İletişim Tarihi - WordPress.com

Dr. Doğan AYDOĞAN
BİRİNCİ BÖLÜM
İLETİŞİMİN TARİHİ
1.1. GİRİŞ .............................................................................................................................. 2
1.2 İLETİŞİM, TARİH VE TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM ...................................................... 2
1.3 DİLİN ORTAYA ÇIKIŞI VE SÖZLÜ KÜLTÜR ........................................................... 3
1.3.1 Dilin Keşfinin Ortaya Çıkardığı Sonuçlar ................................................................ 5
1.4 YAZI DEVRİMİ VE ELYAZMALI KÜLTÜR .............................................................. 6
1.4.1 Yazının Keşfinin Sonuçları ....................................................................................... 8
1.5. MATBAA DEVRİMİ VE TİPOGRAFİK KÜLTÜR ..................................................... 9
1.5.1 Matbaa Devrimi ve Sonuçları ................................................................................. 11
1.6 ELEKTRİK-ELEKTRONİK DEVRİMİ........................................................................ 12
1.6.1 Biçimselleşme, Araçların Mülkiyeti ve İçeriğin Düzeni ........................................ 14
1.6.2 Mekânı Aşan Ekonomik Süreçler ve Toplumun Durumu ...................................... 16
1.6.3 Elektrikli İletişim ve Zamansal Nitelikleri .............................................................. 17
1.6.4 Elektrik-Elektronik Devriminin Sonuçları .............................................................. 19
Kaynakça .............................................................................................................................. 35
1
1.1. GİRİŞ
İnsanoğlunun içinde doğup büyüdüğü çağın kendi üzerinde yarattığı biçimlendirmeyi
kavraması oldukça güç bir uğraşı gerektirir. Oysa doğa içindeki bir varlık olarak insanın, doğa
ve diğerleri ile ilişkileri sürekli değişen biçimlerde şekillenmektedir. İletişim olgusu ve
iletişim araçlarının niteliği bu ilişki düzeneklerini sürekli biçimlendirir. İlişkilerin ötesinde
iletişimin yapısı, insanoğlunun düşünce biçimini oluşturur. Örneğin yazının olmadığı bir
çağda, elde edilmiş bilgileri akılda tutmak ve diğer kuşaklara aktarmak, hafıza olgusuna
büyük bir önem kazandırır; oysa bilgilerin çok hızlı üretilip, tüketilebildiği elektronik iletişim
çağında hafızanın yerini hız ve unutkanlık alma eğilimindedir.
Bu bölümde iletişim araçlarındaki dönüşümün; insanın düşünce yapısı üzerindeki
etkisi, zaman ve mekân ile kurulan ilişkiyi nasıl dönüştürdüğü ve sonuç olarak iktidar
pratiklerini nasıl şekillendirdiği incelenecektir. Böylece içinde bulunduğumuz çağda zaman
ve mekân üzerinde şekillenen iktidar pratikleri ve düşünce yapılarının, iletişim araç ve
düzenlemeleri ile ilişkisinin geniş bir çerçeve içine yerleştirilmesi amaçlanmaktadır.
1.2. İLETİŞİM, TARİH VE TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM
Bir iletişim tekniği olarak dilin ortaya çıkışı ve devamındaki her teknolojik dönüşüm
yeni zihin yapıları, insan ilişkileri dolayısıyla iktidar biçimleri üretmiştir. İnsanların iletişim
kurdukları medya, onların düşünüş biçimlerini, doğrudan veya dolaylı olarak toplumsal
yapılarını değiştirmiştir (Baldini, 2000: 5). Bütün toplumsal ilişkiler; iktidar ve otorite
biçimleri zaman ve mekân üzerine kurulur. Zaman ve mekân içindeki olayları ise, iletişim
araçları ile kurarız. Bu nedenle iletişim araçlarının yaşadığı niteliksel dönüşümleri incelemek,
insanlık tarihini kavramada önemli bir işlevsellik sunar.
En yalın hali ile bir iletiyi, bir araç ile göndermek ve geri bildirim almak, şeklinde
kavranabilecek olan iletişimin; zamansal ve mekânsal düzenlenişi iletişim araçlarının yapısal
özelliklerine bağlıdır. Sözlü iletişim anında bir geri bildirim sunarken mekâna bağlıdır. Yazılı
iletişim zamanı aşsa da mekâna bağlığını sürdürür, elektronik iletişim ise zaman ve mekânı
aynı anda aşarak, küresel bir şimdiki zaman hissi yaratır. İnsanlar; gelişen iletişim
teknolojileri sayesinde, daha geniş bir mekânda topluluklar ve toplumlar arasında daha hızlı
ve karmaşık iletişim kurmanın yollarını geliştirmişlerdir (Önür, 2002: 63). Bu biçimi ile
iletişim araçlarında yaşanan her türlü dönüşüm, insan ilişkilerini niteliksel olarak
dönüştürerek birey, topluluk ve toplum yaşantısı üzerinde büyük bir dönüşüme yol açmıştır.
Her toplum ancak çeşitli aracılık düzenekleriyle örgütlenerek işlerlik kazanır (Barbier
& Lavenir, 2001: 8). Ancak tarih araştırmaları ve eğitimi genel olarak farklı şekilde
gelişmiştir. Bunda bir kurum olarak devletin ve iktidarın etkisi önemlidir. Tarih denince akla
ilk elde devletler ve savaşların tarihi gelir. Tarih yazıcılığından, tarihin içeriğine kadar birçok
alanı sorunlu hale getiren bu durum; geniş ve şatafatlı görünse de tarihi anlama konusunda
2
yetersizdir. Kaldı ki; egemen gücün yorumu her zaman konuya farklı bir perspektif katacaktır.
Buna ek olarak yapılan diğer tarihsel çalışmalar, günümüzdeki toplumsal yapılanmanın
yarattığı baskı nedeni ile iktisadi alana yönelir. Ancak iktisadi olanın iletişim teknolojilerinin
yarattığı pratikler üzerinde yükseldiği anlaşıldığında iletişime yönelik olan, iktisadi ve siyasi
bir boyuta ulaşır (Barbier & Lavenir, 2001: 11). Bununla birlikte iletişim araçlarındaki
dönüşüm ve gelişmeler iktisadi ve siyasi boyutun sonuçlarını aşarak gündelik hayatı, kültürü
ve düşünme biçimimizi belirler. Zaman ve mekân algısı, tarihi yorumlama, hafıza, düşünme
ve gelecek kavramı, iletişim araçlarının yarattığı olanaklar içinde biçimlenir. Bu nedenle
geçmişi ve bugünü anlamakta kurum olarak iletişimin tarihinden yola çıkmak, insan ve
toplum üzerine yürütülecek düşünce ve çalışmalarda verimli bir alana işaret eder.
Baldini (2000) iletişim araçlarında temel olarak üç devrim ve dört kültürel dönemden
bahseder; alfabenin gelişmesi ve yazının bulunması, Gutenberg Devrimi (Tipografik kültür)
ve elektrik-elektronik devrim. Bu üç devrimin ortaya çıkardığı dört dönem söz konusudur;
sözlü kültür, el yazmalı kültür, matbaa kültürü ve elektrik-elektronik döneme ait modern
kültür. Baldini devrimler kategorisini toplumsal dönüşümlere göre yapmış olduğundan, dilin
icadını bir devrim olarak görmez. Ancak topluluğun ortaya çıkışı ve devamlılığı açısından
dilin icadı temel devrim kabul edilmelidir. Diğer devrimler bu temel devrimin ürünlerinin
çeşitli aktarım yönlerini içerir. Böylece iletişim tarihinde dört temel devrim ve tarih öncesi ile
birlikte beş dönemden bahsedilebilir.
Şekil - 1; İletişim Olgusunda Yaşanan Dönüşümler ve Kültürel Biçimleri
Bu çerçevede iletişim araçlarında ortaya çıkan niteliksel dönüşümleri ve bu
dönüşümlerin insan ve toplum üzerinde oluşturdukları etkileri inceleyebiliriz.
1.3. DİLİN ORTAYA ÇIKIŞI VE SÖZLÜ KÜLTÜR
Dil olgusu bizler farkında olmasak da ortaya çıkardığı soyut düşünce kabiliyeti ile
insana doğa içinde özerk bir konum kazandırır. Bu bölümde dilin ortaya çıkışı ve bu sayede
insanoğlunun doğadan koparak, doğanın içinde özerk bir konum elde edişi incelenecektir.
Böylece iletişim araçlarından önce sadece ‘dil’ olgusunun insana kazandırdığı yetenekler ve
ortaya çıkardığı pratikler açıklanacaktır.
İnsanlığın bilinen tarihine bakıldığında, konuşmanın ortaya çıkışı çok geç bir döneme
denk gelir. İnsanların milattan önce 90 ile 40 bin yılları arasında konuşmayı geliştirdikleri,
3
35 000 yıl kadar öncede konuşmayı öğrendikleri sanılmaktadır (Erdoğan & Alemdar, 2002:
23). İletişim teknolojilerinde ilk büyük devrim dilin icadıdır.
Konuşma eylemi, salt bir enformasyon nakli değildir. Bir biçimde arılar ve karıncalar
da iletişim kurar; ancak insanı onlardan ayıran enformasyonun dışında, bir bilgi elde etme
sürecini üretmiş olmalarıdır (Ellul, 2004: 27). Enformasyon dışında elde edilen bilgi;
soyutlama, kavramsallaştırma, dil aracılığı ile yorumun ve akıl yürütmenin sağlanabilmesine
yol açar. Bu sayede dil, insanı tam anlamıyla doğadan koparan bir yapı arz eder. Dilin ortaya
çıkışından önce de bir şekilde iletişim kurmak mümkündü. Ancak bahsedildiği şekli ile
gelişmiş bir iletişim, dilin ortaya çıkışı ile mümkün olabilir. Dilin ortaya çıkışı iletişim
sürecini hızlandırmış ve çeşitlendirmiştir (Önür, 2002: 65). Yorum, anlama, akıl yürütme söz
aracılığı ile gerçekleşir. İnsan söz aracılığı ile düşüncesini üreten, iletebilen, saklayabilen bir
varlığa dönüşür. Dil, konuşma ve düşünme aracımızdır, algı, yorum ve bilgilerimizi dil
aracılığı ile düzenleriz (Zıllıoğlu, 2010: 121). Bu sayede akıl yürüten ve hayatı akıl aracılığı
ile örgütleyen insanın ortaya çıkışı, dil’in ortaya çıkışına kadar götürülebilir.
Somut varlıkları ses aracılığı ile işaretlemenin ötesinde soyut dil kategorileri
oluşturabilmek, kavramları birbirine iliştirmek, nesnelerin dışında soyut durum ve olgulara
isim verebilmek ve bütün bunların insanoğluna kazandırdığı güç, doğada insanı ayrıcalıklı bir
konuma yerleştirmiştir. Doğanın bir parçası olan insan, dilin keşfi ile doğanın içinde ayrıksı
bir noktaya yerleşir ve doğaya güç uygulayabilir konuma geçer. İnsanın doğadan kopuşu
böylece temel bir durum olarak ortaya çıkar, insan doğanın içinde yer alsa da ona güç
uygulayan bir karşı doğaya dönüşmüştür (Fischer, 2010: 33). Bu karşı doğa ‘kültür’ dediğimiz
örüntüleri oluşturur. Kültür aracılığı ile insanoğlu, doğa ve diğerleri ile olan ilişkilerini düzene
sokarak yaşamda bir süreklilik ve düzen oluşturur.
Dil aracılığı ile kurulan ilişkiler “biz” duygusu yaratırken soyut bir duvar örerek
ötekiler kavramını da beraberinde örgüler. Dil bu biçimi ile bir kaynaşma ve ayrışma
sürecinin oluşmasını sağlar (Önür, 2002: 64). Böylelikle dil, topluluk oluşumunun ve giderek
belirginleşecek olan iktidar mekanizmalarının temelini oluşturur. Biz ve ötekiler arasında
kurulan ilişki, toplumsal organizasyon ve bir dayanışma/ayrışma biçimini ortaya çıkarır.
Özneler arası ilişkide değerlerin kalıcılığı ve işlerliği iktidar kurumunun oluşturduğu simgeler
aracılığı ile oluşur. Bu bilgi ise, iletişim kanallarının işlevselliği ile uzam ve zamanda dağılır.
Bir topluluk yaşantısını gerekli kılan ve soyutlamayı insanlara dayatan olgu, doğa
karşısında verilen mücadeledir. Freud’a (2009) göre doğa karşısındaki çaresizlik ve insan
bedeninin zayıflığı; içgüdülerin bastırılarak, insanın korunaklı bir yaşam süreceği yetersiz
yapılara yol açmıştır. İktidar, bu bastırma sürecinde ortaya çıkar ve insan, güvenlik adına
özgürlüğünden feragat eder. Doğa karşısında korunma adına üretilen topluluk, bir iktidar
biçimi üretir. Bu iktidar ve üzerinde yükseldiği yaşantı biçimi olarak kültür; simgesel
değerler, yasalar, bilginin aktarımı ve düzenlenişi gibi pratikleri belirleyerek, insanın içinde
hareket edeceği soyut bir bütünlük oluşturur.
Ancak dil olgusundan önce doğadan kopuş ve farklı bir bütünlüğü gerekli kılan
gereksinimler nelerdir? Bizler dili hazır bulur ve öğreniriz. Ancak verili bir dilin olmadığı
durumda konuşmanın ortaya çıkışına yönelik ortak bir görüş söz konusu değildir (Zıllıoğlu,
4
2010: 113). Kaynakların yetersiz oluşu, dilin aşırı içselleştirilmiş yapısı; dilin hangi
gereksinimden, ne şekilde ve nasıl oluştuğuna dair belirgin bir işaret sunmasa da antropolojik
çalışmalardan bazı çıkarımlar yapılabilmektedir. Kelime ile nesne arasındaki bağıntının bir
ses öykünmesinden doğduğunu öne süren görüş, doğaüstü bir biçimde insana atfedildiğini öne
süren görüş ve biyolojik tepkilerden, ünlemlerden ortaya çıktığını öne süren görüşler söz
konusudur (Zıllıoğlu, 2010: 114-115). Burada belirtilmesi gereken durum dilin nesneleri
adlandırmaya indirgenemeyeceği, insan ve topluluk yaşantısındaki dönüşümleri de içererek
ortaya çıktığıdır. Dil toplumsal, söz bireysel bir davranıştır. Dil, düşünceleri anlatan
kodlanmış ve örgütlenmiş bir göstergeler sistemidir (Mattelart & Mattelart, 2003: 69). Bu
durumda işaretlenmiş/kodlanmış seslerin söz olabilmesi için, kodlamanın yerleşiklik
kazanması ve öğretilebilir hale gelmesi gerekir. Dil, bu sayede insan ömrünün sınırlarını
aşarak toplumsal bir nitelik kazanır, aksi halde ses seviyesinde kalmış olması gerekir. Bir
kişinin çıkardığı kodlanmış sesin karşı tarafta çözümlenerek aynı anlamı üretmesi, bir ortak
yaşam biçimine ve bir soyutlamanın gerekliliğine işaret eder. İnsanları ortak sesler
kullanmaya iten gereklilik, ortak iş gerekliliğidir. Boğumlu sesler çıkarabilen insanların
çalışma süreci için kullandıkları ilk söz işaretleri topluluğa bir ritim sağlayan, aynı zamanda
bir –topluluğu harekete geçiren- buyruk sözleridir. Böylece her dilsel anlatım aracında insan
ve doğa arasında bir güç birikimi oluşur (Fischer, 2010: 33). Bu tür nida seslerini, doğada
biçimlendirilmiş nesnelere ad verilmesi izler. Sivri bir taş doğadaki nesnelerden ayrı, tek
başına bir nesneye tekabül etmelidir. Böylece ismi olan taş işaretlenir ve topluluğun/insanın
hizmetine sunulur. Böylece dil toplumsal, teknolojik, ekonomik, siyasal kurumların üzerinde
yükselebileceği kültüre olanak sağlar. Kültürün üzerine yükseleceği zemin, toplumsal
düzenleme ve ortak bir simgesel sistemin oluşması adına, iktidar aracını kullanan yapılar
üretir. Devlet, feodal lider, klan önderi v.b. şekilde ortaya çıkacak olan iktidar araçlarının
yapısını iletişim olanakları belirler ve dönüştürür. Bu nedenle her iletişim devrimi, kendi
özgün yapı ve düzenlemelerini doğurur.
1.3.1. Dilin Keşfinin Ortaya Çıkardığı Sonuçlar
Sözlü dönemin dünyasını anlamak için dil aracılığı ile kurulan sözlü kültürün
özelliklerine göz atmak gerekir. Baldini (2000), Goody (2009) ve Ong (2010) sözlü kültürün
temel özelliklerini aşağıdaki gibi açıklamaktadır.
Sözlü kültürde kulak (işitmeye dayalı iletişim ve ilişkiler) ön plandadır ve bilgi belleğe
dayalıdır. Bu nedenle akılda kalıcılığı sağlayabilmek için şiir bulunmuştur. Şiir sanat değil,
eğitim aracıdır; şiirin yapısı tekrara ve öğretmeye dayalıdır. Öğrenim ve anlatım kitap
aracılığı ile dolayımlanamaz, yüz yüze iletişim ve ortamın içinde yaparak öğrenme
gerçekleşir. Tümce yapısını üstün tutmaktadır, akılda kalıcılığı artırmak için yan cümle yerine
ekleme ( ve…ve) kullanılır. Anlatımda bol tekrar ve kopya kelimeler kullanılır. Kalıplaşmış
kelime birlikleri ile hatırlama ve öğrenme kolaylaşır; asker yerine, şanlı asker gibi. İçten çok
dışa, karşıtlıklara ve mücadeleye dayalı anlatım hâkimdir. Akılda kalıcılığı artırmak için
taşkın ve katılımlı bir söylem kullanılır. Yineleme, abartı yolu ile aşırıya kaçar. Diyalog
5
yarışma biçimini takip eder, böylece karşı taraf yaratıcı bir iletişime davet edilir (halk
ozanlarının atışma örneğindeki gibi).
Sözlü kültürde kaydın olmaması ‘soyutlamayı’ engellediği için toplumsal yaşantının her
alanı somut olanla açıklanır. Kare, daire gibi soyut düşünceler yoktur. Somut olana, duruma
yönelir. Sözlü kültürde düşünsel faaliyetin sürekliliği sağlanamadığı için var olan tekrar
üretilir; bu nedenle gelenekçidir. Çözümleme yerine kümeleme (homojenlik) hâkimdir. Asker,
yerine kahraman asker denir ve bu abartı gelenekselleşerek yerleşiklik kazandığında
çözümlenmez, çözümleme tehlikeli kümeleme ise güvenli bir yoldur. Sözlü kültürde kalıcılık
hafızaya dayalı olduğu için, genel bilgilere uyum sağlayan bilgiler hatırlanmaya, uyumsuzluk
yaratan bilgiler unutulmaya meyillidir. Bu durum, sözlü kültürün tek tipleştirme eğilimine
işaret eder. Geçmiş bilgiler denetlenemediği için geçerliliğini yitiren geçmiş bilgi silinerek
bütünsellik kurulur. Değişmeyen ortam dengesi yasası bilgiye hâkimdir. Ortama uygun
olmayan bilgi unutulur.
Soyut yasalar oluşmadığı için sözlü kültürde atasözleri yasanın özüdür. Yargıcın görevi,
huzuruna getirilen davayı adil bir biçimde çözen atasözünü beyan etmektir. Siyasal bağlamda
hukuk kurulları yazılı olmadıklarından, kalıcı ve evrensel nitelik taşıyamazlar. Günün
koşullarına en uygun yasa tekrar üretilmek durumundadır. Böylece sözlü kültür, bürokratik
devletin oluşumunu imkânsız kılar. Tablo, istatistik ve muhasebe kayıtları gibi teknikler
olmadığı için bölgeler arası güçlü bir ekonomik bağ da oluşmaz. Hukuksal ve ekonomik
olarak gündelik hayatı belirleyemeyen devlet belirgin bir biçimde ortaya çıkmaz.
Sözlü kültür Omeostetik1 bir kültürdür. Şimdiki zaman ağırlıklıdır, geçmişin somut bilgisi
ve geleceğin soyut çıkarımı yoktur, hayat şimdiki zaman üzerine örülür.
1.4. YAZI DEVRİMİ VE ELYAZMALI KÜLTÜR
İnsanlık kayıt tutmaya ya da nesneler aracılığı ile betimlemede bulunmaya eldeki
kayıtlara göre M.Ö. 45.000 yıl öncesinde başlamıştır. Bilinen en eski hayvan heykeli ise M.Ö.
35.000 yılına aittir. Bu örnekler kültüre ait simgesel kayıtların çok erken dönemlerde
başladığını göstermektedir (Marshack, 2011). Kaydı düzenlemeyi ve geliştirmeyi özendiren
olgu, topluluğun büyümesi ve kentleşme olgusunun belirmesidir. Dünyanın değişik
medeniyetlerinde birbirinden bağımsız alfabeler gelişmiştir. M.Ö. 3000 yıllarında
Mezopotamya çivi yazısı, M.Ö. 3000’de çivi yazısından etkilenmiş olabilecek Mısır
Hiyeroglifi; M.Ö. 1200 yıllarında Minos veya Mikenai ‘B çizgisi’ yazısı’; M.Ö. 3000-2400
yıllarında Hint yazısı; M.Ö. 1500 yılında Çin; M.S. 50 yılında Maya ve M.S. 1400 yılında
Aztek yazıları gelişmiştir. Değişik uygarlıklar, topluluk yaşamları büyüdükçe kayıt tutma
sistemleri geliştirmiştir. Bunlar belleğe yardımcı resimli anlatıma dayalı alfabeler ile sesi
gittikçe daha fazla parçaya bölen (heceden tekil harflere doğru) alfabeler biçiminde iki farklı
yönde gelişmiştir. Resimli yazı yani belirtilere, benzerliklere dayalı yazı ile alfabetik yazı
Değişime direnen ve sürekliliği korumaya çalışan, anlamındadır. Ani ve hızlı değişimler sonuç olarak faydalı
olsa da değişimin ortaya çıkardığı risk ve kaygıya karşı var olan yapının sürekliliği sağlanmaya çalışılır.
1
6
birbirinden niteliksel olarak farklıdır. Biri görmenin yazısıdır, biri işitmenin (Ellul, 2004: 72).
Görmenin yazısı açık uçlu ve metinsel olmayan bir biçimdir. Yani tam olarak belirgin ve net
bir metin, diyalog ortaya koymaz. Görüntülü alfabe sesli konuşmaz. Yazıda gerçek atılımı
Finikelilerin, seslerin karşılığı olarak belirlenmiş seslerden oluşan alfabe sistemi sağlamıştır.
Seslerin kodlanarak işaretlenmesi, yazıyı sözün bir uzantısı haline getirir ve yazı aracılığı ile
diyalogun önünü açar. Bu sayede yazı aracılığı ile kesin ve tam bir diyalog sağlanmış olur.
Aynı mekânda ve zamanda olmayan iki veya daha fazla kişi, tam bir diyalog yolu ile aynı
bilgi üzerinde birleşir. Bu sebeple sesin yazısı daha içe dönük; düşünmeye, akıl yürütmeye
daha el verişlidir.
“Alfabenin özü, resimle yazıyı temsil etmek olsa da, nesneler dünyası ile arasındaki
bağı koparmamıştır. Alfabe sesin uçucu dünyasını mekânın durgun, hemen hemen değişmez
dünyasına dönüştürerek sesin kendisini bir nesne olarak sunar (Ong, 2010: 111).” Böylece
ses düzenlenmiş göstergeler aracılığı ile bir nesneye dönüşür. Sese dayalı alfabe betimsel bir
diyalogun önünü açtığı için daha verimlidir ve kullanışlıdır2.
Yazı veya başka bir iletişim teknolojisi ile uzaktan iletişim kurmak, zaman ve mekânın
buyruğundan kurtularak, bilgilerin ortaklaşmasını sağlamak ve bu bilgilere yönelik pratikleri
örgütlemek anlamına gelir (Barbier & Lavenir, 2001: 7). Yazı, bilginin ve düşüncenin
kalıcılığını sağlayarak, yaşam pratiklerine ve toplumsal örgütlenmelere kalıcılık sağlamada
atılmış en önemli adımı oluşturmuştur. Topluluğun, bilginin, yasaların ve kurulan
düzeneklerin devamlılığı adına üretilen bilginin kalıcılığı, topluluk yaşamı için gerekli bir
olgudur. Yazı bu süreçte bilgiye hem zamanda hem de mekânda büyük bir özgürlük ve
kalıcılık sağlar. Bilginin yazı aracılığı ile kaydedilebilmesi, zamansal boyutta bir sıçrama
sağlar. Kaydedilen bilginin taşınabilirliği ise bilgi ve insanın konumunda büyük bir yer
değişikliğine yol açar. Kişi mekânda sabit bir bilgiye ulaşmak durumundan kurtulur ve bilgi
mobil hale gelir.
Bu noktada iki ayrı teknolojinin gelişimi önemlidir. Birincisi bilgiyi kodlama sistemi
olarak alfabe diğeri ise kaydın yapılacağı materyal. Papirüs ve Parşömen yerine 1. yüzyılda
Çin’de, 8.yy.da Arap dünyasında, 14. yy. da Avrupa’da kâğıt kullanılmaya başlanmıştır
(Önür, 2002: 71). Bu gelişmeler mekândaki sınırlılığı ve zamansal geçiciliği, yok ederek
bilgiye kalıcılık ve çoğaltılabilirlik yeteneği sağlar. Böylece sözlü iletişimde öğretici ile
öğrenen arasındaki biraradalık zorunluluğu ortadan kalkar. Bilgi nesneye yansıyarak,
kopyaları çoğaltılabilir hale gelir.
2
Bununla birlikte Robenson’a (Yazının Kökenleri, 2011) göre hiyeroglifler güçlenerek geri dönmüşlerdir. Resimli
işaretler bir sözlü dil sistemine dayalı olmadıkları için lisan üstü özellikler gösterirler. Evrensel olarak kullanılan
nota sistemi ve piktogramlar buna örnektir. ( Piktogram: Dünyanın genel olarak her yerinde aynı anlama gelen
işaretlerin genel adıdır. )
7
1.4.1 Yazının Keşfinin Sonuçları
Yazının bulunuşunda beliren en önemli ayrım, kulağa dayalı iletişimde, ikinci bir duyu
organı olarak gözün ortaya çıkmasıdır. Göz ve kulak ayrılmıştır. Güç, kulaktan göze
geçmiştir.
El yazmalı dönemde nüfusta merkezileşme, dolayısıyla kitlesel bir eğitim ve etkileşim
olmadığı için yazı sınırlı bir çevrede gelişmiştir. Nüfusun geneli sözlü kültürün yaşam
biçimine devam etmiştir. Bununla birlikte devlet kayıtları, yasalar ve diğer işlemler süreklilik
arz etmeye başlamıştır. Yazı yazmak ele, emeğe ve hünere dayalı bir iş olduğu için, okumak
ve yazmak iki ayrı durum olmuştur ve yazarlık bir meslek/iş gücü durumuna gelmiştir. Bu
dönemin dikkat çeken bir diğer özelliği ise kayıtları saklama ve taşımada karşılaşılan
güçlüklerin, kayıt materyallerinde ortaya çıkardığı çeşitliliktir. Dayanıklı materyaller
taşınamazken, taşınabilir materyaller ulaşım ve çoğaltım açısından kolaylık sağlamaktadır.
Yazı, okuyucu ve yazıcıya yalnızlık olanağı tanır. Böylece el yazmalı kültür soyut
düşünme konusunda yüksek bir atılım sağlar. Bilgi hafıza ile olan zorunlu bağını koparmıştır.
Böylece gelişen soyut düşünce, kelimelerin kalıcılığı ve zamanı aşma kabiliyeti ile bilim ve
edebiyatın kurumsallaşmasına yol açmıştır. Soyut düşünce ve bilginin kalıcılığı, kişi ve bilgi
üzerindeki şimdiki zaman baskısını kaldırarak, gelecek fikrinin uyanmasına, geçmişin
kaydedilmesine, dolayısıyla çizgisel zamana yol açar. Yazı tek başına düşünmeyi geliştirerek;
içe bakışı sağlamış sanatsal/düşünsel etkinliklerin bilinç yardımcısı olma özelliğini, imgesel
ve kavramsal içeriklere yöneltmiştir. Yazının ortaya çıkışı ile birlikte sistematik düşünce
gelişmiş; edebi, felsefi, sanatsal ve dinsel metinler belirmeye başlamıştır (Ong, 2010).
Baldini (2000) ise yazının keşfinin belirgin etki ve sonuçlarını aşağıdaki gibi belirler.
Yazı ile başbaşa kalarak analitik düşüncenin ortaya çıkışı; kendini analizi dolayısı ile
Ben’in doğuşunu barındırır. Böylece soyut düşüncenin temelleri oluşmaya başlamış ve
felsefe, bilim, mantık ve ahlak gibi kurumlar gelişim göstermiştir. Kalıcı yasalar
oluşturulmaya başlamış, gelişen diğer disiplinlerle birlikte bu yasaların içeriği tayin edilmeye
çalışılmıştır.
Sözlü kültürde eğitici metinler yazan şair; yazı ile bilinenden kopmuş, kişisel ve
duygusal konulara yönelmiştir. Böylece şair eğitici konumundan, sanatçı konumuna
yükselmiştir. Sözlü kültürün akılda kalıcılığı artırmak için kullandığı abartının önemi
azalmıştır.
El yazmalı kültürde yazıcılık önemli bir meziyettir. Bununla birlikte yazıcılık önemli
bir işgücü gerektirdiğinden köle işgücünden faydalanıldığı da görülebilir. Yazı ve dolayısıyla
kitap az bulunan bir nesne olduğundan, kitap ve kütüphane sahipliği bir statü göstergesi halini
almıştır. Kitapların çoğaltılması, yazımından farklı bir işgücü gerektirdiğinden ve ticarileşmiş
bir pazar oluşmamış olmasından dolayı telif hakkı kavramı yoktur. Yazabilenler, bir kitabı
çoğaltmakta özgürdür.
8
Ortaya çıkan bir başka gelişme ise 6. ve 7. yüzyıllarda yazılarak çoğaltılmış olan –
kutsal- kitap, içeriğin yerini almıştır. İçeriğinden bağımsız olarak –nesne olarak- kitap kutsal
bir göstergeye dönüşmüştür.
1.5. MATBAA DEVRİMİ VE TİPOGRAFİK KÜLTÜR
İktidar kurumlarının yerleşiklik kazanmasında ve zaman boyutundaki devamlılığında
atılımı sağlayan en önemli gelişme yazının bulunuşudur. Bugün bildiğimiz bürokratik-modern
devletin belirginleşmesi ve kurumsallaşmasında ise iletişim ve ulaşımda endüstriyelleşme
etkili olmuştur. İletişimin endüstriyelleşmesi ve toplumun geneline yaygınlaşması, devlet
hizmetlerinin ve kayıtlarının baskı teknolojileri ile gerçekleşmesi (bürokrasi) için matbaa
kültürünü beklemek gerekmiştir.
Ortaçağ’ın sonlarına doğru Avrupa’da sonuçları bütün dünyayı etkileyecek gelişmeler
meydana gelmiştir. Coğrafi keşifler yoluyla ticari kapitalizmin doğuşu, bu noktadan hareketle
ortaya çıkan ticaret burjuvazisinin aristokrasi karşısındaki hak talepleri, ateşli silahların
yaygınlaşması (barut), hızlanan kentleşme, Rönesans ve Reform hareketlerinin birbirini
besleyen gelişmeleri; sonuç olarak ortaya çıkan ulusçuluk ve sanayi devrimi iç içe geçerek
birbirini üreten süreçleri ortaya çıkarmıştır. Matbaa teknolojisi doğrudan veya dolaylı olarak
bütün bu gelişmelerin zeminini oluşturmuştur. Bilim ve teknolojideki yeni arayışlar, dini
hareketlerin etkili hale gelişi, kentli nüfusun eğitimi ve kitlenin bir ulusa dönüştürülmesi
sonuç olarak matbaa aracılığı ile gerçekleştirilmiş toplumsal gelişmelerdir.
Avrupa, modernliği kendi içinde gerçekleştirirken; endüstriyel ve entelektüel
birikiminden aldığı enerji ile dünyanın geri kalanını buna uyum sağlamak zorunda
bırakmıştır. Ortaya çıkan yeni durum, iktidarın artan oranda belli merkezlerde toplanarak,
gündelik hayatı belirgin bir biçimde etkilemeye ve dönüştürmeye başlaması şeklinde
olmuştur. Sanayileşme sürecinde ortaya çıkan göç, işgücünün eğitimi ve haber ihtiyacı,
kurulan piyasalar arasında bilgi paylaşımı ihtiyacının artışı, belirgin oranda kurumsallaşmış
iletişimi piyasa süreçleri ve gündelik hayatta gerekli kılmış ve yaygınlaştırmıştır. Bu süreçte
öngörülemez insanın tutkuları bastırılarak, çıkar kavramı etrafında bir toplumsallık inşa
edilmiştir (Hirschman, 2008). İnsanın ve toplum yaşantısın standartlaştırılması modern devleti
birçok alanda gündelik hayata müdahil konuma getirmiştir.
Geleneksel imparatorluklar, geniş alanlara yayılıyor ve uzun ömürlü oluyorlardı.
Ancak bu imparatorlukların gündelik pratikleri etkiledikleri söylenemez. Yalnızca modern
devlet kuralların, öznelerin ve yurttaşların gündelik hayatına ulaşmasını sağlayacak kadar
genişlemesinin izini taşır. Erişim alanının uzamsal açıdan genişleyerek gündelik hayatlara
yayılması teknik yeniliklerle, ulaşım ve iletişim tekniklerindeki gelişmelerle doğrudan ilgilidir
(Wagner, 2003: 69). Endüstriyel ve kültürel hayattaki gelişmelerin bölgesel sınırları
aşabilmesi iletişim teknolojilerinde gerçekleşecek yeni bir açılımı zorunlu hale getirmektedir.
Matbaa, ortaya çıkan tüm dönüşümlere cevap verecek kabiliyeti sergileyerek modernliğin
yöresel sınırları aşarak yayılmasının önünü açmıştır. Böylece mekâna karşı iletişim alanında
büyük bir ivme sağlanmıştır.
9
Modernlik, zaman ve uzam içerisinde gerçekleşen bir yerinden çıkarma girişimidir.
Modern öncesi insanlar ve topluluklarda kuşkusuz zamanı ölçmenin değişik biçimlerini
geliştirmiştir ancak bireyler açısından zaman ile mekân, yöre ölçeğinde örtüşür (Giddens,
2004: 25). Avrupa modernleşmesinden önce bu kesinlikten uzak zaman algısı birey için
yeterli görünmekteydi. Modernlik ise zaman ve uzamdaki etkileşimleri yerinden çıkararak
ulusal ölçekte anlaşılmış, birimlere ve kavramlara dönüştürmüştür. Zaman kesin olarak
ölçülmüş, eşit aralıklara bölünmüş ve ulusun bütün fertleri için ortak geçerlilik kazanmıştır.
Mekân da aynı ölçüde yöreden ayrılmış ve ulusal ölçekte işleyen bir sistemin parçası haline
gelmiştir. Zamanın ve mekânın bu şekilde kesin olarak tanımlanması üretim ve işgücünün
düzene sokulması için kaçınılmaz bir gereklilik olmuştur. Yerinden çıkarılmış kurumlar
zaman ve uzam arasındaki uzaklaşma alanını genişletir. Bu olgu yerel alışkanlık ve biçimlerin
deneyime açılmasını sağlar (Giddens, 2004: 27). Yerel olanın ulusal olana dönüşmesi ulaşım
ve iletişim alanlarında yaşanan gelişmelerin doğal sonucudur. Bu olanaklar gelişmeden
üretimin/tüketimin veya kültürlenmenin yerel olanı aşması beklenemez.
Matbaa dini kitapların yayılmasını sağlayarak reform hareketlerini, yerellikleri aşan
ortak bir kültür üreterek ulusalcılığın oluşmasında önemli bir etken olmuştur (Önür, 2002:
77). Böylece, Avrupa modernliğinin siyasal kültürü belirgin oranda matbaa tarafından
şekillendirilmiştir. Ulus hayal edilmiş bir cemaattir. Çünkü en küçük ulusun üyeleri bile diğer
üyeleri tanımaz, onlar hakkında bir şey işitmez ve bilmez (Anderson, 2004: 20). Kendi yerel
gerçeklerini yaşayan bireylerin fiziksel olarak hiç bir arada olmadıkları ve olmayacakları
insanlarla aynı eğilimleri sergilemesi için ulusalcılığın bilinçli olarak üretilmesi gerekir. Bunu
gerekli kılan etken üretim ilişkilerinde yaşanan genişleme olmuştur. Başta ulusal üretim, para
birimi ve mübadele olmak üzere, ulusal dil ve ortak eğitim ulusallığın oluşması için gerekli
altyapıyı sağlamıştır (Önür, 2002: 93). İletişim kanallarındaki mekânsal genişleme, ulusallığın
oluşumunda gerekli maddi ve düşünsel enerjiye zemin sağlamıştır.
Sonuç olarak ortaya çıkan endüstriyel hareketlilik büyük bir kentli nüfusun ortaya
çıkmasına yol açmıştır. Kentte toplanan insanlar ailelerinden aldıkları yerel ve tekrara dayalı
eğitimin sınırları ile toplumsallaşamaz. Bu nedenle, kitlenin eğitilmesi gerekli bir koşul olarak
ortaya çıkar. Kente göç ve kentli nüfus okullaşmayı, dolayısıyla okuryazarlığı
yaygınlaştırmıştır. Okuryazarlığın artışı, eğitim ve düşünce alanında kitabı, olayların ve
bilgilerin aktarımında gazeteyi iki önemli araç olarak öne taşımıştır. Bu durum iletişim
araçları ve onu kullananların elinde büyük bir erkin birikmesini sağlamıştır.
Birinci kitap devrimi 1450’ye doğru Gutenberg’in matbaa ile baskı yapması sonucu
gerçekleşmiştir. Ancak toplumsal sonuçları hemen ortaya çıkmamıştır. Bu etkiler reform,
rönesans ve ticari kapitalizmin sonucunda ortaya çıkmış ve yayılmıştır. İkinci kitap devrimi
için, 1751 yılı Encylopedie’nin yayımlanması simgesel bir öneme sahiptir. Bu eser dağınık
olan bilgilerin bir bilançosu ve gelecekteki ilerlemelerin bir güvencesi niteliğindedir (Barbier
& Lavenir, 2001: 13). Ansiklopedi aracılığı ile bir uygarlık, kendi bilgi birikimini ve tarih
yazımını düzene sokar ve yorumunu yansıtır. Bir sözlük nasıl ki kelimelerin çetelesini
tutuyorsa; ansiklopedi de olay, olgu ve kavramların çetelesini tutar. Ancak olay, olgu ve
kavramlara muktedir olanların yüklediği anlamların ve bakış açısının eklemlenişi
ansiklopediyi, belirli bir uygarlığın yorumu haline getirir.
10
Ticari kapitalizmin yükselişinden sonra Avrupa’da büyük bir sermaye birikimi
oluşmuştur. Bu sermaye birikimi ithalatı artırırken, Avrupa içinde de önemli panayır
şehirlerinin ortaya çıkışına sahne olmuştur. Bu panayır şehirleri malların bir araya gelerek,
toplu ticaretin gerçekleştiği kentli pazarları olarak kavranabilir. Bu panayır kentleri, Venedik
gibi ticaret kentleri, ardından sanayi kentleri; malların fiyatları, ulaşım yollarının durumu
hakkında bilgilere gerek duymaktaydı. Gazeteler ilk başta bu amaca hizmet etmiştir. Peşi sıra
ortaya çıkan toplumsal hareketlenmeleri yönlendirme ve propaganda aracı olarak dönüşmüş,
reklam olgusunun da yerleşiklik kazanması ile tüketim için talep yaratmanın ya da talebi
yönlendirmenin aracısı olmuştur.
Osmanlı Devletinde ise gazeteyi önce azınlıklar kullanmıştır. İlk resmi gazete 1831
Takvim_i Vakayi, Ceride-i Havadis ve ilk özel gazete Tercüman-ı Ahval 1860 yılında
çıkmaya başlamıştır (Erdoğan & Alemdar, 2002: 25). Osmanlı Devleti’ne matbaa 1727
yılında İbrahim Müteferrika tarafından getirilmiş olsa da gazete için yüz yıl kadar beklemek
gerekmiştir. İbrahim Müteferrika’nın da matbaayı iki yüz yıl kadar geç getirdiği düşünülürse
matbaanın işlerlik kazanması üç yüz yıl gecikmiştir. Çünkü kendi yerel koşullarını yaşayan ve
geçimlik üretim yapan köylü toplum için gazete veya kitabın ortaya koyduğu bilgi veya
haberin çok önemi yoktur. Bununla birlikte bu araçlara ulaşım yolu da sınırlıdır. Gazete ve
kitap kentleşmiş bir kitle üzerinde etkili olan bir iletişim aracıdır. Gazetelerin Osmanlı
Devleti’nde ortaya çıkış tarihine dikkat edilirse, toplumsal reform hareketlerinin belirginlik
kazandığı, artık Osmanlı Devleti’nin dönüşüme karşı koyamayacağını kabul ettiği yıllara denk
gelmektedir.
1.5.1 Matbaa Devrimi ve Sonuçları
Türdeşlik, süreklilik, tek biçimlilik yaygın bir gelişim ve kültürel düzen halini almıştır. Bu
durum kitleselleşen tek tip eğitimi ve dolayısıyla; yerellikleri genişleyen bir mekânda
eklemleyerek, ulusal kültürlerin oluşmasını sağlamıştır. Basılı materyallerin gelişim
gösterdiği matbaa kültüründe dilbilim belirginleşmiş, düzenleme ve noktalama önem
kazanmıştır. Artan süreklilikle birlikte ulusal diller gelişim göstermiştir.
Kitap yazımı ve dağıtımı ticarileşmiştir. Böylece telif hakkı doğmuş ve ilgili yasalar
oluşmaya başlamıştır. Kitapların baskı yolu ile çoğaltılması halka açık kütüphanelerin ortaya
çıkışını sağlarken, kitap ve gazetelerin kitleselleşmesi sansür kavramının ortaya çıkışını da
beraberinde getirmiştir.
Öğretici ve öğrenen arasına, bir dolayımlayıcı olarak kitap girmiştir. Yerinde ve yüz yüze
eğitimin yerini kitap aracılığı ile eğitim almaya başlamıştır. Öğrenme ve bilgi süreçleri
değişmeye başlamış; okuma eylemi, sessiz, kişisel ve kitlesel bir sürece dönüşmüştür.
Kişiselleşen okuma ve yazma eylemleri, bireyciliğin gelişmesini sağlamış, soyut düşünce
belirgin bir gelişim göstermiştir. Avrupa’da bunun sonucu olarak dinsel ve bilimsel devrimler
yaşanmıştır. Avrupa’da yaşanan bu gelişmeler dünyanın geri kalanını kendi çekim alanına
dahil ederek küresel bir dönüşümün de zeminini oluşturmuştur.
11
1.6 ELEKTRİK-ELEKTRONİK DEVRİMİ
Sanayi devriminin ortaya çıkışından bugüne kadar gelirsek küreselleşmenin önünde iki
büyük engel görülür. Sermaye birikimindeki yetersizlik dış yatırımları önemli miktarda
azaltırken ikinci engel iletişim olanaklarının yetersizliğidir (Mendel, 2008: 81). Sanayileşme
döneminde ulaşım ve iletişim imkânlarının örgütlü bir biçimde yayılması ve örgütlenmesi
küresel yatırımların önünü açmış ve bu da artan oranda sermaye birikimine fırsat sağlamıştır.
On dokuzuncu yüzyılın sonu toplumsal gerçekliğin çeşitli dünyalarını güçlü bir biçimde
yeniden yapılandırarak birçok teknik sistemin hamle yapmasına ortam hazırlamıştır. Çeşitli
dünyalar, ulaşım aracılığı ile (tren ve otomobil) fiziksel olarak, iletişim teknolojileri ile
zamansal olarak birbirine bağlandı. Böylece tek bir dünyaya yönelik bir standartlaşmanın önü
açılmış oldu (Wagner, 2003: 160). 19. ardından 20. yüzyıl mekânı aşan ve iletişimin içeriğini
dönüştüren araçların arka arkaya kullanıma girmesine sahne olmuştur. Bu dönemde
gerçekleşen önemli olaylar şu şekildedir (Baldini) (Abbate, 2011);











1832 Telgrafın icadı
1858 Amerikan Haber Ajansı Associated Press’in kuruluşu
1871 Telefonun icadı
1877 T. A. Edison tarafından fonografın icadı. Sesler böylece kaydedilip,
sonrada dinlenebilir hale gelmiştir
1892 Lumiere Kardeşlerin sinematografı icadı
1920 John Baird’in ilk televizyon denemeleri
1920 İlk radyo yayınları
1936 Londra’da BBC tarafından televizyon yayıncılığının başlatılması
1940 TOWA Üniversitesinde ilk bilgisayar sisteminin kurulması
1946 ENIAC tarafından ilk hesap makinesinin üretilmesi ve Amerikan
ordusunun hizmetine sunulması
1990 WEB yazılımının kullanıma sokulması3
Böylece iletişim artan oranda, ulaşımın yani mekânın boyunduruğundan kurtulmuştur.
Bu gelişmeler başta ekonomik ilişkiler olmak üzere tüm toplumsal olguların mekânsal
bağlamından sıyrılarak, küresel alandaki etkileşimlere açıldığı anlamına gelir. Küreselleşme
gerçekte telgrafın kullanıma girmesi ile 1860’larda başlayan bir süreçtir (Hirst & Thompson,
2007: 8). Ancak artan küreselleşme eğilimi ulusal çıkarların Birinci ve İkinci Paylaşım
Savaşlarında karşı karşıya gelmeleri ile kesintiye uğrar, İkinci Paylaşım Savaşı’nın ardından
küreselleşme eğilimi tekrar belirginlik kazanmıştır.
İkinci Paylaşım Savaşının ardından bilgi teknolojileri ile iletişim teknolojilerinin
eklemlenmesi, para piyasalarının bütünleşmesinden, tüketim ve üretim alanlarının küresel
coğrafyada yeniden organize edilmesine, dolayısıyla siyasal ve sınıfsal ilişkilerin küresel
alanda oluşmasına neden olur. Böylece akışkanlaşan modernliğin debisi mekânın aşılmasına,
mesafenin ölmesine yol açmıştır (Yırtıcı, 2009: 162). Süreç siyasal, ekonomik, toplumsal
WEB teknolojisi, internet alanında yaşanan diğer gelişmelerle birleşerek ( TCP/IP protokolü, HTML dili v.b.)
internetin kişisel bilgisayarlar aracılığı ile sıradan kullanıcının hizmetine girmesine olanak sağlamıştır.
3
12
olayların oluşum ve kontrol sürecini ulus-devletlerin kontrol edemeyeceği ölçüde
genişleyerek, matbaa kapitalizmini belirgin bir şekilde radikalleştirmiştir. Bununla birlikte
küreselleşme sadece ülkelerin ya da piyasaların karşılıklı bağımlılığı anlamına gelmez; bu
aynı dönemde, zaman ve mekândaki dönüşümü de içerir. İletişim ve bilgi teknolojileri bütün
dünyayı etkisine alan bir birliktelik yaratmaktadır (Giddens, 2000: 42-43). İletişim olanakları
sayesinde herkes artan oranda dünyanın değişik yerlerinde gerçekleşen olaylardan
etkilenmektedir.
Sözlü kültür ve elyazmalı kültür, küçük toplulukları ve yerel, geleneksel erk
biçimlerine olanak sağlar. Mekâna ve zamana bağlı yayılmayı içeren iletişim teknolojileri
(matbaa, elektrik/elektronik) genişleyen bir bölgenin ve zamanın denetimini mümkün kılar.
Elektrikli ve elektronik iletişimde mutlak erkin temelini oluşturan mekân ve zamana dayalı
teknolojilerin birleşmesi ciddi bir tehlike olarak belirir (Mattelart & Mattelart, 2003: 141).
Zaman ve mekân, iletişim araçlarının düzeneklerine bağımlı hale gelir. Kendini zaman ve
mekân üzerine kuran iktidar iletişim araçları ölçeğinde küresel alana yayılarak mutlak bir
iktidara dönüşme eğilimi gösterir.
Toprağa dayalı bir erk olarak modern devlet, zaman ve mekân birliğinin bozulmadığı
matbaa kapitalizminin ürünüdür. Elektrik-elektronik kapitalizmi küresel alana yayılan gücü
ile toprağa dayalı ulus-devleti aşındırır, küresel olaylara daha duyarlı ancak daha az etkili hale
getirir. Ek olarak matbaa kapitalizminde kamusal alan, ulus-devlet ve büyük ölçüde bu erkin
hukuksal, siyasal düzenlemelerine mahkûm olan iletişim araçları tarafından düzenlenir. Bilgi
teknolojilerinin ortaya çıkardığı bireysel ve küresel iletişim araçlarının yaygınlaşması ise
kamusal alanın hem içerideki yerellikler, hem de sınır ötesindeki gelişmeler tarafından
etkilenmesine yol açar (Keane, 1998). Böylece kamusal alan, küresel olan ve yerel olanın
birbirine eklemlendiği bir kültüre doğru yol almaya başlamıştır. Ancak yerel olanın ekonomik
olanla ilişkisi yadsınamaz, yerel olan küresel olanın onayından geçtikten sonra kamusal alana
dahil olabilir bu da büyük oranda küresel ekonomik, kültürel gerekliliklere cevap verebildiği
ölçüde gerçekleşir.
Ortaya çıkan yeni teknolojiler ve bu teknolojilerin bireylerin kullanımına girmesi, aynı
zamanda bireysel yaşamdaki dönüşümleri ve gündelik yaşamda zaman-mekân birliğinin
bozulmasını getirmiştir. Zaman ve mekân, iletişim araçlarının düzenlemelerine maruz
kalırken, devlet kurumu bu etkiler karşısında artan oranda edilgenleşmektedir. Bu durum
uluslararası seviyede iletişim teknolojilerine (üretim, teknik bilgi, sermaye) sahip olan ülkeler
ile sahip olmayan ülkeler arasında belirgin bir dengesizlik yaratmaktadır. Bununla birlikte
güçlü olan ülkelerde tek başına özerklik iddiasında bulunamamakta, iletişim olanakları ile
küresel alana yayılan para ve üretim faaliyetleri; devletleri, işçi-sosyal güvenlik politikalarını,
sınıfsal yapıyı, üretim biçimini, zaman algısını ve kültürel yapıyı topyekûn bir dönüşüme
yönlendirmektedir. Elbette bu süreçte değişik güç biçimlerine sahip olan ülkeler (sermaye,
silah, bilgi) diğer ülkelere nazaran avantajlı bir konum elde etmektedir. Bunun sonucu olarak
küresel boyutta ülkeler, ulusal ölçekte bölgeler bazında gelir dağılımı büyük bir eşitsizlik
göstermektedir. Bu eşitsizliğin olumsuz tarafında kalan ülkelerde/bölgelerde ve sınıf
görünümü arz edemeyen topluluklarda milliyetçi eğilimler, radikal görüşler artan bir eğilim
olarak ortaya çıkmaktadır.
13
Elektriğe dayalı iletişimin ortaya çıkardığı niteliksel dönüşümün; siyasal, kültürel ve
ekonomik sonuçlarını ortaya koyabilmek için, bu araçların ortaya çıkardığı mülkiyet ve içerik
sorunu ile zaman ve mekân boyutunda yarattığı dönüşüme eğilmek gereklidir.
1.6.1. Biçimselleşme, Araçların Mülkiyeti ve İçeriğin Düzeni
İletişim teknolojilerinde belirgin olarak artan eğilim biçimselleşmedir. Küresel ölçekte
etkileşim zincirlerinin artışı standartlaşmayı ve biçimselleşmeyi artırmıştır. Bu biçimselleşme
iletişim sürecine giriş ve çıkış noktalarını belirlerken, mikro düzeyde iletişim kuranların
davranışlarını da belirler. İçeridekiler ve dışarıdakiler arasında kalın bir hat çizer (Wagner,
2003: 161). Wagner mecazi bir örnek olarak otoban örneğini kullanır. Bir köy yoluna çıkmak
için çok fazla kural ve edinilmesi gereken özellik söz konusu değildir. Yayalar bir yolda bir
taraftan yürürken araçlar ortadan belirledikleri hızda gider, durur, seyreder veya park ederler.
Bir otobanda ise katılık söz konusudur, yayalar giremez, altına düşülmemesi gereken bir hız
söz konusudur. Park etmek, yavaşlamak, seyretmek yerine düzenli bir hız temel amaçtır.
Büyük yollardaki trafik lambaları üç belirli anlamı içerir ( dur, hazırlan, geç). Bu ortam
biçimselleşmenin, iletişime yansımasıdır. Standartlaşmış, kodlanmış anlamlar aktarılır ya da
anlam kodlanabildiği ölçüde standartlaşır ve kullanıma açılır. Kitle toplumunun ve
küreselleşmenin dayattığı olgu, standartlaşma ve yayılmadır; iletişim araçları ve içerikleri de
tıpkı meta ürünler gibi standartlaşarak yayılır.
İletişim teknolojilerinin yaygınlaşması muazzam bir iletişim ortamı hazırlarken, artan
biçimselleşme iletişimin içeriğinden çok iletişimin hızını amaç edinir. İletinin kendisi
anlamsızlaşır. Binlerce anlık içerik, içeriğin niteliğinde bir aşınmaya yol açar. Böylece
iletişim birikimsel olmaktan çok yığınsan bir hal alır. Bununla birlikte hem teknolojik
gereksinimler hem de toplumsal bağlam açısından içerik –trafik lambaları örneğinde olduğu
gibi- katı bir biçimselleşmeye uğrar. Göstergeler düzeninin yapısal sınırları iletişimin genel
çerçevesi halini almaya başlar. İçerik kişilerarası iletişimdeki karşılıklılık ilkesi yerine,
kitlesel bir tek yönlü yol görünümü arz eder. Bu biçimselleşme, artan yığınsallaşmadır. Bütün
içerikler, bu yığın içerisinde karşıtları ile etkisizleşebilir veya yığın içerisinde kaybolurlar.
İletişimin yığınsallaşması ve içeriğin biçimselleşmesinden ne anlamak gerekir?
Önceden de belirtildiği gibi dil toplumsal bir olgudur ve etkileşimler sonucu doğar. Örneğin
‘kırmızı’ denildiğinde kırmızının tonları, hatıralar veya korkular yerine; kırmızının önceden
üretilmiş bir içerik olarak dondurularak bir cep telefonu şebekesini, topuklu ayakkabı tabanını
veya bir içecek firmasını hatırlatması bu süreci bozmaktadır. Bu noktada kavram olarak
kırmızı diyalektik birikim ve gelişim içeriğinden sıyrılarak, önceden tanımlanmış ‘ispata gerek
duymayan’ ve dönüşmeyen bir anlama bürünür. Bu kırmızı kavramının bir simülakra4
dönüşmesidir. Kavram olarak kırmızı artık kişisel veya toplumsal bir içerik barındırmaz,
iletişim araçlarının içerisinde üretilmiş, dağıtılmış ve sabitlenmiş bir anlama bürünür. Bu
durum toplumsal kavramların tamamına yayılır. Güzel, beden, mutluluk, savaş gibi
4
Simülakr: Bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm.
14
kavramların tamamı iletişim araçlarınca yaratılır ve sabitlenir. Bu nedenle iletişim araçlarının
yapısal düzeni iktidar olanların gücüne hizmet eder hale gelir. Çünkü kitle ancak bu araçlar
üzerinden düşünebilir ve bilgi edinebilir. Siyasal özgürlük sadece iradenin uygulanmasını
içermez, aynı zamanda iradenin oluşum sürecine de egemen olmayı içerir. Bu durumda
iletişim, demokrasi ve siyaset konuları tekrar ele alınmalıdır (Mattelart & Mattelart, 2003:
148).
İletişim araçlarında zamanla artan biçimselleşme bu araçları üretip, içeriğini
düzenleyenlere muazzam bir güç kazandırır. Çünkü gittikçe karmaşıklaşan üretim süreci,
aracın kullanımına yönelik teknik bilgi ve üretilecek olan içerik sürekli bu iktidar
merkezlerinde üretilir. Aracın üretimine, kullanımına ve içeriğin üretilmesine yönelik teknik
bilgi, sermaye ilişkileri ile eklemlenerek küresel bir düzen oluşturur. Küresel iletişim, küresel
ekonomi merkezlerinde örgütlenmiştir (Mattelart & Mattelart, 2003: 134). Bu merkezlerde
üretilmiş araçlar ve araçlara yönelik içerik –film, tv programı, haber- çevre ülkelerden merkez
ülkelere sürekli bir sermaye aktarımına yol açarken, küresel iletişimin içeriğinin bu merkezler
tarafından belirlenmesine yol açar.
Merkez haber ajanslarının yaydığı içerik, dünyanın algılanışını güç odaklarının
yorumuna bağlı kılar. Örneğin Türkiye, Suriye ile ilgili bir haberi merkez haber ajanslarının
sunduğu ve yayılmasına imkân tanıdığı ölçüde alabilir. Dikey haberleşme yerine, finansmanı
kişiler tarafından üstlenilen, küçük ve portatif araçların yarattığı yatay iletişim düzeni
günümüz dünyasında yeni olanaklar sağlasa da şu an için etkileri sınırlıdır.
1980’de Sean Mac Bride tarafından uluslar arası iletişimin düzensizliğini ortaya koyan
bir rapor UNESCO’da sunulmuştur (Mattelart & Mattelart, 2003: 95). Raporda çevre
ülkelerin iletişim ağlarının oluşturulması, kendi muhabirlerini finanse edebilmesi ve bu
piyasanın korunmasına yönelik uyarılar yer almıştır. Amerika ve İngiltere özgürlüklerin
sınırlanacağı ve totaliter rejimlere yol açacağı önerisi ile rapora karşı koymuştur. Bir sonuca
varılamayan bu rapor bir uyarı niteliğinde kalmıştır.
Bu noktada sürdürülen tartışmanın siyasal içeriğine değinmek gereklidir. İnsan hakları
kavramının en önemli ayağı iletişim hakkı, bu kavramında en önemli niteliği ‘İfade Hakkı’nda
kendini bulur. Bu nedenle düşüncelerin üretimi, paylaşılması ve saklanması insan hakları
açısından vazgeçilmez bir değerdedir. Bu bağlamda kitle iletişimine yönelik iki kuramsal
bakış açısı bulunmaktadır (Önür, 2002: 84). Özgürlükleri ön planda tutan Liberal yaklaşıma
göre; birey hem içeriğe hem de iletişim kanallarına ulaşmakta özgür olmalıdır. Sınıfı ön
planda tutan Marksist yoruma göre; medya ve içerikleri üst sınıflar lehine düzenlenir bu
nedenle medya içeriği kendi içinde sınıf bilincini taşımaz, çarpıtır. Her iki görüşünde ortaya
koyduğu görüş ve eleştirilerde haklı oldukları yanlar vardır. Kapalı bir haberleşme düzeni
otoriter rejimlere yol açabilecekken, açık bir iletişim düzeni sermaye ve bilgi yetersizliği
sebebi ile güçlü ülkelerin, güçsüz ülkeler üzerinde oluşturduğu bir otoriteye dönüşmektedir.
Uyarı ve sorunlara karşın seksenlerden sonra, iletişim alt yapıları diğer kamu
kuruluşlarında da görüldüğü gibi özelleştirilmeye başlanmıştır. Kamuya ait altyapılar
özelleştirme ile kapitalist girişim öznelerinin kullanımına geçmiştir (Erdoğan, 2000: 301). Bu
noktada izlenen bir yöntemde, Türkiye’de 90’lı yılların başında başlayan korsan yayınlarda
15
olduğu gibi korsan yayıncılık yolu ile kamu tekelini yıkmak olmuştur. Televizyon mülkiyeti
yabancı girişimcilere karşı yasal olarak belirli bir sınırda tutulsa da içeriğin düzenlenmesi
noktasında özel teşebbüsün kar odaklı düşüncesi; kapitalist mantığın üretilen içeriğe
yansımasına ve toplumsal sorunların rating değeri ölçüsünde yer alabilmesi, tüketim
ideolojisinin yerleşiklik kazanması, toplumun depolitize olması gibi birçok gelişmeye yol
açmaktadır. Seksenlere kadar yayıncılığın kamu denetiminde olduğu süreçte kamu hizmetine
dayalı yayıncılık esas olmuştur. Seksenlerden sonra (Türkiye’de doksanların başı)
düzenlemelerin kaldırılması –deregülasyon- ile ulusal topluluğun üyeleri yerini bir tüketim
piyasasının üyelerine bırakmaya başlamıştır (Morley & Robins, 2011: 28-29).
1.6.2. Mekânı Aşan Ekonomik Süreçler ve Toplumun Durumu
Kapitalizmin/modernizmin ortaya çıkışından beri tarım ve sanayi üretimi arasında
belirginleşen bir ayrışma söz konusudur. Çiftçi üretim ve tüketim mallarını sanayiden, sanayi
hammadde ve çalışanların gıdasını çiftçiden alır. Uluslararası iş bölümü ve ulaşım imkânları
arttıkça tarım ve sanayideki mekânsal kopuş daha geniş bir coğrafyaya yayılır (Mendel, 2008:
510). Bu yayılmanın sonucu olarak, küresel sanayi ve tarım mallarının mübadelesi için ara
işlevlerin -banka/ulaşım/sigorta- artan oranda belirginleştiği görülür. Küreselleşen üretim ve
tüketim ağında, üretim ve tüketim bütün bir coğrafyaya yayılırken, üreticilerin/çalışanların
kapalı sınırlara mahkûmiyeti ortaya çıkar. Üretim ve yaşam yerel/ulusal; ancak toplam süreç
küreseldir. Sınıfı görmek ve tahayyül etmek imkânsızlaşır, yabancılaşma topyekûn bir
kaygıya dönüşür. Bununla birlikte üretim büyük ölçüde meta üretiminden kopmuştur. Farklı
ürünlerin imalatı söz konusudur; reklam metni, sinema filmi, muhasebe programı v.b. Bütün
bunlar bir sınıf bilincinin oluşmasını engeller ve toplumu bir biri ile rekabet halindeki
çalışanlar kümesine dönüştürür. Sendikal örgütlenmelerin büyük düşüşündeki en büyük etken
üretimi küresel ve toplumsal alanda parçalayan teknolojilerin gelişmesi olmuştur. Bununla
birlikte yurttaş olarak üreticiler/tüketiciler devletin yasal sınırlarına tabidir.
Zaman ve mekânı etkin bir biçimde işlevsizleştiren yeni teknolojiler mekânı
yoksullaştırmak için fazla zamana ihtiyaç duymazlar. Enformasyonun hızla aşıp geçtiği
zaman ve mekânın arkada bıraktıkları ise somuttur (Bauman, 1999: 86). Fiziksel mekânlar ve
yaşantılar, elektronik ağlarda dolaşan veriler aracılığı ile düzenlenir. Bu sadece para
hareketleri, banka hesapları şeklinde gerçekleşmez; tüketim ve üretim biçimlerinde de belirir.
Bir kredi kartı, paranın sağladığı bütün olanakları elektriğin ulaştığı her yerde tüketiciye
sunabilir. Bir denizin ortasında borsa alışverişi yapılabilir ya da bir dağ başında fatura
ödenebilir. Gündelik yaşantıyı sürdürmek için kâğıt paranın mekândaki dolaşım hızına
duyulan mahkûmiyet ortadan kalkar ve bireyin küresel mekândaki dolaşımının önü açılmış
olur.
Üretmek durumunda olanlar içinde yeni bir durum söz konusudur. İletişimin mekânda
ulaşım araçları aracılığı ile gerçekleştiği dönemde üretim ve tüketim mekâna bağlıdır.
Tüketim alanında bahsedilen dağılmadan sonra, üretim alanında da bir dağılma söz
konusudur. Fordist üretimin bir bant üzerinde bir araya getirdiği bütünleştirme süreci
16
parçalanır, esnek üretim yoluyla bilgi ve teknoloji kol gücünün önüne geçer. Dünyanın
değişik bölgelerindeki üretim süreçleri ve bilgisi kontrol edilebilir hale gelir. Böylece
yatırımcı, yatırım için uygun bölgeye/bölgelere dağılma lüksüne sahip olur. Bu şekilde
parçalanan üretim süreci ulusal ölçekte düzenlenen sendikal örgütlenmeyi ve sınıfsal
algılamayı imkânsızlaştırır. Bir topluluk oluşturamayacak derecede parçalanan iş gücü, sınıf
bilinci oluşturamaz, sadece hayat boyu kişisel gelişim stratejileri ile varoluşlarını
garantilemek zorunda kalır. Bununla birlikte üretim sürecinde bilgi teknolojilerini
kullanabilen işçiler ile vasıfsız işçiler arasında niceliksel veya niteliksel bir birliktelik söz
konusu değildir. Bu gruplar aynı statü grubuna da tabi değildirler. Bilgi işçileri; hizmetler
sınıfı adı verilen ve sanayi kesiminden farklı bir sınıf oluşturan yapıya dâhildir, Bilgiye dayalı
üretim sürecindeki stratejik önemde bu sınıfa aittir. Kol gücüne dayalı emek ise artan oranda
kuralsızlaşan iş yaşamı koşullarına mahkûm kalmaktadır. Sanayi devriminin olguları, Geç
Kapitalist dönemde belirgin bir dönüşüm yaşamaktadır. Endüstri kentleri ve toplumları
tüketim aracılığı ile örülmüş yeni bir biçimlenmeye gitmektedir.
Toplumsal anlamlandırma ve güven pratiklerinden yoksun kalan birey için ‘kimlik’
krizi, belirgin bir bunalım olarak belirir. Nesnel kültürün genişlemesi karşısında kişiselliğini
ve anlamlandırma pratiklerini kaybeden birey, güncel gerçeklikle başa çıkma gücünü
kaybeder. Bu süreçte moda, artan oranda gündelik hayata yerleşerek bireysel kimliklerin bir
uzantısı haline gelir. Anlamlandırma pratiği olarak faklı olma, göze çarpma ve moda belirgin
bir yükselişe geçer (Simmel, 2005: 99-100). Moda, sınırlı bir farklılık yaratır. Moda aracılığı
ile oluşturulan imajlar, kişiye önceden kodlanmış anlamlar atfederek, bireysel farklılığın
oluşmasına yardım eder. Ancak bu anlamın önceden üretilmiş olması ve hızla yayılması onu
sıradan ve anlamsız kılarak yeni modalara kapı aralar. Böylece sürekli imaj yoluyla üretilen
bir devinim yaratılmış olur. İletişim kanallarında küreselleşen tüketim sistemi bireyleri bir
farklar sisteminin, önceden tayin edilmiş göstergeler düzeninin içine sokar. İçerik olarak bir
devinim yoktur, biçimsel bir dönüşüm sürekli kendini tekrar etmektedir. Moda naif
tanımlardaki kullanım ve doyum modelinin aksine doyum sağlayarak işlemez, bireyleri bir
kodun bilinçdışı disiplinine yetiştirerek durdurur (Baudrillard, 2008: 112).
İletişim biçimlerinde sözelden görsele; mekânda kırsaldan kente ve iletişim araçlarında
yazıdan elektriğe yöneldikçe zamansal ritim artar. Bu ise sürekli dönüşen ama hiç değişmeyen
bir kültür algısı yaratır.
1.6.3 Elektrikli İletişim ve Zamansal Nitelikleri
Sözlü kültür hafızaya dayalıdır. Yazılı kültür ise hafızayı ikinci plana iterken
‘aklileşmeyi’ ön plana geçirir, çizgisel bir zaman algısı yaratır. Elektrikli kültür ise zaman ve
mekân birliğini bozarken, hafıza üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Elektrikli iletişim ve
küreselleşmenin ellili yıllardan sonra artan etkisi, zaman algısındaki dönüşüm ve bunun
kültürel yansımasıdır. Ekonomik risklerin çeşitli nedenlerle gündelik hayatın içine yayılması
ve iletişim araçlarının küresel yayılımı sonucu, zaman ufkunda yaşanan kırılma geçmişe
yönelik bir arzuyu davet etmektedir. Bununla birlikte bu kültürde her şeye ve her yere
elektronik araçlarla anında ulaşabilme kapasitesinde yaşanan artış ‘bekleme kültürünü’
17
zayıflatarak ‘haz kültürünün’ belirginleşmesine yol açmaktadır (Sennett, 2011). Her şeyi
şimdi ve burada isteyen tüketici kültür bireyinin bu nesne bolluğunda, nesneler üzerine
kurduğu kullan at kültürü, gündelik hayata gittikçe yayılan bir gerçeklik olarak karşımıza
çıkar (Urry, 1999: 292).
Hafıza ve akıl, bu süreçte bilgiyi oluşturmaz, iletişim araçları hafıza ve bilginin yerini
alma eğilimindedir. Çağımızın tarihin sonu veya sürekli post (sonra) takıları ile adlandırılan
olgulara sahne olmasının sebebi büyük oranda iletişim teknolojilerinin çizgisel zamanda
yarattığı kırılma ile zaman ve mekânda yarattığı birlik hissi ile ilgilidir. Matbaa kapitalizminin
yarattığı modernleşme olgusu zamansal bir ilerleme fikri üzerine kuruludur ve klasik
modernizm bu nedenle geleceğe güdümlüdür (Yırtıcı, 2009: 25). Akışkan modernizm ise bu
zamansal fikri taşımaz. Bu zamansal algının bozulmasında iletişim teknolojilerinde görülen
elektronikleşme ve dijitalleşmenin etkisi büyüktür. Bilgi teknolojilerinin gelişimi mekânsal
farklılığı zaman lehine çökertmiştir (Erdoğan & Alemdar, 2002: 29). Zaman ufkunun
bozulması, iletişim araçlarında yaratılan tükenmez bir şimdiki zaman ve küresel gelişmeler
karşısındaki edilgenlik, birey ve toplumlarda kimlik ve geçmiş saplantısını yükseltmektedir.
Küreselleşmenin kırılgan mekânsal ve zamansal düzenekleri içinde bireyler ve toplumlar
sürekliliklerini; ancak geçmişi yeniden üreterek söyleme dökebilmektedir. Bu durumda
geçmişin kültürel ve siyasal alanda belirgin bir gerilim öğesi olarak ön plana çıkmasına yol
açmaktadır. Geçmiş hayranlığı ne kadar kırılgan ve çelişki dolu olsa da yaşam çizgilerini
geçmişe bağlama ve kültürün kar ve kısa vadeli göstergeler karşısındaki bellek yitimi
eğilimine karşı ciddiye alınmalıdır (Huyssen, 1999: 183). Geçmiş olana ilgi gerçekten geçmiş
yaşantıların yeniden üretilmesi anlamına gelmemektedir. Burada kastedilen geçmiş olanın
şimdiki zamana çağrılarak tekrar üretilmesidir. Huyssen’in bahsettiği çelişki ve kırılganlık bu
noktadan kaynaklanır. Geçmiş takıntısı ve arzusu da şimdiki zamanda ve şimdiki koşullarda
tüketilebilir meta olarak sunulmasını içermektedir. Zaman ufkunun çöküşü ve anlık olana
yönelik ilgi, kısmen kültürel üretimde olayların, gösterilerin çağdaş dünyada ön plana çıkmış
olmasının ürünüdür. Kültür üreticileri yeni teknolojileri ve multi-medya olanaklarını
kullanmayı öğrenmişlerdir (Harvey, 1997: 76). Bir olgu/olay görselleşebildiği ölçüde ve
görselleşebildiği şekli ile kültürel alana nüfuz edebilmektedir. Bu nedenle iletişim araçlarının
ortaya çıkardığı etkiler, tarihin ve hafızanın çöküşünü, görüntüselleşmesini ve dolaylı
sonuçlarını işaret etmektedir. Tarih, nostaljik bir nesneye dönüşmektedir. Gerçekte gelişen
olgu ise iletilerin yoğun bombardımanı ve geçiciliğinde unutmanın yerleşiklik kazanmasıdır.
Günümüzde etrafımızı sarmış olan bu yapay bellekler, doğal belleğimizin yerini alarak her
şeyi unutturmaya çalışmaktadır. Unutma olayı ancak yapay bellekler aracılığı ile giderilebilir
(Baudrillard, 2008: 78). Tarih hızlanmaktadır; ancak yöneldiği bir menzil olmadan… Bireyin
artan hız arzusunun arkasında sadece geçmişten kaçma –unutma- arzusu değil, gelecekten
kaçma – fazla düşünmeme- eğilimi de var gibi görünmektedir (Argın, 2003: 82). Geçmişin
kapalı yolları ve geleceğin riskli önsezisi karşısında birey ve kültür, şimdiki zamanın
muazzam akışkanlığında yol almaktadır.
Zaman algısının bozulması, iletişim araçları ile birlikte kodlanan içeriğin dönüşümü
ile yeni bir kültüre olanak sağlar. 20. yüzyılın ilk yarısında iletişim araçları görüntü ve ses
öğelerinin çeşitlenmesi ile belirir. Kitap ve gazetenin yerini radyo, sinema ve ardından
18
televizyon alır (Barbier & Lavenir, 2001: 15). Söz ve yazının ardından bir ifade biçimi olarak
görüntü ortaya çıkar. Söz ve sözün uzantısı olarak yazı insanı zamana yerleştirir; görüntü ise
gerçeklik alanını, somut nesneleri ve uzayı sunar (Ellul, 2004: 48). Sözü dinlemek veya yazıyı
okumak ancak zamansal bir aralıkta gerçekleşebilir. Ses var olabilmek için sürekli yeniden
üretilmek durumundadır, ses durduğu anda biter. Bu nedenle ses yaşamın akışına uyar,
devamlılık arz eder, görüntü ise sabit durarak da varlığını devam ettirir. Dilin ve yazının
zamana ve emeğe dayalı okunuşunun aksine görüntü anlıktır. Böylece düşünme tarzı değişir;
İmajlar, kendilerini, ne mantıksal ne de düşünülebilecek tarzda birbirlerine bağlarlar (Ellul,
2004: 65). Görüntüler rastlantısal olarak da bir araya gelebilirler, sesler veya yazılı kelimeler
için böyle bir durum söz konusu değildir. Görüntü, yazı ve sesin etkisini yok ederek anlık
olanı ön plana geçirir. Her şey imajlar içerisinde düzenlenmeye, üretilmeye ve parçalanmaya
muhtaç hale gelir. Olaylar iletişim araçları içerisinde üretilir ve düzenlendikten sonra yok
olurlar. İmajların ardı arkası kesilmeyen sürekliliği her şeyi aynı seviyeye çeker. Kişi bütün
imajlar ile aynı mesafede konumlanır. Baudrillard’a göre bu sistemde simülakr’lar,
gerçekliğin yerini alarak bir simülasyon5 evrenini oluştururlar. Olayların dayandığı nesnel bir
dayanak yoktur, gerçeklik iletişim ağları tarafından yerinden edilmiş ve simülasyon evreni her
yeri kaplamış gibidir.
1.6.4 Elektrik-Elektronik Devriminin Sonuçları
Ulaşım ve iletişim araçlarının yarattığı olanaklar ölçeğinde, siyasal ve ekonomik
faaliyetlerin küresel bir yüzeye yayıldığı ve kültürel bir form olarak tüketimin belirleyici öğe
haline geldiği görülmektedir. Sanayi kapitalizminin katı mekânsal birliği aşılmakta ve küresel
ölçekte bir yeniden yapılanma yaşanmaktadır. Üretim biçimlerinin, tüketim biçiminin, rekabet
ortamlarının, toplumsal ve bireysel kontrol mekanizmalarının toplu bir şekilde, yeniden
yapılandığını gözlenmektedir. Verili bütün kurum ve bireysel yapılar hızla aşınmakta ve yeni
bir düzen oluştur(ama)maktadır. İletişim olgusu bu çerçevede siyasal, ekonomik, kültürel,
bireysel ve cinsel yapılanmaların tamamını dönüştürmekte sonuç olarak ortaya çıkan bu
küresel süreçten de etkilenmektedir.
Bu noktada küreselleşme sürecinde, iletişim kavramının belirgin olarak ilişkili olduğu
dönüşümlere işaret edilerek, dönüşüme yönelik belirtilere dikkat çekilmelidir;
Küreselleşme siyasal, ekonomik, kültürel birçok kavrama işaret etse de temel
motivasyonunu ekonomik gelişmelerden almaktadır. Batı dünyasında; ulusal sınırlarda
korunarak geliştirilmiş sermaye birikimlerinin yarattığı birikim krizi çevreye yönelik bir
sermaye hareketini zorunlu kılmış, sonuç olarak yetmişli yılların sonuna doğru sermaye
üzerindeki ulusal denetim kaldırılarak sermaye küresel bir alanda hareket etmek üzere serbest
bırakılmıştır. Sermayenin bu dönüşümü ve hareketliliği iş gücü, üretim, merkez-çevre
ilişkileri, milliyetçilik, iktidar ve sonuç olarak siyaset kurumu üzerinde belirgin bir dönüşüme
yol açmıştır.
Simülasyon: Bir araç, bir makine, bir sistem, bir olguya özgü işleyiş biçiminin incelenme, gösterilme ya da
açıklanma amacıyla bir maket ya da bir bilgisayar programı aracılığı ile yapay olarak yeniden üretilmesidir.
5
19
Küreselleşme ve bilgi teknolojilerinin ortaya çıkardığı üretim biçimi post-fordizm
olarak adlandırılmaktadır. Post-fordizm; üretim sürecinde bilgiyi ve sürekli yeniden
yapılanmayı ön planda tutarak, hızla değişen piyasa taleplerine uyum sağlayabilecek
manevraları ortaya koyabilecek işgücü ve üretim planlamasını gerektirmektedir. Post-fordist
üretim biçimi, fordist üretimin katı hiyerarşik yapısını bozarak yönetim, üretim ve planlama
üzerinde verimli ve hızlı bir iletişim ortamını gerekli kılmıştır. Fordist üretim biçiminde katı
hiyerarşik üretimin hantallığı verimsizliğin sebeplerinden biridir. Bununla birlikte esnek
uzmanlaşma ve post-fordizm küresel ölçekte genellenemez, bilgiye dayalı olmayan üretim
biçimlerinde vasıfsızlaşma, taşeronlaşma ve kötü çalışma koşulları, küreselleşmenin belirgin
eğilimleridir. Burada iletişim pratikleri açısından önemli olan, sanayi kapitalizminde
üstten/iktidardan gelen baskı dinamiklerine karşı, alttaki işçilerde sınıf bilinci ve bir topluluk
hissi yaratan iletişim ortamlarının bu süreçte parçalanmasıdır. Bu şekli ile ulus-devlet içinde
veya küresel ölçekte alt sınıflar kendi iletişim mecralarını kuramadıkları için, üst sınıfın
rekabetçi pratiklerine uyum sağlamanın zorunluluğu tek çıkar yol olarak belirir. Alt sınıflar
üzerinde sermaye iktidarının yarattığı büyük baskı ve bunalımın sebebi, küreselleşme
sürecinde, ulus-devlete dayalı sendikaların gerçekleştirdiği düzenlemeye yönelik iletişim
ortamlarının kurulamamış olmasından kaynaklanmaktadır.
Üretim, tüketim ve dağıtım süreçlerinin küresel bir piyasada hareketlenmeye
başlaması, ulus-devlet ve birey üzerinde rekabetin gerekliliklerine uymak zorunluluğunu
yaratır. Bu nedenle katı hiyerarşik iletişim biçimleri aşılarak verimliliği artıran iletişim
mecralarının yaratılması gerekliliği belirmiştir. Devlet, şirket, birey bulundukları veya
oluşturdukları örgütlenmenin içinde iletişimi hızlı ve verimli hale getirerek, küresel rekabetle
baş edebilir bir hale gelmek durumundadır. Bu nedenle örgüt içi iletişim, küreselleşme
sürecinde dönüşen yapıların içsel düzeneklerini yeniden oluşturması ve verimli hale getirmesi
açısından önemli bir inceleme konusudur.
Bununla birlikte küreselleşme sürecinde genişleyen pazar ve devlet sınırlarını aşan
üretim-tüketim düzeneği, kitle iletişim araçlarının etkisi, birey ve örgütleri diğer millet ve
kültürlerle karşı karşıya getirmektedir. Örgüt içi iletişim genişleyen yapının içsel düzeneğini
oluştururken, kültürlerarası iletişim bu yapıların diğer yapılarla karşılaşmasını içerir.
Küreselleşme süreci yarattığı dinamikler ölçeğinde birey, şirket ve devlete dayalı
bütün mekanizmaları dönüştürürken, merkez-çevre ilişkilerini derinleştirerek birbirine
bağlamaktadır. Önceden de belirtildiği gibi iletişim sürecinde artan bir biçimselleşme söz
konusudur. Biçimselleşme belirli yetilerin geliştirilmesine dolayısı ile bu yetileri
geliştiremeyenlerin dışlanmasına yol açar. Bugün bilgisayar üzerinden bir kişiye e-posta
atmak ya da cep telefonu üzerinden bir resim yollamak, hem bu araçların donanımsal olarak
sahip olunmasını hem de bu işlemleri gerçekleştirebilecek bilgiye sahip olunmasını gerektirir.
Bu donanım ve bilginin eksikliği kişiyi iletişim kuramaz hale getirir. Burada yalın olarak
aktarılan bu örnek ulusal ve küresel ölçekte, merkez-çevre ilişkilerinin temel dinamiğini
belirler. Küresel ölçekte donanım ve bilgiye sahip olanlar iletişimin biçim ve içeriğini
oluştururken, bu biçimselleşmeye uyum sağlayamayanlar iletişim süreçleri ve içeriklerinin
tam anlamı ile dışında kalmaktadır. Aynı eğilim ulusal ölçekte de görülmektedir, çevre ülkeler
ve bölgeler yüksek maliyet ve bilgi gerektiren iletişim araçlarına sahip olamamaktadır. Bugün
20
Türkiye’de medya içeriği neredeyse tamamen İstanbul tarafından oluşturulmaktadır. Bu
medya içeriğinde çevre, telgrafla iletişim kurulan zamanlardan bile az oranda merkezde yer
alabilmektedir (Bora, 2006). Özetlemek gerekirse iletişim araçları artan oranda kabiliyet ve
hız sergilese de donanım ve bilgi üzerindeki biçimselleşme merkezde bir yığılmaya yol
açmakta, iletişim olanakları bu biçimselleşmenin dışında kalanlara ulaşamamakta, bir
benzetme olarak kullanmak gerekirse, yok saymaktadır. Bu durum iletişim araçlarına sahip
olanların, küresel ve ulusal ölçekte kültürün ve siyasetin oluşturulması, yönlendirilmesi ve
yeniden yapılandırılmasında temel belirleyici konumda olmalarına yol açmaktadır.
Bilgi-iletişim teknolojilerinin günlük iletişimin bir parçası haline gelmesi bireysel ve
toplumsal yapılanmalarda önemli değişikliklere yol açmıştır. Televizyon bir merkezden tüm
çevrelere yaptığı yayın ile büyük bir dönüşümün ve türdeşleşmenin öncülü olmuştur. Belirli
bir kültür biçimi, söylemi coğrafyanın katılığına ve zamanın sınırına takılmadan çevreye
aktarılmış, böylece görsel iletişim kültürünün yerleşmesine yol açmıştır. Bu şekli ile yazılı
iletişimin ortaya çıkarmaya çalıştığı ulusal bütünleşmeyi büyük oranda artırmış ve tüm
çevrelerin bir merkezin sözü/görüntüsü etrafında benzeşmesine yol açmıştır. Kamusal alan,
ekonomik ve siyasal alanın ulus-devlet tarafından tayin edildiği dönem boyunca yazılı ve
görsel medya aracılığı ile merkez tarafından doldurulmuştur. Nitekim küreselleşme sürecinde
siyasal ve ekonomik faaliyetlerin merkezi devletin kontrolünden çıkması, iletişim araçlarının
da (uydu, kişisel bilgisayar ve internet) etkisi ile kamusal alanın belirsizleşmesine ve içeriğin
yerel-küresel geriliminde seyreden kimlik ve kültür kavramları ile doldurulmasına yol
açmıştır. Uydu televizyon ve internet kullanımı iletişim araçları üzerindeki devlet-toplum
kontrolünü yıkmış, yerel ve küresel konuların kamusal alana taşınabilmesine yol açmıştır.
Politik ve ekonomik konuların küreselleşmesi sonucu düzenleyici bir güç olarak otoritesini
kaybeden, işlevsizleşen Yasa’dan boşalan alan, özel alanın kültüre taşınması ile
doldurulmuştur (Bauman, 2000). Politika, ekonomi ve birey arasında açılan mesafe ile artan
politik-ekonomik yabancılaşma; tüketim ekonomisinin yarattığı bireysellik ile birleşerek anlık
hazcı kültürün kamusal alanı doldurması ile sonuçlanmıştır. Beden ve mutluluk kavramı
üzerinde yaşanan bu dönüşüm; bireysel mutluluk, toplum, aile, kadın kimliği, ata erkil
toplumsallığın güven-risk gerilimleri üzerinde belirgin bir hareketlenmeye yol açmıştır.
Beden kültürünün yükselişinde kentleşmenin belirgin bir önemi vardır.
Sanayileşmenin en belirgin özelliği kır ve kent arasındaki ayrımı derinleştirerek, insanları
metalaşmış öğeler üzerinden ilişkiye sokmasıdır. Bunun zamanla gelişen eğrisinde kırsal
yapılar kent karşısında çözülmüş ve nüfus büyük ölçekte kentlerde birikmiştir. Kentteki
ilişkilerin verili bir bağa dayalı olmayışı, büyük bir nüfusun bir arada oluşu insanın biriciklik
hissinde belirgin bir aşınma yaratır. Kişi kendini, yaşadığı tinsel gerilimi sürekli bütünlüğe
ulaştırma çabası içinde bulur. Bu süreçte moda, büyük bir nüfusun karşı karşıya geldiği kent
ortamında, kişiye diğerleri ile dış yüzey aracılığı ile iletişim olanağı sağladığı için önemli bir
kurum olarak belirir. Böylece içeriklerin ifade edilemediği kent ortamında, dış yüzey iletinin
kendisi olur. Görsel iletişim araçlarının yönlendirici etkisi ile birlikte dış yüzey, moda ve
beden, sanayi sonrası kapitalizminin fetiş nesnesine dönüşmektedir. İnternet kullanımının
artması, iletişimi toplumsal kontrolün somut gözlerinden kurtararak toplumsal kadın kimliği
üzerinde büyük bir dönüşüme yol açmıştır. Bu dönüşüm ile birlikte iletişim araçlarının
21
cinsellik ve beden üzerindeki belirgin baskısı farklı bir iktidar biçimi olarak kendini gösterir.
Bedenin fetişleştirilmesi, aynı zamanda bedene yönelik büyük bir iktidar mekanizmasının
doğmasına yol açar. Bedenin düzenlenişi, gençliği –anti aging- , sağlığı temel motif olarak
belirir, bu süreç aynı zamanda küresel ölçekte en büyük pazarlardan biridir.
Bununla birlikte beden ve özel hayat üzerine yapılan bu vurgu, ataerkil toplumsal
yapılanmayı da büyük bir aşınmaya uğratmıştır. Bedene yönelik ilgi/baskı, aşk, aile, çocuk,
ataerkil toplum, geleneksellik gibi bireysel yaşantının bütün mekanizmalarını temelden
dönüştürmektedir. Bu süreçteki gelişmeler genel olarak, bir belirsizlik ve korku hissi
yaratarak muhafazakâr düşünce tarafından yozlaşma olarak adlandırılsa da iletişim
araçlarındaki yayılma ve bireyselleşmenin kadın kimliği üzerindeki toplumsal kontrolü
azaltarak bir demokratikleşmeyi içerdiği kabul edilmelidir. Kadın kimliği üzerinde kurulmuş
tek taraflı iktidarın çözülmesi aynı zamanda aile kurumunun dolayısıyla tüm toplumsal yapı
ve süreçlerin –eğitim, sosyal güvenlik, yurttaşlık v.b.- dönüşümünü içermektedir. Geleneksel
toplumun erkek egemen simgesel düzeneklerinin yerini, küreselleşme sürecinde bireyin
kaygılı yalnızlığı almaktadır.
Bir kabilede merkezden gelen söz ile sözün nesnesi arasındaki mesafe, sesin fiziksel
gücü kadardır. Kişi, kabilenin dışındaki hayatı düşünemez bile, kabile kişiye olması gereken
her şeyi vermiş, bütün hayat çizgisini tayin etmiştir. Bireyselleşme söz konusu olamaz, bir
iktidar kurumu olarak kabile, somut ve soyut pratiklerin tamamını tayin eder. İletişim
araçlarında yaşanan gelişme ile merkez ile nesnesi arasındaki mesafe gittikçe açılır, bu süreçte
bireyselleşme aşama aşama artarken, merkezin belirleyici konumu azalır ve dolaylı yollardan
–eğitim, dini kurumlar v.b. - iletilmek durumundadır. Bugün içinde bulunduğumuz süreçte ise
merkez çevreye herhangi bir iktidar uygulamıyor gibi görünmektedir. Kişi, kişisel yetenekleri
ölçüsünde bireyselliğini istediği yönde geliştirebilir. Ancak merkez somut ve soyut
düzenekleri oluşturarak kişiyi belirli bir biçimselleşmeye doğru zorlar. Özerkleşen iktidar
zorlayıcı, içerici iktidarın tersine; kişiyi, dışarıda bırakma tehdidi ile merkeze dâhil olmaya
çalışan bir düzeneğe dâhil ederek, iktidarını maksimize eder (Sennett, 2005).
Bu süreçte, özgürlüğün ve bireyselliğin oluşturulabilmesi için özgürlüğün altyapısının
oluşturulması gereklidir, bu da seçme özgürlüğü ile gerçekleşebilecek bir durumdur. Her türlü
seçme eylemi belirli bir kümeden yapılacak seçimi yani alternatifleri ve bu alternatifleri
değerlendirmeyi olanaklı kılacak seçim kodunu gerekli kılar (Bauman, 2000: 82). Seçim
kodunu klasik modernlik sürecinde yasa belirlemiştir. Ekonomik, kültürel ve politik
süreçlerin yasanın pratik temsilcisi olarak devletin kontrolünden çıkması yasayı
işlevsizleştirmekte bu da özgürlüğün temel parametrelerini yok etmektedir. Ne seçim
yapılabilecek bir küme ne de değerlendirmeyi nesnel bir zemine yerleştirecek anlam dizgeleri
bulunmaktadır. İletişim süreci merkez-çevre karşıtlığında merkez lehine, üst sınıf-alt sınıf
karşıtlığında üst sınıf lehine örgütlenmiştir. Ortaya konan biçimselleşmenin somut ve soyut
olanaklarına sahip olmayan çevre ülke/bölgeler ya da alt sınıflar, merkez ve sermaye
karşısında edilgin konumda kalmakta, iktidarın yarattığı biçimselliğe uymakla dışarıda kalma
arasındaki bunalımı sürekli yaşamaktadırlar. Bu nedenle küresel ölçekte gerçek bir
özgürlüğün oluşturulabilmesi için, iletişim araç ve süreçlerinde bir yeniden yapılanmanın
22
ortaya konması; birey ve toplumların bu konuda bilinçli hareket etmeleri ve örgütlenmeleri
gerekmektedir.
BÖLÜM SONU SORULARI
1. İnsana ait söz ile arıların birbirleri arasında kurduğu iletişimi ayıran temel nitelik
nedir?
2. İnsanları sözün keşfine iten sebepler ve bunu sağlayan olanaklar nelerdir?
3. Yazının keşfi ne tür olguların yerleşmesini sağlamıştır?
4. Matbaa kullanımının, el yazmasından farklı bir kültür oluşturabilmesi nasıl
açıklanabilir?
5. İletişim içeriğinin, elektronik araçlarla kodlanabilmesi, içeriğe ne gibi vasıflar
kazandırır?
6. İletişim sürecinde teknolojinin artan oranda kullanıma girmesi –insanın fiziksel
varlığından kopması- ne gibi olanak ve riskler taşır?
23
KAYNAKÇA
Abbate, J. (2011). İnternetin Popülerleşmesi. In D. Crowley, & P. Heyer, İletişim Tarihi (pp. 472-479). Ankara: Siyasal
Kitabevi.
Anderson, B. (2004). Hayali Cemaatler. İstanbul: Metis Yayınları .
Argın, Ş. (2003). Nostalji ile Ütopya Arasında. İstanbul: Birikim Yayınları.
Baldini, M. (2000). İletişim Tarihi. İstanbul: Avcıol Basım Yayın.
Barbier, F., & Lavenir, C. B. (2001). Diderot'tan İnternete Medya Tarihi. İstanbul: Okuyan Us Yayıncılık.
Baudrillard, J. (2008). Simulakrlar ve Simülasyon. Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Baudrillard, J. (2008). Tüketim Toplumu. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Z. (1999). Küreselleşme; Toplumsal Sonuçları. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Z. (2000). Siyaset Arayışı. İstanbul: Metis Yayınları.
Bora, T. (2006). Taşralaşan ve Taşrasını Kaybeden Türkiye. İçinde T. Bora, Taşraya Bakmak. İstanbul: İletişim Yayınları.
Ellul, J. (2004). Sözün Düşüşü. İstanbul : Paradigma Yayınları.
Erdoğan, İ. (2000). Kapitalizm Kalkınma Postmodernizm ve İletişim . Ankara: İrfan Erdoğan.
Erdoğan, İ., & Alemdar, K. (2002). Öteki Kuram. Ankara: Pozitif Matbaacılık.
Fischer, E. (2010). Sanatın Gerekliliği . İstanbul: Payel Yayınları.
Freud, S. (2009). Uygarlığın Huzursuzluğu . İstanbul: Metis yayınları.
Giddens, A. (2004). Modernliğin Sonuçları. İstanbul : Ayrıntı Yayınları.
Goody, J. (2009). Sözlü Kültür. Milli Folklor , 128-132.
Harvey, D. (1997). Postmodernliğin Durumu. İstanbul: Metis Yayınları.
Hirschman, A. O. (2008). Tutkular ve Çıkarlar. İstanbul: Metis Yayınları.
Hirst, P., & Thompson, G. (2007). Küreselleşme Sorgulanıyor. Ankara: Dost Kitabevi .
Huyssen, A. (1999). Alacakaranlık Anıları. İstanbul: Metis Yayınları.
Keane, J. (1998). Şiddetin Uzun Yüzyılı. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Marshack, A. (2011). Buzçağı İnsanının Sanatı ve Simgeleri. İçinde D. Crowley, & P. Heyer, İletişim Tarihi (pp. 22-34).
Ankara: Siyasal Kitabevi.
Mattelart, A., & Mattelart, M. (2003). İletişim Kuramları Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları.
Mendel, E. (2008). Geç Kapitalizm. İstanbul: Versus Kitap.
Morley, D., & Robins, K. (2011). Kimlik Mekanları. İstanbul : Ayrıntı Yayınları.
Ong, W. J. (2010). Sözlü ve Yazılı Kültür. İstanbul: Metis Yayınları.
Önür, N. (2002). Küreselleşen Dünyada İletişim ve Toplum. Ankara: Alp Yayınları.
Robinson, A. (2011). Yazının Kökenleri. İçinde D. Crowley, & P. Heyer, İletişim Tarihi (pp. 66-73). Ankara: Siyasal
Kitabevi.
Sennett, R. (2005). Otorite. İstanbul : Ayrıntı Yayınları.
Sennett, R. (2011). Yeni Kapitalizmin Kültürü. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Simmel, G. (2005). Modern Kültürde Çatışma. İstanbul: İletişim Yayınları.
24
Urry, J. (1999). Mekanları Tüketmek. İstanbul : Ayrıntı Yayınları.
Wagner, P. (2003). Modernliğin Sosyolojisi. İstanbul: Doruk Yayıncılık.
Yırtıcı, H. (2009). Çağdaş Kapitalizmin Mekansal Örgütlenmesi. İstanbul : Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Zıllıoğlu, M. (2010). İletişim Nedir. İstanbul: Cem Yayınevi.
25