HİRE237 Halkla İlişkiler ve Reklamcılık için Sosyal Psikoloji Notlar 1 Kültür Nedir? Nermi Uygur’a göre: Kültür; kuşbakışı bir yaklaşımla, insanın ortaya koyduğu, içinde insanın varolduğu tüm gerçeklik demektir. Öyleyse kültür deyimiyle, insan dünyasını taşıyan, yani insan varlığını gördüğümüz herşey anlaşılabilir. Kültür, doğanın insanlaştırılma biçimi, bu insanlaştırmaya özgü süreç ve verimdir. Kültür, insanın kendi evinde duymasını sağlayacak bir dünya ortaya koymasıdır. Teknik, ekonomi, hukuk, estetik, bilim, devlet, yöntem- insanın meydana getirdiği herşey kültüre girer. Örgütler, dernekler, kurumlar, okullar, tüm kendilerine ilişkin şeylerle birlikte kültüre dahildirler. İnsanlar arasındaki her çeşit karşılıklı etkileşmelere, her türlü yapıp yaratma alışkanlıklarına, bütün maddi ve manevi yapıt ve ürünler de kültüre dahildir. Dil & Söz Nedir? Sassure'e göre: Dil, tek tek bireyleri değil, bütün toplumu ilgilendiren bir olaydır; bireyüstü bir dizgedir, bir soyutlamadır. Buna karşılık söz, dil dizgesinin özel ve değişken gerçekleşme biçimidir, yani dilin somut kullanımıdır. Dil toplumsaldır (bellek olgusu). Söz bireyseldir (yaratma olgusu). Kültür & Dil İlişkisi Nermi Uygur’a göre: Dile kültür açısından bakacak olursak, ortaya çıkan genel görünüş şudur: Dil, kültürü hem kurar hem geliştirir: genellikle toplumsallaşmayı da toplumsallaşmayla birlikte tarihsel sürekliliği de sağlamakla insan varlığını eksiksizce olanaklı kılar dil. Temel Kavramlar Sosyal Psikoloji: Kişinin, sosyal bağlamı, ilişkileri ve öteki’lerle etkileşimi içinde çalışılmasını inceleyen bilim dalı. Hepimiz sosyal hayvanlarız (her zaman- zaten sosyaliz). Birbirimizle etkileşime ve iletişime giriyoruz: İlişki örüntüleri (akraba, arkadaş, toplumsal cinsiyet, cinsiyet, ırk, milliyet, yerellik, duygudaşlık...) Görüşmeler Sözleşmeler, Vaatler Gruplar Degiş-tokuşlar Sosyal Etkileşim: Sosyal etkileşim, fiziksel sosyal kültürel bağlamlar içinde gerçekleşir Rol & Aktör: Toplumsal rol aynı bir film ya da oyun senaryosundada kendine düşen kısmı oynamaya benzer. Senaryo: Herşeyin beklendiği ve düzenlendiği gibi planlandığı sekanslar biçimi. Sosyal aktörler kendi rolleri doğrultusunda kendi repliklerini bilirler. Sosyal roller karşılıklıdır: her zaman bir başka kişiyle ilişki içinde oluşur/sınırlanır. Roller ikişerli gruplar halinde oluşur. Rollerimizi nasıl öğreniriz? • Taklit ederek ve örnek alarak • Hayatta sadece kendi rollerimizi öğrenmiyoruz. • Arıca başka insanların rolleri hakkında da oldukça fazla şey öğreniyoruz. • Öteki rollere dair örtük bilgileri uygulayarak. Şema: Sosyal etkileşim bir bağlam içinde gerçekleşir, ve bu bağlam, kısmen sosyal şema formu içinde deneyimlenen ve kayıtlı olan eski sosyal deneyimlerimizden oluşur. • Rol şeması: çerçeveler, bazı türden verili sosyal ilişkilere göre diğer insanlarla baş etmeye çalışırken kullanılır. • Kişi şeması: bir başka kişiye —onların mizaçlarına, hoşlandıkları ve sevmediklerine— yönelik anlayışımızın nasıl ortaya çıktığı ve özümsendiğine dairdir. • Benlik/Kendilik şeması: kendimize dair algımızı sürekli uyarlamak ve değiştirmek ve kendimizi kurmak için, nasıl olduğumuz, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığımıza dair bir resim inşa etmemiz. Şema, sadece hareketlerimize rehberlik etmez. Aynı zamanda bilme yetimizi de yönlendirir. Hangi şema ya da senaryoya dayanıyorsak, olayları da ona göre hatırlarız. Başkalarının bizi nasıl gördüğü: kendimiz hakkındaki önemli bilgi kaynağıdır. • Benzerler grubu: bize benzeyen insanlarla oluşturduğumuz gruplar (mesela akranlar) (grup içinden vs. grup dışından) • Referans grubu: uygun davranışı gösteren ve bize örnek olabilecek insan topluluğu. Ait olduğumuz sosyal gruplarla özdeşleşmeye yatkınız ve bu özdeşleşmeler, bizim diğer insanlarla kurduğumuz etkileşim biçimlerinin önemli bir kısmını biçimlendirir. Başkalarıyla tek tek, yazılmış rolleri canlandıran bireylermişiz gibi etkileşime girmeyiz. Dolayısıyla, sosyal kimliklenme burada devreye girer. • Etnosantrizm: Başkalarını kendi kültürünün standartlarına göre yargılamak (Örneğin, cinsiyetçilik, heteroseksizm, ırkçılık, milliyetçilik, oryantalizm, yaşa göre ayrımcılık, etçilik). Geleneksel psikoloji ve sosyal psikolojinin etnosantrizmi: Sadece dar bir alandaki insan deneyimi ile ilgilendi, ki bu insan beyaz, orta sınıf, Kuzey Amerikalı’ydı. Kişiliğin batılı kavramları vs. diğer kültürlerdeki kişilik kavrayışları. Bu alanda yapılan çalışmaların/araştırmaların çoğu dünyanın diğer büyük kısmındaki insanlar için geçerli değil. Araştırmacının, kültür, kimlik ve etnosantrizm gibi sorunları ihmal etmenin araştırmanın sonuçlarını etkileyebileceğinin farkında olması önemlidir. Etnosantrizm araştırmacılar tarafından her zaman bilinçli olarak benimsenmez. Bilinçsizce benimsenen etnosantrizm de vardır: özneler hakkında geçerliliği olmayan varsayımlarda bulunmak araştırma sorularını da etkiler. Araştırmacıların bulgulara dair yaptıkları yorumları etkiler. Öyleyse, toplumsal araştırmayı kültürel olarak taraflı mı, etnosantrik mi gibi sorular bakımından yakından irdelemeli ve bunların araştırma sonuçlarını nasıl etkilemiş olabileceğinin farkında olmalıyız. Deneyci Etkileri Bir psikolojik deneyde deneycinin inançları ve düşünceleri deneklerin davranışlarını etkileyebilir—bu denekler hayvan bile olsa. “Labirent akıllısı” soydan gelen fareleri “labirent aptalı” soydan gelen farelerle yarıştıran labirent öğrenimi deneyini hatırlayalım. Kendi Kendini Gerçekleştiren Kehanet Deneyciler sadece ne olacağı hakkında kehanette bulunarak sonucu belirlemişlerdi. Kuşkusuz böylesi bir sonuç araştırma düşüncesinin temelini hepten dinamitler. Araştırma yapmamızın nedeni sonucu önceden bilmeyişimizdir. NOT: Bu kısımda Pizarro’nun 100 kişilik süvari birliği ile İnka topraklarına girişi ve İnkaların, Portekizliler’i eski dini kehanetlere göre standartlaştırdıkları örneğini hatırlayın. Özne: Sosyal Psikoloji’de “araştırma nesnesi”nin nesne olmayıp özne(ler) olduğuna dikkat edelim. Özne her zaman insane olmayabilir, bazen hayvanlar da özne olabilirler. Fillerin nostaljik bir eylem olarak ölülerini ziyaret etmesini anımsayın. Eylem Araştırması incelediğimiz olaylar üzerinde etkide bulunmamamızın ne pratik ne de gerçekci olmadığı kavrayışı üzerine kuruludur. Dolayısıyla araştırmacı süren başka sosyal olayların yanısıra bu etkiyi de incelemelidir. Sosyal psikoloji araştırmalarına katılanlar artık daha çok bütün bu toplumsal sürecin ortakları ya da paydaşları olarak görülmekte ve daha az olarak davranışı gözlenecek, yönlendirilecek, ölçülecek denekler olarak görülmektedirler. Sosyal ve İnsan Bilimleri çalışanlar kendilerinin incelediklerinin dışında olduğunu varsayamazlar. Kendileri de incelediklerinin bir parçasıdırlar. Aynen inceledikleri insanlar gibi onlar da birer ortak ya da paydaştır. Benlik Kavramı Başkalarının hakkımızda ne düşündüğüne dair inancımız kendimiz hakkında ne düşündüğümüzü belirlemede çok önemli rol oynar. Benlik, doğrudan sembolik etkileşimi de içeren toplumsal deneyimin içinden doğar— ve bu etkileşim, topluluğun normları, değerleri ve kültürel modelleri tarafından yönetilir. Benlik = çevresindekilerle etkileşime girebilmek için bireyin benimsediği roller bütünü. -Benlik, diğer insanlarla etkileşim içinde kurulur. Kendilik Kavramlarının Kültürel Bağlamları Kendiliğe dair göreneksel psikoloji araştırmaları, beyaz, orta-sınıf, Anglo- Amerikan ortasınıfın norm olduğunu; onlar için doğru olanın dünyanın geri kalanı için de doğru olduğunu varsaydılar. Kendilik-kavramına dair geçerli bütün düşünce son derece etnosantrik. Bunun, Batılı felsefi akımlardan bir çeşidinin gelişimiyle birlikte doğduğunu hatırlamak lazım. Bu belirli bir kültüre özgü kendilik kavramı, bizi, standart ve normal olanın Batıda olduğuna ve olağan dışı ve tuhaf olanın da dünyanın diğer kısımlarında olan olduğuna inandırmak ister. Bu aynı zamanda sizi, Batılı bireyin, sanki kendi kültüründen etkilenmediğine ve onun tarafından şekillendirilmediğine inandırmaya çalışır. İnsana dair (sosyal ve kültürel) bağlamlar, diğer toplumlar/kültürler söz konusu olunca çok daha fazla vurgulanır. Uygar İlgisizlik Basitçe bir başka insanı yok saymak demektir. Bir başka insanın varlığını tanımak, fakat fazlasıyla teklifsiz sayılabilecek jest ve hareketlerden kaçınmak. Diğerlerine yönelik uygar ilgisizlik az ya da çok bilinçsiz yaptığımız birşey olmakla birlikte günlük hayatımız için temel bir öneme sahiptir. Bunun önemini anlamamıza yardımcı olacak en iyi yol, buna uymayan örnekleri düşünmektir. (Örn., bir başkasına ısrarla dik dik bakmak). Başkalarıyla neredeyse sürekli etkileşimlerimizi içeren günlük rutinlerimiz, yaptıklarımızı şekillendirip yapısını oluşturur. Bunları inceleyerek, toplumsal varlıklar olarak kendimiz hakkında ve toplumsal yaşamın kendisine dair çok şey öğrenebiliriz. Günlük hayattaki toplumsal etkileşimi incelemek, daha geniş toplumsal sistemler ve kurumlara da ışık tutar. Tüm geniş çaplı toplumsal sistemler, gerçekte, gündelik olarak ilişkili olduğumuz toplumsal etkileşim örüntülerine bağlıdır. Telaşlı kalabalıkları ve geçici kişiliksiz temaslarıyla şehir hayatına karakterini veren şey, başka mekanizmalar yanısıra, uygar ilgisizliktir. (Bir kavgaya tanık olduğunuzda neden polisi aramak yerine, kavgayı izlemeye başlıyorsunuz bu bağlamdaki örneği hatırlayın). Etnosentrizm İnsan toplumsal bir varlıktır. Toplum içinde sürekli diğer insanlarla iletişim halindedir. Bu bağlamıyla iletişim devingen, yenilenen, yinelenen, toplumsal ilişkilerin her safhasında yeniden kurulan bir süreç olarak tanımlanabilir. Bireylerin diğerleri ile kurduğu iletişimi belirleyen bir takım belirgin nitelikler vardır, bu nitelikler büyük ölçüde bireyin önceden tercih etmeden miras edindiği bir takım kodlar ve araçlardır. Bireyin doğumuyla birlikte miras edindiklerini bir konteynır (kap) olarak kabul edebiliriz. Bu kabın içinde -dil -cinsiyet -inanç -etnik köken/ milliyet -norm/ töre/ kurallar/ yasalar gibi bir takım kodlar vardır. Bireyin diğer bireylerle kurduğu iletişiminin temelinde bir ben-öteki ilişkisi vardır. Ötekine karşı geliştirdiğimiz tüm tavır ve tutumlarda; yukarıda bahsettiğimiz konteynır içindeki kodlarla şekillenen etno-merkezci (entnosentrist) bir standartlaşma/ kalıba sokma eğilimi vardır. Etnosentrizm kabaca bir başkasını kendi standartlarımıza göre yargılamak olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda iletişime geçtiğimiz bir başka bireyi kendi standartlarımız (kalplarımız) ölçüsünde yargılar ve değerlendiririz. Etnosentrizm, Avrupa-merkezcilik (Eurocentrizm), insan-merkezcilik (antropocentrizm), kültürel görelilik ve egosentrizm (ben-merkezcilik) gibi öznenin bulunduğu konumdan etrafındaki dünyayı yargılama çeşitlerinden biridir. Miras Edindiklerimizin Gündelik Hayatımızdaki Pratiklerde Bir “Ötekileştirici” Olarak İşlemesi a) Dil Dildeki en belirgin ötekileştirici söylemler kendini atasözleri ve deyimlerde gösterir. Örneğin: Afyon'un kaymağı, Konya'nın manyağı Amele yanığı Amele sümüğü gibi yapışmak Apaçi Dağdan inme yörük, ne erik bilir ne koruk. Fransız kalmak İzmir'in havasıyla kızına güven olmaz Lazın kafası 12'den sonra çalışır Yörük ne bilir bayramı, lık lık içer ayranı Türk gibi (araba) sürmek Türk gibi sigara içmek Türk kafası Yahudi pazarlığı Gavur inadı Gavur dölü İstavrozunu şaşırmak Papaz olmak Papazı bulmak Agop'un kazı gibi yutmak Anladıysam Arap olayım Arap eli öpmekle dudak kararmaz Çingene beygire binmiş, paşa oldum sanmış Kız gibi Kızını dövmeyen, dizini döver Oğlanı her karı doğurmaz, er karı doğurur Erkek sözü vermek Erkekçe dövüşmek / konuşmak Erkekliğine yedirememek Erkeklik sende kalsın Karı gibi kırıtma! Karı gibi konuşma! Karıya sır verme, kındarayla tög silme. Saçı uzun, aklı kısa Kocanın vurduğu yerde gül biter Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin b) cinsiyet Toplumdaki iletişim dili büyük ölçüde ataerkil bir yapı üzerine inşa edilmişdir ki birçok referansta ‘kadın’ bu ataerkil (maskülen) bakış açısı üzerinden tanımlanır ve konumlandırılır. Diğer yandan toplumdaki heteroseksüel merkezli bakış açısı toplumsal cinsiyetin temelindeki yargı referansını oluşturur, özellikle LGBTT (lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel veya travesti) bireyler hakim heteroseksüel referanslar üzerinden konumlandırılır. c) norm/ örf/ adet/ töre/ kurallar/ yasalar gibi bir takım olgular vardır Bu tip kodlar iki sınıfa ayrılabilir, ilki yazılı olmayan ve direk kültürel miras ile aktarılan sözlü norm, töre ve kurallardır. Bu kurallar bazen aileye göre, bazen bağlı olunanan cemiyete, cemaata, topluluğa göre bazen de ait olunan topluma göre farklılık gösterebilir. Örneğin: bazı ailelerde aile büyükleri sofraya oturmadan yemeğe başlamamak. Bir toplu taşıma aracında kadınlara erkekler tarafından yer verilmesinin toplumsal nezaket ve ahlak kurallarınca dayatılması.
© Copyright 2024 Paperzz