Bu kitap 2005 yılında Ahmet Melih mahlas ismi ile

Bu kitap 2005 yılında Ahmet Melih mahlas ismi ile
yayınladığım 6 günde yaratılış ve insan kitabıdır Cafer
İskenderoğlu
İndirmek için
https://rapidshare.com/files/3968537580/6_gunde_yaratil
is_ve_insan.doc
2
1400 yıl önce tüm evreni aydınlatan, yaratılıştan
kıyamete kadar insanların bilmesi gereken bütün sırları ve
yine insanların olgunluk noktasında en üst dereceye
çıkabilmesi için bütün bilgileri yaşayış biçimini insanlık
değerlerini sonsuz bir nurla insanlığa rahmetiyle birlikte
indiren ve ihsan eden yüce Yaratıcımıza sonsuz hamd ve
şükürler olsun.
Yine biz aciz kullarını, Peygamberlerin Peygamberine,
(Bütün
varlığımla
sevdiğim
saydığım
sevgili
Hz.Muhammed’e (S.A.V) )bizi ümmet adayı olarak yarattığı
için Allah’u Teala’ya sonsuz hamd ve şükrederim.
Asrımızda İslam alemi en karanlık ve ilimden en uzak
dönemini yaşamaktadır. Bunun en büyük nedeni
peygamberimizin sünnetlerinden uzaklaşmamızdır. “Kur’an
İnsanları karanlıktan aydınlığa çıkarır.
Hadid sûresi -9Birlik, beraberlik ve kardeşlik ilkesini terk edip çeşitli
fırkalara bölündük en büyük kusurumuzda İslamın bize
emrettiği ilim tahsilinden yoksun bırakılmamızdır.
İşte bu ve buna benzer durumlar İslam alemini tam bir
maddi ve manevi kayıba sürüklemiştir.
Buda İslam aleminin hüsran içinde olduğunun en büyük
işaretidir.
“And olsun asra ki insanlar hüsrandadır.”
Asr sûresi -1-2-
-3Hz. Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Ümmetim beş tabaka üzere olacaktır.Her tabakanın
süresi kırk yıldır.Ben ve Ashabım ilim ve iman ehlidir.İkinci
tabaka Kırk-Seksen arasındaki tabakadır ki onlar birr-û
takva ehlidir.”
İşte uzaklaştığımız değer; ilim ve iman İslam dünyasını
bu gün fırka fırka ayıran hatta birbirine düşman eden, sevgi
ve kardeşliği unutturan unuttuğumuz en büyük referansımız.
Demek ki din ilimsiz ilim imansız olmuyor. İslam alemi
ilimden uzaklaştıkça imanları zayıfladı çeşitlendi ve
düşünme melekeleri azaldı. Az düşünen beyinler, ferdileşir,
bencilleşir sonu köleliktir. Evet bu gün İslam alimlerinin
birçoğu köleleşmiştir. Yani her ihtiyacı bakımından gelişmiş
devletlere muhtaçtır. Bunu çok iyi bilen devletler ise İslam
ülkelerini sömürmekte hatta tek tek işgal etmektedir. İslam
alemi ise birbirinin boynunu vurmaktadır.
Resulullah (s.a.v) buyuruyor ki: “Talha Bin Amr El Basri
anlatıyor: Medine’ye Allah’ın Resulü (s.a.v)’e geldim
namaz kılarken ona bir adam gelip şöyle dedi: Ey Allah’ın
Resulü karınlarımızı hurma yaktı üzerimizdeki yamalı
elbiseler iyice parçalandı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v)
Allah’a hamd-ü sena ettikten sonra şöyle buyurdu:-Beni ve
arkadaşımı gördünüz Berirden* başka yiyeceğimiz yok
sonra Ensar kardeşlerimizin yanına geldik bize
yemeklerinden yedirdiler yemekleri hurmadan ibaretti.
Kendinden başka ilah olmayan Allah’a
*Berir:Turfanda hurma
-4kasem ederim ki size ekmek ve hurmayı bir arada bulsam
yedirirdim sizin üzerinize öyle bir zaman gelecek ki yahut
sizden bazıları öyle bir zamana erişecek ki kâbe örtüleri gibi
elbiseler giyecekler, sabah akşam onlara kazanlarla yemek
sunulacak.”
Dediler ki:
-Ey Allah’ın Resulü biz o zaman mı daha hayırlıyız,
yoksa bu gün mü?
Şöyle cevap verdi:
“Bilakis bu gün daha hayırlısınız çünkü bugün sizler
kardeşsiniz, o zaman birbirlerinizin boynunu vuracaksınız.”
Peki yapılması gereken nedir?
Önce ilime dönmeniz sonra imana, sonrada tüm insanlığı
Kur’an ışığıyla aydınlatmamız gerekir.
Kur’anı ve İslam’ı, kalplerindeki perdeleri kalınlaşmış,
dünya üzerindeki bazı menfaatleri için karalamaya çalışan
bazı kesimler ellerinden geleni yapmaya çalışsa da
zamanımıza ve ötesine, Allah tarafından korunan Ku’ran ve
içindeki şimdiki teknolojiden çok daha ileri olan bilim
dalları damgasını vuracaktır.
“Kur’an’ı biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.”
Hicr sûresi -9Kur’an, öyle iç içe manalar hazinesidir ki şu örnekle
zihinlerimizde canlandırmaya çalışalım.
-5Dört duvarı, tavanı ve tabanı aynalarla kaplanmış bir oda
düşünün ve o odanın içinde siz varsınız. Aynalardan
birbirine akseden görüntüleriniz altı ayrı yönde sayısız
olarak karşınıza çıkacaktır. Görüntüleriniz derinlemesine her
yönden sonsuzluğa doğru akıp gitmektedir.
İşte Kur’anda muhkem ayetlerin dışında kalan muteşabih
ayetlerin manaları
aynalarla döşenmiş odadaki
görüntüleriniz gibi derinlemesine çok yönden manalar ifade
ederler.Kur’an tüm yaratılışı evrenin ve içindekilerin
şimdiye kadar keşfedilmiş ve bundan sonra keşfedilecek
bütün ilimlerin ve bilim dallarının ana kitabıdır.Aynı
zamanda Kur’an kendisinden önce indirilen kitapları ve
sahifeleri de içerisinde topladığı için kitapların en üstünüdür
ve rakipsizdir.
“De ki; and olsun, bu Kur’an’ın benzerini ortaya koymak
üzere ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler,
birbirlerine destek olsalar, onun benzerini ortaya
getiremezler.”
ISRA sûresi -88Asrımızda Kur’an’a inanan insanların büyük çoğunluğu
Kur’anı eline almamıştır kulaktan dolma bazı ayetleri duysa
da manasını anlayamamıştır.
İnşallah bu dönemde çok geniş bir insan kitlesi tarafından
anlaşılacak ve Kur’an’daki ilimlerin bir çoğu Allah’ın asra
mucizesi ve insanlığa lütfu olarak bağışlanacaktır.
-6Yaratılmış en üstün varlık insandır ki alemlere rahmet
olarak gönderilen yüce peygamberimiz Hz. Muhammed
(s.a.v) de ekmel bir insandır.
Önce insan kendisini tanımalıdır, yaradılış sırlarını
bilmelidir sonra kendi arlarında sevgi, barış ve ilimle
yücelmiş olarak rabbine dönmelidir.
“Nefsini bilen rabbini bilir” Hadisi Şerif
Resulullah (s.a.v)efendimiz buyuruyor ki:
--İnsan ve Kur’an iki ikizdir.
İnsanın
nefsini
bilmesi
içindeki
Kur’anı
keşfetmesidir.Çünkü Kur’an insanlara evrenin ilk
yaratılışında Allah tarafından yaratılışa şahit tutularak
öğretilmiştir bu konuyu ileride tafsilatıyla açıklayacağız.
Resulullah (s.a.v) efendimizin bu Hadisi Şerifi’ni,
Kur’an-ı Kerimdeki Bakara Suresinin 31, 32, 33. ayetleri
teyit ediyor.
“Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları
Meleklere arz edip:Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların
isimlerini bana bildirin dedi.”
Bakara Suresi-31“Melekler: Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih
ederiz. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz
yoktur.Şüphesiz Alim ve Hakim olan ancak sensin dediler.”
Bakara Suresi -32-
-7“(bunun üzerine:) Ey Adem! Eşyanın isimlerini
meleklere anlat dedi. Adem onların isimlerini onlara
anlatınca: Ben size muhakkak semavat ve arzda
görülmeyenleri(oradaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli
ve açık yapmakta olduklarımızı da bilirim, dememiş
miydim?dedi.)
Bakara suresi -33Yukarıdaki ayetlerde anlatıldığı gibi Allah(c.c) Adem
(a.s) bütün isimleri öğretti. Bu isimlerden maksat yaratılıştan
kıyamete kadar gelmiş ve gelecek olan bütün bilim
dallarının içeriğidir. Aynı zamanda Adem (a.s) şahsında
gelmiş ve gelecek bütün insanlar bu ilimleri
öğrenmişlerdir.Ancak dünya hayatına geldiklerinde bu
ilimler fiziksel bedenler içersindeki DNA moleküllerine
yerleştirilmiştir. DNA moleküllerindeki ilimler Kur’an’la
eştir.Gelmiş ve gelecek insanların en alimi olan ilm-i ledün
sahibi Hz. Resulullah (s.a.v) efendimiz bu sebeple “İnsan ve
Kur’an iki ikizdir.”Buyurmuştur.Bu hadisi şeriften de
anlatıldığı gibi insan yaradılışta çok üstün ilimler ve
yeteneklerle donatılmıştır.
İnsanın yaratılış aşamalarını ve insandaki yüksek ilimleri,
yetenekleri ayet ve hadisler ışığı altında tek tek
açıklayacağız.
Kur’an-ı Kerimi 1400 yıl önce gelmiş ve (haşa) demode
olmuş geçerliliğini yitirmiş bir kitap olarak görenlere yine
Kur’an diliyle ilmi açıklamalar yaparak hem insanı
kendisine tanıtacağız hem de gelecek kuşaklara hangi bilim
dallarıyla tanışacaklarını ve bu bilim dallarını ip uçlarını
vereceğiz.
-8İnsan yaratılırken,daha dünyaya indirilmeden önce
kendine has vücut sahibi olarak yaratılışını seyrettiği gibi
aynı zamanda Kuranı kerimi Allah (c.c) ın bizzat öğretmesi
ile öğrenmiştir.
Bu öğretinin en büyük özelliklerinden biride, İnsan
kendisinin ve evrenin yaratılışına şahit olurken,aslı Levh-i
mahfuzda bulunan bütün ilimleri yaşayarak öğrenmiştir.
Bu gerçeğe Rahman suresinin ilk ayetlerinde de
rastlıyoruz.
“Rahman Kuranı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı
öğretti.”
Rahman suresi -1-2-3-4Yukarıdaki ayetlerin sıralanmasında anlaşıldığı gibi
Rahman Kur’an’ı öğretti. Bu ayette insanı Allah(c.c)
yaradılışa şahit tutarken fiziksel bedenlere henüz
indirilmeden öğretilendir.İnsanlar Kur’an’ı tam manasıyla
öğrendikten sonra fiziksel bedenler yaratılmıştır. İnsan
Kur’an’ı açıklama ihtiyacını ancak fiziksel bedenlerde
duymuşlardır. Çünkü esfel-i safiline insan akıl ve vücut
olarak indirilmiştir. İnsan nesli dünyaya geldikten sonra
Allah(c.c) insana öğrendiklerini ve şahit olduklarını
hatırlatmak için Peygamberler ve Kitaplar göndermiştir. Bu
Peygamberler ve kitapların isimleri Kur’an-ı Kerim’de
mevcuttur.
İnsana
Kur’an-ı
Kerim’i
açıklamayı
dünyada
peygamberler ve onlardan sonra gelen peygamberlerin ilmen
varisleri Alimler tarafından hatırlatmış ve hatırlatmaktadır.
-9Günümüzde insan kendisine Allah(c.c) tarafından
verilen hiçbir yeteneğinin farkında değildir ve hangi yüksek
vasıflarla, hangi amaçlar için yaratıldığını unutmuştur.
Fiziksel bedeniyle yeryüzünde fiziksel hayatını
sürdürebilecek kadar gelişmiş aklıyla ancak nefsi
menfaatlerinin esiri olmuşlardır. Bu durum insanlarda ve
insan topluluğunun oluşturduğu devletler arasında çıkar
çatışmalarını meydana çıkarmıştır.
Dolayısıyla ezen ve ezilen toplumlar oluşmuştur. Ortaya
çıkan manzara çok korkunçtur. Çıkar çatışmalarının
beraberinde getirdiği savaşlar insanların çoğunu açlık,
sefalet, kan, gözyaşı, içerisinde bırakmıştır ve bu durum gün
geçtikçe daha da kötüye gitmektedir.
Maalesef bu acı durumun faturası çoğunlukla İslam
toplumlarına çıkarılmıştır. İslam aleminin bir bölümü
savaşlar ve savaşların meydana getirdiği sıkıntılar altında
ezilmektedir.
Kendisini güçlü görüpte karşısındaki insanları ve
insanları veya devletleri geçici dünya menfaatleri için kan
gölüne çeviren, dünya hayatından başka yaşamının olduğunu
unutan, Allah korkusundan uzak zavallı insan adaylarına,
Yaratıcımızın insanı nasıl ve ne amaç ile yarattığını
hatırlatmak lazımdır. Bu insanlar, başlangıcı olan sonsuz
hayatımızın dünya üzerindeki kısacık kesitinin tamamen bir
yok oluş olmadığını anlamaları gerekir.
-10Dünya hayatına gelmeden önce ışık bedenlerimizle tüm
insan nesli ırk ve renk farkı olmaksızın ışık bedenlerde (nur
bedenlerde) çok yüksek bilgi ve yetenek sahibi olarak,
dünya hayatına gelene kadar milyarlarca dünya yılı çok ileri
derecede kardeşlik ve dostluk içinde geçirmiştir.
İnsan nesli dünya hayatına indirilince esfel-i safiline
(aşağıların aşağısı) akıl ve yetenek olarak düşürülmüştür.
Bunun sebebi akıl ve yetenek olarak bu düşük seviyeden
Yaratıcısını hatırlayıp bularak ilk yaratılış haline dönmesi
için bir sınav sürecinden geçmesi içindir.
İşte bu kısacık hayatlarda insan yine insanın rakibi olmuş
dünya hayatında kardeşliği ve paylaşmayı unutmuştur. Önce
insanları dinler ayırmış sonra dinler içerisindeki mezhepler
bölmüştür. Bu durum insanları kabile-kabile, ulus-ulus,
devlet-devlet olarak parçalamış aralarına sınırlar girmiş, dil
ve kültür farkları oluşmuştur.
Bu kitabı yazmamızdaki ana gayemiz insana kendisini ve
kendisinde var olan yüksek değerleri bir parça olsun
anlatmak ırk, dil, din, farkı gözetmeksizin yaratılış anındaki
mükemmeliyetini, kardeşliğini, dostluğunu, olağanüstü
yeteneklerini hatırlatmak ve bu yüksek olgunluk noktasına
ırk, dil, din,mezhep ayrılıklarını bir kenara bırakarak Allah
için sevgide ve tevhidde birleşerek çıkma yollarını
hatırlatmaktır.
-11Nasıl ki? Tek güneşle aydınlanıp hayat buluyorsak bu
günümüzde tek ayakta kalmış ve Allah’ı (c.c) tarafından
korunur. Tek ilahi kitap tarafından aydınlanıp yüksek
insanlık değerlerini insanlığın ulaşması için kötü zihniyetler
tarafından Bilim çağı gibi gösterilip insanların en çok
ezildiği horlandığı karanlıklara gömüldüğü zamanımızda
Kur’an ışığını yansıtmaktadır.
Yaratılışın ana sebebi insandır ve yaratılmış her şey insan
içindir.
Bu nedenle önce ilimin başlangıcı olan “nefsini bilen
Rabbini bilir.” Hadisi Şerif gereği yaratılışı ve insanı
inceleyeceğiz.
“Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana onun vahiyi
tamamlanmadan önce Kuran-ı Kerim (okumakla) acele etme
ve (Rabbimim ilmimi artır)de”
TA-HA suresi -114Allah (c.c) ilmimizi artırsın,ilmi artanın imanı artar, iman
aratan Allah’ı daha çabuk bulur. Tekamül etmiş insan olur.
Tekamül etmiş insandan hiç kimseye zarar gelmez. Aksine
fayda gelir.
Tekamül etmiş insan, insan-ı kamildir.Allah’ın (c.c)
kullarından görmeyi istediği insan-ı kamil olmaktır.
-12-
YARATILIŞA GİRİŞ
-13Allah (c.c) Kuran-ı Kerimde buyuruyor ki:
“Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde
yaratan, sonra arş’a istiva eden (Ona hükmeden) Rahmandır.
Bunu bir bilene sor.”
Furkan suresi -59“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan,
sonra arş’a istiva eden, geceyi durmadan kendisini
kovalayan gündüze bürüyüp örten; Güneşi, ayı ve yıldızları
emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’dır.Bilesiniz ki
yaratmakta emretmekte O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi
Allah ne yücedir.”
Araf suresi -54“O hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda
sizi imtihan etmek için, Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve
yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki,
(Resulüm):“Ölümden
sonra
muhakkak
diriltileceksiniz.”desen, kafir olanlar derhal “Bu açık bir
büyüden başka bir şey değildir.”derler.”
Hud suresi -7“Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan,
sonrada işleri yerli yerince idare ederek Arş’a istiva eden
Allah’dır.Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte
O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâlâ
düşünmüyor musunuz!”
Yunus suresi -3“Andolsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları
altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi.”
Kaf suresi -38-
-14“O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’ın
üzerine istiva edendir.Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten
ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsan, O sizinle
beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.”
Hadid suresi -4“Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde
yaratan, sonra arş’a istiva eden Allah’tır.O’ndan başka ne
dost ne de şefaatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almaz
mısınız?”
Secde suresi -4Şimdi yukarıdaki ayetlerde geçen altı günün ne anlama
geldiğini inceleyeceğiz. Bu ayetlerin benzerleri Tevrat ve
İncil’de de ifade edildiği için Yahudi ve Hıristiyan alemi ,
Allah(c.c) ın Vahdaniyetini henüz kavrayamadıklarından ,
Tevhid anlayışından uzak olarak düşündüklerinden “Tanrı
Evreni altı günde yarattı ve yedinci günde dinlendi .”
şeklinde algılamışlardır.Allah’a yorgunluk isnat edilemez.
Allah(c.c) sonsuz güç ve kudrete sahiptir. Yukarıdaki
ayetlerde Yaratıcımız ,Yahudi ve Hıristiyan gibi düşünenleri
açık açık uyarıyor. Yukarıda metnini geçtiğimiz ayeti
hatırlayalım:
“And olsun biz,gökleri,yeri ve ikisi arasında bulunanları
altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi.”
Kaf suresi -38Allah bir şeyi yaratmayı dilediği zaman sadece ol demesi
yeterlidir.
15
Altı gün,altı yaradılış aşamasıdır.Her şeyi yoktan var
eden Rabbimizin mevcudatı yaratmayı dilemesiyle
evrendeki her varlık cisim sahibi olana kadar altı aşama
geçirmiştir.bu yaradılış aşamaları İslam biliminde tasavvuf
diliyle Allah’ın(c.c) Zatından Zatına tecelli etmesiyle
başlamıştır.ve tüm mevcudat Allah’ın(c.c) Zatından Zatına
tecellisinin ilk anlarında oluşan nur üstüne nur ile başlayıp,
öz ateşi (dumansız alev) oluşturmuş, öz ateşten de balçık
(süzülmüş çamur) aşaması oluşmuştur.böylece yaradılış
aşamaları evreni oluşturan zerreler aleminin temeli sayılan
atomları da balçık yapı oluşturmuştur. Atomlardan,
moleküller,moleküllerden hücreler meydana gelmiştir.
Yukarıda özet olarak anlattığımız yaratılış aşamaları
günümüz de Astrofizik bilim dalının bilim adamlarının
kabul ettiği yaradılış sıralamasıyla tıpatıp örtüşmektedir.
Astrofiziğin kabul ettiği Big Bang (büyük patlama)
teorisi de evrenin başlangıcının muhteşem büyük bir patlama
sonucu çok şiddetli ışık ve milyarlarca derece ısıdan
oluştuğu ispatlanmıştır. İleri aşamalarda evrenin soğumaya
başlamasıyla birlikte sonsuzluğa küresel bir biçimde yayılan
ışığın enerji taneciklerini, enerji taneciklerinin kuark
taneciklerini, kuark taneciklerinin elektron, proton,nötron
gibi atomları meydana getiren yapıyı, atomların molekülleri,
moleküllerinde hücreleri oluşturduğu bilinmektedir işte
İslamın ve bilimin ortaya koyduğu altı aşama.
-16Yaratılışın ilk anlarındaki ısı ve ışık( nur üstüne nur)
Tecelliyatın etkisiyle küresel olarak genişlemeye başlamış
ve halen sonsuzluğa yayılmaktadır.Evrenin genişlediğini
günümüz bilimi yakın zaman içinde ispatlamasına rağmen,
Allah (c.c) 1400 yıl önce evrenin genişlediğini Kuran-ı
Kerim’de bildirmiştir. “Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina
ettik ve şüphesiz biz (onu) genişleticiyiz.”
Zariyat suresi -47Işıktan maddeye altı aşamalı yaratılış sürecinin içerisinde
aynı zamanda göklerin ve yerlerin birbirlerinden ayrılma
aşaması da oluşmuştur. Maddeleşen yapılar beşinci aşamada
tüm evrende gaz halinde yayılmasını sürdürürken altıncı
aşamada gaz bulutları belirli çekim merkezleri etrafında
toplanarak
gezegenleri,
yıldızları
ve
galaksileri
oluşturmuşlardır. Bu oluşun yerlerin ve göklerin birbirinden
ayrılmasıdır.
“O inkar edenler görmüyorlarmı ki (başlangıçta) göklerle
yer birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık…”
Enbiya suresi –30Evrenin gaz hali ışıktan atoma kadara olan dört aşamadır.
Yerlerin ve göklerin ayrılmasıyla ifade edilen gezegenlerin
ve gezegenleri oluşturan cisimleşme ağırlık ve hacim
kazanma süreci, yaradılışın altı aşamasının son iki
aşamasıdır.
Bugün sırlarının milyarda birini çözemediğimiz, zerreden
küreye evrenin yaratılması sonsuz kudret ve irade sahibi
Allah (c.c) için hiç zor değildir. Onun dilemesi yeterlidir.
“Bir şeyi yaratmak istediği zaman onun yaptığı ‘ol’
demekten ibarettir. Hemen oluverir.”
Yasin suresi -87-
-17-
YARATILIŞIN ALTI GÜNÜ
(Altı Aşaması)
-18-
Şekil -1Altı günün (aşamanın) şemada görünümü
-19Evrendeki tüm yapı, yaratılmış her şey buna insanda
dahil olmak üzere mutlak suretle bu altı günü (altı aşamayı)
yaşamıştır. Gezegenler, yıldızlar, galaksiler ve onları
meydana getiren cisim halini almış ağırlığı ve hacmi olan
her yapının, başlangıcı ışık, oluşumunu tamamlamış hali
hücredir. Görüp algıladığımız, algılayamadığımız, canlı
cansız her yapının temel yapısı budur.
Bu bölümde yaratılışın altı aşamasını (altı gününü) tek
tek inceleyeceğiz.
1.gün(aşama)
Tecelliyatın ilk aşamasında yaratılan insanın ve
evrendeki her varlığın yapısı ışıktır. Allah (c.c) insanı,
kendisine zatından zatına tecelli etmeden önce halife olarak
yaratmayı planlamıştır.
“Hatırla ki, Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife
yaratacağım dedi…”
Bakara suresi -30Yaratılışın ilk anından itibaren tüm geçmiş ve gelecek
insanları yaratılışa şahit tutmuştur. İnsanlık alemi bildiğimiz
üç boyutun dışında ışık bedenlere sahip olarak kendisini ve
kendisinden sonra yaratılan her şeyi Allah’ın (c.c)
dilemesiyle görüp yaşayıp şahit olmuştur.
“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz
diye Rabbin Ademoğullarından, onların bellerinden
zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi
ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (onlarda), evet (buna)
şahit olduk dediler.”
A’raf suresi -174-
-20Yukarıdaki ayette anlatıldığı gibi Allah(c.c) gelmiş ve
gelecek bütün insanları tek tek yaratılışa şahit tutmuştur.
Bunun sırrını ileride insanın yaratılışının altı aşamasını
anlatırken açıklayacağız.
Yine bu konuyu Bakara suresinin 31. ayetinde de Allah
(c.c) açıkça beyan ediyor.“Allah Adem’e bütün isimleri
öğretti.” Bu ayette geçen bütün isimler, yerde gökte ve
arasında ne kadar varlık yaratılmışsa hepsinin bilgisidir. Bu
öğreti insanlığa yaratılışa şahit tutulduğumuz ışık
bedenlerdeki hayat sürecimizde yaşanmıştır.Yaratılışın bu
aşamasında insanın fiziksel bedenlerinin yaratılış anındaki
milyarlarca derecelik ısıya dayanamayacağı herkesçe
malumdur.Bu nedenle Allah (c.c) yaratılış anına insan
neslini ışık bedenlerde şahit tutmuştur.
1.günde insanın yaratılışının hemen ardından melekler
yaratılmıştır. Bu nedenle meleklerin ışık bedenleri insanların
ışık bedenlerinden bir derece daha düşüktür.Bu konu
Resulullah (s.a.v) efendimizin Miraç hadisesinde daha net
anlaşılıyor.
Resulullah
(s.a.v)
efendimizin
miraç
yolculuğunda kendisine refakat eden Cebrail (a.s) ile birlikte
sidre-tül-münteha denen son noktadan ileri geçmek için
Resulullah (s.a.v) efendimiz Cebrail (a.s)’a buyur deyince,
Cebrail (a.s) ‘-Ya Resulullah buradan öteye geçersem
yanarım.’ demiştir. Çünkü sidre-i-münteha’dan ötesi nur
üstüne nurdur. Resulullah (s.a.v) efendimizin ışık bedenide
nur üstüne nurdur. Cebrail (a.s)’ın ışık bedeni sadece nurdur.
Dolayısıyla nuru, nur üstüne nur yakar.Bu sebeple Cebrail
(a.s) ileri gidememiştir.
-212.gün(aşama)
Yaratılışın ikinci aşaması birinci aşamada oluşan çok
yüksek ve yoğun, ışık ile ısının evren içerisinde
genişlemesiyle ışık taneciklerinin belirli bir oranda
soğumaya başlamasına sebep olmuştur. Bu süreçte ışık
tanecikleri bir araya toplanıp enerji taneciklerini
oluşturmuştur.
Bu enerji tanecikleri Kur’anı kerimde ‘öz ateş’ ve
‘dumansız alev’ olarak ifade edilmiştir. İkinci günde enerji
yaratıklar olan cinler ve şeytanlar yaratılmıştır.
Astrofizik bilim dalı ileri sürdüğü Big Bang (büyük
patlama) teorisinde de enerjinin ışık taneciklerinden
oluştuğuna yakın açıklamalarda bulunmuştur. Enerji
aşamasında yaratılan varlıklar Cinler ve şeytanlardır. Bu
sebeple Cinler ve şeytanların bedenleri enerjidir. Şeytan
yaratılışın birinci gününe ve kendi yaratılışına şahit
tutulmamıştır. Dolayısıyla insanın birinci günde ki
(aşamadaki) yüksek yaratılışını ve ilmi durumunu bilmediği
için üçüncü günde yaratılan, Adem (a.s)ın şahsındaki
fiziksel bedenli insanı yaratılış olarak düşük derecede
gördüğü için, Allah (c.c) emrettiği halde Allah’ın (c.c)
emrine karşı gelerek insana secde etmemiştir ve Allah’a
(c.c) asi olmuştur.Şeytan bu cahilliğinin acısını kıskançlıkla
destekleyerek insan soyuna kıyamete kadar düşman
olmuştur. Bu sebeple şeytan dünyada ki insanlara ilk
yaratılışta ki yüksek mertebelerini hatırlamamaları için
insanların fiziksel bedenlerde ki hallerine razı olmalarını,
Allah’tan ve Allah’ın gönderdiği Peygamberlerden uzak
olmalarını her fırsatta insanlara fısıldamaktadır.
-22Şeytanın ve taraftarlarının evrenin ve kendilerinin
yaratılışına şahit tutulmadıklarını Allah (c.c) Kuran-ı
Kerimde şöyle bildiriyor:
“Ben onları (iblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin
yaratılışına, ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit
tuttum. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.”
Kehf suresi -51Şeytanın insan ve soyuna düşmanlığının sebepleri
yukarda açıklandığı gibi insanın ilk yaratılışta ki çok yüksek
derecelere sahip olması, alim olması ve Allah’a halife adayı
olmasıdır.Bunu önlemek için şeytan ve soyu kıyamete kadar
fiziksel bedenlerdeki insanların kamil noktaya çıkmaması,
ve ilk yaratılış hallerini hatırlamamaları için her türlü yolu
denemektedirler.
İkinci günde (aşamada) yaratılan varlıkların enerji
bedenlere sahip oldukları Kuran-ı Kerimde şöyle ifade
ediliyor.
“Cinleri öz ateşten yarattı.”
Rahman suresi -15Cin ve şeytanlar aynı yaratılış grubundandır. Bu varlıklar
yaratılışlarının gereği enerji bedenlere sahip olduklarından,
(insanın fiziksel bedenlerine göre) hareket kabiliyetleri daha
fazladır. Ve insanlara göre farklı boyutlarda yaşarlar. Enerji
yapıları, bizim bilip kullandığımız elektrik enerjisinden daha
ileri olduğundan biz onları fiziksel bedenlerimizdeki
gözlerimizle algılayamayız.
-233.gün(aşama)
Allah’ın zatından zatına tecellisi uzay boşluğu içerinde
genişlerken ışık tanecikleri birleşerek, enerji taneciklerini
oluşturmuştur. Enerji tanecikleri birleşerek insanın fiziksel
bedeninin en küçük yapısı olan Kuran-ı Kerimde ifade
edilen süzülmüş çamuru yani balçığı oluşturmuşlardır.
Balçığın astrofizikteki karşılığı ‘Kuark’ tır. Kuarklar (balçık)
elektron, proton, ve nötron gibi yapıları meydana getiren
yapı taşlarıdır. Üçüncü aşamada Adem (a.s)’ın fiziksel
bedeni yaratılmıştır. Aynı zamanda evrendeki gezegenlerin
ve diğer ağırlığı ve hacmi olan temelleri Allah (c.c)
tarafından oluşturulmuştur.Üçüncü gün aynı zamanda
evrendeki bütün varlıkların oluşumunun başlangıcıdır.Bu
sebeple insan, yaratılış özellikleriyle evrene model olmuştur,
yani insan evrenin modelidir. Balçığı kuran-ı kerimde Allah
(c.c) şöyle ifade ediyor:
“Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan
yarattı.”
Rahman suresi -14Burada anlatılan balçığı meni ile bir tutamayız. Çünkü
Adem ana ve babadan olmamıştır.Direk Allah (c.c)
tarafından yaratılmıştır. Üçüncü aşamada fiziksel bedenin
yaratılmasının sebebi ışığın ve enerji safhalarının
yoğunlaşması nedeniyledir. Çünkü o çok şiddetli ışığın,
ısının ve enerjinin ağırlığı ve hacmi yok denecek kadar sıfıra
yakındır.
-24Allah’ın (c.c) iradesi insanı ileride ağırlığı ve hacmi olan
bir bedenle gezegenlere yerleştirip fiziksel bedenli insanı
hangi gezegene indirdiyse o gezegene yer çekimiyle
hapsedip imtihana tabi tutarak ilk yaratılıştaki Allah’ın
insanlara olan hitabını hatırlatmasını planlamıştır. Yani
Allah (c.c) ilk yaratılıştaki ışık bedenlerdeki halimize
gezegen hayatında ulaşmamızı dilemiştir. Bu konuyu ileride
daha detaylı açıklayacağız.
Üçüncü aşamada insanın fiziksel bedeninin yaratılması
Allah’ın ‘ol’ emriyle atom elemanlarını meydana getiren
parçacıklarla (balçık) başlayıp atomlara, atomlardan
moleküllere moleküllerden hücre tuğlalarına dönüşerek
tamamlanmıştır. Fiziksel beden aynı zamanda birinci esfel-i
safiline indiriliştir.
Yüce
Allah’ın
(c.c)
halife
adaylarından
(insanoğullarından) Allah’a halifeliğe terfi etmenin ilk sınav
sorusu fiziksel bedenlerimizde başlar.İnsanın dünyadaki asıl
görevi Allah’a kusursuz bir Tevhidle iman edip onun
gösterdiği yolda fiziksel bedenleri enerji ve ışığa
dönüştürerek ilk yaradılıştaki ilmini hatırlamak ve Allah’ın
kulundan görmek istediğini yerine getirmektir. Bu konu
başlı başına bir bilim dalıdır. Bu bilim dalının esasları
Kuran-ı Kerimde gizli ve açık olarak çeşitli ayetlerde beyan
edilmiştir.
“Muhakkak ki biz, bu Kur’anda insanlara her türlü misali
çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu
inkarcılıktan başkasını kabullenemediler.”
İsra suresi -89-
-254. gün(aşama)
Birinci, ikinci, üçüncü günler Batındır. Çünkü maddenin
alt yapılarını oluştururlar. Zerreler alemini meydana getiren
iç içe oluşmuş yapı taşlarıdır. Elektrondan da küçük
oldukları için elle tutulup gözle görüp elle tutulamazlar.
Elektron mikroskoplarıyla ancak elektron boyutundaki
yapılar görülebildiğinden atom ve üst yapılar (molekül ve
hücre) zahirdir. Bu sebeple dördüncü, beşinci ve altıncı
günler zahirdir. İnsanın fiziksel bedeninin gözleri mikroskop
gibi bazı aletler yardımıyla bu son üç aşamanın yapılarını
algılayabilir.
Dördüncü aşama zahir (görülebilen) alemin başlangıcıdır.
Bu zahir aşamaların her biri, birer bilim dalı oluşturmuştur.
Batın (görülemeyen) olarak saydığımız ilk üç gün
astrofiziğin çeşitli yöntemleriyle açıklanmıştır.
Dördüncü günde (aşamada) uzay boşluğunu atomlar
doldurmuştur. Bugünde evrenin görüntüsü gaz bulutları
halindedir. Bununla beraber artık evrende belirli bir
şekillenme başlamıştır. Nötronlar ve protonlar birleşerek
merkezi çekim gücü oluşturmuşlardır. Bu çekim gücü
sayesinde yörüngelerine elektronları çekip yerleştirerek
atomları meydana getirmiştir.
Her atom modeli oluşturacağı molekül ve hücre yapısına
göre Allah’tan almış olduğu ilahi emirle elektron, proton ve
nötron sayısına ulaşır. Bu ilahi emirleri nasıl aldıkları ileri ki
sayfalarda anlatılacaktır. Dördüncü günde atomların her biri
ilahi ilhamla bilinçlenmeye başlar.
-265.gün(aşama)
Beşinci aşmada atomlar Allah’tan aldıkları bilinç ve
emirle molekülleri oluştururlar. Bu aşamada evrendeki
düzen artık şekil almaya başlar. Genişleyen evrende vücut
kazanmış yapılar bilinçli olarak birleşirler. Beşinci aşamada
Allah (c.c) moleküllerin her birine bir anda oluşturacağı
yapıları vahiy eder. Evreni oluşturan yapı molekül
aşamasında bilinçle birlikte bilgiyi de depolayarak yaratılış
süreci içerisinde, canlı varlıkları ve cansız varlıkları
oluşturacak bilgiye sahip olurlar canlı varlıkları DNA
molekülleri gibi organik moleküller oluştururlar.
Günümüzdeki bilim DNA moleküllerinin oluşturacağı
yapıların bilgisiyle donatıldığını keşfetmiştir.Ve bu ilahi
dizayn karşısında hayranlık ve hayretlerini açıkça beyan
etmişlerdir. Evren ve içindeki canlı cansız her türlü varlık
tesadüfi oluşmamıştır. Onları yaratıp bilinçlendiren ve
onlara görevlerini vahyeden, dengeye koyan yüce Allah’tır.
Yerlerin ve göklerin bilinçlenmesi aynı zamanda Allah’ın
(c.c) arş’a sayısız esmalarıyla istiva etmesidir. Bu olay
yaratılmış her şeyi en küçük noktasının içlerinden,
sonsuzluğun derinliklerinde var olan her varlığı ilmiyle ve
Zatıyla kuşatmasıdır.
“Dikkat edin; onlar, Rablerine kavuşma konusunda şüphe
içindedirler. Bilesiniz ki O,her şeyi (ilmiyle) kuşatmıştır.”
Fussilet suresi -54-
-276.gün (aşama)
Altıncı günde (aşamada)ışık yapı, enerji yapıyı, enerji
yapı, balçık yapıyı, balçık yapı, atomları, atomlar,
molekülleri, moleküller hücreleri oluşturmuş tur. Bu
aşamada bilinçli moleküller ilahi emirle hangi varlığı
oluşturacaklarsa o varlığın temel yapısı olan hücreleri
oluşturmak için bir araya gelirler. Hücreler canlı ve cansız
varlık sahibi olan her yapıyı oluşturan altıncı ve en üst yapı
taşlarıdır.
Evrendeki her varlık hücrelerin birleşmesinden sonra
ferdiyet ve fiziksel vücut kazanırlar. Varlıklar bu aşamadan
sonra genel isimlerini alırlar.(insan, bitki, hayvan, taş,
toprak, su, maden, gezegen vs. gibi)
Bu aşamadan sonra genel isim alan varlıklar ilk
yaratılıştaki asıllarına doğru yolculuğa başlarlar. Evren ve
içindekiler (canlı, cansız, elektron, gezegen) kendilerine
çizilen ilahi kaderlerini yaşayıp görevlerini yerine
getirmektedirler.
“Her
can
ölümü
tadacaktır.
Sonunda
bize
döndürüleceksiniz.”
Ankebut suresi -57“Ancak Azamet ve İkram sahibi Rabbinin zatı baki
kalacak.”
Rahman suresi -27Altıncı aşamadan sonra yaratılmış olan canlı cansız her
varlık hangi tür bedene sahip olursa olsun (ışık
beden‘melekler’, enerji beden‘cin ve şeytanlar’ ve fiziksel
bedene sahip insan dahil her varlık asıllarına dönme
yolculuğuna başlamışlardır.
-28-
YARATILIŞIN BAŞLANGICI IŞIK OLMASINA
RAĞMEN YARATILANLAR NEDEN FARKLI ŞEKİL,
RENK, VE TAT İÇERİRLER
-29Yaratılış alternatiftir. Yaratılıştaki alternatiflik çiftleri ve
zıtları oluşturur. Artılar eksiler gibi örneğin elektron negatif,
proton pozitiftir dünya hayatı negatif ahiret hayatı pozitiftir.
Fiziksel beden negatif, ışık ve enerji beden pozitiftir.
Allah’tan uzaklaşmak negatif, Allah’a dönmek pozitiftir.
Bu alternatiflikler bir anlamda evrendeki sistemli yapının
dengesidir ve hayat kaynağıdır. Çünkü statik olan bir
evrende hayat ve hareket olmazdı. Yaratılışının gereği evren
dinamiktir.
Varlıkların yaratılışının kaynağı, Allah’ın zatından zatına
tecelliyatının ilk anlarında oluşan çok şiddetli ışık olmasına
rağmen varlıklar altı aşama geçirdikten sonra neden renkleri,
tatları ve şekilleriyle birbirlerine benzemiyorlar?
Evrende bulunan, gördüğümüz, göremediğimiz, canlı ve
cansız varlıklar, elementler, elementlerin bileşenleri ve buna
benzer tüm varlıkların yaradılışında var olan, ışıktan
başlayıp hücre oluşumuna kadar geçirdiği altı aşamada,
yapısını oluşturan bütün tanecikleri, Allah’ın bildiğimiz
doksan dokuz esmasının dışında sayısız esmasını tesbih
etmektedir.
“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih
etmektedir. O, Azizdir, Hakimdir.”
Hadid suresi -1“Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ı tesbih
etmektedir. O, üstündür, Hikmet sahibidir.”
Haşr suresi -1-
30
“Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi,
eksiklikten münezzeh, Aziz ve Hakim olan Allah’ı tesbih
eder.”
Cuma suresi -1“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder.
Mülk O’nundur, Hamd O’nadır. O her şeye Kadirdir.”
Teğabun suresi -1Yukarıdaki ayetlerde Allah (c.c), yarattığı ışıktan hücreye
ve hücrelerin oluşturduğu vücutlara, elektron taneciğinden
gezegenlere kadar, galaksilerin hatta evrenin kendisini tesbih
ettiğini açıkça beyan buyurmuştur.
O halde, yaradılışın ilk anından itibaren sonsuza yayılan
tecelliyat, sayısız tesbihatıda beraberinde başlatmış ve halen
sonsuzluk içerisinde her yapıda devam etmektedir.
Yaradılış aşamaları, sayısız tesbihatında iç içe
birleşmesiyle çeşitli renk ve şekillere bürünmüştür. Düşünün
ki; Allah’ın bildiğimiz doksan dokuz esması da dahil,
bilemediğimiz sonsuz sayıdaki esmaları da, yaradılış
anından itibaren şu yaşadığımız an’a ve sonsuzluğa kadar,
birbirinden aralık ve mesafe olmaksızın, tatlı ve itaatkar bir
ahenk içerisinde yine kendi zatını tesbih etmektedir.
Hangi varlık, Allah’ın hangi isimlerini tesbih ediyorsa o
isimlerin bilinci içerisindedir. O halde evrendeki en küçük
varlıktan en büyük varlık olan galaksilere ve nebulalara
kadar her varlık içindekilerle birlikte bilinçlidir.
31
Yerde, gökte ve arasında her ne kadar varlık yaratılmışsa
en küçüğünden en büyüğüne kadar her yapının, gerek ferdi
olarak gerekse varlığını meydana getiren her taneciğin
Allah’ı tesbih ettiğini, günümüzün Kozmoloji bilimi
farkında olmadan bu yapıların frekansları, salınımları ve
dalga boylarının var olduğunu tespit etmiştir. Örneğin bir
hidrojen atomunun çekirdeğinin çapı ortalama olarak 10-13
cm’dir. Hidrojen çekirdeğini oluşturan tek bir protonunda alt
parçacıklardan (kuark) oluşan yapısının olduğu bilimsel
olarak kabul edilmiştir. Kuark gibi fiziksel yapıların temel
parçacığının bu günkü teknikle kesin olarak ölçülebilir bir
çapı yoktur. Çünkü enerji taneciklerinden fiziksel yapıya
geçişin en küçük parçası kuarktır. Bu parçacıkların çapı
yayınlamış oldukları dalga boylarıyla yaklaşık olarak
ölçümlenmeye çalışılır. Bu dalga boyları o parçacığın
algılanan frekansıdır, yani tesbihatıdır.
Işıktan hücrelere kadar olan yapıyı oluşturan yapı taşları
herhangi bir gezegeni veya yıldızı oluşturur. Ve o yıldız
kendini oluşturan altı aşamalı yaradılışının iç içe birleşmiş
tesbihatlarıyla birlikte kendi ferdi tesbihatınıda yapar. Bu
konu kozmolojide şu şekilde açıklanıyor :
Yıldızın kütle çekimi nedeniyle küçük bir büzülme bile
yıldızın dış katmanlarının ısınmasına neden olur. Yıldızda
dışarıya serbestçe kaçamayan ışınımın basıncı nedeniylede
dış katmanlar büyük ölçüde genişler. Yıldız yeniden
büzülmek zorunda kalır. Buda alternatif olarak yıldızda bir
dizi salınıma yol açar. Bu salınım o yıldızın tesbihatıdır.
Zaman zaman gezegenlerin zikirlerinin bu şekilde ortaya
çıktıkları ölçülmüştür.
32
Yaradılışın başından itibaren olgunluğa erişene kadar
geçirdiği aşamalarıyla birlikte (altı aşama) her hangi bir
temel elementin oluşumu esnasında yaptığı tesbihatları
örnek olarak işleyelim:
Örneğin uranyum elementini ele alalım.
Uranyumun yaradılışının birinci günü:
Yukarıdaki ayetlerde Allah (c.c) ‘ın buyurduğu gibi yer,
gök ve arasında ne kadar varlık varsa tamamı zerreden
küreye içerdiği altı aşamasının ayrı ayrı tesbihatının
olduğunu öğrenmiştik. Uranyum elementi atom yapısına
kadar dört aşama içerdiği için önce bu dört aşamayı
inceleyeceğiz.
Yaratılışın ilk anlarında uranyumu oluşturacak ışık
taneciklerinin Yaratıcımızın emriyle “Er Rahman” ismini
tesbih ettiğini varsayalım. Bu demektir ki, uranyum atomunu
meydana getirecek olan sayısız ışık zerrecikleri, sayısız defa
“Er Rahman” ismini tesbih ediyordur.
Şekil -2- Rahmanı tesbih eden ışık tanecikleri
33
Uranyum elementinin ikinci günü(aşaması)
Uranyumu oluşturan ikinci aşama enerji taneciklerinin
yaratıldığı gündür. Bir enerji taneciği trilyonlarca ışık
taneciğinin bir araya toplanarak oluşturduğu yapıdır.
Bu demektir ki trilyonlarca Rahman ismi de bir araya
gelecek, bir tek ışık taneciğini oluşturacaktır. Bu oluşum
aynı zamanda uranyumun yaratılmasında esmalar zincirinin
başlangıcıdır. Her enerji taneciğini birer enerji topuna
benzetecek olursak, bir enerji taneciğinin iç yapısı
trilyonlarca Rahman ismini tesbih etmektedir. Bununla
beraber enerji taneciği de ferdi olarak Allah’ın bir başka
esmasını tesbih etmeye başlar.
Şekil -3- enerji tanecikleri
Yukarıdaki şekilde enerji taneciklerini görmekteyiz.
34
Enerji taneciği kendi iç tesbihatıyla beraber ferdi olarak
El Alim ismini zikrettiğini varsayalım. Bir cam küre
düşünün, bu cam kürenin içini Rahman ismini zikreden cam
bilyelerle tıka basa doldurduğumuzu farz edin. Cam bilyeler
kürenin içinde Rahman ismini tesbih ederken, cam kürede
bu esnada ferdi olarak El alim ismini tesbih etmektedir. Yani
buraya kadar iki esma tek bir yapıda gibi iç içe tesbih
etmektedir.
Uranyum elementinin üçüncü günü(aşaması):
Uranyuma doğru yaradılış devam etmektedir. Bu
aşamada trilyonlarca ışık taneciği, trilyonlarca Er Rahman
ismini tesbih ederek bir tek enerji taneciğini oluşturmuştur.
Trilyonlarca enerji taneciği de kendi içlerinde Er Rahman
ismini tesbih ederek ve ferdi olarak ta trilyonlarca El Alim
ismini tesbihe devam ederek bir araya toplanırlar bir tek
balçık (kuark) taneciğini oluştururlar. Bununla beraber,
balçık taneciği de vücuda gelince başka bir esma tesbih
etmeye başlar. İlahi yaradılış sıralaması budur.
Balçığın yaratılması esnasında trilyonlarca Er Rahman
ismin tesbih eden ışık tanecikleri, trilyonlarca defa
katlanarak yine trilyonlarca El Alim ismini tesbih eden
enerji taneciği de bir tek balçık taneciğinin içine
yerleştirilmiştir. Bu arada balçık taneciğinin de ferdi olarak
El Hakim ismini tesbih etmeye başladığını farz edelim.
Şekil -4- te uranyumu oluşturacak olan balçık taneciğinin
iç içe tesbihatı görülmektedir.
-35-
Şekil -4- Balçığın (kuark) tesbihatı
36
Yukarıdaki örnekte verdiğimiz cam kürenin içindeki
trilyonlarca cam bilye Er Rahman ismini tesbih ediyordu.
Trilyonlarca içi Er rahman ismini tesbih eden ferdi olarak
kendisi El Alim ismini tesbih eden cam kürelerin daha
büyük bir cam kürenin içine dolduralım. En içteki ışık yapı
Er Rahman ismini, onun üstündeki enerji yapı El Alim
ismini, onun üstündeki balçık yapıda El Hakim ismini tesbih
etmektedir.
Şöyle bir örnek verecek olursak, bu yapı küresel bir buz
parçası gibidir. Buzu oluşturan yapıyı incelersek, suyun gaz
hali Er Rahman ismini tesbit etmektedir. İkinci aşamada
suyu oluşturan trilyonlarca gaz molekülü su haline geçtikten
sonra El Alim ismini zikretmeye başlar. Suyu dondurursak
buz halinin de, El Hakim ismini tesbih ettiğini varsayalım.
Ortaya çıkan durum iç içe El Hakim, El Alim ve Er Rahman
isimleri aynı buz parçasının yapısında tesbihatına devam
ederler.
Bu arada bu esmalar zinciri üçüncü aşamaya kadar
uranyum oluşumunu ilham olarak almıştır. Üç ayrı isim bir
sonraki aşamada nasıl ve kaç adet elektron, proton ve
nötronları
oluşturacaklarının
bilincine
varmışlardır.
Yaratıcıya, oluşum halindeki uranyumun yapısı ışıktan
enerjiye, enerjiden balçığa her yapı harfiyen itaat etmektedir.
Artık elementin şekil almaya başladığı yapı ilk halini almaya
başlamıştır. Bununla beraber bilinci de artmıştır. Bu
aşamadan sonra uranyumun elektronunu, protonunu ve
nötronlarını hangi esmaların tesbihatı oluşturacaksa ilahi
dizaynla balçık yapı ilham aldığı sıralamayı takip eder.
37
Uranyumun dördüncü günü (aşaması)
Uranyumun yaratılmasının dördüncü aşamasında
uranyumu oluşturan ışık yapı ve tesbihatı Er Rahman ismi
Trilyonlar x trilyonlar x trilyonlarca sayıya ulaşmıştır.
Uranyumun enerji yapısı ve tesbihatı El Alim ismi trilyonlar
x trilyonlarca olmuştur. Şimdide trilyonlarca El Hakim
ismini tesbih eden balçık (kuark) tanecikleri sırasıyla
protonu, nötronu, elektronu, yani uranyum atomunu
meydana getirecek tekmil yapıyı oluşturacaktır. Bu aşama
aynı zamanda evrenin yaratılışının da dördüncü aşamasıdır.
Bu esnada evren gaz halini almıştır. Bu oluşum, Kuran-ı
Kerim’de “duman halindeki gök” tabiri ile ifade ediliyor.
Artık gezegenlerin, gezegenleri meydana getiren tüm
elementlerin, göğün ve arasındakilerin ayrılma, oluşma ve
olgunlaşma vaktidir. Burada tecelliyat tecelli sahibine tam
ve kusursuz itaat halindedir. Yaradılışın bu aşamasında
yapıların bilinçleri olgunlaşmaya devam ederken tesbih
ettikleri esmaların ve tesbihatlarının sayıları da rakamlara
sığmamaktadır.
Uranyumun bu aşamasında trilyonlarca balçık taneciği
kendini oluşturan sayısız iç içe tesbihatlarıyla birlikte El
Hakim ismini tesbih ederek bir adet protonu oluştururlar. Bu
bir İlahi dizayndır.
Proton vücut kazanınca kendi yapısına pozitif bir
aktivite kazandıran Allah’ın ilham etmesiyle aldığı esmayı
tesbih etmeye hak kazanır. Oluşumunu tamamlayan
protonun “El Cami” ismini tesbih etmeye başladığını
varsayalım.
-38-
Şekil -5- Protonun Tesbihatı
-39-
Şekil -6- Nötronun Tesbihatı
-40-
Şekil -7- Elektronun tesbihatı
-41Aynı anda iç içe sayısız tesbihatlarıyla birlikte vücut
kazanan proton taneciği El Cami esmasını tesbih etmeye
başlar.(bak şekil -5-)
Bu defa trilyonlarca balçık tanesi yine iç içe tesbihat
zincirleriyle birlikte almış olduğu ilahi ilhamla bir adet
nötron taneciğini oluştururlar. Nötron taneciği vücut
kazanınca misal olarak El Veli ismini tesbih etmeye başlar.
(bak şekil -6-)
Yine aynı sıralamayla trilyonlarca balçık taneciği bu defa
almış oldukları ilahi ilhamla bir araya gelerek elektron
taneciğini oluştururlar.Vücut kazanan elektron taneciği ferdi
olarak kendisine verilen esmayı tesbihata başlar. (misal
olarak El Kadir esmasını tesbih etsin.)(bak şekil -7-)
Bununla birlikte yaratılışın gereği olan alternatiflik te
tamamlanmış olur. Proton pozitif, nötron yüksüz, elektronda
negatif yüke,yapmış oldukları tesbihatlarından almış
oldukları ilahi kudrete göre sahip olurlar.
Uranyum oluşumu sıralamasında ışıktan protona,ışıktan
nötrona, ışıktan elektrona kadar yaradılış sıralamasında
balçık yapıya kadar üç değişik esmayı tesbih ederler. Balçık
yapıdan sonra vücut kazanan elektron, proton, nötron ferdi
olarak iç yapılarında aynı esmaları tesbih ederken, tek
başlarına üç ayrı esmayı tesbih etmeye başlamalarının
sebebi; uranyum atomunu oluşturmak için elektron, proton
ve nötron sayılarının kaçar adet olacağının ilhamını bu
esmalardan almalarıdır. Bu esmalar sıralaması uranyuma
238 elektron, 238 proton ve 238 nötron kazandırır ve
uranyum elementi evrendeki yerini alır.
42
Diğer elementlerin yaratılışında da aynı sıralama, her
aşamasında ayrı ayrı esmaları tesbih ederek vardır. Bu
sıralamalar beşinci ve altıncı günlerde atomların birleşerek
molekülleri oluşturmasıyla birlikte, moleküllerinde hak
kazandıkları esmaların tesiriyle vücuda gelecek her türlü
yapının, hava, su, toprak, meyveler, sebzeler v.s. nin, renk,
biçim, koku, tat gibi özellikleri bu moleküllerin yapılarında
bilgi olarak bu aşamada kaydedilmiştir. Bu bilgiler son
aşamada yani altıncı günde hücrelerin içlerine yerleşirler.
Dördüncü
aşamada
atomun
yaradılışı
ışıktan
kuarka(balçık) trilyonlarca altı değişik esmanın tesbihatıyla
tamamlanmıştır.
Beşinci aşama için bir başka atomun değişik tesbihatlar
zinciriyle
yaratılıp,
hangi
maddenin
molekülünü
oluşturmaya programlanmışsa o atomla birleşmesi gerekir.
Yaratılan her atom, yaratılışın kuralı gereği yukarda
anlatıldığı gibi iç içe ve birbiriyle aynı olmayan esmaların
birleşmesi ile oluşurlar.
İşte yaradılışın beşinci aşamasına geçerken, evreni gaz
bulutu halinde dolduran atomlar Allah’ın (c.c) emriyle,
bilinçli olarak ve isteyerek bir araya gelip evrenin fiziksel
yapısının temelini oluşturmuşlardır.
“Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, yerküreye:
İsteyerek veya istemeyerek, gelin! Dedi.İkisi de ‘isteyerek
geldik’ dediler.”
Fussılet suresi -11Bu emrin tesiriyle moleküller ve hücreler Allah’a itaat
ederek ve Allah’ın irade buyurduğu belirli çekim
merkezlerinde
toplanarak,
yerleri
(gezegenleri)
oluşturmuşlardır.
43
Altı günde yaratılış, Yaratıcının “ Ol ” emriyle bir anda
olmuştur. Yaratılışın son iki günü yerlerin ve göklerin
ayrışmasını sağlamış, gaz bulutları belirli çekim
merkezlerinde toplanarak gezegenleri oluşturmuş ve uzay
boşluğu ortaya çıkmıştır.
“De ki:gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkar edip
O’na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, alemlerin Rabbidir. “
Fussilet suresi -9Yukarıdaki ayette yer olarak geçen yapı evrendeki bütün
gezegenler, yıldızlar ve galaksilerdir. Yerlerin ve göklerin
yaratılışı ve dengeye konuluşundan sonra evren içerisinde
tecelliyat genişlemeye devam ettiği ve gezegenler arasındaki
mesafeler birbirinden uzaklaştığı için evrende bir sükunet
oluşmuş gibidir.
“Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu.”
Rahman suresi -7Atomların ve moleküllerin oluşturduğu gaz (duman)
halindeki evrende atomların birleşerek molekülleri,
moleküllerin birleşerek hücreleri, hücrelerin birleşerek
gezegenleri(yerleri) oluşturması Kuran-ı Kerim’de göklerin
ve yerlerin ayrılması olarak ifade ediliyor.
“O inkar edenler görmüyorlarmı ki, (başlangıçta)
göklerle yerler bitişik iken, Biz onları ayırdık…”
Enbiya suresi -30Uranyum
atomunun
yaratılmasını
yaratılışın
aşamalarında atomlara kadar olan aşamayı anlatmak için
örnek olarak anlatmıştık.Atom aşamasından sonra yukarıda
anlatıldığı gibi atomlar molekülleri, moleküller hücreleri
meydana getirerek altı aşama tamamlanacaktır.
44
Evren içerisindeki trilyonlarla ölçülemeyen sayıda ve hiç
biri diğerine benzemeyen ayrı ayrı esmaların tesbihatı
evrenin kendisini oluşturmuştur. Evrenin oluşma bilgileri
evrenin beşinci aşamasında yaratılan moleküllere birer
küçük levh-i mahfuz özelliği kazandırmıştır. Moleküller
evrenin sırrının bilgi bankalarıdır. Allah (c.c) sonsuz irade
ve kudretiyle moleküllerin yapılarına hangi maddenin
yaratılması esnasında, nasıl ve hangi yapılarla
birleşeceklerini şifreler halinde yerleştirmiştir. Dolayısıyla
evrende olan en küçük hareket bile yaratıcısının emrinin
dışında olamaz.
Şekil -8- DNA’nın tesbihatı (molekülün)
45
Şekil sekizde görüldüğü gibi molekülü meydana getiren,
ışık, enerji, balçık, elektron, nötron, proton sıralaması olmak
şartıyla molekülün yaratılmasında en az iki atom birleştiği
için 6 x 2 = 12 değişik esmanın bir saniye içerisinde
katrilyonlarca defa tesbihatını, molekülün iç yapıları tesbih
ederken, vücut kazanan molekül de fert olarak başka bir
esmayı tesbih etmeye başlar.(mesela El Halim)
Yaratılışın altıncı aşaması(günü)
Altıncı aşamada, göklerin, yerin ve arasındakilerin
yaratılması tamamlanmıştır. Bu aşamada moleküller
Allah’ın (c.c) emriyle bir araya gelerek hücreleri
oluştururlar, hücre kendini meydana getiren iç içe değişik
esmaların tesbihatlarını varlığında cem ederek ferdi
tesbihatına başlar. Misal; hücre “El Hay” esmasını tesbih
etsin.
Artık evreni oluşturan bütün yapılar yaratıcısının
isimlerini sayısız defa tesbih etmektedir. Ve bu durum
kıyamete kadar böyle sürecektir. Ve evren de Allah’ı ferdi
olarak tesbih etmeye başlamıştır.
Yine bu aşamada yerler, gökler ve arasındakiler kemal
noktasına ulaşmıştır. Ve artık evren ve içindeki her varlık
kendisine biçilen ömrünü tamamlayıp Allah’a doğru
yolculuklarına başlamışlardır. Evren ve içindeki her varlık
yaratılışından kendi kıyametine ve ötesine kadar yaratıcısına
muhtaçtır. Evrendeki varlıklar bir taraftan asıllarına
dönerken diğer taraftan yeni oluşumlar ve Allah’ın yaratma
hali de sürmektedir. Çünkü yaratılış alternatiftir. Evrende
yaratılan her şey doğum ve ölüm alternatifliğini yaşarlar.
46
Bu hali Allah (c.c) Kuran-ı Kerim’de kullarına şöyle
beyan ediyor :
“Göklerde ve yerde bulunan herkes O’ndan ister. O, her
an yaratma halindedir.”
Rahman suresi-29Yukarıdaki ayette vurgulandığı gibi Allah (c.c) yaratmayı
sürdürmektedir. Bu yaratma hali daha önceden oluşan ve
evrenin genişlemesiyle ifade edilen yayılma halinin içinde
bulunan ışık, enerji, balçık, atom gibi yapıların fiziksel
görünüme geçmeleri şeklindedir.
“Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz Biz
(onu) genişleticiyiz.”
Zariyat suresi -47Evrende yaratılan her varlık yukarıda anlattığımız gibi
ışıktan hücreye, hücreden küreye her yapı iç içe zikirler
sıralamasından oluşmuştur. Hatta evren dahi ferdi tesbihatı
ile meşguldür. Bu aynı zamanda yüce Yaratıcımızın bir
saliseden az bir süre içerisinde sayılarla ölçülemeyecek
kadar, evrenin sonsuzluğunda tekrarlandığının ispatıdır.
Allah’ın (c.c) bildiğimiz ve bilemediğimiz esmalarının
ayrı ayrı bir araya gelmesi ve alternatif olarak tekrarlanması
evreni kuşatan Allah’ın ilmindendir. Bu ilim yarattıklarıyla
beraber sonsuzluğa yayılmıştır. Ve ışık taneciğinden
kürelere kadar evreni ve içindekilerini kuşatmıştır.
Allah’ın (c.c) ilmiyle evreni kuşatması aynı zamanda
evreni bilinç sahibi yapmıştır. Çevremizde ve evrende
algıladığımız ve algılayamadığımız her varlık bilinçli olarak
Allah’ın emrindedir.
-47“Arş’ı yüklenen ve birde onun çevresinde bulunanlar,
Rab’lerini hamd ile tesbih ederler. O’na iman ederler.
Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz!
SENİN RAHMET VE İLMİN HER ŞEYİ KUŞATMIŞTIR.
O halde tevbe eden ve senin yolunda gidenleri bağışla,
onları cehennem azabından koru.(derler)”
Mü’min suresi -7Yaradılış ve altı aşamasının her aşaması başlı başına birer
bilim dalıdır. Evren iç içe tesbihatlarıyla ve kendisini
kuşatan Allah’ın ilmiyle tam bir denge ve uyum içersindedir.
“Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içerisinde yaratan
O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık
göremezsin. Çevir de bak gözünü bir kusur görebilir misin?
Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak, gözün bir kusur
bulamadığı için eli boş ve bitkin olarak geri döner.”
Mülk suresi -3,4Yukarda verdiğimiz örnekte, ışıktan hücreye yaratılışın
altı aşamasında yapmış olduğu tesbihatları sıralayacak
olursak aşağıdaki şekilde tesbihatlar zinciri ile karşılaşırız.
Şekil dokuzda görüldüğü gibi atomun ışık yapısı birinci
aşamada yaratılır ve ışık tanecikleri Er Rahman ismini, Işık
taneciklerinin bir araya gelerek oluşturdukları enerji yapı El
Alim ismini, enerji taneciklerinin bir araya gelerek
oluşturdukları balçık yapı (kuark) El Hakim ismini, balçık
taneciklerinin bir araya gelerek oluşturdukları atomun
protonları El Cami ismini, nötronları El Veli ismini,
elektronları El Kadir ismini tesbih etmektedir
48
Bu aşamadan sonra Elektron, proton ve nötronların bir
araya gelerek oluşturdukları atomların en az iki tanesi bir
araya gelerek molekülü oluştururlar. Molekül ferdi olarak El
Halim ismini tesbih eder. Moleküller bir araya gelerek
hücreleri oluştururlar, hücrelerde kendi iç tesbihatlarıyla
birlikte misal olarak verdiğimiz örnekte El Hay ismini tesbih
etmektedir.
Şekil -9Altı aşamanın tesbihatının misali anlatımı
-49-
TESBİHATLAR VE FREKANSLAR
50
Geçtiğimiz sayfalarda bahsettiğimiz gibi yaratılış
alternatiftir. Allah (c.c) birdir, eşi benzeri ve kendine dengi
asla olamaz. Bu sebeple yarattığı her varlık alternatiflik
içerir. Bu alternatiflikler artı – eksi, gece – gündüz, doğum –
ölüm, cennet – cehennem v.s , bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Yaratılıştaki alternatiflik aynı zamanda Allah’ın sonsuz
kudretine muhtaçtır. Alternatiflik Allah’ın evrenin nizamına
koyduğu aynı zamanda çift yaratılış kuralıdır. Çift yaratılış
evrenin ve evreni oluşturan yapıların alternatifliğidir.
“Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt
alasınız.”
Zariyat suresi -49-
Şekil -10-
-51Yaratılışın ilk aşaması çok şiddetli ışık idi, ışık
tanecikleri ışık hüzmesini oluşturduğunda yapısı gereği ışık
huzmesinin bir tek telini incelersek o ışık telinin alternatif
bir yapıya sahip olduğunu görürüz. Bu ışığın alternatifliği
aynı zamanda ışığın frekansıdır. İlk yaratılıştaki ışığın
frekansını günümüzde kullanılan frekans ölçerlerle
(osilaskop gibi) algılamak mümkün değildir. Çünkü ilk
yaratılıştaki ışığın frekans aralıkları şiddetinden dolayı çok
sıktır.
Gerek ilk yaratılıştaki ışık olsun, gerekse günümüzde
algıladığımız ilk yaratılıştaki ışığa göre çok zayıf olan ışığın
yayınlamış olduğu frekansları, bu ışık yapıların
tesbihatlarının titreşimleridir.
Bu frekansları günümüz teknolojisiyle inceleyecek
olursak şöyle bir örnek verebiliriz. Mikrofona Allah ismini
söylersek ses dalgaları mikrofondan elektrik enerjisine
dönüşerek,sesin dalga boylarına göre aynı aralıktaki
frekansa dönüşür. Bilindiği gibi elektrik akımı elektron
akışıdır. (elektrik akımının frekanslarını elektronların
tesbihatları oluşturur,elektrik her ne kadar alternatif akım ve
doğru akım olarak ikiye ayrılsada doğru akım frekanslarının
sıklığı sebebiyle yayınlamış olduğu dalga boyları frekans
ölçerlerde salınımsız,düz bir çizgi gibi görünür.) Mikrofona
okuduğumuz Allah isminin kablolardan frekanslar halinde
geçerek her hangi bir frekans ölçer cihazının ekranında
Allah ismini frekans dalgaları halinde görürüz.( Bak şekil
11) ışıktan maddeye altı aşamada yaratılan ve sonrada
hücrelerin bir araya gelmesiyle vücut sahibi olan her varlık,
yaratılışının her aşamasında bu frekanslarla yaratılmıştır.
-52-
Dikkat edilirse esmaların tesbihat sayısı yaratılan madde ışık
halindeyken katrilyonların ötesinde adete sahipken ışık
taneciklerinin birleşerek oluşturdukları enerji taneciklerinin
tesbihat sayısı ışık taneciklerinin tesbihat sayısına göre daha
azdır. Bu sıralamada evrenin oluşumuna gelene kadar aşama
aşama tesbihat sayısı azalır.
Çünkü çoklar birleşerek her aşamada tekleri oluştururlar.
Evrene gelince evren tek olduğu için tesbihatıda tektir.
Evren yaratılışının başlangıcında ferdi olarak tesbih etmeye
başladığı tek ismi kendi kıyametine kadar bir defa tesbih
eder. Evrenin ferdi tesbihatı bittiği zaman evren kendi
varlığının içine çökerek yok olacaktır. Bu aşamada yaratılış
tersine dönecek yaratılan her varlığın tesbihatı geriye doğru
akarak ilk yaratılıştaki çok şiddetli ısı ve ışığın oluştuğu
haline gelecek ve kıyamet kopmuş olacaktır.
-53Hatta kıyametin kopma esnasında yaratılışın ilk halindeki
çok şiddetli ışık ve ısıya gelmeden hemen önce evrenin ve
gök yüzünün almış olduğu hali Kuran-ı Kerim şu şekilde
ifade ediliyor:
“O gün gökyüzü, erimiş maden gibi olur.”
Mearic suresi -8Yukarıdaki ayette evrenin nasıl bir hal alacağına Allah
(c.c) açık açık bildiriyor. Erimiş madenin nasıl bir renge
sahip olduğu herkesçe malumdur.
“Gök yarılıp da kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu
zaman,”
Rahman suresi -37Evren kıyamet halinde dahi Allah’ın emriyle yapmış
olduğu tesbihattan kesinlikle ödün vermez. Evrenin yaratılışı
ve bitişi esmaların tesbihatıdır. Evrenin başlangıcı ve bitişi
çok şiddetli ısı ve ışıktır.
O halde, evrendeki ilim ışıktan hücrelere gelinceye kadar
birbirlerinin içine frekanslar zincirleriyle yerleştirilmiştir.
Bu bilim yüklü frekanslar genellikle moleküllerde bulunur.
Moleküllerle birlikte hücrelerin içerisinde yer alırlar. Bu
günün teknolojisiyle bu bilgiler kısmen bilgisayarlar
aracılığıyla çözümlenmeye başlamıştır. Örneğin D.N.A
moleküllerinde bu bilgiler hangi varlığı oluşturacaklarsa o
varlığın doğumdan ölüme bütün bilgileriyle donatılmıştır.
Ve her D.N.A. kendisine has ayetler içerir.
“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır.”
Zariyat suresi -20-
54
Örneğin bir gül ağacının D.N.A. larında, gülün
tohumundan meyvesine, meyvesinden tekrar tohum oluşum
aşamasına kadar o gülün alacağı besin miktarı, hücre sayısı,
gövde ve yapraklarındaki suyun akışı, yapraklarındaki nefes
alma deliklerinin sayısı, gövde ve yaprak renkleri, gül
tomurcuklarının sayısı, tomurcukların ebatları, gülün açma
süresi, gül yapraklarının rengi,kokusu v.s. tamamen
kayıtlıdır. Bu aynı zamanda Allah’ın ilmi ile yarattıklarını
kuşatmasıdır.
Günümüzde gen bilimiyle uğraşanlar her ne kadar bazı
bitkilerin genleriyle oynayıp verimliliklerini artırmaya
çalışsalar da üzerinde çalıştıkları bitkinin verimi, genlerinin
oynanmasıyla bir ekim ve hasat süresi bir
artar.
D.N.A.’sıyla oynanmış herhangi bir bitki ekildikten sonra
vereceği ürün fazla olsa da bu alınan ürünün tohumlarını
ertesi yıl tekrar ektiğimizde o tohumun D.N.A.’sı ilk halini
almış olarak ürün verir. Yani aslına döner. Çünkü
D.N.A.’larda dışarıdan müdahale ile bozulan dengelerin
otomatik olarak düzeltilmesi bilgisi o D.N.A.’lara Allah
tarafından yerleştirilmiştir.
Örneğin ayçiçeği tarımıyla uğraşanlar bilirler; doğal
haliyle ekilmiş, D.N.A. larıyla oynanmamış, tohumlardan
yetişen ayçiçekleri, büyüyüp baş verdiklerinde bu
ayçiçeklerinin başları sabah güneşin doğuşuyla birlikte radar
gibi güneşe kilitlenirler ve güneş batana kadar o tarladaki
bütün ayçiçekleri hiza ve disiplinlerini bozmadan güneşi
takip ederler.
Dışardan bakıldığında o tarlada hiçbir düzensizlik ve
başka bir yöne bakan ayçiçeği başı göremezsiniz.
55
D.N.A.larıyla oynanmış tohumlardan ekilmiş bir tarlada
yetişen ayçiçeklerini gözlemlediğimizde, D.N.A. larındaki
yetişme emirleri sıralaması dışarıdan müdahale ile
bozulduğu için o ayçiçeklerinin başlarının birçoğu ürettiği
tohumların çokluğundan ve dengesizliğinden dolayı sabah
güneş doğduğunda güneşe kilitlenemezler. Çok az bir kısmı
güneşi takip eder. Diğerleri de güneş ışıklarını takip etmekte
zorlanır. O tarladaki görüntüde bir düzensizlik, disiplinsizlik
görülür. Ayçiçeklerinin başları sağa sola dönmüştür, bir
kısmıda ağırlığından başı kopacakmış gibi yere doğru
eğilmiştir.
D.N.A sıyla oynanmış ayçiçeği ekildikten sonra alınan
tohumları ertesi yıl yeniden ekerseniz yeniden yetişen o
ayçiçeklerinin sabah güneş açıp akşam batıncaya kadar
belirli bir düzen ve disiplin içerisinde, güneşi takip
ettiklerini görürsünüz. Çünkü o tohumlar almış oldukları
ilahi emirle kendi kendilerini düzelterek aslına dönmüştür.
Kuran-ı Kerimde ilk muhattab alınan varlık insandır ve
insanı muhattab alan Kuran o insanın şekline,boyuna
bosuna, zenginliğine, fakirliğine, mesleğine, etiketine ve
kariyerine hitap etmez.Kura insana hitap eder. Geçmişte de
olduğu gibi bugün yaşayan tüm akıl sahibi insanlara ve
kıyamete kadar gelecek insanlara değil dünyamız gibi nice
gezegenlerin insanlarına hitab eder.
Bundan sonraki bölümde kuran ın kendisine muhattab
aldığı Allah ın içlerinden kendisine halifeler seçtiği insanın
altı aşamalı yaratılışını ve bu aşamalarda insana verilen
üstün özellikleri anlatacağız.
56
İNSANIN ALTI YARATILIŞ AŞAMASI
57
Kitabımızın başında da belirtmiştik.Yaradılışın ana
nedeni insandır.Çünkü rabbimiz insanı ve evreni yaratmadan
evvel bilinmek istemiştir.Bu Allah’ın muradıdır.Allah’ın
bilinmekliğini istemesi zatının ama konumundayken murad
olunmuştur. Sahabelerden bir gurup Resulullah (sav)
Efendimize sorarlar :
_“Ya Resulullah Allah mevcudatı yaratmadan önce
neredeydi?” Resulullah efendimiz cevaben :
_ “Ama’daydı.”Buyurmuşlardır.
Yaratılıştan kıyamete kadar evren içerisinden geçen ve
gelecek ne kadar insan varsa hepsini de yaratılışa şahit
tutmuştur. Yani Allah’ın zatından zatına tecelliyatının
başlangıç anıyla beraber insan yaratılmış,ilimle donatılmış
ve rabbimiz bize bizzat kendi tarafından tanıtılmıştır.
Yaratılıştan kıyamete kadar ne kadar insan varsa bunların
hepsi tecelliyat anında kendi yaratılışlarına ve evrenin
yaratılışına şahit olmuşlardır.
“ Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz
diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden
zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi
ki:Ben sizin Rabbiniz değil miyim?(onlarda),Evet (buna)
şahit olduk, dediler.
Araf suresi 172.
Yukarıdaki ayette insan neslinin atalarının bellerinden
süzülüp çıkarılmasından maksat kıyamete kadar fiziksel
bedenlere gelmiş bütün insanların Allah tarafından insana
göre zamanın gerisine doğru alınmış ve Allah’ın zamansızlık
ortamında insanlar kendi yaratılışlarına şahit tutulmuşlardır.
58
İnsanın yaratılması da evrenin ve içindekilerin
yaratılması gibi altı aşamada oluşmuştur.İnsanın yaratılış
aşamaları Kuran-ı Kerimde Tin Suresinde anlatılmıştır.
“İncire,zeytine,Sina dağına ve şu emin beldeye yemin
ederim ki, Biz insanı en güzel biçimde yarattık sonra onu
aşağıların aşağısına indirdik.”
Tin suresi 1-2-3-4-5Yukarıdaki ayetlerde ismi geçen incir ve zeytin bu güne
kadar herhangi bir belde ismi veya kutsal meyveler olarak
algılanmıştır. Kuran tefsircileri tarafından, belki de zamanı
gelmediği için incir ve zeytinin gerçekten hangi manaya
işaret ettiğini açıklayamamışlardır.
Oysa Kuran-ı Kerimin Tin suresinde geçen incir ve
zeytin, ışıktan-hücreye kadar olan yaratılışın altı aşamasını
işaret etmektedir. Evren altı aşamada yaratıldığı gibi
insanında yaratılışı altı aşama içerisindedir.
Şimdi Tin suresinde geçen incirin, insanın yaratılışında
hangi aşamaları kapsadığını inceleyelim.
Allah (c.c) Kuran-ı Kerimde kullarına hitap ederken
yemin ederek başladığı ayetlerin derinliklerine kudretinin ve
ilminin bir çok sırlarını gizlemiştir. İnsanın en güzel biçimde
yaratılışı da böyle muhteşem ve sırlarla dolu bir yeminle
başlıyor. Burada hangi yaratılmış varlıklara yemin ediliyorsa
o varlıkların yaratılmasındaki derin sırları görmek lazım.
Hatırlarsanız evrenin yaratılmasını anlatırken yaratılış
aşamalarındaki bir araya gelen ışık, enerji, balçık
taneciklerinin Allah’ın esmalarını tesbih etmelerini iç içe
geçmiş cam kürelerle anlatmıştık. İncirde yapı olarak cam
küreler örneğine benziyor.
-59Bir tane incir meyvesinin iç yapısını incelersek yüzlerce
çekirdek tanecikleriyle karşılaşırız. İncir çekirdeklerini
meydana getiren iç yapısına da göz atarsak binlerce
taneciğin bir araya geldiğini görürüz.
Şekil -12- incirin kesiti
Yukarıda görüldüğü gibi inciri bir balçık (kuark) taneciği
gibi düşünürsek incirin içerisinde ki yüzlerce çekirdek ve
çekirdeği meydana getiren yapı, balçığı ve meydana getiren
altyapıyı andırmaktadır.
-60İncir çekirdeklerinin özü sayısız taneciklerden oluşur. Bu
tanecikler,Allah tarafından kendisine ilham olunan Allah’ın
bir esması ile tesbihat halindedir. Çekirdeği meydana getiren
milyonlarca öz tanecikler bir adet incir çekirdeğini oluşturur.
Yüzlerce incir çekirdeği de kendisine ilham edilen tesbihatla
beraber bir incir meyvesinin içerisinde bulunurlar ve incirde
kendisinin ferdi tesbihatıyla meşguldür.
O halde incir ışıktan balçık yapıya kadar üç aşamayı
temsilen Kuran-ı Kerimde ifade edilmiştir. İşte incirin bu
yapısı ayette Allah (c.c.) ın yeminine mazhar olmuştur. Bu
yalnızca, yemin edilen incirin sırlarından bir tanesidir.
Şekil-13- incirle temsil edilen yaratılışın üç aşaması.
61
Kuran-ı Kerim’in Tin suresinde yemin edilen objelerin
biri de zeytindir. Allah’ın (c.c.) üzerine yemin ettiği zeytin
de yaradılış biçimiyle o yeminin sırlarını varlığında taşır.
Tin suresinde insanın en güzel yaradılış sıralamasında geçen
zeytin,yaradılışın son üç aşamasını temsil eder. Zeytin yapısı
itibarıyla genelde oval biçimdedir. Bir zeytini uzun
kısımlarından çekirdeğiyle beraber boydan boya tam ortadan
kestiğimiz zaman ortaya çıkan zeytin kesitinin görüntüsü
tıpatıp bir hücreyi andırır. Dikkatli baktığınız zaman
zeytinin en dışında hücre zarı, zeytin ile çekirdek arasında
plazma yapı vardır. Yani zarıyla, plazma yapısıyla ve
çekirdeğiyle hücrenin ikizidir.
Şekil -14- zeytinin kesiti
62
Şekil 14 te görüldüğü gibi zeytinin kesiti hücreye benzer.
Kuran-ı Kerimde üzerine yemin edilen zeytinin sırlarından
bir tanesi de budur. Zeytin insanın yaratılışının atomdan
hücreye kadar olan son üç aşamasını temsilen Kuran-ı
Kerim’deki Tin suresinde (ahsen-i takvim) en güzel biçimde
yaratılış sıralamasını içerir. İşte Allah (c.c.) boş yere incire
ve zeytine yemin etmemiştir. Allah’ın (c.c.) yemin ettiği
ayetlerin altında işte böyle sırlar vardır.
Ayetler aynı zamanda düşünüp ibret ve öğüt almamız
içindir. Kuran-ı Kerimin insanlara verdiği ibret ve öğüdü
alan insan bilgeliğe ulaşır.
“Hala Kuran üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi?
Eğer O Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda
birçok tutarsızlık bulurlardı.”
Nisa suresi -82“ ( Resulüm) sana bu kitab’ı ayetlerini düşünsünler ve
aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.”
Sad suresi -29İşte insanın yukarıdaki ayetlerde Yaratıcısının
kullarından istediği gibi, Kuran’ı Kerim’i okuyup ayetler
üzerinde derin derin tefekkür ederek (bu en büyük
ibadetlerden biridir ve insanı Allah’a çok çabuk yaklaştırır.)
Kuran-ı kerim’in ayetlerinin derinliklerindeki yüksek
bilimleri tahsil etmesi lazımdır. İbadetle birlikte tefekkür
insanı,insan-ı kamil noktasına ulaştırır. İnsan-ı kamil noktası
şeytanın insana müdahale edemediği, vesvese veremediği,
Allah’ın kuluna lütfettiği müstesna bir makamdır.
63
Yüce Yaratıcımız Tin suresinde insanın en güzel biçimde
yaratılış sıralamasını (ahsen-i takvim) ifade buyururken
üzerine yemin ettiği incirle, yaratılışın ışık (nur), enerji (öz
ateş), kuark(balçık) aşamasını kastetmiştir.
Üzerine yemin ettiği zeytinle de, insanın yaratılışında son
üç aşama olan atomlar, moleküller ve hücreleri kastetmiştir.
İnsanın yaratılması da ahsen-i takvim sıralamasında, evrenin
yaratılmasında olduğu gibi ışıktan hücreye Allah’ın sayısız
esmalarının tesbihatlarıyla donatılmıştır. Kısaca insanın
fiziksel vücudu ışıktan hücreye kadar iç içe geçmiş Allah’ın
esmalarının tesbihatları zinciridir. İnsan baştan aşağı bilerek
veya bilmeyerek bütün yapısıyla bir salisenin milyonda biri
süre içinde sayısız defa Allah’ın esmalarını zikreder.
Bu sebeple insanların yapılarına hakaret etmek, darp
etmek ve insanı öldürmek Allah’a karşı gelmektir. İnsan
vücudunu meydana getiren Allah’ın doksan dokuz esması
dahil ve bu esmaların dışındaki bilmediğimiz esmaların
tamamı aynı zamanda levh-i mahfuzda kayıtlıdır.
Evreni kuşatan esmaların tamamı Allah’ın ilmidir. Bu
esmaların tamamı evrenin bir modeli olan insanda da
bulunduğu için, insanı ışıktan hücreye meydana getiren
yapının tesbih ettiği esmalar evreni kuşatan esmaların sayısı
kadardır. Bu sebeple insan Kuran’la aynıdır. Bu hususta Hz.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuştur.
“ İnsan ve Kuran iki ikizdir.”
İnsanın varlığı böyle yüce bir yaratılışa sahiptir. Bu
sebeple insana değil fikirlerine mücadele verilmelidir.
64
Şekil -15İncirin ve zeytinin yukarıdaki şemada yaratılış
sıralamasındaki altı aşaması temsili olarak gösterilmiştir.
65
Tin suresinin ilk ayeti Yüce Allah’ın yeminiyle başlayan
ve biten, insanın en güzel yaratılış biçimini (ahsen-i takvim )
, yaratılış sıralamasını ve üstün yaratılışını ifade buyuruyor.
Şimdi ilk ayetteki yeminin sırrını başka bir açıdan
inceleyelim ;
Hatırlarsanız Allah (c.c.) insanları yaratılışlarına ve
evrenin yaratılışına şahit tutmuştu. Ahzap suresi 172. ayette
belirtildiği gibi, Allah insanı ve zurriyetini yani yaratılıştan
kıyamete kadar evren içerisinde gelip geçecek tüm insanları
ışık(nur) bedenlerde, daha sonra yeryüzünde imtihan etmek
üzere bilgilendirmişti.
İnsanlar ilk yaratılış anında ışık bedenlerdeydi çünkü
yaratılışın başlangıç anındaki Allah’ın zatından zatına
tecellisiyle oluşan milyarlarca derecelik ısı ve şiddeti çok
yüksek ışık altında fiziksel bedenin varlığı olamayacağı gibi,
fiziksel bedenlerde beş duyuya indirilmiş algılaması o
ortamda hiçbir şeye yaramazdı.
Big Bang teorisini ortaya koyan astrofizikçiler de
yaratılış anındaki ışığın ve ısının çok yüksek derecelerde
olduğunu ispatlamıştır. Günümüz bilimi bunu kabul
etmektedir. İnsanın hücre tuğlalarından oluşmuş fiziksel
bedeni normalde 50o’lik bir ısıya bile dayanamaz. Oysa
yaratılış anlarında milyarlarca derecelik ısı meydana
gelmiştir .
O halde ilk yaratılış anında insan çok latif ve ısıdan
etkilenmeyen, bildiğimiz ışığın çok ötesinde nur üstüne nur
yani şiddetli ışık bir bedenle yaratılışa şahit olmuştur.
İşte Tin suresinin ilk ayetlerinde bu bedenlere işaret eder.
66
İnsanın yaratıcısına halife olabilmesi için,diğer
yaratıklardan (melekler, cinler ve şeytanlar) yaratılış
bakımından da üstün olması lazımdır.
İnsan diğer yaratılan bilinçli varlıklara göre bilgelik
bakımından da üstün yaratılmıştır. Bu üstünlük Bakara ve
Hicr surelerinde Allah (c.c.) tarafından açıkça beyan
edilmiştir. Ve Allah (c.c.) diğer yaratılan bilinçli varlıklara
göre insanı daha şerefli kılmıştır.
“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.
Onları (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık:
kendilerine
güzel
güzel
rızıklar
verdik;
yine onları, yarattıklarımızın bir çoğundan cidden üstün
kıldık.”
Isra suresi -70Bütün insanlar dünyaya gelmeden önce bilgedir ve
alimdir. Dünyaya gelince (fiziksel bedenlere indirilince) bu
bilgeliğimiz de esfel-i safiline (aşağıların aşağısına)
indirilmiştir.
Esfel-i safiline nasıl indirildiğimizi anlamamız için
insanın yaratılış sıralamasında geçirmiş olduğu yaratılış
aşamalarını bilmemiz gerekir. Ondan sonra insan kaç defa
ve kaç çeşit esfel-i safiline indirilmiştir ? Bunları tek tek
inceleyeceğiz.
İlk yaratılış anında sadece insanlar vardı. Yaratıcısının
hitabı karşısında insanların geneli söz verip secde etmiştir.
“… Ben sizin Rabbiniz değil miyim?(onlarda) Evet,şahit
olduk.dediler”
Araf suresi -172-
-67Yukarıdaki ayette açıkça ifade edilen Allah ile insan
arasındaki ahitleşme sırasında henüz melekler ve cinler
yaratılmamıştır. İnsan, Rabbinin huzurunda mevcudatın
muhteşem yaratılışına ve kendi yaratılışına şahit olarak bir
anda yerin göğün ve arasında yaratılan her varlığın sırrına
vakıf olarak secdeye kapanmıştır.
Allah ile insanların baş başa olduğu bu süre içerisinde
(çünkü diğer bilinçli varlıklar henüz yaratılmamıştı.)
İnsanların, Allah ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”
Hitabının karşısında “Evet sen bizim ve tüm mevcudatın
Rabbisin.” Deyip ilk secde edenleri o anda Allah’a halifeliğe
hak kazanmış ve ilm-i ledün sahibi olmuşlardır.
Bu insanlar, dünya hayatına indirildiklerinde buluğ
çağına ermeden Allah’ın varlığını ve ilk yaratılış anında
Allah ile olan ahitlerini hatırlayıp, daha o çağlarda yüksek
iman sahibi olurlar.
Bu insanların önde gelenleri Peygamberlerdir.
Peygamberlerin önde geleni ise, Resulullah (s.a.v)
Efendimizdir. Peygamberlerden sonra önde gelen o insan-ı
kamillerdir.Bu insanlar peygamberlerin ilim yönünden
mirasçılarıdır.
İşte bu insanlar sadece beden olarak esfel-i safiline
indirilmiştir. Ve bu boyuttan hemen kurtulurlar, ilk
yaratılışlarındaki ışık bedenlerini ile fiziksel bedenlerini
birlikte beraber kullanabilirler. Yani duruma göre ışık veya
enerji bedenlerini, duruma göre fiziksel bedenlerini
kullanırlar. Bu yüksek yetenekler Allah’ın kendisine halife
seçtiği insanlara ikramıdır.
68
İNSANIN YARATILIŞTAÜSTÜNLÜĞÜ
IŞIK BEDEN.
ENERJİ BEDEN
BALÇIK BEDEN
-69Allah (c.c) yeri göğü ve arasındakileri altı günde
yarattığına göre insanı bu yaradılış sıralamasında ayrı
tutmamıştır.İnsan ışık bedene, fiziksel bedene gelene kadar
altı aşama geçirmiştir. Bu insanın en güzel yaradılış
biçimidir.(Ahsen-i takvim) İşte bu yaradılış sıralaması Tin
Suresinde geçen İncir ve zeytin arasıdır.
İnsanın yaratılışının 1.günü (Aşaması)
Şekil -16İnsanın yaratılışının 1.günü
İnsan evrenin yaratılışından önce kendi yaratılışına ve
evrenin yaratılışına Allah’ın dilemesiyle çok yüksek ve latif
ışık vücutlarda ve akıl sahibi olarak şahit olmuştur. Bu
insanın yaratılışının birinci günüdür. İnsan, ışık bedenlerde
yüksek ilim sahibidir. Ve yaratılış derecelerinin en
üstündedir. İnsanlar birinci Esfel-i Safilin olan dünya
hayatındaki fiziksel bedenlere gelene kadar akıl ve ilim
sahibi olarak ışık bedenlerde kalırlar.
70
Yaratılışın birinci gününde Allah(c.c) İnsanın
yaratılışından hemen sonra
melekleri yaratmıştır.
Meleklerin yapıları da ışıktır.(nurdur)
İnsanın nur yapısı meleklerin nur yapısından bir derece
daha hassas ve önceliklidir. Bu sebepten Resulullah(sav)
Efendimiz’e Miraç yolculuğunda refakat eden Cebrail (as)
Sidre-tül Münteha noktasından ileriye geçememiştir.
“Bu noktadan öteye geçersem yanarım demiştir.”
Sidre-tül Münteha Allah’ın zatından zatına tecellisinin ilk
anıdır.Dolayısıyla nur üstüne nurdur. Yani ışık şiddeti en üst
noktadadır. Meleklerin yapısı sadece nurdur. Nur üstüne nur
yapıda sadece nur yapı olduğundan mahvolur.(yanar)
Peygamber (sav) Efendimizin miraç yolculuğu ışık ve
enerji bedenlerin ispatıdır.Peygamber (sav) Efendimiz
Mescid-i
Haramdan
Mescid-i
aksaya
(aralarında
kilometrelerce mesafe vardır) bir anda seyahat etmiştir. Bu
yolculuk enerji bedenle saliseler içinde olmuştur. Çünkü
insanın enerji bedeninin sürati bildiğimiz ışığın süratinden
daha fazladır. Bilindiği gibi ışık saniyede 300 bin kilometre
yol alır. Buradan da anlaşıldığı gibi Peygamber (sav)
Efendimiz Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksaya enerji
bedenle gitmiştir. Mescid-i Aksadan Sidre-tül Münteha’ya
ise nur bedenle seyahat etmiştir. Yani Peygamber (sav)
Efendimiz Miraç yolculuğunda Allah’ın insanlara lutfettiği
enerji ve ışık bedenlerini kullanmıştır. Peygamber (sav)
Efendimiz’in bu seyahati esnasında bindiği farzedilen Burak
isimli binek aslında Arapça da (Bark) yani yıldırım ışığı
anlamına gelir.
71
İnsanın yaradılışının ikinci günü (aşaması) ;
Yaradılışın ikinci gününde ışık tanecikleri bir araya
toplanarak enerji taneciklerini oluşturduğu için insan da
enerji beden sahibi olmuştur. Bu aşamada enerji varlıklar
(cinler ve şeytanlar) yaratılmışlardır.
Şekil -17- insanın yaratılışın 2.günü
Elbette Allah (c.c) içlerinden kendisine halifeler seçeceği
ve bu halifelere yerleri ve gökleri emanet edeceği için
insana üç bedenli olmayı ve bu bedenleri kullanmak için en
üst derecede ilim ihsan etmiştir. Çünkü halife insan aynı
zamanda görevi gereği enerji varlıklarla da muhatap olur.
(cinler) Resulullah (sav) Efendimiz insanlara peygamber
olarak geldiği gibi cinlerinde peygamberidir. Bu konuyu
Anka Kuşu ve Kaf Dağı ile ilgili bölümlerde daha detaylı
olarak açıklayacağız.
72
Enerji beden, insanın emanet olarak aldığı evrenin
sınırları içerisinde görev yapabilmesi için Allah (c.c)
tarafından insana verilmiş bir lütuftur. Çünkü fiziksel
bedenle insan evren içerisinde görev yapamaz.Havaya, suya,
gıdaya ve evrenin her noktasına çok kısa bir sürede
gidebilmesi için sürate ihtiyacı vardır. Enerji bedenin sürati
bildiğimiz ışığın süratinden çok çok fazladır. İnsan enerji
bedenle bildiğimiz ışığın hızında hareket etse çapı 40 bin
kilometre olan dünyanın etrafını ekvator hizasından bir
saniyede yaklaşık yedi buçuk defa döner. Bu örnekten hızı
saniyede milyonlarca kilometreyi aşan enerji bedenli bir
insanın evren içindeki gidebileceği noktaları siz düşünün..
İnsanın enerji bedene sahip olduğunun en büyük
delillerinden bir tanesini Resulullah (sav) Efendimizin şu
mübarek sözlerinde buluyoruz;
“Sizinle beraber bir cin kardeşiniz doğar, sizinle beraber
yaşar ve sizinle beraber ölür.”
Yukarıdaki hadis-i Şerifte bahsedilen insanın hayatını
birlikte geçirdiği cin kardeşi o insanın enerji bedenidir.
Enerji bedenlerin varlığı günümüzde bilimsel olarak
Kirlian fotoğraf tekniğiyle ile ortaya çıkmıştır. Bu teknikle
çekilen fotoğraflarla insan ve evrendeki varlıkların
yaratılışlarının ikinci gününde kazandıkları enerji
bedenlerinin yaymış oldukları ışınları açık açık
görebiliyoruz. Günümüzde teknoloji burnumuzun dibinde
olan aya gitmek için milyarlarca dolar masraf ederken enerji
bedenini kullanan İnsan-ı Kamillerden birisi olan
Muhyiddin-i Arabi Hazretleri şöyle diyor;
73
_“İnsanoğlu bir gün gelecek uzayda seyahat edecektir.
Merihe uğradıklarında benim onlara bırakmış olduğum bazı
iz ve işaretleri göreceklerdir.”
Muhyiddin-i Arabi Hazretleri’nin yukarıdaki sözü evren
içerisinde seyahat ettiğinin bir işaretidir. Bu zat gibi daha
nice insan-ı kamiller evren içerisinde halifelik görevlerinden
evrenle ilgili almış oldukları emirleri yerine getirmek için
seyahatler yapmıştır. Bu insanların harika hallerini ve
yaşayışlarını ileriki sayfalarda örnekleyeceğiz.
İnsanın sadece dünyada veya bulunduğu gezegende değil
evren içerisinde de serbestçe gezebildiğini Kuran-ı Kerimin
şu ayeti de teyit ediyor.
“Semada da rızkınız ve size vadedilen başka şeyler
vardır. Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin
konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.”
Zariyat Suresi 22-23
Yukarıdaki ayette insanlara Allah’ın bildirdiği gibi evren
içerisinde insanın maddi ve manevi alması gereken rızıkları
vardır. Maddi rızıklar fiziksel bedenlerin ihtiyacını
giderir,manevi rızıklar ise insanın tekamül yolundaki son
noktaya ulaşabilmesi için ilk yaratılışında almış olduğu ve
fiziksel bedenlere indirilince unutturulduğu ama DNA
larında kayıtlı olan ilimleri hatırlaması için evren içerisinde
gezerek yerinde görüp, o ilimleri tahsil etmesidir. İşte bu
durum yukarıdaki ayette insana vaat edilen manevi
rızıklardan bir tanesidir.
74
İnsanın üçüncü günü (aşaması)
İnsan yaratılışının üçüncü gününde ışık ve enerji
bedeninin iç içe birleşmesiyle, maddenin yaratılışındaki
sıralamada olduğu gibi balçık yapının oluşmasıyla balçık
bedene (fiziksel bedene) sahip olmuştur.
“Allah insanı,pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan
yarattı.”
Rahman Suresi 14
Yukarıdaki ayette geçen pişmiş çamura benzeyen balçık
enerji yapının maddeye geçişinin ilk halidir. Yani atom
elemanlarını meydana getiren en küçük yapıtaşıdır. (kuark)
Dolayısıyla insanın fiziksel bedenlerinin yaratılışı evrendeki
yapıların (gezegenler vs.) oluşmasından önce yaratıldığından
aynı zamanda insanın yaratılışı evrene model teşkil etmiştir.
Meleklerin bir tek ışık bedeni vardır, cin taifesinin ikinci
günde yaratılmasına ışık ve enerji yapılarının bulunmasına
rağmen onlara ışık yapıya geçme veya balçık yapıya geçme
(fiziksel bedene) izni ve yeteneği verilmemiştir.Ve enerji
yapıdaki varlıklar (cinler ve şeytanlar) insanlar gibi kendi
yaratılışlarına şahit tutulmamışlardır. Bu nedenle enerji
yaratıklar ilim yönünden düşük seviyededirler.
“Ben onları (iblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin
yaratılışına, ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit
tuttum. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.”
Kehf Suresi 51
75
İnsan için yaradılışının üçüncü aşamasının yani balçık
bedene (fiziksel beden) geçişinin en büyük özelliklerinden
biri de şudur; O esnada henüz evrendeki gezegenler ve diğer
yapılar bir araya getirilmemişlerdir. Kuran-ı Kerimin
tabiriyle evren o an duman halindedir. Bununla birlikte tüm
insanlığı temsilen Adem (as) ın fiziksel bedeni, alt yapıları
ışık ve enerji olan balçık taneciklerinin bir araya
getirilmesiyle önce atom yapıya sonra molekül ve hücre
yapısına Allah (c.c) tarafından getirilerek yaratılmıştır.
İnsan yaratılışının bu aşamasında fiziksel bedene
geçmekle birlikte birinci esfel-i safiline de indirilmiş olur.
Bundan sonra evrende ki yapılar bir araya getirilerek
gezegenler, güneş sistemleri, galaksiler vs. yaratılarak
insanın fiziksel bedeninin gereksinimlerini yerine getirmek
için evrende birinci esfel-i safiline indirilir.
Kuran-ı Kerimin Tin suresinde zeytinle temsil edilen
atom, molekül ve hücre insanın yaratılışının son üç gününü
temsil etmektedir. Tin suresindeki zeytin kelimesi aynı
zamanda evrendeki fiziksel yapıları oluşturan en alt yapı
tuğlalarını ifade eder.
Bu nedenle insanın yaratılışındaki sıralama evrenin
yaratılışına model olmuştur. Bu konuyu yanlış anlamamak
gerekir,burada
Allah’ın (c.c)
evrenin içindekilerinin
yaratmasından önce insanı yaratıp insana bakarak evreni
yaratmamıştır. Burada algılanması gereken Allah’ın (c.c)
yaratmayı altı günde (aşamada) planlamasıdır.İnsanın
yaratılması ile evrenin yaratılması ışıktan hücreye altı
aşamadır.
76
İnsanı ışık ve enerji bedeninin fiziksel beden içinde yer
alması, aynen buz parçasının varlığında bulunan hava ve
suyun bulunması gibidir. İnsanın iç içe üç bedenini meydana
getiren yapıda evrende bulunan kuvvetlerin tümü ve
elementlerin çoğunluğu bir araya toplanmıştır bu nedenle
evrende bir saniye içinde en fazla sayıda Allah’ın (c.c)
Esmalarını insan tesbih eder.Bu tesbihatı algılasın veya
algılayamasın bütün insanlarda yaradılışı gereği vardır.
Şekil 18 İnsanın yaratılışını 3.günü ve 3 bedeni
İnanan ve inanmayan insanlar ayırt edilmeden tüm
insanlar böyle yaratılmıştır.Bu nedenle insanlar varlıklarıyla
değil düşünceleriyle değerlendirilmelidir.
İlim sahibi olan ışık ve enerji bedenlerimiz balçık beden
dediğimiz fiziksel varlıklarımızda iç içe gizlenmiştir.
İnsanlar yaratılışlarının bu aşamasında Adem (as) varlığında
dünyaya geliş sıralamasına göre kodlanmıştır.
77
Bundan sonra insan nesli hangi yerkürede ve hangi anne
babanın soyundan gelecekse o annenin varlığında bulunan
alakta şekillenip fiziksel bedenlere geçip vücut bulacaktır.
İnsanı Allah’a (c.c) halife yapan en büyük özellik;
Allah’ın ruhundan insana lutfedip üflemesidir. Bu insana
diğer bilinçli varlıklara göre çok üstün bir değer ve derece
kazandırır.
“O nu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm
zaman, derhal ona secdeye kapanın.Bütün melekler toptan
secde ettiler.”
Sad Suresi 72 -73
Yukarıdaki ayette açıkça beyan edildiği gibi Allah (c.c)
insana ruhundan lutfetmeden önce secdeye ve halife
adaylığına hazır bir varlık değildi. Allah’ın insana ruhundan
üflemesi demek; Allah’ın zatına mahsus olan ve hiçbir
yarattığı varlığına vermediği çok özel bir hayat kaynağından
insanlara bağışlamasıdır.
Bu aşamadan sonra Allah (c.c) yaratmayı dilediği
halifesini Adem (as) şahsında tamamlamıştır. İnsan artık üç
beden, ruh, akıl ve nefs sahibidir. Buraya kadar
anlattıklarımız insanın ışık yapıdan başlayarak yapmış
oldukları tesbihatların sayıları da defalarca katlanarak
hücrelerle inşa edilmiş ferdi beden (fiziksel beden) sahibi
olana
kadar
sayısız
esmalarla
onurlandırılışının
sıralamasıdır. Artık Allah (c.c) insandan kendisinin varlığını
birliğini tasdik etmesini ve tesbih etmesini ister.
“Sizi biz yarattık.tasdik etmeniz gerekmez mi?”
Vakıa Suresi 57
78
İnsana lutfedilen bu üstün yaradılış evren içerisinde
başka hiçbir varlıkta yoktur. Bu özelliğinden dolayı
Allah(c.c.) yarattığı üstün donanımlı insana öyle bir yük
yüklemiştir ki bu yük Allah’ın insana özel bir emanetidir.
“Biz emaneti, göklere,yere ve dağlara teklif ettik de onlar
bunu yüklenmekten çekindiler,(sorumluluğundan) korktular.
Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”
Ahzab suresi -72Yukarıdaki ayette o kutsal emanete talip olan insanın çok
zalim ve cahil olması esfel-i safiline indirildikten sonra
Allah’ı bilip O’na yönelmemesi sonucu ikinci, üçüncü ve
dördüncü defa esfel-i safiline indirilmesinden sonradır. Bu
tür insanlara artık Allah’ın sevgisi ve dostluğu yoktur. Onlar
şeytanın fısıltılarına uyup onun taifesine girenlerdir. Allah’ın
emirlerine uyup, ilk yaratılışını hatırlayıp Allah’a yönelen
insanlar bu ifadelerin dışındadır. Bunlar Allah’ın şan ve
şereflerini yükselttiği değerli halifeleridir. Bu insanlar
Allah’ın birçok özel yeteneklerle ve ilimlerle onurlandırdığı
insan-ı kamillerdir. Burada daha önce kaydettiğimiz bir ayeti
hatırlamamız gerekir.
“Biz hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık,
onları karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel rızıklar
verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden
üstün kıldık.”
Isra suresi -70-
79
Daha önce verdiğimiz örnekte olduğu gibi buz parçası
kendi varlığında nasıl suyu ve havayı iç içe ve tek bir
vücutmuş gibi bulunduruyorsa insanın üç bedeni de buz
misali, balçık bedende enerji ve ışık bedeni ihtiva eder.
İnsanın üç bedene sahip olması onun sınavının
ağırlığındandır. Bu konuyu ve üç bedenimizi nasıl
kullanacağımızı anlamamız için önce insanın indirildiği
esfel-i safilin (aşağıların aşağısı) konusunu iyice
öğrenmemiz lazımdır. Buraya kadar Tin suresinin ilk
ayetlerini yani insanın ahsen-i takvim (en güzel biçimde
yaratılış sıralamasını) inceledik. Bundan sonra esfel-i safilini
içeren diğer ayetleri inceleyeceğiz.
“Sonra onu (insanı) aşağıların aşağısına indirdik.”
Tin suresi -5Yukarıdaki ayette geçen insanın esfel-i safiline
indirilişini üç ana başlık altında inceleyeceğiz. Çünkü üç
çeşit esfel-i safiline indiriliş vardır. İnsanların bir kısmı
üçüncü esfeli safiline kadar indirilmiştir. Bu tür insanlarda
insanlık sevgisi, doğa sevgisi, barış duygusu gibi insana has
güzel hasletler tükenmiştir. Yukarıdaki ayette tarif
edildikleri gibi onlar kendilerine ve etraflarına aşırı derecede
zalim ve cahillerdir. Bu insanların kalpleri, gözleri ve
kulakları mühürlenmiştir. Kendileri dahil hiçbir varlığa
faydaları olmaz.
“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.
Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir. Ve onlar için
( dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.”
Bakara suresi -7-
80
Birinci Esfel-i Safilin;
Birinci esfel-i safiline indiriliş insanın kendi yaratılışına
ve evrenin yaratılışına şahit olduğu ışık beden ve çok yüksek
ilim sahibi olan insanın Hz. Adem (a.s.) in yaratılışından
sonra onun sulbüne (D.N.A) larına yerleştirilerek fiziksel
bedenlere indirilmesidir. Bu konuyu daha iyi anlamamız için
aşağıdaki ayeti tekrar hatırlamamız lazım
“kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz
diye Rabbin Ademoğullarından, onların bellerinden
zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu…”
Araf -172İşte bu ayette ilk olarak ışık bedenlerde yaratılan insanın
enerji, balçık, atom aşamasından sonra molekül olarak
Adem’in (a.s.) zürriyetine yerleştirilmemizin açıkça işareti
vardır.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir; insanın balçık bedeni
üçüncü aşamada yaratılmasına rağmen nasıl oluyor da
birinci aşamada sanki zamanın gerisine giderek yaratılışa
bütün insanlar şahit tutuluyor?
Önce şunu bilmemiz lazım gelir,Allah (c.c.) zamandan ve
mekandan münezzehtir. Allah neyi dilerse o anında oluverir.
Allah’ın (c.c.) zatından zatına tecelli etmeden önceki haline
AMA durumu denir. Bu konuyu önceki sayfalarda
anlatmıştık. Allah Ama halindeyken yani sonsuzlukta
yaratılmış hiçbir şey yokken yalnızca ve yalnız sonsuz zatı
var iken ezeli ilminde yaratacağı her varlığı planlayıp tertip
etmiştir.
81
Yüce Allah’ın (c.c.) ezeli ve ebedi ilminde yaratacağı her
varlık yine kendi dilemesiyle vardı. Ve Allah’ın (c.c.)
zatından zatına tecellisiyle ilk yaratılmamız anında evrende
gelip geçecek insanların tümü yaratılışa şahit olduktan
sonra, fiziksel hayattaki gelişimini ve davranışlarını içeren
bilgiyle birlikte yaratılışa şahit tutulduğu anda Allah ile
yaptığı ahitleşmede vermiş olduğu sözlerle beraber o an
sahip olduğu yüksek ilimi de balçık (kuark) ve atom yapıdan
sonra moleküller (D.N.A.) halinde ruhu alakta tekrar almak
kaydıyla
Adem (a.s.) ın zürriyetine yerleştirilmiştir.
Bununla beraber insanlar ilk yaratılıştan sonra dünya
hayatına gelene kadar geçirdiği süre içinde –ki bu
milyonlarca yıldır- akıl ve bilinç sahibi olarak ruhlarıyla
birlikte alem-i ervah denilen nezih bir alemde bulunurlar.
Hal böyle olduğu için ve fiziksel bedenlerdeki insanlar
zaman boyutuna da mahkum olduğundan bu konuyu
anlamakta zorluk çekebilirler.
İşte insanın Adem ve oğulları aracılığıyla fiziksel
bedenlere gelişi birinci esfel-i safiline indiriliştir.
İnsan birinci esfeli safilinde Allah’a inanırda onun
yolunda giderse yükselişi çok çabuk olur.
“Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu
aşağıların aşağısına indirdik.”
Tin suresi 4-5
“Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar
müstesnadır. Onlara ise hiç eksilmeyen ve tükenmeyen bir
mükafat vardır.”
82
İkinci Esfel-i Safilin;
İnsan zürriyeti Adem (a.s.)ın varlığında dünya hayatında
fiziksel bedenlere yani birinci esfel-i safiline indirilirken ışık
bedenlerdeki ilmi ve bilincinin büyük bir kısmı yukarıda
anlattığımız gibi insanın D.N.A. moleküllerine yerleştirildi.
İnsanın davranışı, karakteri ve yaratılışta şahit olarak görüp
bildiği tüm ilimleri Allah’ın (c.c.) taktirine göre insandan
insana değişik hatırlanır. Bu değişik hatırlama olayı her
insanın D.N.A. larında değişik biçimlerde ve satırlarda
yerleştirildiği içindir. Bu konuyu Kuran’ı Kerimde Allah
(c.c.) ayetlerde şöyle açıklıyor.
“Yaptıkları her şey kitaplarda kayıtlıdır. Küçük, büyük
her şey satır satır yazılmıştır.”
Kamer suresi 51-52
Yukarıdaki ayetlerde tarif edilen kitaplarla Allah (c.c.)
hem levh-i mahfuzu hem de insanın D.N.A. larındaki kitabı
kastetmiştir. Çünkü insan ilk yaratılışında kendi yaratılışına
ve evrenin yaratılışına şahit olurken Allah’ın izniyle bütün
ilimleri öğrenmiştir. Bu ilimler aynı zamanda levh-i
mahfuza kayıtlıdır.
Kıvrılmış D.N.A. molekülünü inceleyen bilim adamları
insana ait bütün bilgilerin satır satır yukarıdaki ayette
anlatıldığı gibi kayıtlı olduğunu görmüşlerdir. Gen bilimini
inceleyen bilim adamları henüz D.N.A. lardaki bilgilerin çok
az bir kısmını çözebilmişlerdir. Bu bilgileri n tamamı
çözüldükten sonra yer yüzünde Allah’a inanmayan ve ilk
yaratıldıkları andaki bilgilerini hatırlamayan hiçbir insan
kalmayacaktır.
83
Allah(c.c) kullarına verdiği hiçbir ikramı geri almaz. O
Gani’dir. İlk yaratılışta insana verdiği yüksek ilimleri de geri
almamıştır.Bu ilimleri, Esfeli safiline indirdiği insanların
DNA moleküllerine (insanların levh-i mahfuzları)
yerleştirip, ilk yaratılış anındaki ilim seviyesine çıkıp
kendisine ulaşmak için başlattığı sınav sürecinde tekrar
kullanmaları için hazır tutmuştur.İnsanın ilminin DNA larına
yerleştirilmesi ve dünya hayatına az bir bilgi ile gelmesi
ilmen esfel-i safiline indiriliştir. İleride DNA lardaki ilimleri
nasıl hatırlayıp beyine aktaracağımızı anlatacağım.
Üçüncü esfel-i safilin ;
İnsanlara dünya da geçirecekleri kısa hayatlarında
Allah(c.c) yardımcı olmak ve imtihanlarını kolayca
verebilmeleri için Peygamberler ile birlikte kitaplar
göndermiştir. Bunlara uymayıp şeytana uyanlar üçüncü
esfel-i safiline indirilir en kötüsü budur.
İnsanı üçüncü esfel-i safiline inançsızlığı indirir. Dünya
hayatında şeytanın ve nefsinin fısıldadıklarına uyanlar,
Allah’a Peygamberine ve kitabına inanmayanlar, yer
yüzünde fesatlık çıkaranlar, kan dökenler,Allah yolunda ilim
yapmayanlar vs. üçüncü defa esfeli safiline inerler bu derece
aşağıların en aşağısıdır. Buradan kurtulmak için, Allah’ın
Kuran’da gösterdiği yollara uymak ve çok tövbe etmek
lazımdır.
“Ancak iman edip Salih amel işleyenler için eksilmeyen
devamlı ecir vardır.”
Tin suresi 6.
84
Allah (c.c) insanı dünya hayatına gönderirken de üstün
yeteneklerle donatmıştır. Bu yetenekler üzerine aldığı yükün
sorumluluklarını yerine getirmek için gereklidir. Çünkü
Allah(c.c) insanı ve evreni boş yere yaratmamıştır. Evren
insanın, insan evrenin emrindedir.
“Göğü, yeri ve ikisinin arasındakileri Biz boş yere
yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Vay o inkar
edenlerin ateşteki haline.”
Sad suresi 27.
Şimdi sebepsiz yaratılmayan insanı gözden geçirelim.
1-Akıl sahibidir.
2-Nefs sahibidir.
3-Allah’a halife adayıdır.
4-İç içe dizayn edilmiş kullanabileceği üç bedeni vardır.
5-Kuran’la aynıdır.
7-Yukarıdaki özelliklerini idare eden ruh sahibidir.
Yeryüzünde yaşayan insanlardan kaç tanesi bir kısmını
yeni duyduğu yeteneklerinin farkındadır, yeryüzüne geliş
sebebimiz nedir?, insana yüklenen yük nedir? Nasıl
yaratıldığımızı öğrendiğimiz gibi, Bunları bilirsek üstün
yeteneklerimizi de kullanmayı öğrenebiliriz.
“Sizi yer yüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler)
hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden
derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabbin, cezası
çabuk olandır. Ve gerçekten O, bağışlayan, merhamet
edendir.”
Enam suresi -165Yukarıdaki ayette Allah’ın (c.c.) buyurduğu gibi
dünyadaki insanlar
85
Maddi derecelerle olduğu gibi manevi derecelerle de
birbirlerinden farklıdırlar. Manevi derecelerin her basamağı
insanı esfel-i safilinden adım adım Allah’a yaklaştırır.
İnsanın Allah’a halife olabilmesi için önce sağlam bir imana
sahip olup ardından yüksek ilim derecelerine de ulaşmaya
çalışması gerekir. Ancak o zaman Allah’ın büyük bir lütuf
olarak insana verdiği enerji ve ışık bedeni, fiziksel bedeni
kullanır gibi kullanabilirler. Gerçi fiziksel bedenlerden de
bir çok organlarımızı bizim irademizle kullanamayız. Bir
kalbin atışını, damarlarda akan kanın kontrolünü, midenin
çalışmasını, gözün görmesini, duymayı ve bunun gibi
fiziksel bedenlere ait birçok organı insan kendi iradesiyle
kullanamaz. Bu organların tamamını Allah (c.c.) kontrol
eder.
Işık ve enerji bedenlere geçerken hücreden enerji veya
ışığa kadar insanın fiziksel bedeni dağılır. Her biri eğer
enerji bedeni kullanacaksak enerji taneciği olur. Ve hacim
olarak çok geniş bir küresel alanı kaplar. Bu enerji bedenin
fiziksel bedene dönüşü yine Allah’ın iradesindedir. Nasıl ki
insanın fiziksel bedenlerdeki bir çok organını kullanması
kendi iradesinde değil Yüce Allah’ın iradesinde ise fiziksel,
ışık ve enerji bedenler arasındaki dönüşümde Yüce Allah’ın
(c.c.) iradesindedir.
Bu oluşumu insanın önce idrak etmesi lazımdır. İdrak
edip anlamsı içinde yaratılışı ile birlikte kendisine lütfedilen
varlığında bulunan kitabını okuyup anlaması ve bununla
beraber etraflarında her yönde bulunan Allah’ın ayetlerini
okuyup bilmesi gereklidir.
86
“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır.
Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?”
Zariyat suresi 20-21
Zariyat suresinin 20 ve 21. ayetlerinde yeryüzünü
dolayısıyla evreni oluşturan (burada yeryüzü ile evrendeki
bütün gezegenler kastedilmiştir) ışıktan hücreye kadar
sayısız esmalar zincirinin oluşturduğu ayetlerden
bahsediliyor. İnsan da aynı esmalar zincirinden oluştuğu için
aynı ayetleri içerir. Bu ayetleri okumak için insanın kamil
noktaya çıkması gerekir.
İnsanın varlığındaki (nefislerindeki) ayetler Kuran ve
levh-i mahfuzdaki ayetlerle aynıdır. İnsanda mevcut olan
Kuran, yeryüzünde ve evrendeki
canlı veya cansız
mevcudatı taşıyacak ve anlayacak şekilde, istidatları
ölçüsünde yerleştirilmiştir. Kuran’ın tamamındaki ihtişam
ve mana yeryüzü ve gezegenlere yüklenseydi onlar Kuran’ı
idrak edemediğinden bu yüke tahammül edemez dağılırlardı.
“Eğer biz Kuran’ı bir dağa indirseydik, muhakkak O’nu,
Allah korkusundan baş eğerek,parça parça olmuş görürdün.
Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.”
Haşır suresi -21Kuran’ı Kerim ve Allah’a halife olma özelliği insana
emanettir. İnsan bu emanetin bilincine esfel-i safilindeyken
oluşamaz çünkü bu boyutta insan çok zayıftır ve cahildir.
Esfel-i safilin karanlığından kurtulmak için Kuran ışığına
yapışmak lazımdır.
87
BALÇIK VÜCUTTAN,
ENERJİ VÜCUDA
ENERJİ VÜCUTTAN,
IŞIĞA…
88
İnsanı ağırlığıyla yer yüzüne mahkum eden fiziksel
bedenin ve cahilliğin karanlığından kurtulup, enerji veya
ışık bedenin aydınlığına ve saniyede milyonlarca kilometre
hızla hareket edebilme hürriyetine kavuşması; yaratıcısının
“yer yüzünde halifem” diyerek meleklere gösterdiği en
üstün yarattığı varlıktan isteğidir.
İnsanın yaratışının ilk aşamasını hatırlarsanız Allah’ın
sayısız esmasını trilyonlarca katlayarak tesbihatlarının
oluşturduğu ışıktan hücreye kadar üç aşaması Kuran’ı
kerimin Tin suresinde incirle temsil edilmiş, diğer üç
aşaması da zeytinle temsili olarak anlatılmıştır.
Allah’ın sayısız esması ışıktan hücreye, sayısı devamlı
artarak yolculuğunu balçık bedende tamamlamıştır. Ve insan
balçık bedenle esfel-i safiline akıl,ruh ve nefs sahibi olarak
indirilmiştir.
İnsan yüksek bilgiden minimum bilgiye, yüksek hareket
kabiliyetinden minimum hareket kabiliyetine, ışıktan
karanlığa yüce Allah’ın dilemesiyle tekrar ilk yaratılıştaki
haline dönmesi için, diğer bilinçli varlıklar karşısında
yaratıcısının sonsuz kudretinin teyidi olarak imtihan edilmek
amacı ile esfel-i safiline indirilmiştir.
Bu noktada insanın Allah’a kavuşması için karanlıktan
ışığa, cahillikten alimliğe, mahkumiyetten hürriyete terfi
etmesi gerekir. Bu kavuşmanın sonu, yaratılışta başlayan
dünya hayatıyla kısacık kesintiye uğrayan ebedi hayattır.
Allah (c.c.) bize bu yolu rahmetiyle göstermiştir. Peygamber
ve kitap göndermiştir. Ona ve emirlerine uyulursa bu
kavuşma gerçekleşir.
89
Yaratılışın başlangıcı esmaların tesbihatıyla başladığı
gibi, yaratılanların dönüşü de esmaların tesbihatıyla olur.
İnsanın enerji varlığına geçmesi de bu tesbihat
sıralamasındaki sırları keşfetmekle olur. Bu sebepten Allah
(c.c.) kuluna farz kıldığı ibadetlerle beraber kendisinin çok
tesbih edilmesini istemiştir.
“Ey inananlar! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah
akşam tesbih edin.”
Ahzap suresi 41-42
Yukarıdaki ayetler Allah’a dönüşün işaret levhasını
gösteren emirlerdir. Diğer emirlerle birlikte bu emirlere
riayet edilirse insanın karanlıktan ışığa doğru yolculuğu
başlamıştır.
“Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için üzerinize
Rahmetini gönderen O’dur. Melekleri de size istiğfar eder.
Allah müminlere karşı çok merhametlidir.”
Ahzap suresi 43
Ahzap suresi 43. ayetinde bahsedilen Allah’ın rahmeti
önce Peygamber (s.a.v.) efendimiz ve onunla birlikte gelen
Kuran’ı kerimdir. Sonra da insana verilen algılama
yetenekleri ve üstün meziyetlerdir. Buradan anlaşıldığı gibi
Allah’a dönüş yolunda Allah’tan sonra Peygamber
efendimize (s.a.v.) iman edip, onun getirdikleriyle amel edip
gerçek bir mümin olmak lazımdır.
“(Resulüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak
gönderdik.”
Enbiya suresi 107
90
“Biz, Kur-an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler
için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını
artırır.”
Isra suresi 82
Bu ayetlerde de anlatıldığı gibi Allah’a dönüş yolunda
insanın Allah’a halife ve insan-ı kamil olabilmesi için
Allah’ın rahmet olarak gönderdiklerine amel edip mümin
olması bu yolun olmazsa olmazıdır. Ahzap suresinin 43.
ayetinde geçen “karanlıktan aydınlığa çıkarmak” cümlesinin
manaları; cahillikten alimliğe, inançsızlıktan müminliğe,
fiziksel bedenden ışık ve enerji bedene geçiştir.
İlk yaratılıştaki ilmimizi ve Allah’a verdiğimiz sözleri
hatırlarsak ve dünya hayatında mümin olarak yaşayıp,
müminliğin gereklerini yerine getirirsek enerji bedene
geçişin başlangıç noktasına ulaşırız.
İnsanın bilinen fiziksel (balçık) bedeninin dışında enerji
ve ışık bedenlerinin olduğuna bazı kimseler karşı çıkabilir.
Unutmayın ki insan evrende yaratılan en üstün varlıktır.
İnsanların
tamamı
Allah’a
halife adayı
olarak
yaratılmışlardır. Ancak Allah (c.c.) bu kullarının içerisinde
kendisine halife olmak için emrettiği şartları yerine
getirenlerin içerisinden seçer. Bu şartların tamamı müminlik
sıfatı içinde toplanmıştır.
“Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur. Onun için kim
inkar ederse, inkarı kendi zararınadır. Kafirlerin küfrü,
Rableri katında kendileri için ancak gazabı arttırır. Kafirlerin
küfrü kendilerine ziyandan başka bir şey getirmez.”
Fatır suresi 39
91
Fatır suresinin 39. ayetinde de anlaşıldığı gibi Allah’a
halife olmanın ilk şartı mümin olmaktır.
Allah (c.c.) yarattığı birçok hayvan kisvesi altındaki
yarattıklarına öyle üstün yetenekler vermiştir ki bunları
inceleyen insanlar kendilerinde olan yetenekleri fark
etmediğinden o hayvanlara imrenirler. Beden değiştirmenin
bazı hayvanlarda da fiziksel olarak yapıldığı gözlenir.
Hayvanlar böyle harika özelliklere sahipken, evrende en
üstün varlık olarak yarattığı insan neden böyle bir özelliğe
sahip olamasın?
Şimdi beden değiştirme özelliğine sahip olan kelebeği
inceleyelim;
Kelebeğin dünyadaki ilk fiziksel bedeni küçücük bir
yumurtadır. O yumurtayı meydana getiren moleküllerin
içinde, kelebeğin geçireceği aşamaların tüm bilgileri Allah
(c.c.) tarafından kaydedilmiştir. Günü geldiğinde
yumurtanın içinden küçük bir kelebek tırtılı çıkar,
yumurtadaki D.N.A. bilgileri tırtılı meydana getiren hücreler
yerleşir. Aynı zamanda bu aşamada kelebek tırtılı hareketsiz
bir yapıdan hareketi görülebilen ve algılanabilen bir bedene
terfi eder. Bu bedende kelebek tırtılı yumurtaya göre daha
bilgili ve bilinçli olur ve görme, duyma, algılama gibi bir
çok yetenek kazanır ki bunlar yumurtada yoktur. Yani bir
anlamda kelebek tırtılı yumurtadaki esfel-i safilin
konumundan bir üst yaşama, durağan bir yapıdan yarı
hürriyete adım atmıştır. Tırtıl büyüdükçe, tam olgunluğa
gelinceye kadar belirli bir süre bu bedende yaşamını
sürdürür.
92
Bu arada kelebek tırtılı yaratılışı itibarıyla kendini
meydana getiren yapının tesbihatıyla beraber kendisi bilinçli
olarak Allah’ı tesbih etmektedir.
“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih
etmektedir. O, azizdir,hakimdir.”
Hadid suresi 1
Bu tesbihat kelebek tırtılını bir sonraki bedenine hazırlar.
Vakti gelince tırtıl bir ağacın veya bir otun dalına yapışır bir
müddet Allah’ı tesbihe devam ederek bedenini koza haline
getirir. Koza halini almaya başlayan dış bedeni yavaş yavaş
kuruyup ölürken kozanın içinde tırtıl kelebek halini
almaktadır ve yeni bir oluşum içerisindedir. Bir zaman sonra
tırtılın kozası fermuar gibi boydan boya açılır ve içinden
kelebek çıkar. Bu onun üçüncü bedenidir. Hareket kabiliyeti
daha da artmıştır, önceleri yerlerde sürünürken şimdi
uçmaya başlamıştır.
Yukarıda tırtılın beden değiştirme aşamaları görülüyor.
93
Allah (c.c.) yarattığı kelebeğine bu hali yaşatıyorsa
içinden kendisine halifeler seçtiği üstün yetenek ve bilgilerle
donattığı insana neden üç ayrı bedene geçiş izni vermesin?
Zaten yaratılış anlatılırken evrenin ve insanın geçirdiği altı
aşamayı ayetlerle anlatmıştık. Tin suresinden yola çıkarak
Yüce Allah’ın yeminleriyle başlayan insanın yaratılış
aşamaları ve biçimini incelemiştik.
En güzel biçimde yaratılan çok yüksek ilim sahibi ve
ışık hızından daha hızlı hareket kabiliyetine sahip insan bir
sınav için (bu sınavın içeriği indirildiği noktadan Allah’a
ulaşmayı hedefler) aşağıların aşağısına indirilmişti.
İnsan hapsolduğu bu kabir bedenlerde (insanların fiziksel
bedenleri ilk yaratılışla başlayan ebedi hayatının imtihan için
kesildiği ve kısa süreliğine içine yerleştirildiği, önceki
hayatına göre ölüm sayılan sürecini geçirdiği kabirlerdir.)
yaratıcısının kendisine öğrettiği ve kendisinden istediği bir
metodla ilk yaratılış haline dönebilir.
Bu yolun ilk işaretini Tin suresinin altıncı ayetinde
buluyoruz.
“Fakat iman edip Salih emeller işleyenler için eksilmeyen
devamlı bir ecir vardır.”
Tin suresi 6
İşte önce enerji sonra ışık bedene geçmek ve dilediğimiz
an tekrar ışık bedenden enerji bedene, enerji bedenden
fiziksel bedene geçmenin ilk yolu inanıp iman etmektir.
Bunun için nasıl bir imana, davranışlara sahip olmamız
gerekmektedir ve bu iman fiziksel bedenimizi nasıl etkiler?
Bu konuyu ayetlerle etraflıca inceleyelim;
94
“Allah’a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte
onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik
mertebesine erenlerdir. Onların mükafatları ve nurları vardır.
İnkar edip de ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da
cehennemin adamlarıdır.”
Hadid suresi 19
Öyle iman etmeliyiz ki fiziksel vücudumuzu oluşturan
hücrelerin ve onları meydana getiren alt yapılarının imanını
ve tesbihatını duyup şahit olmalıyız. Bu noktaya ulaşmak
için farz ibadetlerle birlikte temiz bir kalple belirli ölçülerde
günün bir bölümünü tesbihatla geçirmeliyiz. Bu tesbihatı
mümkün olduğu kadar kalp ile yapmalıyız. Bu tesbihatlar
uzun süre yapılınca insanın fiziksel yapısı kendiliğinden
tesbihata devam eder. Bir zaman sonra vücudumuzu
meydana getiren ışıktan hücreye her yapı aşamasının bütün
elemanlarının yüce Allah’ı zikrettiğini ve büyük bir imanla
yaratıcısına itaat ettiğini görür ve idrak ederiz. Aynı
zamanda kendi vücudumuzun iman ve tesbihatına şahit
olduktan sonra evreni oluşturan bütün yapı taşlarının da
imanlarına ve tesbihatlarına şahit oluruz.
Bu aşamadan sonra insan kendi vücudunun tesbihatını ve
imanını evrenin tesbihatı ve imanıyla birleştirmelidir. İşte bu
imanın tadı, dil ile ve kalp ile iman etmenin tadından çok
çok ötelerdedir. Bu dereceye ulaşınca fiziksel bedenin tüm
kontrolü ve idaresi Allah’ın izniyle insana teslim edilir. Ve
insan bu aşamayla birlikte önce kısa bir zaman dilimi
içerisinde enerji bedene geçip geri fiziksel bedene bütün
yapı taşlarının hangi organını oluşturacaksa o noktaya
yerleştirme eğitimini almaya başlar.
95
Yukarıdaki tarif edilen bir imana sahip olan insan
yaratıcısıyla her an baş başadır. Allah her an bu insanın
aklında ve bilincindedir ve bize bizden daha yakındır. Zaten
yaratılış itibariyle esmalar vücudumuzdaki her noktayı
meydana getirmiştir.
“Andolsun insanı biz yarattık. Ve nefsinin kendisine
fısıldadıklarını biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha
yakınız.”
Kaf suresi 16
İşte böyle iman ettiği zaman insan kendisinin kendisine
ait olmadığını anlar. Bu bilince eren Yunus Emre varlığında
fark ettiği hakikati şöyle dile getirmiştir;
“Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.”
Böyle bir imanın insanı nerelere ulaştırdığını Hadid
suresinin 19. ayetinde anlıyoruz. Yaratıcımızın bu ayette
buyurduğu gibi insan, şehitlik ve şahitlik mertebesine erer.
Bu erme hali Allah’ın kuluna lutfettiği mükafatlarla beraber
insanı nura (ışık yapımıza) kavuşturur. Bu şekildeki bir iman
insana, her türlü ibadet zevklerinin en uç noktalarını algılatır
ve hali hazırda kabir olan fiziksel bedenlerimiz dirilmeye
başlar. Çünkü artık her an Allah’la beraberdir. Bu durumu
yaşamak için yapılması gerekeni Peygamber (s.a.v.)
efendimiz şu sözleriyle bildirmiştir.
“Ölmeden önce ölünüz” Bu hadisi şerifte Resulullah
efendimiz (s.a.v.) birer kabir olan fiziksel bedenlerden çıkıp
gerçek hayata, ebedi yaşama dünya hayatındayken
ulaşmamızı tavsiye etmiştir.
96
Yerler,gökler ve arasındakiler Allah’ı yaratılışı gereği
kesintisiz olarak tesbih ediyor. İnsan farkında olmasa da
yerler ve göklerden farklı olmadığı için bedenleri tesbih
ediyor. Allah (c.c.) çok yüksek yetenek ve ilimlerle donattığı
insanın ayrıca ferdi olarak ta kendisini zikretmesini istiyor.
Yapılan namaz,oruç gibi ibadetlerle beraber (ki bu
ibadetleri yukarıda anlattığımız imana sahip olarak
yapmamız lazım,aksi taktirde bilinçsiz ibadet olur ve
bilinçsiz bir ibadetin insana faydası olmaz. Örneğin bir robot
imal ettiğinizi düşünün bu robotu günde beş vakit ve nafile
namazlarla programlayın, ve Kuran cd.leri yerleştirip 24 saat
Kuran okutalım. Bu ibadetlerin bilinçsiz olan o robota hiçbir
faydası olmaz. Zamanımızın insanlarının çoğu yukarıdaki
robot gibidir, ne kendilerine nede insanlık alemine faydaları
dokunur) Yukarıdaki ayetlerde Allah’ın emrettiği gibi
ibadetlerimize Allah’ı zikretmeyi de eklememiz gerekir.
Zikir insanı, önce enerji sonra ışık bedenlere geçişlerin
anahtarıdır. Bu anahtar insanı karanlıktan aydınlığa çıkaran,
fiziksel bedendeki kabirden dirilmeye götüren tesbihat
şifreleridir. Ve Allah’ın rahmetidir.
İnsan tesbihata başlayıp hakkı ile yaparsa, yüksek
boyutlara ulaşması için insana meleklerde zikirleriyle ve
tevbeleriyle
destek olurlar. Çünkü melekler Allah’ın
emriyle secde ettikleri insanları yine Allah’a tazim için
aralarında görmek isterler, düşük seviyelerde görmek
istemezler.
97
“Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için üzerinize
rahmetini gönderen O’dur. Melekleri de size istiğfar eder.
Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.”
Ahzap suresi 43
Yukarıdaki ayette ifade buyurulan, meleklerin insan için
istiğfar etmesi insanların günahlarından dolayı affedilmesini
dilemek olduğu gibi aynı zamanda onların zikridir. Allah
(c.c.) yeryüzünde kendi küçücük dünyasına dalmış kulunu,
dünya hayatında iken kendisini arzulamasını ve kavuşmasını
ister. Bunun için insana her türlü yeteneği ve ilimi vermiştir.
Zikir insanın dilinde veya kalbinde olsun yaratılış gereği
frekans halinde zuhur eder. İnsanın dünyaya indirilişini
anlatırken ilk yaratılıştaki yüksek bilgilerini ve ilmini Allah
(c.c.) almamış ve insanın D.N.A. larına frekanslar halinde
yerleştirmiştir. Bu konuyu önceki sayfalarda anlatmıştık.
Yani insanlar aşağıların aşağısına indirilirken bu bilgiler
kendileriyle beraber dünyadaki imtihanlarında hatırlayıp
kullanmaları için insanın fiziksel varlığında frekanslar
halinde bırakılmıştır. Zaten Allah (c.c.) verdiğini geri almaz.
O ganidir.
Zikir öyle bir anahtardır ki D.N.A. lardaki bilgiyi beyin
hücrelerine taşır. Aynı zamanda gönül dediğimiz manevi
kalbe yerleştirir. İnsan esfel-i safiline indiğinde beyin ve
gönülde kalan bilgi sadece dünya hayatını sürdürebilmesi
için gerekli cüzi bilgidir. Şükürler olsun ki Allah (c.c.)
fiziksel bedende bıraktığı bu azıcık bilgiyle beraber insana
öğrenme isteğini de lutfetmiştir.
98
Normal insan beyninin çok cüzi kısmında biriken çok
cüzi bilgileri kullanır. İnsan beynindeki bilgilerin kapasitesi
beyne göre en fazla %10-12 lik yer kaplar.bunu şöyle bir
misalle anlatalım; insan beyni milyarlarca hücreden oluşur.
Her hücre görevini yerine getirmek için ayrı ayrı bilgilere
ihtiyaç duyar. Ancak esfel-i safilindeki insanlarda çok az
beyin hücresi bilgiyle doludur. Milyarlarca odalı bir bina
düşünün, bu binanın sadece 10-12 bin odası dolu olsun,
bugünkü insanın beyninin durumu da buna benzer. Bu
demektir ki insan beyninin ancak %10-12 lik bölümünü
kullanabiliyor. Onun için insanın enerji ve ışık bedenlerine
kumanda veren beyin hücrelerinin olduğu bölümler
tamamen boştur. İnsan bu bilgilerden yoksun olduğu için bu
yeteneklerini fark edemeyip enerji ve ışık bedenlerini
kullanamıyor.
İnsan bir araba veya uçak kullanabilmek için aylarca
eğitim alıp beyninin o işlerle ilgili kısmına bu bilgileri
yerleştirebiliyor.
İnsan beyninin ve gönlünün boş kalan kısmını gerekli
bilgilerle ve ilimle doldurdukça manevi derecesi de yükselir
ve öyle bir noktaya gelir ki;tekamül etmiş (insan-ı kamil)
olur. İşte bu insan dünyada ve ahirette hürdür ve mutludur.
Allah’ın kendisine ihsan ettiği bütün yeteneklerini
kullanabilme ehliyetini almış kişidir. Bu noktaya ulaşmış
insanların harika hallerini ve yeteneklerini ilerleyen
sayfalarda çeşitli örneklerle anlatacağız. Bu noktaya
ulaşmak için yukarıda anlattığımız gibi D.N.A. lardaki
bilgileri zikirle beyne aktarmak gerekir.
99
D.N.A. larda frekanslar halinde depolanmış bilgilerin
beyne taşınması için yine frekanslara ihtiyaç vardır. Bu
frekanslar da Allah’ın esmalarının tesbihatlarında bulunur.
İnsan zikir ettikçe buna alışan vücut uyurken de zikrine
devam eder. Bu süreç içerisinde insan uyurken bile D.N.A.
larındaki bilgileri beyne taşımış olur. Bu konuda Allah (c.c.)
bir kutsi hadisinde şöyle buyurur.
“Siz bildiğinizle amel edin, biz size bilmediğinizi
öğretiriz”
Burada bildiğimizle amel etmek; farz olan ibadetler,
tefekkür ve zikirdir. Bilmediklerimizi Allah tarafından
öğretilmemiz ise bu ibadetleri yapınca farkına varmadan,
vücudun zikre alışmasından sonra otomatik olarak D.N.A.
lardaki bilgilerin beyne taşınmasıdır. Allah bilmediğimizi
bize böyle öğretir. Beyindeki kullandığımız bilgi arttıkça
enerji ve ışık bedenlerimizi kullanacağımız bilgiler de
kendilerine ait hücrelere yerleşirler.
İnsan gönülde veya dilde bir defa “Allah” derse bu
tesbihat vücutta frekans haline dönüşür. Bu frekans taşıyıcı
frekanstır. Ve doğruca gönülden (kalpten) D.N.A. lara iner.
D.N.A. lardan aldığı bilgiyi beyne götürerek o bilgiye ait
hücrelere yerleştirirler. Ve aynı frekans kalbe gelerek kalpte
tekrarlanır. Ve tekrar bilgi yüklenmek üzere D.N.A. ya iner.
Bu devinim, insan zikrine devam ettiği sürece devam eder.
Bu olay tıpkı bir su değirmeninin dereden aldığı suyu
değirmenin oluğuna aktarması gibidir. Oluğa aktarılan suyun
değirmen taşını harekete geçirdiği gibi D.N.A. lardan beyne
yüklenen bilgiler de enerji vücudu harekete geçirir.
100
Şekil 20
D.N.A. lardaki bilgilerin beyne taşınması
101
İnsan uykusunda da Allah’ın izniyle ve dilemesiyle zikir
yoluyla ilim öğrendiği için “Alimin uykusu cahilin
ibadetinden iyidir.” Demişlerdir. Çünkü alimin 24 saati
zikirdir. O Allah’ı bir an bile unutmaz. Dolayısıyla
uykusunda zikire alışan vücudu zikrine devam eder. Bu da
onun için ilim öğrenmektir. Cahil ise misalini verdiğimiz
robot gibidir, ibadeti kendisine fayda etmediği gibi ilimden
de yoksun kalır. Ve kabir olan fiziksel bedeninden ölene
kadar kurtulamaz. Dolayısıyla kabir olan vücudu ikinci bir
kabre girer.
İnsan zikir vasıtasıyla beyne ve gönüle dolan bilgilerle
ilk yaratılışta öğrendiği gibi kendi hakikatını hatırlar ve
kendisini tanır. Kendisini tanıyınca da yaratıcısından ayrı
olmadığını bilir. Bunu Resulullah (s.a.v.) efendimiz şu
mübarek hadisi şerifiyle teyit ediyor: “Nefsini bilen Rabbini
bilir”
Işık ve enerji bedenlere geçiş ve dönüş başlı başına birer
bilim dalıdır. Bu bilim dalları ilm-i ledünni nin içerisindedir.
Atomlarına ve atomlarının da alt yapılarına kadar dağılmış
bir insanı meydana getiren yapı taşlarının tekrar dönüşü
esnasında her yapı taşının kendi yerini alması ve aynı
işlevlerine devam etmesinin sırrı nedir, nasıl olur? Şimdi bu
konuyu biraz inceleyelim.
Günümüz teknolojisinde bilim adamları maddeleri ve
insanları
ışınlama
teknolojisi
üzerinde
yıllardır
çalışmaktadır. Zamanı gelince gram seviyelerindeki
maddeleri ışınlamayla (yani elektronlarına kadar ayırıp
tekrar nakledildiği kütleye dönüşmesi) nakletmeyi
başaracaklar.
102
İnsanın fiziksel bedenini oluşturan elementlerin her
birinin yaratılışları gereği altı aşamada yaptıkları ayrı ayrı
esmaları bir saniyede kaç defa zikrettiğini düşünün. Yüz
binlerce ayrı esma katrilyonlara katlanarak ışıktan hücreye
hücrelerden fiziksel bedenimizi oluşturuyor.
Enerji bedene geçmek isteyen insanın, fiziksel bedenini
oluşturan tesbihat sıralamasındaki sırayı özenle takip
ederek,fiziksel bedenden enerji veya ışık bedene bilincini
dağıtmadan geçmesi gerekir. Işık bedenden enerji bedene
dönüşü de yine yaratılış sırasındaki kıdem ve disiplini
bilinçle düzenleyerek olur. Bu olayı dille anlatmak çok
zordur, ancak yaşamak lazımdır. Zaten bedenlerin ışığa ve
enerjiye dönüşmesi dünya zamanıyla bir salisenin altında
olur.
Bu kabiliyeti bedenlerimiz, yapmış olduğu ferdi
tesbihatla zaman içerisinde otomatik olarak kazanır. Bunun
için ayrı bir güç sarfetmek gerekmez. Şuna çok dikkat
edilmelidir. Hangi tesbihatın bir günde kaç defa yapılacağı
çok önemlidir. Çünkü Allah’ın her esması bir varlığın
yaratılmasına sebeptir. Başka bir varlığın yaratılmasına
sebep olan esmayı biz kendimiz için tesbih edersek kendi
bedenlerimiz için zararlı olabiliriz. Bu aynı ülser hastası
kişinin aspirin almasına benzer. Tedavi amacıyla aldığı
aspirin midesinin ağrısını daha da artırır. Yanlış bir
anlamaya sebep olmamak için bu kitabımızda insanların
enerji ve ışık bedene geçmek için hangi esmaları tesbih
etmeleri gerektiğini anlatmayacağız. Bizim gayemiz
Kuran’daki cevherleri anlatmaktır.
103
Daha önce anlattığımız buz misalindeki gibi, buzun
içerisinde su ve havanın varlığı inkar edilemediği gibi
insanın fiziksel bedenlerinin yapısında da enerji ve ışık
bedenlerin varlığı da inkar edilemez. Burada bir ayrıntı daha
var; bir metreküplük bir buz kütlesi eriyip su haline geçince
önceki halinden daha fazla bir alana yayılır. Statik
konumundan kısmi olarak dinamiklik kazanır. Su
buharlaşınca dinamik yapısı arttığı gibi hacim olarakta bir
metreküplük bir alanda daha fazla bir alanı kaplar.
İnsanın enerji bedene geçmesi de aynıdır. Enerji beden
daha dinamiktir ve küresel olarak daha geniş hacime
sahiptir. Işık beden ise evrenin çok geniş bir alanına yayılır
ve kaplar. Bu sebeple de evren içerisindeki seyahatlerde ışık
beden çok süratli olduğundan kullanılmaz. Genellikle enerji
beden kullanılır. Bilindiği gibi evren içi seyahatlerde enerji
bedenin gıdaya, havaya, suya ihtiyacı yoktur.
Enerji bedene geçen insana Allah (c.c.) öyle yetenekler
lutfeder ki, şimdiki kullandığımız akılla algılamakta
zorlanabiliriz. Enerji insan Allah’ın dilemesiyle üç boyutun
dışına çıkar; görme sıfatı küresel bir gözün her yönden
görmesi gibidir. Duyması da küreseldir. Çünkü enerji insan
bir anlamda Allah’a bütün zerreleriyle bağlanmıştır. Ve zatı
ile zat olmuştur. Bu konuda Allah (c.c.) kutsi hadisinde
şöyle buyuruyor:
“Ben mümin kulumun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli
olurum.” Enerji insanın hareket kabiliyeti de bizim
bildiğimiz ışığın hızından çok ötelerdedir. Çünkü insanın
enerji varlığı kullandığımız ışıktan çok daha hassas ve
latiftir.
104
Allah’ın izniyle enerji ve ışık bedenini kullanabilen
insan-ı kamil maddeye, hücreye, moleküle ve atoma
hükmeder. Çünkü bu insan artık Allah’ın (c.c.) halifesidir.
Allah’ın verdiği yetki ve sınırlar içerisinde evrende yapılara
hükmedebilir. Mesela taşı altına, camı elmasa çevirebilirler.
Bu insanlar önümüzdeki yıllarda haris insanların
çıkaracakları dünya savaşında onların teknolojilerine karşı
büyük bir zafer kazanacaktır. Çünkü mermilerdeki barutların
moleküler yapılarını değiştirip kuma çevirecek, benzinin
moleküler yapısına hükmedip özelliklerin kaybettirecek,
radarların yayınlamış olduğu dalgaları enerji yapılarıyla
absorbe edip şaşırtacak kısacası onların teknolojik silahları
iflas edecektir. Buna benzer örnekler tarihte çok yaşanmıştır.
Bugün yukarıda anlattığımız harika özelliklere sahip yeni
nesil yetişecek, dünyayı ve evreni barış ve sevgi içerisinde
kucaklayacaktır. Maddeye de hükmeden bu insan-ı kamiller
çoğalacak, dünyayı zulümle sömüren insan adaylarının
saltanatına son verecektir. Bu konuya Kuran’ı Kerim’den bir
örnek verelim. Kuran’ı Kerim’in Neml suresinde Süleyman
(as.) ın kıssasını anlatan ayetlerde zamanımızda yetişecek
insanlara ait örnekler vardır.
“(sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular!
Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o
Melike’nin tahtını bana getirebilir. (cinlerden bir ifrit): sen
makamından kalkmadan onu sana getiririm. Gerçekten bu
işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz,dedi.”
Neml suresi 38-39
105
“Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse:
gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm dedi.
(Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş
olarak görünce: bu dedi,şükür mü edeceğim, yoksa
nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere
Rabbimin( gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi
için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki
Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur,çok kerem sahibidir.”
Neml suresi 40
Yukarıdaki ayetlerde Yemen ile Kudüs arasındaki
mesafeye (yaklaşık 3500-4000 km) belli bir ağırlığı olan
Saba Melikesinin tahtını maddeye hükmederek, göz açıp
kapamadan saliseler içerisinde ışnlandığını bizzat Allah
(c.c.) Kuran’ı Keriminde ifade ediyor. Ve bunu yapan
kendisinin özel bir ilim verdiği insan. Bu insan ağırlığı olan
tahtı ışık yapıya dönüştürüp tekrar taht haline ağırlık ve
kütleye dönüştürüyor.
İşte zamanımızda inşallah bu insan-ı kamiller Allah’ın
lütfuyla çok kısa sürede yetiştirilecektir. Ellerindeki silah
gücüyle dünya zorbalığına soyunan mafya devletler acaba o
zaman neye kaçacaklardır. Hangi taş veya kaya parçası
onları nasıl gizleyecek? Kaya parçasına bakınca arkasını
gören bu insanlara karşı nasıl görünmez olacaklar?
Allah’a şükürler olsun ki bu özel ilimler artık yer
yüzündeki bir çok mümine verilmek üzere yola çıkarıldı. Bir
çoğu da sahibine ulaştı. Bu müminlerin bazısı farkında,
bazısı da kendisine ulaşan emanetin henüz farkında değil.
106
ENERJİ BEDENLE DÜNYADA VE
EVRENDE SEYAHAT VE
DÜNYADAN EVRENE
ÇIKIŞ NOKTALARI
107
Resulullah Efendimizin (s.a.v.) dünyaya teşrifinden evvel
tarihi araştıranlar bilirler ki, o zamanda kahinlik ve kahinler
revaçtaydı. Bu kahinler yoldan çıkmış, asi cin tayfasıyla
irtibat kurarak gelecekten haber almaya çalışırlardı. Zaman
zaman bu cinler atmosferden yukarı çıkarak uzaydan bazı
haberler de getirirlerdi. Dünyanın etrafını küresel olarak
kuşatan
enerji
tabakasında
bu
cinler
gözcüler
bulundururlardı.
Resulullah Efendimiz (s.a.v.) in dünyaya teşrifinin az bir
süre öncesinde Allah’ın dilemesiyle dünyanın etrafını
küresel bir biçimde kuşatan enerji tabakası güçlendirildi.
Bunun sebebi Resulullah Efendimizin (s.a.v.) dünyaya
teşrifinden sonra uzayda bilgi hırsızlığı yapan cinlerin
müşterek çalıştıkları kahinlere bilgi vermelerini önleyerek
Peygamber Efendimize (s.a.v.) her hangi bir zarar
verilmesini engellemek içindir. Bu olaydan sonra daha da
aktifleşen bu enerji tabakası cinlerin bedenlerini yakacak
şekilde hassaslaştırıldı. Ve daha aktif hale getirildi.
Bu arada evrene çıkmak için de kuzey ve güney yarım
kürelerde birer adet gök kapısı bu enerji tabakasına
yerleştirildi. Artık o tabakaya yaklaşıp dinlemeye çalışan ve
zaman zaman bu kapılardan uzaya kaçan cin ve şeytan
tayfasına da evrendeki kozmik ışınlarla görevli varlıklar
engel oldu. Çünkü dünyanın etrafındaki enerji tabakası
yoğunlaştırıldıktan sonra uzayda da kozmik ışınlar
çoğaltılmıştır. Bu kozmik ışınlar Kuran’da “şıhap, şıvaz ve
alev sütunu” olarak geçer.
“Onları taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan korduk”
Hicr suresi 17
108
“Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna, onunda peşine
açık bir alev sütunu düşmüştür.”
Hicr suresi 18
Yukarıdaki ayetlerde, anlattığımız konu açıkça ifade
edilmektedir. İşte dünyanın çevresinde ve evrende olan bu
değişimlerden sonra insan enerji bedeniyle uzaya çıkacağı
zaman gök kapılarından geçmek zorunda kalmıştır.
Dünyanın etrafını küresel bir biçimde kuşatan enerji
tabakasına bazı İslam alimleri Kaf Dağı adını vermişlerdir.
O insanların Anka Kuşu olarak isimlendirdikleri de Enerji
bedenleridir.
Dünyayı kuşatan enerji tabakasının iki ana kapısı vardır.
Bu kapılar dev bir hol şeklinde enerji tabakasını kuzey yarım
küreden güney yarım küreye, dünyanın merkezinden
geçerek bağlar. Bu iki kapı insanın uzaya çıkmak için
kullandığı ana kapılardır. Bu ana kapılara bağlı olarak
dünyanın yüzeyini küresel şekilde kuşatmış, örümcek ağı
modeline yakın enerji yolları yaratılmıştır. Bu enerji
yollarının kesiştikleri noktalarda ana kapılara bağlanan
küçük kapılar vardır. Bu noktalarda fizik kurallarına ters
olaylar görülür. Örneğin ülkemizin bazı yerlerinde olduğu
gibi yokuş olan tepelik kısımlarına rastlayan geçiş
noktalarında yüksek çekim güçleri vardır. Bu çekim güçleri
çoğunlukla mıknatıs özelliği gösterirler. Bu noktalarda bir
tonluk bir araba, motoru durdurulup vitesi boşa alınırsa
arabanın yokuş yukarı çıktığı görülür. Kuzey ana kapısıyla
güney ana kapısını birbirine bağlayan holde ise zaman
zaman çok şiddetli enerji akımları oluşur.
109
işte bu enerji geçişlerine rastlayan ana kapıların etrafında
seyreden bazı uçak ve gemiler enerji fırtınasının etkisiyle ve
bu akımın yönüne göre okyanusa gömülür veya uzaya fırlar.
Bir daha da bunların izine rastlamak zordur. Günümüz
bilimi bu olayları çözemediği için kuzey yarım kürede kalan
bölgeye Şeytan Üçgeni adını vermiştir. Bu bölgenin aynısı
güney yarım kürede de vardır.
Dünyanın etrafındaki enerji tabakasını geçmek, uzayda
dilediğimiz yere gitmek, oralarda Rabbimizin ayetlerini
görmek için Allah (c.c.) dereceleri yükselen insan-ı kamil
noktasına ulaşan kişiler için enerji ve ışık bedene geçiş izni
vermiştir. Enerji beden insanın Sultan gücüdür. Yani
Allah’ın kudretiyle güçlendirilmiş, hızlandırılmış, duyuları
artırılmıştır. Kuran’ı Kerimde de bu konu Sultan güç olarak
ifade edilmiştir. Ve dünyanın etrafındaki enerji tabakası da
yine Kuran’da göklerin ve yerin çerçevesi,göklerin ve yerin
hududu veya sınırı olarak geçer.
“Ey cin ve insan toplulukları, yapabilirseniz haydi
göklerin ve yerin hududunda geçin bakalım: ama
geçemezsiniz ancak üstün bir güç, kuvvetli bir delil ve
ilimle geçebilirsiniz.”
Rahman suresi 33
Yukarıdaki ayette kuvvetli bir delil ve üstün güç olarak
tarif edilen insanın enerji halidir. Ve bu haline Allah’ın (c.c.)
vermiş olduğu ilimle ulaşılabilir. Bu konuları geçen
bölümlerde geniş olarak anlatmıştık. Bu ayette onun
delilidir.
110
Şekil 22
Yukarıdaki şekilde ana gök kapıları ve oluşturduğu
hol görülüyor.
111
Şekil 23
Evrene açılan ana çıkış kapıları ve bağlantı
noktaları
112
Dünyadan çıkarken gök kapılarının birinden geçtikten
sonra uzayda belli yollar tertib edilmiştir. Rahman suresi 33.
ayette de belirtildiği gibi insan üstün bir güç, kuvvetli bir
delil (enerji bedeni) ve ilim sahibi olmazsa uzaya çıkamadığı
gibi, çıksada bu çıkış onun sonu olur. Çünkü evren kozmik
ışınlarla doludur. Kozmik ışınlar enerji yapımıza zara
verebilirler. Işık bedene ise tesir etmez. Işık bedenle uzayda
seyahat edilemeyeceği için (çünkü ışık beden saniyede
milyarlarca kilometre hıza sahiptir) enerji bedenle seyahat
edilir. Evrende seyahat ederken yolculuğumuzu kozmik
ışınların tesir etmediği yollardan yapmalıyız.
“Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış göğe
andolsun.”
Zariyat suresi 7
“Üzerinize ateşler, duman alevleri gönderilir de artık
kendinizi savunamazsınız.”
Rahman suresi 35
Evrende de dünyanın üzerinde olduğu gibi enerji
bedenimizle, içerlerinde rahatça seyahat edebileceğimiz
uzayı küresel bir biçimde bir birine geçmiş örümcek ağları
şeklinde kaplayan ve bu ağların kesişme noktalarında
gezegenlere bağlanan gök kapıları ile donatılmış yollar
vardır. Zariyat suresi 7. ayette bu açıkça ifade edilmiştir.
İnsan enerji bedenle evrendeki seyahatinde bu yolların
dışına çıkamaz. Çünkü bu seyahatin ilmini almıştır. Hangi
gezegene hangi gök kapısından geçeceğini bilir. Uzaydaki
tertip edilen yolların dışına çıkarsa zarar göreceğini bilir.
113
Şekil 24
Evrendeki yol ağları temsili olarak gösterilmiştir.
114
Allah (c.c.) evrende seyahatle ve görev yapmakla
görevlendirdiği halifesini evrenin her noktasında gözetir ve
korur. O insanın yerde ve uzaydaki her hareketini, her an
takip eder. Onu ebediyen muhafazası altına almıştır.
“Yerin içine gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni, oraya
çıkanı bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.”
Sebe suresi 2
“O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’ın
üzerine istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten
ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O sizinle
beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.”
Hadid suresi 4
Artık Ahir zamandayız. İnsanoğlunun inanıp Allah’ın
istediği şekilde mümin sıfatını kazanan bireyleri yukarıda
anlattığımız ve ayetlerle açıkladığımız yeteneklere
kavuşacaktır. Müminin yeteneklerini dile gelenlerle ancak
bu kadar anlatabildim. Gönülde var olup da dile
getiremediklerimi yaşayıp bilmek gerekir. Okuyanlara şu
müjdeyi veriyorum; önümüzdeki yıllarda inananların
çoğunluğu bu yeteneklere ulaşacaktır. Bu yetenekler
Allah’ın (c.c.) kendisine ulaşmaya azmedip o yola baş
koyarak çıkan bütün mümin kullarına inşallah
lütfedilecektir. Bu güzel insanlar karşısında inanmayanlar,
esfel-i safilinin en alt noktasında kalanlar, kıskançlık ve
hasetle gözlerini sonuna kadar ayırıp nasıl bu hallere
kavuştuğumuza hayretle bakacaklardır.
“Onlara gökten bir kapı açsak ta oradan yukarı çıksalar,
yine de (gözlerimiz boyandı) daha doğrusu bize büyü
yapılmıştır derler.”
Hicr suresi 14-15
115
İnsan-ı Kamil, Allah’ın halifesi olması sıfatıyla nur
üstüne nur özelliğini kazanmaya hak kazanmıştır.Allah’ın
zatından zatına tecelli etmesi ile sonsuzluğa yayılan,
sıfatlarının ve esmalarının hakikatı olan nur üstüne nur,
ebedi olarak devam edecektir. Yaratılmışların hepsini insan
için var eden Allah (c.c) esma ve sıfatlarıyla birlikte, halife
olarak var ettiği insan-ı kamile ışıktan hücreye yaratılış
sıralaması gereği nur üstüne nur mertebesine ulaşma
imkanını da bağışlamıştır.
Allah’ın insana verdiği bu lütfunu ve onda var ettiği iç
içe olan ışık, enerji bedenlerinin varlığına işaret eden
Kuran’ı Kerimdeki diğer bir ayeti de Nur Suresinde
görüyoruz.
“Andolsun ki Biz size (gerekeni) açık açık bildiren
ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve
takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik.”
Nur Suresi 34
Bu ayette Allah (c.c.) takvaya ulaşmış kimselere öğüt
olarak ifade buyurduğu cümlede “öğüt” kelimesi yüksek
derecede ilim olarak algılanmalıdır. Çünkü insanlar ancak
ilimle takvaya ulaşabilirler.
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun Nurunun
temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba
kristal bir fanus içindedir; o fanus ta sanki inciye benzer bir
yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispet edilmeyen
mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden tutuşturulur. Onun yağı,
neredeyse, kendisine ateş deymese dahi ışık verir. Bu nur
üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah
insanlara (böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”
116
Yukarıdaki ayet ampulün icadını işaret eden bir ayet
olamaz. Böyle düşünenler kendi zanlarının aldatmasını
yaşıyorlar. Allah’ın gelecekte insanların kullanacağı bir
icadı ile kendisinin varlığını ve Kuran’ı Kerimin
doğruluğunu ispatlamasına ihtiyaç yoktur. Bu güne kadar
ampulden daha önemli o kadar çok ve mükemmel icatlar
olmuştur ki, ampulün icadı yanında çok basit kalmıştır.
Önümüzdeki yıllarda insan-ı kamillerin yetiştireceği
inançlı bilim adamları ampulü, elektrik tellerini, dev trafo
merkezlerini, barajları ve nükleer santralleri hatta evlerdeki
elektrik tesisatlarını ve sayaçlarını rafa kaldıracak öyle
icatlar ortaya koyacaklar ki, bu icadın modeli güneştir.
İnsanlar şimdiye kadar ortaya çıkan yüksek enerjiyi
kontrol edilemeyen sıcak füzyonda görmüşlerdir.(örneğin
atom bombasının patlaması)
Bu enerjiyi ehilleştirip
kullanamadıkları için soğuk füzyona yönelmişlerdir.
Laboratuar ortamlarında üzerinde çalıştıkları soğuk füzyon
konusunda da pek başarılı olamamışlardır. Oysa güneşi iyice
inceleyip örnek alsalardı,güneşin milyarlarca yıl süregelen
ve belki bir o kadar da devam edecek enerjisinin sıcak ve
soğuk füzyonun bir arada senkronize çalışması sonucu
ortaya çıktığını göreceklerdir. Güneş gibi çekim alanında
bulunan bazı gezegenlere hayat veren yıldızların dış
katmanları milyarlarca derece ısıyı içerirken çekirdekleri
kutuplardan daha soğuktur. Güneşin varlığında bulunan,
güneşin yüzeyi ile çekirdeği arasında süratle gelip giden
(sıcak ile soğuk arasında) atom elemanlarının hareketi
güneşe devamlı enerji üretme özelliğini verir.
117
Dünya gezegeni de üzerinde yaşam olabilmesi için
güneşle ters özelliklerde yaratılmıştır. Dünyanın yüzeyi
soğuk çekirdeği sıcaktır.
Allah’ın verdiği misaller basit değildir. Üzerinde çok
düşünülmesi gerekir. Hele Nur Suresi 34. ayette Allah (c.c.)
bu konuya yeminle giriyor ki, bir cam parçası ve bir tutam
Wolfram direncini açıklamak veya bildirmek için yemin
etmez. Allah (c.c.) Nur Suresi 34. ayette insan-ı kamili
anlatıyor. 35. ayette ise insan-ı kamilin kullanabileceği üç
beden tarif ediliyor. Şimdi bu ayeti cümle cümle
açıklayalım;
“Allah göklerin ve yerin nurudur.”
Bu cümlede Allah (c.c.) zatından zatına tecellisiyle
başlayan ve evrende her an var olan sonsuzluğa kadar devam
eden esmalarının ve sıfatlarının oluşturduğu varlığında
insanları ve evreni topladığı çok yüksek ışığını ifade
buyuruyor. Allah’ın arş’a istivası da budur.
“O’nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir
kandillik gibidir.”
Yukarıdaki cümle kendisine halife olarak yarattığı
(fiziksel bedendeki) insanı anlatıyor.çünkü Allah’ın halifesi
olan insan-ı kamil yerde ve gökte O’nun izni ile halifedir.
Bu cümlede geçen kandil kelimesi de hücre tuğlalarının bir
araya getirdiği insanın fiziksel bedenidir. Bu beden
içerisinde daha önce anlattığımız gibi enerji ve ışık bedenler
bulunur. Allah (c.c.) bu ayetinde kandilin içerisindeki enerji
bedeni insanlara kendisinin istediği mertebelere ulaştıktan
sonra kullanılmak üzere yerleştirmiştir.
118
“O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus ta sanki
inciye benzer bir yıldız gibidir ki doğuya da, batıya da nispet
edilmeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden
tutuşturulur.”
Bu cümle ile de, insanın enerji bedeninin içerisindeki ışık
bedene işaret edilmiştir. Çünkü ayette geçen cam fanus
insanın enerji bedenini temsil etmektedir. Cam yapısı gereği
nasıl ki saydam ise, insan da enerji boyutuna geçtiği zaman
görünmez olur. Enerji bedenin içerisindeki inci gibi parlayan
yıldız da nur üstüne nur olan ışık bedene işarettir. Tin
suresini anlatırken zeytinin balçıktan (kuark) hücreye kadar
olan enerji bedenin yapı taşlarını ifade ettiğini anlatmıştık.
Çünkü ayette geçen, doğuya ve batıya nispet edilmeyen
zeytin ağacının meyvesi zeytin, insanı meydana getiren
hücreleri temsil ediyor. Çünkü zeytin bir tohumdur. Ağaç bu
tohumdan oluşur. İnsanın fiziksel bedenleri de Alak’a
yapışan insan tohumundan meydana gelir. Zeytinden
tutuşturulan (yani ortaya çıkan enerji ve ışık beden) ise
zeytinin temsil ettiği hücreleri meydana getiren D.N.A.
moleküllerinde kayıtlı bulunan ilimden alınan ışıktır.
“onun yağı, neredeyse kendisine ateş deymese dahi ışık
verir. (bu) nur üstüne nurdur.”
İşte burada yağla temsil edilen D.N.A. lardaki bilgilerdir.
Bu bilgilerin zikir ile hatırlandığını anlatmıştık. Yukarıdaki
cümlede “ateş” kelimesi D.N.A. dan beyine bilgi taşıyan
zikir frekenslarıdır. Allah dilediği kimselere yukarıda
belirttiği gibi ateş değmeden de (zikir etmeden de) bu
bilgileri hatırlamayı ihsan eder. Çok nadir kimselerde
oluşur.
119
“Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara
(böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”
Bu cümlede de her insanın Allah’ın nuruna
erişemeyeceği yani insan-ı kamil mertebesine ulaşamayacağı
ifade edilmiştir. Çünkü Allah insanları derece derece
yaratmıştır.
“(Bu kandil) bir takım evlerdedir ki, Allah (o evlerin)
yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir.
Orada sabah akşama O’nu tesbih eder ki”
Nur suresi 36
“Onlar, ne ticaret ne de alış verişin kendilerini Allah’ı
anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten
alıkoymadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak
bullak olduğu bir günden korkarlar.”
Nur Suresi 37
Yukarıdaki ayette de anlaşıldığı gibi “kandil” kelimesi
insanı ifade etmektedir. Daha önce anlattığımız gibi Allah’ı
tesbih eden insanların kalp, D.N.A. (levh-i mahfuz) ve beyin
arasındaki irtibatı kurarak D.N.A. lardaki bilgileri
hatırladıklarını, bu sayede de insan-ı kamil mertebesine
ulaştıklarını ve yukarıdaki ayetlerde belirtilen; insanın
varlığında
bulunan
enerji
ve
ışık
bedenleri
kullanabildiklerini ifade etmiştik. Yukarıdaki ayetler
üzerinde tefekkür ettiğiniz zaman konuların nasıl yerli
yerine oturduğunu fark edersiniz. Allah (c.c.) Tin ve Nur
Surelerinde önce insanın mükemmel yaratılışını, daha sonra
aşağıların aşağısına indirilişini ve fiziksel bedenlerde buz
misali iç içe geçmiş iki bedenimizin daha var olduğunu ve
kullanılmaya hazır olduğunu inşallah ifade etmişizdir.
120
Akıl sahibi insan hangi dinde olursa olsun, tek Allah’a
inanan her insana ve Müslüman geçinip te kalplerinden
İslam çıkmış, okudukları Kuran boğazlarından aşağı
inmeyen, imanı dilinin ucunda olan insanlara sesleniyorum.
Allah’tan korkun! Ve O’na uyun. Kuran’ı Kerim’i süslü
kılıflarda duvarlarda çürütmeyin. Açın, okuyun, anlayın.
İnsanın ömrü dünyada üç gündür. Dün bitti,bu gün bu
andayım, yarını bilmiyorum. Bu üç günlük ömür için
yukarıda anlatılan Allah’ın mümin kullarına hazırlayıp vaat
ettiği nimetleri sahip olduğunuz veya olmadığınız hiçbir
maddi değerle değiştirmeyin. Ancak Allah’ı sevin ki O’da
sizi sevsin. O’nu çok çok anın ki O’da sizi ansın. O’nun
yarattıklarını O’nun için sevin. Ellerinizdeki ekmeklerinizi
paylaşın ki kardeşliğiniz büyüsün,gelişsin. Kanı ve göz
yaşını durdurun.
“İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kuran
sebebiyle kalplerinin ürperme zamanı daha gelmedi mi?
Onlar daha önce kendilerine Kitap verilenler gibi olmasınlar.
Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı.
Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.”
Hadid Suresi 16
Sizi fiziksel bedenlerinizin esaretinden kurtulmaya,
karanlıktan aydınlığa çağırıyorum. Bunun için çok çalışın,
Yüce Allah’ı çok tesbih edin. Ve Sevgili Peygamberimiz
Muhammed Mustafa (s.a.v.) ‘ya uyun ki Allah size olan
vaadini yerine getirsin.
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve peygamberine
inanın ki O,size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında
yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah, çok
bağışlayan çok esirgeyendir”
Hadid suresi
28
121
Günümüzde
yaşayan art niyetli kesimler dünya
üzerindeki menfaatleri için dinleri, özellikle düşman tarafı
olarak gördükleri İslam’ı ve İslam’a inanan insanların
inançlarını deforme etmek için akla mantığa sığmayacak
uydurma yolar ve fikirler ortaya atmıştır. Astral bedenler,
astral seyahatler ve reenkarnasyon gibi ülkemizde ve İslam
dünyasında basın yayın aracılığıyla içimize sokulan bu yeni
akımlar özellikle gençlerimizin inançları üzerinde çok büyük
tahribatlar yapmıştır.
Işınlanma, evren, evrendeki seyahatler asırlardır
insanların merak ettiği konulardandır. Bu güne kadar hayal
dünyasında yaşayan birçok yazarlar bu konulardaki
hayallerini kitaplara dökmüşlerdir. Bu kitapların çoğu
sinemaya aktarılmış görsel yollarla da kurgu-bilim filmleri
insanlardaki din inançlarını silip atmak için epey başarılı yol
almıştır.
Dünyayı eline geçirmeye çalışan gizli dünya devletinin
elemanları, insanlarda aşırı merak uyandıran bu akımları
kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak dünyayı;
sömürdükleri maddi güçleriyle ele geçirdikleri gibi
insanların maneviyatlarını da bozarak
onları inançsız,
hayalperest kuklalar haline getirip kullanmaktadırlar.
Son zamanlarda ismini vermeyeceğim bazı yayın
kuruluşları da dış güçlerin desteği ile bu tür yayınlarla “sizi
uçuracağız, göçüreceğiz” gibi telkinlerle ülkemizde de geniş
bir insan kesimini zehirlemeyi başarmışlardır. Biz burada bu
akımlara ve reenkarnasyon saçmalığına
açıklama
getireceğiz.
122
REENKARNASYON VAR MI?
123
İnsanların merak ettikleri enerji ve ışık bedene geçiş,
evrende ışınlanarak seyahat etmek ve buna benzer insanda
var olan üstün özelliklerin gerçeklerinin Kuran’ı Kerim’de
ve İslam dininde var olduğunu bu kitabımızda detaylı olarak
açıkladık
Bunun dışında art niyetli insanların uydurduklarıyla
insanlar bu özelliklerinin hiç birini kullanma yeteneğine
ulaşamazlar. Bunun tek ve gerçek yolu yüksek bir imana
kavuşup tevhidde zirveye çıkmak ve Kuran içinde bulunan
ilimlerle bu noktaya ulaşmaktır.
İnsanın ömrü zannedildiği gibi dünya hayatına doğup ve
dünya hayatında ölmekle sınırlı değildir. İnsanın ilk
yaratılışında ışık bedenlerle yaratılışlarına şahitlik ettiklerini
anlatmıştık. İşte insanın hayatı bu şahitlik noktasında başlar.
Ve kaderleri içerisinde olan ömür diye tarif edilen ışık
bedenlere göre bitkisel hayata benzeyen dünya hayatı
rüyasının dışında herhangi bir kesintiye uğramadan Allah’ın
izniyle ebediyen yaşar. İnsanlar dünya hayatına gelene kadar
yüksek bilinçte ve ilim sahibi olarak hayata devam ederler.
Dünyaya imtihan edilmek amacıyla inme sırası gelen yüksek
bilinçli insanlar, önceden de anlattığımız gibi esfel-i safiline,
Adem (a.s.) den sonra gelenler Alak yaşamının ardından
dünya hayatına geçerler.
Dünya hayatına geçişleriyle beraber yüksek yetenekleri
ve bilinçleri de varlıklarında mevcuttur. Yani o yeteneklere
istidatlı olarak gönderilirler. İnsan Dünya hayatına bir defa
gelir ve bir daha dönmemek üzere ebedi hayatına döner.
124
İslam dinine mensup olup da reenkarnasyonun varlığına
destekleyenler şu tezi savunmaktadırlar; insanların hepsi
dünya hayatlarında eşit değillerdir. Kimisi zengin, kimisi
fakir, kimisi güçlü, kimisi güçsüz gibi faklılıkların Allah’ın
adaletine ters düştüğünü iddia etmektedirler. Bu sebeple
insanların tekrar tekrar dünya hayatına gelerek önceki
hayatlarında yaşadıkları bu eksiklikleri gidererek Allah’ın
adaletinin yerine geleceğine inanmaktadırlar. Bu inanış
İslam inanışı değildir.
“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya
hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık.
Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle
üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri
şeylerden daha hayırlıdır.”
Zuhruf suresi 32
Yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi Allah (c.c.) dünya
hayatındaki insanların birbirlerine maddi ve manevi
üstünlüklerini, hayatın dengesini sağlamak için vermiştir.
Dikkat edilirse evrende de gezegenlerin kimi büyük kimi
küçük, kimisi gaz halinde kimisi güneş gibi ısı ve ışık
yayıyor. Bu evrenin dengesi için konmuştur. Eğer bütün
gezegenler güneş olsaydı dünyada hayat olur muydu?
Herkes eşit olsaydı dünyada hiçbir şey üretilmezdi.
Allah’ın adaletini, milyarlarca yıl önce yaratılmış ve dünya
hayatına gelene kadar bu süre içerisinde hayatta kalmış,
dünya hayatından sonra da ebedi hayatına devam edecek
insanlara verilen yüksek ilim, yetenekler ve ebediyetlerinde
göremiyorlar da, evrenin sonsuzluğu içerisinde saniyeler
kadar kısa süren, bir toz taneciği kadar küçük olan dünya
hayatında mı arıyorlar?
125
“Kıyamet koptuğu gün, günahkarlar,(dünyada) ancak pek
kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler.işte onlar (dünyada
haktan) böyle döndürülüyorlardı.”
Rum Suresi 55
Yukarıdaki ayette Allah(c.c) insanların fiziksel
bedenlerde dünya hayatında ebedi hayatlarına oranla çok
kısa süren bir kesit yaşadıklarını ifade buyuruyor.Günahı
olmayan müminliğin zirvesine ulaşıp, İnsan-Kamil
mertebesine ulaşanlar ise dünya hayatı zaten bitmiştir.Onlar
dünyada iken ebedi hayatı yakalamışlardır.
Çünkü onlar dünya ölümünü beklemeden fiziksel
bedenler diye anılan kabirlerinden kurtulup dünya hayatına
göre ölmeden ölmüşlerdir. Bu hususta Peygamber Efendimiz
(sav) şöyle buyurmuştur;
“Ölmeden önce ölünüz” bu hadis-i Şerifin yorumu şu
şekildedir; Dünya hayatını yaşarken Allah’ın dünyadaki
kulundan görmek istediği İnsan-ı Kamil mertebesine çıkıp
fiziksel bedenlerde kabir hayatını tamamlamış olarak ebedi
hayata geçmektir. Bu insanlara toprak altındaki kabirler
elbiselerini bıraktığı dolap gibidir.Onlar diledikleri zaman
Allah’ın izniyle ölümden sonra kabrine bıraktığı bedenlere
tıpatıp benzeyen vücutlara sahip olabilirler,zamanın
gerisinde ve ilerisinde serbestçe görev yaparlar.çünkü onlar
dünyada iken ahireti seçip ölümsüzlüğe ulaşmışlardır.
Bu konuyla ilgili olarak bir kısım İnsan-ı Kamillerin
yaşantıları içerisindeki muhteşem kerametleri etraflıca
anlatacağız.
126
Yeniden doğuşun (reenkarnasyon) olmadığı Kuran-ı
Kerimde açık açık beyan edilmiştir.
“İlk tattıkları ölüm dışında,orada artık ölüm tatmazlar ve
Allah onları cehennem azabından korumuştur. (ebedi hayata
kavuşmuşlardır)”
Duhan Suresi 56
“Birinci ölümünüz hariç,bir daha biz ölmeyecek ve bir
daha azap görmeyecek,değil miyiz.Şüphesiz bu büyük
kurtuluştur. Çalışanlar böylesi kurtuluş için çalışsın.”
Saffat Suresi 58-59-60-61
İnsanın yeniden doğuş sandığı durum, (reenkarnasyon)
yine insanların ilk yaratılıştan itibaren dünya hayatına gelene
kadar olan yaşamlarındaki olayları hatırlamalarıdır.
Unutmayın ki insanın en büyük sınavı da ilk yaratılışını,
Rabbine verdiği sözleri ve ondan aldığı emirleri
hatırlamaktır. Bu sebeple Kuran-ı Kerimin bazı ayetleri
hatırlatmakla başlar. İlk yaratılış halindeki insanın ilim
yönünden ve özel yetenekler bakımından fiziksel
bedenlerimize göre olan üstünlüğünü daha önce anlatmıştık.
Öyle yüksek ilim sahibi insan elbette kendisiyle beraber
yaratılan insanları tek tek tanıyıp bilmiştir, çünkü insanın
kendi yaratılışına ve alemlerin yaratılışlarına olan şahitliği
nedeniyle bütün gördüklerini, bildiklerini ve duyduklarını
kendi varlığında toplamıştır.
Ancak dünyaya ve fiziksel bedenlere indirildiğimizde bu
bilgiler bizden alınmamış ve birey olarak her birimizde
bulunan kendi Levh-i Mahfuzlarımıza (DNA) tamamen satır
satır hatırlanmak üzere yerleştirilmiştir.
127
İlk yaratılışta, insanlar kendileriyle beraber yaratılan
diğer insanlarla dünyadaki insanlar arasında olan
dostluklardan çok daha üstün, Allah sevgisine dayalı,
menfaat içermeyen dostluklar kurmuşlardır.
İşte o alemde kurulan bu yüce dostluklar ve arkadaşlıklar
dünya hayatında da devam ederler. İlk yaratılıştaki hayatta
çok yakın olan iki dosttan, hangisi dünya hayatına önce
gelirse o alemde kalan diğer arkadaşı dünyaya inen dostunun
doğumdan ölümüne kadar bütün hayatını salise salise
beraber yaşar ve bilir.(zaten dünya hayatı ebedi hayata göre
birkaç saniye değil midir?) dünyadaki dostunun hayatındaki
yaşanmış olan en küçük ayrıntıları bile beraber yaşayıp bilen
kişi, dünyadaki dostunun ölümünden sonra kendisinin
dünya hayatına ve fiziksel bedenindeki yaşam süresini
tamamlamaya indirildikten sonra düşünme ve hatırlama
yetenekleri gelişince küçük bir olay, gördüğü bir yer veya
önceki dostuna ait tarihi bir kayıt, daha önce enerji
bedendeyken dünyadaki fiziksel bedendeki dostuyla beraber
yaşamış olduğu tüm süreyi bir anda hatırlamasına sebep
olur.çünkü o kişinin dünya hayatına indirildiğinde önceden
yaşamış olduğu tüm hatıraların tamamı kendine ait DNA
larında kayıtlıdır.
Yukarıda anlattığımız hatırlamaya sebep olan, herhangi
bir nedenle DNA lardaki bu bilgiler dostundan sonra
dünyaya gelen o kişinin beynine sıçramalar yapar, ve
önceden gelen dostunun hayatının her saniyesini birlikte
yaşadığı için kendi hayatı zanneder, ve önceden yaşamış
olduğu vehmine kapılır.İşte reenkarnasyon sanılan olay da
budur.
128
Bu tür hatırlamalar, geçmiş tarihlerde yaşayan insanlar
veya yakın tarihte yaşamış olan insanlarla da olabilir.Çünkü
Allah (c.c) ilk yaratılıştaki insanların dünyaya hangi
zamanda geleceğini önceden programlamıştır. Bu insanların
iradesinde değildir.
Bu hatırlamalar bazı insanlarda kısmi olarak yaşanır,
olayın tamamını hatırlayamazlar.Bu durum insan kalbinde
(gönlünde) oluşan şokun frekansının (DNA)ya yüklediği
etkiyle orantılıdır.DNA ya yüklenen şokun ürettiği frekansın
şiddeti az olduğu zaman kısmi hatırlama oluşur.(Daha önce
DNA lardaki bilgilerin beyne frekanslar yoluyla aktarıldığını
anlatmıştık.)
Bu kısmi hatırlamalar “ben bu şehri görmüştüm, buradan
daha önce geçmiştim, bu olayı daha önce yaşamıştım veya
ben bu insanı daha önce tanıyordum” gibi detaylarını
çözemediği hatıralar şeklinde ortaya çıkarlar.
Konuya örnek olarak: Fatih Sultan Mehmed 15.yy da
yaşamıştır. Fatihle beraber ilk yaratılışta dost ve yakın
arkadaş olan bir insan onun o zamandaki hayatını
doğumundan ölümüne kadar yaşamış olarak zamanımızda
dünya hayatına geldikten sonra Fatihin hayatını tarihte
okuduğunda, hatırlamanın vermiş olduğu ani şok o insanın
DNA larında kayıtlı olan o bilgileri beynine aktarır.Onun
hayatını saniyeleriyle beraber birlikte yaşadığı için kendi
hayatıymış gibi algılar. Daha önce birlikte yaşamış olduğu
dostunun hayatıyla kendi varlığını ayırt edemediği için o
kişi; “daha önceki hayatımda ben Fatih Sultan Mehmed
idim” vehmine kapılır ve kendisini öyle lanse eder.
129
Günümüzün insanları, bu olayları; ‘insanlar tekrar tekrar
doğarlar’ diye lanse ederek, reenkarnasyon saçmalığını
ortaya atarak insanları böyle bir olayın varlığının vehmine
yöneltmişlerdir. Böyle olaylar ilgi çekici oldukları için
İslama düşman olan kesim tarafından kendi dinlerini üstün
göstermek amacıyla bu olaya reenkarnasyon ismini vererek
bir nevi putçuluğu (budizmi) öne çıkarmaya çalışıyorlar.
Mümin olan her insanın feraseti olur.Peygamber (sav)
Efendimiz; “Müminin ferasetinden korkunuz.” buyurmuştur.
Son zamanlarda müminlik sıfatı takkeyle takunya arasında
kaldığı için insanlarda feraset kalmamıştır, bu nedenle İslam
aleminde yukarıda anlattığımız art niyetli insan ve devletler
İslam
ülkelerini
her
yönden
bağımlı
hale
getirmiş,insanlarının çoğunu ekmeğe muhtaç etmiştir.
Yukarıda anlattığımız gibi reenkarnasyon diye bir olay
yoktur.Bu sadece bir hatırlamadır. Kuran-ı Kerimde tekrar
doğuşun olmadığını ispat eden ayetler vardır.
“veya:Allah bana hidayet verseydi,elbette sakınanlardan
olurdum, diyeceği, yahut azabı gördüğünde: Keşke benim
için bir kez (dönmeye ) imkan bulunsa da iyilerden olsam
diyeceği günden sakının.”
Zümer Suresi 57-58
“Hayır (dönmeyeceksin!) Ayetlerim sana gelmişti de sen
onları yalanlamış, büyüklük taslamış ve inkarcılardan
olmuştun.”
Zümer Suresi 59
Yukarıdaki ayetlerde ifade buyrulduğu gibi dünya
hayatını bitirenlere tekrar dönüş izni yoktur.
130
ENERJİ VE IŞIK BEDENLERİNİ KULLANABİLEN
İNSAN-I KAMİLLERİN HAYATLARINDAN KESİTLER
131
Buraya kadar ışıktan hücreye evrenin yaratılışı, ışıktan
hücreye kadar tüm varlığın yaratıcısının sayısız esmasını
sayısız defa tesbih ettiğini, ışıktan hücreye insanın
yaratılışını ve ışıktan hücreye yaratılışının gereği insanın ışık
ve enerji bedenlerini ve bu bedenlerle evrende ve dünyada
seyahat yollarını anlattık.
Şimdi bu yeteneklere sahip olan insan-ı kamillerin,
Allah’ın kendilerine müminliğinin karşılığı mükafat olarak
lütfettiği bu üstün özelliklerin ve yeteneklerin hayatlarındaki
tatbiklerinden pasajlar vereceğiz.
Burada saygımız ve sevgimizden dolayı Peygamberler
Peygamberi, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) Miraç
hadisesinden özet olarak bahsedeceğiz.
Daha önce de kısmen anlattığımız gibi Hz.
Peygamberimizin (s.a.v.) Mescid-i Haram’dan Mescid-i
Aksa’ya, Mescid-i Aksa’dan Sidre-tül Münteha’ya
yolculuğu, ışık ve enerji bedenlerini kullanabilen, maddelere
hükmeden, Allah’ın izniyle güneşin ve ayın dileği karşısında
boyun eğdiği bu mükemmel insanın, diğer insanlara
yaşayarak ve yaparak gösterdiği en büyük örneğidir.
Burada bir daha tekrar edecek olursak Peygamber
efendimizin (s.a.v.) bu yolculuğu dünya zamanıyla çok kısa
bir süre içerisinde gerçekleşmiştir. Çünkü bu yolculuğa
başlayıp bitirdiği süre içerisinde yatağındaki vücudunun
sıcaklığı henüz soğumamıştı. Bu yolculuk esnasında Hz.
Peygamberimiz (s.a.v.) Mescid-i Haram’dan Mescid-i
Aksa’ya enerji bedeniyle saliseler içerisinde gitmiştir.
132
Mescid-i Aksa’dan Sidre-tül Münteha’ya ise ışık
bedeniyle gitmiştir. Miraç yolculuğunda Peygamber
Efendimizin (s.a.v.) varlığında enerji ve ışık bedenlerinin
mucizeleri görülmüştür.
Peygamber Efendimiz ve varisleri olan insan-ı kamillere
hayvanlar da bilinçli olarak itaat eder. Buna örnek olarak;
“Resulullah (s.a.v.) ile, Medine’nin bazı sokaklarında
beraber bulunuyorduk. Bir bedevi’nin çadırı yanından
geçtik. Çadıra bağlanmış bir geyik gözümüze ilişti. Geyik
dedi ki:
-Ey Allah’ın Resulü, bu bedevi beni avladı. Dağda iki
yavrum var. Memelerim sütle doldu. Bir an önce kurtulup
rahata kavuşmam için beni boğazlamıyor. Dağdaki
yavrularıma dönmem için de beni serbest bırakmıyor.
Allah’ın Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Seni bırakırsam döner misin?”
-Evet!Dönmezsem Allah beni sahtekar öşürcüye yaptığı
azapla cezalandırsın! Dedi. Bunun üzerine Allah’ın Resulü
(s.a.v.) onu serbest bıraktı. Çok geçmeden koşarak geldi.
Hemen onu çadıra bağladı. Bedevi elinde bir damacanayla
çıkageldi. Allah’ın Resulü (s.a.v.) ona şu teklifte bulundu:
“Bunu bana satar mısın?”
- Bu senin olsun ey Allah’ın Resulü,dedi. Derhal
Peygamber (s.a.v.) onu salıverdi.
Zeyd b. Erkam (r.a.) dedi ki: Vallahi ben o geyiği, dağda
tesbih ederken gördüm. Şöyle diyordu: “La ilahe illallah!
Muhammed’ün Resulullah”
133
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yüksek özelliklerinden
biri de gezegenlere hükmetmesidir. Bir işaretiyle Allah’ın
izniyle ayı ikiye bölmüştür.bölünen iki parçadan bir parçası
dağın arkasında, diğer bir parçası ise önünde yer almıştır. Bu
mucizeye o zamanın Kureyş halkı şahit olduğu gibi, ayetle
de teyit edilmiştir.
“Saat yaklaştı. Ay (ikiye) ayrıldı.”
Kamer suresi 1
Bu yetenekler, mucizeler Allah’ın sevip, şanını, şerefini
ve ilmini yükselttiği Hz. Peygamber efendimize (s.a.v.)
diğer insanlara örnek olarak gösterilmek üzere lütfedilmiştir.
O’nun güneşe hükmetmesi de şu şekilde olmuştur:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kureyş halkına Miracını,
Mekke’den Mescid-i Aksa’ya gittiğini anlatıyordu Onlar da
O’na Mescid-i Aksa hakkında bazı şeyleri sordular. Derhal
Allah (c.c.) O’na aradaki mesafeyi ve perdeyi kaldırdı,
Mescid-i Aksa’yı açık açık gördü, ona baktı ve onu tam
manasıyla anlattı. Yoldaki kafile hakkında da sordular.
Şöyle buyurdu: “Kafile size, Güneş doğarken vasıl olacak!”
öyle oldu ki kafile gecikti. Bunun üzerine Allah (c.c.) ikindi
vaktine kadar güneşi durdurdu, doğmasını önledi.
İşte Allah’a halife olmak budur. Allah (c.c) kendisine
halife seçtiği kulunun sözünü doğrulamak için evrendeki
düzeni değiştirip dünyanın dönüşünü durdurarak ona yardım
eder.inşallah zamanımızdaki inanan lara da büyük
yardımlarda bulunacaktır.
134
Böyle mubarek insanlar ölüleri de Allah’ın izni ile
diriltirler.
Ebu Bekr b. Ebi’d-Dünya dedi ki:
“Ensar’dan bir genci ziyaret ettik. Çok geçmeden hemen
öldü. Gözlerini kapatıp üstüne elbisesini çektik. Birimiz
annesine:
- Sabret, karşılığını Allah’tan bekle! Dedi. Annesi şöyle
dedi:
- Öldü mü?
- Evet! Dedik. Derhal ellerini göğe kaldırıp şöyle dua
etti:
“Allah’ım, ben sana iman ettim. Resulüne hicret ettim.
Başıma bir musibet geldiği zaman hemen sana dua ettim,
sende o musibeti benden bertaraf ettin. Ne olur yalvarırım
sana Allah’ım bu musibeti bana çektirme!” Hemen
yüzünden elbise (örtü) açılıverdi. Oradan ayrılmadan yemek
yedik. O da bizimle beraber yemek yedi.
Sonra bunu İsa b. Yunus, Abdullah b. Avn ve Enes b.
Malik (R.A)’den rivayet ederek şöyle serdetti:
“bu ümmette üç şeyi müdrik oldum; eğer bunlar İsrail
oğullarında olsaydı, bütün milletler onu paylaşamazdı.
Dedi ki:
- Nedir bunlar ey Ebu Hamza? Şöyle dedi:
“Biz Allah Resulü(s.a.v)’in yanında Suffe’de idik. O’na
bir kadın, beraberinde baliğ olmuş bir çocuğu olduğu halde
muhacir olarak geldi. Kadını kadınlara, erkeği de bize kattı.
Çok geçmeden ona (oğluna) Medine vebası isabet etti.
Birkaç gün hasta yattıktan sonra öldü.
135
Peygamber (s.a.v) gözlerini kapadı, techiz edilmesini
emretti. Vaktaki onu yıkamak istedik, şöyle dedi:
“Annesine gidip durumu bildir.” Hemen gittim ve
durumu bildirdim. Annesi geldi, ayaklarının ucunda oturup,
ayaklarını tuttu ve şöyle dedi:
“Allah’ım, benimle putperestleri sevindirme! Taşımaya
gücüm yetmeyen bu musibeti bana tahmil etme!”
Vallahi, kadın sözü bitirir bitirmez, ayakları oynamaya,
yüzündeki örtüyü açmaya başladı. (dirildi); Resulullah
(s.a.v) ve onun annesi ölünceye kadar o yaşadı.
Azgın devenin kıssası. Peygamber (s.a.v)’e hürmet
göstermesi ve O’na şikayette bulunması:
“Ensardan bir hane halkının su taşıyan develeri vardı. O
bir gün güçlük çıkardı, sırtını onlara teslim etmedi. Hemen
Ensar Resulullah (s.a.v)’e gelip şöyle dediler:
-Bir devemiz var. Üzerinde su taşırız. Bize güçlük çıkarıp
sırtını bizden men etti. Ekin ve hurmalık susuz kaldı.
Allah Resulü (s.a.v) ashabına:
“Kalkın!” diye emir verdi. Hemen kalktılar. Derhal
bostana girdi, -Deve bostanın bir kenarında idi.Peygamber(s.a.v) ona doğru yürüdü. Hemen ensar şöyle
dedi:
-Ey Allah’ın Resulü, o, köpekler köpeği gibi oldu. Sana
saldırmasından korkuyoruz.
“Bana karşı onun bir sakıncası ve zararı yoktur!”
buyurdu.
136
Deve Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e bakınca, O’na
doğru ikbal etti, önünde secde ederek (saygı göstererek)
çöktü. Hemen Allah’ın Resulü onun alın saçından tuttu.
Görülmemiş bir derecede boyun eğdi. Nihayet onu işine
kaldırdı.
Ashabı O’na şöyle dedi:
-Ya Resulullah, bu, aklı olmayan bir hayvandır. Sana
secde ediyor. Bizim de sana secde etmemiz daha uygun
düşmez mi? Cevap verdi:
“Bir insanın bir insana secde etmesi doğru olmaz! Eğer
insanın insana secde etmesi doğru olsaydı, kadının kocasına
secde etmesine –üzerinde hakkı büyük olduğu içinemrederdim. Nefsim yed-i kudretinde olan (Allah’a) yemin
ederim ki, ayağından başına kadar bütün vücudu irin ve sarı
su ile dolup taşan bir yara bulunsa, kadında onu karşılayıp
dilleri ile yalasa yinede onun hakkını ödeyemez!”
Hişam b. Ammar’da şöyle dedi:
-Kardeşim Rebi’b. Hiraş hastalandı. Ziyaret edip
kendisine baktım. Sonra öldü. Onu techiz ve tekfin etmek
için hazırlığımıza başladık. Geri dönüp geldiğimizde, örtüyü
yüzünden açtı ve şöyle dedi:
“Esselamu aleyküm!”
-Ve aleykesselam! Geldin mi? Dedik.
“Evet, lakin sizden sonra Rabbime mülaki oldum. Ben,i
revh ve reyhanla karşıladı. Onu öfkelenmemiş Rab olarak
buldum. Sonra bana yeşil sündüsten elbise giydirdi.
137
Size müjde vermek için kendisinden izin istedim. Bana
izin verdi. Durum işte gördüğünüz gibi… sözün doğrusunu
söyleyin. İlahi emirlere yaklaşın. Müjdeleyin; nefret
ettirmeyin.” Dedi. Bunları söylediği zaman sanki bu sözler,
suya düşen taş gibi gümbürdüyordu…”
Ebu Bekr b. Ebi Şeybe dedi:
“Babasının gözleri bembeyaz olmuş, hiçbir şey görmez
bir halde Allah’ın Resulü (s.a.v)’in yanına çıkıp gitti. Allah
Resulü (s.a.v) ona sordu:
“Ne oldu böyle sana?” cevap verdi:
- Devemi otlatıyordum; yılanın karnına basabildim.
Gözlerim kör oldu.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onun
gözlerine okuyup üfledi, gözleri hemen açılıverdi. Sonra
onu, iğneye iplik geçirirken gördüm, o anda tam 80
yaşındaydı.”
Bir gün Hace, müritleriyle bir köye gittiler. O köye yakın
bir yerde bir deliye rastladılar. Konuştular, dil işi edepsizliğe
döktü. Dile alınmayacak şeyler söylemeye başladı. Hatta,
deli yüksek sesle seni ve sana uyanları maskara ederim
diyecek kadar ileri gitti. Hace bu sözlerden incindi, karın
ağrısı sana dedi ve dönüp geri gitti. Deli Hace’nin peşinden
yürüdü. Bana izin ver dedi. Hace izin verdi. Lakin deli yine
durdu gidemedi. Bir daha izin istedi Hace haydi git dedi,
fakat deli yine gidemedi. Bu hal birkaç kere tekrarlandı.
Hace izin verdiyse de delinin gitmeye kudreti yoktu. Nihayet
deli dedi ki:
- Benim gitmeye kudretim yok, lakin arkadaşlarından
birine emret beni sırtına alsın yerim nere ise oraya götürsün.
138
Hace sordu: hangisini istersin? Deli Emir Hüseyin’i
istedi. Hace Emir Hüseyin’e:
-Yüklen bu adamı ulaştır yerine, emrini verdi ve yoluna
süratle devam etti. Emir Hüseyin deliyi sırtına aldı iki adım
gitmeden baygınlık geçirdi, yere düştü ve ruhunu teslim etti.
Deli bu hali görünce dövünerek, feryat ederek Hace’nin
ardından yetişti ve olup biteni haber verdi. Hace:
-Pek hoş Maşallah. Haydi git onu defneyle. Deli yine
feryat kopararak dedi ki:
-Siz buyurun ben ne edeyim? Hace, deliye iltifat etmedi,
fakat delinin hali bambaşka oldu. Müridler şefaat ettiler.
Delinin küstahlığını affetmesini ve Emir Hüseyin’in
kurtulmasını dilediler. O zaman Hace buyurdu ki:
-Beni ve müritlerimi maskara edecek kimse böyle
kazaları defetsin görelim… Deli yine niyaz ederek Hace’nin
ayaklarına kapandı. Müridler dediler ki:
-Efendim, delinin edepsizliği haddini aştı. Lakin aczini
bildi, suçunu itiraf etti. Bağışlamanızı niyaz ediyoruz. Hace
müridlerin dileğini kabul etti, deliyi bağışladı. Geri döndü,
mübarek ayağını Emir Hüseyin’in göğsüne koydu ve derhal
Emir Hüseyin’in ruhu cesedine geri döndü kalkıp oturdu.
Hace buyurdu ki:
- Ne zaman Emir Hüseyin’in yanına gittim, ruhu
dördüncü kat göğe kadar yükselmişti. Ben Allah’ın izniyle
bu aziz ruhu o yerden alıp cesedine dahil ettim ve deliye de
inayet edip, yerine gitmeye kudret hasıl oldu.
139
Hace, Muhammed Zahid ile bir sahrada oturup
konuşurlarken:
-Kulluğun en yüksek mertebesi, Hak yolunda can feda
etmektir, dedi. Muhammed Zahid can feda etmenin nasıl
olacağını sordu. Hace cevap verdi:
-Hak için öl deseler ölmek.
Bir zaman sonra Muhammed Zahid’e Hak için öl, dedi.
Zahid o anda öldü. Bu hal üzere kuşluktan öğleye kadar
kaldı. Bir zaman sonra yüzü simsiyah oldu. Hace: Ya
Muhammed! Diril, dedi. Muhammed Zahid dirildi ve kalkıp
oturdu.
Hace, Buhara da bir evde müridleri ile oturuyordu. Hane
sahibi yemek malzemesi için üç müridi çarşıya gönderdi.
Her biri alınacak şeyler için birer tarafa gitti. Bu üç müridin
üçü de aynı zamanda ve ayrı ayrı yerlerde Hace’yi gördüler.
Sonra birleştiler, aldıklarını bir araya getirdiler ve
yüklendiler. Derviş Mehmed’e rastladılar. Kıssayı ona
anlattılar. Derviş Mehmed:
-Hace’yi ben de falan yerde gördüm dedi. adamlar hayret
içindeyken, Hace bunlara adam gönderdi. Adam:
-Niçin bu kadar eylendiniz, geç kaldınız diye aramaya
geldim dedi. müritler gelen adama olanı biteni anlattılar.
Adam dedi ki:
-Siz çarşıya gittiniz ben, ev sahibi ve Hace oturduk. Hace
asla ayrılmadı, hatta beni kendisi gönderdi.
Hemen eve vardık bize buyurdu ki:
-Neden çok eylendiniz? Biz durumu Hace’ye arz ettik.
Hace gülümsedi ve buyurdu ki:
-Evliyaullah’dan bu hal sadır olur. Hazret-i Azizan bir
Ramazan on üç yere iftar için davet edildi, hepsine de icabet
etti ve hepsinde isbat-ı vücut etti.
140
Hace bir aziz ile ırmak kenarında Şeyh Seyfeddin
kabrinin karşısında oturmuşlar, velilerin ahvalinden
konuşuyorlardı. Bu konuşma arasında Şeyh Seyfeddin ile
Şeyh Hasan Bulgari’nin arasında geçen kerameti anlattılar.
Aziz dedi ki:
-Velilerin geçmiş zamanda çok tasarrufları oldu. Acaba
bu zamanda onlar gibi tasarruf eden var mıdır?
Hace buyurdu ki:
-Bu zamanda adam vardır ki, bu ırmağın suyuna yukarı
ak diye işaret etse ırmak aşağı değil, yukarı akar. Hace’nin
ağzından bu söz çıkar çıkmaz ırmağın suyu yukarı doğru
akmaya başladı. Hace buyurdu ki:
-Ey su! Ben sana yukarı ak demedim.
Bu kerameti çok kimse gördü ve bu keramet sebebi ile
Hace’nin tasarrufunu nice münkirler kabul edip, saadete
erdiler.
Hace bir kış mevsimi Derviş Hüseyin’e emretti:
-Bu sene çok kış olacak, çok odun lazım.
Derviş Hüseyin hayli odun topladı. Sabahleyin kar
başladı. Aralıksız kırk gün yağdı. Bu tipili, tufanlı günlerde
Hace Şeyh Şadi’yi aldı, Harzem tarafına gitti. Yolda Haram
adında büyük bir ırmak vardı. Irmağın kenarına geldiler.
Hace buyurdu ki:
-Şadi görelim bu suyun üzerinden yürüyüp geçeceksin.
Şeyh Şadi korktu, geçemedi. Hace yine geç diye emretti
Şadi cesaret edemedi. Hace o esnada Şeyh Şadi’ye heybetle
bir nazar etti, Şadi dayanamayıp yere düştü. Kendinden
geçti, sonra kendine gelip kalktı, su üzerinde yürüdü.
141
Hace hazretleri de ardından yürüdü. Böylece koca ırmağı
geçtiler. Hace buyurdu ki:
-Şimdi bak, çizmene su isabet etmiş midir?
Şeyh Şadi baktı; gördü ki ayağı bile ıslanmamış…
Mevlana Saadeddin, Nesef halkının çok sevdiği bir zattı.
Hace bu zata dedi ki:
-Bu gün sizin bağa gidelim. Mevsim kıştı. Bağa gittiler,
bağ çalılık gibi bir manzara gösteriyordu. Hace buyurdu ki:
-Bağınız bu mudur? İster misin bu çalılığı çekici, verimli,
hoş bir gülistan yapalım? Bak bağına…
Saadeddin bağa nazar etti, kış gününde bağ çimen ve gül
bahçesi haline gelmiş… her taraf karla örtülü, Saadeddin
efendinin bağı yemyeşil…
Hace, talebeleri ile bir evin damında oturuyordu. O gün
pek celalliydi. Talebelerine sordu:
-Siz mi beni buldunuz, ben mi sizi buldum?
-Biz seni bulduk.
-Siz beni buldunuz madem ki, bu satıhta dahi bulunuz.
Dedi ve gözden kayboldu.
Talebeler dört bir yanı aradılar taradılar bir türlü
bulamadılar. Aciz kaldılar; biz sizi bulduk, sizin cazibeniz
ve lütfunuz olmasa sizinle müşerref olmaya kimin istihkakı
var?
Talebeler bu kadar özür diledikleri halde Hace meydana
çıkmadı. Bir an geldi, Hace eski oturduğu yerde… müridler
utandılar, hayrete düştüler. Hace'nin bu gizlenmedeki amacı;
vahdet sırrını onlara ifade edip, hakkı bildirmekti.
142
Bir mürid dedi ki:
-Hace bir gün Kasr-ı Arifan’da kendi bağlarında
oturuyordu. Bir ağaca sırtını vermişti. Bir zaman sonra
kendilerinde bir heybet oluştu Ben bu heybet ve dehşetten
bayılıp olup yere düştüm. Bir müddet sonra kendime geldim.
Gördüm ki Hace, bahçedeki havuzun etrafında dönmektedir.
Sonra bir elma ağacını kucaklayıp durdular. Dikkat ettim,
vücutları öyle büyüdü ki bağı doldurdu. Nereye baktımsa her
taraf Hace hazretleri ile dolu idi. Sonra yine gördüm ki
mübarek cisimleri küçülmeye başladı. O kadar küçüldü ki
vücutlarından eser kalmadı. Biraz sonra da mübarek
cisimleri yine görünmeye başladı ve asıl hali, tabii vücudu
ne ise nihayet o hale geldi. Fakat yine o elma ağacını tutup
dururlardı. Ben hayrette kaldım Hace buyurdu ki:
-Azizlerden böyle haller zuhur eder.
Şeyhülekber Muhiddin Arabi şöyle buyuruyor:
-Seyahat için Endülüs’ten çıkarken benim üzerime,
benim için ve benden sudurunu taktir ettiği zahiri ve batıni
halleri ömrümün sonuna kadar bana göstermesi, müşahede
ettirmesi için Hak Sübhanehu ve Teala Hazretlerine
yalvardım. Tazarru ve niyazda bulundum. Hak Teala duamı
kabul buyurdu. Bana gayb alemini açtı ve bana bir çok
acayip haller gösterdi. Ben bunun için kıyamete kadar gelen
kutupları isim ve soylarıyla açıklayabilirim fakat her asrın
halkına muhabbet ettiğim için onu gizledim. Zira bilinen,
aşikar olan şeye itirazda bulunmak kişiyi küfre götürür.
143
Hazret-i Mevlana bir Ramazan ayının başlarında ortadan
kaybolmuş, her ne kadar aramışlarsa da bulamamışlar.
Bütün müridan, yaran, fukara hayret edip firaka düşmüşler.
Ahali Mevlana hazretlerini gece gündüz aramaya devam
edip acaba nerede riyazete girdi, nereye çekildi diye hep
arayıp sormaya devam ederlerken bayram günü bahçe
kapısından Hazret-i Yusuf aleyhisselam gibi çıkıp
görünüvermiş. Ashabın gözleri Mevlana’nın mübarek
cemalini görünce çok memnun ve mesrur olup Cenab-ı
Allah’a hamd-ü senada bulunmuşlar.
Ahmed El-Rufai Hazretlerinin üstün vasıflarından
örnekler;
Ahmed el-Rufainin Hz.lerinin türbedarı
anlatıyor;
Bir gece Seyyid Ahmed er-Rufai nin türbesinde kaldım.
Daha evvelce türbedar bana vuku bulan heybetten gece
burada kalıp uyuyamayacağımı söylemişti. Fakat ben
türbedarın böyle söylemesine ehemmiyet vermedim. Ve
Cenab-ı hakka tam bir tevekkülle yattım. Yatsı vakti olunca
türbenin kapısı büyük bir gürültüyle açılıp kapandı. Bir
müddet sonra yanıma birisinin gelip oturduğunu hissettim. O
kimse bana dedi ki:
-Bu gece mübarek bir gecedir. Kur’an okumaz mısın
beraber okuyalım . Bende:
Peki dedim. Surey-i Nahl’den Surey-i Necm’e kadar
beraber okuduk sabah yaklaşmıştı. O zat iki çörekle iki kap
getirdi birinde süt öbüründe bal vardı. Doyuncaya kadar
yedim. O zat birdenbire kayboldu, sabah da olmuştu. O zatı
aradım fakat birtürlü bulamadım sonra türbedar geldi:
bütün gece aklım sende kaldı,
144
Bütün gece aklım sende kaldı, burada uyumaya kimse
asla muktedir olamaz dedi.
Ben kıssayı anlattım türbedar dedi ki :
Gelip seninle Kuran-ı Kerim okuyan ve sana yemek
getiren Şeyhimiz Seyyid Ahmed-er Rufai Hazretleridir.
Seyyid Rufai Hazretleri buyuruyorlar ki:
Kul hallerden birisine karar kılar ve hak teala’nın
yakınlık makamına yerleşirse; himmeti yüce olur. Ve yedi
semayı yarar kendisine yollar açılır. Yer ayağında bir halka
kadar ufalır ve Allah’ın sıfatlarında bir sıfat olur.
Yakınlarından biri şöyle anlatıyor:
Bir gün Hazret-i Rufai’nin halvethanesinin kapısında
oturmuştum,onun önünde bulunan bir kimsenin avazını
işittim, otarafa dönüp baktım, önünde bir kimse oturuyordu
fakat onu kimse görmüyordu.
Hz. Rufai ile bir müddet konuştu, sonra bahçenin
duvarından geçti,hafiften gelmiş gibi havadan uçup gitti.
Ben Hazreti Rufainin önüne vardım: bu şahıs kimdi?
Diye sordum.Hz.Seyyid bana;
_sen onu gördün mü?diye sordu,ben evet gördüm diye
cevap verdim . seyyid dedi ki;
“O öyle bir kimsedir ki Hak Teala deniz sahasına onu
memur kılmıştır. Kırklardan biridir. Fakat üç gündür ayrı
kamış uzak düşmüştür, bunu kendisi de bilmiyor.”
Ben: uzak düşmesine sebep ne oldu? Diye sordum.
Seyyid dedi ki;
Kendisi körfezlerden birinde oturuyor. Oraya üç gün
gece ve gündüz yağmur yağdı. “İçinden keşke bu yağmur
bahçe bağlara yağsaydı” diye geçirdi.
145
Sonra tövbe etti, işte hatırından o şekilde geçirmesi ayrı
düşmesine sebep oldu. Ben :
-Ya Seyyid uzak düştüğünü ona bildirdiniz mi?
Seyyid:
-Hayır bildirmedim buyurdu. Ben utandım:
-Eğer emir buyurursanız haber vereyim dedim.
Seyyid:
-Bildirmek ister misin? Dedi. Ben: İsterim,dedim.
Bana:
Başını yakanın içine çek! Diye emir buyurdu.
Ben hırkamı başıma çektim.Kulağıma:
Ya Ali başını çıkart! Diye bir ses geldi.
Başımı hırkamdan dışarı çıkardım:
Kendimi körfezdeki adalardan birinde buldum.Hayran
kaldım. Bir müddet gittim; o kimseyi gördüm. Selam verip
kıssayı anlattım, bana dedi ki:
Sana ne söylersem tutacağına söz verir misin? Ben ne
söylerse tutacağıma and içtim. Bana:
Hırkamı boğazıma tak, yeryüzünde gezdir ve Hak
Tealaya itiraz edenin cezası budur, diye bağır dedi.
Ben yemin ettiğim için hırkasını boğazıma geçirdim ve
istedim ki onu tutup gezdireyim.
Hafiften:
Ey Ali onu bırak! Okyanusun melekleri onun için
ağladılar, üzüldüler. Ve Allah-ı Teala ondan hoşnut oldu.
Diye bir ses geldi. Ben sesi işittim, bayıldım, ayılınca
kendimi dayımın önünde buldum ve nasıl gidip geldiğimi
bilemedim.
146
Bir insan-ı kamilin beyitlerinden, üzerinde tefekkür
etmeniz ve bir insan-ı kamilin hangi mertebelere
ulaşabildiğini anlamanız için sizlere burada bir demet
sunmak istedik.
Beşeriyet şeklinde ya Rab bekletme beni
Mecazi sözler ila ya Rab söyletme beni
Tez tez göster zatını ya Rab özletme beni
Değirmenci kurban bu dahi sana az geldi
Dakikada otuz yıllık iş gördüm
Dakikada otuz yıllık kış gördüm
Tayyi zamanı mekan ile kuş oldum
Değirmenci kurban bu dahi sana az geldi
Rüyamda Kabe’yi görmemle başladı
Ravza-yı Enbiya’ya girmeyle başladı
Her gün bin ilde gezmeyle başladı
Aslını anladım, halde az geldi
Denizde yürüdüm karada gibi
Tayyi zaman mekan yaptım burada gibi
Halk olmuş mahlukat koynumda gibi
Tarifi görünce haller az geldi
Dünya ömrü kadar yaşlar yaşadım
Yazlar ile nice kışlar kışladım
Ruhani Miracımla işe başladım
Sahibini görünce haller az geldi
147
Sanki benim komşumdur huri kızları
Ay ile güneş bendedir, kış ile yazları
Bazen bende doğar enbiya sözleri
Aslını görünce haller az geldi
Vücudum bir değil yedi insanım
Yedi yerde zikir etmektedir lisanım
Her vücut bir ilde eder seyranım
Enfüsu görünce afak az geldi
Bir vücudum hiddet eder gazpla
Bir vücudum haya eder edeple
Bir vücudum miraç eder mihrapta
Bir vücudum gark oldu zata sema az geldi
Benimle devreder ay ile güneş
Benimle beraber Hint, Rum, Habeş
Çok ilde imam, berberde traş
Olduklarım çoktur bu dahi az geldi
Otuzüçbin alem bende doğmuştur
En ednası ay ile şems olmuştur
Kaç vücudum arz-ı sema kurmuştur
Aslını anladım yollar dahi az geldi
Levh-i mahfuz, ruh-u azam bendedir
Bende halk olmuş cümle alem dünya benim bedenim
Kendi elimle hazırladım,hazırdır her an kefenim
Tayyi mekan zamandır hallerim bunlar dahi az geldi
148
Başta Peygamber Efendimiz (sav) olmak üzere, insan-ı
kamillerin hayatlarından kısa örnekler vermeye çalıştık.
Bunları okuyucularımızın üzerinde düşünüp, insanın nasıl
üstün yeteneklerle yaratıldığını bir daha anlamaları için
aktardık.
İnsan-ı kamilin Allah’ın izniyle ölüleri diriltmeleri,
birkaç bedende birkaç yerde görünmeleri, tabiata hükmedip
fiziksel kuralları ters yüz etmeleri (suyun yukarı akması ve
suyun üzerinde yürümek gibi), ağaçlara, bitkilere tesir
etmeleri, kışın ortasında bitkileri canlandırmaları, durdukları
yerde kaybolabilmeleri ve fiziksel bedenlerini büyültüp
küçültebilmeleri; Allah tarafından, Allah’ın sevip yücelttiği
kullarına kendi dilemesiyle verilmiş yetkilerdir. Bu
insanların bunların dışında burada sayamadığımız daha bir
çok üstün yetenekleri vardır.
İnsan-ı kamillerin bu yeteneklerini kullanabilmeleri için
önce Allah’ın dilemesi gerekir. Sonra insan-ı kamiller izinli
olarak bu yeteneklerini kullanabilirler. Bunu Kuran’ı Kerim
şu şekilde destekliyor.
“Sizler ancak Rabbinizin dilemesi(izin vermesi)
sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi
bilendir, hikmet sahibidir.”
İnsan suresi 30
“Alemlerin Rabbi dilemedikçe siz dileyemezsiniz.”
Tekvir suresi 20
Bu üstün yetenekler insan-ı kamil makamına çıkan bütün
insanlara lütfedilir. Bu insanlar geçmiş ve gelecekte bizzat
bulunup haber verebilirler.
149
İnsan-ı kamillerin geçmiş ve gelecekte bizzat
bedenleriyle bulunup dördüncü boyut olan zaman boyutunu
emirleri altına alıp zamana hükmetmeleri ve bilgi vermeleri,
gaybdan haber vermek değildir.
Burada çok tartışılan gayb konusuna, konunun
anlaşılması için açıklık getirmemiz gerekiyor. Küresel bir
biçimde genişleyen evrenin, genişlediği en uç noktasından
diğer en uç noktasına kadar olan küresel sınırlar içerisinde
yaratılan her varlığın bilgisi ve nimetleri insanın emrine
verilmiştir. İnsanın bu sınırlar içerisinde gezip dolaşabilmesi
için Allah (c.c.) onlara zaman boyutunu da kullanma
yetkisini verir.
Saniyede 300.000 kilometre hızla hareket eden ışığın,
evrenin küresel bir sınırından (evrenin merkezinden
geçerek) diğer bir sınıra ulaşabilmesi için milyonlarca ışık
yılı ile yol alması lazımdır. Adem a.s. dan kıyamete kadar
gelecek olan insanların ömürlerini uç uca eklesek bile
fiziksel bedendeki insanın bu seyahati yapması mümkün
değildir. Bu sebepten Allah (c.c.) enerji ve ışık bedenini
kullanabilen insan-ı kamile zaman boyutunu, fiziksel
bedenlerdeki ihtiyaçları gideren hava ve su nimeti gibi,
nimet olarak emrine verir. Ve insan-ı kamilin zaman
boyutunu da kullanarak evrenin sınırları içerisinde verdiği
haberler gayb haberleri değildir. Gayb sidret-ül münteha
noktasının ötesidir. Evrenin sınırları içerisinde bulunan her
varlık fiziksel yapıya sahip olduğu için sidret-ül müntehadan
öncedir. Çünkü fiziksel yapıdaki evren yaratılışın altıncı
aşamasında bulunmaktadır. Sidret-ül müntehanın ötesi ise
Allah’ın zatından zatına tecelli etmeden önceki ama
konumudur. İşte bu gaybtır. Ve biz bunu bilemeyiz.
150
Bununla beraber Allah (c.c.) dilerse gaybın bilgilerini de
dilediği kuluna verir. Bunun en büyük örneği Peygamber
Efendimizin (s.a.v.) miracıdır. Miraçta Peygamber
Efendimiz sidret-il müntehanın ötesine geçmiştir. Gaybın
bilgilerinin bizzat Allah (c.c.)’ın kullarına verebileceğini
Kuran’ı Kerim’de Tekvir suresinin 24. ayeti ispat ediyor.
“O, gaybın bilgilerini (sizden) esirgemez.”
Tekvir suresi 24
Allah (c.c.) yukarıdaki ayette ifade buyurduğu gibi
gaybın bilgilerini insan-ı kamil makamına çıkan
halifelerinden esirgemez. Ve Allah (c.c.) bu kullarına
yaratılıştan kıyamete kadar geçen tüm olayların ve ilimlerin
bilgilerini verdiği gibi yaratılıştan kıyamete kadar geçecek
zamanın içerisinde de istediği tarihe gidip gelme iznini de
vermiştir. Burada verilen bilgiler gayb den değildir. Gayb
yukarıda tarif ettiğimiz gibi sidret-ül müntehanın ötesidir.
Önceki konularda anlattığımız gibi Allah (c.c.) insanı
kendi yaratılışına ve evrenin yaratılışına şahit tutmuştu. Bu
şehadet ile insanlar yaratılıştan kıyamete kadar olmuş ve
olacak olayların, vücuda gelmiş her varlığın bilgisini daha o
zamanda iken almışlardı. Yaratılıştan kıyamete kadar bütün
bilgilere sahip olan insanın geçmişten ve gelecekten haber
vermesi gayb değildir. Düne ve yarına gayb diyenler daha
önce de kaydettiğimiz aşağıdaki ayete ters düşerler.
“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz
diye Rabbin Adem oğullarından,onların bellerinden
zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi
ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), evet (buna)
şahit olduk, dediler.”
A’raf suresi 172
151
KUR’AN İLİMLERİNİN ÇAĞINDA, KUR’ANIN
ORTAYA KOYDUĞU YENİ ÇAĞ AÇACAK BİLİM
DALLARI
152
Önümüzdeki yıllarda başlayacak olan Kur’an ilimlerinin
açığa çıktığı çağda, insan-ı kamillerin çağın ihtiyacı olarak
açığa çıkaracağı bilim dallarını şu ana başlıklar altında
toplayabiliriz.
1- Tıpta açılacak olan yeni bilim dalı
2- Bio-elektronik bilim dalı
3- Uzay teknolojileri bilim dalı
Şimdi tıpta açılacak olan bilim dallarının içeriği hakkında
kısaca bilgi verelim;
Günümüzdeki tıp’la uğraşan bilim adamları organ nakli
konusunda çok zorlanmaktadırlar. Organ bekleyen hastalar
da mağdur olmaktadırlar. Çünkü insanlardaki D.N.A. larda
bulunan bilgilerin sıralaması her insanda değişik olduğu için
doktorlar hastaya uygun organ bulabilmek için, hastaya
yakın akrabalarının D.N.A. larındaki bilgilerin sıralaması
tamı tamına uymasa bile (uyması mümkün değildir)
benzerlik teşkil ettiklerinden, akraba organı beklemektedir.
Örneğin; böbrek bekleyen bir hasta için nakledilecek olan
böbrek alındığı vücudun D.N.A. bilgileriyle donatıldığı için
o vücuttaki görevlerini D.N.A. lardaki almış olduğu emirler
sıralamasına uyum sağlamıştır. Ve vücutla böbrek
senkronize bir çalışma içerisindedir. O böbrek yakın akraba
olsa bile nakledileceği vücudun D.N.A. larında alacağı emir
sıralamasına uyum sağlaması çok zordur. Çünkü böbrek asıl
vücudunda saniyede 500 emir alıp yerine harfiyen
getiriyordur. Yakın akrabaya nakledildiğinde böbrek o
vücudun D.N.A. sındaki gelen 500 emrin ancak 50 ile 100
tanesini yerine getirir. Bu da birkaç yıl içerisinde o böbreğin
de iflası demektir.
153
Hastanın kaybedilmemesi için ve böbreğin nakledildiği
vücut çerisinde tam bir uyum içerisinde çalışması için
böbreğin hafızasının tamamen boşaltılması lazımdır. Yani o
böbreğin daha önce hiçbir emir almamış gibi bir konuma
getirilmesi gereklidir.
İşte bu konuda çığır açacak insan-ı kamiller ortaya
koyacakları tıp teknolojisinde bu sorunu şöyle çözeceklerdir.
Bunun yollarından biri; bio-elektronik cihazlarla (bu
cihazların çalışma prensiplerini ileride yayınlayacağımız
kitabımızda
yayınlayacağız.)nakledilecek
böbreğin
hafızasını sildikten sonra böbrek nakli bekleyen hastaya
takılacak ve o böbrek yeni vücudundaki D.N.A. lardan
gelen saniyedeki 500 emri hafızasına yerleştirip o vücuda
tam bir uyum sağlayacaktır. Ve böbrek hastalarına yakın
akrabalardan böbrek nakli şartı ortadan kaldırılacaktır. Bu
sistem diğer arızalı olan hassas organlara uygulanabilir.
Kur’an-ı Kerimde insan uzuvlarının hafızalarının
bulunduğunu kanıtlayan ayetler vardır:
“Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve
derileri işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik
edecektir.”
Fussılet Suresi 20
“ Derilerine : Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?derler.
Onlar da : her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. İlk
defa sizi o yaratmıştır. Yine O’na döndürülüyorsunuz,
derler.”
Fussılet Suresi 21
“ Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de
derilerinizin
aleyhinize
şahitlik
etmesinden
sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın
bilmeyeceğini sanıyordunuz.”Fussılet Suresi 22
154
Yukarıdaki ayetlerde anlaşıldığı gibi insan uzuvlarının
kendilerine ait bilgi depoladıkları ve insanın DNA larında
almış oldukları bilgileri yerleştirdikleri hafızaları vardır.
Çünkü hafızası ve bilgisi olmayan hiçbir varlık konuşup
şahitlik edemez belki ayette belirtilen uzuvlarımızın
konuşmaları bizim anladığımız manada ağzın ve dilin
oluşturduğu kelamlardan olmayacaktır. Ama o uzuvlardan
dile gelen bu bilgilerin bir hafızada depolandığı gerçektir.
işte yeni çağın yeni bilim dallarını ortaya koyup
geliştirecek bilim adamlarından tıp ilmiyle uğraşanlar
uzuvların hafızalarından hastalıkların tedavileri için çok
faydalanacaklardır.
Burada birazda elektroniğin yönünü değiştirecek ve
zamanımızda İnsan-ı Kamiller tarafından insanların
faydalanmaları
için
ortaya
konacak
bio-elektirik
teknolojisinden bahsedelim. Bilindiği gibi elektronik
cihazlar bundan elli yıl önce elektronik lambalarla çalışırdı.
Bu sistemle çalışan bir bilgisayar onlarca metrekare alana
ancak sığdırılırdı. Daha sonra icat edilen transistörler
sayesinde elektronik cihazlar çok küçültüldü, entegrelerin
icadıyla da elektronik cihazlar mikro seviyelere indiler.
Transistörler ve entegrelerin çalışması evrenin yapısında
olduğu gibi alternatifliği gerektirir. Bir transistor ün yapısı,
göreceği işe ve aldığı elektirik akımını yükseltme veya
düşürme pozisyonlarına göre, pozitif-negatif-pozitif ( PNP)
veya negatif-pozitif-negatif (NPN) dir.
Entegreleri meydana getiren yapı transistor leri meydana
getiren yapıyla aynı alternatifliği içerir.
155
Yalnız bir entegre yüzlerce transistor ün işini görür.
Bio-elektronik bir transistör de ise (PNP) yapı, yani
pozitif yapısını meydana getiren maddesi pozitif yüklü
hücrelerden elde edilir.negatif yapıyı meydana getiren yapı
ise negatif yüklü hücrelerden elde edilir. Böyle bir yapıda
imal edilen transistör veya entegreler takıldığı sistemlerde
kendi üzerlerinden geçen bütün bilgileri hafızalarında
tutarlar ve oluşturdukları elektronik sistemlerdeki oluşacak
arızalarda kendi kendini onarma yeteneklerine sahip olurlar.
Yani bu zamanda ilim adamları cihazlara yada makinelere
şekil vermekle kalmayıp onlara kendi kendilerini onarma
yeteneklerini de vereceklerdir.
Bu sistemler en çok zamanın gereği olarak uzay
teknolojilerinde kullanılacaktır. Uzay teknolojisinde
kullanılacak olan araçlar petrole bağımlı kalmayacaklardır.
Yerden fırlatılan füzeler gibi yerçekimini yenmek için
binlerce ton yakıta ihtiyaç duymayacaklardır. Çünkü bu
araçlarda hareket ettirici hızlandırıcı ve durdurucu olarak
evrendeki gezegenlerin çekim güçleri kullanılacaktır.
Bilindiği gibi gezegenlerin ağırlık ve kütlelerine göre ayrı
ayrı şiddette çekim güçleri vardır. Bu çekim güçleri
elektronik sistemlerle çoğaltılabilir ve azaltılabilir. Bu
sistemler akıllı maden alaşımlarından yapılmış yeni taşıyıcı
araçlara monte edilerek dünyanın yerçekiminden gideceği
gezegenin yerçekimleri arasında kolayca, bir gram yakıt
almaksızın gidip gelebileceklerdir. Bu konuya işaret eden
ayetler de vardır.
“Onlar için, bunun gibi binecekleri başka şeylerde
yarattık.”
Yasin Suresi 42
156
Yukarıdaki ayette yeni yeni icat edilecek taşıma
araçlarının teknolojisi verilmiyor ama bu tür araçların icat
edileceğinin işaretleri mevcuttur. Kısmen anlattığımız bu
teknoloji evrende seyahat için gerekli olan “sultan gücün”
ikinci aşamasıdır. İnsan-ı Kamilin enerji bedeniyle evren
içerisinde belirlenen yollarda seyahat edebileceklerini
anlatmıştık. İnsanın enerji veya ışık bedeni insana verilen
“sultan güç” tür. Önümüzdeki yıllarda bu sultan gücü
kullanabilen insanların
yetiştirilerek çoğalacağını
belirtmiştik. Haliyle insanların büyük bir kısmıda bu
mertebeye ulaşamayacaklardır. Bu mertebeye ulaşamayan
insanların, gezegenler arası yolculuklarda İnsan-ı Kamillere
ve yeni teknolojiyle yapılmış bineklere ihtiyaçları olacaktır.
Ancak o zaman iki sultan güç sayesinde dünyadan başka
gezegenlere, belki de ekolojik dengesi bozulmamış bakir bir
gezegene insanlık topluca hicret edecektir.
“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin
çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin.
Ancak büyük bir güçle (sultan güç) çıkıp gidebilirsiniz.”
Rahman Suresi 33
Yukarıdaki ayette bahsi geçen “göklerin ve yerin
çerçevesi” nin, dünyayı saran enerji tabakası (kaf dağı)
olduğunu açıklamıştık. Allah (c.c) bu sınırı geçme ye izin
vermiştir. “gücünüz yetiyorsa geçin” emri ile insanları
evrenler arası seyahate teşvik etmişlerdir.
Bu sınırları toplu olarak geçmek, İnşallah önümüzdeki
yıllarda İnsan-ı Kamillerin yetiştireceği, Asırlarca, dünyaya
öncülük etmiş bizim insanlarımıza nasip olacaktır.
157
Bu sayfaya kadar anlatmak istediğimiz fiziksel
bedenlerde dünyaya imtihan için indirilmiş kullarından, bu
kısacık hayatlarında Yaratıcısının istediği derecelerle
yükselip insan-ı kamil mertebesine ulaşıp halifelik görevini
üstlenmesidir. Allah (c.c.) kullarının fiziksel bedenlerde
ebedi kalmalarını dilememiştir. Bu sebepten onların dünya
hayatında iken bu bedenlerden kurtulup ebedi hayata
geçmelerini murad etmiştir.
Dünya hayatında ebedi hayatı kazanmak için çok
çalışmak gerekir. İnsan ahlakıyla, davranışlarıyla, çevresine
faydalı olmakla birlikte kendi varlığında Allah’tan zerre
kadar ayrılmadan sabırla, acele etmeden ve yine Allah’tan
isteyerek çalışmalıdır. İnsan yaratılışı gereği acelecidir. Bu
duyguları frenleyerek hedefe ulaşmaya çalışmalıdır.
“İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır. Size ayetlerimi
göstereceğim. Benden acele istemeyin.”
Enbiya suresi 37
Bunun için Allah’ın gösterdiği yolda ilerleyip Kuran’ı
Kerimin ayetleri üzerinde çok çok tefekkür etmek gerekir.
Bu tefekkür insanın ilmini arttırdığı gibi yaratıcısına an be
an yaklaştırır.
“İşte böylece biz o Kuran’ı açık seçik ayetler halinde
indirdik. Gerçek şu ki Allah dilediği kimseyi doğru yola
sevkeder.”
Hac suresi 16
Tefekkürle Allah’a kavuşan insan O’nun lütfuyla ilk
yaratılışını hatırladığı gibi, ilk yaratılışındaki almış olduğu
ilimleri de hatırlar.
158
İlmini hatırlayan insan-ı kamil kendi varlığının Allah’a
olan secdesini görür ve tesbihatını duyar. Sonra evrende var
olan her varlığın secdesini görür, tesbihatını duyar. Allah
(c.c.) insanları bu noktalara çıkmaları için teşvik eder,
yardımda bulunur. En büyük yardımlarından bir tanesi de
tefekkürle o kuluna lütfedilir.
“Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar,
güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların
bir çoğu Allah’a secde ediyor; bir çoğunun üzerine de azap
hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu
değerli kılacak bir kimse yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini
yapar.”
Hac suresi -18Yeni kitaplarda buluşmak üzere Cafer İskenderoğlu
www.caferiskenderoglu.com.tr