Bu kitap 2005 yılında Ahmet Melih mahlas ismi ile yayınladığım 6 günde yaratılış ve insan kitabıdır Cafer İskenderoğlu İndirmek için https://rapidshare.com/files/3968537580/6_gunde_yaratil is_ve_insan.doc 2 1400 yıl önce tüm evreni aydınlatan, yaratılıştan kıyamete kadar insanların bilmesi gereken bütün sırları ve yine insanların olgunluk noktasında en üst dereceye çıkabilmesi için bütün bilgileri yaşayış biçimini insanlık değerlerini sonsuz bir nurla insanlığa rahmetiyle birlikte indiren ve ihsan eden yüce Yaratıcımıza sonsuz hamd ve şükürler olsun. Yine biz aciz kullarını, Peygamberlerin Peygamberine, (Bütün varlığımla sevdiğim saydığım sevgili Hz.Muhammed’e (S.A.V) )bizi ümmet adayı olarak yarattığı için Allah’u Teala’ya sonsuz hamd ve şükrederim. Asrımızda İslam alemi en karanlık ve ilimden en uzak dönemini yaşamaktadır. Bunun en büyük nedeni peygamberimizin sünnetlerinden uzaklaşmamızdır. “Kur’an İnsanları karanlıktan aydınlığa çıkarır. Hadid sûresi -9Birlik, beraberlik ve kardeşlik ilkesini terk edip çeşitli fırkalara bölündük en büyük kusurumuzda İslamın bize emrettiği ilim tahsilinden yoksun bırakılmamızdır. İşte bu ve buna benzer durumlar İslam alemini tam bir maddi ve manevi kayıba sürüklemiştir. Buda İslam aleminin hüsran içinde olduğunun en büyük işaretidir. “And olsun asra ki insanlar hüsrandadır.” Asr sûresi -1-2- -3Hz. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Ümmetim beş tabaka üzere olacaktır.Her tabakanın süresi kırk yıldır.Ben ve Ashabım ilim ve iman ehlidir.İkinci tabaka Kırk-Seksen arasındaki tabakadır ki onlar birr-û takva ehlidir.” İşte uzaklaştığımız değer; ilim ve iman İslam dünyasını bu gün fırka fırka ayıran hatta birbirine düşman eden, sevgi ve kardeşliği unutturan unuttuğumuz en büyük referansımız. Demek ki din ilimsiz ilim imansız olmuyor. İslam alemi ilimden uzaklaştıkça imanları zayıfladı çeşitlendi ve düşünme melekeleri azaldı. Az düşünen beyinler, ferdileşir, bencilleşir sonu köleliktir. Evet bu gün İslam alimlerinin birçoğu köleleşmiştir. Yani her ihtiyacı bakımından gelişmiş devletlere muhtaçtır. Bunu çok iyi bilen devletler ise İslam ülkelerini sömürmekte hatta tek tek işgal etmektedir. İslam alemi ise birbirinin boynunu vurmaktadır. Resulullah (s.a.v) buyuruyor ki: “Talha Bin Amr El Basri anlatıyor: Medine’ye Allah’ın Resulü (s.a.v)’e geldim namaz kılarken ona bir adam gelip şöyle dedi: Ey Allah’ın Resulü karınlarımızı hurma yaktı üzerimizdeki yamalı elbiseler iyice parçalandı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) Allah’a hamd-ü sena ettikten sonra şöyle buyurdu:-Beni ve arkadaşımı gördünüz Berirden* başka yiyeceğimiz yok sonra Ensar kardeşlerimizin yanına geldik bize yemeklerinden yedirdiler yemekleri hurmadan ibaretti. Kendinden başka ilah olmayan Allah’a *Berir:Turfanda hurma -4kasem ederim ki size ekmek ve hurmayı bir arada bulsam yedirirdim sizin üzerinize öyle bir zaman gelecek ki yahut sizden bazıları öyle bir zamana erişecek ki kâbe örtüleri gibi elbiseler giyecekler, sabah akşam onlara kazanlarla yemek sunulacak.” Dediler ki: -Ey Allah’ın Resulü biz o zaman mı daha hayırlıyız, yoksa bu gün mü? Şöyle cevap verdi: “Bilakis bu gün daha hayırlısınız çünkü bugün sizler kardeşsiniz, o zaman birbirlerinizin boynunu vuracaksınız.” Peki yapılması gereken nedir? Önce ilime dönmeniz sonra imana, sonrada tüm insanlığı Kur’an ışığıyla aydınlatmamız gerekir. Kur’anı ve İslam’ı, kalplerindeki perdeleri kalınlaşmış, dünya üzerindeki bazı menfaatleri için karalamaya çalışan bazı kesimler ellerinden geleni yapmaya çalışsa da zamanımıza ve ötesine, Allah tarafından korunan Ku’ran ve içindeki şimdiki teknolojiden çok daha ileri olan bilim dalları damgasını vuracaktır. “Kur’an’ı biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” Hicr sûresi -9Kur’an, öyle iç içe manalar hazinesidir ki şu örnekle zihinlerimizde canlandırmaya çalışalım. -5Dört duvarı, tavanı ve tabanı aynalarla kaplanmış bir oda düşünün ve o odanın içinde siz varsınız. Aynalardan birbirine akseden görüntüleriniz altı ayrı yönde sayısız olarak karşınıza çıkacaktır. Görüntüleriniz derinlemesine her yönden sonsuzluğa doğru akıp gitmektedir. İşte Kur’anda muhkem ayetlerin dışında kalan muteşabih ayetlerin manaları aynalarla döşenmiş odadaki görüntüleriniz gibi derinlemesine çok yönden manalar ifade ederler.Kur’an tüm yaratılışı evrenin ve içindekilerin şimdiye kadar keşfedilmiş ve bundan sonra keşfedilecek bütün ilimlerin ve bilim dallarının ana kitabıdır.Aynı zamanda Kur’an kendisinden önce indirilen kitapları ve sahifeleri de içerisinde topladığı için kitapların en üstünüdür ve rakipsizdir. “De ki; and olsun, bu Kur’an’ın benzerini ortaya koymak üzere ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.” ISRA sûresi -88Asrımızda Kur’an’a inanan insanların büyük çoğunluğu Kur’anı eline almamıştır kulaktan dolma bazı ayetleri duysa da manasını anlayamamıştır. İnşallah bu dönemde çok geniş bir insan kitlesi tarafından anlaşılacak ve Kur’an’daki ilimlerin bir çoğu Allah’ın asra mucizesi ve insanlığa lütfu olarak bağışlanacaktır. -6Yaratılmış en üstün varlık insandır ki alemlere rahmet olarak gönderilen yüce peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) de ekmel bir insandır. Önce insan kendisini tanımalıdır, yaradılış sırlarını bilmelidir sonra kendi arlarında sevgi, barış ve ilimle yücelmiş olarak rabbine dönmelidir. “Nefsini bilen rabbini bilir” Hadisi Şerif Resulullah (s.a.v)efendimiz buyuruyor ki: --İnsan ve Kur’an iki ikizdir. İnsanın nefsini bilmesi içindeki Kur’anı keşfetmesidir.Çünkü Kur’an insanlara evrenin ilk yaratılışında Allah tarafından yaratılışa şahit tutularak öğretilmiştir bu konuyu ileride tafsilatıyla açıklayacağız. Resulullah (s.a.v) efendimizin bu Hadisi Şerifi’ni, Kur’an-ı Kerimdeki Bakara Suresinin 31, 32, 33. ayetleri teyit ediyor. “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları Meleklere arz edip:Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin dedi.” Bakara Suresi-31“Melekler: Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur.Şüphesiz Alim ve Hakim olan ancak sensin dediler.” Bakara Suresi -32- -7“(bunun üzerine:) Ey Adem! Eşyanın isimlerini meleklere anlat dedi. Adem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size muhakkak semavat ve arzda görülmeyenleri(oradaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarımızı da bilirim, dememiş miydim?dedi.) Bakara suresi -33Yukarıdaki ayetlerde anlatıldığı gibi Allah(c.c) Adem (a.s) bütün isimleri öğretti. Bu isimlerden maksat yaratılıştan kıyamete kadar gelmiş ve gelecek olan bütün bilim dallarının içeriğidir. Aynı zamanda Adem (a.s) şahsında gelmiş ve gelecek bütün insanlar bu ilimleri öğrenmişlerdir.Ancak dünya hayatına geldiklerinde bu ilimler fiziksel bedenler içersindeki DNA moleküllerine yerleştirilmiştir. DNA moleküllerindeki ilimler Kur’an’la eştir.Gelmiş ve gelecek insanların en alimi olan ilm-i ledün sahibi Hz. Resulullah (s.a.v) efendimiz bu sebeple “İnsan ve Kur’an iki ikizdir.”Buyurmuştur.Bu hadisi şeriften de anlatıldığı gibi insan yaradılışta çok üstün ilimler ve yeteneklerle donatılmıştır. İnsanın yaratılış aşamalarını ve insandaki yüksek ilimleri, yetenekleri ayet ve hadisler ışığı altında tek tek açıklayacağız. Kur’an-ı Kerimi 1400 yıl önce gelmiş ve (haşa) demode olmuş geçerliliğini yitirmiş bir kitap olarak görenlere yine Kur’an diliyle ilmi açıklamalar yaparak hem insanı kendisine tanıtacağız hem de gelecek kuşaklara hangi bilim dallarıyla tanışacaklarını ve bu bilim dallarını ip uçlarını vereceğiz. -8İnsan yaratılırken,daha dünyaya indirilmeden önce kendine has vücut sahibi olarak yaratılışını seyrettiği gibi aynı zamanda Kuranı kerimi Allah (c.c) ın bizzat öğretmesi ile öğrenmiştir. Bu öğretinin en büyük özelliklerinden biride, İnsan kendisinin ve evrenin yaratılışına şahit olurken,aslı Levh-i mahfuzda bulunan bütün ilimleri yaşayarak öğrenmiştir. Bu gerçeğe Rahman suresinin ilk ayetlerinde de rastlıyoruz. “Rahman Kuranı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti.” Rahman suresi -1-2-3-4Yukarıdaki ayetlerin sıralanmasında anlaşıldığı gibi Rahman Kur’an’ı öğretti. Bu ayette insanı Allah(c.c) yaradılışa şahit tutarken fiziksel bedenlere henüz indirilmeden öğretilendir.İnsanlar Kur’an’ı tam manasıyla öğrendikten sonra fiziksel bedenler yaratılmıştır. İnsan Kur’an’ı açıklama ihtiyacını ancak fiziksel bedenlerde duymuşlardır. Çünkü esfel-i safiline insan akıl ve vücut olarak indirilmiştir. İnsan nesli dünyaya geldikten sonra Allah(c.c) insana öğrendiklerini ve şahit olduklarını hatırlatmak için Peygamberler ve Kitaplar göndermiştir. Bu Peygamberler ve kitapların isimleri Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur. İnsana Kur’an-ı Kerim’i açıklamayı dünyada peygamberler ve onlardan sonra gelen peygamberlerin ilmen varisleri Alimler tarafından hatırlatmış ve hatırlatmaktadır. -9Günümüzde insan kendisine Allah(c.c) tarafından verilen hiçbir yeteneğinin farkında değildir ve hangi yüksek vasıflarla, hangi amaçlar için yaratıldığını unutmuştur. Fiziksel bedeniyle yeryüzünde fiziksel hayatını sürdürebilecek kadar gelişmiş aklıyla ancak nefsi menfaatlerinin esiri olmuşlardır. Bu durum insanlarda ve insan topluluğunun oluşturduğu devletler arasında çıkar çatışmalarını meydana çıkarmıştır. Dolayısıyla ezen ve ezilen toplumlar oluşmuştur. Ortaya çıkan manzara çok korkunçtur. Çıkar çatışmalarının beraberinde getirdiği savaşlar insanların çoğunu açlık, sefalet, kan, gözyaşı, içerisinde bırakmıştır ve bu durum gün geçtikçe daha da kötüye gitmektedir. Maalesef bu acı durumun faturası çoğunlukla İslam toplumlarına çıkarılmıştır. İslam aleminin bir bölümü savaşlar ve savaşların meydana getirdiği sıkıntılar altında ezilmektedir. Kendisini güçlü görüpte karşısındaki insanları ve insanları veya devletleri geçici dünya menfaatleri için kan gölüne çeviren, dünya hayatından başka yaşamının olduğunu unutan, Allah korkusundan uzak zavallı insan adaylarına, Yaratıcımızın insanı nasıl ve ne amaç ile yarattığını hatırlatmak lazımdır. Bu insanlar, başlangıcı olan sonsuz hayatımızın dünya üzerindeki kısacık kesitinin tamamen bir yok oluş olmadığını anlamaları gerekir. -10Dünya hayatına gelmeden önce ışık bedenlerimizle tüm insan nesli ırk ve renk farkı olmaksızın ışık bedenlerde (nur bedenlerde) çok yüksek bilgi ve yetenek sahibi olarak, dünya hayatına gelene kadar milyarlarca dünya yılı çok ileri derecede kardeşlik ve dostluk içinde geçirmiştir. İnsan nesli dünya hayatına indirilince esfel-i safiline (aşağıların aşağısı) akıl ve yetenek olarak düşürülmüştür. Bunun sebebi akıl ve yetenek olarak bu düşük seviyeden Yaratıcısını hatırlayıp bularak ilk yaratılış haline dönmesi için bir sınav sürecinden geçmesi içindir. İşte bu kısacık hayatlarda insan yine insanın rakibi olmuş dünya hayatında kardeşliği ve paylaşmayı unutmuştur. Önce insanları dinler ayırmış sonra dinler içerisindeki mezhepler bölmüştür. Bu durum insanları kabile-kabile, ulus-ulus, devlet-devlet olarak parçalamış aralarına sınırlar girmiş, dil ve kültür farkları oluşmuştur. Bu kitabı yazmamızdaki ana gayemiz insana kendisini ve kendisinde var olan yüksek değerleri bir parça olsun anlatmak ırk, dil, din, farkı gözetmeksizin yaratılış anındaki mükemmeliyetini, kardeşliğini, dostluğunu, olağanüstü yeteneklerini hatırlatmak ve bu yüksek olgunluk noktasına ırk, dil, din,mezhep ayrılıklarını bir kenara bırakarak Allah için sevgide ve tevhidde birleşerek çıkma yollarını hatırlatmaktır. -11Nasıl ki? Tek güneşle aydınlanıp hayat buluyorsak bu günümüzde tek ayakta kalmış ve Allah’ı (c.c) tarafından korunur. Tek ilahi kitap tarafından aydınlanıp yüksek insanlık değerlerini insanlığın ulaşması için kötü zihniyetler tarafından Bilim çağı gibi gösterilip insanların en çok ezildiği horlandığı karanlıklara gömüldüğü zamanımızda Kur’an ışığını yansıtmaktadır. Yaratılışın ana sebebi insandır ve yaratılmış her şey insan içindir. Bu nedenle önce ilimin başlangıcı olan “nefsini bilen Rabbini bilir.” Hadisi Şerif gereği yaratılışı ve insanı inceleyeceğiz. “Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana onun vahiyi tamamlanmadan önce Kuran-ı Kerim (okumakla) acele etme ve (Rabbimim ilmimi artır)de” TA-HA suresi -114Allah (c.c) ilmimizi artırsın,ilmi artanın imanı artar, iman aratan Allah’ı daha çabuk bulur. Tekamül etmiş insan olur. Tekamül etmiş insandan hiç kimseye zarar gelmez. Aksine fayda gelir. Tekamül etmiş insan, insan-ı kamildir.Allah’ın (c.c) kullarından görmeyi istediği insan-ı kamil olmaktır. -12- YARATILIŞA GİRİŞ -13Allah (c.c) Kuran-ı Kerimde buyuruyor ki: “Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra arş’a istiva eden (Ona hükmeden) Rahmandır. Bunu bir bilene sor.” Furkan suresi -59“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş’a istiva eden, geceyi durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; Güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’dır.Bilesiniz ki yaratmakta emretmekte O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir.” Araf suresi -54“O hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resulüm):“Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz.”desen, kafir olanlar derhal “Bu açık bir büyüden başka bir şey değildir.”derler.” Hud suresi -7“Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonrada işleri yerli yerince idare ederek Arş’a istiva eden Allah’dır.Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz!” Yunus suresi -3“Andolsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi.” Kaf suresi -38- -14“O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’ın üzerine istiva edendir.Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsan, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.” Hadid suresi -4“Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde yaratan, sonra arş’a istiva eden Allah’tır.O’ndan başka ne dost ne de şefaatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?” Secde suresi -4Şimdi yukarıdaki ayetlerde geçen altı günün ne anlama geldiğini inceleyeceğiz. Bu ayetlerin benzerleri Tevrat ve İncil’de de ifade edildiği için Yahudi ve Hıristiyan alemi , Allah(c.c) ın Vahdaniyetini henüz kavrayamadıklarından , Tevhid anlayışından uzak olarak düşündüklerinden “Tanrı Evreni altı günde yarattı ve yedinci günde dinlendi .” şeklinde algılamışlardır.Allah’a yorgunluk isnat edilemez. Allah(c.c) sonsuz güç ve kudrete sahiptir. Yukarıdaki ayetlerde Yaratıcımız ,Yahudi ve Hıristiyan gibi düşünenleri açık açık uyarıyor. Yukarıda metnini geçtiğimiz ayeti hatırlayalım: “And olsun biz,gökleri,yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi.” Kaf suresi -38Allah bir şeyi yaratmayı dilediği zaman sadece ol demesi yeterlidir. 15 Altı gün,altı yaradılış aşamasıdır.Her şeyi yoktan var eden Rabbimizin mevcudatı yaratmayı dilemesiyle evrendeki her varlık cisim sahibi olana kadar altı aşama geçirmiştir.bu yaradılış aşamaları İslam biliminde tasavvuf diliyle Allah’ın(c.c) Zatından Zatına tecelli etmesiyle başlamıştır.ve tüm mevcudat Allah’ın(c.c) Zatından Zatına tecellisinin ilk anlarında oluşan nur üstüne nur ile başlayıp, öz ateşi (dumansız alev) oluşturmuş, öz ateşten de balçık (süzülmüş çamur) aşaması oluşmuştur.böylece yaradılış aşamaları evreni oluşturan zerreler aleminin temeli sayılan atomları da balçık yapı oluşturmuştur. Atomlardan, moleküller,moleküllerden hücreler meydana gelmiştir. Yukarıda özet olarak anlattığımız yaratılış aşamaları günümüz de Astrofizik bilim dalının bilim adamlarının kabul ettiği yaradılış sıralamasıyla tıpatıp örtüşmektedir. Astrofiziğin kabul ettiği Big Bang (büyük patlama) teorisi de evrenin başlangıcının muhteşem büyük bir patlama sonucu çok şiddetli ışık ve milyarlarca derece ısıdan oluştuğu ispatlanmıştır. İleri aşamalarda evrenin soğumaya başlamasıyla birlikte sonsuzluğa küresel bir biçimde yayılan ışığın enerji taneciklerini, enerji taneciklerinin kuark taneciklerini, kuark taneciklerinin elektron, proton,nötron gibi atomları meydana getiren yapıyı, atomların molekülleri, moleküllerinde hücreleri oluşturduğu bilinmektedir işte İslamın ve bilimin ortaya koyduğu altı aşama. -16Yaratılışın ilk anlarındaki ısı ve ışık( nur üstüne nur) Tecelliyatın etkisiyle küresel olarak genişlemeye başlamış ve halen sonsuzluğa yayılmaktadır.Evrenin genişlediğini günümüz bilimi yakın zaman içinde ispatlamasına rağmen, Allah (c.c) 1400 yıl önce evrenin genişlediğini Kuran-ı Kerim’de bildirmiştir. “Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz biz (onu) genişleticiyiz.” Zariyat suresi -47Işıktan maddeye altı aşamalı yaratılış sürecinin içerisinde aynı zamanda göklerin ve yerlerin birbirlerinden ayrılma aşaması da oluşmuştur. Maddeleşen yapılar beşinci aşamada tüm evrende gaz halinde yayılmasını sürdürürken altıncı aşamada gaz bulutları belirli çekim merkezleri etrafında toplanarak gezegenleri, yıldızları ve galaksileri oluşturmuşlardır. Bu oluşun yerlerin ve göklerin birbirinden ayrılmasıdır. “O inkar edenler görmüyorlarmı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık…” Enbiya suresi –30Evrenin gaz hali ışıktan atoma kadara olan dört aşamadır. Yerlerin ve göklerin ayrılmasıyla ifade edilen gezegenlerin ve gezegenleri oluşturan cisimleşme ağırlık ve hacim kazanma süreci, yaradılışın altı aşamasının son iki aşamasıdır. Bugün sırlarının milyarda birini çözemediğimiz, zerreden küreye evrenin yaratılması sonsuz kudret ve irade sahibi Allah (c.c) için hiç zor değildir. Onun dilemesi yeterlidir. “Bir şeyi yaratmak istediği zaman onun yaptığı ‘ol’ demekten ibarettir. Hemen oluverir.” Yasin suresi -87- -17- YARATILIŞIN ALTI GÜNÜ (Altı Aşaması) -18- Şekil -1Altı günün (aşamanın) şemada görünümü -19Evrendeki tüm yapı, yaratılmış her şey buna insanda dahil olmak üzere mutlak suretle bu altı günü (altı aşamayı) yaşamıştır. Gezegenler, yıldızlar, galaksiler ve onları meydana getiren cisim halini almış ağırlığı ve hacmi olan her yapının, başlangıcı ışık, oluşumunu tamamlamış hali hücredir. Görüp algıladığımız, algılayamadığımız, canlı cansız her yapının temel yapısı budur. Bu bölümde yaratılışın altı aşamasını (altı gününü) tek tek inceleyeceğiz. 1.gün(aşama) Tecelliyatın ilk aşamasında yaratılan insanın ve evrendeki her varlığın yapısı ışıktır. Allah (c.c) insanı, kendisine zatından zatına tecelli etmeden önce halife olarak yaratmayı planlamıştır. “Hatırla ki, Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dedi…” Bakara suresi -30Yaratılışın ilk anından itibaren tüm geçmiş ve gelecek insanları yaratılışa şahit tutmuştur. İnsanlık alemi bildiğimiz üç boyutun dışında ışık bedenlere sahip olarak kendisini ve kendisinden sonra yaratılan her şeyi Allah’ın (c.c) dilemesiyle görüp yaşayıp şahit olmuştur. “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (onlarda), evet (buna) şahit olduk dediler.” A’raf suresi -174- -20Yukarıdaki ayette anlatıldığı gibi Allah(c.c) gelmiş ve gelecek bütün insanları tek tek yaratılışa şahit tutmuştur. Bunun sırrını ileride insanın yaratılışının altı aşamasını anlatırken açıklayacağız. Yine bu konuyu Bakara suresinin 31. ayetinde de Allah (c.c) açıkça beyan ediyor.“Allah Adem’e bütün isimleri öğretti.” Bu ayette geçen bütün isimler, yerde gökte ve arasında ne kadar varlık yaratılmışsa hepsinin bilgisidir. Bu öğreti insanlığa yaratılışa şahit tutulduğumuz ışık bedenlerdeki hayat sürecimizde yaşanmıştır.Yaratılışın bu aşamasında insanın fiziksel bedenlerinin yaratılış anındaki milyarlarca derecelik ısıya dayanamayacağı herkesçe malumdur.Bu nedenle Allah (c.c) yaratılış anına insan neslini ışık bedenlerde şahit tutmuştur. 1.günde insanın yaratılışının hemen ardından melekler yaratılmıştır. Bu nedenle meleklerin ışık bedenleri insanların ışık bedenlerinden bir derece daha düşüktür.Bu konu Resulullah (s.a.v) efendimizin Miraç hadisesinde daha net anlaşılıyor. Resulullah (s.a.v) efendimizin miraç yolculuğunda kendisine refakat eden Cebrail (a.s) ile birlikte sidre-tül-münteha denen son noktadan ileri geçmek için Resulullah (s.a.v) efendimiz Cebrail (a.s)’a buyur deyince, Cebrail (a.s) ‘-Ya Resulullah buradan öteye geçersem yanarım.’ demiştir. Çünkü sidre-i-münteha’dan ötesi nur üstüne nurdur. Resulullah (s.a.v) efendimizin ışık bedenide nur üstüne nurdur. Cebrail (a.s)’ın ışık bedeni sadece nurdur. Dolayısıyla nuru, nur üstüne nur yakar.Bu sebeple Cebrail (a.s) ileri gidememiştir. -212.gün(aşama) Yaratılışın ikinci aşaması birinci aşamada oluşan çok yüksek ve yoğun, ışık ile ısının evren içerisinde genişlemesiyle ışık taneciklerinin belirli bir oranda soğumaya başlamasına sebep olmuştur. Bu süreçte ışık tanecikleri bir araya toplanıp enerji taneciklerini oluşturmuştur. Bu enerji tanecikleri Kur’anı kerimde ‘öz ateş’ ve ‘dumansız alev’ olarak ifade edilmiştir. İkinci günde enerji yaratıklar olan cinler ve şeytanlar yaratılmıştır. Astrofizik bilim dalı ileri sürdüğü Big Bang (büyük patlama) teorisinde de enerjinin ışık taneciklerinden oluştuğuna yakın açıklamalarda bulunmuştur. Enerji aşamasında yaratılan varlıklar Cinler ve şeytanlardır. Bu sebeple Cinler ve şeytanların bedenleri enerjidir. Şeytan yaratılışın birinci gününe ve kendi yaratılışına şahit tutulmamıştır. Dolayısıyla insanın birinci günde ki (aşamadaki) yüksek yaratılışını ve ilmi durumunu bilmediği için üçüncü günde yaratılan, Adem (a.s)ın şahsındaki fiziksel bedenli insanı yaratılış olarak düşük derecede gördüğü için, Allah (c.c) emrettiği halde Allah’ın (c.c) emrine karşı gelerek insana secde etmemiştir ve Allah’a (c.c) asi olmuştur.Şeytan bu cahilliğinin acısını kıskançlıkla destekleyerek insan soyuna kıyamete kadar düşman olmuştur. Bu sebeple şeytan dünyada ki insanlara ilk yaratılışta ki yüksek mertebelerini hatırlamamaları için insanların fiziksel bedenlerde ki hallerine razı olmalarını, Allah’tan ve Allah’ın gönderdiği Peygamberlerden uzak olmalarını her fırsatta insanlara fısıldamaktadır. -22Şeytanın ve taraftarlarının evrenin ve kendilerinin yaratılışına şahit tutulmadıklarını Allah (c.c) Kuran-ı Kerimde şöyle bildiriyor: “Ben onları (iblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit tuttum. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.” Kehf suresi -51Şeytanın insan ve soyuna düşmanlığının sebepleri yukarda açıklandığı gibi insanın ilk yaratılışta ki çok yüksek derecelere sahip olması, alim olması ve Allah’a halife adayı olmasıdır.Bunu önlemek için şeytan ve soyu kıyamete kadar fiziksel bedenlerdeki insanların kamil noktaya çıkmaması, ve ilk yaratılış hallerini hatırlamamaları için her türlü yolu denemektedirler. İkinci günde (aşamada) yaratılan varlıkların enerji bedenlere sahip oldukları Kuran-ı Kerimde şöyle ifade ediliyor. “Cinleri öz ateşten yarattı.” Rahman suresi -15Cin ve şeytanlar aynı yaratılış grubundandır. Bu varlıklar yaratılışlarının gereği enerji bedenlere sahip olduklarından, (insanın fiziksel bedenlerine göre) hareket kabiliyetleri daha fazladır. Ve insanlara göre farklı boyutlarda yaşarlar. Enerji yapıları, bizim bilip kullandığımız elektrik enerjisinden daha ileri olduğundan biz onları fiziksel bedenlerimizdeki gözlerimizle algılayamayız. -233.gün(aşama) Allah’ın zatından zatına tecellisi uzay boşluğu içerinde genişlerken ışık tanecikleri birleşerek, enerji taneciklerini oluşturmuştur. Enerji tanecikleri birleşerek insanın fiziksel bedeninin en küçük yapısı olan Kuran-ı Kerimde ifade edilen süzülmüş çamuru yani balçığı oluşturmuşlardır. Balçığın astrofizikteki karşılığı ‘Kuark’ tır. Kuarklar (balçık) elektron, proton, ve nötron gibi yapıları meydana getiren yapı taşlarıdır. Üçüncü aşamada Adem (a.s)’ın fiziksel bedeni yaratılmıştır. Aynı zamanda evrendeki gezegenlerin ve diğer ağırlığı ve hacmi olan temelleri Allah (c.c) tarafından oluşturulmuştur.Üçüncü gün aynı zamanda evrendeki bütün varlıkların oluşumunun başlangıcıdır.Bu sebeple insan, yaratılış özellikleriyle evrene model olmuştur, yani insan evrenin modelidir. Balçığı kuran-ı kerimde Allah (c.c) şöyle ifade ediyor: “Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.” Rahman suresi -14Burada anlatılan balçığı meni ile bir tutamayız. Çünkü Adem ana ve babadan olmamıştır.Direk Allah (c.c) tarafından yaratılmıştır. Üçüncü aşamada fiziksel bedenin yaratılmasının sebebi ışığın ve enerji safhalarının yoğunlaşması nedeniyledir. Çünkü o çok şiddetli ışığın, ısının ve enerjinin ağırlığı ve hacmi yok denecek kadar sıfıra yakındır. -24Allah’ın (c.c) iradesi insanı ileride ağırlığı ve hacmi olan bir bedenle gezegenlere yerleştirip fiziksel bedenli insanı hangi gezegene indirdiyse o gezegene yer çekimiyle hapsedip imtihana tabi tutarak ilk yaratılıştaki Allah’ın insanlara olan hitabını hatırlatmasını planlamıştır. Yani Allah (c.c) ilk yaratılıştaki ışık bedenlerdeki halimize gezegen hayatında ulaşmamızı dilemiştir. Bu konuyu ileride daha detaylı açıklayacağız. Üçüncü aşamada insanın fiziksel bedeninin yaratılması Allah’ın ‘ol’ emriyle atom elemanlarını meydana getiren parçacıklarla (balçık) başlayıp atomlara, atomlardan moleküllere moleküllerden hücre tuğlalarına dönüşerek tamamlanmıştır. Fiziksel beden aynı zamanda birinci esfel-i safiline indiriliştir. Yüce Allah’ın (c.c) halife adaylarından (insanoğullarından) Allah’a halifeliğe terfi etmenin ilk sınav sorusu fiziksel bedenlerimizde başlar.İnsanın dünyadaki asıl görevi Allah’a kusursuz bir Tevhidle iman edip onun gösterdiği yolda fiziksel bedenleri enerji ve ışığa dönüştürerek ilk yaradılıştaki ilmini hatırlamak ve Allah’ın kulundan görmek istediğini yerine getirmektir. Bu konu başlı başına bir bilim dalıdır. Bu bilim dalının esasları Kuran-ı Kerimde gizli ve açık olarak çeşitli ayetlerde beyan edilmiştir. “Muhakkak ki biz, bu Kur’anda insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenemediler.” İsra suresi -89- -254. gün(aşama) Birinci, ikinci, üçüncü günler Batındır. Çünkü maddenin alt yapılarını oluştururlar. Zerreler alemini meydana getiren iç içe oluşmuş yapı taşlarıdır. Elektrondan da küçük oldukları için elle tutulup gözle görüp elle tutulamazlar. Elektron mikroskoplarıyla ancak elektron boyutundaki yapılar görülebildiğinden atom ve üst yapılar (molekül ve hücre) zahirdir. Bu sebeple dördüncü, beşinci ve altıncı günler zahirdir. İnsanın fiziksel bedeninin gözleri mikroskop gibi bazı aletler yardımıyla bu son üç aşamanın yapılarını algılayabilir. Dördüncü aşama zahir (görülebilen) alemin başlangıcıdır. Bu zahir aşamaların her biri, birer bilim dalı oluşturmuştur. Batın (görülemeyen) olarak saydığımız ilk üç gün astrofiziğin çeşitli yöntemleriyle açıklanmıştır. Dördüncü günde (aşamada) uzay boşluğunu atomlar doldurmuştur. Bugünde evrenin görüntüsü gaz bulutları halindedir. Bununla beraber artık evrende belirli bir şekillenme başlamıştır. Nötronlar ve protonlar birleşerek merkezi çekim gücü oluşturmuşlardır. Bu çekim gücü sayesinde yörüngelerine elektronları çekip yerleştirerek atomları meydana getirmiştir. Her atom modeli oluşturacağı molekül ve hücre yapısına göre Allah’tan almış olduğu ilahi emirle elektron, proton ve nötron sayısına ulaşır. Bu ilahi emirleri nasıl aldıkları ileri ki sayfalarda anlatılacaktır. Dördüncü günde atomların her biri ilahi ilhamla bilinçlenmeye başlar. -265.gün(aşama) Beşinci aşmada atomlar Allah’tan aldıkları bilinç ve emirle molekülleri oluştururlar. Bu aşamada evrendeki düzen artık şekil almaya başlar. Genişleyen evrende vücut kazanmış yapılar bilinçli olarak birleşirler. Beşinci aşamada Allah (c.c) moleküllerin her birine bir anda oluşturacağı yapıları vahiy eder. Evreni oluşturan yapı molekül aşamasında bilinçle birlikte bilgiyi de depolayarak yaratılış süreci içerisinde, canlı varlıkları ve cansız varlıkları oluşturacak bilgiye sahip olurlar canlı varlıkları DNA molekülleri gibi organik moleküller oluştururlar. Günümüzdeki bilim DNA moleküllerinin oluşturacağı yapıların bilgisiyle donatıldığını keşfetmiştir.Ve bu ilahi dizayn karşısında hayranlık ve hayretlerini açıkça beyan etmişlerdir. Evren ve içindeki canlı cansız her türlü varlık tesadüfi oluşmamıştır. Onları yaratıp bilinçlendiren ve onlara görevlerini vahyeden, dengeye koyan yüce Allah’tır. Yerlerin ve göklerin bilinçlenmesi aynı zamanda Allah’ın (c.c) arş’a sayısız esmalarıyla istiva etmesidir. Bu olay yaratılmış her şeyi en küçük noktasının içlerinden, sonsuzluğun derinliklerinde var olan her varlığı ilmiyle ve Zatıyla kuşatmasıdır. “Dikkat edin; onlar, Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. Bilesiniz ki O,her şeyi (ilmiyle) kuşatmıştır.” Fussilet suresi -54- -276.gün (aşama) Altıncı günde (aşamada)ışık yapı, enerji yapıyı, enerji yapı, balçık yapıyı, balçık yapı, atomları, atomlar, molekülleri, moleküller hücreleri oluşturmuş tur. Bu aşamada bilinçli moleküller ilahi emirle hangi varlığı oluşturacaklarsa o varlığın temel yapısı olan hücreleri oluşturmak için bir araya gelirler. Hücreler canlı ve cansız varlık sahibi olan her yapıyı oluşturan altıncı ve en üst yapı taşlarıdır. Evrendeki her varlık hücrelerin birleşmesinden sonra ferdiyet ve fiziksel vücut kazanırlar. Varlıklar bu aşamadan sonra genel isimlerini alırlar.(insan, bitki, hayvan, taş, toprak, su, maden, gezegen vs. gibi) Bu aşamadan sonra genel isim alan varlıklar ilk yaratılıştaki asıllarına doğru yolculuğa başlarlar. Evren ve içindekiler (canlı, cansız, elektron, gezegen) kendilerine çizilen ilahi kaderlerini yaşayıp görevlerini yerine getirmektedirler. “Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.” Ankebut suresi -57“Ancak Azamet ve İkram sahibi Rabbinin zatı baki kalacak.” Rahman suresi -27Altıncı aşamadan sonra yaratılmış olan canlı cansız her varlık hangi tür bedene sahip olursa olsun (ışık beden‘melekler’, enerji beden‘cin ve şeytanlar’ ve fiziksel bedene sahip insan dahil her varlık asıllarına dönme yolculuğuna başlamışlardır. -28- YARATILIŞIN BAŞLANGICI IŞIK OLMASINA RAĞMEN YARATILANLAR NEDEN FARKLI ŞEKİL, RENK, VE TAT İÇERİRLER -29Yaratılış alternatiftir. Yaratılıştaki alternatiflik çiftleri ve zıtları oluşturur. Artılar eksiler gibi örneğin elektron negatif, proton pozitiftir dünya hayatı negatif ahiret hayatı pozitiftir. Fiziksel beden negatif, ışık ve enerji beden pozitiftir. Allah’tan uzaklaşmak negatif, Allah’a dönmek pozitiftir. Bu alternatiflikler bir anlamda evrendeki sistemli yapının dengesidir ve hayat kaynağıdır. Çünkü statik olan bir evrende hayat ve hareket olmazdı. Yaratılışının gereği evren dinamiktir. Varlıkların yaratılışının kaynağı, Allah’ın zatından zatına tecelliyatının ilk anlarında oluşan çok şiddetli ışık olmasına rağmen varlıklar altı aşama geçirdikten sonra neden renkleri, tatları ve şekilleriyle birbirlerine benzemiyorlar? Evrende bulunan, gördüğümüz, göremediğimiz, canlı ve cansız varlıklar, elementler, elementlerin bileşenleri ve buna benzer tüm varlıkların yaradılışında var olan, ışıktan başlayıp hücre oluşumuna kadar geçirdiği altı aşamada, yapısını oluşturan bütün tanecikleri, Allah’ın bildiğimiz doksan dokuz esmasının dışında sayısız esmasını tesbih etmektedir. “Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmektedir. O, Azizdir, Hakimdir.” Hadid suresi -1“Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ı tesbih etmektedir. O, üstündür, Hikmet sahibidir.” Haşr suresi -1- 30 “Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh, Aziz ve Hakim olan Allah’ı tesbih eder.” Cuma suresi -1“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. Mülk O’nundur, Hamd O’nadır. O her şeye Kadirdir.” Teğabun suresi -1Yukarıdaki ayetlerde Allah (c.c), yarattığı ışıktan hücreye ve hücrelerin oluşturduğu vücutlara, elektron taneciğinden gezegenlere kadar, galaksilerin hatta evrenin kendisini tesbih ettiğini açıkça beyan buyurmuştur. O halde, yaradılışın ilk anından itibaren sonsuza yayılan tecelliyat, sayısız tesbihatıda beraberinde başlatmış ve halen sonsuzluk içerisinde her yapıda devam etmektedir. Yaradılış aşamaları, sayısız tesbihatında iç içe birleşmesiyle çeşitli renk ve şekillere bürünmüştür. Düşünün ki; Allah’ın bildiğimiz doksan dokuz esması da dahil, bilemediğimiz sonsuz sayıdaki esmaları da, yaradılış anından itibaren şu yaşadığımız an’a ve sonsuzluğa kadar, birbirinden aralık ve mesafe olmaksızın, tatlı ve itaatkar bir ahenk içerisinde yine kendi zatını tesbih etmektedir. Hangi varlık, Allah’ın hangi isimlerini tesbih ediyorsa o isimlerin bilinci içerisindedir. O halde evrendeki en küçük varlıktan en büyük varlık olan galaksilere ve nebulalara kadar her varlık içindekilerle birlikte bilinçlidir. 31 Yerde, gökte ve arasında her ne kadar varlık yaratılmışsa en küçüğünden en büyüğüne kadar her yapının, gerek ferdi olarak gerekse varlığını meydana getiren her taneciğin Allah’ı tesbih ettiğini, günümüzün Kozmoloji bilimi farkında olmadan bu yapıların frekansları, salınımları ve dalga boylarının var olduğunu tespit etmiştir. Örneğin bir hidrojen atomunun çekirdeğinin çapı ortalama olarak 10-13 cm’dir. Hidrojen çekirdeğini oluşturan tek bir protonunda alt parçacıklardan (kuark) oluşan yapısının olduğu bilimsel olarak kabul edilmiştir. Kuark gibi fiziksel yapıların temel parçacığının bu günkü teknikle kesin olarak ölçülebilir bir çapı yoktur. Çünkü enerji taneciklerinden fiziksel yapıya geçişin en küçük parçası kuarktır. Bu parçacıkların çapı yayınlamış oldukları dalga boylarıyla yaklaşık olarak ölçümlenmeye çalışılır. Bu dalga boyları o parçacığın algılanan frekansıdır, yani tesbihatıdır. Işıktan hücrelere kadar olan yapıyı oluşturan yapı taşları herhangi bir gezegeni veya yıldızı oluşturur. Ve o yıldız kendini oluşturan altı aşamalı yaradılışının iç içe birleşmiş tesbihatlarıyla birlikte kendi ferdi tesbihatınıda yapar. Bu konu kozmolojide şu şekilde açıklanıyor : Yıldızın kütle çekimi nedeniyle küçük bir büzülme bile yıldızın dış katmanlarının ısınmasına neden olur. Yıldızda dışarıya serbestçe kaçamayan ışınımın basıncı nedeniylede dış katmanlar büyük ölçüde genişler. Yıldız yeniden büzülmek zorunda kalır. Buda alternatif olarak yıldızda bir dizi salınıma yol açar. Bu salınım o yıldızın tesbihatıdır. Zaman zaman gezegenlerin zikirlerinin bu şekilde ortaya çıktıkları ölçülmüştür. 32 Yaradılışın başından itibaren olgunluğa erişene kadar geçirdiği aşamalarıyla birlikte (altı aşama) her hangi bir temel elementin oluşumu esnasında yaptığı tesbihatları örnek olarak işleyelim: Örneğin uranyum elementini ele alalım. Uranyumun yaradılışının birinci günü: Yukarıdaki ayetlerde Allah (c.c) ‘ın buyurduğu gibi yer, gök ve arasında ne kadar varlık varsa tamamı zerreden küreye içerdiği altı aşamasının ayrı ayrı tesbihatının olduğunu öğrenmiştik. Uranyum elementi atom yapısına kadar dört aşama içerdiği için önce bu dört aşamayı inceleyeceğiz. Yaratılışın ilk anlarında uranyumu oluşturacak ışık taneciklerinin Yaratıcımızın emriyle “Er Rahman” ismini tesbih ettiğini varsayalım. Bu demektir ki, uranyum atomunu meydana getirecek olan sayısız ışık zerrecikleri, sayısız defa “Er Rahman” ismini tesbih ediyordur. Şekil -2- Rahmanı tesbih eden ışık tanecikleri 33 Uranyum elementinin ikinci günü(aşaması) Uranyumu oluşturan ikinci aşama enerji taneciklerinin yaratıldığı gündür. Bir enerji taneciği trilyonlarca ışık taneciğinin bir araya toplanarak oluşturduğu yapıdır. Bu demektir ki trilyonlarca Rahman ismi de bir araya gelecek, bir tek ışık taneciğini oluşturacaktır. Bu oluşum aynı zamanda uranyumun yaratılmasında esmalar zincirinin başlangıcıdır. Her enerji taneciğini birer enerji topuna benzetecek olursak, bir enerji taneciğinin iç yapısı trilyonlarca Rahman ismini tesbih etmektedir. Bununla beraber enerji taneciği de ferdi olarak Allah’ın bir başka esmasını tesbih etmeye başlar. Şekil -3- enerji tanecikleri Yukarıdaki şekilde enerji taneciklerini görmekteyiz. 34 Enerji taneciği kendi iç tesbihatıyla beraber ferdi olarak El Alim ismini zikrettiğini varsayalım. Bir cam küre düşünün, bu cam kürenin içini Rahman ismini zikreden cam bilyelerle tıka basa doldurduğumuzu farz edin. Cam bilyeler kürenin içinde Rahman ismini tesbih ederken, cam kürede bu esnada ferdi olarak El alim ismini tesbih etmektedir. Yani buraya kadar iki esma tek bir yapıda gibi iç içe tesbih etmektedir. Uranyum elementinin üçüncü günü(aşaması): Uranyuma doğru yaradılış devam etmektedir. Bu aşamada trilyonlarca ışık taneciği, trilyonlarca Er Rahman ismini tesbih ederek bir tek enerji taneciğini oluşturmuştur. Trilyonlarca enerji taneciği de kendi içlerinde Er Rahman ismini tesbih ederek ve ferdi olarak ta trilyonlarca El Alim ismini tesbihe devam ederek bir araya toplanırlar bir tek balçık (kuark) taneciğini oluştururlar. Bununla beraber, balçık taneciği de vücuda gelince başka bir esma tesbih etmeye başlar. İlahi yaradılış sıralaması budur. Balçığın yaratılması esnasında trilyonlarca Er Rahman ismin tesbih eden ışık tanecikleri, trilyonlarca defa katlanarak yine trilyonlarca El Alim ismini tesbih eden enerji taneciği de bir tek balçık taneciğinin içine yerleştirilmiştir. Bu arada balçık taneciğinin de ferdi olarak El Hakim ismini tesbih etmeye başladığını farz edelim. Şekil -4- te uranyumu oluşturacak olan balçık taneciğinin iç içe tesbihatı görülmektedir. -35- Şekil -4- Balçığın (kuark) tesbihatı 36 Yukarıdaki örnekte verdiğimiz cam kürenin içindeki trilyonlarca cam bilye Er Rahman ismini tesbih ediyordu. Trilyonlarca içi Er rahman ismini tesbih eden ferdi olarak kendisi El Alim ismini tesbih eden cam kürelerin daha büyük bir cam kürenin içine dolduralım. En içteki ışık yapı Er Rahman ismini, onun üstündeki enerji yapı El Alim ismini, onun üstündeki balçık yapıda El Hakim ismini tesbih etmektedir. Şöyle bir örnek verecek olursak, bu yapı küresel bir buz parçası gibidir. Buzu oluşturan yapıyı incelersek, suyun gaz hali Er Rahman ismini tesbit etmektedir. İkinci aşamada suyu oluşturan trilyonlarca gaz molekülü su haline geçtikten sonra El Alim ismini zikretmeye başlar. Suyu dondurursak buz halinin de, El Hakim ismini tesbih ettiğini varsayalım. Ortaya çıkan durum iç içe El Hakim, El Alim ve Er Rahman isimleri aynı buz parçasının yapısında tesbihatına devam ederler. Bu arada bu esmalar zinciri üçüncü aşamaya kadar uranyum oluşumunu ilham olarak almıştır. Üç ayrı isim bir sonraki aşamada nasıl ve kaç adet elektron, proton ve nötronları oluşturacaklarının bilincine varmışlardır. Yaratıcıya, oluşum halindeki uranyumun yapısı ışıktan enerjiye, enerjiden balçığa her yapı harfiyen itaat etmektedir. Artık elementin şekil almaya başladığı yapı ilk halini almaya başlamıştır. Bununla beraber bilinci de artmıştır. Bu aşamadan sonra uranyumun elektronunu, protonunu ve nötronlarını hangi esmaların tesbihatı oluşturacaksa ilahi dizaynla balçık yapı ilham aldığı sıralamayı takip eder. 37 Uranyumun dördüncü günü (aşaması) Uranyumun yaratılmasının dördüncü aşamasında uranyumu oluşturan ışık yapı ve tesbihatı Er Rahman ismi Trilyonlar x trilyonlar x trilyonlarca sayıya ulaşmıştır. Uranyumun enerji yapısı ve tesbihatı El Alim ismi trilyonlar x trilyonlarca olmuştur. Şimdide trilyonlarca El Hakim ismini tesbih eden balçık (kuark) tanecikleri sırasıyla protonu, nötronu, elektronu, yani uranyum atomunu meydana getirecek tekmil yapıyı oluşturacaktır. Bu aşama aynı zamanda evrenin yaratılışının da dördüncü aşamasıdır. Bu esnada evren gaz halini almıştır. Bu oluşum, Kuran-ı Kerim’de “duman halindeki gök” tabiri ile ifade ediliyor. Artık gezegenlerin, gezegenleri meydana getiren tüm elementlerin, göğün ve arasındakilerin ayrılma, oluşma ve olgunlaşma vaktidir. Burada tecelliyat tecelli sahibine tam ve kusursuz itaat halindedir. Yaradılışın bu aşamasında yapıların bilinçleri olgunlaşmaya devam ederken tesbih ettikleri esmaların ve tesbihatlarının sayıları da rakamlara sığmamaktadır. Uranyumun bu aşamasında trilyonlarca balçık taneciği kendini oluşturan sayısız iç içe tesbihatlarıyla birlikte El Hakim ismini tesbih ederek bir adet protonu oluştururlar. Bu bir İlahi dizayndır. Proton vücut kazanınca kendi yapısına pozitif bir aktivite kazandıran Allah’ın ilham etmesiyle aldığı esmayı tesbih etmeye hak kazanır. Oluşumunu tamamlayan protonun “El Cami” ismini tesbih etmeye başladığını varsayalım. -38- Şekil -5- Protonun Tesbihatı -39- Şekil -6- Nötronun Tesbihatı -40- Şekil -7- Elektronun tesbihatı -41Aynı anda iç içe sayısız tesbihatlarıyla birlikte vücut kazanan proton taneciği El Cami esmasını tesbih etmeye başlar.(bak şekil -5-) Bu defa trilyonlarca balçık tanesi yine iç içe tesbihat zincirleriyle birlikte almış olduğu ilahi ilhamla bir adet nötron taneciğini oluştururlar. Nötron taneciği vücut kazanınca misal olarak El Veli ismini tesbih etmeye başlar. (bak şekil -6-) Yine aynı sıralamayla trilyonlarca balçık taneciği bu defa almış oldukları ilahi ilhamla bir araya gelerek elektron taneciğini oluştururlar.Vücut kazanan elektron taneciği ferdi olarak kendisine verilen esmayı tesbihata başlar. (misal olarak El Kadir esmasını tesbih etsin.)(bak şekil -7-) Bununla birlikte yaratılışın gereği olan alternatiflik te tamamlanmış olur. Proton pozitif, nötron yüksüz, elektronda negatif yüke,yapmış oldukları tesbihatlarından almış oldukları ilahi kudrete göre sahip olurlar. Uranyum oluşumu sıralamasında ışıktan protona,ışıktan nötrona, ışıktan elektrona kadar yaradılış sıralamasında balçık yapıya kadar üç değişik esmayı tesbih ederler. Balçık yapıdan sonra vücut kazanan elektron, proton, nötron ferdi olarak iç yapılarında aynı esmaları tesbih ederken, tek başlarına üç ayrı esmayı tesbih etmeye başlamalarının sebebi; uranyum atomunu oluşturmak için elektron, proton ve nötron sayılarının kaçar adet olacağının ilhamını bu esmalardan almalarıdır. Bu esmalar sıralaması uranyuma 238 elektron, 238 proton ve 238 nötron kazandırır ve uranyum elementi evrendeki yerini alır. 42 Diğer elementlerin yaratılışında da aynı sıralama, her aşamasında ayrı ayrı esmaları tesbih ederek vardır. Bu sıralamalar beşinci ve altıncı günlerde atomların birleşerek molekülleri oluşturmasıyla birlikte, moleküllerinde hak kazandıkları esmaların tesiriyle vücuda gelecek her türlü yapının, hava, su, toprak, meyveler, sebzeler v.s. nin, renk, biçim, koku, tat gibi özellikleri bu moleküllerin yapılarında bilgi olarak bu aşamada kaydedilmiştir. Bu bilgiler son aşamada yani altıncı günde hücrelerin içlerine yerleşirler. Dördüncü aşamada atomun yaradılışı ışıktan kuarka(balçık) trilyonlarca altı değişik esmanın tesbihatıyla tamamlanmıştır. Beşinci aşama için bir başka atomun değişik tesbihatlar zinciriyle yaratılıp, hangi maddenin molekülünü oluşturmaya programlanmışsa o atomla birleşmesi gerekir. Yaratılan her atom, yaratılışın kuralı gereği yukarda anlatıldığı gibi iç içe ve birbiriyle aynı olmayan esmaların birleşmesi ile oluşurlar. İşte yaradılışın beşinci aşamasına geçerken, evreni gaz bulutu halinde dolduran atomlar Allah’ın (c.c) emriyle, bilinçli olarak ve isteyerek bir araya gelip evrenin fiziksel yapısının temelini oluşturmuşlardır. “Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! Dedi.İkisi de ‘isteyerek geldik’ dediler.” Fussılet suresi -11Bu emrin tesiriyle moleküller ve hücreler Allah’a itaat ederek ve Allah’ın irade buyurduğu belirli çekim merkezlerinde toplanarak, yerleri (gezegenleri) oluşturmuşlardır. 43 Altı günde yaratılış, Yaratıcının “ Ol ” emriyle bir anda olmuştur. Yaratılışın son iki günü yerlerin ve göklerin ayrışmasını sağlamış, gaz bulutları belirli çekim merkezlerinde toplanarak gezegenleri oluşturmuş ve uzay boşluğu ortaya çıkmıştır. “De ki:gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkar edip O’na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, alemlerin Rabbidir. “ Fussilet suresi -9Yukarıdaki ayette yer olarak geçen yapı evrendeki bütün gezegenler, yıldızlar ve galaksilerdir. Yerlerin ve göklerin yaratılışı ve dengeye konuluşundan sonra evren içerisinde tecelliyat genişlemeye devam ettiği ve gezegenler arasındaki mesafeler birbirinden uzaklaştığı için evrende bir sükunet oluşmuş gibidir. “Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu.” Rahman suresi -7Atomların ve moleküllerin oluşturduğu gaz (duman) halindeki evrende atomların birleşerek molekülleri, moleküllerin birleşerek hücreleri, hücrelerin birleşerek gezegenleri(yerleri) oluşturması Kuran-ı Kerim’de göklerin ve yerlerin ayrılması olarak ifade ediliyor. “O inkar edenler görmüyorlarmı ki, (başlangıçta) göklerle yerler bitişik iken, Biz onları ayırdık…” Enbiya suresi -30Uranyum atomunun yaratılmasını yaratılışın aşamalarında atomlara kadar olan aşamayı anlatmak için örnek olarak anlatmıştık.Atom aşamasından sonra yukarıda anlatıldığı gibi atomlar molekülleri, moleküller hücreleri meydana getirerek altı aşama tamamlanacaktır. 44 Evren içerisindeki trilyonlarla ölçülemeyen sayıda ve hiç biri diğerine benzemeyen ayrı ayrı esmaların tesbihatı evrenin kendisini oluşturmuştur. Evrenin oluşma bilgileri evrenin beşinci aşamasında yaratılan moleküllere birer küçük levh-i mahfuz özelliği kazandırmıştır. Moleküller evrenin sırrının bilgi bankalarıdır. Allah (c.c) sonsuz irade ve kudretiyle moleküllerin yapılarına hangi maddenin yaratılması esnasında, nasıl ve hangi yapılarla birleşeceklerini şifreler halinde yerleştirmiştir. Dolayısıyla evrende olan en küçük hareket bile yaratıcısının emrinin dışında olamaz. Şekil -8- DNA’nın tesbihatı (molekülün) 45 Şekil sekizde görüldüğü gibi molekülü meydana getiren, ışık, enerji, balçık, elektron, nötron, proton sıralaması olmak şartıyla molekülün yaratılmasında en az iki atom birleştiği için 6 x 2 = 12 değişik esmanın bir saniye içerisinde katrilyonlarca defa tesbihatını, molekülün iç yapıları tesbih ederken, vücut kazanan molekül de fert olarak başka bir esmayı tesbih etmeye başlar.(mesela El Halim) Yaratılışın altıncı aşaması(günü) Altıncı aşamada, göklerin, yerin ve arasındakilerin yaratılması tamamlanmıştır. Bu aşamada moleküller Allah’ın (c.c) emriyle bir araya gelerek hücreleri oluştururlar, hücre kendini meydana getiren iç içe değişik esmaların tesbihatlarını varlığında cem ederek ferdi tesbihatına başlar. Misal; hücre “El Hay” esmasını tesbih etsin. Artık evreni oluşturan bütün yapılar yaratıcısının isimlerini sayısız defa tesbih etmektedir. Ve bu durum kıyamete kadar böyle sürecektir. Ve evren de Allah’ı ferdi olarak tesbih etmeye başlamıştır. Yine bu aşamada yerler, gökler ve arasındakiler kemal noktasına ulaşmıştır. Ve artık evren ve içindeki her varlık kendisine biçilen ömrünü tamamlayıp Allah’a doğru yolculuklarına başlamışlardır. Evren ve içindeki her varlık yaratılışından kendi kıyametine ve ötesine kadar yaratıcısına muhtaçtır. Evrendeki varlıklar bir taraftan asıllarına dönerken diğer taraftan yeni oluşumlar ve Allah’ın yaratma hali de sürmektedir. Çünkü yaratılış alternatiftir. Evrende yaratılan her şey doğum ve ölüm alternatifliğini yaşarlar. 46 Bu hali Allah (c.c) Kuran-ı Kerim’de kullarına şöyle beyan ediyor : “Göklerde ve yerde bulunan herkes O’ndan ister. O, her an yaratma halindedir.” Rahman suresi-29Yukarıdaki ayette vurgulandığı gibi Allah (c.c) yaratmayı sürdürmektedir. Bu yaratma hali daha önceden oluşan ve evrenin genişlemesiyle ifade edilen yayılma halinin içinde bulunan ışık, enerji, balçık, atom gibi yapıların fiziksel görünüme geçmeleri şeklindedir. “Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz.” Zariyat suresi -47Evrende yaratılan her varlık yukarıda anlattığımız gibi ışıktan hücreye, hücreden küreye her yapı iç içe zikirler sıralamasından oluşmuştur. Hatta evren dahi ferdi tesbihatı ile meşguldür. Bu aynı zamanda yüce Yaratıcımızın bir saliseden az bir süre içerisinde sayılarla ölçülemeyecek kadar, evrenin sonsuzluğunda tekrarlandığının ispatıdır. Allah’ın (c.c) bildiğimiz ve bilemediğimiz esmalarının ayrı ayrı bir araya gelmesi ve alternatif olarak tekrarlanması evreni kuşatan Allah’ın ilmindendir. Bu ilim yarattıklarıyla beraber sonsuzluğa yayılmıştır. Ve ışık taneciğinden kürelere kadar evreni ve içindekilerini kuşatmıştır. Allah’ın (c.c) ilmiyle evreni kuşatması aynı zamanda evreni bilinç sahibi yapmıştır. Çevremizde ve evrende algıladığımız ve algılayamadığımız her varlık bilinçli olarak Allah’ın emrindedir. -47“Arş’ı yüklenen ve birde onun çevresinde bulunanlar, Rab’lerini hamd ile tesbih ederler. O’na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! SENİN RAHMET VE İLMİN HER ŞEYİ KUŞATMIŞTIR. O halde tevbe eden ve senin yolunda gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru.(derler)” Mü’min suresi -7Yaradılış ve altı aşamasının her aşaması başlı başına birer bilim dalıdır. Evren iç içe tesbihatlarıyla ve kendisini kuşatan Allah’ın ilmiyle tam bir denge ve uyum içersindedir. “Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içerisinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Çevir de bak gözünü bir kusur görebilir misin? Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak, gözün bir kusur bulamadığı için eli boş ve bitkin olarak geri döner.” Mülk suresi -3,4Yukarda verdiğimiz örnekte, ışıktan hücreye yaratılışın altı aşamasında yapmış olduğu tesbihatları sıralayacak olursak aşağıdaki şekilde tesbihatlar zinciri ile karşılaşırız. Şekil dokuzda görüldüğü gibi atomun ışık yapısı birinci aşamada yaratılır ve ışık tanecikleri Er Rahman ismini, Işık taneciklerinin bir araya gelerek oluşturdukları enerji yapı El Alim ismini, enerji taneciklerinin bir araya gelerek oluşturdukları balçık yapı (kuark) El Hakim ismini, balçık taneciklerinin bir araya gelerek oluşturdukları atomun protonları El Cami ismini, nötronları El Veli ismini, elektronları El Kadir ismini tesbih etmektedir 48 Bu aşamadan sonra Elektron, proton ve nötronların bir araya gelerek oluşturdukları atomların en az iki tanesi bir araya gelerek molekülü oluştururlar. Molekül ferdi olarak El Halim ismini tesbih eder. Moleküller bir araya gelerek hücreleri oluştururlar, hücrelerde kendi iç tesbihatlarıyla birlikte misal olarak verdiğimiz örnekte El Hay ismini tesbih etmektedir. Şekil -9Altı aşamanın tesbihatının misali anlatımı -49- TESBİHATLAR VE FREKANSLAR 50 Geçtiğimiz sayfalarda bahsettiğimiz gibi yaratılış alternatiftir. Allah (c.c) birdir, eşi benzeri ve kendine dengi asla olamaz. Bu sebeple yarattığı her varlık alternatiflik içerir. Bu alternatiflikler artı – eksi, gece – gündüz, doğum – ölüm, cennet – cehennem v.s , bu örnekleri çoğaltabiliriz. Yaratılıştaki alternatiflik aynı zamanda Allah’ın sonsuz kudretine muhtaçtır. Alternatiflik Allah’ın evrenin nizamına koyduğu aynı zamanda çift yaratılış kuralıdır. Çift yaratılış evrenin ve evreni oluşturan yapıların alternatifliğidir. “Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.” Zariyat suresi -49- Şekil -10- -51Yaratılışın ilk aşaması çok şiddetli ışık idi, ışık tanecikleri ışık hüzmesini oluşturduğunda yapısı gereği ışık huzmesinin bir tek telini incelersek o ışık telinin alternatif bir yapıya sahip olduğunu görürüz. Bu ışığın alternatifliği aynı zamanda ışığın frekansıdır. İlk yaratılıştaki ışığın frekansını günümüzde kullanılan frekans ölçerlerle (osilaskop gibi) algılamak mümkün değildir. Çünkü ilk yaratılıştaki ışığın frekans aralıkları şiddetinden dolayı çok sıktır. Gerek ilk yaratılıştaki ışık olsun, gerekse günümüzde algıladığımız ilk yaratılıştaki ışığa göre çok zayıf olan ışığın yayınlamış olduğu frekansları, bu ışık yapıların tesbihatlarının titreşimleridir. Bu frekansları günümüz teknolojisiyle inceleyecek olursak şöyle bir örnek verebiliriz. Mikrofona Allah ismini söylersek ses dalgaları mikrofondan elektrik enerjisine dönüşerek,sesin dalga boylarına göre aynı aralıktaki frekansa dönüşür. Bilindiği gibi elektrik akımı elektron akışıdır. (elektrik akımının frekanslarını elektronların tesbihatları oluşturur,elektrik her ne kadar alternatif akım ve doğru akım olarak ikiye ayrılsada doğru akım frekanslarının sıklığı sebebiyle yayınlamış olduğu dalga boyları frekans ölçerlerde salınımsız,düz bir çizgi gibi görünür.) Mikrofona okuduğumuz Allah isminin kablolardan frekanslar halinde geçerek her hangi bir frekans ölçer cihazının ekranında Allah ismini frekans dalgaları halinde görürüz.( Bak şekil 11) ışıktan maddeye altı aşamada yaratılan ve sonrada hücrelerin bir araya gelmesiyle vücut sahibi olan her varlık, yaratılışının her aşamasında bu frekanslarla yaratılmıştır. -52- Dikkat edilirse esmaların tesbihat sayısı yaratılan madde ışık halindeyken katrilyonların ötesinde adete sahipken ışık taneciklerinin birleşerek oluşturdukları enerji taneciklerinin tesbihat sayısı ışık taneciklerinin tesbihat sayısına göre daha azdır. Bu sıralamada evrenin oluşumuna gelene kadar aşama aşama tesbihat sayısı azalır. Çünkü çoklar birleşerek her aşamada tekleri oluştururlar. Evrene gelince evren tek olduğu için tesbihatıda tektir. Evren yaratılışının başlangıcında ferdi olarak tesbih etmeye başladığı tek ismi kendi kıyametine kadar bir defa tesbih eder. Evrenin ferdi tesbihatı bittiği zaman evren kendi varlığının içine çökerek yok olacaktır. Bu aşamada yaratılış tersine dönecek yaratılan her varlığın tesbihatı geriye doğru akarak ilk yaratılıştaki çok şiddetli ısı ve ışığın oluştuğu haline gelecek ve kıyamet kopmuş olacaktır. -53Hatta kıyametin kopma esnasında yaratılışın ilk halindeki çok şiddetli ışık ve ısıya gelmeden hemen önce evrenin ve gök yüzünün almış olduğu hali Kuran-ı Kerim şu şekilde ifade ediliyor: “O gün gökyüzü, erimiş maden gibi olur.” Mearic suresi -8Yukarıdaki ayette evrenin nasıl bir hal alacağına Allah (c.c) açık açık bildiriyor. Erimiş madenin nasıl bir renge sahip olduğu herkesçe malumdur. “Gök yarılıp da kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu zaman,” Rahman suresi -37Evren kıyamet halinde dahi Allah’ın emriyle yapmış olduğu tesbihattan kesinlikle ödün vermez. Evrenin yaratılışı ve bitişi esmaların tesbihatıdır. Evrenin başlangıcı ve bitişi çok şiddetli ısı ve ışıktır. O halde, evrendeki ilim ışıktan hücrelere gelinceye kadar birbirlerinin içine frekanslar zincirleriyle yerleştirilmiştir. Bu bilim yüklü frekanslar genellikle moleküllerde bulunur. Moleküllerle birlikte hücrelerin içerisinde yer alırlar. Bu günün teknolojisiyle bu bilgiler kısmen bilgisayarlar aracılığıyla çözümlenmeye başlamıştır. Örneğin D.N.A moleküllerinde bu bilgiler hangi varlığı oluşturacaklarsa o varlığın doğumdan ölüme bütün bilgileriyle donatılmıştır. Ve her D.N.A. kendisine has ayetler içerir. “Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır.” Zariyat suresi -20- 54 Örneğin bir gül ağacının D.N.A. larında, gülün tohumundan meyvesine, meyvesinden tekrar tohum oluşum aşamasına kadar o gülün alacağı besin miktarı, hücre sayısı, gövde ve yapraklarındaki suyun akışı, yapraklarındaki nefes alma deliklerinin sayısı, gövde ve yaprak renkleri, gül tomurcuklarının sayısı, tomurcukların ebatları, gülün açma süresi, gül yapraklarının rengi,kokusu v.s. tamamen kayıtlıdır. Bu aynı zamanda Allah’ın ilmi ile yarattıklarını kuşatmasıdır. Günümüzde gen bilimiyle uğraşanlar her ne kadar bazı bitkilerin genleriyle oynayıp verimliliklerini artırmaya çalışsalar da üzerinde çalıştıkları bitkinin verimi, genlerinin oynanmasıyla bir ekim ve hasat süresi bir artar. D.N.A.’sıyla oynanmış herhangi bir bitki ekildikten sonra vereceği ürün fazla olsa da bu alınan ürünün tohumlarını ertesi yıl tekrar ektiğimizde o tohumun D.N.A.’sı ilk halini almış olarak ürün verir. Yani aslına döner. Çünkü D.N.A.’larda dışarıdan müdahale ile bozulan dengelerin otomatik olarak düzeltilmesi bilgisi o D.N.A.’lara Allah tarafından yerleştirilmiştir. Örneğin ayçiçeği tarımıyla uğraşanlar bilirler; doğal haliyle ekilmiş, D.N.A. larıyla oynanmamış, tohumlardan yetişen ayçiçekleri, büyüyüp baş verdiklerinde bu ayçiçeklerinin başları sabah güneşin doğuşuyla birlikte radar gibi güneşe kilitlenirler ve güneş batana kadar o tarladaki bütün ayçiçekleri hiza ve disiplinlerini bozmadan güneşi takip ederler. Dışardan bakıldığında o tarlada hiçbir düzensizlik ve başka bir yöne bakan ayçiçeği başı göremezsiniz. 55 D.N.A.larıyla oynanmış tohumlardan ekilmiş bir tarlada yetişen ayçiçeklerini gözlemlediğimizde, D.N.A. larındaki yetişme emirleri sıralaması dışarıdan müdahale ile bozulduğu için o ayçiçeklerinin başlarının birçoğu ürettiği tohumların çokluğundan ve dengesizliğinden dolayı sabah güneş doğduğunda güneşe kilitlenemezler. Çok az bir kısmı güneşi takip eder. Diğerleri de güneş ışıklarını takip etmekte zorlanır. O tarladaki görüntüde bir düzensizlik, disiplinsizlik görülür. Ayçiçeklerinin başları sağa sola dönmüştür, bir kısmıda ağırlığından başı kopacakmış gibi yere doğru eğilmiştir. D.N.A sıyla oynanmış ayçiçeği ekildikten sonra alınan tohumları ertesi yıl yeniden ekerseniz yeniden yetişen o ayçiçeklerinin sabah güneş açıp akşam batıncaya kadar belirli bir düzen ve disiplin içerisinde, güneşi takip ettiklerini görürsünüz. Çünkü o tohumlar almış oldukları ilahi emirle kendi kendilerini düzelterek aslına dönmüştür. Kuran-ı Kerimde ilk muhattab alınan varlık insandır ve insanı muhattab alan Kuran o insanın şekline,boyuna bosuna, zenginliğine, fakirliğine, mesleğine, etiketine ve kariyerine hitap etmez.Kura insana hitap eder. Geçmişte de olduğu gibi bugün yaşayan tüm akıl sahibi insanlara ve kıyamete kadar gelecek insanlara değil dünyamız gibi nice gezegenlerin insanlarına hitab eder. Bundan sonraki bölümde kuran ın kendisine muhattab aldığı Allah ın içlerinden kendisine halifeler seçtiği insanın altı aşamalı yaratılışını ve bu aşamalarda insana verilen üstün özellikleri anlatacağız. 56 İNSANIN ALTI YARATILIŞ AŞAMASI 57 Kitabımızın başında da belirtmiştik.Yaradılışın ana nedeni insandır.Çünkü rabbimiz insanı ve evreni yaratmadan evvel bilinmek istemiştir.Bu Allah’ın muradıdır.Allah’ın bilinmekliğini istemesi zatının ama konumundayken murad olunmuştur. Sahabelerden bir gurup Resulullah (sav) Efendimize sorarlar : _“Ya Resulullah Allah mevcudatı yaratmadan önce neredeydi?” Resulullah efendimiz cevaben : _ “Ama’daydı.”Buyurmuşlardır. Yaratılıştan kıyamete kadar evren içerisinden geçen ve gelecek ne kadar insan varsa hepsini de yaratılışa şahit tutmuştur. Yani Allah’ın zatından zatına tecelliyatının başlangıç anıyla beraber insan yaratılmış,ilimle donatılmış ve rabbimiz bize bizzat kendi tarafından tanıtılmıştır. Yaratılıştan kıyamete kadar ne kadar insan varsa bunların hepsi tecelliyat anında kendi yaratılışlarına ve evrenin yaratılışına şahit olmuşlardır. “ Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki:Ben sizin Rabbiniz değil miyim?(onlarda),Evet (buna) şahit olduk, dediler. Araf suresi 172. Yukarıdaki ayette insan neslinin atalarının bellerinden süzülüp çıkarılmasından maksat kıyamete kadar fiziksel bedenlere gelmiş bütün insanların Allah tarafından insana göre zamanın gerisine doğru alınmış ve Allah’ın zamansızlık ortamında insanlar kendi yaratılışlarına şahit tutulmuşlardır. 58 İnsanın yaratılması da evrenin ve içindekilerin yaratılması gibi altı aşamada oluşmuştur.İnsanın yaratılış aşamaları Kuran-ı Kerimde Tin Suresinde anlatılmıştır. “İncire,zeytine,Sina dağına ve şu emin beldeye yemin ederim ki, Biz insanı en güzel biçimde yarattık sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” Tin suresi 1-2-3-4-5Yukarıdaki ayetlerde ismi geçen incir ve zeytin bu güne kadar herhangi bir belde ismi veya kutsal meyveler olarak algılanmıştır. Kuran tefsircileri tarafından, belki de zamanı gelmediği için incir ve zeytinin gerçekten hangi manaya işaret ettiğini açıklayamamışlardır. Oysa Kuran-ı Kerimin Tin suresinde geçen incir ve zeytin, ışıktan-hücreye kadar olan yaratılışın altı aşamasını işaret etmektedir. Evren altı aşamada yaratıldığı gibi insanında yaratılışı altı aşama içerisindedir. Şimdi Tin suresinde geçen incirin, insanın yaratılışında hangi aşamaları kapsadığını inceleyelim. Allah (c.c) Kuran-ı Kerimde kullarına hitap ederken yemin ederek başladığı ayetlerin derinliklerine kudretinin ve ilminin bir çok sırlarını gizlemiştir. İnsanın en güzel biçimde yaratılışı da böyle muhteşem ve sırlarla dolu bir yeminle başlıyor. Burada hangi yaratılmış varlıklara yemin ediliyorsa o varlıkların yaratılmasındaki derin sırları görmek lazım. Hatırlarsanız evrenin yaratılmasını anlatırken yaratılış aşamalarındaki bir araya gelen ışık, enerji, balçık taneciklerinin Allah’ın esmalarını tesbih etmelerini iç içe geçmiş cam kürelerle anlatmıştık. İncirde yapı olarak cam küreler örneğine benziyor. -59Bir tane incir meyvesinin iç yapısını incelersek yüzlerce çekirdek tanecikleriyle karşılaşırız. İncir çekirdeklerini meydana getiren iç yapısına da göz atarsak binlerce taneciğin bir araya geldiğini görürüz. Şekil -12- incirin kesiti Yukarıda görüldüğü gibi inciri bir balçık (kuark) taneciği gibi düşünürsek incirin içerisinde ki yüzlerce çekirdek ve çekirdeği meydana getiren yapı, balçığı ve meydana getiren altyapıyı andırmaktadır. -60İncir çekirdeklerinin özü sayısız taneciklerden oluşur. Bu tanecikler,Allah tarafından kendisine ilham olunan Allah’ın bir esması ile tesbihat halindedir. Çekirdeği meydana getiren milyonlarca öz tanecikler bir adet incir çekirdeğini oluşturur. Yüzlerce incir çekirdeği de kendisine ilham edilen tesbihatla beraber bir incir meyvesinin içerisinde bulunurlar ve incirde kendisinin ferdi tesbihatıyla meşguldür. O halde incir ışıktan balçık yapıya kadar üç aşamayı temsilen Kuran-ı Kerimde ifade edilmiştir. İşte incirin bu yapısı ayette Allah (c.c.) ın yeminine mazhar olmuştur. Bu yalnızca, yemin edilen incirin sırlarından bir tanesidir. Şekil-13- incirle temsil edilen yaratılışın üç aşaması. 61 Kuran-ı Kerim’in Tin suresinde yemin edilen objelerin biri de zeytindir. Allah’ın (c.c.) üzerine yemin ettiği zeytin de yaradılış biçimiyle o yeminin sırlarını varlığında taşır. Tin suresinde insanın en güzel yaradılış sıralamasında geçen zeytin,yaradılışın son üç aşamasını temsil eder. Zeytin yapısı itibarıyla genelde oval biçimdedir. Bir zeytini uzun kısımlarından çekirdeğiyle beraber boydan boya tam ortadan kestiğimiz zaman ortaya çıkan zeytin kesitinin görüntüsü tıpatıp bir hücreyi andırır. Dikkatli baktığınız zaman zeytinin en dışında hücre zarı, zeytin ile çekirdek arasında plazma yapı vardır. Yani zarıyla, plazma yapısıyla ve çekirdeğiyle hücrenin ikizidir. Şekil -14- zeytinin kesiti 62 Şekil 14 te görüldüğü gibi zeytinin kesiti hücreye benzer. Kuran-ı Kerimde üzerine yemin edilen zeytinin sırlarından bir tanesi de budur. Zeytin insanın yaratılışının atomdan hücreye kadar olan son üç aşamasını temsilen Kuran-ı Kerim’deki Tin suresinde (ahsen-i takvim) en güzel biçimde yaratılış sıralamasını içerir. İşte Allah (c.c.) boş yere incire ve zeytine yemin etmemiştir. Allah’ın (c.c.) yemin ettiği ayetlerin altında işte böyle sırlar vardır. Ayetler aynı zamanda düşünüp ibret ve öğüt almamız içindir. Kuran-ı Kerimin insanlara verdiği ibret ve öğüdü alan insan bilgeliğe ulaşır. “Hala Kuran üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer O Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.” Nisa suresi -82“ ( Resulüm) sana bu kitab’ı ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” Sad suresi -29İşte insanın yukarıdaki ayetlerde Yaratıcısının kullarından istediği gibi, Kuran’ı Kerim’i okuyup ayetler üzerinde derin derin tefekkür ederek (bu en büyük ibadetlerden biridir ve insanı Allah’a çok çabuk yaklaştırır.) Kuran-ı kerim’in ayetlerinin derinliklerindeki yüksek bilimleri tahsil etmesi lazımdır. İbadetle birlikte tefekkür insanı,insan-ı kamil noktasına ulaştırır. İnsan-ı kamil noktası şeytanın insana müdahale edemediği, vesvese veremediği, Allah’ın kuluna lütfettiği müstesna bir makamdır. 63 Yüce Yaratıcımız Tin suresinde insanın en güzel biçimde yaratılış sıralamasını (ahsen-i takvim) ifade buyururken üzerine yemin ettiği incirle, yaratılışın ışık (nur), enerji (öz ateş), kuark(balçık) aşamasını kastetmiştir. Üzerine yemin ettiği zeytinle de, insanın yaratılışında son üç aşama olan atomlar, moleküller ve hücreleri kastetmiştir. İnsanın yaratılması da ahsen-i takvim sıralamasında, evrenin yaratılmasında olduğu gibi ışıktan hücreye Allah’ın sayısız esmalarının tesbihatlarıyla donatılmıştır. Kısaca insanın fiziksel vücudu ışıktan hücreye kadar iç içe geçmiş Allah’ın esmalarının tesbihatları zinciridir. İnsan baştan aşağı bilerek veya bilmeyerek bütün yapısıyla bir salisenin milyonda biri süre içinde sayısız defa Allah’ın esmalarını zikreder. Bu sebeple insanların yapılarına hakaret etmek, darp etmek ve insanı öldürmek Allah’a karşı gelmektir. İnsan vücudunu meydana getiren Allah’ın doksan dokuz esması dahil ve bu esmaların dışındaki bilmediğimiz esmaların tamamı aynı zamanda levh-i mahfuzda kayıtlıdır. Evreni kuşatan esmaların tamamı Allah’ın ilmidir. Bu esmaların tamamı evrenin bir modeli olan insanda da bulunduğu için, insanı ışıktan hücreye meydana getiren yapının tesbih ettiği esmalar evreni kuşatan esmaların sayısı kadardır. Bu sebeple insan Kuran’la aynıdır. Bu hususta Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuştur. “ İnsan ve Kuran iki ikizdir.” İnsanın varlığı böyle yüce bir yaratılışa sahiptir. Bu sebeple insana değil fikirlerine mücadele verilmelidir. 64 Şekil -15İncirin ve zeytinin yukarıdaki şemada yaratılış sıralamasındaki altı aşaması temsili olarak gösterilmiştir. 65 Tin suresinin ilk ayeti Yüce Allah’ın yeminiyle başlayan ve biten, insanın en güzel yaratılış biçimini (ahsen-i takvim ) , yaratılış sıralamasını ve üstün yaratılışını ifade buyuruyor. Şimdi ilk ayetteki yeminin sırrını başka bir açıdan inceleyelim ; Hatırlarsanız Allah (c.c.) insanları yaratılışlarına ve evrenin yaratılışına şahit tutmuştu. Ahzap suresi 172. ayette belirtildiği gibi, Allah insanı ve zurriyetini yani yaratılıştan kıyamete kadar evren içerisinde gelip geçecek tüm insanları ışık(nur) bedenlerde, daha sonra yeryüzünde imtihan etmek üzere bilgilendirmişti. İnsanlar ilk yaratılış anında ışık bedenlerdeydi çünkü yaratılışın başlangıç anındaki Allah’ın zatından zatına tecellisiyle oluşan milyarlarca derecelik ısı ve şiddeti çok yüksek ışık altında fiziksel bedenin varlığı olamayacağı gibi, fiziksel bedenlerde beş duyuya indirilmiş algılaması o ortamda hiçbir şeye yaramazdı. Big Bang teorisini ortaya koyan astrofizikçiler de yaratılış anındaki ışığın ve ısının çok yüksek derecelerde olduğunu ispatlamıştır. Günümüz bilimi bunu kabul etmektedir. İnsanın hücre tuğlalarından oluşmuş fiziksel bedeni normalde 50o’lik bir ısıya bile dayanamaz. Oysa yaratılış anlarında milyarlarca derecelik ısı meydana gelmiştir . O halde ilk yaratılış anında insan çok latif ve ısıdan etkilenmeyen, bildiğimiz ışığın çok ötesinde nur üstüne nur yani şiddetli ışık bir bedenle yaratılışa şahit olmuştur. İşte Tin suresinin ilk ayetlerinde bu bedenlere işaret eder. 66 İnsanın yaratıcısına halife olabilmesi için,diğer yaratıklardan (melekler, cinler ve şeytanlar) yaratılış bakımından da üstün olması lazımdır. İnsan diğer yaratılan bilinçli varlıklara göre bilgelik bakımından da üstün yaratılmıştır. Bu üstünlük Bakara ve Hicr surelerinde Allah (c.c.) tarafından açıkça beyan edilmiştir. Ve Allah (c.c.) diğer yaratılan bilinçli varlıklara göre insanı daha şerefli kılmıştır. “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık: kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın bir çoğundan cidden üstün kıldık.” Isra suresi -70Bütün insanlar dünyaya gelmeden önce bilgedir ve alimdir. Dünyaya gelince (fiziksel bedenlere indirilince) bu bilgeliğimiz de esfel-i safiline (aşağıların aşağısına) indirilmiştir. Esfel-i safiline nasıl indirildiğimizi anlamamız için insanın yaratılış sıralamasında geçirmiş olduğu yaratılış aşamalarını bilmemiz gerekir. Ondan sonra insan kaç defa ve kaç çeşit esfel-i safiline indirilmiştir ? Bunları tek tek inceleyeceğiz. İlk yaratılış anında sadece insanlar vardı. Yaratıcısının hitabı karşısında insanların geneli söz verip secde etmiştir. “… Ben sizin Rabbiniz değil miyim?(onlarda) Evet,şahit olduk.dediler” Araf suresi -172- -67Yukarıdaki ayette açıkça ifade edilen Allah ile insan arasındaki ahitleşme sırasında henüz melekler ve cinler yaratılmamıştır. İnsan, Rabbinin huzurunda mevcudatın muhteşem yaratılışına ve kendi yaratılışına şahit olarak bir anda yerin göğün ve arasında yaratılan her varlığın sırrına vakıf olarak secdeye kapanmıştır. Allah ile insanların baş başa olduğu bu süre içerisinde (çünkü diğer bilinçli varlıklar henüz yaratılmamıştı.) İnsanların, Allah ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Hitabının karşısında “Evet sen bizim ve tüm mevcudatın Rabbisin.” Deyip ilk secde edenleri o anda Allah’a halifeliğe hak kazanmış ve ilm-i ledün sahibi olmuşlardır. Bu insanlar, dünya hayatına indirildiklerinde buluğ çağına ermeden Allah’ın varlığını ve ilk yaratılış anında Allah ile olan ahitlerini hatırlayıp, daha o çağlarda yüksek iman sahibi olurlar. Bu insanların önde gelenleri Peygamberlerdir. Peygamberlerin önde geleni ise, Resulullah (s.a.v) Efendimizdir. Peygamberlerden sonra önde gelen o insan-ı kamillerdir.Bu insanlar peygamberlerin ilim yönünden mirasçılarıdır. İşte bu insanlar sadece beden olarak esfel-i safiline indirilmiştir. Ve bu boyuttan hemen kurtulurlar, ilk yaratılışlarındaki ışık bedenlerini ile fiziksel bedenlerini birlikte beraber kullanabilirler. Yani duruma göre ışık veya enerji bedenlerini, duruma göre fiziksel bedenlerini kullanırlar. Bu yüksek yetenekler Allah’ın kendisine halife seçtiği insanlara ikramıdır. 68 İNSANIN YARATILIŞTAÜSTÜNLÜĞÜ IŞIK BEDEN. ENERJİ BEDEN BALÇIK BEDEN -69Allah (c.c) yeri göğü ve arasındakileri altı günde yarattığına göre insanı bu yaradılış sıralamasında ayrı tutmamıştır.İnsan ışık bedene, fiziksel bedene gelene kadar altı aşama geçirmiştir. Bu insanın en güzel yaradılış biçimidir.(Ahsen-i takvim) İşte bu yaradılış sıralaması Tin Suresinde geçen İncir ve zeytin arasıdır. İnsanın yaratılışının 1.günü (Aşaması) Şekil -16İnsanın yaratılışının 1.günü İnsan evrenin yaratılışından önce kendi yaratılışına ve evrenin yaratılışına Allah’ın dilemesiyle çok yüksek ve latif ışık vücutlarda ve akıl sahibi olarak şahit olmuştur. Bu insanın yaratılışının birinci günüdür. İnsan, ışık bedenlerde yüksek ilim sahibidir. Ve yaratılış derecelerinin en üstündedir. İnsanlar birinci Esfel-i Safilin olan dünya hayatındaki fiziksel bedenlere gelene kadar akıl ve ilim sahibi olarak ışık bedenlerde kalırlar. 70 Yaratılışın birinci gününde Allah(c.c) İnsanın yaratılışından hemen sonra melekleri yaratmıştır. Meleklerin yapıları da ışıktır.(nurdur) İnsanın nur yapısı meleklerin nur yapısından bir derece daha hassas ve önceliklidir. Bu sebepten Resulullah(sav) Efendimiz’e Miraç yolculuğunda refakat eden Cebrail (as) Sidre-tül Münteha noktasından ileriye geçememiştir. “Bu noktadan öteye geçersem yanarım demiştir.” Sidre-tül Münteha Allah’ın zatından zatına tecellisinin ilk anıdır.Dolayısıyla nur üstüne nurdur. Yani ışık şiddeti en üst noktadadır. Meleklerin yapısı sadece nurdur. Nur üstüne nur yapıda sadece nur yapı olduğundan mahvolur.(yanar) Peygamber (sav) Efendimizin miraç yolculuğu ışık ve enerji bedenlerin ispatıdır.Peygamber (sav) Efendimiz Mescid-i Haramdan Mescid-i aksaya (aralarında kilometrelerce mesafe vardır) bir anda seyahat etmiştir. Bu yolculuk enerji bedenle saliseler içinde olmuştur. Çünkü insanın enerji bedeninin sürati bildiğimiz ışığın süratinden daha fazladır. Bilindiği gibi ışık saniyede 300 bin kilometre yol alır. Buradan da anlaşıldığı gibi Peygamber (sav) Efendimiz Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksaya enerji bedenle gitmiştir. Mescid-i Aksadan Sidre-tül Münteha’ya ise nur bedenle seyahat etmiştir. Yani Peygamber (sav) Efendimiz Miraç yolculuğunda Allah’ın insanlara lutfettiği enerji ve ışık bedenlerini kullanmıştır. Peygamber (sav) Efendimiz’in bu seyahati esnasında bindiği farzedilen Burak isimli binek aslında Arapça da (Bark) yani yıldırım ışığı anlamına gelir. 71 İnsanın yaradılışının ikinci günü (aşaması) ; Yaradılışın ikinci gününde ışık tanecikleri bir araya toplanarak enerji taneciklerini oluşturduğu için insan da enerji beden sahibi olmuştur. Bu aşamada enerji varlıklar (cinler ve şeytanlar) yaratılmışlardır. Şekil -17- insanın yaratılışın 2.günü Elbette Allah (c.c) içlerinden kendisine halifeler seçeceği ve bu halifelere yerleri ve gökleri emanet edeceği için insana üç bedenli olmayı ve bu bedenleri kullanmak için en üst derecede ilim ihsan etmiştir. Çünkü halife insan aynı zamanda görevi gereği enerji varlıklarla da muhatap olur. (cinler) Resulullah (sav) Efendimiz insanlara peygamber olarak geldiği gibi cinlerinde peygamberidir. Bu konuyu Anka Kuşu ve Kaf Dağı ile ilgili bölümlerde daha detaylı olarak açıklayacağız. 72 Enerji beden, insanın emanet olarak aldığı evrenin sınırları içerisinde görev yapabilmesi için Allah (c.c) tarafından insana verilmiş bir lütuftur. Çünkü fiziksel bedenle insan evren içerisinde görev yapamaz.Havaya, suya, gıdaya ve evrenin her noktasına çok kısa bir sürede gidebilmesi için sürate ihtiyacı vardır. Enerji bedenin sürati bildiğimiz ışığın süratinden çok çok fazladır. İnsan enerji bedenle bildiğimiz ışığın hızında hareket etse çapı 40 bin kilometre olan dünyanın etrafını ekvator hizasından bir saniyede yaklaşık yedi buçuk defa döner. Bu örnekten hızı saniyede milyonlarca kilometreyi aşan enerji bedenli bir insanın evren içindeki gidebileceği noktaları siz düşünün.. İnsanın enerji bedene sahip olduğunun en büyük delillerinden bir tanesini Resulullah (sav) Efendimizin şu mübarek sözlerinde buluyoruz; “Sizinle beraber bir cin kardeşiniz doğar, sizinle beraber yaşar ve sizinle beraber ölür.” Yukarıdaki hadis-i Şerifte bahsedilen insanın hayatını birlikte geçirdiği cin kardeşi o insanın enerji bedenidir. Enerji bedenlerin varlığı günümüzde bilimsel olarak Kirlian fotoğraf tekniğiyle ile ortaya çıkmıştır. Bu teknikle çekilen fotoğraflarla insan ve evrendeki varlıkların yaratılışlarının ikinci gününde kazandıkları enerji bedenlerinin yaymış oldukları ışınları açık açık görebiliyoruz. Günümüzde teknoloji burnumuzun dibinde olan aya gitmek için milyarlarca dolar masraf ederken enerji bedenini kullanan İnsan-ı Kamillerden birisi olan Muhyiddin-i Arabi Hazretleri şöyle diyor; 73 _“İnsanoğlu bir gün gelecek uzayda seyahat edecektir. Merihe uğradıklarında benim onlara bırakmış olduğum bazı iz ve işaretleri göreceklerdir.” Muhyiddin-i Arabi Hazretleri’nin yukarıdaki sözü evren içerisinde seyahat ettiğinin bir işaretidir. Bu zat gibi daha nice insan-ı kamiller evren içerisinde halifelik görevlerinden evrenle ilgili almış oldukları emirleri yerine getirmek için seyahatler yapmıştır. Bu insanların harika hallerini ve yaşayışlarını ileriki sayfalarda örnekleyeceğiz. İnsanın sadece dünyada veya bulunduğu gezegende değil evren içerisinde de serbestçe gezebildiğini Kuran-ı Kerimin şu ayeti de teyit ediyor. “Semada da rızkınız ve size vadedilen başka şeyler vardır. Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.” Zariyat Suresi 22-23 Yukarıdaki ayette insanlara Allah’ın bildirdiği gibi evren içerisinde insanın maddi ve manevi alması gereken rızıkları vardır. Maddi rızıklar fiziksel bedenlerin ihtiyacını giderir,manevi rızıklar ise insanın tekamül yolundaki son noktaya ulaşabilmesi için ilk yaratılışında almış olduğu ve fiziksel bedenlere indirilince unutturulduğu ama DNA larında kayıtlı olan ilimleri hatırlaması için evren içerisinde gezerek yerinde görüp, o ilimleri tahsil etmesidir. İşte bu durum yukarıdaki ayette insana vaat edilen manevi rızıklardan bir tanesidir. 74 İnsanın üçüncü günü (aşaması) İnsan yaratılışının üçüncü gününde ışık ve enerji bedeninin iç içe birleşmesiyle, maddenin yaratılışındaki sıralamada olduğu gibi balçık yapının oluşmasıyla balçık bedene (fiziksel bedene) sahip olmuştur. “Allah insanı,pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.” Rahman Suresi 14 Yukarıdaki ayette geçen pişmiş çamura benzeyen balçık enerji yapının maddeye geçişinin ilk halidir. Yani atom elemanlarını meydana getiren en küçük yapıtaşıdır. (kuark) Dolayısıyla insanın fiziksel bedenlerinin yaratılışı evrendeki yapıların (gezegenler vs.) oluşmasından önce yaratıldığından aynı zamanda insanın yaratılışı evrene model teşkil etmiştir. Meleklerin bir tek ışık bedeni vardır, cin taifesinin ikinci günde yaratılmasına ışık ve enerji yapılarının bulunmasına rağmen onlara ışık yapıya geçme veya balçık yapıya geçme (fiziksel bedene) izni ve yeteneği verilmemiştir.Ve enerji yapıdaki varlıklar (cinler ve şeytanlar) insanlar gibi kendi yaratılışlarına şahit tutulmamışlardır. Bu nedenle enerji yaratıklar ilim yönünden düşük seviyededirler. “Ben onları (iblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit tuttum. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.” Kehf Suresi 51 75 İnsan için yaradılışının üçüncü aşamasının yani balçık bedene (fiziksel beden) geçişinin en büyük özelliklerinden biri de şudur; O esnada henüz evrendeki gezegenler ve diğer yapılar bir araya getirilmemişlerdir. Kuran-ı Kerimin tabiriyle evren o an duman halindedir. Bununla birlikte tüm insanlığı temsilen Adem (as) ın fiziksel bedeni, alt yapıları ışık ve enerji olan balçık taneciklerinin bir araya getirilmesiyle önce atom yapıya sonra molekül ve hücre yapısına Allah (c.c) tarafından getirilerek yaratılmıştır. İnsan yaratılışının bu aşamasında fiziksel bedene geçmekle birlikte birinci esfel-i safiline de indirilmiş olur. Bundan sonra evrende ki yapılar bir araya getirilerek gezegenler, güneş sistemleri, galaksiler vs. yaratılarak insanın fiziksel bedeninin gereksinimlerini yerine getirmek için evrende birinci esfel-i safiline indirilir. Kuran-ı Kerimin Tin suresinde zeytinle temsil edilen atom, molekül ve hücre insanın yaratılışının son üç gününü temsil etmektedir. Tin suresindeki zeytin kelimesi aynı zamanda evrendeki fiziksel yapıları oluşturan en alt yapı tuğlalarını ifade eder. Bu nedenle insanın yaratılışındaki sıralama evrenin yaratılışına model olmuştur. Bu konuyu yanlış anlamamak gerekir,burada Allah’ın (c.c) evrenin içindekilerinin yaratmasından önce insanı yaratıp insana bakarak evreni yaratmamıştır. Burada algılanması gereken Allah’ın (c.c) yaratmayı altı günde (aşamada) planlamasıdır.İnsanın yaratılması ile evrenin yaratılması ışıktan hücreye altı aşamadır. 76 İnsanı ışık ve enerji bedeninin fiziksel beden içinde yer alması, aynen buz parçasının varlığında bulunan hava ve suyun bulunması gibidir. İnsanın iç içe üç bedenini meydana getiren yapıda evrende bulunan kuvvetlerin tümü ve elementlerin çoğunluğu bir araya toplanmıştır bu nedenle evrende bir saniye içinde en fazla sayıda Allah’ın (c.c) Esmalarını insan tesbih eder.Bu tesbihatı algılasın veya algılayamasın bütün insanlarda yaradılışı gereği vardır. Şekil 18 İnsanın yaratılışını 3.günü ve 3 bedeni İnanan ve inanmayan insanlar ayırt edilmeden tüm insanlar böyle yaratılmıştır.Bu nedenle insanlar varlıklarıyla değil düşünceleriyle değerlendirilmelidir. İlim sahibi olan ışık ve enerji bedenlerimiz balçık beden dediğimiz fiziksel varlıklarımızda iç içe gizlenmiştir. İnsanlar yaratılışlarının bu aşamasında Adem (as) varlığında dünyaya geliş sıralamasına göre kodlanmıştır. 77 Bundan sonra insan nesli hangi yerkürede ve hangi anne babanın soyundan gelecekse o annenin varlığında bulunan alakta şekillenip fiziksel bedenlere geçip vücut bulacaktır. İnsanı Allah’a (c.c) halife yapan en büyük özellik; Allah’ın ruhundan insana lutfedip üflemesidir. Bu insana diğer bilinçli varlıklara göre çok üstün bir değer ve derece kazandırır. “O nu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın.Bütün melekler toptan secde ettiler.” Sad Suresi 72 -73 Yukarıdaki ayette açıkça beyan edildiği gibi Allah (c.c) insana ruhundan lutfetmeden önce secdeye ve halife adaylığına hazır bir varlık değildi. Allah’ın insana ruhundan üflemesi demek; Allah’ın zatına mahsus olan ve hiçbir yarattığı varlığına vermediği çok özel bir hayat kaynağından insanlara bağışlamasıdır. Bu aşamadan sonra Allah (c.c) yaratmayı dilediği halifesini Adem (as) şahsında tamamlamıştır. İnsan artık üç beden, ruh, akıl ve nefs sahibidir. Buraya kadar anlattıklarımız insanın ışık yapıdan başlayarak yapmış oldukları tesbihatların sayıları da defalarca katlanarak hücrelerle inşa edilmiş ferdi beden (fiziksel beden) sahibi olana kadar sayısız esmalarla onurlandırılışının sıralamasıdır. Artık Allah (c.c) insandan kendisinin varlığını birliğini tasdik etmesini ve tesbih etmesini ister. “Sizi biz yarattık.tasdik etmeniz gerekmez mi?” Vakıa Suresi 57 78 İnsana lutfedilen bu üstün yaradılış evren içerisinde başka hiçbir varlıkta yoktur. Bu özelliğinden dolayı Allah(c.c.) yarattığı üstün donanımlı insana öyle bir yük yüklemiştir ki bu yük Allah’ın insana özel bir emanetidir. “Biz emaneti, göklere,yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler,(sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” Ahzab suresi -72Yukarıdaki ayette o kutsal emanete talip olan insanın çok zalim ve cahil olması esfel-i safiline indirildikten sonra Allah’ı bilip O’na yönelmemesi sonucu ikinci, üçüncü ve dördüncü defa esfel-i safiline indirilmesinden sonradır. Bu tür insanlara artık Allah’ın sevgisi ve dostluğu yoktur. Onlar şeytanın fısıltılarına uyup onun taifesine girenlerdir. Allah’ın emirlerine uyup, ilk yaratılışını hatırlayıp Allah’a yönelen insanlar bu ifadelerin dışındadır. Bunlar Allah’ın şan ve şereflerini yükselttiği değerli halifeleridir. Bu insanlar Allah’ın birçok özel yeteneklerle ve ilimlerle onurlandırdığı insan-ı kamillerdir. Burada daha önce kaydettiğimiz bir ayeti hatırlamamız gerekir. “Biz hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık, onları karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” Isra suresi -70- 79 Daha önce verdiğimiz örnekte olduğu gibi buz parçası kendi varlığında nasıl suyu ve havayı iç içe ve tek bir vücutmuş gibi bulunduruyorsa insanın üç bedeni de buz misali, balçık bedende enerji ve ışık bedeni ihtiva eder. İnsanın üç bedene sahip olması onun sınavının ağırlığındandır. Bu konuyu ve üç bedenimizi nasıl kullanacağımızı anlamamız için önce insanın indirildiği esfel-i safilin (aşağıların aşağısı) konusunu iyice öğrenmemiz lazımdır. Buraya kadar Tin suresinin ilk ayetlerini yani insanın ahsen-i takvim (en güzel biçimde yaratılış sıralamasını) inceledik. Bundan sonra esfel-i safilini içeren diğer ayetleri inceleyeceğiz. “Sonra onu (insanı) aşağıların aşağısına indirdik.” Tin suresi -5Yukarıdaki ayette geçen insanın esfel-i safiline indirilişini üç ana başlık altında inceleyeceğiz. Çünkü üç çeşit esfel-i safiline indiriliş vardır. İnsanların bir kısmı üçüncü esfeli safiline kadar indirilmiştir. Bu tür insanlarda insanlık sevgisi, doğa sevgisi, barış duygusu gibi insana has güzel hasletler tükenmiştir. Yukarıdaki ayette tarif edildikleri gibi onlar kendilerine ve etraflarına aşırı derecede zalim ve cahillerdir. Bu insanların kalpleri, gözleri ve kulakları mühürlenmiştir. Kendileri dahil hiçbir varlığa faydaları olmaz. “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir. Ve onlar için ( dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.” Bakara suresi -7- 80 Birinci Esfel-i Safilin; Birinci esfel-i safiline indiriliş insanın kendi yaratılışına ve evrenin yaratılışına şahit olduğu ışık beden ve çok yüksek ilim sahibi olan insanın Hz. Adem (a.s.) in yaratılışından sonra onun sulbüne (D.N.A) larına yerleştirilerek fiziksel bedenlere indirilmesidir. Bu konuyu daha iyi anlamamız için aşağıdaki ayeti tekrar hatırlamamız lazım “kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu…” Araf -172İşte bu ayette ilk olarak ışık bedenlerde yaratılan insanın enerji, balçık, atom aşamasından sonra molekül olarak Adem’in (a.s.) zürriyetine yerleştirilmemizin açıkça işareti vardır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir; insanın balçık bedeni üçüncü aşamada yaratılmasına rağmen nasıl oluyor da birinci aşamada sanki zamanın gerisine giderek yaratılışa bütün insanlar şahit tutuluyor? Önce şunu bilmemiz lazım gelir,Allah (c.c.) zamandan ve mekandan münezzehtir. Allah neyi dilerse o anında oluverir. Allah’ın (c.c.) zatından zatına tecelli etmeden önceki haline AMA durumu denir. Bu konuyu önceki sayfalarda anlatmıştık. Allah Ama halindeyken yani sonsuzlukta yaratılmış hiçbir şey yokken yalnızca ve yalnız sonsuz zatı var iken ezeli ilminde yaratacağı her varlığı planlayıp tertip etmiştir. 81 Yüce Allah’ın (c.c.) ezeli ve ebedi ilminde yaratacağı her varlık yine kendi dilemesiyle vardı. Ve Allah’ın (c.c.) zatından zatına tecellisiyle ilk yaratılmamız anında evrende gelip geçecek insanların tümü yaratılışa şahit olduktan sonra, fiziksel hayattaki gelişimini ve davranışlarını içeren bilgiyle birlikte yaratılışa şahit tutulduğu anda Allah ile yaptığı ahitleşmede vermiş olduğu sözlerle beraber o an sahip olduğu yüksek ilimi de balçık (kuark) ve atom yapıdan sonra moleküller (D.N.A.) halinde ruhu alakta tekrar almak kaydıyla Adem (a.s.) ın zürriyetine yerleştirilmiştir. Bununla beraber insanlar ilk yaratılıştan sonra dünya hayatına gelene kadar geçirdiği süre içinde –ki bu milyonlarca yıldır- akıl ve bilinç sahibi olarak ruhlarıyla birlikte alem-i ervah denilen nezih bir alemde bulunurlar. Hal böyle olduğu için ve fiziksel bedenlerdeki insanlar zaman boyutuna da mahkum olduğundan bu konuyu anlamakta zorluk çekebilirler. İşte insanın Adem ve oğulları aracılığıyla fiziksel bedenlere gelişi birinci esfel-i safiline indiriliştir. İnsan birinci esfeli safilinde Allah’a inanırda onun yolunda giderse yükselişi çok çabuk olur. “Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” Tin suresi 4-5 “Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar müstesnadır. Onlara ise hiç eksilmeyen ve tükenmeyen bir mükafat vardır.” 82 İkinci Esfel-i Safilin; İnsan zürriyeti Adem (a.s.)ın varlığında dünya hayatında fiziksel bedenlere yani birinci esfel-i safiline indirilirken ışık bedenlerdeki ilmi ve bilincinin büyük bir kısmı yukarıda anlattığımız gibi insanın D.N.A. moleküllerine yerleştirildi. İnsanın davranışı, karakteri ve yaratılışta şahit olarak görüp bildiği tüm ilimleri Allah’ın (c.c.) taktirine göre insandan insana değişik hatırlanır. Bu değişik hatırlama olayı her insanın D.N.A. larında değişik biçimlerde ve satırlarda yerleştirildiği içindir. Bu konuyu Kuran’ı Kerimde Allah (c.c.) ayetlerde şöyle açıklıyor. “Yaptıkları her şey kitaplarda kayıtlıdır. Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.” Kamer suresi 51-52 Yukarıdaki ayetlerde tarif edilen kitaplarla Allah (c.c.) hem levh-i mahfuzu hem de insanın D.N.A. larındaki kitabı kastetmiştir. Çünkü insan ilk yaratılışında kendi yaratılışına ve evrenin yaratılışına şahit olurken Allah’ın izniyle bütün ilimleri öğrenmiştir. Bu ilimler aynı zamanda levh-i mahfuza kayıtlıdır. Kıvrılmış D.N.A. molekülünü inceleyen bilim adamları insana ait bütün bilgilerin satır satır yukarıdaki ayette anlatıldığı gibi kayıtlı olduğunu görmüşlerdir. Gen bilimini inceleyen bilim adamları henüz D.N.A. lardaki bilgilerin çok az bir kısmını çözebilmişlerdir. Bu bilgileri n tamamı çözüldükten sonra yer yüzünde Allah’a inanmayan ve ilk yaratıldıkları andaki bilgilerini hatırlamayan hiçbir insan kalmayacaktır. 83 Allah(c.c) kullarına verdiği hiçbir ikramı geri almaz. O Gani’dir. İlk yaratılışta insana verdiği yüksek ilimleri de geri almamıştır.Bu ilimleri, Esfeli safiline indirdiği insanların DNA moleküllerine (insanların levh-i mahfuzları) yerleştirip, ilk yaratılış anındaki ilim seviyesine çıkıp kendisine ulaşmak için başlattığı sınav sürecinde tekrar kullanmaları için hazır tutmuştur.İnsanın ilminin DNA larına yerleştirilmesi ve dünya hayatına az bir bilgi ile gelmesi ilmen esfel-i safiline indiriliştir. İleride DNA lardaki ilimleri nasıl hatırlayıp beyine aktaracağımızı anlatacağım. Üçüncü esfel-i safilin ; İnsanlara dünya da geçirecekleri kısa hayatlarında Allah(c.c) yardımcı olmak ve imtihanlarını kolayca verebilmeleri için Peygamberler ile birlikte kitaplar göndermiştir. Bunlara uymayıp şeytana uyanlar üçüncü esfel-i safiline indirilir en kötüsü budur. İnsanı üçüncü esfel-i safiline inançsızlığı indirir. Dünya hayatında şeytanın ve nefsinin fısıldadıklarına uyanlar, Allah’a Peygamberine ve kitabına inanmayanlar, yer yüzünde fesatlık çıkaranlar, kan dökenler,Allah yolunda ilim yapmayanlar vs. üçüncü defa esfeli safiline inerler bu derece aşağıların en aşağısıdır. Buradan kurtulmak için, Allah’ın Kuran’da gösterdiği yollara uymak ve çok tövbe etmek lazımdır. “Ancak iman edip Salih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı ecir vardır.” Tin suresi 6. 84 Allah (c.c) insanı dünya hayatına gönderirken de üstün yeteneklerle donatmıştır. Bu yetenekler üzerine aldığı yükün sorumluluklarını yerine getirmek için gereklidir. Çünkü Allah(c.c) insanı ve evreni boş yere yaratmamıştır. Evren insanın, insan evrenin emrindedir. “Göğü, yeri ve ikisinin arasındakileri Biz boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Vay o inkar edenlerin ateşteki haline.” Sad suresi 27. Şimdi sebepsiz yaratılmayan insanı gözden geçirelim. 1-Akıl sahibidir. 2-Nefs sahibidir. 3-Allah’a halife adayıdır. 4-İç içe dizayn edilmiş kullanabileceği üç bedeni vardır. 5-Kuran’la aynıdır. 7-Yukarıdaki özelliklerini idare eden ruh sahibidir. Yeryüzünde yaşayan insanlardan kaç tanesi bir kısmını yeni duyduğu yeteneklerinin farkındadır, yeryüzüne geliş sebebimiz nedir?, insana yüklenen yük nedir? Nasıl yaratıldığımızı öğrendiğimiz gibi, Bunları bilirsek üstün yeteneklerimizi de kullanmayı öğrenebiliriz. “Sizi yer yüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Ve gerçekten O, bağışlayan, merhamet edendir.” Enam suresi -165Yukarıdaki ayette Allah’ın (c.c.) buyurduğu gibi dünyadaki insanlar 85 Maddi derecelerle olduğu gibi manevi derecelerle de birbirlerinden farklıdırlar. Manevi derecelerin her basamağı insanı esfel-i safilinden adım adım Allah’a yaklaştırır. İnsanın Allah’a halife olabilmesi için önce sağlam bir imana sahip olup ardından yüksek ilim derecelerine de ulaşmaya çalışması gerekir. Ancak o zaman Allah’ın büyük bir lütuf olarak insana verdiği enerji ve ışık bedeni, fiziksel bedeni kullanır gibi kullanabilirler. Gerçi fiziksel bedenlerden de bir çok organlarımızı bizim irademizle kullanamayız. Bir kalbin atışını, damarlarda akan kanın kontrolünü, midenin çalışmasını, gözün görmesini, duymayı ve bunun gibi fiziksel bedenlere ait birçok organı insan kendi iradesiyle kullanamaz. Bu organların tamamını Allah (c.c.) kontrol eder. Işık ve enerji bedenlere geçerken hücreden enerji veya ışığa kadar insanın fiziksel bedeni dağılır. Her biri eğer enerji bedeni kullanacaksak enerji taneciği olur. Ve hacim olarak çok geniş bir küresel alanı kaplar. Bu enerji bedenin fiziksel bedene dönüşü yine Allah’ın iradesindedir. Nasıl ki insanın fiziksel bedenlerdeki bir çok organını kullanması kendi iradesinde değil Yüce Allah’ın iradesinde ise fiziksel, ışık ve enerji bedenler arasındaki dönüşümde Yüce Allah’ın (c.c.) iradesindedir. Bu oluşumu insanın önce idrak etmesi lazımdır. İdrak edip anlamsı içinde yaratılışı ile birlikte kendisine lütfedilen varlığında bulunan kitabını okuyup anlaması ve bununla beraber etraflarında her yönde bulunan Allah’ın ayetlerini okuyup bilmesi gereklidir. 86 “Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?” Zariyat suresi 20-21 Zariyat suresinin 20 ve 21. ayetlerinde yeryüzünü dolayısıyla evreni oluşturan (burada yeryüzü ile evrendeki bütün gezegenler kastedilmiştir) ışıktan hücreye kadar sayısız esmalar zincirinin oluşturduğu ayetlerden bahsediliyor. İnsan da aynı esmalar zincirinden oluştuğu için aynı ayetleri içerir. Bu ayetleri okumak için insanın kamil noktaya çıkması gerekir. İnsanın varlığındaki (nefislerindeki) ayetler Kuran ve levh-i mahfuzdaki ayetlerle aynıdır. İnsanda mevcut olan Kuran, yeryüzünde ve evrendeki canlı veya cansız mevcudatı taşıyacak ve anlayacak şekilde, istidatları ölçüsünde yerleştirilmiştir. Kuran’ın tamamındaki ihtişam ve mana yeryüzü ve gezegenlere yüklenseydi onlar Kuran’ı idrak edemediğinden bu yüke tahammül edemez dağılırlardı. “Eğer biz Kuran’ı bir dağa indirseydik, muhakkak O’nu, Allah korkusundan baş eğerek,parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” Haşır suresi -21Kuran’ı Kerim ve Allah’a halife olma özelliği insana emanettir. İnsan bu emanetin bilincine esfel-i safilindeyken oluşamaz çünkü bu boyutta insan çok zayıftır ve cahildir. Esfel-i safilin karanlığından kurtulmak için Kuran ışığına yapışmak lazımdır. 87 BALÇIK VÜCUTTAN, ENERJİ VÜCUDA ENERJİ VÜCUTTAN, IŞIĞA… 88 İnsanı ağırlığıyla yer yüzüne mahkum eden fiziksel bedenin ve cahilliğin karanlığından kurtulup, enerji veya ışık bedenin aydınlığına ve saniyede milyonlarca kilometre hızla hareket edebilme hürriyetine kavuşması; yaratıcısının “yer yüzünde halifem” diyerek meleklere gösterdiği en üstün yarattığı varlıktan isteğidir. İnsanın yaratışının ilk aşamasını hatırlarsanız Allah’ın sayısız esmasını trilyonlarca katlayarak tesbihatlarının oluşturduğu ışıktan hücreye kadar üç aşaması Kuran’ı kerimin Tin suresinde incirle temsil edilmiş, diğer üç aşaması da zeytinle temsili olarak anlatılmıştır. Allah’ın sayısız esması ışıktan hücreye, sayısı devamlı artarak yolculuğunu balçık bedende tamamlamıştır. Ve insan balçık bedenle esfel-i safiline akıl,ruh ve nefs sahibi olarak indirilmiştir. İnsan yüksek bilgiden minimum bilgiye, yüksek hareket kabiliyetinden minimum hareket kabiliyetine, ışıktan karanlığa yüce Allah’ın dilemesiyle tekrar ilk yaratılıştaki haline dönmesi için, diğer bilinçli varlıklar karşısında yaratıcısının sonsuz kudretinin teyidi olarak imtihan edilmek amacı ile esfel-i safiline indirilmiştir. Bu noktada insanın Allah’a kavuşması için karanlıktan ışığa, cahillikten alimliğe, mahkumiyetten hürriyete terfi etmesi gerekir. Bu kavuşmanın sonu, yaratılışta başlayan dünya hayatıyla kısacık kesintiye uğrayan ebedi hayattır. Allah (c.c.) bize bu yolu rahmetiyle göstermiştir. Peygamber ve kitap göndermiştir. Ona ve emirlerine uyulursa bu kavuşma gerçekleşir. 89 Yaratılışın başlangıcı esmaların tesbihatıyla başladığı gibi, yaratılanların dönüşü de esmaların tesbihatıyla olur. İnsanın enerji varlığına geçmesi de bu tesbihat sıralamasındaki sırları keşfetmekle olur. Bu sebepten Allah (c.c.) kuluna farz kıldığı ibadetlerle beraber kendisinin çok tesbih edilmesini istemiştir. “Ey inananlar! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” Ahzap suresi 41-42 Yukarıdaki ayetler Allah’a dönüşün işaret levhasını gösteren emirlerdir. Diğer emirlerle birlikte bu emirlere riayet edilirse insanın karanlıktan ışığa doğru yolculuğu başlamıştır. “Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için üzerinize Rahmetini gönderen O’dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah müminlere karşı çok merhametlidir.” Ahzap suresi 43 Ahzap suresi 43. ayetinde bahsedilen Allah’ın rahmeti önce Peygamber (s.a.v.) efendimiz ve onunla birlikte gelen Kuran’ı kerimdir. Sonra da insana verilen algılama yetenekleri ve üstün meziyetlerdir. Buradan anlaşıldığı gibi Allah’a dönüş yolunda Allah’tan sonra Peygamber efendimize (s.a.v.) iman edip, onun getirdikleriyle amel edip gerçek bir mümin olmak lazımdır. “(Resulüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” Enbiya suresi 107 90 “Biz, Kur-an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.” Isra suresi 82 Bu ayetlerde de anlatıldığı gibi Allah’a dönüş yolunda insanın Allah’a halife ve insan-ı kamil olabilmesi için Allah’ın rahmet olarak gönderdiklerine amel edip mümin olması bu yolun olmazsa olmazıdır. Ahzap suresinin 43. ayetinde geçen “karanlıktan aydınlığa çıkarmak” cümlesinin manaları; cahillikten alimliğe, inançsızlıktan müminliğe, fiziksel bedenden ışık ve enerji bedene geçiştir. İlk yaratılıştaki ilmimizi ve Allah’a verdiğimiz sözleri hatırlarsak ve dünya hayatında mümin olarak yaşayıp, müminliğin gereklerini yerine getirirsek enerji bedene geçişin başlangıç noktasına ulaşırız. İnsanın bilinen fiziksel (balçık) bedeninin dışında enerji ve ışık bedenlerinin olduğuna bazı kimseler karşı çıkabilir. Unutmayın ki insan evrende yaratılan en üstün varlıktır. İnsanların tamamı Allah’a halife adayı olarak yaratılmışlardır. Ancak Allah (c.c.) bu kullarının içerisinde kendisine halife olmak için emrettiği şartları yerine getirenlerin içerisinden seçer. Bu şartların tamamı müminlik sıfatı içinde toplanmıştır. “Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur. Onun için kim inkar ederse, inkarı kendi zararınadır. Kafirlerin küfrü, Rableri katında kendileri için ancak gazabı arttırır. Kafirlerin küfrü kendilerine ziyandan başka bir şey getirmez.” Fatır suresi 39 91 Fatır suresinin 39. ayetinde de anlaşıldığı gibi Allah’a halife olmanın ilk şartı mümin olmaktır. Allah (c.c.) yarattığı birçok hayvan kisvesi altındaki yarattıklarına öyle üstün yetenekler vermiştir ki bunları inceleyen insanlar kendilerinde olan yetenekleri fark etmediğinden o hayvanlara imrenirler. Beden değiştirmenin bazı hayvanlarda da fiziksel olarak yapıldığı gözlenir. Hayvanlar böyle harika özelliklere sahipken, evrende en üstün varlık olarak yarattığı insan neden böyle bir özelliğe sahip olamasın? Şimdi beden değiştirme özelliğine sahip olan kelebeği inceleyelim; Kelebeğin dünyadaki ilk fiziksel bedeni küçücük bir yumurtadır. O yumurtayı meydana getiren moleküllerin içinde, kelebeğin geçireceği aşamaların tüm bilgileri Allah (c.c.) tarafından kaydedilmiştir. Günü geldiğinde yumurtanın içinden küçük bir kelebek tırtılı çıkar, yumurtadaki D.N.A. bilgileri tırtılı meydana getiren hücreler yerleşir. Aynı zamanda bu aşamada kelebek tırtılı hareketsiz bir yapıdan hareketi görülebilen ve algılanabilen bir bedene terfi eder. Bu bedende kelebek tırtılı yumurtaya göre daha bilgili ve bilinçli olur ve görme, duyma, algılama gibi bir çok yetenek kazanır ki bunlar yumurtada yoktur. Yani bir anlamda kelebek tırtılı yumurtadaki esfel-i safilin konumundan bir üst yaşama, durağan bir yapıdan yarı hürriyete adım atmıştır. Tırtıl büyüdükçe, tam olgunluğa gelinceye kadar belirli bir süre bu bedende yaşamını sürdürür. 92 Bu arada kelebek tırtılı yaratılışı itibarıyla kendini meydana getiren yapının tesbihatıyla beraber kendisi bilinçli olarak Allah’ı tesbih etmektedir. “Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmektedir. O, azizdir,hakimdir.” Hadid suresi 1 Bu tesbihat kelebek tırtılını bir sonraki bedenine hazırlar. Vakti gelince tırtıl bir ağacın veya bir otun dalına yapışır bir müddet Allah’ı tesbihe devam ederek bedenini koza haline getirir. Koza halini almaya başlayan dış bedeni yavaş yavaş kuruyup ölürken kozanın içinde tırtıl kelebek halini almaktadır ve yeni bir oluşum içerisindedir. Bir zaman sonra tırtılın kozası fermuar gibi boydan boya açılır ve içinden kelebek çıkar. Bu onun üçüncü bedenidir. Hareket kabiliyeti daha da artmıştır, önceleri yerlerde sürünürken şimdi uçmaya başlamıştır. Yukarıda tırtılın beden değiştirme aşamaları görülüyor. 93 Allah (c.c.) yarattığı kelebeğine bu hali yaşatıyorsa içinden kendisine halifeler seçtiği üstün yetenek ve bilgilerle donattığı insana neden üç ayrı bedene geçiş izni vermesin? Zaten yaratılış anlatılırken evrenin ve insanın geçirdiği altı aşamayı ayetlerle anlatmıştık. Tin suresinden yola çıkarak Yüce Allah’ın yeminleriyle başlayan insanın yaratılış aşamaları ve biçimini incelemiştik. En güzel biçimde yaratılan çok yüksek ilim sahibi ve ışık hızından daha hızlı hareket kabiliyetine sahip insan bir sınav için (bu sınavın içeriği indirildiği noktadan Allah’a ulaşmayı hedefler) aşağıların aşağısına indirilmişti. İnsan hapsolduğu bu kabir bedenlerde (insanların fiziksel bedenleri ilk yaratılışla başlayan ebedi hayatının imtihan için kesildiği ve kısa süreliğine içine yerleştirildiği, önceki hayatına göre ölüm sayılan sürecini geçirdiği kabirlerdir.) yaratıcısının kendisine öğrettiği ve kendisinden istediği bir metodla ilk yaratılış haline dönebilir. Bu yolun ilk işaretini Tin suresinin altıncı ayetinde buluyoruz. “Fakat iman edip Salih emeller işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır.” Tin suresi 6 İşte önce enerji sonra ışık bedene geçmek ve dilediğimiz an tekrar ışık bedenden enerji bedene, enerji bedenden fiziksel bedene geçmenin ilk yolu inanıp iman etmektir. Bunun için nasıl bir imana, davranışlara sahip olmamız gerekmektedir ve bu iman fiziksel bedenimizi nasıl etkiler? Bu konuyu ayetlerle etraflıca inceleyelim; 94 “Allah’a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükafatları ve nurları vardır. İnkar edip de ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemin adamlarıdır.” Hadid suresi 19 Öyle iman etmeliyiz ki fiziksel vücudumuzu oluşturan hücrelerin ve onları meydana getiren alt yapılarının imanını ve tesbihatını duyup şahit olmalıyız. Bu noktaya ulaşmak için farz ibadetlerle birlikte temiz bir kalple belirli ölçülerde günün bir bölümünü tesbihatla geçirmeliyiz. Bu tesbihatı mümkün olduğu kadar kalp ile yapmalıyız. Bu tesbihatlar uzun süre yapılınca insanın fiziksel yapısı kendiliğinden tesbihata devam eder. Bir zaman sonra vücudumuzu meydana getiren ışıktan hücreye her yapı aşamasının bütün elemanlarının yüce Allah’ı zikrettiğini ve büyük bir imanla yaratıcısına itaat ettiğini görür ve idrak ederiz. Aynı zamanda kendi vücudumuzun iman ve tesbihatına şahit olduktan sonra evreni oluşturan bütün yapı taşlarının da imanlarına ve tesbihatlarına şahit oluruz. Bu aşamadan sonra insan kendi vücudunun tesbihatını ve imanını evrenin tesbihatı ve imanıyla birleştirmelidir. İşte bu imanın tadı, dil ile ve kalp ile iman etmenin tadından çok çok ötelerdedir. Bu dereceye ulaşınca fiziksel bedenin tüm kontrolü ve idaresi Allah’ın izniyle insana teslim edilir. Ve insan bu aşamayla birlikte önce kısa bir zaman dilimi içerisinde enerji bedene geçip geri fiziksel bedene bütün yapı taşlarının hangi organını oluşturacaksa o noktaya yerleştirme eğitimini almaya başlar. 95 Yukarıdaki tarif edilen bir imana sahip olan insan yaratıcısıyla her an baş başadır. Allah her an bu insanın aklında ve bilincindedir ve bize bizden daha yakındır. Zaten yaratılış itibariyle esmalar vücudumuzdaki her noktayı meydana getirmiştir. “Andolsun insanı biz yarattık. Ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız.” Kaf suresi 16 İşte böyle iman ettiği zaman insan kendisinin kendisine ait olmadığını anlar. Bu bilince eren Yunus Emre varlığında fark ettiği hakikati şöyle dile getirmiştir; “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.” Böyle bir imanın insanı nerelere ulaştırdığını Hadid suresinin 19. ayetinde anlıyoruz. Yaratıcımızın bu ayette buyurduğu gibi insan, şehitlik ve şahitlik mertebesine erer. Bu erme hali Allah’ın kuluna lutfettiği mükafatlarla beraber insanı nura (ışık yapımıza) kavuşturur. Bu şekildeki bir iman insana, her türlü ibadet zevklerinin en uç noktalarını algılatır ve hali hazırda kabir olan fiziksel bedenlerimiz dirilmeye başlar. Çünkü artık her an Allah’la beraberdir. Bu durumu yaşamak için yapılması gerekeni Peygamber (s.a.v.) efendimiz şu sözleriyle bildirmiştir. “Ölmeden önce ölünüz” Bu hadisi şerifte Resulullah efendimiz (s.a.v.) birer kabir olan fiziksel bedenlerden çıkıp gerçek hayata, ebedi yaşama dünya hayatındayken ulaşmamızı tavsiye etmiştir. 96 Yerler,gökler ve arasındakiler Allah’ı yaratılışı gereği kesintisiz olarak tesbih ediyor. İnsan farkında olmasa da yerler ve göklerden farklı olmadığı için bedenleri tesbih ediyor. Allah (c.c.) çok yüksek yetenek ve ilimlerle donattığı insanın ayrıca ferdi olarak ta kendisini zikretmesini istiyor. Yapılan namaz,oruç gibi ibadetlerle beraber (ki bu ibadetleri yukarıda anlattığımız imana sahip olarak yapmamız lazım,aksi taktirde bilinçsiz ibadet olur ve bilinçsiz bir ibadetin insana faydası olmaz. Örneğin bir robot imal ettiğinizi düşünün bu robotu günde beş vakit ve nafile namazlarla programlayın, ve Kuran cd.leri yerleştirip 24 saat Kuran okutalım. Bu ibadetlerin bilinçsiz olan o robota hiçbir faydası olmaz. Zamanımızın insanlarının çoğu yukarıdaki robot gibidir, ne kendilerine nede insanlık alemine faydaları dokunur) Yukarıdaki ayetlerde Allah’ın emrettiği gibi ibadetlerimize Allah’ı zikretmeyi de eklememiz gerekir. Zikir insanı, önce enerji sonra ışık bedenlere geçişlerin anahtarıdır. Bu anahtar insanı karanlıktan aydınlığa çıkaran, fiziksel bedendeki kabirden dirilmeye götüren tesbihat şifreleridir. Ve Allah’ın rahmetidir. İnsan tesbihata başlayıp hakkı ile yaparsa, yüksek boyutlara ulaşması için insana meleklerde zikirleriyle ve tevbeleriyle destek olurlar. Çünkü melekler Allah’ın emriyle secde ettikleri insanları yine Allah’a tazim için aralarında görmek isterler, düşük seviyelerde görmek istemezler. 97 “Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O’dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.” Ahzap suresi 43 Yukarıdaki ayette ifade buyurulan, meleklerin insan için istiğfar etmesi insanların günahlarından dolayı affedilmesini dilemek olduğu gibi aynı zamanda onların zikridir. Allah (c.c.) yeryüzünde kendi küçücük dünyasına dalmış kulunu, dünya hayatında iken kendisini arzulamasını ve kavuşmasını ister. Bunun için insana her türlü yeteneği ve ilimi vermiştir. Zikir insanın dilinde veya kalbinde olsun yaratılış gereği frekans halinde zuhur eder. İnsanın dünyaya indirilişini anlatırken ilk yaratılıştaki yüksek bilgilerini ve ilmini Allah (c.c.) almamış ve insanın D.N.A. larına frekanslar halinde yerleştirmiştir. Bu konuyu önceki sayfalarda anlatmıştık. Yani insanlar aşağıların aşağısına indirilirken bu bilgiler kendileriyle beraber dünyadaki imtihanlarında hatırlayıp kullanmaları için insanın fiziksel varlığında frekanslar halinde bırakılmıştır. Zaten Allah (c.c.) verdiğini geri almaz. O ganidir. Zikir öyle bir anahtardır ki D.N.A. lardaki bilgiyi beyin hücrelerine taşır. Aynı zamanda gönül dediğimiz manevi kalbe yerleştirir. İnsan esfel-i safiline indiğinde beyin ve gönülde kalan bilgi sadece dünya hayatını sürdürebilmesi için gerekli cüzi bilgidir. Şükürler olsun ki Allah (c.c.) fiziksel bedende bıraktığı bu azıcık bilgiyle beraber insana öğrenme isteğini de lutfetmiştir. 98 Normal insan beyninin çok cüzi kısmında biriken çok cüzi bilgileri kullanır. İnsan beynindeki bilgilerin kapasitesi beyne göre en fazla %10-12 lik yer kaplar.bunu şöyle bir misalle anlatalım; insan beyni milyarlarca hücreden oluşur. Her hücre görevini yerine getirmek için ayrı ayrı bilgilere ihtiyaç duyar. Ancak esfel-i safilindeki insanlarda çok az beyin hücresi bilgiyle doludur. Milyarlarca odalı bir bina düşünün, bu binanın sadece 10-12 bin odası dolu olsun, bugünkü insanın beyninin durumu da buna benzer. Bu demektir ki insan beyninin ancak %10-12 lik bölümünü kullanabiliyor. Onun için insanın enerji ve ışık bedenlerine kumanda veren beyin hücrelerinin olduğu bölümler tamamen boştur. İnsan bu bilgilerden yoksun olduğu için bu yeteneklerini fark edemeyip enerji ve ışık bedenlerini kullanamıyor. İnsan bir araba veya uçak kullanabilmek için aylarca eğitim alıp beyninin o işlerle ilgili kısmına bu bilgileri yerleştirebiliyor. İnsan beyninin ve gönlünün boş kalan kısmını gerekli bilgilerle ve ilimle doldurdukça manevi derecesi de yükselir ve öyle bir noktaya gelir ki;tekamül etmiş (insan-ı kamil) olur. İşte bu insan dünyada ve ahirette hürdür ve mutludur. Allah’ın kendisine ihsan ettiği bütün yeteneklerini kullanabilme ehliyetini almış kişidir. Bu noktaya ulaşmış insanların harika hallerini ve yeteneklerini ilerleyen sayfalarda çeşitli örneklerle anlatacağız. Bu noktaya ulaşmak için yukarıda anlattığımız gibi D.N.A. lardaki bilgileri zikirle beyne aktarmak gerekir. 99 D.N.A. larda frekanslar halinde depolanmış bilgilerin beyne taşınması için yine frekanslara ihtiyaç vardır. Bu frekanslar da Allah’ın esmalarının tesbihatlarında bulunur. İnsan zikir ettikçe buna alışan vücut uyurken de zikrine devam eder. Bu süreç içerisinde insan uyurken bile D.N.A. larındaki bilgileri beyne taşımış olur. Bu konuda Allah (c.c.) bir kutsi hadisinde şöyle buyurur. “Siz bildiğinizle amel edin, biz size bilmediğinizi öğretiriz” Burada bildiğimizle amel etmek; farz olan ibadetler, tefekkür ve zikirdir. Bilmediklerimizi Allah tarafından öğretilmemiz ise bu ibadetleri yapınca farkına varmadan, vücudun zikre alışmasından sonra otomatik olarak D.N.A. lardaki bilgilerin beyne taşınmasıdır. Allah bilmediğimizi bize böyle öğretir. Beyindeki kullandığımız bilgi arttıkça enerji ve ışık bedenlerimizi kullanacağımız bilgiler de kendilerine ait hücrelere yerleşirler. İnsan gönülde veya dilde bir defa “Allah” derse bu tesbihat vücutta frekans haline dönüşür. Bu frekans taşıyıcı frekanstır. Ve doğruca gönülden (kalpten) D.N.A. lara iner. D.N.A. lardan aldığı bilgiyi beyne götürerek o bilgiye ait hücrelere yerleştirirler. Ve aynı frekans kalbe gelerek kalpte tekrarlanır. Ve tekrar bilgi yüklenmek üzere D.N.A. ya iner. Bu devinim, insan zikrine devam ettiği sürece devam eder. Bu olay tıpkı bir su değirmeninin dereden aldığı suyu değirmenin oluğuna aktarması gibidir. Oluğa aktarılan suyun değirmen taşını harekete geçirdiği gibi D.N.A. lardan beyne yüklenen bilgiler de enerji vücudu harekete geçirir. 100 Şekil 20 D.N.A. lardaki bilgilerin beyne taşınması 101 İnsan uykusunda da Allah’ın izniyle ve dilemesiyle zikir yoluyla ilim öğrendiği için “Alimin uykusu cahilin ibadetinden iyidir.” Demişlerdir. Çünkü alimin 24 saati zikirdir. O Allah’ı bir an bile unutmaz. Dolayısıyla uykusunda zikire alışan vücudu zikrine devam eder. Bu da onun için ilim öğrenmektir. Cahil ise misalini verdiğimiz robot gibidir, ibadeti kendisine fayda etmediği gibi ilimden de yoksun kalır. Ve kabir olan fiziksel bedeninden ölene kadar kurtulamaz. Dolayısıyla kabir olan vücudu ikinci bir kabre girer. İnsan zikir vasıtasıyla beyne ve gönüle dolan bilgilerle ilk yaratılışta öğrendiği gibi kendi hakikatını hatırlar ve kendisini tanır. Kendisini tanıyınca da yaratıcısından ayrı olmadığını bilir. Bunu Resulullah (s.a.v.) efendimiz şu mübarek hadisi şerifiyle teyit ediyor: “Nefsini bilen Rabbini bilir” Işık ve enerji bedenlere geçiş ve dönüş başlı başına birer bilim dalıdır. Bu bilim dalları ilm-i ledünni nin içerisindedir. Atomlarına ve atomlarının da alt yapılarına kadar dağılmış bir insanı meydana getiren yapı taşlarının tekrar dönüşü esnasında her yapı taşının kendi yerini alması ve aynı işlevlerine devam etmesinin sırrı nedir, nasıl olur? Şimdi bu konuyu biraz inceleyelim. Günümüz teknolojisinde bilim adamları maddeleri ve insanları ışınlama teknolojisi üzerinde yıllardır çalışmaktadır. Zamanı gelince gram seviyelerindeki maddeleri ışınlamayla (yani elektronlarına kadar ayırıp tekrar nakledildiği kütleye dönüşmesi) nakletmeyi başaracaklar. 102 İnsanın fiziksel bedenini oluşturan elementlerin her birinin yaratılışları gereği altı aşamada yaptıkları ayrı ayrı esmaları bir saniyede kaç defa zikrettiğini düşünün. Yüz binlerce ayrı esma katrilyonlara katlanarak ışıktan hücreye hücrelerden fiziksel bedenimizi oluşturuyor. Enerji bedene geçmek isteyen insanın, fiziksel bedenini oluşturan tesbihat sıralamasındaki sırayı özenle takip ederek,fiziksel bedenden enerji veya ışık bedene bilincini dağıtmadan geçmesi gerekir. Işık bedenden enerji bedene dönüşü de yine yaratılış sırasındaki kıdem ve disiplini bilinçle düzenleyerek olur. Bu olayı dille anlatmak çok zordur, ancak yaşamak lazımdır. Zaten bedenlerin ışığa ve enerjiye dönüşmesi dünya zamanıyla bir salisenin altında olur. Bu kabiliyeti bedenlerimiz, yapmış olduğu ferdi tesbihatla zaman içerisinde otomatik olarak kazanır. Bunun için ayrı bir güç sarfetmek gerekmez. Şuna çok dikkat edilmelidir. Hangi tesbihatın bir günde kaç defa yapılacağı çok önemlidir. Çünkü Allah’ın her esması bir varlığın yaratılmasına sebeptir. Başka bir varlığın yaratılmasına sebep olan esmayı biz kendimiz için tesbih edersek kendi bedenlerimiz için zararlı olabiliriz. Bu aynı ülser hastası kişinin aspirin almasına benzer. Tedavi amacıyla aldığı aspirin midesinin ağrısını daha da artırır. Yanlış bir anlamaya sebep olmamak için bu kitabımızda insanların enerji ve ışık bedene geçmek için hangi esmaları tesbih etmeleri gerektiğini anlatmayacağız. Bizim gayemiz Kuran’daki cevherleri anlatmaktır. 103 Daha önce anlattığımız buz misalindeki gibi, buzun içerisinde su ve havanın varlığı inkar edilemediği gibi insanın fiziksel bedenlerinin yapısında da enerji ve ışık bedenlerin varlığı da inkar edilemez. Burada bir ayrıntı daha var; bir metreküplük bir buz kütlesi eriyip su haline geçince önceki halinden daha fazla bir alana yayılır. Statik konumundan kısmi olarak dinamiklik kazanır. Su buharlaşınca dinamik yapısı arttığı gibi hacim olarakta bir metreküplük bir alanda daha fazla bir alanı kaplar. İnsanın enerji bedene geçmesi de aynıdır. Enerji beden daha dinamiktir ve küresel olarak daha geniş hacime sahiptir. Işık beden ise evrenin çok geniş bir alanına yayılır ve kaplar. Bu sebeple de evren içerisindeki seyahatlerde ışık beden çok süratli olduğundan kullanılmaz. Genellikle enerji beden kullanılır. Bilindiği gibi evren içi seyahatlerde enerji bedenin gıdaya, havaya, suya ihtiyacı yoktur. Enerji bedene geçen insana Allah (c.c.) öyle yetenekler lutfeder ki, şimdiki kullandığımız akılla algılamakta zorlanabiliriz. Enerji insan Allah’ın dilemesiyle üç boyutun dışına çıkar; görme sıfatı küresel bir gözün her yönden görmesi gibidir. Duyması da küreseldir. Çünkü enerji insan bir anlamda Allah’a bütün zerreleriyle bağlanmıştır. Ve zatı ile zat olmuştur. Bu konuda Allah (c.c.) kutsi hadisinde şöyle buyuruyor: “Ben mümin kulumun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olurum.” Enerji insanın hareket kabiliyeti de bizim bildiğimiz ışığın hızından çok ötelerdedir. Çünkü insanın enerji varlığı kullandığımız ışıktan çok daha hassas ve latiftir. 104 Allah’ın izniyle enerji ve ışık bedenini kullanabilen insan-ı kamil maddeye, hücreye, moleküle ve atoma hükmeder. Çünkü bu insan artık Allah’ın (c.c.) halifesidir. Allah’ın verdiği yetki ve sınırlar içerisinde evrende yapılara hükmedebilir. Mesela taşı altına, camı elmasa çevirebilirler. Bu insanlar önümüzdeki yıllarda haris insanların çıkaracakları dünya savaşında onların teknolojilerine karşı büyük bir zafer kazanacaktır. Çünkü mermilerdeki barutların moleküler yapılarını değiştirip kuma çevirecek, benzinin moleküler yapısına hükmedip özelliklerin kaybettirecek, radarların yayınlamış olduğu dalgaları enerji yapılarıyla absorbe edip şaşırtacak kısacası onların teknolojik silahları iflas edecektir. Buna benzer örnekler tarihte çok yaşanmıştır. Bugün yukarıda anlattığımız harika özelliklere sahip yeni nesil yetişecek, dünyayı ve evreni barış ve sevgi içerisinde kucaklayacaktır. Maddeye de hükmeden bu insan-ı kamiller çoğalacak, dünyayı zulümle sömüren insan adaylarının saltanatına son verecektir. Bu konuya Kuran’ı Kerim’den bir örnek verelim. Kuran’ı Kerim’in Neml suresinde Süleyman (as.) ın kıssasını anlatan ayetlerde zamanımızda yetişecek insanlara ait örnekler vardır. “(sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o Melike’nin tahtını bana getirebilir. (cinlerden bir ifrit): sen makamından kalkmadan onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz,dedi.” Neml suresi 38-39 105 “Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse: gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak görünce: bu dedi,şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin( gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur,çok kerem sahibidir.” Neml suresi 40 Yukarıdaki ayetlerde Yemen ile Kudüs arasındaki mesafeye (yaklaşık 3500-4000 km) belli bir ağırlığı olan Saba Melikesinin tahtını maddeye hükmederek, göz açıp kapamadan saliseler içerisinde ışnlandığını bizzat Allah (c.c.) Kuran’ı Keriminde ifade ediyor. Ve bunu yapan kendisinin özel bir ilim verdiği insan. Bu insan ağırlığı olan tahtı ışık yapıya dönüştürüp tekrar taht haline ağırlık ve kütleye dönüştürüyor. İşte zamanımızda inşallah bu insan-ı kamiller Allah’ın lütfuyla çok kısa sürede yetiştirilecektir. Ellerindeki silah gücüyle dünya zorbalığına soyunan mafya devletler acaba o zaman neye kaçacaklardır. Hangi taş veya kaya parçası onları nasıl gizleyecek? Kaya parçasına bakınca arkasını gören bu insanlara karşı nasıl görünmez olacaklar? Allah’a şükürler olsun ki bu özel ilimler artık yer yüzündeki bir çok mümine verilmek üzere yola çıkarıldı. Bir çoğu da sahibine ulaştı. Bu müminlerin bazısı farkında, bazısı da kendisine ulaşan emanetin henüz farkında değil. 106 ENERJİ BEDENLE DÜNYADA VE EVRENDE SEYAHAT VE DÜNYADAN EVRENE ÇIKIŞ NOKTALARI 107 Resulullah Efendimizin (s.a.v.) dünyaya teşrifinden evvel tarihi araştıranlar bilirler ki, o zamanda kahinlik ve kahinler revaçtaydı. Bu kahinler yoldan çıkmış, asi cin tayfasıyla irtibat kurarak gelecekten haber almaya çalışırlardı. Zaman zaman bu cinler atmosferden yukarı çıkarak uzaydan bazı haberler de getirirlerdi. Dünyanın etrafını küresel olarak kuşatan enerji tabakasında bu cinler gözcüler bulundururlardı. Resulullah Efendimiz (s.a.v.) in dünyaya teşrifinin az bir süre öncesinde Allah’ın dilemesiyle dünyanın etrafını küresel bir biçimde kuşatan enerji tabakası güçlendirildi. Bunun sebebi Resulullah Efendimizin (s.a.v.) dünyaya teşrifinden sonra uzayda bilgi hırsızlığı yapan cinlerin müşterek çalıştıkları kahinlere bilgi vermelerini önleyerek Peygamber Efendimize (s.a.v.) her hangi bir zarar verilmesini engellemek içindir. Bu olaydan sonra daha da aktifleşen bu enerji tabakası cinlerin bedenlerini yakacak şekilde hassaslaştırıldı. Ve daha aktif hale getirildi. Bu arada evrene çıkmak için de kuzey ve güney yarım kürelerde birer adet gök kapısı bu enerji tabakasına yerleştirildi. Artık o tabakaya yaklaşıp dinlemeye çalışan ve zaman zaman bu kapılardan uzaya kaçan cin ve şeytan tayfasına da evrendeki kozmik ışınlarla görevli varlıklar engel oldu. Çünkü dünyanın etrafındaki enerji tabakası yoğunlaştırıldıktan sonra uzayda da kozmik ışınlar çoğaltılmıştır. Bu kozmik ışınlar Kuran’da “şıhap, şıvaz ve alev sütunu” olarak geçer. “Onları taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan korduk” Hicr suresi 17 108 “Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna, onunda peşine açık bir alev sütunu düşmüştür.” Hicr suresi 18 Yukarıdaki ayetlerde, anlattığımız konu açıkça ifade edilmektedir. İşte dünyanın çevresinde ve evrende olan bu değişimlerden sonra insan enerji bedeniyle uzaya çıkacağı zaman gök kapılarından geçmek zorunda kalmıştır. Dünyanın etrafını küresel bir biçimde kuşatan enerji tabakasına bazı İslam alimleri Kaf Dağı adını vermişlerdir. O insanların Anka Kuşu olarak isimlendirdikleri de Enerji bedenleridir. Dünyayı kuşatan enerji tabakasının iki ana kapısı vardır. Bu kapılar dev bir hol şeklinde enerji tabakasını kuzey yarım küreden güney yarım küreye, dünyanın merkezinden geçerek bağlar. Bu iki kapı insanın uzaya çıkmak için kullandığı ana kapılardır. Bu ana kapılara bağlı olarak dünyanın yüzeyini küresel şekilde kuşatmış, örümcek ağı modeline yakın enerji yolları yaratılmıştır. Bu enerji yollarının kesiştikleri noktalarda ana kapılara bağlanan küçük kapılar vardır. Bu noktalarda fizik kurallarına ters olaylar görülür. Örneğin ülkemizin bazı yerlerinde olduğu gibi yokuş olan tepelik kısımlarına rastlayan geçiş noktalarında yüksek çekim güçleri vardır. Bu çekim güçleri çoğunlukla mıknatıs özelliği gösterirler. Bu noktalarda bir tonluk bir araba, motoru durdurulup vitesi boşa alınırsa arabanın yokuş yukarı çıktığı görülür. Kuzey ana kapısıyla güney ana kapısını birbirine bağlayan holde ise zaman zaman çok şiddetli enerji akımları oluşur. 109 işte bu enerji geçişlerine rastlayan ana kapıların etrafında seyreden bazı uçak ve gemiler enerji fırtınasının etkisiyle ve bu akımın yönüne göre okyanusa gömülür veya uzaya fırlar. Bir daha da bunların izine rastlamak zordur. Günümüz bilimi bu olayları çözemediği için kuzey yarım kürede kalan bölgeye Şeytan Üçgeni adını vermiştir. Bu bölgenin aynısı güney yarım kürede de vardır. Dünyanın etrafındaki enerji tabakasını geçmek, uzayda dilediğimiz yere gitmek, oralarda Rabbimizin ayetlerini görmek için Allah (c.c.) dereceleri yükselen insan-ı kamil noktasına ulaşan kişiler için enerji ve ışık bedene geçiş izni vermiştir. Enerji beden insanın Sultan gücüdür. Yani Allah’ın kudretiyle güçlendirilmiş, hızlandırılmış, duyuları artırılmıştır. Kuran’ı Kerimde de bu konu Sultan güç olarak ifade edilmiştir. Ve dünyanın etrafındaki enerji tabakası da yine Kuran’da göklerin ve yerin çerçevesi,göklerin ve yerin hududu veya sınırı olarak geçer. “Ey cin ve insan toplulukları, yapabilirseniz haydi göklerin ve yerin hududunda geçin bakalım: ama geçemezsiniz ancak üstün bir güç, kuvvetli bir delil ve ilimle geçebilirsiniz.” Rahman suresi 33 Yukarıdaki ayette kuvvetli bir delil ve üstün güç olarak tarif edilen insanın enerji halidir. Ve bu haline Allah’ın (c.c.) vermiş olduğu ilimle ulaşılabilir. Bu konuları geçen bölümlerde geniş olarak anlatmıştık. Bu ayette onun delilidir. 110 Şekil 22 Yukarıdaki şekilde ana gök kapıları ve oluşturduğu hol görülüyor. 111 Şekil 23 Evrene açılan ana çıkış kapıları ve bağlantı noktaları 112 Dünyadan çıkarken gök kapılarının birinden geçtikten sonra uzayda belli yollar tertib edilmiştir. Rahman suresi 33. ayette de belirtildiği gibi insan üstün bir güç, kuvvetli bir delil (enerji bedeni) ve ilim sahibi olmazsa uzaya çıkamadığı gibi, çıksada bu çıkış onun sonu olur. Çünkü evren kozmik ışınlarla doludur. Kozmik ışınlar enerji yapımıza zara verebilirler. Işık bedene ise tesir etmez. Işık bedenle uzayda seyahat edilemeyeceği için (çünkü ışık beden saniyede milyarlarca kilometre hıza sahiptir) enerji bedenle seyahat edilir. Evrende seyahat ederken yolculuğumuzu kozmik ışınların tesir etmediği yollardan yapmalıyız. “Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış göğe andolsun.” Zariyat suresi 7 “Üzerinize ateşler, duman alevleri gönderilir de artık kendinizi savunamazsınız.” Rahman suresi 35 Evrende de dünyanın üzerinde olduğu gibi enerji bedenimizle, içerlerinde rahatça seyahat edebileceğimiz uzayı küresel bir biçimde bir birine geçmiş örümcek ağları şeklinde kaplayan ve bu ağların kesişme noktalarında gezegenlere bağlanan gök kapıları ile donatılmış yollar vardır. Zariyat suresi 7. ayette bu açıkça ifade edilmiştir. İnsan enerji bedenle evrendeki seyahatinde bu yolların dışına çıkamaz. Çünkü bu seyahatin ilmini almıştır. Hangi gezegene hangi gök kapısından geçeceğini bilir. Uzaydaki tertip edilen yolların dışına çıkarsa zarar göreceğini bilir. 113 Şekil 24 Evrendeki yol ağları temsili olarak gösterilmiştir. 114 Allah (c.c.) evrende seyahatle ve görev yapmakla görevlendirdiği halifesini evrenin her noktasında gözetir ve korur. O insanın yerde ve uzaydaki her hareketini, her an takip eder. Onu ebediyen muhafazası altına almıştır. “Yerin içine gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni, oraya çıkanı bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.” Sebe suresi 2 “O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’ın üzerine istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.” Hadid suresi 4 Artık Ahir zamandayız. İnsanoğlunun inanıp Allah’ın istediği şekilde mümin sıfatını kazanan bireyleri yukarıda anlattığımız ve ayetlerle açıkladığımız yeteneklere kavuşacaktır. Müminin yeteneklerini dile gelenlerle ancak bu kadar anlatabildim. Gönülde var olup da dile getiremediklerimi yaşayıp bilmek gerekir. Okuyanlara şu müjdeyi veriyorum; önümüzdeki yıllarda inananların çoğunluğu bu yeteneklere ulaşacaktır. Bu yetenekler Allah’ın (c.c.) kendisine ulaşmaya azmedip o yola baş koyarak çıkan bütün mümin kullarına inşallah lütfedilecektir. Bu güzel insanlar karşısında inanmayanlar, esfel-i safilinin en alt noktasında kalanlar, kıskançlık ve hasetle gözlerini sonuna kadar ayırıp nasıl bu hallere kavuştuğumuza hayretle bakacaklardır. “Onlara gökten bir kapı açsak ta oradan yukarı çıksalar, yine de (gözlerimiz boyandı) daha doğrusu bize büyü yapılmıştır derler.” Hicr suresi 14-15 115 İnsan-ı Kamil, Allah’ın halifesi olması sıfatıyla nur üstüne nur özelliğini kazanmaya hak kazanmıştır.Allah’ın zatından zatına tecelli etmesi ile sonsuzluğa yayılan, sıfatlarının ve esmalarının hakikatı olan nur üstüne nur, ebedi olarak devam edecektir. Yaratılmışların hepsini insan için var eden Allah (c.c) esma ve sıfatlarıyla birlikte, halife olarak var ettiği insan-ı kamile ışıktan hücreye yaratılış sıralaması gereği nur üstüne nur mertebesine ulaşma imkanını da bağışlamıştır. Allah’ın insana verdiği bu lütfunu ve onda var ettiği iç içe olan ışık, enerji bedenlerinin varlığına işaret eden Kuran’ı Kerimdeki diğer bir ayeti de Nur Suresinde görüyoruz. “Andolsun ki Biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik.” Nur Suresi 34 Bu ayette Allah (c.c.) takvaya ulaşmış kimselere öğüt olarak ifade buyurduğu cümlede “öğüt” kelimesi yüksek derecede ilim olarak algılanmalıdır. Çünkü insanlar ancak ilimle takvaya ulaşabilirler. “Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun Nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus ta sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispet edilmeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş deymese dahi ışık verir. Bu nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara (böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.” 116 Yukarıdaki ayet ampulün icadını işaret eden bir ayet olamaz. Böyle düşünenler kendi zanlarının aldatmasını yaşıyorlar. Allah’ın gelecekte insanların kullanacağı bir icadı ile kendisinin varlığını ve Kuran’ı Kerimin doğruluğunu ispatlamasına ihtiyaç yoktur. Bu güne kadar ampulden daha önemli o kadar çok ve mükemmel icatlar olmuştur ki, ampulün icadı yanında çok basit kalmıştır. Önümüzdeki yıllarda insan-ı kamillerin yetiştireceği inançlı bilim adamları ampulü, elektrik tellerini, dev trafo merkezlerini, barajları ve nükleer santralleri hatta evlerdeki elektrik tesisatlarını ve sayaçlarını rafa kaldıracak öyle icatlar ortaya koyacaklar ki, bu icadın modeli güneştir. İnsanlar şimdiye kadar ortaya çıkan yüksek enerjiyi kontrol edilemeyen sıcak füzyonda görmüşlerdir.(örneğin atom bombasının patlaması) Bu enerjiyi ehilleştirip kullanamadıkları için soğuk füzyona yönelmişlerdir. Laboratuar ortamlarında üzerinde çalıştıkları soğuk füzyon konusunda da pek başarılı olamamışlardır. Oysa güneşi iyice inceleyip örnek alsalardı,güneşin milyarlarca yıl süregelen ve belki bir o kadar da devam edecek enerjisinin sıcak ve soğuk füzyonun bir arada senkronize çalışması sonucu ortaya çıktığını göreceklerdir. Güneş gibi çekim alanında bulunan bazı gezegenlere hayat veren yıldızların dış katmanları milyarlarca derece ısıyı içerirken çekirdekleri kutuplardan daha soğuktur. Güneşin varlığında bulunan, güneşin yüzeyi ile çekirdeği arasında süratle gelip giden (sıcak ile soğuk arasında) atom elemanlarının hareketi güneşe devamlı enerji üretme özelliğini verir. 117 Dünya gezegeni de üzerinde yaşam olabilmesi için güneşle ters özelliklerde yaratılmıştır. Dünyanın yüzeyi soğuk çekirdeği sıcaktır. Allah’ın verdiği misaller basit değildir. Üzerinde çok düşünülmesi gerekir. Hele Nur Suresi 34. ayette Allah (c.c.) bu konuya yeminle giriyor ki, bir cam parçası ve bir tutam Wolfram direncini açıklamak veya bildirmek için yemin etmez. Allah (c.c.) Nur Suresi 34. ayette insan-ı kamili anlatıyor. 35. ayette ise insan-ı kamilin kullanabileceği üç beden tarif ediliyor. Şimdi bu ayeti cümle cümle açıklayalım; “Allah göklerin ve yerin nurudur.” Bu cümlede Allah (c.c.) zatından zatına tecellisiyle başlayan ve evrende her an var olan sonsuzluğa kadar devam eden esmalarının ve sıfatlarının oluşturduğu varlığında insanları ve evreni topladığı çok yüksek ışığını ifade buyuruyor. Allah’ın arş’a istivası da budur. “O’nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir.” Yukarıdaki cümle kendisine halife olarak yarattığı (fiziksel bedendeki) insanı anlatıyor.çünkü Allah’ın halifesi olan insan-ı kamil yerde ve gökte O’nun izni ile halifedir. Bu cümlede geçen kandil kelimesi de hücre tuğlalarının bir araya getirdiği insanın fiziksel bedenidir. Bu beden içerisinde daha önce anlattığımız gibi enerji ve ışık bedenler bulunur. Allah (c.c.) bu ayetinde kandilin içerisindeki enerji bedeni insanlara kendisinin istediği mertebelere ulaştıktan sonra kullanılmak üzere yerleştirmiştir. 118 “O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus ta sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki doğuya da, batıya da nispet edilmeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden tutuşturulur.” Bu cümle ile de, insanın enerji bedeninin içerisindeki ışık bedene işaret edilmiştir. Çünkü ayette geçen cam fanus insanın enerji bedenini temsil etmektedir. Cam yapısı gereği nasıl ki saydam ise, insan da enerji boyutuna geçtiği zaman görünmez olur. Enerji bedenin içerisindeki inci gibi parlayan yıldız da nur üstüne nur olan ışık bedene işarettir. Tin suresini anlatırken zeytinin balçıktan (kuark) hücreye kadar olan enerji bedenin yapı taşlarını ifade ettiğini anlatmıştık. Çünkü ayette geçen, doğuya ve batıya nispet edilmeyen zeytin ağacının meyvesi zeytin, insanı meydana getiren hücreleri temsil ediyor. Çünkü zeytin bir tohumdur. Ağaç bu tohumdan oluşur. İnsanın fiziksel bedenleri de Alak’a yapışan insan tohumundan meydana gelir. Zeytinden tutuşturulan (yani ortaya çıkan enerji ve ışık beden) ise zeytinin temsil ettiği hücreleri meydana getiren D.N.A. moleküllerinde kayıtlı bulunan ilimden alınan ışıktır. “onun yağı, neredeyse kendisine ateş deymese dahi ışık verir. (bu) nur üstüne nurdur.” İşte burada yağla temsil edilen D.N.A. lardaki bilgilerdir. Bu bilgilerin zikir ile hatırlandığını anlatmıştık. Yukarıdaki cümlede “ateş” kelimesi D.N.A. dan beyine bilgi taşıyan zikir frekenslarıdır. Allah dilediği kimselere yukarıda belirttiği gibi ateş değmeden de (zikir etmeden de) bu bilgileri hatırlamayı ihsan eder. Çok nadir kimselerde oluşur. 119 “Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara (böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.” Bu cümlede de her insanın Allah’ın nuruna erişemeyeceği yani insan-ı kamil mertebesine ulaşamayacağı ifade edilmiştir. Çünkü Allah insanları derece derece yaratmıştır. “(Bu kandil) bir takım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşama O’nu tesbih eder ki” Nur suresi 36 “Onlar, ne ticaret ne de alış verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” Nur Suresi 37 Yukarıdaki ayette de anlaşıldığı gibi “kandil” kelimesi insanı ifade etmektedir. Daha önce anlattığımız gibi Allah’ı tesbih eden insanların kalp, D.N.A. (levh-i mahfuz) ve beyin arasındaki irtibatı kurarak D.N.A. lardaki bilgileri hatırladıklarını, bu sayede de insan-ı kamil mertebesine ulaştıklarını ve yukarıdaki ayetlerde belirtilen; insanın varlığında bulunan enerji ve ışık bedenleri kullanabildiklerini ifade etmiştik. Yukarıdaki ayetler üzerinde tefekkür ettiğiniz zaman konuların nasıl yerli yerine oturduğunu fark edersiniz. Allah (c.c.) Tin ve Nur Surelerinde önce insanın mükemmel yaratılışını, daha sonra aşağıların aşağısına indirilişini ve fiziksel bedenlerde buz misali iç içe geçmiş iki bedenimizin daha var olduğunu ve kullanılmaya hazır olduğunu inşallah ifade etmişizdir. 120 Akıl sahibi insan hangi dinde olursa olsun, tek Allah’a inanan her insana ve Müslüman geçinip te kalplerinden İslam çıkmış, okudukları Kuran boğazlarından aşağı inmeyen, imanı dilinin ucunda olan insanlara sesleniyorum. Allah’tan korkun! Ve O’na uyun. Kuran’ı Kerim’i süslü kılıflarda duvarlarda çürütmeyin. Açın, okuyun, anlayın. İnsanın ömrü dünyada üç gündür. Dün bitti,bu gün bu andayım, yarını bilmiyorum. Bu üç günlük ömür için yukarıda anlatılan Allah’ın mümin kullarına hazırlayıp vaat ettiği nimetleri sahip olduğunuz veya olmadığınız hiçbir maddi değerle değiştirmeyin. Ancak Allah’ı sevin ki O’da sizi sevsin. O’nu çok çok anın ki O’da sizi ansın. O’nun yarattıklarını O’nun için sevin. Ellerinizdeki ekmeklerinizi paylaşın ki kardeşliğiniz büyüsün,gelişsin. Kanı ve göz yaşını durdurun. “İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kuran sebebiyle kalplerinin ürperme zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine Kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” Hadid Suresi 16 Sizi fiziksel bedenlerinizin esaretinden kurtulmaya, karanlıktan aydınlığa çağırıyorum. Bunun için çok çalışın, Yüce Allah’ı çok tesbih edin. Ve Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) ‘ya uyun ki Allah size olan vaadini yerine getirsin. “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve peygamberine inanın ki O,size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayan çok esirgeyendir” Hadid suresi 28 121 Günümüzde yaşayan art niyetli kesimler dünya üzerindeki menfaatleri için dinleri, özellikle düşman tarafı olarak gördükleri İslam’ı ve İslam’a inanan insanların inançlarını deforme etmek için akla mantığa sığmayacak uydurma yolar ve fikirler ortaya atmıştır. Astral bedenler, astral seyahatler ve reenkarnasyon gibi ülkemizde ve İslam dünyasında basın yayın aracılığıyla içimize sokulan bu yeni akımlar özellikle gençlerimizin inançları üzerinde çok büyük tahribatlar yapmıştır. Işınlanma, evren, evrendeki seyahatler asırlardır insanların merak ettiği konulardandır. Bu güne kadar hayal dünyasında yaşayan birçok yazarlar bu konulardaki hayallerini kitaplara dökmüşlerdir. Bu kitapların çoğu sinemaya aktarılmış görsel yollarla da kurgu-bilim filmleri insanlardaki din inançlarını silip atmak için epey başarılı yol almıştır. Dünyayı eline geçirmeye çalışan gizli dünya devletinin elemanları, insanlarda aşırı merak uyandıran bu akımları kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak dünyayı; sömürdükleri maddi güçleriyle ele geçirdikleri gibi insanların maneviyatlarını da bozarak onları inançsız, hayalperest kuklalar haline getirip kullanmaktadırlar. Son zamanlarda ismini vermeyeceğim bazı yayın kuruluşları da dış güçlerin desteği ile bu tür yayınlarla “sizi uçuracağız, göçüreceğiz” gibi telkinlerle ülkemizde de geniş bir insan kesimini zehirlemeyi başarmışlardır. Biz burada bu akımlara ve reenkarnasyon saçmalığına açıklama getireceğiz. 122 REENKARNASYON VAR MI? 123 İnsanların merak ettikleri enerji ve ışık bedene geçiş, evrende ışınlanarak seyahat etmek ve buna benzer insanda var olan üstün özelliklerin gerçeklerinin Kuran’ı Kerim’de ve İslam dininde var olduğunu bu kitabımızda detaylı olarak açıkladık Bunun dışında art niyetli insanların uydurduklarıyla insanlar bu özelliklerinin hiç birini kullanma yeteneğine ulaşamazlar. Bunun tek ve gerçek yolu yüksek bir imana kavuşup tevhidde zirveye çıkmak ve Kuran içinde bulunan ilimlerle bu noktaya ulaşmaktır. İnsanın ömrü zannedildiği gibi dünya hayatına doğup ve dünya hayatında ölmekle sınırlı değildir. İnsanın ilk yaratılışında ışık bedenlerle yaratılışlarına şahitlik ettiklerini anlatmıştık. İşte insanın hayatı bu şahitlik noktasında başlar. Ve kaderleri içerisinde olan ömür diye tarif edilen ışık bedenlere göre bitkisel hayata benzeyen dünya hayatı rüyasının dışında herhangi bir kesintiye uğramadan Allah’ın izniyle ebediyen yaşar. İnsanlar dünya hayatına gelene kadar yüksek bilinçte ve ilim sahibi olarak hayata devam ederler. Dünyaya imtihan edilmek amacıyla inme sırası gelen yüksek bilinçli insanlar, önceden de anlattığımız gibi esfel-i safiline, Adem (a.s.) den sonra gelenler Alak yaşamının ardından dünya hayatına geçerler. Dünya hayatına geçişleriyle beraber yüksek yetenekleri ve bilinçleri de varlıklarında mevcuttur. Yani o yeteneklere istidatlı olarak gönderilirler. İnsan Dünya hayatına bir defa gelir ve bir daha dönmemek üzere ebedi hayatına döner. 124 İslam dinine mensup olup da reenkarnasyonun varlığına destekleyenler şu tezi savunmaktadırlar; insanların hepsi dünya hayatlarında eşit değillerdir. Kimisi zengin, kimisi fakir, kimisi güçlü, kimisi güçsüz gibi faklılıkların Allah’ın adaletine ters düştüğünü iddia etmektedirler. Bu sebeple insanların tekrar tekrar dünya hayatına gelerek önceki hayatlarında yaşadıkları bu eksiklikleri gidererek Allah’ın adaletinin yerine geleceğine inanmaktadırlar. Bu inanış İslam inanışı değildir. “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” Zuhruf suresi 32 Yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi Allah (c.c.) dünya hayatındaki insanların birbirlerine maddi ve manevi üstünlüklerini, hayatın dengesini sağlamak için vermiştir. Dikkat edilirse evrende de gezegenlerin kimi büyük kimi küçük, kimisi gaz halinde kimisi güneş gibi ısı ve ışık yayıyor. Bu evrenin dengesi için konmuştur. Eğer bütün gezegenler güneş olsaydı dünyada hayat olur muydu? Herkes eşit olsaydı dünyada hiçbir şey üretilmezdi. Allah’ın adaletini, milyarlarca yıl önce yaratılmış ve dünya hayatına gelene kadar bu süre içerisinde hayatta kalmış, dünya hayatından sonra da ebedi hayatına devam edecek insanlara verilen yüksek ilim, yetenekler ve ebediyetlerinde göremiyorlar da, evrenin sonsuzluğu içerisinde saniyeler kadar kısa süren, bir toz taneciği kadar küçük olan dünya hayatında mı arıyorlar? 125 “Kıyamet koptuğu gün, günahkarlar,(dünyada) ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler.işte onlar (dünyada haktan) böyle döndürülüyorlardı.” Rum Suresi 55 Yukarıdaki ayette Allah(c.c) insanların fiziksel bedenlerde dünya hayatında ebedi hayatlarına oranla çok kısa süren bir kesit yaşadıklarını ifade buyuruyor.Günahı olmayan müminliğin zirvesine ulaşıp, İnsan-Kamil mertebesine ulaşanlar ise dünya hayatı zaten bitmiştir.Onlar dünyada iken ebedi hayatı yakalamışlardır. Çünkü onlar dünya ölümünü beklemeden fiziksel bedenler diye anılan kabirlerinden kurtulup dünya hayatına göre ölmeden ölmüşlerdir. Bu hususta Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur; “Ölmeden önce ölünüz” bu hadis-i Şerifin yorumu şu şekildedir; Dünya hayatını yaşarken Allah’ın dünyadaki kulundan görmek istediği İnsan-ı Kamil mertebesine çıkıp fiziksel bedenlerde kabir hayatını tamamlamış olarak ebedi hayata geçmektir. Bu insanlara toprak altındaki kabirler elbiselerini bıraktığı dolap gibidir.Onlar diledikleri zaman Allah’ın izniyle ölümden sonra kabrine bıraktığı bedenlere tıpatıp benzeyen vücutlara sahip olabilirler,zamanın gerisinde ve ilerisinde serbestçe görev yaparlar.çünkü onlar dünyada iken ahireti seçip ölümsüzlüğe ulaşmışlardır. Bu konuyla ilgili olarak bir kısım İnsan-ı Kamillerin yaşantıları içerisindeki muhteşem kerametleri etraflıca anlatacağız. 126 Yeniden doğuşun (reenkarnasyon) olmadığı Kuran-ı Kerimde açık açık beyan edilmiştir. “İlk tattıkları ölüm dışında,orada artık ölüm tatmazlar ve Allah onları cehennem azabından korumuştur. (ebedi hayata kavuşmuşlardır)” Duhan Suresi 56 “Birinci ölümünüz hariç,bir daha biz ölmeyecek ve bir daha azap görmeyecek,değil miyiz.Şüphesiz bu büyük kurtuluştur. Çalışanlar böylesi kurtuluş için çalışsın.” Saffat Suresi 58-59-60-61 İnsanın yeniden doğuş sandığı durum, (reenkarnasyon) yine insanların ilk yaratılıştan itibaren dünya hayatına gelene kadar olan yaşamlarındaki olayları hatırlamalarıdır. Unutmayın ki insanın en büyük sınavı da ilk yaratılışını, Rabbine verdiği sözleri ve ondan aldığı emirleri hatırlamaktır. Bu sebeple Kuran-ı Kerimin bazı ayetleri hatırlatmakla başlar. İlk yaratılış halindeki insanın ilim yönünden ve özel yetenekler bakımından fiziksel bedenlerimize göre olan üstünlüğünü daha önce anlatmıştık. Öyle yüksek ilim sahibi insan elbette kendisiyle beraber yaratılan insanları tek tek tanıyıp bilmiştir, çünkü insanın kendi yaratılışına ve alemlerin yaratılışlarına olan şahitliği nedeniyle bütün gördüklerini, bildiklerini ve duyduklarını kendi varlığında toplamıştır. Ancak dünyaya ve fiziksel bedenlere indirildiğimizde bu bilgiler bizden alınmamış ve birey olarak her birimizde bulunan kendi Levh-i Mahfuzlarımıza (DNA) tamamen satır satır hatırlanmak üzere yerleştirilmiştir. 127 İlk yaratılışta, insanlar kendileriyle beraber yaratılan diğer insanlarla dünyadaki insanlar arasında olan dostluklardan çok daha üstün, Allah sevgisine dayalı, menfaat içermeyen dostluklar kurmuşlardır. İşte o alemde kurulan bu yüce dostluklar ve arkadaşlıklar dünya hayatında da devam ederler. İlk yaratılıştaki hayatta çok yakın olan iki dosttan, hangisi dünya hayatına önce gelirse o alemde kalan diğer arkadaşı dünyaya inen dostunun doğumdan ölümüne kadar bütün hayatını salise salise beraber yaşar ve bilir.(zaten dünya hayatı ebedi hayata göre birkaç saniye değil midir?) dünyadaki dostunun hayatındaki yaşanmış olan en küçük ayrıntıları bile beraber yaşayıp bilen kişi, dünyadaki dostunun ölümünden sonra kendisinin dünya hayatına ve fiziksel bedenindeki yaşam süresini tamamlamaya indirildikten sonra düşünme ve hatırlama yetenekleri gelişince küçük bir olay, gördüğü bir yer veya önceki dostuna ait tarihi bir kayıt, daha önce enerji bedendeyken dünyadaki fiziksel bedendeki dostuyla beraber yaşamış olduğu tüm süreyi bir anda hatırlamasına sebep olur.çünkü o kişinin dünya hayatına indirildiğinde önceden yaşamış olduğu tüm hatıraların tamamı kendine ait DNA larında kayıtlıdır. Yukarıda anlattığımız hatırlamaya sebep olan, herhangi bir nedenle DNA lardaki bu bilgiler dostundan sonra dünyaya gelen o kişinin beynine sıçramalar yapar, ve önceden gelen dostunun hayatının her saniyesini birlikte yaşadığı için kendi hayatı zanneder, ve önceden yaşamış olduğu vehmine kapılır.İşte reenkarnasyon sanılan olay da budur. 128 Bu tür hatırlamalar, geçmiş tarihlerde yaşayan insanlar veya yakın tarihte yaşamış olan insanlarla da olabilir.Çünkü Allah (c.c) ilk yaratılıştaki insanların dünyaya hangi zamanda geleceğini önceden programlamıştır. Bu insanların iradesinde değildir. Bu hatırlamalar bazı insanlarda kısmi olarak yaşanır, olayın tamamını hatırlayamazlar.Bu durum insan kalbinde (gönlünde) oluşan şokun frekansının (DNA)ya yüklediği etkiyle orantılıdır.DNA ya yüklenen şokun ürettiği frekansın şiddeti az olduğu zaman kısmi hatırlama oluşur.(Daha önce DNA lardaki bilgilerin beyne frekanslar yoluyla aktarıldığını anlatmıştık.) Bu kısmi hatırlamalar “ben bu şehri görmüştüm, buradan daha önce geçmiştim, bu olayı daha önce yaşamıştım veya ben bu insanı daha önce tanıyordum” gibi detaylarını çözemediği hatıralar şeklinde ortaya çıkarlar. Konuya örnek olarak: Fatih Sultan Mehmed 15.yy da yaşamıştır. Fatihle beraber ilk yaratılışta dost ve yakın arkadaş olan bir insan onun o zamandaki hayatını doğumundan ölümüne kadar yaşamış olarak zamanımızda dünya hayatına geldikten sonra Fatihin hayatını tarihte okuduğunda, hatırlamanın vermiş olduğu ani şok o insanın DNA larında kayıtlı olan o bilgileri beynine aktarır.Onun hayatını saniyeleriyle beraber birlikte yaşadığı için kendi hayatıymış gibi algılar. Daha önce birlikte yaşamış olduğu dostunun hayatıyla kendi varlığını ayırt edemediği için o kişi; “daha önceki hayatımda ben Fatih Sultan Mehmed idim” vehmine kapılır ve kendisini öyle lanse eder. 129 Günümüzün insanları, bu olayları; ‘insanlar tekrar tekrar doğarlar’ diye lanse ederek, reenkarnasyon saçmalığını ortaya atarak insanları böyle bir olayın varlığının vehmine yöneltmişlerdir. Böyle olaylar ilgi çekici oldukları için İslama düşman olan kesim tarafından kendi dinlerini üstün göstermek amacıyla bu olaya reenkarnasyon ismini vererek bir nevi putçuluğu (budizmi) öne çıkarmaya çalışıyorlar. Mümin olan her insanın feraseti olur.Peygamber (sav) Efendimiz; “Müminin ferasetinden korkunuz.” buyurmuştur. Son zamanlarda müminlik sıfatı takkeyle takunya arasında kaldığı için insanlarda feraset kalmamıştır, bu nedenle İslam aleminde yukarıda anlattığımız art niyetli insan ve devletler İslam ülkelerini her yönden bağımlı hale getirmiş,insanlarının çoğunu ekmeğe muhtaç etmiştir. Yukarıda anlattığımız gibi reenkarnasyon diye bir olay yoktur.Bu sadece bir hatırlamadır. Kuran-ı Kerimde tekrar doğuşun olmadığını ispat eden ayetler vardır. “veya:Allah bana hidayet verseydi,elbette sakınanlardan olurdum, diyeceği, yahut azabı gördüğünde: Keşke benim için bir kez (dönmeye ) imkan bulunsa da iyilerden olsam diyeceği günden sakının.” Zümer Suresi 57-58 “Hayır (dönmeyeceksin!) Ayetlerim sana gelmişti de sen onları yalanlamış, büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştun.” Zümer Suresi 59 Yukarıdaki ayetlerde ifade buyrulduğu gibi dünya hayatını bitirenlere tekrar dönüş izni yoktur. 130 ENERJİ VE IŞIK BEDENLERİNİ KULLANABİLEN İNSAN-I KAMİLLERİN HAYATLARINDAN KESİTLER 131 Buraya kadar ışıktan hücreye evrenin yaratılışı, ışıktan hücreye kadar tüm varlığın yaratıcısının sayısız esmasını sayısız defa tesbih ettiğini, ışıktan hücreye insanın yaratılışını ve ışıktan hücreye yaratılışının gereği insanın ışık ve enerji bedenlerini ve bu bedenlerle evrende ve dünyada seyahat yollarını anlattık. Şimdi bu yeteneklere sahip olan insan-ı kamillerin, Allah’ın kendilerine müminliğinin karşılığı mükafat olarak lütfettiği bu üstün özelliklerin ve yeteneklerin hayatlarındaki tatbiklerinden pasajlar vereceğiz. Burada saygımız ve sevgimizden dolayı Peygamberler Peygamberi, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) Miraç hadisesinden özet olarak bahsedeceğiz. Daha önce de kısmen anlattığımız gibi Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, Mescid-i Aksa’dan Sidre-tül Münteha’ya yolculuğu, ışık ve enerji bedenlerini kullanabilen, maddelere hükmeden, Allah’ın izniyle güneşin ve ayın dileği karşısında boyun eğdiği bu mükemmel insanın, diğer insanlara yaşayarak ve yaparak gösterdiği en büyük örneğidir. Burada bir daha tekrar edecek olursak Peygamber efendimizin (s.a.v.) bu yolculuğu dünya zamanıyla çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşmiştir. Çünkü bu yolculuğa başlayıp bitirdiği süre içerisinde yatağındaki vücudunun sıcaklığı henüz soğumamıştı. Bu yolculuk esnasında Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya enerji bedeniyle saliseler içerisinde gitmiştir. 132 Mescid-i Aksa’dan Sidre-tül Münteha’ya ise ışık bedeniyle gitmiştir. Miraç yolculuğunda Peygamber Efendimizin (s.a.v.) varlığında enerji ve ışık bedenlerinin mucizeleri görülmüştür. Peygamber Efendimiz ve varisleri olan insan-ı kamillere hayvanlar da bilinçli olarak itaat eder. Buna örnek olarak; “Resulullah (s.a.v.) ile, Medine’nin bazı sokaklarında beraber bulunuyorduk. Bir bedevi’nin çadırı yanından geçtik. Çadıra bağlanmış bir geyik gözümüze ilişti. Geyik dedi ki: -Ey Allah’ın Resulü, bu bedevi beni avladı. Dağda iki yavrum var. Memelerim sütle doldu. Bir an önce kurtulup rahata kavuşmam için beni boğazlamıyor. Dağdaki yavrularıma dönmem için de beni serbest bırakmıyor. Allah’ın Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Seni bırakırsam döner misin?” -Evet!Dönmezsem Allah beni sahtekar öşürcüye yaptığı azapla cezalandırsın! Dedi. Bunun üzerine Allah’ın Resulü (s.a.v.) onu serbest bıraktı. Çok geçmeden koşarak geldi. Hemen onu çadıra bağladı. Bedevi elinde bir damacanayla çıkageldi. Allah’ın Resulü (s.a.v.) ona şu teklifte bulundu: “Bunu bana satar mısın?” - Bu senin olsun ey Allah’ın Resulü,dedi. Derhal Peygamber (s.a.v.) onu salıverdi. Zeyd b. Erkam (r.a.) dedi ki: Vallahi ben o geyiği, dağda tesbih ederken gördüm. Şöyle diyordu: “La ilahe illallah! Muhammed’ün Resulullah” 133 Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yüksek özelliklerinden biri de gezegenlere hükmetmesidir. Bir işaretiyle Allah’ın izniyle ayı ikiye bölmüştür.bölünen iki parçadan bir parçası dağın arkasında, diğer bir parçası ise önünde yer almıştır. Bu mucizeye o zamanın Kureyş halkı şahit olduğu gibi, ayetle de teyit edilmiştir. “Saat yaklaştı. Ay (ikiye) ayrıldı.” Kamer suresi 1 Bu yetenekler, mucizeler Allah’ın sevip, şanını, şerefini ve ilmini yükselttiği Hz. Peygamber efendimize (s.a.v.) diğer insanlara örnek olarak gösterilmek üzere lütfedilmiştir. O’nun güneşe hükmetmesi de şu şekilde olmuştur: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kureyş halkına Miracını, Mekke’den Mescid-i Aksa’ya gittiğini anlatıyordu Onlar da O’na Mescid-i Aksa hakkında bazı şeyleri sordular. Derhal Allah (c.c.) O’na aradaki mesafeyi ve perdeyi kaldırdı, Mescid-i Aksa’yı açık açık gördü, ona baktı ve onu tam manasıyla anlattı. Yoldaki kafile hakkında da sordular. Şöyle buyurdu: “Kafile size, Güneş doğarken vasıl olacak!” öyle oldu ki kafile gecikti. Bunun üzerine Allah (c.c.) ikindi vaktine kadar güneşi durdurdu, doğmasını önledi. İşte Allah’a halife olmak budur. Allah (c.c) kendisine halife seçtiği kulunun sözünü doğrulamak için evrendeki düzeni değiştirip dünyanın dönüşünü durdurarak ona yardım eder.inşallah zamanımızdaki inanan lara da büyük yardımlarda bulunacaktır. 134 Böyle mubarek insanlar ölüleri de Allah’ın izni ile diriltirler. Ebu Bekr b. Ebi’d-Dünya dedi ki: “Ensar’dan bir genci ziyaret ettik. Çok geçmeden hemen öldü. Gözlerini kapatıp üstüne elbisesini çektik. Birimiz annesine: - Sabret, karşılığını Allah’tan bekle! Dedi. Annesi şöyle dedi: - Öldü mü? - Evet! Dedik. Derhal ellerini göğe kaldırıp şöyle dua etti: “Allah’ım, ben sana iman ettim. Resulüne hicret ettim. Başıma bir musibet geldiği zaman hemen sana dua ettim, sende o musibeti benden bertaraf ettin. Ne olur yalvarırım sana Allah’ım bu musibeti bana çektirme!” Hemen yüzünden elbise (örtü) açılıverdi. Oradan ayrılmadan yemek yedik. O da bizimle beraber yemek yedi. Sonra bunu İsa b. Yunus, Abdullah b. Avn ve Enes b. Malik (R.A)’den rivayet ederek şöyle serdetti: “bu ümmette üç şeyi müdrik oldum; eğer bunlar İsrail oğullarında olsaydı, bütün milletler onu paylaşamazdı. Dedi ki: - Nedir bunlar ey Ebu Hamza? Şöyle dedi: “Biz Allah Resulü(s.a.v)’in yanında Suffe’de idik. O’na bir kadın, beraberinde baliğ olmuş bir çocuğu olduğu halde muhacir olarak geldi. Kadını kadınlara, erkeği de bize kattı. Çok geçmeden ona (oğluna) Medine vebası isabet etti. Birkaç gün hasta yattıktan sonra öldü. 135 Peygamber (s.a.v) gözlerini kapadı, techiz edilmesini emretti. Vaktaki onu yıkamak istedik, şöyle dedi: “Annesine gidip durumu bildir.” Hemen gittim ve durumu bildirdim. Annesi geldi, ayaklarının ucunda oturup, ayaklarını tuttu ve şöyle dedi: “Allah’ım, benimle putperestleri sevindirme! Taşımaya gücüm yetmeyen bu musibeti bana tahmil etme!” Vallahi, kadın sözü bitirir bitirmez, ayakları oynamaya, yüzündeki örtüyü açmaya başladı. (dirildi); Resulullah (s.a.v) ve onun annesi ölünceye kadar o yaşadı. Azgın devenin kıssası. Peygamber (s.a.v)’e hürmet göstermesi ve O’na şikayette bulunması: “Ensardan bir hane halkının su taşıyan develeri vardı. O bir gün güçlük çıkardı, sırtını onlara teslim etmedi. Hemen Ensar Resulullah (s.a.v)’e gelip şöyle dediler: -Bir devemiz var. Üzerinde su taşırız. Bize güçlük çıkarıp sırtını bizden men etti. Ekin ve hurmalık susuz kaldı. Allah Resulü (s.a.v) ashabına: “Kalkın!” diye emir verdi. Hemen kalktılar. Derhal bostana girdi, -Deve bostanın bir kenarında idi.Peygamber(s.a.v) ona doğru yürüdü. Hemen ensar şöyle dedi: -Ey Allah’ın Resulü, o, köpekler köpeği gibi oldu. Sana saldırmasından korkuyoruz. “Bana karşı onun bir sakıncası ve zararı yoktur!” buyurdu. 136 Deve Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e bakınca, O’na doğru ikbal etti, önünde secde ederek (saygı göstererek) çöktü. Hemen Allah’ın Resulü onun alın saçından tuttu. Görülmemiş bir derecede boyun eğdi. Nihayet onu işine kaldırdı. Ashabı O’na şöyle dedi: -Ya Resulullah, bu, aklı olmayan bir hayvandır. Sana secde ediyor. Bizim de sana secde etmemiz daha uygun düşmez mi? Cevap verdi: “Bir insanın bir insana secde etmesi doğru olmaz! Eğer insanın insana secde etmesi doğru olsaydı, kadının kocasına secde etmesine –üzerinde hakkı büyük olduğu içinemrederdim. Nefsim yed-i kudretinde olan (Allah’a) yemin ederim ki, ayağından başına kadar bütün vücudu irin ve sarı su ile dolup taşan bir yara bulunsa, kadında onu karşılayıp dilleri ile yalasa yinede onun hakkını ödeyemez!” Hişam b. Ammar’da şöyle dedi: -Kardeşim Rebi’b. Hiraş hastalandı. Ziyaret edip kendisine baktım. Sonra öldü. Onu techiz ve tekfin etmek için hazırlığımıza başladık. Geri dönüp geldiğimizde, örtüyü yüzünden açtı ve şöyle dedi: “Esselamu aleyküm!” -Ve aleykesselam! Geldin mi? Dedik. “Evet, lakin sizden sonra Rabbime mülaki oldum. Ben,i revh ve reyhanla karşıladı. Onu öfkelenmemiş Rab olarak buldum. Sonra bana yeşil sündüsten elbise giydirdi. 137 Size müjde vermek için kendisinden izin istedim. Bana izin verdi. Durum işte gördüğünüz gibi… sözün doğrusunu söyleyin. İlahi emirlere yaklaşın. Müjdeleyin; nefret ettirmeyin.” Dedi. Bunları söylediği zaman sanki bu sözler, suya düşen taş gibi gümbürdüyordu…” Ebu Bekr b. Ebi Şeybe dedi: “Babasının gözleri bembeyaz olmuş, hiçbir şey görmez bir halde Allah’ın Resulü (s.a.v)’in yanına çıkıp gitti. Allah Resulü (s.a.v) ona sordu: “Ne oldu böyle sana?” cevap verdi: - Devemi otlatıyordum; yılanın karnına basabildim. Gözlerim kör oldu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onun gözlerine okuyup üfledi, gözleri hemen açılıverdi. Sonra onu, iğneye iplik geçirirken gördüm, o anda tam 80 yaşındaydı.” Bir gün Hace, müritleriyle bir köye gittiler. O köye yakın bir yerde bir deliye rastladılar. Konuştular, dil işi edepsizliğe döktü. Dile alınmayacak şeyler söylemeye başladı. Hatta, deli yüksek sesle seni ve sana uyanları maskara ederim diyecek kadar ileri gitti. Hace bu sözlerden incindi, karın ağrısı sana dedi ve dönüp geri gitti. Deli Hace’nin peşinden yürüdü. Bana izin ver dedi. Hace izin verdi. Lakin deli yine durdu gidemedi. Bir daha izin istedi Hace haydi git dedi, fakat deli yine gidemedi. Bu hal birkaç kere tekrarlandı. Hace izin verdiyse de delinin gitmeye kudreti yoktu. Nihayet deli dedi ki: - Benim gitmeye kudretim yok, lakin arkadaşlarından birine emret beni sırtına alsın yerim nere ise oraya götürsün. 138 Hace sordu: hangisini istersin? Deli Emir Hüseyin’i istedi. Hace Emir Hüseyin’e: -Yüklen bu adamı ulaştır yerine, emrini verdi ve yoluna süratle devam etti. Emir Hüseyin deliyi sırtına aldı iki adım gitmeden baygınlık geçirdi, yere düştü ve ruhunu teslim etti. Deli bu hali görünce dövünerek, feryat ederek Hace’nin ardından yetişti ve olup biteni haber verdi. Hace: -Pek hoş Maşallah. Haydi git onu defneyle. Deli yine feryat kopararak dedi ki: -Siz buyurun ben ne edeyim? Hace, deliye iltifat etmedi, fakat delinin hali bambaşka oldu. Müridler şefaat ettiler. Delinin küstahlığını affetmesini ve Emir Hüseyin’in kurtulmasını dilediler. O zaman Hace buyurdu ki: -Beni ve müritlerimi maskara edecek kimse böyle kazaları defetsin görelim… Deli yine niyaz ederek Hace’nin ayaklarına kapandı. Müridler dediler ki: -Efendim, delinin edepsizliği haddini aştı. Lakin aczini bildi, suçunu itiraf etti. Bağışlamanızı niyaz ediyoruz. Hace müridlerin dileğini kabul etti, deliyi bağışladı. Geri döndü, mübarek ayağını Emir Hüseyin’in göğsüne koydu ve derhal Emir Hüseyin’in ruhu cesedine geri döndü kalkıp oturdu. Hace buyurdu ki: - Ne zaman Emir Hüseyin’in yanına gittim, ruhu dördüncü kat göğe kadar yükselmişti. Ben Allah’ın izniyle bu aziz ruhu o yerden alıp cesedine dahil ettim ve deliye de inayet edip, yerine gitmeye kudret hasıl oldu. 139 Hace, Muhammed Zahid ile bir sahrada oturup konuşurlarken: -Kulluğun en yüksek mertebesi, Hak yolunda can feda etmektir, dedi. Muhammed Zahid can feda etmenin nasıl olacağını sordu. Hace cevap verdi: -Hak için öl deseler ölmek. Bir zaman sonra Muhammed Zahid’e Hak için öl, dedi. Zahid o anda öldü. Bu hal üzere kuşluktan öğleye kadar kaldı. Bir zaman sonra yüzü simsiyah oldu. Hace: Ya Muhammed! Diril, dedi. Muhammed Zahid dirildi ve kalkıp oturdu. Hace, Buhara da bir evde müridleri ile oturuyordu. Hane sahibi yemek malzemesi için üç müridi çarşıya gönderdi. Her biri alınacak şeyler için birer tarafa gitti. Bu üç müridin üçü de aynı zamanda ve ayrı ayrı yerlerde Hace’yi gördüler. Sonra birleştiler, aldıklarını bir araya getirdiler ve yüklendiler. Derviş Mehmed’e rastladılar. Kıssayı ona anlattılar. Derviş Mehmed: -Hace’yi ben de falan yerde gördüm dedi. adamlar hayret içindeyken, Hace bunlara adam gönderdi. Adam: -Niçin bu kadar eylendiniz, geç kaldınız diye aramaya geldim dedi. müritler gelen adama olanı biteni anlattılar. Adam dedi ki: -Siz çarşıya gittiniz ben, ev sahibi ve Hace oturduk. Hace asla ayrılmadı, hatta beni kendisi gönderdi. Hemen eve vardık bize buyurdu ki: -Neden çok eylendiniz? Biz durumu Hace’ye arz ettik. Hace gülümsedi ve buyurdu ki: -Evliyaullah’dan bu hal sadır olur. Hazret-i Azizan bir Ramazan on üç yere iftar için davet edildi, hepsine de icabet etti ve hepsinde isbat-ı vücut etti. 140 Hace bir aziz ile ırmak kenarında Şeyh Seyfeddin kabrinin karşısında oturmuşlar, velilerin ahvalinden konuşuyorlardı. Bu konuşma arasında Şeyh Seyfeddin ile Şeyh Hasan Bulgari’nin arasında geçen kerameti anlattılar. Aziz dedi ki: -Velilerin geçmiş zamanda çok tasarrufları oldu. Acaba bu zamanda onlar gibi tasarruf eden var mıdır? Hace buyurdu ki: -Bu zamanda adam vardır ki, bu ırmağın suyuna yukarı ak diye işaret etse ırmak aşağı değil, yukarı akar. Hace’nin ağzından bu söz çıkar çıkmaz ırmağın suyu yukarı doğru akmaya başladı. Hace buyurdu ki: -Ey su! Ben sana yukarı ak demedim. Bu kerameti çok kimse gördü ve bu keramet sebebi ile Hace’nin tasarrufunu nice münkirler kabul edip, saadete erdiler. Hace bir kış mevsimi Derviş Hüseyin’e emretti: -Bu sene çok kış olacak, çok odun lazım. Derviş Hüseyin hayli odun topladı. Sabahleyin kar başladı. Aralıksız kırk gün yağdı. Bu tipili, tufanlı günlerde Hace Şeyh Şadi’yi aldı, Harzem tarafına gitti. Yolda Haram adında büyük bir ırmak vardı. Irmağın kenarına geldiler. Hace buyurdu ki: -Şadi görelim bu suyun üzerinden yürüyüp geçeceksin. Şeyh Şadi korktu, geçemedi. Hace yine geç diye emretti Şadi cesaret edemedi. Hace o esnada Şeyh Şadi’ye heybetle bir nazar etti, Şadi dayanamayıp yere düştü. Kendinden geçti, sonra kendine gelip kalktı, su üzerinde yürüdü. 141 Hace hazretleri de ardından yürüdü. Böylece koca ırmağı geçtiler. Hace buyurdu ki: -Şimdi bak, çizmene su isabet etmiş midir? Şeyh Şadi baktı; gördü ki ayağı bile ıslanmamış… Mevlana Saadeddin, Nesef halkının çok sevdiği bir zattı. Hace bu zata dedi ki: -Bu gün sizin bağa gidelim. Mevsim kıştı. Bağa gittiler, bağ çalılık gibi bir manzara gösteriyordu. Hace buyurdu ki: -Bağınız bu mudur? İster misin bu çalılığı çekici, verimli, hoş bir gülistan yapalım? Bak bağına… Saadeddin bağa nazar etti, kış gününde bağ çimen ve gül bahçesi haline gelmiş… her taraf karla örtülü, Saadeddin efendinin bağı yemyeşil… Hace, talebeleri ile bir evin damında oturuyordu. O gün pek celalliydi. Talebelerine sordu: -Siz mi beni buldunuz, ben mi sizi buldum? -Biz seni bulduk. -Siz beni buldunuz madem ki, bu satıhta dahi bulunuz. Dedi ve gözden kayboldu. Talebeler dört bir yanı aradılar taradılar bir türlü bulamadılar. Aciz kaldılar; biz sizi bulduk, sizin cazibeniz ve lütfunuz olmasa sizinle müşerref olmaya kimin istihkakı var? Talebeler bu kadar özür diledikleri halde Hace meydana çıkmadı. Bir an geldi, Hace eski oturduğu yerde… müridler utandılar, hayrete düştüler. Hace'nin bu gizlenmedeki amacı; vahdet sırrını onlara ifade edip, hakkı bildirmekti. 142 Bir mürid dedi ki: -Hace bir gün Kasr-ı Arifan’da kendi bağlarında oturuyordu. Bir ağaca sırtını vermişti. Bir zaman sonra kendilerinde bir heybet oluştu Ben bu heybet ve dehşetten bayılıp olup yere düştüm. Bir müddet sonra kendime geldim. Gördüm ki Hace, bahçedeki havuzun etrafında dönmektedir. Sonra bir elma ağacını kucaklayıp durdular. Dikkat ettim, vücutları öyle büyüdü ki bağı doldurdu. Nereye baktımsa her taraf Hace hazretleri ile dolu idi. Sonra yine gördüm ki mübarek cisimleri küçülmeye başladı. O kadar küçüldü ki vücutlarından eser kalmadı. Biraz sonra da mübarek cisimleri yine görünmeye başladı ve asıl hali, tabii vücudu ne ise nihayet o hale geldi. Fakat yine o elma ağacını tutup dururlardı. Ben hayrette kaldım Hace buyurdu ki: -Azizlerden böyle haller zuhur eder. Şeyhülekber Muhiddin Arabi şöyle buyuruyor: -Seyahat için Endülüs’ten çıkarken benim üzerime, benim için ve benden sudurunu taktir ettiği zahiri ve batıni halleri ömrümün sonuna kadar bana göstermesi, müşahede ettirmesi için Hak Sübhanehu ve Teala Hazretlerine yalvardım. Tazarru ve niyazda bulundum. Hak Teala duamı kabul buyurdu. Bana gayb alemini açtı ve bana bir çok acayip haller gösterdi. Ben bunun için kıyamete kadar gelen kutupları isim ve soylarıyla açıklayabilirim fakat her asrın halkına muhabbet ettiğim için onu gizledim. Zira bilinen, aşikar olan şeye itirazda bulunmak kişiyi küfre götürür. 143 Hazret-i Mevlana bir Ramazan ayının başlarında ortadan kaybolmuş, her ne kadar aramışlarsa da bulamamışlar. Bütün müridan, yaran, fukara hayret edip firaka düşmüşler. Ahali Mevlana hazretlerini gece gündüz aramaya devam edip acaba nerede riyazete girdi, nereye çekildi diye hep arayıp sormaya devam ederlerken bayram günü bahçe kapısından Hazret-i Yusuf aleyhisselam gibi çıkıp görünüvermiş. Ashabın gözleri Mevlana’nın mübarek cemalini görünce çok memnun ve mesrur olup Cenab-ı Allah’a hamd-ü senada bulunmuşlar. Ahmed El-Rufai Hazretlerinin üstün vasıflarından örnekler; Ahmed el-Rufainin Hz.lerinin türbedarı anlatıyor; Bir gece Seyyid Ahmed er-Rufai nin türbesinde kaldım. Daha evvelce türbedar bana vuku bulan heybetten gece burada kalıp uyuyamayacağımı söylemişti. Fakat ben türbedarın böyle söylemesine ehemmiyet vermedim. Ve Cenab-ı hakka tam bir tevekkülle yattım. Yatsı vakti olunca türbenin kapısı büyük bir gürültüyle açılıp kapandı. Bir müddet sonra yanıma birisinin gelip oturduğunu hissettim. O kimse bana dedi ki: -Bu gece mübarek bir gecedir. Kur’an okumaz mısın beraber okuyalım . Bende: Peki dedim. Surey-i Nahl’den Surey-i Necm’e kadar beraber okuduk sabah yaklaşmıştı. O zat iki çörekle iki kap getirdi birinde süt öbüründe bal vardı. Doyuncaya kadar yedim. O zat birdenbire kayboldu, sabah da olmuştu. O zatı aradım fakat birtürlü bulamadım sonra türbedar geldi: bütün gece aklım sende kaldı, 144 Bütün gece aklım sende kaldı, burada uyumaya kimse asla muktedir olamaz dedi. Ben kıssayı anlattım türbedar dedi ki : Gelip seninle Kuran-ı Kerim okuyan ve sana yemek getiren Şeyhimiz Seyyid Ahmed-er Rufai Hazretleridir. Seyyid Rufai Hazretleri buyuruyorlar ki: Kul hallerden birisine karar kılar ve hak teala’nın yakınlık makamına yerleşirse; himmeti yüce olur. Ve yedi semayı yarar kendisine yollar açılır. Yer ayağında bir halka kadar ufalır ve Allah’ın sıfatlarında bir sıfat olur. Yakınlarından biri şöyle anlatıyor: Bir gün Hazret-i Rufai’nin halvethanesinin kapısında oturmuştum,onun önünde bulunan bir kimsenin avazını işittim, otarafa dönüp baktım, önünde bir kimse oturuyordu fakat onu kimse görmüyordu. Hz. Rufai ile bir müddet konuştu, sonra bahçenin duvarından geçti,hafiften gelmiş gibi havadan uçup gitti. Ben Hazreti Rufainin önüne vardım: bu şahıs kimdi? Diye sordum.Hz.Seyyid bana; _sen onu gördün mü?diye sordu,ben evet gördüm diye cevap verdim . seyyid dedi ki; “O öyle bir kimsedir ki Hak Teala deniz sahasına onu memur kılmıştır. Kırklardan biridir. Fakat üç gündür ayrı kamış uzak düşmüştür, bunu kendisi de bilmiyor.” Ben: uzak düşmesine sebep ne oldu? Diye sordum. Seyyid dedi ki; Kendisi körfezlerden birinde oturuyor. Oraya üç gün gece ve gündüz yağmur yağdı. “İçinden keşke bu yağmur bahçe bağlara yağsaydı” diye geçirdi. 145 Sonra tövbe etti, işte hatırından o şekilde geçirmesi ayrı düşmesine sebep oldu. Ben : -Ya Seyyid uzak düştüğünü ona bildirdiniz mi? Seyyid: -Hayır bildirmedim buyurdu. Ben utandım: -Eğer emir buyurursanız haber vereyim dedim. Seyyid: -Bildirmek ister misin? Dedi. Ben: İsterim,dedim. Bana: Başını yakanın içine çek! Diye emir buyurdu. Ben hırkamı başıma çektim.Kulağıma: Ya Ali başını çıkart! Diye bir ses geldi. Başımı hırkamdan dışarı çıkardım: Kendimi körfezdeki adalardan birinde buldum.Hayran kaldım. Bir müddet gittim; o kimseyi gördüm. Selam verip kıssayı anlattım, bana dedi ki: Sana ne söylersem tutacağına söz verir misin? Ben ne söylerse tutacağıma and içtim. Bana: Hırkamı boğazıma tak, yeryüzünde gezdir ve Hak Tealaya itiraz edenin cezası budur, diye bağır dedi. Ben yemin ettiğim için hırkasını boğazıma geçirdim ve istedim ki onu tutup gezdireyim. Hafiften: Ey Ali onu bırak! Okyanusun melekleri onun için ağladılar, üzüldüler. Ve Allah-ı Teala ondan hoşnut oldu. Diye bir ses geldi. Ben sesi işittim, bayıldım, ayılınca kendimi dayımın önünde buldum ve nasıl gidip geldiğimi bilemedim. 146 Bir insan-ı kamilin beyitlerinden, üzerinde tefekkür etmeniz ve bir insan-ı kamilin hangi mertebelere ulaşabildiğini anlamanız için sizlere burada bir demet sunmak istedik. Beşeriyet şeklinde ya Rab bekletme beni Mecazi sözler ila ya Rab söyletme beni Tez tez göster zatını ya Rab özletme beni Değirmenci kurban bu dahi sana az geldi Dakikada otuz yıllık iş gördüm Dakikada otuz yıllık kış gördüm Tayyi zamanı mekan ile kuş oldum Değirmenci kurban bu dahi sana az geldi Rüyamda Kabe’yi görmemle başladı Ravza-yı Enbiya’ya girmeyle başladı Her gün bin ilde gezmeyle başladı Aslını anladım, halde az geldi Denizde yürüdüm karada gibi Tayyi zaman mekan yaptım burada gibi Halk olmuş mahlukat koynumda gibi Tarifi görünce haller az geldi Dünya ömrü kadar yaşlar yaşadım Yazlar ile nice kışlar kışladım Ruhani Miracımla işe başladım Sahibini görünce haller az geldi 147 Sanki benim komşumdur huri kızları Ay ile güneş bendedir, kış ile yazları Bazen bende doğar enbiya sözleri Aslını görünce haller az geldi Vücudum bir değil yedi insanım Yedi yerde zikir etmektedir lisanım Her vücut bir ilde eder seyranım Enfüsu görünce afak az geldi Bir vücudum hiddet eder gazpla Bir vücudum haya eder edeple Bir vücudum miraç eder mihrapta Bir vücudum gark oldu zata sema az geldi Benimle devreder ay ile güneş Benimle beraber Hint, Rum, Habeş Çok ilde imam, berberde traş Olduklarım çoktur bu dahi az geldi Otuzüçbin alem bende doğmuştur En ednası ay ile şems olmuştur Kaç vücudum arz-ı sema kurmuştur Aslını anladım yollar dahi az geldi Levh-i mahfuz, ruh-u azam bendedir Bende halk olmuş cümle alem dünya benim bedenim Kendi elimle hazırladım,hazırdır her an kefenim Tayyi mekan zamandır hallerim bunlar dahi az geldi 148 Başta Peygamber Efendimiz (sav) olmak üzere, insan-ı kamillerin hayatlarından kısa örnekler vermeye çalıştık. Bunları okuyucularımızın üzerinde düşünüp, insanın nasıl üstün yeteneklerle yaratıldığını bir daha anlamaları için aktardık. İnsan-ı kamilin Allah’ın izniyle ölüleri diriltmeleri, birkaç bedende birkaç yerde görünmeleri, tabiata hükmedip fiziksel kuralları ters yüz etmeleri (suyun yukarı akması ve suyun üzerinde yürümek gibi), ağaçlara, bitkilere tesir etmeleri, kışın ortasında bitkileri canlandırmaları, durdukları yerde kaybolabilmeleri ve fiziksel bedenlerini büyültüp küçültebilmeleri; Allah tarafından, Allah’ın sevip yücelttiği kullarına kendi dilemesiyle verilmiş yetkilerdir. Bu insanların bunların dışında burada sayamadığımız daha bir çok üstün yetenekleri vardır. İnsan-ı kamillerin bu yeteneklerini kullanabilmeleri için önce Allah’ın dilemesi gerekir. Sonra insan-ı kamiller izinli olarak bu yeteneklerini kullanabilirler. Bunu Kuran’ı Kerim şu şekilde destekliyor. “Sizler ancak Rabbinizin dilemesi(izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” İnsan suresi 30 “Alemlerin Rabbi dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” Tekvir suresi 20 Bu üstün yetenekler insan-ı kamil makamına çıkan bütün insanlara lütfedilir. Bu insanlar geçmiş ve gelecekte bizzat bulunup haber verebilirler. 149 İnsan-ı kamillerin geçmiş ve gelecekte bizzat bedenleriyle bulunup dördüncü boyut olan zaman boyutunu emirleri altına alıp zamana hükmetmeleri ve bilgi vermeleri, gaybdan haber vermek değildir. Burada çok tartışılan gayb konusuna, konunun anlaşılması için açıklık getirmemiz gerekiyor. Küresel bir biçimde genişleyen evrenin, genişlediği en uç noktasından diğer en uç noktasına kadar olan küresel sınırlar içerisinde yaratılan her varlığın bilgisi ve nimetleri insanın emrine verilmiştir. İnsanın bu sınırlar içerisinde gezip dolaşabilmesi için Allah (c.c.) onlara zaman boyutunu da kullanma yetkisini verir. Saniyede 300.000 kilometre hızla hareket eden ışığın, evrenin küresel bir sınırından (evrenin merkezinden geçerek) diğer bir sınıra ulaşabilmesi için milyonlarca ışık yılı ile yol alması lazımdır. Adem a.s. dan kıyamete kadar gelecek olan insanların ömürlerini uç uca eklesek bile fiziksel bedendeki insanın bu seyahati yapması mümkün değildir. Bu sebepten Allah (c.c.) enerji ve ışık bedenini kullanabilen insan-ı kamile zaman boyutunu, fiziksel bedenlerdeki ihtiyaçları gideren hava ve su nimeti gibi, nimet olarak emrine verir. Ve insan-ı kamilin zaman boyutunu da kullanarak evrenin sınırları içerisinde verdiği haberler gayb haberleri değildir. Gayb sidret-ül münteha noktasının ötesidir. Evrenin sınırları içerisinde bulunan her varlık fiziksel yapıya sahip olduğu için sidret-ül müntehadan öncedir. Çünkü fiziksel yapıdaki evren yaratılışın altıncı aşamasında bulunmaktadır. Sidret-ül müntehanın ötesi ise Allah’ın zatından zatına tecelli etmeden önceki ama konumudur. İşte bu gaybtır. Ve biz bunu bilemeyiz. 150 Bununla beraber Allah (c.c.) dilerse gaybın bilgilerini de dilediği kuluna verir. Bunun en büyük örneği Peygamber Efendimizin (s.a.v.) miracıdır. Miraçta Peygamber Efendimiz sidret-il müntehanın ötesine geçmiştir. Gaybın bilgilerinin bizzat Allah (c.c.)’ın kullarına verebileceğini Kuran’ı Kerim’de Tekvir suresinin 24. ayeti ispat ediyor. “O, gaybın bilgilerini (sizden) esirgemez.” Tekvir suresi 24 Allah (c.c.) yukarıdaki ayette ifade buyurduğu gibi gaybın bilgilerini insan-ı kamil makamına çıkan halifelerinden esirgemez. Ve Allah (c.c.) bu kullarına yaratılıştan kıyamete kadar geçen tüm olayların ve ilimlerin bilgilerini verdiği gibi yaratılıştan kıyamete kadar geçecek zamanın içerisinde de istediği tarihe gidip gelme iznini de vermiştir. Burada verilen bilgiler gayb den değildir. Gayb yukarıda tarif ettiğimiz gibi sidret-ül müntehanın ötesidir. Önceki konularda anlattığımız gibi Allah (c.c.) insanı kendi yaratılışına ve evrenin yaratılışına şahit tutmuştu. Bu şehadet ile insanlar yaratılıştan kıyamete kadar olmuş ve olacak olayların, vücuda gelmiş her varlığın bilgisini daha o zamanda iken almışlardı. Yaratılıştan kıyamete kadar bütün bilgilere sahip olan insanın geçmişten ve gelecekten haber vermesi gayb değildir. Düne ve yarına gayb diyenler daha önce de kaydettiğimiz aşağıdaki ayete ters düşerler. “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından,onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), evet (buna) şahit olduk, dediler.” A’raf suresi 172 151 KUR’AN İLİMLERİNİN ÇAĞINDA, KUR’ANIN ORTAYA KOYDUĞU YENİ ÇAĞ AÇACAK BİLİM DALLARI 152 Önümüzdeki yıllarda başlayacak olan Kur’an ilimlerinin açığa çıktığı çağda, insan-ı kamillerin çağın ihtiyacı olarak açığa çıkaracağı bilim dallarını şu ana başlıklar altında toplayabiliriz. 1- Tıpta açılacak olan yeni bilim dalı 2- Bio-elektronik bilim dalı 3- Uzay teknolojileri bilim dalı Şimdi tıpta açılacak olan bilim dallarının içeriği hakkında kısaca bilgi verelim; Günümüzdeki tıp’la uğraşan bilim adamları organ nakli konusunda çok zorlanmaktadırlar. Organ bekleyen hastalar da mağdur olmaktadırlar. Çünkü insanlardaki D.N.A. larda bulunan bilgilerin sıralaması her insanda değişik olduğu için doktorlar hastaya uygun organ bulabilmek için, hastaya yakın akrabalarının D.N.A. larındaki bilgilerin sıralaması tamı tamına uymasa bile (uyması mümkün değildir) benzerlik teşkil ettiklerinden, akraba organı beklemektedir. Örneğin; böbrek bekleyen bir hasta için nakledilecek olan böbrek alındığı vücudun D.N.A. bilgileriyle donatıldığı için o vücuttaki görevlerini D.N.A. lardaki almış olduğu emirler sıralamasına uyum sağlamıştır. Ve vücutla böbrek senkronize bir çalışma içerisindedir. O böbrek yakın akraba olsa bile nakledileceği vücudun D.N.A. larında alacağı emir sıralamasına uyum sağlaması çok zordur. Çünkü böbrek asıl vücudunda saniyede 500 emir alıp yerine harfiyen getiriyordur. Yakın akrabaya nakledildiğinde böbrek o vücudun D.N.A. sındaki gelen 500 emrin ancak 50 ile 100 tanesini yerine getirir. Bu da birkaç yıl içerisinde o böbreğin de iflası demektir. 153 Hastanın kaybedilmemesi için ve böbreğin nakledildiği vücut çerisinde tam bir uyum içerisinde çalışması için böbreğin hafızasının tamamen boşaltılması lazımdır. Yani o böbreğin daha önce hiçbir emir almamış gibi bir konuma getirilmesi gereklidir. İşte bu konuda çığır açacak insan-ı kamiller ortaya koyacakları tıp teknolojisinde bu sorunu şöyle çözeceklerdir. Bunun yollarından biri; bio-elektronik cihazlarla (bu cihazların çalışma prensiplerini ileride yayınlayacağımız kitabımızda yayınlayacağız.)nakledilecek böbreğin hafızasını sildikten sonra böbrek nakli bekleyen hastaya takılacak ve o böbrek yeni vücudundaki D.N.A. lardan gelen saniyedeki 500 emri hafızasına yerleştirip o vücuda tam bir uyum sağlayacaktır. Ve böbrek hastalarına yakın akrabalardan böbrek nakli şartı ortadan kaldırılacaktır. Bu sistem diğer arızalı olan hassas organlara uygulanabilir. Kur’an-ı Kerimde insan uzuvlarının hafızalarının bulunduğunu kanıtlayan ayetler vardır: “Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik edecektir.” Fussılet Suresi 20 “ Derilerine : Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?derler. Onlar da : her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştır. Yine O’na döndürülüyorsunuz, derler.” Fussılet Suresi 21 “ Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.”Fussılet Suresi 22 154 Yukarıdaki ayetlerde anlaşıldığı gibi insan uzuvlarının kendilerine ait bilgi depoladıkları ve insanın DNA larında almış oldukları bilgileri yerleştirdikleri hafızaları vardır. Çünkü hafızası ve bilgisi olmayan hiçbir varlık konuşup şahitlik edemez belki ayette belirtilen uzuvlarımızın konuşmaları bizim anladığımız manada ağzın ve dilin oluşturduğu kelamlardan olmayacaktır. Ama o uzuvlardan dile gelen bu bilgilerin bir hafızada depolandığı gerçektir. işte yeni çağın yeni bilim dallarını ortaya koyup geliştirecek bilim adamlarından tıp ilmiyle uğraşanlar uzuvların hafızalarından hastalıkların tedavileri için çok faydalanacaklardır. Burada birazda elektroniğin yönünü değiştirecek ve zamanımızda İnsan-ı Kamiller tarafından insanların faydalanmaları için ortaya konacak bio-elektirik teknolojisinden bahsedelim. Bilindiği gibi elektronik cihazlar bundan elli yıl önce elektronik lambalarla çalışırdı. Bu sistemle çalışan bir bilgisayar onlarca metrekare alana ancak sığdırılırdı. Daha sonra icat edilen transistörler sayesinde elektronik cihazlar çok küçültüldü, entegrelerin icadıyla da elektronik cihazlar mikro seviyelere indiler. Transistörler ve entegrelerin çalışması evrenin yapısında olduğu gibi alternatifliği gerektirir. Bir transistor ün yapısı, göreceği işe ve aldığı elektirik akımını yükseltme veya düşürme pozisyonlarına göre, pozitif-negatif-pozitif ( PNP) veya negatif-pozitif-negatif (NPN) dir. Entegreleri meydana getiren yapı transistor leri meydana getiren yapıyla aynı alternatifliği içerir. 155 Yalnız bir entegre yüzlerce transistor ün işini görür. Bio-elektronik bir transistör de ise (PNP) yapı, yani pozitif yapısını meydana getiren maddesi pozitif yüklü hücrelerden elde edilir.negatif yapıyı meydana getiren yapı ise negatif yüklü hücrelerden elde edilir. Böyle bir yapıda imal edilen transistör veya entegreler takıldığı sistemlerde kendi üzerlerinden geçen bütün bilgileri hafızalarında tutarlar ve oluşturdukları elektronik sistemlerdeki oluşacak arızalarda kendi kendini onarma yeteneklerine sahip olurlar. Yani bu zamanda ilim adamları cihazlara yada makinelere şekil vermekle kalmayıp onlara kendi kendilerini onarma yeteneklerini de vereceklerdir. Bu sistemler en çok zamanın gereği olarak uzay teknolojilerinde kullanılacaktır. Uzay teknolojisinde kullanılacak olan araçlar petrole bağımlı kalmayacaklardır. Yerden fırlatılan füzeler gibi yerçekimini yenmek için binlerce ton yakıta ihtiyaç duymayacaklardır. Çünkü bu araçlarda hareket ettirici hızlandırıcı ve durdurucu olarak evrendeki gezegenlerin çekim güçleri kullanılacaktır. Bilindiği gibi gezegenlerin ağırlık ve kütlelerine göre ayrı ayrı şiddette çekim güçleri vardır. Bu çekim güçleri elektronik sistemlerle çoğaltılabilir ve azaltılabilir. Bu sistemler akıllı maden alaşımlarından yapılmış yeni taşıyıcı araçlara monte edilerek dünyanın yerçekiminden gideceği gezegenin yerçekimleri arasında kolayca, bir gram yakıt almaksızın gidip gelebileceklerdir. Bu konuya işaret eden ayetler de vardır. “Onlar için, bunun gibi binecekleri başka şeylerde yarattık.” Yasin Suresi 42 156 Yukarıdaki ayette yeni yeni icat edilecek taşıma araçlarının teknolojisi verilmiyor ama bu tür araçların icat edileceğinin işaretleri mevcuttur. Kısmen anlattığımız bu teknoloji evrende seyahat için gerekli olan “sultan gücün” ikinci aşamasıdır. İnsan-ı Kamilin enerji bedeniyle evren içerisinde belirlenen yollarda seyahat edebileceklerini anlatmıştık. İnsanın enerji veya ışık bedeni insana verilen “sultan güç” tür. Önümüzdeki yıllarda bu sultan gücü kullanabilen insanların yetiştirilerek çoğalacağını belirtmiştik. Haliyle insanların büyük bir kısmıda bu mertebeye ulaşamayacaklardır. Bu mertebeye ulaşamayan insanların, gezegenler arası yolculuklarda İnsan-ı Kamillere ve yeni teknolojiyle yapılmış bineklere ihtiyaçları olacaktır. Ancak o zaman iki sultan güç sayesinde dünyadan başka gezegenlere, belki de ekolojik dengesi bozulmamış bakir bir gezegene insanlık topluca hicret edecektir. “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle (sultan güç) çıkıp gidebilirsiniz.” Rahman Suresi 33 Yukarıdaki ayette bahsi geçen “göklerin ve yerin çerçevesi” nin, dünyayı saran enerji tabakası (kaf dağı) olduğunu açıklamıştık. Allah (c.c) bu sınırı geçme ye izin vermiştir. “gücünüz yetiyorsa geçin” emri ile insanları evrenler arası seyahate teşvik etmişlerdir. Bu sınırları toplu olarak geçmek, İnşallah önümüzdeki yıllarda İnsan-ı Kamillerin yetiştireceği, Asırlarca, dünyaya öncülük etmiş bizim insanlarımıza nasip olacaktır. 157 Bu sayfaya kadar anlatmak istediğimiz fiziksel bedenlerde dünyaya imtihan için indirilmiş kullarından, bu kısacık hayatlarında Yaratıcısının istediği derecelerle yükselip insan-ı kamil mertebesine ulaşıp halifelik görevini üstlenmesidir. Allah (c.c.) kullarının fiziksel bedenlerde ebedi kalmalarını dilememiştir. Bu sebepten onların dünya hayatında iken bu bedenlerden kurtulup ebedi hayata geçmelerini murad etmiştir. Dünya hayatında ebedi hayatı kazanmak için çok çalışmak gerekir. İnsan ahlakıyla, davranışlarıyla, çevresine faydalı olmakla birlikte kendi varlığında Allah’tan zerre kadar ayrılmadan sabırla, acele etmeden ve yine Allah’tan isteyerek çalışmalıdır. İnsan yaratılışı gereği acelecidir. Bu duyguları frenleyerek hedefe ulaşmaya çalışmalıdır. “İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır. Size ayetlerimi göstereceğim. Benden acele istemeyin.” Enbiya suresi 37 Bunun için Allah’ın gösterdiği yolda ilerleyip Kuran’ı Kerimin ayetleri üzerinde çok çok tefekkür etmek gerekir. Bu tefekkür insanın ilmini arttırdığı gibi yaratıcısına an be an yaklaştırır. “İşte böylece biz o Kuran’ı açık seçik ayetler halinde indirdik. Gerçek şu ki Allah dilediği kimseyi doğru yola sevkeder.” Hac suresi 16 Tefekkürle Allah’a kavuşan insan O’nun lütfuyla ilk yaratılışını hatırladığı gibi, ilk yaratılışındaki almış olduğu ilimleri de hatırlar. 158 İlmini hatırlayan insan-ı kamil kendi varlığının Allah’a olan secdesini görür ve tesbihatını duyar. Sonra evrende var olan her varlığın secdesini görür, tesbihatını duyar. Allah (c.c.) insanları bu noktalara çıkmaları için teşvik eder, yardımda bulunur. En büyük yardımlarından bir tanesi de tefekkürle o kuluna lütfedilir. “Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların bir çoğu Allah’a secde ediyor; bir çoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapar.” Hac suresi -18Yeni kitaplarda buluşmak üzere Cafer İskenderoğlu www.caferiskenderoglu.com.tr
© Copyright 2024 Paperzz