı şöyle; Yabancılar Türkiye’de 50’nin üzerinde,
ama bu 2.5’tan geldi buraya, şu anda, işte bilançolara baktığınız zaman 25 çıkıyor, ama fonları
filan koyarsanız, etkili sermaye artık onlar % 50’leri, 55’leri buluyor. Ama Türkler maalesef bakın
13
2001 yılından itibaren, 2001 sonrasından itibaren Avrupa Birliği’nde, Amerika’da banka açma izni
alamadık. Yani bu şu demek, bunun faydası; Eğer sizin yurt dışında bir bankanız, şubeniz varsa, o
bilançoları kontrol ettiğiniz zaman kur hareketlerinden günü kurtarabiliyorsunuz. Öbür türlü
bankanız yoksa ona ihtiyacınız varsa, dış bankadan borç olarak almanız lazım sizin. Yani maalesef
etkisi oluyor.
Biz 90’lı yıllarda biraz daha etkili işler yaptık. Mesela Fransa da, Almanya da, Kazakistan’da
banka açmak istiyordu, bankaları açtık. Ben Emlak Bankası Genel Müdür Yardımcısıydım o
zaman, yirmi sene önce. Yani o zaman Almanlar orada açmaya çalışıyordu, biz açtık. O da bizim
Türkiye’nin bir şeyidir. Rahmetli Cumhurbaşkanı ÖZAL çok ilgileniyordu bu işle ve onların
sayesinde oldu bu işler, yani biraz ilgi lazım, biraz dünyayı bilmek lazım, yani biraz da yol
göstermek önemli.
Efendim cevaplarımız bunlar, teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Çok teşekkürler hocam. Şimdi 10 – 15 dakika ara verelim, ikinci bölüme de Mustafa AYSAN
hocamla başlayalım. Evet, 15 dakika sonra burada buluşmak üzere.
…………………………………..
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Buyurun hocam.
PROF. DR. A. MUSTAFA AYSAN
Hepinizi sevgiyle selamlıyorum efendim, merhaba. Şimdi Sudi beyin konusuyla ilgili konuşmak
istesem, yine de konuşurum size, bir bildiri de ben veririm, ama o görevim yok benim şimdi. Yani
“bu bildiri üzerine yorum yap” deseniz, söyleyecek sözlerim var. Ama çok güzel bir prezantasyon
yaptı. Onunla ilgili söz söylemek istemiyorum. Onun için ben ekonomik konjonktüre geçeyim. O,
daha iyi sonuçlar verir. Belki sonra Sudi beyle biraz tartışırız sonunda.
Şimdi bu konuşmayı hazırlarken “Size ne söyleyeyim?” diye uzun süre düşündüm. Ondan sonra
dedim ki, “farklı bir şey söyleyeyim, şöyle bir tabloyla söze başlayayım” dedim. Çünkü geçen yıl
bir kitabımın 8’inci baskısını yaptım ben, “Atatürk Döneminde Ekonomik Politikaları” diye
yayınlandı, şimdi piyasaya çıktı. Onu yaptım, bitirdim, çok da emek verdim. Geçen yılın bütün
boş zamanlarını ona harcadım. Adeta kitabı yeniden yazdım. Tabii Atatürk döneminin ekonomi
politikalarıyla ilgili rakamlar değişmedi, uygulamalar aynı. Ama bizim hayatımız değişmiş.
“Ekonomik büyüme ve ekonomik gelişmede ne yapıyoruz acaba?” dedim. Şimdi onun bir hazırlığı
içindeyim. Belki kısa bir broşür yazarım. İşte 90 yılda ekonomi nereden, nereye gelmiş ve bu
geldiği nokta hepimizi tatmin ediyor mu, etmiyor mu? Etmediğini biliyorum. Hepimiz “şuramız
14
noksan, buramız noksan” diye konuşup duruyoruz. Ama son zamanda bizim arkadaşlar
konuşurken şey yapıyorlar. Yani biz “şuradan geldik, şunları şunları yaptık, hep üst üste ekledik
şuraya geldik” diyorlar. Tabii o normal, oraya gelmek. Çünkü bu millet çalışıyor, üretiyor ve
dağıtıyor, arasında pay ediyor. Onun için de hiçbir şey yapmamanın imkânı yoktur. Evvela
düşünmeliyiz, “neye nazaran iyisini ya da kötüsünü yapıyoruz”.
Şimdi bana dışarıda sordular arkadaşlar. “Durumumuz nasıl ekonomide? İyi mi gidiyor, kötü mü
gidiyor? İyi mi gelmiş, kötü mü gitmiş?” Tabii bunu yapabilmek uzun vadeli rakamlar ister.
“Nereden gelmiş, nereye gitmiş?” diye. İncelemek ister, o da çok zordur Türkiye ekonomisinde.
Hemen hemen her iktidar kendine göre istatistiklerle oynar. Biliyoruz, yani nasıl oynandığını.
Ama bunun tabii birçok sonuçları var. Asıl önemli sonucu, karşılaştırılabilir rakamlar bulmak çok
zor. Ama ben bunu denedim. Niye? Çünkü bir mukayese yaptım kitapta, onu şimdi size
sunacağım:
Bizim Cumhuriyet ekonomisi başlayınca çalışmaya, önce bir ekonomik politikalar demeti yapmış.
Onun üzerinde yürümüş, bazı sonuçlar almış. O sonuçlarla, bizim şimdiki sonuçlarımızı, mesela
son on yılımızı karşılaştırırsanız, o zamanki sonuçlar bugünkilerden iyi, yani çeşitli ölçülerle şimdi
getireceğim size. Bakacaksınız ki, o zamanlar çok daha iyiymişiz. Birkaç rakam söyleyeyim size,
şimdi listelerde de göreceksiniz. Mesela biz kendi kaynağımızı yaratmışız o dönemde, işte ilk 38’e
kadar, 40’a kadar diyelim, kendi kaynağımızı yaratmışız. Kendi kaynağımızla yatırım yapmışız.
Kendi kaynağımızla istihdam sağlamışız. Kendi kaynağımızla büyümüşüz ve hızlı büyümüşüz,
yani çok hızlı büyümüşüz. Tabii taban küçük olduğu için hız yüksek, ama kaynaklar da sınırlı.
Bugünkü Türkiye’nin kaynaklarıyla, o zaman ki kaynaklar aynı değil. Onu ölçtüğümüz zaman,
anlaşılan bir mucize gerçekleştirmişiz o zaman. Sonra da bu politikaları terk etmişiz.
1948’den itibaren bizde milli gelir yayınlanmaya başlamış. O tarihte tesadüfen dünya bankasının
bir raporu var. O raporda verilen rakamlar var. Biz o listede 4’üncü sıradayız, yani öyle pek düşük
de değiliz. Rakamları görüyorsunuz. Biz Danimarka, Fransa, İtalya’dan sonra 4’üncüyüz.
Yunanistan’la beraber, o zaman ki ABD Dolar’ının değeriyle kişi başına 128 Dolar’lık milli
gelirimiz var. Belli başlı gösterge o zaman, bizim Dünya Bankası tarafından tespit edilmiş şu
mukayeseden görünüyor ki, biz İran’dan, Mısır’dan, Lübnan’dan daha iyiyiz. Yunanistan’la
denkiz.
Şimdiki durumumuza bakarsak milli gelirlerde çok büyük farklar var. Şimdi ben kendime
güvenmedim ve bir hocam Ömer Celal ASLAN diyor ki, “gayri safi milli hâsıla 1923’de 696
milyon TL’ymiş. 39’da 2,6 kat artmış ve 1.818 yani 1 milyar 818 milyon TL’ya çıkmış ve kişi
başına gelir de 2,6 katına çıkmış.
Bu tahminlere göre, şimdi kişi başına gelirimiz şöyle; 1923’de 53 liraymış. 1938’de 108 lira
olmuş.1923’ten 30’a kadar ABD Dolar’ından daha değerli olan Türk Lirası’na göre böyle olmuş.
Yani Türk Lirası 80 kuruş’muş. Dolar 100 kuruş’muş, yani bizim paramız daha değerli. Buna göre
kişi başına gelirimiz 23’de 66 ABD Dolar’ı, 1930’da da değeri 1,3’le tespit edilmiş. Demek ki biz
tahmin edildiğine göre, 1938’de kişi başına 83 Dolar’a gelmişiz. Gördüğünüz gibi 48’de de 128
Dolar.
15
Şimdi bu neyi gösteriyor? Bu hızlı gelişmeyi gösteriyor, çok hızlı. Şimdi yavaş yavaş yolumuza
ilerleyelim. Biz 1950’ye kadar öyle gelmişiz. 1950’den beri farklı politikalar demeti kurulamıyor.
Hepsini okumanıza gerek yok. Yani biliyorsunuz, sizler de yaşadınız, biz de yaşadık. Bu genel
olarak bir özel kesim sermayesinin yatırımlarına dayalı çok borçlanan, çok enflasyon yapan, Türk
Lirası’nın değerini yüksek tutan bir ekonomi politikası, yani ayrıntıları sonra da okursunuz. Şimdi
de karşınızda görünüyor. Öyle ahım şahım büyük liste değil bu, 1950’den bugüne kadar
uyguladığımız ekonomi politikası.
Şimdi böyle yapmışız, biz ne sonuç almışız? Bakıyorum, biraz önce sonuçları gösterdim. Dönem
başındaki sonuçları, bu da 2012’ye kadar o kitabın içinde verdiğim bir liste.
Şimdi 50 ile 59 arasında yıllık ortalama bizim ekonomimizin büyüme hızı 7,7. Yıllık ortalama
enflasyon hızı 9.8 yani yavaş yavaş kıpırdanma başlamış. 60 – 69 arası, bu 10 yıllık dilimler, 6,4
büyüme var. 5,4 enflasyon var. Orada biraz büyüme enflasyondan daha hızlı, yani biraz reel
büyüme var. 70 - 79’da 5,1 büyümüşüz, ortalama yıllık enflasyon % 27, 80 – 89’da 4,2 büyüme,
yıllık ortalama 50,4 enflasyon var. 90’dan, 99’a 4,2 büyüme, 73,3 enflasyon. 2000’den, 2009’a,
3,4 büyüme, 20,8 enflasyon. 2010 ila 2012 arasında 6,6 büyüme, 7,9 enflasyon.
Şimdi bu tablo çok açık bir şey gösteriyor. Bu dönemde o politikalar enflasyon yaratıyor
gördüğünüz gibi. Yatırım hızlandıkça, enflasyon hızlanıyor. Demek ki enflasyon hızlandıkça da
büyüme hızı düşüyor. Çok enteresan bir tablodur, çok severim ben bunu, yarım saat konuşursunuz,
ama ben bu kadar söyleyeceğim.
Burada şimdi bizim son on yıldaki, 2000 – 2012, 12 sene arası var. Niye son 12 yıl? Hani geçmiş,
geçmiştir, on yıllık dönemlerde böyle oluyor ama son on yıl ne oluyor? Son on yıla da bakıyoruz.
Yine aynı ilişki var. Şimdi burada bir yeni rakam var. O rakam tasarruf açığıdır. Çok zor
hesaplanır. Gördüğünüz gibi, 2013’ün hesabı henüz gelmedi, onun için yok tabloda. Yani ne kadar
tasarruf ettik 2013’te bilmiyoruz. Cari açıktan biliyoruz ki, biz o kadar da tasarruf etmemişiz. Ama
özetle şöyle bir şey görüyoruz; Ne zaman ki bizim cari açıklar yükseliyor, Sudi bey de biraz önce
söyledi. O zaman enflasyon da yükseliyor. O zaman borçlanma da yükseliyor ve o enflasyon
yükselmesi reel gayri safi milli hâsıla artışını da kısıtlıyor. Çok fazla vakit vermek istemiyorum
tablolar çok emek verdiğim şeyler benim. Ama şimdi bu tasarruf açığı bizim büyümeyle ne kadar
ilişkili? Yani bu 7’nci tablo onu veriyor. Orada da görüyoruz ki, tasarruf açığı yükseldikçe biz
perişan oluyoruz. Yani perişanlıktan kasıt, enflasyon hızı. Ondan sonrada bu ekonomik
politikaların en belirgin özelliklerinden biri, bizim için kriz yaratıyor.
Bakarsanız burada dokuz tane büyük kriz var. Listesi burada. Bu listelerde de iki şeyi
karşılaştırıyorum, “büyüme” ve “enflasyon oranları”. Yıllık büyüme hızı ve enflasyon oranları
aynı sonucu veriyor. Ama burada şöyle bir şey var enteresan nokta; Dokuz tane büyük krizin
hikâyesi bu. Bu dokuz tane büyük kriz burada listelenmiş. Sonuna kadar var. Bu dokuz tane büyük
kriz, arada küçük krizlerle de süsleniyor. Baktığım zaman hani bu elli yılda ne yapmışız biz? Hani
dedim sorun bu. Ne yapmışız? Sanki kriz yaratmışız ve ülkeyi sürekli kriz içinde bırakmışız. Yani
her birisi beş yıl sürüyor, üç yıl sürüyor, iki yıl sürüyor ya büyük krizlerin, hepsini toplarsanız
bizim sürekli kriz içinde, bunun yani çok kötü bir tarafı yok. Yani kriz içinde yaşamanın kötü
16
tarafı, tabii bu krizlerden ortaya çıkan zararlarımız. Yani işsizlik çıkıyor. Enflasyon çıkıyor. Şu
çıkıyor, bu çıkıyor. Kötülükler çıkıyor. Ama bir avantajı var, birçok ülkede yok. Biz şartlanıyoruz,
kondisyon alıyoruz. Yani krize dayanıklılık kondisyonu. O da çok fayda sağlıyor. Ama bu krizler
çok kötülükler yapıyor. Yani burada milli gelir artışlarına falan, enflasyon hızlarına bakarsanız,
çok perişan ediyor bizi. Gelir dağılımını bozuyor. Büyümeyi yavaşlatıyor. Enflasyonu
hızlandırıyor. Borçlanmayı artırıyor. İç borçlanmayı artırıyor. Dış borçlanmayı artırıyor. Onun için
kapıya konacak şeyler değil, onun için bunu nasıl önleyelim?
Şimdi bu kriz sonuçlarını lafla sıraladım ben, yani okursanız bakın. Yüksek büyüme hızlarına
rağmen, ekonominin işsizlik oranı % 9’un altına düşmüyor. Yani son 12 senenin net sonucu. “8.9,8.7” falan filan diyorlar, ama o, 9’dan indirmedir. 9 civarında seyrediyor. Bazen 10’a da çıkıyor
biliyorsunuz.
Dış ticaret ve cari işlemler açıkları, aynı sırayla 2011’de gayri safi milli hâsılanın % 14’üne
varıyor dış ticaret açığı, yani mal alışverişinden açığımız. Cari işlemler açığı da, yine 2011’i örnek
vereceksek % 10. Milli gelirin % 10’u, çok yüksek bir oran. Dünyada yoktur zannederim.
Şimdi bir tek şeyi yapıyor bu son 12 yılda ülkemiz. O da bütçesine çekidüzen vermek oluyor. O da
2010 yılında bir faktör olmaktan çıkıyor. Çok şiddetli bütçe açığı dönemlerimiz var bizim. Dış
açıkla beraber birleştiği zaman muhakkak kriz yaratıyor. O şekilde de biz biraz kendimize
çekidüzen verelim diyoruz, bütçeyi açıklıyoruz. Ama onun dışında her şeyimiz açık. Biraz önce
söylediğimiz tasarruf açığımız var. Mesela zaman zaman bu dönemde milli gelirin yüzdesi olarak
yatırımlar % 23’e kadar yükseliyor. Tasarruflar % 12’den yukarı çıkmıyor. Bu aradaki fark çok
önemli, işte enflasyonu yaratan, bilmem bir sürü kepazeliği yaratan o’dur ekonomide.
Şimdi bu kriz ortamının sonuçlarını mümkün olduğu kadar kontrole alalım diye, son on yıldır
uğraşıp duruyoruz. Her şeyi halletmişiz. Yatırımlar hızlanmış, işte milli gelir bazı dönemlerde %
8,9, % 9 olmuş, ama bir türlü tasarruf açığı çözülememiş. Tasarruf açığı arttıkça da enflasyon
yükselmiş.
Öyle ise bizim buradan bir sonuç çıkarmamız lazım. Yani mesela çılgın projeler, büyük projeler,
bilmem Boğaziçi yapmak, ötekini yapmak değil. Bütün mesele kaynaklar- harcamalar dengesini
tutturmak. Bozdunuz mu olmuyor.
Şimdi buradan giderek ben kendi çözümüme varıyorum ki çok basit, karşı bir tarafı yok. Devlet
bütçesi denkliği, zaten büyük ölçüde yapmışız, ama burada bir engelimiz var. Yani burada yanlış
yaptığımız bir şey var. O da ayağımızı takıyor. Birçok Hazine harcamasını ödeneğin dışına
çıkarıyoruz ki, bütçe dengi olsun diye, yanlış bu. Bu yanlış ama olsun. Öyle de olsa denklik,
denkliktir yani fena değil.
Ondan sonra kaynaharcama denkliğine bakıyoruz, orada perişanız. Burada denklik yok. Çünkü
Hazine hiçbir hesaba gelmeden harcama yapıyor. Borçlanıyor, harcıyor. Dışarıdan borçlanıyor,
harcıyor. İçeriden borçlanıyor, harcıyor ve bunun hiç hesabı yok. Hakikaten yani Hazine’ye gidin,
Hazine hesabından iki sene sonra sonuç alırsınız. Geçen senenin kesin hesabında ne sonuç aldınız?
17
Yok. Bulursanız getirin, benim yüzüme çarpın. Ben aradım, bulamadım. Hazine ancak çok geç
veriyor bu harcamaları. Şimdi mesela özelleştirme harcamaları oluyor. Özelleştirme harcamaları
önemli bir gelir oldu son yıllarda. Sonra da bütçeye katkıda bulunuyor gelir olarak. Bütün
özelleştirme döneminde 86’dan bugüne kadar, 54 milyar Dolar’lık özelleştirme yapmışız. Bunun
bir kısmı bütçeye konmuş gelir olarak, bir kısmı Hazine’ye doğrudan ödenmiş ve oradan faiz
ödenmeye mesela harcanmış. Hâlbuki özelleştirme ana planımızın yani mali programlarımızın
temelinde, bunların yeni yatırımlar için kullanılması vardır. Her yerde yazar, ama hiçbir zaman
uygulanmamış.
Şimdi dış ödemeler ve dış ticaret denkliği, bunu yapmamışız. Yani buna heves bile etmiyoruz.
Bunu siyasetçisiyle, toplumuyla, her şeyiyle kader olarak benimsemiş bu millet. İthalat aşağı
yukarı ihracatın iki katı olur, biz bunu idare ederiz. İşte “turizm geliri var, öteki var, beriki var.
İşte şöyle yaparız, böyle yaparız” diye, hâlbuki bir türlü olmuyor. Dış ticaret dengesi kurulmazsa,
cari işlemler dengesine ulaşmak imkânı olmuyor.
Bir de bu devlet işletmesi- özel işletme denkliği sorunu var. Bu uzun dönem içinde bakarsanız bu
denge bozulduğu zaman, yani özele fazla gittiğiniz zaman başka sıkıntılar çıkıyor, devlete
gittiğiniz zaman başka sıkıntılar çıkıyor. O zaman burada da bir denklik kurmak lazım ki işi
sürdürelim.
Şimdi ben bundan sonraki sözlerimi sizin sorularınıza bırakacağım. Yeter bu kadar konuşma.
Evet, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Hocam çok teşekkür ederim. Şimdi soru sormak isteyenler, evet hocam buyurun.
FARUK DOĞAN
Şimdi hangi hocama sormam gerekir kestiremiyorum. 2001’de Türkiye’de kriz oldu. Çok sıkı bir
para politikası uygulandı. Öylesine oldu ki Başbakanımız çıktı “tasarruf bitti, kemerleri sıkacağız”
dedi. Hakikaten sıktık, aşağı yukarı % 8 civarında yanlış hatırlamıyorsam bir küçülmeyle bitirdik.
Fakat sonra 2003’de Amerika’da New York’ta gökdelenler biliyorsunuz uçaklar çarptı ve düştü.
Amerika’da panik oldu ve kriz belirdi. Amerika’da şu yazılmaya başlandı, harcamalar duruyor,
ekonomi duracak ve derhal Federal Reservebank New York bölgesine 20 milyar Dolar sürdü hızlı
bir şekilde. Sonra bu sürüşler arttı. Hatta vatandaş bilinçlenmesi bakımından, hatırlıyorum bir
yabancı gazetede okumuştum. 20 kişi kadar çalışanı olan bir işveren Cumartesi günü kapıda
duruyor. Eline 100’er Dolar alıyor ve her personeline 100’er Dolar veriyor ve diyor ki, “bir de
şartım var size, bunu bu Cumartesi, Pazar harcayacaksınız”.
2008 krizinden sonra yanlış hatırlamıyorsam ilk İngiltere Merkez Bankası 100 milyar Pound
sürmeye başladı krizden ekonominin çıkarılması için. Sonra biliyorsunuz Amerika Birleşik
Devletleri ve diğer büyük ülkeler de bunu artırdılar. Şu anda da Amerika geri çekme veya azaltma
şeyine girdi. Halbuki 2008’de biz kriz olduğunda, yine bu bütçe dengesi politikasını sürdürdük.
18
Piyasa da krizde Türkiye’de etkilenmişti. Daralmıştı. Türkiye sanıyorum % 7.6 küçüldü. Hâlbuki
krizin çıktığı Amerika % 3’ün altında bir rakamla küçüldü değil mi hocam yanlış
hatırlamıyorsam?
Şimdi birinci sorum şu;
Bu genişleme politikaları bir kısım ülkeler için geçerli, bizde geçersiz mi? Biz yanlış ekonomi
politikaları mı uyguluyoruz?
Bir de güncel bir soru soracağım müsaadenizle. Amerika Birleşik Devletleri piyasaya sürdüğü
paraları azaltma şeyine girdikten sonra, bizim gibi olan ülkelerin paraları değerlenmeye başladı.
Hâlbuki bakıyorum bu olay başlamadan önce Euro 1.30’lardaydı, şimdi bugün 1.40’larda.
Pound’da bakıyorum 1.50’lerdeydi bugün 1.67’de. Burada da bir paradoks var mı?
Bunu sormak istedim, teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Teşekkürler hocam. Evet, başka var mı? Buyurun.
HÜSNÜ ERDOĞMUŞ
Sorum şu; “Tasarruf açığı” dediniz hocam, onu bir tarif eder misiniz?
Birkaç dakikalık da tespit ve katkı yapmak istiyorum. Bu söyleyeceklerime değerli hocalarım ve
bazı arkadaşlarım bıyık altından gülebilir ama, yani şimdi böyle doğaçlama, kafama göre bir tespit
yaptım. Hep ağlıyoruz, hiçbir toplantıda ben yani ağlamadığımızı görmedim. Şöyle; yıllar önce bir
şirkette çalışıyordum. Yatırım yapıyoruz, ödemeler, vs. patronla böyle konuşuyordum. Ben bir
para istedim, “yok efendim yatırım yapıyoruz, bu ödemeyi bugün yapamam” dedi, “bıktım bu
yatırımdan, küçükken babamdan bisiklet istedim o da, “oğlum alamam yatırım yapmaktayız” dedi.
Ama bu arada firma devamlı büyüyor, binalar, makineler, vs. Şimdi bu söylediklerime gerçekten
güleceksiniz, ama şöyle bir gerçek var; Biz ülke olarak hep gerçek durumumuzu rakamlara
dayandıramayız. Ben rakamlara inanmıyorum.
Şimdi bakın şöyle bir gerçek var; Bir de biz mukayeseyi dünyanın çok büyük olan beş, altı
ülkesine göre yapıyoruz. Bakın ihracatta dünyada 17.7 trilyon Dolar ihracat var. Bu ihracatın
toplam altı ülke % 40’ını yapıyor. Şimdi biz bu ihracat rakamının içinde 27’nciyiz. Bize göre, biz
önemli şeyler yaptık. Bakın asla siyasi mülahaza yapmıyorum, siyasi rengim yok. Fakat Türkiye
gerçekten yaptığı ihracat hamlesiyle önemli şeyler yaptı, yani biz çocuklarımıza, gençlerimize,
öğrencilerimize mutlaka moral vermemiz lazım. Her yerde, herkes ağlıyor. Hocalarımız ağlıyor,
köşe yazarlarımız ağlıyor, muhalefetimiz ağlıyor, vs, vs.
PROF. DR. A. MUSTAFA AYSAN
İnsaf, biz ağlamadık ki hiç.
19
PROF. DR. SUDİ APAK
Hiç ağlamadık.
PROF. DR. A. MUSTAFA AYSAN
Hiç ağlamadık, ağlamadık.
HÜSEYİN GÜL
Gerçekten Türkiye ihracatda önemli işler yaptı. Bunu kimse yadsıyamaz. Ama tutup Çin’e göre
şey yaparsanız 2.2 trilyon Dolar, ona bakarsanız Fransa’nın ihracatı da Çin’in ne bileyim 7’de 1’i
falan, 6’da 1’i, 500 küsur milyar Dolar. Şimdi ihracatda önemli işler yapıldı.
İkincisi, Türkiye’de turizm var. Türkiye turizm de gerçekten önemli bir ülke. Dünyanın önemli bir
ülkesi, binlerce tesis var. Bakın, görüntüler bambaşka, yani herkes ağlıyor, bakıyorum bir varlık
var, bir değer var. Binalar, mallar, üretimler, otellerde yer bulamıyorsunuz. Lokantalarda yer
bulamıyorsunuz. Gidin rezervasyonlara bakın, havaalanlarına gidiyorsunuz, mümkün değil yani
yaptırana kadar canınız çıkıyor. Binlerce insan hareket halinde geziyor, herkesin cebi dolu.
Üçüncüsü, bakın Türkiye’nin önemli bir hamle yaptığı yurt dışı inşaat olayı var. Yurt dışı inşaat
olayında Türkiye dünyanın on ülkesinden bir tanesi ve müthiş bir olay var. Bu arada bu
kalemlerde pek çok şey var. Bakın ihracatta bugün Türkiye’ye kaç para giriyor. Örnek vereyim;
AB buradan Rusya’ya ihracat yapıyor, 10 bin Dolar gösteriyor. Resmi olarak 10 bin Dolar geliyor,
“bu parayı 10 bin Dolar olarak göstermek zorundayım Ukrayna’da vergi var” diyor, gidiyor
bavuluna 5 bin Dolar daha alıyor, getiriyor buraya. Aynı şekilde turizmde de öyle, yani maalesef
büyük bir gayri resmi gelir var. Türkiye’deki binlerce otelin kasasına giren para hesap edilmiyor.
Giriyor, çıkıyor. Diğeri, inşaat ve müteahhitlik işlerinde gayri resmilik var. Bakın giren paralar
var. Bir servet var. Adam yurt dışında iş yapıyor, “10 bin Dolar’a iş yaptım” diyor, açıktan işler
var. Gördünüz işte Türkiye'nin işçisi var yurt dışında. 5000’e yakın işçi var aileleriyle birlikte
beraber, bu bir potansiyel. İşçilerin Türkiye’ye ne kadar para getirdiğini kimse bilmiyor. İspat edin
bana getirileni, bu bir güç.
Beşincisi, mesela ufak bir rakam gibi gözüküyor ama bu işin bavul ticareti var. Siz İstanbul’da
nasıl bir ticaret döndüğünü bilmiyorsunuz. Bakın, İstanbul Üniversitesi’nde okudum. Yıllarca
Marmara Kıraathanesinin aşağısında metruk evler vardı. Binlerce dükkan çalışıyor, bir gezin
Gedikpaşa’yı. Arabaları bırakın, yayan bir gezin.
Sonra üretim olayında, Türkiye üretmeyi öğrendi. Gerçekten öğrendi. Şu anda sanayie bir girin,
binlerce kalem mal yapılıyor. Ben gençliğimde ilk defa 1979’da öğrenciyken Almanya’ya gittim,
birkaç ay kaldım. Kaçak işte çalıştım orada. 400 Mark para kazandım. O 400 Mark’la ne
alacağımı şaşırdım, “ne alsam da bunu 800 Mark yapsam” dedim o zaman. Ama yıllar sonra iş
20
icabı defalarca gittim. Her seferinde bakıyorum, hiçbir şey almıyorum, “her şey Türkiye’de daha
ucuz” diyorum. Asla siyasi bir değerlendirme yapmıyorum. Bakın, bu bir gerçek.
Gelelim tarıma, tarımda bile bütün şikâyetlere rağmen Türkiye dünyanın 15 ülkesinden biri.
Yuvarlak konuşuyorum, evet “tarım ülkesi” rakamlar ortada.
Onun dışında hayvancılık, bu kadar hikâyeye rağmen Türkiye hayvan sayısı olarak incelediğiniz
zaman, önemli bir hayvancılık ülkesi, yani orada da yine ilk 15’e girer.
Sonra her şeyden önemlisi, 77 milyon müthiş bir genç nüfus var. Bakın, hep ağlıyoruz. Binin
metroya tıklım tıklım, herkes gidiyor. Kimse bedava bir yere gitmiyor. Tıklım tıklım E 5 dolu,
TEM dolu, vs.
Tasarruf da yok tabii, bir kişi arabasında oturuyor. Bir kişi oturuyor gidiyor. Bu adam demek ki
kazanıyor. Arabalara bakıyorsunuz, bir tane eski araba yok, herkesin altında 50 milyar, 70 milyar,
ben dâhil, benim arabam da öyle, yani herkesin burada böyle.
Bakın şimdi şöyle toparlıyorum. Ağlayarak bir yere varılmaz. Tabii ki hocalarımın önünde böyle
bir doğaçlama ifade, ama ben yani gönlümden geçenleri söylüyorum. Türkiye’nin tespit edemediği
müthiş değerleri var. Paralar geliyor, giriyor, etrafa bakmak lazım, büyümeye bakmak lazım.
Kendi tam tasdikini yaptığımız firmalara gidin, bütün patronlar ağlıyor. Adam ağlıyor,
bakıyorsunuz 200 bin Dolar arabaya veriyor. Hanımın altında araba, “işte ben erken çıkıyorum
falan mecburen araba aldık”, çocuğun altında araba, “genç işte istedi aldık”, yazlık var, kışlık var,
yani böyle bir ekonomi var. Ama biz rakamlarımızı dünyanın en büyük beş, altı ülkesiyle şu anda
mukayese yapamayız. Bunlar zaten dünyanın % 40’ını çevirmişler.
Dolayısıyla sonuç olarak bizim topluma moral vermemiz lazım. Güçlenmemiz lazım. Daha da ileri
gitmemiz lazım. Ben ümitliyim, çok daha iyi yerlere ülke gelecektir diyorum, toparlıyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Çok teşekkürler.
PROF. FİKRET ÖCAL Sayın Başkan iyi ki çağırmışsın.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Hakikaten, sonuç işsizlik… Şu şu kadar, o bu kadar, yani tamam da, fakat üniversite mezunu bir
yeğenim yıllar önce, “amca üniversiteyi bitirdim, ne yapayım, işte yurt dışına gideyim, onu
yapayım, bunu yapayım, burada iş yok, güç yok, nasıl Türkiye’nin gidişatı, diye soruyor, “iyi
gidiyor” falan diyorum. Diyor ki, “amca babama soruyorum o da sizin gibi söylüyor, ama bir şey
yok ortada”. Yani tabii ki bir şeyler var, nüfusumuz artmış. Efendim ihracatımız artmış,
ithalatımız artmış, uçağımız var, osu var, busu var, ama yani bunlar ayrı bir şey. Bunları ayrı
değerlendirelim, ama sevgili Hüsnü kardeşimin anlattıklarının bilimsel bir izahı yok, onu
söyleyeyim.
21
Hocam sizden başlayalım.
PROF. DR. VASFİ HAFTACI
Profesör Doktor Vasfi HAFTACI, Kocaeli Üniversitesi… Hocama değerli sunumu için çok
teşekkür ediyorum ben, ama buradan belki sonuç anlamında şimdi ne yapmalı sorusunun asıl
cevabını verecek olan iktisatçıların da bu konularda ne düşündüğünü ben çok merak ediyorum.
Biz muhasebeciler olarak, zaten hep eşitlikten hareket ederiz. Eşitlik veya başka bir deyişle
“denge” bizim için de çok önemli. Ama “1776’da Adam SMİTH’in Uluslararası Zenginliği”
kitabından bu tarafa aldığımız zaman, sırasıyla gittiğimizde, “klasik iktisadi düşünce”, ardından
“neo klasik iktisadi düşünce”, ardından 1929 birinci büyük dünya ekonomik krizinin ortaya
çıkardığı “keynesyen iktisat”, veyahut daha sonra yine ortaya çıkan sorunlara bağlı olarak çıkan
“diğer iktisadi düşünceler ve ekoller”.
Bugün 250 yıllık bir aradan sonra iktisatçıların ifade ettiği ve söylediği şey şudur; “Biz tekrar
Adam SMİTH’in dünyasına 250 yıl sonra döndük” diyorlar ve bir başka boyutu daha var. Tabii
iktisatçılar açısından baktığımızda değerli Hocam bunu herhalde değerlendirecektir. Benzer
biçimde de değerlendireceğini zannediyorum.
İktisatçılar genellikle iktisadi sorunları kendi okullarının, kendilerine verdiği öğreti içerisinde
çözmeyi seviyorlar ve bugün itibariyle iktisatçıların bir türlü vazgeçemediği aksiyonlara
baktığımızda da, bu aksiyonların birçoğunun bugün gerçekleriyle maalesef örtüşmediğini
görüyoruz. Ama buna rağmen iktisatçılar bu aksiyonları kullanmaktan vazgeçmiyorlar.
Dolayısıyla iktisatçılara soruyu sorduğunuz zaman, onların genellikle verdikleri cevap kendi
okullarının kendilerine verdiği öğreti içerisindeki modelleme tekniği kullanılarak, o modelleme
tekniğindeki değişkenlere dayalı olarak elde ettikleri sonuçlara göre yorum yapıyorlar veya çözüm
üretmeye çalışıyorlar. Bence iktisadın bunu aşması, iktisatçıların bunu aşması ve dünya
gerçekleriyle örtüşen varsayımlara dayalı olarak iktisadi sorunları tartışması gerektiğini
düşünüyorum.
Dolayısıyla Hocamın sonuç anlamında tahtaya yazdığı, daha doğrusu yansıda gösterdiği sonuç
anlamında tartışmamız gereken noktalar olarak bu eşitliklerin bizim pek bir cevabını bulmamızın
mümkün olmadığını düşünüyorum. Farklı ekollere göre bu soruların muhtemelen çok farklı
cevapları çıkacaktır. Çünkü sonuçta iktisat açık sistem, sosyal bilimlerin bir açık sistemi olarak
içinde insan ögesi olan bir unsurdur. Dolayısıyla insanların davranışlarını da önceden tespit etmek
gerekir ve önce insana yönelik olarak tahmin etmenin de çok kolay olmadığını düşünüyorum.
Yani ben burada belki sonuç anlamında bu soruların daha doğru cevaplarının bulunabilmesi için
iktisatçıların dayandığı varsayımları değiştirmesi gerektiği, bunları dünya gerçekleriyle örtüşen
varsayımlara dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Teşekkürler Hocam. Buyurun, çok kısa lütfen.
22
MEHMET YALÇIN
Sayın Başkanım, değerli APAK ve sayın AYSAN hocama çok teşekkür ediyorum, güzel bilgiler
aldık. Ben daha çok günceli soracağım, tabii ki denklik çok önemli.
Bir, şimdi soracağım soruya hangi hocam cevap verecek bilmiyorum. İki, Dolar’ı soracağım.
Bugünlerde çok güncele geldiğimizde, daha önceden dünyada büyüyen, üreten ekonomiden
bahsetmiştik. Bugünlerde Çin’in çökeceğini, yani üretimin tamamen yok olacağını duymaya
başladık. Bir, bu temenniden amaç ne olabilir? Hocam ben bunu bizim Yüksek Ticaretliler ile
ilgili bir konferansta sayın Atilla KARAOSMANOĞLU’na sormuştum, “Efendim bir gizli el
Çin’e bir şiş taktı, dolayısıyla büyüyor. Ama daha sonradan bu şiş çekilebilir mi?” demiştim Sayın
KARAOSMANOĞLU’ndan, farklı cevaplar almıştım. Acaba böyle bir gelişme mi var? Eğer Çin
ekonomisi sıkıntıya düşerse dünya ekonomisine nasıl bir etkisi olacak? Özelde de bu denkliğin
ülkemize nasıl bir etkisi olacak? Bunu sormak istiyorum.
İki, bizim paralarımızın itibarı dış ticaretimizle ve ekonomik gelişme ile belirlenmektedir.
Amerika’nın parası ise, yani Dolar, yalnızca itibarla değerleniyor. Yani hiçbir karşılığı yok.
Yalnızca matbaa bedeli olan Cent’lerle ölçülebiliyor. Ama bununla da dünyayı satın alabiliyor.
Çin’deki veya dünyanın herhangi bir ülkesindeki bir varlık, büyük bir değeri hiçbir yükümlülüğe
katlanmadan, geceden basılmış olan, kalıptaki Dolarla satın alınabiliyor. Bunun için, yani merkez
ülkeler veya çevre ülkeler anlatısından hareket edersek, bizim itibarımızı, bizim paramızın itibarını
belirleyebilecek farklı bir yöntem bulabilir miyiz bu meyanda?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Teşekkürler Mehmet Bey, Yeşim hanım sizin sorunuzu alalım.
YEŞİM ERTUĞRUL
Öncelikle her iki hocamıza da sunumları nedeniyle teşekkür ediyorum. Ben bir bilgi almak
istiyorum sizden. Hocamız sunumu esnasında Hazine’den bilgileri tam olarak alamadıklarını ifade
ettiler, ama geçenlerde yine bir üniversite hocamızla yaptığımız sohbette bir bilgi verdi bana,
Kamu dış borçluluğunun pozitif değerlerde olduğunu, yani devletin dış borcu olarak, aldığı
borçtan daha fazlasını verdiği şu anda pozitif değerlerde olduğu, gözüken dış borcumuzun özel
sektör borcu olduğu söyledi, ben buna inanamadım. Bayağı itiraz ettim. Bu konu doğru mudur,
bir bilgi verebilir misiniz?
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Teşekkürler sağolun. Evet, genç arkadaşımız. İyi hazırlanmışsın gibi geliyor bana, hocan da
burada ya, neyse pozitif durumdasın sen yani!...
23
FATİH ……….
Tekrar söz hakkı için teşekkür ediyorum. Hocamın gözünde de inşallah pozitif olabilmişimdir,
ama bunun notla kesinlikle bir ilgisi yok. Benim iki sorum olacak açıkçası.
Bugüne kadar hep bahsedilmişti. Hep biz Almanya’yla, Amerika’yla, İngiltere’yle, Japonya’yla
kıyasladık ülkemizi. Ama temelde bu ülkeleri incelediğimizde iki alanda yoğunlaştıklarını
görüyorum ben. Ağır sanayi ve teknoloji, bunun yanında enerji alanlarında kendilerini yeterli
buldular. Özellikle Fransanın nükleer enerji konusuna da değinmek istiyorum. Fransa’da 59
reaktör var ve enerjisinin % 76’sını buradan karşılıyor. Almanya’da 17 reaktör, % 28, yaklaşık
30’una yakınını buradan karşılıyor. Uzatmak istemiyorum, Avrupa’da da bu oranlar çok yüksek
durumda. Çevrecilik konusuna da değinirsek demek ki, hem çevrecilik, hem de enerji nükleer
santrallerden sağlanabilir. Buna nereden geliyorum, 65 milyar Dolar’lık bizim bir petrol ve
doğalgaza dayalı bir ithalatımız var. Bunu buradan kapatabilir miyiz? Çünkü bölgesel ve küresel
güç olabilmek için, hani bu ülkelerle biz kendimizi kıyaslıyorsak, bu alanlarda da kendimizi
yukarı taşımamız gerekiyor. Bunu da 25 yıllık bizim hamsi ihracatımızla bir tane F 16 savaş uçağı
alıyor.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN Fena değilmiş!
FATİH …….
Biz Karadenizliyiz. Geçen bir laptop alacaktık. Bir ton fındık, biz bir sene bekliyoruz, alıyoruz.
Bir tane apple laptopunu alıyoruz. Yani toparlamak gerekirse, biz bu iki konuda hala neden önlem
alamadık? Biz kendimizi neden daha yukarıya taşıyamadık ağır sanayi ve enerji alanlarında?
İkinci bir konu da; Biz yine kendimizi yukarı taşımak istiyorsak, ben özellikle son zamanlarda
Amerikan tarihine biraz ilgi duydum, okumaya başlamıştım. Demek ki kısa zamanda büyük şeyler
yapılabiliyormuş. Buradan şuna geleceğim. 1700 yıllarının ortalarında Bağımsızlık Bildirgesini
yayınlayıp, bu ülke bağımsız oluyor. Biz Osmanlı’nın bu dönemlerinde gerileme dönemlerindeyiz
ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinde, yani biz buraya insanlarımızı gönderememişiz, şirketlerimizi
gönderememişiz, biz bunları kaçırmışız. Yani biz oradaki bir tarihi kaçırmışız. Avrupa’da bunu
yakalamışız bazı ülkelerde ama o ülkenin gelişimini kaçırmışız. Biz Çinde de geç mi kalıyoruz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Teşekkürler. Arif bey sıra sizde, evet buyurun.
ARİF AYTULUN
Bugün finans sektörünü anlatan Hocamı ve tabii onun arkasından makro ekonomimizi anlatan
Hocamı dinledikten sonra, aklımıza tabii şu sorular geliyor; “Şimdi ne yapmalıyız?” diye. Tabii bu
iş bütçeden başladığı için, Sayın Hocam anlattığı gibi, biraz da biz vergici olduğumuz için, 2007
24
yılında bizim Platform’da rahmetli Cevdet Okan BAHAR’la benim yazdığım “Anayasa ve Vergi”
konulu bir makale vardı. Orada şunu gördük; Bütçenin temeli vergiye dayandığı için büyük bir
bölümü gelir hanesinde, 1872 yılları II. Meşrutiyetten bu yana yapılan tüm Anayasalardan bugüne
kadar değişmeyen tek madde “vergi maddesi”. Orada da ifade şu; “Mali gücüne göre alınır”. Bu
mali gücün, hiçbir yerde tarifi yok. Kim ne anlarsa mali güç bunu ifade ediyor. Bunun tarifi
olmadığı için de bütçe gelirleriniz toplanamıyor.
“Kayıt dışı ekonomi” demek de yanlış. Ekonomide her şey kayıt içindedir. Bunu kayıt etmeyen
devlettir veya idaredir. Dolayısıyla suçu ekonomiye atmak yanlıştır bence. Biz ilk önce bu
tanımları yerli yerine oturtmamız lazım. Çünkü bizim bu arkadaşımızın demin dediği şey de, o
büyümeler, “o kadar büyüdük, bu kadar turizm yatırımı”, bunlar doğal büyümedir. Ekonomilerde
bir doğal büyüme vardır, bir de yapay büyümeler, yani çalışarak ve yeni teoriler üreterek büyüme
var. Dolayısıyla doğal büyümeler, toplumun, gençliğin bilgisi, görgüsü, bunlarla beraber gelişirler.
Bunlar doğrudan etken olurlar, ama esas bizim kendimizi geliştirmemiz lazım.
Tabii Sudi Hocam veya değerli Hocam; finans sektörünün bizim makro ekonomi içindeki payı
nedir büyüklük bakımından? Çünkü uluslararasına baktığımız zaman, finans sektörü güçlü olan
ekonomilerin, makro ekonomileri de büyük oluyor. Tabii biz niye şimdiye kadar gelişememişiz?
Hep tarım ekonomisi, işte biraz böyle büyüye, büyüye. Tarım ekonomisi bizim için Sayın
Hocamın verdiği rakamlardan da görüyoruz. Enflasyonu dengelemiş. Biraz böyle kimseyi isyan
vaziyetine getirmemiş. Niye? Adam köyünde, kasabasında ekiyor, biçiyor, yumurtasını alıyor,
şehirdeki çocuğuna bir takım bulgurunu, pirincini yolluyor. Dolayısıyla bu gelişmeleri izlediğimiz
zaman, şimdi biz tarım ekonomisini de öldürmüşüz, yerine bir ekonomi koyamamışız şu anda.
Bunları koymamız gerekiyor. O açıdan benim sorum bu şekilde.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Evet, sorudan çok katkı gibi geldi, ama sorunuz baki fark etmez. O zaman haksızlık yapmayalım,
size söz verelim. Zafer bey acelen ne? Bekleyin, bekleyin.
ZAFER ALTINTAŞ
Muhalefet etmeyeceğim, merak etme yani.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Başkansın ya şimdi, bak iki tane Başkan var. Son sözü Başkana vereceğimden, sen de Başkansın.
Söz vereceğiz, acele etme. Buyurun, isim, soyadı.
……………….
Değerli Hocalarım, pek kıymetli üstatlarım merhaba diyeyim. Ben size özelleştirmeleri sormak
istiyorum. Ben bunu birkaç yerde daha sormuştum. Yani devlet erkanı, hükümet diyor ki, işte
maaşlardan kurtuluyoruz, işte torpillerden kurtuluyoruz, bu sebeple özelleştirmeler mantıklı bir
25
şey. Devletin gelir kalemlerine baktığımız zaman, işte vergi, resim ve harçlar... Bir büyük ülkenin
geliri yalnızca bunlar mı olmalı? Sorduğumuz zaman da diyorlar ki, yok aman satmıyoruz, sadece
işte kiralıyoruz, bu işin işte banka boyutu var, işte Türk Telekom şirket kurdular. İşte
karayollarının iadeleri var. Onları özellikle hocalarıma sormak isterim ben.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Yani özel sektör, reel ekonomide var mı demek istiyorsunuz?
……………..
Yani şu; Özelleştirmelere bir nasıl bakmalıyız? Bu ne kadar doğru? Zaten bu bir oldu bittiye
getirildi. Türkiye Cumhuriyet hızlı bir şekilde karma ekonomiden özel ekonomiye geçti. Bu
noktada hocalarımın görüşleri nelerdir.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Çok teşekkürler, sağolasınız. Karma ekonomiyi savunuyorsun, ben de onu savunuyorum ben de
onu söyleyeyim. Son söz, evet üstat buyurun.
ZAFER ALTINTAŞ
Hocalarıma teşekkür ediyorum. Şimdi Hüsnü arkadaşımıza bir, iki söz söylemek istiyorum. Bu
bizi yanıltıyor, yani gözleme bakarak, işte kullanılan araba, işte konut satışlarına bakarak
ekonominin iyi olduğu şeklinde bir yaklaşım… Halbuki rakamlar çok net, işte işsiz sayısı belli
Türkiye’de. 5 milyon gizli-açık işsiz sayısı. Emeklilerin aldığı gelir belli. Asgari ücretli sayısı 4,5
milyon, hadi o biraz şişirme diyelim, gerçek rakamı ifade etmiyor. İstihdamın % 25’i çiftçi
kesiminde, tarım kesimindeki ücretler belli, bunları toplasanız yoksulluk sınırının altında büyük
bir çoğunluğu. Bu da gelir dağılımındaki adaletsizlikten kaynaklanıyor. 10 – 15 milyon insan bunu
çeviriyor. Lokantalar filan vs. bunlar tarafından doluyor, neyse.
Ben esas şunun üzerinde durmak istiyorum. Yanlış anlamayın bunları, bir yerden yazmış değilim
şu rakamları. Çünkü Sayın Başbakan her gün bu rakamları telaffuz ediyor, ben ezberledim. Kendi
on yıllık dönemindeki performansını bu rakamlarla ispatlamaya çalışıyor. Sayın hocamız bu
rakamlar konusunda ne diyecek? Diye ben merak ediyorum.
Gayri safi yurt dışı hâsılat en önemli rakamlardan biri bir ekonomi için, 230 milyar Dolar’dan, 820
Dolar’a çıktığını her gün tekrarlıyor. 3,5 kat bir artış, on yılda. Aynı şekilde fert başına düşen milli
gelir 3.300 Dolar’dan, 10.500 Dolar’lara çıktığını söylüyor. 11 yılda üç kat artmış.
İhracat 36 milyar Dolar’dan, 150 milyar Dolar’a çıkmış. Enflasyon % 29.9’dan, % 8’e inmiş. Faiz
% 63’ten, % 11’e inmiş. Bütçe açığı gayri safi yurt içi hasılanın % 1.7 si civarında. Ki Avrupa’ya
baktığınız zaman, bu son derece başarılı bir rakam. Kamu borç stoku % 35’e inmiş gayri safi yurt
26
içi hâsılanın. Bütçede toplanan gelirin 2002’de % 80’i, yani toplanan 100 lirada yine 85 lirası faize
giderken, bugün bu oran % 15’lere düşmüş.
IMF borcumuz sıfırlanmış. Merkez Bankası rezervi 27,5 milyar Dolar’dan, 130 milyar Dolar’a
çıkmış. Yanlış anlamayın, ben bunu savunduğum için değil, bunların bende cevapları var. Amma
velâkin Sayın Hocamızın bu konudaki, yani bu rakamlar konusundaki değerlendirmelerini merak
ediyorum.
Bir de bu rakamların ne derece sağlıklı olduğu konusunda merakın var, yani nasıl hesaplanıyor?
Arada bir değişiklik oluyor mu? Yani yöntemde bir değişiklik oluyor mu? Mesela bir enflasyon
hesabında, bir istihdam hesabında, yöntemden dolayı bir farklılık olabilir mi?
Son olarak da inşaat sektörü gerçekten büyüyor. Fakat bu inşaat sektörünün ekonomiye katkısı
gerçekten olumlu mudur? Yoksa bir ölü yatırım mıdır? Bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN Teşekkürler sayın Başkan.
PROF. FİKRET ÖCAL Sayın Başkan bir açıklama yapmama izin verir misiniz?
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Sevgili hocam kısa kaydıyla lütfen, peki buyurun ve ondan sonra cevaplara geçelim.
PROF. FİKRET ÖCAL
Sayın AYSAN hocamıza çok teşekkür ediyorum. Yalnız acaba dile getirir mi, getirmez mi, diye
şunları söylemek istiyorum, özellikle dile getirildiği için, tabii ben 40’lı yıllardan beri bu işlerin
içinde olduğum için. Efendim 50’lerin başlarında ihracatımız 300 milyon civarında idi, yani rakam
olarak şey değil ama milyar falan değil, 300 milyon civarındaydı.
…………………
62’de öyleydi, 63’de 400’e çıktı.
PROF. FİKRET ÖCAL
63’ü hatırlamıyorum da, ÖZAL’ın zamanını hatırlıyorum, 80’li yıllarda 2 milyar Dolar’a çıkmış
idi. Bugün 150 milyar Dolar falan deyince, müsaade ederseniz onun mukayesesini de herhalde
yine dile getirmekte yarar vardır.
Ayrıca 80’li yıllarda yine hatırladığım kadarıyla, bir kere 50’li yıllarda tamamen tarım ürünleri
ağırlıklı bir ihracatımız vardı. 80’li yıllarda hatırladığım kadarıyla ihracatımızın % 75’i falan
27
sanayi ürünlerine ulaşmış idi. Çok önemli aşamalar diye bakıyorduk. Onun için bilmiyorum
değinecek miydiniz, ama bunları dile getirmek istiyorum, özellikle yaşadığım için.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Hocam teşekkür ederim, sağolasınız, Hocam şimdi söz sizde, hocalarda daha doğrusu.
PROF. DR. A. MUSTAFA AYSAN
İkinci bir bildiri kadar vakit veriniz. Peki başlıyoruz.
Şimdi birinci konuşmacı arkadaşımız, 2001 krizini değerlendirdi. Ülkemizde ABD kriziyle
karşılaştırdı. Genellikle gelişmiş ülkelerin krize para basarak çare aradıklarını söyledi ve bizim de
bir ölçüde, hani bunlara benzer bir yaklaşımla krize çare aramamız yanlış mıdır? dedi. Ya da ben
öyle anladım soruyu.
Ben zannediyorum ki, gelişmiş ülkelerin bu son krize karşı reaksiyonları mantığın kabul
etmeyeceği kadar rasyoneldir. Yani sözümün anlamını bilerek söylüyorum. Ne yapıyorlar özetle?
Amerika öyle 1 milyar, 3 milyar, 5 milyar basmadı. Amerika 12 trilyon Dolar bastı. Piyasaya
verdi. Sonrada onun bir kısmını devlet tahvili satarak geri aldı. Şimdi de aynı oyunu oynamaya
devam ediyor. Ama bu arada Amerikan ekonomisine ne oluyor? Ona iyi bakmak lazım. İşte ben
“biraz bizim ne yaptığımıza iyi bakalım” dedim, yani sözlerime öyle başladım. İyi baktığımız
zaman yaptığımız şeyler var, yapamadıklarımız var. Her şeyi inkâr ediyor değilim ki ben. Toplu
olarak ekonomiyi değerlendirdiğimiz zaman, şunları, şunları, elde ettik diye huzurunuzda saymaya
dökmeye gerek yok, yaptık onu. Sözlerimin başında söylemiştim. Yani ekonomi ve halk normal
kendi gücüyle ilerliyor, ama bazı kötü yaptığımız şeyler var, onları düzeltelim diyorum. Arzum bu
idi. O kötü şeyleri de söylüyorum, işte şu denkleri bozduğunuz zaman olmuyor. Amerika’da da
olmuyor. İngiltere’de de olmuyor. Türkiye’de hiç olmuyor.
Şimdi çoğu zaman yaptığımız önemli bir yanlış var. Amerikan ekonomisiyle Türkiye’yi
karşılaştıramayız, yani çok zordur, elmayla, armudu karşılaştırmak gibidir. Onu karşılaştırabilmek
çok önemli bir uzmanlık ister. Biz bile zorlanıyoruz, yani işin uzmanı olduğumuz halde bunun
ikisini karşılaştırırken. Çünkü Amerikan ekonomisi dünyanın % 25 üretimini yapan bir ekonomi.
Dünyanın en itibarlı rezerv parasına sahip bir ekonomi, yani Amerika bugün para bastı mı,
başkasına harcıyor % 70’ini. % 70’i dünyaya yayılıyor. % 30’u kendi tedavül hacmine gidiyor.
Onda bile biraz aşırıya gittiğini anlayınca da kendisi tahvil çıkarıyor, yine bir numaralı güvenilir
tahvildir dünyada. Bizim inşaatçılarımız bile Avrupa’ya teminat gösterirler o tahvilleri. O
tahvillerden çıkarıyor ve kendisi satın alıyor. Yani Amerika bunu yapabilen bir ülkedir. Bizim
Türk Lirası’yla böyle bir şey yapmamız söz konusu değildir. Onun için biz, kendi dertlerimize
kendimiz çözüm bulacağız, Amerika’ya benzeterek değil. Ben çok hayret ediyorum. “Amerika’da
işsizlik orana % 1 düştü”, bana ne. Bizim için hiçbir anlamı olmayan bir laf. Efendim,
“Amerika’da çalışanlar sayısı şu kadar arttı”, “tüketim harcamaları şu kadar arttı”, Amerika’da
tabii artar tüketim harcamaları, çünkü dünyanın en zengin adamları orada. Ama biz öyle değiliz.
Biz öyle olmadığımız için, kendimizle kendimizi mukayese edeceğiz, işte ben öyle yapmak
28
istedim önünüzde. Tabii bazı şeyleri ayrıntısıyla anlatabildim, bazılarını anlatamadım. Onun için,
fırsat verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum.
Biz kendi içimizde doğru yaptığımız dönemleri değerlendirelim. Mesela 2001 krizini örnek
verdiniz. 2001 krizinde, krizin kendisi değil, asıl incelenecek şey krize getiren olaylar. Yani
Cumhurbaşkanı, Başbakana bilmem Anayasa attı diye çıkmadı kriz. Önceden çıkmıştı. Biz de
yazmıştık onu. Üç ay, dört ay yazdık, “krizin içindeyiz, batıyoruz, tedbir alın” dedik, kimse
dikkate almadı. Almadığı zaman öyle patladı. O bir tetikti. Bu tetik çekildi. Ama barut içeride,
barut ekonominin içinde, o barut neydi? İşte söylediğim açıklardı. Bütçe denk değil, ağzına kadar
açık, ama o zaman ki bütçe nasıl açıktı? Böyle şimdiki gibi değil. O zamanki bütçeler, kendi geliri
kadar açık veriyordu, yani oranlar elimizde, rakamlar elimizde. Yani bir dönemde Millet
Meclisi’nden aldığı ödenek kadar ek ödenek yapıyordu bütçeler düşünsenize o zamanlarda. Şimdi
geçende bizim ülkemizde okumuş yazmış, yabancı ülkelerde tahsil yapmış bir adamla
konuşuyorduk, “şu enflasyon belasından bir türlü kurtulamadık” dedim. Beni bilirler, hepiniz
bilirsiniz, enflasyona karşı konuşan, çok şiddetli konuşan bir insanım taa başından beri, çünkü
benim görüşüme göre, enflasyondan daha büyük kötülük yapan, toplumsal kötülük yapan ve
ekonomik kötülük yapan bir olay yok. Ekonominin içinde yok. İnanın bana, benim inancım o.
Şimdi ben ne diyorum? Ben tarihe baktığım zaman, ekonomi düşünürlerini gözden geçirdiğim
zaman, hemen hemen hepsi öyle diyor. Yani Marks da öyle diyor, Keynes de öyle diyor. Adam
Smith de öyle diyor. Freidman’da öyle diyor. Bunlar benim okuduğum kitaplar. Şimdi öyleyse var
bunda bir dert. Biz öğrenebilmeliyiz ki, enflasyonu yıllık % 1’e, 2’ye indireceğiz. Ne diyor bana
okumuş adamımız biliyor musun? Çok okumuş hem de, “enflasyon olmazsa da hayat yok” diyor.
Dedim ki, “aman yani gözünü seveyim, bunun tam tersidir olay, gel sana rakamları göstereyim”,
rakamları gösterdim, “bunlara sen inanıyor musun” dedi, buyur işte. Yani eğer bunu söylerse,
burada ekonomi falan o zaman durur. Hâlbuki enflasyon demek, nedir biliyor musunuz? “Paranın
ırzına geçmektir”.
Biliyorsunuz bir Anayasa düzeni demek, demokratik rejim demek, insanlarla bir sözleşme demek.
O sözleşme kimin arasında? Devleti yönetenlerle, benim gibi basit halk arasında bir sözleşmedir.
En büyük sözleşme, ahalisine namusu olan bir paranın sunulmasıdır. Dolar’ın şimdiki hâkimiyeti
1976 yılına kadar altın standardına sadık kalmasındandır. Altına bir şey yapmıyordu Amerika. Her
Dolar bastığında, kâğıt para bastığında devlet satın alıyor altını, götürüp toprağın içine
gömüyordu. Oraya götürüp, bastırıp bastırıp koyuyor, saklıyordu, bir daha piyasaya çıkarmıyordu.
Yani o altın standardı öyle bir standart ki, işte kırk, elli yılda öyle bir para yaratmış Dolar. Türk
parasını öyle yaparsanız o da itibar kazanır.
Bir arkadaşımız sordu bana, Türk lirasına yatırım kırk sene, ama aynı tutacaksınız. Siz kırk senede
2 milyonda 1’ine düşürürseniz paranızı, bunun adı ne enflasyondur, ne bir şeydir, paranız ölür.
Toplayamazsınız o parayı, yok böyle bir şey. Onun için de ben diyorum ki, Merkez Bankası’nın
bir tek problemi var. Ahalisine namuslu bir para sunmak, değeri değişmeyen bir para sunmak…
Ötesinde her şey palavradır. Yani siz enflasyona başvurdunuz mu? “Şu zırdeli projelerden vaz
geçin, çılgın projelerden” diyorum. Ne diyor bana, “hoca sen bilmiyorsun bunları, bunların hepsi
krediyle finanse edilir, 1,5 milyar Dolar kredi aldık” diyor. Nasıl ödeyecek bu borcu? Vatandaş
29
ödeyecek. Hangisinin kesesinden bir Türk Lirası çıkar da borç öder? Onu şirketler mi ödüyor
zannediyorsunuz? Nitekim o, 1,5 milyar Dolar’lık aldıkları bankayla konuştum. Banka devlet
garantisi istiyormuş.
Şimdi bakınız, bir soruyu arkadaşımız sordu. Türkiye’de “kamu borcu”, “özel borç”, bilmem ne
falan, arkadaşlar borç, borçtur, “iç borçtur”, “dış borçtur”, hepsi borçtur. Hepsini devlet fitil fitil
ödeyecek ve o ödediğini sizlerden alacaktır. Hiç bunun başka bir yolu yok.
Şimdi düşününüz, böyle 1 milyar Dolar, 500 milyon Dolar kredi almış bir vatandaş, onu Avrupa
Bankasına ödemediği zaman, ertesi günü o ülkenin devleti karşınıza gelir, “şu bankaya borcunu
öde” der. Bu eskiden Türkiye’de çok yapılmıştı, vaktinizi almamak için örneklerini
söylemiyorum, çok yapılmıştı. “DÇM” örneği neydi Allah aşkına? Türkiyeenin DÇM’si neydi?
Türk DÇM’si, Dolar mevduatının değer düşüklüğünü, yani dövizlerin fiyatlarının artmasından
doğan ek Türk Lirası maliyeti devletin sırtına yükleyen bir mekanizmaydı. Onun için de bütün
millet gitti, istifade etti oraya. Yani enflasyondan ne zaman konuşsam, böyle olur, çünkü
tıkanıyorum. Üstüne bastırdın mı inmiyor aşağıya, yani söyleyecek daha kötü sözler bulamadığım
için, bu kadarıyla iktifa ediyorum.
Şimdi bir arkadaşımız, Türkiye’de iyi ve kötü taraflarıyla ekonominin gözden geçirilmesi lazım
geldiğini söyledi. Yani bardak boş değil işte, yarısı da doludur, falan filan. Tabii yaa biliyoruz
onu, neden bilmeyelim? Bizde kendini bilen iktisatçı böyle hani parasal olarak sonuç alınmasını
da çok savunmaz yani. Onun için en önemli şey, dağılımdır. Yani insanların geçimidir. Geçimi
rahat sağlayabilirsen ne âlâ, sağlayamazsan, o dağılımı doğru dürüst yapamazsan istediğin kadar
üret, istediğin kadar “ürettim” de, çünkü üremiyor.
Şimdi bakınız, Amerika Birleşik Devletleri biraz önce söyledim neyi iyi yaptı, krizden beri.
2009’dan beri bu söylediğim. 10, 12 trilyon Doları ne yaptı, Birinci yaptığı, bir numara en çok
harcadığı şey, Amerika Devleti’nin en çok harcadığı şey, şirket kurtarmasına yapılan harcama.
Nerede Adam SMİTH.? Nerede kapitalizm? Hani batan batar, kalan sağlar bizimdir nerede?
Bugün dünyanın en büyük sanayi grubu General Motor battı, devlet kurtardı. Şimdi üretim
yapıyor ve üretimin yarısından çoğunu Çin’de yapıyor. Niye? Orada talep var diye. Onun için yani
Amerikan Doları iyidir, hastır, şudur, budur, ama 2009’dan bu yana herkes, bütün bankalar, o
kadar şirket kurtarması, bütün bankalar birbirine, Amerikan Devletinin başkalarına, başkalarının
da Amerikan Devletine borçları artmış durumdadır. Yani borç seviyesi böyle yükseldi.
Avrupa’da da para bastılar. Euro da basıldı, borç olarak dağıldı toplumun içine. Yunanistan’dan
bir örnek vereyim size ama hepsi bütün ülkeler öyle. Yunanistan’ın kriz başladığında 2009’da
milli gelirinin % 105’i oranında borcu vardı. Devlet borcu. Tahvilli devlet borcu, Geçen seneki
rakam % 173’tü. Şimdi buyurun, para basıldı, şirket kurtarıldı Yunanistan’da da yapıldı, nereye
vardı? Borcun yükselmesine. Var mı bunun başka şeyi? Rakam bu. İnanırsınız, inanmazsınız.
Amerika’ya bakın öyle. Çin’e bakın öyle.
30
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Çin para mı basıyor yani?
PROF. DR. A. MUSTAFA AYSAN
Tabii, tabii para basıyor. O ihracat neyle oluyor? Basıyor.
ZAFER ALTINTAŞ
Para basıyor, paranın değeri düşüyor Hocam? Bunu anlamadım ben.
PROF. DR. A. MUSTAFA AYSAN
Şimdi Çin’in yaptığı şudur; Parasının değerini düşük tutuyor. Yani bizimkinin tam tersi politika.
Parasının değerini düşük tutuyor. Değeri biraz yükselecek olsa, para basıyor. Gidin, bakın
rakamlara. Yani bu ölçüde bunu da konuşan adam çok az. Çin, beni orada bir kamu yöneticileri
toplantısına bildiri sahibi olarak çağırdı 1999’da, yani 14 sene önce. Yazıştık. “Ne istiyorsunuz
benden?”dedim. Dediler ki, “bizim şimdi her şeyimiz devlet işletmesinin elinde, şimdi de biz
piyasaya uygun çalışmak istiyoruz, özelleştirme diyorlar, biz özelleştiremeyiz ki hepsi devletin,
ama sizde bir ara şey varmış, ara model, gelin bize bir anlatın, KİT’leri anlatın” dediler. Ah o da
benim hiç istemediğim bir şey, gittim anlattım. Yani bir ara model varmış diye, herkes bilir, 1999
tarihli bildirim. İngilizce, Türkçe, Çinceye de çevrildi. Pekin’dei bir konferans da verdim.
Referansı, bilmem nesi her şeyi var. Öyle önem verdiler ki, kendi dergilerinde yayınladılar
bildirimi. Bir şey değil, Türkiye’nin KİT’lerini anlattım. Ama bana toplantıda, kamu yöneticileri
toplantısı o, belediyeciler, filan var. Kamu Yönetimi Okulu yapıyor konferansı. Bana da 10 dakika
vermişler lütfen. 10 dakika için kürsüye çıktım, şimdi yaptığım gibi…
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Yapmayın Hocam, ne 10 dakika, ne 15 dakika, ne 30 dakika,
PROF. DR. A. MUSTAFA AYSAN
10 dakika için kürsüye çıktım. Sözümü 10 dakikada da kestim. İngilizce konuşuyorum. Soru
sormaya başladılar. 45 dakika soruya cevap verdim ben. Merak ettikleri şu; Yüzde yüzü devletin
olan bir şirket, nasıl pazara yönelir?” Sorular genellikle buradan. Toplantının sonunda bir belediye
başkanı geldi, “Çok enteresan buldum sizin bildiriyi, bunu nasıl yaratmışsınız?” dedi. “Biz
yaratmadık, dışarıda var karma ekonomi, onları inceledik, kendi şartlarımıza uydurduk, yaptık,
ama pazara döndürdük, onlara işte bez yapacaksın, satacaksın, şöyle yapacaksın, nitekim çok
güzel iki tane pazarlama zinciri kurduk, TEKEL biri, SÜMERBANK biri falan.” dedim. Dediler
ki, “Bunun sonu ne olacak?” Yani sonunda özelleştirecek misiniz, bilmem ne ? diye. Denedik,
özelleştirdik, elimiz yandı.
31
O zaman iyice bilmiyorduk yandığını ama ben “yanacak” dedim orada, yanacak, çünkü
özelleştirme yapabilmek için çok rasyonel çalışmak lazım. Yani ön yargısız bir şirketi kurumsal
yönetim ilkeleriyle, biz şimdi modern, öyle söylüyoruz. Kurumsal yönetim ilkeleriyle halka açık
şekle getirip, onun insanlara dayanmadan, siyasetçiye dayanmadan, siyasi partiye dayanmadan
çalışabilmesini sağlamak lazım. Yoksa özelleştirme, işte bizde olduğu gibi şöyle olur, şimdi bir
örnek size;
Bizim rakı fabrikası buradaki, Yeni Rakı, İspirto Fabrikası Beykoz’da. O Beykoz’daki Fabrikaya
ek olarak, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde rakı imalathaneleri yaptık. 17 tane fabrika sattılar, 279
milyon Dolar’a. Rakamları aklınızda tutun. Üç sene sonra bunu satın alan konsorsiyum bir genel
müdür getirdi başına, özel genel müdür. O genel müdür 9’unu kapattı fabrikanın. Hakikaten çok
rasyonel değildi fabrikalar. Kapattı, işte arazilerini paylaştılar, talan ettiler, tuttular ve o satın alan
konsorsiyum bir kuruş para ödemedi Hazine’ye henüz, 279 milyon dolara sattılar. Sonra da o
9’unu rasyonel hale getirdi, makinelerini değiştirdi, iyi çalışır hale getirdi. Onu 890 milyon
Dolar’a bir Amerikan şirketine sattı. Bu Amerikan şirketi biraz daha çalıştırdı, 2,4 milyar Dolar’a
bir İngiliz viski imalatçısına sattı. Yani bir nevi rakibine sattı. Şimdi o yönetiyor. Yani Walker
Viskisi’ni yapan şirket, şimdi sizin rakı fabrikanızın sahibi ve Yeni Rakı markasını satıyor
dünyaya. Şimdi bu özelleştirme değil...
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Kapitalist sistem bu Hocam.
PROF. DR. A. MUSTAFA AYSAN
Bırakın “beni zorlamayın” kötü laf söylemek istemiyorum. Ama özelleştirme değil. Şimdi
soruyor belediye başkanı diyor ki, “Bunu nasıl özelleştireceksin? Özel sektöre nasıl
devredeceksin? Hepsini mi satacaksın?”. Ben diyorum ki, “İnşallah satmazsınız”.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Yani net konuşamıyorsunuz Hocam.
PROF. DR. A. MUSTAFA AYSAN
“İnşallah satmazsınız”, diyorum, neden? Çünkü devlet işletmesinin kendi içinde kurumsal yönetim
ilkelerine göre düzenlenmesi mümkün. Benim bütün hayatımın yarısı ona gitti. Öyle bir modeli
yaratmaya,ve var o model. Var. Var, devlete tasarı yaptık. Gerekçesini yazdık. Meclisten geçirdik.
Yine geldi politikacı dört ay sonra değiştirdi 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle. Merak
edenler arşivden 2929 Sayılı Kanunu alır, okurlar. Onun temeli Aysan Tasarısı’dır. Model orada
var, dünyada da ilgi çekiyor. Çin’de de onu anlattım. Böyle bir model var. Devlet işletmesini
kendi içinde halk yararına, halk ortaklığıyla çalıştırmak mümkün, elimizde böyle imkânlar yoktu
eskiden. Şimdi var, öyleyse bunu çalıştıralım. Evet, bu noktada da bu kadar söyleyeceğim, Sayın
Başkan. Başka unuttuğum şeyler var mı?
32
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Yok, yok çok güzel Hocam. Çok teşekkür ederim. Yani bu özelleştirme olayında oldu, bitti
Hocam düz mantıkla karşı çıktı. Ama ille de özelleştirme olmasın demek istemiyorum ama şimdi
Avrupa ülkelerine bakın, Amerika’ya bakın, devlet işletmelerinin kendi içinde oranı % 40, 45,
50’lerdir. İngiltere’de öyledir. İngiltere özelleştirdi telekomunu, sorun geliyor ama…
PROF. DR. A. MUSTAFA AYSAN
Şimdi benim alanıma giriyorsun.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Pardon, özür dilerim, evet, Hocam söz sizin tamam.
PROF. DR. A. MUSTAFA AYSAN
Şimdi bakın PTT’nın 99,5’u özelleştirildi. Yani halka sattı, TELEKOM’un. % 1’ini muhafaza etti
hissenin. % 1’ine, sayılı statü maddelerinin değiştirmesinde veto hakkı verdi. Yedi kişilik yönetim
kurulunda iki üye aldı. Daha önemlisi TELEKOM tarifelerini tespit yetkisi aldı. Şimdi keşke
bizimkiler de telefon şirketini öyle satsalardı. Bizim TELEKOM şirketimizin o zamanki değerini
söylüyorum 20 milyar Dolar kadardı. Biz bunu 4,5 milyar Dolar’a % 51’ini devrettik. Akıl, mantık
almaz, geçin. Muhasebe falan hesap almaz.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Hocam çok teşekkür ederim. Evet, sevgili Hocam buyurun.
PROF. DR. SUDİ APAK
Şimdi Sayın Hocama çok teşekkür ederim, hakikaten birçok şeyi açıkladı, zaman da ilerledi, onları
tekrar etmeyeceğim, bir, iki katkı belki. İsim isim şuna cevap, buna cevap gibi de olmasın.
Şimdi özellikle bu Amerika’nın Dolar’ının değerinin kökeni, Hocam da çok iyi değerlendirir.
1944’lere dayanıyor. 1948’den sonra işte bu IMF, Dünya Bankası olayı kuruluyor. Orada Amerika
Birleşik Devletleri’ne veto hakkı veriliyor. Veto hakkı olan tek ülke Amerika Birleşik Devletleri…
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Para basmada değil mi?
PROF. DR. SUDİ APAK
Para basmada. Dünya rezerv parasının şu anda hala % 65-70’i arasındaki para zaten Amerikan
Doları ve hiç değişmiyor. Amerikan Doları yükselir, düşer. Seneler geçer. Yani ben 30 sene
33
önceden de biliyorum. Yine % 65,70 arasıydı, şu anda da öyle. Değişir bir, iki puan oynar falan,
ama Merkez Bankaları döviz tutuyor yani Dolar cinsinden. Şimdi bu tabii Amerika’yla sizin
sorununuz varsa, sizi IMF ve Dünya Bankası’ndan önce, daha sonrada bütün dünyadaki ticaret
bankalarından uzak tutuyor. Giremezsiniz, kapısından içeri giremezsiniz. Şu anda iki tane devlet
Üçüncü devlet İran’a kendi içinde ambargo koyuyor, ama bunu IMF Dünya Bankası’na taşımıyor.
İki ülkenin, bir tanesi Kuzey Kore, öteki de Küba.
Şimdi bu neden kaynaklanıyor? Küba 1956’da Fidel CASTRO ihtilal yaptığı zaman, BATİSTA
rejimini devirdiği zaman borçlarını kabul etmiyor. Bugün Küba’da işte uluslararası alanda hiçbir
şey dinlemediği için Kuzey Kore, ondan dolayı da onlara ambargo var.
Biz 1999’da bir kere gittiğimizde American Express Bank’la konuşuyorduk. O bize bir liste verdi.
“Bu ülkelerden gelen paralara dikkat edin, el koyacağız” dendi. Şimdi o liste biraz daha
kalabalıktı. Eski Yugoslavya vardı. Irak vardı. İran’ın kendi içindeki Amerikalı olan işletmelerden
dolayı olan vardı. Libya vardı, bunlardı. Şimdi bakın Irak’ta Saddam gitti, bir şekilde halledildi.
Libya’da Kaddafi gitti, o da halledildi bir şekilde. Ondan sonra eski Yugoslavya’da Milosevic
gitti, o da parçalandı, o da halledildi bir şekilde. Küba zaten kendi başına, Fidel CASTRO gittikten
sonra herhalde biraz daha açılır orası, biraz daha olumlu davranırlar. İşte bir Kuzey Kore var. Yani
şimdi Amerika burada zorla da olsa, çeşitli metotlarla da olsa, liderleri sindiriyor, bir şekilde
ortadan kaldırıyor yani, durum böyle.
Neticede bunlar şu avantajı vermiş altın karşılığı olunca. Altın basılıyor. O zaman Amerika’nın
ticari fazlası da var ve altınları topluyor. New York’taki Fed’in altındadır bunlar, yani ben gördüm
orayı, 80 ülkenin de altını var. Türkiye’nin de var. Şimdi daha sonra 1971, işte 1973 önce bir ufak
devalüasyon yapıldı, bir ons altın 35’ten, 38’e çıkartılıyor. Daha sonrada 79’de kaldırılıyor. Çünkü
ticari olarak o kadar hacim yok dünyada, altın hacmi, ama o paranın üstüne oturuyorlar. Altın
ondan sonra bir meta, herhangi bir meta olarak, işte bugün 1.360’larda falan devam ediyor,
1.900’lere kadar çıktı.
Şimdi Amerika buradan şu üstünlüğü alıyor. Esasında “senyoral gelir” dediğimiz bizim iktisatta
bir şey vardır. Yani siz Amerika’dan 100 Dolar’lık bir mal aldığınızda, 100 Dolar karşılığında bir
para ödüyorsunuz Amerika’ya. Ama bunu basmanın maliyeti atıyorum belki 1 Dolar. 99 Dolar
senyoral gelir, yani Amerika’yı zengin ediyor herkes. Bütün dünya çalışıyor, böyle bir sistem
kurulmuş. Yani siz bunu alın, kasanızda tutun, sıfır faizle de kullanmış oluyorsunuz o parayı,
Amerika’yı zengin ediyorsunuz, yani olay bu.
Şimdi bütün bunlara baktığımız zaman, esasında tabii Türkiye’de olan bir takım değerlendirmeler,
şunlar, bunlar, sakın şöyle anlamayın. Bir takım şeylere işte olduğu gibi karşıyız falan, biz takım
tutmuyoruz. Yani biz Hocamla, biz de rasyonel rakamları değerlendirmeye çalışıyoruz. Bunlar
artıdır, eksidir. Herkes beğenir, beğenmez ayrı bir olaydır.
Şimdi Türkiye’ye baktığımız yer önemli, yani bu çok önemli. Ben 100’den fazla ülkeye gittim
protokol için, Dünya Kalkınma Bankaları Başkanıyken de iki sene yaptık o işi. Birçok devlet
başkanından tutun da, yüzlerce, binlerce banka hepsinle konuştum. Şimdi orada bir şey öğrendim
34
ben. Türkiye’ye baktığınız yer çok önemli. Türkiye’ye eğer Amerika’dan, Almanya’dan, işte
Fransa’dan, Japonya’dan bakıyorsunuz Türkiye küçük bir ülke. Ama Türkiye’nin Orta Doğu
ülkesinden birinden, bir Balkan ülkesinden birinden, bir Kafkaslardan, bir ne bileyim bir Afrika
ülkesinden bakıyorsanız, Türkiye çok büyük bir ülke. Şimdi ben bunu iki hafta önce tekrar
gördüm. İki hafta önce Arnavutluk Merkez Bankası beni davet etti. Ondan sonrada bir üniversite
var, iki tane konferans istediler. Merkez Bankası’nda yaptığımız çalışmanın detayına
girmeyeceğim. Ama üniversite toplantısında 500 kişi vardı toplantıda, iki hafta önce Perşembe
akşamı saat 16.00’ya koymuşlar, işte bu saatlerde. Bir tanesini de Cuma akşamı saat 16.00’ya
koymuşlar. Biz Perşembe sabahı gittik, Cumartesi geldik. İnanır mısınız, 500 kişi vardı iki
toplantıda da, Arnavutluk küçücük bir ülke. Burada Cuma günü saat 16.00’ya koyun on kişi
gelmez. Öğrencilerden beş kişi gelmez, yani şimdi Türkiye biraz öyle.
Konular da çok enteresandı, güzel sorular soruldu. Orada mesela dedikleri şuydu; Biz büyük
sermayeli şirketlere karşı ne yapmamız lazım? Valla sermaye birikimi fazla yok bu ülkede,
devamlı anlaşmanın da manası yok, oturun holding şirketler kurun, avantajlı olduğunuz
sektörlerde, işte Arnavutluk’tan, Kosova’dan, Yunanistan’dan, ne bileyim şeyden birbirinizle
ticaret yapıp da, birbirinizden hani rant elde edeceğinize, ortak şirketler yaratın, bu şekilde şey
yapın, dedim. Bunları daha çok soruyorlar. Yani orada tabii bir nesil yetişmemiş, Türkiye gibi
değil. Yani Enver hoca kilitlemiş ülkeyi, elli sene hiç kimse yetişmemiş.
Dolayısıyla sayın arkadaşımızın dediği gibi, işte hep ağlaşma oluyor falan, banka sperlik, sığınak.
Enver hoca diyor ki o zaman, “işte Amerika saldıracak, Rusya saldıracak, soğuk savaş dönemi”
bilmem ne, böyle hikâyeden işler. Bunlar dışa açılmak istiyorlar tabii, güzel avantajlı olduğu
yerler de var. Ne yapsınlar işte, bunlar böyle. Yani rasyonel değerlendirme bu, tabii ki ben
Türkiye’yi gidip de bir Avrupa ülkesiyle karşılaştıracağım. Benim rakibim Afganistan’daki
gariban değil, kimse de kusura bakmasın yani, Afrika ülkesi de değil. Yani o bakımdan
ağlayacaksak da ağlayacağız.
Şimdi bir arkadaşımız sordu, kimdi bilemiyorum. Türkiye’de sayın Başbakan’ın dediği bir takım
rakamlar var. Bunların detayına girmeyelim. Zafer beydi galiba. Şimdi o rakamlara girmeyelim,
ama Sayın Başbakan’ın kullandığı güzel bir şey var. “Ben geldiğimde bu kadardı, şu kadar oldu”,
peki diğer ülkeler ne oldu? Bunu sormuyoruz. Mesela Brezilya’da ne oldu? Söyleyeyim ben size,
Brezilya’da 2001 senesinde onlar da bir krize girmişti. Merkez Bankası döviz rezervi 30 milyar
Dolar’dı, şu anda 600 milyar Dolar. Yani Türkiye’de 138 değil, o rakam söylendi ama, şu anda
106 milyar Dolar. Dün baktım tekrar rezervlere. Çünkü döviz arttığı için, bir takım döviz satıldı.
Tabii olsun, ilerlesin, daha çok olsun.
Gayri safi milli hâsılaya bakın şöyle; O konu IMF toplantılarında da çok gündeme getirildi
Türkiye’nin yaptığı. Şimdi IMF’nin bazı ülkelerinde kayıt dışılığın çok yüksek olduğu ülkelerde
“olsa, olsa” metoduyla bu rakamı artırabiliyorlar. % 30’a, % 50’ye, % 60’a kadar artırdıkları var.
IMF’ten bu izin alındı 2007’de. Şimdi zaten bende o rakamlar var. Birden bire 3500 Dolar’dan,
7000 Dolar’a geldi. Peki büyüme hızı yüzde yüz mü oldu o sene? Hayır büyüme hızı sadece % 5
falandı.
35
İşte kayıt dışı ekonomi var. Ben bahçıvana bu kadar ödüyorum. İşte eve temizlikçi kadın geliyor,
bu kadar alıyor, bu alanda 7000 Dolar o. Peki sonra ne oldu? 2008’de Türkiye’nin kişi başına
geliri 10.200 Dolar, şu anda 10.600 Dolar. 5 senede sadece 400 Dolar arttı. Bir senede 100 Dolar
artsa kişi başına ortalama, gerçekçi olalım. yani 100 Dolar artırdığınız zaman bir senede kişi
başına 224 Lira zenginleşmişsiniz işte. Günde de 60 kuruş eder. Yani Türkiye’nin son beş senede
Dolar bazında gerçek fiyatlarla durumu bu.
Şimdi rakamlarda tabii ki, ihracatda falan artış var. Bunlar da önemli. Yani ben Arnavutluk’u
söyledim. Bakın Türkiye’de baktığınız zaman, biz hala en büyük özel sektörüz. Bu özel sektör her
şeye rağmen ayakta, yani madalyalık hakikaten. Almanya’dan, Çin’e kadar. Ya da İtalya’dan,
Hindistan’a kadar en büyük özel sektörüz. Yani bu önemli, bunu yıkamazsınız. Kim hangi iktidar
gelirse, gelsin, yani sizler de piyasadasınız. Ama sorunlar yok mu? Bunların çözülmesi lazım,
TÜSİAD bir şey söylüyor, adamın söylediği doğru. Yani TÜSİAD’a bakın çıkan rapor sadece
Muharrem YILMAZ’a ait bir rapor değildir. O rapor Koç’a gidiyor, Sabancı’ya gidiyor, en
sonunda antakt kalınıyor, ondan sonra söyleniyor.
Şimdi ne yapılıyor. Efendim Türkiye’ye yabancı sermaye gelmiyor. Gelmiyor, rakamlar ortada,
ben demin verdim size bu rakamı. Yani gelse şimdi daha kötü mü olur? Daha iyi olur, teknoloji
de, vs.’de. Nereden geliyor? Bankacılıktan. Biraz dikkat etmek lazım bankacılıktan gelmesine,
çünkü bankayı satın alan, işletmeyi satın alma gibi değil. Her şeyini bilgi birikimini de satın
alıyor. Mesela küçük ülkelerde bu gelebilir. Bir arkadaşımız bunu konuşuyordu. Yani Letonya,
Estonya, Bulgaristan bunlar da gelebilir, dünya çapında şirket de yok, Romanya falan. Ama
Polonya gelmesi, mesela “biz teminat mektubu vereceğiz Rusya’da ve Ortadoğu’da” dedi. Ama
Alman firması Deutsech Bank demiş ki, “benim Almanya’da gerçek müşterim var o verecek, sen
verme”, yani bunları da yapabiliyorlar. Çünkü sahibi o. Buna çok dikkat etmek lazım. Sonra bakın
o hangi anlaşmalara göre, hangisine göre kuruldu. Londra’da tahkim imkânı aldı HSBC. Yani
sizin ciddi bir ihtilafınız olursa böyle gidip de Londra’da mahkeme kazanın, kazanabiliyorsanız,
yani Londra’da HSBC’ye karşı, ancak adi suçlardan işte burada yargılarsınız, orada zaten yapmaz
onu, öyle bir şey yok.
Bir de tabii baktığımız zaman, benim ilk konuşmamda dediğim gibi, dünya finansal piyasalarında
Türkiye maalesef, birleşemiyor yani. Bütünleşemiyor, keşke bütünleşse. Sonra rakamlara güven
yok. Sayın Hocam çok güzel söyledi. Yani ben burada bankaları değerlendirilirken 2001 senesinde
analizler yanlış yapıldı diye, 30 tane mahkemeyle muhatap kaldım, ama hepsini kazandım sonra.
Sayın Hocam da bilir, burada geldiler bize laf ta söylediler. Neyse Allah’tan mahkemeleri
kazandım, onun için, Sayın Sezai üstadın da bana tekrar cevap hakkı doğdu diye ikinci bir söz
verdi. Onun için burası ben size samimi söylüyorum, bütün açıklığıyla Türkiye’nin en liberal, en
demokratik kürsüsü. Onun için de ben burayı tercih ediyorum. Rahat rahat da konuşuyorum.
Şimdi enflasyon olayında, onların hepsini söyledim ben aşağı yukarı. Enflasyon da şöyle;
Türkiye’den enflasyon, biz bunu yaptık, “enflasyon dinamikleri” diye bir çalışmamız da var.
Amerika’da bir dergide yayınlandı. Türkiye’de enflasyon malda değil, Türkiye’de enflasyon
parada, sıfırı attığın zaman zaten iniyor. Yani biz bunu bulduk. Bu dergide de yayınlandı. Bazı
ülkelerde malda, mal sıkıntısı olanlarda, Türkiye’de büyük özel sektör var. Mal kıtlığı yok, yani o
36
70’li yıllarda, işte efendim mal kıtlığı vardı, şöyle, böyle. Böyle bir şey olması mümkün değil.
Türkiye artık arz ülkesi, onun için geliyorlar buradan işte pamuk ticareti yapıyorlar. Yani öyle bir
olay, mal kıtlığı olması mümkün değil. Onun için Türkiye’de enflasyon parada yine. Bakın
paradan sıfırı attı enflasyon düştü. Yani % 29’la bakın tek hanelere düştüğü sene, 2004 senesidir.
O da sıfırların atıldığı senedir, yani o ondan dolayı oluyor.
Şimdi biz tabii neticede burada hepimiz tartışıyoruz güzel şeyler. İnşallah daha iyi bir Türkiye’de
yaşayalım diye, daha iyi şartlarda olsun diye. O bakımdan, bütün ekonomik şeyleri de bazı artılar
var, bazı eksiler var vs. ama ben ülkenin geleceğine inanıyorum en azından. Onun için de bu
seneki konuşmamızı burada bitirelim.
Hepinize bu imkânı verdiğiniz için çok teşekkür ederim, saygılar sunarım.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Çok teşekkür ederiz, sağolun. Şimdi son sözü Sayın Başkana veriyorum. Üstat buyurun. Daha
sonra da plaketlerimiz var.
İSTANBUL YMM ODASI BAŞKANI SEZAİ ONARAL
Efendim ben size demiyor muyum? Bizim Odamız en demokratik Odalardan birisi.
DİNLEYİCİ
Sayenizde Üstat.
SEZAİ ONARAL
Ben söylemiyorum, Hocalarımız söylüyor. Hocamıza çok teşekkürler, fevkalade şeyler verdi. Bir
şey daha bugün tespit ettim ki, biz daha önce her sene yapmış olduğumuz ekonomik toplantıları
biraz atlamışız. Kusura bakmayın. Ben Hocalardan özür dilerim. Çok değerli bilgiler edindik.
İbrahim Bey de toplantıyı çok güzel bir şekilde dirayetle idare etti, teşekkür ediyorum.
Ancak, çok eski yıllardan hatırladığım yaşanmış bir hikâyeyle bitireyim müsaade ederseniz.
1962 senesi. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin son sınıfındayım. Dış Ticaret Hocamız da Besim
ÜSTÜNEL. Konu, Türkiye Avrupa Birliği’ne girsin mi, girmesin mi? Biz bütün bir sene dinledik,
dinledik. Hoca bir gün öyle söylüyor, öbür gün böyle söylüyor. Son derste dedik ki, “Hocam
Allah’ını seversen şunu söyle, Türkiye Avrupa Birliği’ne girsin mi, girmesin mi?” Hoca dedi ki,
“Kardeşim aynı konuda Odalar Birliği bana 40 bin Dolar para verdi, ben o rapora bile bunu
yazmadım. Ben size ne söyleyeyim?”
50 sene geçmiş, 50 sene sonra Türkiye’nin tablosu çok net olarak ortaya çıkartıldı değerli
Hocalarımız tarafından. Biz de son üç, dört senedir Türkiye’de neler olduğunu bilmiyorduk.
Ancak, yaşıyor Besim Hoca. Besim Hoca o günden, bu yana yine bir konuda bir fetva verse,
37
herhalde aynı şeyleri söyler tahmin ediyorum. Ama Hocam, elli sene sonra geldiğimiz yerde, siz
en azından formülleri verdiniz ya, dört tane formül, onu flu bıraktınız Hocam. Yani bunu acaba
sizin başka bir toplantı amacına mı yaptınız? Yoksa bunu bizim fikirlerimize bırakmak suretiyle
mi yaptınız? Pek anlayamadım.
Dolayısıyla ben birkaç defa daha bu toplantının tekerrür edilmesinin doğru olacağını
düşünüyorum. Üstelik bakınız, fazla talep yok. Ülkemizin içinde bulunduğu ortama rağmen, biz
toplumsal örgütler olarak şu koşullarda ne yapabiliriz. Valla ben geldim 70 küsur yaşıma, ertesi
sabah kalktığım zaman bu ülkede Türkiye’de ne olacağını bilmiyorum, üstelik buna da
bayılıyorum, onu da söyleyeyim. Başka ülkelerde her şey oturmuş, ama bizim ülkemizde böyle
renkli bir dünyamız var. Buna eminim ki, İstanbul Yeminli Mali Müşavirler Odası da ayrıca bir
renk katmaktadır.
Ben hepinize çok teşekkür ediyorum ve saygılar sunuyorum teşekkür ederim.
BAŞKAN H. İBRAHİM AKTAN
Çok teşekkür ederiz Sayın Başkan. Arkadaşlar hem Hocalarıma öncelikle çok teşekkür ediyorum,
hem de sizlere sabırlarınız için. ..
38